merkez bankası analitik bilançosu kapsamında para politikalarının

advertisement
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU KAPSAMINDA
PARA POLİTİKALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ
BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ (2007-2012)
Halil AKMEŞE
DOKTORA TEZİ
Danışman
Prof. Dr. NAİM ATA ATABEY
KONYA-2013
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Öğrencinin
BİLİMSEL ETİK SAYFASI
Adı Soyadı
HALİL AKMEŞE
Numarası
064127001025
Ana Bilim /
Bilim Dalı
İŞLETME /MUHASEBE-FİNANS
Programı
Tezli Yüksek Lisans
Tezin Adı
MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU KAPSAMINDA
PARA POLİTİKALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ
BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ (2007-2012)
Doktora
Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel
etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik
davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez
yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden
yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.
Halil AKMEŞE
i
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Öğrencinin
DOKTORA TEZİ KABUL FORMU
Adı Soyadı
HALİL AKMEŞE
Numarası
064127001025
Ana Bilim /
Bilim Dalı
İŞLETME /MUHASEBE-FİNANS
Programı
Tezli Yüksek Lisans
Tez
Danışmanı
Prof. Dr. NAİM ATA ATABEY
Tezin Adı
Doktora
MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU KAPSAMINDA
PARA POLİTİKALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ
BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ (2007-2012)
Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan " Merkez Bankası Analitik
Bilançosu Kapsamında Para Politikalarının Ödemeler Dengesi ve Dış Borçlar
Üzerindeki Etkisi (2007-2012) " başlıklı bu çalışma 04 / 09 / 2013 tarihinde yapılan
savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz
tarafından doktora tezi olarak kabul edilmiştir.
Unvanı, Adı Soyadı
Danışman ve
Üyeler
Prof. Dr. N. Ata ATABEY
Danışman
Prof. Dr. Raif PARLAKKAYA
Üye
Prof. Dr. Orhan ÇOBAN
Üye
Doç. Dr. Baki YILMAZ
Üye
İmza
Yrd. Doç. Dr. Fahri KURŞUNEL Üye
ii
Öğrencinin
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
HALİL AKMEŞE
Numarası
064127001025
Ana Bilim /
Bilim Dalı
İŞLETME /MUHASEBE-FİNANS
Programı
Tezli Yüksek Lisans
Tez
Danışmanı
Prof. Dr. NAİM ATA ATABEY
Tezin Adı
Doktora
MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU KAPSAMINDA
PARA POLİTİKALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ
BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ (2007-2012)
ÖZET
Çağdaş ekonomilerde ekonomi politikalarının uygulanmasında ve amaçlanan
hedeflere ulaşılmasında 1960’lı yıllardan sonra para arzı miktarı yoğun olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Parasalcı teori uygulamalarının kullanımı yaygınlaştıkça
merkez bankalarının para arzına müdahale şekli direkt olarak kendi bilançolarını ve
finansal kuruluşların bilançolarını anında etkileyen para politikası uygulamalarından
dolaylı para politikası uygulamalarına yönelmiştir. Bu çalışmada 2007-2012 yılları
arasında Türkiye’de uygulanan para politikalarının ödemeler dengesi ve dış borçlar
üzerindeki etkileri ve bu etkilerin anlamlılık düzeyleri TCMB Analitik Bilançosu
kapsamında tespit edilmeye çalışılmış; Hazine Müsteşarlığı ve TCMB ilişkileri
kapsamında dış borçların muhasebeleştirilmesine yer verilmiştir. Hükümet ve
kanunlarla belirlenen kamu kuruluşları adına Maliye bakanlığı bünyesinde mali ajan
olarak faaliyet gösteren Hazine Müsteşarlığı'nın dış borçlanmaya ilişkin muhasebe
kayıtları 5018 sayılı "Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu"na dayanılarak
çıkartılan ve 2006 yılında yürürlüğe giren "Genel Yönetim Muhasebe
Yönetmeliği"ne göre örneklendirilmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde paraya
ilişkin temel kavramlara ve ilişkilere yer verilmiş; ikinci bölümde para politikaları,
para politikalarının amaçları ve araçları; üçüncü bölümde ise ödemeler dengesi, dış
borçlar ve dış borçların Maliye Bakanlığı'nca muhasebeleştirilmesi konuları ele
alınmıştır. Çalışmanın dördüncü bölümünde veri dönemde uygulanan para
politikalarının ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerindeki etkileri TCMB veri
tabanlarından elde edilen üçer aylık ödemeler dengesi ve dış borçlanma verileri
kullanılarak analiz edilmiştir. Analizlerde dolaşımdaki para, rezerv para, para tabanı,
merkez bankası parası, M1 ve M2 parasal büyüklükleri bağımsız değişkenler olarak
alınmış ve her biri SPSS paket programı kullanılarak doğrusal regresyona tabi
tutulmuş, bağımlı değişkenler üzerindeki etkileri analiz edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Merkez Bankası Analitik Bilançosu, Para Politikaları,
Ödemeler Dengesi, Dış Borç, Dış Borçların Muhasebeleştirilmesi
iii
Öğrencinin
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
HALİL AKMEŞE
Numarası
064127001025
Ana Bilim /
Bilim Dalı
İŞLETME /MUHASEBE-FİNANS
Programı
Tezli Yüksek Lisans
Tez
Danışmanı
Prof. Dr. NAİM ATA ATABEY
Tezin İngilizce
Adı
Doktora
EFFECTS OF MONETARY POLICIES ON BALANCE OF
PAYMENTS AND FOREIGN DEBTS WITHIN THE SCOPE
OF CENTRAL BANK ANALYTICAL BALANCE SHEET
(2007 - 2012)
ABSTRACT
In this study, effects of monetary policies carried out between 2007 and 2012
on balance of payments and foreign debts and the significance levels of these effects
are tested within the scope of Central Bank Analytical Balance Sheet; and accounting
entries relating to the foreign debts are illustrated within the scope of relations
between Central Bank of The Republic of Turkey (CBRT) and The Treasury.
Accounting entries, made by Treasury department that acts as a financial agent on
behalf of the government and other institutions indicated by law, are illustrated with
respect to the “General Administration Accounting Regulations” which is amended
within the context of “Public Finance Administration and Control Act, Law no:5018”
and came into effect in 2006. Basic concepts and relationships corresponding to
money are mentioned in the first part; monetary policies, goals and instruments of
monetary policies are mentioned in the second part; foreign debts and accounting
entries of foreign debts by Ministry of Finance are mentioned and book entries are
illustrated in third part. In the fourth part of the study effects of monetary policies on
balance of payments and foreign debts are analyzed by means of quarterly data
gathered from CBRT databases. Money in circulation, reserve money, monetary
base, central bank money, M1 and M2 monetary indicators are set as independent
variables and subjected to linear regression; and their effects on the dependent
variables are analyzed.
Keywords: Central Bank Analytical Balance Sheet, Monetary Policies,
Balance of Payments, Foreign Debts, Accounting Entries of Foreign Debts
iv
İÇİNDEKİLER
BİLİMSEL ETİK SAYFASI.................................................................................. İ
DOKTORA TEZİ KABUL FORMU.................................................................... İİ
ÖZET ................................................................................................................... İİİ
ABSTRACT .......................................................................................................... İV
İÇİNDEKİLER ..................................................................................................... V
KISALTMALAR................................................................................................ XV
TABLOLAR LİSTESİ ...................................................................................... XVİ
ŞEKİLLER LİSTESİ ...................................................................................... XVİİ
GİRİŞ ...................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
PARA, PARASAL BÜYÜKLÜKLER, PARA TALEBİ, PARA ARZI, PARA
ARZI VE TALEBİ İLİŞKİSİ
1.1. PARANIN ÖNEMİ VE TARİHİ GELİŞİMİ ................................................. 3
1.1.1. PARA NEDİR ................................................................................................ 4
1.1.1.1. Paranın Özellikleri ............................................................................... 6
1.1.1.2. Paranın Geleneksel Fonksiyonları........................................................ 7
1.1.1.3. Paranın Modern Fonksiyonları .......................................................... 10
1.1.2.PARASAL BÜYÜKLÜKLER ............................................................................ 11
1.1.2.1. Dar Anlamda Para ............................................................................. 12
1.1.2.2. Geniş Anlamda Para .......................................................................... 12
1.1.2.3. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Tanımlamaları ................. 13
1.2. PARA TALEBİ .............................................................................................. 15
1.2.1. BEKLENEN GETİRİ...................................................................................... 15
1.2.2. RİSK .......................................................................................................... 16
1.2.3. LİKİDİTE .................................................................................................... 16
v
1.2.4. TOPLAM PARA TALEBİ ............................................................................... 17
1.2.4.1. Genel Fiyat Düzeyi............................................................................. 17
1.2.4.2. Faiz Oranları ..................................................................................... 17
1.2.4.3. Reel Milli Gelir .................................................................................. 18
1.2.4.4. Finansal Yenilikler ............................................................................. 19
1.3. PARA ARZI ................................................................................................... 21
1.3.1. PARA STOKUNUN BELİRLENMESİ................................................................ 23
1.3.2. MERKEZ BANKASI VE PARASAL TABANI ..................................................... 24
1.3.2.1. Merkez Bankası Bilançosu ................................................................. 26
1.3.2.2. Merkez Bankası Analitik Bilançosu ve Merkez Bankası Parası ........... 29
1.3.3. BANKALARIN PARA YARATMA SÜRECİ....................................................... 34
1.4. DENGE FAİZ ORANI: PARA ARZI VE TALEBİ İLİŞKİSİ .................... 34
1.4.1. KLASİK FAİZ TEORİSİ ................................................................................. 36
1.4.2. WİCKSELL’İN ÖDÜNÇ VERİLEBİLİR FONLAR TEORİSİ .................................. 36
1.4.3. KEYNES’İN FAİZ TEORİSİ (LİKİDİTE TERCİHİ TEORİSİ) ................................ 39
1.4.4. HİCKS-HANSEN’İN NEO-KEYNESYEN SENTEZİ (IS-LM MODELİ) ................. 45
1.4.5. TOBİN’İN PORTFÖY TEORİSİ ....................................................................... 48
İKİNCİ BÖLÜM
PARA POLİTİKALARI, EKONOMİK AMAÇLARI, PARA POLİTİKASINA
İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER VE PARA POLİTİKASI ARAÇLARI
2.1. PARA POLİTİKASININ TANIMI VE ÖNEMİ .......................................... 50
2.1.1. PARA POLİTİKASININ AMAÇLARI ................................................................ 52
2.1.1.1. Ekonomik Büyümenin Sağlanması ve Sürdürülmesi ............................ 52
2.1.1.2. Tam İstihdamın Sağlanması ve Sürdürülmesi ..................................... 53
2.1.1.3. Fiyat İstikrarının Sağlanması ve Korunması....................................... 54
2.1.1.4. Ödemeler Dengesinin Düzenlenmesi ve Dengenin Korunması ............ 56
2.1.1.5. Faiz Oranlarının Düzenlenmesi ve İstikrarın Korunması.................... 57
2.1.1.6. Döviz Piyasalarının Düzenlenmesi ve İstikrarın Korunması ............... 58
2.1.2. PARA POLİTİKASI AMAÇLARI ARASINDA UYUM VE DENGE ......................... 58
vi
2.2. PARA POLİTİKASINA İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER ......................... 59
2.2.1. KLASİK İKTİSADİ TEORİNİN PARA POLİTİKASI GÖRÜŞLERİ .......................... 59
2.2.2. KEYNESYEN İKTİSADİ TEORİNİN PARA POLİTİKASI GÖRÜŞLERİ ................... 61
2.2.3. MONETARİST İKTİSADİ TEORİNİN PARA POLİTİKASI GÖRÜŞLERİ.................. 64
2.3. PARA POLİTİKASI ARAÇLARI ................................................................ 66
2.3.1. PARA POLİTİKASI ARAÇLARININ TARİHİ GELİŞİMİ ...................................... 67
2.3.2. DOĞRUDAN PARA POLİTİKASI ARAÇLARI .................................................... 69
2.3.2.1. Faiz Oranı Kontrolleri ....................................................................... 70
2.3.2.2. Kredi Tavanları.................................................................................. 71
2.3.2.3. Disponibilite Uygulaması ................................................................... 71
2.3.2.4. Farklılaştırılmış Reeskont Kotaları .................................................... 72
2.3.2.5. Hisse Senedi ve Tahvillerin Alımına Yönelik Kredilerin Kontrolü ....... 72
2.3.2.6. Finansal Aracıların Portföylerinin Yeniden Düzenlenmesi ................. 72
2.3.2.7. Tüketici ve Gayrimenkul Kredilerinin Kontrolü .................................. 72
2.3.2.8. Özel Mevduatlar................................................................................. 73
2.3.2.9. Moral Takviyesi ve İkna Yöntemi ........................................................ 73
2.3.2.10. Reklam ve Resmi Olmayan Öğütler .................................................. 74
2.3.3. DOLAYLI PARA POLİTİKASI ARAÇLARI ....................................................... 74
2.3.3.1. Açık Piyasa İşlemleri.......................................................................... 76
2.3.3.2. Reeskont İşlemleri .............................................................................. 81
2.3.3.3. Zorunlu Karşılık Oranları .................................................................. 84
2.3.4. Para Politikaları Stratejileri ................................................................. 89
2.4. DOLAYLI PARA POLİTİKASI ARAÇLARININ MERKEZ BANKASI
ANALİTİK BİLANÇOSUNA ETKİLERİ ........................................................ 101
2.4.1. REPO İŞLEMLERİ ...................................................................................... 101
2.4.2. TERS REPO İŞLEMLERİ ............................................................................. 103
2.4.3. DOĞRUDAN (KESİN) ALIM İŞLEMLERİ....................................................... 105
2.4.4. DOĞRUDAN (KESİN) SATIM İŞLEMLERİ ..................................................... 106
2.4.5. BANKALARARASI PARA PİYASASINDA TL DEPO ALIM İŞLEMLERİ ............. 106
2.4.6. BANKALARARASI PARA PİYASASINDA TL DEPO VERME İŞLEMLERİ .......... 108
vii
2.4.7. REESKONT İŞLEMLERİ .............................................................................. 110
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLAR
3.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU KAVRAMI VE TANIMI.............................. 112
3.2. ÖDEMELER BİLANÇOSU ÖZELLİKLERİ............................................ 114
3.3. ÖDEMELER BİLANÇOSUNUN MUHASEBE SİSTEMİ AÇISINDAN
KAYIT İLKELERİ ............................................................................................ 116
3.3.1. ÇİFT KAYIT ESASI .................................................................................... 116
3.3.2. KAYITLARIN DEĞERLENMESİ ................................................................... 117
3.3.3. KAYIT ZAMANININ BELİRLENMESİ ........................................................... 118
3.3.4. HESAP BİRİMİ .......................................................................................... 118
3.3.5. TOPLAMA VE NETLEŞTİRME ..................................................................... 119
3.4. ÖDEMELER BİLANÇOSUNUN ANA HESAP SINIFLARI ................... 119
3.4.1. CARİ İŞLEMLER HESABI ........................................................................... 119
3.4.2. SERMAYE VE FİNANS HESABI ................................................................... 123
3.4.3. RESMİ REZERVLER HESABI ...................................................................... 128
3.4.4. İSTATİSTİKSEL FARKLAR HESABI.............................................................. 129
3.4.5. ÖDEMELER BİLANÇOSU DENGE TANIMLAMALARI..................................... 130
3.4.5.1. Temel Denge .................................................................................... 131
3.4.5.2. Net Likidite Dengesi ......................................................................... 131
3.4.5.3. Resmi Rezervler Dengesi .................................................................. 132
3.5. ÖDEMELER BİLANÇOSUNA YÖNELİK ORTAYA KONULAN TEMEL
YAKLAŞIMLAR ............................................................................................... 132
3.5.1. KLASİK YAKLAŞIM .................................................................................. 132
3.5.2. KEYNESYEN YAKLAŞIM ........................................................................... 133
3.5.3. MUNDELL-FLEMİNG MODELİ ................................................................... 135
3.5.3.1. Sabit Kur Rejimi............................................................................... 137
3.5.3.2. Esnek Kur Rejimi ............................................................................. 137
3.5.4. ESNEKLİKLER YAKLAŞIMI ........................................................................ 137
viii
3.5.5. MASSETME YAKLAŞIMI ............................................................................ 139
3.5.6. PARASALCI YAKLAŞIM ............................................................................. 140
3.6. ÖDEMELER BİLANÇOSUNDA DENGE VE DENGESİZLİK............... 142
3.6.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU DENGESİZLİK TÜRLERİ ........................................ 142
3.6.1.1. Geçici Dengesizlik............................................................................ 142
3.6.1.2. Temel Dengesizlik ............................................................................ 143
3.7. ÖDEMELER BİLANÇOSUNDA DENGESİZLİK NEDENLERİ ............ 144
3.7.1. YAPISAL NEDENLER................................................................................. 144
3.7.2. İKTİSADİ DALGALANMALAR ..................................................................... 145
3.7.3. GEÇİCİ FAKTÖRLER.................................................................................. 145
3.7.4. DÖVİZ SPEKÜLASYONU VE EKONOMİDE MEYDANA GELEN KRİZLER ......... 146
3.7.5. KALKINMA HIZI ....................................................................................... 147
3.7.6. EKONOMİK PRODÜKTİVİTENİN DEĞİŞMESİ ................................................ 147
3.8. ÖDEMELER BİLANÇOSU DENKLEŞME MEKANİZMALARI .......... 147
3.8.1. OTOMATİK DENKLEŞME MEKANİZMALARI ............................................... 148
3.8.1.1. Otomatik Fiyat Denkleşme Mekanizmaları ....................................... 148
3.8.1.2. Otomatik Gelir Denkleşme Mekanizması .......................................... 152
3.8.1.3. Denkleşmede Parasalcı Yaklaşım ..................................................... 153
3.8.2. DENKLEŞTİRME POLİTİKALARI ................................................................. 155
3.8.2.1. Harcama Değiştirici Politikalar ....................................................... 155
3.8.2.2. Harcama Kaydırıcı Politikalar ......................................................... 156
3.8.2.3. Devalüasyon .................................................................................... 157
3.8.2.4. Döviz Gelirlerini Arttırmaya Yönelik Politikalar .............................. 162
3.9. PARA POLİTİKALARI VE ÖDEMELER BİLANÇOSU ÜZERİNE
ETKİLERİ .......................................................................................................... 162
3.9.1. ESNEK KUR REJİMLERİ VE PARA POLİTİKASI ............................................ 163
3.9.2. SABİT KUR REJİMİ VE PARA POLİTİKASI ................................................... 164
3.10. BORÇ KAVRAMI VE UNSURLARI....................................................... 166
3.11. DIŞ BORÇ KAVRAMI VE UNSURLARI ............................................... 167
ix
3.12. DIŞ YARDIM NEDİR? ............................................................................. 168
3.13. DIŞ BORÇ - DIŞ YARDIM AYRIMI ....................................................... 169
3.14. GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİ DIŞ
BORÇLANMAYA YÖNELTEN NEDENLER ................................................. 170
3.14.1. İÇ TASARRUFLARIN YETERSİZLİĞİ .......................................................... 172
3.14.2. ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLANMA .............................................. 172
3.14.2.1. Cari İşlemler Dengesi .................................................................... 173
3.14.2.2. Sermaye İşlemleri Dengesi ............................................................. 174
3.14.2.3. Resmi Rezervler Hesabı.................................................................. 175
3.14.2.4. İstatistiki Farklar Hesabı ............................................................... 175
3.14.3. BÜTÇE AÇIKLARI ................................................................................... 175
3.14.4. SAVUNMA HARCAMALARI FİNANSMANI ................................................. 176
3.14.5. EKONOMİK İSTİKRARIN SAĞLANMASI VE KORUNMASI ............................ 176
3.14.6. BÜYÜK YATIRIMLARIN VE REFORMLARIN FİNANSMANI .......................... 176
3.14.7. SANAYİLEŞME İÇİN GEREKLİ GİRDİLERİN VE TEKNİK BİLGİNİN FİNANSMANI
......................................................................................................................... 177
3.14.8. VADESİ GELMİŞ BORÇLARA FİNANSMAN SAĞLANMASI ........................... 177
3.14.9. KAYNAK DAĞILIMI VE KULLANIMINDA ETKİNLİK SAĞLAYICI ETKİLER
YARATILMASI ................................................................................................... 177
3.14.10. TASARRUFLARIN BELİRLİ YATIRIMLARA KANALİZE EDİLMESİNİN
AMAÇLANMASI ................................................................................................. 178
3.14.11. OLAĞANÜSTÜ HARCAMALARI KARŞILAMAK......................................... 178
3.15. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN DIŞ BORÇ VERME NEDENLERİ .............. 178
3.15.1. SİYASİ VE ASKERİ NEDENLER ................................................................. 179
3.15.2. EKONOMİK NEDENLER ........................................................................... 179
3.15.3. TARİHİ VE KÜLTÜREL NEDENLER ........................................................... 180
3.15.4. İNSANCIL VE AHLAKİ NEDENLER ............................................................ 181
3.16. DIŞ BORÇLARIN SINIFLANDIRILMASI............................................. 182
3.16.1. VADELERİNE GÖRE DIŞ BORÇLAR .......................................................... 182
3.16.1.1. Kısa Vadeli Dış Borçlar ................................................................. 182
x
3.16.1.2. Orta ve Uzun Vadeli Dış Borçlar.................................................... 182
3.16.2. ALACAKLISINA GÖRE DIŞ BORÇLAR ....................................................... 183
3.16.2.1. Devletlerarası Dış Borçlar ............................................................. 183
3.16.2.2. Uluslararası Kuruluşlardan Borçlanma ......................................... 184
3.16.2.3. Özel Kaynaklardan Alınan Borçlar ................................................ 185
3.16.3. KULLANIM ŞEKLİNE GÖRE DIŞ BORÇLAR ............................................... 187
3.16.3.1. Kalkınma Kredileri......................................................................... 187
3.16.3.2. Teknik Krediler .............................................................................. 194
3.16.3.3. Askeri Krediler ............................................................................... 194
3.16.3.4. Bağışlar ......................................................................................... 194
3.16.4. GERİ ÖDEME ŞEKİLLERİNE GÖRE DIŞ BORÇLAR ..................................... 195
3.16.4.1. Dövizle Ödenecek Dış Borçlar ....................................................... 195
3.16.4.2. Milli Para ile Ödenecek Dış Borçlar .............................................. 195
3.16.5. BORÇLULARA GÖRE DIŞ BORÇLAR ......................................................... 196
3.16.5.1. Kamu ve Özel Kesim Dış Borçları .................................................. 196
3.17. DIŞ BORÇLARIN İŞLEYİŞİ.................................................................... 197
3.18. DIŞ BORÇ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ ..................................................... 199
3.18.1. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK YAKLAŞIMLARI ..................................................... 201
3.18.1.1. Bugünkü Değer Yaklaşımı .............................................................. 201
3.18.1.2. Muhasebe Yaklaşımı ....................................................................... 202
3.18.1.3. Vergi Boşluğu Yaklaşımı ................................................................ 202
3.18.2. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK GÖSTERGELERİ ...................................................... 202
3.18.2.1. Ekonominin Massetme Kapasitesi .................................................. 202
3.18.2.2. Ödemeler Bilançosu Dengesi.......................................................... 203
3.18.2.3. Dış Borcun Vadesi.......................................................................... 203
3.18.2.4. Dış Borcun Kapasitesi .................................................................... 204
3.19. DIŞ BORÇLARIN SINIRI ........................................................................ 204
3.20. DIŞ BORÇLARLA İLGİLİ RASYOLAR ................................................ 205
3.20.1. TOPLAM DIŞ BORÇ / GSMH RASYOSU................................................... 206
3.20.2. TOPLAM DIŞ BORÇ / İHRACAT RASYOSU ................................................ 206
xi
3.20.3. DIŞ BORÇ SERVİSİ / GSMH .................................................................... 206
3.20.4. DIŞ BORÇ SERVİSİ / İHRACAT RASYOSU .................................................. 207
3.20.5. FAİZ / İHRACAT RASYOSU ...................................................................... 208
3.20.6. FAİZ/ GSMH RASYOSU .......................................................................... 208
3.20.7. ULUSLARARASI REZERVLER / DIŞ BORÇ STOK RASYOSU......................... 208
3.20.8. TOPLAM DIŞ BORÇ SERVİSİ / TOPLAM DÖVİZ GELİRLERİ RASYOSU ......... 208
3.20.9. DIŞ KAYNAK İHTİYACI RASYOSU ........................................................... 209
3.20.10. DIŞ BORÇ BİRİKİMİ RASYOSU............................................................... 209
3.20.11. İMTİYAZLI DIŞ BORÇLAR RASYOSU ...................................................... 210
3.20.12. İHRACAT/ İTHALAT............................................................................... 210
3.20.13. NET KAYNAK TRANSFER ORANI ........................................................... 210
3.20.14. KISA VADELİ DIŞ BORÇ / TOPLAM DIŞ BORÇ RASYOSU......................... 210
3.21. ÇOK BORÇLULUK KAVRAMI VE UNSURLARI ............................... 210
3.22. DIŞ BORÇLARLA İLGİLİ TEORİK GÖRÜŞLER ................................ 211
3.22.1. KLASİK YAKLAŞIM ................................................................................ 211
3.22.2. NEOKLASİK YAKLAŞIM .......................................................................... 213
3.22.3. KEYNESYEN YAKLAŞIM ......................................................................... 214
3.22.4. POST-KEYNESYEN YAKLAŞIM ................................................................ 215
3.22.5. PARASALCI YAKLAŞIM ........................................................................... 216
3.22.6. RİCARDOCU DENKLİK TEOREMİ ............................................................. 216
3.22.7. RADİKAL YAKLAŞIM .............................................................................. 218
3.23. ULUSLARARASI FİNANSAL KURULUŞLAR ..................................... 218
3.23.1. ULUSLAR ARASI PARA FONU (IMF) ....................................................... 218
3.23.2. DÜNYA BANKASI ................................................................................... 219
3.23.3. AVRUPA YATIRIM BANKASI ................................................................... 220
3.23.4. ASYA KALKINMA BANKASI .................................................................... 221
3.23.5. AVRUPA İMAR VE KALKINMA BANKASI .................................................. 221
3.23.6. İSLAM KALKINMA BANKASI ................................................................... 222
3.24. DIŞ BORÇLARIN ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN YAKLAŞIM VE ÇÖZÜM
ARAYIŞLARI .................................................................................................... 222
xii
3.24.1. QUİTO BİLDİRİSİ .................................................................................... 222
3.24.2. BAKER PLANI ........................................................................................ 223
3.24.3. BRADY PLANI ........................................................................................ 223
3.24.4. MONTEVİDEO BİLDİRİSİ ......................................................................... 224
3.24.5. PARİS KULÜBÜ VE RESMİ BORÇ ERTELEMELERİ ..................................... 225
3.24.6. LONDRA KULÜBÜ VE TİCARİ BORÇ ERTELEMELERİ................................. 226
3.25. DIŞ BORÇ YÖNETİMİ ............................................................................ 226
3.25.1. DIŞ BORÇ YÖNETİMİNİN AMAÇLARI ....................................................... 228
3.25.2. DIŞ BORÇ YÖNETİM TEKNİKLERİ ............................................................ 228
3.25.2.1. Geleneksel Dış Borç Yönetim Teknikleri ......................................... 229
3.25.2.2. Modern Dış Borç Yönetim Teknikleri.............................................. 229
3.26. HAZİNENİN DIŞ BORÇLANMASININ VE DIŞ BORÇ
ÖDEMELERİNİN MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSUNA
ETKİLERİ .......................................................................................................... 233
3.26.1. REZERV AMAÇLI IMF KREDİSİ ............................................................... 233
3.26.2. BÜTÇE FİNANSMANI AMAÇLI IMF KREDİSİ ............................................ 235
3.26.3. HAZİNENİN DIŞ BORÇ ÖDEMELERİ ......................................................... 237
3.27. DIŞ BORÇLARIN GERİ ÖDENMESİNİ ZORLAŞTIRAN FAKTÖRLER
............................................................................................................................. 238
3.27.1. İÇ FAKTÖRLER ....................................................................................... 238
3.27.2. ÜLKEDEN SERMAYE KAÇIŞI ................................................................... 238
3.27.3. BÜTÇE AÇIKLARI VE ENFLASYON ........................................................... 238
3.27.4. DIŞ TİCARET HADLERİNDE KÖTÜLEŞME ................................................. 239
3.27.5. DIŞ FAKTÖRLER ..................................................................................... 239
3.27.6. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN İZLEDİKLERİ KORUMACILIK POLİTİKALARI ........... 239
3.27.7. PSİKOLOJİK FAKTÖRLER ......................................................................... 239
3.28. DIŞ BORÇLARIN EKONOMİK ETKİLERİ .......................................... 240
3.28.1. EKONOMİK DENGE ÜZERİNE ETKİLERİ ................................................... 240
3.28.2. FİYATLAR ÜZERİNE ETKİLERİ ................................................................. 240
xiii
3.28.3. GELİR DAĞILIMI ÜZERİNE ETKİLERİ ....................................................... 241
3.28.4. EKONOMİK BÜYÜME VE KALKINMA ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ .................... 241
3.28.5. BORÇ YÜKÜNÜN GELECEK NESİLLERE ETKİSİ ........................................ 242
3.28.6. DIŞ BORÇLARIN ÖDEMELER DENGESİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ .................. 243
3.29. HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI'NIN DIŞ BORÇLARI
MUHASEBELEŞTİRMESİ ............................................................................... 244
3.29.1. GENEL MUHASEBE İLE DEVLET MUHASEBESİ’NİN FARKLARI .................. 244
3.29.2. DIŞ MALİ BORÇLARIN MUHASEBELEŞTİRİLMESİ ..................................... 252
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI 2007-2012 YILLARI ARASI
PARA POLİTİKASI UYGULAMALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ
BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN ANALİZİ
4.1. ÇALIŞMANIN AMACI VE KAPSAMI ..................................................... 265
4.2. VERİ SETİ VE YÖNTEM .......................................................................... 266
4.3. ANALİZ SONUÇLARI .............................................................................. 268
4.4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME .............................................................. 282
EK 1: GENEL YÖNETİM ÇERÇEVE HESAP PLANI .................................. 307
KAYNAKÇA ...................................................................................................... 314
ÖZGEÇMİŞ............................................................................................................330
xiv
KISALTMALAR
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
APİ
: Açık Piyasa İşlemleri
BPM
: Balance of Payments Manuel - Ödemeler Dengesi El Kitabı
BPP
: Bankalararası Para Piyasası
DİBS
: Devlet İç Borçlanma Senetleri
DPT
: Devlet Planlama Teşkilatı
EBRD
: The European Bank For Reconstruction and Development - Avrupa
İmar ve Kalkınma Bankası
FED
: Federal Reserve System - Birleşik Devletler Merkez Bankaları
Sistemi
GSMH
: Gayri Safi Milli Hasıla
IDB
: İslamic Development Bank - İslam Kalkınma Bankası
IMF
: International Monetary Fund - Uluslararası Para Fonu
ISLM
: Investment Saving Liquidity Preference Money Supply - Yatırım
Tasarruf Likidite Tercihi Para Arzı
ISO
: International Organization for Standardization
ITO
: International Trade Organization - Uluslararası Ticaret
Organizasyonu
MB
: Merkez Bankası
MBP
: Merkez Bankası Parası
MYMY
: Merkezi Yönetim Muhasebe Yönetmeliği
OECD
: Organization for Economic Corporation and Development Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü
OVP
: Orta Vadeli Plan
ÖB
: Ödemeler Bilançosu
SDR
: Special Drawing Rights - Özel Çekme Hakları
TCMB
: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
TL
: Türk Lirası
YTL
: Yeni Türk Lirası
xv
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: Parasal Sistem Bilançoları ........................................................................ 25
Tablo 2: TCMB Bilançosu...................................................................................... 28
Tablo 3: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Analitik Bilançosu ......................... 30
Tablo 4: TCMB Analitik Bilanço Kalemlerinin Temel Bilanço Karşılıkları ............ 33
Tablo 5: IS-LM Modeli Dengesizlik Durumları ve Dengeye Ulaşma Koşulları....... 47
Tablo 6: Ekonomi Politikası Araçları...................................................................... 67
Tablo 7: Ödemeler Bilançosu Şematik Yapısı ....................................................... 123
Tablo 8: Hesap İşleyiş Kuralları Özeti .................................................................. 245
Tablo 9: Genel Muhasebe- Devlet Muhasebesi Hesap Farklılıkları ....................... 249
Tablo 10: Devlet Muhasebesi Gelir ve Gider Hesapları ........................................ 251
Tablo 11: Devlet Muhasebesi Dış Borç Hesapları ................................................. 257
Tablo 12: Ödemeler Dengesi Model Analiz Sonuçları .......................................... 268
Tablo 13: Model 1 ANOVA ................................................................................. 269
Tablo 14: Model 2 ANOVA ................................................................................. 269
Tablo 15: Model 3 ANOVA ................................................................................. 270
Tablo 16:Model 4 ANOVA .................................................................................. 271
Tablo 17: Model 5 ANOVA ................................................................................. 271
Tablo 18: Model 6 ANOVA ................................................................................. 272
Tablo 19: Model 7 ANOVA ................................................................................. 272
Tablo 20: Model 7 Katsayılar ............................................................................... 273
Tablo 21: Brüt Dış Borç Stoku Analiz Sonuçları .................................................. 275
Tablo 22: Model 8 ANOVA ................................................................................. 276
Tablo 23: Model 9 ANOVA ................................................................................. 276
Tablo 24: Model 10 ANOVA ............................................................................... 277
Tablo 25: Model 11 ANOVA ............................................................................... 278
Tablo 26: Model 12 ANOVA ............................................................................... 278
Tablo 27: Model 13 ANOVA ............................................................................... 279
Tablo 28: Model 14 ANOVA ............................................................................... 280
Tablo 29: Model 14 Analizi Katsayılar ................................................................ 281
xvi
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1: Parasal Büyüklük Tanımları....................................................................... 13
Şekil 2: Para Arzı Süreci ........................................................................................ 23
Şekil 3: Mal Piyasası ve Para Piyasası Etkileşimi ................................................... 35
Şekil 4: Reel Faiz Teorisinde Denge Faiz Oranı...................................................... 36
Şekil 5: Fon Arzında Artış ve Azalış....................................................................... 37
Şekil 6: Fon Talebinde Artış ve Azalış.................................................................... 38
Şekil 7: Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi Piyasa Faiz Oranı.................................... 39
Şekil 8: Likidite Tercihi Teorisi Piyasa Faiz Oranı ................................................. 41
Şekil 9: Likidite Tercihi Teorisi Piyasa Faiz Oranı Değişimi .................................. 42
Şekil 10: IS-LM Dengesi ........................................................................................ 46
Şekil 11: IS-LM Modelinde Dengesizlik Durumları ve Dengenin Sağlanması ........ 47
Şekil 12: Ödemeler Dengesine Keynesyen Yaklaşım ............................................ 134
Şekil 13: Keynesyen Yaklaşım Denge Oluşumu ................................................... 135
Şekil 14: Mundell Fleming Modeli IS, LM, ÖB Eğrileri ....................................... 136
Şekil 15: J Eğrisi Etkisi ........................................................................................ 139
Şekil 16: Altın-Para Akımı Mekanizması ............................................................. 149
Şekil 17: Otomatik Faiz Değişmeleri ile Dış Denge Sağlanma Mekanizması ........ 151
Şekil 18: Otomatik Gelir Değişmeleri ile Dış Denge Mekanizması ....................... 152
Şekil 19: Dış Borçların Genel İşleyişi ................................................................... 198
xvii
GİRİŞ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında milli ekonomilerde dış ticaret paylarının
artması, küreselleşme eğilimleri ve yeni üretim teknolojilerinin hızlı gelişimi
sonucunda büyüme çabası içine giren bütün ekonomiler, dış ticaret dengeleri ve
büyümeyi
destekleyici
amaçlarla
yapılan
borçlanmalar
açısından
sorunlar
yaşamışlardır. 1960 ve 1970li yıllarda yaşanan petrol fiyatlarındaki artış ve milli
ekonomilerin parasal anlamda kontrolsüz genişlemeleri sonucunda enflasyon sorunu
ortaya çıkmış, aynı dönemlerde Birleşik Devletler’ de Milton Friedman önderliğinde
serbest piyasa ekonomisinin işleyişine dayalı ve ekonomi politikası içinde para
arzına önemli bir yer veren parasalcı yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu kurama göre
ekonomideki hemen hemen bütün dalgalanmalar ve istikrarsızlıklar para arzındaki
atış ve azalışlar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Parasalcı akımın değişen ve gelişen
yeni dünya ekonomik düzeninde kabul görmeye başlaması, para ve varlık
bulundurma tercihlerindeki değişimler,
finansal piyasaların dünya çapında
genişlemesi ve derinleşmesi, para ve sermaye piyasalarında serbestleşme ve artan
yatırım hareketliliği,
merkez bankacılığı anlayışında
ve uygulamalarındaki
gelişmeler sonucunda ekonomi politikalarının para arzı ile eşzamanlı olarak
uygulanması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Para arzını kontrol etmeye yönelik yaklaşımlar para politikalarının ilk ortaya
çıkış ve uygulanış aşamalarında, doğrudan kontrol araçları şeklindedir. Finansal
sitem içerisinde Merkez Bankası ve diğer finansal kurumlar, ekonominin büyük
oyuncuları rolünü üstlenmiş ve bu kurumların para arzını etkileyen karar ve
eylemleri sonucunda para arzı kontrol edilmeye çalışılmıştır. Para arzı kontrolüne
yönelik uygulamaların temelinde, finansal kurumların bilanço yapıları ve Merkez
Bankası bilançosu yapısı yer almaktadır. Finansal sistemin para yaratma sürecine
dayanan ve temelde merkez bankaları ve finansal kurumların bilançolarının
yönetilmesi suretiyle kontrol altında tutularak, istenilen yönde değiştirilebilen para
arzı süreçleri fiyatlar genel düzeyinde, ödemeler dengesinde, faiz oranlarında ve
ekonomik büyümede istikrarın sağlanması ve tam istihdama ulaşılması amaçlarına
yönelik olarak yoğun biçimde kullanılmıştır. Günümüzde milli ekonomilerin
1
çoğunda parasal otorite rolünü üstlenen merkez bankaları, tarihi süreç içinde ilk
olarak doğrudan para politikası araçlarını kullanmış, finansal kurumların varlık
yapıları ve yükümlülükleri üzerinde etkili olan mali tablolara ilişkin yapısal
kararlarıyla ekonomik parametreleri direkt olarak etkilemeyi tercih etmişlerdir.
Ancak, para ve sermaye piyasalarında ve dünya ticaretinde milli ekonomilerin
entegrasyon ve konjonktürel bağlılıklarının artması sonucu, merkez bankalarının para
arzına
müdahaleleri,
dolaylı
para
politikası
araçlarıyla
gerçekleştirilmeye
başlanmıştır.
Modern ekonomilerin başlıca sorunlarından bir diğeri ise ödemeler dengesi
açıklarıdır. Bu nedenle Merkez Bankası bilançoları içinde rezervler ve genel olarak
uluslarası rezerv akımları önemli bir kaynak niteliğindedir. Ayrıca milli
ekonomilerin bütçe açıklarından kaynaklanan dış borçlanma gerekleri de ekonomik
amaçlara ulaşmak için tasarlanan maliye politikalarının bir sonucudur. Bu bağlamda
ödemeler dengesi ve dış borçlanma gerekleri, para otoritesi olan Merkez Bankası’nın
para politikası uygulamalarından etkilenmektedir. Bu etkilerin yönü ve büyüklüğü
Merkez Bankası’nın kullandığı para politikası araçlarına ve ulaşılmak istenen
hedeflere göre muhtelif nispetlerde gerçekleşebilmektedir.
2
BİRİNCİ BÖLÜM
PARA, PARASAL BÜYÜKLÜKLER, PARA TALEBİ, PARA ARZI, PARA
ARZI VE TALEBİ İLİŞKİSİ
Geçmişten günümüze başlıca mübadele aracı olarak kullanılan para, içinde
birçok olguyu da barındıran evrensel nitelikli bir varlıktır. Paranın evrensel nitelik
taşıması bu olguları daha da önemli hale getirmektedir. Başlı başına tek bir ülke için
bile yüksek önem taşıyan bu olgular, günümüz global dünya yapısında ülkeler arası
etkileşimin üst seviyede olması ile önemini azami seviyeye çıkarmıştır. Para,
ekonomide mübadele aracı olması özelliği ile temel taş görevi gördüğünden,
ekonomik yapının şekillenmesinde paranın talebi, arzı ve arz - talep ilişkisi yüksek
önem taşır. Bu ilişkilerin incelenmesi, analiz edilmesi, bu ilişkileri etkileyen ve yine
bu ilişkiler sonucunda etkilenen unsurların tespiti, ülkenin ekonomik yapısı ve
ekonomik sürdürülebilirliği için gerekli olmaktadır. Ülkeler bazında yapılan bu
analizler ve analizler sonucu alınan ekonomik kararlar da uluslararası ekonomik
düzeni etkileyerek para ve unsurlarının evrensel niteliğini gözler önüne sermektedir.
Açıklamalar doğrultusunda para ve parasal unsurlar, bölüm içerisinde ayrıntılı olarak
incelenecektir.
1.1. PARANIN ÖNEMİ VE TARİHİ GELİŞİMİ
Para, mal ve hizmet değişiminde genel olarak kabul edilen herhangi bir şey
olarak görülebilir. Paranın değişim işlemindeki başarısı, borç ödemelerindeki genel
kabul görmesinden kaynaklanmaktadır. Paranın bu şekildeki tanımı, ekonomik, yasal
ya da fiziksel olmaktan çok psikolojik ve davranışsal açıdan yapılmaktadır. Aslında
halkın para olduğuna inandığı her şey para olarak kabul edilebilir. Diğer yandan
birçok faktör neyin para olduğu neyin para olmadığı konusunda halkın görüşünü
etkiler. Ancak psikolojik düşünce, halkın para işlevini gören araca güvenmesinde en
önemli yeri tutar. Halkın paraya olan güvenini de paranın yerine getirdiği işlevler
belirlemektedir (Parasız, 2005: 9).
Para, tarihi süreç içinde ateş ya da tekerlek gibi çok eski dönemlerden beri
kullanılagelmiştir. Sayılamayacak kadar çok madde para yerine kullanılmıştır.
3
Pasifik adalarında muhtelif deniz kabukları (cowrie shells), Kuzey Amerika’da deniz
kabuklarından yapılmış “wampum” denilen tespihler, Fiji’de balina dişleri ve ilk
Amerikan kolonileri tarafından tütün ve benzeri birçok ürün ve madde para olarak
kullanılmıştır. Eski Yunan’da para yerine büyük baş hayvan kullanılmaktaydı.
Aslında İngilizcede para ve parasal işlemlere karşılık gelen “pecuniary” kelimesi
Latincede büyük baş hayvan anlamına gelen “pecunia” kelimesinden türemiştir
(Parkin vd., 2000: 657).
Paranın, yaşadığı evrim süreci içerisinde çeşitlerinde ve fonksiyonlarında
sürekli değişimler yasayan sosyal bir kavram olarak ele alınması gerekmektedir. Para
üzerinde fikir birliğine varılmış bir tanıma sahip değildir. Bu nedenle paranın
tanımına fonksiyonlarından hareketle ulaşılmaya çalışılmaktadır. Gerçekte paranın
belirli sınırlar çizilerek tanımlanması mümkün değildir. Buna neden ise paranın statik
değil, dinamik yapıya sahip bir kavram olmasıdır. Bu durum paranın toplumdan
topluma ve aynı toplum içinde zamana bağlı olarak değişen bir yapı göstermesine yol
açmaktadır. Bugün para olarak kabul edilen bir şey teknolojik gelişmeler nedeniyle
gelecekte para kapsamında yer almama gibi bir durumla karşı karşıyadır. Bu
nedenden ötürü paranın sınırları belirlenmiş değişmez bir tanıma sahip olması söz
konusu değildir. Genel kabul gören para tanımlarına uyan ve günümüzde yürürlükte
olan resmi para birimi sayısı 160’dan fazladır (ISO 42171). Uluslararası alanda
geçerliliği olan başat döviz birimleri Amerikan Doları ve Avro’dur.
1.1.1. Para Nedir
Paranın tanımı üzerine yapılan tartışmalar çok uzun zamandır bir netliğe
kavuşturulamamıştır ve bu tanımlamalar zaman içinde değişiklikler göstermiştir.
1
ISO 4217, para birimi kodu olarak da bilinen, para birimlerine verilen 3 haneli kısaltmaları
düzenleyen ISO standardıdır. ISO 4217 kod listesi bankacılıkta ve iş dünyasında yaygın olarak
kullanılır. Bir kodun ilk iki harfi ISO 3166-1 alpha-2 ülke kodudur. Örneğin Japonya'nın ülke kodu
"jp", para birimi "yen"dir. Para birimi kodu da JPY olarak atanmıştır. Eğer bir para biriminin değeri
değiştirilirse, kodun son harfi de değişir böylece iki farklı değer birbirine karışmaz. Genelde kodun
sonuna "yeni" anlamında bir harf eklenir. Örneğin Türk lirasının kodu eskiden "TRL" iken Türk
Lirasından 6 sıfır atılmasından sonra "TRY" olmuştur. 2009 yılı itibarı ile tekrar "TL" olmuştur. ISO
4217 standardı sadece para birimleri için değil, değerli madenler için de kullanılır.
Örneğin altın, gümüş, platin gibi değerli metallerin de kodları vardır.
4
Bilgisayar ve haberleşme teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmeler bu tanımın
yapılabilmesini de zorlaştırmaktadır. Önceleri sadece altın ve gümüş gibi değerli
metaller (commodity money) para olarak yaygın biçimde kullanılırken sonraki
dönemlerde bu paraların yerini kâğıt paralar almış (banknotes) ve son olarak
mevduat hesaplarının kullanımı artmıştır. Günümüzde bir varlığın bir başka varlığa
çevrilmesi konusundaki hız, kolaylık ve işlem maliyetlerinin düşük oluşu gibi
nedenler para ve diğer servet türleri arasındaki geleneksel ayrımı zorlaştırmıştır.
Paraya ilişkin uygun tanım paranın süreklilik arz eden özelliklerini ihtiva etmeli ve
süreklilik arz etmeyen, keyfi ve belirli ülkelere has özellikleri tanım dışında
tutmalıdır (Burada ve Wyplosz, 1997: 190).
Para, bir ölçü olarak hiçbir şekilde sabit ya da değişken tanımı yapılamayan
bir kavramdır. Alışkanlıklar ve ekonomik olarak kullanımlar değiştikçe ve geliştikçe
paranın tanımı daha çok sorun olmaya devam edecektir. Paranın tanımıyla ilgili
ekonomistler arasında görüş birliği yoktur. Önceleri gümüş ve altın, para olarak
kullanılıyorken, daha sonraları banknot ve çeke bağlı vadesiz mevduatlar para
tanımına dâhil edilmiştir. Günümüzde ise vadeli mevduatlar ve tasarruf hesapları da
para sayılmaktadırlar (Parasız, 1992: 13).
Literatürde yer alan en yaygın tanıma göre para, mal ve hizmet alımı ile
borçların geri ödenmesinde genel kabul gören bir araçtır (Orhan ve Erdoğan,2002:5).
Para, “günlük yaşamda insanların genellikle kabul ettikleri mübadele aracı” olarak
tanımlanır. Ayrıca para, fonksiyonlarından hareket ederek de tanımlanabilir. Bu
tanıma göre para; mübadele, değer saklama ve hesap birimi fonksiyonlarını yerine
getiren, soyut ya da somut bir belgedir (Paya, 2002: 15).
Para, kişilere satın alma olanağı sağlayan, her türlü borç ve yükümlülüğünden
kurtulmasını ve değer saklama olanağını veren bir unsurdur. Para ne doğrudan bir
tüketim malı gibi ihtiyacı karşılar, ne de mal ve hizmetlerin üretiminde bizzat
kullanılabilme olanağı sağlar. Para, aracı bir maldır ve sahip olduğu önem, satın
alabileceği mal ve hizmet büyüklüğüne bağlıdır. Paranın mübadele ve hesap birimi
fonksiyonları mutlaka bir arada yürümelidir. Ancak istisnai durumlarda paranın bir
değişim aracı olarak kullanımının ortadan kaldırıldığı hallerde de, halk tarafından
hesap birimi olarak kullanıldığı görülmüştür. Buradan hareketle para, soyut ve somut
5
para olarak ikiye ayrılabilir. Soyut para, hesap birimi olarak, somut para ise
mübadele aracı olarak kullanılır. Soyut paranın mutlaka gerçek para olması gerekli
değildir. Ancak, günümüzde bu iki tip para tek bir birimde birleştirilmiştir (Öçal ve
Çolak, 1999: 11).
Paranın tarihi göz önünde bulundurulduğunda, parayı çeşitli parasal nesne
ayrımlarına tabi tutmak söz konusudur. Buna göre parayı mal para, mevduat parası,
kredi parası, özel para ve sanal para olarak çeşitlendirmek mümkündür (Stalder,
2001: 69).
1.1.1.1. Paranın Özellikleri
Ekonomik birimler ve ekonomi açısından oldukça önemli olan paranın sahip
olması gereken bazı temel özellikler vardır ve bu özellikler beş başlık altında
toplanabilir (Orhan ve Erdoğan, 2007: 6):

Taşınabilirlik: Para hem taşınması kolay hem de farklı ödeme
mahallerine transferi mümkün olan bir ödeme aracıdır. Paranın bu özelliği, kullanım
kolaylığı sağlamaktadır.

Dayanıklılık: Para olarak kullanılan ödeme araçları, fiziksel olarak
dayanıklı olmak zorundadırlar. Çünkü dayanıksız maddelerden yapılmış ödeme
araçları, çok sayıda alış veriş işleminde kullanılamaz.

Bölünebilirlik: Para olarak kullanılan ödeme araçları, her türlü satın alma
işlemini yürütecek şekilde bölünebilme özelliğine sahip olmalıdır.

Standardizasyon: Ödemelerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için, ödeme
araçlarının standardize edilmesi gerekir. Bu anlamda para olarak kullanılan ödeme
araçlarının fiziksel olarak ayırt edilebilir kalitede olması önemli bir zorunluluktur.

Taklit Edilememe: Para olarak kullanılan ödeme araçlarının herkes
tarafından tanınabilir nitelikte olması gerekir. Aksi halde, sahte ödeme araçlarının
yaygın bir şekilde ortaya çıkarılması olasıdır.

Değerini Koruma: Paranın kendisinden beklenen fonksiyonlarını ve
özellikle de değer biriktirme fonksiyonunu yerine getirebilmesi için birim değerini
muhafaza etmesi gerekir. Geçmişte altın ve gümüş paralar değerini uzun süre
6
korumuşlar ancak merkantilist düşünceyle birlikte altın ve gümüş paraların
yaygınlaşması paranın değerinin düşmesine neden olmuştur. Günümüzde ize para
arzı hükümet politikalarına bağlı olarak mal ve hizmet artış oranının üzerinde bir
oranla artırılınca enflasyona neden olarak değer kaybedebilmektedir (Eroğlu, 2004:
7).
1.1.1.2. Paranın Geleneksel Fonksiyonları
Modern toplumların en önemli özelliklerinden birisi toplumsal işleyiş içinde
paranın önemli bir yerinin olmasıdır. Bu açıdan para, ekonominin gelişmesi için
önemli araçlardan birisidir. İş bölümünün gelişmesinde, ticaret ve sanayinin
ilerlemesinde önemli bir rolü olan paranın ekonomiye katkısı bazı fonksiyonlar
aracılığıyla gerçekleşmektedir (Eroğlu, 2004: 3).
1.1.1.2.1. Paranın Hesap Birimi Olma Fonksiyonu
Paranın bu işlevine değer ölçüsü olma ve muhasebe birim olma gibi farklı
isimler de verilmektedir. Hesap birimi, mal ve hizmetlerin değerini belirlemede mal
varlığını ve kredileri hesaplamada yararlı olmakta, mal ve hizmetlerin fiyatını
ölçmektedir. Paranın olmaması durumunda yeknesak bir hesap birimi de
olmayacaktır. Para biriminin mübadelelerde hesap birimi olarak kullanımı para
transferinden ayırt edilmelidir. Ekonomide paranın sadece bir hesap birimi olarak
işlev yapması çok nadir bir olaydır. Para, hesap birimi olması kadar bir değişim
aracıdır. Bir değişim aracı olarak görev yapmakla birlikte fiziksel varlığı olmayan bir
hesap birimi olarak da düşünülebilir.
Mübadelelerde bir hesap biriminin
kullanılmasının Sosyal Faydası oldukça fazladır. Çok sayıda maldan oluşan
örgütlenmiş bir takas sisteminde takas fiyatları koşullarında düzenleme ve planlama
yapılması çok zordur. “n” çeşit mal ve hizmetin alınıp satıldığı bir toplumda takas
sayısını mal ve hizmet sayısına bağlayan formül aşağıdaki gibidir (Parasız, 2005:
10):
T
nx(n  1)
2
Hesap birimi olarak paranın kullanılması, gereksiz birçok hesaplamadan
kurtulunmasına yardımcı olmaktadır. Bir hesap birimi olarak paranın değeri daha çok
7
ulusal sınırlar içinde düşünülmelidir. Dış ülkelerle yapılan bütün mübadeleler özel
bir hesap işlemini gerektirir. Bu durumda özellikle ulusal paranın değişim oranını
yabancı paralar cinsinden saptamak söz konusudur.
1.1.1.2.2. Paranın Değişim Aracı Olma Fonksiyonu
Paranın en önemli özelliği değişim aracı olmasıdır. Sahip olunan mal,
öncelikle belli bir değer üzerinden paraya çevrilmekte, daha sonra bu para
kullanılarak, yine belli bir değer üzerinden, ihtiyaç duyulan mal temin edilmektedir.
Paranın mübadele aracı olarak işlev görmesi trampa sisteminin olumsuzluklarını da
bertaraf etmiştir. Çünkü trampa sisteminde değişim işlemi sadece uygunluk kriteri
sağlandığında olanaklı olmaktadır. Trampa sisteminde, bir mal sahibi, malını başka
bir malla değiştirmek istediğinde bu malın üreticisinden onay alması gerekmektedir.
Sayısız mal ve hizmetin var olduğu toplumlar için trampa sistemi ciddi sorunlara yol
açabilmektedir. Modern toplumlar açısından oldukça külfetli ve ciddi zaman israfına
neden olan trampa sisteminin aksaklıkları, paranın değişim işleminde aracı olarak
kullanılması ile giderilmeye çalışılmıştır. Mal ve hizmet değişimi için harcanan
zaman, işlem maliyeti kavramı ile ifade edilmektedir. Trampa sisteminde, işlem
maliyeti oldukça yüksektir. Paranın değişim aracı olarak kullanılması takasa dayalı
değişim sürecinin yarattığı tüm sorunları ortadan kaldırmıştır (Parasız, 1993:131 ve
Demirhan, 2007:5).
Para kullanılmayan ve “n” sayıda mal ve hizmet üretilen bir ekonomide
nx(n  1) sayıda ticaret noktası gereklidir. Ancak, paranın mübadele aracı olarak
2
devreye girmesiyle “n” sayıda mal ve hizmet üretilen bir ekonomide, gerekli ticaret
noktası sayısı sadece (n-1) tanedir (Visser, 1974:2-3 ve Paya, 2002: 16). Paranın
devreye girmesiyle sadece ticari organizasyon basitleşmemekte aynı zamanda arz ve
talebin fiziki büyüklük olarak uyuşması zarureti de ortadan kalkmaktadır.
1.1.1.2.3. Paranın Değer Saklama Fonksiyonu
Malını parayla değiştirenlerin parayı hemen harcamayarak ellerinde tutmaya
başlamalarıyla beraber paranın değer saklama fonksiyonu ortaya çıkmıştır. Paranın
harcanmayarak bu şekilde elde tutulması, bir satın alma gücü depolaması demektir
ve her an kullanıma hazır olacağı için tercih edilmektedir. Ancak paranın bu
8
fonksiyonunu yerine getirebilmesi için değerinin istikrarlı olması gerekmektedir.
Eğer paranın değeri düşerse insanlar ellerinde para bulundurmak istemezler ve
paradan kaçış başlar. Bu durumda insanlar borçlanmayı tercih ederler ve paranın
ödünç alma aracı olması gibi bir fonksiyonu ortaya çıkar (Dinler, 2002: 383). Paranın
değer saklama fonksiyonu; tahvil, hisse senedi gibi diğer finansal aktiflerle birlikte
gerçekleştirdiği bir fonksiyondur. Finansal aktiflerin yer almadığı bir ekonomide
üretici ve tüketiciler tasarruflarını fiziki varlık olarak tutmak zorundadırlar.
Bireylerin tasarrufları yatırım niteliği taşır ve bu durumda tasarruflar yatırımlara eşit
olur. Böyle bir ekonomik yapıda bireyler sınırlı yatırım imkânlarına sahip olurlar ve
bu da tasarruf eğilimini azaltır. Bu noktada para, diğer finansal aktiflerle birlikte
değer saklama aracı olarak bir ekonomide tasarruf artışına yol açarak ekonomide ki
yatırımları artırır. (Paya, 2002: 17).
1.1.1.2.4. Vadeli Ödemede Paranın Standart Oluşturma Fonksiyonu
Paranın değeri satın alma gücüne yani, ekonomik birimlerin arzu ettikleri mal
ve hizmetleri satın alabilme gücüne bağlıdır. Paranın satın alma gücündeki kayıp
enflasyon olarak adlandırılmaktadır. Bu durumda belirli bir miktar parayla satın
alınabilecek mal ve hizmet miktarında azalma olmaktadır. Bu durumun tam tersi ise
deflasyon olarak adlandırılmaktadır ve fiyatların düşme eğilimine karşılık
gelmektedir. Paranın değer saklama fonksiyonunu belirleyen faktörlerden birisi de
fiyatlar genel düzeyidir. Fiyatlar genel düzeyinin sürekli arttığı enflasyon ve
hiperenflasyon koşullarında paraya duyulan ilgi azalır. Çünkü paranın gerçek
değerinde yani satın alma gücünde önemli bir azalma gözlenir (Orhan ve Erdoğan,
2002:8). Bu da enflasyonist dönemlerde paranın değer saklama fonksiyonunun
aşındığını gösterir. Ekonomik birimlerin parayı bir mübadele aracı olarak kullanmak
istemeleri paranın genel kabul görmesine bağlı olmakla birlikte paranın vadeli
işlemlerde ve ödemelerde kullanılması paranın bir değer olarak satın alma gücünü
korumasına bağlıdır. Bu sorun ise fiyat endeksi adı verilen ve belirli bir hesaplama
tekniği kullanılarak bazı mal ve hizmetlerin fiyatlarında oluşan yükseliş ve
düşüşlerin
baz
yıllara
göre
belirlendiği
göstergeler
yardımıyla
ortadan
kaldırılabilmektedir. Bu şekilde para ertelenmiş veya vadeye bağlanmış ödemelerin
yapılmasına ilişkin fonksiyonunu da yerine getirebilmektedir. (Hubbard, 2000: 19)
9
1.1.1.3. Paranın Modern Fonksiyonları
Paranın geleneksel işlevlerinin yanı sıra modern ekonomilerde yerine
getirdiği bazı ek fonksiyonları da bulunmaktadır. Bunlar paranın ekonomik
faaliyetlere ilişkin fonksiyonu, geliri yeniden dağıtma fonksiyonu ve nüfuz aracı
olma fonksiyonu olarak üç ana başlık altında incelenebilir (Parasız, 2005: 11-12).
1.1.1.3.1. Ekonomik Faaliyetleri Teşvik Edici veya Engelleyici Olarak
Para
Paranın ekonomide işlemleri kolaylaştırıcı, üretimi teşvik edici ve yatırımları
finanse edici önemli bir işlevi vardır. Para arzında bir artışın ve bunun sonucu olarak
faiz oranlarında önemli bir düşüşün ortaya çıktığını varsayalım. Bunun sonucu olarak
ekonomide fiyat artışları meydana gelebilir. Ancak bu durum kesin bir olgu da
olmayabilir. Şöyle ki, ekonomik birimler fiyatlar karşısında para ankeslerine ilavede
bulunmazlarsa paranın satın alma gücündeki azalmaya bağlı olarak talep edilen
toplam mal ve hizmet miktarında azalma olacaktır. Şiddetli ve sürekli ekonomik
gerileme dönemleri dışında ekonomik birimlerin para ankeslerini takviye etme
eğilimine
gidecekleri
varsayımının
gerçekleşme
olasılığı
oldukça
düşük
görülmektedir (Parasız, 2005: 11). Bu olasılığın tam aksine, ekonomik birimler
ihtiyaç duydukları her an düşük faizle ödünç para bulabileceklerinden emin
olduklarından ya da ileride fiyatlarda ortaya çıkacak yükselmelerden korktuklarından
ellerindeki atıl para ankeslerini azaltacaklardır. Bunun sonucu olarak mal talebindeki
bir artış aynı anda hem tüketim hem de yatırım harcamalarını artıracaktır.
1.1.1.3.2. Geliri Yeniden Dağıtma Aracı Olarak Para
Para, gelir yaratıcı etki de yaratabilmektedir. Banka kredileri, bu kredilerden
faydalanan ekonomik birimlerin iş hacimlerini ve dolayısıyla kârlarını artırmalarına
olanak sağlamaktadır. Bunun tersi durumda ise kredilerden faydalanamayan veya
faydalandırılmayan ekonomik birimlerin gelişmesi engellenmiş ya da yavaşlatılmış

Ankes: Bankaların günlük işlemlerine ilişkin ödemeleri yapabilmek için kasalarında bulundurdukları
ve ihtiyaçlarına göre miktarını belirledikleri toplam paradır. Bu miktarlar para otoritesinin banka
kasalarında bulundurmalarını istediği zorunlu karşılıklardan bağımsız olarak bankaların kendi
ihtiyaçlarına göre belirledikleri miktarlardır.
10
olacaktır. Bu şekilde, kredi politikası bir yandan direkt olarak kredi hacmine
müdahale ederken diğer yandan dolaylı olarak ekonomik birimlerin kâr hacmine
müdahale etmektedir. Sonuç olarak her iki şekilde de ulusal gelir üzerinde etkili
olmaktadır. Ayrıca enflasyon dönemlerinde kredi politikalarının geliri yeniden
düzenleyici etkisi de söz konusudur (Parasız, 2005: 12; Halloran ve Lanser, 1981:
31-32). Küçük tasarruf sahipleri ve dar gelirliler satın alma güçlerinin azaldığını
kolayca ve belirgin biçimde hissederler. Böyle zamanlarda bu ekonomik birimler
daha fazla yabancı kaynak kullanma ve borçlarını erteleme eğilimi içinde
olabileceklerdir. Çünkü aldıkları borçları ilerleyen zamanlarda değeri düşmüş olan
para ile ödemek isteyeceklerdir. Böylece bu kişiler ya da ekonomik birimler lehine
satın alma gücü yeniden dağıtılmış olacaktır (Parasız, 2005: 12). Aslında para
politikalarının tarihi süreç içinde ortaya çıkışının temelinde faiz oranları ve kredi
kullanımı yatmaktadır.
1.1.1.3.3. Nüfuz Aracı Olarak Para
Günümüz ekonomistleri paraya sahip olan birimlerin bazı arzularını diğer
ekonomik birimlere benimsetmek için paradan aldıkları gücü kullanabileceklerini
kabul etmektedir. Bankaların kredi kullandırma politikaları bu konuda örnek
gösterilebilir. Bankalar veya diğer para otoriteleri çeşitli faaliyetlere kredi
verilmesini kabul ya da reddederek ekonomiye yön verebilirler. Daha spesifik
örnekler verilecek olursa parasal büyüklüklere ve paranın kanalize edilmek istendiği
yöne bağlı olarak bazı sektörler veya ekonomik birimlerin gelişimi hızlandırılırken
bazılarının gelişimi engellenebilir. Bu bağlamda para bir nüfuz aracı olarak da
kullanılmaktadır (Parasız, 2005: 12).
1.1.2.Parasal Büyüklükler
Herhangi bir şeyin para olarak kabul edilmesi ve tanımlanmasının başlıca
ölçütü genel olarak insanlar tarafından ödeme aracı olarak kabul edilmesine bağlıdır
ve bu da paranın tanımlanmasında insan davranışlarının temel oluşturduğunu
göstermektedir. Bir varlık türünün para yapan temel unsur bu varlığın ödeme aracı
olarak diğer insanlar tarafından kabul görmesidir. Yüzyıllar boyunca altın veya
banknot gibi ya da genel kabul gören çok çeşitli varlıklar para olarak kullanılmış ve
11
genel olarak ödeme fonksiyonunu yerine getirmiştir. Bu nedenle paranın
tanımlanmasındaki bu davranışsal yaklaşım tam olarak neyin para olduğu ya da
neyin parasal büyüklüklere dâhil edileceği sorununu ortaya çıkarmıştır. Parasal
büyüklüklerin ortaya konulabilmesi için hangi varlıkların para ölçümlemelerine dâhil
edileceğinin belirlenmesi gerekmektedir (Mishkin, 2004: 51). Bu bağlamda zaman
içinde paranın ölçümlenmesi ve parasal büyüklüklerin ekonomideki büyüklüklerinin
ortaya konulabilmesi açısından para tanımlamaları yapılmıştır. Finansal sistemin
gelişmiş olduğu ülke ekonomilerinde genel kabul gören ve yaygın olarak kullanılan
dar ve geniş anlamlı para tanımlamaları bulunmaktadır. Bu sınıflandırmalar şu
şekildedir (Dornbusch vd., 1998:349): Nakit, M1, M2, M3 ve L. Bu tanımlama
dışında farklı ülkelerin farklı para tanımlamaları veya parasal büyüklülüklerin
ölçümlenmesinde kullandıkları çeşitli sınıflandırmalar bulunmaktadır.
1.1.2.1. Dar Anlamda Para
Yaklaşık yüz yıl önce kullanımda olan değerli metallerden yapılmış paraların
tedavülde olduğu zamanlarda banknotlar ve değerli olmayan metallerden yapılan
paralar şüpheyle karşılanmıştır ancak günümüzde bu tür paralar en çok kabul gören
para türleridir. Hane halkı, devlet ve firmalar gibi ekonomik birimlerin ellerinde
bulundurdukları nakde ek olarak bu ekonomik birimlerin tasarrufundaki mevduat
hesaplarının toplamından oluşan parasal büyüklük ekonomi literatüründe M1 olarak
adlandırılmaktadır ve dar anlamda para tanımını karşılamaktadır. M1 para tanımının
genel özelliği bu miktar içinde değerlendirilen nakdin ve mevduat hesaplarının genel
ödeme aracı olarak kabul görmesidir.
1.1.2.2. Geniş Anlamda Para
Para ve parasal büyüklüklerden sorumlu olan otoriteler ekonomik düzen
içinde para ve likiditesi yüksek diğer varlık türlerini içeren parasal tanımlamalar
yapmaktadırlar. Teori ve uygulamada genel olarak kabul gören ve kullanılan parasal
büyüklükler ve bunların içerikleri şekil 1’de gösterilmiştir (Hubbard, 2000: 25-28).
12
Şekil 1: Parasal Büyüklük Tanımları
M1
M2
Dolaşımdaki
para +
 Seyahat
Çekleri
 Vadesiz
Mevduat
Hesapları
 Diğer Çek
Yazılabilir
Hesaplar
M3
M1+
 Belirli Miktara
Kadar Vadeli
Mevduatlar
 Tasarruf
Mevduatları
 Para Piyasası
Mevduat
Hesapları
 Kurumsal
Olmayan Para
Piyasası Fon
Hisseleri
 Gecelik Repo
 Gecelik
Eurodolar
M2 +
 Belirli Miktarın
Üzerindeki
Vadeli Hesaplar
 Kurumsal Para
Piyasası Fon
Miktarları
 Vadeli Repolar
 Vadeli
Eurodolar
L
M3 + Bankalar
Dışı Kesim:
 Kısa Vadeli
Hazine Bonoları
 Ticari Tahviller
 Tasarruf Bonoları
 Banka Kabulleri
Kaynak: Hubbard, 2000: 26.
Bankalardaki mevduat hesapların iki temel özelliği vardır. Birincisi bu
hesaplara ilişkin çek yazılması suretiyle ödemeler yapılabilmesidir. İkincisi de bu
hesaplara genellikle faiz ödemesi yapılmamasıdır. Bu nedenle bankalar faiz ödemesi
yapan daha avantajlı vadeli hesaplar açabilmektedir ancak bunlar çekle ödemeye
konu edilmemektedir. Yine de bu vadeli mevduat türleri belirli bir prosedürden sonra
hesap
sahiplerinin
iradesine
bağlı
olarak
vadesiz
mevduatlara
dönüştürülebilmektedir. Vadeli mevduat hesaplarından vadesiz mevduat hesaplarına
geçiş sürecindeki kolaylık vadeli mevduat hesaplarının da parasal büyüklükler içinde
değerlendirilmesi tartışmasını ortaya çıkarmış ve bunun sonucunda M2 para tanımı
ortaya çıkmıştır. M2 para tanımı aşağıdaki gibi ifade edilmektedir:
M2= M1 + Vadeli Mevduat
1.1.2.3. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Tanımlamaları
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, mali sistemdeki gelişmeleri ve Avrupa
Merkez Bankası istatistik tanımları ve standartlarına uyum çalışmaları çerçevesinde
2005 yılı Aralık ayından itibaren para arzı sunumunda değişikliklere gitmiş
bulunmaktadır. Eskiden parasal sektör olarak yalnızca Merkez Bankası ve mevduat
bankaları kapsanırken yeni sunumda katılım bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları
ve B tipi likit yatırım fonları da işin içine katılmak suretiyle parasal sektör tanımı
genişletilmiştir. Buna ek olarak verilerin sınıflandırılmasında da değişiklikler
13
yapılmış ve eskiden M2Y başlığı altında yer verilen yabancı para cinsinden tutulan
mevduatlar vadelerine göre M1 ve M2 para arzları içinde gösterilmeye başlanmıştır.
Yeni sunumda M2Y diye ayrı bir para arzı tanımı yer almamaktadır. En geniş tanımlı
para arzı kavramı olan M3 de bu yeni sunumda yeniden tanımlanmıştır. Eskiden bu
kategoride yer verilen resmi mevduatlar ve TCMB’ deki diğer mevduat kalemlerinde
bulunan merkezi yönetim mevduatları para arzı tanımından çıkarılmış ve diğer resmi
mevduatlar da vadelerine göre M1 veya M2 içine yerleştirilmiştir. M3, bankaların
repo işlemleri ile sağladıkları fonlar ile B tipi likit yatırım fonu tutarlarını kapsayacak
hale getirilmiştir. (Eğilmez, 2007).
Merkez Bankası'nın yaptığı yeni tanımlara göre para arzı kavramlarını
sıralamadan önce eski tanımların neler olduğunu hatırlatmakta yarar var. Eski
tanımlar şöyleydi (YP yabancı parayı gösteriyor):
M1 = Dolaşımdaki para + Dolaşıma çıkan para + Banka kasaları + YTL
Vadesiz mevduat
M2 = M1 + YTL Vadeli mevduat
M2Y = M2 + Vadesiz ve vadeli YP mevduat
M2R = M2 + Repo
M2YR = M2Y + Repo
Son düzenlemelere göre bu tanımlar şu şekildedir:
M1 = Dolaşımdaki para + Dolaşıma çıkan para + Banka kasaları + YTL
Vadesiz mevduat + YP Vadesiz Mevduat
M2 = M1 + YTL Vadeli mevduat + YP Vadeli mevduat
M3 = M2 + Repo + B Tipi likit fon
Bu benzerliklere karşın geçmişle tam bir karşılaştırma yapma olanağı yok.
Örneğin M3, eski M2YR'ye benziyor görünse de çalışmanın girişinde vurguladığım
gibi eski tanımlara giren bazı büyüklükler kapsam dışına çıkarılıp eski tanımlarda
olmayan bazı yeni büyüklükler kapsama alındığı için böyle bir karşılaştırma olanağı
14
bulunmuyor. Yine de Merkez Bankası'nın yeni serinin yanında eski seriyi de
yayımlamayı sürdürmesi doğru bir tavır olmuştur.
1.2. PARA TALEBİ
Para talebine ilişkin ilk teori Irving Fisher tarafından ortaya atılmıştır ve bu
teoriye göre bir bireyin elinde bulundurmak isteyeceği para miktarı bireyin gelirine
bağlıdır. Daha sonraki ekonomistler faiz oranları ve finansal yenilikler gibi
belirleyici unsurları da para talebi modellerine dâhil etmişlerdir (Hubbard, 2000:
610)
Para talebi ekonomik birimlerin ihtiyaçları için bulundurmak istedikleri reel
miktarı (real balances) temsil etmektedir. Burada “ihtiyaç” ifadesi ile paranın
ekonomik birimlerin ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetler üzerindeki alım gücü
kastedilmektedir. Önemli olan para miktarı (nominal balance) değil paranın satın
alma gücüdür (real balance). Bu bağlamda paranın gerçek değeri aşağıdaki gibi ifade
dilebilir.
Reel Para Stoku = M/P
Bu ifadede M nominal para stokunu, P ise tüketici fiyatları endeksini temsil
etmektedir. Bu denklemde nominal para stoku tüketici fiyatları endeksiyle
(Consumer Price Index - CPI) aynı oranda yükseldiği sürece reel para stokunda bir
değişim olmayacaktır. Diğer bütün değişkenler sabitken, para arzı ve genel fiyatlar
ikiye katlanmış olsa bile reel ekonomi üzerinde hiçbir değişiklik olmayacaktır. Bu
özelliğe paranın nötral olması (neutrality of money) denilmektedir (Burada ve
Wyplosz, 1997: 198).
Ekonomik birimlerin ellerinde bulundurmak istedikleri herhangi bir tür
varlığın miktarı, üzerinde etkili olan başlıca unsurlar varlığın beklenen getirisi, riski
ve likiditesidir.
1.2.1. Beklenen Getiri
Ekonomik
birimlerin
varlık
portföylerini
oluştururken
göz
önünde
bulundurdukları en önemli faktörlerden birisi beklenen getiri kavramıdır. Bir
yatırımın veya herhangi bir varlığı elde bulundurmanın beklenen getirisi bu kararın
15
farklı muhtemel sonuçlarının bir sonucudur. Getirilerin ölçümlenmesinde ileride
sağlanacak olan nakit akımları dikkate alınmaktadır. Bu prensip elde bulundurulan
varlığın nakit ya da başka bir varlık türü olmasına bağlı olmaksızın geçerlidir. Bu
bağlamda beklenen getiriler (nakit akımları) genellikle muhtemel sonuçların
ağırlıklandırıldığı bir hesaplamayla elde edilebilir. Bu ilişki finansal açıdan aşağıdaki
gibi formüle edilebilir (Keown vd., 2001: 174-175):
X  X 1 P( X 1 )  X 2 P( X 2 )  .......  X n P( X n )
veya
n
X   X i P( X i )
i 1
1.2.2. Risk
Bir varlığa yatırım yapmaya veya belirli bir varlığı elde tutarak bu varlık
üzerinden getiri elde etmeye yönelik beklentiler her zaman lehte sonuçlanmayabilir.
Genel anlamda risk beklenen sonuçların gerçekleşmeme ihtimalini teşkil etmektedir.
Varlıklardan beklenen risk ile nakit bulundurma veya değişik formlarda para
bulundurarak getiri elde etme beklentileri arasında aslında hiçbir fark yoktur
(Krugman ve Obstfeld, 2000: 341). Örneğin sabit oranlı bir devlet iç borçlanma
senedi satın alan bir yatırımcı bu senedi almak için kullandığı miktardaki parasını
borçlanma senedi şeklindeki bir başka varlığa dönüştürmüş demektir. Burada
borçlanma senedi sahibinin beklentisi kendisine vaat edilen oranda nakit akımını
gelecekte elde etmek ve bugün vazgeçtiği yani ertelediği tüketim olanaklarını
gelecekte ziyadesiyle kullanabilmek yönündedir. Riskli tarafı ise, herhangi bir
nedenle beklenen getiriden mahrum olması, yani beklentilerinin gerçekleşmemesi
ihtimalidir (Keown vd., 2001: 175-176).
1.2.3. Likidite
Bir varlığın en kısa sürede, en az maliyetle ve en az kayıpla bir başka varlığa
dönüştürülebilme gücüne varlığın likiditesi denilmektedir. Bütün varlıkların
likiditeleri farklı olmakla birlikte likiditesi en yüksek varlık türü nakit paradır. Çünkü
nakit para nominal değeri üzerinden mübadeleye konu edilmektedir ve hemen hemen
16
bütün mal ve hizmetlerin alım satımında kabul görmektedir. Ekonomik birimler
varlık portföylerini oluştururken tercihlerine göre varlık portföyleri içindeki nakit
miktarını belirlemektedirler (Hubbard, 2000: 619; Krugman ve Obstfeld, 2000: 341).
1.2.4. Toplam Para Talebi
Bir varlığın beklenen getirisi, riski ve likiditesi ekonomik birimlerin her
birinin para talebi tercihleri üzerinde etkili olurken ekonomik birimlerin ayrı ayrı
para taleplerinin toplamından oluşan toplam para talebi miktarını belirleyen unsurlar
da bulunmaktadır. toplam para talebi miktarını etkileyen başlıca unsurlar şunlardır
(Parkin vd, 2000: 700):
1.
Genel fiyat düzeyi
2.
Faiz oranları
3.
Reel milli gelir
4.
Finansal yenilikler
1.2.4.1. Genel Fiyat Düzeyi
Para miktarının paranın cari değeri ile ölçümüne nominal para denilmektedir.
Faiz oranları, reel milli gelir ve para miktarı üzerinde etkili olan diğer bütün
değişkenlerin sabit kalması koşuluyla talep edilen nominal para miktarı genel fiyat
düzeyindeki hareketlerle doğru orantılıdır (Krugman ve Obstfeld, 2000: 367). Para
miktarının sabit bir değer (bu ölçümlemelerde genellikle belirli bir yıldaki paranın
alım gücü baz alınarak hesaplamalar yapılmaktadır) üzerinden ölçümüyle reel para
miktarına ulaşılabilir. Örneğin bir öğrencinin haftalık 150 lira olan toplam para
gereksinimi genel fiyat düzeyinin %10 yükselmesi durumunda 165 liraya
yükselecektir. Aslında genel fiyat düzeyi reel para talebi üzerinde etkili değildir.
Çünkü reel para talebini etkileyen temel değişken ekonomik birimlerin tercihleri ve
davranış biçimleridir. Genel fiyat düzeyi nominal para miktarı üzerinde etkili
olmaktadır (Parkin vd., 2000: 700).
1.2.4.2. Faiz Oranları
Paranın miktar teorisi gibi para talebine ilişkin ilk teoriler işlem amaçlı para
talebi ölçümlerine faiz oranlarını dâhil etmemişlerdir. Daha sonraki çalışmalarda
17
Princeton Üniversitesinden William Baumol ve Yale Üniversitesi’nden James Tobin
reel para ihtiyacının belirlenmesi konusunda geliştirdikleri modellere faiz oranlarının
etkisini de dâhil etmişlerdir. Baumol ve Tobin’e göre mübadele (yani işlem)
amacıyla elde bulundurulmak istenen reel para miktarı faiz oranlarıyla doğrudan
alakalıdır. Piyasa faiz oranlarındaki bir yükseliş, ekonomik birimlerin işlem amacıyla
ellerinde bulundurdukları reel para miktarlarının fırsat maliyetini yükseltecektir.
Sonuç olarak ekonomik birimler serbest olarak bulundurmak isteyecekleri para
miktarını azaltacaklar ve nihayetinde paranın dolaşım hızı artacaktır. Para
piyasasındaki faizlerdeki düşüş ise elde para bulundurmanın maliyetini azaltacağı
için ekonomik birimler ellerinde daha fazla para bulunduracak ve buna bağlı olarak
paranın dolaşım hızı azalacaktır (Hubbard, 2000: 616). Baumol ve Tobin, bu
önermelerini Yale Üniversitesi’nden Irving Fischer'in paranın dolaşım hızı (velocity
of Money - V) teoremine dayandırmışlardır. Fischer’in dolaşım hızı teoremi bir birim
paranın bir yıllık süre içinde bir ekonomide mal ve hizmetlerin alımında kaç kez
kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bu teorem aşağıdaki gibi formüle edilmiştir
(Hubbard, 2000: 612):
V=PY/M
Bu ifadede V paranın dolaşım hızını, P genel fiyat düzeyini , PxY mal ve
hizmetler için harcanan toplam parayı, M ise para miktarını temsil etmektedir.
Örneğin bir ekonomideki nominal GSYİH 900 milyar lira, toplam para stoku ise 300
milyar lira ise her bir birim para yıllık ortalama 3 kez işlem amacıyla kullanılmış
demektir.
1.2.4.3. Reel Milli Gelir
Para bulundurmanın altındaki temel motivasyon ekonomik birimlerin parayı
işlem amaçlı olarak kullanmalarıdır. Paranın bir mübadele aracı olması aslında para
bulundurma isteğinin altındaki yegâne sebeptir. Bu nedenle ekonomik aktivitelerin
hacmi ekonomik birimlerin bulundurmak isteyecekleri para miktarının temel
belirleyicilerinden biridir ve reel milli gelir ile reel para stoku arasında pozitif ilişki
bulunmaktadır. Reel milli gelir ile para talebi arasındaki ilişki genellikle milli
gelirdeki %1’lik artışa bağlı olarak para talebindeki artış ile tespit edilmektedir ve
18
buna para talebinin gelire göre esnekliği denilmektedir. Bu bağıntı aşağıdaki, gibi
formüle edilebilir (Burada ve Wyplosz, 1997: 198):
Δ(M/P)/(M/P) / ΔY/Y
Eğer elastikiyet 1’e eşitse para talebi ile milli gelir orantılıdır. Ancak ölçek
ekonomilerinin varlığı nedeniyle elastikiyet 1’in altında olmaktadır.
1.2.4.4. Finansal Yenilikler
Bilgisayarlar, hesaplama teknik ve cihazlarındaki gelişim ve bunların parasal
hesapların kayıtlarının tutulmasına ilişkin çabaları ve maliyetleri azaltıcı etkileri,
ekonomik birimlerin para bulundurma tercihleri üzerinde oldukça etkili olmuştur.
Bankamatikler, bankamatik kartları, kredi kartları, vadeli ve vadesiz mevduat
hesapları arasında geçiş yapabilme prosedürlerindeki kolaylıklar, paranın işlevlerini
yerine getiren finansal varlıkların sayısının artması gibi nedenlerle zamana ve
ekonomik koşullara bağlı olarak ekonomik birimlerin para bulundurma tercihleri ve
dolayısıyla toplam para talebi sürekli değişmektedir (Parkin vd., 2000: 701).
Paranın evrim sürecinde teknolojik gelişmeler sonucu elektronik olarak
ödemelerin gerçekleştirilmeye başlanmasıyla beraber, kâğıt para sisteminin
sonrasında yeni bir sistem olarak elektronik para sisteminin gelecekte varolabileceği
düşünülmektedir. Kâğıt paranın yerini alma potansiyeli bulunan elektronik paranın
tanımının, işlevinin ve kapsamının bu nedenle bilinmesi gerekmektedir (Koç, 2006:
18-19).
Yaşanan teknolojik gelişmeler ve paranın evrim sürecinde meydana gelen
değişimler, bu değişim ve gelişimlerin para politikasını etkileyip etkilemeyeceği
konusunu gündeme getirmektedir. Para politikasında bir etki söz konusu olacaksa,
bunun ne denli güçlü bir etki olacağı ve etkileme derecesi de yine bir tartışma
konusudur. Para politikası ile ilgili düzenlemelerde Merkez Bankası, ödemeler
sisteminin yürütücüsü ve para arzının monopol gücünü elinde bulunduran bir kurum
olarak rol almaktadır (Friedman, 1999: 25).
Bilgi teknolojisinde
yaşanan gelişmeler
sonucu ABD’de
ve diğer
ekonomilerde finansal sistem güçlü bir değişimin etkisinde kalmıştır. Bu değişimler
hem finansal ortamı hem de finansal sistem araçlarını etkilemiştir. Bu etkileşimler
19
sonucu merkez bankalarının görevi karmaşık bir yapı arz etmiştir. Merkez
bankalarının etkinliği finansal piyasaları etkilemede sorunlara neden olur hale
gelebilir. Merkez bankalarının makroekonomik bir araç olarak kısa dönem faiz
oranları üzerindeki etkisinin devam etmesi ya da bu etkiyi kontrol etmesi finansal
sistemdeki rolünün önemini ortaya çıkarır (Woodford, 2002: 85-87).
Elektronik Para Sistemlerinin Para Politikalarına Etkisi: Para, statik bir
olgu değildir. Ekonomide yaşanan finansal ve kurumsal değişikliklere bağlı olarak
para ve para çıkaran kurumlar da niteliksel olarak değişim yaşamaktadırlar.
Zamandan ve mekândan bağımsız olarak her hangi bir ekonomide evrensel
geçerliliği olan bir para politikası belirlemek ve uygulamak mümkün değildir. Çünkü
hem para hem de finansal sistem bir evrim süreci yaşamaktadır ve bu süreçte de
Merkez Bankası parasının ekonominin toplam likiditesi içindeki payı da
değişmektedir.
Para politikalarının önem kazanması ve ekonomik sistemler içinde para
miktarının kontrol edilmesi konularında, paranın evrimleşme sürecindeki en önemli
süreçlerden birisi elektronik para kavramının ortaya çıkmasıdır. Elektronik para
sadece çek gibi ödeme araçlarının yerini almakla kalmamış nakit kullanımını da
ikame etmiştir. Elektronik para ilk olarak bankamatik kartları (debit card) şeklinde
ortaya çıkmıştır. Daha sonra, teknolojik gelişmeler ve haberleşme ağlarındaki
yaygınlaşmaya bağlı olarak akıllı kartlar (smart card) ve e-para gibi çeşitli elektronik
para formları ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak elektronik para kullanımının
yaygınlaşması parasal mekanizmanın işleyişi ve kontrol edilmesi üzerinde
değişimlere yol açmıştır (Mishkin, 2004: 51).
Para ve para çıkaran kurumların evrim süreci, para politikalarıyla iç içe
yaşanan bir süreçtir. Bu nedenle paranın ve bankacılığın evrim süreci aşamaları para
politikalarına bağlı ele alınmalıdır (Aktan vd., 1998). Para politikalarının etkinliği
ise, merkez bankalarının piyasa başarısızlıklarını yönetme üzerindeki yeteneğine
bağlı olarak değerlendirilmemelidir (Woodford, 2002: 85).
20
1.3. PARA ARZI
Özellikle monetarist düşüncenin iktisat politikaları üzerinde etkili olmaya
başlamasıyla para arzı ve para miktarı ile ilgili tartışmalar artmaya ve ilgi odağı
olmaya başlamıştır. Günümüz modern ekonomilerinde artık para miktarı ile ilgili
tartışmalar artmaya başlamıştır. Ancak para miktarı ile milli gelir, fiyatlar düzeyi gibi
ekonomik büyüklükler arasında sistematik ilişkilerin mevcudiyeti tartışmasız kabul
görmektedir. Para miktarındaki değişiklikler ekonomik değişkenlerin ne yönde
hareket edeceği konusunda önemli ölçüde belirleyicidir. İktisadi büyüme, fiyat
istikrarı, ödemeler dengesi, istihdam ve benzeri iktisadi politikalar doğrudan veya
dolaylı olarak para miktarındaki değişmelerden etkilenmektedir. Bu nedenle para
miktarının ne olduğu ve tanımı öncelikli ve önemli bir konu haline gelmektedir (N.
Eroğlu, 2004: 33).
Para arzının kapsamı hakkında iktisatçılar arasında bir fikir birliği
bulunmamaktadır. Johnson (1962) ve Feige (1964) tarafından yapılan çalışmalarda
para arzı (M) kapsamıyla ilgili yaklaşımlar dört ana grupta toplanmıştır. Bunlar,
Klasik Yaklaşım, Chicago Yaklaşımı, Gurley-Shaw yaklaşımı ve sadece krediyi
içeren Geniş Görüş’tür (Keyder, 2002: 189-190).
Klasik Yaklaşımda sadece paranın değişim fonksiyonu üzerinde durularak
para kapsamına sadece genel kabul gören ödeme araçları dâhil edilmektedir. Bu
yaklaşımda para arzı tanımına, dolaşımdaki para ile vadesiz ticari mevduatlar ve
tasarruf mevduatları girmektedir. Friedman ve Meselman’ın önderliğini yaptığı
Chicago yaklaşımında para arzı tanımına Klasik yaklaşımdaki kalemlere ek olarak
ödemelerde serbestçe kullanılamayan vadeli mevduat hesapları da girmektedir.
Gurley-Shaw yaklaşımında para arzı tanımına halkın kabul edebileceği bütün
alternatif likit değerler girmektedir. Yani, Chicago yaklaşımına ek olarak burada
çeşitli menkul kıymetler de para arzı tanımı içine girmektedir. Bu yaklaşımda
alternatif likit değerler arasındaki ikame derecesi ortaya konarak bu değerlerin
ağırlıklı toplamı para stokunu vermektedir. Krediyi içeren son yaklaşımda ise para
arzı en geniş biçimde tanımlanmakta ve para ile kredi aynı anlamda kabul edilerek
mevduat bankaları ve borç veren diğer bütün kurumların verdiği kredi toplamlarını
para arzı içine dâhil etmektedir (N. Eroğlu, 2004: 33).
21
Para arzı, Merkez Bankası ve ticari bankalardan oluşan bankacılık sistemi
bünyesinde parayı kullananların ellerinde tuttukları bir alacak stoku olarak
tanımlanmaktadır (Parasız, 2005: 316). Bu tanım çerçevesinde para arzı sürecinde rol
alan tarafları ve bu tarafların her birinin üstlendiği rolü aşağıdaki gibi özetlemek
mümkündür (Mishkin 2004: 357):
Merkez Bankası: Bankacılık sistemi üzerinde amir pozisyonda olan ve para
politikalarının yürütülmesinden sorumlu olan kamu kurumudur. Türkiye’de bu görev
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından ifa edilmektedir.
Bankalar(Mevduat kabul eden kurumlar): Bireylerden veya kuruluşlardan
mevduat kabul ederek bunları kredi olarak üçüncü şahıslara kullandıran finansal
aracılar olarak tanımlanabilirler. Ticari bankalar, tasarruf veya kredi birlikleri,
karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan tasarruf bankaları ve kredi birlikleri bu gruba örnek
gösterilebilir.
Mevduat
sahipleri:
Bankalarda
mevduat
bulunduran
bireyler
veya
kuruluşlardır.
Ödünç alanlar: Bünyelerinde mevduat toplayan kuruluşlardan fon ödünç alan
veya ihraç ettikleri borçlanma senetlerini mevduat kabul eden kuruluşlara satarak
borçlanan kişi veya kuruluşlardır.
Para arzı faiz oranları, döviz kurları, enflasyon ve ekonomik sistemin
üretebileceği mal ve hizmetler toplamı üzerinde etkili olan ekonomik bir değişkendir.
Para arzındaki dalgalanmalar, yatırımların getirisini, mal ve hizmetlerin fiyatlarını ve
nihai olarak ekonomik refahı etkileyebilir. Bu nedenle merkez bankaları para arzını
kontrol etme çabası içindedirler.
Para arzı süreci içinde bu oyunculardan en önemli ve en etkili taraf Merkez
Bankasıdır. Merkez bankalarının para politikalarına ilişkin kararları kendi bilançoları
üzerinde etkili olan bir takım kararlardan oluşmaktadır. Bu anlamda merkez
bankalarının ve bankaların para yaratma süreçlerine ve para arzı üzerindeki etkilerine
değinmek faydalı olacaktır.
22
Temel olarak para arzı süreci ve bu süreç içinde merkez bankaları, bankacılık
sistemi ve bankacılık dışı tarafların etki alanları aşağıdaki şekilde resmedilebilir
(Hubbard, 2000: 437).
Şekil 2: Para Arzı Süreci
Para arzı
Süreci
=>
Para
Tabanı
Etkili Olan
Taraflar
=>
Merkez Bankası
x
Para
Çoğaltanı
Merkez Bankası,
Bankacılık Sistemi,
Banka dışı taraflar
=
Para
Arzı
Kaynak: Hubbard, 2000: 437.
1.3.1. Para Stokunun Belirlenmesi
Para arzını oluşturan en kapsamlı ve en büyük öğe bankalardaki
mevduatlardır (deposits) ve merkez bankaları bu mevduatlar üzerinde dolaylı
yollardan kontrol gücüne sahiptir. Aslında farklı ekonomik düzenler içinde bankalar
tarafından çeşitlendirilmiş çok fazla sayıda mevduat türü bulunmakla birlikte
ekonomik modellerin basitleştirilmesi adına bu mevduat türleri ekonomik
araştırmalarda ve ekonomi yazınında tek tip olarak kabul edilmektedir. Farklı
türlerde mevduatların bulunması para arzına ilişkin farklı para stoku tanımlarının
ortaya çıkmasına neden olmaktadır (M0, M1, M2, M3, L...). Para arzı, en basit düzeyde
aşağıdaki gibi ifade edilebilir:
M = CU + D
Bu denklemde M (Money) para arzını, CU (Currency) dolaşımdaki banknot
ve madeni paraları, D (Deposits) ise bankacılık sistemi bünyesindeki mevduatları
temsil etmektedir.
Yukarıdaki denkleme göre para arzını belirleyen temel unsurlar bankaların ve
bankacılık sistemi dışındaki kişi ve kuruluşların davranış biçimleridir. Bankacılık
sistemi dışında kalan kesimin para talebi denklemdeki CU öğesi üzerinde etkili
olurken yine aynı kesimin mevduat bulundurma talepleri denklemin D öğesi üzerinde
etkili olmaktadır. Burada bankaların D öğesi üzerindeki etkileri bankalar bünyesinde
bulunan mevduatların aslında bankaların müşterilerine karşı bir yükümlülük teşkil
23
etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu denklem ve ekonomik sistem içindeki ilişkilere
göre Merkez Bankası'nın bankalar açısından amir pozisyonda olması ve para arzının
belirlenmesindeki kontrol araçlarının kullanımı konusunda belirleyici otorite olması
nedeniyle en önemli etkiye sahiptir.
1.3.2. Merkez Bankası ve Parasal Tabanı
Bankaların bankası olma özelliği, bankacılık sektörü üzerindeki düzenleme
fonksiyonu ve bankalar arasındaki ödemeler ve netleştirme sistemleri üzerindeki
faaliyetlerine ek olarak Merkez Bankası' nın temel bir fonksiyonu daha
bulunmaktadır. Merkez bankaları ülkelerin ekonomik düzenlerine bağlı olarak
kamusal
bankalar
ya
da
yarı
kamusal
bankalar
olarak
faaliyetlerini
sürdürmektedirler. Bu bankalar birkaç istisnai durum haricinde özel kesim
mevduatlarını kabul etmemekte ve devletin bankası rolüyle hareket etmektedirler. En
önemlisi, merkez bankaları ödemelerin standartlaştırılması konusunda en büyük ve
yegâne görevi üstlenmektedirler. Bu vazifeyi uygun koşullarda ve yeterli miktarda
para darp etmek suretiyle yerine getirmektedirler. Ayrıca merkez bankalarının ticari
bankalara karşı yükümlülüğü niteliğinde olan banka rezervlerinin yaratılması da
Merkez Bankası işleyişine ilişkin bir konudur. Dolaşımdaki nakit ve banka rezervleri
toplamından oluşan meblağ parasal taban olarak adlandırılmaktadır. Bu meblağ
ekonomi yazınında genellikle Merkez Bankası parası ya da M0
olarak
adlandırılmaktadır. Aşağıdaki şekilde Merkez Bankası, ticari bankacılık sistemi ve
bu ikisi dışında kalan kamu ve özel kesime ait konsolide bilanço kompozisyonları
yer almaktadır. Bu bilançolardaki koyu renkli kısımlar Merkez Bankası parasını
temsil etmektedir.
24
Tablo 1: Parasal Sistem Bilançoları
Merkez Bankası
Merkez Bankası
Varlıklar
Yükümlülükler
Yabancı
Varlıklar
Ticari Bankaların
Rezervleri
Ticari Bankalara
Açılan Krediler
Kamu Kesimi ve Bankacılık Dışı Özel
Kesim Konsolide Bilançosu
Merkez Bankası
Varlıklar
Yükümlülükler
Özel Kesim
Mevduatları
Banka Dışı
Tarafların
Ellerinde
Bulundurdukları
Banknotlar
Devlete Açılan
Krediler
Devlete Ait
Mevduatlar
Kamu ve Özel
Kesim Borçları
Devlete Ait
Mevduatlar
Özkaynaklar
(Net Varlıklar)
Ticari Bankalar
Varlıklar
Yükümlülükler
Nakit Para
Mevcudu ve
Merkez
Bankasındaki
Rezervler
Açılan Krediler
ve Menkul
Kıymetler
Merkez
Bankasına
Karşı
yükümlülükler
Özel Kesime ait
Mevduatlar
Bankacılık
Kesimi Net
Varlıklarını da
Kapsayan Reel
Varlıklar
Özkaynaklar
(Net Varlıklar)
Net Varlıklar
(Net Varlıklar)
Kaynak: Burada ve Wyplosz, 1997: 220.
25
1.3.2.1. Merkez Bankası Bilançosu
Merkez bankaları, toplum refahını artırmada bir ön koşul ve uzun vadeli nihai
hedefleri olan fiyat istikrarını sağlamak amacıyla para politikası araçlarını
kullanırlar. Bu süreçte fiyat istikrarı ile doğrudan ilgili olan finansal istikrar da
merkez bankalarının gözetmeleri gereken önemli bir husustur. Merkez bankalarının
fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlamak için uyguladıkları politikalar sonucunda
döviz kuru ve faiz oranlarında meydana gelen değişmeler merkez bankalarının
bilançolarını etkilemektedir.
Merkez Bankası bilançosunun pasif kalemler toplamı parasal yetki
kurumunun diğer kesimlere yükümlülüklerini göstermektedir. Merkez Bankası,
çeşitli para politikası araçları ile topluma karşı olan bu yükümlülüklerini
değiştirebilmektedir. Pasif kalemlerdeki hareketler sonucu ekonominin likiditesi
ayarlanırken likiditenin hangi kanallardan sağlandığı Merkez Bankası bilançosunun
aktif kalemlerinde izlenebilmektedir. Merkez Bankası para politikaları, bankaların
kredi kaynağını ve maliyetini etkileyebilmektedir. Etkin bir para politikası
izlenebilmesi için Merkez Bankası' nın kendi bilanço büyüklüğünü ve bileşimini
kontrol edebilmesi zorunludur.
Merkez bankalarına özgü özelliklerden dolayı, TCMB bilançosunun
(vaziyetinin) diğer banka bilançolarından birkaç önemli farklılığı bulunmaktadır.
Bunlardan ilki ve en önemlisi, TCMB’ nin banknot basması nedeniyle, diğer tüm
isletmeler için varlık olan paranın TCMB için varlık değil yabancı kaynak (borç) ve
özkaynak (özsermaye) dışında üçüncü bir kaynak olmasıdır. Bu nedenle, TCMB
bilançosundaki varlık hesapları arasında “kasa hesabı” bulunmazken, kaynak (pasif)
hesapları arasında dolaşımda bulunan paraların gösterildiği “tedavüldeki banknotlar”
hesabı bulunmaktadır. Dolayısıyla, Türk Lirası cinsinden alacak tahsilâtı, borç
ödemesi ve peşin olarak yapılan işlemler diğer işletmelerde olduğu gibi kasa hesabını
değil, tedavüldeki banknotlar hesabını etkilemektedir. İkinci önemli fark, 1211 Sayılı
TCMB Kanunu’nun 25.04.2001 tarih ve 4651 Sayılı Kanun ile değiştirilen 61.
maddesi uyarınca, Türk Lirasının değerinin değişmesi sonucunda, altın ve döviz
cinsinden olan hesapların değerlemesi ile oluşan kur farklarının gelir veya gider
26
olarak kâr ve zarar hesabına aktarılmayıp, geçici olarak bilançoda gösterilmesidir.
Değerleme ile oluşan kur farkları, altın ve dövizler satılıncaya, altın ve döviz
cinsinden olan alacaklar tahsil edilinceye veya borçlar ödeninceye kadar bilançoda
“değerleme hesabı” isimli geçici bir hesap altında izlenmektedir. Değerleme sonucu
oluşan kur farkları TCMB’ nin lehine, yani bir gelir ise bilançonun kaynaklar
(pasifler) tarafında bulunan “Değerleme Hesabı” içinde izlenmektedir. Buna karşın,
değerleme sonucu oluşan kur farkları TCMB’ nin aleyhine, yani bir gider ise
bilançonun varlıklar tarafında bulunan “Değerleme Hesabı” içinde gösterilmektedir.
Bu kur farkları fiili olarak gerçekleştiği zaman, yani altın ve döviz satıldığı, altın ve
döviz cinsinden alacak tahsil edildiği veya borç ödendiği zaman ilgili dönemde gelir
veya gider hesapları ile ilişkilendirilerek bilançodan çıkarılmakta ve kâr zarar
hesabına aktarılmaktadır. TCMB bilançosundaki önemli farklardan bir diğeri de,
TCMB’ nin ana faaliyet konusu olan para politikası faaliyetleri kapsamında
kullandığı para politikası araçları nedeniyle ortaya çıkan alacak ve borç kalemleridir
(Esen, 2007: 46-47). Tablo 2' de TCMB örnek bilançosu yer almaktadır.
27
Tablo 2: TCMB Bilançosu
VARLIKLAR (AKTİF)
KAYNAKLAR (PASİF)
I. Altın Mevcudu
A-Uluslararası Standartta Olan
B-Uluslararası Standartta Olmayan
II. Döviz Alacakları
A-Konvertibl
a)Efektif Deposu
b)Muhabir Hesapları
c)Rezerv Dilimi Pozisyonu
B-Konvertibl Olmayan
a)Efektif Deposu
b)Muhabir Hesapları
III. Madeni Para
IV. Dâhildeki Muhabirler
V. Menkul Kıymetler
A-Devlet İç Borçlanma Senetleri
a)Kuponlu
b)Kuponsuz
B-Diğer
VI. İç Krediler
A-Bankacılık Sektörüne Kullandırılan Krediler
a)Reeskont Kredileri
b)1211 S.K.40/1-c Kapsamındaki Krediler
c)Diğer
B-TMSF' ye Kullandırılan Krediler
VII. Açık Piyasa İşlemleri
A-Vadeli İşlemlerden Alacaklar
a)Nakit
i. Döviz
ii. Menkul Değer
b)Menkul
B-Diğer
VIII. Dış Krediler
IX. İştirakler
X. Gayrimenkuller ve Demirbaşlar
A. Gayrimenkuller
Amortismanlar(-)
B. Demirbaşlar
Amortismanlar(-)
XI. Takipteki Alacaklar (net)
A. Takipteki Alacaklar
B. Takipteki Alacaklar Karşılığı (-)
XII. SDR Tahsisatı Nedeniyle Hazine Yükümlülüğü
XIII. Değerleme Hesabı
XIV. Faiz ve Gelir Reeskontları ve Tahakkukları
XV. Muvakkat Alacaklar
XVI. Diğer Aktifler
XVII. Dönem Zararı
XVIII. Geçmiş Yıllar Zararları
I. Tedavüldeki Banknotlar
II. Hazine'ye Borçlar
A-Altın
B-Rezerv Dilimi İmkânı
C-Diğer (Net)
III. Döviz Borçları
A-Konvertibl
B-Konvertibl Olmayan
IV. Mevduat
A-Kamu Sektörü
a) Hazine, Genel ve Özel Bütçeli İdareler
b) Kamu İktisadi Kuruluşları
c) İktisadi Devlet Teşekkülleri
d) Diğer (Belediyeler ve Özel İdareler)
B-Bankacılık Sektörü
a) Yurtiçindeki Bankalar
b) Yurtdışındaki Bankalar
c) Zorunlu Karşılık (1211 S.K. Md. 40)
i. Nakit
ii. Altın
d) Diğer (Valörlü İşlemler)
C-Muhtelif
a) Kredi Mektuplu Döviz Tevdiatı
b) Diğer
D-Uluslararası Kuruluşlar
E-Fonlar
a) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
b) Diğer
V. Likidite Senetleri
VI. Açık Piyasa İşlemleri
A-Vadeli İşlemlerden Borçlar
a) Nakit
i. Döviz
ii. Menkul Değer
b) Menkul
B-Diğer
VII. Dış Krediler
A-Kısa Vadeli
B-Orta ve Uzun Vadeli
VIII. İthalat Akreditif Bedelleri, Teminat ve
Depozitolar
A-Döviz Satışı Yapılmış Akreditif Bedelleri
B-Mal Bedeli ve Teminatlar
IX. Ödenecek Senet ve Havaleler
X. SDR Tahsisatı
XI. Sermaye
A-Ödenmiş Sermaye
B-Sermaye Enflasyon Düzeltme Farkı
XII. İhtiyat Akçesi
A-Adi ve Fevkalade
B-Hususi (1211 S.K. Md.59)
C-İhtiyat Akçesi Enflasyon Düzeltme Farkı
XIII. Karşılıklar
A. Emekli İkramiye ve Kıdem Tazminatı Karşılıkları
B. Vergi Karşılıkları
C. Diğer Karşılıklar
XIV. Değerleme Hesabı
XV. Faiz ve Gider Reeskontları ve Tahakkukları
XVI. Muvakkat Borçlar
XVII. Diğer Pasifler
XVIII. Dönem Kârı
XIX. Geçmiş Yıllar Kârları
Kaynak: tcmb.gov.tr
28
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası bilançosunda bazı değişiklikler gerçekleştirilmiştir
(TCMB, 2012a: 1).
Buna göre, 1 Ocak 2013’ten geçerli olmak üzere;
1)Repo yoluyla alınan ve ters repo yoluyla verilen menkul kıymetlerin
bilanço dışında, nâzım hesaplarda izlenmesine,
2)Türkiye Muhasebe Standartları ve Vergi Usul Kanunu’nun uygulama
farklılıkları nedeniyle oluşacak ertelenmiş verginin yeni oluşturulan bilanço
kalemlerinde gösterilmesine,
3)Faiz gelir ve gider reeskontlarının ilişkili oldukları varlık ya da yükümlülük
kalemlerinde izlenmesine,
4)İştiraklerin elde etme maliyetleri yerine gerçeğe uygun değerleriyle
izlenmesine başlanmıştır.
Bu değişikliklerin yanı sıra, bilanço kalemlerinde isim ve sınıflandırma
değişiklikleri de yapılmış ve bilançonun tutarlarına ilişkin bölümde 3 sütunlu
gösterime geçilmiştir.
1.3.2.2. Merkez Bankası Analitik Bilançosu ve Merkez Bankası Parası
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bilançosunun bazı parasal büyüklükleri
ifade etmek üzere toplulaştırılması ve netleştirmelerin yapılması yoluyla oluşturulan
finansal tabloya analitik bilanço denmektedir.
1980
yılından
günümüze,
Türkiye
Cumhuriyet
Merkez
Bankası
politikalarının kamuoyu ve ilgili paydaşlar tarafından analizine yönelik olarak
üretilmekte ve yayımlanmakta olan Analitik Bilanço’da da 1 Ocak 2013’ten itibaren
geçerli olmak üzere (TCMB, 2012a: 1): Kullanılmayan kalemler bilançodan
çıkarılmış, aktifte “İç Varlıklar” altında yer alan “Değerleme Hesabı” ayrı bir kalem
olarak gösterilmiş ve bazı kalemlerde isim değişiklikleri gerçekleştirilmiştir.
1 Ocak 2013’ten itibaren yayımlanan Analitik Bilanço örneği Tablo 3’teki
gibidir.
29
Tablo 3: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Analitik Bilançosu
1.1 TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU
1.1
Analytical Balance Sheet of the Central Bank of the Republic of Turkey
18/01
2013
28/12
2012
30/11
2012
BİN TL
Thousand TRY
24/10
2012
28/09
2012
31/08
2012
27/07
2012
29/06
2012
25/05
2012
27/04
2012
30/03
2012
24/02
2012
27/01
2012
AKTİF
206 234 116
203 590 010
200 085 346
193 979 423
188 586 147
185 345 267
169 508 356
163 104 987
155 908 063
152 070 465
144 032 200
137 949 797
134 769 728 A S S E T S
1-DIŞ VARLIKLAR
219 179 223
217 589 897
213 907 842
208 693 949
202 892 337
199 558 570
182 984 972
176 946 419
172 274 195
166 629 576
165 017 579
158 956 918
157 724 417 1-FOREIGN ASSETS
2-İÇ VARLIKLAR
A- Hazine Borçları
a-Menkul Kıymetler
b-Diğer
B- Bank. Sektör. Açıl.Nakit.Krediler
C- TMSF'ye Kullandırılan Krediler
D- Diğer Kalemler
E-Değerleme Hesabı (*)
-722 157
7 621 231
7 707 779
-86 547
6 519 398
0
-14 862 786
-
-13 999 888
8 203 921
8 288 165
-84 243
6 812 219
0
-14 850 136
-14 165 892
-13 822 496
8 459 393
8 536 758
-77 365
6 551 971
0
-14 985 978
-13 847 883
-14 714 526
8 006 048
8 069 291
-63 243
6 620 800
0
-14 533 386
-14 807 987
-14 306 190
8 199 836
8 301 419
-101 583
6 528 663
0
-14 681 638
-14 353 051
-14 213 303
8 148 069
8 249 800
-101 731
6 682 921
0
-14 650 808
-14 393 486
-13 476 616
8 043 561
8 105 395
-61 835
6 680 146
0
-14 207 641
-13 992 682
-13 841 432
8 032 944
8 109 827
-76 883
6 520 798
0
-14 116 178
-14 278 996
-16 366 132
7 967 169
8 025 886
-58 717
5 639 150
0
-14 025 552
-15 946 900
-14 559 111
7 857 491
7 913 316
-55 826
4 838 237
0
-14 117 505
-13 137 334
-20 985 380
7 815 037
7 898 770
-83 734
4 544 679
0
-19 595 770
-13 749 325
-21 007 121
8 018 123
8 083 357
-65 234
3 685 232
0
-19 247 980
-13 462 496
-22 954 6882-DOMESTIC ASSETS
7 225 413 A-Treasury Debt
7 275 872 a- Securities
-50 459 b-Other
3 227 003 B-Credits to Banking Sector
0C-Credits to SDIF
-19 628 108 D-Other Items
-13 778 996 E-Fx Revaluation Account (*)
3-DEĞERLEME HESABI (*)
-12 222 949
PASİF
206 234 116
203 590 010
200 085 346
193 979 423
188 586 147
185 345 267
169 508 356
163 104 987
155 908 063
152 070 465
144 032 200
137 949 797
1-TOPLAM DÖVİZ YÜKÜMLÜKLERİ
A- Dış Yükümlülükler
B- İç Yükümlülükler
a-Kamu ve Diğer Döviz Mevduatı
b-Bankalar Döv.Mev.
141 673 621
16 344 439
125 329 182
7 563 678
117 765 504
139 210 895
16 779 090
122 431 805
9 223 516
113 208 289
136 490 150
16 380 598
120 109 552
7 364 109
112 745 443
131 403 643
16 804 853
114 598 790
6 643 859
107 954 930
127 551 498
17 071 393
110 480 105
8 133 871
102 346 234
125 693 778
17 428 550
108 265 228
6 657 955
101 607 274
111 161 679
17 847 564
93 314 116
7 639 270
85 674 846
106 561 629
18 769 496
87 792 133
10 782 817
77 009 316
101 429 182
19 565 493
81 863 690
8 178 706
73 684 983
99 000 985
19 979 117
79 021 869
9 698 660
69 323 208
97 544 030
20 428 865
77 115 166
10 348 816
66 766 349
92 671 910
20 076 504
72 595 406
9 791 458
62 803 948
91 093 8421-TOTAL FOREIGN LIABILITIES
20 646 794 A-Liabilities to Non-Residents
70 447 048 B-Liabilities to Residents
9 053 133 a-Public Sector and Other FX Deposits
61 393 915 b-FX Deposits of Banking Sector
2-MERKEZ BANKASI PARASI
64 560 495
64 379 115
63 595 196
62 575 780
61 034 649
59 651 488
58 346 677
56 543 358
54 478 880
53 069 479
46 488 169
45 277 887
43 675 8862-CENTRAL BANK MONEY
A- REZERV PARA
A-Emisyon
B-Bankalar Mevduatı
a-Zorunlu Karşılıklar Bloke Hesabı
b-Serbest Mevduat
C-Fon Hesapları
D-Banka Dışı Kes.Mev.
B- DİĞER MERKEZ BANKASI PARASI
A-Açık Piyasa İşlemleri
B-Kamu Mevduatı
74 641 101
60 018 837
14 393 930
0
14 393 930
210 832
17 502
75 213 553
61 349 461
13 586 267
0
13 586 267
205 732
72 093
70 428 821
60 276 195
9 895 404
0
9 895 404
240 477
16 745
82 673 605
70 913 170
11 471 931
0
11 471 931
260 787
27 717
73 125 516
60 822 273
12 050 216
0
12 050 216
235 970
17 057
71 774 297
60 095 724
11 436 498
0
11 436 498
225 701
16 374
72 679 448
57 529 272
14 934 660
0
14 934 660
194 602
20 914
77 008 807
56 868 106
19 544 605
0
19 544 605
575 595
20 501
82 385 750
55 140 770
27 052 626
0
27 052 626
163 091
29 263
80 693 877
54 873 637
25 627 813
0
25 627 813
161 237
31 190
85 528 319
53 177 096
32 210 830
0
32 210 830
121 523
18 870
81 950 930
52 572 014
29 215 571
0
29 215 571
144 057
19 288
83 229 053A-RESERVE MONEY
53 181 853 A-Currency Issued
29 918 932 B-Deposits of Banking Sector
0a-Required Reserves in Blocked Accounts
29 918 932 b-Free Deposits
109 988 C-Extra-Budgetary Funds
18 280 D-Deposits of Non-Bank Sector
-10 080 606
-17 509 974
7 429 368
-10 834 438
-21 023 819
10 189 381
-6 833 625
-24 871 911
18 038 286
-20 097 824
-29 427 929
9 330 104
-12 090 866
-26 216 942
14 126 077
-12 122 808
-29 751 904
17 629 096
-14 332 771
-17 488 380
3 155 609
-20 465 449
-29 854 401
9 388 952
-27 906 868
-37 564 340
9 657 473
-27 624 398
-31 832 760
4 208 363
-39 040 149
-46 198 861
7 158 712
-36 673 043
-47 659 782
10 986 739
-39 553 166B-OTHER CENTRAL BANK MONEY
-44 016 974 A-Open Market Operations
4 463 807 B-Deposits of Public Sector
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
3-FX REVALUATION ACCOUNT (*)
134 769 728 L I A B I L I T I E S
Not: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bilançosu ve Analitik Bilanço gösteriminde 31 Aralık 2012 tarihli ve 2012 - 95 sayılı basın duyurusu ile değişikliğe gidilmiştir.
Note: Some changes have been made on the Balance Sheet and the Analytical Balance Sheet of the Central Bank of the Republic of Turkey according to the press release No 2012 - 64 dated 31 December 2012.
(*) 04.01.2013 tarihinden itibaren "Değerleme Hesabı", "İç Varlıklar" kaleminden çıkarılarak ayrı bir kalem olarak gösterilmeye başlanmıştır.
30
Merkez Bankası Analitik Bilançosu içinde yer alan parasal büyüklükler,
“Emisyon”, “Rezerv Para”, “Parasal Taban” ve “Merkez Bankası Parası”dır.
Emisyon, Merkez Bankası’nın yarattığı para miktarının çekirdek unsurudur
(Yakupoğlu, 2011: 25).
Rezerv Para ise; emisyon, bankalar mevduatı, fon hesapları ve banka dışı
kesimin mevduatından oluşmaktadır. Rezerv Para bir birim arttığında, ekonomide
diğer parasal büyüklükleri daha fazla arttırdığından önemli bir büyüklüktür. Rezerv
Para’ya Merkez Bankası' nın piyasadaki likiditeyi düzenlemek amacıyla yaptığı açık
piyasa işlemleri nedeniyle bankacılık kesimine olan nakit yükümlülüklerinin ya da
bankacılık
kesiminden
nakit
alacaklarının
eklenmesiyle
Parasal
Taban’a
ulaşılmaktadır. Kamu mevduatının da Parasal Taban’a eklenmesiyle Merkez Bankası
Parası’na ulaşılır. Merkez Bankası Parası içinde emisyon, kamu ve bankalar
mevduatı, banka dışı kesimin mevduatı ile Merkez Bankası’nın açık piyasa
işlemlerinden kaynaklanan nakit borçları ve alacakları netleştirilmiş olarak yer
almaktadır. Merkez Bankası Parası, Merkez Bankası’nın döviz alım-satımı ve Türk
Lirası işlemleri sonucu oluşmaktadır. Bu büyüklük Merkez Bankası’nın Türk Lirası
cinsinden ekonomideki diğer birimlere olan yükümlülüklerini göstermektedir (Çelik,
2006: 45).
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın parasal yükümlülüklerine ilişkin
akış aşağıdaki gibi özetlenebilir.
REZERV PARA
= Emisyon
+ Bankalar Zorunlu Karşılıkları
+ Bankalar Serbest İmkânı
+ Fon Hesapları
+ Banka Dışı Kesimin Mevduatı
PARASAL TABAN
= Rezerv Para
+ API
MERKEZ BANKASI PARASI
= Parasal Taban
+ Kamu Mevduatı
TL. YÜKÜMLÜLÜKLERİMİZ
= Merkez Bankası Parası
+ Döviz Olarak Takip Olunun Mevduat
TOPLAM İÇ
YÜKÜMLÜLÜKLERİMİZ
= TL. Yükümlülüklerimiz
+ Bankaların Döviz Mevduatı
31
Merkez
Bankası
Parası,
Türkiye
Cumhuriyet
Merkez
Bankası’nın
kullanabileceği tüm araçları içermektedir. Merkez Bankası Parası, Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası’nın üzerinde en çok denetim sağlayabildiği ve
bankacılık sektörünü etkileyebildiği büyüklüktür (Ö.Eroğlu, 2004: 53).
Merkez
Bankası
Parası’ndaki
işlemler
para
politikasının
gelişimini
göstermektedir. Şöyle ki; kamu mevduatının artması ve/veya Merkez Bankası’nın
açık piyasa işlemleri yoluyla piyasadan para çekmesi, Merkez Bankası Parası’nın
Rezerv Para’ya göre artmasına neden olmaktadır. Tersi işlemler ise, yani kamunun
Merkez Bankası nezdindeki mevduatını azaltması ve/veya Merkez Bankası’nın açık
piyasa işlemleri yoluyla piyasaya para vermesi Merkez Bankası Parası’nın Rezerv
Para’ya göre azalmasına neden olmaktadır. Kısaca, MBP’ nin düşük oranlı artması
kamuya ve/veya piyasalara Türk Lirası girişi, yüksek oranlı artması ise kamudan ve
piyasalardan Türk Lirası çıkışı anlamına gelmektedir. Merkez Bankası Parası’ndaki
bir artış genişleyici para politikası uygulaması, azalış ise sıkı para politikası
uygulaması anlamına gelmektedir (Yardımcı, 2006: 164).
32
Tablo 4: TCMB Analitik Bilanço Kalemlerinin Temel Bilanço Karşılıkları
Kaynak: Çelik vd., 2006: 43.
33
Tablo 4’te görüldüğü gibi TCMB bilançosundan analitik bilançoyu
oluştururken
bazı
bilanço
kalemlerinde
netleştirmeler
yapılmaktadır.
Bu
netleştirmeler üç ana başlık altında toplanabilir (Çelik vd., 2006: 44):
1.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Açık Piyasa İşlemlerinden
(APİ) Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) borcu ya da alacağı “Bankamız
Portföyü” altında,
2.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Açık Piyasa İşlemlerinden
nakit borcu ya da alacağı “Açık Piyasa İşlemleri” altında,
3.
Türk parası karşılığı Diğer Varlık ve Yükümlülükler ise “İç Varlıklar”
altında “Diğer Kalemler” hesabında netleştirilerek gösterilmiştir.
1.3.3. Bankaların Para Yaratma Süreci
Para arzı, bir ekonomide ölçüm anında kullanımda bulunan toplam para
miktarıdır. Dar ve geniş para arzı olarak iki kategoride ölçülür. Dar para arzı
genellikle para ve paraya en yakın belgelerdir. Nakit para, vadesiz mevduat ve çekler
bu kategoriye girer. İşin içine vadeli mevduat, repo ve benzeri araçlar da girdiğinde
geniş tanımlı para arzı kavramları ortaya çıkmaya başlar. Para arzının ölçülmesi ve
izlenmesi ekonominin gidişi hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir. Özellikle
Monetaristler tarafından savunulan ‘para arzındaki denetim dışı artışların enflasyon
yarattığı’ görüşünden sonra bu önem artmıştır. En basit anlatımı şöyle yapılabilir. Bir
ekonomide bir andaki denge MV = PQ biçiminde oluşur. Burada M o andaki para
arzını, V paranın dolanım hızını (yani yılda kaç kez el değiştirdiğini), P fiyatları, Q
da ekonomide üretilen fiziki mal miktarını gösterir. Eğer Q'da bir artış olmaksızın M
ya da V yükselirse o zaman denge denklemini eşitlemek için P de yükselir, yani
enflasyon oluşur. İşte bu nedenle M'nin denetlenmesi ve Q'daki artıştan fazla
artırılmaması önem kazanır. (Eğilmez, 2007)
1.4. DENGE FAİZ ORANI: PARA ARZI VE TALEBİ İLİŞKİSİ
Paranın fonksiyonlarına bağlı olarak para piyasası ile mal piyasası arasında
doğrudan bir etkileşim söz konusudur ve bu etkileşim aşağıdaki gibi şematize
edilebilir. Ancak çalışmanın konusu para politikaları olduğu ve bu konunun Merkez
34
Bankası tasarruf ve takdiri kapsamında olması nedeniyle bu bölümde sadece para
piyasası kısmı ve para arz ve talebi ilişkileri üzerinde durulmuştur.
Şekil 3: Mal Piyasası ve Para Piyasası Etkileşimi
Mal Piyasası
Y=C+I+G
(Y miktarı belirlenir)
Para Piyasası
Para Talebi = Para Arzı
(r belirlenir)
C, I, G miktarları r’ ye
bağlıdır
Para talebi Y’ ye bağlıdır
Kaynak: Eruygur, 2010: 2.
Faiz, ekonomi biliminde iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci anlamda faiz,
bir borç anlaşmasının satışı sonucu elde edilen getiri oranıdır. İkinci anlamda ise
üretim amaçlı girdi olarak kullanılan sermayenin getiri oranıdır. Bu iki anlam iktisadi
açıdan birbirlerinden farklı değillerdir ve iktisatçılar tarafından faiz olarak
nitelendirilirler (Alkın v.d., 2005: 221).
Para piyasasında denge, bir diğer deyişle denge faiz oranı para arzının para
talebine eşit olduğu noktada gerçekleşmektedir. Yani para piyasası denge şartı
aşağıdaki gibidir:
MS=MD
Modern anlamda ise, Merkez Bankası tarafından oluşturulan para arzı ile
toplam para talebinin eşit olması durumu para piyasasında denge olarak ifade
edilmektedir (Krugman ve Obstfeld, 2000: 367).
Faiz konusundaki teorik görüşler:
1. Klasik Faiz Teorisi
2. Wicksell’in Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi
3. Keynes’in Faiz Teorisi (Likidite Tercihi Teorisi)
4. Hicks-Hansen’in Neo-Keynesyen Sentezi (IS-LM Modeli)
5. Tobin’in Portföy Teorisi
olarak sıralanabilir (Ural, 2013: 4).
35
1.4.1. Klasik Faiz Teorisi
Klasik faiz teorisinde faiz oranı reel bir değişkendir ve denge faiz düzeyini
belirleyen faktörler tasarruf arzı ve tasarruf talebi (=yatırım talebi)’dir. Faiz, tasarruf
arzının fiyatı olarak düşünülmektedir. Tasarruf arzı, faiz oranı ile aynı yönlü ilişkide
iken, tasarruf talebi, faiz oranı ile ters yönlü ilişkidedir.
1.4.2. Wicksell’in Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi
Ödünç verilebilir fonlar teorisinde (reel faiz teorisi) faiz, tasarruf arzı (kredi
arzı) ve tasarruf talebi (kredi talebi) tarafından belirlenir. Bu teorinin geliştirilmesine
Irving Fisher’in büyük katkıları olmuştur. Fisher, reel faizin oluşumunda iki temel
faktörün etkinliğinden söz eder:

Zaman Tercihi (Sübjektif): Piyasa faiz oranı kişilerin tüketimde zaman
tercihini belirler. Yüksek faiz oranları, ileride daha fazla tüketim fırsatı sağlayacağı
için, cari dönem tüketimini frenler ve tasarrufları artırır. S=f(i)+

Verimlilik (Objektif): Girişimciler, yaptıkları harcamalar üzerinden getiri
sağladıkça, verimli yatırım yapmış olacaklar ve verimlilik arttıkça da yatırım
projelerini ve fon taleplerini artıracaklardır. Getiri > Maliyet (Faiz) I=f(i)Aşağıdaki şekilde i0 denge faiz oranı, uzun dönem faiz oranıdır. Çünkü kısa
vadede fon arz ve talebi uyumsuzdur.
Şekil 4: Reel Faiz Teorisinde Denge Faiz Oranı
Kaynak: Ural, 2013: 7.
i0 denge faiz oranı, reel faiz olarak da adlandırılır. Çünkü ödünç verilebilir
fonlar teorisinde faiz, tamamen tüketim ve yatırım gibi reel büyüklükler yoluyla
36
belirlenir. Ekonomideki para miktarı gibi parasal büyüklükler etkili değildir. Ödünç
verilebilir fonlar teorisi çerçevesinde, denge faiz oranını etkileyen unsurları; fon arzı,
servet ve gelir düzeyi, fiyat beklentileri, faiz beklentileri ve vergi politikalarıdır ve bu
unsurlar faiz oranını değiştirmektedir.

Servet ve Gelir Düzeyi; ekonomik gelişme sonucu kişilerin servet ve
gelir yükselişi ile tasarruf eğilimi artışı,

Fiyat Beklentileri; fiyatlarda düşme beklentisi,

Faiz Beklentileri; faizlerde yükselme beklentisi,

Vergi Politikaları; tasarrufları teşvik eden vergi politikaları sonucu, fon
arz eğrisi sağa kayar. Eğer fon talep eğrisinde bir değişme yoksa piyasa faizleri
düşer.
Ters yönlü hareketlerde ise fon arz eğrisi sola kayar.
Şekil 5: Fon Arzında Artış ve Azalış
Fon Arzında Artış
Fon Arzında Azalış
Kaynak: Ural, 2013: 10.
Fon talebi:

Yatırımların kârlılığındaki değişmeler (Kârlılığın artışı),

Fiyatlara ilişkin beklentiler (Enflasyonist beklentilerin yükselişi),
37

Kamu harcamalarındaki değişmeler (Kamu harcamaları artışı-ekonomik
canlanma),

Öz finansman olanaklarındaki değişmeler (Öz finansman olanaklarının
daralması),
tarafından etkilenir ve fon talep eğrisi sağa kayar. Eğer fon arz eğrisinde bir
değişme yoksa piyasa faizleri yükselir. Ters yönlü hareketlerde ise fon talep eğrisi
sola kayar.
Şekil 6: Fon Talebinde Artış ve Azalış
Fon Talebinde Artış
Fon Talebinde Azalış
Kaynak: Ural, 2013: 12.
Wicksell’in ödünç verilebilir fonlar teorisi Klasik reel faiz analizine, parasal
unsurlar katmıştır. Wicksell’in teorisinde İki tür faiz oranı bulunmaktadır. Bunlardan
ilki parasal faizdir ve bankaların kredi üzerinden talep ettikleri faiz oranıdır. İkincisi
ise doğal (normal) faizdir ve işletilen reel sermayeden sağlanan kâr oranıdır. Bu iki
oran birbirine eşitse ekonomide fiyatlar değişmez. Doğal faiz > Parasal faiz
olduğunda ise, ekonomi kümülatif bir enflasyon sürecine girmektedir.
Wicksell’e göre sermaye piyasasındaki ödünç verilebilir fon arzı iki
kaynaktan gelmektedir:

Tasarruflar

Parasal Genişleme
Benzer şekilde fon talebi de iki kaynaktan gelmektedir:
38

Yatırım Talebi (=Tasarruf Talebi)

Atıl Para (Ankes) Talebi
Piyasa (Parasal) faiz oranı, fon arz ve talebini eşitleyen denge faiz oranıdır.
Şekil 7: Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi Piyasa Faiz Oranı
Kaynak: Ural, 2013: 15.
Wicksell’in ödünç verilebilir fonlar teorisi para ve sermaye piyasalarında
ödünç alınıp verilen fonlardan hareket ederek, faiz düzeyini belirmeye çalışmaktadır.
Bu teoride fon arzı reel tasarruflar ile fon talebi de yatırım düzeyi ile eş kabul
edilmektedir.
Frederic Mishkin’e göre enflasyonist beklentilerin faiz üzerindeki etkilerini
Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi iyi yansıtır. Buna karşılık, gelirdeki değişme,
fiyatlar genel düzeyi ve para arzındaki değişmelerin faiz üzerindeki etkileri Likidite
Tercihi Teorisi ile daha iyi izlenebilir (Mishkin, 2004: 91-94).
1.4.3. Keynes’in Faiz Teorisi (Likidite Tercihi Teorisi)
Keynes, klasik eseri olan Genel Teori’de kısa dönemde faiz oranının nasıl
belirlendiğine ilişkin görüşünü belirtmiştir. Bu görüşler, likidite tercihi teorisi olarak
bilinir; çünkü faiz oranının, ekonominin en likit varlığının (aktifinin), ki bu varlık
para’dır, arz ve talebini dengeleyecek şekilde belirlendiğini öne sürmüştür. Keynesçi
kesişim nasıl IS eğrisinin temel taşı ise, likidite tercihleri teorisi de LM eğrisinin
temel taşıdır.
Bu teoriyi göstermek üzere, ilk olarak reel para bakiyeleri (balansları)
arzından bahsedeceğiz. Eğer M ile para arzını ve P ile de fiyat düzeyini simgelersek,
39
o zaman M/P ifadesi reel para bakiyeleri (balansları) arzını gösterir. Likidite
tercihleri teorisi reel para bakiyeleri arzının sabit olduğunu varsayar. Diğer bir
ifadeyle, aşağıdaki şekilde yazılabilir:
(M / P) S  M / P
M ile gösterilen para arzı, miktarı Merkez Bankası tarafından belirlenen,
dışsal (egzojen) bir politika değişkenidir. Bu modelde fiyat düzeyi P de dışsal
(egzojen) bir değişkendir. Fiyat düzeyini sabit alıyoruz çünkü IS-LM modeli, fiyat
düzeyinin sabit olduğu, kısa dönemi açıklayan bir modeldir. Bu varsayımlara göre,
reel para bakiyeleri (balansları) arzı sabittir ve faiz oranlarının bir fonksiyonu
değillerdir. Bu yüzden, reel para bakiyeleri arzı ile faiz oranının grafiğini çizersek,
Şekil 8’de görüleceği gibi dikey bir arz eğrisi elde edilir.
Likidite tercihleri teorisine göre insanların ne kadar para tutmak istediklerinin
belirleyicilerinden biri faiz oranıdır. Bunun sebebi, faiz oranının para tutmanın fırsat
maliyeti olmasıdır. Faiz aslında, varlıklarımızın bir kısmını faiz getiren banka
mevduatları veya tahviller yerine, faiz getirmeyen bir varlık olan para şeklinde
tutarak kazanmaktan vazgeçtiğimiz veya kaybettiğimiz miktardır. Faiz oranları arttığı
zaman, insanlar servetlerinin daha az bir kısmını para olarak tutmak isterler. Reel
para bakiyeleri (balansları) talebini aşağıdaki şekilde yazabiliriz:
( M / P ) d  L( r )
Burada L(r) fonksiyonu para miktarının faiz oranına bağlı olduğunu
göstermektedir. Bu yüzden şekil 8’de görülen talep eğrisi negatif eğimlidir, çünkü
daha yüksek faiz oranı, talep edilen reel para bakiyeleri (balansları) miktarını
düşürür.
40
Şekil 8: Likidite Tercihi Teorisi Piyasa Faiz Oranı
Kaynak: Ural, 2013: 16
Likidite tercihleri teorisine göre, reel para bakiyeleri (balansları) talebi ve
arzı, ekonominin faiz oranını belirlemektedirler. Yani, faiz oranı para piyasasını
dengeye getirecek şekilde belirlenmektedir. Şekilde görüldüğü gibi, denge faiz
oranında, talep edilen reel para bakiyeleri (balansları) miktarı, arz edilen miktara
eşittir.
Dengeye gelme ayarlaması gerçekleşir çünkü para piyasası dengede olmadığı
zaman, insanlar varlık portföylerini değiştirmeye çalışırlar ve bu süreç içinde faiz
oranının değişmesine sebep olurlar. Örneğin, eğer faiz oranı denge düzeyinin
üzerinde ise, arz edilen reel para bakiyeleri (balansları) miktarı, talep edilen miktarı
aşıyor demektir. Arz fazlası parayı ellerinde tutanlar, faiz-getirmediği için ellerindeki
paranın bir kısmını, faiz-getiren tahvil veya banka mevduatına dönüştürmeye
çalışacaklardır. Bankalar ve tahvil çıkaranlar (ihraç edenler) ise, her zaman daha
düşük faiz vermeyi tercih edecekleri için, bu para arzı fazlasına teklif edecekleri faiz
oranını düşürerek cevap vereceklerdir. Tersi durumda, eğer faiz oranı denge
düzeyinin altında ise, yani talep edilen para miktarı arz edilen miktardan fazlaysa,
insanlar tahvillerini satarak veya bankadan paralarını çekerek para bulmaya
çalışacaklardır. Bankalar ve tahvil çıkarıcılar bu duruma, talep fazlası yüzünden
şimdi daha kıt hale gelen para fonlarının kendilerinden gitmesini engellemek için,
teklif ettikleri faiz oranını artırarak cevap vereceklerdir. Sonunda, faiz oranı denge
41
düzeyine gelecektir, bu denge düzeyinde insanlar parasal ve parasal olmayan
varlıklarının portföylerindeki dağılımından hoşnut olacaklardır ve faiz oranının
değişmesi için bir sebep kalmayacaktır.
Para arzı miktarındaki değişimlere faiz oranının nasıl cevap verdiğini
göstermek amacıyla likidite tercihleri teorisi aşağıdaki gibi irdelenebilir.
Merkez Bankasının birdenbire para arzını (M) düşürdüğünü varsayalım. Para
arzında (M) görülen düşüş, modelimizde fiyat düzeyi (P) sabit olduğu için, M/P’ yi
düşürecektir. Bunun sonucu olarak, reel para bakiyeleri (balansları) arzı, Şekil 9’da
gösterildiği gibi, sola kayacaktır. Denge faiz oranı r1’den r2’ye yükselecektir ve daha
yüksek hale gelen faiz oranı insanları daha az reel para bakiyesi (balansı) tutmaya
razı edecektir. Tersi durum ise Merkez Bankası birdenbire para arzını artırırsa
oluşacaktır. Bu nedenle, likidite tercihleri teorisine göre, para arzında olan bir azalma
(artma) faiz oranını artırırken (düşürürken), para arzında meydana gelen bir artış
(düşme) faiz oranını düşürecektir (artıracaktır).
Şekil 9: Likidite Tercihi Teorisi Piyasa Faiz Oranı Değişimi
Kaynak: Ural, 2013: 17.
Eğer fiyat düzeyi sabit ise, para arzında M1’den M2’ye olan azalma, reel para
bakiyeleri (balansları) arzını düşürür. Bu yüzden, denge faiz oranı r1’den r2’ye
yükselir.
42
Keynes’in ileri sürdüğü likidite tercihi teorisi aşağıdaki gibi özetlenebilir
(Ural, 2013: 19): Faiz oranı parasal bir değişkendir. Likidite Tercihi (Keynesyen Para
Talebi) Teorisinde, faiz oranı, tasarruf ve yatırım harcamalarından bağımsız olarak,
para stokunun arz ve talebi ile belirlenmektedir. Böylece, faiz oranı, para arzı
sabitken, alternatif yatırım araçları karşısında kişilerin para tutma tercihlerinin
şiddetine göre değişebilir. Benzer şekilde, para talebi sabitken, para arzındaki
değişiklik faiz oranını etkileyebilir.
Keynesyen analizde, faizin 2 işlevi bulunmaktadır.
1. Tasarrufun para olarak tutulması ile alternatif yatırım araçlarına kayması
arasındaki seçimi etkiler. Faiz, tasarrufu para olarak tutmanın fiyatı veya likiditeden
vazgeçmenin ödülü olarak görülür. Faiz oranı ne kadar yüksek olursa, spekülatif para
talebi o kadar düşük olmaktadır.
2. Para piyasası ile reel piyasa arasında ilişki kurar. Sermayenin marjinal
verimliliği (r) (iç verim oranı) ile piyasa faiz oranı (i) arasındaki ilişki, yatırım
(sermaye stokundaki net artış) talebini etkiler. Böylece, parasal kesimde belirlenen
faiz oranı, yatırım talebi yoluyla reel sektörü etkiler.
Faiz oranının para arzı ve talebinden etkilenişi ise aşağıdaki gibidir:

Ms sabit iken, ekonomik birimlerin alternatif yatırım araçları karşısında
para tutma tercihlerinin şiddetine bağlı olarak değişir.

Md sabit iken, Ms ‘deki bir değişiklik faiz oranını etkileyebilir.
Yapılan gözlemler, para arzındaki genişlemeyi izleyen enflasyonla birlikte,
faizlerin de yükseldiğini ortaya koymaktadır. Bu durum Keynes’in Likidite Tercihi
Analizi ile bağdaşmamaktadır. Keynesyenlere göre para arzı arttığında faiz oranları
düşecektir; Ms   i  . Paracılar ise, belirli bir geçiş döneminden sonra bunun tam
tersi olacağını, yani para arzındaki artışı faiz oranlarındaki yükselişin takip edeceğini
savunurlar; Ms   i  .
"Para arzı artışı" nın etkileri ise likidite, fiyatlar, gelir ve enflasyonist
beklentiler üzerindeki etkiler olmak üzere dört ana grupta dikkate alınmaktadır.
43
"Likidite etkisi" nde para arzı arttığında, ilk anda, elde tutulan para miktarı
artar. Henüz fiyatlar yükselmediği için, kişilerin ellerindeki para miktarı yükselir.
Yani, ekonominin likiditesi yükselir. Genişleyen likidite fon piyasalarına kayarsa,
faizler düşer.
"Fiyat etkisi" nde para arzındaki genişleme, harcamalara yönelip, fiyatları
yükseltebilir. Özellikle tam istihdama yaklaştıkça, üretim zayıflar ve fiyat
yükselişleri kuvvetlenir. Fiyat yükselişi, fon arz edenlerin daha yüksek faiz talep
etmesine neden olur, faizler yükselir.
"Gelir etkisi" nde para arzındaki genişlemeyle, elde tutulan para fazlalaşır,
bono talebi artar. Önce bono fiyatlarını yükseltip faizleri düşüren parasal genişleme,
sonra da, bono gelirlerinin harcamaya dönüşmesiyle mal ve hizmet talebini artırır.
Ekonomi tam istihdamda ise, fiyatlar artar, fon arz edenlerin daha yüksek faiz talep
etmesiyle, faizler yükselir. Atıl kapasite varsa, kapasite kullanımı artar, mal ve
hizmet üretimi artar ve reel milli gelir yükselir. Böylece kişilerin para talebi artar,
kredi talebi artar. Likidite sıkıntısına düşen bireyler tahvil satışına yönelir. Tahvil
fiyatları düşer, faizler yükselir.
"Enflasyonist beklentiler etkisi" (Fisher Etkisi) ise enflasyon beklentisine
kapılan bireylerin, ödünç verirken, piyasa cari faizi (i) yanında, ana paranın
enflasyon karşısındaki erimesini telafi edecek ek bir prim () talep etmesi olarak
açıklanabilir. Yani:
i=r+
i = cari faiz
r = reel faiz
 = beklenen enflasyon
Enflasyonist beklentilerin yükselmesi, ek primi artırır ve dolayısıyla faizler
yükselir.
Yapılan gözlemlere göre, para arzındaki genişlemeyi izleyen enflasyonla
birlikte faizler yükselmektedir. Bu sonuç, Keynes’in Likidite Tercihi Analizi ile
bağdaşmamaktadır.
44
Alfred Herbert Gibson, 1923’te “Banker’s Magazine” isimli bir dergide
yayınlanan makalesinde İngiltere’de fiyatlar genel düzeyi ile tahvil faizi arasında
aynı yönde kuvvetli bir ilişki bulduğunu yazmıştır. Aslında bu tez deneysel
yöntemlerle desteklenmemekle birlikte İngiliz iktisatçı Thomas Tooke tarafından
1830’lu yıllarda ileri sürülmüştür (Blaug, 1997: 637).
Keynes, kendi analiziyle
bağdaşmayan bu görüşü “Gibson Paradoksu” olarak tanımlamıştır. Keynes, Gibson
Paradoksu’nu konjonktürel dönemlere özgü olarak yorumlamıştır. Yani, parasal
genişleme, temelde faizleri düşürücü etki yapmakta ancak, konjonktürel canlanmanın
sebep olduğu kredi genişlemesi (enflasyon beklentisi arttığından) bu etkiyi
bastırmakta ve hatta faizleri yükseltmektedir. Sonuç olarak para arzı arttığında
sırasıyla aşağıdaki faiz hareket seyri ortaya çıkmaktadır.
1.
Geçiş döneminin ilk aşamasında (Kısa dönem) ; faizler düşmekte,
2.
Dönemin ikinci aşamasında (Orta dönem) ; enflasyonist bekleyişler
artmakta,
3.
Üçüncü aşamasında ise (Uzun dönem) ; enflasyonun artmasıyla,
faizler yükselmekte ve hatta eski düzeyinin üstüne çıkmaktadır.
1.4.4. Hicks-Hansen’in Neo-Keynesyen Sentezi (IS-LM Modeli)
Keynesyen düşünce ilk haliyle, piyasa olarak sadece mal piyasasını, politika
olarak da sadece maliye politikasını dikkate alan, diğer bir ifadeyle ekonominin
sadece reel yönüyle ilgilenen bir eksik istihdam modeli şeklinde ortaya çıkmıştır.
Modelde para piyasası ve onun değişkeni olan faiz oranı, diğer bir ifadeyle
ekonominin parasal yönü dikkate alınmamıştır.
IS-LM modeli, bu eksikliği gideren, ekonomik analizlerde ve istikrarın
sağlanması sürecinde mal piyasasının yanı sıra para piyasasını da dikkate alan bir
yaklaşımdır. Diğer bir ifadeyle model, ekonominin parasal ve reel yönünü birlikte ele
almakta, para ve mal piyasalarındaki karşılıklı etkileşimi ve eş anlı dengeyi ortaya
koymaktadır.
IS-LM modeli, 1939 yılında Keynesyen ekole mensup iktisatçılardan John
Hicks tarafından geliştirilmiş, 1950’li yıllarda da Alvin Hansen tarafından popüler
hale getirilmiştir.
45
IS-LM modelinde anahtar değişken, faiz oranlarıdır. Modelin amacı, denge
hasıla düzeyi ile faiz oranı arasındaki ilişkileri ortaya koymak, faiz oranlarındaki
değişmenin denge hasıla düzeyini nasıl değiştirdiğini açıklamaktır. Modelde mal
piyasası IS eğrisiyle, para piyasası ise LM eğrisiyle temsil edilmektedir
(Berber,2012: 1). IS-LM dengesinin oluşumu ve denge grafiği aşağıdaki gibidir
(Loyd, 1997: 546-547):
Faiz Oranı i
Şekil 10: IS-LM Dengesi
LM
i
IS
Y
IS ve LM
eğrilerinin
kesişim noktası
belirli bir G
(devlet
harcamaları), T
(vergi), M (para
arzı) ve P
(genel fiyat
düzeyi) ile mal
ve para
piyasasındaki
eş zamanlı
denge noktasını
temsil
etmektedir.
Gelir veya Hasıla Y
Kaynak: Hubbard, 2000: 652.
Hicks-Hansen’in sentezine dayanan IS-LM Modeli’nin başlıca özellikleri şu
şekilde özetlenebilir (Ural, 2012: 27):

Faiz oranı ve gelir düzeyinin belirlenmesi, reel ve parasal kesimde
birlikte gerçekleşmektedir.

IS-LM analizi olarak adlandırılan bu yaklaşımda, her gelir düzeyi için
para talebini sabit para arzına uyarlayan tek bir faiz oranı bulunur.

IS eğrisi, mal piyasasını dengeye getiren bütün faiz oranı-gelir
bileşimlerini yansıtırken; LM eğrisi, para piyasasında para talebini para arzına eşit
kılan faiz oranı-gelir bileşimlerini vermektedir.
46
Para ve mal piyasalarında eş anlı denge sadece eğrilerin kesiştiği D
noktasında sağlanır. Bunun dışındaki noktalarda/alanlarda farklı özelliklerde
dengesizlikler mevcuttur (Berber, 2012: 11). Söz konusu olası dengesizlikler şekil
11’de farklı alanlarda ifade edilmiştir (Froyen, 1986: 168-170).
Şekil 11: IS-LM Modelinde Dengesizlik Durumları ve Dengenin Sağlanması
Kaynak: Froyen, 1986: 169.
Şekil 11’e göre IS-LM modelinde dengesizlik durumları ve dengeye ulaşma
koşulları aşağıdaki gibi özetlenebilir (Berber, 2012: 11):
Tablo 5: IS-LM Modeli Dengesizlik Durumları ve Dengeye Ulaşma Koşulları
Bölge
(1)
(2)
(3)
(4)
Dengesizlik Hali
Talep Fazlası
Para Talebi Fazlası
Arz Fazlası
Para Talebi Fazlası
Arz Fazlası
Para Arzı Fazlası
Talep Fazlası
Para Arzı Fazlası
Dengeye Ulaşma
Hasıla Artışı
Faiz Oranı Artışı
Hasıla Artışı
Faiz Oranı Artışı
Hasıla Düşüşü
Faiz Oranı Düşüşü
Hasıla Artışı
Faiz Oranı Düşüşü
Kaynak: Berber, 2012: 11.
Para ve mal piyasalarındaki bu farklı dengesizlik durumlarından, dengeye
ulaşabilmek için mal piyasasında hasılada, para piyasasında ise faiz oranlarında
değişmeler olur. Örneğin (1) numaralı dengesizlik alanında talep fazlası ve para
talebi fazlası söz konusudur. Talep fazlası mal piyasasında üretim/hasıla artışına
neden olur. Para talebinin fazla oluşu ise faiz oranlarının yükselmesiyle sonuçlanır.
47
Dengeye geçiş süreci para ve mal piyasalarında farklı hızlarda olur. Bu anlamda para
ve mal piyasası analizi yapılırken para piyasasının her zaman dengede olduğunu
varsaymak yanlış olmaz (Mishkin, 2004: 566-568). Para piyasasında dengeye ulaşma
(faizlerde düşme veya yükselme) hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilir. Ancak mal
piyasasında üretimin talebe göre düzenlenmesi ve talebin buna uyum sağlaması
oldukça fazla zaman alır. Daha açık bir ifadeyle para politikası uygulama sürecinde
artan para arzının faiz oranlarını düşürmesi yani likidite etkisinin ortaya çıkması çok
kısa sürede gerçekleşebilir. Ancak, mal piyasasını etkileyip hasılayı artırması, yani
hasıla etkisinin ortaya çıkması için uzun sürenin geçmesi gerekir (Berber, 2012: 13).
1.4.5. Tobin’in Portföy Teorisi
James Tobin (1961) ve Gurley Shaw (1960) aynı sıralarda birbirlerinden
bağımsız olarak Keynesyen Likidite tercih modelinin geliştirilmiş bir biçimini
sunmuşlardır. (Keyder, 2002: 322). Keynesyen teoride, para ve tahvil birbirini tam
ikame etmekte, tahvilin getirisi para tutmanın tek alternatifini oluşturmaktadır. Buna
karşın Tobin’in portföy teorisi, bir yatırımcının varlıklarını getirisi farklı alternatif
yatırım şekilleri arasında nasıl dağıttığını incelemekte, finansal varlıklarla reel
varlıklar arasında sınırlı ikame ilişkisi olduğunu varsaymaktadır. Tobin, belirsizliğin
olduğu bir ortamda portföy tercihi ile ilgili geliştirdiği yaklaşımla, makroekonomik
portföy teorisinin temellerini atmıştır. Buna göre portföyler, farklı risk gruplarını
temsil eden ve aralarında sınırlı ikame ilişkisi bulunan finansal ve reel varlıklardan
oluşmaktadır. Riskini azaltmak isteyen portföy sahibi, portföyünde her iki varlıktan
da bulundurmak durumunda kalmakta; diğer bir ifadeyle bütün yumurtalarını aynı
sepete koymamaktadır (Öztürk ve Durgut, 2011: 124).
Yapılan araştırmalar sonucu, kişilerin riski azaltmak amacıyla çeşitlendirilmiş
bir portföy tutmayı yeğledikleri ortaya çıkmıştır. Bu nedenle portföy dengesi
yaklaşımı, para talebinin belirleyicileri arasında birden fazla getiri oranının olması
gereğini savunmuştur. Alternatif değerlerin getiri oranları düştükçe para talebinin
toplam likit servet içindeki payının artması beklenmektedir (Keyder, 2002: 322).
Portföy teorisi, her biri farklı getiri ve farklı riske sahip olan bir grup farklı
aktiflerden, beklenen hasılatları maksimize edecek bir aktif cüzdanı saptanmak üzere
geliştirilmiştir.
48
Portföy seçimi kuramında risk temel unsurdur. Çünkü risk olmazsa, bir
yatırımcı tüm servetini en yüksek gelir getiren aktiflerden oluşturacaktır (Parasız,
2005: 442). Riski sevmeyen insanlar portföylerini oluştururken tek bir aktiften seçim
yapmayacak, aktiflerini çeşitlendireceklerdir. Portföy dengesi yaklaşımının en
önemli katkılarından biri, para talebi fonksiyonunun belirlenmesinde risk faktörüne
de yer vermesidir. Portföy dengesi yaklaşımının faiz teorisine katkısı ise, faiz
oranının sadece para arzı ve talebi tarafından belirlenmediği, diğer yatırım araçlarının
arzının da faiz oranlarının belirlenmesinde etkili olduğunu ortaya koymasıdır (Öztürk
ve Durgut, 2011: 124).
Tabin’in faiz teorisi ana hatlarıyla şöyle özetlenebilir (Ural, 2013: 28):

Bireyler, parasal,
finansal ve reel yatırım araçlarından oluşan
portföylerini, bu araçların nispi fiyat ve getirilerine göre yeniden düzenlerler.

Alternatif yatırım araçlarının getiri oranları eşitlendiğinde, portföy
dengesi yeniden kurulmaktadır.

Faiz oranının belirlenmesinde, sadece para arzı ve talebi değil, diğer
yatırım araçlarının arzı da rol oynayabilmektedir.
49
İKİNCİ BÖLÜM
PARA POLİTİKALARI, EKONOMİK AMAÇLARI, PARA POLİTİKASINA
İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER VE PARA POLİTİKASI ARAÇLARI
Para politikasını kısaca tanımlayacak olursak, hükümetin, merkez bankası ya
da para otoritesinin, ekonomiye para arzı yönetimi ya da döviz piyasası işlemlerini
kullanarak yön vermesidir. Para politikası araçları ise, para otoritesinin ekonomiye
yön verme amacı ile uyguladığı bir takım ekonomiyi daraltıcı ya da genişletici
araçlar olarak ifade edilebilir. Bu araçlar ile uygulanan işlemlerde, ekonominin
durumuna göre, bazı önlem ya da sürdürülebilirlik çalışmaları söz konusu olabilir.
Ekonominin sürdürülebilir olması ve düşük enflasyon hedeflemesi doğrultusunda
para otoritesi, ülke ekonomisinin o zaman çerçevesi içindeki durumu doğrultusunda
ekonomiye müdahale edebilir. Bu müdahaleler, para arzını kısma yolu ile ekonomiyi
daraltıcı ya da para arzını genişletme yolu ile ekonomiyi genişletici para politikaları
ile yapılabilir. Bunların yanı sıra uygulamada, doğrudan ya da dolaylı olarak
uygulanabilecek birçok para politikası aracı da bulunmaktadır. Hükümetin hangi
durumlarda ne gibi bir politika uygulaması gerektiği, doğrudan ve dolaylı
politikaların uygulama zamanlarının ve alanlarının neler olacağı gibi kararlar ise
ekonominin
genel
konjonktürü
içindeki
gelişmeler
doğrultusunda
ayrıntılı
araştırmalar ve müzakereler ile verilmektedir. Bu bölüm genelinde para politikaları,
amaçları ve kullanılan para politikası araçları ile ilgili ayrıntılı bir literatür taraması
yapılacak, ayrıca, dolaylı para politikası araçlarının Merkez Bankası Analitik
Bilançosu'na etkileri incelenecektir.
2.1. PARA POLİTİKASININ TANIMI VE ÖNEMİ
Merkez bankaları, para basma imtiyazları dışında, hükümet ile paralel olarak
ülkelerinin kalkınmasına ve büyümesine yardımcı olan kuruluşlardır. Merkez
Bankaları, banka ve banka dışı kesimlere olan yükümlülüklerini değiştirmek, diğer
bir ifadeyle ekonominin likiditesini arttırıp azaltmak yolu ile iktisadi faaliyetlerin
seyrini etkileyebilmektedir (İskenderoğlu, 1993: 42). Merkez bankaları bu
faaliyetleri uyguladıkları para politikası ile gerçekleştirmektedirler. Bu bağlamda
merkez bankalarının gerçekleştirdikleri faaliyetlerin tümü para politikasını
50
oluşturmaktadır (Esen, 2007: 30). Para politikası, paranın miktarını, maliyetini ve
firmalar ile hane halklarının beklentilerini etkileyerek temel amaçlara ulaşmaya
yönelik olarak oluşturulan stratejiler bütünü olarak tanımlanabilir (Çelik vd., 2006:
5). En geniş tanımıyla para politikası, para ve faiz oranlarının yönetilmesi olarak da
ifade edilebilmektedir (Mishkin, 2004: 12). Para politikası genel ekonomi
politikasının bir parçası olduğundan uyumlu ve etkin bir şekilde uygulanabilmesi bu
politikanın tek bir organ tarafından yürütülmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle,
hemen hemen bütün ülkelerde para politikasından sorumlu olan organ merkez
bankalarıdır (Urgancı, 1982: 203).
Modern ekonomilerde komünizm ve liberalizm uçları arasında kendi
pozisyonlarını ve ekonomik hayata yaklaşımlarını belirleyen devletler, yukarıda
bahsi geçen amaçlar çerçevesinde ve çeşitli yöntemlerle ekonomik akışa
müdahalelerde bulunmaktadırlar. Ekonomi üzerindeki müdahalelerini genellikle
maliye politikaları ve para politikaları olmak üzere iki ana konu altında
gerçekleştiren ekonomik sorumlular, müdahale kararlarını yine kendi ekonomik
sistemlerine ve doktrinlerine uygun olarak gerçekleştirmek amacıyla genellikle para
ve maliye politikalarının farklı karışımlarını kullanmaktadırlar. Ekonomik akışı
düzenleme çabaları içinde para politikalarının önemi ve kullanımı her geçen gün
biraz daha artmaktadır.
Para, çeşitli fonksiyonları gerçekleştirmek amacıyla kullanılmaya başlandığı
dönemden bu yana, devletlerin çeşitli amaçları gerçekleştirmesi ve dolayısıyla
ekonomiye müdahale etmesi için bir araç olarak kullanılmıştır (Dileyici, 2001: 26).
Fakat kullanılan bu aracın etkinliği sürekli bir tartışma konusu olmuştur. Paranın
yanlılığı ve yansızlığı üzerine farklı teorik yaklaşımlar ortaya atılmıştır. Bu
yaklaşımlardan Klasiklerin, paranın reel ekonomi üzerinde etkisinin olmadığını
savunan teorilerinden sonra John Maynard Keynes, Milton Friedman, James Tobin
ve diğer birçok iktisatçı, paranın reel sonuçlar doğurabileceğini kendi yaklaşımlarıyla
ortaya koymaya çalışmışlardır (Kademli, 2007: 5-6).
Ekonomi politikalarının amaçları asli ve tali hedefler olarak iki farklı
kapsamda incelenecek olursa, asli hedefler, kaynakların tam olarak istihdamı, fiyat
istikrarının ve sürdürülebilirliğinin sağlanması, istikrarlı bir ekonomik büyüme
51
trendinin yakalanması ve ödemeler dengesinde istikrarın sağlanması biçiminde dört
ana grupta ele alınabilir. Tali hedefler olarak da, faiz oranlarında, finansal
piyasalarda, döviz piyasalarında istikrar, gelir ve servet dağılımını düzenlemek,
faktör dağılımını düzenlemek, kamusal ihtiyaçları karşılamak, bazı sektörlere öncelik
tanımak ve onları korumak, özel tüketim alışkanlıklarını düzenlemek, temel mallar
arzını güvence altına almak gibi çeşitli hedefler incelenebilir (Önder, 2005: 4).
2.1.1. Para Politikasının Amaçları
Milli ekonomilerde sağlıklı bir ekonomik düzenin oluşturulması ve
sürdürülebilmesi amacıyla toplumlar bazı ekonomi politikalarını benimseyerek
ekonomik hedeflerine ulaşmaya çalışırlar.
Para politikası uygulamaları aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılan amaçlar
zaman içinde büyük değişiklikler göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde para
politikasının temel amacı, fiyat istikrarının sağlanması olarak belirlenmiştir. Savaş
sonrası artan işsizlik ve ABD’de 1946 yılında çıkarılan İş Kanunu ile iş bulmanın
milli ekonomi politikası amacı haline gelmesi, para politikalarına istihdam amacının
da eklenmesi gerektirmiştir. Savaş sonrası, Avrupa ve Japonya’nın iktisadi büyüme
oranlarının, ABD’yi tehdit eder biçimde geçmesi ile birlikte para politikasının
üçüncü bir amacı olan büyüme amacı ön plana çıkmıştır. 1950’lerin sonları, 1960’lı
yılların başında ise, ödemeler dengesinin sağlanması, para politikasının ulaşmayı
hedeflediği amaçlar arasında yer almıştır (Serin, 1987: 8). Makro ekonomik anlamda
genel kabul gören ve merkez bankalarının uyguladığı para politikalarının temel
amaçları altı başlık altında toplanabilir (Esen, 2007: 30).
2.1.1.1. Ekonomik Büyümenin Sağlanması ve Sürdürülmesi
İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde, ekonomik büyüme, konjonktür
olgusuyla beraber değerlendirilmiş ve kısa dönemli ekonomik dalgalanmaların
önlenmesi daha önemli görülmüştür. Ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilgi, uzun
dönemli ekonomik gelişmelere yani büyüme trendlerine yönelmiş ve ekonomik
büyüme bir ekonomi politikası aracı haline gelmiştir (Erkan, 1997: 142).
Büyüme Kavramı, Adam Smith’ten bu yana bilinen bir konu olmasına
rağmen, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilginin uzun dönemli ekonomik gelişmelere
52
yani büyüme trendlerine yönelmesi sonucu ekonomik büyüme, ekonomik istikrarı
sağlamada önem kazanan amaçlardan biri olmuştur. Büyüme kavramının ekonomi
politikasında bir amaç olarak ortaya çıkması, fiili ekonomik büyümenin yetersiz
görülmesi ve ekonomik sürecin yönlendirilmesi sonucunda gelişmenin daha düzenli
olabileceği görüşlerine bağlı olmaktadır (Sert, 2005: 8).
Ekonomik büyüme trendinin istikrarlı bir şekilde sürdürülebilmesi için
ekonominin para ve kredi ihtiyacının zamanında karşılanması, elverişli finansman
imkanlarının sağlanması yanında parasal genişlemenin ılımlı bir düzeyde
gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik
gelişmenin enflasyonla finanse edildiği görülmektedir. Ekonomik büyümenin
enflasyonla finanse edilmesi, Merkez Bankasından borçlanılarak yapılan yatırımların
milli
geliri artırarak
gelir
harcama
dengesinin
tekrar
kurulması esasına
dayanmaktadır. Enflasyoncu politikalar, kısa dönemde ekonomik büyümeyi
desteklemekte fakat uzun dönemde bazı sorunları ortaya çıkarmaktadır. Büyümesini
enflasyonla finanse eden gelişmekte olan ülkelerde, fiyatların yükselmesi, tüketim
malları kıtlığı, ithalatın artarak ihracatın azalması gibi faktörler dış ödemeler
sorununa yol açmaktadır. Bu nedenle, para politikasının amacı ekonomik büyümeyi
destekleyici olmalıdır. Ancak hangi büyüme oranının para politikası ile
destekleneceği konusu belirsizdir. Para politikasının ekonomik büyümeye yönelik
olarak kullanılması, faiz oranını etkilemek şeklinde veya ılımlı bir parasal
genişlemeyle enflasyonu önlemek yoluyla olmaktadır (Bilir, 2006: 47-48).
2.1.1.2. Tam İstihdamın Sağlanması ve Sürdürülmesi
Ekonomi politikasında tam istihdamın amaç olarak belirlenmesi 1929 dünya
ekonomik krizine kadar uzanmaktadır. Tam istihdam kavramını dar ve geniş anlamda
olmak üzere iki şekilde tanımlayabiliriz. Dar anlamda tam istihdam, sadece emek
faktörünün tam istihdam edilmesidir. Geniş anlamda ise, tüm üretim faktörlerinin
istihdam edilmesidir. Para politikası uygulaması açısından tam istihdamın amacı,
konjonktürel işsizliğin önlenmesini, yapısal, mevsimsel ve arızi işsizlik türlerinin
giderilmesini ya da ortadan kaldırılmasını da içerir. (Parasız, 1998: 1) Ancak tam
işsizlik ekonomide mevsimsel ve arızi işsizliğin bulunmasına mani değildir. Bu tür
işsizlikler kabul edilebilir. Dolayısıyla gelişmiş bir ekonomide % 1-3 arası,
53
gelişmekte olan ülkelerde ise % 5-8 arası ortalama bir enflasyon oranı normal kabul
edilmektedir. Merkez Bankası tam istihdamı sağlamak adına elindeki etkin bir araç
olan kısa vadeli faiz oranları kullanarak piyasada yatırım ortamının karlılığına etki
ederek tam istihdamı sağlamada yardımcı olabilir. Kesinlikle sağlar ifadesini
kullanamamamızın nedeni ise, sadece faiz politikasıyla bu amaca ulaşmak yerine
diğer ekonomi politikası araçlarını da etkin bir şekilde eş zamanlı olarak kullanmak
suretiyle tam istihdamı sağlamada daha başarılı olunduğunun, yaşanılan ülke
deneyimleriyle kanıtlanmış olmasıdır (Gaygılı, 2007: 82).
2.1.1.3. Fiyat İstikrarının Sağlanması ve Korunması
Fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen sürekli değişmeler, ekonomik
faaliyetler üzerine olumsuz etkilerde bulunarak ekonomik gelişmeyi engellediği gibi;
gelir dağılımının bozulmasına yol açarak toplumsal sorunların da doğmasına neden
olabilmektedir. Bu nedenle; ekonomi politikasını uygulayanların, ekonominin söz
konusu sorunlarla karşılaşmasını engellemek için, fiyatlar genel düzeyinde nispi
istikrarın sağlanması yönünde çalışmaları gerekmektedir. Enflasyonun kaynağı,
genellikle para stokundaki değişmeler olduğu için, fiyat istikrarının sağlanmasında
para politikasına büyük görev düşmekte ve bu konu para politikasının birinci amacı
haline gelmektedir. Burada fiyat istikrarı, fiyatların sabit ya da değişmez olmasını
değil; bir ekonomik hedef olarak ortalama fiyat düzeyinde belli bir devamlılığın
sürdürülmesini ifade eder (Oktar, 1990: 4). Fiyat istikrarı dediğimizde para değerinin
korunmasından bahsedilmektedir. Bu değer için de, öncelikle, paranın milli
ekonomideki değeri dikkate alınmaktadır. Paranın iç değerinin korunmasından söz
ederken enflasyon olayına işaret edilmektedir. Değer koruma ile anlatılmak istenen
de bir birim paranın zaman içinde satın alabildiği mal ve hizmet miktarında değişme
olmamasıdır (Telman, 1994: 61). Paranın değerinin istikrarından, öncelikle paranın
yurtiçi değeri anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi, fiyatlar genel düzeyinin yıllık ortalama
artış hızı, enflasyon oranını verir. Ancak daha gerçekçi bir yaklaşımla, enflasyon
oranının %1-2 oranında tutulduğu bir ekonomide de fiyat istikrarının olduğunu
rahatça söyleyebiliriz. Bu orandaki fiyat artışı, tam istihdamda ve büyüyen bir
ekonomide olağan karşılanabilir. Gelişmekte olan ülkelerde %5 fiyat artışı normal
karşılanmaktadır. Enflasyon oranının normal kabul edilen bu oranların üzerine
54
çıkması, parasal servet biriktirme işlevinin sarsılmasına neden olabilir. Özellikle
paradan kaçış olgusu, tasarruf oranını genellikle olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca
enflasyonun geliri yeniden dağıtıcı etkisini de unutmamak gerekir. Yani enflasyon
sabit gelirliler aleyhine bir durum yaratır (Parasız, 1996: 2). Fiyatlar genel
düzeyindeki dalgalanmalar, fiyatların yükselmesi ya da düşmesi biçiminde ortaya
çıkmakla birlikte, fiyat hareketleri genellikle yükselme yönünde gelişmektedir.
Çünkü özellikle sanayileşmiş ülkelerde güçlü sendikaların varlığı, tekelci firmaları
fiyatların düşmesine razı olmaktansa üretim hacmini düşürmeye yöneltmekte, bu da
fiyatların aşağıya doğru hareketini engellemektedir. Tarımsal ağırlıklı gelişmekte
olan ülkelerde ise devletin, üreticiyi korumak amacıyla aldığı önlemler sonucunda
fiyatların düşmesine izin vermemesi, fiyatların azalma yönündeki esnekliğini ortadan
kaldırmaktadır. Bu nedenle, günümüzde fiyatlar genel düzeyindeki değişmeler genel
olarak fiyatların yükselmesi biçiminde kendisini göstermektedir. Fiyat artışları,
ekonomide toplam arzı aşan toplam talebin varlığından kaynaklandığı için, talep
fazlasını eritecek anti-enflasyonist bir para politikasının uygulanması gerekmektedir.
Bu amaçla, aşırı talebin kaynağı olan ödeme araçları fazlası piyasadan çekilmektedir
(Oktar,
1990:
5).
Bunun
sürdürebilmesi için fiyat
yanında,
serbest
piyasa
sisteminin
işlerliğinin
mekanizmasının enflasyonun bozucu etkilerinden
korunması gerekir. Bu sağlanmadığında, kaynakların etkili ve verimli bir şekilde
dağılımı gerçekleştirilemez. Öte yandan genişletici para politikaları sonucu hasıl olan
enflasyon ve parasal sistemin bozulması ve buna bağlı olarak alınacak yanlış kararlar
ve yanlış beklentiler M. Friedman ve Hayek'e göre stagflasyonun en önemli sebebidir
(Orhan ve Erdoğan, 2002: 65). Fiyat istikrarı amacının gerçekleştirilmesi, para
politikası ile maliye politikası arasındaki koordinasyonu zorunlu kılmaktadır. Para
politikası ile maliye politikasının koordinasyonu, her iki politikanın aynı hedef
doğrultusunda kullanılması ile mümkündür. Örneğin, enflasyonist eğilimlerin
tırmandığı bir dönemde uygulanan daraltıcı para politikası, aynı nitelikteki maliye
politikası ile desteklenmelidir. Buna göre, toplam talep düzeyini baskılamak
amacıyla ekonomide para ve kredi hacmi daraltıldığında, kamu harcamalarının
kısılması ve vergi oranlarının artırılması suretiyle bütçe fazlasının ortaya çıkarılması
gerekmektedir. Deflasyonist eğilimlerin söz konusu olduğu dönemlerde ise,
55
genişletici para ve maliye politikası uygulamaları toplam talep düzeyini arttırmak
amacıyla eş güdüm içerisinde uygulanmalıdır (Aziziov, 2007: 7-8).
2.1.1.4. Ödemeler Dengesinin Düzenlenmesi ve Dengenin Korunması
Ödemeler dengesi, geniş anlamıyla, bir ekonomide yerleşik kişilerin (merkezi
hükümet, bankalar, gerçek ve tüzel kişi ve kuruluşlar), diğer ekonomilerde yerleşik
kişiler (yurtdışında yerleşikler) ile belli bir dönem içinde yapmış oldukları ekonomik
işlemlerin sistematik kayıtlarını elde etmek üzere hazırlanan istatistiki bir rapor
olarak tanımlanabilir (Yükseler, 1998: 1).
Ödemeler dengesi tanımında iki temel kavram bulunmaktadır. Bunlar
ekonomi ve yerleşikliktir. Ekonomi sözcüğü ile bir ülke, bir federal devlet, bir şehir
veya bir ekonomik birlik veya bölgesel bir ekonomik grup, yerleşikler deyimi ile de,
bir ekonomide bir yıldan fazla süre ile devamlı ve düzenli olarak ikamet eden, o
ekonomi
içerisinde
faaliyette olan kurum ve kişiler
ifade
edilmektedir.
Denkleştirilmiş ödemeler bilançosu görüşü, ekonomi politikası uygulamasında,
özellikle Merkez Bankası yönetimlerinde bir rol oynamasına karşın, bilimsel
düşünceye özellikle daha uygun düşmektedir. Ekonomi politikacıları, ödemeler
bilançosunun istenilen biçimde oluşturulması bakımından daha çok var olan
durumun gerektirdiği bir görüşü savunurlar ve bu nedenle içerik yönünden belirsiz
olan, ödemeler bilançosunun iyileştirilmesi biçimindeki bir amaç formülasyonunu
tercih ederler. Bu amaç görüşünün elde etmek istediği, yeterli döviz, yani altın ve
konvertibl paranın veya uluslararası likiditenin, rezervinin oluşturulması ve
korunmasıdır. Yeterli rezervin anlamı, ödemeler bilançosunun geçici olarak
pasifleştiği durumlarda da döviz talebinin sınırsız bir biçimde karşılanabilmesidir.
Eğer, rezervler en az altı aylık dış alım miktarını karşılayabilecek düzeydelerse,
yeterli olarak kabul edilebilir. Para politikasında özellikle, 1968 yılındaki altına
hücumdan beri, rezervlere veya uluslararası likiditeye büyük önem verilmiştir.
Birçok ekonomi politikacısının ödemeler bilançosuna ilişkin amacı, uzun bir sürede
belli bir düzeyde ödemeler bilançosu fazlalığına ulaşma olarak görmesine neden
olmuştur. Genel olarak, döviz rezervlerindeki bir artış, rezervlerdeki bir azalmaya
göre daha olumlu değerlendirilebilir (Yükseler, 1998: 10). Ödemeler bilançosu
uzmanları açısından, özellikle de Merkez Bankası yöneticileri açısından ödemeler
56
bilançosunun denkliği uzun dönemli bir amaçtır. Yeterli rezervler ise kısa dönemli
bir amaçtır. Eğer rezervlerdeki artış yurt içinde enflasyonist etkilere ve /veya ticari
ilişkide bulunan ülkelerde dış alım kısıtlamalarına yol açacak ölçülere ulaşırsa, uzun
dönemli aktif ödemeler bilançosu amaçla çelişir bir nitelik kazanır. Ayrıca, rakip
ülkelerin ödemeler bilançosu fazlalığı veren ülkelerden bir revalüasyon ve/veya
sermaye çıkışı talebinde bulunmaları beklenir. Dış ticaret politikacıları genellikle
ödemeler bilançosu politikasına ilişkin amacın özünü denk veya aktif olan dış ticaret
bilançosunda görürler (Ertek, 2006: 271). Sonuç olarak, ülke ekonomisinin istikrarı
için, ödemeler dengesi (bilançosu) istikrarının önemi büyüktür. Ülke ekonomisi için
bu denli önemli olan bu unsura ulaşmayı para politikası amaç edinmiştir. Bunun için
de para politikası araçlarından faydalanmaktadır (Gül, 2006: 17-18).
2.1.1.5. Faiz Oranlarının Düzenlenmesi ve İstikrarın Korunması
Alacaklılık ve borçluluk ilişkileri modern ekonomik yaşamın artarak gelişen
olgularından biridir. Faiz düzeyinde yaşanan büyük değişmeler borçlu-alacaklı
ilişkisini
bozmakta,
ileriye
dönük
verimlilik
hesaplarının
yapılmasını
zorlaştırmaktadır. Beklenen enflasyon ile gerçekleşen enflasyon arasında çok büyük
farklar çıktığında duruma göre mali aracılar ya çok büyük kârlar elde etmekte ya da
büyük zararlara uğramaktadırlar. Bu nedenle merkez bankaları faiz düzeyindeki aşırı
iniş ve çıkışlara da son derece duyarlıdırlar.
Faiz oranlarındaki istikrar, fiyat istikrarı gibi arzulanan bir durumdur. Çünkü
faiz oranındaki dalgalanmalar, fiyat istikrarsızlığında olduğu gibi, ekonomide
belirsizliklere neden olur ve ileriye yönelik plan yapılmasını ve karar alınmasını
zorlaştırır. Faiz oranlarındaki dalgalanmalar, Türkiye’nin bugün ulaştığı iktisadi
yapılanma içerisinde konut, otomobil ve dayanıklı tüketim mallarına yönelik talebini
etkilemektedir (Halaç, 2001: 87).
Banka kesiminin fonlarının kısa dönemli, plasmanlarının uzun dönemli
olması nedeniyle başarılı bir aktif-pasif yönetiminde dahi, banka kesimi zaman
zaman nakit sıkıntısına düşebilir. Bu olgu banka kesimi için büyük bir tehdittir.
Çünkü kendisine yönelik ödeme taleplerini yerine getiremeyen bir banka domino
etkisiyle hızla yayılabilecek bir finansal krizi başlatabilir. Bu nedenle merkez
57
bankaları banka kesiminde ortaya çıkabilecek nakit darboğazlarının aşılması için
devreye girerler (Paya, 2002: 152-153).
2.1.1.6. Döviz Piyasalarının Düzenlenmesi ve İstikrarın Korunması
Dış ticaret her ülke için önemlidir. Bu bağlamda, ülkelerin ulusal paralarının,
yabancı paralar karşısındaki değeri, dış ticaretini etkiler. Bir ülkenin ulusal parasının,
yabancı paralar karşısında aşırı değerlenmesi, o ülkenin mallarının fiyatlarını
uluslararası piyasalarda yabancı para cinsinden değerlendirici ve diğer ülke malları
ile rekabet gücü üzerinde azaltıcı bir etki yapar. Örneğin, 1995 yılının nisan ayından
itibaren ABD Doları’nın, Japon Yeni ve Alman Markı karşısında değer yitirmesi,
Japon ve Alman firmalarının telaşa kapılmalarına ve hükümetleri üzerinde, ulusal
paralarının değerinin düşürülmesi yönünde baskı kurmalarına neden olmuştur (Gül,
2006: 22-23).
Döviz piyasalarında ortaya çıkan dalgalanmalar sadece dış ticareti değil, aynı
zamanda ödemeler dengesini de olumsuz etkilemektedir. Bu etkilenme dış ticaret ve
sermaye hareketleriyle birlikte ortaya çıkmaktadır. Bu nedenlerden dolayı döviz
piyasalarında istikrar, para politikasının amaçları arasında yer almaktadır (Bilir,
2006: 50).
2.1.2. Para Politikası Amaçları Arasında Uyum ve Denge
Para politikasının nihai amaçlarının birçoğu birbiri ile uyumlu olmasına
rağmen bazı amaçları çatışma halindedir ve merkez bankaları birbirleriyle çatışma
halinde olan amaçlar arasında seçim yapmak zorunda kalabilir. Örneğin, yüksek
istihdam ve fiyat istikrarı birbirleriyle kısa dönemde (uzun dönemde bu çatışma
yaşanmazken) çatışma halinde olabilen amaçlardır (Mishkin, 2004: 414). Eğer
maliyet enflasyonu söz konusu ise, yani enflasyonu başlatan etmenler hem emek
sahipleri hem de satıcılarsa böyle bir enflasyonu frenlemek için oldukça önemli bir
eksik istihdamın ve eksik kapasitenin yaratılması zorunlu olabilmektedir. Aksine,
istihdam oranının yüksek düzeyde gerçekleştirilmesine yüksek bir enflasyon oranı
eşlik edebilmektedir. Bu tezat sebebiyle öncelik fiyat istikrarına verilirse ekonomide
işsizlik artmakta, istihdama öncelik verilirse bu kez de fiyatlar yükselmektedir
(Tokel, 2011: 7).
58
Diğer bir örnek ise enflasyon ve işsizlik arasında gerçekleşebilir. Ekonomik
genişleme söz konusu olduğunda işsizlik oranı azalıyorsa hem enflasyon hem de faiz
oranları yükselmeye başlayabilir. Eğer Merkez Bankası tercihini faiz oranları
yönünde kullanır ve faiz oranlarının yükselmesini önleyici adımlar atarsa bu durum
ekonominin aşırı ısınmasına ve enflasyonu tetiklemesine sebep olur. Aksi yönde,
enflasyonu önlemek için faiz oranlarını yükseltirse kısa vadede işsizlik artar
(Mishkin, 2004: 414).
Para politikası amaçlarından bazıları birbirlerini destekleyebilir. Örneğin
nihai amaç; ekonomik büyüme ve tam istihdamı içeren milli gelirin en üst seviyeye
çıkarılması ise ve buna ek olarak fiyat istikrarının girişimcilere güven sağlayarak
ekonomik büyümeyi teşvik edeceği düşünülüyorsa bu durumda fiyat istikrarının
ekonomik büyümeye yardım edeceği düşüncesi geçerli olacaktır (Parasız, 2003: 6).
Finansal piyasaların istikrarıyla faiz oranlarının istikrarı amaçları ise birbiriyle uyum
içinde olan diğer amaçlardır (Mishkin, 2004: 414).
Yapılan çalışmalar ve ekonomi tarihi sürecindeki tecrübeler sonucunda farklı
para politikaları amaçları arasındaki en uygun amacın enflasyonun önlenmesine
yönelik adımlar olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca birçok ekonomist para politikaları
aracılığıyla
farklı
ekonomik
hedeflere
ulaşılmaya
çalışılmasının
enflasyon
(yükselmesine izin verilmesi ya da düşürülmeye çalışılması) konusunda taraf seçimi
yapılması gerektiğini savunmaktadır (Debelle vd., 1998: 1).
2.2. PARA POLİTİKASINA İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER
Para politikaları iktisadi teorilerin gelişimlerine göre değişim göstermişlerdir.
Klasik, Keynesyen ve bu görüşlerin uzantılarının para politikasına bakışlarında
zaman içerisinde görülen değişiklikler, siyasi hareketlerin para politikasını
uygulamaktan sorumlu kadroları tarafından uygulamaya da yansıtılmıştır (Akçay,
1997: 4).
2.2.1. Klasik İktisadi Teorinin Para Politikası Görüşleri
Para miktarının ekonomi üzerindeki yansımalarını inceleyen Miktar teorisi,
Milli Ekonomide fiyatlar genel düzeyini açıklayan bir işleve sahipken aynı zamanda
piyasa ekonomisinin uluslar arası ekonomik ilişkileri pürüzsüz bir şekilde koordine
59
edeceği, altın stoklarının ülkeler arasında dengeli bir şekilde bölüşülmesini
sağlayacağı ve böylece finansman krizlerine yol açmayacağı şeklindeki tezlerin
teorik temelini oluşturmuştur. O dönemlerin metal para rejimleri bu görüşlerin tutarlı
bir görünüm sergilemeleri açısından son derece elverişli bir ortam oluşturmaktadır.
Buna göre bir ülkede oluşan ticaret fazlası bu ülkeye kıymetli metal girişini
hızlandırmakta, böylece içerdeki para miktarı genişlemekte, fiyatlar genel düzeyi
artmakta ve sonuç olarak ihracat düşüp ithalat artmaktadır. Böylece kıymetli metal
çıkışı başlamakta ve bozulan dengeler yeniden kurulmaktadır. Miktar Teorisi “doğal
düzen” anlayışına destek vererek ve kamu müdahalesinin gereksizliğini vurgulayarak
ileri sürüldüğü dönemin liberal atmosferine çok iyi uyum sağlayan bir yaklaşım
olarak değerlendirilebilir. Liberal düşüncelere sağladığı bu uyum nedeniyle, Liberal
düşüncelerin hâkim olduğu dönemlerde ve nüfuz alanlarında daima belli bir ağırlığa
sahip olmuştur. Piyasa ekonomisine sıkı sıkıya bağlı olan Neo-Klasikler Miktar
Teorisi’ne yeni yorumlar getirmişler ancak genelde Miktar Teorisinin temel tezlerini
değiştirtmemişlerdir. Günümüzde piyasa ekonomisini savunan paracılar, Miktar
teorisini yeniden yorumlayarak parasal analizlerinde kullanmaktadırlar (Paya, 2002:
195).
Klasik iktisat iki temel üzerine oturtulmuştur. Bunlar “Mahreçler Kanunu”
(Say Kanunu) ve “Paranın Miktar Kuramı”dır. Mahreçler kanununa göre, her arz
kendi talebini yaratır. Yani üretilen her mal ve hizmet mutlaka talep edilecektir.
Burada varsayım gereği, kişiler elde ettikleri gelirin hepsini harcarlar. Aksi takdirde
üretilen malların bir kısmı talep edilmeyecek ve eksik istihdam sorun ortaya
çıkacaktır. Peki, ekonomik birimler elde ettikleri gelirin hepsini harcamaz ise bu teori
nasıl isleyecektir? Klasikler buna faiz kanalı ile cevap vermektedir. Yani,
harcanmayan gelir belirli bir faiz karşılığında tekrar kredi olarak müteşebbislere geri
verilecektir ve böylelikle elde edilen tüm gelirin bir şekilde harcanması
sağlanacaktır. Dolayısıyla klasiklere göre ekonomi daima tam istihdamda
bulunmaktadır. Klasik iktisat, iktisat politikası aracı olarak para politikasını
savunmaktadır. Çünkü klasiklerde ekonomiye müdahale yoktur ve dolayısıyla maliye
politikası asla kabul edilemez. Çünkü görünmez el yardımıyla ekonomi kendi
kendine tam istihdama gelecektir. Ekonomiye müdahale etmeye gerek yoktur. Onlara
60
göre, ücret ve faizler esnektir ve tam istihdamın temelini oluşturur. Klasik düşüncede
ikinci temel “Miktar Teorisi”dir. Bu teori paranın fiyatlar genel düzeyi üzerindeki
etkisini açıklamaktadır. Miktar Teorisi, MV=PT eşitliğine dayanır. Bu eşitlikte, V
(paranın dolaşım hızı) ile T işlem hacmi sabit, istikrarlı varsayılır. Bu varsayımlar
altında para arzındaki (M) bir artış etkisini aynı yönde ve oranda fiyatlar genel
düzeyi üzerine yansıyarak gösterecektir. Yani, para arzı % 50 oranında arttığında
fiyatlar genel düzeyi de % 50 oranında artacaktır. Bunun temel sebebi ekonominin
tam istihdam da olduğu varsayımıdır. Görüldüğü gibi para arzındaki bir artış üretim
üzerinde hiçbir etki yaratmadan aynı oranda fiyatlar üzerinde etki yaratmıştır.
Dolayısıyla, klasiklere göre para politikası etkisizdir ama aktif bir para politikasının
da tam istihdamın sağlanmasında ücret- fiyat mekanizmasının yükünü hafifleteceği
de belirtilmiştir. Bu da para politikasının tamamen göz ardı edilmediğini gösterir
(Gaygılı, 2007: 115).
Ekonominin tam istihdam denge noktasında olduğu, mal ve faktör
piyasalarında tam rekabet koşullarının geçerli olduğu, atıl kapasitenin olmadığı,
fiyatların esnek olduğu paranın dolanım hızının sabit olduğu gibi varsayımlar Klasik
İktisadi Düşüncenin temel varsayımlarıdır. Para miktarındaki değişmeler yoluyla
ekonomide reel sonuçlar elde edilemeyeceği, para stoku üzerinde yapılan
değişikliklerin sadece enflasyonla sonuçlanacağı ileri sürülmüştür. Ekonomideki her
unsurun “laissez-faire, laissez-passe” prensibiyle kendiliğinden dengeye geleceğine
inanılmaktadır (Sert, 2005: 12). Üretim ve istihdam uzun dönemde para politikası ile
hiçbir şekilde etkilenmediğine göre parasal kararların ancak fiyatlar ve ücretleri
etkileyebileceği, halkın satın alma gücünü değiştirmeyeceği savunulmuştur (Keyder,
2002: 304). Ekonomide istikrarsızlık doğuracağı düşüncesiyle her türlü müdahaleye
de karşı çıkılmıştır. Ekonomiyi istikrara kavuşturmanın yolunun para konusundaki
müdahalesiz politikalardan geçtiği savunulmuştur.
2.2.2. Keynesyen İktisadi Teorinin Para Politikası Görüşleri
Keynes 1936 yılında yazdığı “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” adlı
eserinde Klasik teoriyi eleştirmiş ve yeni bir teori ortaya atmıştır. Dünya Ekonomik
Buhranı’nın (1929) yaşandığı bir dönemde düşüncelerini geliştiren Keynes’e göre,
ekonominin tam istihdamda dengeye gelmesi her zaman ulaşılabilecek bir sonuç
61
değildir. Keynes, ekonomide eksik istihdam ve gayri iradi işsizliğin yaşanabileceğine
ve tam istihdama ulaşmak için devletin bir iktisat politikası olması gerektiğine
inanmaktadır. Tam istihdam durumunda, para arzındaki bir artışın sadece fiyatları
artıracağı, reel faktörleri etkilemeyeceği görüşünü benimsemektedir. Tam istihdam
durumunda Klasiklerle aynı görüşü paylaşan Keynes, analizinde ekonominin eksik
istihdam durumunda olduğunu varsaymaktadır (Bilir, 2006: 80). Keynes ile Klasikler
arasındaki temel fark, Keynes’in özellikle kısa dönemde fiyatlar ile faiz oranlarındaki
dalgalanmaların ekonomik faaliyetlerin düzeyini tam istihdam seviyesine doğru
götürmeyebileceği görüşüdür (Akçay,1997: 7).
Keynes, Klasiklerin para talebi ile ilgili düşüncelerini yetersiz bulmakta,
kişilerin parayı değer birikim aracı olarak kabul edip, spekülatif güdüyle de para
talep edebileceklerini savunmaktadır. Keynes’e göre para; muamele, ihtiyat ve
spekülasyon güdüleriyle talep edilmektedir. Likidite tercihi de denilen bu para talebi
yaklaşımında, muamele ve ihtiyat güdüsüyle para talebi gelirden etkilenirken,
spekülasyon güdüsüyle para talebi faiz oranları ile ilişkilidir. Keynesyen teoride faiz
oranları para talebini etkileyebildiği için, paranın dolanım hızı sabit değildir.
Keynes’e göre paranın dolanım hızı, bankacılık ve ticari hayatın niteliğine, sosyal
alışkanlıklara, gelir dağılımına ve elde tutulan paranın satın alma gücüne bağlıdır.
Keynesyen görüşe göre, Klasiklerin aksine para politikası yardımıyla reel ekonomiyi
etkilemek mümkündür (Keyder, 2002: 306-308; Bilir, 2006: 81).
Keynes öncesi dönemde, makro iktisat politikasının tek amacı; fiyatlar genel
düzeyi istikrarının gerçekleştirmekti ve fiyat istikrarına, o güne kadar “tek makro
politika aracı” olan, para politikası ile erişilmeye çalışılmaktaydı. Keynes’le birlikte,
makro politika için yeni bir hedef daha ortaya çıkmıştır. Bu hedef ise tam istihdam
hedefidir. Keynes’e göre, bu hedef de bazı istisnai durumlar hariç, para politikası ile
erişilebilecek bir mahiyet arz eder. Çünkü para miktarı sadece moneter büyüklükleri
değil aynı zamanda reel büyüklükleri etkileyebilen bir unsurdur. Para miktarındaki
değişmeler, Klasiklerde olduğu gibi sadece fiyatlar genel düzeyini etkilemekten
ibaret kalmayıp, toplam talep, istihdam gibi reel büyüklükleri etkileyebilecek
güçtedir (Paya, 2002: 268-269).
Keynes’e göre para politikasının etkinliği;
62
- Bir tarafından para talebinin faiz karşısındaki elastikiyeti
- Diğer tarafından yatırımların faiz değişmeleri karşısındaki duyarlılığı ile
ilgilidir.
Keynes’e göre bireyler, parayı işlem ve spekülasyon gereksinimi için
tutmaktadırlar. Bu durumda, genişleyen para arzı, faize duyarlı olan yatırımları
artırıp iktisadi canlanmayı teşvik eder. Eğer iktisadi süjeler, faizin yükseleceği
bekleyişi içinde ise; genişleyen para arzı harcamaları uyaramayacak, atıl ankeslerin
genişlemesine sebep olacaktır. Bu durumda paranın dolanım hızı düşecektir. Likidite
tuzağı diye ifade edilen bu durumun gerçekleşmesi halinde, moneter genişleme
konjonktürel canlanmaya yol açmayacaktır. Ancak likidite tuzağı, her ne kadar
Keynes tarafından belirtilmiş ise de, özel bir durum olarak düşünülmüş; dolayısıyla
para politikası etkin bir araç olarak kabul edilmiştir. Daha sonraları ise likidite
tuzağı, bir kısım Keynes’çi iktisatçılar tarafından genel hal olarak benimsenmiş, bu
nedenle maliye politikasının, para politikasından daha etkili olduğu savunulmuştur
(Paya, 2002: 269; Aziziov, 2007: 37).
Keynesyen teoride, para arzındaki değişikliğin reel sektör üzerindeki etkisi,
para talebi fonksiyonu ve yatırım talebi fonksiyonlarının faize gösterdiği duyarlılık
derecesine bağlıdır. Para talebinin faiz esnekliğinin düşük olması, para stoğundaki
bir artışın, faiz oranını önemli ölçüde düşüreceğine işaret etmektedir. Ancak, faiz
oranlarının düşebileceği bir alt nokta vardır ve bu noktadan sonra para arzında
yapılacak değişiklikler faiz oranlarını etkileyememektedir. Literatürde bu duruma
“likidite tuzağı” adı verilmektedir. Bu uç bölgede para talebinin faiz esnekliği
sonsuzdur. Keynesyen açıklamalar içinde para otoritelerinin hareket alanını
kısıtlayan faktörlerden birisi de budur (Bilir, 2006: 81).
Keynesyen model üretim düzeyinin belirlenmesinde toplam talebi oluşturan
unsurlar (tüketim, yatırım ve devlet harcamaları) üzerinde odaklanmaktadır.
Harcamalarda meydana gelen bir değişikliğin çarpan mekanizması yoluyla gelir
düzeyini
etkileyeceği,
bu
araçlarla
toplam
talepte
istenen
değişikliklerin
yapılabileceğini ileri sürülmektedir. Keynes, çarpan kavramını yatırım artışlarının
gelir üzerindeki etkisini göstermek için kullanmaktadır. Yatırım artışlarının ne
63
oranda olacağı fertlerin marjinal tüketim eğilimine bağlı olup, marjinal tüketim
eğiliminin büyüklüğü çarpanın, dolayısıyla yatırımların gelir artıcı etkisinin
büyüklüğü sonucunu doğuracaktır. Keynesyen görüşte para politikasının başarısı,
para arzının ve dolayısıyla faizlerin ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisine
bağlanmaktadır. Para arzındaki değişmenin faiz oranlarına etkisi ne kadar büyük
olursa, faiz oranlarındaki değişmelere harcamaların göstereceği esnekliğe bağlı
olarak, para politikası milli gelir üzerinde o ölçüde etkili olmaktadır (Akçay,1997: 8).
Keynes’e göre para politikasının başarılı olabilmesi için, para talebinin esnekliğinin
düşük, yatırım talebinin faiz esnekliğinin yüksek olması gerekmektedir. Keynes para
arzı ile gelir arasında dolaylı (faiz yoluyla) bir ilişki görmüş, ancak, bu ilişkinin
oldukça zayıf olduğunu savunmuştur. Keynesyen model, Klasiklerin aksine,
ekonominin eksik istihdamda da dengeye gelebileceğini ileri sürmekte, Klasiklerde
olduğu gibi, serbest fiyat sisteminde tam bir fiyat ve ücret esnekliği varsayılsa bile,
bütün üretim faktörlerinin tam istihdamını içeren uzun dönem dengesine doğru
otomatik bir eğilim içinde olamayacağını ifade etmektedir. Keynesyen kuramda, tam
istihdamın sağlanmasında maliye politikası anahtar politika kabul edilirken, para
politikasının ve bu politikanın toplam talebin kontrolünde etkisinin önemsiz olduğu,
Klasiklere benzer şekilde, ifade edilmektedir (Bilir, 2006: 82).
2.2.3. Monetarist İktisadi Teorinin Para Politikası Görüşleri
Klasik düşünce 1950’li yıllarda Milton Friedman’ın miktar kuramını yeniden
düzenlemesi ile canlandırılmıştır. Bu dönemde, gelişmeye başlayan Parasalcı görüşe
(Modern Miktar Kuramı) göre, para politikaları maliye politikasına göre çok daha
etkilidir. Para arzı, fiyatlar genel düzeyinin belirlenmesinin ötesinde kısa vadede
ekonomik faaliyetlerin baslıca belirleyicisidir. Modern parasalcı yaklaşım, Klasik
görüşü izlemekle birlikte, ekonomide eksik istihdam olabileceği, paranın üretim
miktarı üzerinde etkili olabileceği hususlarında miktar teorisine daha esnek
yaklaşmıştır. Klasik düşüncenin ilkelerini kabul etmekle birlikte, Parasalcılar miktar
kuramında yeni yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Miktar teorisinde M ile P arasındaki
ilişki yerine M ile PY arasındaki ilişkiyi incelemişler ve para arzının yalnızca fiyat
düzeyini değil, geçici bir süre için de olsa, toplam ekonomik faaliyetleri
etkileyeceğini kabul etmişlerdir. Monetaristler, ekonominin eksik istihdamda
64
olabileceğini kabul ederken, para arzındaki bir artısın, ekonomi eksik istihdamda ise
üretim hacmini artırabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak, ekonominin tam
istihdamda olması durumunda Klasik düşüncenin tamamen geçerli olacağını kabul
etmişlerdir. Monetaristlerin bu geniş yaklaşımlarına rağmen, Say Kanunu’ndan
sapmadıkları da görülmektedir. Monetaristlere göre, görünmeyen el mekanizması
ekonomiyi tam istihdama doğru yönlendirmektedir. Y’de, M’deki bir değişikliğe
bağlı olarak meydana gelecek bir artış ya da azalış geçicidir (Gül, 2006: 10).
Monetaristler, para arzındaki bir değişimin reel ekonomiyi etkileme
sürecinde, reel para dengeleri için arz ve talep üzerine yoğunlaşan bir strateji
izlemişlerdir. Eğer, karar birimlerinin elinde fazla miktarda para varsa, bu fazla
parayı
harcamalarını arttırarak (hem
mallara hem de
finansal aktiflere)
azaltacaklardır. Bu görüşe göre, bireylerin para dengeleri ile harcamaları arasında
birebir ilişkiyi sürdürme eğiliminde oldukları ve genişletici para politikalarının
bireylerin para dengelerini değiştirerek, harcamalarını arttıracağı, daraltıcı para
politikalarının ise bireylerin para dengelerini değiştirerek, harcamalarını kısacağı
varsayılmaktadır. Monetaristler, 1970’lerin en önemli iktisadi sorunları olan issizlik
ve enflasyonu, geliştirdikleri yeni miktar teorisiyle açıklamışlardır. Yeni miktar
teorisine göre, denklem M*V = P*Y(Q) şeklindedir. Bu denklemde, para arzı (M) ile
paranın dolaşım hacminin (V) çarpımı, fiyatlar genel düzeyi ile (P) reel üretim
miktarı (Y(Q)) çarpımına eşittir. Para politikasındaki değişiklik, eğer para arzının
artması yönünde olursa bu değişim ilk olarak tahvil fiyatlarının artmasına ve faizlerin
düşmesiyle karar birimlerinin para tutumu hisse senedi ve diğer tüm reel varlıklara
oranla artacaktır. Böylece marjinal getirileri dengelemek için hane halkı bu fazla
gelirlerini hisse senedi, sermaye malları ve tüketim malları satın almak için
kullanacaklar ve reel harcamalarını arttıracaklardır (Keyder, 2002: 302-306). Bu
artışın, ekonomi üzerindeki genişletici etkisi yayıldıkça gerek sermaye talebi, gerekse
fiyatlar genel düzeyi üzerinde baskı artacak ve düşen faiz oranlarının yeniden eski
düzeyine gelmesine neden olacaktır. Onlara göre, ekonomideki istikrarsızlıklar
yalnızca para arzındaki düzensiz dalgalanmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Örneğin; enflasyon, para arzındaki artışların doğrudan doğruya nominal gelirleri
65
arttırmasıyla ortaya çıkmaktadır. İşsizlik ise enflasyonun sebep olduğu bir olaydır
(Kademli, 2007: 9).
Friedman’ın para politikaları ile yaptığı açıklamalar su şekildedir (C. Aktan,
2000: 182).

Para arzındaki büyüme oranı ile nominal gelirin büyüme oranı arasında
çok kesin olmamakla birlikte bir ilişki bulunmaktadır. Çünkü para arzındaki artışların
geliri etkilemesi zaman almaktadır,

Para arzındaki artış, nominal geliri 6 ve 9 ay arasında etkiler,

Para arzındaki artış ile enflasyon arasındaki gecikme yaklaşık olarak 12-
18 ay arasında bir zaman dilimi alır,

Kısa dönemde para arzındaki bir artış ilk önce reel kesimi etkiler ve 10
ayı aşan bir sürede para arzının büyümesi fiyatları etkiler.
Monetaristlere göre enflasyonu kontrol altına almak için en etkin araç para
politikasıdır. Para arzı dışsal olarak yani, para otoritesince bağımsız olarak belirlenir.
Bu güç para otoritesince ekonominin ihtiyaç duyduğu anlarda kullanılmalıdır. Aksi
takdirde, parasal genişleme talep enflasyonuna neden olabilecektir. İşte monetaristler
tam bu noktada bu istikrarsızlığı engellemek için parasal artış kuralı önermişlerdir.
Buna göre, para otoritesi her yıl ekonomik büyüme oranına eşit düzeyde bir para arzı
artışına izin vermelidir. Eğer daha fazlasına izin verilirse fiyat istikrarsızlıklarıyla
karşılaşılacaktır. Sonuç olarak, monetaristler büyüme oranına eşit bir para arzı
artışını savunmuşlar ve devletin ekonomiye şok parasal müdahalelerden kaçınmasını
istemişlerdir (Gaygılı, 2007: 119).
2.3. PARA POLİTİKASI ARAÇLARI
Ekonomik hedefler arasında öncelik sıralaması yapılması, kamu otoritelerinin
tercih meselesidir. Ancak tercih sıralaması ne yönde ve ne şekilde olursa olsun
kullanılacak politika araçlarının seçimi de son derece önemlidir (Akdiş, 2001: 168).
Belirlenen ekonomik hedeflere ulaşmak için kullanılabilecek ekonomi
politikası araçları ise mali araçlar, parasal araçlar, dışsal araçlar, kontrol araçları ve
66
kurumsal yapı değişiklikleridir. Bu araçlar ve ilgili alt başlıkları şu şekilde
gösterilebilir (Savaş, 1982: 15; Akdiş, 2001: 168-170):
Mali Araçlar
Devlet gelirleri
Tablo 6: Ekonomi Politikası Araçları
Parasal
Kontrol
Dışsal Araçlar
Araçlar
Araçları
Doğrudan para
politikası araçları
Devlet harcamaları
Devlet borçları
Dolaylı para
politikası araçları
Kurumsal Yapı
Değişiklikleri
Döviz kuru
politikası
Dış ekonomik
Ekonomi politikası
ilişkilerin kontrolü araçlarını etkileyen
kurumsal değişmeler
Ödemeler dengesi Fiyatların kontrolü
politikası
Üretimi etkileyen
Yurtiçi ekonomik kurumsal değişmeler
Gümrük politikaları faaliyetlerin
kontrolü
Uluslararası
ekonomik ilişkileri
etkileyen kurumsal
değişmeler
Kaynak: Akdiş, 2001: 168-180.
2.3.1. Para Politikası Araçlarının Tarihi Gelişimi
Para politikası kararları tarihi süreç içinde ilk olarak metal para basılması ve
kredi verilmesine yarayan kağıtların basılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Ancak para
politikası kararlarının idari yapıyı terk ederek para otoritesi bünyesinde toplanması
1668’de Swedish Riksbank’ın ve 1694'te İngiltere Merkez Bankası’nın (Bank of
England) kurulmasıyla gerçekleşmiştir (Rodrigues, 2009: 1).
Merkez
bankacılığı
tarihinde,
1970’ler
öncesi
dönemde,
sermaye
hareketlerinin kontrol edilmesi, ekonominin genelinde kamu müdahalesinin yoğun
olması ve finansal piyasaların gelişmemesi nedeniyle genelde doğrudan para
politikası araçlarının yoğun olarak kullanıldığını görmekteyiz. Ancak, daha sonraki
dönemde liberal ekonomi anlayışının, bu çerçevede piyasa mekanizmasının
etkinliğinin artırılmasına yönelik yapısal reformlara bağlı olarak finansal piyasaların
gelişmesini, sermaye hareketlerinin artmaya başlamasına bağlı olarak da 1970’lerin
sonlarına doğru, gelişmiş ülke kredi kontrolleri, faiz oranı tavanları ve doğrudan
krediler gibi doğrudan araçları kullanmayı bırakmalarına ve açık piyasa işlemleri,
reeskont imkanı ve zorunlu karşılıklar gibi dolaylı para politikası araçlarına
yönelmelerine neden olmuş ve daha sonraki yıllarda da gelişmekte olan ülkeler bu
gelişmeleri uygulamaya başlamışlardır. 1980’ler ve 1990’larda, piyasanın çalışmasını
67
bozan birçok enstrüman ya kaldırılmış ya da azaltılmıştır. Merkez bankaları para
politikası uygulamalarında, genelde, 1985’lere kadar doğrudan düzenleyici güçlerini
kullanmaya devam etmişler; sonraki yıllarda ise dolaylı olarak Merkez Bankası
parasını ihraç eden kurum sıfatıyla piyasa koşullarını etkilemişlerdir. 1980
sonrasında finansal piyasalara doğrudan (direkt) müdahale eden para politikası
araçlarının yerine, dolaylı (endirekt) para politikası araçları ön plana çıkmıştır. 1980
sonrası uygulamalarda, gelişmiş ülkelerde piyasa mekanizmasını ön plana çıkaran
dolaylı para politikası araçlarından APİ ağırlıklı bir araç olarak kullanılırken;
gelişmekte olan ülkelerde ise finansal piyasaların gerekli olgunluğa erişememesi
(yeterli derinliğe ve genişliğe ulaşamaması) nedeniyle daha çok dolaysız para
politikası araçları ile dolaylı para politikası araçlarından zorunlu karşılıklar ve
reeskont oranları ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte, gelişmekte olan
ülkelerde de finansal piyasaların teknolojik ve yasal değişimlere bağlı olarak
gelişmeye ve serbestleşmeye başlaması, gerekli derinliğe ve genişliğe ulaşma
çabalarıyla birleşince, açık piyasa işlemleri giderek daha yoğun bir şekilde
kullanılmaya başlanmış ve önemi giderek artmıştır (Önder, 2005: 55-57).
Bir ülkedeki parasal yetki kurumunun parasal tabanı ve para çoğaltanını
etkileyerek para arzını istenilen yönde değiştirebilmesi için kullandığı tüm araçlar,
para politikası araçları olarak kabul edilebilir (Keyder, 2002: 49).
Para politikası araçlarını, doğrudan ve dolaylı para politikası araçları olarak
iki grupta sınıflandırmak mümkündür. Doğrudan ve dolaylı araçların uygulamasında
iki temel ayırım vardır (Gray ve Hoggarth, 1996: 56):
1.
Doğrudan araçlar yapılan düzenlemelerle ya fiyatları (faiz oranlarını) ya
da miktarları (kredi - mevduat) belirler veya sınırlandırırken, dolaylı para politikası
araçları ise piyasadaki arz - talep koşulları etkilenerek yürütülmektedir.
2.
Kredi tavanları biçimindeki dolaysız para politikası araçları temelde
finansal sistemde yer alan kurumların (ticari bankalar) bilançolarını etkilemeyi
amaçlarken, dolaylı para politikası araçları ise Merkez Bankası bilançosunu veya
Merkez Bankası imkanlarının fiyatlarını (faizlerini) etkilemeyi hedeflemektedir.
68
Dolayısıyla, doğrudan araçlar müdahale içerirken, dolaylı araçlar piyasa bazlı
araçlardır.
2.3.2. Doğrudan Para politikası Araçları
Doğrudan veya diğer bir söylevle dolaysız para politikası araçları, faiz
oranlarına, mevduat ve kredi miktarına müdahale ederek sınırlamalar getirmekte ve
direkt olarak finansal kurumların bilançolarını hedef almaktadır (Demirhan, 2007:
18).
Doğrudan para politikası araçları veya dolaysız para politikası araçları merkez
bankalarının para politikası uygulamalarını piyasanın inisiyatifi yerine, yasal
düzenlemeler yoluyla yerine getirmesidir. Diğer bir deyişle doğrudan kontroller,
genelde ticari bankalardaki kredi ve mevduatın fiyatının veya miktarının Merkez
Bankası tarafından doğrudan kontrol edilebilmesidir. Miktar kısıtlamalarına örnek
olarak, banka kredilerinin veya mevduatlarının artışına (büyüme hızlarına) tavanlar
konulması gösterilebilir. Faiz oranı kontrollerine örnek ise, bankanın kredi veya
mevduat oranlarına üst sınır konulması gösterilebilir. Dolayısıyla, en çok kullanılan
dolaysız para politikası araçları faiz oranları kontrolleri ve Merkez Bankası
kredilerinin bankalar için tahsis edilen tavanlarıdır (Gray ve Hoggarth, 1996: 60).
Doğrudan araçların kullanıldığı bir parasal kontrolde, kredinin dağıtımı ve
maliyeti hem keyfi hem de ekonomideki bazı sektörleri teşvik etmek gibi parasal
hedeflerle fazla ilgili olmayan nedenlerle ilişkili olabilir. Bu da rekabetin
bozulmasına yol açmaktadır (Gül, 2006: 26).
Doğrudan para politikası araçlarının avantajları aşağıdaki gibi özetlenebilir
(Güneş, 1990: 48):

Özellikle geçici krizler esnasında, Merkez Bankasının mevduat kredi
miktarının maksimum büyüklüğünü veya fiyatlarını kontrol edebilmesinin etkin bir
yolu olabilir.

Finansal piyasaların yeterince gelişmediği veya Merkez Bankasının
dolaylı para politikası araçlarını kullanmada teknik olarak yetersiz olduğu
durumlarda, direkt araçlar oldukça etkin ve yararlı bir biçimde kullanılabilir.
69
Doğrudan para politikası araçlarının dezavantajları ise aşağıdadır (Güneş,
1990: 48):

Tek tek banka kontrolleri, finansal sistem içinde yer alan herkese fayda
sağlayan rekabetçi bir yapı oluşmasını engeller. Rekabet daha etkin bir bankacılık
için, daha düşük kredi daha yüksek mevduat faiz oranlarının teklif edilmesine imkan
sağlar.

Bazı bankalar üzerinde yapılan selektif kredi kontrolleri piyasaları
bozmakta ve bu kontrollerin ekonomiye yüklediği maliyetlerde ölçülememektedir.

Direkt kontroller, yurtdışına veya denetimsiz piyasalara doğru kayışı
teşvik etmektedir. Dünya finansal sistemine entegre olmuş ve giderek açık hale gelen
bir ülkede ki firmalar ve hane halkları, yurtiçindeki engellemelerden kaçınmak için
yurtdışından borçlanmayı tercih ederler.
2.3.2.1. Faiz Oranı Kontrolleri
Merkez Bankası minimum veya maksimum mevduat ve kredi faizlerini
ve/veya bazen de ortalama mevduat ve kredi faizleri arasındaki farkı (açıklığıspread) belirleyerek çeşitli sınırlamalar koyabilirler. Bu araç günümüzün gelişmiş
ülke ekonomilerinde, etkin çalışan modern merkez bankacılığı sisteminde artık
kullanılmamaktadır. Merkez bankalarının bu aracı kullanmamasının en temel
sebepleri ise; Merkez Bankası' nın kredi piyasasını dengeye getirecek bir faiz oranını
belirlemesinin çok zor olması ve bunun yanı sıra bu piyasada dengede olmayan faiz
oranlarının ekonomiye maliyetinin çok yüksek olmasıdır. Ayrıca, bankalar
verecekleri kredinin fiyatını (maliyetini) belirleme aşamasında risk faktörlerini de
hesaba katabilecekleri bir esnekliğe ihtiyaç duymaktadırlar. Serbest piyasa
ekonomilerinde, faizlerdeki değişiklikler kredi kaynaklarına olan arz ve talebi
dengelemektedir (Leite, 1992: 150). Bu yolla farklı sektörler için farklı faiz oranları
uygulanabilmekte, teşvik edilmek istenen sektörlere verilecek kredilerin faiz oranları
daha düşük tutulabilmekte ve sonuçta kaynakların bu sektörlere aktarılması veya
diğer sektörlere kaymasının engellenmesi amaçlanmaktadır (Önder, 2005: 61).
70
2.3.2.2. Kredi Tavanları
Bir ekonomideki kredi hacminin genişlemesinin önüne geçmek için,
başvurulabilecek araçlardan birisi de kredi için bir tavan değerinin belirlenmesidir.
Buna göre; her bir bankanın toplam kredi hacmini, belli bir tarihteki kredi hacminin
üstüne çıkarmasına izin verilmemektedir (Hiç, 1994: 49). Bu para politikası aracı
TCMB tarafından sıkça başvurulan bir araç değildir.
Merkez Bankası, çeşitli ekonomik faaliyetlerle ilgili olarak ticari bankalara
verdiği kredilere bir sınırlama getirebilir. Teşvik edilmek istenen sektörler için kredi
tavanı yüksek tutulmakta ve kredilerin bu sektörlere yönelmesi amaçlanmaktadır
(Demirhan, 2007: 19). Kredi tavanı sınırlaması bankalara da uygulanabilir. Bu
tavanlar bankanın sermayesine, mevcut kredilerine, kredi alanlara ve mevduatlarına
göre belirlenir. Bu tür önlemlerle para otoriteleri ticari fonların bazı spekülatif
faaliyet ve alanlara kaymasını da önlemeyi amaçlamaktadır (Gayıbov, 2001: 21).
2.3.2.3. Disponibilite Uygulaması
1211 sayılı Merkez Bankası Kanunu’nun 40-II-a maddesine bağlı olarak,
mevduat kabul eden bankalar taahhütlerine karşılık olarak disponibl değerler
bulundurmak zorundadırlar. Disponibl değerler esas itibariyle “satılabilir varlıklar”
anlamına gelmektedir. Bu uygulama kapsamında ise nakit veya kolaylıkla nakde
çevrilebilen türdeki varlıklar bu sınıfa dahil edilmektedir (Keyder, 2002: 62).
Merkez Bankası, bankalar ve banka dışı mali aracılara belli miktarda devlet
tahvili, hazine bonosu satın alma zorunluluğu getirebilmektedir. Para otoritesi, ticari
bankaları ve banka dışı mali aracıları ellerindeki fonların belli bir oranıyla
öngördükleri tahvil ve bonoları satın almaya zorlayabilir. Eğer piyasa faiz oranları bu
gibi aktiflerin faiz oranlarından yüksekse, bu yolla normal piyasa faiz oranlarından
daha düşük bir faizle bir kısım fonlar kamu sektörüne aktarılmış olmaktadır. Merkez
bankaları ticari bankalardan ucuza sağladığı bu fonları ekonomik kalkınmada
öncelikli olan faaliyetlerin finansmanında kullanabilir (Tokel, 2011: 17-18).
71
2.3.2.4. Farklılaştırılmış Reeskont Kotaları
Merkez bankası, ticari bankalar tarafından getirilen senetlere özelliklerine
göre farklı iskonto oranları uygulayabilmektedir. Senetlerin düzenleniş amaçlarına
göre yapılan böyle farklı bir uygulama, bazı sektörlerin gelişimini teşvik ederken,
bazı sektörlerin faaliyetlerini kısıtlayabilmektedir (Pirimoğlu, 1990: 35). Örneğin;
Merkez Bankası, ticari bankalar aracılığı ile kendisine getirilen sanayici
senetlerinden madencilik kesimine ait olanlara daha düşük iskonto oranı uygulayarak
sektörün gelişmesini teşvik edebilmektedir (Bilir, 2006: 61). Faaliyetlerini sınırlamak
istediği sektörler için ise yüksek iskonto oranları uygulamaktadır. Bununla birlikte bu
tür ayrıcalıklı para politikasının olumlu sonuç verebilmesi için ticari bankaların
Merkez Bankası' na getirdikleri senet tutarlarının büyük rakamlara ulaşması
gerekmektedir (Parasız ve Bildirici, 2003: 345).
2.3.2.5. Hisse Senedi ve Tahvillerin Alımına Yönelik Kredilerin Kontrolü
Merkez Bankası tahvillerin ve hisse senetlerinin satın alınmasında bazı
senetlerin ne kadarlık kısmının peşin satın alınılacağını belirleyebilir. Bu yolla
ekonomik
birimlerin
belirlenebilmektedir.
sahip
oldukları
Yani
bazı
tasarrufları
alanlar
yöneltebilecekleri
özendirilirken,
bazı
alanlar
alanlar
kısıtlanabilmektedir (Gaygılı, 2007: 89).
2.3.2.6. Finansal Aracıların Portföylerinin Yeniden Düzenlenmesi
Merkez Bankası, ticari banka ve banka dışı mali kurumların portföyünde
bulunduracakları kıymetlerin bileşimini etkileme yoluna gidebilir. Örneğin, bu
kuruluşların satın alacakları tahvil ve pay senedi gibi menkul kıymetlerin hangi
faaliyet dallarına ait olacağını, bunların oranının veya miktarının ne kadar olacağını
belirleyebilir. Böylece, finansal kuruluşların ellerinde bulunan fonların, ekonomik
büyümeye katkıda bulunabilen sektörlere transferi sağlanabilir. Ancak böyle bir
politikanın başarılı olabilmesi, söz konusu ekonomide menkul kıymet çeşitlerinin
alışverişlerinin sınırlı olmamasına bağlıdır (Akçay, 1997: 14-15).
2.3.2.7. Tüketici ve Gayrimenkul Kredilerinin Kontrolü
Konut ve apartman dairesi de dahil olmak üzere çeşitli dayanıklı tüketim
malları arz eden firmalar uzun vadeye dayalı sözleşmelerle veya kampanyalarla mal
72
satışında bulunarak piyasada olağanüstü bir talebin ortaya çıkmasına sebep
olabilmektedirler (Bilir, 2006: 63; Parasız ve Bildirici, 2003: 345-346). Para
otoritesi, dayanıklı tüketim malları ve konut satışlarında, müşteriler tarafından
ödenecek minimum taksit miktarını, faiz oranını ve vade yapısını değiştirerek bu
mallara olan talebi kendi amaçları doğrultusunda yönlendirme imkanına kavuşur.
Enflasyon dönemlerinin yaşandığı yıllarda bu politika, tüketim talebini kısma
açısından etkin olabilir (Gaygılı, 2007: 89).
2.3.2.8. Özel Mevduatlar
Özel mevduatlar, yapılan düzenlemelerle ticari bankalara yatırılması zorunlu
tutulan birtakım paraların, Merkez Bankası' na aktarılması ile para arzının kontrolünü
sağlayan araçlardır. İngiltere Bankası geçmişte bazı mevduatların kendisine
yatırılmasını zorunlu kılmış, daha sonra bu uygulamayı Londra ve İskoç Takas
Bankaları’na ve diğer finans kurumlarına yaygınlaştırmıştır. Sistemde, İngiltere
Bankası’ndaki bu mevduatlara bir önceki haftanın hazine tahvili faiz oranı
uygulanmıştır. Ancak bu hesaplar asgari karşılık oranının hesaplanmasında dikkate
alınmamıştır. Burada amaç, açık piyasa işlemleri veya zorunlu karşılıklar yoluyla
piyasa
koşullarının
etkilenemediği
durumlarda,
piyasanın
etkilenmesinin
sağlanmasıdır (Gül, 2006: 32-32).
2.3.2.9. Moral Takviyesi ve İkna Yöntemi
Bu para politikası aracı kalitatif bir yöntemdir. Merkez Bankası, banka ve
banka dışı finansal aracıların genel olarak davranışlarını değiştirmesi için ikna
gücünü kullanır. Uygulamada Merkez Bankası, nedenlerini belirterek, mevduat
bankalarına kredilerini artırması veya kısması yönünde telkinlerde bulunur (Keyder,
2002: 90). Söz konusu politikanın yasal bir dayanağı yoktur. Merkez Bankası,
bankacıları belirli bir doğrultuda hareket etmelerinin ülke çıkarları yararına olduğu
yolunda ikna etmeye çalışır. Özellikle, Asya ülkelerinde (Singapur, Malezya gibi) bu
tür uygulamaların çok sık kullanıldığı görülmektedir. Moral takviyenin uygulanması,
bankaların aktif-pasif pozisyonlarını etkilemekte, bankalar bu çerçevede, kredilerine
tavan getirmekte, faiz oranlarını yükseltmektedir (Akçay,1997: 16).
73
2.3.2.10. Reklam ve Resmi Olmayan Öğütler
Merkez bankaları görüşlerini kamuoyu ile paylaşmak için birçok yol
kullanabilmektedir. Merkez Bankası görüşlerini basın yayın organları aracılığıyla
açıklayabileceği
gibi,
yapacağı
tavsiyelerle
firmaların
bekleyişlerini
de
etkileyebilmektedir (Parasız, 1998: 20).
2.3.3. Dolaylı Para Politikası Araçları
Dolaylı para politikası araçları piyasa mekanizmaları aracılığıyla ara parasal
hedefi etkilemektedir (Leite, 1992: 155). Diğer bir ifadeyle, dolaylı para politikası
araçları merkez bankalarının piyasalara bir aracı gibi girerek işlem yapmasını
sağlayan, inisiyatifi piyasalara bırakan araçlardır. Literatürde piyasa bazlı araçlar
olarak da tanımlanabilen dolaylı araçlar, piyasadaki katılımcıların isteğine bağlı
olarak (gönüllü) piyasa fiyatlarıyla yapılan işlemler sayesinde bankalara sağlanan
likiditeyi değiştirmektir. Bu nedenle birçok gelişmekte olan ülke makroekonomik
hedeflerine ulaşabilmek amacıyla, piyasa bazlı araçların kullanımını daha aktif bir
hale getirerek, kullandıkları parasal kontrol sistemlerini yeniden yapılandırmışlardır
(Wong, 1992: 90 ve Gül, 2006: 33).
Dolaylı araçlar, doğrudan araçların tersine, mali aracılık hizmetlerinin etkin
olarak kullanılmasını sağladığı için ve kayıt dışı finans sektörünün büyümesini teşvik
etmediğinden dolayı daha etkindir. Ayrıca, büyük oranda teknolojik gelişmelerin
bilgi ve işlem maliyetlerini düşürmesiyle yaşanan finansal yenilikler ile
liberalizasyon, bu araçların kullanımını daha fazla etkinleştirmiştir. Doğrudan
araçlar, piyasalar aracılığıyla kullanıldığından, ekonomik olarak bazı parasal
büyüklükler daha önemsiz bir hale geldiğinde bile bu araçlarla parasal koşullar
etkilenebilmektedir. Yapısal reformlarla ekonomi serbestleştirilerek ve piyasa
rekabeti sağlanarak, piyasa bazlı araçların para politikası yönetiminde ağırlığı
giderek artmıştır. Böylece, faiz oranları ve döviz kurları gibi temel fiyat göstergeleri,
para politikası içinde çok daha önemli bir hale gelmiştir (Gül, 2006: 33).
Dolaylı araçlar, para politikası uygulamalarında daha büyük bir esneklik
sağlamaktadır. Ani şoklara ve yanlış politika uygulamalarına karşı, dolaylı araçlar
kullanılarak anında değişiklik yapılabilmektedir. Özellikle, yıllık veya dönemsel
74
olarak yapılan doğrudan araçlardan kredi tavanı değişiklikleri bu tür ani ve hızlı
politika değişikliklerine olanak vermemiştir. Piyasa bazlı parasal araçlar, ticari
bankaların ve diğer finansal kuruluşların likidite pozisyonlarını değiştirmek yoluyla,
dolaylı olarak para, kredi ve faiz oranlarını etkilemektedirler (Alexander vd., 1995:
128)
Dolaylı araçların, istikrarlı ekonomik koşullara ve sürdürülebilir mali
politikalara ihtiyacı vardır. Dolaylı para politikası araçlarının etkin kullanımı için,
mali disiplinin sağlanması çok önemlidir. Bunun için hükümetin mali açıklarının
parasal finansmanına Merkez Bankası tarafından kesin bazı kısıtlamalar koymak,
yürütülen para politikası açısından çok faydalıdır. Bu tür bir program, borçlanma
enstrümanlarının genişlemesine, piyasa bazlı işlemlere ve ikincil piyasa işlemlerine
de destek vermiştir. Borç yönetimi ve para politikası hedefleri arasındaki potansiyel
çatışmaların, para politikası lehine çözümlenmesi de çok önemlidir (Gül, 2006: 34).
Bu araçların Merkez Bankası' nca etkin bir şekilde kullanılabilmesi için
finansal piyasaların yeterince gelişmiş olması, ekonomik istikrarın sağlanmış olması,
sürdürülebilir bir mali disiplin anlayışının benimsenmiş olması, kırılgan bir siyasi
yapının olmaması gibi unsurların ilgili ülkede mevcut olması gerekir. Böyle bir
ekonomik ortamın sağlanması durumunda dolaylı para politikasının bazı avantajları
olmaktadır. Bu avantajlar şu şekilde sıralanabilir (Gaygılı, 2007: 90):

Mali aracılık hizmetlerinin etkin olarak kullanılmasını sağlar.

Para politikası uygulamalarında esneklik sağlar.

Finansal piyasaların gelişimine katkıda bulunur.

Siyasi baskıların azalmasını sağlar.

Finansal tasarrufların artmasıyla birlikte yatırımların etkinliğini de

Merkez Bankası bu araçları kullanarak parasal tabanı daha kolay
arttırır.
etkileme şansına sahip olur.
75
2.3.3.1. Açık Piyasa İşlemleri
Ekonomik ve politik amaçlara ulaşabilmek için merkez bankalarının ellerinde
bulunan ve para politikasının en etkin araçlarından olan açık piyasa işlemleri, en
geniş anlamıyla, hazine bonosu ve devlet tahvili gibi finansal araçların, açık piyasada
Merkez Bankası tarafından ya birincil ya da ikincil piyasada alınması veya satılması
ile bankacılık sisteminin toplam rezervlerini daraltmak veya genişletmek suretiyle
ülkenin para arzını etkileyebilmek olarak tanımlanabilir (Önder, 2005: 70). Dar
anlamda açık piyasa işlemleri ise devlete ait kıymetli kağıtların Merkez Bankası
tarafından alınıp satılmasını ifade etmektedir.
Açık piyasa işlemleri, para arzını ve ekonominin likiditesini düzenlemek
amacıyla, Merkez Bankası' nın piyasada mevcut olan tahvilleri (senetleri) alıp
satması yoluyla gerçekleşir. Merkez Bankası piyasadaki para arzını açık piyasa
işlemleri yoluyla arttırmak istediğinde, piyasadan açık piyasa alımlarında bulunur.
Bu alımlar nakit rezervlerini ve ödünç verilebilecek fon miktarlarını arttırır ve
Merkez Bankası bu şekilde piyasaya para çıkarmış olur. Tersi durumda, piyasada ki
para arzını düşürmek istediğinde ise portföyündeki senet veya tahvillerin bir kısmını
satışa çıkarır. Bu satışlar bankaların nakit rezervi ve ödünç verilebilir fonlarını,
dolayısı ile de ekonomideki kredi arzını daraltır ve Merkez Bankası bu şekilde
piyasadan para çekmiş olur (Keyder, 2002: 76).
Açık piyasa da yapılan bu işlemler ya menkul değerlerin alınıp satılmasını
içeren kesin alım- satım ya da repo- ters repo işlemleri gibi geçici işlemler ile
gerçekleştirilir. Repo (Repurchase Agreement), menkul değerlerin gelecekte belirli
bir tarihte belirli bir fiyattan ilk satıcısı tarafından geri alınması vaadi ile satılmasını
ifade etmektedir. Satıcı açısından repo işlemi, alıcı açısından ters repoyu ifade
etmektedir. Merkez Bankası piyasadaki likiditenin fazla olduğu dönemde açık piyasa
satışı veya repo yaparak piyasadan geçici süreli rezerv çekmektedir. Likidite sıkıntısı
olan dönemlerde ise açık piyasa alışı ya da ters repo ile mevduat kurumlarına geçici
rezerv pompalamaktadır (Keyder, 2002: 76). Repo ve ters repo işlemleri, doğrudan
alım ve doğrudan satım işlemleriyle kıyaslandığında, özellikle sermaye girişlerinin
ya da çıkışlarının olduğu dönemlerde piyasadaki likiditeyi dengelemek (düzenlemek)
amacıyla çok sık kullanılmaktadır (Önder, 2005: 74).
76
Açık piyasa işlemleri defansif (savunmaya yönelik) ve ofansif (dinamik)
olmak üzere iki amaçla kullanılabilmektedir. Defansif işlemler, Merkez Bankası' nın
parasal tabanda meydana gelebilecek değişimlere karşı sadece savunma amacıyla
yaptığı dengeleyici işlemlerdir. Dinamik işlemler ise, Merkez Bankası bir dengesizlik
ya da tehdit olmaksızın parasal tabanı değiştirmeye yönelik işlemleridir (Parasız,
2005: 349).
Açık piyasa işlemleri para politikasının yürütülmesinde iki şekilde
uygulanabilir. Bunlardan ilki; belirlenmiş bir rezerv miktarını hedefleyerek ve
rezervlerin fiyatının yani faiz oranlarının serbestçe dalgalanmasına izin vererek
uygulanan Aktif uygulama (likidite (rezervler) kullanılır), diğeri ise belirli bir faiz
oranını (fiyatı) hedefleyerek, rezerv miktarının dalgalanmasına izin vererek
uygulanan Pasif uygulamadır (faiz oranlarını kullanılır). Aktif açık piyasa işlemleri
uygulamasında operasyonel hedef olarak kullanılan likidite, açık piyasa işlemlerinin
yokluğunda tahmini olarak sağlanacak likidite tutarı için hedef kıyaslanır. Eğer
hedeflenen rezerv tutarı tahmin edilenden büyük ise eksik likidite tutarı sağlanır ya
da eğer hedeflenen likidite tutarı tahmin edilenden küçük ise fazla rezerv miktarı
çekilir. Pasif açık piyasa işlemleri uygulamasında operasyonel hedef olarak
kullanılan faiz oranları hedefinde ise, likiditenin çekilmesi veya eklenmesi
hedeflenen faiz oranıyla yapılmaktadır (Önder, 2005: 74-75). Merkez Bankası' nın
piyasadan senet almaya başlaması, senetlerin fiyatının yükselmesine neden olur.
Oysa senetlerin getirdiği gelir sabit olduğundan, senet fiyatlarının yükselmesi, faiz
oranının düşmesi demektir. Tersi durumda ise faiz oranı yükselir.
Açık piyasa işlemlerinin ekonomi üzerinde temelde iki etkisi bulunmaktadır.
Bunlar (Parasız, 2005: 349-350):
- Miktar etkisi; Merkez Bankası, para piyasasında kişilerden ve bankalardan
senet alım satımı yaparak bankaların likiditelerini arttırıcı ya da azaltıcı yönde
etkiler. Bankaların rezerv paralarındaki değişiklik dolayısı ile bankaların kredi
dağıtma politikalarını etkiler. Yani açık piyasa işlemlerinin miktar etkisi, önce banka
likiditesinin daha sonra da kredi çarpanı yoluyla para arzının etkilenmesidir.
77
- Fiyat etkisi; Açık piyasa işlemleriyle Merkez Bankası para piyasasına
bazen senet satıcısı bazen de senet alıcısı olarak girerek piyasada oluşmuş denge
fiyatını değiştirmektedir. Eğer Merkez Bankası senet satarsa senedin değeri düşecek
ve bu da faiz oranlarını yükseltecektir. Tersi durumda yani senet satın almasında ise
senedin değeri yükselecek ve bu da faiz oranlarını düşürücü etki yapacaktır. Bilindiği
gibi bir senedin piyasa değeriyle getirisi yani faiz oranı arasında ters bir ilişki vardır.
Açık piyasa işlemlerinin avantajları şu şekilde sıralanabilir (Aziziov, 2007:
16-17);
- Açık piyasa işlemleri merkez bankalarının inisiyatifi ile yürütülür. Bu
sayede merkez bankaları açık piyasa işlemleri aracılığı ile piyasa işlem hacminin
tamamını denetiminde tutabilir.
- Açık piyasa işlemleri hem para hem de sermaye piyasalarında
gerçekleştirebilir. Çünkü bu işlemler, kısa vadeli menkul değerlerin alınıp satılması
suretiyle para piyasalarında yürütülebileceği gibi, tahvil alış-satış faaliyetleri ile
sermaye piyasalarında da yürütülebilir.
- Açık piyasa işlemleri esnek bir özelliğe sahip olduğu gibi net sonuçların
elde edilmesini de sağlar. Bu işlemleri değişik boyutlarda uygulamak olasıdır.
Ekonominin rezerv gereksinimleri doğrultusunda işlem hacmi ve süresi ayarlanabilir.
- Sürekli olarak kullanılabilir. Bu şekilde Merkez Bankası edindiği bilgiler
çerçevesinde parasal tabanı sürekli olarak ayarlayabilir.
- Açık piyasa işlemlerini kolaylıkla uygulamak mümkündür. Bu işlemlerin
gerçekleştirilmesinde yönetsel gecikme sorunu söz konusu değildir.
-
Açık
piyasa
işlemleri
kolaylıkla
değiştirilebilir.
Bu
işlemlerin
yürütülmesinde bir hata yapıldığında derhal geri dönme şansı vardır. Örneğin,
Merkez Bankası büyük boyutlarda gerçekleştirdiği açık piyasa işlemleri nedeniyle
aşırı bir parasal şişkinliğe neden olursa, hemen satış işlemlerini gerçekleştirerek bu
sorunu giderebilir.
78
- Parasal tabanının kontrolü için merkez bankaları istedikleri kadar tahvil
alıp-satabilirler ve çok küçük alım satımlarla parasal taban üzerinden küçük
ayarlamaları da gerçekleştirebilirler.
Açık piyasa işlemlerinin en önemli ve tek sakıncalı yönü, bu işlemlerin ilk
etkisinin, sermaye piyasası işlemlerinin yoğunlaştığı bölgelerde olmasıdır. Yani
sermaye piyasalarının kurumsallaşmamış ve tabana yayılmamış olduğu ülke
ekonomilerinde açık piyasa işlemleri, kendisinden beklenen etkinliği tam olarak hızlı
bir şekilde gösteremez ve işlemin etkisinin tüm ülkeye yayılması zaman alır.
Bununla birlikte, özellikle mevduat sertifikaları vb. bazı fon araçlarının gelişmesi bu
süreci hızlandırmaktadır (Parasız, 2005: 350). Ayrıca açık piyasa işlemleri
yapabilmek için Merkez Bankasının likidite tahmini ve piyasa analizleri için gerekli
imkanları olmalı ve sağlıksız bankacılık sistemi, sığ piyasalar, uygun olmayan
finansal araçların ve bilgi eksikliğinin de azaltılması gereklidir
Açık
piyasa
işlemleri
uygulama
yöntemleri
açısından
çeşitlilik
göstermektedir. Bu işlemlerin çeşitlerini aşağıda ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.
2.3.3.1.1. Doğrudan Alım İşlemleri
Merkez Bankası, likiditenin kalıcı olarak istenilen düzeylerden az olacağına
inanıyorsa, eksik olan likiditeyi sağlama amacıyla bankalardan ya da aracı
kurumlardan kıymet alır ve karşılığında kıymet aldığı kurumlara nakit aktarır. Yani
piyasada kalıcı likidite sıkışıklığı söz konusu ise piyasaya kalıcı likidite verilmesi
durumu doğrudan alım işlemlerini tanımlamaktadır. Açık piyasa işlemleri
portföyüne, piyasadan alınacak devlet iç borçlanma senetlerinin vadeleri, eski
kanunda işlem valörü itibariyle bir yıldan kısa vadeli olması gerekirken; yeni
düzenlenen kanunla, artık böyle bir vade sınırlaması ortadan kalkmıştır. Çağdaş
merkez bankacılığı ilkeleri merkez bankalarının birincil piyasadan (KamudanHazineden) kıymet almasına imkan vermemektedir. Doğrudan alım işlemi
sonucunda, bankalar kalıcı olarak ekonominin ihtiyaç duyduğu likiditeye
kavuşurken, faizlerin enflasyon hedefi ile tutarlı düzeylerde kalması sağlanmış olur.
Böylece bankaların ya da aracı kurumların toplam rezervleri arttırılır (Önder, 2005:
71).
79
2.3.3.1.2. Doğrudan Satım İşlemleri
Merkez Bankası, piyasadaki likiditenin sürekli olarak fazla olacağına
inanıyorsa, enflasyonist baskıyı kırmak ve söz konusu fazla likiditeyi çekmek için,
açık piyasa işlemleri portföyündeki kıymetleri banka ya da aracı kurumlara satar ve
karşılığında bankalar, ellerindeki fazla likiditeyi Merkez Bankası' na kalıcı olarak
devrederler. Doğrudan satım işleminin bilançoya etkisi alım işleminin olduğu
kalemlerde yaşanan azalışla kendini gösterir. Aktifte kamuya açılan nakit krediler ve
pasifte de emisyon veya bankalar mevduatı azalır. Yani doğrudan satım işlemleri ile
bankaların toplam rezervleri azaltılmış olur (Gül, 2006: 36).
2.3.3.1.3. Repo İşlemleri
Devlet tahvilleri, hazine bonoları gibi kısa dönemli bir menkul kıymetin belli
bir dönem sonunda ilk satıcısı tarafından geri alınmasını öngören bir satış
işlemidir. Repo işlemlerinde Merkez Bankası, banka ya da aracı kurumlara elinde
bulundurduğu menkul kıymetleri belirli bir süre için belirli bir fiyattan geri almak
vaadiyle satar ve bu kurumlardan Merkez Bankasına nakit aktarılır. Buradaki
öncelik yüksek fiyat teklif eden kurumdan, düşük fiyat teklif eden kuruma doğru
sıralanmaktadır.
Repo;
ikincil
piyasanın
tam
anlamıyla
gelişimini
tamamlayamadığı dönemlerde de kullanılabilmekte, menkul kıymetler piyasasını
bozmamakta, oldukça güvenli, esnek ve otomatik tersine çevrilebilen ve ayrıca
kısa dönemde geçici bir etki gösteren çok kullanışlı bir para politikası aracıdır
(Önder, 2005: 72).
2.3.3.1.4. Ters Repo İşlemleri
Yine devlet iç borçlanma senetleri aracılığı ile yapılan ters repo ve repo
işlemlerinde ayırıcı nokta geçici olmalarıdır, yani kısa vadelidir. Ters repo işlemi geri
alım vaadi sunulan bir menkul kıymetin belli bir tarihte, belli bir faiz oranıyla satın
alınmasını ifade eder. Satıcı açısından repo neyse alıcı açısından da ters repo (reverse
repo) odur. Başka bir ifadeyle repoyu yapan taraf geçici süreyle nakit para ödünç
alan, menkul kıymeti temin eden, vade sonunda belli bir faiz vererek sattığı menkul
kıymeti geri alan taraf olurken, aynı işlemde ters repo yapan taraf ise tam tersi
şekilde geçici bir süreyle nakit para temin eden, menkul kıymeti alan, vadesi dolan
80
işlem sonunda ise belli bir faiz karşılığında satın aldığı menkul kıymeti geri iade
eden taraftır. Merkez bankası açısından reverse repo işlemi Açık Piyasa İşlemleri
çerçevesinde, piyasadan, işlem vadesi süresince, verilen kıymetler karşılığında geçici
olarak para çekilmesini ifade eder. (Gül, 2006: 38).
2.3.3.1.5. Depo (Mevduat) Alımı ve Satımı
Bu tür işlemler bir nevi bankalar arası mevduat işlemleri olup, asıl olarak
merkez bankalarının “likiditenin son merci” işlevleri gereği kullanılır. Merkez
bankaları para politikası uygulamasında önemli bir işleve sahip olan depo alım/satım
işlemleri çerçevesinde önceden ilan ettikleri faiz oranlarından işlem yaparak gecelik
vadede para piyasası faiz oranlarının belirli bir bant içinde oluşmasını
hedeflemektedirler. Bu çerçevede, merkez bankaları, gecelik vadede para piyasasında
faizler üst sınıra çıktığında, açık piyasa işlemleri çerçevesinde bankalara teminat
karşılığı, likidite vererek, faizler çok düştüğünde ise bankalardan mevduat alarak
faizlerin aşırı dalgalanmasının önüne geçmeye çalışırlar (Önder, 2005: 72 ).
2.3.3.1.6. Merkez Bankası Likidite Senedi İhraçları
Merkez bankaları, likidite fazlasını doğrudan kendi ihraç edecekleri kısa
vadeli “likidite senetleri” ile de çekebilirler. Likidite fazlalığı yaşayan ülkelerde bu
tür senetler aktif bir açık piyasa işlemi aracı olarak kullanılmaktadır. Likidite
senetleri ikincil piyasada da alınıp satılabilen bir araç olup, merkez bankaları gerekli
görmeleri halinde likidite senetlerini geri satın alabilmektedirler (TCMB, 2012b: 2).
2.3.3.2. Reeskont İşlemleri
Bir senedin vadesinden önce nakde çevrilmesi işlemine, senedin iskonto
edilmesi denmektedir. Halk arasında senet kırdırma olarak da bilinen iskonto
işleminde, senedin üzerinde yazılı değer, belli bir faiz oranı ile iskonto edildiği
gündeki değere çekilir. Bu da, senedin üzerinde yazılı değerinden bir indirim
yapılması anlamına gelmektedir. Kişi veya işletmeler nakde sıkıştıklarında senet
iskontosu yoluyla, ya senetlerini satarak ya da teminat olarak vererek, bankalardan
kredi almaktadırlar (Esen, 2007: 35).
81
Reeskont işlemi ise, tekrar iskonto anlamı taşımakta olup, bankalar tarafından
iskonto edilmiş ya da banka portföyünde bulunan bir senedin, Merkez Bankası' nca
iskonto edilmesidir. Bu yolla bankalar ellerindeki bu senetleri, vadeleri dolmadan
Merkez Bankası' na kırdırarak rezerv ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Reeskont
işlemlerinin en temel amacı, merkez bankalarının finansal sistem için son ödünç
verme kaynağı fonksiyonunu yerine getirmesidir. Bu uygulamada bankalar, Merkez
Bankası' nca belirlenen genelde kısa vadeli senetleri, Merkez Bankası' nın belirlediği
faiz oranlarından iskonto ettirerek ihtiyacı olan likiditeyi elde ederler ve ekonomide
ortaya çıkması olası panik havasını da yatıştırmaya çalışırlar (Kaytancı, 2005: 8).
Reeskont oranı Merkez Bankası için piyasalara yön vermek için kullanılan
araçlardan birisidir. Reeskont oranı yükseldiğinde kredi hacminin daralması gerekir.
Bu etkisinden dolayı enflasyonist dönemlerde merkez bankaları reeskont oranını
arttırarak piyasada denge sağlayıcı bir işlem uygularlar. Merkez bankalarının
reeskont oranlarını yükseltmeleri, bankaların borçlanma maliyetlerini arttıracak,
dolayısıyla da verdikleri kredilerde uyguladıkları faiz oranlarını yükseltmelerine
neden olacaktır. Faiz oranlarının
yükselmesi ise
bankalardan
borç almak
isteyenlerin kararlarını etkileyecek ve bu da kredi hacmini kısacaktır. Bu şekilde
ekonomideki yaratılan bilinçli daralma ile para hacmi dengesi sağlanacaktır.
Reeskont oranları indirildiğinde ise kredi hacminin de genişlemesi beklenir. Bu
nedenle merkez bankaları deflasyonist dönemlerde reeskont oranını düşürerek
piyasadaki para hacmini dengede tutmaya çalışırlar (Aziziov, 2007: 17- 18).
İlk kez 1839 yılında İngiltere bankası tarafından kullanılan Reeskont
politikası ise Merkez Bankası' nın ticari senetleri reeskonta kabul etmek için
bankalara ileri sürdüğü koşulların tümü olarak tanımlanabilir. Bu koşullar, Merkez
Bankası' nın uygulayacağı reeskont oranını ve reeskonta kabul edeceği ticari
senetlerin belirlenmesini kapsamaktadır (Esen, 2007: 36). Bu açıdan bakıldığında
reeskont politikasının etkinliği bankaların Merkez Bankası' ndan bu yol ile edindikleri
kredi hacmine bağlıdır. Yani reeskont politikasının etkin ve etkili olabilmesi için
bankaların bu yol ile edindikleri kredi miktarının yüksek olması gerekmektedir.
Reeskont politikaları temelde iki şekilde gerçekleştirilir. Bunlar reeskont
kredileri ve avanslardır. Reeskont kredileri işleminde Merkez Bankası en son likidite
82
kaynağı konumundadır (lender of the last resort). Bu işlemler ticari bankaların,
ellerinde vadesi dolmamış iskonto edilmiş senetleri Merkez Bankası' na getirerek
iskonto ettirmesi ile gerçekleşir. Böyle bir durumda Merkez Bankası' nca uygulanan
reeskont oranı piyasa faiz oranının üzerindedir ve doğal olarak bankalar Merkez
Bankası' na en son çare olarak bakarlar. Senetlerin iskonto edilmesinde Merkez
Bankası' nın cari faiz oranları uygulanmaktadır. Avans uygulamasında ise iskonto
işlemi yapılmadan belirli bir faiz oranı üzerinden bankalara kredi sağlanmaktadır.
Maddi bir varlığın rehin ve ipoteği karşılığında avans verilmektedir. Yani bu
durumda merkez bankaları ilk likidite kaynağı pozisyonundadır (lender of the first
resort) ve bu durumda reeskont oranı piyasa faiz oranının altındadır. Böyle bir
durumda bankalar likidite ihtiyaçlarını karşılamak için ilk olarak Merkez Bankası' na
başvururlar (Demirhan, 2007: 15).
Bankacılık sistemine sağlanan reeskont kredileri üç temel amaç için
kullanılmaktadır. Bu amaçlar (Önder, 2005: 81):
1. Mali açıdan güç durumdaki bankalara yardım etmek,
2. Para ve kredi koşullarını kontrol etmek,
3. Selektif kredi politikalarını etkilemektir.
Güç durumdaki bankalara yardım etmek, Merkez Bankası' nın son başvuru
kaynağı fonksiyonuna tekabül etmektedir. Eğer Merkez Bankası' nın bu yardımı ucuz
ve limitsiz ise, finansal kuruluşlar bu imkanı piyasa fonlarına tercih edebilirler. Bu da
parasal genişlemeye ve tasarrufların etkin olmayan bir biçimde dağılmasına yol
açmaktadır. Eğer Merkez Bankası' nın bu yardımı çok pahalı veya sınırlı ise, bu
durumda ekonomik ve finansal istikrarı tehlikeye sokabilir. İkinci görevde ise,
genelde reeskont oranını değiştirmek yoluyla, bankaların bu kaynaktan ödünç alma
isteklerini azaltmakta veya arttırmaktadır. Böylece reeskont oranı değişikliği, hem
piyasa koşullarını değiştirmek hem de Merkez Bankası' ndan borçlanma maliyetini
değiştirmenin etkisini destekleyerek, bir duyuru etkisine sahiptir. Üçüncü görevde
ise, Merkez Bankası, düşük faizli Merkez Bankası kaynaklarını, reeskont kredisi
şeklinde, teşviki öngörülen sektörlere yönelik kullandırabilmektedir (Bilir, 2006:
57).
83
Reeskont politikasının temel piyasa etkilerini ise dört başlık altında
toplayabiliriz. Bunlar,
· Piyasada borçlanma maliyetini etkileyerek maliyet etkisi,
· Değişmenin yönüne bağlı olarak piyasada farklı fon kaynaklarına yönelme
ya da daha fazla kredi kullanılmasına neden olarak ikame etkisi,
· Değişikliğin para politikasında bir değişiklik olacağına yönelik bir sinyal
olarak algılanmasıyla beyan etkisi,
· Para politikasında reeskont oranındaki değişmeden sonra yapılan değişiklik
ve bu değişikliğin algılanmasına bağlı olarak da politika etkisi yaratır.
Reeskont faiz oranlarında yapılacak değişiklikler, piyasa faiz oranları
üzerinde de değişikliklere neden olmaktadır. Faiz oranı, kredinin fiyatı olduğundan,
reeskont faiz oranındaki değişimler yoluyla piyasa faizleri ve kredi arz-talebi de
etkilenmektedir. Sonuç olarak, Merkez Bankası bankaların kaynaklarını, dolayısı ile
verebilecekleri kredi hacmini daraltmak istediğinde reeskont oranlarını yükselterek;
bankaların kaynaklarını ve dolayısı ile verebilecekleri kredi hacmini arttırmak
istediğinde ise reeskont oranlarını düşürerek, hem piyasadaki para stokunu hem de
faiz oranlarını etkileyebilmektedir (Gaygılı, 2007: 94).
2.3.3.3. Zorunlu Karşılık Oranları
Merkez bankaları yasaların kendilerine verdiği yetki ile bankaları, minimum
miktarda rezervi, nakit olarak kasalarında veya mevduat olarak Merkez Bankası' nda
açılan bloke edilmiş hesaplarda tutmaya zorlayabilirler. Zorunlu olarak tutulan bu
minimum rezerv miktarı, genellikle, halkın bankalarda tutmuş olduğu çeşitli
türlerdeki mevduatın belirli bir yüzdesi olarak ifade edilmektedir. Merkez Bankası
tarafından
belirlenen
bu
minimum
yüzde
zorunlu
rezerv
oranı
olarak
adlandırılmaktadır (Kaytancı, 2005: 9).
Zorunlu rezerv oranındaki bir değişiklik ekonomideki toplam rezervlerin
miktarını
değiştirmez.
Merkez
Bankası
açık
piyasa
işlemleri
aracılığıyla
borçlanılmamış rezervleri, reeskont penceresi politikasıyla da borçlanılmış rezerv
miktarını belirler. Bu yüzden, zorunlu rezerv oranındaki değişiklik parasal taban
84
düzeyini etkilemez. Zorunlu rezerv oranında meydana gelecek değişmeler para
çarpanı üzerinde etkili olacak ve para çarpanındaki değişiklik de para arzını
etkileyecektir. Zorunlu karşılık oranlarının değiştirilmesi, bankaların ödünç
verebilecekleri fonların miktarlarını etkilemeyi amaçlayan ve fazla likiditenin
sterilizasyonu için kullanılan bir para politikası aracıdır. Merkez Bankası zorunlu
karşılık oranını yükselterek, bankaların kredi verme imkanlarını daraltmakta ve
Merkez Bankası nezdinde daha büyük miktarlarda hesap tutmaya zorlamaktadır
(Önder, 2005: 86).
Zorunlu karşılıklar politikasının etkilerini söyle sıralayabiliriz (Parasız, 2005:
353);
- Zorunlu karşılık oranının değiştirilmesi tüm banka sistemini etkiler ve bu da
bazı sakıncalı yönler içerebilir. Şöyle ki, eğer kaydi para yaratımı birkaç büyük
bankanın kontrolü altındaysa ve iş hacminin yoğun olmadığı küçük yörelerde para
darlığı çekiliyorsa, karşılık oranlarının yükseltilmesi, buralardaki yerel bankaların
zaten kıt olan para yaratma olanaklarını daha da kısıtlar.
- Para piyasasında çalışan ve zorunlu karşılık ayırma yükümlülüğü olmayan
banka dışı mali aracılar, zorunlu karşılık arttırmalarından etkilenmeyecekleri için, bu
karşılık oranlarının artırımı durumunda karşısında imtiyazlı duruma geçerler.
- Zorunlu karşılıklar politikası, esnek bir politika aracı değildir. Yani zorunlu
karşılık oranında yapılan değiştirmelerle küçük ölçekli para ayarlamaları yapılamaz.
Çünkü karşılık oranlarında yapılacak küçük bir değişikliğin para stoku üzerindeki
etkisi büyük olabilir.
- Zorunlu karşılık oranının arttırılması, ellerinde aşırı rezerv (parasal taban)
bulunmayan bazı bankaları, portföylerindeki kıymetli evrakları satma durumuyla
karşı karşıya bırakabilir. Bu duruma karşılık oranlarının fiyat etkisi demek de
mümkündür.
- Zorunlu karşılıkların yükselmesi durumunda bankaların ek karşılık sağlama
işlemleri, belli bir zaman alabilir ve bu gecikme beklenen etkinin daha sonra ortaya
çıkmasına neden olabilir. Bu durumda ise karşılık oranlarının maliyet etkisi ortaya
çıkmaktadır.
85
Zorunlu karşılık oranları uygulaması, bankaların mevduatlarında oluşacak ani
ve aşırı çekilişlere karşı bir yandan mevduat sahiplerinin sisteme olan güvenini
artırırken diğer taraftan para arzını kontrolde önemli bir araç olmuştur. Başlangıçta
bankalara aşırı mevduat çekilişlerinde likidite sağlamak amacıyla geliştirilen zorunlu
karşılıklar, zaman içerisinde bu işlevinin yanı sıra, özellikle para arzını kontrol aracı
olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak zorunlu karşılık oranlarının para arzını
ayarlamak dışında da amaçları bulunmaktadır. Bunlar ise bankacılık sisteminin kredi
ve vade riskini azaltmak, kamu sektörüne fon sağlamak, sektörel kredi dağılımını
etkilemek gibi amaçlardan oluşmaktadır. Ayrıca merkez bankaları söz konusu
karşılıklara faiz vermemek ya da piyasa faizlerinin altında faiz vermek suretiyle bir
gelir elde etmektedir. Böylece zorunlu karşılıkların gelir yaratan bir fonksiyonu da
ortaya çıkmaktadır (Bilir, 2006: 58).
Zorunlu karşılık oranları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklı
amaçlarda ve farklı özelliklerde kullanılmasına rağmen, genel kabul görmüş beş
temel fonksiyona sahiptir. Bunlar (Gül, 2006: 44):
1. Bankacılık sisteminin riskinin azaltılması,
2. Para arzını ayarlamak (monetary control function),
3. Kısa vadeli faiz oranlarının istikrarına yardımcı olmak (interest rate buffer
function),
4. Likidite yönetimini kolaylaştırmak (liquidity management function),
5. Senyoraj geliri elde etmektir (seigniorage income function).
1. Bankacılık Sisteminin Riskinin Azaltılması
Bankacılık kesiminin vade ve kredi riskini azaltmak amacıyla, varlıklarının
belirli bir oranının risksiz ve likit olarak tutulmasının sağlanması önemlidir. Böylece,
bankaların ani ve aşırı mevduat çekilişlerinin bir kısmını kendi kaynakları ile
karşılayabilmeleri sağlanmakta, kredi riskleri azaltılmaktadır. Bu şekilde mudilerin
korunması ve finansal sisteme olan güvenlerinin arttırılması amaçlanmaktadır. Ancak
günümüzde bankacılık sistemindeki risklerin denetimi için etkili önlemler alınarak
86
merkez bankalarının bünyeleri dışında kuruluşlar da oluşturulduğu için bu amaç
önemini kaybederek yerini para arzı kontrolüne bırakmıştır (Önder, 2005: 88).
2. Para Arzını Ayarlamak
Zorunlu karşılık oranlarının para arzının kontrol edilmesi amacıyla
kullanılması, para arzının para çarpanı ile belirlendiği varsayımına dayanmaktadır ve
bu varsayım, Merkez Bankası' nın sunduğu rezerv miktarındaki değişim ile para
arzındaki değişim arasında köprü görevini para çarpanının kurduğu esasına
dayanmaktadır. Zorunlu karşılık oranı ise köprü görevini üstlenen para çarpanı
büyüklüğünün belirlenmesindeki en önemli unsurdur. Para çarpanının büyüklüğü ise
para stokunun belirlenmesinde en önemli faktördür. Zorunlu karşılık oranlarının para
arzını etkileyebilmesi için, bankaların atıl rezervlerini minimum düzeyde tuttukları
ve zorunlu karşılık oranının tek bir oran olarak uygulandığı varsayılmaktadır. Fakat
para çoğaltanının doğru olarak tahmin edilebilmesi için çoğaltanın bileşenlerinin
zaman içinde istikrar göstermesi gerekmektedir. Bu şartların sağlanması durumunda,
merkez bankaları para arzı üzerinde etkin bir hakimiyete sahip olabilmektedir (Gül,
2006: 45).
3. Kısa Vadeli Faiz Oranlarının İstikrarına Yardımcı Olmak
Likidite koşullarının değişmesine paralel olarak gecelik faiz oranlarının
istikrarlı bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunan zorunlu karşılıkların, gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerin faiz fonksiyonu açısından iki benzer özelliği vardır.
Bunlardan ilki, karşılıkların ortalama olarak (haftalık veya aylık) tutturulması
zorunluluğudur (averaging). Çünkü bu yolla bankalar karşılık ayırma süresince
likidite koşullarındaki kısa vadeli veya dönemsel değişimleri, merkez bankaları
nezdinde ayırmış oldukları zorunlu karşılıkların bir kısmıyla karşılamaktadırlar. Bu
nedenle daha yüksek zorunlu karşılık dengeleri karşılık ayırma süresi içerisinde
günübirlik esnekliği yükselttiği için, bankaların rezerv taleplerini daha istikrarlı hale
getirmektedir. Buna karşın daha düşük zorunlu karşılıklar; açık kredi (banka
hesabından fazla para çekme) riskinin arttığı ve karşılık ayırma süresinin sonlarına
doğru beklenmedik rezerv çıkışları için sığ bir piyasadan fon bulma ihtiyacı doğduğu
durumlarda bankaların rezerv yönetimi güçleşmektedir. Fakat birçok Merkez
87
Bankası, bankaların günlük rezerv tutarlarının ortalama rezerv tutarından sapmasını
belirli bir derecede sınırlamaktadır. İkinci benzer özellik ise karşılıkların hesaplanma
ve tutturulma süresiyle ilgilidir. Karşılıkların hesaplanma ve ayrılma süresi
(maintenance period) arasında zaman farkı olduğunda daha etkin çalışmaktadır.
Çünkü bu durumda bankalar ve Merkez Bankası tutulması gereken karşılık tutarını
doğru olarak hesaplayabilmektedirler (Önder, 2005: 88-89).
4. Likidite Yönetimini Kolaylaştırmak
Zorunlu karşılıklar, Merkez Bankası rezervlerine olan talebin temel
belirleyicisi olduğu için, otonom faktörler yoluyla yaratılan likidite söz konusu
karşılıkların ayarlanması suretiyle denkleştirilmektedir. Ayrıca, zorunlu karşılık
oranlarındaki değişimlerle para politikası kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Banka
kredileri üzerindeki doğrudan kontrollerin kalkmasıyla, likidite kontrolünde geçici
kısıtlamalar olarak yüksek zorunlu karşılık oranları uygulanabilmektedir (Önder,
2005: 90).
5. Senyoraj Geliri Sağlamak
Mevduatların bir kısmının merkez bankalarında zorunlu karşılık olarak
tutulması ve söz konusu karşılıklara herhangi bir faiz uygulanmaması veya düşük
oranlarda uygulanması bankaların kaynak maliyetlerini arttırmaktadır. Merkez
bankaları, uyguladıkları para politikası çerçevesinde, söz konusu karşılıklara faiz
vermemek ya da piyasa faizlerinin altında faiz vermek yoluyla bir gelir elde
etmektedirler. Böylece, zorunlu karşılıkların para politikasının bir aracı olmanın
yanında gelir yaratan bir fonksiyonu da ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede zorunlu
karşılıklar, bankacılık sistemine uygulanan bir vergi olarak yorumlanabilmektedir.
Ancak günümüz dünyasında yatırım alternatiflerinin çokluğu finansal piyasaların
gelişmesi ve sermaye hareketlerinin kolaylaşması bankaların karşılığa tabi olmayan
mevduat alternatiflerine kaymasına neden olmaktadır. Bu nedenle bu kayışı
engellemek için, son yıllardaki genel eğilim, zorunlu karşılık oranlarının azaltılması,
zorunlu karşılıkların ortalama olarak tutturulmaları ve zorunlu karşılıklara faiz
ödenmesidir (Gül, 2006: 48).
88
2.3.4. Para Politikaları Stratejileri
Merkez bankaları para politikalarını uygularken ki stratejileri, temelde ara ve
nihai hedefler olmak üzere ikiye ayrılır. Merkez bankaları nihai hedeflere ulaşmak
için, kendisine ara hedefler ve operasyonel (faaliyet) hedefler belirler ve para
politikası araçları ile bu hedeflere ulaşmaya çalışır. Para politikası araçları ile nihai
hedefler
arasındaki
bu
ilişki
aktarım
(yansıma)
mekanizması
olarak
tanımlanmaktadır. Bu anlamda aktarım mekanizması, temel makro değişkenlerin
para
politikasındaki
değişmelere
duyarlılığını
yansıtmaktadır.
Aktarım
mekanizmasının çok kesin olmaması ve para politikasının nihai değişkenleri
doğrudan etkileyemiyor olması para politikası uygulamalarında iki aşamalı bir süreç
meydana getirmiştir. Bu süreçte nihai hedefi en çok etkilediği düşünülen bir değişken
ara hedef olarak alınmakta ve bu değişkenin kontrol altında tutulmasıyla nihai hedefe
ulaşılmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede, para politikası uygulamalarının başlıca
dört bileşeni vardır (Önder, 2005: 33-35):
- Gelir dağılımı, ödemeler dengesi veya fiyat istikrarı gibi makro ekonomik
değişkenlerden oluşan nihai hedefler (final or ultimate objectives),
- Nihai hedeflere ulaşılmasını sağlayacak olan ve büyük ölçüde merkez
bankalarınca kontrol edilebilen değişkenlerden oluşan ara hedef değişkenleri
(intermediate target variables),
- Ara hedef değişkenlerine göre, Merkez Bankası politikaları tarafından daha
hızlı ve doğrudan etkilenebilen, ara ve nihai hedef değişkenleri üzerinde güvenilir
etkileri olan, gecelik faiz oranları veya bankaların rezerv durumu gibi değişkenlerden
oluşan operasyonel hedef değişkenleri (operating target variables),
- Para politikası araçlarının kullanımına ilişkin usul ve esasların belirlendiği
teknik düzenlemeleri içeren para politikası araçları uygulama yöntemleridir.
Başta da bahsedildiği gibi merkez bankalarının temelde iki tür politika
stratejileri vardır. Bunlar ara hedefleme ve nihai hedeflemedir. Aşağıda ayrıntılı
olarak bu stratejiler üzerinde durulacaktır.
89
2.3.4.1. Ara Hedefleme Stratejisi
Fiyat istikrarını gerçekleştirmeyi hedefleyen bir para otoritesinin ilk görevi,
enflasyonu kontrol altına almaktır. Merkez Bankası' nın da enflasyonu kontrol altına
almak gibi nihai hedeflere ulaşmak için belirlediği ara hedefler temelde;
- Para arzı
- Kurlar
- Merkez Bankası bilanço büyüklüklerinden oluşmaktadır.
Ancak ara hedef olarak kullanılacak değişkenin belirlenmesinde bazı
konulara dikkat edilmesi gerekmektedir. Bunlar ise:
• Seçilecek ara hedefin politika araçları ile politika hedeflerini birbirine
bağlama yeteneği yüksek olmalıdır.
• Ara hedefle nihai hedef arasındaki ilişki zamana ve koşula göre değişmeyen
istikrarlı bir ilişki olmalıdır.
• Ara hedefe ilişkin olarak sık ve doğru bilgi sağlanabilmelidir.
• Ara hedef olarak seçilen değişken idari ve politik olarak uygulanabilir
olmalıdır.
• Merkez Bankası ara hedef üzerinde önemli bir etkiye sahip olmalı; seçilecek
değişken Merkez Bankası dışındaki faktörler tarafından etkilenme gücü yüksek bir
değişken olmamalıdır (Bilir, 2006: 65-66).
Daha önce de değinildiği gibi, para politikalarının nihai değişkenleri
doğrudan etkilememeleri iki aşamalı bir hedefleme sürecini meydana getirmektedir.
Ara hedefleme stratejileri ise bu aşamalardan Merkez Bankası kontrolünde olan ve
nihai amaçlara yönelik kullanılan ilk süreci oluşturmaktadır.
Ara hedefleme stratejisinin temel avantajına değinecek olursak, bu tür
hedeflere ulaşmak göreceli olarak hızlı ve kolaydır. Ara hedefleme stratejilerinin
sakıncalı yanı ise, seçilen ara hedef ile ulaşılmak istenen amaç arasındaki bağlantının
kuvvetine ilişkin kuşkulardır (Müslümov vd., 2002: 65).
Temel olarak üç çeşit ara hedefleme stratejisi bulunmaktadır. Bunlar:
90
a) Parasal Hedefleme,
b) Kur Çıpası,
c) Merkez Bankası Bilançosu Hedeflemesidir.
2.3.4.1.1. Parasal Hedefleme
Parasal hedefleme stratejisi istikrarlı bir para talebi fonksiyonunda, uzun
dönemde enflasyonun para arzındaki büyümeye bağlı olarak geliştiği varsayımıyla
ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak tanımlayacak olursak,
merkez bankalarının
enflasyonu düşürmek için para arzı, parasal taban, ticari bankaların rezervleri, serbest
rezervler gibi parasal büyüklüklerin artış hızına sınırlama getirmesi uygulamalarına
parasal hedefleme denilmektedir. Parasal hedefleme stratejisinin kullanılabilmesi,
enflasyon ile hedeflenen parasal büyüklük arasında sıkı bir ilişkinin olması ve buna
ek olarak hedeflenen parasal büyüklük üzerinde ülke Merkez Bankası' nın tam bir
etkinliğinin var olması ile ilişkilidir (Yalta, 2011: 201).
Keyder'e göre Merkez Bankası' nın para politikası uygulamasında serbest
olması ve parasal hedefleme çerçevesinde kurun serbest bırakılıp faizin kontrol
altında olması parasal hedefleme stratejilerinin avantajlı yönlerini oluşturmaktadır.
Ayrıca kullanılan parasal büyüklük hedefinin bir nominal çıpa niteliği taşıması ve
bunun enflasyon beklentilerini olumlu etkiliyor olması da bu hedeflemenin
avantajları arasında yer almaktadır (Keyder, 2002: 454).
Söz konusu stratejinin dezavantajları incelendiğinde sorunun parasal
hedefleme stratejisinin uygulanabilmesi için gerekli koşullara sahip olunup
olunmadığı ile ilgili olduğu görülmektedir. Başka bir ifade ile parasal hedefleme
stratejisi yukarıda da ifade edildiği üzere, enflasyon ile hedeflenen parasal büyüklük
arasında sıkı bir ilişkinin olması varsayımı altında başarılı olabilme şansına sahiptir.
Bu varsayımın olmama ihtimali ve istikrarlı dolanım hızı denkleminde kaymalar
olması ihtimali bu stratejinin dezavantajını oluşturmaktadır (Özcan, 2006: 43).
Parasal hedeflemelerin dezavantajlarını ayrıntılı olarak sıralayacak olursak, parasal
hedefler;
- İktisadi birimler için anlaşılması zor bir hedefleme olabilir.
91
- Merkez Bankası bir parasal büyüklük belirleyecekse bu büyüklük ne
olmalıdır? Merkez Bankası M1’i mi M2’yi mi kullanmalıdır? Merkez Bankası' nın
belirlediği parasal büyüklüğün enflasyon ile doğrudan ilgili olması gerekir. Bu
durumda hangi parasal büyüklüğün belirleneceği sıkıntı yaratır.
- Özellikle sermaye hareketleri tamamen serbestse ve sürekli yeni finansal
enstrümanlar ortaya çıkıyorsa Merkez Bankası' nın daha önceden belirlediği parasal
büyüklük önemini kaybetmiş olabilir.
- Parasal büyüklüklerin etkisi gecikmeli olarak ortaya çıkabilir.
- Parasal büyüklüklerin hedeflenmesi faizlerde oynaklığa, dolayısıyla
ekonomide istikrarsızlığa sebep olabilir (Yalta, 2011: 201-202).
2.3.4.1.2. Döviz Kuru Hedeflemesi
Döviz kuru hedeflemesi uzun bir geçmişi olan bir para politikası rejimidir.
Ulusal paranın değerinin altın gibi bir madene sabitlenmesi şeklini alabildiği gibi,
paranın değeri düşük enflasyonlu ülkelerin paralarına göre sabitlenmesi şeklinde de
uygulanabilir. Bunun dışında bir alternatif olarak enflasyon oranının eninde sonunda
çıpa alınan ülkenin enflasyon düzeyine çekilmesi biçiminde de olabilir. En genel
anlamıyla açıklanacak olursa, döviz kuru hedeflemesi, enflasyon oranını uluslar arası
ticarete konu olan mallar için sabitlemekte ve para politikası yönetimi için otomatik
bir kural ortaya koyarak zaman tutarsızlığı probleminden kaçınılmasına olanak
tanımaktadır. Böylece enflasyonun doğrudan kontrol altında tutulmasına yardımcı
olmaktadır (Bozkurt, 2006: 45).
Döviz kuruna yönelik uygulamalar, tamamen sabit kur sistemi ve tam serbesti
olmak üzere, iki rejim arasında şekillenmektedir. Tamamen sabit kur sisteminde,
ulusal para yabancı bir para veya paralardan oluşan bir sepet karşısında
sabitlenmekte ve bu değerin sürmesi para otoritesi tarafından bazen açık bazen de
dolaylı olarak garanti edilmektedir. Tamamen serbest kur sisteminde ise, döviz
kurunun fiyatı doğrudan (kura hiçbir müdahale olmaksızın) piyasada oluşan arz ve
talebe göre belirlenmektedir. Ara rejim olarak adlandırılan, Avrupa Para Sistemine
geçiş aşamasında da uygulanan kurun bir bant içerisinde hareketine müsaade eden
yapı ile kontrollü dalgalanma (managed float) sağlanırken, sürünen kur (crawling
92
peg) adı altındaki sistemlerde ise, kur belli bir takım kriterlere göre yönlendirilmekte
ve para otoritesi tarafından gerektiğinde müdahale edilmektedir. Kura yönelik bu tür
rejimlerin seçimi, ülkelerin içinde bulunduğu şartlara göre değişmektedir (Önder,
2005: 39).
Kur çıpası uygulamasının en bilenen türü ise “ para kurulu” sistemidir. Bu
sistemde piyasaya sürülecek ulusal para yalnız döviz karşılığında yapılmaktadır. Bu
sayede kur kontrol altında tutularak bekleyişler kanalıyla fiyatlar üzerine geçişkenlik
azaltılarak fiyat istikrarının sağlanmasına çalışılır. Para kurulunun uygulanması için
ekonomik birimlerin istedikleri zaman yerli para verip yabancı para almalarının
kısıtlanması, Merkez Bankası' nın son ödeme mercii olarak görev yapmaması ve
Merkez Bankası' nın yeterli rezervinin olması gerekir (Gaygılı, 2007: 101).
Kur çıpası uygulamasının bir diğer türü ise dolarizasyondur. Dolarizasyon
gayri resmi ve resmi dolarizasyon olmak üzere ikiye ayrılır ve temelde enflasyonun
etkisi ile ülkenin kendi parasını kullanmaktan vazgeçip yabancı para birimi
kullanmaya başlamasını ifade etmektedir. Resmi dolarizasyonda para biriminin
resmen kullanımından vazgeçilerek başka para birimine geçiş söz konusu iken gayri
resmi dolarizasyonda resmi para birimi kullanımını korurken ülkedeki bireylerin kira
gibi kendi işlemlerinde yabancı para birimi kullanmaya başlamaları durumu ortaya
çıkmaktadır.
Döviz kuru hedeflemesinin avantajlarını şu şekilde sıralayabiliriz (Yalta,
2011: 199);
- Basit ve açık oldukları için ekonomik birimler tarafından kolayca
anlaşılabilir.
- Para politikasını otomatiğe bağlar.
- Merkez Bankası popülist politikalar izleyemez.
- İthalata konu olan malların fiyatlarının artması önlenir.
- Kısa dönemde üretimi ve istihdamı artırmak amacı ile genişletici politika
takip etmeye dayalı zaman tutarsızlığı sorununu ortadan kaldırır.
93
- Kredibilitesi yüksek bir döviz kuru hedeflemesi stratejisi, enflasyon
beklentilerinin döviz kurunun sabitlendiği ülkenin enflasyon oranına göre
şekillenmesini sağlayarak fiyat istikrarına katkıda bulunur.
- Bu yolla sağlanan canlanma geçicidir.
Döviz kuru hedeflemesinin avantajlarının yanı sıra dezavantajları da
bulunmaktadır. Söz konusu stratejinin en önemli dezavantajı para politikasının
bağımsızlığı üzerinde yaratması muhtemel olumsuz baskıdır. Yani Merkez
Bankası'nın bağımsız bir para politikası izlemesi zorlaşabilir. Ayrıca döviz kuru
hedeflemesi stratejisi bu stratejiyi uygulayan ülkelerin spekülatif ataklara da daha
açık olmasına neden olmakta ve söz konusu ülkelerin kamu finansmanında yabancı
para borçlanmalarının artışını da beraberinde getirmesiyle finansal krizlerin
oluşmasını ve şiddetini tetikleyebilmektedir. Bunun yanı sıra döviz kuru
hedeflemesini uygulayan ülke, parasının bağlandığı ülkeye yönelik şoklardan
etkilenir ve ülke para birimini spekülatif ataklara açık hale getirir (Özcan, 2006: 42).
2.3.4.1.3. Merkez Bankası Bilançosu Hedeflemesi
Merkez Bankası bilançosu hedeflemesi, klasik IMF programlarında sıkça
kullanılan stratejilerden birisidir. IMF’in ekonomik istikrarın sağlanmasına ilişkin
yaklaşımı literatürde “finansal programlama” olarak yer almaktadır. IMF tipi istikrar
programlarının
temel
yapısı,
yani
finansal
programlama,
para
politikası
uygulamasında Merkez Bankası bilançoları üzerine belirli şartlılıklar getirmekte,
para politikasının genel çerçevesi, parasal büyüklükler üzerine konulan performans
kriteri veya gösterge niteliğindeki hedefler ile belirlenmektedir. IMF kaynaklı istikrar
programları, genellikle ortodoks istikrar politikası yaklaşımına göre hazırlanmaktadır
ve bu yaklaşımda, ülkenin ödemeler bilançosu açıklarının iyileştirilmesi, enflasyon
oranının düşürülmesi ve sıkı para ve maliye politikası yolu ile kamu kesimi
açıklarının kapatılması hedeflenmektedir. Bu stratejide Net Uluslararası Rezervlere
(NUR) taban, Net İç Varlıklara (NİV) tavan hedefler konulur ve bu hedefler
performans kriteri olarak dikkate alınır. NUR’a taban hedef konulması ile ülkenin net
döviz rezervlerinin korunması hedeflenirken, NİV’e tavan hedef konulması ile ise
Merkez Bankası kredileri ile para arzının artırılmasının önüne geçilmesi amaçlanır.
94
Tüm bunların yanında Para Tabanı da gösterge Tavan Değeri olarak dikkate alınır
(Gaygılı, 2007: 102).
2.3.4.2. Nihai Hedefleme Stratejisi
Para politikasında uygulanan temel iki stratejiden bir diğeri ise nihai ( amaç)
hedefleme stratejisidir. Bu strateji, enflasyon hedeflemesi ve nominal milli gelir
hedeflemesi olmak üzere iki alt stratejiden oluşur. Nihai hedefleme ile insanların
hayatlarına doğrudan etkisi olan değişkenler üzerine hedef konulduğundan, toplumu,
bu hedeflerin uygulanması ve sonuçları karşısında ortak sorumluluk alınması
açısından daha kolay etkileyebilmektedir. Ayrıca ara hedefler ile nihai hedefler
arasındaki güçsüz bağlar, ara hedefler ile amaçlara ulaşmayı zorlaştırmakta bu da
nihai hedefler için bir avantaj ortaya çıkarmaktadır (Sert, 2005: 59). Enflasyon
hedeflemesi ve nominal gelir hedeflemeleri ayrıntılı olarak incelenecektir.
2.3.4.2.1. Nominal Gelir Hedeflemesi
İlk kez Meade tarafından ortaya atılmış olan nominal gelir hedeflemesi,
Merkez Bankası veya hükümet tarafından belirlenen nominal geliri, belli bir rotada
tutmaya çalışan ve makro ekonominin diğer kolları tarafından da desteklenen bir para
politikasıdır (Bilir, 2006: 74).
Nominal gelir hedefleme stratejisinin hareket noktası, nominal geliri düzgün
bir seviyede tutmanın, tüm yaklaşımlarca desteklenen bir amaç olmasıdır.Tanım
olarak nominal gelir, reel gelir üretimi ve fiyat seviyesine eşittir. Benzer şekilde
nominal gelir büyümesi de reel gelir büyümesi ve enflasyonun toplamına eşittir.
Nominal gelir hedeflemesini para politikası için önemli hale getiren iki unsuru
vardır. Birincisi, nominal gelir hedeflemesi altında para politikası toplam taleple
ilgili karışıklıkların dengelenmesini ayarlayabilir. Bu unsurun işleyişi ise, kısa
dönemde ters bir toplam talep karışıklığı ile ortaya çıkmaktadır. Kısa dönemde ters
bir toplam talep karışıklığı, ekonominin bir resesyon durumuna girmesinden dolayı
ihracattaki bir düşme gibi reel gelir büyümesini ve bu nedenle nominal gelir
büyümesini de yavaşlatma eğilimi gösterebilir. Hedeflenen oranın altındaki nominal
gelir büyümesine tepki olarak politika yapıcılar nominal gelir büyümesini hedefe geri
döndürmek için para politikasını gevşetebilirler. Bu politika değişikliği toplam talebi
95
canlandırabilir ve hem talebi hem de reel gelir büyümesini karışıklıktan önceki
seviyelere döndürebilir. Nominal gelir hedeflemesinin ikinci cazip özelliği ise
politika yapıcıların toplam arz karışıklıklarına karşı enflasyon ve istikrarlı büyüme
hedeflerini dengelemelerine yardımcı olmasıdır (Bozkurt, 2006: 100).
Nominal gelir hedeflemesi, parasal hedefleme ile kıyasladığımızda bazı
avantajları ile ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki, para talebi ve yatırım- tüketim
şoklarının söz konusu olması durumunda, para miktarını düzgün bir hedef
çerçevesinde tutmak zor olacağından, nominal gelire istikrar kazandıran bir
politikanın ekonominin devresel hareketlerini düzenleyebilmesini mümkün hale
getirmesidir. İkincisi ise, M1 ve M2 gibi parasal bir büyüklüğün dolaşım hızı
hakkındaki belirsizlikler nedeni ile uzun vade ortalama enflasyon hedefine ulaşması
için nominal gelirde yaratılması gereken ortalama artış oranı daha doğru
belirlenmektedir. Bir diğer avantajı ise, ekonomideki ödeme sistemini düzenleyici
kurallarda meydana gelen değişiklikler ve teknolojik yenilikler, para stokuna ilişkin
ölçümlerinde yeniden düzenlenmesini gerekli hale getirir. Bu nedenle herhangi bir
para ölçümünün nominal gelir ile olan ilişkisinin politika araçları ile olan ilişkisinden
daha güvenilir olması beklenir (Telatar, 2002: 206).
Nominal gelir hedeflemesinin bazı dezavantajları da mevcuttur. Bunların
başında, nominal hedefin zaman içinde değişme eğilimli olması ve kesinlik
göstermemesinden
dolayı
gelir
büyümesinin
kontrolünü
ve
ölçümünü
zorlaştırmasıdır. Bir diğer dezavantajı ise, eğer ilan edilen hedef çok düşük olarak
görülür ve para otoritesi anti büyümeci olarak suçlanırsa politik karışıklıkların baş
gösterme olasılığıdır. Ayrıca, bir nominal gelir hedefinin Merkez Bankası' nın nihai
amacı olarak yanlış yorumlanması ve anlaşılması gibi bir tehlike vardır oysa esas
amaç fiyat istikrarının sürdürülmesidir. Bunların yanı sıra, hedeflenen gelir düzeyinin
belirlenmesinde çok fazla dışsal etkenin hesaba katılıyor olması bu konuda zorluklar
çıkmasına neden olabilmektedir (Bozkurt, 2006: 99).
2.3.4.2.2. Enflasyon Hedeflemesi
Enflasyon hedeflemesi, merkez bankalarının genellikle hükümetlerle birlikte,
para politikası amacı olarak gelecek bir dönem için belli bir enflasyon rakamını
96
hedeflemeleridir. Bu tür bir uygulamada hedeflenen enflasyonun, beklentileri
etkileyebildiği ölçüde, nominal çıpa görevini üstlenmesi öngörülür (Önder, 2005:
42).
Ataman ve Alparslan enflasyon hedeflemesini tüm unsurları ile genel bir
tanımda birleştirmişlerdir. Bu tanıma göre enflasyon hedeflemesi stratejisi; Merkez
Bankası' nın nihai hedefi olan fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesi amacına
yönelik olarak para politikasının makul bir dönem için belirlenen sayısal bir
enflasyon hedefi ya da hedef aralığına dayandırılması ve bunun kamuoyuna
açıklanması şeklinde tanımlanabilen para politikası uygulamasıdır (Ataman ve
Alparslan, 2000: 3). Para politikasını, bir ara hedef ya da hedefler seçme zorunluluğu
olmadan doğrudan nihai hedefe dayandıran enflasyon hedeflemesi rejiminin,
enflasyonu kontrol eden diğer yöntemlerden temel farkı para politikası araçlarının
geçmiş ya da cari enflasyon yerine gelecek enflasyona dayanması ve gelecekteki
enflasyon hakkında rastlantısal varsayımların yapılmamasıdır.
Enflasyon hedeflemesi stratejisinde fiyat düzeyi yerine doğrudan enflasyon
oranı hedeflenir. Enflasyon hedeflemesinde Merkez Bankası tek bir enflasyon oranı
belirlenmesi ve açıklanmasını içeren nokta hedef veya enflasyon oranının hareket
edeceği bir bandı belirten aralık hedefi seçebilir. Söz konusu stratejide, belirli bir
dönem için belirlenen enflasyon hedefi Merkez Bankası' nın temel politika hedefi
olarak belirlenir. Bu stratejide, Merkez Bankası herhangi bir ara hedef ilan etmez.
Para politikası, enflasyon tahminlerinin ve beklentilerin hedeflenen enflasyondan
sapmasına göre yönlenir (Telatar, 2002: 207).
Enflasyon hedeflemesinin belirleyici özelliklerine değinecek olursak bunların
başında enflasyon hedefine orta vadeli bir perspektifte karar verilmesi gelmektedir.
Bunun yanı sıra gelecekteki enflasyon oranının tahmininin yapılması da önemli
unsurlarındandır. Ayrıca enflasyon hedeflemesi altında operasyon hedefi olarak
genellikle kısa dönem faiz oranları kullanılmaktadır (Bozkurt, 2006: 62).
Mishkin'e göre enflasyon hedeflemesi beş ana unsuru içeren bir stratejidir.
Bunlar (Mishkin, 2004: 501):
1) Orta vadeli sayısal bir enflasyon hedefinin kamuya duyurulması,
97
2) Para politikasının uzun vadeli ve birincil amacı olarak fiyat istikrarı
konusunda kurumsal bir taahhüt niteliği taşıması,
3) Para politikası konusunda kararlar alınırken sadece parasal büyüklüklerin
değil, diğer birçok değişkenin karar alma sürecine dahil edildiği kapsamlı bilgiler
içeren bir strateji olması,
4) Para politikası otoritelerinin planları ve hedefleri konusunda kamuoyu ve
piyasalar ile iletişim kurulması vasıtasıyla para politikası stratejisinin şeffaflığının
arttırılması,
5) Enflasyon hedeflerine ulaşılması bakımından Merkez Bankası' nın hesap
verebilirliğinin artmasıdır.
Merkez bankaları enflasyon hedeflemesi altında para politikasını şu şekilde
yürütmektedir:
-İlk olarak merkez bankaları orta vadeli para politikası yürütülmesi için bir
çıpa olarak önceden enflasyon hedefini belirler.
-
Enflasyon
hedefi
belirlendikten sonra
merkez bankaları,
parasal
büyüklükler, faiz oranları, döviz kuru, beklenen enflasyon oranı, varlık fiyatları ve
hammadde fiyatları gibi enformasyon değişkenlerini kullanarak gelecekteki
enflasyon oranlarının tahminini yaparlar.
- Daha sonra, para politikasını hazırlar ve kontrolünü yaparlar. Bu yüzden
gerçek enflasyon oranı saptanan enflasyon oranına yakınsamaktadır.
- Sonra da para politikasının performansını yeniden gözden geçirir ve sonraki
dönem için para politikası kontrollerini ve yorumunu yaparlar. Bu yorum metodu
gerçek enflasyon oranının uzun dönemde enflasyon oranına yakınsamasına neden
olacak ve fiyat istikrarı için bir temel çatı ortaya çıkaracaktır (Bozkurt, 2006: 64).
Enflasyon hedeflemesine geçilmesine karar verilmesi durumunda sırasıyla;
hedefin belirlenmesi, fiyat endeksinin belirlenmesi, zaman seçimi, nokta veya bant
hedefi seçimi ve uygulanması ve hedefin hangi kurum ya da kurumlarca ilan
edileceğinin belirlenmesi gerekmektedir (Demirhan, 2007: 38).
98
Fiyat istikrarının para politikasının nihai hedefi olması, Merkez Bankası' nın
bağımsız olması, ülkede mali baskınlığın olmaması, gelişmiş mali ve finansal
piyasaların varlığı, işlevsel bir döviz piyasası ve enflasyon hedeflemesine geçmeden
önce enflasyon oranının belirli bir seviyeye indirilmesi enflasyon hedeflemesinin ön
koşullarını oluştururken, hesap verilebilirlik ve şeffaflık, güvenilirlik, esneklik,
ileriye yönelik bir yaklaşım benimsenmesi söz konusu rejimin stratejik özelliklerini
oluşturmaktadır (Yiğitbaş, 2009: 213-214).
Kamu maliyesinde disiplin ve finansal istikrar varlığı, enflasyon ile para
politikası araçları arasında güçlü ve istikrarlı bir ilişki olması, kurların fiyatlar
üzerindeki belirleyiciliğinin azalması, fiyatlamada geçmiş enflasyona dönük
endekslemenin kırılması, mal ve hizmet piyasalarında rekabetçi fiyatlama
yapılabilmesi, güvenilirlik (kredibilite), bağımsızlık, şeffaflık ve hesap verebilirlik
enflasyon hedefleme stratejilerinin başarısı için gerekli unsurlar olarak belirtilebilir
(Önder, 2005: 44).
Mishkin'e göre enflasyon hedeflemesi stratejisinin en önemli avantajı, siyasi
tartışmaların uzun dönemde Merkez Bankası' nın neler yapabileceği üzerinde
yoğunlaşmasına yardımcı olmasıdır. Enflasyon kontrolü, ekonomik büyümenin kalıcı
olmasını ve genişletici para politikası ile istihdam sayısının artmasını sağlar. Bu
sayede enflasyon hedeflemesi stratejisini uygulayan merkez bankalarının elde
ettikleri bütün bilgileri politika tasarımında kullanmak açısından herhangi bir
sınırlamayla karşı karşıya kalmazlar. Ayrıca enflasyon hedefleme stratejisi, merkez
bankalarının özellikle ülke içi ekonomik koşullara uygun bağımsız bir para politikası
uygulamasına imkan tanır. Bu stratejinin uygulanabilmesi için temel koşulların
başında gelen merkez bankalarının şeffaflığı ve hesap verebilirliği ilkelerinin
sağlanabilmesi için merkez bankalarının kamuoyuna sürekli ve detaylı para politikası
bilgileri veriyor olmaları da bu stratejinin avantajlarındandır. Ayrıca döviz kuru
hedeflemesindeki gibi enflasyon hedeflemesi stratejisinde de para politikasının
kamuoyu tarafından anlaşılması kolaydır (Mishkin, 2004: 504-505). Bunların yanı
sıra enflasyon hedeflemesi, para politikası otoritelerine iç ve dış stoklara karşı daha
esnek bir politika izleme olanağı tanıdığından, daha bağımsız bir rejim olarak ortaya
çıkmaktadır.
99
Enflasyon hedeflemesi stratejisinin avantajlarını genel itibari ile şu şekilde
sıralayabiliriz (Cicioğlu, 2006: 41-42):
a) Para politikasının şeffaflığının artırılmasında önemli bir rol oynar.
b) Para politikasının ulusal ekonomideki şoklara ağırlık vermesini sağlar.
c) Amaç değişkenler için hedeflerin oluşturulmasında ara hedef değişken ile
nihai değişken arasındaki ilişkilerde beklenmedik değişiklikler olduğunda ortaya
çıkan hız istikrarsızlığının farkına varılmasına yardımcı olur.
d) Para politikasının operasyonel olarak uygulanmasında önemli bir etkisi
vardır.
e) Alternatif politikalara göre kamuoyu daha anlaşılır bir politikadır.
f ) Merkez bankalarının güvenilirliğini ve hesap verebilme özelliğini artırır.
g) Merkez bankalarının para politikası araçlarını kullanmalarında ve kontrol
etmelerinde bağımsız olmalarını sağlamaktadır.
h) Para otoritelerinin fiyat istikrarı hedefine ulaşmaları için gerekli tüm
bilgiyi kullanmalarını sağlamaktadır.
i) Politika tartışmalarının Merkez Bankası' nın, para politikası ile
gerçekleştirebileceği hususlar üzerinde yoğunlaşmasını sağlamaktadır.
Enflasyon hedeflemesi stratejisinin avantajları olduğu gibi dezavantajları da
bulunmaktadır. Enflasyonun kolaylıkla kontrol edilebilen bir değişken olmaması bu
dezavantajlardan biridir. Bunun yanı sıra enflasyonun düşüş sürecinde enflasyon
hedeflemesinin ekonomik büyümede bazı sorunları beraberinde getirebilme ihtimali
ve dolayısıyla stratejinin düşük ve istikrarsız bir ekonomik büyüme yaratma olasılığı
olduğu görülmektedir (Özcan, 2006: 45). Söz konusu stratejinin dezavantajlarını
genel itibari ile şu şekilde sıralamak mümkündür (Ataman ve Alparslan, 2000: 9):
a) Çok katı ve tavizsiz olarak uygulanması gereken bir politikadır.
b) Diğer para politikası rejimleriyle karşılaştırıldığında etkin olmayan bir
üretim dengesine (inefficient output stabilization) yol açmaktadır. Bu durum
100
özellikle önemli arz şoklarında (petrol fiyatındaki ani değişiklikler gibi) kendini
göstermektedir.
c) Kısa dönemde ekonomik büyümeyi sınırlandırabilir.
d) Mali politikalarının para politikalarına göre üstünlük sağlamasını
engelleyemez.
e) Rejimin uygulanması için gerekli olan esnek döviz kuru rejimi mali
istikrarsızlığa sebep olabilir.
Enflasyon Hedeflemesi ve Taylor Kuralı: Taylor Kuralı, temelde para
politikası kuralını tanımlamak için kullanılmaktadır. Enflasyon hedeflemesi
uygulayan birçok Merkez Bankası kısa dönem faizleri temel politika aracı olarak
belirlediği için kısa dönem faizler ile enflasyon arasındaki ilişkinin nasıl olduğu
önemlidir. Bu bağlamda Taylor Kuralı, merkez bankalarının enflasyon ve çıktıdaki
değişikliklere karşı faiz oranlarını nasıl değiştirmesi gerektiğini gösteren bir
denklemdir. Bu denklemdeki değişkenler, hedeflenen faiz oranı, denge faiz oranı,
enflasyon oranı, hedeflenen enflasyon oranı, gerçekleşen enflasyonun hedeflenenden
sapması ve çıktı açığıdır (Yalta, 2011: 204).
2.4. DOLAYLI PARA POLİTİKASI ARAÇLARININ MERKEZ
BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSUNA ETKİLERİ
2.4.1. Repo İşlemleri
Repo işlemi, TCMB Açısından, menkul kıymetlerin belirli bir vadede ve belirli
bir fiyattan geri satım vaadi ile alımını ifade eder (literatüre göre, burada bahsedilen
aslında ters repo işlemidir). İşleme konu olan kıymet, ödünç verilen para için alınan
teminat niteliğindedir. Repo işlemleri genellikle piyasadaki likidite sıkışıklığının
geçici olduğu dönemlerde likiditenin geçici süre artırılması amacıyla kullanılır (Çelik
vd., 2006: 67-89).
Örneğin; TCMB yaptığı repo işlemi ile (literatüre göre, burada bahsedilen
aslında ters repo işlemidir) valöründe 100 TL' den DİBS almakta ve işlemin
vadesinde söz konusu DİBS' leri 110 TL' den geri satmaktadır.
Örnekte verilen repo işleminin valöründe,
101
REPO İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Valörde
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
a- Hazine Borçları
d- Diğer Kalemler
Valörde
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
(+) 100
(-) 10
B- Diğer Merkez Bankası Parası
A- Açık Piyasa İşlemleri
(-) 110
Aktifte;
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler ", repo işlemine konu olan
menkul kıymetin alış değeri ile geri satış değeri arasındaki fark olan 10 TL kadar
azalırken,
Pasifte;
" Merkez Bankası Parası (MBP) - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi,
repo işlemi ile piyasaya verilen tutar olan 100 TL kadar artmakta,
" Diğer MBP - APİ" kalemi ise, TCMB' nin piyasadan nakit alacağı tutar olan
110 TL kadar azalmaktadır.
İşlemin vadesinde ise,
REPO İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Vadede
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
a- Hazine Borçları
d- Diğer Kalemler
Vadede
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
B- Diğer Merkez Bankası Parası
A- Açık Piyasa İşlemleri
(-) 110
(+) 110
Aktifte; herhangi bir kalem etkilenmezken,
Pasifte;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, repo işleminin dönüşünde
piyasadan çekilen tutar olan 110 TL kadar azalmakta,
102
" Diğer MBP - APİ " kalemi ise, bankaların repo ile aldıkları tutarı faiziyle
birlikte geri ödemesiyle, TCMB' nin nakit alacağındaki azalış tutarı olan 110 TL
kadar artmaktadır.
MBP, TCMB' nin ekonomideki tüm birimlere olan TL yükümlülüğünü
göstermektedir. Bu işlemden de görüleceği üzere, ekonominin likiditesini
düzenlemek amacıyla yapılan repo işleminin valöründe Rezerv Para piyasaya verilen
likidite tutarı kadar artarken, İç Varlıklardaki ve MBP' deki azalış, repo işleminden
alınan
faiz
tutarı
ile
sınırlı
olmaktadır.
İşlemin
vadesinde
ise
MBP
etkilenmemektedir.
2.4.2. Ters Repo İşlemleri
Ters repo işlemi TCMB açısından, menkul kıymetlerin belirli bir vadede belirli
bir fiyattan geri alım vaadi ile satımını ifade eder (literatüre göre, burada bahsedilen
aslında repo işlemidir). İşleme konu olan kıymet, ödünç alınan para için verilen
teminat niteliğindedir. Ters repo işlemleri genellikle piyasada geçici likidite
fazlasının olduğu durumlarda, fazla likiditenin kısa dönemli ve geçici olarak
çekilmesi amacıyla yapılır.
Örneğin; TCMB yaptığı ters repo işlemi ile (literatüre göre, burada bahsedilen
aslında repo işlemidir) önceden 100 TL' den almış olduğu DİBS' leri, işlemin
valöründe 105 TL' den satarak piyasadan likidite çekmekte, işlemin vadesinde ise söz
konusu DİBS' leri 110 TL' den geri almaktadır.
Söz konusu ters repo işleminin valöründe,
TERS REPO İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Valörde
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
a- Hazine Borçları
aa- Bankamız Portföyü
d- Diğer Kalemler
Valörde
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
(-) 105
(+) 5
B- Diğer Merkez Bankası Parası
A- Açık Piyasa İşlemleri
(+) 110
103
Aktifte;
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Hazine Borçları - Bankamız Portföyü "
kalemi, ters repo işlemine konu olan menkul kıymetin satış değeri ile alış değeri
arasındaki fark olan 5TL (105 - 100) kadar artarken,
Pasifte;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi menkul kıymetin satış
değeri olan 105 TL kadar azalmakta,
" Diğer MBP - APİ" kalemi ise TCMB' nin ters repo işleminden doğan nakit
yükümlülüğü olan 110 TL kadar artmaktadır.
İşlemin vadesinde ise,
TERS REPO İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Vadede
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
a- Hazine Borçları
aa- Bankamız Portföyü
d- Diğer Kalemler
Vadede
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
(+) 110
(+) 5
(-) 5
B- Diğer Merkez Bankası Parası
A- Açık Piyasa İşlemleri
(-) 110
Aktifte;
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Hazine Borçları - Bankamız Portföyü "
kalemi, ters repo işlemine konu olan kıymetin geri alım değeri ile satım değeri
arasındaki fark olan 5TL (110 - 105) kadar artarken,
" İç Varlıklarımı - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler " ters repo işlemi sonucu
bankalara ödenen faiz tutarı (kıymetin geri alım değeri ile satım değeri arasındaki
fark) olan 5 TL (110 - 105) kadar azalmaktadır.
Pasifte;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, işleme konu olan menkul
kıymetin geri alım değeri olan 110 TL kadar artmakta,
" Diğer MBP - APİ " kalemi ise, TCMB' nin ters repo işleminden doğan nakit
yükümlülüğünü yerine getirmiş olması nedeniyle 110 TL kadar azalmaktadır.
104
Sonuç olarak, ters repo işleminin valöründe, piyasadan çekilen likidite ile
birlikte Rezerv Para azalırken, TCMB' nin piyasaya vadedeki yükümlülüğünü
gösteren MBP sadece ters repo işlemi sonucu bankalara ödenecek faiz tutarı kadar
artar. İşlemin vadesinde ise çekilen likiditenin piyasaya geri verilmesi ile birlikte
sadece Rezerv Para artar, MBP etkilenmez.
2.4.3. Doğrudan (Kesin) Alım İşlemleri
Tedavülde bulunan kıymetlerin, işlem tarihinde belirlenmiş fiyat üzerinden,
işlem valöründe TCMB tarafından satın alınması işlemidir. Genellikle piyasada
kalıcı likidite sıkışıklığı olduğunda tercih edilen bir açık piyasa işlemidir.
Örnek olarak, TCM' nin bankalardan 110 TL tutarında DİBS satın aldığını
varsayalım.
Doğrudan alım işlemi sonucunda,
Aktifte;
"İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Hazine Borçları - Bankamız Portföyü "
kalemi, söz konusu DİBS' in portföye alım değeri olan 110 TL kadar artarken,
Pasifte;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, alınan DİBS karşılığı
bankalara verilen tutar olan 110 TL kadar artacaktır.
DOĞRUDAN (KESİN) ALIM İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
a- Hazine Borçları
aa- Bankamız Portföyü
Pasif
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
(+) 110
(+) 110
Doğrudan alım işlemleri sonucu piyasaya verilen likidite ile birlikte MBP, TCMB
portföyüne alınan kıymet nedeniyle de İç Varlıklarımız artmaktadır.
105
2.4.4. Doğrudan (Kesin) Satım İşlemleri
APİ portföyündeki kıymetlerin, işlem tarihinde belirlenmiş fiyat üzerinden,
işlem valöründe TCMB tarafından satılması işlemidir. Genellikle piyasada kalıcı
likidite fazlası olduğunda tercih edilen bir açık piyasa işlemidir.
Örnek olarak, TCMB' nin önceden 110 TL' ye almış olduğu DİBS' i 120 TL'
den bankalara doğrudan satış yöntemi ile satmış olduğunu varsayalım.
DOĞRUDAN (KESİN) SATIM İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
a- Hazine Borçları
aa- Bankamız Portföyü
d- Diğer Kalemler
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
(-) 120
(-) 110
(-) 10
Yukarıdaki örnekte verilen doğrudan satım işlemi sonucu Analitik Bilançonun,
Aktifinde;
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Hazine Borçları - Bankamız Portföyü "
kalemi, söz konusu DİBS' in portföyüne önceden alım değeri olan 110 TL kadar,
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler " işleme konu olan DİBS'
in alım-satım değeri arasındaki fark olan 10 TL kadar,
azalacaktır.
Pasifinde;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, satılan DİBS karşılığı
piyasadan çekilen tutar olan 120 TL kadar azalacaktır.
Kesin satım işlemleri sonucu piyasadan likidite çekilmesiyle MBP ve satılan
DİBS' in TCMB portföyünden çıkması nedeniyle de İç Varlıklarımız azalmaktadır.
2.4.5. Bankalararası Para Piyasasında TL Depo Alım İşlemleri
TCMB' nin bankalara olan kısa vadeli borcunu ifade eder. Bankalararası Para
Piyasasında (BPP) işlem yapma yetkisi olan bankalar, piyasada fazla likidite
106
olduğunda fonlarını TCMB' nin TL depo alış faizinden, TCMB' ye kısa vadeli borç
vererek değerlendirebilirler.
Örnek olarak, TCMB' nin piyasadan 1 hafta vadeli 1,200 TL tutarında depo
alımı gerçekleştirdiğini ve söz konusu deponun dönüş tutarının 1,202 TL olduğunu
varsayalım.
Örnekte verilen işlemin Analitik Bilançoda gösteriminde,
İşlemin valöründe,
BPP - TL DEPO ALIM İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Valörde
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
d- Diğer Kalemler
Valörde
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
B- Diğer Merkez Bankası Parası
A- Açık Piyasa İşlemleri
(-)1,200
(+)1,200
Aktifte; herhangi bir kalem etkilenmezken,
Pasifte;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, TCMB' nin bankalardan
aldığı depo tutarı olan 1,200 TL kadar azalmakta,
" Diğer MBP - APİ " kalemi ise TCMB' nin bankalara olan nakit
yükümlülüğündeki artış tutarı olan 1,200 TL kadar artmaktadır.
İşlemin vadesinde ise Analitik Bilançonun,
BPP - TL DEPO ALIM İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Vadede
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
d- Diğer Kalemler
(+) 2
Vadede
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
B- Diğer Merkez Bankası Parası
A- Açık Piyasa İşlemleri
(+)1,202
(-) 1,200
107
Aktifinde;
"İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler ", piyasaya verilen faiz
tutarı olan 2 TL kadar artmaktadır.
Pasifinde;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, alınan deponun faizi ile
birlikte bankalara ödenmesiyle 1,202 TL tutarında artarken,
" Diğer MBP - APİ " kalemi ise TCMB' nin bankalar olan yükümlülüğündeki
azalış tutarı olan 1,200 TL kadar azalmaktadır.
TL depo alım işlemleri sonucu işlemin valöründe piyasadaki likidite miktarının
azalması ile birlikte Rezerv Para azalırken, TCMB' nin bankalara olan nakit
yükümlülüğündeki artıştan dolayı MBP etkilenmemektedir. İşlemin vadesinde ise
MBP' deki ve İç Varlıklarımızdaki artış, alınan depo karşılığı piyasaya verilen faiz
tutarı ile sınırlı olmaktadır.
2.4.6. Bankalararası Para Piyasasında TL Depo Verme İşlemleri
BPP' de işlem yapma yetkisi olan bankalar, piyasada likidite sıkışıklığı
olduğunda TCMB' den teminatları karşılığında ve limitleri dahilinde, TCMB' nin TL
depo verme faizinden kısa vadeli borçlanabilirler. TCMB ayrıca "son başvuru
mercii" fonksiyonu çerçevesinde bankalara yine teminatları karşılığında ancak
limitsiz olarak kısa vadeli TL depo verebilir. TCMB' nin BPP' de TL depo vermesi
piyasaya likidite verilmesi anlamına gelmektedir.
Örnek olarak, TCMB' nin piyasaya gecelik (O/N) vadede 1,200 TL tutarında
depo verdiğini ve deponun vadesi geldiğinde faiz ile birlikte 1,202 TL' nin piyasadan
geri çekildiğini varsayalım.
Örnekte belirtilen işlemin valöründe Analitik Bilançonun,
BPP - TL DEPO VERME İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Valörde
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
d- Diğer Kalemler
Valörde
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
B- Diğer Merkez Bankası Parası
A- Açık Piyasa İşlemleri
(+)1,200
(-)1,200
108
Aktifinde; herhangi bir kalem etkilenmezken,
Pasifinde;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, TCMB' nin bankalara
verdiği depo tutarı olan 1,200 TL kadar artarken,
" Diğer MBP - APİ " kalemi, TCMB' nin bankalardan olan alacağındaki artış
tutarı olan 1,200 TL kadar azaltmaktadır. (Yükümlülükler altında yer alan varlık
artışları, yükümlülük azalışı olarak yansıtılmaktadır.)
İşlemin vadesinde ise Analitik Bilançonun,
BPP - TL DEPO VERME İŞLEMLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Vadede
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
d- Diğer Kalemler
(-) 2
Vadede
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
B- Diğer Merkez Bankası Parası
A- Açık Piyasa İşlemleri
(-)1,202
(+)1,200
Aktifinde;
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler ", verilen depo karşılığı
piyasadan alınan faiz tutarı olan 2 TL kadar azalmaktadır.
Pasifinde;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, bankaların aldıkları
depoyu TCMB' ye faiziyle birlikte geri ödemeleri sonucu 1,202 TL kadar azalırken,
" Diğer MBP - APİ " kalemi ise TCMB' nin bankalardan olan alacağındaki
azalış tutarı olan 1,200 TL kadar,
artmaktadır.
TL depo verme işlemleri sonucu işlemin valöründe, piyasadaki likidite miktarındaki
geçici artış nedeniyle Rezerv Para artarken, TCMB' nin piyasaya vadedeki
yükümlülüğünü gösteren MBP' de hareket olmamaktadır. İşlemin vadesinde ise
piyasaya verilen likiditenin faizi ile birlikte piyasadan çekilmesi sonucu İç
Varlıklarımız ve MBP alınan faiz tutarı kadar azalmaktadır.
109
2.4.7. Reeskont İşlemleri
TCMB, muteber saydığı asgari üç imzayı taşımak ve vadelerine en çok 120
gün kalmış olmak şartıyla ve kendi belirleyeceği esaslar dahilinde bankalar
tarafından verilecek ticari senet ve vesikaları reeskonta kabul edebilir. Verilecek
kredilerin en yüksek sınırı ve kredi türlerine göre limitleri para politikası ilkeleri göz
önünde tutulmak suretiyle TCMB tarafından belirlenir. TCMB reeskonta kabul
edebileceği senetler karşılığında avans da verebilir (Çelik, 2006: 147-151).
TCMB tarafından bankalara kullandırılan reeskont kredileri, emisyon hacmini,
dolayısıyla para tabanını genişletirken, bankalara böyle bir imkanın düşük faizle
sağlanması bankaların atıl rezervlerinde oluşacak düşüş ile para çoğaltanını artırıcı
bir etki yaratabilecektir. Sonuç olarak, reeskont kredilerinin kullandırılması para arzı
üzerinde genişletici bir etki yaratmaktadır.
Şu anda bankacılık sektörüne kabul finansmanı kapsamında kullandırılmakta
olan krediler reeskont kredileri olarak nitelendirilmektedir. Uygulanmakta olan para
politikası gereği bu krediler sınırlı limitler dahilinde sadece 1-2 bankaya
kullandırılmaktadır.
Örnek olarak, TCMB tarafından bir bankaya nominal değeri 100 ABD doları
olan 110 gün vadeli bir senet karşılığında 90 ABD doları tutarında kredi verildiğini,
işlemin yapıldığı tarihte geçerli olan gösterge niteliğindeki ABD doları döviz alış
kurunun 1.45, senedin vadesindeki döviz alış kurunun ise 1.50 olduğunu varsayalım.
Örnekte belirtilen işlemin valöründe, Analitik Bilançonun,
TCMB TARAFINDAN BANKACILIK SEKTÖRÜNE KULLANDIRILAN REESKONT
KREDİLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
Valörde
1- Dış Varlıklarımız
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
b- Bankacılık Sek Açılan
Nakit Kredi
d- Diğer Kalemler
Valörde
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
(+) 130.5
(+) 45
(-) 14.5
110
Aktifinde;
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Bankacılık Sektörüne Açılan Nakit
Krediler " kalemi, açılan kredi karşılığı reeskonta kabul edilen senedin nominal
değerinin gösterge kurundan karşılığı olan 145 TL artarken,
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler ", verilen kredi ile bu kredi
karşılığında alınan senedin nominal değeri arasındaki farkın TL karşılığı olan 14,5
TL [(100-90)*1.45] tutarında azalmaktadır.
Pasifinde ise;
" MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, kullandırılan kredi
tutarının TL karşılığı olan 130,5 TL (90*1.45) kadar artmaktadır.
Reeskonta konu olan senedi vadesinde ise, Analitik Bilançonun,
TCMB TARAFINDAN BANKACILIK SEKTÖRÜNE KULLANDIRILAN REESKONT
KREDİLERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
1- Dış Varlıklarımız
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
b- Bankacılık Sek Açılan
Nakit Kredi
d- Diğer Kalemler
Vadede
(+) 150
Vadede
2- Merkez Bankası Parası
A- Rezerv Para
B- Bankalar Mevduatı
(-) 150
Aktifinde;
" Dış Varlıklarımız " kalemi, senedin itfasıyla birlikte rezervlerdeki artış
tutarının TL karşılığı olan 150 TL (100*1.50) kadar artarken,
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Bankacılık Sektörüne Açılan Nakit
Krediler " kalemi, senedin itfası sonucu gösterge kurundan karşılığı olan 150 TL
kadar azalmaktadır.
Pasifinde; herhangi bir kalem etkilenmemektedir.
TCMB tarafından bankalara döviz cinsinden bir kıymet karşılığında reeskont
kredisi verilmesi durumunda, İç Varlıklarımız ve MBP' de artış olmamaktadır.
Reeskonta konu olan senedin vadesinde ise MBP etkilenmezken, Dış Varlıklarımız
artmakta, İç Varlıklarımız ise azalmaktadır.
111
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÖDEMELER DENGESİ ve DIŞ BORÇLAR
Ödemeler dengesi, bir ekonomideki yerleşiklerin (bankalar, gerçek ve tüzel kişiler,
kuruluşlar gibi), bir başka ekonomideki yerleşikler ile belirli bir dönem içerisinde
yapmış oldukları mal ve hizmet ticaretlerinin çift kayıt esası doğrultusunda
kaydedilmesini içerir. Bu kayıtların yapıldığı tablo bütününe ise ödemeler bilançosu
denilmektedir. Dış borçlar ise ülkelerin yeni kaynak sağlama ve ödeme güçlerini
arttırma amaçlı yabancı ülkelerden sağladıkları belirli koşullar çerçevesinde edinilen
ve geri ödemesi bulunan kaynaklardır. Bu iki olgu, bir ülkenin ekonomik durumu
üzerinde oldukça etkili olmakla birlikte uluslararası ekonomik ilişkilerinde de önemli
bir yere sahiptir. Ödemeler dengesi ve dış borçlar, kendi içlerinde de birçok alt
bölüme ayrılarak ekonominin geneli adına önemli göstergeler olma niteliği taşırlar.
Bu bölümde, detaylı bir şekilde ödemeler bilançosu ve dış borçlar ile ilgili kavramlar
ve
uygulamalar
araştırılacak,
Hazine
Müsteşarlığı'nın
dış
borçları
muhasebeleştirmesi incelenerek örneklendirilecek, Hazine'nin dış borçlanmasının ve
dış borç ödemelerinin Merkez Bankası Analitik Bilançosu'na etkileri örnekler
yardımı ile incelenecektir.
3.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU KAVRAMI VE TANIMI
Günümüz dünyasında bir ülkede mevcut olan mal, hizmet, sermaye ve iş
gücü yalnızca bulunduğu ülkede kalmayıp uluslararası dolaşım halindedir. Global
dünya yapısı ile ekonomik sınırlar da kalkmış ve ülkeler arası etkileşimler hız
kazanmıştır. Mal, hizmet ve üretim faktörlerindeki bu hızlı dolaşım beraberinde bu
dolaşımın kaydını da getirmiştir. Bu kayıt ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasi
politikalarında uygulama ve kontrol açısından önemli yer tutar. Bu nedenle
uluslararası meydana gelen mal, hizmet ve sermaye hareketleri yani ekonomik
işlemler ödemeler bilançosu olarak adlandırılan bir belgede kayıt altına alınır. Bu
durumda ödemeler bilançosu; belli bir dönemde bir ülkedeki yerleşik kişi ve
kurumların, diğer ülkelerde yerleşik olan kişi ve kuruluşlar ile yapmış oldukları
faaliyetlerin ve bu faaliyetlerin neden olduğu açık ve fazlaları denkleştirmek için
112
yapılan rezerv işlemlerinin sistematik olarak kaydedilmesinden oluşur. Ödemeler
bilançosu veya dengesi, ülkelerin belirli bir dönem içerisindeki dış ekonomik ve mali
ilişkilerinin durumunu gösterir (Seyidoğlu, 2003b: 395).
Ödemeler bilançosuna ilişkin en geniş tanım IMF tarafından yapılmıştır. Bu
tanıma göre ödemeler bilançosu; belirli bir süre içinde ülkenin yerlileri ile yabancı
ülkeler arasında yapılan ekonomik akımların ve bu akımlara bağlı değerlerin, transfer
ödemelerinin ve rezervlerde meydana gelen değişikliklerin sistematik ve muhasebe
kayıtlarına uygun olarak tespit edildiği istatistiki bir tablodur (BPM 5, 2008: 6).
Ödemeler dengesi kavramı ilk kez; Merkantilistlerin son temsilcilerinden S. J.
Stevart tarafından 1767 yılında ortaya atılmıştır. S. J. Stevart Politik Ekonominin
İlkelerine İlişkin Bir Araştırma adlı eserinde, bir ülkenin ticaret dengesiyle ödemeler
dengesinin birbirinden farklı olduğunu, ödemeler dengesinin ihracat ve ithalatın yanı
sıra yerli halkın yabancı ülkelerde yaptığı harcamalar, borçlara ilişkin anapara ve faiz
ödemeleri ve diğer uluslara verilen borçlar gibi unsurları da kapsadığını belirterek
günümüzde kullandığımız ödemeler dengesi kavramının temelini atmıştır. Ancak
ülkeler tarafından ödemeler dengesi istatistiklerinin sistematik bir şekilde hazırlanıp
sunulması,
İkinci
Dünya Savaşı
sonrasında
IMF’nin kuruluşuyla
birlikte
gerçekleşmiştir (Börke Tunalı, 2007: 4-5).
Tanımda geçen yerleşik ekonomik birimler o ülkede bir yıldan uzun süredir
bulunan birimlerdir. Bunlar merkezi hükümet, bankalar, gerçek ve tüzel kişiler,
kuruluşlar olabilir. Uluslararası ekonomik ilişkiler açısından yerleşik olma kavramı
yurttaşlıktan ziyade farklı ülkenin vatandaşı olsalar bile kişilerin sürekli oturdukları
veya işlerini yürüttükleri ülkede yerleşik olduklarını ifade eder (Akbostancı, 2012:
2).
Tanımlarda geçen diğer belirleyici unsur ise ekonomik işlem kavramıdır.
Uluslararası ekonomik işlemler, ele alınan ülke ile dış dünya arasındaki mal, hizmet
ve faktör akımlarını içerir. Faktör akımları ise sermaye, emek ve teknolojiden oluşur.
Genellikle bu ekonomik işlemler sonucunda parasal bir ödeme söz konusudur.
Sonuç olarak bir ülkenin dış ticaret dengesizliğinin boyutu ve hangi alanlarda
(örneğin; fiziki mallar, turizm) açık ya da fazlası olduğu, ülkenin sahip olduğu
113
borçları ve yabancı varlıklarındaki azalışları ya da ödemiş olduğu borçları ve yabancı
varlıklarındaki artışı, alınan borçların ve yapılmakta olan yatırımların yapısı ve
parasal otoritelerin (merkez bankaları) aktiviteleri ödemeler bilançosu ile görülebilir
(Brown and Hogendorn, 1994: 401).
3.2. ÖDEMELER BİLANÇOSU ÖZELLİKLERİ
Ödemeler bilançosu bir ülkenin ekonomik durumunu yansıtan önemli bir
göstergedir. Şöyle ki, ödemeler bilançosundaki bir denge veya dengesizlik o ülkenin
ödeme gücündeki iyileşme ya da bozulmaları yansıtır ve dolayısı ile çoğu kez o
ülkenin uluslararası alandaki ekonomik ve mali itibarının bir göstergesi olarak
yorumlanabilir (Seyidoğlu, 2003b: 395).
Ödemeler bilançosunun tanımında da belirtildiği gibi ekonomik işlem ve
ekonomik
birimler
ödemeler
bilançosu
unsurlarındandır.
Karşılıklı
yarar
çerçevesinde yapılan “uluslararası ekonomik işlemler”, bir ülkedeki yerleşikler ile
diğer ülkelerdeki yerleşikler arasında gerçekleşen mal, hizmet, faktör (emek,
sermaye ve teknoloji) akımlarını ifade eder ve bu işlemleri şu şekilde sıralamak
mümkündür (Kopuz, 2010: 8);
- Altın ve kısa vadeli senetler karşılığında mal ve hizmet alım satımı,
- Senetlerle senetlerin değişimi,
- Mal ve hizmetin mal ve hizmetlerle değişimi,
- Bağış şeklinde senet, mal ve hizmet verme veya alma,
- Bağış şeklinde senet, altın veya döviz verme ve alma.
Ödemeler bilançosunda süre genellikle bir yıldır . Ancak ABD ve bazı
ülkelerde ödemeler bilançosunun bir yıldan daha kısa sürelerde de yayınlandığı
bilinmektedir. Esas itibariyle önemli olan belirli bir dönemi kapsıyor olmasıdır. Bu
bizim ülkemizde olduğu gibi bir yıl da olabilir, ABD'deki gibi üçer aylık periyotlarla
da olabilir (Seyidoğlu, 2003b: 397).
Ödemeler bilânçosunun oluşturulmasında uygulanan temel ilke, kaydedilen
her işlemin tam olarak eşit değerde olan iki kayıtla gösterilmesidir. Bu kayıtlardan
birisi alacak kaydı olarak düzenlenir ve pozitif işaretli olduğu düşünülür, diğer kayıt
114
ise borç kaydı olarak adlandırılır ve negatif işaret verilir. Böylece, esas itibariyle,
pozitif işaretli bütün kayıtların toplamı negatif işaretli bütün kayıtların toplamına
eşittir ve rapordaki bütün kayıtların net bakiyesi sıfırdır (Çekim, 2009: 6).
Teknik olarak ödemeler dengesi, belirli bir dönem boyunca gerçekleştirilen
ekonomik işlemleri göstermesi sebebiyle bir stok değil akım kavram niteliğindedir.
Yani ödemeler dengesi ülkenin birikmiş dış borç ve varlıklarının tutarını göstermez,
ancak bunlardaki yıllık değişimi ortaya koyar.
Ödemeler dengesi çift kayıtlı muhasebe tekniğine göre tutulmaktadır. Buna
göre ödemeler dengesine kaydedilen her işlem, ilgili hesabın alacaklı ya da borçlu
kısmına kaydedildikten sonra, başka bir hesabın borçlu ya da alacaklı kısmına da
kaydedilecektir. Dolayısıyla ödemeler dengesi muhasebe anlamında her zaman denk
olacaktır (Börke Tunalı, 2007: 7).
Ödemeler dengesinde ekonomik olarak dengenin sağlanıp sağlanmadığını
belirleyebilmek için, ödemeler dengesine kaydedilen işlemler otonom işlemler ve
denkleştirici işlemler şeklinde iki grupta incelenir. J.E Meade'e göre denkleştirici
işlemlerin ayırt edici özelliği, bu işlemlerin ödemler dengesindeki diğer işlemlerin
yarattığı açığı ya da fazlayı gidermek amacıyla yapılması, otonom işlemlerin ayırt
edici özelliği ise; bu işlemlerin ödemeler dengesindeki diğer işlemlerin büyüklüğüne
bağlı olmaksızın gerçekleştirilmesidir. Ödemeler dengesinde otonom nitelik taşıyan
kalemlere dengede açık veya fazla doğurdukları için dengesizlik doğuran (gapmaking) işlemler, buna karşılık dengede otonom kalemlerden doğan dengesizlikleri
gidermek için yapılan denkleştirici işlemlere de dengesizlik giderici (gap-filling)
işlemler denir. Kâr amacı için mal ve hizmet ihracı, karşılıksız transferler, doğrudan
yabancı sermaye yatırımları otonom kalemlere örnek iken, otonom kalemlerden
kaynaklanan gelir ve gider dengesizliklerini karşılamak amacıyla yapılan altın ve
döviz satışları denkleştirici işlemlere örnektir (Meade, 1951: 11).
Ödemeler dengesi, üç ana piyasada, mal ve hizmet piyasası, faktör piyasası,
sermaye piyasasında, yerleşik gerçek ve tüzel kişilerin diğer ekonomilerle olan
ilişkilerini özetleyen istatistiki bir tablo iken ödemeler bilançosu dış ticaret bilançosu,
115
hizmetler bilançosu ve sermaye hareketleri bilançosundan meydana gelen bir
bilançodur (Ordu, 2008: 3).
Ödemeler bilançosu adı gibi ödemelerden değil yapılan işlem kayıtlarından
oluşmaktadır. Bu işlemlerin türleri ise BPM 5' e göre değişimler, karşılıksız
transferler, göçler, hak ve yükümlülüklerin yeniden sınıflandırılması ve değerleme
değişiklikleri olarak gruplandırılırken, literatürde bunlara özel çekme haklarının
tahsisi ve altın mevcutlarındaki değişiklikler de eklenir (Kopuz, 2010: 16).
3.3.
ÖDEMELER
BİLANÇOSUNUN
MUHASEBE
SİSTEMİ
AÇISINDAN KAYIT İLKELERİ
Ödemeler bilançosunun muhasebe ilkeleri; çift kayıt esası, kayıtların
değerlenmesi, kayıt zamanının belirlenmesi, hesap birimi ve toplama ve netleştirme
olmak üzere beş başlık altında incelenebilir.
3.3.1. Çift Kayıt Esası
Ödemeler
Bilançosunun özelliklerinde de belirtildiği gibi ödemeler
dengesinde her işlem eş değer iki kayıt ile gösterilen çift kayıt muhasebe sistemine
uygun olarak kaydedilir. Bu nedenle ilke olarak bütün artı değerlerin toplamı ile
bütün eksi değerlerin toplamı eşit olmalı ve bütün kayıtların net toplamı sıfır
olmalıdır. Ancak uygulamada bu gerçekleşmez ve bu yüzden toplam değeri
sıfırlayacak tutar ayrı bir kalem olarak net hata ve noksan kalemi olarak girilir.
Ödemeler bilançosu muhasebesine göre bir ülkeye yurtdışından yapılan ödemeler
alacak kalemi altında sınıflandırılır ve bilançoda pozitif işaretle gösterilir. Aksine, bir
ülkenin yurtdışına yaptığı ödemeler ise pasif olarak kaydedilir ve bu işlemler
bilançoda negatif işaretle gösterilir.
Bu kayıtlama sisteminde pozitif ve negatif
kayıtlar aşağıdaki gibi alt kalemleri kapsamaktadırlar;
Pozitif kayıtlar;
• Cari işlemlerde reel kaynak (mal ve hizmet) ihracını
• Sermaye ve finans işlemlerinde varlık ihracını yani
− yükümlülük artışını
−varlık azalışını gösterir.
116
Negatif kayıtlar
• Cari işlemlerde reel kaynak (mal ve hizmet) ithalini
• Sermaye ve finans işlemlerinde varlık ithalini yani
− yükümlülük azalışını
− varlık artışını gösterir.
Ödemeler bilançosu nasıl düzenlenirse düzenlensin, muhasebe ilkesi
açısından bilançonun her iki tarafının da birbirine eşit olması gerekmektedir
(Akbostancı, 2012: 6-7).
3.3.2. Kayıtların Değerlenmesi
Ödemeler dengesinde değerleme fiyatına ilişkin bir mala ait tek, değişmez bir
fiyat belirlenmesi konusu açıklık kazanmış değildir. Bu durum ;
- Denge kayıtlarına giren her işlemin uygulamada birbirinden farklı
kaynaklardan derlenebilen pozitif (+) ve negatif (-) işaretli iki yönü olduğundan, bu
girişler aynı fiyat ile değerlendirilmediği sürece bilanço tablosu dengede olmaması
ve net hata ve noksana sebebiyet vermesi,
- Farklı ekonomilerin bir mal için aynı fiyatlandırmayı uygulamamaları
nedeniyle ülkelerin ödemeler bilançosu tablolarının birbirleri ile karşılaştırılamaması
ve yorum yapılamaması
- Tek, değişmez bir fiyatlandırma sistemi uygulanmadıkça farklı kalemlerin
birbirleri ile karşılaştırma imkanının olmaması gibi sorunlar ile karşı karşıya
bırakmıştır. Bu nedenlerden dolayı ödemeler bilançosu için değişmez bir
fiyatlandırma prensibi gereği ortaya çıkmış ve bu konuda piyasa fiyatı değişmez fiyat
olarak kabul edilmiştir (Karluk, 2009: 579).
Bağlı şirketler veya şubeler arasında mal sevkiyatı yapılması, hediye
verilmesi, bağış yapılması, takas işlemleri, malların finansal kiralama sözleşmesi
altında transfer edilmesi, vergi ödemeleri gibi durumlarda piyasa fiyatı tam anlamıyla
ölçülemeyebilir. Bu tür işlemlerin fiyatları genellikle nominal veya emsal değerleri
üzerinden belirlenebileceği gibi şu yöntemlere de başvurulabilir;
117
-
Bağlı
şirketler
arasındaki
işlemler
piyasa
işlemi
olarak
nitelendirilemeyeceğinden bu işlemler temel amacı; global vergi yükünün en alt
düzeyde tutularak toplam kârın maksimizasyonu olan ve aynı organizasyonun
birimleri arasında aktarılan mal ve hizmetlere yüklenen değeri ifade eden transfer
fiyatlandırma yöntemi ile fiyatlandırılır.
- Finansal varlıklarla ilgili işlemler için öncelikle eğer o varlık, piyasa alınıp
satılıyorsa,
piyasa
fiyatı
değerlemeye
konu
olur.
Piyasada
alım-satımı
gerçekleşmeyen bir varlığın ise nominal değeri üzerinden değerleme yapılabilir
(Kopuz, 2010: 79-80).
3.3.3. Kayıt Zamanının Belirlenmesi
Bir malın kayıt zamanı duruma göre değişik gösterebilmekle beraber
ödemeler bilançosunda kayıtlar mal ticareti için malın mülkiyeti değiştiği anda,
hizmet ticareti için hizmet sunulduğu anda, karşılıksız transferler için hibe ve
hediyeler verildiği anda, son olarak da finansal yatırımlar için finansal sermaye bir
ülkeden diğerine geçtiği anda yapılır (Kopuz, 2010: 80).
Ödemeler dengesi muhasebe sisteminin gerekliliklerine göre bir işlem için
yapılacak girişlerin her biri aynı değerde, farklı işarette ve aynı dönem içerisinde
kaydedilecektir. Bu koşulu sağlamak için ödemeler dengesi istatistiklerine esas
alınabilecek en uygun tarih, malın mülkiyetinin değişim anıdır. Bu da malın
teslimine ilaveten, her iki tarafın ticari defterlerine yapılan işlem ile ilgili gerekli
kayıtları yapmasıyla tamamlanır. En uygun olan, her iki tarafın da defterlerine aynı
tarihte kayıt yapmalarıdır. Tarafların kayıt yaptıkları tarihlerin farklı olması
durumunda ise borçluya ödeme yapılan tarih kayıt zamanı olarak belirlenir (Karluk,
2009: 580).
3.3.4. Hesap Birimi
Hesap biriminin gerekli nitelikleriyle alakalı birbirini dışlayıcı olmamakla
birlikte, ulusal ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar tarafından ortaya atılan iki farklı
bakış açısı bulunmaktadır. Ulusal kuruluşlar açısından, ulusal para birimi ödemeler
bilançosu ve uluslararası yatırım pozisyonu tabloları için en uygun seçenek olmakla
beraber, IMF gibi uluslararası kuruluşlar küresel sunum ve analiz için standart bir
118
hesap birimini uygun görmektedirler. Ancak her iki durumda da para birimi
seçilirken diğer para birimlerine göre istikrarlı olmasına dikkat edilir (BPM 5, 2008:
33).
3.3.5. Toplama ve Netleştirme
Ödemeler bilançosunda işlemler, varlıklar ve yükümlülükler özellikleri ve
farklılıkları göz önüne alınarak belirli gruplar altında bir araya getirilirler. Ödemeler
bilançosunda, tüm değerleri yansıtacak biçimde toplanan ve bir araya getirilen
kalemler brüt kayıtlar olarak isimlendirilir. Ters işaretli olarak bazı kalemleri mahsup
edecek şekilde toplanan ve bir araya getirilen kalemler de net kayıtlar olarak
isimlendirilir . Buna göre, cari işlemler hesabı ile sermaye hesabındaki kalemler brüt
olarak kaydedilirken, finansal hesaptaki kalemler ile finansal hak ve yükümlülükler
genellikle net değerleri üzerinden ödemeler bilançosuna kaydedilir (Kopuz, 2010:
81).
3.4. ÖDEMELER BİLANÇOSUNUN ANA HESAP SINIFLARI
Ödemeler bilançosu uluslararası nitelik taşıdığından dolayı buraya kaydedilen
işlemler kolay anlaşılabilecek belirli bir nizama uygun olarak gruplandırılır ve
kaydedilir. Bu gruplar ise; cari işlemler hesabı, sermaye hesabı, resmi rezervler
hesabı ve istatistiksel farklar hesabı olarak belirlenmiştir. Bu hesap sınıflarından
sermaye ve cari işlemler hesabı otonom hesaplar olurken, resmi rezervler ise bu
hesapların etkilerini düzelten denkleştirici hesaptır.
Temel Hesap Grupları
- Cari İşlemler Hesabı
- Sermaye Hesabı
- Resmi Rezervler Hesabı
- İstatistiki Farklar
Otonom İşlemler
Denkleştirici işlemler
3.4.1. Cari İşlemler Hesabı
Ödemeler bilançosunun içinde yer alan, genellikle yerli ve yabancı ekonomik
birim ve karar sahiplerinin üzerinde durduğu ve buradaki değişimlerin günlük
hayatta titizlikle izlendiği bir hesap olan cari işlemler hesabı; bir ülkede yerleşik
119
bulunanların diğer ülke yerleşikleriyle yapmış oldukları mal ve hizmet satış
işlemlerinden, bu mal ve hizmetlere yaptıkları ödemeler ile net faiz ödemeleri ve
karşılıksız transferlerin toplamından oluşur (Bade and Parkin, 2004: 504).
Cari işlemler bilançosunda alacaklı ve borçlu kısım toplamları birbirlerine
eşit ise cari işlemler bilançosu dengededir. Eğer borçlu kısım fazla verir ise bu durum
ülke gelir durumunu olumsuz etkileyen açığa işaret eder. Alacakların fazla
vermesinde ise pozitif bakiye durumu ortaya çıkar ve ülke gelir durumuna olumlu
etki yaratır. Ayrıca cari işlemler hesabı ülkenin uluslararası işlemleri ve milli gelir
arasında direkt bir ilişki kurar (Alkan, 2007: 9).
Cari işlemler otonom karakterli olup, mal ticareti, hizmet ticareti ve
karşılıksız transferler olarak üç gruba ayrılır.
- Mal Ticareti: BPM 5 sınıflandırmasına göre mallar genel mal ticareti, işlem
gören mallar, onarım gören mallar, limanlarda taşıyıcılar için sağlanan mallar ve
parasal olmayan altın olarak ayrıştırılabilir. Mal ticareti hesabında asıl olarak ele
alınan ülkedeki yerleşiklerle dış dünyadaki yerleşikler arasında gerçekleşen mal
ihracatı ve mal ithalatı yer almaktadır. İhracatçı ülkenin gümrük kapılarına kadar
mallarla ilgili sunulan hizmetler ihracat olarak, sınırın ötesinde yerine getirilen
hizmetler ise navlun olarak sınıflandırılmaktadır. Dış ticaret istatistiklerinde ihracat
FOB (Free On Board) olarak gösterilir ve ihraç edilecek olan mal, üretildiği yerden
yabancı ülkeye yollanacağı ulaştırma aracına kadar getirilerek teslimatı orada yapılır.
İhraç malının birim fiyatı, araca kadar yapılan ulaştırma gibi bazı masrafları da
kapsamakta fakat bu fiyatın oluşumunda navlun ve sigorta giderlerine dahil
edilmemektedir. Fob terimi ithalat ve ihracatın navlun ve sigorta giderlerinden
arınmış halini gösterir (Ordu, 2008: 9).
- Hizmet Ticareti: BPM 5 sınıflandırmasına göre hizmetler taşımacılık,
turizm, haberleşme hizmetleri, inşaat hizmetleri, sigorta hizmetleri, finansal
hizmetler, bilgisayar ve bilgi hizmetleri, patent ve lisans komisyonları, diğer ticari
hizmetler, kişisel, kültürel ve eğlence hizmetleri ile resmi hizmetler şeklinde
sıralanır.
120
Turizm; ülkeye gelen turistlerin yaptıkları toplam döviz harcama miktarı ile
yurt içindeki yerleşiklerin yurtdışında yaptıkları turizm amaçlı döviz harcamalarını
göstermektedir. Turizm sonucu yapılan bu döviz harcamaları bilançoya (-) olarak
kayıt edilirken, ülkeye gelen turistlerin harcadıkları döviz ise (+) olarak kayıt
edilmektedir (Alkan, 2007: 11).
Taşımacılık; mal ticareti ile ilgili navlun, sigorta ve diğer dağıtıma yönelik
hizmetleri kapsar. Kara, hava ve deniz yolu araçları ile yabancı ülkelere yolcu ve yük
taşımacılığından kazanılan dövizler ve yabancılara yaptırılan taşımacılık işlemleri
sonucunda ödenen dövizler bu grupta yer alır (Seyidoğlu, 2003b: 402).
Faiz; yabancı ülke ile borç ilişkileri sonucu alınan ya da ödenen faizler bu
işlem kalemi altında kayda alınır.
İşçi Gelirleri; yurt dışında çalışan işçilerin ana yurda gönderdikleri paralar
(remittances) emek hizmeti ihraç etmenin karşılığı gibi görüldüğünden bu grupta yer
alır.
Resmi hizmetler; dışarıda ülkeyi temsil eden elçilik veya konsolosluk
görevlilerinin ücret ve maaşları, devlete ait yurtdışındaki bina ve arazilerin bakımı ve
tadilatı, dışarıdaki askeri birlik ve görevlilerin harcamaları gibi hükümet harcamaları
bu grupta toplanmaktadır (Parasız, 1996: 24).
- Karşılıksız Transferler: Ülkeler arası hibe ve bağışlar gibi karşılığında
herhangi bir kaynak transferi yapılmaksızın gerçekleştirilen ekonomik değer
transferleridir. Karşılıksız transferler bağış ya da hibe yapan ülke açısından borç
işlemi niteliğindedir ve bu tür işlemler terk yanlı transferler hesabının borçlu yanına
kaydedilir. Karşılığında ise muhasebe kaydını denkleştirmek için başka gruplardan
bir hesaba alacak kaydı düşülür (Seyidoğlu, 2003b: 403).
Bu kalemin sektörlere göre dağılımı;
- Genel hükümet (hibe, vb.)
- Diğer sektörler (işçi havaleleri ve diğer transferler) şeklindedir.
121
“Resmi transferler”, bir ülkenin genel hükümeti ile Merkez Bankası' nın
yabancı bir ülkenin aynı türden kurum ve kuruluşları arasında gerçekleştirilen
kaynak transferlerini kapsar.
“Özel transferler” ise merkezi hükümet ya da parasal otoriteler dışında kalan
yerleşikler tarafından yapılan karşılıksız transferleri içerir. Özel karşılıksız transferler
altında en önemli kalem hizmet ticareti konusunda da ele alınan yurtdışında çalışan
işçilerin ülkemize gönderdikleri işçi dövizleridir.Bu gelirin her iki kalemde de
açıklanmış olmasının nedeni ise önceki ödemeler bilançolarında işçi gelirlerinin
hizmet bedeli olarak alındıklarının düşünülmesidir (Kopuz, 2010: 27).
122
Tablo 7: Ödemeler Bilançosu Şematik Yapısı
İşlem Grupları
Alacak
Borç
A. Mal İhracat ve İthalatı
(+)
(-)
DIŞ TİCARET BİLANÇOSU
(+)
(-)
B. Hizmet İhracatı ve İthalatı
(+)
(-)
C. Tek Yanlı Transferler
(+)
(-)
1. Özel Bağış ve Hediyeler
(+)
(-)
2. Hükümet Transferleri
(+)
(-)
CARİ İŞLEMLER BİLANÇOSU
(+)
(+)
A. Uzun Süreli Sermaye
(+)
(-)
1. Dolaysız Yabancı Sermaye Yatırımları
(+)
(-)
2. Özel Portföy Yatırımları
(+)
(-)
3. Resmi Sermaye İşlemleri
(+)
(-)
B. Kısa Süreli Sermaye (denkleştirici olmayan)
(+)
(-)
1. Kısa Süreli Sermaye
(+)
(-)
2. Döviz
(+)
(-)
3. Parasal Altın
(+)
(-)
4. SDR ve IMF Rezerv Pozisyonu
(+)
(-)
I. CARİ İŞLEMLER HESABI
II. SERMAYE HESABI
SEMAYE İŞLEMLERİ BİLANÇOSU
III. İSTATİSTİK FARKLAR
Çizgi Üstü İşlemleri
IV. RESMİ REZERVLER HESABI
RESMİ REZERVLER BİLANÇOSU
Kaynak: Seyidoğlu, 2003b: 405.
3.4.2. Sermaye ve Finans Hesabı
Sermaye işlemleri, genelde bir ülkede yerleşik kişi ve kuruluşların yabancı
ülkelerde kısa ve uzun süreli yaptıkları fiziki yatırımları (üretim tesisleri, bina, arazi
vs.) sınır ötesine aktarılan mali fonlardan (yabancı tahvil, hisse senedi, hazine bonosu
123
vs. alım satımı, yabancı ülke bankalarında vadeli hesaplar açtırılması gibi) oluşur.
Ödemeler bilançosu sermaye işlemlerinde mal ve hizmet akımının tersine
yurtdışından ülkeye sermaye girişi, bir alacak işlemi, ülkeden sermaye çıkışı da bir
borç işlemidir.
Sermaye hesabındaki toplam alacaklı ve borçlu işlemlerin net
bakiyesine sermaye bilançosu adı verilir. Vadesi bir yıldan daha uzun olan
uluslararası sermaye işlemleri uzun süreli sermaye hareketi, vadesi bir yıla kadar
olan özel ve resmi nitelikli uluslararası sermaye hareketleri kısa süreli sermaye
hareketi olarak tanımlanır (Seyidoğlu, 2003: 406).
J. E. Meade’e göre uluslar arası sermaye işlemleri ve sermaye ve finans
hesabını etkileyen unsurlar şöyle özetlenebilir;
-Ekonomik birimlerin gelirlerinde meydana gelen bir artış, daha fazla tasarruf
oluşturarak ulusal ve uluslararası yatırım artışına ve buna balı olarak uluslararası
sermaye hareketini sağlayabilir.
-Bir ülkede faiz hadlerinin yükselmesi, ekonomik birimlerin bu ülkedeki faiz
getiren yatırımlara yönelme oranlarını arttırabilir.
- Ülkelerdeki verimlilik artışı uluslararası yatırımları çekebilir.
- Ülkelerdeki vergi oranları değişimi sermayenin dışarı kayması ya da dış
sermayenin kendi ülkelerine çekilmesi konusunda etkili olabilir.
- Herhangi bir ülkedeki döviz politikaları (kontrol uygulanması), hükümetin
borç ödeme ihtimalinin düşmesi gibi olumsuz durumlar , bu ülkelere sermaye
akımlarını azaltır (Meade, 1951: 61).
Sermaye hareketleri, sermaye hesabı ve finans hesapları olmak üzere 2 gruba
ayrılır.
Bir ülkenin yabancı ülkelerle yaptığı dolaysız sermaye yatırımlarını kapsayan
sermaye hesabının “sermaye transferleri” ve “üretilmeyen, finansal olmayan
varlıkların alım/satımı” olmak üzere iki temel unsuru vardır.
i)
Karşılıksız
olarak
gerçekleştirilen
Sermaye
Transferleri
borcun
bağışlanması, göçmen transferleri gibi transferlerdir.
124
ii) Üretilmeyen, finansal olmayan varlıklar ise kara parçası gibi üretilmeyen
varlıkların alım/satımı ile patent yayımlama hakkı, kiralama kontratları veya diğer
devredilebilir kontratlar, şerefiye gibi maddi olmayan varlıklara ait işlemler sonucu
ortaya çıkan akımlardır (Alkan, 2007: 13).
Özel ve kamu kuruluşları tarafından yapılan kısa ve uzun vadeli uluslararası
sermaye akımları ise finans hesaplarında incelenmektedir. Finans hesapları sermaye
şekline göre;
i) Doğrudan Yatırımlar
ii) Portföy Yatırımları
iii) Finansal Türevler
iv) Diğer Yatırımlar
v) Rezerv Varlıklar , olarak ayrılmaktadır.
i) Doğrudan yatırımlar; yatırımın yönüne göre, varlıklar ve yükümlülükler
şeklinde bir ayrıma tabi tutulabilmekle birlikte, yatırımcının yerleşik olduğu ekonomi
dışındaki bir ekonomide yaptığı uzun vadeli yatırımı gösterir. Burada yatırımcının
kuruluşun sermayesinde % 10’dan (dahil) fazla paya sahip olması veya yönetiminde
söz sahibi olması esastır. Doğrudan yatırım kalemi, yabancı sermaye yatırımının
yapıldığı ülke ve yabancı sermayeyi getiren ülke ayrımında, Sermaye, Kârın
Sermayeye Katılımı, Diğer Sermaye olarak sınıflandırılmaktadır:
Burada;
- Sermaye: Doğrudan yatırımcının ana merkezinin bulunduğu ülke dışındaki
ülkelerde yeni bir şirket kurulması, mevcut şirketlere iştirak edilmesi için getirdiği
sermayeyi,
- Kârın Sermayeye Katılımı: Doğrudan yatırımlardan elde edilen kazançların
dağıtılmaksızın sermayeye ilave edilmesini,
- Diger Yatırımlar: Ana şirket ile yatırım yapılan şirket arasındaki
borçlanmadan doğan yatırımları ifade etmektedir (TCMB, 2007: 7).
125
ii) Portföy yatırımları: Kısaca menkul değerlere yapılan yatırımlar olarak
tanımlanan ve genellikle devlet ya da özel kuruluşların bono ve tahvilleri ile hisse
senedi ve diğer para piyasası araçlarını içeren portföy yatırımları, uluslararası
sermaye piyasalarında yabancı şirketler tarafından ihraç edilen borç senedi, tahvil ve
hisse senetlerinin bir faiz ya da kar payı karşılığında satın alındığı yatırım türüdür
(Kopuz, 2010: 30).
Para ve sermaye piyasası araçlarının alınıp satılması temeline dayanan
portföy yatırımları; tasarruf sahiplerinin uluslararası döviz kuru riski, politik risk,
bilgi edinebilme gibi ek riskler üstlenerek sermaye kazancı amacı ile finansal
varlıklara yaptıkları yatırımlar olarak tanımlanabilir (Doğukanlı, 2001: 12).
Doğrudan yatırım ile portföy yatırımları arasında bazı önemli farklılıklar
vardır. Bunlardan en önemlisi, yabancı ülkede yapılan yatırımın yönetimi ve
denetimi konusudur. Doğrudan yatırım durumunda, şirket yönetimi ve denetiminde
etkili olunmaktadır. Portföy yatırımlarında ise yerleşik şirket üzerinde yönetim hakkı
veya denetim söz konusu değildir; bu yolla yerleşik şirket uluslararası piyasalardan
kaynak sağlamış olmaktadır. İkinci önemli fark ise doğrudan yatırımlarda
yatırımcının yatırım sermayesinin yanı sıra üretim teknolojisi ve işletmecilik bilgisini
de beraberinde getirebilmesidir. Portföy yatırımlarında yabancı yatırımcının sermaye
dışında başka katkısı bulunmamaktadır (TCMB, 2007: 9).
Portföy yatırımlarının artması veya azalması dış piyasalardaki ve yurt
içersindeki faiz oranlarına ve yatırım yapan ülkenin politikalarına bağlı olarak
değişmektedir. Portföy yatırımlarında aranılan özellik kendi sermayelerinin güvenliği
ve bu sermayenin kendilerine sağlayacağı kazançlardır. Portföy yatırımları
(Karatepe, 2002: 12);
a. Hisse senedi yatırımları,
b. Borç senedi yatırımları,
c. Tahvil ve Senet yatırımları,
d. Para piyasası araçları üzerinden yapılan yatırımlar,
126
e. Diğer finansal işlemler nedeni ile oluşturulan portföy yatırımları, olarak
sınıflandırılabilir.
iii) Finansal Türevler: Finansal türevler (türev ürünler), fiyatları bir başka
ürünün fiyatına bağlı olan ürünlerdir. Yani, bir dayanak varlığın değerine bağlı,
ancak bu dayanak varlıktan bağımsız olarak alım-satımı yapılan finansal araçlardır.
Türev işlemler, ileri bir tarihte yapılacak alım-satımın şartlarını bugünden belirleyen
ve tarafları hukuki olarak bağlayan sözleşmeler ile gerçekleştirilir. Bu sözleşmeler
ödemeler dengesi metodolojisine göre vadeli ve opsiyon tipi sözleşmeler olmak
üzere iki temel grupta toplanır (TCMB, 2007: 10).
iv) Diğer Yatırımlar: Diğer yatırımlar; doğrudan yatırım, portföy yatırımı ve
rezerv varlıkları dışında kalan tüm finansal kalemleri içeren hesaptır. Diğer
yatırımlar şu kalemlerden oluşur:
- Ticari krediler
- Krediler (Fon'dan nakit kredi kullanımı veya finansal kiralama
sözleşmeleriyle ilgili borçlar)
- Para ve mevduatlar (tasarruf mevduatları ve vadeli mevduatlar, borç
senetleri, diğer senetler)
- Diğer varlık ve yükümlülükler (BPM 5, 2008: 42).
v) Rezerv Varlıklar: Rezerv varlıklar, parasal otoritelerin ekonomideki
dengesizlikleri
gidermek,
finansal
ihtiyaçları
giderebilmek
ve
uluslararası
ödemelerinde kullanmak için sahip olduğu resmi ödeme araçlarının tümüdür. Rezerv
varlıklar, parasal altın, özel çekme hakları (SDR), fon nezdinde ki rezerv pozisyonu,
döviz rezervleri (nakit, mevduat ve menkul kıymetler), diğer alacak haklarını kapsar
(BPM 5, 2008: 42).
- Parasal Altın Rezervleri: Ülkenin parasal yetkilisinin elinde tuttuğu parasal
altın rezervleridir.
- Özel Çekme Hakları (SDR): IMF tarafından yaratılan ve üye ülkelerin
kotaları çerçevesinde üye ülkelere rezerv sağlamak amacıyla tahsis edilen bir
uluslararası rezerv şeklidir.
127
- Parasal Altın: Bir ülkenin Merkez Bankası' nın elinde bulunan altın
rezervini ifade eder.
- IMF Nezdinde ki Rezerv Pozisyonu: Üye ülkelerin IMF'deki rezerv
pozisyonları, üye ülkelerin kredi dilimlerinden satın alışlarının toplamı olup, üye
ülkeye her an ödenebilen tutarlardır. IMF’den satın alınan tutarlar, döviz
rezervlerinde artış, rezerv pozisyonunda azalışı göstermektedir.
- Döviz Rezervleri: Döviz rezervleri, parasal otoritenin elinde tuttuğu
ödemelerde hemen kullanılabilecek yabancı paralar, menkul kıymetler ile yurtdışında
geçerli çek, poliçe, senet ve benzeri ödeme araçlarından oluşmaktadır.
- Diğer Alacak Hakları: Rezerv varlıklar içerisinde yukarıda sınıflananlar
dışında kalan diğer rezerv varlıklarıdır (TCMB, 2007: 11).
3.4.3. Resmi Rezervler Hesabı
Gerektiğinde kullanılmak üzere Merkez
Bankası tarafından tutulan
uluslararası ödeme araçları resmi rezervleri, Merkez Bankası' nın döviz piyasasına
yapmış olduğu müdahalelerin sonucunda ülkenin uluslararası resmi rezervlerindeki
değişmelerin gösterildiği hesaplar ise resmi rezerv hesaplarıdır. Denkleştirici
işlemlerin ortaya çıkış nedeni ödemeler bilançosunun durumudur. Başka bir deyişle
dış dünyadan sağlanan otonom gelirlerle otonom giderler arasında bir dengesizlik
bulunması ya da kabaca bir yaklaşımla piyasa işleyişinden kaynaklanan toplam döviz
arz ve talebi arasındaki dengesizliklerdir. Bu gibi nedenlerle oluşan dengesizlik
durumlarının giderilmesinde bu hesaba başvurulur. Resmi rezervlerde bir azalma
(MB’nin döviz satışları) alacak, rezervlerde bir artma da (MB’nin döviz alışları) borç
işlemi niteliğindedir (Seyidoğlu, 2003b: 407).
Bir ülkenin yurtdışından elde ettiği gelirleri giderlerini aştığında, Merkez
Bankası tarafından piyasadan döviz alınarak rezervler yükseltilirken aksi durumda
Merkez Bankası piyasaya döviz satarak rezervleri düşürür. Merkez müdahaleleri
uyguladıkları kur sistemine göre değişkenlik gösterir. Serbest kur sisteminin
uygulandığı rejimlerde merkez bankaları kurda aşırı hareketlilik olmadıkça döviz
piyasasına müdahale etmezler. Bunun sonucu olarak da rezervler kur değişmelerine
bağlı olarak değişmezler. Ancak sabit kur sisteminin uygulandığı rejimlerde merkez
128
bankaları kurları belirli bir düzeyde tutmak için dış gelir gider farkına göre döviz
alarak ya da satarak piyasalara müdahalelerde bulunurlar (Alkan, 2007: 18).
a) Kur Sitemi, Ödeme Dengesizliği ve Rezerv Değişmeleri
Sabit Kur sisteminde amaç döviz arz ve talep güçlerindeki bir değişme
karşısında kurlarda ortaya çıkması söz konusu olan bir değişmenin tümüyle
önlenmesidir.Bu durum ancak Merkez Bankası' nın piyasada dış açık (-B) miktarında
döviz satması ile gerçekleşebilir. Dış fazla (+B) durumunda ise tersi söz konusudur.
Sabit kur sisteminin tam karşıtı ise serbest kur sistemidir ve bu sistemde döviz
kurlarının oluşumu arz ve talep güçlerinin işleyişine bırakılmış olup piyasada Merkez
Bankası' nın herhangi bir etkisi söz konusu değildir (Seyidoğlu, 2003: 408 ).
b) Altın Rezervlerindeki Değişimin Kaydedilmesi
Altın bir rezerv aracı olmasının yanında aynı zamanda bir sanayi
hammaddesidir. Bu nedenle bu işlemlerin kaydında özel bir durum söz konusudur.
Genel kabul görmüş kayıt yöntemine göre, sanayide kullanım amacıyla yapılan altın
ithal ve ihracı mal ticareti gibi cari işlemler içinde gösterilir. Kayıt yöntemi de diğer
mallar da olduğu gibidir. Ödeme amacına bağlı altın işlemleri ise resmi rezervler
hesabında yer alır. Bu durumda Merkez Bankası' nın altın ihracı resmi rezervler
hesabının alacaklı yanına, altın ithali ise borçlu yanına kaydedilir (Seyidoğlu, 2003:
409).
3.4.4. İstatistiksel Farklar Hesabı
Ödemeler bilançosu çift yanlı muhasebe sistemi uygulanmasının doğal bir
sonucu olarak daima denktir. Ödemeler bilançosunun, muhasebe anlamında denk
olmasına karşın, gerçekten denk olup olmadığını anlamak için, bilanço kalemleri iki
gruba ayrılır. Cari işlemler ve sermaye hizmetlerinin bir kısmı otonom kalemler,
rezerv hareketleri ise denkleştirici (finanse edici) kalemleri oluşturur. Otonom
kalemlere otonom denilmesinin nedeni piyasanın işleyişi ile kendiliğinden ortaya
çıkmasıdır. Denkleştirici kalemler ise, daha önce açıklandığı gibi otonom kalemlerin
açık yada fazlasını kapatmak amacıyla, altın ve döviz rezervleri ile SDR’den
yapılacak olan ödemelerdir ki, bu işlemlere “dengeleyici işlemler” de denir (Tuğral,
2007: 25).
129
Ödemeler dengesi hesaplarına ilişkin bilgilerin hatalı ya da eksik olması,
ödemeler dengesinin borçlu ya da alacaklı bakiye vermesine yol açmaktadır. İşte bu
durumlarda ödemeler dengesinde muhasebe anlamında denkliği sağlamak amacıyla
net hata ve noksan kaleminden yararlanılmaktadır. Bazı ülkelerde dengeleyici hesap
ya da istatistiksel fark olarak ta adlandırılan bu hesap, ödemeler dengesi borçlu
bakiye verdiğinde, bu bakiyeye eşit miktarda alacaklandırılmakta, ödemeler dengesi
alacaklı bakiye verdiğinde ise; bu bakiyeye eşit miktarda borçlandırılmaktadır. Net
hata ve noksan kaleminin yüksek tutarlara ulaşması, ödemeler dengesi istatistiklerine
ilişkin bilgilerin toplanmasında önemli sorunların olduğunu işaret etmektedir. Bu
kalemin ihracat ve ithalat kalemleri toplamının %5'ini aşması durumunda ayrıntılı
araştırmaya gidilmesi gerekmektedir (Börke Tunalı, 2007: 18).
Otonom ve denkleştirici hesapların birbirine eşit olmamaları nedenleri ise şu
şekilde sıralanabilir;
- İthalat ve ihracat ile ilgili bilgilerin tutulduğu, firmalar tarafından verilen
gümrük bildirim formlarında hatalı ya da kasıtlı olarak yanlış bilgi beyan edilmesi,
- Mal ve sermaye kaçakçılığı,
- Çokuluslu şirketlerin transfer fiyatlandırması sırasında, vergi oranı yüksek
bir ülkedeki şube, vergilerin düşük olduğu diğer bir ülkedeki şubeden ithal ettiği
mallara aşırı yüksek fiyatlar ödeme yoluna gider. Bunların ikisi de aynı çok uluslu
şirkete bağlıdır. Böylece yüksek vergilerden kaçınılması ve fonların düşük vergili
ülkede toplanması amaçlanır.
- Turizm gelirleri ile hediyelik eşya alış-verisinde anket ya da tahminlere
dayanılması,
- Vadeler arası farktan dolayı, malın bugün gönderilip ödemenin bir sonraki
dönemde yapılmasına bağlı olarak gelecek dönemin ödemeler bilançosunda işlem
görmesi (Alkan, 2007: 20).
3.4.5. Ödemeler Bilançosu Denge Tanımlamaları
Ödemeler bilançosu denge tanımlamaları; temel denge, net likidite dengesi ve
resmi rezervler dengesi olmak üzere üç başlık altında incelenebilir.
130
3.4.5.1. Temel Denge
Bu denge, cari işlemler hesabı ile uzun dönem sermaye hareketleri hesabının
toplamından oluşur. Bir ülkenin ödemeler bilançosunda gerçekleşen yapısal
değişimleri ölçmekte kullanılır. Faiz oranı, döviz kuru, beklentiler gibi kısa dönemli
değişikliklerden etkilenmezken, verimlilik ve uluslararası rekabet gibi uzun dönemli
değişiklikler ile ilgilenir. (Balance Of Payments, http://www2.econ.iastate.edu/
classes/econ355/choi/bal.htm)
Bu dengenin özelliği, ödemeler bilançosunda yer alan uzun vadeli gelişmeleri
ortaya koymasından gelmektedir. Dolayısıyla denge, dalgalanmaların ve spekülatif
hareketlerin etkisinden arındırılmış olur. Türkiye’nin ödemeler bilançosu ile ilgili
hesaplamalarda bu yöntemi kullanmasının amacı ise daha çok uzun vadeli sermaye
hareketlerini
değerlendirerek,
kısa
vadeli
sermaye
hareketlerinden
doğan
dalgalanmaları ve spekülatif hareketleri bastırmak ve etkilerini azaltmaktır.
3.4.5.2. Net Likidite Dengesi
Temelde yabancılara gidecek olan döviz miktarının değerinin ölçüldüğü bu
denge, esas olarak temel dengeyi de kapsamakla birlikte kısa vadeli özel likit
olmayan sermaye dengesini de içine almaktadır. Böyle bir durumda ülkenin
yabancılarla olan kısa vadeli borçları otonom kalem niteliği taşımaktadır ve çizginin
üstüne kaydedilir. Buna karşın yabancı özel kişilerin ülkeye olan borçları ise
denkleştirici kalem olarak kabul edilir ve çizginin altına kaydedilir. Bu denge, bir
ulusun uluslararası likidite durumunun üzerinde durmak için ele alınmaktadır (Ordu,
2008: 19).
Likidite dengesi kavramı Amerika’da 1970’li yıllara kadar, resmi rezerv
aktiflerindeki potansiyel baskıyı ölçmek için kullanılmış bir kavramdır ve bu kavram
ile Amerika’nın doların değerini altın karşısında koruyabilme yeteneği tespit
edilmeye çalışılmıştır (İyibozkurt, 1995: 228).
Likidite dengesi brüt ve net olarak iki grupta incelenebilir. Böyle bir
gruplaşmaya neden olan iki grup arasındaki fark ise brüt likidite dengesinde, mal ve
hizmet ticareti, karşılıksız transferler, uzun vadeli sermaye akımları ve yabancılara
verilen likit borçlar otonom olarak kabul edilip, yabancıların ülkeye verdiği likit
131
borçlar ve diğer tüm işlemler denkleştirici olarak kabul edilirken, net likidite
dengesinde brüt likidite dengesinden farklı olarak mal ve hizmet ticareti, karşılıksız
transferler, uzun vadeli sermaye akımları ve yabancılara verilen likit borçların yanı
sıra, yabancıların ülkeye verdiği likit borçlarda otonom olarak kabul edilmekte olup,
diğer tüm işlemlerin denkleştirici olarak nitelendirilmesidir (Börke Tunalı, 2007: 2627).
3.4.5.3. Resmi Rezervler Dengesi
Çoğunlukla Amerika'da uygulanan resmi rezervler dengesinde açık ya da
fazla hesaplanırken, cari işlemler hesabı dengesi, uzun vadeli sermaye hesabı
dengesi, kısa vadeli özel likit olmayan sermaye hareketleri dengesi ve kısa vadeli
özel likit sermaye hesapları dengesi toplanır. Yani resmi rezervler dengesi net likidite
dengesine ek olarak, kısa vadeli özel likit olmayan sermaye dengesini de
kapsamaktadır (Alkan, 2007: 24).
Resmi rezerv dengesi sabit kur sisteminde para otoritelerinin döviz kurunu
devam ettirebilme imkanını ortaya koyan bir barometre olarak nitelendirilebilir.
Bununla birlikte günümüzde uygulanan yönetimli dalgalanma sistemlerinde bu
denge, para otoritelerinin döviz piyasasına yaptığı müdahalelerin derecesini
göstermektedir. Resmi rezerv dengesi ile yapılacak analizlerin en önemli sakıncası,
bu denge kavramında sermaye işlemlerinin tamamının otonom olarak kabul edilmesi
ve bu nedenle son derece istikrarsız bir seyir izleyen kısa vadeli sermaye işlemleri ile
finanse edilen cari işlemler hesabı açıklarının göz ardı edilmesidir. Dolayısıyla resmi
rezerv dengesi ödemeler dengesindeki ciddi sorunların görülmesini engelleyebilir
(Börke Tunalı, 2007: 28).
3.5. ÖDEMELER BİLANÇOSUNA YÖNELİK ORTAYA KONULAN
TEMEL YAKLAŞIMLAR
3.5.1. Klasik Yaklaşım
1936 yılına gelene kadar geçerli olan uluslararası ödemeler sistemini “altın
para mekanizması” ile açıklayan teori Klasik yaklaşımdır ve bu teori altın para
sisteminin isleyişine dayanmaktadır. Klasik yaklaşımda bu mekanizma su şekilde
işlemektedir; ülkede dış açık olduğunda altın ihraç edilmesi sonucunda ülkenin para
132
arzında daralma görülecektir. Altın ihracı o ülkedeki para hacmini azaltacaktır. Bu
durumda ülkede fiyatlar genel seviyesi düşecek bunun yanında karşı ülkelerde bunun
aksi durumlar gerçekleşecektir. Sonuç olarak, açık veren ülke fiyatları diğer ülke
fiyatlarına göre ucuzlaması ile ihracat artış gösterecek ve dış denge otomatik olarak
kendiliğinden dengeye
gelecektir.
Dış
fazla
durumunda
ise
bunun tersi
gerçekleşecektir. Klasik yaklaşımda, bir ülkedeki dış dengesizlik durumunda dengeyi
sağlamada sırasıyla, altın ihraç ve ithali, para arzı, iç ve dış fiyatlar ve en önemlisi
döviz kurundaki değişmenin etkin oldukları görülür (Erdoğan, 2007: 27).
Bu sistemin geçerli olduğu dönemde her ülkenin parası sabit bir fiyattan
altına bağlanmış, altının ulusal ve uluslararası alım-satımı serbest bırakılmıştır.Her
ulusal para farklı miktarda altını temsil ettiğinden farklı ülke paralarının değişim
oranı da bu altın miktarlarınca belirlenmeye başlamıştır. Dolayısı ile bu sistem sabit
kurlara dayanmaktadır ve döviz kurları altının bir ülkeden diğerine gönderilmesi için
gereken taşıma, sigorta, faiz kaybı gibi masrafları içine alarak belirlenen dar sınırlar
içinde oynayabilmektedir (Ongun, 1986: 31).
Klasik denge teorisi, paranın Miktar Teorisine dayanmaktadır. Miktar teorisi,
para hacmindeki değişmelerin, talepte aynı miktarda değişmelere sebep olacağını ve
bu durumun fiyatlara etki edeceğini, istihdam seviyesinin ise bu değişmelerden hiçbir
şekilde etkilenmeyeceğini ifade eder (Alkan, 2007: 31).
Klasiklerin tam istihdam ve tam rekabetçi piyasalar varsayımlarından
kaynaklanan gelirde fiyatlardaki değişmeden bağımsız bir otonom değişme
kavrayışına sahip olmaması, klasiklerin eleştiri konusu olmuştur. Ayrıca para arzı ve
fiyatlardaki değişmeler arasında kurulan bağlantı da eleştirilere hedef olmuştur
(Ongun, 1986: 33).
3.5.2. Keynesyen Yaklaşım
John Maynard Keynes tarafından 1936 yılı itibariyle Klasik yaklaşıma
eleştirel bir şekilde geliştirilen Keynesyen yaklaşımda, gerek iç dengenin gerekse dış
dengenin ve nihayetinde ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasında gelirdeki ve
harcamalardaki değişmelerin etkisi büyüktür. Bu yaklaşımda harcamaların toplam
hacmi değiştirilmeyip sadece yerli ve yabancı mallar arasındaki dağılımı
133
etkilenmektedir. Bir dış açık durumunda yabancı mallardan yerli mallara doğru talep
kaydırılırken, dış fazla durumunda ise yerli mallardan yabancı mallara doğru talep
kaydırılır.
Şekil 12: Ödemeler Dengesine Keynesyen Yaklaşım
Kaynak: Erdoğan, 2007: 26.
Harcamalar teorisine göre iç ve dış dengenin birlikte verildiği şekilde M:
İthalat, X: İhracat, I: Yatırım, G: Kamu Harcamaları, T: Vergiler, Y: Gelir ve S:
Tasarruf diye gösterilmektedir.
Y1 gelir düzeyinde milli gelir dengesi
sağlanmaktadır. Ancak burada ödemeler dengesinde Y1K kadar bir dış ticaret açığı
söz konusudur. Burada dış açığın kapatılması için (X-M) doğrusunun sağa
kaydırılması gerekir. Bunun için hükümetin alacağı bir devalüasyon kararı ihracat
artışına ve ithalatın azalmasına yol açacaktır. Diğer yandan milli gelir doğrusunu
gösteren (S+T-I-G) doğrusunun sola kayması da dış açığı kapatmaktadır. Bunun için
de yatırımların ve kamu harcamalarının azaltılması ve tasarruflarla vergilerin
artırılması tüketimi, geliri ve dolayısıyla ithalatı azaltmaya yol açar. Bu iki durum dış
dengeyi sağlamaya yönelik uygulanan politikalardır (Atılgan, 2011: 52 ).
Keynesyen yaklaşımda dış denge sağlanmasında harcama ve gelir
değişkenleri ele alınmıştı. Buna faiz- gelir ilişkisinin de ele alındığı açık ekonomiler
varsayımı da eklenecektir. Keynesyen yaklaşımda dışa açık ekonomi varsayımı
altında dış denge oluşumunda IS-LM ve BP analizi kullanılmaktadır. IS doğrusu, mal
piyasası dengesini gösterirken, LM doğrusu, para piyasası dengesini göstermektedir.
Burada faizler arttıkça yatırımların azalması nedeniyle milli gelir düştüğü için IS
doğrusu negatif eğimlidir. Milli gelir arttıkça para talebinin artması nedeniyle faizler
134
arttığı için LM doğrusu pozitif eğimlidir. BP doğrusu, ödemeler bilançosu dengesini
gösteren bir doğrudur. Ödemeler bilançosu doğrusu, eksik sermaye hareketliliği söz
konusu iken milli gelir arttıkça faiz oranları arttığı için BP doğrusu pozitif eğimlidir.
Bu şu şekilde gerçekleşir, milli gelir artısı ithalat artısına yol açar. Bu durum dış
ticaret açığına neden olur. Dış açığın kapatılması için yabancı sermayeye ihtiyaç
duyulduğundan faizler arttırılarak yurt içine yabancı sermaye girişi sağlanır ve dış
ticaret dengesi kurulmuş olur (Erdoğan, 2007: 29).
Şekil 13: Keynesyen Yaklaşım Denge Oluşumu
Kaynak: Erdoğan, 2007: 29.
Şekle göre r: faiz oranı, Y: gelir düzeyidir. ilk önce Yf gelir ve r2 faiz
düzeyinde E noktasında dış açık söz konusudur. Bu durumda Merkez Bankası' nın
para arzını kısması ile LM doğrusunun sola kayması, faiz oranlarının artması, gelirin
azalması ve artan faiz oranlarının sermaye girişini artırmasıyla dış denge A
noktasında Y gelir r1 faiz düzeyinde sağlanmaktadır.
3.5.3. Mundell-Fleming Modeli
Marcus Fleming ve Robert Mundell tarafından 1960’lı yıllarda ortaya atılan,
fiyat ve ücret katılıklarının, işsizliğin ve ülkeler arasında sınırlı düzeyde finansal
etkileşimlerin bulunduğu, özünde durağan bir ekonomi varsayımı altında geliştirilmiş
olan modelin çıkış noktası, iki ülke arasında sermaye akımlarının, kurlarda bir
değişmenin beklenmediği bir ortamda, bu ülkelerde ortaya çıkan faiz farklarını
izleyeceğidir. Bu model geliştirilirken kurların değişmediği ve sabit olduğu
ilkesinden yola çıkılmıştır. Ayrıca Keynesyen gelir-harcama yaklaşımına uluslararası
sermaye hareketliliğini dahil edilmiştir (Tiryaki, 2002: 4).
135
Mundell-Fleming Modeli, dışa açık küçük bir ekonomide, toplam arzın tam
esnek olduğu ve fiyatlar genel düzeyinin dengede olduğu kısa dönemli bir model
üzerine kurulmuştur. Modelde sınırsız sermaye hareketliliği varsayımı vardır ve
bugünkü döviz kuru ile gelecek beklentileri aynıdır. Mundell-Fleming modeli özünde
klasik IS-LM modelinin açık ekonomiye uyarlanmış halidir (Alkan, 2007: 39).
Şekil 14: Mundell Fleming Modeli IS, LM, ÖB Eğrileri
Kaynak: Alkan, 2007: 39.
Bu şartlar altında sınırsız sermaye hareketleri koşulu ile para piyasasında
denge; yurt içi faiz oranları (i) ile dış dünya faiz oranlarının (i*) eşit olduğu (i=i*)
varsayımı altında ; reel para talebinin L=(M/P), para arzına (M) eşitliğine (L=M)
bağlıdır. Mal piyasasında denge ise yatırımların tasarruflara eşit olduğu I=S
eşitliğinin
sağlanmasıyla
gerçekleşmektedir.
Dış
denge;
ÖB
eğrisi
ile
gösterilmektedir. ÖB eğrisi; yurt içi ve yurt dışı fiyatlar genel seviyesinin dengede
olduğu varsayımı altında farklı döviz kuru (r) ve milli gelir seviyelerinde mal
piyasasındaki denge bileşenlerinden elde edilmektedir ve denge sabit döviz paritesine
göre ticaret bilançosunun net sermaye ihracatına eşit olması durumunda
gerçekleşmektedir. ÖB eğrisi, döviz kurları ile milli gelir arasındaki ilişkiyi gösterir.
Mundell-Fleming
modeline
yöneltilen
eleştirilerin
başında
sermaye
hareketleri ile ilgili hiçbir sınırlamanın bulunmadığının varsayılması gelmektedir.
Ayrıca özgün Mundell-Fleming modeli kısa dönemde fiyat katılığını varsayması da
eleştiri konularından biridir. Mundell-Fleming modelinin en büyük eksikliği ise kısa
dönemli bir analiz şekli olduğu için, politika kararlarının cari işlemler dengesi
üzerindeki uzun dönemli etkilerini göz önüne almamasıdır (Atılgan, 2011: 63).
136
3.5.3.1. Sabit Kur Rejimi
Bu kur sisteminde merkez bankaları belirlenmiş bir kur üzerinden, döviz alım
ve satımı yapmak zorundadır. Merkez bankalarının döviz alıp- satması döviz
piyasasına müdahale etmeleri anlamı taşır ve bu müdahalenin olup olmaması veya
müdahalenin yönü ödemeler dengesine bağlıdır. Kurların sabit ama sermayenin
serbest olduğu bir ortamda Merkez Bankası, para politikası üzerindeki kontrolünü
kaybetmektedir. Şu halde sermaye hareketlerinin serbest ancak kurların sabit olduğu
bir ortamda faize bağlı olarak gelişen döviz giriş ve çıkışlarındaki fazlalığı telafi
etmek durumunda olan yönetimler para arzını piyasanın ihtiyaçlarına göre ayarlamak
zorundadırlar (Ordu, 2008: 24).
3.5.3.2. Esnek Kur Rejimi
Döviz piyasasına resmi otoriteler (Merkez Bankası) tarafından müdahalelerde
bulunulsa bile, döviz kurlarının oluşum ve değişiminin temelde piyasa güçlerine
bırakıldığı sistemlere esnek kur denir (Güran, 2002: 298). Sermaye hareketlerinin
serbest ve kurların esnek olduğu bir rejimde Merkez Bankası' nın, kurlar ve ödemeler
dengesiyle ilgili herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu rejimde, cari
işlemler bilançosunda gelen bir açık otomatik olarak kapanmaktadır (Ordu, 2008:
25).
Sonuç olarak Mundell-Fleming modeli tam sermaye hareketliliği ve esnek
döviz kur sisteminde uygulanan parasal genişlemenin döviz kuru ve ihracat
seviyesinde yaratmış olduğu olumlu değişmeler nedeniyle etkili bir politika oldugunu
göstermektedir (Erdoğan, 2007: 39).
3.5.4. Esneklikler Yaklaşımı
Esneklikler yaklaşımı, cari işlemler dengesinin alt kalemlerinden dış ticaret
dengesi üzerinde odaklanmakta olup, göreli uluslararası fiyatların cari dengeyi
belirleyen en temel açıklayıcı değişken olduğunu varsayımı altında devalüasyon
sonucunda, yurtiçi fiyatlarda, yurtdışı fiyatlara göreceli olarak ortaya çıkan
değişmenin ithalat ve ihracat üzerindeki etkilerini incelemektedir. Devalüasyon,
ulusal paranın yabancı para birimleri karşısındaki değerini isteyerek ve belli bir
amaca yönelik olarak düşürülmesi olup bu yaklaşımla olası bir devalüasyonun dış
137
ticaret dengesi üzerindeki etkisi analiz edilir. Devalüasyonun ikame etkisi üzerinde
duran yaklaşım, belirli şartlar altında, ticaret hadlerindeki kötüleşmenin, yabancı
mallara olan talebi yerli mallarla ikame edeceğini ifade etmektedir. Esneklikler
yaklaşımı mikro temelli olup devalüasyonun ücret, fiyatlar, ekonomik üretim düzeyi
üzerindeki etkilerini dikkate almamaktadır (Baştav, 2006: 60).
Devalüasyon ödemeler bilânçosuna üç tür etkide bulunur. İlki, ithal malların
fiyatlarındaki yükselme nedeniyle bu malların miktarındaki azalma, ikincisi, ihraç
mallarının fiyatlarındaki azalış nedeniyle ihraç miktarındaki artış, üçüncüsü ise belli
bir ihracat miktarının devalüasyondan sonra daha az döviz geliri sağlamasıdır. Bu üç
etkinin net sonucu ihracat ve ithalat esnekliklerine bağlıdır. Eğer esneklikler toplamı
birden büyük ise etki pozitif olacaktır. Bu koşul, Marshall -Lerner koşulu olarak
bilinmektedir. Bu koşula göre iki mal, iki ülke, sonsuz arz esneklikleri halinde
(ithalatın yurtdışı fiyatı, ihracatın yurtiçi ülke fiyatının her ikisi de sabitken)
devalüasyon ticaret dengesini ancak ve ancak ihracat talep esnekliği ile ithalat talep
esnekliğinin mutlak değerlerinin toplamı birden büyükse iyileştirebilecektir (Çekim,
2009: 19-20).
Üretici ve tüketicilerin devalüasyonun ortaya çıkardığı yeni koşullara uyum
sağlamaları zaman almaktadır. Konu hakkında yapılan uygulamalı araştırmalar uzun
dönem esnekliklerin bazen kısa dönem esnekliklerinin iki katı kadar olabildiğini
göstermiştir. Ayrıca bu çalışmalar, fiyat değişmelerinin son etkilerinin ancak yüzde
50'sinin ilk sene itibariyle kendini gösterdiğini belirtmektedir. Kısa dönem
esnekliklerinin toplamlarının 1'den küçük kalarak Marshall-Lerner koşulunu
karşılayamaması J eğrisi etkisine yol açmaktadır. J eğrisi etkisi kısa dönem
esnekliklerinin düşük olmasına bağlı bir olaydır. Esneklikler toplamının 1’den küçük
olması durumunda da ülke devalüasyondan zararlı çıkacaktır ancak devalüasyon
yapan ülke bunun olumlu sonuçlarını hemen göremez. Hatta bu ülkenin ödemeler
bilançosu, beklediği döviz artısı yerine aynı dönemde döviz kaybına uğraması
sebebiyle daha da bozulabilir. Devalüasyonun ekonomiler üzerinde genelde önce
olumsuz daha sonra olumlu etkileri vardır. Buna J harfine benzediğinden dolayı “ J
eğrisi etkisi” denir. Ekonomiler devalüasyondan sonra J harfinin aşağıya inen kısmı
138
gibi önce küçük bir bozulmaya uğramakta, daha sonra yukarıya doğru bir yükselişe
geçmektedir (Alkan, 2007: 39).
Şekil 15: J Eğrisi Etkisi
Kaynak: http://asbava.blogspot.com
Şekle göre t0 döneminde devalüasyon olur fakat devalüasyonun ihracat
ve ithalat üzerinde etkisi hemen görünmez çünkü ithalat harcamaları aynı iken,
ihracatçıların önceden ihraç ettikleri malların faturaları geçerli olduğundan ihracat
gelirlerinde azalma görülür. Böylece ödemeler bilançosu ilk başta kötüleşmekte, t1
dönemine gelinene kadar ödemeler bilançosu toplam olarak tersine dönmekte ve
t1’den sonra devalüasyonun pozitif etkisi ortaya çıkmaktadır.
Esneklikler yaklaşımının cari işlemler dengesinin belirleyicilerini açıklamada
eleştirilere neden olan bazı eksiklikleri bulunmaktadır. Bunlardan birincisi
yaklaşımın kısmi olup, ödemeler dengesinin tamamını değil sadece bir kısmını
kapsamasıdır. İkincisi, tüm arz esnekliklerinin sonsuz varsayılmasıdır. Üçüncüsü,
döviz kurları dolayısıyla ortaya çıkabilecek tüm parasal etkileri göz ardı etmesidir.
Dördüncüsü ise piyasadaki ikincil etkileri göz ardı eden döviz kurunda ortaya çıkan
değişimin küçük boyutta olduğu varsayılmasıdır (Baştav, 2006: 66).
3.5.5. Massetme Yaklaşımı
Esneklikler yaklaşımının eksikliklerini gidermek için ortaya atılmış olan
massetme yaklaşımı, Keynesyen görüşe sahip olup, esneklikler yaklaşımının
139
tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu yaklaşıma göre döviz kuru değişmelerini ve
bunların ithalat ve ihracat üzerindeki etkilerini, gelir ve fiyat üzerinde meydana
getirdikleri etkilerle beraber incelenmelidir. Massetme yaklaşımı, cari işlemlerdeki
dengesizliğin
mal
ve
hizmet
harcamalarında
gerçekleşecek
değişikliklerle
giderileceği görüşünü savunur. Bu yaklaşıma göre dış ticaret açığının iyileşebilmesi
için ülkenin ya üretim düzeyini arttırması ya da yurtiçindeki toplam harcama
düzeyini azaltması gerekir. Dış açık sorununu ülkenin toplam gelir ve toplam
harcamaları ile ilişkilendirerek devalüasyonun dış dengeyi sağlayıcı etkisini milli
gelir üzerinde yaptığı değişmeler yoluyla açıklamaktadır (Gün, 2011: 16).
Massetme yaklaşımı denklemler ile açıklanacak olursa;
E = C+I+M
Y = C+I+X
Burada denklemlere göre harcamalar (E) = Gelir (Y) durumunda ekonomide
iç ve dış denge sağlanmış olur. Eğer E ile Y arasında bir dengesizlik varsa bu
formüllerden de görüldüğü gibi X ve M’ den kaynaklanır. Çünkü tüketim (C) ve
yatırım (I) her iki denklemde de yer alan ortak makro büyüklüktür. X=M ve dolayısı
ile E=Y ise dış denge sağlanmıştır (Erdoğan, 2007: 36).
Devalüasyon gibi harcama kaydırıcı politikaların amaçlanan etkilere sahip
olabilesi için mutlaka daha sıkı maliye ya da para politikaları gibi harcama kısıcı
politikalarla desteklenmesi gerektiği görüşü kabul görmüştür. Bir başka deyişle,
ekonomi tam istihdamdayken yurt içi harcama kısılarak kaynaklar serbest
bırakılmalıdır. Devalüasyondan kaynaklanan göreli fiyat değişiklikleri, boşta kalan
kaynakların ihracat sektörüne tahsis edilmesine ve harcamanın ithal mallardan yerli
mallara kaydırılmasına yol açacaktır (Çekim, 2009: 23).
3.5.6. Parasalcı Yaklaşım
Milton Friedman tarafından ortaya konulmuş olan bu yaklaşımda para
miktarının ekonomik ilişkilerdeki önemi vurgulanmıştır. Friedman, ekonomide para
ve kredi yaratılması ile nominal gelir ve ithalat arasında güçlü bir fonksiyonel
ilişkinin olduğunu ve ödemeler dengesinin bir nevi para arzı ve para talebi tarafından
belirlenen parasal bir olgu oldugunu belirtmiştir.
140
Parasalcılar
ödemeler
dengesi
açıklarını
parasal
bir
sorun
olarak
görmektedirler. Parasalcı yaklaşıma göre, ekonomide istenen ve mevcut para miktarı
arasındaki fark ödemeler bilançosundaki dengesizliklerin temel kaynağı olarak
değerlendirilmektedir. Parasalcı yaklaşıma göre parasal denge ve ödemeler bilançosu
dengesi para arz ve talebine göre şekillenir. Bu yaklaşımda para arzının artması kısa
dönemde enflasyonla birlikte üretim ve istihdam düzeyinin yükselmesine neden olsa
da uzun dönemde tek etki enflasyondur (www.biraz.tk/ekonomi/odemeler-dengesineparasalci-yaklasim).
Parasalcı yaklaşımın işleyişine göre ödemeler bilançosu açığı, ülkedeki faiz
oranlarının artması durumunda, elde para tutmanın maliyetinin de artmasıyla başlar.
Para tutmanın maliyetinin artması bireylerin paraya olan talebini azaltır ve bir
ülkedeki bireylerin, ulusal parasına olan talebinin azalması sonucu piyasada bir fazla
para oluşur. Bunun sonucunda da para fazlası mal ve sermaye akımıyla yurtdışına
çıkacaktır. Yurtdışına doğru gerçeklesen akımlar ödemeler bilançosuna eksi bakiye
olarak kaydedileceğinden, bu da ödemeler bilançosu açığının oluşmasına sebep
olacaktır (Alkan, 2007: 50).
Parasalcı yaklaşım, uzun dönemde makro ekonomik denge, milli gelir gibi
akım büyüklükler ile para miktarı gibi stok büyüklüklerin dengede olmasını
belirtmektedir. Bu yaklaşıma göre para arzı ile para talebi oldukça istikrarlıdır,
ödemeler bilançosunun açık veya fazla vermesi uzun dönemde sterilize edilemezken
uzun dönemde doğal issizlik oranı geçerlidir ve satın alma gücü paritesi geçerlidir
(Ordu, 2008: 26).
Parasalcı yaklaşımın savunduğu yapıda herhangi bir malın fiyatının, o malın
arz ve talebine bağlı olduğu şeklindeki genel ilkenin ulusal paralar içinde geçerli
olduğu ileri sürülmektedir. Diğer bir ifadeyle, ulusal paranın fiyatı olan döviz kurları,
ulusal paranın arz ve talebine göre belirlenmektedir. Arz edilen para miktarının talep
edilen miktarı aşması durumunda, ilgili para döviz piyasasında değer kaybetmekte;
tersi durumda ise, değer kazanmaktadır. Sonuç olarak parasal yaklaşım, önceliği para
piyasası değişkenlerine vermiş ve onlar aracılığı ile harcamalar ve döviz piyasası
değişkenleri arasında ilişki kurmuştur (Claassen, 1998: 37).
141
3.6. ÖDEMELER BİLANÇOSUNDA DENGE VE DENGESİZLİK
Önceki başlıklarda da incelediğimiz gibi, ödemeler bilançosunun dengede
olması, bir ülkenin uluslararası işlemlerinde ne bir fazlasının, ne de bir eksiğin
bulunması, (+) ve (-) kalemlerin toplamlarının birbirleri ile denk olması olarak
anlaşılmaktadır ve muhasebe anlamında ödemeler bilançosu her zaman denktir.
Bunun aksi durumda ise ödemeler bilançosunda dengesizlik söz konusu olmaktadır.
Bu durum ise genellikle ekonomik açıdan ortaya çıkmaktadır. Bu dengesizliklerde
cari kalemde yer alan dış açık ve dış fazla fazlasıyla rol almaktadır.
- Dış Açık: Ödemeler bilançosu açıkları ülkenin otonom dış dünya
giderlerinin otonom dış dünya gelirlerinden daha büyük olması demektir. bir ülkenin
ödemeler bilançosu başlangıçta dengede olsa bile, zamanla bu denge sürüp gidemez.
Normal olanı bir anda değil, zaman içinde bir dış açık veya fazlanın ortaya
çıkmasıdır. Dış dengesizlikten bahsedebilmek için ödemeler bilançosunun her an ,
gün, hafta ya da ay dengede olmamasından ziyade bir yıl gibi belirli bir dönem
boyunca dengesizlik olması gereklidir (Seyidoğlu, 2003b: 417).
- Dış Fazla: Bir ekonomide otonom kalemlerde gelirlerin giderleri aşması
durumudur. Dış açık durumunun tersi olmakla birlikte bu fazlanın belirlenmesinde de
belirli bir zaman içinde olması önem taşımaktadır.
3.6.1. Ödemeler Bilançosu Dengesizlik Türleri
Ödemeler bilançosunda ortaya çıkan dengesizlikler geçici ve temel
dengesizlik olarak ikiye ayrılmaktadır.
3.6.1.1. Geçici Dengesizlik
Geçici dengesizlikler ya da başka bir ifade ile konjonktürel dengesizlikler,
genellikle tarım ürünleri üretimindeki düşüş, ülkenin ticari ilişkilerde bulunduğu
ülkelerdeki ekonomik durgunluk, yabancı mal ve hizmet talebindeki değişiklikler,
faiz oranlarına bağlı sermaye hareketliliği gibi olağan dışı koşullarda dolayı cari
işlemlerde meydana gelen artış veya azalışlar sonucu ortaya çıkan ve zamanla
etkisini yitiren ödemeler dengesi açıklarıdır. Bu tür durumlarda dengeyi bozucu
faktörler ortadan kalkınca iktisat politikasında bir ayarlama yapılamadan denge
yeniden sağlanmaktadır (Saatcioğlu, t.y.a: 3).
142
Geçici dengesizliğin birçok nedeni olabilmekle beraber temel nedenlerini şu
şekilde sıralamak mümkündür (Ordu, 2008: 31):
- Kur ayarlamalarına ilişkin yaygın spekülatif bir bekleyişin olması,
- Ülkenin, uluslararası talep ve arz koşullarında meydana gelen değişmelere
gecikerek ayak uydurması,
- Ülkenin, ticari ilişkilerinde yüksek pay sahibi olan ülkelerde meydana gelen
durgunluklar,
- Konjonktürel dalgalanmalar,
- İhraç edilebilen tarımsal ürünlerin üretim azlığı.
3.6.1.2. Temel Dengesizlik
Ödemeler bilançosunda dengesizlik denildiğinde akla gelen dengesizlik türü
olan kronik nitelikteki temel dengesizlik, talebin ve sermaye stokunun yapısı
arasındaki uyumsuzluktan doğmaktadır. Temel dengesizlik uluslararası ticarette
meydana gelen kaymalar, teknolojik ilerlemeler ve tüketici tercihlerinde meydana
gelen değişmeler sonucu ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüğünün kaybolması,
uluslararası ticareti engelleyici ve ulusal üretim sektörlerini koruyucu önlemler
nedeniyle ortaya çıkabileceği gibi, enflasyon ve ona bağlı olarak ulusal paranın aşırı
değerlenmesi sonucunda meydana gelebilir (Saatcioğlu, t.y.a: 4).
Çoğunlukla yapısal bozukluklar ve enflasyon kaynaklı olan temel
dengesizliğin başlıca nedenleri şu şekilde sıralanır:
- Bir ülkede ve bu ülkenin ticaret ortaklarında meydana gelen arz ve talep
koşullarının geçici olmayan değişmeler,
- Uluslararası ticarette görülen kaymalar,
- Teknolojide meydana gelen değişmeler,
- Tüketici tercihlerinde meydana gelen değişmeler,
- Ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğünün kaybolması,
- Uluslararası ticareti engelleyici ve ulusal sektörleri koruyucu önlemlerin
alınması, gibi etmenler temel dengesizliği yol açmaktadır (Ordu, 2008: 31).
143
3.7. ÖDEMELER BİLANÇOSUNDA DENGESİZLİK NEDENLERİ
Ödemeler
bilançosu
dengesizlik
nedenleri;
yapısal
nedenler,
iktisadi
dalgalanmalar, geçici faktörler, döviz spekülasyonu ve ekonomide meydana gelen
krizler, kalkınma hızı ve ekonomik prodüktivite değişmesinden oluşan altı başlık
altında incelenebilir.
3.7.1. Yapısal Nedenler
Yapısal nedenler genellikle ekonominin kendi bünyesinden kaynaklanan
nedenlerdir.Ulusal ekonomide uygulanan harcama genişletici politikalar (tüketim ve
yatırım harcamalarının artırılması), hem ihraç mallarına, hem de ithal mallarına olan
iç talebin yükselmesine neden olur. Bu da dış ödeme açıklarına yol açar ya da
mevcut açıkların daha da büyümesine neden olur. Ayrıca, içeride fiyatlar artarken
Merkez Bankası müdahaleleriyle kurların yeterince yükselmesine izin verilmemesi,
ulusal paranın aşırı değerlenmesine neden olur ve bu da yabancı para cinsinden
ihracatı pahalılaştırdığından ihracat gelirlerini azaltıcı, ulusal para cinsinden yabancı
malları göreceli olarak ucuzlattığından da ithalat talebini uyarıcı etki doğurur
(Seyidoğlu, 2003b: 417).
Bazı kritik hammaddeler yönünden aşırı derecede dışa bağımlı olunması da
yapısal kökenli bir başka etkendir. Söz konusu ülkeler, kendi denetimleri dışında
dünya hammadde fiyatlarında ortaya çıkabilecek artışlardan şiddetle etkilenirler.
Dünya Enerji Buhranı sırasında petrol ithalatçısı durumundaki az gelişmiş ülkelerin
büyük dış açık ve dış borç sorunlarına sapmaları bunun açık bir örneğidir. Ayrıca
tüketici tercihlerindeki kaymalar
da
yapısal
nedenler
başlığı altında ele
alınabilmektedir. Dış dengeyi olumsuz yönde etkileme oranları çoğunlukta
olduğundan yapısal açıdan önemli bir nedeni oluşturur (Seyidoğlu, 2003b: 417).
Temelde yapısal nitelikli olan nedenleri özleri itibari ile kısaca şu şekilde
sıralamak mümkündür:
- Merkez Bankası tarafından kurların düşük tutulmasına bağlı olarak ulusal
paranın aşırı olarak değerlenmesi,
- Milli gelir düzeyleri düşük olan ülkeler, hammadde ve makine gibi malları
ithal ettikçe, dış ticaret bilançolarının açık vermesi,
144
- Uluslar arası piyasalardan elde edilen hammaddelerin fiyatlarındaki artışlar,
- Dünya fiyat artışları ve döviz kurundaki değişmeler,
- Üretimde verimliliğin sağlanamaması,
- Tüketicilerin, yerli ya da ithal mala karsı olan tercihlerinde olan değişmeler,
- Son olarak da üretimde hammadde konusunda aşırı dışa bağımlılık.
3.7.2. İktisadi Dalgalanmalar
İktisadi dalgalanmalar da sonuçları itibariyle ekonomide yüksek açıklara
neden olabilmektedir. Ulusal ekonomiden kaynaklanan bir dalgalanmanın genişleme
aşamasında gelir ve harcamalar artıp, fiyatlar yükseleceği için ödemeler bilançosu
açık vermektedir. İktisadi dalgalanmanın daralma aşamasına gelindiğinde ise bu
faktörlerde gelişen tersine durumlardan dolayı bir dış fazla ortaya çıkmaktadır. Sonuç
olarak dalgalanma sürecindeki bu açık ve fazlalar arasındaki fark ülkeyi ciddi bir
ödemeler bilançosu dengesizliğine ve dolayısı ile ödeme sorununa sürükleyebilir
(Seyidoğlu, 2003b: 418).
Ayrıca yabancı ülkelerde gerçekleşen dalgalanmalarda dolaylı bir şekilde
ülkenin ödemeler dengesini etkilemektedir. Şöyle ki, ekonomide konjonktür
evrelerine göre milli gelirde artmalar veya azalmalar meydana gelebilmektedir. Eğer
ekonomi iyi ve normal bir seyir izliyorsa milli gelirde bir artma, gelirdeki artma
sonucu kişi ve kurumların harcamaları artacaktır. Bu harcamaların bir kısmı ülke
içinde üretilen mal ve hizmetlere gitse de, bir kısmı yabancı mal ve hizmetlerin
alınmasına neden olacaktır. Uluslararası bu alım-satım değişkenliği ülkelerin
ödemeler bilançolarına farklı etkilerde bulunacaktır. Karşı ülkenin durgunluk ve
gerileme zamanlarında dış alımları kısmalarına ve diğer ülkelerin ekonomisinin de
bu durumdan olumsuz etkilenmesine neden olabilmektedir (Ordu, 2008: 31).
3.7.3. Geçici Faktörler
Geçici faktörler genellikle beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan ve ilgili
ülkelerin denetimleri dışında kalan olay, durum ve faktörlerdir. Bunların bir kısmı
kendi kendini giderici olup (reversable), anormal olağan dışı olan koşulların ortadan
kalkmasıyla beraber dış denge üzerindeki etkileri de yok olmaktadır. Diğerleri ise
145
daha köklü etki doğururlar. Bu faktörler hem dolaysız, hem de dolaylı yönden dış
açıkların artmasına neden olurlar. Petrol krizine neden olan Dünya hammadde
fiyatlarındaki yükselme bu grupta düşünülebilir (Seyidoğlu, 2003b: 419).
Ayrıca savaş, uluslararası ambargo, olumsuz hava koşulları nedeniyle
üretimin azalması, su baskını, bitki ve hayvan hastalıkları, ithal mallarda
beklenmedik fiyat yükselişleri bu başlık altında ele alınabilir (Alkan, 2007: 9).
3.7.4. Döviz Spekülasyonu ve Ekonomide Meydana Gelen Krizler
Spekülatif amaçlı, kısa süreli sermaye fonlarının ülkeye giriş ve çıkışları da
dış dengeyi ciddi olarak etkiler. Ulusal parada değer kaybının beklendiği durumlarda
yoğun biçimde döviz satın alınması, veya dışarıdaki yüksek faiz oranlarından
yararlanmak için fonların kitleler halinde yurtdışına ihraç edilmesi, dış açık
sorununun boyutlarını büyütür. Ayrıca ülke yatırım olanaklarındaki kısıtlar, sermaye
getirisinin düşük olması gibi nedenler de sermayeyi dışarıya yönlendiren ve
ödemeler bilançosuna olumsuz etkide bulunan etmenlerdendir.
Son yıllarda mali küreselleşme ile birlikte mali krizler de sık sık ortaya
çıkmaya başlamıştır. Bunun önemli bir nedeni, kısa süreli sermaye akımlarının faiz
ve kur değişmesi olasılıklarına anında ve şiddetli biçimde tepkide bulunmasıdır.
Özellikle yaşanan bütçe açıklarının yüksek faiz politikası izlenerek kısa süreli
borçlanma ile karşılanması, bu ülkeleri mali krizlere karşı açık bir durumda bırakır.
Uygulanan aşırı değerlenmiş kur politikası ve bankacılık kesimindeki denetim ve
düzenleme eksiklikleri, ülkeden kısa süreli sermaye çıkışlarının bir mali krize
dönüşmesini kolaylaştırmaktadır.Sonuç olarak finansal krizlerin doğacağına dair ön
göstergelerin basında reel kurun aşırı değerlenmesi, para arzının uluslararası
rezervlere olan oranında veya cari açıkların milli gelire oranında aşırı yükselmeler
gelmektedir. Bu gibi durumlarda sorunun büyümesini önlemek için makro ekonomik
dengesizliklerden kaçınılması, yeterli ölçüde döviz rezervi bulundurulması, sermaye
giriş ve çıkışlarının kotaya tabi tutulması gibi önlemler düşünülebilir (Seyidoğlu,
2003b: 419).
146
3.7.5. Kalkınma Hızı
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde dengesizliğe, kalkınma hızını
arttırma girişimlerinin de büyük ölçüde etkileri vardır. Ekonomik kalkınmanın
gerçekleştirilmesi, büyük ölçüde dışarıdan sermaye malı ithalatını gerektirmekte ve
bu durum kalkınmanın başarılması için kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısı ile söz
konusu
ülkeler
kalkınma
hızlarını
gerçekleştirip
kalkınma
seviyelerini
yükseltebilmek için önemli hacimlerde makine , donatım ve ara malları ithal ederler.
Ancak bu ülkelerin döviz gelirleri ihtiyaçlarına göre genellikle daha kısıtlı ve
sınırlıdır. Bu nedenle kalkınma hızının yükseltilmesi çabaları dış ödeme açıkları ve
dış borçlarının artmasına neden olabilmektedir (Seyidoğlu, 2003b: 418).
3.7.6. Ekonomik Prodüktivitenin Değişmesi
Prodüktivite, hasıla ile bu hasılanın elde edilmesi için harcanan faktörler
arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir, yani verimlilik olarak ifade edilebilir (Ordu,
2008: 34).
Ekonomik
verimliliklerdeki
değişmeler
de
ödemeler
bilançosu
dengesizliklerinde önemli etkenlerdir. Teknolojide geri kalmışlık, üretim ve ekonomi
yönetimindeki başarısızlıklar uluslararası rekabeti zorlaştırarak ihracat gelirlerinin
düşmesine neden olurlar. Dış rekabette söz sahibi olarak sürdürülebilirliği sağlamak
için teknolojik yeniliklere hakim ve uyumlu, üretimde çağdaş yönetim teknikleri
uygulayan, üretim faktörlerini en verimli şekilde kullanan bir yapıda olmak gerekir
(Seyidoğlu, 2003b: 418).
3.8. ÖDEMELER BİLANÇOSU DENKLEŞME MEKANİZMALARI
Ödemeler bilançosunda dengesizlik nedenleri içerisinde açıklanan nedenlere
dayalı olarak ödemeler bilançosunda açıklar meydana gelebilmektedir. Ancak ülke
ekonomik istikrarı ve devamlılığı içim ödemeler bilançosunda meydana gelen açık
veya fazlalıkların belli bir süre içinde giderilmesi ve dış dengenin sağlanması
gerekir. Aksi takdirde ülke kredi notu düşebilir ve kronikleşmiş ödeme fazlaları
ülkede enflasyon hızını arttırabilir. Bu olumsuz durumları önlemek için oluşturulmuş
olan ödemeler dengesini sağlayıcı mekanizmalar iki grup altında toplanabilir. Bunlar;
otomatik denkleşme mekanizmaları ve denkleştirme politikalarıdır. Otomatik
147
denkleşme mekanizmaları bir dış açık veya fazlanın ortaya çıkması durumunda
kendiliğinden işlemeye başlar. Ancak denkleştirme mekanizmalarının işlemesi
hükümet müdahalesi ile ilgilidir. Yani denkleştirme politikalarında hükümetin aldığı
kararlar ve uygulamaları ile dış denge sağlanmaya çalışılır. Bir dengesizlik
durumunda işlemeye başlayacak politikalar işleme sıraları ile inceleyeceğiz
(Seyidoğlu, 2003b: 428).
3.8.1. Otomatik Denkleşme Mekanizmaları
Bu mekanizmalar dengesizlik durumunda hükümet müdahalesi olmaksızın
kendiliğinden ortaya çıkarak işleyen mekanizmalardır.
3.8.1.1. Otomatik Fiyat Denkleşme Mekanizmaları
Otomatik
dengesizliğin
fiyat
denkleşme
giderilmesinde
mekanizmaları,
hükümetin
ödemeler
müdahalesine
ihtiyaç
bilânçosundaki
duyulmayan
mekanizmalardır. Bu mekanizmalar; değişken kur sisteminde dış denkleşme, fiyataltın ve para akım mekanizması ve otomatik faiz değişimleri mekanizması olarak üç
gruba ayrılarak incelenebilir.
3.8.1.1.1. Değişken Kur Sisteminde Dış Denkleşme
Serbest değişken kur sistemlerinde, döviz kurlarının oluşumu döviz
piyasasındaki arz ve talep tarafından belirlenir. Hiçbir devlet müdahalesi söz konusu
olmamakla birlikte sistem yalnızca döviz kurunun döviz arz ve talebini eşitleyecek
ölçüde değişkenliği ile işler. Örnek vererek açıklayacak olursak, piyasadaki döviz
talebi döviz arzını aşacak olursa, döviz kuru derhal yükselir ve bu sayede döviz arz
ve talep eşitliği tekrar sağlanır. Burada döviz kuru artışı, ithal malların fiyatında artış
etkisi yaratacağından ithalatı ve döviz talebini düşürücü etki yaparken bir yandan da
döviz karşısında milli para değeri azaldığından ihracat artış gösterecek ve döviz
gelirlerini yükseltecektir. Bu şekilde döviz arz ve talebi eşitliği sağlanmış olur
(Tuğral, 2007: 25).
3.8.1.1.2. Fiyat Altın Para Mekanizması İle Dış Denkleşme
Klasik iktisatçılar, ödemeler bilânçosunun denkleştirilmesinde para arzındaki
değişmelerle fiyatlar genel düzeyi arasındaki ilişkiye büyük önem vermişlerdir. Bu
148
amaçla da David Hume tarafından ortaya atılan fiyat-para akımı mekanizmasını
oluşturmuşlardır. 20. yüz yılın başlarına kadar uygulanan bu sistemde altın hem
ulusal hem de uluslararası sistemde kullanılan bir ödeme aracı niteliği taşımaktaydı.
Her ülkenin parasal değeri altın cinsinden tanımlanıp altın ithal ve ihracı serbest
bırakıldığı için ulusal paralar otomatik olarak sabit kurlar ile birbirlerine bağlanmış
oluyordu (Seyidoğlu, 2003b: 436).
Bu mekanizmaya göre ödemeler bilançosu açığı olduğunda;
- Döviz kurları altın ihraç noktasına yükselir ve ülkeden dışarıya altın ihraç
olunur.
- Altın çıkışının etkisi ile ülkede para arzı daralır.
- Miktar teoremi para arzındaki daralma gereği ülkede fiyatları düşürür.
- İhraç malları yabancılar açısından ucuz hale gelir. İthalat ise yerli alıcılara
pahalılaşır.
- Dolayısıyla başlangıçtaki altın kaybı karşılanarak dengeye ulaşılır.
Klasiklere göre ekonomik politikanın ana amacı dış dengenin sağlanmasıdır.
İç ekonomik dengenin sağlanması ikinci sırada gelir. Bu nedenle hükümetler para
arzına müdahale etmezler.
Şekil 16: Altın-Para Akımı Mekanizması
Kaynak: Seyidoğlu, 2003b: 438.
149
Fiyat ayarlama mekanizması birbiriyle ilişkili üç ana kısımdan oluşmaktadır.
Bunlar;
- Ödemeler dengesi ve para arzı arasındaki ilişki: Bu mekanizmada para,
metal paradır ve para arzını belirleyen iki etmen bulunmaktadır. Bu etmenler, ülkenin
sahip olduğu kıymetli madenler ile dış ticaret dengesidir. Dış ticaret dengesinin açık
vermesi halinde ülke, bu açığını kapatmak için altın ihraç etmeye başlayacaktır ve
ülkenin para arzı daralacaktır.
- Para arzı ile fiyatlar arasındaki ilişki: Bu mekanizmada kısa dönemde para
arzı doğrudan fiyatları belirlemektedir. Para arzı ile fiyatlar arasındaki ilişki, kısa
dönemde paranın dolaşım hızı sabit sayıldığından ve ekonomi tam istihdam
noktasında olduğundan, miktar teorisi çerçevesinde ele alınır (PQ=MV)2.
Dolayısıyla artan para arzı doğrudan fiyat artışları şeklinde ortaya çıkacaktır.
- Fiyat ile ödemeler dengesi arasındaki ilişki: Fiyat ayarlama mekanizmasında
ülkelerin para arzı, altın ya da altına dayalı kâğıt paradır ve ülkeler altın fiyatını
kendileri belirlemektedir. Bu durumda ödemeler dengesi açık veren bir ülkede, bu
açığı kapatmak amacıyla altın ihracı başlar. Altın ihracı, ülkede para arzının
daralmasına ve fiyat düzeyinin düşmesine neden olur. Fiyatların düşmesi ülkenin
ihracatın artmasına, artan ihracat ise ülkeye altın girişiyle beraber dış dengenin
sağlanmasına yardımcı olur (Aksu, 2007: 11).
3.8.1.1.3. Otomatik Faiz Değişmeleri İle Denkleşme
Modern kağıt para ekonomilerinde de klasik mekanizmanın öngördüğü
ekonomik denkleşmeden bahsedilebilir. Ancak bu denkleşme fiyatların değişmesi
yoluyla değil faiz oranlarının değişmesi ile gerçekleşmektedir. Bugünkü mekanizma,
istikrarlı kur sistemlerinde Merkez Bankası' nın döviz piyasasına yaptığı döviz alım
ve satım müdahaleleri ile ortaya çıkar.
Bir dış açık durumunda;
- MB döviz talebi arzdan fazla olduğu için, döviz kurlarında yükselişi
önlemek amacıyla döviz satar.
- Piyasadan yerli parayı çeker.
150
- Para arzı ve kredi hacmi daralır ve faiz oranı yükselir.
- Bu durum yatırım harcamalarını azaltarak toplam talebi ve milli geliri
daraltıcı etkide bulunur.
- İthalat azalır ve ihracat artar denge sağlanır.
Ayrıca faizlerin dış faiz oranlarına göre yükselmesi yabancı portföy
sahiplerinin yerli menkul alımını özendirir. Böylece ülkeye giren yabancı mali
sermaye akımı bilançoyu olumlu yönde etkiler (Seyidoğlu, 2003b: 442- 443).
Şekil 17: Otomatik Faiz Değişmeleri ile Dış Denge Sağlanma Mekanizması
Kaynak: Seyidoğlu, 2003b: 442- 443.
Faiz oranlarındaki değişme ödemeler bilânçosunu iki şekilde etkilemektedir.
Birincisi; faiz oranlarının yükselmesi yatırım harcamalarını azaltarak toplam talep ve
milli gelir üzerinde daraltıcı etki meydana getirmesidir. Bunun sonucunda ithalatta
bir azalma, ihracatta ise bir artış meydana gelmekte ve dış denge yeniden
sağlanmaktadır. İkinci etkisi ise faiz oranlarının sermaye bilânçosu üzerinde
meydana getirdiği etkidir. Yurtiçi faizlerin yurtdışı faiz oranlarından yüksek olması
durumunda yabancı sermayenin ülkeye girişi hızlanmakta ve para arzının daralması
yurtiçindeki bireylerin ithal giderlerini ve sermaye ihraçlarını azaltmaktadır. Sonuçta,
151
sermaye bilânçosundaki olumlu gelişme ödemeler bilânçosunun denkleşmesinde
etkili olmaktadır (Aksu, 2007: 11).
3.8.1.2. Otomatik Gelir Denkleşme Mekanizması
Keynes' in ulusal gelir ve istihdam teorisine dayanan otomatik gelir
denkleşme mekanizması dış dengedeki bozulmanın milli gelir değişmeleri yoluyla
dış dengeyi sağlayıcı etkide bulunmasıdır. Bu mekanizmanın otomatik işleyişi
aşağıdaki diyagramlarda gösterilmektedir.
Şekil 18: Otomatik Gelir Değişmeleri ile Dış Denge Mekanizması
Kaynak: Seyidoğlu, 2003b: 462.
152
İşleyişi açıklayacak olursak, dış ödeme açığı (ithalattaki bir artış veya
ihracattaki bir azalma nedeniyle oluşan) durumunda;
- Açık önce ithalat ve ihracata rakip endüstrilerde talebi ve üretimi kısıcı etki
yapar.
- Bu daralma çarpan etkisiyle milli geliri düşürür.
- Milli gelirdeki düşme bir yandan marjinal ithalat eğilimine bağlı olarak
ithalat hacmini daraltır.
- Diğer yandan da marjinal tüketim eğilimine göre halkın mal tüketimini
azaltır.
- Bu durum ihracata ayrılabilecek payı genişleterek ihracatı artırır.
Ayrıca milli gelirdeki daralma fiyat artışlarına yavaşlatıcı bir etkide bulunur.
Bunun gibi toplam harcamalardaki daralma da fiyat artış hızını yavaşlatabilir. Bu
durum yerli malları yabancılara ucuzlatıp, ithal mallarını ise yerlilere pahalı hale
getirir. Ödemeler bilançosu olumlu etkilenir.
Bir dış ödeme fazlası durumunda ise bu mekanizma tersine işleyerek dengeye
gelmeye katkıda bulunur (Seyidoğlu, 2003b: 462-463).
3.8.1.3. Denkleşmede Parasalcı Yaklaşım
Parasalcı yaklaşım işleyişi ve süreci açısından hem otomatik denkleşme
mekanizmasına dayanmakta, hem de hükümetler tarafından denkleştirme politikası
olarak kullanılabilmektedir.
Parasalcı yaklaşıma göre dış ödemeler açığı veya fazlası para arzı ile para
talebi arasındaki dengesizliklerin sonucudur. Ödemeler dengesine parasal yaklaşım,
diğer yaklaşımlardan farklı olarak, sermaye hareketlerini de ödemeler dengesi
analizine dâhil etmektedir. Bu yaklaşıma göre ödemeler dengesi gerçekte parasal bir
olgudur. Parasal yaklaşım, para piyasasındaki dengeden hareketle para stoku
mekanizması yoluyla para talebi, faiz oranları ve ödemeler dengesi arasındaki
ilişkileri ortaya koymaktadır.Teori mal ve hizmet akımları ile sermaye akımlarına
dayandırılarak açıklanır. Bu teoriye göre para talebi, reel gelir, fiyatlar genel düzeyi
ve faiz oranına bağlıdır (Seyidoğlu, 2003b: 464).
153
Parasal yaklaşıma göre, para talebi, belli bir dönemde kişi ve kuruluşların
elerinde tutmak istedikleri para miktarını ifade eder. Para talebi reel gelir, fiyatlar
genel düzeyi ve faiz oranlarının bir fonksiyonudur ve bunlara bağlı olarak açıklanır.
Para talebinin artması reel gelir düzeyinin artmasına, fiyatlar genel seviyesinin
yükselmesine ve faiz oranlarının düşmesine bağlıdır. Çünkü para talebi reel gelir ve
fiyatlar genel düzeyi ile doğru orantılı, faiz hadleri ile ters orantılı olarak değişir
(Aksu, 2007: 12).
Para arzı, ekonominin gereksinimlerine göre MB tarafından belirlenmektedir.
MB tarafından piyasaya sürülen para, yurtiçi ekonomik ve mali amaçlarla piyasaya
sürülen para ile döviz rezervlerindeki değişmeye bağlı olarak çıkartılan para olmak
üzere ikiye ayrılır (Seyidoğlu, 2003b: 464).
Para arz ve talebi arasındaki dengesizlikler mal ve hizmetlerle, mali varlıklara
yapılan harcamaları ve bu yolla da ödemeler dengesini etkiler. Parasalcı yaklaşımda
izlenen kur politikasının sabit ve istikrarlı olduğu varsayılmıştır. Sabit bir kur
sisteminin benimsendiği bir ekonomide ödemeler dengesinde ortaya çıkan bir
fazlalığın nedenleri ülke içinde para talebinin artış göstermesi veya dış dünyada aşırı
para yaratılması olarak ortaya konulmaktadır. Ödemeler dengesinde gözlenen açığın
nedenleri ise ülke içerisinde aşırı para yaratılması veya yurtdışında para talebinin
artış göstermesi olarak görülmektedir. Bu açıklar ülke döviz rezervlerini ya da
borçlanma kapasitesini tüketene kadar geçici bir süre finanse edilebilir (Aksu, 2007:
12).
Ödemeler
bilançosundaki
açıkların
giderilmesinde
ülkedeki
döviz
rezervlerinin yeterli olmaması durumunda ise dengesizlik para politikalarıyla
giderilebilir. Fiyat ve ücretlerin aşağı doğru esnek olmadığı durumlarda ise hükümet
müdahalesi ile ortaya çıkan devalüasyon ve dış ticarete uygulanan doğrudan
önlemler, daha az sosyal özveriye ya da geçici işsizliğe neden olması bakımından
deflasyona tercih edilmektedir . Parasalcı mekanizmanın otomatik ve denkleştirici
unsurunu bir arada taşıması da burada ortaya çıkmaktadır. Hükümet müdahalesi,
durumu denkleştirici hale getirmektedir. Devalüasyon uzun dönemde reel ekonomik
değişkenler üzerinde bir etki meydana getirmemekte ve dolayısı ile başta yarattığı
etki geçici nitelik taşımaktadır. Devalüasyon para piyasasında geçici bir stok
154
dengesizlik oluşturmakta ve yalnızca para piyasasında denge yeniden sağlanıncaya
kadar süren bir fazla ya da açık yaratabilmektedir. Yeterli süre sağlandığı takdirde
sabit döviz kuru altında bütün dışsal dengesizlikler nakit akımı yoluyla kendi kendini
düzeltebildiğinden, parasal yaklaşım taraftarları döviz kuru değişmelerini gereksiz
görmektedirler (Aksu, 2007: 13).
3.8.2. Denkleştirme Politikaları
Bu politikalar otomatik denkleştirme mekanizmaları kendiliğinden ortaya
çıkmayıp hükümetin müdahalesi ile gerçekleştirilen politikalardır. Genel itibariyle
harcama değiştirici politikalar, harcama kaydırıcı politikalar, devalüasyon ve döviz
gelirlerini arttırmaya yönelik politikalar olmak üzere dört başlık altında incelenir.
3.8.2.1. Harcama Değiştirici Politikalar
Bu politikalardaki amaç, harcamaların toplam hacmini daraltıp genişleterek
dış dengenin sağlanmasıdır. Yani toplam harcamaları dış açık durumunda kısma, dış
fazla durumunda ise genişletme uygulamaları ile dengeye getirme politikalarıdır. Bu
konuda hükümetler para ve maliye politikalarından yararlanmaktadırlar (Seyidoğlu,
2003b: 470).
3.8.2.1.1. Para Politikası
Para politikası araçları, Merkez Bankası' nın uyguladığı açık piyasa işlemleri
ile bankaların kredi karşılıkları ve reeskont oranlarından oluşmaktadır. Bir dış açık
durumunda Merkez Bankası' nın bu araçlar yoluyla uyguladığı politikalar şu şekilde
sıralanır;
- Öncelikle bankaların mevduat fonlarına dayanarak açacakları kredilerde
ellerinde tutmaları gereken oranı yani karşılık oranını arttırır ve dolayısı ile kredi
hacmini daraltır.
-
Ardından
ticari
bankaların
ellerindeki
senetleri
yeniden
iskonto
ettirmelerinde uygulanan faiz oranı olan reeskont oranı arttırılarak bankaların kredi
vermede kullanacakları fon miktarını daraltır.
155
- Açık piyasa işlemleri (open market operations) diye bilinen uygulamalar ile
Merkez Bankası doğrudan sermaye piyasasına girerek hazine bonosu ve devlet
tahvili satar ve kişi ve şirketlerin ellerindeki nakit fonları azaltır.
- Bu durumda bankalarda tutulan mevduat hesapları azalacağından kredi
mekanizması tersine işleyerek para arzını birkaç kat daraltır.
- Para arzının daralması faiz oranlarını yükseltir ve bu da ödünç alınabilecek
fonları azaltarak yatırımları ve harcama akımlarını daraltır.
- Toplam harcamalardaki düşme ise milli gelir ve çalışma düzeyini düşürür ve
bu da bir yandan ithalatın azalmasına, diğer yandan da iç tüketimin azalması
nedeniyle üretimden ihracata daha fazla pay ayrılmasına neden olur.
Bütün bu işleyen uygulamaların sonucu olarak ülkenin dış ticaret
bilançosundaki açığın giderilmesine katkı sağlanmış olur.
Dış ödeme fazlası durumunda ise açık durumunda uygulanan işlemlerin tam
aksi bir politika sıralaması izlenir (Seyidoğlu, 2003b: 472).
3.8.2.1.2. Maliye Politikası
Maliye politikasının araçları vergi gelirleri ile kamu harcamalarıdır. Bir dış
ödeme açığı durumunda hükümet, vergileri artırıp harcamaları kısarak “bütçe
fazlası” oluşturur. Toplam harcamaların bu şekilde daraltılması da milli gelir ve
çalışma düzeyini düşürür. Bu da ithalatı azaltıp ihracata ayrılan payı arttırarak dış
ticaret bilançosunu iyileştirici etkide bulunur. Bir dış ödeme fazlası durumunda ise
tam tersi politikalar izlenerek denge sağlanmaya çalışılır (Seyidoğlu, 2007b: 473).
3.8.2.2. Harcama Kaydırıcı Politikalar
Sabit kur rejimlerinde harcama değiştirici politikalarla birlikte dış dengeyi
sağlama politikalarından birisidir. Bu politikalar dış ticaret kısıtlamaları, döviz
kontrolü ve kur ayarlamalarından oluşmaktadır. Bu politikalar toplam harcamaların
hacmini etkilemeye değil, bunların yerli ve yabancı mallar arasında dağılımını
değiştirmeye yöneliktir. Bir dış ticaret açığı veren ülkede ithalat giderleri ihracat
giderlerini aşmaktadır. Bu durumda izlenecek harcama kaydırıcı politikaların amacı,
toplam harcamaları yabancı mallardan yerli mallara doğru kaydırmak, böylece ithalat
156
giderlerini kısmak ve ihracata daha fazla mal ve hizmet ayrılmasına olanak
vermektedir. Tersine, bir ödemeler bilançosu fazlası durumunda harcamaları yerli
mallardan yabancı mallara doğru kaydırıcı politikalar uygulanır (Berber, 2007: 61).
Dış ticaret kısıtlamaları: Hükümetlerin ithalatı kısıtlamak için koydukları
gümrük
tarifeleri,
ithal
kotaları
ve
yasaklamalar
gibi
önlemleri
kapsar.
Tarifelendirmede dış ticarette, ülkeye gelir sağlamak amacıyla veya yerli endüstriye
yabancı mallara karşı iç piyasada rekabet üstünlüğü kazandırmak amacıyla, ithalatın
belirli oranlarda vergilendirilmesi durumu söz konusudur. Kota sisteminde ise gelir
temini amacı olmayıp, önceden belirlenen esaslar çerçevesinde ülkeye mal akışının
kısıtlanması söz konusudur.
Bunlar yabancı mal ve hizmetlerin ülkeye girişini
caydırıcı veya tümden önleyici etki yaparak döviz giderlerini azaltır ve böylece de
dış ticaret açığının giderilmesine katkıda bulunurlar. Temelde bu önlemler açıkları
tedavi etmekten çok baskı altına almaya yararlar (Seyidoğlu, 2003b: 474).
Döviz kontrolünde dışarıya yapılacak ödeme akımlarının hükümetler
tarafından değişik şekillerde engellenmesi söz konusudur. Döviz kontrolünün en çok
uygulandığı alan yurt dışına sermaye ihracıdır. Hükümetler, karşılaşılan dış ödeme
açığının şiddetine göre, sermaye ihracı üzerine değişen ölçülerde kısıtlamalar
koyarlar. Ayrıca belirli mal ve hizmetlerin ithali için tahsis edilen döviz miktarı da
sınırlandırılabilir. Bu uygulamalardaki amaç, ülkenin toplam döviz giderlerinin
kısılarak dış açığın azaltılması veya tamamen giderilmesidir (Seyidoğlu, 2003b:
474).
Kur ayarlamaları ise (exchange rate adjustments) sabit veya istikrarlı kur
rejiminde uygulanabilir. Böyle bir sistemde ülkenin ulusal parası dolar veya euro gibi
yabancı bir paraya, ya da SDR veya özel olarak oluşturulan bir yabancı paralar
sepetine bağlanmıştır. Hükümetler döviz piyasalarına yaptıkları müdahalelerle
kurları belirlenen sabit veya istikrarlı düzeylerde, daha yaygın uygulama şekliyle
öngörülen alt ve üst sınırlar arasında sürdürmeye çalışırlar (Seyidoğlu, 2003b: 474).
3.8.2.3. Devalüasyon
Devalüasyon, sabit kur sisteminde dış ticaret açıklarından kaynaklanan cari
işlemler açıklarıyla karşılaşan ülkelerde, bu açıkları ortadan kaldırmak için kullanılan
157
en önemli politika araçlarından biridir. Sabit kur sistemi dışında, kurları piyasaya
bırakılmış ama piyasaya yoğun müdahaleler ile piyasa kurunu denge değerinin
sürekli olarak altında tutan ülkeler de karşılaşılan bir politika türüdür. Ülkeler
devalüasyon uygulamasıyla
birlikte bir
taraftan ulusal paralarındaki aşırı
değerlenmeyi ortadan kaldırarak uluslar arası rekabet güçlerini ve ihracat gelirlerini
arttırmayı, diğer taraftan da ithal ikamesi malların yurt içi üretimini gerçekleştirerek
ya da arttırarak ithalat harcamalarını kısmayı amaçlamaktadırlar (Börke Tunalı,
2007: 92).
Devalüasyon, ulusal paranın yabancı paralar karsısında değerinin düşmesi
yanında aynı zamanda döviz kurunun yükseltilmesi anlamını taşır. Devalüasyon,
enflasyon nedeniyle oluşan iç ve dış fiyat seviyesi farkını ve dolayısıyla ödemeler
dengesi açığını kapatmakta ve dış ticaret politikasının bir aracı olarak ihracatı
arttırmak ve ithalatı kısmak için kullanılır. Hükümetleri devalüasyon yapmaya iten
bir diğer önemli neden ise enflasyondur. Enflasyon fiyatlar genel seviyesinin aşırı bir
şekilde artması, yerli ürünlerin pahalılaşması demektir. Bu durumda döviz kuru sabit
tutulursa ihraç malları pahalılaşacak ve ihracat azalacak, ithal malları ise ucuzlayacak
ve ithalat artacaktır. Bu durumda ödemeler bilançosu açığı da büyücektir.
Devalüasyon bu etkileri ortadan kaldırmak için kullanılan önemli bir politika
olmuştur (Alkan, 2007: 45).
3.8.2.3.1. Devalüasyon ve Esneklikler Yaklaşımı
Sermaye akımlarını dikkate almadan devalüasyonun dış ticaret akımları
üzerindeki etkilerini inceleyen bu akım, devalüasyonun etkilerini incelemeye yönelik
geliştirilen en eski yöntemdir (Seyidoğlu, 2003b: 476).
Ürün fiyatları ve döviz kurundaki değişmeler ile ithalat ve ihracattaki
değişmeler arasındaki ilişki, öne sürülen yaklaşımın ilk adımıdır. Bu yaklaşımın
ikinci adımında fiyatlarda ve döviz kurundaki değişmelerin ihracat ve ithalatı ne
oranda etkileyeceği önemlidir. Bunun içinde ithal ve ihraç mallarının talep ve arz
esnekliklerini bilmek gerekir. Fiyat düşüşleri, ne şekilde ortaya çıkarsa çıkmış olsun,
söz konusu mal ihracatının artabilmesi için ithal talep esnekliği ile ihraç talep
esnekliğinin 1’den büyük olması gerekir. Buna göre de ticaret dengesinin göreli
158
fiyatlara ve esnekliklere bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple fiyat
değiştirmek, ticaret dengesindeki açığı gidermek için kullanılacak politik araç
olacaktır. İhraç mallarının dış talep esnekliği ile ithal mallarının iç talep esneklikleri
toplamının birden büyük olmasını gerektiren Marshall- Lerner Koşuluna bağlı olan
bu yaklaşımda devalüasyonun olumlu etkileri, ihracat gelirlerini arttırıp, ithalat
giderlerini azaltması yani dış ticaret dengesinin iyileştirmesiyle ortaya çıkar. Yani
devalüasyonun
olumlu
etkileri
talep
esnekliklerinin
değerine
bağlıdır.
Devalüasyondan beklenen döviz kazancının büyüklüğü, esnekliklerin toplamının
1’den büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Esneklikler toplamının 1'den küçük olması
durumunda ise ülke devalüasyondan olumsuz etkilenebilir. Devalüasyonun olumlu
etkileri olsa da, devalüasyon yapan ülke bunun olumlu sonuçlarını hemen göremez.
Daha önce esneklikler yaklaşımında da ayrıntılı açıklandığı üzere devalüasyonun ilk
dönemlerinde devalüasyon yapan ülkenin ödemeler bilançosu, beklediği döviz artışı
yerine aynı dönemde döviz kaybına uğraması sebebiyle daha da bozulacaktır.
Devalüasyonun ekonomiler üzerinde genelde önce olumsuz daha sonra olumlu
etkileri olduğunu ve buna J harfine benzediğinden dolayı “ J eğrisi etkisi” denildiğini
yine esneklikler yaklaşımında ayrıntılı incelemiştik (Alkan, 2007: 38-39).
- İhraç malları dış talep esnekliğinin 1'den büyük olması,
- Devalüasyonun talebi uyarıcı etkisini karşılayabilmek için ihraç malları arz
esnekliğinin de yüksek olması,
- İthal malların arz esnekliğinin yüksek olması (büyük ülke varsayımında)
- Devalüasyon sonrası iç fiyatların sabit tutulması
- Yerleşik piyasalar ve tüketici alışkanlıkları,
- Spekülasyon ve gizlilik,
- İç ve dış enflasyon oranları farkından daha yüksek oranlarda devalüasyon
yapılması,
devalüasyonun
esneklikler
yaklaşımındaki
başarı
koşullarını
oluşturmaktadır (Seyidoğlu, 2003b: 484).
159
3.8.2.3.2. Devalüasyon ve Massetme Yaklaşımı
Esneklikler yaklaşımındaki eksiklikleri gidermek için ortaya atılmış olan
Massetme Yaklaşımı, döviz kurundaki değişmelerin ihracat ve ithalat üzerindeki
etkilerinin ekonomideki diğer büyüklükler üzerindeki etkilerinin de göz önüne
bulundurarak ele alınmasını vurgulamaktadır ve devalüasyonun dış dengeyi sağlayıcı
etkisini milli gelir üzerinde yaptığı değişmeler yoluyla açıklamaktadır.
Massetme yaklaşımı döviz açığının bulunduğu durumlarda ödemeler
dengesini sağlayabilmek için üç öneride bulunur. Bunlar;
- Harcamaları azaltıcı politikalar; bu politikalara göre amaç (C+I+G)’nin
sayısal değerini azaltacak her türlü sınırlama ve kontrollerin uygulanmasıdır.
- Üretimi, harcamalardan daha hızlı arttırarak gelirleri arttırıcı politikalar; bu
politikalar ise bir bakıma harcama kaydırıcı politikalardır. Bu politikada da amaç
yabancı ürünlere yönelmiş harcamaların ulusal ürünlere yönelmesini sağlamak ve bu
şekilde üretim artısını sağlamaktır.
- Her iki önerinin karışımı şeklinde oluşan politikalardır.
Massetme yaklaşımına göre, eğer ülkede tam istihdam geçerli ise,
devalüasyon yetersiz kalacaktır, bu durumda daraltıcı politikalar uygulanmalıdır
(Alkan, 2007: 43).
Devalüasyonun massetme ve ödemeler dengesi üzerine etkileri şu şekilde
sıralanabilir:
a) İthalata Etkisi: Devalüasyonun ulusal para cinsinden ülkeye ithal edilen
malların fiyatlarını yükselterek yurtiçi talepleri azaltması sonucunda ülkede döviz
giderlerinde azalma meydana gelmektedir. “Döviz tasarrufu sağlayıcı etki” olarak
adlandırılan bu durumda, belli bir orandaki devalüasyonun ne ölçüde döviz tasarrufu
sağlayacağı ithal mallarında meydana gelen fiyat artışlarının halkın bu malların
talebini hangi oranlarda kısacağına, yani ithal mallarının yurtiçi talep elastikiyetine
bağlıdır (Salvatore, 1995: 45).
b) İhracata Etkisi: “Döviz kazandırıcı etki” olarak adlandırılan bu etkide,
devalüasyonun ihraç edilen malların fiyatlarını yabancı para cinsinden ucuzlatarak
160
ihraç mallarının yurtdışı talebini arttırması,
ülkenin döviz gelirlerinde artma
meydana getirir. Bu durumun gerçekleşmesinde, belli bir oranda devalüasyonun ne
ölçüde döviz kazandıracağı ihraç edilen malların yurtdışı talep elastikiyetine bağlıdır
(Sodersten, 1984: 71).
c) Pigou Etkisi: Bu etki, fiyatlarda meydana gelen düşme sonucu reel
servette ortaya çıkan artısın tüketim harcamaları üzerindeki etkisidir. Fiyatların
düşüp servetlerin artmasıyla ortaya çıkan bu tasarruf azaltıcı veya toplam
harcamaları artırıcı etkiye "reel balans etkisi" ya da "Pigou etkisi" denir. Pigou
etkisine göre devalüasyon sonrası şirketler işlem güdüsüyle kasalarındaki para
miktarını arttırmaya çalışırlar. Bu para da harcamaların bir miktar azalmasına neden
olur. Kasada tutulan paranın miktarı ne kadar çoksa harcamalar da o kadar azalacak
ve devalüasyon o kadar başarılı olacaktır (Alkan, 2007: 44).
d) Gelir Dağılımı Etkisi: Ülkede devalüasyon olması durumunda fiyatlar
genel seviyesinin yükselmesi, ücret ve maaşlı, sabit gelirlilerin aleyhine olarak gelir
dağılımını etkileyecektir. Böylece marjinal emme meyli azalma gösterecektir.
Çünkü, gelir düzeyi yüksek olan gruplardan, düşük olan gruplara kayma olacağından
dış denge olumsuz etkilenecektir (Alkan, 2007: 44).
e) Dış Ticaret Hadleri Etkisi: Ticaret hadleri, ihracat fiyatının ithalat
fiyatına oranıdır ve devalüasyon sonucu ihraç edilen malların döviz cinsinden değeri
düşünce dış ticaret haddi ülke aleyhine değişecektir. Ülke artık aynı miktarda döviz
elde etmek için daha fazla mal satmak zorundadır. Dünya ticaretinde payları fazla
olmayan küçük ülkeler bu durumdan yararlanarak ihracatlarını arttırabilirler (Alkan,
2007: 44).
3.8.2.3.3. Devalüasyon ve Parasalcı Yaklaşım
Parasalcılara göre devalüasyon, ülke içinde malların fiyatını yükselterek para
talebini arttırır. Bu talep iç emisyonla karşılanmazsa bireyler yurt dışına mal ve
hizmet ihraç edip ya da ellerindeki yabancı tahvilleri satarak döviz etmekle beraber
yurtdışından ülkeye döviz fonlarının girmesi ve Merkez Bankası' nın bunlara
dayanarak emisyon hacmini arttırmasıyla para talebi karşılanmış (para arz ve talep
dengesi eşitlenmiş) ve ödemeler dengesi sağlanmış olur. Kısaca daha önce de
161
değinilmiş olan paracı görüşe göre dış dengenin sağlanması para arz ve talebi
arasındaki dengesizliğin giderilmesinin bir sonucudur (Saatcioğlu, t.y.b: 2).
3.8.2.4. Döviz Gelirlerini Arttırmaya Yönelik Politikalar
Harcama-kaydırıcı
ve
harcama-değiştirici
politikalar
genelde
ithalat
giderlerini etkileyerek dış dengenin sağlanmasına dayanır. Ancak dış açık içinde
bulunan ülkeler bakımından dengeyi sağlamanın diğer bir yolu da mal ve hizmet
ihracı ile yabancı sermaye girişlerini kapsayan döviz kazandırıcı işlemlerin
özendirilmesidir. Çoğu ülkelerde dış gelirler içinde en önemli yeri ihracat tutmakta
olduğundan, ihracatın özendirilmesine özel bir önem verilir. İhracata özendirmede
ülkeden ülkeye değişmekle birlikte genellikle, kısa dönemde, sübvansiyonlar, vergi
muafiyetleri, vergi indirimleri, düşük faizli krediler gibi politikalar izlenirken uzun
dönemde ülke üretim kapasitesini genişletilmesine yönelik politikalar yer almaktadır
(Seyidoğlu, 2007b: 487).
3.9. PARA POLİTİKALARI VE ÖDEMELER BİLANÇOSU ÜZERİNE
ETKİLERİ
Para politikaları, ödemeler bilançosu dengesizlik durumunda harcama
değiştirici olarak uygulanabilecek politikalardır. Bu politikalar ödemeler bilançosu
dengesizliği durumunda denkleştirici harcama değiştirici politikalar kısmında da ele
alınmış olup, nihai amaçları fiyat istikrarı, tam istihdam, ekonomik büyüme, mali
piyasa istikrarı, faiz oranlarında istikrar, döviz kurlarında istikrar ve ödemeler
bilançosu dengesi olarak belirtilebilir.
Para politikaları araçları; açık piyasa işlemleri, zorunlu karşılık oranları, faiz
oranları, disponibilite oranı ve reeskont oranından oluşmaktadır.
Para politikalarının ödemeler bilançosu dengesindeki amacı ekonomik
dengesinin sağlanmasından ziyade, onun iyileştirilmesidir. Para politikasının bu
dengeyi sağlamadaki katkısı kesin değildir. Bu nedene para politikalarının ödemeler
bilançosu dengesine yönelik amacını ödemeler bilançosu iyileştirilmesi olarak
değerlendirebiliriz.
Genel itibariyle ele alacak olursak para arzındaki bir
genişleme faiz oranlarını düşürücü bir etki doğurur. Bu durum ülkeden sermaye
çıkışını teşvik eder. Tersi durumda ise sıkı bir para politikası söz konusu olur, bu
162
da, faizleri yükseltecek ve ülkeye yabancı sermaye girişini arttıracaktır. Bu şekilde
izlenilen para politikaları ile ödemeler bilançosu iyileştirilmeye çalışılmaktadır.
Para politikasının ödemeler bilançosu dengesini sağlayıp sağlayamayacağı
noktası önemlidir. Bu dengenin sağlanması incelenirken, kabul edilen döviz kuru
sitemiyle birlikte ele alınması zorunludur. Eğer sabit döviz kuru sisteminde para
politikası ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasını destekleyebiliyorsa sorun
yoktur. Bu sağlanmadığında, dengeyi sağlamak için esnek döviz kuru sistemi
önerilmektedir. Esnek döviz kuru sisteminde yabancı paraların değeri dalgalanmaya
bırakılır. Paranın fiyatındaki değişmeler ödemeler bilançosu dengesi sağlanmaya
çalışılır. Ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasında bir diğer yolda döviz
kontrollerine gidilmesidir. Yani hükümetin getirdiği düzenlemelerle dış ödemeler
sınırlı
tutulmakta
ve
bu
yolla
denge
oluşturulmaktadır.
(www.biraz.tk/bankacilik/para-politikasinin-amaclari, 2012).
Para politikalarını uygulamada en önemli etkenlerden biri kur sistemi olarak
görülmektedir. Bu nedenle esnek ve sabit kur sistemlerinde uygulanabilecek para
politikaları ve dayanakları aşağıda açıklanmaya çalışılmıştır.
3.9.1. Esnek Kur Rejimleri ve Para Politikası
Döviz piyasasına herhangi bir resmi müdahale olmaması durumunda, döviz
kurunun serbestçe arz ve talep koşullarına göre belirlenmesine serbest kur
denilmektedir
ve
bu
kurun
belirlenmesinde
devlet
müdahalesi
yoktur.
(http://www.ekodialog.com/uluslararasi_ekonomi/doviz-kuru-sistemleri.html).
Esnek kur sistemini benimsemiş, sermayenin hareket serbestisine sahip
olduğu ekonomilerde, merkez bankalarının kurlar ve ödemeler dengesi ile ilgili bir
sorumluluğunun
bulunmadığı,
ödemeler
bilançosunda
meydana
gelen
dengesizliklerin otomatik olarak dengeye geleceği ileri sürülmektedir.
Cari işlemler dengesinde meydana gelebilecek bir açık, ülke faiz oranı dış
piyasalara göre yüksek ise sermaye girişleri ile dengelenebilmektedir. Merkez
bankaları faiz oranlarını stabil tutmak gibi bir gayret içine girmedikleri için kendisine
plasman alanı arayan sermaye piyasadaki mevcut tahvillere yönelerek mevcut
tahvillerin fiyatını arttırırken, piyasa faiz oranlarının da düşmesine neden olacaktır.
163
Bu süreç iç ve dış faiz oranları dengeleninceye değin gözlemlenecektir. Sonuçta da
sermaye giriş çıkışlarının son bulacağı veya dengeli bir seyir izleyeceği
öngörülmektedir. Bu durumda, esnek kur sistemi varsayımı altında ödemeler
bilançosunun dengeye gelmesi iç ve dış faiz oranlarının dengede olması ile
sağlanmaktadır. İç piyasada faiz oranları dış piyasalara göre yüksekse sermaye
girişleri ülke parasının değerini arttırarak ihracatı negatif etkilemekte ve ödemeler
dengesinde açığa neden olmaktadır. İç ve dış faizlerin örtüşmesi ödemeler
dengesinde açık veya fazla verilmemesinin şartı olarak görülmektedir.
3.9.2. Sabit Kur Rejimi ve Para Politikası
Kurların sabit olduğu, sermaye hareketlerinin serbest olduğu ortamda, para
politikası üzerinde etkisini kaybedeceği varsayılan Merkez Bankası, faiz oranlarını
yükseltmek üzere para miktarını daraltacaktır. Bu varsayımdan hareketle dış
ülkelerde gerçekleşen cari faiz oranlarına ulaşılana değin ülkeye sermaye girişi
beklenmektedir. Ülkede para arzı, ödemeler dengesine bağlı olarak gelişmekte
ödemeler dengesinde görülen fazla veya açık para arzını daraltıp genişletmektedir.
Sermaye hareketlerinin serbest olduğu, sabit kur politikası benimsenen ekonomilerde
döviz giriş çıkışlarından doğan fazla veya açığın giderilmesinde ekonomi
yönetimlerine para arzını piyasanın ihtiyaçlarına göre ayarlamaları tavsiye
edilmektedir. Çünkü sabit kur rejimlerinde para miktarına yönelik politika
uygulamak mümkün görülmemektedir. Para arzının piyasanın istekleri doğrultusunda
hareketi para arzının endojenliğini doğurmaktadır.
Sabit ve istikrarlı bir kur sistemi benimsendiğinde dış ödeme açığı
durumunda kurlardaki yükselmeyi önlemek üzere Merkez Bankası piyasaya döviz
satacak ve karşılığında ulusal para çekecektir. Bu durum parasal tabanın küçülmesi
anlamına gelecektir. Dolayısıyla çoğaltan katsayısı ölçüsünde para arzının daralması
söz konusudur.
Genel itibari ile bakacak olursak para politikalarının esnek kur sisteminde
daha etkili olduğu, sabit kur sisteminde ise maliye politikalarının daha etkili olduğu
gözlemektedir.
164
Para politikaları dengeyi sağlama da tek başına yetersiz kaldığında maliye
politikalarına da başvurulabilmektedir. Her ikisinin yaratacağı etkiler ile denge
sağlanmaya ve sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ancak etkileri bakımından ele
alındıklarında maliye politikalarının iç dengeyi sağlamada, para politikalarının ise
faiz oranlarını değiştirerek sermaye giriş ve çıkışlarını etkilemede daha büyük role
sahip olmasından dolayı, dış dengeyi sağlamada daha başarılı oldukları söylenebilir.
Ülkelerin dış açık ve fazla vermeleri durumunda uygulayacakları para
politikaları harcama değiştirici politikalarda ayrıntılı incelenmiş olup, kısaca
aşağıdaki gibi sıralanmaktadır.
Bir dış açık durumunda Merkez Bankası' nın para politikası araçları yoluyla
uyguladığı politikalar şu şekildedir;
- İlk olarak bankaların karşılık oranlarını arttırarak kredi hacmini daraltır.
- Ardından reeskont oranlarını arttırarak bankaların kredi vermede
kullanacakları fon miktarını daraltır.
- Açık piyasa işlemleri (open market operations) diye bilinen uygulamalar ile
Merkez Bankası doğrudan sermaye piyasasına girerek hazine bonosu ve devlet
tahvili satar ve kişi ve şirketlerin ellerindeki nakit fonları azaltır.
- Bu durumda bankalarda tutulan mevduat hesapları azalacağından kredi
mekanizması tersine işleyerek para arzını birkaç kat daraltır.
- Para arzının daralması faiz oranlarını yükseltir ve bu da ödünç alınabilecek
fonları azaltarak yatırımları ve harcama akımlarını daraltır.
- Toplam harcamalardaki düşme ise milli gelir ve çalışma düzeyini düşürür ve
bu da bir yandan ithalatın azalmasına, diğer yandan da iç tüketimin azalması
nedeniyle üretimden ihracata daha fazla pay ayrılmasına neden olur.
Bir dış fazla durumunda ise izlenen politikalar tersine işleyerek ödemeler
bilançosu dengesine olumlu etkide bulunmaktadır (Seyidoğlu, 2007: 14-15).
165
3.10. BORÇ KAVRAMI VE UNSURLARI
Borç, bir kişi ya da kuruluşun ödünç aldığı bazı değerlerin karşılığında
diğerine karşı yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülüktür. Bu yükümlülük daha
önce alınmış olan belirli bir paranın, anapara, faiz ve öteki ödentileri ile birlikte
borcu aldığı kişi, kurum ya da hükümete geri verilmesi şeklinde olur.
Yükümlülükler, resmi olarak borç sözleşmesinin yapılarak taraflarca kabul edilmesi
yani borçlanmanın gerçekleşmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu durumda borçlanma ise
bir kişi, şirket, kurum veya hükümetin diğerlerinden ödünç mali kaynak sağlamasıdır
(Kozalı, 2007: 3).
Borcun yükümlüsü devlet ise borçlanma, kamu kredisi niteliği taşır. Kamu
kredisinin, özel kişilerin ve işletmelerin borçlarından temel farkı borcun devlet
garantisi altında olması ve bu garantinin içinde devleti devlet yapan ‘itibarın’ da
olmasıdır. Kamunun yükümlülüğü hem hukuki bir yükümlülük hem de hukuki
olmayan ama en az onun kadar bağlayıcı olan itibari bir yükümlülüktür (Güçlü
Çiçek, 2005: 4).
Borçlanma, bir çeşit finansman yöntemi olmakla birlikte konuyu hükümet
bazında ele aldığımız zaman, borçlanmanın vergiye alternatif bir yöntem olduğunu
ya da vergi ile tam olarak sağlanamayan finansmanın, belirli şartlara dayanan resmi
bir sözleşme ile borçlanarak elde edilmesi olarak tanımlanabildiğini görüyoruz.
Borçlanma denildiği zaman genellikle para borcu akla gelmekle birlikte
borçlanma para borcu ya da hizmet borcu şeklinde olabilir. Ayrıca, borçlanma
teminatlı veya teminatsız, faizli ya da faizsiz, kısa ya da uzun vadeli, devredilebilir
ya da devredilemez niteliklerde olabilir. Borçlanma, kişi, şirket, banka, sigorta
kuruluşu ve öteki mali kuruluşlardan ya da tahvil ihracı yoluyla, doğrudan doğruya
tasarruf sahibi halktan yapılabilir. Hükümetler de birbirlerinden, uluslararası mali
kuruluşlardan ya da halktan borç sağlayabilirler (A. Aysu, 2007 : 4).
Genel itibariyle borçlanma sürelerine bakıldığı zaman ise kısa, orta ve uzun
ayrımını görüyoruz. Bu ayrımda aralarında tam olarak kesin sınırlar bulunmasa da 1
yıla kadar olan borçların kısa vadeli, 1-5 yıl arası vadeye dayanan borçların orta
vadeli ve 5 yılı aşkın süreli vadesi olan borçların ise uzun vadeli olduğu kabul
166
edilmektedir. Ayrıca süresiz borç sayılabilecek çok uzun vadeli borç sözleşmelerinin
de yapıldığı görülmektedir (Akkaya, 2012 : 4-5).
3.11. DIŞ BORÇ KAVRAMI VE UNSURLARI
Artan kamu harcamalarının normal kamu gelirleriyle karşılanamaz boyuta
gelmesi, borçlanmayı her zaman başvurulabilir bir finansman kaynağı şekline
dönüştürmüştür (Kalenderoğlu, 2006: 231). Devletin borçlanması ise iç kaynaklardan
ve dış kaynaklardan borçlanma olarak ikiye ayrılmaktadır. Devletin ülke içindeki
bireylerden, özel ve mali işletmelerden, ticari bankalarından ve Merkez Bankası'
ndan borçlanarak finansman sağlaması iç borçlanmadır. IMF, Dünya bankası,
Uluslararası kalkınma birliği gibi uluslararası kuruluşlardan finansman sağlaması ise
dış borçlanmadır.
Dış borç; bir ekonomide yerleşik olanların yerleşik olmayanlara gelecekte bir
zamanda anapara ve/veya faiz ödemesini gerektiren, alındıklarında ya da geri
ödendiklerinde ulusal gelir üzerine etkide bulunan uluslararası ilişkiler sonucu doğan
gayri safi finansal yükümlülükler toplamıdır (World Bank, 2005: 85). Tanımda
‘gayrisafi’ ibaresinin kullanılmasındaki amaç, gayrisafi borcun, borç servisi ile direkt
ilişkili bir büyüklük olmasındandır. Gayri safi dış borçtan kastedilen, o ülkenin söz
konusu dönem itibariyle stok borçlarından dış alacaklarının mahsup edilmeden
kayıtlara alınmasıdır. Aksi taktirde alacakların vadeleri ile borçların vadelerinin
farklı
olması
nedeniyle
ülkeler
arasında
yapılacak
borç
ödeme
gücü
karşılaştırmalarında tutarsızlıklara neden olabilir (Güçlü Çiçek, 2005: 12-13).
Başka bir şekilde tanımlayacak olursak, dış borçlar, bir ülkenin belirli bir süre
sonunda anapara ve faizi ile geri ödenmek şartıyla yabancı ülkelerden sağladıkları
kaynaklardır. Bu borçlar alındıkları zaman ülkeye yabancı kaynak girişine yol açtığı
için ekonomi üzerinde olumlu etki yaratacak, buna karşılık anapara ve faiz ödemeleri
yapıldığı zaman dışarıya kaynak transferi söz konusu olacağından olumsuz etkiye
neden olacaktır (A. Aysu, 2007: 5).
Yabancı piyasalardan edindiğimiz borçları yabancı para değeri üzerinden
karşılarız. Elbette borcu hangi ülkenin para cinsinden alıyorsak o ülkenin para
cinsinden
ödememiz
gerekmekte
bu
da
ihracat
fazlası
yaratarak
167
gerçekleştirilebilmektedir. Bu anlamda dış borç (uluslararası borç) ertelenmiş
uluslararası ticaret anlamına gelmektedir (O. Aktan, 1985: 53).
3.12. DIŞ YARDIM NEDİR?
Dış borç ve dış yardım terimleri birbirleriyle fazlasıyla karıştırılmasına ve
yakın iki kavram olmalarına rağmen farklı noktaları bulunmaktadır. Ülke finansman
ihtiyacını karşılamak için dış ülkelerden kaynak aktarımı yapabilir. Bu durum kaynak
ihraç eden ve kaynak ithal eden ülkeler arasında alınan kaynağın niteliğine,
miktarına, geri ödenecek ise vadesine, bu arada faiz işleyecek ise uygulanacak olan
faiz oranına ve kaynak aktarımı ile ilgili diğer önemli detaylara yönelik bir sözleşme
yapılmasını gerekli kılar. İşte bu sözleşme şartları borç ve yardım ayrımını ortaya
koyan en önemli unsurdur.
Sözleşmelerde, ülkeler arası kaynak aktarımında alınacak olan kaynağın
karşılığında ödenecek faiz oranı belirlenir. Bu faiz oranı bazen yüksek, bazen çok
düşük bazen de hiç olmayabilir. Bu kaynağın geri ödeme zamanı yani vadesi de
sözleşmede belirlenen unsurlardandır. Geri ödeme zamanı konusunda da vade bazen
uzun, bazen kısa, bazen ise geri ödeme söz konusu olmayabilir. Bu durumda aslında
borç olarak alınan para ve kaynakların da bir tür yardım olduğu açıktır. O halde dış
yardım kavramı dış borç kavramını kapsayan daha geniş bir anlam ifade etmektedir
(Erdem vd., 1998: 234).
Genel bir tarif yapılacak olursa dış yardım; gelişmekte olan ülkelerin
ekonomik
kalkınmalarına
yardımcı olmak
için
gelişmekte
olan
ülkelerin
hükümetlerine, kamu veya özel kuruluşlarına, iki taraflı veya çok taraflı anlaşmalar
uyarınca, genellikle uzun vadeli olarak, karşılıksız ya da gerçek maliyet değerinin
altında sağlanan kaynaklardır (Özbek, 2007: 4).
Dış yardım kavramı dar anlamda ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde
gruplandırılarak tanımlanır. Bu tanımlamalar doğrultusunda dar anlamda dış yardım,
genellikle gelişmekte olan ülkelere verilen bağışlar ya da kredi koşullarından daha
uygun koşullarda sağlanan krediler olarak ifade edilirken, geniş anlamda dış yardım
ise genellikle gelişmiş ülkelerin ya da uluslararası kuruluşların gelişmekte olan
ülkelere savunmalarını, ekonomik ve ya sosyal kalkınmalarını desteklemek amacı ile
168
sağladıkları başta her çeşit sermaye akımları olmak üzere tüm kolaylıklar şeklinde
ifade edilmektedir (Yücesan, 2011: 4-5).
Gelişmiş bir ülkenin hükümetinin doğrudan az gelişmiş bir ülkenin
hükümetine yaptığı yardım iki-yanlı yardım biçimidir. Yardımı veren ülkenin ürettiği
malların alımı koşuluna bağlanan yardım bağlı yardım, bu koşula bağlı olmayan
yardım ise serbest yardım olarak tanımlanır. Belirli bir projenin finansmanına
yönelik yardım biçimine proje yardımı ve bir projeye bağlı olmaksızın genel amaçlı
bir program yürütülmesi için verilen yardımlara genel amaçlı yardım ya da program
yardımı denir. Parasal yardıma finansal yardım, gıda yardımı ya da teknik yardım
gibi yardımlara ise ayni yardım denir (İşgüden ve Turanlı, 1992: 75).
Dış yardım, alım gücü olmayan ülkelere yapıldığında ekonomiye talep
arttırıcı bir etki yapacaktır. Bu da ülke ekonomisinin canlanmasını ve dolaylı da olsa
ithalatın artmasını sağlayacaktır. Bu durumda aslında yardım veren ülke ya da
ülkeler, yardımlarının karşılığını doğrudan borç durumunda olduğu gibi bir geri
ödeme ile alamasalar da, alım gücü artan ülkelere ihraç kapıları açılmış olacaktır.
Yani yardım veren ülkelere yeni pazarlar oluşacaktır. Bu da yardımın, en az yardım
alan ülkelere olduğu kadar ihraç veren ülkelerin de lehine bir durum olduğunu
göstermektedir.
3.13. DIŞ BORÇ - DIŞ YARDIM AYRIMI
Dış borç ve dış yardım tanımlarının her ikisinde de ülkeye bir dış kaynak
transferinin söz konusu olduğu görülmektedir. Ancak, bu kaynaklar arasında;
sağlandığı yerler, ödeme koşulları vb. konularda farklar mevcuttur (Özbek, 2007: 5).
Dış borç ve dış yardım her ne kadar birbirleri ile karıştırılsa da bu iki kavramı
birbirinden ayıran temel farkları bulunmaktadır. Bu farkların başında kullanım
serbestileri gelmektedir. Dış borçlar borcu alan ülke hükümeti tarafından ülke içinde
istenildiği gibi özel sektöre ya da kamuya tahsis edilerek kullanılabilir. Ancak dış
yardımlarda bu serbestlik dış borçlarda olduğu kadar söz konusu değildir. Dış
yardımı yapan ülkeye belirli oranda ithalat yükümlülüğü gibi belirli harcama alanları
vardır.
169
Dış borçlar ne koşullarda verilirse verilsin ödenmek zorundadır. Dış
yardımlarda ise her zaman geri ödeme gibi bir zorunluluk yoktur. Çünkü, hibe
şeklinde verilen yardımlarda geri ödeme yapılmazken kredi şeklinde verilen
yardımlarda geri ödeme yapılmaktadır. Dış yardımlar ülkelerden veya resmi
kuruluşlardan sağlanırken dış borçlar ülkeler ve resmi kurumların yanı sıra özel
piyasalardan da sağlanabilmektedir (Kozalı, 2007: 4).
Dış borçların verilişinde borç verilen ülkenin kalkınması temel alınmazken
resmi kalkınma yardımlarında, yardım verilecek ülkede ekonomik kalkınma ve
refahın arttırılması temel alınmaktadır (Seiber, 1982: 53).
Günümüzde her dış borcun bir dış yardım olduğu ve dış yardımların da büyük
ölçüde dış krediler şeklinde olduğu söylenebilir (Eker, 2004: 284). Eker ve diğer
yazarlara göre dış borçlar dış yardımlar içerisinde bulunan bir kavramdır. Bu sebeple
her dış borcun bir dış yardım olduğu genellemesi yapılabilmektedir (Yücesan, 2011:
5).
Bu tanımlamaların ardından son olarak da Dış Borç Servisi'ne değinmekte
fayda vardır. Dış borç servisi ise bir ülkenin bir yıl içerisinde anapara ve faiz
şeklindeki toplam dış borç ödemeleridir. Bu oran, dış borç yükü ve çok borçluluğu
ölçmek amaçlı olarak kullanılır (Özbek, 2007: 5). Dış Borç Servisi ( external debt
service), anapara (principals) + faiz (interests) ödemelerinden meydana gelir,
ülkelerin borçluluk (indebtedness) göstergeleri dış borç servisine göre ölçülür
(Avramovic and Ravi, 1958: 18- 22).
Bir ülkenin borç servisi kapasitesi, aynı zamanda o ülkenin kredi
değerliliğinin (credit – worthiness) ölçülmesinde kullanılmaktadır (Feder and Just,
1967: 20).
3.14.
GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİ DIŞ
BORÇLANMAYA YÖNELTEN NEDENLER
Dünya ülkeleri arasındaki gelişmişlik farkı, kaynakların ülkeler arasında
dengesiz dağılımı ve gelişen uluslararası ilişkiler nedeniyle ülkelerin iç kaynakları
ekonomik kalkınmanın finansmanında yetersiz kalmıştır. Yurtiçi kaynakların yetersiz
olması nedeniyle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyümenin hızlandırılması
170
için gerekli olan yatırımlar dış borçlarla finanse edilmiştir. Dış borçlanma özellikle
uzun dönemli ve ülkeye büyük faydalar sağlayacak yatırım projelerinin hayata
geçirilmesinde önemlidir. Çünkü üretime yönelik yatırımlar, toplam ve kişi başına
düşen reel gelirin büyütülmesinde ve iktisadi kalkınmanın sağlanmasında belkemiği
durumundadır (İnce, 1996: 60- 62).
Yerli sermaye birikiminin yetersiz olmasından dolayı istenen yatırım ve
üretim düzeyinin sağlanamadığı gelişmekte olan ülkeler için dış finansman
kaynakları büyük bir önem arz etmekte, bu da başlıca dış yardım, dış borç ve
uluslararası sermaye akımı (portföy ve doğrudan yabancı yatırımlar) yoluyla
mümkün olmaktadır (K. Karagöz, t.y.: 99).
Gelişmiş ülkelerde görülen dış borçlanma yapısal sorunlardan daha çok
dönemsel ve geçici sorunlara dayanmaktadır. Bu sorunların da geçici olması ve
gelişmekte olan ülkelerdeki gibi yapısal olmamasından dolayı gelişmiş ülkeler, dış
borç konusunda daha çok borç veren taraf olarak ortaya çıkmaktadır (A. Aysu, 2007:
9).
Gelişmiş ülkelerin borç almalarına neden olan temel sorunlardan biri de,
ekonomik dengenin sağlanması ve korunmasıdır. Bu nedenle, hem ürettikleri sanayi
mallarını
satabilecekleri
pazarlara
hem
de
ihtiyaç
duydukları
hammadde
kaynaklarına ulaşabilmek onlar için büyük önem taşır. Dış borç kullanımı bu
anlamda çok etkilidir (Özkan, 2006: 30).
Gelişmekte olan ülkeler ise dış borçlanma yöntemini, genellikle, ulusal
tasarruflarla arzulanan yatırımlar ve ihracat ile ithalat arasındaki açığı gidermek
amacıyla kullanırlar (Bangura vd., 2000: 3).
Devleti dış borçlanmaya iten sebeplere genel bir çerçeve ile bakacak olursak
ikiye ayırabiliriz. Bunlardan birincisi, kamu harcamalarını karşılamak için içeriden
yeterli miktarda gelir elde edilebilecek olmasına rağmen, harcamaların mal ithalatını
gerektirmesi ve bu gereksinimin ülkenin ödemeler dengesinde açıklara yol açmasıdır.
Yani dış borcun genel nedenlerinden biri çeşitli nedenlerden ithalata dayalıdır.
Örneğin savaş halinde iken, ithal edilecek savaş malzemelerinin, ülkenin altın ve
döviz gelirlerini aşabilecek potansiyelde olması; ülkeyi dışarıdan borçlanmaya
171
mecbur kılabilir. Dış borca yönelten ikinci genel neden ise; ülkenin iç kaynaklarının
kamu harcamalarını karşılayamamasıdır. Bu ana sebeplerin haricinde devlet iç ve dış
borçlanma arasında bir tercihte bulunarak da dış borçlanmaya yönelebilir (Akkaya,
2012: 13).
3.14.1. İç Tasarrufların Yetersizliği
Gelişmekte olan ülkelerin belli bir kalkınma hızını gerçekleştirebilmeleri için
belli bir düzeyde yatırım yapmaları gerekmektedir. Ancak söz konusu ülkeler çoğu
kez hızlı kalkınma için gerekli olan yatırımlara yetecek yurtiçi kaynaklardan yoksun
bulunmaktadırlar. Bu ülkelerde her ne kadar tasarruf artırımı yapılmaya çalışılsa da
kişi başına düşen gelir oranından dolayı bu tasarruflar kalkınmayı sağlama için
yeterli düzeylere ulaşamamaktadır. İşte dış borçlanma, gelişmekte olan ülkelerin iç
kaynaklarına bir ilave oluşturarak, iç tasarruflarla yapılabilecek olandan daha fazla
yatırım yapılmasını sağlayarak, “tasarruf açığını” kapatma fonksiyonunu yerine
getirir (Özbek, 2007: 34-35).
Gelişmekte olan ülkelerde devletin de bireylerin de tasarruf artırımı yaparak
yatırım yapabilmeleri için harcamalarının gelirlerinin altında olması gerekir. Ancak
ekonomideki
nüfus
oranının
yüksek
olması,
artan
nüfusun
ihtiyaçlarının
karşılanmasına yönelik harcamaların sürekli hal alması ve bunun finansmanı için
halka ve diğer iç kaynaklara yönelinmesi devleti de bireyleri de tasarruf yapmaktan
alıkoymaktadır.
Bu nedenlerden kaynaklanan düşük seviyedeki iç tasarruflar, planlanan
büyüme hızlarını gerçekleştirmekte yetersiz kaldıklarından planlanan tasarruflarla yatırımlar ülke içinde gerçeklesen tasarruflar arasındaki fark bu ekonomilerin iç
kaynak açığını ortaya koymaktadır. Bu ülkelerin dış kaynak ihtiyacı, her şeyden önce
böyle
bir
tasarruf açığının varlığından ve kolaylıkla kapatılamamasından
doğmaktadır (Zıllıoglu, 1984: 6).
3.14.2. Ödemeler Dengesi ve Dış Borçlanma
Bir uluslararası finansman sağlama ve sermaye hareketi olan dış borçlanma,
ülkenin ödemeler dengesi ile doğrudan ilgilidir. Belli bir dönemde bir ülkede
oturanlarla başka ülkede oturanlar arasında yapılan tüm iktisadi işlemleri sistematik
172
bir biçimde gösteren istatistik tablosuna o ülkenin ödemeler dengesi denilir. Dış
borçlanmayı daha iyi inceleyebilmek için ödemeler dengesinin kalemlerine kısaca
bakabiliriz (Özbek, 2007: 36).
3.14.2.1. Cari İşlemler Dengesi
Ödemeler dengesinde mal, hizmet ve gelir dengesi ile cari transferler toplamı
olarak tanımlanan cari işlemler dengesi aynı zamanda ülkenin toplam geliri ile
harcamaları arasındaki farka, diğer bir ifade ile toplam tasarruflar ile toplam yatırım
harcamaları arasındaki farka eşittir (Togan ve Berument, 2011: 4).
Cari işlemler, temelinde ithalat ve ihracata dayanarak bu işlemlere ilişkin tüm
gelir ve giderleri içinde barındırdığından ülkedeki ekonomik durumu gösteren en
önemli verilerdendir. İthalat ve ihracat sonucu ülke döviz durumu, ülkenin genel
makro ve mikro ekonomik yapısı ve faktörlerini yakından ilgilendirir. Gelişmekte
olan ülkelerin temel sorunlarından olan ithalata dayalı ihracat yapmaları, bu ülkelerin
cari işlem kalemlerinde açıklar oluşmasına neden olmaktadır. Ellerindeki kaynakların
üretim ve ihracat için tamamıyla yeterli olmaması ya da ihracat yapabilmeleri için
ihtiyaç duydukları ürün, hizmet, hammadde malzeme ve teknik bilgilerin yine
çoğunlukla ithalat ile sağlanabiliyor olması, söz konusu ülkeleri ihracattan çok ithalat
yapmaya mecbur bırakmaktadır. Bu durumda ise gelişmekte olan ülkeler, ödemeler
bilançosu
dengesi
kalemlerinden
cari
işlemler
dengesinde
büyük
açıklar
vermektedirler.
Gelişmekte olan ülkelerde dış ticaret hacmini yeterli ölçüde büyüterek,
ihracat arttırılmalı ve tüketim malları ithalatı azaltılarak daha çok yatırım malları
ithalatı gerçekleştirilmelidir. Ancak, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda ihracat genel
olarak hammadde ve tarımsal ürünlere dayanmaktadır. Bunun yanında, nüfus artış
oranının yüksekliği ihracatın istenen ölçüde artmasına engel oluşturmaktadır (Kozalı,
2007: 9).
Cari işlemlerde meydana gelen açık, sermaye hareketlerinde fazlalık
oluşturularak giderilebilir. Sermaye işlemlerinde fazlalık ise daha fazla dış
borçlanma veya özel yabancı sermayenin teşviki ile sağlanabilir. Eğer sermaye
173
işlemlerinde fazlalık sağlanamıyorsa, ülke sahip olduğu uluslararası rezervleri
azaltarak cari işlemler açığını kapatabilir (Özbek, 2007: 36).
3.14.2.2. Sermaye İşlemleri Dengesi
Ülkenin dış alemle yaptığı her türlü mali sermaye ve dolaysız sermaye
yatırımları, ödemeler bilançosunun sermaye hesabı (capital account) bölümüne
kaydedilir. Burada hatırlatmak gerekir ki, sermaye hesabına yalnızca sermaye
anaparasının giriş ve çıkışları kaydedilir. Faiz veya kar ödemeleri ise sermaye
hesabında değil, cari işlemlerin hizmetler bölümünde gösterilir. Bunun nedeni, faiz
ve karların sermaye hizmetlerinden yararlanmanın bir bedeli olarak düşünülüp ana
sermayeden ayrılmak istenmeleridir (Seyidoğlu, 2003a: 59-60).
Ödemeler
dengesinde
sermaye
girişleri
net
ve
gayri
safi
bazda
tanımlanmaktadır. Gayri safi sermaye girişleri yurt içinde doğrudan yatırım, portföy
hesabı yükümlülükleri ve diğer yatırım yükümlülükleri toplamı olarak tanımlanırken,
net sermaye girişleri yabancı sermaye yatırımları, portföy yatırımları ve diğer
yatırımlar toplamı, diğer bir ifade ile ilgili değişkenlerin yükümlülükleri eksi
varlıklarının toplamı olarak tanımlanmaktadır (Togan ve Berument, 2011: 4).
Ödemeler dengesinin sermaye işlemlerini, özel ve kamu kuruluşları
tarafından yapılan uluslararası sermaye akımları oluşturur. Uluslararası sermaye
akımları sonucunda oluşan fark sermaye işlemleri dengesini oluşturur. Bu durumda
dış borçlanma, ödemeler dengesi hesaplarında sermaye işlemleri dengesi başlığı
altında yer almaktadır. Bu bakımdan cari işlemler dengesi açık veren ülkeler için
sermaye işlemlerinde fazlalık yaratılmasında dış borçlanma gelir ve giderleri önemli
bir kalemdir (Özbek, 2007: 37).
Sermaye girişleri sırasında ekonomik durumdan memnun olan üretici, tüketici
ve politikacılar sermayenin ani çıkışlarında zorluklarla karşılaşabilmektedirler. Bu
durumda finansman ihtiyacını yurt dışından karşılamaya alışmış olan üreticiler ara
mal ve yatırım malları ithalatında zorlanmaya başlamakta, ara mal ithalatının
gerçekleşememesi sonunda birçok üretim dalında üretim durma noktasına
gelebilmektedir. Ayrıca dış borcu olan üreticiler ani sermaye çıkışlarında TL’ nin
değer kaybetmesi sonunda dış borçlarını, özellikle de dış borcun anapara ve faiz
174
giderlerini ödemekte zorlanabilmektedirler. (Togan ve Berument, 2011: 10).
Açıklanan durumda sermaye hareketlerinden oluşabilecek açıkların ülke ekonomisi
üzerindeki etkisi açıkça görülebilmektedir.
3.14.2.3. Resmi Rezervler Hesabı
Bu hesapta Merkez Bankası' nın döviz piyasasına yapmış olduğu
müdahalelerin sonucunda ülkenin uluslararası resmi rezervlerindeki değişmeler
gösterilir. Cari işlemler ve sermaye hareketleri ekonomide müdahale olmaksızın
bağımsız ya da kendiliğinden gerçekleşebilir. Ancak bazı durumlarda bu işlemlerin
sonucu olarak gelir ve giderlerin denk olmaması gibi açıkların oluşması
öngörüldüğünde ya da gerçekleştiğinde ekonominin istikrarı için denkleştirici rezerv
hareketleri yapılabilir. Yani resmi rezerv hesabındaki değişmeler, ödemeler
bilançosundaki açık veya fazlaların bir sonucudur (Seyidoğlu, 2003b: 407-408).
3.14.2.4. İstatistiki Farklar Hesabı
İstatistiki farklar (statistical discrepancy) "net hata ve noksan" diye de
bilinmekte olup, ödemeler bilançosu istatistiklerini muhasebe kayıtları anlamında
denkleştirmek amacıyla kullanılır ve bir tek kalemden ibaret bir kayıttır (Seyidoğlu,
2003b: 411).
3.14.3. Bütçe Açıkları
Gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde süreklilik gösteren ve
yıldan yıla değişen bütçe açıkları ulusal ekonominin en önemli sorunlarından biri
durumundadır. Bütçe açıklarının finansmanında, genellikle iç borçlanmanın yeterli
olmadığı durumlarda dış borçlanma yoluna gidilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde,
sermaye piyasaları zayıf ve iç borçlanma olanakları sınırlı olduğu için bütçe açığı ile
dış borçlanma arasında kuvvetli bir ilişki bulunmaktadır (Duran, 1996: 450).
Devlet bütçesinde gelir ve giderler arasında bir fark olması durumunda
açıklar ortaya çıkmaktadır. Devletin gelirlerinden fazla harcama yapması mümkün
olmadığından bu fark, giderler lehine ortaya çıkar. Bu farkın ya para basma, ya
özelleştirmeden elde edilecek gelirler ya da borçlanma suretiyle kapatılması
gerekmektedir. Para basmanın ekonomi üzerindeki tahribatının daha fazla olması ve
175
özelleştirme gelirlerinin çok sınırlı olması, bu farkın büyük bölümünün borçlanma
suretiyle kapatılması sonucunu doğurmuştur (Altun, 2008: 18).
3.14.4. Savunma Harcamaları Finansmanı
Gelişmekte olan ülkelerin kamu harcamalarında önemli kalemlerden biri de
savunma harcamalarıdır. Savunma harcamalarına ve askeri teknoloji yenilemeye
yöneltilen kaynaklar, ülke içindeki kalkınmaya etkisi olan diğer harcamaların
kısılmasına neden olmaktadır. Kalkınma için gerekli olan bu harcamaların kısıtlı hale
gelmesi ise ekonomide daralmaya ve tasarruflarda düşüşe neden olacaktır. Devlet bu
daralmadan ve tasarruf düşüklüğünden dolayı ülke içinden sağlayamadığı oluşan
finansman eksiğini dış borçlanma yolu ile giderecektir.
3.14.5. Ekonomik İstikrarın Sağlanması ve Korunması
Ekonomi politikasının önde gelen amaçlarından biri de yapısal bir dizi
nedenler ya da dış etkiler sonucunda gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan
istikrarsızlıkların giderilmesini ve ekonomik dengeyi sağlamaktır (Y. Aysu, 2011:
27). Bir ulusal ekonominin büyümesi ve istikrarlılığını koruması için öncelikle daha
fazla yatırım yapması gerekir. Daha fazla yatırım yapmak için de daha çok imkana
sahip olması lâzım. Yani bu durumda daha çok tasarruf etmesi gerekiyor (Alkin,
t.y.:13). Ülke içindeki çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan tasarruf
yetersizliğini ortadan kaldırarak ekonomik istikrarı sağlayabilmesi ve bunu koruması
için doğal olarak dış borçlanma yöntemine gitmesi gerekir.
3.14.6. Büyük Yatırımların ve Reformların Finansmanı
Ekonomik kalkınma için gerekli olan büyük yatırım ve reformların
finansmanında yurtiçi kaynakların yetersiz kalması durumunda dış kaynaklara veya
dış borçlara başvurulmaktadır. Bu tür yatırımların ekonomi üzerinde olumlu ve
büyütücü etkileri olacağından finansmanının sağlanarak gerçekleştirilmeleri gerekli
olabilmektedir. Örneğin, gerek baraj ve elektrik santrali gibi enerji yatırımları,
gerekse ulaştırma alanındaki büyük yatırım projeleri (metro vb.) çok yüksek
maliyetli olmakta ancak ülkenin kalkınması ve ekonomik istikrarı için de önem arz
etmektedir. Bu nedenle bu şekildeki büyük yatırımlar ve reformlar dış kaynak ve
kredi kullanımını gerekli kılmaktadır (Y. Aysu, 2011: 27).
176
3.14.7. Sanayileşme İçin Gerekli Girdilerin ve Teknik Bilginin
Finansmanı
Gelişmekte olan ülkelerde üretim yapısı genellikle talep esnekliği düşük,
tarım ürünleri vb. geleneksel mallardan oluşur. Bu da sanayileşme için gerekli
makine, teçhizat ve ara mallarının ithalat yoluyla karşılanması sonucunu doğurur.
İthal edilen bu malların karşılığında ödenecek dövizin yetersizliği, sorunun
çözümünde dış kaynakların önemini artırmaktadır. Bu ülkelerde sanayileşme için
gerekli yatırımlarda kullanılacak teknolojik yenilik ve bilgi birikiminin yetersiz
olması da dış kaynak ihtiyacını doğuran bir başka nedendir (Y. Aysu, 2011: 27).
3.14.8. Vadesi Gelmiş Borçlara Finansman Sağlanması
Finansman sağlama yöntemlerinden olan borçlanmanın diğer finansman
sağlama yöntemlerinden ayrıldığı en temel farklılığı tüm yükümlülükleri ile birlikte
(faiz gibi) geri ödenme zorunluluğunun olmasıdır (Evgin, 2000: 3).
Gelişmekte olan ülkelerde finansman açısından borçlarla ilgili en büyük
sorunlardan biri de vadesi gelen borçları veya taksitleri ödemede güçlük çekilmesi ve
borcun borçla finansmanı yöntemine başvurulmasıdır. Gerçekte, borcun borçla
finansmanı hiçte arzu edilmemesine rağmen son zamanlarda sıkça rastlanabilen ve
gerçekten derin ekonomik ve sosyal etkileri olabilen bir sonuçtur (Kozalı, 2007: 1011).
3.14.9. Kaynak Dağılımı ve Kullanımında Etkinlik Sağlayıcı Etkiler
Yaratılması
Sağlıklı bir kalkınma süreci için, yatırımların borçlanma yolu ile finanse
edilmesi, kalkınma amacının gerçekleştirilmesinde etkinlik sorununun çözümüne de
katkıda bulunur. Kalkınmanın başarısından söz edebilmek için borcun etkin ve
rasyonel kullanılması gerekir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde kalkınmanın
borçla finansmanında iyi ve etkin bir borç yönetimi de gereklidir (Evgin, 2000: 3).
177
3.14.10.
Tasarrufların
Belirli
Yatırımlara
Kanalize
Edilmesinin
Amaçlanması
Özellikle kalkınma sürecinin başlarında tasarruf yetersizliği önemli problem
olmasına karşın tasarrufların
varlığı dahi bir
başına kalkınma sürecinin
başlatılmasına ya da sürdürülmesine yetmemektedir. Zira, tasarruf, yatırım açığı gibi
bir sorun gündeme gelmektedir. Bu açığın giderilmesinde de çoğu zaman devlet
müdahalesine ihtiyaç duyulur. İşte devletler, merkez bankaları ya da hazine
aracılığıyla tasarrufları belli fonlara toplayarak sonradan bunları yatırımlara
harcamak yoluyla ekonomik amaçlara borçlanma aracılığıyla müdahale etmekte,
hizmet görmektedirler (Evgin, 2000: 3).
3.14.11. Olağanüstü Harcamaları Karşılamak
Ülkeler bazen geleceğe yönelik ekonomik ve kalkınma planları ile
uyuşmayan olağandışı gerçekleşen ve ekonomik olarak üstesinden gelmekte
zorlandıkları durumlarla karşılaşabilirler. Doğal afetler, savaşlar bu durumlara örnek
gösterilebilir. Böyle durumlarda ülkeler finansmanı içerden sağlayamazlarsa dış
borçla finansman yöntemini kullanarak olağanüstü harcamalarını karşılama yolunu
seçerler.
Borçlanmanın nedenlerinin çoğunun temelinde ekonomik nedenler yatıyor
olması, borçlanmanın önemli ekonomik etkileri ve beraberinde onun önemli sosyal
etkilerini de getirir. Gerçekten de başlı başına ekonomik bir olay gibi görünen
"ekonomik kalkınmanın" uzantısında ortaya çıkan sosyal sorunlar görmezlikten
gelinecek değildir. Sonuç olarak en genel anlamda borçlanma gerekliliği, bu borcun
toplumsal fayda ve maliyetinin karşılaştırılması sonucu ortaya çıkacaktır (Evgin,
2000: 4).
3.15. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN DIŞ BORÇ VERME NEDENLERİ
Dış borç alan ülkeleri borç almaya iten nedenler sırasıyla incelenmiş ve
genellikle ekonomik tabanlı oldukları gözlenmiştir. Başlıca neden ise tasarruf
yetersizliği olarak tanımlanabilmiştir. Ancak dış borç alan ve borç veren taraflardan
oluşan genellikle çift taraflı bir işlemdir. Dış borç veren ülkelerin borç verme
nedenleri genel itibariyle dört ana başlık altında toplanmaktadır.
178
3.15.1. Siyasi ve Askeri Nedenler
Her dış borcun veriliş nedenlerinin altında siyasi çıkar düşünceleri vardır.
Bunlara politik borçlar da denilebilmektedir. Borç verilmesinde politik nedenler
büyük rol oynar. Kreditör ülkeler, borcun verildiği gelişmekte olan ülkeleri kendi
saflarında tutmak, kendi ittifakına dahil etmek, o ülkeyi siyasi bakımdan kontrol
altında tutmak arzusu içindedirler. Askeri nedenler de bu politik nedenler ile
doğrudan bir ilişki içindedir (Özkan, 2006: 30).
Seyidoğlu'nun
araştırmalarında
askeri
nedenlere
örnekleri
bulmak
mümkündür. Savaş sonrası dönemin daha ilk yıllarında, Marshall Planı çerçevesinde
Amerika, yıkılan Avrupa ekonomilerinin onarımı için yardım yaparken, aynı
zamanda Komünizmin Avrupa’da yayılışına set çekmeye çalışıyordu. Truman
Doktrini ile Türkiye ve Yunanistan’ a verilen yardımların altında da Sovyetlerin
Boğazları ele geçirerek Akdeniz’e inme tehlikesini önleme amacı yatıyordu
(Seyidoğlu, 2009: 641).
Politik borçların çoğu zaman “kardeşlik”, “dostluk”, “birlikte yaşama
arzusu”, “gerçek barışın kurulması”, “karşılıklı iyi niyet” gösterileri olarak
tanıtılmasına çalışılmakla birlikte, veren ülke yönünden asıl amaç ve gerçek niyet
gizlidir. Bu tür borçların ödeme kolaylıklarıyla öteki koşulları geniş ve rahat
hükümler taşır. Bu yönleriyle geniş propaganda konusu da olabilirler. Ancak bütün
bu nedenlerle zaman zaman politik borçların öteki borçlardan ayırt edilmesi kolay
olmaz. Buna göre her dış borcun bir politik borç oldugunu söyleyebiliriz. Ancak her
borcun politik niteliği aynı değildir (İnce, 1976: 90).
3.15.2. Ekonomik Nedenler
Gelişmiş ülkelerin dış dünyaya yardımlarda bulunmasının çeşitli nedenleri
vardır ancak bunlardan en önemlisi ekonomik nedenlerdir. Gelişen dünya ekonomisi
gereğince ülkelerin birbirleri ile daha yakın ilişkiler kurması ve dolayısı ile ekonomik
amaçların birbiri ile paralellik göstermesi gelişmiş ülkeleri diğer ülkelere yardım
yapmaya zorlamaktadır (Yücesan, 2011: 9).
Büyük bir çoğunluğu hammadde ihracatçısı durumunda olan gelişmekte olan
ülkeler aldıkları borçları yeni alacakları borçlarla ödeyecekleri için hammaddelerin
179
en büyük alıcısı olan gelişmiş ülkelere bağımlıdırlar. Bu nedenle gelişmiş ülkeler
hammadde fiyatlarının belirlenmesinde söz sahibi olabilmektedirler. Bu ülkelerin
borç verme sonucu ihracatlarının artması da borç verme konusundaki eğilimlerinin
en önemli ekonomik nedenidir (Özkan, 2006: 30).
Borç veren ülkelerde, borç verme sonucunda ihracatlarının artması en önemli
olumlu ekonomik etki olarak gözükmektedir. Gelişmekte olan ülkelere verilen
kredilerin bağlı krediler olması durumunda, kredi veren ülke kendi mallarının
alınması zorunlulugunu getirebilecektir. Bu, kredi veren ülkenin ihracatını,
dolayısıyla milli gelirini, kredi verilmeden önceki durumdan daha iyi bir duruma
getirecektir (Özbek, 2007: 44).
Seyidoğlu bu konuyu ele alırken az gelişmiş ülkeler ve gelişmiş ülkeler
arasında bir kader birliği olduğunu vurgular. Az gelişmiş ülkeler kalkındıkça,
gelişmiş ülkelerin refahı azalmayıp daha da artar. Çünkü kalkınma, az gelişmiş
ülkelerde piyasaların genişlemesi ve artan ulusal gelir düzeyi dolayısı ile uluslararası
ticaret hacminin büyümesi demektir (Seyidoğlu, 2009: 642).
Ayrıca ekonomik ve finansal piyasalarda oluşturulan finansman ağı, iç
tasarrufu iç yatırımının üzerinde olan sanayileşmiş ülkelere, tasarruf fazlalarını
gelişmekte olan ülkelere transfer etme şeklinde değerlendirme yolunu açarken;
gelişmekte olan ülkelere de yatırımlarını iç tasarruflarının üzerine çıkarma olanağı
tanımaktadır (Yılmaz, 1992: 13).
Gelişmiş ülkeler için de ekonomik dengenin sağlanması ve korunması önemli
sorunlardandır. Bu nedenle bir yandan ürettikleri sanayi mallarının satılabileceği
pazarlarını, diğer taraftan ise gerekli olan hammadde kaynaklarını kullanabilmeleri
önemlidir. Gelişmiş ülkeler ekonomilerindeki arz fazlalıklarını eritmek ve dolayısıyla
ekonomik dengelerini koruyabilmek için bilinçli bir şekilde gelişmekte olan ülkeleri
borçlandırmaktadırlar (İnce, 2001: 142).
3.15.3. Tarihi ve Kültürel Nedenler
Gelişmiş ülkelerin başka ülkelere dış yardımda bulunmasının nedenleri
arasında bazı tarihi ve kültürel nedenler bulunmaktadır. Belirli dönemlerde aynı
coğrafyada yaşamış, aynı dine inanmış, sonradan bağımsızlıklarına kavuşmuş
180
toplumlar vardır. Bu tarihi etkileşim yıllar sonra da bu ülkeler arasında yardımlaşma
olmasına zemin hazırlamaktadır. Bunlara örnek olarak, Türkiye’nin Türki
Cumhuriyetlere yaptığı yardımlar verilebilir (A. Aysu, 2007: 10).
Eski sömürgeci günümüzün gelişmiş ülkelerinin yıllar içerisinde eski
sömürgelerine dış yardım sağlamaya devam etmeleri de bu nedenlere örnek
gösterilebilir. Merkantilist dönem sonunda Avrupa ülkelerinin izlediği sömürge
politikası sonucunda bu ülkelerin dünyanın çeşitli yerlerinde vatandaşları ve
yatırımları oluşmuştur. Ayrıca bu ülkeler kolonilerinde kendi kültürel birikimlerinin
var olması için de çaba harcamışlardır. Avrupalı ülkelerin eski kolonilerine
aralarındaki tarihi ve kültürel bağın devam etmesi için ve kolonilerde yatırımları
bulunan vatandaşlarının çıkarlarını korumak için yardımlar yaptığı bilinmektedir. İşte
bu tarihi ve kültürel bağların korunması ya da güçlendirilmek istenmesi de dış
yardımların nedenlerindendir (Yücesan, 2011: 10 ).
3.15.4. İnsancıl ve Ahlaki Nedenler
Bütün ülkelerin kültürlerinde ve sahip oldukları dini inançlarında, zenginlerin
fakirlere yardım etmeleri gerektiği vurgulanır. Bunun da etkisi ile, özellikle deprem,
sel baskını, açlık, kuraklık ve salgın hastalıklar sırasında insani nedenlere dayalı
yardımların ve borçların arttığı görülmektedir. Bu yardımlar, bir ülkeden diğerine
olabileceği gibi, uluslararası yardım kuruluşları - Kızılhaç, Kızılay, Kızıl Arslan aracılığı ile de yapılabilmektedir (Özbek, 2007: 45).
Birleşmiş Milletler örgütüne bağlı kuruluşlar zaman zaman az gelişmiş
ülkelerdeki insanların yaşam standartlarını yükseltmeye yönelik yardımlarda
bulunmaktadır. Ayrıca doğal afetler gibi nedenlerle de uluslararası yardımlaşma
örnekleri oldukça yaygındır. 17 Ağustos sonrası Türk ve Yunan halkları arasındaki
yakınlaşma bunun örneklerindendir (Demiray, 2007: 7).
Yapılan bu yardımlar temelde insani amaçlarla yapılmış olsa da uzun
dönemde
ülkelerin
siyasi,
askeri
ve
ekonomik
karşılıklar
beklediği
gözlemlenebilmektedir. Örneğin; yardımlar esas itibarı ile siyasal bir amaç
taşımamakla beraber, siyasal bir çerçeve içinde yapıldıkları takdirde; bu tür bir amacı
da içerebilirler. Siyasal ilişkileri iyi olmayan iki devletten birinin diğerine doğal
181
afetler nedeni ile önemli ölçüde yardım yapmasının hiçbir siyasal amaç taşımadığını
söylemek mümkün değildir (Gönlübol, 1985: 159) .
3.16. DIŞ BORÇLARIN SINIFLANDIRILMASI
Dış
borç
sınıflandırılmasında
genel
kabul
görmüş
tanımlamalar
bulunmamaktadır. Ancak Dünya bankasının, Hazine Müsteşarlığının ve bazı diğer
kurumların borçlar üzerinde çeşitli ayrımları bulunmaktadır. Bu çalışmada dış
borçların sınıflandırılmasına ilişkin beş ayrımı ayrıntılı olarak incelenecektir.
3.16.1. Vadelerine Göre Dış Borçlar
Vadelerine göre borçlar kısa vadeli ve orta ve uzun vadeli olarak iki başlık
altında incelenebilir.
3.16.1.1. Kısa Vadeli Dış Borçlar
Ülkelerin kısa vadede oluşan likidite sorunlarını aşmaya yönelik olan ve
vadeleri bir yıla kadar olan borçlara kısa vadeli borçlar denir. Ayrıca bu tür borçların
miktarı sık sık değiştiğinden dolayı dalgalı borçlar olarak da adlandırılmaktadır (A.
Aysu, 2007: 11).
Genellikle dış ticarette ve kısa vadeli likidite sorunlarının aşılması amacıyla
kullanılırlar. Ayrıca, uluslararası menkul kıymet getiri farklılıklarından yararlanmak
amacıyla da kullanılabilmektedir. Genellikle özel sektör tarafından kullanılmaktadır.
Kısa vadeli borçlanma araçlarından bazıları; yurtdışında yerleşik kişilerce Merkez
Bankası' nda açılan kredi mektuplu döviz tevdiat hesapları, ticari bankalarda açılan
mevduatlar, kısa vadeli poliçeler, kabul kredileri, akreditifler, mevduat sertifikası ve
finansman bonosu ihraçları, ihracat prefinansman kredileri, banknot ve kurye
kredileridir. Kısa vadeli borçlar para piyasalarından elde edilir. Özellikle İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde kısa vadeli dış borçlarda büyük artışlar
gözlenmiştir (Kocaoğlu, 2005: 11).
3.16.1.2. Orta ve Uzun Vadeli Dış Borçlar
Vadesi bir yıl ile beş yıl arasında olan borçlara orta, beş yılı aşkın olan
borçlara ise uzun vadeli dış borçlar denir. Uzun vadeli borçlar açısından; süresiz borç
sayılabilecek uygulamalara girişilebildiği ya da 75 yıl, 100 yıl vadeli gibi çok uzun
182
vadeli borç uygulamaları yapıldığı görülmektedir. Süresiz borç uygulamasında,
alacaklı kişi ya da kurum yalnızca vermiş olduğu borcun getirilerinden
yararlanmaktadır. Uzun vadeli borçlar prensip olarak, ülkelerin kalkınması için
gerekli olan yatırımların finansmanı için kullanılır ve sermaye hareketleri içinde
değerlendirilir (A. Aysu, 2007: 11).
Türkiye de yapılan kısa ve uzun dönemli dış borç ayrımında süre konusunda
istikrar sağlanmış değildir. 1986 yılına kadar Merkez Bankası tarafından yapılan
sınıflandırmada, üç yıla kadar vadeye sahip olan dış borçlar kısa vadeli olarak
sınıflandırmaya tabi tutulurken, 1993’ten itibaren, bir yıla kadar olanları kısa vadeli
olarak ayrıma tabi tutulmuştur. Dış borç yönetiminden sorumlu idare, Hazine ve Dış
Ticaret Müsteşarlığı, tarafından yapılan sınıflandırmada ise üç yıla kadar vadeli dış
borçlar kısa vadeli olarak kabul edilmektedir (Demiray, 2007, 10).
3.16.2. Alacaklısına Göre Dış Borçlar
Bu sınıflandırmada dış borçları genel kabul görmüş bir ayrım olmaksızın üç
başlık altında inceleyebiliriz. Bunlar, bir devletin başka bir devletten aldığı borçlar,
uluslararası mali kuruluşlardan alınan borçlar ve özel kaynaklardan alınan borçlardır.
3.16.2.1. Devletlerarası Dış Borçlar
Bilateral (iki yanlı) krediler olarak adlandırılan hükümet kredileri, gelişmiş
bir ülke hükümetinin az gelişmiş bir ülke hükümetine vermiş olduğu sabit faizli ve
uzun ödemesiz dönem ve geri ödeme dönemine sahip kredilerdir. Bir devletin başka
bir devlete kredi vermesi şeklindeki sermaye hareketleri olarak da belirtilen iki yanlı
kredilerde yardım veren ülkeler bu kredileri politik çıkarların dışında ithalatın kendi
ülkelerinden yapılması şartını koşarak pazar bulma sorununu giderme amacıyla da
kullanır (Demiray, 2007: 10).
Hükümet kredileri bağlı (tied credit) kredilerdir. Bağlı krediler kredi açan
ülkeden mal veya hizmet satın alınması şartıyla sağlanan krediler. Bağlı kredilerle
krediyi sağlayan ülkeden hangi mal ve hizmetlerin alınabileceği genellikle kredi
anlaşmalarında belirtilir.
Hükümet kredilerinin diğer özellikleri ise şunlardır:
183
- Hükümet kredilerinin büyük bir bölümü, krediyi veren ülkenin para
biriminden oluşmaktadır.
- Bu krediler koşulları çok uygun olduğundan, kredi anlaşmaları metni
genellikle kreditör tarafından dikte edilir ve borçlu bunu müzakere edemez.
- Kredilerin asıl amacı krediyi veren ülkenin ihracatını artırmak olduğundan
doğal olarak dış para gereksinimi yüksek olan projeler tercih edilmektedir. Krediyi
alan ülkenin ithalatını arttırdığı ve ödemeler dengesine olumsuz etkilere sebep
olduğu ortadadır.
- Hükümet kredileri ticari kredilerde olan, idari ücret, taahhüt ücreti, ajan
ücreti ve ihracat kredilerinde bulunan sigorta primi gibi ek maliyetleri içermez. Bu
yönleri ile hükümet kredilerinin maliyeti çok düşük olmaktadır. Kısacası kırtasiye
giderleri yoktur.
- Bu kredilerin yürürlüğe girmesi için yürütmenin onayı gerekmektedir. Bu da
1,5 yıl ile 3 ay arasında bir zaman almaktadır (Güçlü Çiçek, 2005: 19).
3.16.2.2. Uluslararası Kuruluşlardan Borçlanma
Multilateral (çok yanlı) krediler, çeşitli uluslar arası ekonomik ve mali
kuruluşlar ve bölgesel kalkınma bankalarının, iktisadi kalkınma amacıyla vermiş
oldukları uygun koşullarda sağlanan kredilerdir. Faiz yapısı sabit olmakla beraber bu
kredilerin maliyeti hükümet kredilerine göre biraz daha yüksektir. Faiz oranı piyasa
faiz oranına daha yakındır. Çok taraflı kuruluşlardan sağlanan bu krediler de bağlı
kredilerdir. Özellikle bölgesel kalkınma bankalarından sağlanan kredilerde, yalnızca
o bölge ülkeleri arasında ihaleye çıkma koşulu bulunmaktadır (Güçlü Çiçek, 2005:
20).
Gelişmekte olan ülkelere kredi sağlayan kuruluşlar; Uluslararası Para Fonu
(IMF), Uluslararası Kalkınma ve İmar Bankası (IBRD), Uluslararası Kalkınma
Örgütü (IDA), Uluslararası Finans Kurumu (IFC), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü (OECD), İslam Kalkınma Bankası (IDB), Avrupa Yatırım Bankası (EIB),
Avrupa Para Anlaşması (EMA)’dır. Bu kuruluşlar gelişmekte olan ülkelerin
kalkınmalarını sağlamak amacıyla kredi vermektedirler (A. Aysu, 2007: 12).
184
Resmi kaynaklı dış borçlanma da borç ilişkisinin varlığını ortaya koyan
tarafların tümü yani borç alan taraf ve borç veren taraf resmi devlet kurumlarıdır. Bu
tip borçlanmalarda özel kesim sermaye tedarikçileri ya da özel bankalar
bulunmamaktadır (Yücesan, 2011: 19).
Çok uluslu kuruluş kredileriyle ilgili en önemli sorunlardan biri, finansman
öncesi proje değerlendirmesinin çok uzun bir süre alması ve kredi verildikten sonra
da kreditörlerin borçlu ülkeye ve projeye çok sık müdahale etmeleridir. Bu
nedenlerden dolayı ortaya çıkan zaman maliyeti bazen bu tür kredilerin avantajlarını
ortadan kaldıracak kadar yüksek olmaktadır (DPT, 2001: 80).
3.16.2.3. Özel Kaynaklardan Alınan Borçlar
Uluslararası sermaye pazarlarında yaşanan gelişmeler neticesinde kredi verme
işlemleri yalnızca devletler bazında kalmamış, özel kuruluşlar da bu pazarlarda rol
almaya başlamışlardır. Daha çok portföy yatırımları olarak bilinen bu özel
borçlanmalar,
yabancı
sermaye
tarafından
devletlerin kamusal
veya özel
kuruluşlarına açılan krediler şeklinde gerçekleşmektedirler. Genellikle banka veya
sermaye piyasalarından tahvil ihracı yoluyla borçlanılmaktadır (Işık vd. 2005: 1415). Özel krediler işlemlerin özü bakımından sendikasyon kredileri ve ihracat
kredileri olarak iki kısma ayrılabilmektedir.
3.16.2.3.1. Ticari Banka Kredileri (Sendikasyon Kredileri)
Bir ülkedeki özel bir bankadan başka bir ülkeye ya da o ülkedeki özel kişi
veya kuruluşa verilen krediler olarak tanımlanan ticari banka kredileri, özellikle
1970’li yıllarda ön plana çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı öncesi yıllarda da çok
kullanılmış bu yöntemde borç almak isteyen hükümetler bir ya da birkaç ülkenin
sermaye piyasalarından, ticari esaslar içerisinde borçlanmaktadır. Zaman zaman
riskin dağıtılması amacıyla birden fazla ülkedeki mali kuruluşun bir araya geldiği ve
bir “borç verenler konsorsiyumu” oluşturarak kredi açtığı da görülür.
İkinci petrol krizi sonrasında bankalarca verilmiş olan uluslararası kredilerin
önemli bir bölümü geri ödenmemiştir. Bu gelişme kredi veren bankaların mali
yapılarını olumsuz etkilemiş, yeni büyük riskler alma konusunda daha tedbirli
davranmalarına ve uluslararası kredilerini sınırlamalarına neden olmuştur. Bu durum
185
karşısında birden çok banka ve/veya kredi kuruluşunun bir araya gelerek, çeşitli
hükümler çerçevesinde hem borçlunun yapacağı geri ödemeleri hem de kredinin
koşullarındaki gelişmeleri birlikte kararlaştıracak şekilde ortaklaşa kredi açmışlar ve
bu kredilere ‘sendikasyon kredisi’ adını vermişlerdir. Bu kredilerde daha çok büyük
yatırım projelerin risklerinin, çeşitli bankalar tarafından üstlenilmesi söz konusudur
(Güçlü Çiçek, 2005: 22).
Ticari kredilerin uygulamasında belirli bir finansman kaynağına ihtiyaç duyan
borçlu, belli koşullarda bir krediyi piyasadan toparlayabilmesi için bir bankayı ajan
banka (agent veya lead manager) olarak tayin eder ve ona yetki belgesi(mandate)
verir. Bu amaçla ajan banka çeşitli bankalarla görüşerek, bunların finansman
paketine katılmalarını sağlar. Böylece hep beraber sendikasyonu oluştururlar.
Sendikasyona katılan bankaların adları ve katkı payları borçluya bildirilir ve kredi
anlaşmasında da yer alır. Bu şekilde oluşturulan krediye sendikasyon kredisi adı
verilir. Sendikasyon kredisinin faiz haddi LIBOR + belirli bir marjdır.
LIBOR(London Interbank Offer Rate), Londra piyasasında bankaların birbirlerine
uyguladıkları faiz oranıdır ve kreditör açısından paranın maliyetidir (DPT, 2001: 8283).
Ticari kredilerde, değişken faizin yanı sıra taahhüt ücreti, kredi tutarı
üzerinden defaten ödenen idari ücret (management fee) ve sendikasyona katılan
bankalar için alınan ajan ücreti (agency fee) bulunmaktadır. Ajan ücreti, kredinin
kullanıldığı her yıl için banka başına ödenen sabit bir tutar olarak tespit edilmektedir.
Faiz dışındaki tüm bu ek maliyetlerden dolayı ticari krediler en pahalı finansman
kaynağını oluşturmaktadır. Ancak ticari krediler toplam maliyet açısından çoğu
zaman ihracat kredilerinden daha ucuza gelebilmektedir. Burada toplam maliyet ile
ifade edilmek istenen faiz ile birlikte diğer tüm maliyetlerin hesaba katılmasıyla
bulunan gerçek maliyettir ( DPT, 2001: 84).
3.16.2.3.2. İhracat Kredileri
İhracat kredileri hükümetlerce değil, özel firmalarca yurtdışındaki firmanın
kendi ürettiği mal ve hizmeti satın alması amacıyla tamamen ticari koşullarda
sağladığı kredilerdir. Krediyi veren satıcı firmalar, krediyi kendilerine teminat veren
186
bazı özel ya da yarı kamu kuruluşu niteliğinde büyük mali kuruluşların denetiminde
vermektedirler. Bu kuruluşlar kredi işlemlerinde sorumluluğun çoğunu yüklenmekle
birlikte işlem sorumluluğunun az bir kısmı da satıcı firmada olmaktadır (Güçlü
Çiçek, 2005: 20).
İhracat kredileri, vade açısından, kısa, orta ve uzun vadeli olarak sınıflandırılabilir. Özellikle kısa vadeli ihracat kredileri, gelişmekte olan ülkelerin
ihraç ettikleri malların kısa vadeli kredilere uygun olması nedeniyle bu ülkeler
için büyük bir önem taşımaktadır. Ülkeler kalkındıkça ihraç ettikleri mallar
farklılaştığından, orta ve uzun vadeli finansman da önem kazanmaktadır. Makine ve
teçhizat gibi mallar 1-5 yıl vadeli kredilerle ihraç edilirken, anahtar teslimi projeler
ve bitmiş sanayi fabrikalarının ihracatı ise, genellikle 5 yıldan daha uzun vadeli
kredilerle mümkün olmaktadır. İhracatın finansmanı denildiğinde, bazı kaynaklarda,
ihracat kredi kurumlarının yapılanmasına göre bir ayırım yapılmaktadır. Bu ayırıma
göre, ihracat kredi kurumları ihracata sigorta ve garanti desteği sağlayan kuruluşlar
ve
ihracat
kredisi
sağlayan kuruluşlar
olmak üzere
ikiye
ayrılmaktadır.
(http://www.ihracatklubu.com/tr/statikpage.asp?ID=66).
3.16.3. Kullanım Şekline Göre Dış Borçlar
Kullanım şekillerine göre dış borçlar; kalkınma kredileri, teknik yardımlar,
askeri yardımlar ve bağışlar olmak üzere dört ana başlık altında incelenebilir.
3.16.3.1. Kalkınma Kredileri
Çoğunlukla kalkınma planlarında yer alan bu tür krediler, kalkınma için
verilen finansman kredileridir ve genel olarak sermaye malı niteliğindedir. Kalkınma
kredileri kullanım şekli ve kullanım yerine göre proje ve program kredileri, serbest
ve bağlı krediler, borç erteleme ve refinansman kredileri ve satıcı (ihracat) kredileri
olmak üzere dörde ayrılır (Demiray, 2007: 12 ).
3.16.3.1.1. Proje ve Program Kredileri
Proje kredileri, talep eden ülkenin kalkınma planları ve yıllık yatırım
programlarında yer alan çeşitli kamu veya özel sektör projeleri, milli savunma
projeleri ile yap-işlet-devret, yap-işlet, işletme hakkı devri ve benzeri finansman
modelleri çerçevesinde gerçekleştirilen projelerin gerçekleşebilmesi için herhangi bir
187
dış finansman kaynağından sağlanan kredilerdir. Bu krediler özü itibariyle yalnız
alındıkları projenin finansmanında kullanılabilirler. Daha çok azgelişmiş ülkelerin
kendi iç tasarruflarıyla karşılanamayan büyük projelerinin finansmanında bu
kredilere ihtiyaç duyulur (Kepenek ve Yentürk, 2001: 185).
Proje
kredileri
uygulamasında,
kredi
anlaşması
farklı
usullerde
yapılabilmektedir. Bu usullerden ilkine göre; anlaşma krediyi veren ülke ya da
kuruluş ile krediyi alan ülke hükümeti arasında imzalanır ve anlaşmayı imzalayan
hükümet, projeyi yürütecek olan kamu ya da özel kuruluşa krediyi aktarır. Bu
durumda yatırımcı kurum direkt olarak kendi hükümetine karşı sorumlu olurken
krediyi alan hükümet de kredi veren ülke ya da uluslararası kuruluşa sorumlu
olmaktadır (Kocaoğlu, 2005: 18-19).
İkinci usulde, alacaklı ülke hem krediyi verdiği ülke hükümetiyle hem de o
ülkedeki proje yürütücüsü olan yapan ilgili kurum (özel ya da kamu) ile ayrı ayrı
anlaşma yapmaktadır. Bu durumda hem borçlu ülke hem de krediden yararlanan
proje yürütücüsü kurum alacaklı ülkeye karşı sorumludurlar( Kocaoğlu, 2005: 19).
Üçüncü usulde ise, alacaklı ülke ile kredi verilen ülke ve yatırımcı kurum
arasında üçünü birden birbirine bağlayan bir anlaşma vardır. Bu da hem borçlu
ülkeyi hem de proje yürütücüsü kurumu eşit sorumlu kılar (Kocaoğlu, 2005: 20).
Proje kredilerinin işleyişinde kredi talebinde bulunan ülke projenin içeriğiyle
ilgili bilgileri kredi veren ülke veya kuruluşa sunar ve ancak uygun görülen
projelerin finansmanı için bu tür krediler açılır. Böylece bir yandan az gelişmiş yani
kredi talep eden ülke, kredileri verimli alanlarda kullanmaya zorlanmış olur, diğer
yandan da kredi veren ülke ve kuruluşlar verdikleri kredileri kontrol etme olanağı
elde etmiş olurlar (İnce, 2001: 159).
Proje kredileriyle krediyi alan ülke açısından amaç projenin yatırıma
dönüştürülmesi için ihtiyaç duyulan finansman açığının temin edilerek projenin
yatırıma dönüştürülmesini sağlamaktır. Krediyi veren taraf ise kredi alan ülkede alım
gücü yaratarak bu ülkeye olan ihracatını artırmak dolayısıyla kendi sanayileşme
yapısını güçlendirmek isteyecektir. Uluslararası kurumların, az gelişmiş ülkelere
188
yaptıkları yardımların büyük çoğunluğu proje kredisi şeklinde olmaktadır
(Adıyaman, 2006: 24).
Proje kredilerinin kullanma yerleri yatırım olduğu için hammadde ve tüketim
maddelerinin satın alınmasında kullanılmaları söz konusu değildir. Genellikle bağlı
krediler grubuna girmekle beraber, uluslararası kurumlar tarafından sağlanan
kredilerde serbest olabilmeleri de mümkündür (Kocaoğlu, 2005: 19).
Genel anlamda, proje kredileri dışında kalan bütün krediler toplamı olarak
tanımlanan program kredileri ise belirli bir yılın, dış finansman açığını kapatmak için
kullanılan ve herhangi bir projeye bağlı olmayan genel finansman kredileridir.
Program kredileri, belirli bir program dahilinde ülkenin gerçekleştirmeyi planladığı
hedeflere ulaşmak için gerekli finansman açığının kapatılmasında kullanılır ve
genellikle IMF ve Dünya Bankası tarafından verilir. Bu tür krediler, genel olarak
ödemeler bilançosu açıklarını gidermeye olanak sağlamaktadır (Adıyaman, 2006: 24)
Program kredileri proje kredilerinin aksine kalkınma programları için gerekli
hammadde ve yedek parça ithalatının finansmanı için sağlanan kredilerdir. Projeye
bağlı olmayan program kredileri, üretim kapasitesinin dış finansman ihtiyacını
karşılamak için kullanıldığından, proje kredilerine nazaran daha esnektirler.
Gelişmekte olan ülkeler tarafından daha çok liberal koşullara sahip olabilmek için
talep
edilen
bu
krediler,
genellikle
ikili
anlaşmalar
çerçevesinde
temin
edilmektedirler (Özkan, 2006: 26).
Proje ve program kredileri arasında iktisadi açıdan büyük fark olmasa da
politik açıdan önemli bir fark göze çarpmaktadır. Program kredileri, her yıl veya bir
yıl içinde birkaç defa tekrarlanan görüşmelere ve kararlara bağlı bir uygulamadır. Bu
bakımdan alacaklı ülke, kısa vadeler içinde borçlu ülkenin konjonktürel durumuyla
temas haline geçebilmekte ve buna tesir edebilecek şekilde müdahalelerde
bulunabilmektedir. Yani bu fark alacaklı ülkeler lehine kontrol ve müdahale hakkı
tanımaktadır.
Proje kredisi olarak sağlanan kaynağın sadece o
projenin
gerçekleşmesindeki gerekli harcamalar için kullanılmasına rağmen program kredisi
olarak sağlanan kaynağın genel kalkınma hedefleri için gerekli dış alımların
189
yapılmasında hatta dış borcun ödenmesinde de kullanılabilmesi diğer önemli bir
farktır (Kayra, 1970: 79-81).
Program kredilerinin kredi veren ülkelere ekonomik anlamda yararı,
finansmanların bağlılık derecesi, biçimi ve büyüklüğü ile orantılıdır. Kredinin ülke
ve mala bağlı olması, finansman yapan ülke bunu kendi üretiminin ve ihracatının
geliştirilmesi için kullanmasına olanak tanır. Ayrıca program kredileri yıllık olarak
ele alındığından, bu kredilerin kısa dönemlere ve ekonominin konjonktürel
durumuna göre ayarlanabilme olanakları vardır. Gelişmekte olan ülkeler,
kullanımındaki serbestlik dolayısıyla program kredilerini proje kredilerine tercih
ederler. Ancak yardım veren ülkeler siyasal nedenlerle ya da kullanımı denetlemek
amacıyla daha çok projeye bağlı kredilerden yanadırlar (Kocaoğlu, 2005: 20).
3.16.3.1.2. Bağlı ve Serbest Krediler
Alınan dış borç kredileri harcama yetkisine ya da kullanım koşullarına göre
serbest ve bağlı krediler olmak üzere ikiye ayrılır.
Bağlı krediler (Tied Loans), alınan kredinin kredi veren ülkede kullanılmasını
şart koşan kredilerdir. Ancak bu kredilerde finansmanın hangi mallar için
kullanılacağı ayrıca belirtilmemektedir ve borçlanan ülke ilgili ülkeden istediği
malları satın alabilmektedir (Kocaoğlu, 2005: 11).
Sağlanan finansmanın krediyi veren ülke sınırları içerisinde kullanılması
koşulu getirilmiş ise buna “ temelde bağlı kredi “ veya “ kaynakta bağlı krediler “
denir. Belirli malların ithalatında kullanılması koşulu ile verilen kredilere “ mala
bağlı krediler “ adı verilir. Bazen de kredilerin hem krediyi veren ülkede hem de
belirli malların ithalinde kullanılacağı koşulu getirilir ki buna da “ ülkeye ya da mala
bağlı krediler “ denir (Yücesan, 2011: 4-5).
Bağlı kredilerin krediyi veren ve alan ülkeler açısından çeşitli fayda ve
zararları söz konusudur. Kredi veren ülkeler, bu krediler sayesinde ödemeler
dengelerini istedikleri şekilde düzenleyebilmekte ve üretim kapasitelerinin
kullanılmayan kısmını aktif hale getirmekte, ihracatlarını geliştirebilmekte, iç
kapasiteyi arttırmakta, uluslararası prestij sağlamakta, kendi teknolojilerine ve teknik
elemanlarına kapasiteler açmak yoluyla sınai gelişmelerini hızlandırmakta ve atıl
190
sanayi kollarının verimliliğini sağlayabilmektedirler. Ancak kredi alan ülkeler
açısından da kaynak edinmeleri dışında çok olumlu faydaları bulunmamaktadır.
Aksine bu ülkelere ağır maliyetler yaratabilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler alınan
kredilerle başka ülkelerden daha ucuza mal satın alma imkanları olsa da aynı
malların kredi veren ülkelerden daha pahalı fiyatlarla satın alınması alınan kredinin
gerçek değerinin azalmasına yol açar, ayrıca modası geçmiş ve kalitesi düşük
malların satın alınması da bu duruma örnek gösterilebilir. Bu da kredi kullanan az
gelişmiş ülkelerin ticaretlerini engelleyici bir ortam yaratmaktadır. Sonuçta
yatırımların finansmanı pahalılaşacağından yeni dış borçlanma gereksinimleri
doğmakta, bu ise plân uygulamasının ve kalkınmanın gecikmesine yol açmaktadır
(Demiray, 2007: 15-16).
Bağlı kredilerin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki olumsuz etkileri bir
ölçüde, kredilerin multilateral (çok yanlı) hale getirilmesi ya da uluslararası
kurumlarca sağlanması ile giderilebileceği düşünülebilir. Ancak, multilateral
kredilerde de gelişmiş ülkeler kendi aralarında çıkarlarına uygun şartları kolaylıkla
koyabilmektedirler (Kocaoğlu, 2005: 11).
Gelişmekte olan ülkelere sağlanan krediler, krediyi sağlayan ülke tarafından
döviz olarak ödenirse ve borçlanan ülke bu fonları, istediği şekilde ve istediği ülkede
kullanabilme yetkisine sahipse serbest kredi söz konusudur .Yani bu krediler alan
ülkelerin kullanımına koşulsuz olarak sunulmuştur (Kozalı, 2007: 14).
Serbest krediler kullanımları konusunda belirli bir projeye bağlanmamıştır.
Kredi talep eden ülkelerin aldığı fonları dilediği gibi harcamakta kısıtlamaları yoktur.
Borç nakit olarak borçlunun eline verilmektedir. Borçlanan ülke, kalkınmanın
finansmanı için ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri uluslararası piyasadan kendisine
en uygun gelen koşullarda ve en ucuz şekilde sağlayabilmek imkanına sahip
olduğundan kredi alan ülke adına ekonomik açıdan herhangi bir olumsuz sonucu
bulunmamaktadır. Serbest kredilerin en yaygın kullanım şekli ise satıcı kredileridir.
Soft Loans krediler şeklindeki satıcı kredileri vadeleri uzun ve faiz oranları düşük
kredilerdir. En çok tercih edilen borç türü olmalarına rağmen uygulamada bu tür
kredilere pek rastlanılmamaktadır (Ulusoy, 2004: 59).
191
3.16.3.1.3. Borç Ertelemeleri ve Refinansman Kredileri
Vadesi gelen bir borcun ödenmesinin ilk kredinin faizine kıyasla daha düşük
bir faizle ileri bir tarihe ertelenmesine borç ertelemesi, süresi dolan borcun ödenmesi
ve aynı miktarda kredinin yeniden açılması şeklindeki uygulamaya da refinansman
kredisi denilmektedir. İkisi arasındaki fark şekil yönüyle olmakta olup borç
ertelemesinde süresi gelen borç ödenmeyerek tecili yapıldığı halde refinansman
işleminde süresi gelen ve ödenmesi gereken borç alacaklı ülkece yapılan yeni bir
finansman ile ödenmekte ve bu yeni finansman yeni bir borç sayılmaktadır
(Zıllıoglu, 1984: 28).
Borç ertelemeleri ve refinansman kredileri, gelişmekte olan ülkeler tarafından
bazı büyük projelerinin yarım bırakılmaması için ya da bu ülkelerin ödemeler
dengesi zorlukları nedeniyle başvurulan kredilerdir ve borçlu ülkelerdeki sosyal ve
ekonomik bunalım durumuna büyük ölçüde mani olmaktadır. Alacaklı ülkeler de
borçlu ülkenin, ekonomik ve siyasal bunalıma düşmesi veya moratoryum ilan etmesi
gibi riskler nedeniyle bu tür borçlanmalara göz yummaktadırlar ve iki ülke arasında
gerginlik oluşması da bu krediler sayesinde engellenmiş olmaktadır. Bunun
sonucunda ise alacaklı ülkeler borçlu ülkelere bazı taahhütler kabl ettirebilirler
(İnce, 2001: 163).
Borç ertelemeleri az gelişmiş ülkelere bir takım avantajlar sağlamaktadır. Bu
avantajlardan en önemlisi az gelişmiş ülkelerin bağlı değil, serbest kredi elde
etmesidir. Borcun ödenmemesi halinde az gelişmiş ülke dış ödeme imkânlarının
bununla ilgili kısmını serbestçe kullanabilme durumuna geçmektedir. Ayrıca bu
kredilerin uygulamasında, belirli bir süre ödemesiz sürenin olabilmesi ve bu sürenin
ardından borcun taksitler halinde ödenecek olması da söz konusudur ve bu durumlar
borçlu ülke için avantaj sağlamaktadır (Kayra, 1970: 85-86).
Borç erteleme nedenlerini kısaca şu şekilde sıralayabiliriz (A. Aysu, 2007:
15):
- Borçlu ülkelerdeki sosyal ve ekonomik sorunları engellemek ,
- Bazı alacaklı ülkelerin ödemeler dengesi zorlukları veya bazı nedenler
yüzünden, finansman yüklerini başka ülkelerin üzerine yüklemek istemeleri,
192
- Borçların ödenmesi ve bunun karşılığı olarak uluslararası finansmanların
yapılamaması karşısında, sürmekte olan projelerin de durması tehlikesi ortaya
çıkması ve bu durumun az gelişmiş ülke açısından olduğu kadar, finansmanı yapan
gelişmiş ülkenin ihracat politikası açısından da olumsuz etki yaratabiliyor olması,
- Alacaklı ülkelerin borç ertelemeleri yolu ile, ilgili az gelişmiş ülke ile olan
ilişkilerini daha etkili bir biçimde sürdürebilmesi ve böylece az gelişmiş ülkeye bazı
isteklerini kabul ettirme olanağını bulabilmeleri.
3.16.3.1.4. Satıcı (İhracat) Kredileri
Alıcılarına göre kredi türlerinde de değinilmiş olan satıcı kredileri, satıcı
kuruluşların özel kuruluşların kullanımı için verdikleri kredilerdir. Bu krediler
krediyi veren ve alan taraflar nedeniyle diğer kredi türlerinden farklıdır. Krediyi
veren, bu krediler aracılığıyla yurtdışına mal veya hizmet satma amacını güden satıcı
firmalar iken, krediyi alanlar özel firmalardır (Ulusoy, 2004: 60).
Satıcı firmalar verecekleri krediyi kendilerine teminat veren bazı özel veya
yarı kamusal nitelikteki büyük mali kuruluşların denetiminde vermektedir. Örneğin,
Amerika Birleşik Devletleri’nde American Export - Import Bank, İngiltere’de Export
Credit Guarantees Department, Almanya’da HERMES, Credit Anshtalt, Fransa'da
COFACE, İtalya' da Instituto Nazionale Della Assurazioni gibi mali kuruluşlar
vardır. Bu mali kuruluşlar satıcı firmalar tarafından verilecek ihracat kredilerinde
riskin büyük bir kısmını üstlenmekte, küçük bir kısmı ise satıcı firma üzerinde
kalmaktadır (A. Aysu, 2007: 15).
Satıcı kredileri sayesinde, borçlu ülkeler kalkınmanın finansmanı için gerekli
mal ve hizmetleri uluslararası piyasalardan uygun şartlarla ve en ucuz şekilde temin
etme imkanına kavuşmaktadırlar (Y. Aysu, 2011: 9).
Genellikle ticari amaçlı olmakla birlikte özellikle bazı sanayi yatırımlarının
finansmanında da kullanılan satıcı kredileri çoğunlukla kısa vadeli olup faiz oranları
da diğer kredilerle kıyaslandığında daha yüksektir. Ayrıca ihracat kredi kuruluşları,
borçlu ülke veya proje uygulayıcısı kuruluştan faiz dışında ihracat sigorta primi adı
altında bir komisyon talep etmektedirler. Yüksek sigorta primi oranları kredi
maliyetlerini artırmakta ve dolayısıyla ihracat kredilerinin kullanımı azalmaktadır.
193
Ancak etkin ve etkili bir şekilde kullanımları başarıldığında bu krediler her iki taraf
için de çok faydalı olabilir (Y. Aysu, 2011: 9).
3.16.3.2. Teknik Krediler
Bu krediler gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere teknik bilgi
ve yöntemlerin sağlanması şeklinde olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin teknik
bilgi seviye ve kapasitelerini yükseltme amacı taşır. Ayrıca az gelişmiş ülke
elemanlarına gelişmiş ülkelerde staj ve eğitim olanakları sağlanması da bu tarz
kredilerin uygulamalarından biridir. Bu tarz krediler süreleri bakımından kısa, orta
ve uzun vadeli olabilmektedir. Bu kredileri sayesinde kredi alan ülkeler ek bir
kaynağa kavuşur. Kredi veren ülkeler açısından da, teknolojilerini kredi alan ülkelere
yerleştirmeyle birlikte yedek parça ve bakım onarım hizmet faaliyetleri sonucu elde
edilecek gelirler ile ekonomik geri dönüşümler ve siyasi fayda fazlasıyla
sağlanmaktadır (Demiray, 2007: 18).
3.16.3.3. Askeri Krediler
Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere verilen çoğunlukla miktarı ve
şartları açıklanmayan ve genellikle dış borç şeklinde verilen, savunma amacı ile
yapılan gizli anlaşmalardır.
Gelişmekte olan ülkeler özellikle stratejik ve jeopolitik konumu güçlü olan
ülkeler ile askeri nitelikli kredi ilişkilerini canlı tutarlar (A. Aysu, 2007: 17).
3.16.3.4. Bağışlar
Bağışlar, gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere çoğunlukla mal
şeklinde karşılıksız olarak yapılan, geri ödemesi ve faizi söz konusu olmayan
yardımlardır. Gelişmiş ülkeler bir külfete katlanmadan üretim fazlası ürünlerini
gelişmekte olan ülkelere ya tamamı karşılıksız ya da bedelin sadece bir kısmının o
ülke parası ile ödenmesi kaydı ile vermektedirler. Elde edilen gelirler ise yardım
yapan ülkenin o ülkede yapacağı harcamalarda kullanılmaktadır. Geçmişte Marshall
yardımları olarak bilinen yardımlar bu duruma örnektir. Marshall yardımlarında
ABD, PL480 sayılı kanunu ile üretim fazlası olan tarımsal ürünlerini az gelişmiş
ülkelere göndermiştir. Karşılığında edindiği kısmi gelirleri ise ABD elçiliklerinin o
ülkelerdeki harcamaları için kullanmıştır (Demiray, 2007: 19).
194
3.16.4. Geri Ödeme Şekillerine Göre Dış Borçlar
Geri ödeme şekline göre dış borçlar dövizle ödenecek dış borçlar ve milli
parayla ödenecek dış borçlar olarak ikiye ayrılır.
3.16.4.1. Dövizle Ödenecek Dış Borçlar
Borç veren ülkelerin genel olarak ağırlıklı tercihi dış borçların dövizle
ödenmesidir. Borç veren ülkeler ya kendi para birimleri ile borç verme ya da dünya
para piyasalarında geçerli olan para birimi üzerinden borç verme eğilimindedirler.
Borç veren ülkeler bu şekilde verdikleri borcun reel değerini korumaktadırlar. Bu
durumun borç alan ülkeler açısından getirisi ödeme dönemlerinde yaşanabilecek
olası döviz krizleridir (Y. Aysu, 2011: 10).
Alınan dış borcun geri ödenmesinde hangi para birimini kullanılacağının pek
bir önemi yokmuş gibi görünse de ülkelerin verdikleri borcu kendi para birimleri ile
geri istemelerinin altında tarihi ve önemli bir neden yatmaktadır. Almanya, Birinci
Dünya Savaşı sonrasında ABD ye ödemek zorunda kaldığı savaş tazminatlarını kendi
ulusal para birimi olan Mark ile ödemek istemiş ve bu ödemeyi yapabilmek amacı ile
aşırı miktarda Mark basmıştır. Ancak ABD geri ödemeyi kendi para birimi ile
istemiş ve Almanya da ki bu aşırı para arzı artışı Almanya’nın tarihinin en yüksek
enflasyonunu yaşamasına neden olmuştur. Ayrıca ABD de Almanya’dan alacaklarını
tahsil edememe korkusu ile alacaklarını mal ile tahsis etmeye çalışmış ve
Almanya’nın İhraç ettiği mallar ABD iç piyasalarında bir daralma etkisi yaratmıştır.
Bunun üzerine ABD’nin gümrük tarifeleri uygulamaya başlaması ile Dünya ticareti
aşırı derecede daralmış ve diğer bazı etkenlerin de tetiklemesi ile 1929 Büyük
Buhranı yaşanmıştır. Hali hazırda taraflar arası bir borç yükümlülüğündeki para
birimi büyük ekonomik buhranını ortaya çıkaran etmenlerden biri olmuştur
(Yücesan, 2011: 23-24).
3.16.4.2. Milli Para ile Ödenecek Dış Borçlar
Borç geri ödemelerinde anapara ve faizin borçlanan ülke parası ile yapılması
devlet borçlanmalarında pek rastlanmayan bir durumdur. Ancak borç veren ülkenin
195
kredi vereceği ülkenin para birimine itimadı söz konusu ise ya da bağış yapılması
durumlarında gerçekleşebilir (Özkan, 2006: 29-30).
3.16.5. Borçlulara Göre Dış Borçlar
Borçlulara göre dış borçlar, temelde kamu ve özel kesim tarafından edinilen
dış borçlar olmak üzere ikiye ayrılırlar.
3.16.5.1. Kamu ve Özel Kesim Dış Borçları
Kamu borçları merkezi ve yerel yönetimlerce yapılan borçlanmalardır. Özel
kesimin borçları ise, özellikle yabancı ticari bankalardan ve bazı finans
kuruluşlarından ve firmalardan sağlanan kredilerden oluşmaktadır (Demiray, 2007:
19).
Kamu borçları içinde konsolide bütçe -Hazine borçları- ve bütçe dışı kamu
sektörü borçları – Merkez Bankası' nın borçları- ağırlıklı yer tutar. Bunun yanı sıra,
KİT ve fonların borçları gelir. Kamu borçlarının geri ödenmesi sırasında devletin
para basma ve vergiden yararlanma gibi imkanları vardır. Özel borçlarda ise şirketler
kendi mali kaynaklarından yararlanabilirler. Kamu borçları özel borçlara nazaran
daha uzun vadeli ve düşük faizli olabileceği gibi ödemesiz dönem içerebilir
(Kocaoğlu, 2005: 13).
Devlet borçlanmaları kamusal ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılır.
Maliyet ve kârlılık gibi amaçlar göz önüne alınmaz ve temel amaç topluma hizmet ile
toplumun ihtiyaçlarını gidererek toplumsal refaha bir katkıda bulunmaktır. Özel
borçlanmalar ise özel ihtiyaçların giderilmesine yöneliktir. Kâr amacı da güdülebilir.
(Kocaoğlu, 2005: 13).
Kamu borçları ile özel borçların birbirlerinden farklı olan yönleri aşağıdaki
gibi özetlenebilir:
• Devlet borçlanmaları kamusal ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılır.
Maliyet kârlılık gibi amaçlar hiçbir zaman göz önüne alınmaz. Özel borçlanmalar ise
özel ihtiyaçların giderilmesine yöneliktir. Kâr amacı da güdülebilir.
196
• Devlet borçlanmaları büyük miktarlarda olur. Özel borçlanmaların miktarı
ise sınırlıdır. Bir kimse hiçbir zaman devletten daha zengin olamaz ve devletin kadar
büyük miktarlarda borçlanamaz.
• Özel borçlar genellikle kısa vadeli iken, kamu borçları uzun vadeli
borçlardır. Sürenin 25- 30 yıla kadar uzadığı, hatta süresiz olduğu durumlar da söz
konusudur.
• Kamu borçlanması isteğe bağlı olmanın yanında zorunlu da olabilirken, özel
borçlanmada zorlama unsuru söz konusu değildir.
• Özel borçlanmalar genellikle kısa vadeli olduklarında faiz oranları
yüksektir. Kamu borçları ise daha düşük faizli olabileceği gibi geri ödemesiz
dönemleri de içerebilir. Bu durum daha çok dış borçlar için geçerlidir.
• İstisnaları olmakla birlikte özel borçlanmalar daha çok yurt içinde alınıp
verilir. Devlet ise özellikle ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilmek amacıyla
sermaye birikimini yeterli olmadığı durumlarda yurt dışı finansman kaynaklarına
başvurabilir.
• Özel borçlarda borç alan kişiler borcunu belirli bir süre sonra geri ödemekle
yükümlüdür. Aksi taktirde borç veren yasal yollara başvurarak hakkını arayabilir.
Devlet ise –uygulaması çok zor olmakla birlikte- bir kanun çıkararak daha önce
alınmış olan borçları reddetme olanağına sahiptir (Y. Aysu, 2011: 11-12).
3.17. DIŞ BORÇLARIN İŞLEYİŞİ
Dış borçların işleyiş mekanizması özellikli bazı kredilerde (sendikasyon
kredileri ve tahvil ihraçları gibi) farklılık gösterebilmekle birlikte, genel olarak bir
dış kredinin alındığı tarihten geri ödemenin tamamlandığı tarihe kadar geçen evreler
aşağıdaki şekil üzerinde somutlaştırılmıştır (Sarı, 2004: 4);
197
Şekil 19: Dış Borçların Genel İşleyişi
Vade
Geri Ödemesiz Dönem
a
b
Kullanım
Dönemi
c
d
e
Geri Ödeme Dönemi
Kaynak: Bal, 2001: 17.
Şekilde (a) noktası , borçlu kuruluş ile alacaklı(lar) arasında yapılan kredi
anlaşmasının imzalandığı tarihtir. Çok kereler bu tarihle fiili kullanımın yapıldığı
tarih aynı tarih değildir. Başka bir anlatımla sözleşmenin yada kredi anlaşmasının
imzalandığı tarih ile ilk kullanımın yapıldığı tarih arasında zaman girer. Bu bazen
kredi anlaşmasında yazılıdır, bazen ise tarafların ulusal hukuku buna neden olur.
Sözgelimi; Türkiye’de bazı kredi anlaşmaların yürürlüğe girmesi (TBMM)’nin ve
Cumhurbaşkanının onayını takiben Resmi Gazetede yayımlanmasına bağlıdır. Bu
bakımdan kredi anlaşmasında zaman konusunda bir hüküm olmasa bile anlaşma
tarihi ile ilk kullanımın yapıldığı tarih farklılaşır (Sarı, 2004: 4) .
Kullanım genellikle bir kerede olmaz, kredi peyder pey kullanılabilir. Bu
yüzden (b) ile (c) arası dönem kullanım dönemidir, ve burada bir süreç söz
konusudur. Ancak ayrıntılı açıklayacak olursak (b), yaklaşık ilk kullanım tarihidir.
Krediden yapılması planlanan ilk çekisin (kullanım) tahmin edilen tarihidir. Bu tarih
aynı zamanda gerçek borcun (borç stokunun) başladığı ve faiz hesaplamasına esas
alınan ilk tarihtir. (c), yaklaşık son kullanım tarihidir. Krediden yapılacak çekişlerin
en son tarihidir (Çakır, 2007: 14).
Kredi anlaşmalarının geri ödemesi de genellikle bir kerede yapılmaz; taksitler
halinde yapılır. Şekilde (d) ile (e) arasında gösterilen bu dönem, bu niteliği gereği
yine bir süreç içerir. Kredinin vadesi ise (a)’dan başlayıp (e)’ye kadar devam eder
(Sarı, 2004: 4).
Burada da yine ayrıntılı açıklayacak olursak (d), ilk anapara ödeme tarihidir.
Kredinin anapara geri ödemelerinin yapılması planlanan ilk tarihtir. (e), son anapara
198
ödeme tarihidir. Kredinin en son anapara geri ödemesinin yapılacağı tarihtir. Bu tarih
aynı zamanda krediye ilişkin borç stokunun sıfırlandığı tarihtir. Borç stoku,
kümülatif olarak, gerçekleşen kullanımlar ile ödenen anapara miktarları arasındaki
farktır. Herhangi bir döneme ilişkin olarak faiz ödemesi de bir önceki dönemin borç
stoku esas alınarak hesaplanmaktadır (Çakır, 2007: 14).
İlk kullanım tarihi özellikle proje kredilerinde özel bir öneme sahiptir. Zira
kredinin ilk faiz ödemesi ve faiz yükümlülüğü ilk kullanımın yapıldığı tarihten
sonraki dönem için ve ilk kullanım miktarı esas alınarak hesaplanmaktadır (Sarı,
2004: 4).
3.18. DIŞ BORÇ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ
Sürdürülebilirlik, mevcut durumu koruyabilmek, koşullar uygun olursa da
iyileştirebilmektir. Borç sürdürülebilirliği; enflasyonist olmayan sürdürülebilir bir
büyüme hedefini, istikrarı, politika ve reformların devamını etkilemeden, ülkelerin
itibarını sarsmadan, ülkenin borç ödeme zamanlamasında aksama olmaması; gelecek
dönemlerde rahat borçlanabilmesi durumudur. Literatürde genel kabul görmüş borç
sürdürülebilirliği tanımına göre, ‘kamu borç stokunun milli gelire oranının uzun
dönemde sabit kalması, o kamu borç stokunun sürdürülebilir olduğunu gösterir’.
Kamu borç stokunun sürdürülebilirliği tanımından hareketle, dış borçların
sürdürülebilirliği, dış borç stokunun milli gelire oranının makul kabul edilen bir
düzeyde uzun dönemde sabit kalmasıdır. Sürdürülebilirlik bir bakıma, ülkenin dış
yükümlülüklerini yerine getirme kabiliyetidir (Geıthner, 2002: 29).
Sürdürülebilir borç yapısı ve azalan borç yükü makroekonomik istikrarın
sağlanmasında temel unsurlardır. Düşük borç yükü ülke ekonomisinin iç ve dış
şoklara karsı direncini arttırmakta, fiyat istikrarını desteklemekte, uzun vadede
gelecek kuşakların vergi yükünü azaltırken gerek özel gerekse kamu yatırımlarının
önünü açmaktadır. Bu nedenlerle kamu borç stokunun yapısına ve borcun
sürdürülebilirliğine ilişkin değerlendirmeler hem politika yapıcılar, hem de piyasalar
tarafından kritik önem arz etmektedir.
Sürdürülebilirlik, geri ödeme yeteneği (solvency) ve likidite (liquidity)
kavramları ile açıklanmaktadır. Geri ödeme yeteneği, bir ülkenin uzun dönemde dış
199
yükümlülüklerini tam olarak karşılama yeteneği iken, likidite, bir ülkenin acil dış
yükümlülüklerini karşılama yeteneği olarak tanımlanır (Akkaya, 2012: 75).
Borçlanma yoluyla elde edilen kaynakların getirisi, dış borçlanmanın
maliyetini aştığı sürece dış borçlanma politikası sürdürülebilir bir politikadır. Dış
borçların sürdürülebilirliği, borçlanmadan elde edilen kaynaklarla, hükümet
gelirlerinin gelecekteki borç servisini karşılayabilecek şekilde arttırılması ile
mümkündür. Borç alma sürecinin sürdürülebilirliği, borç olarak alınan kaynakların
otoriteler tarafından etkin ve etkili bir şekilde kullanılmasıyla mümkündür. Ancak bu
şekilde borç servisi yeni borçlanmaya başvurmaksızın karşılanabilmektedir. Dış
borçların sürdürülebilirliğinde kullanılan ölçüt, ödeyebilirlik kriteridir. Ülkenin dış
borçlarını ödeyebiliyor olması, borçlarının ve uygulanan borçlanma politikalarının
sürdürülebilirliğini de temin edebileceğini göstermektedir (Özkan, 2006: 38).
Dış borç sürdürülebilirliğini etkileyen faktörler, literatürde ortaya atılan temel
yaklaşımlar dikkate alınarak; dolaylı ve dolaysız olarak iki kısımda toplanmıştır.
Bunlar (Güçlü Çiçek, 2005: 7-8);
Dolaysız (birincil/makro) faktörler:
- GSMH’nin büyüme hızı
- Faiz dışı fazla veya faiz öncesi bütçe fazlası (politika değişkeni)
- Döviz kurlarındaki değişim (yabancı ülke paralarının fiyatındaki değişim)
- Reel faiz oranları (ülke parasının fiyatındaki değişim)
- Vade
- Enflasyon (fiyat istikrarı)
- Senyoraj gelirleri (reel asli paraya (Merkez Bankası parasına) talep)
- Özelleştirme
- Ülke dışında ve içinde yaşanan olağanüstü durumlar
- Özel kesimin dış borcunun artması
- Sürdürülemez mali açıklar
200
- Yabancı sermaye girişi
- Dış borcun başlangıçtaki durumu
Dolaylı (ikincil/mikro) faktörler:
- Kamu ekonomisinin payı
- Vergi gelirlerinin düzeyi
- Ülkelerin uyguladığı para ve maliye politikaları
- Sübvansiyonlar
- Siyasi istikrar
- Hesap verilebilirlik-saydamlık
- Borç yönetiminin denetimi
- Mali disiplin
- Gelir idaresinin sorunları
- Kayıt dışı ekonomi
- Ülkenin kredi değerliliği
- Dünya ekonomilerinin durumu
- Bekleyişler
3.18.1. Sürdürülebilirlik Yaklaşımları
Sürdürülebilirlik yaklaşımları; bugünkü değer yaklaşımı, muhasebe yaklaşımı
ve vergi boşluğu yaklaşımı olmak üzere üç başlık altında incelenebilir.
3.18.1.1. Bugünkü Değer Yaklaşımı
Devletin bugünkü borcunun, gelecekte beklenen faiz dışı fazlaların bugünkü
değerinin toplamına eşit olması gerektiği varsayımı, bir diğer deyişle ülkenin
borçlarının ve faizinin iskonto edilmiş değeri ile ülkenin gelir ve harcamalarının belli
varsayımlar kullanılarak hesaplanmasıdır (Güçlü Çiçek, 2005: 5).
201
3.18.1.2. Muhasebe Yaklaşımı
Muhasebe Yaklaşımı, reel faiz, büyüme oranı ve borç stoku arasındaki
oransal analizi gösterir ve borç stokunun gayri safi milli hasılaya (GSMH) oranını
baz alır. Muhasebe yaklaşımı, Yale Üniversitesi’nden William Buiter tarafından
1983-1985 ve 1990 yıllarında oluşturulan ve eski Türkiye Masası şefi Sweder van
Winjnberen tarafından da ülkemize tavsiye edilen bir yaklaşımdır. Bu tarihten
itibaren ülkemiz borç yönetimi tarafından baz alınan yaklaşım muhasebe
yaklaşımıdır ve sürdürülebilirlik analizinde bu yaklaşım kullanılmaktadır. Muhasebe
yaklaşımı hem iç borcu hem de dış borcu göz önüne alan bir yaklaşımdır. Dolayısıyla
sadece dış borca özgü bir yaklaşım olarak kullanılamaz. Bu yaklaşımda borç-gelir
oranını sabit tutmak veya azaltabilmek temel olarak faiz dışı fazla, senyoraj, iç faiz,
dış faiz, döviz kuru, enflasyon ve büyümeye dayanmaktadır. Yüksek büyüme hızı,
ulusal paranın değer kazanması ve dış fazlalar borç-gelir oranını düşürürken, faiz
oranlarının yüksekliği ve bir önceki dönemin borç stokunun büyüklüğü borç-gelir
oranını artırmaktadır (Güçlü Çiçek, 2005: 6).
3.18.1.3. Vergi Boşluğu Yaklaşımı
Blanchard’ın (1990) ortaya attığı vergi boşluğu (tax indicator) yaklaşımında
amaç, hedef değişken olarak faiz dışı fazla değil, kamu borç stokunun
sürdürülebilirliğini sağlayacak olan ideal bir ‘vergi/milli gelir oranı’nı tespit
etmektir. (Güçlü Çiçek, 2005: 6-7).
3.18.2. Sürdürülebilirlik Göstergeleri
Dış borçların, sürdürülebilirlik analizinin yapılmasını sağlayan, ekonominin
massetme kapasitesi, dış borcun vadesi ve dış borç kapasitesi ve ödemeler bilançosu
dengesi gibi göstergeler mevcuttur.
3.18.2.1. Ekonominin Massetme Kapasitesi
Ülkelerin ne kadar dış borç kullanabileceklerini, dış borçları etkin ve etkili
kullanabilme kısıtları altında hesaplayan bir kriterdir. Yani ülkelerin dış borç alma
kapasitesini gösteren ekonominin massetme kapasitesi, verimli kullanabilme kısıtı
altında ne kadar borç alınabileceğini gösterir. Ekonominin massetme kapasitesi, dış
borçlara ödenecek giderler (anapara ödemeleri + faiz ödemeleri = dış borç servisi) ile
202
sınırlandırılmaktadır. Dış tasarrufların marjinal katkısı dış borçlara ödenecek gider
haddine eşit olduğu zaman massetme kapasitesinin tamamı kullanılmış olacaktır.
Dolayısıyla dış borçtan yararlanan bir ekonomide bu tasarruflarda reel büyümenin
sağlanması (gelir artısının gider artısından yüksek olması), bu borcun ödenerek
ekonomik büyümenin sürdürülebilir olması için zorunludur. Gelir artışı gider artışına
eşit olursa dış borcun meydana getirdiği gelir artışı yalnızca dış borç faizini ödemeye
yarayacaktır. Bu tezi savunanlara göre massetme kapasitesi sınırının ötesinde
borçlanmayı sürdürmek ekonomik açıdan net bir kayıptır. Çünkü bu sınırdan sonra
borç alınması ülke içi kaynakların dış ülkelere aktarılmasına neden olmaktadır
(Akkaya, 2012: 29).
Massetme kapasitesini belirleyen başlıca etmenleri ise (Evgin, 2000: 7);
1) Ülkenin doğal kaynaklarına ilişkin bilgilerin varlığı
2) Teknik ve idari işgücünün varlığı, bu is gücünü kullanabilme mobilite
derecesi
3) Milli ekonominin yabancı kaynaklar ithalinde hoşgörü derecesi
4) Yatırım programının iç dengesi
5) Siyasi kadronun yeterliliği
3.18.2.2. Ödemeler Bilançosu Dengesi
Özellikle Latin Amerika borç krizinden sonra ortaya çıkan bu kritere göre dış
alem gelirleri ve giderleri arasındaki fark kadar dış finansmana başvurulmalıdır. Bu
farktan daha fazla dış kaynağa başvurmak, alınan borcun verimli alanlarda
kullanılmadığının ve ülkenin ödeme gücünün zayıfladığının göstergesi olacaktır. Bu
kriter bir ülkenin dış borç düzeyinde bir yılda ortaya çıkan artış veya azalış ile o
ülkenin ödemeler dengesi hesaplarının cari işlemler kısmındaki acık veya fazlalık
arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır (Evgin, 2000: 8).
3.18.2.3. Dış Borcun Vadesi
Dış borcun vadesi, borç alan ülkenin dış kaynağa bağımlı olup olmadığının
açık bir göstergesidir.Borcun vadesi, borcun sürdürülebilirliği açısından önem arz
etmektedir. Kısa süreli borçlara daha çok devletin gelir ile giderleri arasında
203
aksaklıkları gidermek amacıyla başvurulmaktadır. Vadesi kısa olduğu için, düşük
faizli olan bu borçların zamanında ödenmemesi, ekonomi üzerinde uzun süreli borç
etkisi yapmakta, bu borçları konsolide etmek zorunda bırakmaktadır. Bu nedenle kısa
vadeli borçların, toplam borç stoku içinde payının atması, ülkeyi borç geri ödeme
sorunuyla karşı karşıya bırakabileceği için tehlikeli bir süreçtir. Bu nedenle toplam
borç stoku içinde,
kısa
vadeli
borçların
payının artması,
dış
borçların
sürdürülebilirliği konusunda, riskin mevcut olduğunun, bir göstergesi olarak
düşünülmektedir (Kadıoğlu, 2007: 33).
3.18.2.4. Dış Borcun Kapasitesi
Seyidoğlu'na göre, ülkeler, dış finansman ile sağlanan gelirin verimli alanlara
kanalize edilmesiyle oluşan ödeme kapasitelerinin elverdiği ölçüde borçlanabilirler.
Ödeme kapasitesinin üstünde borçlanmaya gitmek, ülkeye yarardan çok zarar
getirmektedir. Yani , dış borcun kapasitesi ödeme kapasitesi ile doğru orantılıdır.
Genellikle kısa dönemde, borcun geri ödeme kapasitesinin bir ölçüsü olarak borç
servis oranı kullanılmaktadır. Dış borç servi oranı, faiz anapara ve dividant gibi, dış
borç ödemeleri yıllık toplamının o yılki ihracat gelirlerine oranını ifade etmektedir.
Yüksek bir dış borç servis oranı, borçları geri ödeme kapasitesinin zayıflığına işaret
etmektedir. Uzun dönemde, dış borçlanmanın sürdürülebilirliğinin değerlendirilmesi
ise, ancak ekonominin bütün olarak, üretim kapasitesi üzerinde doğuracağı
gelişmeler dikkate alınarak değerlendirilebilir (Seyidoğlu, 2003b: 565).
3.19. DIŞ BORÇLARIN SINIRI
1980'li yıllarda gelişmekte olan ülkelerde dış borç hacminin büyük boyutlara
ulaşması, borç alan ülkelerde sorunlar yaşanmasına neden olmuş ve bu durum
gelişmiş ülkeler de dahil, pek çok ülkede borçlanmanın sınırı konusunu gündeme
getirmiştir. Günümüzde pek çok iktisatçı borçlanmanın bir sınırı olması ve devletin
buna uyması gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle ülkeler, dış borcun maliyetinin
faydasını aşması halinde ve dış borcun ödeme gücünü zorlaması durumunda dış
borçlanma üzerine sınırlamalar getirmelidirler. Hangi gerekçelerle yapılırsa yapılsın
her ülke için dış borçlanma miktarının doğal ya da uygun bir sınırının olduğu ve bu
sınırın aşılması durumunda borçlanmanın o ülke için faydadan cok bir maliyet
204
unsuru haline geldiği genel olarak kabul edilmektedir. Borcun sürdürülebilirliği ile
borçlanmanın sınırlandırılması iç içe geçmiş kavramlardır. Bu yüzden borçların
sürdürülemez olduğunu gösteren nokta, aynı zamanda borçlanmanın sınırını
çizmektedir (Kocaoğlu, 2005: 80).
Bir ekonominin kullanabileceği dış tasarruf miktarını, massetme kapasitesi
göstermektedir. Massetme kapasitesi sürdürülebilirlik kavramında açıklandığı üzere
ekonominin verimliliği arttığı sürece dış borçlanmaya gidilmesi gerektiğini ifade
etmektedir. Dış borçlanma yoluyla sağlanan yatırım artışları 'azalan verimler
yasası'na göre gelişme gösterebilmektedir. Yani, marjinal yatırımın üretim hacmine
sağladığı katkı azalarak artmakta ve belirli bir noktadan sonra bu artışlar, dış borcun
ödenmesi için gereken anapara ve faizlerin altına inebilmektedir. Bu sınırın ötesinde
dış borçlanmayı sürdürmek ekonomik açıdan bir kayıp olmaktadır (Özkan, 2006:
39).
Sonuç itibariyle dış borç sınırı sürdürülebilirlik kavramı ile iç içe olduğundan
sürdürülebilirlik göstergeleri dış borç sınırı için bir çerçeve niteliğindedir.
3.20. DIŞ BORÇLARLA İLGİLİ RASYOLAR
Ülkeler arası borçlanmanın boyutlarının giderek artması, borçlanmanın farklı
kriterlere göre değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Borçlanmanın sınırının ve
sürdürebilirliğinin temel belirleyicileri olarak hem borç alan hem de borç veren taraf
kendi durumlarını daha iyi analiz edebilmeleri için bazı oranları veri kabul etmeyi
uygun bulmuşlardır. Bu rasyolar (oranlar), borç veren taraf bakımından, borç
verilecek ülkenin güvenirliliğini, borcu geri ödeyebilme kapasitesini veya borç
vermede beklenen amacın gerçekleşebilme imkanını gösterir. Borç alan taraf
açısından ise alınan borcun diğer ekonomik büyüklükler ile karşılaştırılması,
gelecekte ödeme sıkıntısı çekip çekilmeyeceğinin analizi, GSMH, ithalat, ihracat
gibi, birinci derecede etkileyen öğelerle ilişkisini, alınan dış borcun yapısının
tanınmasını görmede yardımcı olmaktadır. Bu analizler gerekli olduğu kadar,
uluslararası sermaye piyasasındaki faiz oranları, döviz kurları, ihracat, GSYİH ve
borçlanma
şartlarında
gelecekte
oluşabilecek
değişmelerden
olumsuz
etkilenmektedirler (Güçlü Çiçek, 2005: 67-68).
205
3.20.1. Toplam Dış Borç / GSMH Rasyosu
Toplam dış borçların yıllık GSMH' nın ne kadarına karşılık geldiğini ya da
ülkelerin bir yıl içinde yarattığı toplam katma değerin dış borçları karşılama oranını
gösteren bu rasyo ülkelerin dış borçluluk durumlarını göstermede kullanılan en
yaygın kriterlerden biridir ve ülkenin uzun dönem kredi değerliliğinin yani
kredibilitesinin ölçülmesinde başvurulan önemli bir rasyodur. Dünya Bankası ve
IMF'ye göre bu rasyo %30-50 arasında ise ülke orta derece borçlu, %50'nin üzerinde
ise aşırı borçludur. Dış borç stokunun GSMH’ dan daha hızlı büyümesi, bu oranın
yükselmesine neden olur (Bal, 1999: 102).
3.20.2. Toplam Dış Borç / İhracat Rasyosu
Bir ülkenin borç servis kapasitesinin ölçülmesinde kullanılan en önemli
göstergelerden biri olan bu rasyo Ekonominin ihracat gelirlerine göre dış borç
miktarının ne ağırlıkta olduğunun ve ihracattan elde ettiği kaynaklarının toplam dış
borç yükünü kısa dönemde karşılama oranını gösterir. Bu oranın giderek yükselmesi,
ülkenin ihracat gelirlerinin dış borçları karşılama gücünün giderek azaldığını gösterir
(Özbek, 2007: 53).
Bu rasyo, bir ülkenin borçluluk durumunu ve ayrıca dış borç ödeme
kapasitesini gösteren ihracat gelirlerinin toplam borç stoku üzerindeki etkileri
konusunda bilgi edinmek için kullanılmaktadır. Dış borç ödeme kapasitesini gösteren
mal ve hizmet ihracatı gelirleriyle alınan borcun ne kadarının karşılanabildiğini ifade
etmektedir. Bu oranın %165-275 olması halinde ülke orta derecede borçlu, %275’i
asması halinde ise ülke aşırı borçlu olarak dünya bankası tarafından kabul
edilmektedir (Evgin, 1996: 78).
3.20.3. Dış Borç Servisi / GSMH
Dış borçlanma yükünün önemli bir göstergesidir. Ayrıca GSMH’ nın dış
borcun anapara ve faizlerini ödeme kapasitesini gösteren bu oran, ülkenin yerel
kaynaklarıyla elde ettiği gelirle ne kadar kendi kendine yeterli olduğunu belirlemede
kullanılmaktadır. Bu ölçüte göre, dış borç sınırının aşılmaması için bu oranın
GSMH’ nın büyüme oranından küçük olması gerekmektedir. Oranın yükselmesi bir
anlamda, ülkenin dış borç ödemesi için dışarıya aktardığı kaynak miktarının arttığına
206
işaret eder. Bu oran %5'in altında ise ülke orta derecede borçlu, %5'in üzerinde ise
çok borçlu kabul edilir (Kozalı, 2007: 21).
3.20.4. Dış Borç Servisi / İhracat Rasyosu
Dış borç yükü ve çok borçluluğu ölçme amaçlı kullanılan bu rasyo yıllık
ihracat gelirlerinin ne kadarının borç servisi için kullanıldığını gösterir. Oranın
yüksekliği borç servis baskısının ağırlaştığını ifade etmektedir. Kısa ve orta vadeli
değerlendirmeler için iyi bir gösterge olarak düşünülebilir. Dünya Bankasına göre
oranın %18-30 ağırlığında olması ülkenin orta derecede borçlu olduğunu, %30’dan
yukarıda olması ise, çok borçluluğu ifade etmektedir. Bu oranın düşmesi ödemeler
dengesinde bir iyileşmeyi ifade ederken, yükselmesi dış borç yükümlülüklerinin
yerine getirilebilme gücünün zayıfladığı anlamını taşır (Bal, 1999: 102).
Bu oranı değerlendirirken aşağıdaki unsurları da dikkate almak gerekmektedir
(Güçlü Çiçek, 2005: 72);
-İhracat gelirlerinin bir kaç mal grubu veya sınırlı sayıdaki kaynaklardan
sağlanıp sağlanmadığı,
-Fiyat ve hacim yönünden ülke ihracatının geçmiş ve gelecekteki gelişme
trendleri,
-Uluslararası rezervler ve ithalatla ilgili diğer kaynakların durumu,
-Ülke ekonomisinde olumsuz etkiler yapmaksızın, ödemeler dengesini
düzeltmede, ithalata yönelik talebin yönetilebilme durumu.
Borç servis oranına yöneltilen eleştiriler ise şunlardır;
- Borç servis oranının ne zaman kritik bir düzeye erişmiş sayılacağını
kestirmek güçtür. Her şeyden önce, tüm ülkeler için geçerli tek bir kritik düzey
olduğu öne sürülemez.
- Borç servis oranı, belli bir anda bir ülke dış borçlarının vade yapısı hakkında
bilgi vermemektedir. Oran fazla yüksek görünmese ve dolayısıyla söz konusu ülke
borç servis kapasitesini tüketmiş sayılmasa bile, borçların tümünün ya da büyük
bölümünün vadesinin aynı anda dolması ülkeyi büyük bir likidite krizine
sürükleyebilir. Bu orana bakarak ülkeler arasında borç servisi kapasitesi
207
karşılaştırmaları yapmak yanıltıcı olabilir. Çünkü aynı orana sahip ülkelerin borç
servisi kapasiteleri çeşitli nedenlerle çok farklı sayılabileceği gibi, oranları çok farklı
iki ülke de benzer kapasitede görülebilir (Y. Aysu, 2011: 32).
3.20.5. Faiz / İhracat Rasyosu
Maliyet veya çok borçluluğun ölçülmesinde kullanılan bu rasyoda,
uluslararası alanda oranın % 20’yi aşması halinde o ülke çok borçlu, % 12-20
arasında olması halinde ise orta derece borçlu olarak kabul edilmektedir. Faiz servisi
artış hızının ihracat artış hızından daha büyük olması ülke ekonomisi açısından
olumsuz bir gelişmedir. Bu durum, ülkedeki iç kaynakların verimsiz kullanılmasının
yanında, dış borçların ülkenin ihracatını artırıcı yatırımlarda kullanılmamış
olmasından da kaynaklanabilir. Yani, dış borçlardan elde edilen kaynaklar
yatırımlardan çok dış borç geri ödemeleri gibi diğer alanlarda kullanılmış olabilir (A.
Aysu, 2007: 21).
3.20.6. Faiz/ GSMH Rasyosu
Ülkelerin bir yıl içerisinde yapmış olduğu katma değerin ne kadarının faiz
ödemesine gittiğini gösteren bir orandır.
3.20.7. Uluslararası Rezervler / Dış Borç Stok Rasyosu
Uluslararası borç ödemelerinde kabul edilen her türlü aktife uluslararası
rezerv denilmektedir. Uluslararası rezerv kapsamına; para otoritesinin elinde bulunan
uluslararası standarttaki, altın, konvertibl döviz, uluslararası ödemelerde kabul gören
kısa süreli özel ve resmi alacak senetleri, bonolar ve tahviller ile IMF nezdinde ki
özel çekiş hakları ve diğer çekiş kolaylıkları girmektedir. Uluslararası net rezerv
miktarını bulmak için; gayrisafi uluslararası rezervlerden, kısa vadeli dış borçların
çıkarılması gerekir .Oranın büyük olması ülkeler açısından olumludur. Çünkü ülke
dış borç ödemelerini daha kolay yapacaktır. Oranın küçük olması ise ülkenin dış
ödemelerde sıkıntılı olduğunu gösterir (Evgin , 2000).
3.20.8. Toplam Dış Borç Servisi / Toplam Döviz Gelirleri Rasyosu
Elde edilen her türlü döviz gelirleri toplamının ne kadarının dış borç anapara
ve faiz ödemelerinde kullanıldığını ve dolayısı ile borcun kısa dönemde geri ödenme
208
olasılığını gösteren bir rasyodur. Rasyodaki artışlar, genellikle dış borç vadelerinin
kısaldığının ya da uluslararası piyasalardan kaynak elde etmenin zorlaştığının
göstergesidir. Oranın yüksek olması ülkeler açısından olumsuz, düşük olması ise
olumlu kabul edilir.
Ülkenin sadece ihracat gelirlerinin değil, aynı zamanda yeni borçlanmalar
hariç çeşitli şekillerde elde edilen döviz gelirlerini de kapsaması sebebiyle daha
tatmin edici bir gösterge olup, yaygın bir kullanıma sahiptir (Bal, 1999: 104).
3.20.9. Dış Kaynak İhtiyacı Rasyosu
Dış Kaynak İhtiyaç Oranı = Ödemeler Dengesi Cari İşlemler Açığı / GSMH,
olarak formüle edilen rasyo, bir ülkenin yabancı sermayeye olan bağımlılığının en
önemli göstergelerinden biridir. Oranın yükselmesi, ülkenin yabancı sermayeye olan
bağımlılığının artmakta olduğunu gösterir ve ülkenin diğer ülkeler odaklı krizlerden
daha hızlı bir şekilde etkilenme olasılığının yüksek olduğunu gösterir. Yani oranın
küçük olması olumlu, büyük olması ise olumsuzdur (Y. Aysu, 2011: 33).
3.20.10. Dış Borç Birikimi Rasyosu
Bu rasyo genelde bir yıl içerisinde ödemesi yapılan dış borç anapara taksit
tutarının, yine aynı yıl içerisinde kullanımı gerçekleşen dış borçlanma gelirlerine
bölünmesi ile elde edilir. Oranın birim değeri 1’e eşit ise geri ödemesi yapılan dış
borç anapara tutarı, kullanımı gerçekleşen dış borçlanma gelirine eşit demektir. Bu
durumda dönem içerisinde yapılan dış borçlanma hareketleri, var olan dış borç
miktarını (faiz borçları hariç) arttırıcı veya azaltıcı yönde etki yapmaz. Bu duruma
refinansman amaçlı borçlanma denmektedir. Burada dönem genelde bir yıllık süreyi
kapsamaktadır. Oran 1’den büyük bir değer alıyorsa, ödemesi yapılan dış borç
anapara tutarı, kullanımı gerçekleşen dış borçlanma gelirinden fazla demektir. Borç
anapara miktarının azalması söz konusudur. Bu durumda borçlanma gelirlerinden
daha başka döviz gelirlerine başvurulduğu anlaşılmaktadır. Oranın 1’den küçük
olması ise, kullanılan dış borçlanma gelirlerinin, ödemesi yapılan anapara taksit
tutarından fazla olduğu anlamına gelmektedir. Dış anapara ödemelerinin arttığı
anlamına gelen bu durumda ek döviz ihtiyacı doğmaktadır. Dış borçlanmanın
başlangıç yıllarında, bu rasyonun 1’den küçük değer alması kaçınılmazdır. Gelecek
209
dönemlerde bu oran değişebilir. Bu oranın hızlı bir şekilde artması dış borç
vadelerinin kısaldığı ya da dış borçlanmanın zorlaştığı anlamına gelmektedir (Güçlü
Çiçek, 2005: 77).
3.20.11. İmtiyazlı Dış Borçlar Rasyosu
Bağış öğesi içeren dış borçların toplam dış borçlara oranlanmasıyla elde
edilen bu oranın yüksekliği olumlu kabul edilmektedir.
3.20.12. İhracat/ İthalat
İhracatın ithalatı karşılama oranı olarak da bilinen bu oran, döviz
gelirlerimizin en önemli kalemi olan ihracatın ne kadarının dışa transfer edildiğini
gösteren bir rasyodur. Bu oranın yükselmesi olumlu olarak alınmaktadır (Y. Aysu,
2011: 34).
3.20.13. Net Kaynak Transfer Oranı
Bir dönem içerisinde kullanılan dış borçlanma gelirlerinden, dönem içerisinde
ödenmiş olan dış borç anapara ve faiz ödemeleri çıkarıldığında o dönemin net dış
borçlanma dengesi elde edilir. Net dış borçlanma dengesi ülke ekonomisine giren net
kaynak aktarımını (pozitif olarak) veya tam tersi ülke ekonomisinden çıkan net
kaynak transferini (negatif olarak) göstermektedir. Bu oran dış borçlanma sonucunda
elde edilebilecek net dış tasarruf miktarını göstermektedir ve negatif değer alması
durumunda negatif net dış tasarruf miktarı söz konusu olmaktadır. Bununda ülke
ekonomisini olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır (Güçlü Çiçek, 2005: 78).
3.20.14. Kısa Vadeli Dış Borç / Toplam Dış Borç Rasyosu
Gelişmekte olan ülkelerin kalkınmaları için en uygun yapıda olan dış borçlar
vadeleri orta ve uzun olanlardır. Bu nedenle kısa vadeli borçların toplam içindeki
paylarının %15 -20 arasında olması beklenir. Bu oranın artması durumunda borç
servis kapasitesi düşerken azalması durumunda ise borç servis kapasitesi artmaktadır
(Demiray, 2007: 66).
3.21. ÇOK BORÇLULUK KAVRAMI VE UNSURLARI
Bir ülkeyi çok borçlu olarak tanımlayabilmek için bazı özel analitik ve
finansal kriterlere ihtiyaç vardır. Dünya bankası ve IMF tarafından kabul edilen
210
kriterlerde dört borç göstergesinden üçünün belirli bir seviyeyi aşması durumunda
bahsi geçen ülkenin çok borçlu olduğu kabul edilir. Bu borç göstergeleri şunlardır;
1) Toplam Borç / GSMH
2) Toplam Borç / İhracat
3) Borç Servisi / İhracat
4) Faiz Servisi / İhracat
Bu oranların;
- Toplam Borç / GSMH
> % 50
- Toplam Borç / İhracat
> % 275
- Borç Servisi / İhracat
> % 30
- Faiz Servisi / İhracat
> % 20
olması halinde ülke çok borçlu sayılır.
3.22. DIŞ BORÇLARLA İLGİLİ TEORİK GÖRÜŞLER
Devlet borçlanmasına ilişkin yaklaşımlar, iktisat okullarının içinde yaşadığı
döneme göre şekillenmiş ve farklılık göstermiştir. Kamu borçlanmasına ilişkin
yaklaşımların temelinde, iktisat okullarının “devlet” kavramına bakış açıları yer
almaktadır.
Aradaki
farklılıklar
da
bu
bakış
açısı
farklılıklarından
kaynaklanmaktadır. İktisat okullarının ekonomik hayatta devletin üsteleneceği
görevleri farklı tanımlamaları kamu borçlanması yoluyla finansman sağlanıp
sağlanamayacağı, borçlanmanın ne şekilde yapılacağı ve borçlanmanın ekonomik
etkileri gibi konularda farklı açıklamalar yapmalarına yol açmıştır. Aşağıda iktisat
okullarının dış borçlanmaya ilişkin görüşleri incelenmiştir.
3.22.1. Klasik Yaklaşım
Klasik iktisat temel varsayımı tam rekabet piyasasının varlığıdır. Klasiklere
göre ekonomide asıl olan devlet değil bireydir çünkü bireyler rasyonel kararlar
verirler ve bu yüzden devletin ekonomideki faaliyet alanı oldukça daraltılmalıdır.
Ekonomik dengesizlik durumlarında ise görünmez el politikası ile denge tekrar
sağlanacaktır bu nedenle devlet müdahalesi gereksizdir.
211
Klasikler, devlet müdahalesine karşı olan tutumları nedeniyle kamu
harcamalarını mümkün olduğunca en düşük seviyede tutmak, harcamaları vergilerle
finanse etmek, denk bütçe uygulamak ve borçlanmadan uzak durmak çabası
içindedirler. Klasikler borçlanmayı devletin normal gelirleri olan vergilerin öne
alınmış, iskonto ettirilmiş bir şekli olarak nitelendirirler. Yani kamu harcamalarını
karşılamak üzere yapılan borçlanma, bugün alınması gereken vergilerin geleceğe
ertelenmesidir (Özkan, 2006: 6).
Klasik iktisatçılar kamu borçlanmasını, sadece olağanüstü harcamaların
finansmanı için başvurulan, çok özel bir gelir kaynağı olarak görmüşlerdir. Klasik
iktisatçılara göre, devletin faaliyet alanı iç ve dış güvenliğin korunması ve adaletin
sağlanmasıyla sınırlı olmalıdır. Klasik iktisatçılara göre devlet, sadece, savaş, doğal
afetler, ekonomik kriz vb. olağanüstü haller durumunda ve verimli yatırımların
finansmanında borçlanmalıdır. Bu bağlamda, devlet gelir ve giderleri denk olmalı,
dolayısıyla gerekli kamu giderleri dışında devlet borçlanmamalıdır (Cural, 2012:
44).
Klasik iktisatçılardan Adam Smith’in borçlanmaya ilişkin görüşlerini şu
şekildedir;
- Kamu harcamalarını borçlanarak finanse etmek, halka daha az yük
binmesine neden olur. Fakat bu durumda harcamaların yükü gelecek kuşaklara
aktarılacaktır.
- Smith savaş durumunda borçlanmayı, savaşın sürdürülmesinde ve
kontrolünün sağlanmasında yeterli bir kaynak olarak görmektedir. Aynı zamanda
borçlanma, hükümet tarafından izlenen politikanın etkilerini ve bunun seyrini halktan
gizler.
- Faiz ödemeleri toplanan vergilere eşit olsa dahi kamu borcunun varlığı
ekonomiye bir yük getirir. Bu yük, yüksek vergi oranlarının engelleyici etkisi ve
artan verimsizlik nedeniyle olur.
- Küçük ülkeler dış borçlanma nedeniyle bağımsızlıklarını tehlikeye atar.
- Kamu borçları belirli bir seviyeye ulaşınca geri ödenmeyecektir.
212
- Büyük kamu borçlarından kaynaklanan yüksek vergiler diğer ülkeleri
olumsuz etkiler.
- Kamu borçları, yüksek vergilemeye neden olan bir seviyeye ulaştığı zaman,
hükümetin bu sorunu harcamaları kısarak çözmesi gerekir.
- Savunma harcamalarında fazla kesinti yapma imkanı yoktur fakat ithalat
harcamalarında kesinti yapılabilir (A. Aysu, 2007: 30).
Sonuç olarak klasiklere göre devlet, olağanüstü haller dışında hiçbir zaman
borçlanmamalıdır. Çünkü klasik iktisatçılara göre, devletin borç yükü daima gelecek
nesillere aktarılmaktadır. Borç alınan yıllarda yapılan harcamaları bir tüketim olarak
kabul eden iktisatçılar, bu tüketim yükünün ileride faiz ve masrafları ile birlikte ve
daha büyük miktarlarda ödeneceğini ileri sürmektedirler. Alınan borç paralarla
gerçekleştirilen kamu hizmetlerinden faydalanan insanlar ile, bu hizmetler karşılığı
doğan devlet borçlarını ödeyen insanlar, farklı kimseler olacaktır. Ayrıca, devlet
borçlarının eninde sonunda vergi gelirleri ile kapatılacağını ve bunun da ekonomik,
sosyal ve siyasal sıkıntılara neden olacağını ileri sürmektedirler (Kadıoğlu, 2007: 9).
3.22.2. Neoklasik Yaklaşım
Neoklasik akım klasik iktisadın revizyonu olarak nitelendirilir ve klasik
görüşle hemen hemen aynı çerçevede yorumları bulunmaktadır. Klasiklerin bakış
açılarını klasiklerden farklı olarak matematik tekniği kullanarak tekrar analiz edip
yorumlamışlardır. Beklentilerin ön planda tutulduğu ve rasyonel davranıldığı
neoklasik yaklaşımın dayandığı üç ana varsayım vardır. Bunlar;
- Sınırlı bir yasam süresine sahip olan bireyler, bunu dikkate alarak
tüketimlerini şekillendireceklerdir.
- Bireylerin tüketimi; piyasadaki faiz oranlarından, borçlanma ve ödünç
vermenin mümkün olduğu anlarda, zamanlar arası optimizasyon problemine bir
çözüm olarak belirlenecektir.
- Tüm zamanlarda piyasalar kendi kendine dengeye gelebilecektir (Akkaya,
2012: 22).
213
Neoklasik iktisat görüşünün borçlanma ve bütçe açıkları üzerine yorumları
sonlu yaşam varsayımına dayanır. Bu varsayıma göre bireyin iki dönem yaşar.
Birinci dönemde birey emek arz ederek gelir elde eder ve bunu bugünkü tüketim ve
tasarrufları arasında paylaştırır. İkinci dönemde ise birey emek arzını durdurur ve
birinci dönemden getirdiği tasarruflarını ve tahvil satın almışsa onların faizlerini
tüketir Bu varsayımlar altında konulabilecek olası vergiler genç bireylerin tasarruf
miktarının azalması sonucunu doğurur ki bu da sermaye stokunda düşüş anlamına
gelir. Aynı ekonomide borçlanmaya gidilirse borçlanmanın servet etkisiyle tüketim
artar, borcun yükü rasyonel bireylerce gelecek nesillere aktarılır (Y. Aysu , 2011:
20).
3.22.3. Keynesyen Yaklaşım
1929-1930 ekonomik krizi, klasik iktisatçıların tam istihdam ve borçlanmayla
ilgili görüşlerine ters düşen sonuçlar yaratmıştır. Keynesyen iktisatçılar, klasik
iktisatçıların tersine, ekonominin her zaman tam istihdam üretim düzeyinde dengede
olmadığını,dengeden sapmalar yaşandığında ekonominin kendi kendine dengeye
gelemeyeceğini
ve
devlet
müdahalesinin
gerekli
olacağını
savunmuştur.
Keynesyenlere göre kamu borçlanması tam istihdamın sağlanmasının bir aracıdır.
Keynesyen iktisat talep yönlüdür. Gelirin ve parasal değişkenlerin tüketim üstünde
oldukça önemli bir yeri vardır. Keynesyenlere göre ekonomide denk bütçe
uygulaması zorunlu değildir. Ekonomik durgunluk ve genişleme dönemlerinde bütçe
açığı veya fazlası verilerek istikrar sağlanması başarılı bir politika aracı olarak
kullanılabilir. Dolayısıyla keynesyen yaklaşıma göre, uygun zamanda yaratılan kamu
açığı ya da borçlanmayla finansman, tasarruf ve sermaye birikimini olumsuz
etkilemeyecek, ekonomi üzerinde olumlu etkiler yaratacaktır. Yani borçlanmaya
klasikler gibi karşı değillerdir (Özkan, 2006: 8).
Keynesyen iktisatçılara göre, ekonomi tam istihdamda ya da tam istihdama
yakın bir düzeyde ise faiz oranlarındaki bir artış özel sektör yatırımlarını azaltıcı bir
etki (crowding-out) yaratmakta, buna karşılık ekonomi eksik istihdam düzeyinde ise,
kamu yatırımlarının özel sektör yatırımları üzerinde artırıcı (crowding-in) etkisi
ortaya çıkmaktadır. Buna göre, iç borçlanmayla elde edilen kaynaklar özel sektör
yatırımlarını tamamlayıcı nitelikteki (altyapı, eğitim vb.) yatırımlara tahsis
214
edilmekte, böylece özel sektör yatırımları uyarılmakta ve bu yatırımların verimliliği
arttırılmaktadır.
Sonuçta talepteki artış, eksik istihdam düzeyinde, özel sektör
yatırımlarının kârlılığını artırmakta ve ekonomi tam istihdama yaklaşmaktadır.
Keynesyen yaklaşımla birlikte denk bütçe görüşü, yerini bu eşitliğin gerekli olmadığı
inancına bırakmıştır. Keynesyen yaklaşım, klasik iktisadın varsayımlarını sarsmış ve
fonksiyonel
maliyenin
temelleri
atılmıştır.
Fonksiyonel
maliye,
devlet
borçlarını,sürekli bir gelir elde etme ve ekonomik konjonktüre göre kullanılması
gereken bir politika aracı olarak görmektedir. Bu görüşe göre devlet maliye
politikaları aracılığı ile ekonomiye müdahale etmelidir (Cural, 2012: 44).
Sonuç olarak Keynesyen teoride, kamu borçlanması tam istihdamı
sağlamanın bir aracı olarak görülmektedir. Borçlar, tam istihdamı sağlamak amacıyla
indirilmeli veya arttırılmalıdır. Keynesyen teori ile Klasik teori kamu harcamaları ve
yatırımların etkileri konusunda farklı özellikler taşımaktadır. Klasiklere göre
borçlanma ile finanse edilen kamu harcamalarının ekonomi üzerinde herhangi bir
etkisi bulunmamaktadır. Kamu harcamalarında bu şekilde artışın olması halinde özel
sektör bu miktar kadar yatırım ve tüketim harcamalarını azalmaktadır. Keynesyen
teoride, kamu harcamalarının çarpan etkisi bulunmaktadır. Bu harcamalar için
yapılan borçlanmaların, harcamaların çarpan etkisini yok edecek negatif bir etkisi
yoktur. Yani klasiklerin aksine borçlanma ve kamu harcamaları yapılmalıdır
(Kadıoğlu, 2007: 13).
3.22.4. Post-Keynesyen Yaklaşım
Post-Keynesyen iktisatçılara göre, gelecekteki zamanla ilgili belirsizlikler
nedeniyle bir ekonomi kendiliğinden tam istihdama ulaşmada yetersizdir. Bu
nedenle, Post- Keynesyenler ekonomiye devlet müdahalesini gerekli görmekte ve
hatta devlete bazı görevler yüklemektedirler. Bunlar, piyasanın sağlayamadığı bilgi
akışını sağlamak, daha iyi bir ortam için kurumsal reformlar yapmak, tam istihdama
ulaşma konusunda ekonomik bir plan uygulamak, ekonomide beklenmeyen
gelişmeler meydana geldiğinde aktif politikalar uygulamaktır. Bu doğrultuda
uygulanacak temel politikalar ise maliye politikası, para politikası ve gelirler
politikasıdır. Bu politikalar ekonomik göstergeler doğrultusunda devletin içinde
215
bulunduğu duruma göre kullanılarak sorunlara çözüm yaratılmalıdır (A. Aysu, 2007:
32).
3.22.5. Parasalcı Yaklaşım
Klasik iktisat yaklaşımına dayanan bu görüş klasiklerin rasyonel birey
kavramını geliştirerek beklentilerin önemini vurgulamıştır. Görüşün ortaya çıkması
Friedman öncülüğünde 1960'lı yıllardaki stagflasyon sonrası Keynesyen görüşün
savunduğu toplam talebi artırıcı politikaların yetersizliği ile olmuştur. Keynesyen
görüşe eleştiri niteliğindedir.
Bu yaklaşıma göre kamu kesimi küçültülmeli, enflasyonla mücadele için
kamu harcamaları sınırlandırılmalı ve sıkı para politikası uygulanmalıdır. Parasalcı
yaklaşım, kamu harcamalarının artışına ve borçlanma mekanizmasına karşıdır.
Çünkü borçlanma, devletin özel sektöre rakip olarak ödünç verilebilir fonlar
piyasasına girmesine ve sonuçta faiz oranlarını artırarak özel sektör yatırımlarının
dışlanmasına sebep olmaktadır (Cural, 2012: 46).
Parasalcılara göre ise maliye politikasının ekonomik faaliyet üzerindeki etkisi
kamu harcamalarının nasıl finanse edildiğine bağlıdır.
- Kamu harcamalarındaki artış kişi ve kurumlardan yapılan borçlanma ile
finanse edilirse (pür maliye politikası) faiz oranları yükselir ve özel yatırım
harcamaları azalır (dışlama etkisi). Dışlama etkisi nedeniyle kamu harcamalarındaki
artışın milli geliri genişletici etkisi azalmıştır.
- Kamu harcamaları vergilerle finanse edilirse, milli gelir üzerindeki
genişletici etkisi en az olur.
- Kamu harcamalarındaki artış tamamen Merkez Bankası'nda borçlanma
yoluyla finanse edilirse, kamu harcamalarının milli gelir üzerindeki genişletici etkisi
en fazla olur (Y. Aysu, 2011: 22).
3.22.6. Ricardocu Denklik Teoremi
Ricardo her ne kadar dönem ve görüşler itibariyle klasikler ile birlikte anılsa
da literatüre “ilişkisizlik teoremi”, (irrelevance theorem) veya “Ricardo Eşdeğerlik
Teorisi” olarak geçen görüşü klasik söylemlerden farklılık içermektedir. Ricardo’
216
nun görüşlerine göre kamu borçları, hem bunu ellerinde bulunduranların bir
varlığıdır, hem de vergi mükelleflerinin bir yükümlülüğüdür. Dolayısıyla, varlıklar
ve yükümlülükler zaman ve kuşaklar arasında birbirinin etkisini yok eder ve devlet
borçlarında bir değişim ne net varlıkları ne de toplam harcamayı etkiler. Bu teoreme
göre, kamu borçlarında yaşanacak bir birimlik artış, ki bu vergilerde bir birimlik
azalma anlamına gelecektir, gelecekte vergilerde bir birimlik artışa neden
olacağından, bireyler bu vergi artışını dikkate alarak artan borç stokuna talep
oluşturacaklardır. Böylece kamu borçlanmasının ne fiyat, ne de gelir düzeyine bir
etkisi bulunmaktadır. Ricardo, harcamaların vergileri artırarak karşılanması ile
borçlanarak karşılanması arasında bir fark olmadığını ileri sürmektedir. Çünkü her
iki yöntem de ülkenin kullanılabilir kaynaklarını aynı ölçüde azaltmaktadır. Buna
karşın Ricardo borçlanmayı iki nedenden dolayı sakıncalı bulmaktadır. Bunlardan
birincisi, borçlanma gerçek durumu gizleyerek halkın daha az tasarruf etmesine
neden olabilir. İkinci neden ise, borçların faizlerini ödemek için vergilerin artırılması
gerekeceğinden yüksek borçlu ülkelerden sermayenin kaçma ihtimalidir (Özkan,
2006: 8).
Ricardo denklik teoreminin dayandığı temel varsayımlar şu şekilde sıralanır:
- Nesiller bir sonraki nesil için yaptıkları fedakarlıklarla birbirlerine
bağlıdırlar.
- Bireyler, devlet gibi aynı oranda borç alıp verebilirler.
- Tüketici rasyoneldir.
- Vergilerin ertelenmesi gelirin yeniden dağılımına neden olmaz.
- Vergiler götürü usuldedir ve piyasayı bozucu etkisi yoktur.
- Açıkların kullanımı herhangi bir değer yaratmayabilir.
- Açık finansmanının kullanımı siyasi süreci etkilemez.
- Sermaye piyasasında aksaklıklar yoktur.
- Tüketiciler rasyonel ve ileri görüşlüdür.
- Vergiler değiştirilemez (Y. Aysu, 2011: 21).
217
3.22.7. Radikal Yaklaşım
Bu yaklaşıma göre devlet harcamalarının artması tekelci sermayenin
büyümesine bağlanmaktadır. Bu yaklaşıma göre devlet sermayenin maliyetlerini
üstlenerek sermayeye destek olmakta ve sermaye birikimine katkıda bulunmak için
harcamalar yapmaktadır. Bu şekilde devlet ile tekelci sermaye arasında bir işbirliği
kurulmakta ve bu durum özel sektörde sermaye birikiminin hızlanmasını beraberinde
getirmektedir. Çünkü tekelci sermayenin sermaye maliyetleri (üretim ve yatırım
harcamalarını), uzun dönemde kamu harcaması olarak devlet bütçesinden
karşılanmakta, dolayısıyla sermaye maliyetleri tüm topluma yayılmaktadır (Cural,
2012: 49-50).
3.23. ULUSLARARASI FİNANSAL KURULUŞLAR
3.23.1. Uluslar Arası Para Fonu (IMF)
1930’ların başında büyük bunalımın etkisiyle başlayan korumacılık
rüzgarlarıyla dünya ticareti iyice daralmış ve altın standardının yarattığı aksaklıklar
da bu sistemin terk edilmesine yol açmıştı. Bu da uluslararası para sisteminde bir
boşluk doğurmuştu. Hem uluslararası ticarette ortaya çıkan daralmalar, hem de
uluslararası para sisteminin yeniden yapılanma arzusu ve savaşın enkazını temizleme
amacıyla 1944 yılında ABD ve İngiltere’nin girişimiyle IMF, Dünya Bankası ve ITO
(International Trade Organization) kuruldu. Oluşturulan uluslararası sisteme de
Bretten Woods sistemi adı verildi.
IMF'nin amaçları üç temel nokta etrafında toplanmıştı:
- Altın esasına dayalı döviz kuru sisteminin isleyişini denetlemek,
- Ödemeler dengesi bozulan üye ülkelerin karşılaştıkları ekonomik sorunların
giderilmesi için geçici mali imkanlar sağlamak,
- Uluslararası ticaretin daha fazla geliştirilmesine engel oluşturan döviz
kısıtlamalarının giderilmesi için çalışmalar yapmak ve bu çalışmaların uluslararası
bir platformda değerlendirilmesini sağlamak.
218
IMF’nin temel amacı uluslararası refahı arttırmaya yönelik olarak uluslararası
ticaretin
ve
işbirliğinin
geliştirilmesine
engel
oluşturabilecek
bir
takım
mekanizmaların ortaya çıkmasını önlemektir (Özbek, 2007: 4).
IMF, devletlerin kambiyo istikrarını sağlayabilmeleri; milletlerarası çok
yönlü ödeme anlaşmalarının yaygın bir hale gelmesi; kambiyo kısıtlamalarının
kaldırılması ve milletlerarası ticaretin geliştirilmesi amacıyla meydana getirilmiş bir
fondur. Fona üye her memleket kendisine tanınan kota dahilinde kendi parası
karşılığında fondan ihtiyacı olan yabancı memleket parasını satın alabilmektedir
Bu fonun görevleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
- Bu fon, kısa vadeli bir finans kaynağı olup, kısa vadeli dış ödemeler de
meydana gelecek güçlükleri ortadan kaldırmaya çalışmak.
- Uluslararası para sorunlarını çözmek için üye ülkelerle devamlı işbirliği
yaparak, bu işbirliğinin üyeler arasında devamını sağlamaya çalışmak.
- Kambiyo kararlığını korumak ve bu amaçla tek yönlü devalüasyonlara engel
olmaya çalışmak.
- Uluslararası ekonomik ilişkilerde mevcut engellerin ortadan kaldırılmasına
çalışmak ve çok taraflı ekonomik ilişkilerin kurulmasına çalışmak.
- Uluslararası ticaretin dengeli gelişmesini sağlamak suretiyle üye ülkeleri
tam istihdam ile dengeli ve yüksek büyüme hızına ulaştırma imkanını hazırlamak
- Ödemeler dengesinde açık veren üye ülkelere kısa vadeli krediler vermek
suretiyle onların bu sorunlarını çözmek için uluslararası çok taraflı ve serbest
ekonomik ilişkileri daraltacak mahiyette kararlar almalarını önlemek.
Uluslararası Para Fonuna üye olan ülkelerin Dünya Bankasına da üye
olmaları gerekmektedir. Çünkü bu iki kuruluş görev bakımından birbirlerini
tamamlamaktadır (Y. Aysu, 2011: 14).
3.23.2. Dünya Bankası
Temel olarak Dünya Bankası da IMF gibi küresel ekonomik sistemin sağlıklı
şekilde sürdürülebilirliğini sağlamak için kurulmuştur. Ayrıca az gelişmiş ve
219
gelişmekte olan ülkelerin dış dünyadan uygun koşullarda kaynak sağlamalarını
sağlamak, fakirliğin azalmasına yardımcı olmak ve kalkınmayı sağlamak da
görevleri arasındadır. Söz konusu kuruluşların başlangıçtan bugüne küresel
ekonomik sistemin büyük aktörlerinden olmaları onları çoğu zaman eleştiri odağı
haline getirmiştir (Y. Aysu, 2011: 16).
Dünya Bankası ana sözleşmesinin 1. Maddesinde yer alan hükümlere göre
Dünya Bankası’nın ana görevleri şu şekildedir;
- Üye ülkelerin savaşın oluşturduğu yıkıntıların düzeltilmesi de dahil olmak
üzere, kalkınma ve yeniden yapılanma çabalarına verimli sermaye yatırımları kanalı
ile yardımcı olmak, gelişme yolunda olan ülkelerin kaynaklarını ve verimli
imkanlarını kullanmalarını özendirmek.
-
Özel ve yabancı yatırımlara garanti vermek ya da krediye katılımda
bulunmak, özel yatırımların yetersiz kaldığı yerlerde kendi kaynaklarını kullanmak
sureti ile destek sağlamak.
-
Uluslararası ticareti geliştirmek ve ödemeler dengesi istikrarını
sürdürebilmek için kalkınma amaçlı uluslararası yatırımları desteklemek.
- Başka kanallardan sağlanan kredileri yeniden düzenlemek ya da garanti
etmek sureti ile daha yararlı ve acil projelerle kullanımını sağlamak
- Savaş döneminden barış dönemine geçişte mümkün olan en iyi koşulların
sağlanmasına yönelik uluslararası yatırımları yönetmek biçiminde tanımlanmıştır
(Yücesan, 2011: 18).
3.23.3. Avrupa Yatırım Bankası
Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa Birliği’nin finansman kuruluşu olup, kamu
ve özel sektör kuruluşlarına uzun vadeli finansman sağlamak suretiyle Birliğin
politik hedeflerinin hayata geçirilmesine yardımcı olmaktadır. Avrupa Yatırım
Bankası, kâr amacı gütmeyen bir kurum olup, özellikle kalıcı projelerin finansmanını
sağlamaktadır. Banka, Avrupa Birliği’ne üye devletlere ait olup, kurulduğu 1958
yılından bu yana Birliğe üye ve partner ülkelerdeki projelerin desteklenmesi için 540
Milyar Euro’dan fazla finansman sağlamıştır. (http://www.deik.org.tr).
220
3.23.4. Asya Kalkınma Bankası
AKB’nin temel amaçları arasında Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki gelişmekte
olan ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmalarının sağlanması için fon sağlamak,
kalkınma proje ve programlarının planlanması ve uygulanması için teknik yardım
vermek, kalkınma için özel ve kamu yatırımlarını desteklemek, ekonomi
politikalarının koordinasyonuna yardım etmek ve bölgede ortaya çıkabilecek acil
durumlarla baş edilmesine kaynak sağlamak ile kaynakların yönlendirilmesi için
koordinasyon sağlamak yer almaktadır. Temel prensiplerini sıralayacak olursak:
(www.mfa.gov.tr).
- Asya Pasifik bölgesindeki gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve sosyal
kalkınması için finansman sağlamak,
- Kalkınma proje ve programlarının planlanması ve uygulaması için teknik
yardım vermek,
- Kalkınma için özel ve kamu yatırımlarını desteklemek,
- Ekonomi politikalarının koordinasyonuna yardım etmek,
- Bölgede ortaya çıkabilecek acil durumlarda kaynak sağlamak ve
kaynakların yönlendirilmesi için koordinasyon sağlamak.
3.23.5. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası
Merkezi Londra'da olan ve tüm Avrupa ülkelerine Avrupa ülkesi olmayan
fakat IMF üyesi ülkelere, Avrupa Birliğine ve Avrupa Yatırım Bankası'na açık olan
bankanın amacı, SSCB‟nin dağılmasıyla sonradan üye olan Türk Cumhuriyetleri de
dahil olmak üzere, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin serbest pazar ekonomisine
geçişini hızlandırmak ve bu ülkelerin ekonomik ve kültürel gelişmesini teşvik
etmektir. EBRD bu amaçlarına yönelik olarak; özel sektör yatırımlarını teşvik etmek,
kişisel girişimciliği desteklemek ve alt yapı yatırımlarını gerçekleştirmek, sermaye
piyasalarının gelişimini teşvik etmek işlevlerini yerine getirmektedir. Banka bu
işlevleri çerçevesinde üye ülkelere kredi-yatırım, garanti ve teknik yardım şeklinde
yardımlar sağlamaktadır (Y. Aysu, 2011: 19).
221
3.23.6. İslam Kalkınma Bankası
Finansman işlemlerinde faiz ve taahhüt ücreti almayan bu banka yatırım
projelerini, hisse satın almak yoluyla, sermayeye katılımla ya da kâr payı karşılığı
kaynak sağlayarak finanse etmektedir. Bankanın kâr payı, projenin sağlayacağı kâr
üzerinden finansmana katılma oranı esas alınmak suretiyle, geri ödeme yapıldıkça
azalmaktadır.
Banka'nın amaçları şunlardır :
- İslam ülkelerinin kalkınmasının finansmanını sağlamak,
- Faizsiz bankacılık sistemini gerçekleştirmek,
- Üye ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişimini şeriat ve İslam hukukuna
uygun olarak düzenlemek (Y. Aysu, 2011: 20).
3.24. DIŞ BORÇLARIN ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN YAKLAŞIM VE
ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
3.24.1. Quito Bildirisi
Quito Bildirisi, başlıca amaçları vadelerin ve ödeme sürelerinin uzatılması,
faiz oranlarının düşürülmesi, yeniden kaynak akışının harekete geçirilmesi, borç
seviyesinin ihracat gelirlerinin belirli bir yüzdesini aşmaması, faiz, komisyon ve
diğer ek yüklerin hafifletilmesi borçlu ülkelerin ihracat ürünlerine sanayileşmiş
ülkelerin pazarlarının açılması, borç ödemelerinde etkinlik sağlayacak enformasyon
ve eşgüdüm mekanizmalarının oluşturulması olan ve Latin Amerika Ekonomik
Konsorsiyumu’nun, Ekvator’un başkenti Quito’da 3 Ocak 1984 yılında yayınlamış
olduğu bildiridir. Söz konusu bildiride 26 Latin Amerika ve Karaib ülkelerinin
temsilcileri dış borç ödemelerinde moratoryum ilan etmeyi reddederek, borç
ödemelerinin gelişme hedefine bağlı kılınması gerektiğini ifade etmişlerdir.
(www.imf.org).
222
3.24.2. Baker Planı
1985 dönemi ABD Hazine Bakanı James Baker tarafından ortaya atılan
planın ana hedefi; borç krizinin ortaya çıkmasında borçlu ülkeler kadar alacaklı
ülkelerin de payı olduğu ve tarafların bu konuda işbirliği yapması gerekliliğidir. Bu
plan üç aşamadan oluşmaktadır. Bunlar:
-
Baslıca ülkeler tarafından sağlıklı bir büyüme ve eklemeler dengesi
istikrarını sağlamak ve enflasyonu düşürmek için uluslar arası finansal kurumlarca
desteklenen etkili makro ekonomik ve istikrar politikalar benimsenmesi,
-
IMF ile artan bağların ve cok taraflı kalkınma bankalarınca sağlanan
kredilerin daha etkin yapısal istikrar sağlamaya yönelik kullanımının sürdürülmesi,
-
Etkin makroekonomik istikrar programının desteklenmesinde özel
bankalarca ödünç verme surecinin genişletilmesini içermektedir (Akkaya, 2012: 65).
Plan 15 borçlu ülke üzerinde uygulanmış olup plana göre; bu ülkelere
özellikle ticari bankalardan yeni krediler sağlanmalı, mevcut borçları ertelenmeli ve
uluslar arası kuruluşlardan kaynak artırımı sağlanmalıdır. Yine plana göre öncelikle
borçlu ülkelerin uluslararası kuruluşların uygulamalarına karşı çıkmamaları onları
benimsemeleri, ayrıca gelişme yolunda olan ülkelerin ihracat
gelirlerinin
arttırılabilmesi için, sanayileşmiş ülkeler himayeci politikalardan vazgeçmeleri
gerekmekteydi. Ancak plan başarılı olamamış dış borç sorununa bir çözüm
getirememiştir (Güçlü Çiçek, 2005: 50).
3.24.3. Brady Planı
ABD Hazine Bakanı Nicholas Brady' nin adını taşıyan plan, borçlu ülkelerle,
kreditörler arasında işbirliğinin arttırılması ve uluslararası mali kuruluşların
desteklerinin sağlanmasıyla,
borçlu ülkelerin
borçlarının %20’lik kısmının
silinmesini önermektedir.
Brady Plan temel olarak üç temel yaklaşıma dayanmaktadır (Akkaya, 2012:
64);
223
- Borçlu ülkeler yeni yatırımlar için daha kapsamlı teşvik edici ve etkin ve
yurt içi tasarrufları arttırarak sermaye çıkışının geri dönmesini sağlayacak politikalar
uygulamaya koymalıdır.
- Alacaklı ülkeler daha etkin ve uygun vadeli finansal destek sağlamalı ve
bunun için borçlu ülkelerle uyum içinde olmaları gerekmektedir. Burada uluslar arası
finans kurumlar merkezi rol oynayacaklardır.
-
Finansal destekler ve borçların vade koşulları daha esnek bir yapıda
olmalıdır.
Bu planın özellikleri ise şu şekilde sıralanabilir;
- Bu plan borç servisi sorunuyla karşı karşıya olan tüm gelişmekte olan
ülkelere yöneliktir.
- Plan borçlu ülkelere yeni krediler sağlamasının yanı sıra mevcut birikmiş
borçlarında indirimler yapılmasını öngörmektedir
- Borç indirimleri başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere ileri gelen
sanayileşmiş batılı ülkelerce finansal açıdan desteklenecektir.
- Söz konusu destekler IMF ve Dünya Bankası' nın borçlu ülke ekonomi
politikasını onaylaması ile gerçekleşecektir.
- Plan, az gelişmiş ülkelerin borç yükünü azaltmak için izlenecek en iyi
stratejinin 'makroekonomik ve yapısal uyumu' da içeren , 'büyümeye yönelik politika
reformları' olduğu görüşüne dayanmaktadır (M. Karagöz, 1992: 132).
Brady Planı ile borçların askıya alınması yoluyla gelişmekte olan ülkelerin
yeniden dünya piyasalarına girmelerinin yolu açılmaya çalışılmıştır. Ancak bu
planda da gelişmekte olan ülkelerin gerekli reformları yapmamaları nedeniyle
ülkelerin borç yükü düşürülememiştir.
3.24.4. Montevideo Bildirisi
‘Kartegana’ adı verilen grup tarafından (Meksika, Brezilya, Arjantin, Şili,
Peru, Dominik Cumhuriyeti, Bolivya ve Uruguay) yayınlanan bu bildirinin içeriğinde
genel olarak uluslararası piyasalarda faiz indirimi, eski borçlarda bir takım tavizler,
224
bankaların ödünç vermelerinde artış gibi şartlardan oluşmaktaydı. Toplantı
sonucunda Amerika Birleşik Devletlerinin bu ülkelere ani bir özelleştirmeyi
dayatarak hakim olma isteği ile sonuçlandığını düşünenler de olmuştur (Sakal, 2003:
47).
3.24.5. Paris Kulübü ve Resmi Borç Ertelemeleri
Yazılı kuralları olmayan ve bu nedenle yasal bir kurum statüsüne
kavuşamamış olan Paris Kulübü, çok taraflı borç ertelemesi isteyenlerin borç
erteleme görüşmelerinin yapıldığı alacaklılar görüşmesidir. Kulüp bazı prensiplere
dayanarak çalışmaktadır. Bunlar;
- Borç erteleme görüşmelerinin başlaması için borçlu ülke borç ertelemesi
yapılmadığı takdirde dış borç servisi yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği
konusunda kreditörleri ikna etmek zorundadır.
- Borçlu ülkeler borç erteleme görüşmelerine başlamadan önce dış borç
servisi ödemelerini zamanında ve tam olarak yapacakları konusunda kreditörlere
gerekli güvenceyi vermek için, IMF ile stand-by düzenlemesi konusunda anlaşmaya
varmış olmalıdır. IMF’ye üye olmayan ülkeler için ise baslıca kreditör ülke
uzmanlarından oluşan “Ad Hoc Task Forces” adı verilen bir komite oluşturulmakta
ve borç sorunun niteliği ve alınacak önlemler konusunda borçlu ülkelerle görüşmeler
bu komite tarafından yürütülmektedir.
- Borçlu ülkelerin borçlanma koşulları, borç miktarları ve ekonomik yapıları
birbirinden farklı olduğundan erteleme görüşmeleri “olay yaklaşımı” prensibi (case
by approach) çerçevesinde yürütülür.
- Toplantılara kreditör ülkelerin yanı sıra, IMF, Dünya Bankası, bölgesel
kalkınma bankaları ve OECD’den gözlemciler de davet edilir.
- Borç ertelemelerinin amacı geçici ödemeler dengesi sorunlarını hafifletmek
olup kısa vadelidir.
- Paris Kulübü ertelemelerinde bütün kreditörlerin borçlu ülkeye verdikleri
kredilere göre borç ertelemesinden doğan yüke katlanmaları esastır (Akkaya, 2012:
69).
225
Sonuç olarak bu plan, gelişmiş ülkelerle, gelişmekte olan ülkelerin mali
ilişkilerini düzenleme misyonunu üstlenmiştir.
3.24.6. Londra Kulübü ve Ticari Borç Ertelemeleri
Ticari
bankaların
hükümetlere
sağlamış
olduğu
kredilerin
yeniden
yapılandırıldığı bir forumdur. Mevcut kredilerin yanı sıra yeni kredilerin de
görüşüldüğü bu kulüpte temel amaç; borçlu ülkelerin borç taksit ve anapara
ödemelerini yerine getirecek miktardaki finansal yardımın bu ülkelere sağlanmasıdır.
Londra Kulübü çalışmalarına ilk olarak 1976 yılında Zaire’nin ticari bankalara olan
borcunu yeniden yapılandırmak üzere başlamıştır. Londra Kulübü’ ne katılan
bankalar ‘Danışman Komite’ adı verilen ve genellikle 15- 20 bankadan oluşan ve
doğrudan borçlu hükümetle temas kuran gruplar tarafından temsil edilirler (Demiray,
2007: 98).
3.25. DIŞ BORÇ YÖNETİMİ
Maliye politikası araçlarından olan ancak para politikası ile de sıkı ilişki
içinde bulunan borç yönetimi, Hazine'nin toplam nakit ihtiyacını maliyet unsurunu
göz önüne alarak yönetme sürecidir. Bu süreçte, devletin finansman maliyetinin uzun
vadede minimize edilmesi amaçlanır. İyi bir borç yönetiminin temel amaçları, kamu
dışı sektörlerden kamu kesiminin borçlanma gereği kadar finansman sağlama, uzun
vadede risk primini ve dolayısıyla maliyeti minimize etme ve para politikasıyla
eşgüdümlü bir borçlanma programı yürütme olmalıdır (DPT, 2001: 122).
Borç yönetimi belli ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla devletin, borç
miktarında ve bünyesinde değişiklikler yapması olup, bir borcun alınmasından
ödenmesine kadar yapılan işlemlerin tümünü kapsamaktadır. Çaşkurlu'ya göre borç
yönetimiyle ilgili farklı görüşler şöyle sıralanabilir:
- Ricardocu eşitlik dünyasında optimal borç yönetimi problemi yoktur. Kamu
borcunun yalnız şekli değil, miktarı de etkisizdir.
- Tobin' e göre borç yönetimi öncelikli olarak makroekonomik istikrar için bir
araçtır.Faiz maliyetinin minimize edilmesi ikinci sıradadır. Risk minimizasyonu ise
hiçbir rol oynamamaktadır. Böylece ekonominin genişleme dönemlerinde yeni
226
çıkarılacak borçlanma araçları uzun vadeli, uzun dönem faiz oranlı olmalı ve bununla
ekonomiyi soğutmaya katkı sağmalıdır.
- Barro' nun görüşlerinde optimal borç yönetimi anlayışı; devlet borç
yönetiminin, borçlanma sorucu oluşan maliyetin gelecek dönem vergilerle
karşılanacağı düşünüldüğünde ortaya çıkacak ekonomik anlamda bozucu etkilerin
beklenen
şimdiki
değerinin
minimize
edilmesi
üzerine
kurgulanmasına
dayanmaktadır.
- Missale'ye göre borç yönetiminin temel amacı bütçe açığındaki istikrardır.
- Avrupa Birliği ülkelerinde borç yönetimine bakış ise; mümkün olan en
düşük maliyet ise katlanılabilir risklerle yıllık borçlanmanın finansmanının
sağlanmasıdır. Bu amaçla söz konusu ülkelerde faiz ödemelerinin azaltılması ve bu
ödemelerdeki büyük dalgalanma riskinden kaçınmak temel amaçtır (Çaşkurlu, 2007:
6-10).
Sonuç olarak dış borç yönetimi, dış borçlara ilişkin kamu otoritelerince yerine
getirilen geniş bir faaliyetler topluluğunun sınırları tam olarak kestirilemeyen ve
belirtilemeyen şeklidir. Dış borç yönetimi, dış kredilerin etkin ve rasyonel bir
biçimde elde edilmesini, kullanılmasını ve geri ödenmesini içeren planlı ve ihtiyatlı
çabalar bütünüdür. Bu çabalar, yükümlülüklerin organize edilmesi, verilerin
toplanması, borç servislerinin tahmini, dış borcun düzeyinin ve bileşiminin kontrolü,
özel ve kamu dış borçlarının izlenmesi ve kontrol edilmesi gibi çeşitli yönetsel
faaliyetleri ifade etmektedir. Dış borç yönetimindeki en önemli amaç, ülkenin
katlanılabilir borç yükü seviyesini belirleyerek, borç stokunun kontrol altına
alınmasının ve borçlanma metodlarının bu doğrultuda kullanılmasının sağlanmasıdır.
Dış borç yönetiminde yönetime konu olan esas unsur borcun miktarı ve
kompozisyonu olmakla birlikte, kredinin bulunabilmesi, vade yapısı,
faiz yükü,
alınan borçların verimli kullanılabilmesi, borç servisinin başarılı bir şekilde
gerçekleştirilebilmesi ve dış borç yükünün zaman içinde azaltılmaya çalışılması gibi
unsurlar, dış borç yönetiminin temel çerçevesini ve kapsamını teşkil etmektedir (Sarı,
2004: 31).
227
3.25.1. Dış Borç Yönetiminin Amaçları
Yukarıda açıklananlar doğrultusunda dış borç yönetiminin esas amacının ülke
borç stokunu kontrol altında tutarak risklere karşı tedbirli olmak olduğunu
söyleyebiliriz. Ancak genel itibari ile dış borç yönetimi amaçlarını belirtecek olursak
şu şekilde sıralayabiliriz (Saparbay Kızı, 2007: 69-70):
- Devletin borçlanma ihtiyacının karşılanması
- Borçlanma maliyetinin minimize edilmesi
- Hükümetin finansal pazarlara girişinin sağlanması
- Hükümetin borçlanması sırasında pazar etkilerinin minimize edilmesi
- Borçlanma araçlarının çeşitliliğinin sağlanması
- Devlet kağıtlarının ikinci el piyasalarının etkin işlemesinin sağlanması
- Dengeli bir vade yapısının oluşturulması
- Bono piyasalarının sağlıklı gelişimine destek verilmesi
- Hane halklarının tasarrufa teşvik edilmesi
- Para programı ile borçlanma programının koordinasyonunun sağlanması;
- Devletin ihtiyaç duyduğu finansmanı karşılamak,
- Borçlanma maliyetlerini en aza indirgemek,
- Riskleri kabul edilebilir bir düzeyde tutmak,
- Sermaye piyasalarını desteklemek.
Borç yönetimi, bu genel amaçlar ile dış borçların daha etkin ve etkili
kullanımı ve maliyetlerinin düşürülmesi sağlanmakta, borçlanmayı ülke adına
avantajlı hale dönüştürebilmektedir.
3.25.2. Dış Borç Yönetim Teknikleri
Dış borç yönetim teknikleri; geleneksel dış borç yönetim teknikleri ve
modern dış borç yönetim teknikleri olmak üzere iki başlık altında incelenebilir.
228
3.25.2.1. Geleneksel Dış Borç Yönetim Teknikleri
Bu tekniklerle ulaşılmak istenen sonuç, ülke döviz giderlerinin döviz
gelirleriyle paralelleştirilmesini sağlamaktır. Bu amaçla uygulanan teknikler ise,
rezervlerin
miktarını
yüksek
tutmak
ve
bunların
döviz
kompozisyonunu
çeşitlendirmeye çalışmak, cari işlemler fazlası verecek politikalar uygulamak, ihracat
gelirlerini arttırmak ve kompozisyonunu çeşitlendirici uygulamalara gitmek olarak
sıralanabilir. Ayrıca diğer yaygın bir uygulama ise bu ülkelerin dış borçlarının ikili
ve çok yanlı, bağış unsuru yüksek, vade ve geri ödemesiz dönemi uzun borçlanmalar
dışındaki kredi türlerinden uzak durmaya çalışmaları ve bu çerçevede yasal ve
kurumsal kısıtlamalara başvurmalarıdır (Sarı, 2004: 39).
Bahsedilen geleneksel teknikler, genellikle birçok içsel sorunları taşıyan ve
elde edilebilirliği zor ve sınırlı olan uygulamalardır. Ayrıca, bu uygulamaların dışsal
riskleri yönetebilmede etkinlikleri de tartışma konusudur. Bu yaklaşım bir ülkenin
dış ticaret akımlarında ağırlıklı olan para birimi üzerinden borçlanmasını önerir.
Sonuç olarak belirtmek gerekirse, geleneksel dış borç yönetim teknikleri olarak
bilinen bu uygulamalar genellikle yetersiz görülmüştür. Bu nedenle diğer dış borç
yönetim tekniklerine yönelinmeye başlanmıştır (Kocaoğlu, 2005: 29).
3.25.2.2. Modern Dış Borç Yönetim Teknikleri
Geleneksel tekniklerin etkin borç yönetimi açısından yetersiz kalışı modern
borç yönetim tekniklerinin gelişmekte olan ülkelerde de uygulanabilirliğini gündeme
getirmiştir. Aktif-pasif yönetimi, varlık-yükümlülük yönetimi veya borç-alacak
yönetimi olarak literatürde adlandırılan bu yaklaşımların özü ise, söz konusu
tekniklerin gelişmekte olan ülkelerin dış borç yönetimleri sürecinde aktif olarak
kullanılabilmesi ve bu yöndeki çabalar bütünüdür. Yani bu yaklaşım, gelecekteki
nakit akım değişmelerini kontrol ederek bugünden yönetebilmeyi amaçlamaktadır
(Sarı, 2004: 41).
Gelişmekte olan ülkelerin dış borç yönetim süreçlerinde modern dış borç
yönetim teknikleri olarak kullandıkları varlık-yükümlülük yönetimi tekniklerinin
özü, bir ülkenin veya projenin varlık veya yükümlülük yapısında piyasalardaki
dalgalanmalar sonucu, gelecekteki nakit akım yapısındaki oluşabilecek zıt yönlü
229
değişmeleri minimize etmektir. Bu teknikler piyasa tabanlı enstrümanlar olarak ifade
edilmektedir ve risklerden korunmayı sağlayan bu enstrümanlara ”Hedging”
teknikleri de denilmektedir (Kocaoğlu, 2005: 30).
Modern yönetim teknikleri olarak kullanılan enstrümanlar, Forward, Futures,
Options ve Swap anlaşmaları olarak dört başlık altında incelenmektedir.
3.25.2.2.1. Forward İşlemleri
Forward terimi, kelime anlamıyla, bir şeyi ileri atmak, ileriye göndermek
olarak ifade edilirken bu ifadenin dış ticaretteki karşılığı, ileri tarihte teslimi söz
konusu olan herhangi bir varlığın (mal,döviz,faiz) vadesinin, fiyatının, miktarının
bugünden belirlenip sözleşmeye bağlandığı işlemler olarak tanımlanır. Forward
işlemlerde temel amaç gelirlerin kur risklerinden arınmasını sağlamaktır. Forward
işlemlerinin en önemli özelliği ise müşteri ile bankalar arasında karşılıklı görüşme
sonucu ve ihtiyaca göre özel tasarlanan ürünler olmasıdır. Bu tür kontratlar
gelecekteki nakit akış tarihleri kesine yakın bir şekilde biliniyor ve firma finansman
yöneticisi bütçeleme açısından kesin nakit akısı hesapları görmek istiyorsa oldukça
yararlıdır (Kocaoğlu, 2005: 32).
Forward işlemlerinin faydaları ise şu şekilde sıralanır;
- Kur riskinin kontrol edilmesi ve en azından belli limitlerde tutulmasına
olanak sağlar.
- İthalat ya da ihracat olsun, vadeli ödeme veya tahsilât durumunda kur
değerinin daha önce belirlenmesi sayesinde kurdaki dalgalanmaların olumsuz
etkisinden korur.
- Şirket ya da ülkelerin kur dalgalanmalarını takip etmekte geçirdikleri
zamanı ve maliyetlerini, daha verimli faaliyetlerinde kullanabilmelerini sağlar
- Nakit girişi ve kârlılık oranında beklenmedik ama aldatıcı dalgalanmaları
önler, firmaların bu aldanmaya kanmayıp, spekülatif ve sanal olmayan doğru kâr
hedeflerinin oluşmasına yardımcı olur.
Forward işlemlerinin muhasebeleştirilmesinde ise işlemin niteliği bakımından
özel bir durum mevcuttur. Forward sözleşmesinin imzalanması, ancak nazım
230
hesaplarda muhasebeleştirilebilir. Çünkü bu sözleşme, tarafları borçlu veya alacaklı
hale getirmemekte, sadece karşılıklı olarak geleceğe yönelik taahhüt altına
girmelerine sebebiyet vermektedir. (http://www.muhasebe-online.com).
3.25.2.2.2. Futures İşlemleri
Futures standart miktar ve kalitede bir varlığın önceden belirlenmiş bir
fiyattan gelecekte belirli bir tarihte teslim etme ya da teslim almaya ilişkin yasal bir
sözleşmedir. Futures kontratın dayandığı ya da yazıldığı varlık fiziksel bir mal
olabileceği gibi finansal bir ürün ya da gösterge olabilir. Futures piyasaları
borsalarda faaliyet gösterirler ve bu özellikleriyle forward işlemlerinden farklılaşır.
Ayrıca bu piyasalar miktar ve vade konularında standartlaşmayı sağlamaktadır. Tüm
risk yönetimi enstrümanlarında olduğu gibi fiyatların değişmelere karşı sabitlenmesi
durumu söz konusudur (Eyüboğlu Aksel, 1995: 35).
Risk ve borç yönetim aracı olarak futures piyasalarının temel işlevi fiyat
dalgalanmalarının neden olduğu risklerin yönetimini sağlayacak mekanizmalar
oluşturmaktır. Bu işlemlerin önemli bir özelliği ise bu piyasalardaki toplam işlem
gören sözleşmelerin büyük çoğunluğunun mal alım veya teslimine gerek kalmaksızın
kontrat süresinin bitişinden önce girişilen ters işlemlerle (kontrat alındıysa satılarak,
satıldıysa alınarak) kapatılmasıdır. Bu özellik forward piyasalarda bulunmamaktadır
(Erol, 1994: 24).
Future
sözleşmelerin
muhasebeleştirilmesinde
sözleşme,
sözleşmenin
yapıldığı tarihte nazım hesaplara alınarak sözleşme kapatılana veya sözleşme vadesi
sona erene kadar nazım hesaplarda izlenirler. Zira sözleşme konusu tutar sözleşmeye
taraf olanların varlık veya kaynaklarında herhangi bir değişmeye yol açmamaktadır.
Futures sözleşmelerde, sözleşmeye taraf olunduğu anda borsaya önceden bedeli
saptanmış bir işlem bedelinin ödenmesi söz konusudur. Söz konusu ödeme
sözleşmeyi alan taraf için gider, satan taraf için ise gelir niteliğini taşıyacağından, bu
tutar sözleşmenin yapıldığı dönemin sonuç hesaplarına aktarılacaktır. Benzer şekilde
futures sözleşmeye taraf olanlar borsa nezdinde hesap açtırmak amacıyla ödedikleri
başlangıç teminatını uygun bir aktif hesapta izleyecektir. Gerek başlangıç teminatı
gerekse de değişim teminatı tutarlarının sözleşme süresi boyunca "126 Verilen
231
Depozito
Ve
Teminatlar
Hesabı"nda
izlenmesinin
daha
uygun
olacağı
düşünülmektedir. Sözleşme süresi boyunca günlük değerlemeler sonucu ortaya çıkan
kazanç veya kayıpların dönemin sonuç hesaplarına alınıp alınmayacağını sözleşmeye
taraf olunma amacı belirleyecektir. Yukarıda da bahsedildiği gibi günlük mutabakat
sonucunda ortaya çıkan kar veya zarar rakamının; işlem hedge amaçlı yapılıyorsa,
hedge konusu olan finansal kararın sonuçlarını düzeltmede kullanılacak biçimde
muhasebeleştirilmesi gerekecektir (Birgili vd., t.y.: 113-114).
3.25.2.2.3. Opsiyon Sözleşmeleri
Opsiyonlar onu satın alan tarafa, belli bir ürünün belirli bir miktarının, belirli
bir süre için, önceden belirlenmiş bir fiyat üzerinden, belirli bir tarihte satın alma ya
da satma hakkı veren sözleşmelerdir (Bal, 1999: 168).
Opsiyonları diğer araçlardan ayıran temel fark bunların alıcıya bir hak
sağlayıp, alıcıyı ürünün alımı ya da satımı konusunda herhangi bir yükümlülük altına
sokmamasıdır. Opsiyon sözleşmeleri ile bir hak satın alımı söz konusudur. Vadeye
kadar aleyhte bir gelişme olduğu taktirde bu hakkın kullanılması zorunlu değildir.
Sözleşmeden dönmenin maliyeti sözleşmeyi satın almak için ödenen primden
ibarettir. Bu yüzden opsiyonlar, forward ve future işlemlerinden daha kullanışlıdır
ancak nispeten daha pahalı da olabilmektedir. Opsiyon sözleşmeleri temelde tıpkı
future sözleşmeleri gibi borsalarda alınıp satılabilen vadeleri ve miktarı
standartlaşmış sözleşmeler olmakla birlikte, tezgah üstü piyasalarda alınıp satılabilen
çeşitleri de vardır ki, bunlar müşteri ile opsiyon sözleşmesini satan arasında esnek
olarak isteğe göre tasarlanabilmektedir (Sarı, 2004: 44).
Opsiyon sözleşmelerinin bir diğer özelliği ise vade sonunda ya da öncesinde
kullanma hakkı tanımalarıdır. Vade öncesinde kullanılabilen opsiyon türüne
Amerikan tipi opsiyonlar denilirken, vade bitiminde kullanımına imkan tanınan
türüne ise Avrupa tipi opsiyonlar denilmektedir (Bal, 1999: 168).
Maliyetlerine rağmen riske karşı koruyucu faktörlerinden dolayı opsiyon
sözleşmeleri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kendilerine yaygın kullanım alanı
bulmaktadırlar.
232
3.25.2.2.4. Swap İşlemler
Takas anlamına gelen swap, döviz kurları ve faiz oranları risklerine karsı
geliştirilen, fon kullanıcılarına farklı piyasalardaki uygun fonlara erişebilme, bu
fonların uygun kullanımını sağlama, riski azaltma ve sabit faizli bir fonu değişken
faizli bir fona değiştirme sansı veren bir tekniktir (Bal, 1999: 153).
İki taraf arasında birbirlerinin nakit akışlarını belirli bir süre için değiş tokuş
etmek amacıyla yapılan swap sözleşmelerinin faiz ve döviz swapı olmak üzere iki
temel çeşidi bulunmaktadır. Faiz swapları sabit faizi değişken faize, değişken faizi
sabit faize dönüştürerek borç ödemelerinin yapısını ve niteliğini değiştirirken, döviz
swapı genellikle faiz ve anapara ödemelerini içeren ,önceden belirlenmiş kurallar ve
süreler içinde iki tarafın belirli miktarlarda iki farklı para birimini değiş tokuş etme
ve belli bir vade sonunda geri alması konusunda anlaşmaya vardıkları mali bir
işlemdir (Kocaoğlu, 2005: 32).
Faiz swapını döviz swapından ayıran temel farklılık, anaparanın ne
başlangıçta ne de vade sonunda değiştirilmemesidir. Burada faizler karşılıklı olarak
değiştirilmekte böylece risk miktarı sadece faiz oranlarına bağlı olmaktadır. Bu
sebeple faiz swapları döviz swapına göre daha yaygındır (Kocaoğlu, 2005: 33).
3.26.
HAZİNENİN
ÖDEMELERİNİN
DIŞ
MERKEZ
BORÇLANMASININ
BANKASI
ANALİTİK
VE
DIŞ
BORÇ
BİLANÇOSUNA
ETKİLERİ
3.26.1. Rezerv Amaçlı IMF Kredisi
Rezerv amaçlı IMF kredisi, ödemeler dengesinin finansmanı amaçlı kredi
olarak da adlandırılmaktadır. Söz konusu kaynağın ülkeye aktarılmasıyla birlikte
ülke döviz rezervlerinde artış olmakta ve sağlanan SDR, ilgili yılda IMF tarafından
Nisan ayının son günlerinde belirlenen kurdan TL' ye çevrilerek, IMF' in TCMB
nezdindeki 1 numaralı hesabına yatırılmaktadır. Bu işlem sonucunda, TCMB' nin
döviz rezervleri artarken, Uluslararası kuruluşlar mevduatı (yükümlülüğü) da
artmaktadır (Çelik vd., 2006: 123-132).
Örnek olarak, 16 Haziran 2011 tarihinde IMF' den 2 yıl vadeli 1.000.000 SDR
tutarında kredi kullanıldığını,
233
- Kredinin alındığı tarihte geçerli olan gösterge niteliğindeki SDR döviz alış kurunun
2,04470,
- IMF tarafından 30 Nisan 2011 tarihinde bildirilen SDR/ TL kurunun 2,08755,
- 30 Haziran 2011 tarihinde geçerli olan gösterge niteliğindeki SDR döviz alış
kurunun 2,0481,
- 31 Mayıs 2013 tarihinde geçerli olan gösterge niteliğindeki SDR döviz alış kurunun
2,0888,
- 16 Haziran 2013 tarihinde geçerli olan gösterge niteliğindeki SDR döviz alış
kurunun 2,0586, olduğunu varsayalım.
İşlemin valöründe;
REZERV AMAÇLI IMF KREDİSİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
1- Dış Varlıklarımız
Valörde
(+)2.044.700
2- İç Varlıklarımız
B- Değerleme Hesabı
Valörde
I- Toplam Döviz
Yükümlülüklerimiz
a) Dış Yükümlülüklerimiz
(+)2.044.700
Aktifte;
" Dış Varlıklarımız " kalemi, IMF' den kullanılan kredinin, dövizin giriş
tarihinde geçerli olan SDR alış kurundan TL karşılığı olan
2.044.700 TL
(2,.0447*1.000.000) kadar artarken,
Pasifte;
"Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz - Dış Yükümlülükler " kalemi, IMF' ye
olan yükümlülüğümüzdeki artış sonucu aynı tutarda artmaktadır.
Analitik bilançoda IMF yükümlülüğü cari kurlardan gösterildiğinden, ay
sonunda yapılan değerlemeler, bir değişikliğe neden olmamaktadır.
Kredinin vadesinde ise;
REZERV AMAÇLI IMF KREDİSİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
1- Dış Varlıklarımız
2- İç Varlıklarımız
B- Değerleme Hesabı
Pasif
Vadede
(-)2.058.600
Vadede
I- Toplam Döviz
Yükümlülüklerimiz
a) Dış Yükümlülüklerimiz
(-)2.058.600
234
Analitik Bilançonun Aktifinde;
"Dış Varlıklarımız " kalemi, kullanılan kredinin, geri ödeme tarihinde geçerli
olan SDR döviz alış kurundan TL karşılığı olan 2.058.600 TL (2,0586*1.000.000)
kadar azalırken,
Pasifinde;
" Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz - Dış Yükümlülükler " kalemi, IMF' ye
olan yükümlülüğümüzün azalması sonucu aynı tutarda azalmaktadır.
3.26.2. Bütçe Finansmanı Amaçlı IMF Kredisi
IMF' den sağlanan kredinin bütçe finansmanı amaçlı olması halinde, TCMB
rezervlerine giren kredi , Hazinenin TCMB nezdindeki DTH' ına aktarılmakta ve
Hazine tarafından söz konusu kredinin kullanılabilmesini teminen SDR tutarının,
ilgili yılda IMF tarafından belirlenen SDR/TL kurundan karşılığı bononun, IMF
Menkul Kıymet hesabında tutulması gerekmektedir. Ancak, söz konusu bonoların
takip edildiği " IMF Menkul Kıymet Hesabı" bilanço içinde yer almadığından,
bilanço dışında " Nazım Hesaplar" altında takip edilmektedir. Söz konusu kredi tutarı
TCMB'nin IMF' ye yükümlülükleri arasında yer almamaktadır.
IMF tarafından belirlenen SDR/TL kuru her yıl 30 Nisan' da yılda bir kez
belirlenmekte ve Hazinenin IMF' ye borcunun YTL karşılığının artması halinde,
nazım hesaplarda izlenen "IMF Menkul Kıymet Hesabı" na, Hazine tarafından artış
tutarı kadar bono aktarılmaktadır.
Örnek olarak, 16 Mayıs 2011 tarihinde Hazinenin IMF' den bütçe finansmanı
amacıyla 1 yıl vadeli kredi kullandığını,
- Kredinin giriş tarihinde geçerli olan SDR döviz alış kurunun 2,04470,
- Vade tarihinde geçerli olan kurun 2,05860,
- 30 Nisan 2011 tarihinde IMF tarafından belirlenen SDR/TL kurunun 2,08755,
- 30 Nisan 2013 tarihinde belirlenen kurun ise 2,08450,
olduğunu varsayalım.
İşlem valöründe Analitik Bilançonun;
235
BÜTÇE FİNANSMANI AMAÇLI IMF KREDİSİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
1- Dış Varlıklarımız
Valörde
(+)2.044.700
2- İç Varlıklarımız
Valörde
I- Toplam Döviz
Yükümlülüklerimiz
a) Dış Yükümlülüklerimiz
b) İç Yükümlülüklerimiz
(+)2.044.700
Aktifinde;
" Dış Varlıklarımız " kalemi, Hazinenin IMF' den kullandığı kredinin, giriş
tarihinde geçerli olan SDR döviz alış kurundan karşılığı olan 2.044.700 TL
(2,0447*1.000.000) kadar artarken,
Pasifinde;
"Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz - İç Yükümlülükleri" kalemi, kredi girişi
sonucu TCMB' nin Hazineye olan döviz yükümlülüğündeki artış sonucu aynı tutarda
artmaktadır.
İşlemin vadesinde Analitik Bilançonun;
BÜTÇE FİNANSMANI AMAÇLI IMF KREDİSİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
1- Dış Varlıklarımız
2- İç Varlıklarımız
Vadede
(-)2.058.600
Vadede
I- Toplam Döviz
Yükümlülüklerimiz
a) Dış Yükümlülüklerimiz
b) İç Yükümlülüklerimiz
(-)2.058.600
Aktifinde;
" Dış Varlıklarımız " kalemi, kullanılan kredinin, geri ödeme tarihinde geçerli
olan SDR döviz alış kurundan karşılığı olan 2.058.600 TL (2,0586*1.000.000) kadar
azalırken,
Pasifinde;
" Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz - İç Yükümlülükler " kalemi Hazinenin
IMF' ye olan yükümlülüğünü ödemesi sonucu aynı tutarda azalmaktadır.
236
3.26.3. Hazinenin Dış Borç Ödemeleri
Hazine, Dış Borç Ödemelerini TCMB nezdindeki TL veya DTH hesaplarından,
TCMB aracılığı ile gerçekleştirmektedir. DTH' lardan ödeme gerçekleştiğinde,
dövizler öncelikle döviz alış kurundan TL' ye çevrilerek TL mevduatlarına
aktarılmakta ve TL mevduatlarındaki tutarlar karşılığında döviz satış kurundan
Hazinenin dış borç ödemeleri gerçekleştirilmektedir (Çelik vd., 2006: 141-144).
Örnek olarak, Hazinenin 1.000.000 ABD doları dış borç ödemesini TCMB
nezdindeki TL hesaplarından gerçekleştirdiğini ve döviz alış kurunun 1.35 TL, döviz
satış kurunun ise 1.40 TL olduğunu varsayalım.
HAZİNENİN DIŞ BORÇ ÖDEMELERİ
ANALİTİK BİLANÇO
Aktif
Pasif
1- Dış Varlıklarımız
(-) 1.350.000
2- İç Varlıklarımız
A- Nakit İşlemler
d- Diğer Kalemler
(-) 50,000
I- Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz
B- İç Yükümlülüklerimiz
a- Döviz Olarak Takip Olunan Mevduat
2- Merkez Bankası Parası
B- Diğer Merkez Bankası Parası
B- Kamu Mevduatı
(-) 1.400.000
Aktifte;
" Dış Varlıklarımız " kalemi, yapılan dış borç ödemesi nedeniyle, rezervlerdeki
azalış tutarının döviz alış kurundan TL karşılığı olan 1.350.000 TL (1.000.000*1.35)
kadar azalmaktadır.
" İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler " TCMB' nin dış borç
ödemesini gerçekleştirmek için yaptığı döviz alım-satımı sonucu elde ettiği kâr olan
50,000 TL (1.000.000*(1,40-1.35)) kadar azalmaktadır.
Pasifte;
" MBP - Diğer MBP - Kamu Sektörü" kalemi, dış borç ödemesi için Hazinenin
hesaplarından tahsil edilen TL tutarı olan 1.400.000 TL (1.000.000*1.40) kadar
azalmaktadır.
237
3.27.
DIŞ
BORÇLARIN
GERİ
ÖDENMESİNİ
ZORLAŞTIRAN
FAKTÖRLER
3.27.1. İç Faktörler
İç faktörler, ülke içindeki ekonomik ve sosyal sorunlardan ya da olumsuz
durumlardan kaynaklanan ve ülkede küçük çapta kriz durumu yaratan faktörlerdir.
Ülkenin bu tarz bunalım dönemlerinde tasarruf sağlayarak dış borç ödemesi yapması
hatta elindeki kaynakları etkin ve etkili kullanabilmesi çok da mümkün değildir. Bu
nedenle ülkenin dış borç ödemelerinin sağlıklı sürdürülebilmesinde ülke içi makro ve
mikro ekonomik ve ayrıca sosyal stabilite ve istikrarın önemi büyüktür.
3.27.2. Ülkeden Sermaye Kaçışı
Ülkedeki kaotik durumların etkisiyle tasarruf sahiplerinin ellerindeki fonları
daha güvenli buldukları başka ülkelere yatırmaları sermaye kaçışı olarak tanımlanır.
Gelişmekte olan ülkelerin mali sektör üzerindeki yoğun müdahaleleri,
mevduat sigortalarının geliştirilememesi, menkul kıymet piyasalarına yatırım için
fırsatların yetersiz olması tasarrufların yurt dışına kaçmasının nedenleri arasındadır
(Demiray, 2007: 28).
3.27.3. Bütçe Açıkları ve Enflasyon
Bütçe açıkları ve enflasyon aslında sermaye kaçışının nedenleri arasında
gösterilebilir. Bütçe açıklarının cari işlemler dengesindeki olumsuz etkisi gelişmekte
olan ülkelerin dış borç servisi güçlüklerini arttırır. Söz konusu ülkelerin sermaye
piyasası yoksunluğu hükümet finansmanı için bankacılık sistemine yönelinmesine ve
bu da enflasyonun yükselmesine neden olmaktadır. Enflasyonist baskının etkisi ile
döviz kuru aşırı değerlenmesi söz konusu olmaktadır ve bunun sonucunda ihraç
malları fiyatları artarak bu mallara talebi düşürmektedir. Bu zincirin sonucunda ise
gelişmekte olan ülkelerin cari işlemler açıkları yükselmektedir. Aşırı yükselen döviz
kuru ile de devalüasyon beklentisi artmaktadır ve bu da sermaye kaçışına neden
olmaktadır. Görüldüğü üzere enflasyonist ortam ve bütçe açıkları ülke içi kaosa
neden olarak dış borç ödemelerini güçleştirmektedir (Demiray, 2007: 28).
238
3.27.4. Dış Ticaret Hadlerinde Kötüleşme
Ülkelerin ihracat gelirlerindeki kötüleşme, bu ülkelerin sermaye malı ithali ve
dış borç ödemeleri için kaynak ihtiyacını arttırmaktadır. Böyle bir durumda ülkeler,
hali hazırda kaynak ihtiyacına gereksinim duyarken dış borçları ödeyebilmeleri
zorlaşmaktadır.
3.27.5. Dış Faktörler
Dış faktörler ülkenin kendi elinde olmayan uluslararası platformda
gerçekleşen bazı durumlardan dolayı ekonomisinin olumsuz etkilenmesine ve dış
borç ödemede bu nedenle zorluk çekmesine neden olmaktadır. Bu faktörler genelde
uluslararası piyasalardaki gelişmelerden etkilenmek olarak ortaya çıkmaktadır. ABD'
de ortaya çıkan krizin etkilerinin diğer dünya ülke piyasalarını etkilemesi ve
gelişmekte olan ülkeleri de olumsuz etkileyerek ekonomilerini daraltıcı etkide
bulunması bu duruma örnek gösterilebilir.
3.27.6. Gelişmiş Ülkelerin İzledikleri Korumacılık Politikaları
Gelişmekte olan ülkelerin yoğun kaynak arayışı çabaları dünya ekonomisinde
rekabet ortamının kızışmasına ve bazen olumsuz sonuçlar doğurabilmesine neden
olmaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkeler ekonomilerini ve uluslararası piyasaların
stabilitesini koruyabilme amaçlı ulusal ve uluslararası işlemlerinde çeşitli kota ve
kısıtlamalar getirebilmektedirler. Bu kısıtlamalar gelişmekte olan ülkeleri dış borç
ödeme konusunda zor duruma düşürebilmektedir.
3.27.7. Psikolojik Faktörler
Son olarak psikolojik faktörler ülkelerin ve bireylerin etraflarında olan
gelişmelerden etkilenmeleri ve bu gelişmelere tepkiler oluşturmaları sonucu ortaya
çıkmaktadır. Ülkeler çevrelerinde ve hatta ülke içindeki ekonomik ve sosyal
durumlardan etkilenerek kendilerince önlem geliştirebilirler. Ancak bu önlemler
öngörülemeyen olumsuz sonuçlar doğurarak ülke ekonomisini sıkıntıya düşürebilir
ve bu da dış borç ödemelerini zorlaştırır.
Falkland
Savaşında
ABD’nin
İngiltere’yi
destekleyerek,
Arjantin’i
destekleyen Latin Amerika ülkelerine yaptığı yardımı kısması, bölge ülkelerinin
239
ciddi bir ödeme krizine düşmesi durumunda ABD’nin yardıma koşacağına inanan
bankaların, bölge ülkelerine verdikleri kredileri azaltmalarına neden olmuştur.
Örneğin, Eylül 1982’de Brezilya’ya bankalar tarafından verilen krediler o yılın aylık
ortalamasının yarısına düşmüştür. Bu örnek ile psikolojik faktörlerin ekonomi
üzerindeki etkisini daha açık görmekteyiz (Akkaya, 2012: 43).
3.28. DIŞ BORÇLARIN EKONOMİK ETKİLERİ
Ülkelerin ve şirketlerin kaynak yetersizlikleri nedeniyle almış oldukları dış
borçların alınan ülke üzerinde ekonomik bir takım etkileri bulunmaktadır. Ancak bu
etkilere karşı ekonominin göstereceği tepkiler o borcun şartlarına bağlıdır. Dış
borcun faiz oranı, ödemesiz süresi, vade yapısı, ülkeye, mala, teknolojiye ve projeye
bağımlılığı gibi şartları dış borcun ekonomide yaratacağı etkilerin belirleyicisi
olur.Genel itibariyle ele alacak olursak, dış borçlar, ekonomide kısa vadede olumlu
bir gelişme sağlayabilmekte; fakat bu rahatlama dış borçların kullanıldıkları alanlara
ve üretime katkılarına bağlı olarak, geçici ya da nispeten uzun olabilmektedir (Güçlü
Çiçek, 2005: 27).
3.28.1. Ekonomik Denge Üzerine Etkileri
Dış borçların ekonomik denge üzerindeki etkileri, üretim ve tüketime
yapacağı etkiler ile oluşmaktadır. Dış borçlanmanın tüketim düzeyi üzerindeki etkisi
şu şekilde oluşmaktadır. Devlet, vatandaşlardan vergi almak yerine alternatif olarak
borçlanma yolunu seçerek bireyin harcama olanaklarını arttırmış olmakta ve bu
durum genel ekonomide tüketim eğilimini arttırıcı yönde etkide bulunmaktadır. Eğer
devlet ihtiyaç duyduğu finansmanı vergi yoluyla sağlasaydı, bireylerin servetleri ve
gelirleri daha alt düzeyde kalacak, bu da tüketimi kısıtlayacaktı. Borç alınarak bu etki
ortadan kaldırılmış olur. Ancak alınan borçlar etkin ve etkili kullanılmazsa geri
ödemeleri esnasında sıkıntılar yaşanacağından bu yük tekrar vatandaşa yansıyabilir.
Bu durumda ise tüketim düzeyinde bir düşüş görülecek ve borçlar tüketime daraltıcı
etki yapmış olacaktır (Adıyaman, 2006: 37).
3.28.2. Fiyatlar Üzerine Etkileri
Kamu
borçlarının
fiyatlar
üzerindeki
etkisi
konusunda,
iki
görüş
bulunmaktadır. Bunlardan ilkine göre, devletin borçlanması, ekonomiye genişletici
240
bir etki yaparak, enflasyonist bir ortam yaratmaktadır. Bu görüşe göre devlet, borç
olarak sağladığı fonları olağan harcamalarında kullanması durumunda bundan
yararlanan ücret, rant ve kar gibi gelirlerin sahipleri tüketim malları taleplerini
arttırmaktadırlar. Eğer mal arzında talebi karşılayacak bir artış olmaz ise fiyatlar
yükselmektedir. Bu da talebe dayalı enflasyonu gündeme getirmektedir. İkinci görüş
ise borçlanmanın ekonomide daraltıcı, deflasyonist etkisi olduğunu vurgular. Bu
görüşe göre, devlet, borçlanma yoluyla piyasadaki likiditeyi azaltarak, halkın devlet
tahvili almasını sağlamak suretiyle deflasyonist etki yaratmaktadır (Cural, 2012: 78)
3.28.3. Gelir Dağılımı Üzerine Etkileri
Dış borçlar alındığında her ne kadar refah arttırıcı bir etki yapsa da, eğer etkin
ve etkili kullanılmazlar ise, geri ödeme dönemlerinde refah kaybı ortaya
çıkabilmektedir. Bu durumda ise gelir dağılımı adaletsizliği daha da artacaktır (A.
Aysu, 2007: 26).
3.28.4. Ekonomik Büyüme ve Kalkınma Üzerindeki Etkileri
Eğer dış borçlar, makul düzeyde tutulur ve verimli bir şekilde kullanılırsa
ayrıca bu borçların faizi yüksek seviyelerde değilse, büyük olasılıkla ekonomik
büyümeyi ve kalkınmayı gerçekleştirebilecektir. Yatırım yapmaya imkan sağlaması
ve ithalata olanak tanıyarak gelişmiş donanım ve teknoloji ile üretim verimliliğini
arttırması kalkınma üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Fakat dış borçlar, etkin bir
şekilde kullanılmazsa, makul oranları aşmış ise ve borçların faizi yüksek ise, bu
durum yurt içi yatırımlar üzerinde dışlama etkisi yaratarak ekonomik büyüme hızını
azaltacaktır. Özelikle uzun dönemli dış borçlar; borç geri ödemesinde, gelecekteki
sermaye stokunu ve gelecekteki ekonomik büyümeyi azaltmasına rağmen, ülkenin
cari sermaye stokunda bir artışa ve cari ekonomik büyümeyi canlandırmaya imkan
tanır. Ayrıca dış yardım ve borçlanma ile ülke kaynaklarında ek bir artış sağlanır. Bu
kaynaklarla artan sermaye birikim oranı, yatırımları ve dolayısıyla büyüme oranını
yükseltir. Bu süreç çarpan mekanizması yoluyla milli geliri ve kişisel geliri yükseltir
(A. Aysu, 2007: 27).
241
Dış kaynaklara başvurmak ülkenin dış borç stokunu artırmaktadır. Ancak
ülkenin büyüme hızı dış borç stokunun artış hızından daha fazla artıyorsa bu durum
ülkenin borç yükünü azaltacağından tehlike arz etmemektedir (Y. Aysu, 2011: 24).
3.28.5. Borç Yükünün Gelecek Nesillere Etkisi
Borçların gelecek nesillere etkileri ile ilgili bir görüş birliği bulunmamaktadır.
Klasik görüşe göre, kamu borçları genellikle 40-50 yıl gibi uzun vadeler sonunda
ödenmektedir. Dolayısıyla bu sürede, borcu alan nesil ortadan kalkmış ya da
ekonomik anlamda aktif olmaktan çıkmış olacaktır ve borç gelecek nesiller
tarafından ödenecektir (Cural, 2012: 81).
Keynesyen görüşe göre ise, kamu borçlanması yoluyla ekonomide kaynaklar
özel sektörden kamu kesimine aktarılmaktadır. Buna göre, kamu borçlanmasının
milli gelirde artış sağladığı sürece önemi yoktur ve borç yükünün gelecek nesillere
aktarımı söz konusu değildir (A. Aysu, 2007: 26).
Barro’ya göre ise borçlanmanın yükü, o dönemdeki nesil üzerine kalmaktadır
ve dolayısıyla vergi ve kamu borçlanması arasında fark yoktur (Cural, 2012: 81).
Buchanan’a göre ise kamu borçlanması aşamasında, vergi mükellefleri
açısından, herhangi bir yük söz konusu değildir. Çünkü kamu borçlanma senetlerini
alanlar, bunları gönüllü olarak edinmektedirler. Dolayısıyla, tatmin düzeylerinde bir
azalış meydana gelmemekte, hatta servetlerinde bir artış bile söz konusu olmaktadır.
Buchanan’a göre kamu borç yükü, borçların vadesi geldiğinde vergi mükelleflerinin
üzerinde oluşmaktadır. Çünkü verginin toplanması,vergi mükelleflerinin tüketim ve
tasarruflarını azaltmaktadır (Due, 1968: 297).
Wagner’e göre, bugünkü kamu harcamaları gelecekteki vergi mükellefleri
için önemli faydalar sağlayabilmektedir. Bu durumda kamu borçları, vergi yükünün
tam olarak kamu harcamalarından yararlananlara aktarılmasına izin vermektedir
(Cural, 2012: 82).
Musgrave ise kamu borçlanmasının, özel sektör yatırımlarında azalma
meydana getireceğini ve böylece gelecek nesillere yük getireceğini savunmaktadır
(Due, 1968: 298).
242
Due’ye göre borçlanma, vergilemeye nazaran tasarruf düzeyini daha çok
kısarken, tüketimi daha az kısmaktadır ve tasarrufların kısılması, gelecek nesillere,
daha az sermaye stoku kalmasına neden olmaktadır. Yani borç yükü, gelecek
kuşaklara daha az gelir aktarımına neden olmaktadır (Due, 1968: 299).
3.28.6. Dış Borçların Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkileri
Dış borçların geri ödenmesi ancak dış ticaret ve turizmden döviz fazlası elde
etmekle mümkündür. Mevcut ödemeler dengesi ise, bu sektörlerin açığının dış
borçlanma ile kapatılması yoluyla sağlanmaktadır. Döviz kazandıran reel sektörlerde
kısa vadede hızlı gelişmeler beklenemez. Uzun vadede ise dış ticarette, borçların
giderek artan yükünü de karşılayabilecek bir gelişme olmadıkça, dış borç stoku
sürekli artacaktır. Kamu kesiminin dış borç geri ödemeleri dolayısıyla ülkeden net
döviz çıkışı olduğunda ödemeler dengesi iki şekilde kurulur:
- Özel sektörün dış borçlanması artar. Özel sektörün temin ettiği döviz,
ödemeler dengesindeki açığı kapatır.
- Özel sektörün döviz sağlayamaması durumunda döviz açığı ortaya çıkar ve
bu durum devalüasyona neden olur. Sonuçta ithalat azalıp ihracat artarak ödemeler
dengesi kurulur. Bu, iç tüketimin kısılması yoluyla dış ticaret dengesinin sağlanması
demektir.
Dış borçlar, dış ticaret açığının kapatılmasına, ödemeler dengesinin
iyileşmesine katkıda bulunmaktadır (DPT, 2001: 93).
Sonuç olarak dış borçların ekonomik etkilerine değinecek olursak, genel
itibariyle dış borçlar alındıkları dönemde olumlu etkiler yaratırken ödeme
dönemlerinde negatif etkileri bulunmaktadır.
Ayrıca ekonomik etkilerinin yanı sıra, bu ekonomik etkilerden faydalanmak
isteyen güçlü ülkelerce, borç alan ülkeleri kendilerine bağlama gibi sömürü
politikaları izlemelerini içeren, siyasi etkileri de bulunabilmektedir.
243
3.29.
HAZİNE
MÜSTEŞARLIĞI'NIN
DIŞ
BORÇLARI
MUHASEBELEŞTİRMESİ
1994 yılından itibaren uygulanan Tek Düzen Muhasebe Sistemi (TDMS) özel
sektörün mali işlemlerinin muhasebeleştirmesinde belli bir standardın yakalanmasını
sağlamıştır. Kamu sektöründe ise 01.01.2004 tarihinden itibaren TDMS yürürlüğe
girmiştir. Gerek özel sektör gerekse kamu sektöründe TDMS’nin uygulanmaya
başlamasında Maliye Bakanlığının büyük rolü bulunmaktadır. Özel sektörde
uygulanan TDMS’ye, Muhasebe Sistemi Uygulamaları Genel Tebliğleri ile, kamu
sektöründe uygulanan TDMS’ye ise çeşitli tarihlerde yürürlüğe giren yönetmelik ve
benzeri düzenlemelerle yön verilmiştir. Aşağıda, özel sektörde uygulanan TDMS
“Genel Muhasebe”, kamu sektöründe uygulanan TDMS ise “Devlet Muhasebesi”
olarak tanımlanarak her ikisi arasındaki farklılıklara yer verilmiştir.
3.29.1. Genel Muhasebe İle Devlet Muhasebesi’nin Farkları
Gerek genel muhasebe esasları gerekse devlet muhasebesi esasları,
uluslararası
muhasebe
standartları
esas
alınarak
hazırlanmıştır.
Devlet
muhasebesinde kullanılan hesaplar büyük ölçüde genel muhasebe hesap planına
benzemekle birlikte farklılıklar da azımsanmayacak derecededir. Genel muhasebe ile
devlet muhasebesi arasındaki farklılıklar oldukça önemli bir konudur. Ancak burada
her iki muhasebe arasındaki farklar; hesap ve hesap grupları bazında açıklanmaya
çalışılmıştır (Dağ, 2010: 1-6).
Aşağıdaki tabloda hesapların işleyiş kuralları özetlenmiştir.
244
Tablo 8: Hesap İşleyiş Kuralları Özeti
İşlem
Bilanço Hesapları
İlk Açılış
Aktif
Pasif
Hesaplar Hesaplar
Borç
Alacak
Hesap İşleyiş Kuralları Özeti
Gelir - Gider
Net
Bütçe Gelir ve Gider
Bütçe
Hesapları
Değer
Hesapları
Uygulama
Sonucu
Giderler Gelirler
Bütçe
Bütçe
Hesabı Hesabı
Giderleri Gelirleri
Borç
Alacak BorçBorç
Alacak Borç- Alacak
Alacak
Artırır
Azaltır Azaltır
Artırır
Azaltır
Azaltır
Borç Kaydı
Artırır
Azaltır
Alacak
Kaydı
Borç
Bakiyesi
Azaltır
Artırır
Azaltır
Artırır
Artırır
Azaltır
Artırır
Artırır
Mevcut
Varlık
-
Gider >
Gelir
Bütçe
Gideri >
Bütçe
Geliri
= Bütçe Açığı
Alacak
Bakiyesi
-
Mevcut
Kaynak
Gider <
Gelir
Bütçe
Gideri <
Bütçe
Geliri
= Bütçe
Fazlası
Bilgi
Nazım
Hesap
Nazım
Hesap
-
-
=
Olumsuz
Sonuç
=
Olumlu
Sonuç
-
-
-
-
Kaynak: www.muhasebat.gov.tr
Öncelikle ticari işletmeler için gelir elde etme ana amaç iken kamunun ana
amacı gelir elde etmekten ziyade kamu hizmetinin yerine getirilmesidir. Kamu
hizmeti yerine getirilirken kâr ya da zarar etmek önemli değildir. Muhasebe
açısından önemli olan ise, aynı kamu hizmetinin yerine getirilmesi sırasında daha az
gider yapmak ve daha çok gelir elde etmektir. Bundan dolayı devlet muhasebesinde
kâr yerine olumlu faaliyet, zarar yerine de olumsuz faaliyet kavramları
kullanılmaktadır.
Kasa ve Banka Hesabı hem genel muhasebede hem de devlet muhasebesinde
mevcuttur. Ancak devlet muhasebesinde bu hesaplara ek olarak 105-Döviz Hesabı
bulunmaktadır. Bu hesap hem Kasa Hesabı’nın hem de Banka Hesabı’nın ortak
özelliklerini taşımaktadır. Genel muhasebede Kasa Hesabı ile Banka Hesabı’nda hem
ulusal paralar hem de dövizler izlenmektedir. Devlet muhasebesinde ise ulusal
paralar Kasa Hesabı ile Banka Hesabı’nda, dövizler ise 105-Döviz Hesabı’nda
izlenmektedir. 105-Döviz Hesabı ise 105.01-Kasadaki Dövizler, 105.02-Bankadaki
Dövizler yardımcı hesabından oluşmaktadır. Bu durum yardımcı hesaplar düzeyinde
aşağıdaki tabloda görüldüğü gibidir:
245
Genel Muhasebe
100-Kasa Hesabı
100.01-TL Kasası
100.02-Döviz Kasası
102-Bankalar Hesabı
102.01-TL Hesabı
102-02-Döviz Hesabı
Devlet Muhasebesi
100-Kasa Hesabı
105.01-Kasadaki Dövizler
102-Banka Hesabı
105.02-Bankadaki Dövizler
Ticari alacaklar hesap grubunun ismi, kamunun esas amacının ticari
olmaması sebebiyle “faaliyet alacakları” olarak değiştirilmiştir. Aynı şekilde kamuda
alacak senedi gibi bir uygulama söz konusu olmadığından devlet muhasebesinde
alacak senetleri ve alacak senetleri reeskont hesapları bulunmamaktadır.
Genel muhasebede 135-Personelden Alacaklar Hesabı, 136-Diğer Çeşitli
Alacaklar Hesabı, 138-Şüpheli Diğer Alacaklar Hesabı’nda izlenen alacaklar kamuda
hukuki düzenlemelere konu olacak şekilde özel bir öneme sahiptir. 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu (madde 71) ve Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin
Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, sözü edilen hukuki düzenlemelere örnek
olarak verilebilir. Söz konusu özel nedenden dolayı devlet muhasebesinde bu gibi
alacaklar için 14-Diğer Alacaklar hesap grubunda 140-Kişilerden Alacaklar Hesabı
ihdas edilmiştir.
Genel muhasebede mevcut olan stoklar hesap grubu devlet muhasebesinde de
yer almakta ancak, stoklar için verilen avansların izlendiği hesap devlet
muhasebesinde 16-Ön Ödemeler Hesap grubunda takip edilmektedir. 16-Ön
Ödemeler Hesap grubunda genel muhasebedeki 159-Verilen Sipariş Avansları, 179Taşeronlara Verilen Avanslar, 195-İş Avansları Hesabı için devlet muhasebesinde
160-İş Avansları Hesabı ile 162-Bütçe Dışı Avanslar Hesabı kullanılmaktadır.
Personel avansları için genel muhasebede 196 hesap kodu kullanılırken devlet
muhasebesinde 16-Ön Ödemeler Hesap grubunda yer alan 161- Personel Avansları
Hesabı kullanılmaktadır.
246
Ortaklık yapılarına (sermayeye katılım oranı) göre genel muhasebede takip
edilen mali duran varlıklar, devlet muhasebesinde iştirak edilen mali duran
varlıkların türüne göre sınıflandırılmıştır. Buna göre genel muhasebede 240-Bağlı
Menkul Kıymetler Hesabı, 242-İştirakler Hesabı ve 245-Bağlı Ortaklıklar Hesabı,
devlet muhasebesinde ise 240-Mali Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı, 241Mal ve Hizmet Üreten Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı ve 242-Döner
Sermayeli Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı yer almaktadır.
Maddi Duran Varlıklar, Maddi Olmayan Duran Varlıklar ve Özel Tükenmeye
Tabi Varlıklar genel olarak, genel muhasebe ile devlet muhasebesinde aynıdır.
Ancak özel sektör için ticari önemi olan 261-Şerefiye Hesabı ile aktifleştirilmiş gider
niteliğinde olan 262-Kuruluş ve Örgütlenme Giderleri devlet muhasebesinde
bulunmamaktadır. Genel muhasebe ile devlet muhasebesinde duran varlıklar,
kullanıldıkları sürece bu varlıklarda meydana gelen yıpranmayı göstermek üzere
ayrılan amortismanların muhasebeleştirilmesi aynıdır. Ancak belli başlı farklılıklar
da mevcuttur. Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde amortisman ayırma
işlemine ilk olarak, Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği’ne dayanılarak çıkarılan
“Genel Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerinde Uygulanacak Amortisman ve
Tükenme Payı Süre, Yöntem ve Oranlarına İlişkin Genel Tebliği (2006/1)” ile
başlanmış ve Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği Genel Tebliği (Sayı: 1) ile
devam edilmektedir. Ticari işletmeler tarafından 680.- TL’nin üstü değerle edinilen
duran varlıklar için Maliye Bakanlığı tarafından varlıkların faydalı ömürleri dikkate
alınarak belirlenen süre ve oranlarda amortisman ayırmaktadırlar. Bu tutar kamu için
göreceli olarak daha yüksek tutulmuştur. Söz konusu tutar taşınırlar için 14.000.- TL,
taşınmazlar için ise 34.000.- TL olarak belirlenmiştir. Söz konusu tutarların yüksek
tutulması,kamunun sahip olduğu taşınır ve taşınmazların sayısının çokluğundan
kaynaklanmaktadır. Çünkü bu tutarlar genel muhasebedeki gibi düşük tutulmuş
olsaydı
sayıları
ifade
edilemeyecek
kadar
çok
olan
kamu
varlıklarının
amortismanında zorluklar yaşanacaktı. Ticari şirketlerde amortisman ayırma sonucu
dönemin giderinde bir artış, dolayısıyla vergi matrahında ve ödenecek olan vergide
bir azalma meydana gelmektedir. Oysa kamu sektörünün amortisman ayırmasındaki
amaç, dönemin faaliyet giderinin tam ve doğru olarak hesaplanması suretiyle (5018
247
sayılı Kanun da amaçları arasında sayılan) kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve
verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasının, hesap verebilirliğin ve mali
saydamlığın sağlanmasına hizmet etmektir.
Genel muhasebede 30 hesap grubunda izlenen mali borçlar devlet
muhasebesinde 30-İç Mali Borçlar ve 31-Dış Mali Borçlar Hesap grubunda
izlenmektedir.
Genel muhasebede 320-Satıcılar Hesabı, ticari borçlar için kullanıldığından
bu hesap devlet muhasebesinde 320-Bütçe Emanetleri, 322-Bütçeleştirilecek Borçlar
Hesabı ve 323-Bütçeleştirilmiş Borçlar Hesabı olarak yer almıştır.
Genel muhasebede varlıklar ile yabancı kaynakların farkından oluşan ve
işletme sahiplerinin şirket üzerindeki sahipliğini gösteren 500-Sermaye Hesabı
yerine devlet muhasebesinde 500-Net Değer Hesabı kullanılmaktadır. Kamu
kurumları ise kanunlarla kurulduğundan ve esas amaçları kâr yerine kamu yararı
olduğundan
genel
muhasebedeki
501-Ödenmemiş
Sermaye
Hesabı
devlet
muhasebesinde yer almamaktadır. Çünkü kamu idareleri kanunlarla kendilerine
verilen görevleri gene kanun olan bütçe kanunlarıyla kendilerine verilen ödeneklerle
yerine getirmektedir.
Aynı bütçeli kamu idareleri arasındaki para ve para dışındaki transferler için
genel 51-Değer Hareketleri hesap grubu kullanılmaktadır.
Genel muhasebedeki Sermaye Yedekleri ile Kâr Yedekleri hesap grubundaki
hesaplardan sadece 522-Yeniden Değerleme Farkları Hesabı, 540-Yasal Yedekler
Hesabı ve 549 Özel Fonlar Hesabı devlet muhasebesinde yer almaktadır.
Genel muhasebedeki dönem olumlu olumsuz kâr / zarar hesapları ise
kamunun kâr ve zarar gibi bir amacı olmadığından olumlu / olumsuz faaliyet sonuç
hesapları olarak isim değiştirmiştir.
Genel muhasebe ile devlet muhasebesindeki en büyük farklılıklardan birisi
genel muhasebede “gelir tablosu hesapları” olarak adlandırılan 6’lı hesaplardır. Bu
hesaplar devlet muhasebesine faaliyet hesapları olarak alınmıştır. Ancak genel
muhasebede aşağıda da görüleceği üzere her bir gider türü için ayrı ayrı hesap yer
alırken devlet muhasebesinde bir gider, bir gelir ve bir de iade hesabı kullanılmıştır.
248
Tablo 9: Genel Muhasebe- Devlet Muhasebesi Hesap Farklılıkları
GENEL MUHASEBE
DEVLET MUHASEBESİ
600-Yurt İçi Satışlar
601-Yurt Dışı Satışlar
602-Diğer Gelirler
640-İştiraklerden Temettü Gelirleri
641-Bağlı Ortaklıklardan Temettü Gelirleri
642-Faiz Gelirleri
643-Komisyon Gelirleri
600-Gelirler Hesabı
644-Konusu Kalmayan Karşılıklar
645-Menkul Kıymet Satış Kârları
646-Kambiyo Kârları
647-Reeskont Faizi Gelirleri
649-Diğer Olağan Gelir Ve Kârları
671-Önceki Dönem Gelir Ve Kârları
679-Diğer Olağandışı Gelir Ve Kârları
610-Satıştan İadeler (-)
610-İndirim,
611-Satış İskontoları (-)
İade
ve
İskontolar
Hesabı
612-Diğer İndirimler (-)
620-Satılan Mamuller Maliyeti (-)
621-Satılan Ticari Mallar Maliyeti (-)
622-Satılan Hizmet Maliyeti (-)
623-Diğer Satışların Maliyeti (-)
630-Giderler Hesabı
630-Araştırma Geliştirme Giderleri (-)
631-Pazarlama, Satış Ve Dağıtım Giderleri
(-)
632-Genel Yönetim Giderleri (-)
249
653-Komisyon Giderleri (-)
654-Karşılık Giderleri (-)
655-Menkul Kıymet Satış Zararları (-)
656-Kambiyo Zararları (-)
657-Reeskont Faiz Giderleri (-)
659-Diğer Olağan Gider Ve Zararlar (-)
660-Kısa Vadeli Borçlanma Giderleri (-)
661-Uzun Vadeli Borçlanma Giderleri (-)
680-Çalışmayan Kısım Gider Ve Zararları
(-)
681-Önceki Dönem Gider Ve Zararları (-)
689-Diğer Olağandışı Gider Ve Zararları (-)
Kaynak: Dağ, 2010: 4-5.
Ancak genel muhasebede gelir ve giderlerin ayrıntılı gösterilip, devlet
muhasebesinde gelir ve giderler için bir tek hesabın kullanılması kamuda gelir ve
giderlerin sınıflandırılmadığı anlamına da gelmemektedir. Hatta kamuda gelir ve
giderler genel muhasebeden daha ayrıntılı bir şekilde sınıflandırılmış olup, bu
sınıflandırma muhasebede yardımcı hesap düzeyinde izlenmektedir. Bu sınıflandırma
4 düzey olup, genel muhasebede 14 hesapta izlenen gelirler devlet muhasebesinde
280 adet yardımcı hesapta, 18 hesapta izlenen giderler ise devlet muhasebesinde 490
adet yardımcı hesapta izlenmektedir. Aşağıda fikir edinilmesi amacıyla devlet
muhasebesindeki 1 düzeyli gelir ve gider yardımcı hesapları verilmiştir:
250
Tablo 10: Devlet Muhasebesi Gelir ve Gider Hesapları
Gelirin Ekonomik Sınıflandırması
1
2
3
4
5
6
7
Vergi Gelirleri
Sosyal Güvenlik Gelirleri
Teşebbüs ve Mülkiyet Gelirleri
Alınan Bağış ve Yardımlar ile Özel
Gelirler
Diğer Gelirler
Sermaye Gelirleri
Alacaklardan Tahsilat
Giderin Ekonomik Sınıflandırması
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Personel Giderleri
Sosyal Güvenlik Kurumlarına Devlet
Primi Giderleri
Mal Ve Hizmet Alım Giderleri
Faiz Giderleri
Cari Transferler
Sermaye Giderleri
Sermaye Transferleri
Borç Verme
Yedek Ödenekler
Kaynak: Dağ, 2010: 5.
Devlet muhasebesinin genel muhasebeden en büyük farkı ise belirli bir
dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları
gösteren ve usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan belgeyi ifade eden bütçeye
sahip olmalarıdır. Bütçe merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri için kanun
yoluyla gerçekleşmektedir. Bir gelir aynı anda hem faaliyet geliri hem de bütçe geliri
olabileceği gibi bütçe geliri olmadığı halde faaliyet geliri ya da faaliyet geliri
olmadığı halde bütçe geliri olabilmektedir. Aynı durum giderler için de söz
konusudur. Genel muhasebe tahakkuk esasına dayandığı halde devlet muhasebesi
hem tahakkuk hem de nakit esasına dayanmaktadır. Devlet muhasebesinin tahakkuk
251
esası ile birlikte nakit esasına dayanması zorunluluğu 5018 sayılı Kanun’un 50 ve
51’inci maddelerinde şu şekilde belirtilmiştir:
Bir ekonomik değer yaratıldığında, başka bir şekle dönüştürüldüğünde,
mübadeleye
konu
edildiğinde,
el
değiştirdiğinde
veya
yok
olduğunda
muhasebeleştirilir. Bütün mali işlemlerin muhasebeleştirilmesi ve her muhasebe
kaydının belgeye dayanması şarttır (Madde 50).
Kamu gelir ve giderleri tahakkuk ettirildikleri mali yılın hesaplarında
gösterilir (Madde 51/1).
Bütçe
gelirleri
tahsil
edildiği,
bütçe
giderleri
ise
ödendiği
yılda
muhasebeleştirilir (Madde 51/2).
5018 sayılı Kanun’un 50’inci maddesi ile 51’inci maddesinin birinci fıkrası
tahakkuk esasını, 51’inci maddesinin ikinci fıkrası ise nakit esasını zorunlu
kılmaktadır.
İşte
kamunun
kendine
özgü
bu
durumundan
dolayı
devlet
muhasebesinde bütçe hesapları ihdas edilmiştir. Söz konusu bütçe hesapları sırasıyla;
830-Bütçe Giderleri Hesabı, 831-Ödeneğine Mahsup Edilecek Harcamalar Hesabı,
833-Bütçeden Mahsup Edilecek Ödemeler Hesabı ve 834-Geçen Yıl Bütçe
Mahsupları Hesabı şeklindedir.
Devlet Muhasebesinin genel muhasebeden bir diğer farkı ise ödenek
hesaplarıdır. Ödenek; kamu idarelerinin bütçe ile kendilerine verilen maksimum
harcama yetkisi miktarını belirtir. Bir kamu idaresinin nakdi bulunsa bile bütçesinde
mevcut ödeneği yoksa (kanuni istisnalar haricinde) herhangi bir harcama yapamaz.
İşte bütçeye bir gider kaydı yapabilmek için ödeneklerin de muhasebeleştirilmeleri
ihtiyacından dolayı ödenek hesapları ihdas edilmiştir.
3.29.2. Dış Mali Borçların Muhasebeleştirilmesi
Dış Mali Borçlar Hesap grubu; Devlet adına Hazine Müsteşarlığı tarafından
herhangi bir dış finansman kaynağından belirli bir geri ödeme planına göre geri
ödenmek üzere sağlanan dış finansman imkanlarından gerek genel bütçe
kapsamındaki kamu idareleri tarafından kullanılan, gerekse ikraz anlaşmalarıyla
genel bütçe idare veya kuruluşlara kullandırılanlar ile genel bütçe dışı idarelerce
bizzat dış finansman kaynağından temin edilen yabancı para üzerinden yapılan dış
252
borçlanma, program ve dış proje kredi kullanımlarına ait anapara tutarlarıyla kur
farklarının izlenmesi için kullanılır. (MYMY m: 311/1)
31 Kısa vadeli dış mali borçlar
:
310 Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabı
41 Uzun vadeli dış mali borçlar
:
410 Dış mali borçlar hesabı
Dış borçların faiz ve genel giderleri ile uluslararası piyasaya ihraç edilen
senetlerin nominal değerinin altında bir değerle satılması durumunda, nominal değeri
ile satış değeri arasında oluşacak fark bu hesap grubuyla ilgilendirilmeksizin,
doğrudan bütçeye bu amaçla konulan ödenekten karşılanır ve bütçeye gider
kaydedilir. (MYMY m: 312/1)
Dış finansman kaynağından Hazine Müsteşarlığı hesabına yapılan aktarım
üzerine, Devlet Borçları Muhasebe Birimi'nce, aktarım tarihindeki Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden dış mali borçlar hesabına
kaydedilerek dış borç kaydı yapılır. (MYMY m: 312/2)
Yılsonlarında dış borç hesaplarında kayıtlı borç stokuna ait olarak işlemiş faiz
tutarı hesabedilir ve giderler hesabı veya ilgili dönemde ödemesi yapılmak üzere
ilgisine göre kısa vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu içindeki gider
tahakkukları hesabı ya da uzun vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu içindeki
gider tahakkukları hesabına kaydedilir. (MYMY m: 312 /6)
Devlet
borçlanma
senetlerinin
uluslararası
piyasada
primli
satılması
durumunda ortaya çıkan prim tutarı, bu hesap grubuyla ilgilendirilmeksizin bütçeye
gelir kaydedilir. (MYMY m: 312/7)
Hazine Müsteşarlığınca yapılan kredi anlaşmaları çerçevesinde gerek genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerince ve gerekse genel bütçe dışı idare veya
kuruluşlarca ikraz anlaşmaları ile yapılacak nakdi dış proje kredisi kullanımları,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası veya uygun görülen diğer bankalar nezdinde
açılacak proje özel hesapları üzerinden gerçekleştirilir. Hazine Müsteşarlığınca
yapılan kredi anlaşmaları çerçevesinde yapılacak nakdi dış proje kredisi kullanımları
253
dış finansman kaynağından, proje özel hesaplarına yapılan aktarmalara ilişkin
bilginin gelmesi üzerine Devlet Borçları Muhasebe Birimi'nce, genel bütçe kapsamı
dışındaki kamu idarelerince bizzat temin edilen dış finansman imkanından yapılacak
nakdi dış proje kullanımları ise kullanıcı idare muhasebe birimince dış borç kaydı
yapılır. İkraz anlaşmaları ile genel bütçe dışı idare veya kuruluşlar adına özel
hesaplara yapılan aktarımlarda, söz konusu kullanıcı idare veya kuruluş Hazine
Müsteşarlığına karşı borçlandırılır. (MYMY m: 312/8)
Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince yapılan doğrudan dış proje
kredisi kullanımları ile genel bütçe dışı idare veya kuruluşların ikraz anlaşmaları
çerçevesinde yaptıkları doğrudan dış proje kredisi kullanımlarında; dış finansman
kaynağından gelen kullanım bilgisi üzerine, Devlet Borçları Muhasebe Birimi'nce dış
borç kaydının yapılması esas olup, kullanıcı idare veya kuruluşlar tarafından kredi
kullanımı teyit edilir. (MYMY m: 312/9)
Dış mali borçlar hesap grubunda izlenen Borçlarla ilgili faiz gideri ödemeleri,
bu gruptaki hesaplarla ilgilendirilmeksizin, bütçeye konulan ödeneklerden karşılanır.
(MYMY m: 233/2)
Kısa vadeli dış mali borçlar hesap grubunun 3. fıkrası ile Uzun vadeli dış mali
borçlar hesap grubunun 6. fıkrasında " Yılsonlarında bu hesap grubundaki hesaplarda
kayıtlı borç stokuna ait işlemiş faiz tutarı hesaplanarak giderler hesabına ve ilgili
dönemde ödemesi yapılmak üzere kısa vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu
içindeki gider tahakkukları hesabına kaydedilir." denilmektedir.
Yukarıda verilen 3. fıkradaki hüküm, Uzun Vadeli Dış Mali Borçlar hesap
grubu için geçerli olmakla beraber Kısa Vadeli Dış Mali Borçlar hesap grubu için
geçerli değildir. Çünkü yılsonuna kadar bu hesap grubunun bakiyesinin sıfırlanması
gerekir. Dönem sonunda Uzun Vadeli Dış Mali Borçlar Hesap grubundaki
borçlardan vadesi bir yılın altına inenler Kısa Vadeli Dış Mali Borçlar hesap grubuna
alınır. Buraya alınmasının nedeni, izleyen dönemde yani izleyen mali yılda ödenecek
olmasıdır. 310-Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabının, hesabın niteliği
bölümünde "... uzun vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu içindeki dış mali
borçlar hesabında kayıtlı tutarlar için cari yılda ödenecek olan anapara taksitleri ve
kur farklarının izlenmesi için kullanılır." denilmektedir. Yani 310 nolu hesaba alınan
tutarların dönem içerisinde ödenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla yılsonunda önceki
254
dönemden aktarılmış olup ödenmeyen bir tutar kalmayacaktır. Burada anlatılmaya
çalışılan durum bir örnek yardımıyla aşağıda açıklanmaktadır.
01.01.2005 tarihinde yıllık %12 basit faiz üzerinden alınan borcun ve faizinin,
01.07.2007 tarihinde ödeneceğini varsayalım.
Yapılacak olan muhasebe kayıtları sırasıyla şu şekilde olacaktır:

01.01.2005 tarihinde alınan dış borcun kayıtlara alınması
105- Döviz Hesabı
1.000
410- Dış Mali Borçlar Hesabı

1.000
31.12.2005 tarihinde geçici mizandan önce 2005 yılına ait faiz
giderlerinin tahakkuku
630- Giderler Hesabı
120
481- Gider Tahakkukları Hesabı

120
31.12.2006 tarihinde geçici mizandan önce 2006 yılına ait faiz
giderinin tahakkuku
630- Giderler Hesabı
381- Gider Tahakkukları Hesabı
120
120
(yönetmelikteki hüküm gereği izleyen dönemde, alınan borcun vadesi bir yılın
altına indiğinden faiz tahakkuku 481 hesap yerine 381 hesaba alınmaktadır.)
410- Dış Mali Borçlar Hesabında izlenen tutar 2007 yılında ödeneceğinden
31.12.2006 tarihinde dönem sonu işlemleri sırasında 310- Cari Yılda Ödenecek Dış
Mali Borçlar Hesabına alınır. Ayrıca önceki dönemde tahakkuk etmiş olan faiz
giderleri de 481- Gider Tahakkukları Hesabından 381- Gider Tahakkukları Hesabına
alınır.
255
410- Dış Mali Borçlar Hesabı
481- Gider Tahakkukları Hesabı
1.000
120
310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı
1.000
381- Gider Tahakkukları Hesabı

120
01.07.2007 tarihinde, ödenecek olan anaparanın 6 aylık faizi tahakkuk
ettirilip, önceki dönemde işlemiş faiz tutarları ile birlikte ödenecektir.
310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı
1.000
381- Gider Tahakkukları Hesabı
240
630- Giderler Hesabı
60
103- Ver. Çek. ve Gön. Em. Hs. / 106- Ver. Gön. Em. Hs.
830- Bütçe Giderleri Hesabı
835- Gider Yansıtma Hesabı
1.300
300
300
Yukarıdaki işlemlerde de görüleceği üzere bu işlemlerin hiçbirinde (310- Cari
Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabında kayıtlı tutarlarla ilgili olarak) Kısa
Vadeli Dış Mali Borç hesap grubunun 3. fıkrasında belirtilen bir işlem
bunmamaktadır. 630 (borç), 381 (alacak) kaydı bu yönetmeliğe göre sadece uzun
vadeli (iç ve dış) mali borç hesaplarındaki tutarlardan izleyen dönemde vadesi bir
yılın altına inenler için yapılmaktadır. Dolayısıyla bu maddenin 3. fıkrasının
silinmesi ve sadece uzun vadeli (iç ve dış) mali borçlar hesap gruplarında kalması
gerekmektedir.
İç mali borçlar hesap grubu incelendiğinde, bono ve tahvil hesaplarının olduğu
görülecektir. Dış mali borçlar hesap grubundaki hesaplara bakıldığında ise tek bir
hesap olduğu yani bono ve tahvil hesaplarının olmadığı göze çarpacaktır. Bu da sanki
dış borçlanmada senet veya tahvil kullanılmadığı izlenimi vermektedir. Oysa dış mali
borçlanmaya tahvil ihracı suretiyle de gidilebilmektedir. Dış borçlanma hangi şekilde
yapılırsa yapılsın 310/410- Dış Mali Borçlar Hesabına kaydedilmekte ama hesap
ayrıntısı farklı olmaktadır. 2007 yılı Genel bütçe detaylı hesap planının dış mali
256
borçlar hesabının aşağıdaki görünümünden de görüleceği üzere bu hesabın yardımcı
detaylarında borçlanmanın niteliğine göre yardımcı hesaplar açılmıştır.
Tablo 11: Devlet Muhasebesi Dış Borç Hesapları
410
DIŞ MALİ BORÇLAR HESABI
410 01
Program Kredileri
410 01
01
Tahviller
410 01
02
Krediler
410 02
Proje Kredileri
410 02
01
Tahsisli Krediler
410 02
02
İkraz Edilen Krediler
410 02
03
Karma (Tahsis/ İkraz)
410 03
Karma Finansman
Kaynak: Dağ, 2013: 4.
Hazinenin tahvil ihracı suretiyle iç borçlanma ve dış borçlanma tutarlarına
bakıldığında iç borçlanma tutarın 12,7 Milyar TL, dış borçlanma tutarının ise 8,3
Milyar TL olduğu görülecektir. Dolayısıyla tahvil ihracı suretiyle yapılan dış
borçlanma oldukça yüksek bir düzeydedir. GYMY de de yer alan genel kabul
görmüş muhasebe kavramlarından önemlilik kavramı gereğince tahvil ihracı
suretiyle gerçekleştirilen dış mali borçların takibi için dış mali borçlar hesap grubuna
tahvil ve bonolar ile ilgili ana hesapların açılması önerilmektedir. Bunun bir faydası
da, dış mali borçlar hesap grubundaki hesapların sistematiği ile iç mali borçlar hesap
grubundaki hesapların sistematiği birbirine paralel hale gelecektir.
Dış mali borçlar hesabı; kanunların verdiği yetkiye dayanılarak Hazine
Müsteşarlığınca Devlet nam ve hesabına herhangi bir dış finansman kaynağından,
belirli bir geri ödeme planına göre geri ödenmek üzere sağlanan ve gerek genel bütçe
kapsamındaki kamu idareleri tarafından kullanılan, gerekse genel bütçe dışı idare
veya kuruluşlara ikrazen kullandırılan dış borç anaparaları, dış borç geri ödeme
tutarları ile geri ödemelerde değişken havuz birimi katsayısı uygulanması söz konusu
olduğunda ortaya çıkan farklar ve bu hesapta kayıtlı yabancı para cinsinden borç
bakiyelerinin ay sonu değerlemesi sonucu ortaya çıkan kur farklarının izlenmesi için
kullanılır. (MYMY m: 313/1)
Bu hesaba kaydedilecek değerler:
257
 Dış finansman kaynağından hesaplara aktarılan dış borçlanma tutarları
 Dış finansman kaynağı tarafından dış proje kredisi olarak genel bütçe
kapsamındaki kamu idareleri adına proje özel hesabına yapılan aktarmalar
 Yurt içinde veya yurtdışında mal, hizmet ve eğitim bedeli olarak ilgili genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerince kaynaktan yapılan doğrudan dış proje
kredisi kullanımları
 Hazine Müsteşarlığınca sağlanıp ikraz anlaşmaları ile kendilerine aktarılan dış
proje kredilerinden genel bütçe dışı idare veya kuruluşlar adına, Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası veya uygun görülen bankalar nezdindeki özel
hesaplara yapılan aktarmalar
 Hazinece sağlanıp ikraz edilen dış borçlanma senetleri
 Yabancı para cinsinden borç bakiyelerinin ay sonu değerlemesi sonucunda
oluşan kur farklarıdır.
2006 yılında bu hesaplardan nakit ve mahsup şeklinde olmak üzere yapılan dış
borçlanma tutarları aşağıda gösterilmiştir.
 2006
yılında
14.877
milyon
TL
tutarında
nakit
dış
borçlanma
gerçekleştirilmiştir. Hazinenin döviz hesaplarına giren bu tutarın detayları
tabloda gösterilmektedir.
2006 Yılı Dış Borçlanma İşlemlerinin Detayı (Nakit)
Milyon TL
Dış Proje Kredisi (Karayolları)
680
IMF
4.368
Tahvil İhracı
8.259
Dünya Bankası (IBRD)
1.570
TOPLAM
14.877
 2006 yılında toplam 27.506 milyon TL tutarında ayni-mahsup dış borçlanma
işlemi gerçekleştirilmiştir.
258
2006 Yılı Dış Borçlanma İşlemlerinin Detayı (Ayni - Mahsup)
Milyon TL
1. Gider Finansmanı Mahiyetindeki Dış Borçlanma
Merkezi Bütçe Kapsamındaki Kuruluşların Proje Özel Hesabından
2.123
709
Yaptığı Kullanımlar
Merkezi Bütçe Kapsamındaki Kuruluşların Doğrudan Dış Proje
1.060
Kredisi Kullanımları
İskontolu Satışlar Karşılığında Yapılan Dış Borçlanma (Bütçe Gideri)
346
Karşılığı Komisyon Ödemesinde Kullanılan Dış Borçlanma (Bütçe
Gideri)- Kaynaktan kesinti
2. Karşılığında Alacak Yaratılan Dış Borçlanma
3. Kur Farklarından Kaynaklanan Borç Artışı
4. Diğer Gider Karşılığı Yapılan Dış Borçlanma
TOPLAM

8
934
24.320
129
27.506
2006 yılında proje kredilerinin finansmanı için merkezi bütçeli kuruluşlar
tarafından 2.449 Milyon TL, Merkezi Bütçe Dışı Kuruluşlar tarafından ise
689 milyon TL olmak üzere toplam 3.138 milyon TL kullanım yapılmıştır.
2006 Yılı Dış Proje Kredisi Kullanımları
Milyon TL
PÖH' den Kullanımlar - Merkezi Bütçeli Kuruluşlar
709
PÖH' den Kullanımlar - Merkezi Bütçe Dışındaki Kuruluşlar
123
Hazine Hesaplarından Yapılan Kullanımlar
680
Doğrudan Kullanımlar - Merkezi Bütçeli Kuruluşlar
Doğrudan Kullanımlar - Merkezi Bütçe Dışındaki Kuruluşlar
TOPLAM
1.060
566
3.138
310- Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabının 2 nolu alacak kaydında
"Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabında kayıtlı tutarlardan ilgili kamu
idarelerince kullanılmış olanlardan, dış finansman kaynağı tarafından bağış veya hibe
şekline dönüşen tutarların anaparası işlem tarihindeki Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası döviz satış kuru üzerinden bu hesaba, işlemiş faiz tutarı 381- Gider
259
Tahakkukları Hesabına borç, tamamı 600- Gelirler Hesabına alacak kaydedilir.
Gelirler hesabına kaydedilen tutar aynı zamanda 805- Gelir Yansıtma Hesabına borç,
800 - Bütçe Gelirleri Hesabına alacak kaydedilir." denilmek suretiyle aşağıdaki
muhasebe kaydının yapılacağı belirtilmiştir.
310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı
XXXXX
381- Gider Tahakkukları Hesabı
XXXXX
630- Giderler Hesabı
XXXXX
600- Gelirler Hesabı
805- Gelir Yansıtma Hesabı
800- Bütçe Gelirleri Hesabı
XXXXXX
XXXXX
XXXXXX
İç mali borçlar hesap grubunda yapılan önerilerde de belirtildiği üzere bu
borçlar için önceki dönemlerde yapılan faiz gideri tahakkukunda sadece giderler
hesabının borcu karşılığında gider tahakkukları hesabı alacaklandırılmış, bütçeye
gider kaydı yapılmamıştır. Bütçeye gider kaydı yapılmayan borcun faizinin hibe veya
bağıştan dolayı borçlunun (hazinenin) lehine silinmesinde, bu tutarın bütçeye gider
kaydedilmemesi, sadece borcun aslının bütçeye gelir kaydedilmesinin doğru olduğu
düşünülmektedir. Öneri doğrultusunda yapılacak olan muhasebe kaydı şu şekilde
olacaktır:
310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı
XXXXX
630- Giderler Hesabı
XXXXX
381- Gider Tahakkukları Hesabı
XXXXX
600- Gelirler Hesabı
805- Gelir Yansıtma Hesabı
800- Bütçe Gelirleri Hesabı
XXXXX
XXXXX
XXXXX
(Bu işlemde sadece anapara bütçeye gelir kaydedilmektedir.)
310- Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabını 3 nolu borç kaydında "Cari
yılda ödenecek dış mali borçlar hesabında kayıtlı diğer idare ve kuruluşlara ikrazen
kullandırılan tutarlardan dış finansman kaynağı tarafından bağış veya hibe şekline
260
dönüşenlerin anaparası işlem tarihindeki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz
satış kuru üzerinden bir taraftan bu hesaba, işlemiş faiz tutarı ilgisine göre 630Giderler Hesabı veya 381- Gider Tahakkukları Hesabına borç, tamamı 600- Gelirler
Hesabına alacak; söz konusu tutar diğer taraftan 630- Giderler Hesabına borç,
alacağın anaparası 130- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabına, işlemiş
faiz alacağı ise ilgisine göre 600- Gelirler Hesabın veya 181- Gelire Tahakkukları
Hesabına alacak kaydedilir." denilmek suretiyle aşağıdaki muhasebe kaydının
yapılacağı belirtilmiştir.
310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı
XXXXX
381- Gider Tahakkukları Hesabı
XXXXX
630- Giderler Hesabı
XXXXX
600- Gelirler Hesabı
630- Giderler Hesabı
XXXXX
XXXXX
130- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı
XXXXX
181- Gelir Tahakkukları Hesabı
XXXXX
600- Gelirler Hesabı
XXXXX
Yukarıda verilmiş olan kayıt Hazinenin hem borçlu hem de alacaklı sıfatı
dikkate alınarak yapılmıştır. Yapılacak olan önerinin daha rahat anlatılabilmesi
açısından Hazinenin mevcut yönetmeliğe göre yaptığı aşağıdaki işlemlerine
bakılmasında fayda bulunmaktadır.
Hazine bir taraftan dış finansman kaynağına borçludur. Borçlu olan Hazine
dönemsellik kavramı gereği ilgili dönemlerde yaptığı faiz gideri tahakkuklarının
muhasebeleştirilmesi aşağıda sırasıyla gösterilmiştir;
 Ödeme tarihinden önceki faaliyet dönemlerinde yapılan faiz giderleri
tahakkuku
630- Giderler Hesabı
481- Gider Tahakkukları Hesabı
XXXXX
XXXXX
261
 Ödeme tarihinden bir önceki faaliyet döneminde tahakkuk etmiş faiz giderleri
ve dış mali borçların kısa vadeli hesaplara aktarımı
481- Gider Tahakkukları Hesabı
XXXXX
381- Gider Tahakkukları Hesabı
410- Dış Mali Borçlar Hesabı
XXXXX
XXXXX
310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı
XXXXX
Söz konusu borç Hazineye hibe edildiği için kendiside ilgili kamu idarelerine
bu alacağını hibe etmektedir. Hazinenin alacaklı olmasından dolayı faiz gelirleri
tahakkukunu muhasebeleştirmesi aşağıda verilmiştir.
 Ödeme tarihinden önceki dönemlerde yapılan faiz tahakkuku
281- Gelir Tahakkukları Hesabı
XXXXX
600- Gelirler Hesabı
XXXXX
 Tahsil tarihinden bir önceki faaliyet döneminde tahakkuk etmiş faiz gelirleri ve
dış borcun ikrazından doğan alacakların kısa vadeli hesaplara aktarımı
181- Gelir Tahakkukları Hesabı
XXXXX
281- Gelir Tahakkukları Hesabı
130- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı
XXXXX
XXXXX
230- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı
XXXXX
Yukarıdaki muhasebeleştirmelere dikkat edildiğinde hiçbir işlemde bütçe
hesapları çalıştırılmamıştır.
262
5018 sayılı Kanunun 40. maddesinin 2. fıkrasında kamu idarelerine yapılan her
türlü bağış ve yardımların bütçelerine gelir kaydedileceği hüküm altına alınmıştır. Bu
hükümden dolayı yönetmelikte " kamu idarelerine bağış olarak intikal eden
varlıkların bütçeye gelir kaydedileceği " yönünde hükümler bulunmaktadır. Bu
hükümden dolayı bağış veya hibe olarak kamu idarelerine intikal eden silinen
borçların faaliyet geliri yanında bütçe gelirlerine de kaydedilmesi gerekmektedir.
Böyle olmakla birlikte yönetmeliğe göre bu hesapta kayıtlı tutarlara ilişkin dış
borçlardan, ilgili dış finansman kaynağı tarafından bağış veya hibe haline
dönüştürülenlerle
ilgili
muhasebe
kaydında
bu
tutarların
bütçeye
gelir
kaydedilmesine yer verilmemektedir. Yönetmelikte bağış veya hibe haline gelenlerle
ilgili olarak bir taraftan bütçeye gelir kaydedilmesi diğer taraftan gelir
kaydedilmemesi çelişki oluşturmaktadır. Mevcut borçlardan (anapara tutarları), bağış
veya hibe haline dönüşenlerin bütçeye gelir kaydedilmesi yönetmelikteki diğer
düzenlemelere ve kanuna uygun hale getirilmesi açısından uygun olacağı
düşünülmektedir. Ayrıca söz konusu borçlar için önceki dönemde faiz tahakkuk
ettirildiğinde
sadece giderler
hesabı
borçlandırılmış,
bütçeye gider
kaydı
yapılmamıştır. Bütçeye gider kaydı yapılmayan bir borcun faizinin hibe veya
bağıştan dolayı silinmesinde anapara+faizin gelir kaydedilmesi yanında, bütçe
gelirlerine sadece anapara tutarının yazılmasının daha doğru bir uygulama olacağı
düşünülmektedir. Bu şekilde bağış haline gelen borcun anapara tutarları bütçe
gelirlerine kaydedilecek ve bütçe gelirleri olduğundan daha az gözükmeyerek gerçek
rakamı verecektir. Yapılan öneri doğrultusunda yapılacak olan muhasebe kaydı şu
şekilde olacaktır.
630- Giderler Hesabı
XXXXX
130- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı
XXXXX
181- Gelir Tahakkukları Hesabı
XXXXX
600- Gelirler Hesabı
XXXXX
830- Bütçe Giderleri Hesabı
835- Gider Yansıtma Hesabı
XXXXX
XXXXX
263
310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı
XXXXX
630- Giderler Hesabı
XXXXX
381- Gider Tahakkukları Hesabı
XXXXX
600- Gelirler Hesabı
805- Gelir Yansıtma Hesabı
800- Bütçe Gelirleri Hesabı
XXXXX
XXXXX
XXXXX
(koyu renklerden de anlaşılacağı üzere 800 nolu hesaba, 310 nolu hesaptaki
tutar kaydedilecektir.)
264
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI 2007-2012 YILLARI
ARASI PARA POLİTİKASI UYGULAMALARININ ÖDEMELER DENGESİ
VE DIŞ BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN ANALİZİ
Araştırmanın bu kısmında, Merkez Bankasının 2007-2012 yılları arasındaki
para politikası uygulamalarının dış ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerindeki
etkileri, araştırma dönemine ait veriler analiz edilerek değerlendirilecektir. SPSS
paket programı kullanılarak yapılan bu analiz sonucunda elde edilen bulgular, yıllara
yaygın raporlar yardımı ile açıklanacak ve araştırmanın sonuç bölümüne
ulaşılacaktır.
4.1. ÇALIŞMANIN AMACI VE KAPSAMI
Bu çalışmanın amacı Türkiye özelinden hareketle 2007-2012 döneminde para
politikalarının Merkez Bankası analitik bilançosu kapsamında ödemeler bilançosu ve
dış borçlar üzerine etkisinin analiz edilmesidir. Analizlerde kurulan modellerden
hareketle tahminler yapılmıştır. Analiz dönemi olarak 2007-2012 dikkate alınmıştır.
Bu dönemin seçilmesinin önemli nedenleri Türkiye sermaye piyasalarının küresel
piyasalarla uyumlaştırılması ve finansal sistemin, özellikle bankacılık sisteminin,
Basel kriterleri doğrultusunda evrimleştirilmesi kapsamında gerçekleştirilen yapısal
ve hukuki değişiklikler ile 2005 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası'nın parasal büyüklüklerin (M1, M2 ve M3) kapsamlarını değiştirmesidir.
2006 yılından sonra Merkez Bankası stratejisinde ve operasyonel süreçleri ve
araçlarında yapılan değişiklikler ise diğer bir sebep olarak gösterilebilir.
Çalışmanın bu bölümünde veri dönemde uygulanan para politikalarının
ödemeler dengesi (ÖD) ve brüt dış borç stoku (BDBS) üzerindeki etkileri TCMB
veri tabanlarından elde edilen üçer aylık ödemeler dengesi ve dış borçlanma verileri
kullanılarak analiz edilmiştir. Analizlerde dolaşımdaki para (DP), rezerv para (RP),
para tabanı (PT), merkez bankası parası (MBP), M1 ve M2 parasal büyüklükleri
bağımsız değişkenler olarak alınmış ve her biri SPSS paket programı kullanılarak
doğrusal regresyona tabi tutulmuş, bağımlı değişkenler üzerindeki etkileri analiz
edilmiştir. Yıllara yaygın veriler ile elde edilen analiz sonuçları ile Merkez Bankası
265
para politikalarının ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerindeki etkileri, etkilerin
boyutu ve yönü tespit edilmeye çalışılmıştır.
4.2. VERİ SETİ VE YÖNTEM
Bu çalışmada Merkez Bankası elektronik veri dağıtım sisteminde (EVDS) yer
alan veri setlerinden merkez bankası analitik bilançosu kapsamındaki parasal
büyüklüklerden hareketle para politikalarının ödemeler dengesi ve dış borçlar
üzerinde ne derece etkili oldukları analiz edilmeye çalışılmıştır. Analizde, 2007-2012
yılları arasındaki üçer aylık dönemlere ait toplam 24 veri kullanılmıştır. Bu veriler
aracılığı ile uygulanan para politikalarının ödemeler dengesi (ÖD) ve brüt dış borç
stoku (BDBS) üzerindeki etkileri tahmin edilmeye çalışılmıştır.
Bu kapsamda
analizlerde dolaşımdaki para (DP), rezerv para (RP), para tabanı (PT), merkez
bankası parası (MBP), M1 ve M2 parasal büyüklükleri bağımsız değişkenler olarak
dikkate alınmıştır.
Yukarıda bahsi geçen ilişkilerden hareketle dikkate alınan değişkenlerin
ödemeler dengesi (ÖD) üzerindeki etkisi aşağıdaki analiz modelleri yardımıyla
ortaya konulmaya çalışılmıştır:
Model- 1: ÖD= β0 + β1 DP + u
Model- 2: ÖD= β0 + β1 RP + u
Model- 3: ÖD = β0 + β1 PT + u
Model- 4: ÖD = β0 + β1 MBP + u
Model- 5: ÖD = β0 + β1 M1 + u
Model- 6: ÖD = β0 + β1 M2 + u
Model- 7: ÖD = β0 + β1 DP + β2 RP + β3 PT + β4 MBP + β5 M1 + β6 M2 + u
Ayrıca çalışmanın diğer bir analiz boyutunu ise dikkate alınan değişkenlerin
brüt dış borç stoku (BDBS) üzerine etkisi oluşturmaktadır. Bu kapsamda aşağıdaki
modellerden yaralanılmıştır.
Model- 8: BDBS = β0 + β1 DP + u
Model- 9: BDBS = β0 + β1 RP + u
Model- 10: BDBS = β0 + β1 PT + u
Model- 11: BDBS = β0 + β1 MBP + u
Model- 12: BDBS = β0 + β1 M1 + u
266
Model- 13: BDBS = β0 + β1 M2 + u
Model- 14: BDBS = β0+ β1DP + β2RP + β3PT + β4MBP + β5M1 + β6M2 + u
Yapılan analizlerde, tek bir bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki
etkisini incelerken basit (tekli) doğrusal regresyon modeli, birden fazla bağımsız
değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisini incelerken çoklu regresyon modeli
kullanılmıştır. Basit doğrusal regresyon analizinde bir bağımlı ve bir bağımsız
değişken söz konusu iken, çoklu doğrusal regresyon analizinde ise bir bağımlı
değişken varken iki ya da daha fazla bağımsız değişken vardır ve her iki analizde de
değişkenler arsında doğrusal bir ilişki vardır. R2 değeri bağımsız (açıklayıcı)
değişkenin bağımlı (açıklanan) değişkeni açıklama oranını gösterirken ANOVA
analizleri ile kurulan modelin doğruluğu test edilmektedir.
Analizdeki R2 değeri 0 ile 1 arasında değişkenlik göstermektedir. Ancak
bağımsız değişkenin bağımlı değişkeni açıklama oranının anlamlı ve yüksek olması
için bu değerin 0,5 ile 1 arasında olması tercih edilir. Yani değer 1' e ne kadar
yakınsa bağımsız değişkenin bağımlı değişkeni açıklama oranı o kadar yüksektir.
Değerin düşüklüğü ise, bağımlı değişkenin bağımsız değişken tarafından açıklanma
oranının düşüklüğünü ifade etmektedir.
Analizde testler %95 güven aralığı yani %5 anlamlılık düzeyi ile
uygulanmıştır. ANOVA tabloları ile modelin doğruluğu test edilirken anlamlılığın
0,05'ten küçük olması beklenmektedir. Anlamlılık düzeyi 0,05'ten küçük olduğunda
model anlamlı iken değer büyüdükçe model anlamlılığını yitirmektedir.
267
4.3. ANALİZ SONUÇLARI
Çalışmanın bu bölümünde, ödemeler dengesi ve brüt dış borç stokuna ilişkin
oluşturulan modeller doğrultusunda yapılan analizlerin sonuçları incelenmektedir.
Tablo 12: Ödemeler Dengesi Model Analiz Sonuçları
Model
Denklemler
İstatistiki Göstergeler
ÖD = -163615,3 + 0,961 DP + u
t= 1,178
P= 0,251
F = 1,388 R2= 0,059
s= 4211682,680
ÖD = 189449,08 + 0,002 RP + u
t= 0,053
P= 0,959
F= 0,003 R2= 0,000
s= 4342274,665
Model-3
ÖD = 238713,2 - 0,005 PT + u
t= -0,142
P= 0,888
F= 0,020 R2= 0,001
s= 4340561,489
Model-4
t= 0,997
ÖD = -325640,8 + 0,094 MBP + u P= 0,330
F= 0,994 R2= 0,043
s= 4247675,755
Model-1
Model-2
Model-5
Model-6
Model-7
ÖD = -202434,4 + 0,038 M1+ u
t= 1,262 F= 1,593 R2= 0,068
P= 0,220 s= 4193402,284
ÖD = -120823,7 + 0,006 M2 + u
t= 0,957
P= 0,349
ÖD = 741684,5 + 1,485 DP +
0,314 RP - 0,490) PT - 0,052
MBP + 0,292 M1 - 0,144 M2 + u
F= 0,915 R2= 0,40
s= 4254951,078
F= 4,560 R2= 0,617
s= 3058115,510
P= 0,006
Tablo 12 incelendiğinde ödemeler dengesi (ÖD) modellerine ilişkin analizlerin
2
istatistiki sonuçları görülmektedir. Bu sonuçlara bakıldığında, Model 1'in R değeri
0,059 olarak bulunmuştur. Bu değer, bağımsız değişkenin bağımlı değişkeni
açıklama oranının oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Analizdeki bağımsız
değişkenin dolaşımdaki para olduğu göz önüne alınırsa, dolaşımdaki paranın
ödemeler dengesini tam olarak açıklayamadığı, açıklama oranının yani aralarındaki
direkt ilişkinin düşük olduğu sonucuna ulaşılır.
268
Tablo 13: Model 1 ANOVA
Regresyon
Kareler Toplamı
24627720080793,590
Serbestlik
derecesi
1
Kareler
Ortalaması
24627720080793,590
Hata
390241961877539,800
22
17738270994433,620
Toplam
414869681958333,300
23
F
1,388
Anlamlılık
Düzeyi
0,251(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), Dolaşımdaki para
Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi
Tablo 13' de SPSS paket programı doğrultusunda Model-1'e ilişkin ödemeler dengesi
ve dolaşımdaki paraya ait yıllara yaygın verilerin ANOVA analizi görülmektedir.
Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde,
dolaşımdaki paranın ödemeler dengesine etkisinin anlamlı olmadığı sonucuna
ulaşılmaktadır. Anlamlılık düzeyinin test için esas alınan 0,05 değerinden yüksek
çıktığı gözlenmiştir (P:0,251>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1
= 0, H1 = βİ ≠ 0" olduğunu göz önüne alırsak H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı
değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
2
Model 2' nin R değeri 0,000 olarak bulunmuştur. Bulunan bu değer, bağımsız
değişken olan rezerv paranın bağımlı değişken olan ödemeler dengesini
açıklamadığını göstermektedir.
Tablo 14: Model 2 ANOVA
Regresyon
Kareler Toplamı
51998111509,389
Serbestlik
derecesi
1
Kareler Ortalaması
51998111509,389
Hata
414817683846823,900
22
18855349265764,720
Total
414869681958333,300
23
F
0,003
Anlamlılık
Düzeyi
0,959(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), Rezerv para
Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi
Tablo 14'te, SPSS paket programı doğrultusunda, Model-2'ye ilişkin
ANOVA
analizi ile ödemeler dengesi ve rezerv paranın yıllara yaygın verileri incelenmiştir.
Bu analizin sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde
rezerv paranın, yılara yaygın veriler baz alındığında, ödemeler dengesine etkisinin
anlamlı olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Anlamlılık düzeyinin 0,05'ten büyük
269
olduğu görülmektedir (P:0,959>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 =
β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğunu göz önüne alırsak, H0 hipotezi red edilemez, yani
bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı
değildir.
2
Model 3'ün R değeri 0,001 olarak bulunmuştur. Bu değer,
modeldeki
bağımsız değişken olan para tabanının bağımlı değişken olan ödemeler dengesini
açıklama oranının oldukça düşük olduğunu göstermektedir.
Tablo 15: Model 3 ANOVA
Regresyon
379253030754,459
Serbestlik
derecesi
1
Hata
414490428927578,900
22
Toplam
414869681958333,300
23
Kareler
Ortalaması
379253030754,459
18840474042162,670
F
0,020
Anlamlılık
Düzeyi
0,888(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), Para tabanı
Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi
Tablo 15' te, SPSS paket programı doğrultusunda Model-3'e ilişkin ANOVA analizi
ile elde edile F değerine ve anlamlılık düzeyine bakıldığında, tek başına para
tabanının yıllara yaygın verileri esas alındığında, ödemeler dengesine etkisinin
anlamlı olmadığı görülmektedir. Analizin anlamlılık düzeyinin modelde anlamlılık
düzeyi için baz alınan 0,05 değerinden yüksek olduğu gözlemlenmektedir
(P:0,888>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0"
olduğunu göz önüne alırsak, H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve
bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
2
Model 4'ün R değeri 0,043 olarak bulunmuştur. Bu değer, modeldeki
bağımsız değişken olan merkez bankası parasının bağımlı değişkeni, yani ödemeler
dengesini
açıklayamadığını,
açıklama
oranının
oldukça
düşük
olduğunu
göstermektedir.
270
Tablo 16:Model 4 ANOVA
Regresyon
17929196936860,990
Serbestlik
derecesi
1
Hata
396940485021472,300
22
Toplam
414869681958333,30
23
Kareler Toplamı
Kareler
Ortalaması
17929196936860,990
18042749319157,830
F
0,994
Anlamlılık
Düzeyi
0,330(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), Merkez bankası parası
Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi
Tablo 16' da, SPSS paket programı doğrultusunda Model-4'e ilişkin yapılan ANOVA
analizi görülmektedir. Analiz ile elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyine
bakıldığında, tek başına Merkez Bankası parası ele alındığında, ödemeler dengesi
üzerinde etkisinin olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Analiz ile modelin anlamlılık
düzeyi
olan
0,05
değerinden
yüksek
bir
anlamlılık
düzeyine
ulaşıldığı
gözlemlenmiştir (P:0,330>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0
ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa, H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı
değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
2
Model 5'in R değeri 0,068 olarak bulunmuştur. Bu değer incelendiğinde,
bağımsız değişken olan M1'in bağımlı değişkeni açıklayamadığı, yani açıklama
oranının oldukça düşük olduğu gözlemlenmektedir.
Tablo 17: Model 5 ANOVA
Regresyon
Kareler Toplamı
28007982260365,500
Serbestlik
derecesi
1
Kareler
Ortalaması
28007982260365,500
Hata
386861699697967,800
22
17584622713543,990
Toplam
414869681958333,300
23
F
1,593
Anlamlılık
Düzeyi
0,220(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), M1
Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi
Tablo 17'de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-5'e ilişkin yapılan ANOVA
analizi görülmektedir. Analiz ile elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyine
bakıldığında, tek başına M1 ele alındığında, ödemeler dengesi üzerinde anlamlı bir
etkisinin olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi,
modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden yüksektir (P:0,220>0,05). Sonuç
olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne
271
alınırsa, H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken
arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
2
Model 6'nın R değeri 0,040 olarak bulunmuştur. Bu değer, modeldeki
bağımsız değişken olan M2' nin bağımlı değişkeni açıklama oranının oldukça düşük
olduğunu göstermektedir.
Tablo 18: Model 6 ANOVA
Regresyon
Kareler Toplamı
16568291082652,830
Serbestlik
derecesi
1
Kareler
Ortalaması
16568291082652,830
Hata
398301390875680,500
22
18104608676167,290
Toplam
414869681958333,300
23
F
0,915
Anlamlılık
Düzeyi
0,349(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), M2
Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi
Tablo 18'de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-6'ya ilişkin yapılan
ANOVA analizi görülmektedir. Analiz ile elde edilen F değeri ve anlamlık düzeyi
incelendiğinde, tek başına M2 ele alındığında ödemeler dengesi üzerinde etkisinin
olmadığı gözlemlenmektedir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin
anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden yüksektir (P:0,349>0,05). Sonuç olarak
model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa H0
hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki
istatistiksel olarak anlamlı değildir.
2
Model 7' nin R değeri 0,617 olarak bulunmuştur. Bu değer bağımsız
değişkenlerin (Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP), Para Tabanı (PT), Merkez
Bankası Parası (MBP), M1, M2) bağımlı değişkeni yani ödemeler dengesini
açıklama oranının yüksek olduğunu gösterir.
Tablo 19: Model 7 ANOVA
Regresyon
Kareler Toplamı
255884483972824,100
Serbestlik
derecesi
6
Hata
158985197985509,100
17
Toplam
414869681958333,300
23
Kareler
Anlamlılık
Ortalaması
F
Düzeyi
42647413995470,690 4,560 0,006(a)
9352070469735,830
Bağımsız Değişken: (Sabit), Dolaşımdaki para , Rezerv Para, Para Tabanı, Merkez Bankası Parası, M1, M2
Bağımlı Değişken: Ödemeler Dengesi
272
Tablo 19'da, SPSS paket programı doğrultusunda Model-7' ye ilişkin yapılan
ANOVA analizi görülmektedir. Analiz ile elde edilen F değeri ve anlamlılık
düzeyine bakıldığında, modeldeki bütün bağımsız değişkenler birlikte ele
alındığında, ödemeler dengesi üzerinde etkili oldukları söylenebilir. Analiz ile
ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür
(P:0,006<0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = β2 = β3 = β4 = β 5=
β6 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alındığında H0 hipotezi red edilir, yani
bağımlı değişken ve bağımsız değişkenler arasında ilişki istatistiksel olarak
anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir.
Ödemeler dengesine ilişkin analizler toplu olarak değerlendirildiğinde, Model1 ve Model-6 arasındaki bağımsız değişkenlerin tek başlarına ele alınarak bağımlı
değişken üzerindeki etkilerinin analiz edildiği basit doğrusal regresyon sonuçlarının,
istatistikî göstergeler açısından anlamlı olmadıkları görülmektedir. Ancak Model-7'
de yer alan tüm bağımsız değişkenlerin toplu halde bağımlı değişken üzerindeki
etkilerinin analiz edildiği çoklu regresyon sonuçlarının istatistikî ve ekonometrik
göstergeler açısından anlamlı olduğu görülmektedir. Bu sonuçlardan yola çıkarak,
analizimizde yer alan bağımsız değişkenlerin ödemeler dengesi üzerinde tek
başlarına anlamlı etkilerinin olmadığı, yani politika olarak da tek başlarına
kullanıldıklarında ödemeler bilançosu üzerinde anlamlı değişikliklere neden
olmadıkları, ancak, toplu halde kullanıldıklarında ödemeler dengesini etkiledikleri
görülmektedir.
Tablo 20: Model 7 Katsayılar
Standartlaştırılmamış
Katsayılar
(Sabit)
DP
RP
PT
MBP
M1
M2
B
741684,477
1,485
0,314
-0,490
-0,052
0,292
-0,144
Std. Hata
5280829,040
0,651
0,148
0,145
0,127
0,192
0,044
Standartlaştırılmış
Katsayılar
Beta
3,763
1,704
-2,762
-0,115
2,016
-4,516
t
0,140
2,281
2,123
-3,376
-0,410
1,522
-3,275
Anlamlılık
Düzeyi
0,890
0,036
0,049
0,004
0,687
0,146
0,004
Bağımlı Değişken: Ödemeler Dengesi
273
Katsayılara ilişkin tablo incelendiğinde, veri dönemde uygulanan parasal
politikalar doğrultusunda yıllara yaygın yapılan analiz ile Para Tabanı (PT), Merkez
Bankası Parası (MBP), ve M2 parasal büyüklüklerinin ödemeler dengesi üzerinde
olumsuz yönde etkiye neden olduğu, Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP) ve
M1 parasal büyüklüklerinin ise ödemeler dengesi üzerinde olumlu etkiye neden
olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar 24 veri döneminin tüm verilerinin ortak analizi
doğrultusunda elde edilmiştir ve bu 24 veri döneminin geneline ilişkin sonuçları
ifade eder. Yani tek tek ele alındığında politikalar doğrultusunda tüm değişkenlerin
pozitif ya da tüm değişkenlerin negatif etkiye sahip olduğu veri dönemleri de olabilir.
Ancak yapılan analiz, tezin bütünlüğü doğrultusunda tüm veri dönemlerinin ortak
değerlendirilmesi sonucu elde edilen genel yargıyı ifade etmektedir. Yani bir nevi
genelleme yaparak, 24 veri döneminin ortalamasını alarak bağımsız değişkenlerin
ödemeler bilançosuna ne doğrultuda etki ettikleri gösterilmektedir.
Tablo 21'de Brüt Dış Borç Stokuna ilişkin oluşturulan modeller ile yapılan
analiz sonuçları görülmektedir.
274
Tablo 21: Brüt Dış Borç Stoku Analiz Sonuçları
Model
Denklemler
İstatistikî Göstergeler
Model-8
BDBS = 182169188,989 + 2,615 DP + u
t= 9,160
F = 83,914
R2= 0,792
P= 0,000
s= 14735593,227
Model-9
BDBS = 214234095,73 + 0,992 RP + u
t= 0,053
F= 24,129
R2= 4,912
P= 0,000
s= 22328278,843
BDBS = 217749302,76 + 0,0980 PT + u
t= 5,197
F= 27,008
2
R = 0,551
P= 0,000
s= 21662545,798
Model-11
BDBS = 172331122,14 + 1,948 MBP + u
t= 3,330
F= 11,086
2
R = 0,335
P= 0,000
s= 26364795,814
Model-12
BDBS = 181431335,99 + 0,933 M1 + u
t= 8,079
F= 65,262
R2= 0,784
P= 0,000
s= 16234195,051
Model-13
BDBS = 174347580,14 + 0,211 M2 + u
t= 9,211
F= 84,386
R2= 0,794
P= 0,000
s= 14671898,158
Model-14
ÖD = 163838262 + 4,657 DP + 0,144 RP
- 0,259 PT + 0,449 MBP - 1,750 M1
+0,218 M2 + u
F= 14,190
R2= 0,834
P= 0,000
s= 15005426,357
Model-10
275
Tablo 21 incelendiğinde Brüt Dış Borç Stoku modellerine ilişkin analizlerin
2
istatistikî sonuçları görülmektedir. Bu sonuçlara bakıldığında, Model 8' in R değeri
0,792 olarak bulunmuştur. Bu değer, bağımsız değişken olan dolaşımdaki paranın
bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının oldukça yüksek
olduğunu, aralarındaki ilişkinin kuvvetli olduğunu ve dolayısı ile modelin anlamlı
olduğunu göstermektedir.
Tablo 22: Model 8 ANOVA
Serbestlik
Anlamlılık
Kareler Toplamı
derecesi
Kareler Ortalaması
F
Regresyon
18220882116296830,000
1
18220882116296830,000
83,914
Hata
4777029570328160,000
22
217137707742189,400
Toplam
22997911686625000,000
23
Düzeyi
0,000(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), Dolaşımdaki Para
Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku
Tablo 22' de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-8' e ilişkin yapılan
ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık
düzeyi incelendiğinde, bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerinde oldukça etkili
olduğu söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi
olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak modelin hipotezlerinin
"H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa, H0 hipotezi red edilir,
yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak
anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir.
2
Model 9' un R değeri 0,523 olarak bulunmuştur. Bu değer, bağımsız değişken
olan rezerv paranın bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının
yüksek olduğunu ve dolayısı ile modelin anlamlı olduğunu ifade etmektedir.
Tablo 23: Model 9 ANOVA
Serbestlik
Derecesi
Kareler Ortalaması
12029766892209490,000
1
12029766892209490,000
Kareler Toplamı
Regresyon
Hata
10968144794415500,000
22
Total
22997911686625000,000
23
F
24,129
Anlamlılık
Düzeyi
0,000(a)
498552036109795,000
Bağımsız Değişken: (Sabit), Rezerv Para
Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku
276
Tablo 23'te, SPSS paket programı doğrultusunda Model-9'a ilişkin ANOVA analizi
görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlık düzeyi
incelendiğinde, bağımsız değişken olan rezerv paranın bağımlı değişken olan brüt dış
borç stoku üzerinde etkili olduğu anlaşılabilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi,
modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç
olarak modelin hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne
alındığında modeldeki H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız
değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir
modeldir.
2
Model 10' un R değeri 0,551 olarak bulunmuştur. Elde edilen bu değere
dayanarak bağımsız değişken olan para tabanının bağımlı değişken olan brüt dış borç
stokunu açıklama oranının yüksek olduğu ve modelin anlamlı olduğu söylenebilir.
Tablo 24: Model 10 ANOVA
Kareler Toplamı
Regresyon 12674062097181210,00
Serbestlik
derecesi
1
Kareler
Ortalaması
12674062097181210,00
469265890429263,000
Hata
10323849589443790,00
22
Toplam
22997911686625000,00
23
F
27,008
Anlamlılık
Düzeyi
0,000(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), Para tabanı
Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku
Tablo 24'te, SPSS paket programı doğrultusunda Model-10'a ilişkin ANOVA analizi
görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi
incelendiğinde, bağımsız değişken olan para tabanının brüt dış borç stoku üzerinde
oldukça etkili olduğu söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin
anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak
modeldeki hipotezlerin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa
H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki
istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir.
2
Model 11'in R değeri 0,335 olarak bulunmuştur. Bu değerden yola çıkarak
modeldeki bağımsız değişken olan merkez bankası parasının bağımlı değişken olan
brüt dış borç stokunu açıklama oranının çok yüksek olmadığı söylenebilir.
277
Tablo 25: Model 11 ANOVA
Kareler Toplamı
7705657603646130,00
Regresyon
Serbestlik
derecesi
1
Hata
15292254082978860,00
22
Toplam
22997911686625000,00
23
Kareler Ortalaması
F
7705657603646130,000 11,086
Anlamlılık
Düzeyi
0,003(a)
695102458317221,000
Bağımsız Değişken: (Sabit), Merkez Bankası Parası
Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku
Tablo 25'te, SPSS paket programı doğrultusunda Model-11'e ilişkin ANOVA analizi
görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi
incelendiğinde, bağımsız değişken olan merkez bankası parasının brüt dış borç stoku
üzerinde oldukça etkili olduğu söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi,
modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,003<0,05). Sonuç
olarak modeldeki hipotezlerin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne
alınırsa, H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında
ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir.
2
Model 12'nin R değeri 0,748 olarak bulunmuştur. Bu değer, modeldeki
bağımsız değişken olan M1' in bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama
oranının oldukça yüksek olduğunu ve modelin anlamlı olduğunu açıkça ifade
etmektedir.
Tablo 26: Model 12 ANOVA
Kareler Toplamı
Regresyon 17199831729788850,00
Serbestlik
derecesi
1
Kareler
Ortalaması
17199831729788850,000
263549088947097,400
Hata
5798079956836140,00
22
Toplam
22997911686625000,00
23
F
65,262
Anlamlılık
Düzeyi
0,000(a)
Bağımsız Değişken: (Sabit), M1
Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku
Tablo 26'da, SPSS paket programı doğrultusunda Model-12'ye ilişkin ANOVA
analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi
incelendiğinde, bağımsız değişken olan M1' in brüt dış borç stoku üzerinde oldukça
etkili olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin
278
anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak
modeldeki hipotezlerin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne
alınırsa, H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında
ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir.
2
Model 13'ün R değeri 0,794 olarak bulunmuştur. Analiz sonucu elde edilen
bu değerden, modelin anlamlı oluğu ve modeldeki bağımsız değişken olan M2'nin
bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının oldukça yüksek
olduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 27: Model 13 ANOVA
Kareler Toplamı
Regresyon 18262090584234920,00
Serbestlik
derecesi
1
Hata
4735821102390070,00
22
Toplam
22997911686625000,00
23
Kareler
Ortalaması
F
18262090584234920,000 84,836
Anlamlılık
Düzeyi
0,000(a)
215264595563185,200
Bağımsız Değişken: (Sabit), M2
Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku
Tablo 27'de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-13'e ilişkin ANOVA analizi
görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi
incelendiğinde, bağımsız değişken olan M2'nin brüt dış borç stoku üzerinde etkili
olduğu anlaşılmaktadır. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık
düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak model
hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa, H0
hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki
istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir.
2
Model 14' ün R değeri 0,834 olarak bulunmuştur. Bu değer bize bağımsız
değişkenlerin, yani Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP), Para Tabanı (PT),
Merkez Bankası Parası (MBP), M1 ve M2' nin bağımlı değişkeni yani brüt dış borç
stokunu açıklama oranının oldukça yüksek olduğunu gösterir. Yani tüm bağımsız
değişkenler birlikte ele alındığında, bağımlı değişkeni açıklama oranlarının oldukça
yüksek olduğu ve kurulan modelin anlamlı olduğu söylenebilir.
279
Tablo 28: Model 14 ANOVA
Kareler Toplamı
Regresyon 19170143743855680,00
Serbestlik
Kareler
derecesi
Ortalaması
6
3195023957309281,000
Hata
3827767942769315,00
17
Toplam
22997911686625000,00
23
F
14,190
Anlamlılık
Düzeyi
0,000(a)
225162820162900,900
Bağımsız Değişken: (Sabit), Dolaşımdaki Para, Rezerv Para, Para Tabanı, Merkez Bankası Parası, M1, M2
Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku
Tablo 28'de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-14'e ilişkin ANOVA analizi
görülmektedir. Analiz sonucunda ulaşılan F değeri ve anlamlılık düzeyi
incelendiğinde, bağımsız değişken olan Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP),
Para Tabanı (PT), Merkez Bankası Parası (MBP), M1 ve M2 'nin hepsi birlikte ele
alındığında bağımlı değişken olan brüt dış borç stoku üzerinde etkili oldukları
söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan
0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak modeldeki hipotezlerin "H0
= β0 = β1 = β2 = β3 = β4 = β 5= β6 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önünde tutulursa, H0
hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişkenler arasında ilişki
istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir.
Brüt dış borç stokuna ilişkin analizler toplu olarak değerlendirildiğinde, Model8 ve Model-13 arasındaki bağımsız değişkenlerin tek başlarına ele alınarak bağımlı
değişken üzerindeki etkilerinin analiz edildiği basit doğrusal regresyon sonuçlarının,
istatistikî ve ekonometrik göstergeler açısından anlamlı oldukları görülmektedir.
Ayrıca Model-14' de yer alan tüm bağımsız değişkenlerin toplu halde bağımlı
değişken üzerindeki etkilerinin
analiz edildiği çoklu regresyon sonuçlarının da
istatistikî ve ekonometrik göstergeler açısından anlamlı olduğu görülmektedir. Bu
sonuçlardan yola çıkarak, analizimizde yer alan bağımsız değişkenlerin brüt dış borç
stoku üzerine tek başlarına ve toplu olarak anlamlı etkilerinin olduğu, yani politika
olarak da hem tek başlarına kullanıldıklarında hem de toplu olarak kullanıldıklarında
ödemeler bilançosu üzerinde anlamlı değişikliklere neden oldukları görülmektedir.
280
Tablo 29: Model 14 Analizi Katsayılar
Standartlaştırılmamış
Katsayılar
Standartlaştırılmış
Katsayılar
Std. Hata
25911739
Beta
(Sabit)
B
163838262
t
6,323
Anlamlılık
Düzeyi
0,000
DP
4,657
3,195
1,585
1,458
0,163
RP
0,144
0,726
0,105
0,198
0,845
PT
-0,259
0,712
-0,197
-0,364
0,720
MBP
0,449
0,621
0,133
0,723
0,480
M1
-1,750
0,942
-1,622
-1,858
0,081
M2
0,218
0,216
0,918
1,011
0,326
Bağımlı Değişken: Brüt Dış Borç Stoku
Katsayılara ilişkin tablo incelendiğinde, veri dönemde uygulanan parasal
politikalar doğrultusunda yıllara yaygın yapılan analiz ile Para Tabanı (PT), ve M1
parasal büyüklüklerinin ödemeler dengesi üzerinde olumsuz yönde etkiye neden
olduğu, Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP), Merkez Bankası Parası (MBP)
ve M2 parasal büyüklüklerinin ise ödemeler dengesi üzerinde olumlu etkiye neden
olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar 24 veri döneminin tüm verilerinin ortak analizi
doğrultusunda elde edilmiştir ve bu 24 veri döneminin geneline ilişkin sonuçları
ifade eder. Yani tek tek ele alındığında, dönemsel olarak uygulanan politikalar
doğrultusunda, tüm değişkenlerin pozitif ya da tüm değişkenlerin negatif etkiye sahip
olduğu veri dönemleri de olabilir. Ancak, yapılan analiz, tezin bütünlüğü
doğrultusunda tüm veri dönemlerinin ortak değerlendirilmesi sonucu elde edilen
genel kanıyı ifade etmektedir. Yani bir nevi genelleme yaparak, 24 veri döneminin
ortalamasını alarak bağımsız değişkenlerin ödemeler dengesine ne derece etki
ettikleri gösterilmektedir.
Analize yönelik genel bir değerlendirme yapılacak olursa, brüt dış borç
stokunun Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası analitik bilançosu kapsamındaki para
arzı tanımlamalarına göre para politikalarından etkilenme oranının daha yüksek
olduğu görülebilir. Ancak, temelde modeldeki beş para arzı tanımının (Dolaşımdaki
Para, Rezerv Para, Para Tabanı, Merkez Bankası Parası, M1 ve M2) hepsinin dâhil
olduğu analizlerde, hem ödemeler dengesinin hem de brüt dış borç stokunun yüksek
oranda etkilendiği sonucuna ulaşılmaktadır.
281
4.4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllardan itibaren sıklaşan aralıklarla ekonomik
krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Yaşanan bu krizlerde dışsal etkenlerin de rolü
olmakla beraber başlıca nedenler: (i) sürdürülemez bir iç borç dinamiğinin oluşması
ve (ii) başta kamu bankaları olmak üzere mali sistemdeki sağlıksız yapının ve diğer
yapısal sorunların kalıcı bir çözüme kavuşturulamamış olmasıdır. Bu ortamda, 2000
yılı başında enflasyonu düşürmek ve ekonomide büyüme ortamını yeniden sağlamak
amacıyla kapsamlı bir ekonomik program uygulamaya konulmuştur. Program
kapsamında sıkı maliye politikası uygulanması ve kapsamlı yapısal reformların
hayata geçirilmesinin yanı sıra, enflasyonist bekleyişleri hızla aşağıya çekmek için
döviz kurları hedeflenen enflasyona göre belirlenerek önceden açıklanmış ve para
politikası likidite genişlemesini yabancı kaynak girişine bağlayan bir çerçeveye
oturtulmuştur. 2000-2007 yılları arasında güçlü ekonomiye geçiş programı
kapsamında para ve maliye politikalarının uyumlu ve kararlı bir şekilde uygulanması
sonucunda ekonomide sağlanan göreli istikrarla birlikte büyüme ve enflasyon
rakamlarındaki oynaklık önemli ölçüde azalırken, yüksek büyümeyle birlikte
enflasyon tek haneli rakamlara gerilemiştir. Bu süreçte kamu kesiminin borç
yükünün azalması, mali piyasaların derinleşmesine imkân vererek artan tüketici ve
yatırımcı güveninin iktisadi faaliyetlere dönüşmesine katkıda bulunmuştur. Özel
kesim tüketim ve yatırım harcamalarındaki hızlı artış, söz konusu kesimin tasarruf
oranlarının düşmesine neden olmuş ve artan ekonomik faaliyetler, başta uzun vadeli
borçlanma ve doğrudan sermaye girişleri olmak üzere, önemli ölçüde dış
tasarruflardan karşılanmıştır. Bu gelişme, cari işlemler açığının büyümesine ve özel
kesimin dış borç stokunun artmasına neden olmuştur. 2006 yılı ortasından itibaren
uygulanan sıkı para politikasının gecikmeli etkileri, tarım sektöründe gözlenen
belirgin daralma ve Ağustos ayında uluslararası mali piyasalarda ortaya çıkan
dalgalanmalar sonrasında tüketici ve yatırımcı güvenindeki bozulma, 2007 yılında
toplam yurt içi talepteki artışın düşük düzeylerde gerçekleşmesine yol açmıştır.
Tarım sektöründe ortaya çıkan daralma bir yandan büyümeyi olumsuz yönde
etkilerken, diğer yandan enflasyonun geçici olarak yükselmesine neden olmuştur.
Diğer taraftan, 2006 yılı Mayıs-Haziran döneminde yaşanan dalgalanma sonrasında
282
net ihracatın büyümeye katkısı pozitife dönmüş ve bu durum 2007 yılının ilk
yarısında da devam etmiştir. Ancak, 2007 yılının ikinci yarısında miktar olarak
ithalatın ihracattan daha hızlı büyümesi sonucunda net ihracatın büyümeye katkısı
negatif yönde gerçekleşmiştir. Kuraklık nedeniyle çiftçilere yapılan ödemeler,
seçimle birlikte bazı harcamaların öne çekilmesi, sağlık harcamalarının öngörülenin
üzerinde gerçekleşmesi ve yurt içi talepteki daralmayla birlikte dolaylı vergi
gelirlerindeki yavaşlama, program tanımlı faiz dışı fazla bütçe performansını
olumsuz
yönde
etkilemiştir.
Dolayısıyla,
2007
yılında
kamu
maliyesinin
enflasyondaki düşüşe verdiği katkı önceki yıllara oranla sınırlı olmuştur. Benzer
şekilde, 2007 yılının ikinci çeyreğinden itibaren verimlilik artışlarındaki yavaşlama
ve reel ücretlerdeki artış eğilimi, birim iş gücü maliyetlerinin enflasyonun düşüş
sürecine yaptığı katkıyı sınırlamıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra, ham petrol
fiyatlarında yılın ikinci yarısından itibaren gözlenen hızlı artışlar da enflasyon
üzerinde ek baskı oluşturmuştur. Fiyat istikrarını temel hedef olarak alan orta vadeli
para politikası stratejisi çerçevesinde 2006 yılının başında uygulanmaya başlanan
açık enflasyon hedeflemesi rejimine 2007 yılında da devam edilmiştir. Tüketici Fiyat
Endeksi (TÜFE)’nin yıllık yüzde değişimi olarak tanımlanan enflasyon hedefi, 2007
yılı için, yılsonu hedefi ile tutarlı üçer aylık enflasyon patikası ile hedef etrafında 2
yüzdelik puan belirsizlik aralığı olacak şekilde, yüzde 4 olarak belirlenmiştir. Bu
hedef doğrultusunda Merkez Bankası, uluslararası likidite koşulları ve küresel risk
iştahındaki olası değişiklikler, hizmet enflasyonundaki katılığın görece devam
etmesi, süregelen arz şokları ve döviz kurundaki artışın gecikmeli etkileri nedeniyle
politika faiz oranını Ağustos ayının sonuna kadar değiştirmemiştir. Ancak, 2006
yılının ortalarından itibaren uygulanan güçlü parasal sıkılaştırmanın gecikmeli
etkileri, yurt içi talebin yavaşlamasına ve başta hizmet grubu ile dayanıklı tüketim
malları olmak üzere temel enflasyon göstergelerinde belirgin düşüşe neden olmuştur.
Bu gelişmeler sonucunda, Eylül ayından itibaren ölçülü bir faiz indirimine gidilmiş,
politika faiz oranı yılsonuna kadar 175 baz puan düşürülmüş ve takip eden 13 ay
boyunca politika faizinde değişiklik yapılmamıştır.
2007 yılı Ağustos ayında ABD emlak piyasasında ortaya çıkan ve 2008 yılı
Eylül ayında başta Amerika Birleşik Devletleri’nde olmak üzere bazı büyük mali
kuruşların iflas etmesi ile derinlik ve yaygınlık kazanan küresel mali krizin olumsuz
283
etkileri 2008 yılı ikinci yarısından itibaren reel ekonomi üzerinde de hissedilmeye
başlamıştır. 2008 yılı üçüncü çeyreği itibariyle, özellikle gelişmiş ülkelerde olmak
üzere, büyüme oranları küresel ölçekte belirgin bir şekilde yavaşlamıştır. Yılın son
çeyreğine ilişkin göstergeler ise iktisadi faaliyetteki bu yavaşlamanın daha da
derinleştiğine işaret etmektedir. (TCMB, 2008: 30)
Bu açıklama bağlamında, 2008 yılında para politikası kararlarını şekillendiren
en önemli gelişmeler, 2007 yılından itibaren belirgin bir şekilde etkili olan arz şokları
ve küresel mali piyasalardaki sorunların döviz kurları ve ülke risk primi üzerindeki
olumsuz etkileri olmuştur. (TCMB, 2008: 31)
Küresel bazda bakıldığında para politikası bakımından gelişmiş ülkeler,
finansal piyasalarda ortaya çıkan olumsuzlukları gidermek için likiditeye yönelik
önlemler alarak faiz oranlarını aşamalı olarak indirmişlerdir. Küresel mali
piyasalarda yaşanan kriz sonucunda kredi olanaklarının daralmasıyla birlikte ani
sermaye çıkışı ve yerli paranın değer kaybı kaygısıyla 2008 yılı boyunca temkinli bir
para politikası izleyen gelişmekte olan ülkeler ise Aralık ayından itibaren politika
faiz oranlarını indirmeye başlamıştır. (TCMB, 2008: 34)
Türkiye' de toplam mal ihracatı 2008 yılında yıllık yüzde 22 oranında artarak
104,7 milyar ABD dolarına ulaşırken toplam mal ithalatı aynı dönemde yüzde 19,7
oranında artarak 193,9 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Bu gelişmeler sonunda dış
ticaret dengesi 2008 yılı sonunda 53,2 milyar ABD doları açık vermiştir. Türkiye
özelinde dış ticaret hadlerindeki olumsuz gelişmelerin toplam ihracat üzerindeki
azaltıcı etkisi 2008 yılının son 4 ayında belirginleşmiştir. Küresel krizin etkilerinin
ilk hissedilmeye başlandığı tarihten itibaren Türkiye'de iç talebin daralmaya
başlaması ve Türk lirasının değer kaybı toplam ithalatın hızla gerilemesine yol
açmıştır. 2008 yılında toplam ihracat artış oranının toplam ithalat artış oranından
yüksek gerçekleşmesine karşın dış ticaret açığı yüksek düzeyini korumuştur. Küresel
krizin olumsuz etkilerine rağmen turizm gelirlerinin 2008 yılında da artmaya devam
ettiği ve bunun da hizmetler dengesini olumlu yönde etkilediği görülmektedir.
Ancak, söz konusu artışlar 2008 yılının büyük bölümünde dış ticaret açığındaki
genişlemenin gerisinde kaldığından, 2008 yılında cari işlemler açığı 41,6 milyar
ABD dolarına yükselmiştir. Bu gelişmeler sonucunda 2007 yılı sonunda yüzde 5,8 'e
ulaşan cari işlemler açığının GSYİH'ye oranı, 2008 yılının üçüncü çeyreği itibariyle
284
yüzde
6,1'
e
yükselmiştir.
Cari
işlemler
açığının
finansman
kaynakları
incelendiğinde, 2008 yılında 43,4 milyar ABD doları sermaye girişinin gerçekleştiği
görülmektedir. Sermaye ve finans hesabı içerisinde doğrudan yatırımlar ve uzun
vadeli kredi kullanımlarının cari işlemler açığının tamamını karşılayabilir düzeyde
olduğu dikkat çekmektedir. Ancak, küresel krizin etkilerinin belirginleştiği yılın son
çeyreğinde ödemeler dengesinin finansmanında sınırlı da olsa olumsuz gelişmeler
ortaya çıkmıştır. Nitekim söz konusu dönemde özel sektörün dış borç yenileme
oranları önemli ölçüde düşmüş, Ekim ayından itibaren uzun vadeli kredi kullanımları
azalmıştır. Portföy yatırımları incelendiğinde ise Ağustos ayından itibaren net
portföy çıkışlarının ağırlık kazandığı görülmektedir. (TCMB, 2008: 39-40)
Kamu maliyesi ve borç stokları durumuna bakıldığında ise, 2008 yılında
merkezi yönetim faiz dışı bütçe dengesi 33,6 milyar TL fazla verirken, merkezi
yönetim bütçe dengesi 17,1 milyar TL açık vermiştir. Söz konusu yılda, 38 milyar
TL olan faiz dışı fazla hedefine ulaşılamazken, yılın ilk üç çeyreğinde faiz
giderlerindeki olumlu performansın etkisiyle bütçe açığı hedeflenenin altında
gerçekleşmiştir. Faiz dışı bütçe hedefine ulaşılamamasında 2008 yılının son
çeyreğinde iç talepteki daralmaya bağlı olarak vergi gelirlerinin belirgin olarak
yavaşlaması ile faiz dışı bütçe giderlerindeki hızlı artış etkili olmuştur. 2008 yılında
faiz dışı bütçe giderleri yüzde 12,9 oranında artarken, faiz dışı bütçe giderleri içinde
yer alan sermaye giderleri, personel giderleri ve cari transferler sırasıyla yüzde 41,8
12,1 ve 10,8 oranında yükselmiş, sermaye transferleri ise yüzde 10,4 oranında
gerilemiştir. Yılın ilk üç çeyreğinde vergi gelirlerinde gözlenen olumlu performansa
karşın, iktisadi faaliyetteki daralmanın belirginleşmesinin bir sonucu olarak toplam
vergi gelirleri 2008 yılı son çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde
0,9 oranında gerileme kaydetmiştir. Vergi gelirleri reel bazda değerlendirildiğinde,
2008 yılı üçüncü çeyreğinde başlayan daralmanın son çeyrek itibariyle belirginleştiği
ve vergi gelirlerinin yılın son çeyreğinde reel olarak önceki yılın aynı dönemine göre
yüzde 10,6 oranında düştüğü gözlenmektedir. Aynı dönemde, daha ziyade tüketime
dayalı vergiler olan dâhilde alınan KDV ve ÖTV' de reel daralma oranları, sırasıyla,
yüzde 13,8 ve 12,1 olmuştur. Bu durum yılın son çeyreğinde tüketim harcamalarında
belirgin bir daralmanın olduğuna işaret etmektedir. 2008 yılının son çeyreğinde
ortaya çıkan küresel krizin ardından TL'nin değer kaybetmesi yabancı para cinsi borç
285
stokunun artmasına neden olmuştur. Böylece, 2008 yılı sonu itibariyle, merkezi
yönetim borç stoku 2007 yılı sonuna göre yüzde 14 oranında artış göstererek 308,1
milyar TL düzeyinde gerçekleşmiştir. 46,7 milyar TL tutarındaki bu artışın 29,9
milyar TL'si toplam kur etkisinden, 13,9 milyar TL'si net iç borç artışından ve 4
milyar TL'si net dış borç artışından kaynaklanırken, parite değişimi borç stokunu 1
milyar TL azaltıcı yönde etkide bulunmuştur. Diğer yandan, 2008 yılı üçüncü çeyreği
itibariyle, toplam kamu net borç stokunun GSYİH' ye oranı son yıllardaki düşüş
eğilimini sürdürerek yüzde 25,4'e gerilerken, Avrupa Birliği tanımlı genel yönetim
nominal borç stokunun GSYİH'ye oranı yüzde 37,7 olarak gerçekleşmiştir. (TCMB,
2008: 42-44)
2007 yılı itibariyle piyasalardaki olumsuz gelişmeler 2008 yılında para
politikası kararlarını şekillendirmede etkili olmuştur. Söz konusu gelişmeler
enflasyon oranının belirlenen hedef patikasının üzerinde seyretmesine neden olurken,
para politikasının da yılın son aylarına kadar temkinli ve sıkı bir duruş sergilemesini
gerektirmiştir. 2008 yılında para politikası açısından önemli bir gelişme enflasyon
hedeflerinin değiştirilmesi olmuştur. Buna göre, para politikasının sıkı duruşu uzunca
bir süre devam ettirilse bile enflasyonun orta vadeli hedef olan yüzde 4 seviyesine
ulaşmasının iki yıldan daha uzun süre alabileceği öngörülmüştür. Ayrıca, ekonomik
birimlerin beklentilerini oluştururken giderek artan oranda geçmiş enflasyona ağırlık
verdiği ve mevcut enflasyon hedeflerinin beklentileri şekillendirmedeki gücünün
belirgin olarak azaldığı saptanmıştır. Tüm bu gelişmeler, Aralık 2005 tarihli
"Enflasyon Hedeflemesi Rejiminin Genel Çerçevesi ve 2006 Yılında Para ve Kur
Politikası" başlıklı Merkez Bankası duyurusunda açıklanan enflasyon hedeflerinin
değiştirilme
koşullarının
gerçekleştiği
yönünde
değerlendirilmiştir.
Buradan
hareketle TCMB 3 Haziran 2008 tarihli açık mektupla Hükümet'e enflasyon
hedeflerinin yenilenmesini önermiş ve Hükümet ile 2009-2011 dönemi için yeni
enflasyon hedeflerinin belirlenmesi konusunda görüş birliğine varılmıştır. Enflasyon
hedeflerinin değiştirilmesinin parasal sıkıştırmayla birlikte uygulanması takip eden
dönemde enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınmasına önemli katkı sağlamıştır.
2008 yılında TCMB, fiyat istikrarı temel hedefiyle çelişmemek kaydıyla, uluslararası
kredi piyasalarında ve küresel ekonomide yaşanan sorunların Türkiye'deki finansal
sistemin işleyişini ve istikrarını ve genel olarak ülke ekonomisini olumsuz
286
etkilememesi için aktif bir politika izlemiştir. Bu çerçevede, Ekim ayından itibaren
öncelikle döviz piyasasının etkin çalışması ve döviz likiditesinin desteklenmesine
yönelik önlemler alınmıştır. Bu kapsamda, döviz alım ihalelerine ara verilmiş ve
döviz satım ihaleleri düzenlenmeye başlanmıştır. TCMB'nin bünyesindeki Döviz ve
Efektif Piyasaları Döviz Depo Piyasasındaki aracılık faaliyetleri yeniden başlatılmış,
bankaların bu piyasadaki işlem limitleri önemli ölçüde artırılmıştır. Bankaların Döviz
Depo Piyasasında TCMB'den alabilecekleri döviz depoların vadesi uzatılmış ve bu
piyasadaki borç verme faiz oranları düşürülmüştür. Ayrıca, yabancı para zorunlu
karşılık oranlarında indirim yapılarak bankacılık sistemine ek döviz likiditesi
sağlanmıştır. Son olarak, küresel krizin reel sektör üzerindeki olumsuz etkilerini
azaltmak amacıyla ihracat reeskont kredisi limitleri yükseltilmiş ve uygulamanın esas
ve şartları yeniden düzenlenerek bu kredilere kullanım kolaylığı getirilmiştir.
(TCMB, 2008: 46)
2008 yılının Eylül ayında özellikle ABD’deki bazı büyük finans kuruluşlarının
iflas etmesiyle daha da derinleşen küresel finans krizinin etkileri 2009 yılının ilk
yarısında da devam etmiştir. Buna bağlı olarak büyüme oranları, gelişmiş ülkeler
başta olmak üzere küresel ölçekte sert bir şekilde gerilemiştir. 2008 yılının son
çeyreğinden itibaren derinleşen küresel ekonomik krizin ülkemiz ekonomisi
üzerindeki olumsuz etkilerinin belirginleşmesiyle birlikte, iç talep 2009 yılının ilk
çeyreğinde hızlı bir şekilde gerilemiştir. Uluslararası finans piyasalarındaki
sorunların neden olduğu belirsizlikler, yurt içi kredi piyasasını da olumsuz yönde
etkilemiş, kredi hacmi 2008 yılının son ve 2009 yılının ilk çeyreğinde hızla
gerilemiştir. Bunun yanı sıra yüksek seyretmeye devam eden işsizlik oranları da
ihtiyati tasarruf eğilimini artırarak tüketim harcamalarını sınırlamıştır. Yılın ikinci
çeyreğinde mali tedbirlerin katkısıyla toparlanma gösteren iç talep, vergi
teşviklerinin kademeli biçimde geri alınmasıyla birlikte tekrar yavaşlama eğilimine
girmiştir. Buna karşılık, dış talepteki kademeli toparlanma eğilimi sürmüştür. 2008
yılının son çeyreğinden itibaren hızla gerileyen ihracat ve ithalat, 2009 yılının ikinci
çeyreği itibariyle toparlanmaya başlamış, ancak yılın tamamında her iki kalemde de
bir önceki yıla göre önemli ölçüde düşüşler yaşanmıştır. Diğer yandan, ithalatın
ihracattan daha hızlı bir şekilde gerilemesi sonucunda 2009 yılında dış ticaret açığı
ve cari açık önceki yıla kıyasla belirgin bir şekilde daralmıştır. Krize karşı uygulanan
287
mali önlem paketleri çerçevesinde kamu harcamalarının artması ve yurt içi iktisadi
faaliyetteki daralmaya bağlı olarak vergi gelirlerinin düşmesi, bütçe açığının
genişlemesine yol açmış, kamu borcunun GSYİH’ye oranı yükselmiştir. Fiyat
istikrarını temel amaç olarak alan para politikası stratejisi çerçevesinde 2006 yılının
başında uygulanmaya başlanan açık enflasyon hedeflemesi rejimine 2009 yılında da
devam edilmiştir. 2009 yılında TCMB, fiyat istikrarı temel amacı ile çelişmemek
koşuluyla krizin iktisadi faaliyet ve finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini
sınırlamaya yönelik politikalara odaklanmıştır. Bu çerçevede, bir yandan kısa vadeli
faiz oranları süratli bir şekilde aşağı çekilirken, diğer yandan dengeleyici bir likidite
politikası izlenerek kredi piyasasındaki tıkanıklığın giderilmesi hedeflenmiştir. Yılın
sonlarına doğru iktisadi faaliyette ılımlı bir toparlanma sürecine girildiği
algılamasının güçlenmesiyle faiz indirimleri kademeli olarak yavaşlatılmış ve Aralık
ayında politika faizleri sabit tutulmuştur. Bu gelişmeler sonucunda, 2009 yılında
politika faiz oranları toplam 850 baz puan indirilmiştir. (TCMB, 2009: 25)
Dış
ticaret
açığı
bakımından,
mevsimsellikten
arındırılmış
verilerle
incelendiğinde GSYİH, küresel ekonomide yaşanan gelişmelerin ekonomimiz
üzerindeki etkilerinin belirginleşmesi sonucunda 2008 yılının son çeyreğinde sert
düşüş göstermiştir. 2008 yılının son çeyreğinde dış talepte gözlenen keskin
daralmanın sanayi sektörü ile bağlantısı güçlü olan hizmet sektörlerine yayılan
olumsuz etkisi, iş gücü piyasasına da belirgin biçimde yansımıştır. İşsizlik
oranlarının tarihsel anlamda da yüksek düzeylere çıkmasıyla birlikte, dış talebin
ardından 2009 yılı ilk çeyreğinde iç talep koşulları da hızla bozulmuştur. 2008 yılının
son çeyreğinin ardından 2009 yılının ilk çeyreğinde de iktisadi faaliyette sert düşüş
yaşanmıştır. 2009 yılının son çeyreğine ilişkin göstergeler iktisadi faaliyette yavaş
fakat istikrarlı bir toparlanma eğilimine işaret etmektedir. Küresel toparlanma
hızında ılımlı bir düzeye işaret eden orta vadeli görünüm de iktisadi faaliyette yavaş
ve kademeli toparlanma öngörüsünü desteklemiştir. Bu doğrultuda, toplam talep
koşullarının enflasyona düşüş yönünde yaptığı katkı 2009 yılında da devam etmiştir.
(TCMB, 2009: 34)
Ödemeler dengesindeki gelişmelere bakacak olursak, 2008 yılının son üç aylık
döneminden itibaren gerek iç ve dış talepteki daralmadan, gerek ham petrol ve demir
çelik başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki hızlı düşüşten dolayı hızla gerileyen
288
ihracat ve ithalat, 2009 yılının ikinci çeyreğinden itibaren toparlanmaya başlamıştır.
Toplam mal ihracatı 2009 yılında yüzde 22,1 oranında azalarak 109,7 milyar ABD
dolarına, toplam mal ithalatı ise aynı dönemde yüzde 30,7 oranında azalarak 134,4
milyar ABD dolarına gerilemiştir. Bu gelişmeler sonunda dış ticaret açığı 2008
yılında 53 milyar ABD dolarından 2009 yılında 24,7 milyar ABD dolarına
gerilemiştir.
Küresel krizin turizm gelirleri üzerine olumsuz etkileri, ortalama
harcamada düşüş olarak ortaya çıkmıştır. 2009 yılında turizm gelirleri yüzde 3,2
gerilemiştir. Söz konusu gerileme temelde ortalama turizm harcamalarının
düşmesinden kaynaklanmış olup, aynı dönemde ziyaretçi sayısı yüzde 3,3 artmıştır.
Diğer hizmet kalemlerindeki iyileşme neticesinde hizmetler fazlasındaki gerileme
yüzde 5,3 ile sınırlı kalmıştır. Böylece, 2008 yılının Ağustos ayında yıllık olarak 49,2
milyar ABD dolarına kadar çıkan cari işlemler açığı, 2009 yılında 13,9 milyar ABD
dolarına gerilemiştir. Uluslararası finans krizinin etkisi sermaye hareketlerinde de
gözlenmiş ve 2009 yılında sermaye girişleri belirgin olarak azalmıştır. Alt kalemler
itibariyle incelendiğinde, net doğrudan yatırımlar yüzde 61,7 gerileyerek 6 milyar
ABD doları dolayında gerçekleşmiş, portföy yatırımları 0,2 milyar ABD doları,
Hazine Müsteşarlığı’nın net tahvil ihracı ise 1,8 milyar ABD doları olmuştur. Özel
sektör, uzun vadeli dış borçlanmasının gerilemesi neticesinde net ödeyici konumuna
gelmiş, kısa vadeli dış borç kullanımlarında ise belirgin bir değişim görülmemiştir.
Bu gelişmeler sonucunda 2009 yılında resmi rezervler 0,1 milyar ABD doları
artarken, bankaların döviz varlıkları 6 milyar ABD doları azalmış, net hata ve noksan
kalemi 8,4 milyar ABD doları pozitif bakiye vermiştir. (TCMB, 2009: 35)
2009 yılında küresel iktisadi faaliyetteki daralma ve krize karşı alınan
dengeleyici mali tedbirler, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde kamu
sektörü bütçe açıklarının ve borç oranlarının yükselmesine yol açmıştır. Söz konusu
küresel eğilime paralel olarak, 2009 yılında ülkemizde de kamu sektörünün bütçe
açığı artmış, borcun milli gelire oranı yükselmiştir. Türkiye’de önceki yıllarda
uygulanan mali disiplin çerçevesinde kamu sektörü bütçe açığı ve borcun milli gelire
oranı hızlı bir şekilde gerileyerek hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülke
ortalamalarının oldukça altına inmiştir. 2009 yılı merkezi yönetim bütçe açığı, OVP
(Orta Vadeli Program) tahminlerinden daha iyi gerçekleşmiştir. Buna rağmen,
merkezi yönetim bütçesi 2009 yılında 52,2 milyar Türk Lirası açık verirken, faiz dışı
289
denge 1,0 milyar Türk Lirası fazla vermiştir. Faiz dışı harcamaların hedeflenenin
üzerinde, vergi gelirlerinin ise hedeflenenin altında artış göstermesi, bütçe
performansındaki bozulmanın başlıca nedenleri olarak öne çıkmaktadır. Faiz dışı
harcama kalemlerinden cari transferlerin harcama artışında belirleyici bir rol
oynadığı göze çarpmaktadır. (TCMB, 2009: 38)
2008 yılı Eylül ayında derinleşen ve 2009 yılının özellikle ilk yarısında,
gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, küresel ölçekte etkilerini gösteren krizin
hafiflemesine paralel olarak, küresel ekonomi 2010 yılı boyunca toparlanmaya
devam etmiştir. Bu dönemde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler büyüme
performansları açısından belirgin bir ayrışma göstermiş; küresel büyümeyi, büyük
oranda, güçlü büyüme performansı sergileyen gelişmekte olan ülkeler sürüklerken,
küresel krizin kaynağı olan gelişmiş ülkelerdeki büyüme ise yavaş ve kırılgan bir
görünüm arz etmiştir. Küresel iktisadi gelişmeler Türkiye ekonomisi üzerinde de
belirleyici rol oynamıştır. Nitekim 2010 yılında küresel krizin etkilerinin
hafiflemesiyle ekonomideki toparlanma belirgin hale gelmiştir. Yıllıklandırılmış
GSYİH’ de 2010 yılının ilk çeyreği itibariyle pozitif büyümeye geçilmiştir. 2010
yılının ilk dokuz ayında GSYİH artışı ise yüzde 8,9 olarak gerçekleşmiş ve Türkiye
OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülke olmuştur. GSYİH harcama kalemleri
itibariyle incelendiğinde, krize karşı alınan mali ve parasal tedbirler sayesinde
belirsizliklerin azaldığı, tüketici güveninin arttığı ve kredi koşullarının iyileştiği,
dolayısıyla tüketim ve yatırım kararlarının olumlu yönde etkilendiği görülmektedir.
Bu dönemde büyüme, özel kesim talebi başta olmak üzere nihai yurt içi talep
kaynaklı gerçekleşirken, net ihracat dış talepteki zayıf görünüm ve ithal mal
talebindeki hızlı toparlanma sonucu büyümeye olumsuz katkıda bulunmuştur. Bu
dönemde gerçekleşen iktisadi gelişmeler paralelinde TCMB, 14 Nisan 2010
tarihinde, kredi piyasasında gözlenen olumlu gelişmeleri ve iktisadi faaliyetteki
toparlanma eğilimini de dikkate alarak, kriz sırasında başvurulan likidite
önlemlerinin geri alınmasını ve para politikasının operasyonel çerçevesinin
normalleştirilmesini içeren çıkış stratejisini açıklamıştır. Böylece, TCMB, kriz
döneminde devreye sokulan geçici likidite desteklerini geri çekmiş; bu çerçevede,
piyasaya ihtiyacından fazla sağlanan likiditeyi kademeli olarak azaltırken, zorunlu
karşılık oranlarını artırmıştır. Bu dönemde, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın
290
beklenenden olumlu seyretmesi, kredi derecelendirme kuruluşlarından gelen not
artırımları, referandum sürecinin sona ermesiyle siyasi belirsizliğin azalması ve
güncellenen OVP’ nin mali disiplinin süreceğine işaret etmesi gibi Türkiye
ekonomisine özgü olumlu koşullar, küresel ölçekte hızlanan sermaye akımlarının
etkilerinin ülkemizde daha belirgin hissedilmesine zemin hazırlamıştır. Yoğun
sermaye akımları ise hızlı kredi genişlemesi kanalıyla finansal istikrara ilişkin
kaygıları gündeme getirmiştir. Buna ek olarak, bu dönemde Türkiye ekonomisinin
nihai yurt içi talep kaynaklı büyümesi; öte yandan, aynı dönemde net ihracatın
büyümeye negatif katkı sağlaması, yoğun sermaye akımlarının cari açık üzerindeki
olası riskleri açısından da yakından izlenmesini gerektirmiştir. Bu çerçevede, TCMB,
fiyat istikrarını sağlama ve sürdürme temel amacı ile çelişmemek ve kuruluş kanunu
ile tanımlanan finansal sistemde istikrarı sağlayıcı tedbirleri almak görevi
doğrultusunda, temel politika aracı olan kısa vadeli faizlerle birlikte, likidite
yönetimi ve zorunlu karşılıklar gibi alternatif araçların da etkin biçimde kullanıldığı
bir politika bileşimini uygulamaya başlamıştır. Döviz alım ihalelerinin esnek bir
yapıya kavuşturulması, Türk Lirası zorunlu karşılıklara faiz ödemesi uygulamasına
son verilmesi, likidite yönetiminin operasyonel yapısının değiştirilmesi ve küresel
ölçekte parasal genişlemeden kaynaklanan sermaye girişlerini daha uzun vadeli
yatırım araçlarına yönlendirmek amacıyla Kasım ve Aralık aylarında alınan bir dizi
yeni tedbiri içeren politika bileşimi, para politikasının etkinliğini artırmayı ve makro
finansal riskleri sınırlamayı hedeflemiştir. (TCMB, 2010: 27)
Ödemeler dengesine bağlı gelişmelere bakıldığında, Avrupa’da yaşanan kamu
mali görünümü kaynaklı gelişmelerin etkisiyle dış talebin zayıf seyrini korumasına
karşın iç talebin görece istikrarlı artması sonucu, 2010 yılında dış ticaret açığının
hızla genişlediği göze çarpmaktadır. 2010 yılında toplam mal ihracatı yüzde 10,3
oranında artarak 121 milyar ABD dolarına, toplam mal ithalatı ise yüzde 31,8
oranında artarak 177,3 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Bu gelişmeler sonunda dış
ticaret açığı, 2010 yılında, önceki yıla oranla 31,4 milyar ABD doları artış
kaydederek 56,3 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Zayıf dış talep koşullarının
etkisiyle ihracat artış hızı yılın üçüncü çeyreğinden itibaren belirgin olarak
yavaşlamıştır. 2009 yılı boyunca küresel durgunluk ve emtia fiyatlarındaki düşüş
nedeniyle yıllık bazda gerileyen dış ticaret fiyatları, 2010 yılında tekrar artmaya
291
başlamıştır. Özellikle emtia fiyatlarındaki artışın yılın ikinci yarısında hızlanmasıyla
birlikte ithalat fiyatlarındaki artışın ihracat fiyat artışları üzerinde gerçekleşmesi, dış
ticaret hadlerinde belirgin bozulmaya yol açmıştır. Dış ticaret açığındaki büyümenin
yanı sıra 2010 yılında hizmet giderlerindeki hızlı artışa bağlı olarak net hizmet
gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 15,2 oranında gerileyerek cari açığa
olumsuz katkıda bulunmuştur. Bu dönemde, ülkemizden çıkış yapan ziyaretçi
sayısının artmış olmasına karşın ortalama harcamaların düşmesi sonucu turizm
gelirleri yüzde 2,1 oranında gerilemiştir. Bunun yanı sıra, ithalat artışının etkisiyle
taşımacılık giderleri de bu dönemde artış göstermiştir. Böylece, 2009 yılında 14,3
milyar ABD dolarına gerileyen cari işlemler açığı, 2010 yılında 48,6 milyar ABD
dolarına yükselmiştir.
Birçok gelişmiş ülkede uygulanan genişletici para
politikasının etkisiyle 2010 yılında küresel likidite bollaşmış, buna bağlı olarak
gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları hızlanmıştır. Bu durum
Türkiye’yi de etkilemiş ve 2010 yılında portföy kaynaklı sermaye girişleri 16,3
milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Doğrudan yatırım girişleri ise, bu dönemde, yüzde
3,9 oranında artarak 7,1 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Öte yandan, özel
sektör net kredi geri ödeyicisi olmuş; bankalar ise özellikle kısa vadeli kredi
kullanımını artırmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, 2010 yılında resmi rezervler 12,8
milyar ABD doları artarken, bankaların döviz varlıkları 13,7 milyar ABD doları
azalmış; net hata ve noksan kalemi 4,3 milyar ABD doları pozitif bakiye vermiştir.
(TCMB, 2010: 37)
Kamu maliyesi ve borç stoku bakımından ele aldığımızda, küresel ekonomik
kriz nedeniyle iktisadi faaliyette ortaya çıkan daralmanın kamu gelirlerini önemli
ölçüde azaltması ve krizin etkilerini hafifletmeye yönelik olarak uygulanan geniş
kapsamlı mali teşvik paketleri, gelişmiş ülkelerde daha belirgin olmak üzere, küresel
ölçekte kamu mali açığının ve borç stokunun artmasına yol açmıştır. Aralarında
Türkiye’nin de yer aldığı birçok gelişmekte olan ülke ise, uyguladıkları mali teşvik
programlarının göreli olarak daha küçük çaplı olması, iktisadi faaliyetteki
toparlanmanın daha hızlı gerçekleşmesi ve küresel krize görece düşük bütçe açığı ve
borç stoku ile girmeleri nedeniyle kamu maliyesi dengeleri açısından daha olumlu bir
görünüm sunmuştur.
Nitekim 2010 yılında iktisadi faaliyetteki toparlanmanın
öngörülenden daha hızlı gerçekleşmesi ve faiz giderlerindeki düşüşler, Türkiye
292
ekonomisinde kamu maliyesi dengelerini olumlu etkilemiştir. Ekonomideki hızlı
büyüme eğilimine ve yapılan vergi ayarlamalarına bağlı olarak artan vergi gelirleri
bütçe performansındaki iyileşmenin temel kaynağını oluştururken, faiz dışı
harcamaların artış hızının göreli olarak yavaşlaması ve iç borçlanma faiz
oranlarındaki gerilemeye bağlı olarak faiz giderlerinin belirgin olarak azalması da
kamu maliyesi dengelerine olumlu katkıda bulunmuştur. 2011-13 dönemini kapsayan
ve 2010 yılının Ekim ayında kamuoyuna açıklanan OVP’ ye göre, faiz dışı bütçe
harcamalarının 2010 yılından itibaren kademeli olarak azaltılması öngörülmüştür.
Bunun yanı sıra, iç borçlanma faizlerinde gerçekleşen düşüşle birlikte faiz
giderlerinde de azalma beklentisine girilmiştir. Vergi gelirlerinin ise vergi
denetimlerinin güçlendirilmesi ve vergi tabanının genişletilmesine yönelik yasal ve
idari düzenlemelerle artırılması amaçlanmaktadır. Bütçe açıklarının aşamalı olarak
azaltılmasıyla birlikte kamu borcunun GSYİH’ye oranının da 2010 yılından itibaren
düşüş eğilimine gireceği öngörülmektedir. 2010 yılında merkezi yönetim bütçesi
39,6 milyar Türk lirası açık verirken, faiz dışı denge 8,7 milyar Türk lirası fazla
vermiştir. 2010 yılında bütçe açığının azalmasıyla birlikte kamu kesimi borçlanma
gereğinin düşmesi ve hızla gerileyen iç borçlanma faiz oranları, borç stoku
dinamiklerini olumlu yönde etkilemiştir. Ayrıca, kamu borç yönetiminin yasal ve
idari çerçevesinin geliştirilmesine ve uzun vadeli bir bakış açısıyla oluşturulan
borçlanma stratejilerine bağlı olarak borç stokunun yapısı iyileştirilmiş, kamu
borcunun dış şoklara karşı duyarlılığı azalmıştır. OVP hedefleri çerçevesinde, bütçe
açıklarının aşamalı olarak azaltılmasıyla birlikte kamu kesimi borç stokunun
GSYİH’ye oranında 2010 yılında başlayan düşüş eğiliminin orta vadede devam
edeceği öngörülmektedir. (TCMB, 2010: 40-42)
Genel itibari ile söz konusu dönemin para politikası uygulamalarına
değinilecek olursa,
TCMB, 2009 yılının son çeyreğinden itibaren enflasyon ve
büyümeye ilişkin öngörüleri konusunda kamuoyu ile iletişimini güçlendirmiş ve
fiyatlama davranışlarının bozulmasını önlemeye odaklanmıştır. 2010 yılının ilk
çeyreğinde yaşanan gelişmeler, TCMB’nin öngörülerini doğrular nitelikte olmuş ve
politika faizinin bir süre daha mevcut düzeyinde tutulması görüşünü ve uzun süre
düşük düzeyde seyretmesinin gerekliliğine ilişkin para politikası duruşunu
desteklemiştir. Bunun sonucunda, para politikası kararlarının beklentiler üzerindeki
293
etkinliği güçlenmiştir. TCMB, küresel krizin finansal piyasalar üzerindeki etkisinin
hafiflemesiyle birlikte, kriz sırasında alınan likidite önlemlerinin geri alınmasını ve
para politikasının operasyonel çerçevesini normalleştirmeyi içeren çıkış stratejisini
14 Nisan 2010 tarihinde açıklamıştır. Bu çerçevede, repo ihaleleri aracılığıyla
piyasaya ihtiyacın üzerinde sağlanan likidite, para piyasalarındaki normalleşmeye
paralel olarak kademeli biçimde azaltılmıştır. Piyasadaki likidite koşullarının
öngörüldüğü şekilde gelişmesiyle Mayıs ayında çıkış stratejisi kapsamındaki teknik
faiz ayarlaması sürecinin ilk adımı atılarak 1-hafta vadeli repo ihale faiz oranlarının
politika faiz oranı olarak belirlenmesine karar verilmiştir. Buna ek olarak, Eylül
ayında teknik faiz ayarlaması sürecinin ikinci adımı atılarak 1-hafta vadeli repo ihale
faiz oranı ile gecelik işlemler için ilân edilen borçlanma faizi arasındaki fark 25 baz
puan artırılmıştır. TCMB, fiyat istikrarı sağlama ve sürdürme öncelikli amacı ve
finansal istikrarı gözetmek görevi doğrultusunda, makro finansal riskleri kontrol
altında tutmaya yönelik olarak temel politika aracı olan 1-hafta vadeli repo ihale faiz
oranına ek olarak diğer para politikası araçlarını da aktif şekilde kullanmıştır. Bu
çerçevede 2010 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarında alınan kararlarla TCMB’nin
gecelik piyasada uyguladığı borçlanma faiz oranı yüzde 5,75’ten yüzde 1,50’ye
indirilmiş, borç verme faiz oranı ise 0,25 puan artırılarak yüzde 9’a çıkarılmıştır.
Benzer bir düzenleme geç likidite penceresi faiz oranlarında da uygulanmıştır.
Ayrıca, TCMB, yılın ikinci yarısında ivme kazanan kredi genişlemesi ile ABD ve
Avrupa ekonomilerindeki niceliksel genişleme politikalarının devam etmesiyle artan
sermaye girişlerinin makro finansal riskleri gündeme getirmesi sonucunda daha
düşük bir politika faizi, daha geniş bir faiz koridoru ve daha yüksek zorunlu karşılık
oranlarından oluşan yeni bir politika bileşimini uygulamaya koymuştur. (TCMB,
2010: 43)
Kredi genişlemesi de dikkate alınarak Türk lirası zorunlu karşılık oranı Eylül
ve Kasım aylarında 0,50’şer puan artırılarak yüzde 6 düzeyine yükseltilmiştir. Buna
ek olarak, zorunlu karşılık oranlarının makroekonomik ve finansal riskleri azaltıcı
araçlardan biri olarak daha etkin şekilde kullanılabilmesini sağlamak amacıyla Eylül
ayında Türk lirası zorunlu karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına son verilmiştir.
Bu düzenlemelerin yanı sıra, Türk lirası zorunlu karşılık oranlarına yönelik olarak
Aralık ayında kapsamlı bir düzenlemeye daha gidilmiştir. Bankacılık sisteminde
294
yükümlülüklerin vadesinin uzatılması ve yabancı sermaye girişlerinin daha uzun
vadeye yönlendirilmesi amacına yönelik olarak Türk lirası zorunlu karşılık oranları
vadelere göre farklılaştırılmış, daha önce zorunlu karşılığa tabi olmayan yurt içi ve
yurt dışı repo işlemlerinden sağlanan bazı fonlar da zorunlu karşılık kapsamına
alınmıştır. Diğer taraftan, 3-ay vadeli repo ihalelerine olan ihtiyacın azaldığı dikkate
alınarak, 15 Ekim 2010 tarihi itibariyle söz konusu ihalelere son verilmiştir. Çıkış
stratejisi çerçevesinde aşamalı teknik faiz ayarlaması sürecinin tamamlanmasıyla
birlikte temel fonlama aracının 1-hafta vadeli repo ihaleleri olması; buna karşılık,
kısa vadeli diğer borç verme ve borçlanma imkânlarının gecelik vadede olması
nedeniyle, benzer nitelikteki likidite yönetimi araçları arasındaki vade uyumunu
sağlamak amacıyla, 15 Ekim 2010 tarihinden itibaren açık piyasa işlemleri
çerçevesinde piyasa yapıcısı bankalara tanınan repo imkânının sadece gecelik vadede
kullandırılmasına karar verilmiştir. Türk lirası zorunlu karşılık oranının artırılması
yanında, Eylül ayında Türk lirası zorunlu karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına da
son verilmiştir. 1 Ekim 2010 tarihli yükümlülük döneminden geçerli olmak üzere
alınan Türk lirası ve yabancı para zorunlu karşılık oranlarındaki artışlar ile piyasadan
2,1 milyar TL ile 1,5 milyar ABD doları çekilmiştir. 12 Kasım 2010 tarihli
yükümlülük döneminden geçerli olmak üzere gerçekleştirilen TL zorunlu karşılık
oranı artışı ile de piyasanın likiditesi 2,1 milyar TL azaltılmıştır. Diğer yandan 2010
yılının dördüncü çeyreğinde döviz alım ihaleleri kapsamında piyasadan toplam 5,85
milyar ABD doları alınmış ve karşılığında 7,97 milyar TL’lik likidite sağlanmıştır.
Aynı zamanda, likidite yönetimi araç çeşitliliğinin ve operasyonel esnekliğinin
sürdürülebilmesi amacıyla 23 Aralık 2009 tarihinde başlanan DİBS (Devlet İç
Borçlanma Senetleri) alım ihalelerine bu çeyrekte de devam edilmiş, bunun
sonucunda piyasaya 1,01 milyar TL’lik likidite sağlanmıştır. Gerek DİBS gerekse
döviz alımları 2010 yılının son çeyreğinde likiditeyi artırıcı yönde etkide
bulunmuştur. Bu dönemde, Hazine’nin TCMB nezdindeki ortalama hesap bakiyesi
bir önceki çeyreğe kıyasla azalarak likidite açığını daraltıcı yönde etki yapmıştır.
Bunlara karşın, para tabanında gözlenen yüksek miktardaki artış, yılın dördüncü
çeyreğinde bankacılık sisteminin net likidite açığının önceki çeyreğe kıyasla
artmasına yol açmıştır. (TCMB, 2010: 44)
295
Küresel ölçekte etkilerini gösteren krizin hafiflemesine paralel olarak, 2010
yılından itibaren toparlanma eğilimi gösteren küresel ekonomi, bu eğilimini 2011
yılında yavaşlayarak da olsa sürdürmüştür. Öte yandan, 2010 yılında gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler arasında büyüme performansları açısından gözlenen belirgin
ayrışma, 2011 yılında da devam etmiştir. Bu durum, söz konusu ülkelerdeki para
politikası uygulamalarına da yansımıştır. Nitekim küresel kriz sonrasında gelişmiş
ülkeler, krizin etkilerini hafifletmek amacıyla ek parasal genişleme uygulamış ve
özellikle kriz sonrası oluşan bilanço sorunlarını çözmeye odaklanmıştır. Buna
karşılık, aralarında ülkemizin de bulunduğu gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülke
merkez bankaları tarafından uygulanan ek parasal genişleme politikaları sonucu artan
küresel likidite ve getiri arayışının yol açtığı hızlanan sermaye akımları sonucu
oluşan makro finansal riskleri yönetmeye yoğunlaşmıştır. Bu doğrultuda, birçok ülke
merkez bankası daha kapsamlı politika arayışına girerek, fiyat istikrarına ek olarak
finansal istikrarı da gözeten bir çerçeveyi esas almaya başlamıştır. Merkez
bankalarının sorumluluk alanını genişleten bu yaklaşımla birlikte geleneksel para
politikası araçlarının yanı sıra makro finansal riskleri azaltıcı araçlar da yaygın
şekilde kullanılmaya başlanmıştır. 2008 küresel krizi sonrasındaki dönemde, Türkiye
ekonomisinde, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın beklenenden olumlu seyretmesi,
kredi derecelendirme kuruluşlarından gelen not artırımları, referandum sürecinin
sona ermesiyle siyasi belirsizliğin azalması ve güncellenen OVP’ nin mali disiplinin
süreceğine işaret etmesi gibi Türkiye’ye özgü olumlu koşullar, küresel ölçekte
hızlanan sermaye akımlarının etkilerinin ülkemizde daha belirgin hissedilmesine
zemin hazırlamıştır. Bunun sonucunda, kısa vadeli yurt dışı finansman imkânları bol
ve düşük maliyetli olarak sağlanabilmiş; bunun yol açtığı hızlı kredi genişlemesi ve
Türk lirasının giderek değerlenmesi ise, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren makro
finansal risklerin ve dış dengesizliklerin birikmesine sebep olmuştur. Buna ek olarak,
bu dönemde, Türkiye ekonomisinin nihai yurt içi talep kaynaklı büyümesi; öte
yandan, aynı dönemde net ihracatın büyümeye negatif katkı sağlaması, yoğun
sermaye akımlarının cari açık üzerindeki olası riskleri açısından da yakından
izlenmesini gerektirmiştir. (TCMB, 2011: 27)
2011 yılı ödemeler dengesi gelişmeleri incelendiğinde, küresel kriz sonrası
toparlanma sürecinde, Türkiye ekonomisi güçlü bir seyir izlemiş; buna karşın,
296
toparlanma hızları itibariyle iç ve dış talep farklı eğilim göstermiştir. Bu çerçevede,
2011 yılında iç talepte gözlenen güçlü seyre paralel olarak ithalat hızla artarken,
görece zayıf seyreden dış talebe bağlı olarak ihracat ancak ılımlı bir toparlanma
sergileyebilmiştir. Yılın ikinci yarısında, iç ve dış talep arasındaki dengelenmeyi
sağlamak amacıyla alınan politika tedbirlerinin etkisiyle ithalatta görülen belirgin
yavaşlamaya karşın, 2011 yılında dış ticaret açığı artmaya devam etmiştir. Böylece,
2011 yılında ödemeler dengesi tanımlı toplam mal ihracatı yıllık yüzde 18,7 oranında
artarak 143,5 milyar ABD dolarına, toplam mal ithalatı ise yıllık yüzde 31,3 oranında
artarak 232,9 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Bu gelişmeler sonucunda dış ticaret
açığı, söz konusu dönemde, önceki yılın aynı dönemine göre 33,0 milyar ABD doları
artış kaydederek 89,4 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Net hizmet gelirleri, 2011
yılında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 17,7 oranında artmıştır. Söz
konusu artışta, net turizm gelirlerindeki yükselişin yanı sıra, diğer taşımacılık
gelirlerindeki artış da etkili olmuştur. 2011 yılında bir önceki yılın aynı dönemine
göre turizm gelirleri ve giderleri sırasıyla yüzde 10,6 ve yüzde 3,1 oranında artmıştır.
Türkiye’yi ziyaret eden turist sayısının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9,9
oranında artmış olması, söz konusu dönemde turizm gelirlerinin yükselmesinde etkili
olmuştur. Diğer taraftan, gelir dengesinden kaynaklanan net çıkışlar, 2011 yılında bir
önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 8,2 oranında artarak 7,7 milyar ABD doları
olarak gerçekleşmiştir. Faiz giderlerindeki yüksek oranlı azalmaya karşın, doğrudan
yatırım ve portföy yatırımı kaynaklı giderlerdeki artışlar gelir hesabının
bozulmasında belirleyici olmuştur. Böylece, 2010 yılında yüzde 6,4 seviyesinde
gerçekleşen cari işlemler açığının milli gelire oranı, 2011 yılında yüzde 9,8’e
yükselmiştir. 2011 yılında, rezerv değişimleri (TCMB, bankalar ve diğer sektörler)
ile IMF kredileri hariç tutulduğunda, 51,6 milyar ABD doları net sermaye girişi
gerçekleşmiştir. 2011 yılında, önceki yılın aksine, bankacılık dışı özel sektörün net
kredi kullanıcısı olduğu gözlenmiştir. Bankaların ve diğer sektörlerin uzun ve kısa
vadeli kredileri, doğrudan yabancı yatırımlar (DYY) ile yabancıların DİBS alımları
kaynaklı portföy yatırımları, net sermaye girişlerinin temel belirleyicileri olmuştur.
Bu dönemde alınan politika tedbirlerinin de etkisiyle, portföy yatırımları ile kısa
vadeli sermaye girişlerinin finansman kaynakları içinde paylarının azaldığı;
doğrudan yabancı yatırımlar ile uzun vadeli sermaye girişlerinin paylarının ise arttığı
297
gözlenmiştir. Bu gelişmeler sonucunda, 2011 yılında resmi rezervler 1,8 milyar ABD
doları azalırken, bankalar ve özel sektörün döviz varlıkları 12,4 milyar ABD doları
azalmış; net hata ve noksan kalemi ise 12,2 milyar ABD doları pozitif bakiye
vermiştir (TCMB, 2011: 39 - 40)
Kamu maliyesi ve borç stoku açısından durum değerlendirmesi yapıldığında,
merkezi yönetim bütçesi 2011 yılında 17,4 milyar Türk lirası açık verirken, faiz dışı
denge 24,8 milyar Türk lirası fazla vermiştir. 2011 yılında, bütçe performansında
geçen yıla göre gözlenen iyileşmede, ekonomik canlanmaya paralel olarak artan
vergi gelirleri ve faiz giderlerindeki azalmanın yanı sıra, 6111 Sayılı Bazı
Alacakların Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun kapsamında 2011 yılının
Aralık ayı itibariyle tahsil edilen yaklaşık 13,3 milyar Türk lirası tutarındaki gelir
belirleyici olmuştur. Buna ek olarak, faiz dışı harcamalardaki artış hızının görece
yavaşlaması da bütçe açığındaki düşüşe olumlu yönde katkıda bulunmuştur
Yapılandırılması Hakkında Kanun kapsamında 2011 yılının Aralık ayı itibariyle
tahsil edilen yaklaşık 13,3 milyar Türk lirası tutarındaki gelir belirleyici olmuştur.
Buna ek olarak, faiz dışı harcamalardaki artış hızının görece yavaşlaması da bütçe
açığındaki düşüşe olumlu yönde katkıda bulunmuştur.
2011 yılında uygulanan
basiretli para politikası ile uyumlu maliye ve borç yönetimi politikaları ve 2009
yılının son çeyreğinden itibaren iktisadi faaliyetin öngörülenden daha hızlı
toparlanması, kamu maliyesi dengelerini ve dolayısıyla kamu borç stoku
göstergelerini olumlu yönde etkilemiştir. Bunun yanı sıra, kamu borç yönetiminin
yasal ve idari çerçevesinin geliştirilmesine ve hazinenin uzun vadeli bir bakış açısıyla
oluşturduğu borçlanma stratejilerine bağlı olarak, borç stokunun yapısı iyileştirilmiş;
borçlanmanın reel maliyeti önemli oranda düşürülmüş ve kamu borcunun dış şoklara
karşı duyarlılığı azaltılmıştır. (TCMB, 2011: 45 - 46)
2011 yılı para politikası uygulamaları ele alınacak olursa,
küresel kriz
sonrasında gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının krizin etkilerini sınırlamak
amacıyla uyguladıkları parasal genişleme politikalarının gelişmekte olan birçok ülke
üzerinde olduğu gibi Türkiye’de de önemli yansımaları olduğu gözlenebilir. Bu
dönemde kısa vadeli yurt dışı finansman imkânlarının bol ve düşük maliyetli olarak
sağlanabilmesi, hızlı kredi genişlemesine ve Türk lirasının giderek değerlenmesine
yol açarak, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren makro finansal risklerin ve dış
298
dengesizliklerin birikmesine yol açmıştır. Kısa vadeli sermaye girişlerinin iç ve dış
talebin büyüme hızlarındaki ayrışma eğilimini güçlendirmesi, cari işlemler açığının
hızla artmasına neden olmuş ve makro finansal riskleri azaltıcı yönde önlem
alınmasını gerekli kılmıştır.
uyguladığı
politikalarla,
2011
TCMB, 2010 yılının son çeyreğinden itibaren
döneminde
enflasyon
görünümünün
olumlu
seyretmesinin de sağladığı imkân dâhilinde, ekonominin kademeli olarak daha
sağlıklı bir büyüme patikasına yönlendirilmesine ilişkin politikalar uygulamaya
başlamıştır. Bu çerçevede TCMB, bir yandan kısa vadeli faizleri düşük tutarak
sermaye girişlerini caydırmayı amaçlayan, diğer yandan zorunlu karşılık oranlarını
artırarak kredi artış hızını ve iç talebi kontrol altında tutmayı hedefleyen bir stratejiyi
uygulamaya koymuştur. Buna ek olarak, finansal sistemin yükümlülüklerinin
uzatılması da destekleyici bir amaç olarak benimsenmiştir. Yeni politika bileşimi
kapsamında, politika faizi olan bir hafta vadeli repo faizi oranı 2010 yılı Aralık ve
2011 Ocak aylarında alınan kararlarla yüzde 7’den yüzde 6,25’e düşürülmüştür.
Politika faizindeki indirimlere ek olarak, gecelik borçlanma faizi de aynı dönemde
düşürülerek faiz koridoru genişletilmiştir. Böylelikle, gecelik piyasada oluşan faiz
oranlarının politika faiz oranından daha düşük seviyede oluşmasına izin verilerek
gecelik piyasa faizlerinde aşağı yönlü oynaklığın artırılması ve kısa vadeli sermaye
girişlerinin azaltılması mümkün olmuştur. 2011 yılı Ocak, Mart ve Nisan aylarında
alınan kararlarla Türk lirası zorunlu karşılık oranlarının ağırlıklı ortalamasında güçlü
bir artışa gidilmiştir. Ayrıca, Nisan ayında yabancı para zorunlu karşılık oranlarında
vadeye göre farklılaştırmaya gidilerek kısa vadeli yabancı para zorunlu karşılık
oranları sınırlı oranda artırılmıştır. Alınan bu tedbirler Türk lirası üzerindeki aşırı
değerlenme baskısının giderilmesini sağlamıştır. Ancak, 2011 yılı Ağustos ayından
itibaren küresel büyümeye ve bazı Avrupa ülkelerindeki kamu borcu sorununa ilişkin
endişelerin giderek derinleşmesi, küresel ekonomide yeni bir yavaşlama riskini
artırmıştır. Söz konusu durumun dış talebi olumsuz etkileyebileceği; iç talepte ise
artan küresel belirsizlik nedeniyle yavaşlamanın devam edebileceği ve dolayısıyla,
iktisadi faaliyetin hızında bir süredir gözlenen yavaşlamanın süreceği öngörüsüyle,
TCMB, 4 Ağustos 2011’de olağanüstü bir toplantı düzenleyerek, politika faizinde 50
baz puan indirime gitmiştir. Buna ek olarak, risk iştahının daha da bozulması halinde
dengeleyici likidite tedbirlerinin etkili bir şekilde devreye sokulabilmesini
299
sağlayabilmek amacıyla, gecelik borçlanma faizi yükseltilerek faiz koridoru
daraltılmıştır. Ayrıca, bankacılık sisteminin likidite ihtiyacını azaltmaya yönelik
olarak Türk lirası zorunlu karşılıklarda bazı düzenlemeler yapılmıştır. Türk lirasında
Ağustos ayından itibaren küresel risk iştahının bozulmasıyla ortaya çıkan aşırı değer
kaybı ve yılın son çeyreğinde fiyatı yönetilen/yönlendirilen ürünlerdeki ayarlamalar
nedeniyle, kısa vadede enflasyondaki yükselişin öngörülenden daha hızlı olacağı
anlaşılmıştır. Bu durumun orta vadeli enflasyon beklentilerini ve görünümünü
etkilemesini engellemek amacıyla TCMB, Ekim ayında borç verme faizlerini önemli
ölçüde artırarak faiz koridorunu yukarı doğru genişletmiştir. Bu çerçevede, TCMB,
piyasaya yapılan fonlamayı ayarlayarak para piyasasındaki gecelik faiz oranlarının
politika faizinden daha yüksekte oluşmasına izin vermiştir. Diğer taraftan, gecelik
faiz oranlarındaki artışın likidite koşullarında arzu edilmeyen bir sıkılaşmaya yol
açmaması için de Türk lirası zorunlu karşılık oranları Ekim ayında düşürülmüştür.
Ayrıca, bankaların likidite yönetimlerini kolaylaştırmak ve toplam fonlama
maliyetlerini öngörebilmelerine yardımcı olmak amacıyla Kasım ayında repo
ihalelerine ilişkin düzenleme yapılmış ve 27 Aralık 2011 tarihinden itibaren her hafta
cuma günü geleneksel yöntemle gerçekleştirilecek bir ay vadeli repo ihalesi
düzenlenmeye başlanmıştır. Ekim ayında alınan kararla faiz koridorunun yukarı
doğru genişletilmesi ve likidite koşullarının sıkılaştırılması, gecelik piyasada oluşan
faizleri önemli ölçüde artırmıştır. Parasal sıkılaştırma ile birlikte getiri eğrisi kısa
vadelerde daha belirgin olmak üzere tüm vadelerde yukarı yönlü bir hareket
göstermiştir. TCMB, enflasyon beklentilerini kontrol altına almak ve orta vadeli
enflasyon risklerini dengelemek amacıyla Ekim 2011’de güçlü bir parasal
sıkılaştırmaya gitmiştir. Ayrıca TCMB, mevcut konjonktürde ikincil etkileri
sınırlamak açısından enflasyondaki düşüşün beklentilerden daha önce başlamasının
önem taşıdığı değerlendirmesinde bulunarak, 29 Aralık 2011 tarihinden itibaren ek
parasal sıkılaştırmaya gitmiştir. Ek parasal sıkılaştırma temel olarak açık piyasa
işlemleri yoluyla sağlanmıştır. Politika faizinden yapılan fonlama miktarı geçici bir
süre için azaltılarak normal günler için ilan edilen alt sınırın altına düşürülmüştür.
Gerektiği durumda, bu işlemleri destekleyici yönde, sterilize edilmemiş (etkili) döviz
satışları ve doğrudan müdahaleler kullanılmıştır. (TCMB, 2011: 46 -49)
300
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında büyümeye ilişkin görülen ayrışma
ve bunun sonucunda para politikalarında oluşan farklılıkların bir yansıması olarak
ortaya çıkan makro finansal riskleri kontrol altında tutabilmek amacıyla, TCMB,
fiyat istikrarını sağlama ve sürdürme temel amacı ile çelişmemek koşuluyla, 2111
sayılı Kanun ile tanımlanan finansal sistemde istikrarı sağlayıcı tedbirleri almak
görevi doğrultusunda yeni bir para politikası stratejisi oluşturmuştur. Bu yeni strateji
çerçevesinde, TCMB, fiyat istikrarını sağlamayı temel amaç olarak korurken, makro
finansal istikrarı da dikkate almaya başlamıştır. Bu doğrultuda, birden fazla amaca
yönelik olarak uygulanan para politikasının gerektirdiği araç çeşitliliğini sağlamak
amacıyla, temel politika aracı olan kısa vadeli faizlere ek olarak, gecelik borç alma
ve borç verme faizleri arasında oluşan faiz koridoru ile zorunlu karşılıkların araç
olarak bir arada kullanıldığı bir politika bileşimi tasarlanmıştır. 2010 yılının son
aylarında uygulamaya başlanılan yeni strateji çerçevesinde, söz konusu dönemde
enflasyon görünümünün olumlu seyretmesinin de sağladığı imkân dâhilinde, makro
finansal risklerin azaltılmasına yönelik politikalar geliştirilmiştir. Bu doğrultuda,
geleneksel politika aracı olan bir hafta vadeli repo ihalelerine ek olarak zorunlu
karşılıklar, faiz koridoru ve diğer likidite politikaları kullanılmaya başlanmıştır. Yeni
politika stratejisinin esas alındığı Kasım 2010’dan Avrupa ekonomilerindeki
belirsizliklerin hızla yoğunlaştığı Ağustos 2011’e kadar, TCMB, kısa vadeli sermaye
akımlarının sınırlanması ve döviz kurundaki aşırı değerlenmenin önlenmesini
hedeflemiştir. Buna ek olarak, TCMB, yurt içinde kredilerin ve talebin daha
kontrollü biçimde büyümesinin sağlanması ile iç ve dış talep arasındaki ayrışmanın
dengelenmesine odaklanmıştır. Makro finansal riskleri azaltmak amacıyla uygulanan
politikaların da etkisiyle, yılın ikinci yarısında ekonomide dengelenme süreci
gözlenmeye başlanmıştır. Nitekim yılın ilk yarısında hızlı büyüme oranları
kaydedilmesine ve net ihracatın büyümeye negatif katkı sağlamasına karşılık, üçüncü
çeyrekte net ihracat büyümeye pozitif yönde katkı sağlamaya başlamış ve büyüme
görece yavaşlamıştır. Bu çerçevede, yılın ilk çeyreğinde bir önceki yılın aynı
dönemine göre yüzde 12,0 oranında gerçekleşen GSYİH artış hızı, ikinci ve üçüncü
çeyreklerde görece yavaşlayarak, sırasıyla yüzde 8,8 ve yüzde 8,2’ye gerilemiştir.
Böylece, yılın ilk dokuz aylık döneminde GSYİH bir önceki yılın aynı dönemine
göre yüzde 9,6 oranında artış kaydetmiştir (TCMB, 2011: 27-28).
301
TCMB’nin 2012 yılında izlediği para politikasının temeli, küresel kriz sonrası
oluşan konjonktüre uygun olarak 2010 sonlarından itibaren aşamalı olarak tasarlanan
yeni politika yaklaşımına dayanmaktadır. TCMB yeni para politikası tasarımını,
2006 yılından itibaren uygulanan enflasyon hedeflemesi stratejisinin fiyat
istikrarından ödün vermeden finansal istikrarı da içine alacak şekilde yeniden
düzenlendiği bir çerçevede oluşturmuştur. Yeni oluşturulan çerçevede fiyat istikrarı
temel amacı korunmakta olup, bu amaçla uyumlu olarak para politikası uygulanırken
finansal istikrara ilişkin riskler daha yakından dikkate alınmaktadır. Diğer bir
ifadeyle, finansal istikrarın daha yakından gözetilmeye başlanması, para politikasının
hem yapısal hem de konjonktürel olarak birden fazla aracı kullanmasını
gerektirmektedir. Bu doğrultuda, 2012 yılında para politikası uygulaması
çerçevesinde, faiz koridoru, etkin likidite yönetimi, zorunlu karşılıklar, Rezerv
Opsiyonu Mekanizması gibi politika araçları aktif olarak kullanılmıştır. TCMB
sermaye hareketlerindeki oynaklığın makro finansal açıdan oluşturabileceği riskleri
sınırlamak amacıyla son dönemde Rezerv Opsiyon Mekanizması adı verilen bir para
politikası aracı geliştirmiştir. Bu aracın sağladığı imkân sayesinde bankaların Türk
lirası zorunlu karşılıklarının bir kısmını döviz ve altın cinsinden tutmalarına izin
verilmektedir. Bu imkânın hangi ölçüde kullanılabileceğini belirlemek için Rezerv
Opsiyon Oranı tanımlanmaktadır. Birim Türk lirası zorunlu karşılık başına tesis
edilebilecek döviz veya altın karşılığı ise Rezerv Opsiyonu Katsayısı ile
belirlenmektedir. TCMB, 2012 yılının ilk çeyreğinde küresel risk algılamalarındaki
olumlu seyre karşın maliyet unsurlarına dair yukarı yönlü risklerin canlılığını
koruması nedeniyle temkinli bir para politikası izlemiştir. Küresel ölçekte alınan
parasal genişlemeye ilişkin kararlar göz önüne alınarak Şubat ayında faiz
koridorunun üst sınırı 100 baz puan düşürülmüştür. Öte yandan, petrol fiyatları ve
diğer maliyet unsurlarında gözlenen artışların enflasyon beklentilerini bozmasını
engellemek amacıyla 23-29 Mart 2012 tarihleri arasında ek parasal sıkılaştırmaya
gidilmiştir. TCMB, yılın ikinci çeyreğinde enflasyondaki geçici artışların enflasyon
görünümünü bozmasını engellemek amacıyla ek parasal sıkılaştırmanın daha sık
uygulanabileceğini vurgulamıştır. Bu doğrultuda, 11-17 Nisan, 4-11 Mayıs ve 21-25
Mayıs tarihleri arasında ek sıkılaştırmaya gidilmiştir. Mayıs ayı Para Politikası
Kurulu toplantısında mevcut sıkı duruş korunmuş ve bu çerçevede 31 Mayıs - 4
302
Haziran tarihleri arasında ek parasal sıkılaştırma gerçekleştirilmiştir. Nitekim yılın
ikinci çeyreğinde miktar ihalesi ile yapılan haftalık repo fonlaması dışındaki
alternatif fonlama araçları ilk çeyreğe göre daha fazla kullanılmıştır. Takip eden
dönemde para politikası temkinli duruşunu devam ettirmiş, bununla birlikte risk
iştahının artmasına paralel olarak Temmuz ayında gerek ortalama fonlama faizinin
gerek gecelik piyasada oluşan faizin daha düşük seviyelerde oluşması sağlanmıştır.
Mayıs ayı Para Politikası Kurulu toplantısında finansal istikrarı desteklemek
amacıyla döviz rezerv opsiyonu imkânı bir miktar artırılarak yüzde 40’tan yüzde
45’e çıkarılmıştır. Öte yandan, Türk lirası zorunlu karşılıkların Türk lirası veya döviz
cinsinden tesis edilmesindeki maliyet farkının azaltılması amacıyla, ilave imkânlar
için Rezerv Opsiyonu Katsayısı uygulamasına başlanmıştır. Böylelikle, Türk lirası
zorunlu karşılık yükümlülüklerinin yüzde 40’lık ilk dilimine denk gelen tutarın
önceden olduğu gibi “1”, yüzde 5’lik ikinci dilimine denk gelen tutarın ise “1,4”
katsayısıyla çarpılması suretiyle bulunan toplam tutar üzerinden, ABD doları ve /
veya Euro cinsinden tesis edilmesine imkân tanınmıştır. Söz konusu imkân Haziran
ve Temmuz aylarında 5’er puanlık artışlarla yüzde 55’e yükseltilmiş ve yüzde 5’lik
üçüncü ve dördüncü dilimlere denk gelen tutar için “1,7” ve “1,9” katsayıları
belirlenmiştir. TCMB, yılın üçüncü çeyreğinde gelişmiş ülke merkez bankalarının
ek parasal genişlemeye gitmesinin sermaye akımlarını hızlandırma potansiyeli
taşıması sebebiyle gecelik borç verme faiz oranını Eylül ayında 150 ve Ekim ayında
50 baz puan indirerek faiz koridorunu daraltılmış, ancak küresel ekonomiye dair
belirsizliklerin sürmesi nedeniyle para politikası esnekliğini korumaya devam
etmiştir.
Finansal
istikrarı
desteklemek
amacıyla
TL
zorunlu
karşılık
yükümlülüklerinin ilk yüzde 40’lık dilimine denk gelen tutara ilişkin ROK’ un
“1,1”e yükseltilmesine karar verilmiştir. Ayrıca, aynı amaç doğrultusunda
hâlihazırda yüzde 25 olan Türk lirası zorunlu karşılıkların altın olarak tesis
edilebilmesine ilişkin üst sınır yüzde 30’a yükseltilmiş ve yüzde 5’lik ilave dilime
denk gelen tutara ilişkin Rezerv Opsiyon Katsayısı “2” olarak belirlenmiştir. Yılın
son çeyreğinde küresel risk iştahındaki artış, enflasyon görünümündeki iyileşme ve
ekonomideki dengelenme sürecinin belirginleşmesine karşın, küresel ekonomiye dair
belirsizliklerin sürmesi nedeniyle TCMB makro finansal riskleri de gözeterek esnek
para politikası uygulamalarına devam etmiştir. (TCMB, 2012d: 29 - 32)
303
Özetle, küresel kriz sonrasında gelişmiş ülkelerin genişletici para ve maliye
politikalarının
gelişmekte
olan
ülkeler
üzerindeki
olumsuz
yansımalarının
hissedilmeye başlandığı 2010 yılı sonlarında TCMB tarafından tasarlanmaya
başlanan yeni para politikası yaklaşımı, 2011 yılında büyük ölçüde şekillenmiş; 2012
yılında ise yeni politika araçlarıyla zenginleştirilmiştir. Olası şoklara karşı daha
esnek bir yapı oluşturulmasına dayanan bu yaklaşım iç ve dış talebin dengelenmesine
önemli katkıda bulunarak makro finansal riskleri azaltmıştır. Bu çerçevede 2012 yılı,
iktisadi dengelenme sürecinin belirginleştiği, enflasyonda istikrarlı bir düşüşün
gözlendiği, öte yandan iktisadi faaliyetin ise büyümeye devam ettiği bir yıl olmuştur.
(TCMB, 2012d: 37)
Çalışmanın ilgili bölümlerinde de belirtildiği gibi, merkez bankaları, toplum
refahını artırmada bir ön koşul ve uzun vadeli nihai hedefleri olan fiyat istikrarını
sağlamak amacıyla para politikası araçlarını kullanırlar. Bu süreçte fiyat istikrarı ile
doğrudan ilgili olan finansal istikrar da merkez bankalarının gözetmeleri gereken
önemli bir husustur. Merkez bankalarının fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlamak
için uyguladıkları politikalar sonucunda döviz kuru ve faiz oranlarında meydana
gelen değişmeler merkez bankalarının bilançolarını etkilemektedir. Merkez Bankası
bilançosunun pasif kalemler toplamı parasal yetki kurumunun diğer kesimlere
yükümlülüklerini göstermektedir. Merkez Bankası, çeşitli para politikası araçları ile
topluma karşı olan bu yükümlülüklerini değiştirebilmektedir. Pasif kalemlerdeki
hareketler sonucu ekonominin likiditesi ayarlanırken likiditenin hangi kanallardan
sağlandığı Merkez Bankası bilançosunun aktif kalemlerinde izlenebilmektedir.
Merkez Bankası para politikaları, bankaların kredi kaynağını ve maliyetini
etkileyebilmektedir. Etkin bir para politikası izlenebilmesi için Merkez Bankası' nın
kendi bilanço büyüklüğünü ve bileşimini kontrol edebilmesi zorunludur.
2008 küresel krizi sonrası risk iştahının ve kısa vadeli sermaye akımlarının
oynaklığındaki yükseliş ve finansal istikrara yönelik farkındalığın artması merkez
bankalarını alternatif politika arayışlarına yönlendirmiştir. Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası da bu çerçevede 2006 yılından itibaren uyguladığı enflasyon
hedeflemesi rejimini, fiyat istikrarından ödün vermeden finansal istikrarı da içine
alacak şekilde yeniden düzenleyerek 2010 yılının sonlarından itibaren aşamalı olarak
304
yeni bir para politikası tasarımına gitmiştir. Yeni oluşturulan rejimde fiyat istikrarı
ana amacı korunmakta olup, bu amaçla uyumlu olarak para politikası uygulanırken
finansal istikrara ilişkin riskler de dikkate alınmaktadır. Finansal istikrarın
gözetilmeye başlanması para politikasının hem yapısal hem de konjonktürel olarak
birden fazla aracı kullanmasını gerektirmektedir. Finansal istikrarı gözeten bir
merkez bankası, tanım gereği para politikasını uygularken finansal kesimin işleyişine
yönelik makro riskleri dikkate almaktadır. Küresel kriz sonrası merkez bankaları
arasında giderek yaygınlık kazanan bu yaklaşım, fiyat istikrarını amaçlarken
makroekonomik dengesizlikleri ve finansal sistemde biriken riskleri göz ardı
etmemektedir. Finansal risklerin birçok sebebi olmasına rağmen, yakın tarihte ortaya
çıkan küreselleşme ile birlikte, Türkiye gibi dışa açık ekonomilerde makroekonomik
ve finansal istikrara dair risklerin daha çok küresel gelişmelerden kaynaklandığı
görülmektedir. Özellikle son yıllarda kırılgan küresel iktisadi görünüme bağlı olarak
süregelen genişleyici para politikaları, risk algılamalarındaki ani değişimler ve aşırı
oynak sermaye akımları makro finansal riskleri besleyen temel unsurlardır. Böyle bir
konjonktürde ekonominin risk iştahındaki ve dolayısıyla sermaye hareketlerindeki
ani değişimlere karşı dayanıklılığın artırılması önem taşımaktadır. Nitekim 2010 yılı
sonrasında TCMB’nin makroekonomik ve finansal istikrar vurgusunda, temelde
sermaye akımlarındaki oynaklığın yurt içi piyasalar üzerindeki olumsuz etkilerinin
azaltılması öne çıkmıştır. Sermaye akımlarındaki hareketler ve küresel likidite
çevrimleri ülkemizde yansımalarını esas olarak krediler ve döviz kurundaki
dalgalanmalar şeklinde göstermektedir. Türkiye gibi yükselen ekonomilerde yerli
para biriminin hızlı değerlenmesinden olumlu etkilenen firma bilançoları, bankaları
aşırı hızlı kredi büyümesine yönlendirebilmektedir. Dolayısıyla yeni politika
çerçevesinde krediler ve döviz kuru gibi değişkenlere ayrı bir önem atfedilmektedir.
Gerek hızlı kredi büyümesi gerekse döviz kurunda gözlenen aşırı değerlenme
ekonomide kaynak dağılımını bozmakta ve iç talebin toplam gelirden daha hızlı
büyümesine yol açarak makroekonomik istikrarı olumsuz etkilemektedir. Hızlı kredi
büyümesi aynı zamanda iktisadi yazında finansal krizleri öncüleyen önemli
değişkenlerden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Döviz kurundaki aşırı değerlenme
ise dışa açık bir ekonomide başta bilanço kanalı olmak üzere birçok kanaldan
sistematik riski artırarak makroekonomik ve finansal istikrarı bozucu etki
305
yapabilmektedir. Öte yandan, kredilerdeki ani bir daralma veya yerli paradaki aşırı
değer kaybı da makroekonomik ve finansal istikrar açısından arzu edilmeyen
durumlardır. Dolayısıyla sermaye akımlarındaki oynaklığın etkilerinin yumuşatılması
için kredilerin makul oranlarda büyümesi ve döviz kurundaki gelişmelerin iktisadi
temellerle uyumlu olması önem taşımaktadır. TCMB’nin son iki yıldır geliştirdiği
politika çerçevesinin bu perspektiften değerlendirilmesi gerekmektedir. TCMB, 2010
yılının sonlarından itibaren finansal istikrarı da gözeten farklı bir politika tasarımına
giderek araç kümesini çeşitlendirmiştir (TCMB, 2012c: 2-4). Bu doğrultuda TCMB,
fiyat istikrarından ödün vermeden finansal istikrarı da desteklemek amacıyla son iki
yılda faiz koridoru ve Rezerv Opsiyonu Mekanizması gibi yeni araçlar geliştirmiştir.
Merkez Bankası tarafından yayınlanan raporlar ve basın duyuruları incelendiğinde
2007-2012 yılları arasında para politikaları ile ulaşılmak istenen hedeflerden
sapmalar olduğu anlaşılmaktadır. Bu sapmaların 2007 yılında ortaya çıkan, 2008
yılında etkileri iyice belirginleşen ve sonraki yıllarda etkilere hafifleyerek süren
küresel finansal krizin büyük ölçüde etkili olduğu söylenebilir. Merkez Bankası
çalışmamıza konu olan dönemde ulaşılmak istenen hedefler doğrultusunda parasal
stratejiler ve operasyonel araçlar geliştirmiştir. Hedeflerden sapmalar ve ekonomik
konjonktür çerçevesinde bu stratejiler ve araçlar sürekli revize dilmiş hatta bazen
köklü değişikliklere gidilmiştir. Çalışmamıza konu olan veri dönemde bağımsız
değişkenlerimizin bağımlı değişkenler üzerindeki etkisini açıklama konusunda
sınırlılıklar yaratan en önemli etkenin finansal piyasalardaki küresel kriz olduğu
söylenebilir. Çalışma sonucunda bağımsız değişkenlerin ödemeler dengesi ve dış
borçlar üzerinde toplu olarak etkili oldukları sonucuna varılmasına rağmen veri
dönemdeki rakamsal gerçekleşmelere bakıldığında özellikle ödemeler dengesinde
dalgalanmalar gözlenmektedir. Bu dalgalanmaların küresel ve yerel konjonktürel
dalgalanmalardan ve kriz sonrası etkilerden kaynaklandığı söylenebilir.
306
EK 1: GENEL YÖNETİM ÇERÇEVE HESAP PLANI
Çerçeve Hesap Planının Genel Yapısı
Çerçeve hesap planı; bilanço hesapları, faaliyet hesapları, bütçe hesapları ve
nazım hesaplar ana bölümlerine ayrılır. Bilanço hesapları bölümü, 1 numaradan 5
numaraya kadar olan ana hesap gruplarından; faaliyet hesapları bölümü, 6 numaralı
ana hesap grubundan; bütçe hesapları bölümü, 8 numaralı ana hesap grubundan;
nazım hesaplar bölümü ise, 9 numaralı ana hesap grubundan oluşur. 7 numaralı ana
hesap grubu Yönetmelikte yer alan muhasebe ilke ve standartlarına aykırı olmamak
şartıyla, kamu idarelerinin yönetim ve maliyet muhasebesi ihtiyaçları için kullanılır.
Ana hesap grupları aşağıda gösterildiği gibi isimlendirilir.
1) Dönen Varlıklar
2) Duran Varlıklar
3) Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar
4) Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar
5) Öz Kaynaklar
6) Faaliyet Hesapları
7) Maliyet Hesapları
8) Bütçe Hesapları
9) Nazım Hesaplar
Ana hesap gruplarından 1-5 numaralı gruplar bilanço hesapları olup, kendi
içinde aşağıdaki maddelerde gösterildiği gibi hesap gruplarına ayrılır ve her bir ana
hesap grubunu ilgilendiren işlemler ait oldukları hesap grubu içinde açılacak ilgili
bilanço hesaplarına kaydedilir. Her bilanço hesabı ayrıca ihtiyaca göre yeteri kadar
yardımcı hesaplara ayrılabilir.
Faaliyet hesapları ana hesap grubunun hesap gruplarına, hesap gruplarının
hesaplara ve hesapların yardımcı hesaplara ayrılması, gelir ve giderlerin ekonomik
ayrımına uygun olarak Yönetmeliğin ilgili maddelerinde belirtilen bilgileri verecek
şekilde yapılır.
Bütçe hesapları ana hesap grubunun hesap gruplarına, hesap gruplarının
hesaplara ve hesapların yardımcı hesaplara ayrılması, bütçe gelir ve giderlerinin
ekonomik ayrımına uygun olarak Yönetmeliğin ilgili maddelerinde belirtilen bilgileri
verecek şekilde yapılır.
Nazım hesaplar ana hesap grubu, kurumların ihtiyaçlarına göre sınıflandırılır.
Genel yönetim muhasebesi çerçeve hesap planı aşağıdaki ana hesap grupları,
hesap grupları ve hesaplardan oluşur:
307
Aktif Hesaplar
1 Dönen Varlıklar
10 Hazır Değerler
100 Kasa Hesabı
101 Alınan Çekler Hesabı
102 Banka Hesabı
103 Verilen Çekler ve Gönderme Emirleri Hesabı (-)
104 Proje Özel Hesabı
105 Döviz Hesabı
106 Döviz Gönderme Emirleri Hesabı (-)
107 Elçilik ve Konsolosluk Nezdindeki Paralar Hesabı
108 Diğer Hazır Değerler Hesabı
109 Banka Kredi Kartlarından Alacaklar Hesabı
11 Menkul Kıymet ve Varlıklar
110 Hisse Senetleri Hesabı
111 Özel Kesim Tahvil, Senet ve Bonoları Hesabı
112 Kamu Kesimi Tahvil, Senet ve Bonolar Hesabı
117 Menkul Varlıklar Hesabı
118 Diğer Menkul Kıymet ve Varlıklar Hesabı
12 Faaliyet Alacakları
120 Gelirlerden Alacaklar/Alıcılar Hesabı
121 Gelirlerden Takipli Alacaklar Hesabı
122 Gelirlerden Tecilli ve Tehirli Alacaklar Hesabı
126 Verilen Depozito ve Teminatlar Hesabı
127 Diğer Faaliyet Alacakları Hesabı
128 Şüpheli Alacaklar Hesabı
129 Şüpheli Alacaklar Karşılığı Hesabı (-)
13 Kurum Alacakları
130 Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı
131 Para Piyasası Nakit İşlemleri Alacakları Hesabı
132 Kurumca Verilen Borçlardan Alacaklar Hesabı
137 Takipteki Kurum Alacakları Hesabı
138 Takipteki Kurum Alacakları Karşılığı Hesabı (-)
139 Diğer Kurum Alacakları Hesabı
14 Diğer Alacaklar
140 Kişilerden Alacaklar Hesabı
15 Stoklar
150 İlk Madde ve Malzeme Hesabı
151 Yarı Mamuller-Üretim Hesabı
152 Mamuller Hesabı
153 Ticari Mallar Hesabı
157 Diğer Stoklar Hesabı
158 Stok Değer Düşüklüğü Karşılığı Hesabı (-)
16 Ön Ödemeler
160 İş Avans ve Kredileri Hesabı
161 Personel Avansları Hesabı
162 Bütçe Dışı Avans ve Krediler Hesabı
308
164 Akreditifler Hesabı
165 Mahsup Dönemine Aktarılan Avans ve Krediler Hesabı
166 Proje Özel Hesabından Verilen Avans ve Akreditifler Hesabı
167 Doğrudan Dış Proje Kredi Kullanımları Avans ve Akreditifleri Hesabı
17 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Maliyetleri
170 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Maliyetleri Hesabı
18 Gelecek Aylara Ait Giderler ve Gelir Tahakkukları
180 Gelecek Aylara Ait Giderler Hesabı
181 Gelir Tahakkukları Hesabı
19 Diğer Dönen Varlıklar
190 Devreden Katma Değer Vergisi Hesabı
191 İndirilecek Katma Değer Vergisi Hesabı
194 Teyitsiz Doğrudan Dış Proje Kredi Kullanımları Hesabı
197 Sayım Noksanları Hesabı
198 Diğer Çeşitli Dönen Varlıklar Hesabı
2 Duran Varlıklar
21 Menkul Kıymet ve Varlıklar
217 Menkul Varlıklar Hesabı
218 Diğer Menkul Kıymet ve Varlıklar Hesabı
22 Faaliyet Alacakları
220 Gelirlerden Alacaklar /Alıcılar Hesabı
222 Gelirlerden Tecilli ve Tehirli Alacaklar Hesabı
227 Diğer Faaliyet Alacakları Hesabı
23 Kurum Alacakları
230 Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı
232 Kurumca Verilen Borçlardan Alacaklar Hesabı
239 Diğer Kurum Alacakları Hesabı
24 Mali Duran Varlıklar
240 Mali Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı
241 Mal ve Hizmet Üreten Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı
242 Döner Sermayeli Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı
248 Diğer Mali Duran Varlıklar Hesabı
25 Maddi Duran Varlıklar
250 Arazi ve Arsalar Hesabı
251 Yeraltı ve Yerüstü Düzenleri Hesabı
252 Binalar Hesabı
253 Tesis, Makine ve Cihazlar Hesabı
254 Taşıtlar Hesabı
255 Demirbaşlar Hesabı
256 Diğer Maddi Duran Varlıklar Hesabı
257 Birikmiş Amortismanlar Hesabı (-)
258 Yapılmakta Olan Yatırımlar Hesabı
259 Yatırım Avansları Hesabı
26 Maddi Olmayan Duran Varlıklar
260 Haklar Hesabı
263 Araştırma ve Geliştirme Giderleri Hesabı
264 Özel Maliyetler Hesabı
309
267 Diğer Maddi Olmayan Duran Varlıklar Hesabı
268 Birikmiş Amortismanlar Hesabı (-)
27 Özel Tükenmeye Tabi Varlıklar
271 Arama Giderleri Hesabı
277 Diğer Özel Tükenmeye Tabi Varlıklar Hesabı
278 Birikmiş Tükenme Payları Hesabı (-)
28 Gelecek Yıllara Ait Giderler ve Gelir Tahakkukları
280 Gelecek Yıllara Ait Giderler Hesabı
281 Gelir Tahakkukları Hesabı
29 Diğer Duran Varlıklar
293 Gelecek Yıllar İhtiyacı Stoklar Hesabı
294 Elden Çıkarılacak Stoklar ve Maddi Duran Varlıklar Hesabı
297 Diğer Çeşitli Duran Varlıklar Hesabı
299 Birikmiş Amortismanlar Hesabı (-)
Pasif Hesaplar
3 Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar
30 Kısa Vadeli İç Mali Borçlar
300 Banka Kredileri Hesabı
302 Para Piyasası Nakit İşlemleri Borçları Hesabı
303 Kamu İdarelerine Mali Borçlar Hesabı
304 Cari Yılda Ödenecek Tahviller Hesabı
305 Bonolar Hesabı
306 Çıkarılmış Diğer Menkul Kıymetler Hesabı
309 Kısa Vadeli Diğer İç Mali Borçlar Hesabı
31 Kısa Vadeli Dış Mali Borçlar
310 Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı
32 Faaliyet Borçları
320 Bütçe Emanetleri Hesabı
322 Bütçeleştirilecek Borçlar Hesabı
325 Nakit Talep ve Tahsisleri Hesabı
329 Diğer Çeşitli Borçlar Hesabı
33 Emanet Yabancı Kaynaklar
330 Alınan Depozito ve Teminatlar Hesabı
332 Okul Pansiyonları Hesabı
333 Emanetler Hesabı
337 Mutemetlikler Cari Hesabı
338 Konsolosluk Cari Hesabı
339 Risk Hesabı
34 Alınan Avanslar
340 Alınan Sipariş Avansları Hesabı
349 Alınan Diğer Avanslar Hesabı
35 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Hakedişleri
350 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Hakedişleri Hesabı
36 Ödenecek Diğer Yükümlülükler
360 Ödenecek Vergi ve Fonlar Hesabı
361 Ödenecek Sosyal Güvenlik Kesintileri Hesabı
310
362 Fonlar veya Diğer Kamu İdareleri Adına Yapılan Tahsilât Hesabı
363 Kamu İdareleri Payları Hesabı
368 Vadesi Geçmiş, Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Vergi ve Diğer
Yükümlülükler Hesabı
37 Borç ve Gider Karşılıkları
372 Kıdem Tazminatı Karşılığı Hesabı
379 Diğer Borç ve Gider Karşılıkları Hesabı
38 Gelecek Aylara Ait Gelirler ve Gider Tahakkukları
380 Gelecek Aylara Ait Gelirler Hesabı
381 Gider Tahakkukları Hesabı
39 Diğer Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar
391 Hesaplanan Katma Değer Vergisi Hesabı
397 Sayım Fazlaları Hesabı
399 Diğer Çeşitli Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar Hesabı
4 Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar
40 Uzun Vadeli İç Mali Borçlar
400 Banka Kredileri Hesabı
403 Kamu İdarelerine Mali Borçlar Hesabı
404 Tahviller Hesabı
407 Çıkarılmış Diğer Menkul Kıymetler Hesabı
409 Uzun Vadeli Diğer İç Mali Borçlar Hesabı
41 Uzun Vadeli Dış Mali Borçlar
410 Dış Mali Borçlar Hesabı
42 Faaliyet Borçları
429 Diğer Faaliyet Borçları Hesabı
43 Diğer Borçlar
430 Alınan Depozito ve Teminatlar Hesabı
438 Kamuya Olan Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Borçlar Hesabı
439 Diğer Çeşitli Borçlar Hesabı
44 Alınan Avanslar
440 Alınan Sipariş Avansları Hesabı
449 Alınan Diğer Avanslar Hesabı
47 Borç ve Gider Karşılıkları
472 Kıdem Tazminatı Karşılığı Hesabı
479 Diğer Borç ve Gider Karşılıkları Hesabı
48 Gelecek Yıllara Ait Gelirler ve Gider Tahakkukları
480 Gelecek Yıllara Ait Gelirler Hesabı
481 Gider Tahakkukları Hesabı
49 Diğer Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar
499 Diğer Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar Hesabı
5 Öz Kaynaklar
50 Net Değer
500 Net Değer / Sermaye Hesabı
51 Değer Hareketleri
510 Nakit Hareketleri Hesabı
511 Muhasebe Birimleri Arası İşlemler Hesabı
512 Proje Özel Hesabından Kullanımlar Hesabı
311
513 Doğrudan Dış Proje Kredi Kullanımları Bildirim Hesabı
519 Değer Hareketleri Sonuç Hesabı
52 Yeniden Değerleme Farkları
522 Yeniden Değerleme Farkları Hesabı
54 Yedekler
540 Yasal Yedekler Hesabı
541 Statü Yedekleri Hesabı
542 Olağanüstü Yedekler Hesabı
548 Diğer Yedekler Hesabı
549 Özel Fonlar Hesabı
57 Geçmiş Yıllar Olumlu Faaliyet Sonuçları
570 Geçmiş Yıllar Olumlu Faaliyet Sonuçları Hesabı
58 Geçmiş Yıllar Olumsuz Faaliyet Sonuçları
580 Geçmiş Yıllar Olumsuz Faaliyet Sonuçları Hesabı (-)
59 Dönem Faaliyet Sonuçları
590 Dönem Olumlu Faaliyet Sonucu Hesabı
591 Dönem Olumsuz Faaliyet Sonucu Hesabı (-)
6 Faaliyet Hesapları
60 Gelir Hesapları
600 Gelirler Hesabı
61 İndirim, İade ve İskonto Hesapları
610 İndirim, İade ve İskontolar Hesabı
63 Gider Hesapları
630 Giderler Hesabı
69 Faaliyet Sonuçları
690 Faaliyet Sonuçları Hesabı
7 Maliyet Hesapları
8 Bütçe Hesapları
80 Bütçe Gelir Hesapları
800 Bütçe Gelirleri Hesabı
805 Gelir Yansıtma Hesabı
81 Bütçe Gelirlerinden Ret ve İade Hesapları
810 Bütçe Gelirlerinden Ret ve İadeler Hesabı
83 Bütçe Gider Hesapları
830 Bütçe Giderleri Hesabı
833 Bütçeden Mahsup Edilecek Ödemeler Hesabı
834 Geçen Yıl Bütçe Mahsupları Hesabı
835 Gider Yansıtma Hesabı
89 Bütçe Uygulama Sonuçları
895 Bütçe Uygulama Sonuçları Hesabı
9 Nazım Hesaplar
90 Ödenek Hesapları
900 Gönderilecek Bütçe Ödenekleri Hesabı
901 Bütçe Ödenekleri Hesabı
902 Bütçe Ödenek Hareketleri Hesabı
903 Kullanılacak Ödenekler Hesabı
904 Ödenekler Hesabı
312
905 Ödenekli Giderler Hesabı
906 Mahsup Dönemine Aktarılan Kullanılacak Ödenekler Hesabı
907 Mahsup Dönemine Aktarılan Ödenekler Hesabı
91 Nakit Dışı Teminat ve Kişilere Ait Menkul Kıymet Hesapları
910 Teminat Mektupları Hesabı
911 Teminat Mektupları Emanetleri Hesabı
912 Kişilere Ait Menkul Kıymetler Hesabı
913 Kişilere Ait Menkul Kıymet Emanetleri Hesabı
92 Taahhüt Hesapları
920 Gider Taahhütleri Hesabı
921 Gider Taahhütleri Karşılığı Hesabı
93 Verilen Garanti Hesapları
930 Verilen Garantiler Hesabı
931 Verilen Garantiler Karşılığı Hesabı
İhtiyaç duyulduğunda yeni hesaplar açmaya, hesapların adlarını ve kodlarını
belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.
Ana hesap grupları, hesap grupları ve hesaplara ilişkin açıklamalar Genel
Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 45 ila 109 uncu maddelerinde yapılmıştır.
313
KAYNAKÇA
Adıyaman, Ahmet Turan (2006) Dış Borçlarımız ve Etkileri, Sayıştay Dergisi
(62), 24-37.
Akbostancı, Elif (2012). Ödemeler Dengesi Tanımı, Türkiye’deki ve
Dünyadaki Tarihsel Gelişmelere Bakış, http://kamag.etu.edu.tr (PPT) e.t: 20.03.2013.
Akdiş, Muhammet (2001). Para Teorisi ve Politikası (1. Baskı). İstanbul:
Beta Yayınevi.
Akçay, Memduh Aslan (1997). Para Politikası Araçları Türkiye ve Çeşitli
Ülkelerdeki Uygulamalar, Devlet Planlama Teşkilatı Uzmanlık Yeterlilik Tezi,
Ankara.
Akkaya, Ahmet Turgut (2012). Uluslararası Borç Krizi ve Türkiye
Borçlarının Sürdürülebilirliği, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Adana.
Aksu, Mehtap (2007). Mashall - Lerner Yaklaşımı Çerçevesinde Reel Döviz
Kuru ve Ticaret Dengesi Arasındaki İlişki: Kuram ve Türkiye Örneği, Yüksek Lisans
Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın.
Aktan, Coşkun Can (2000). Politik İktisat, İzmir: Anadolu Matbaacılık.
Aktan, Coşkun Can, Utkulu, Utku ve Togay, Selahattin (1998). Para
Politikasının Uygulanma Süreci ve Para Politikası Uygulamalarına İlişkin Ana
Tartışmalar, Nasıl Bir Para Sistemi?, İstanbul: İMKB Yayını.
Aktan, Okan H. (1985). Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Bunalımı ve
Türkiye, H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 3,(1-2), 53.
Alexander, William E., Enoch, Charles and Balino, Thomas J.T. (1995). The
Adoption of Indirect Instruments of Monetary Policy, Washington: IMF Occasional.
Alkan, Ufuk (2007). Ödemeler Bilançosu Dengesi ve Türkiye'de Bankacılık
Sektörünün Ödemeler Dengesine Katkısının Analizi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi, Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü, İstanbul.
314
Alkın, Erdoğan, Yıldırım Kemal ve Özer Mustafa (2005). İktisada Giriş,
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Alkin, Erdoğan, Büyüme-İstikrar-Yabancı Sermaye İlişkisi, Ekonomik
İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye. TCBM İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü
www.tcmb.gov.tr, Erişim Tarihi: 03.04.2013.
Alparslan, Melike ve Ataman, Erdönmez Pelin (2000). Enflasyon
Hedeflemesi, Türkiye Bankalar Birliği Bankacılar Dergisi,(35), 3-9.
Altun, Murat (2008). 1980 Sonrası Türk Dış Borçları ve Borçlanmada Risk
Yönetimi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Atılgan, Özgür (2011). Türkiye'de Uygulanan Döviz Kuru Politikaları ve Reel
Döviz Kurunun Dış Ticaret Dengesine Etkisi (1992-2010), Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Avramovic, Dragoslav and Gulhati, Ravi (1958). Debt Servicing Capacity
and Postwar Growth in International Indebtednees, Baltimore: The John Hopkins
Press.
Aysu, Ahmet (2007). Dış Borçlanma ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye
Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.
Aysu, Yasemin (2011). 1980 Sonrası Türkiye'nin Dış Borç Sorunu ve
Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın.
Aziziov, Mais (2007). Monetarist Para Politikası Yaklaşımı ve Azerbaycan
Merkez Bankasının İzlediği Para Politikası, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Bade, Robin and Parkin, Michael (2004). Foundations of Macroeconomics
(2nd Edition). U.S.A: Pearson- Addison Wesley Education İnc.
Bal, Harun (2001). Uluslar arası Finansman, Dış Borç Yönetimi ve Türkiye,
TBB, yayın no:222.
315
Bal, Harun (1999). Uluslararası Finansman, Dış Borç Yönetimi ve Türkiye,
Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Balance Of Payments http://www2.econ.iastate.edu
BPM 5 - Balance of Payments Manual 5, www.imf.org
Bangura, Sheku, Kitabire Damoni and Powell Robert (2000). External Debt
Management in Low- Income Countries, Working Paper, IMF, Washington. No:
00/196.
Baştav, F. Leyla (2006). Türkiye Ekonomisi İçin Ekonometrik Bir Model
Çalışması - Parasal Sektör ve Ödemeler Dengesi Çerçevesinde Bir İnceleme,
Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Berber Metin, "Para ve Mal Piyasalarında Denge, Planlanan Harcama, Faiz
Oranı ve Hasıla Düzeyi; IS-LM Modeli", e.t: 20.12.2012, www.metinberber.com.
Berber, Metin (2007). Büyüme ve Kalkınma Sözlüğü, Karadeniz Teknik
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, http://www.metinberber.com
Bilir Burcu (2006). Finansal Serbestleşmenin Para Politikaları Üzerine
Etkileri: Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Birgili, Erhan, Karaca, Nevran ve Akyel, Nermin, Futures Sözleşmeler ve
Muhasebeleştirilmesi, MUFAD - Muhasebe ve Finansman Dergisi,
Sakarya
Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, http://journal.mufad.org.tr, e.t.:
15.02.2013, 113-114.
Blaug, Mark (1997). Economic Theory in Retrospect, Cambridge New York:
Cambridge University Press.
Bozkurt, Cuma (2006). Parasal Hedefleme Stratejileri: Türkiye İçin Uygun
Politika Seçimleri, Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Adana.
Börke Tunalı, Çiğdem (2007). Türkiye Ödemeler Dengesinin Yapısal ve
Parasal Sorunları, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
316
Brown, Wilson B. and Hogendorn, Jan S.(1994). International Economics:
Theory And Context (1st Edition). Massachusetts: Addison- Wesley Publishing
Company.
Burada, Michael and Wyplosz, Charles (1997). Macroeconomics A European
Text, (2nd Edition). Oxford University Press.
Cicioğlu, Şükrü (2006). Fiyat İstikrarının Sağlanmasına Yönelik Alternatif
Bir Para Politikası Stratejisi: Enflasyon Hedeflemesi. Türk Ağır Sanayii ve Hizmet
Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası İş Hukuku ve İktisat Dergisi, Ankara.
Claassen, Emil Maria (1997). Global Monetary Economics (1st Edition). New
York: Oxford University Press.
Cural, Mehmet (2012). Kalkınma Finansmanında Kamu İç- Dış Borç Yapısı,
Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Çakır, Hüseyin (2007). Dış Borçların Sürdürülebilirliği Türkiye Uygulaması,
Yüksek Lisans Tezi, T.C. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kütahya.
Çaşkurlu, Eren (2007). İç ve Dış Borçlanmada Risk Analizine Dayalı Borç
Yönetimi ve Türkiye Açısından Değerlendirilmesi (1980 ve Sonrası), Doktora Tezi,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Çekim, Erender (2009). Türkiye'de Cari Açık Sorunu, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Çelik, Ali Vefa v.d., (2006). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bilançosu
Açıklamalar, Rasyolar ve Para Politikası Yansımaları, Ankara: TCMB Yayınları.
Dağ, Ömer (2010). Genel Muhasebe İle Devlet Muhasebesi Arasındaki
Farklılıklar, Güncel Mevzuat Dergisi, 51, Ankara.
Dağ, Ömer (2013). Belediyelerde Dış Borçlar ve Muhasebeleştirilmesi, Yerel
Yönetim ve Denetim Dergisi, 2-18, Ankara.
317
Debelle Guy, Masson Paul, Savastano Miguel, and Sharma Sunil, (1998).
Inflation Targeting as a Framework for Monetary Policy, IMF Economic Issues,
No:15,http://www.imf.org e.t.:23/11/2012
Demiray, Ece (2007). Türkiye'nin Borç Analizi (1980-2006) ve Gelişmekte
Olan Ülkeler Açısından Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa.
Demirhan, İsmihan (2007). Türkiye’de Para Politikası Uygulamaları ve
Enflasyon Hedeflemesi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
DPT (2001). Devlet Planlama Teşkilatı, Borçlanma, İç ve Dış Borç Yönetimi
Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara.
Dileyici,
Dilek
(2001).
Parasal
İstikrar
Amacını
Sağlamada
Para
Politikalarının Kullanımı. Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Dergisi (2), 26.
Doğukanlı, Hatice(2001). Uluslar arası Finans (1.Baskı). Adana: Nobel
Kitabevi.
Dornbusch.
Rudiger,
Fischer
Stanley
and
Startz
Richard
(1998).
Macroeconomics (7th Edition). Irwin McGraw Hill.
Due, John F. (1996). Government Finance: Economics of The Public Sector,
(4th Edition), Richard D. Irwin Inc., Homewood, Illinois.
Duran, Mahmut (1996). Kamu Finansman Açıklarının Optimal Finansmanı,
Kamu Kesimi Finansman Açıkları, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 554, İstanbul.
Eğilmez,
Mahfi
(2007).
Para
Arzı
Sunumu
Değişti,
Radikal,
http://www.radikal.com.tr
Eker, Aytaç (2004). Kamu Maliyesi, İzmir: Birleşik Matbaacılık.
Erdem, Metin, Şenyüz, Doğan ve Tatlıoğlu İsmail (1998). Kamu Maliyesi (2.
Baskı). Bursa: Ekin Basım Yayın.
318
Erdoğan, Serdar (2007). Döviz Kuru- Ödemeler Bilançosu İlişkisi: Türkiye
Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Zonguldak.
Erkan, Hüsnü (1997). Ekonomi Politikasının Temelleri, İzmir: Kardeşler Cilt
Evi.
Eroğlu, Nadir (2004). Türkiye’de Parasal Kesim ve Merkez Bankası
İşlemlerinin Analizi, İstanbul: Der Yayınları.
Eroğlu, Ömer (2004). Para Teorisi ve Politikası Ders Notları, Isparta: SDÜ
Yayınları.
Erol, Ümit (1994). Futures Piyasaları: Teori ve Pratik, (No: 190) Ankara:
Türkiye Bankalar Birliği.
Ertek, Tümay (2006). Temel Ekonomi, Beta Yayınları, İstanbul.
Eruygur,
Ozan
H.
(2010).
İktisat
Ders
Notları,
e.t:
04.08.2012,
http://www.metu.edu.tr
Esen, Özgür Muhittin (2007). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve
Kamuyu Aydınlatabilirliği, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Evgin, Tülay (1996). Dış Borçlarımız. Hazine Dergisi, 78
Evgin, Tülay (2000). Dünden Bugüne Dış Borçlarımız. Başbakanlık Hazine
Müsteşarlığı Araştırma Ve İnceleme Dizisi No:26, http://www.econturk.org
Eyüboğlu Aksel (1995). H. Ayşe, Risk Yönetim Aracı Olarak Futures
Piyasaları, Ankara: SPK, Yayın no: 21.
Feder, Gershon and Just, Richard E. (1967). Optimal International Borrowing
Capital Allocation and Credit Worthiness Control. World Bank Reprint Series No:
159.
Friedman, Benjamin M. (1999). The Future of Monetary Policy: The Central
Bank as an Army with only a Signal Corps?. NBER Working Paper, November.
319
Froyen, Richard T. (1986). Macroeconomics Theories and Policies, London:
Coller Macmillan Publishers.
Gaygılı, Ali Kemal (2007). Finansal Açıklığın Para Politikalarının Etkinliği
Üzerine Yansımaları: Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Gayıbov, Mehman, Gelişmekte Olan Ülkelerde İzlenen Para Politikaları ve
1980 sonrası Türkiye’de Yapılan Para Politikası Uygulamaları, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Geıthner, Timothy T (2002). Assessing Sustainability (May 2002). IMF
Report: Policy Development and Review Department, May 2002 http://www.imf.org
Gönlübol,
Mehmet (1985). Uluslararası Politika, İlkeler, Kavramlar ve
Kurumlar (3. Baskı). Ankara: Sbf Yayın.
Gray, Simon and Hoggarth, Glenn (1996).
Introduction to Monetary
Operations. (3rd Edition). London: Centre for Central Banking Studies, Bank of
England, Handbooks in Central Banking No. 10.
Güçlü Çiçek, Hüseyin (2005). Türkiye'de 1994-2004 Döneminde Dış
Borçların Gelişimi ve Sürdürülebilirliği Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.
Gül, Yahya Kemal (2006). Türkiye’de 1980 Sonrası Uygulanan Para
Politikaları ve Sonuçları, Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Aydın.
Gün, Ece (2011). Petrol Fiyatlarının Cari İşlemler Dengesi Üzerine Etkisi
Türkiye Uygulaması, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Edirne.
Güneş, Hurşit (1990). Türkiye’de Para Arzını Kontrol Araçlarının Etkinliği, ,
İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, Yayın No: 1990-9.
Güran, Nevzat (2002). Makro Ekonomik Analiz (3. Baskı), İzmir: Anadolu
Matbaası.
320
Halaç, Umut (2001). Türkiye’de Para Dolanım Hızının İstikrarı: 1987-2001.
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, v5 (1), kaynak:
http://www.econturk.org/, e.t: 19/06/2012
Halloran, John A. and Lanser, Howard P. (1981). The Credit Policy Decision
in an Inflationary Environment. Financial Management Vol.10 No.5.
Hiç, Mükerrem (1994). Para Teorisi ve Politikası, (3. Baskı) İstanbul: Filiz
Kitabevi
www.biraz.tk/bankacilik/para-politikasinin-amaclari, 2012 Para Politikaları
ve Ödemeler Bilançosu Üzerine Etkileri
http://www.ekodialog.com/uluslararasi_ekonomi/doviz-kuru-sistemleri.html Esnek Kur Rejimleri ve Para Politikası
http://www.deik.org.tr - Avrupa Yatırım Bankası
http://www.ihracatklubu.com - İhracat Kredileri
http://www.imf.org - Quito Bildirisi
http://www.mfa.gov.tr/asya-kalkinma-bankasi.tr.mfa-Asya Kalkınma Bankası
http://www.muhasebe-online.com - Forward İşlemleri
Hubbard, R. Glenn (2000). Money, The Financial System and The Economy
(3rd Edition). Addison Wesley.
IMF (2008). Balance Of Payments Manual (5th Edition). USA: IMF
Işık, A. Kadir, Karayılmazlar Ekrem, Işık Hayriye ve Organ İbrahim (2005).
Devlet Borçları, Bursa: Ekin Basım Yayın.
İnce, Macit (1976). Devlet Borçlanması, Ankara: Ankara Üniversitesi
Yayınları.
İnce, Macit (1996). Maliye Politikası: Teorik Esaslar ve Temel Problemleri,
(5. Baskı). Ankara: Seçkin Kitabevi.
İnce, Macit (2001). Devlet Borçları ve Türkiye, (6. Baskı). Ankara: Gazi
Kitabevi.
321
İskenderoğlu, Lerzan (1993). Para Politikası Açısından T.C. Merkez Bankası
Bilançosu,
Merkez
Bankası
Bilançolarının
İrdelenmesi,
İstanbul:
İstanbul
Mülkiyeliler Vakfı.
İşgüden, Tamer ve Turanlı, Rona (1992). Ansiklopedik Ekonomi Sözlüğü
(Genişletilmiş 2. basım). Ankara: Bilim Teknik Yayınevi.
İyibozkurt, M. Erol (1995). Uluslar Arası İktisat Teorisi, (Gözden Geçirilmiş
3. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi.
Kademli, Sedat (2007). Para Politikalarının Reel Ekonomiye Etkisinde
Aktarım Mekanizmalarının İşleyişi ve Türkiye için Test Edilmesi, Yüksek Lisans
Tezi, Merin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin.
Kadıoğlu, Yasemin (2007). Türkiye Ekonomisinde Dış Borç Sorunu ve Dış
Borçların Sürdürülebilirliği, Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Kalenderoğlu, Mahmut,(2006). Kamu Maliyesi Bütçe ve Borçlanma (5.
Baskı), Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Karagöz, Kadir, Türkiye’de Dış Borçlanmanın Nedenleri Ekonometrik Bir
Değerlendirme. Sayıştay Dergisi (66-67), 99.
Karagöz, Mustafa (1992). Gelişmekte Olan Ülkelerin Dış Borç Sorunu ve
Türkiye'nin Dış Borçları, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Karatepe, Yalçın (2002). Finansal Açıdan Sermaye Piyasası Analizi. Ankara
Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü, Ankara.
Karluk, Rıdvan (2009). Uluslararası Ekonomi: Teori Ve Politika (9. Baskı).
İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
Kayra, Cahit (1970). Dış Finansman Teknikleri, İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Yayınları.
322
Kaytancı, Gülümser Bengül (2005). Merkez Banksı Para Politikası Tepki
Fonksiyonu: Türkiye Uygulaması (1990-2003), Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.
Keown, Arthur J., Martin John D., Petty William J. and Scott David F. Jr.
(2001). Financial Management: Principles and Applications, (9th Edition). Prentice
Hall.
Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (2001). Türkiye Ekonomisi (12. Baskı).,
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Keyder, Nur (2002). Para Teori-Politika-Uygulama (Geliştirilmiş 8. Baskı).
Ankara: Seçkin Yayın Dağıtım.
Kocaoğlu, Feyza (2005). 1990 Sonrası Türkiye'de Dış Borç Sorunu, Dış
Borçların Sürdürülebilirliği ve Dış Borç Yönetimi, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.
Koç, Asuman (2006). Elektronik Para ve Para Politikası Üzerindeki Etkileri,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Zonguldak.
Kopuz, Büşra (2010). Ödemeler Bilançosu Kalemlerinin Muhasebeleştirilme
Esasları, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul.
Kozalı, Jale (2007). Dış Borç sorunu ve dış borçların ekonomik Büyüme
üzerine etkisi: Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Krugman Paul R. and Obstfeld Maurice (2000). International Economics
Theory and Policy, (5th Edition). Addison Wesley, 367.
Leite, Sergio Pereira (1992). Monetary Policy Instruments. IMF Working
Paper. IMF Monetary and Exchange Affairs Department.
Loyd, Thomas L. (1997). Money Banking and Financial Markets
(International Edition) McGraw Hill
323
Meade, James Edward (1951). The Theory Of International Economic Policy
Volume One The Balance Of Payments, (1st Edition). UK: Oxford University Press.
Mengütürk, Muhsin (1995). International Finance, (2nd Edition), İstanbul:
Literatür Yayıncılık.
Mishkin, Frederic S. (2004). The Economics of Money, Banking and
Financial Markets, (7th Edition). Pearson Addison Wesley.
Müslümov, Alovsat, Hasanov, Mübariz ve Özyıldırım, Cenktan (2002). Döviz
Kuru Sistemleri ve Türkiye’de Uygulanan Döviz Kuru Sistemlerinin Ekonomiye
Etkileri, TÜGİAD Ekonomi Ödülleri Kitapları No: 3, İstanbul: Scala Basım, Yayım,
Tanıtım.
Oktar, Suat (1990). Merkez Bankalarının Bağımsızlığı, İstanbul: Bilim
Teknik Yayınevi.
Ongun, M. Tuba (1986). Türkiye'nin Ödemeler dengesi Sorunları (19701979), Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Ordu, Metin (2008). Ödemeler Bilançosundaki Dengesizliklerin Ekonomik
Gelişme Üzerine Olan Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.
Orhan, Osman Z. ve Erdoğan, Seyfettin (2002). Para Politikası, İstanbul:
Avcılar Ofset.
Orhan, Osman Z. ve Erdoğan, Seyfettin (2007). Para Politikası, Ankara:
Yazıt Yayın Dağıtım
Öçal, Tezer ve Çolak Ö. Faruk (1999). Finansal Sistem ve Bankalar, Ankara:
Nobel Yayın Dağıtım.
Önder, Timur (2005). Para Politikası: Araçları, Amaçları ve Türkiye
Uygulaması, Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası,
Ankara.
324
Özbek, Önder (2007). Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Sorunu ve
Türkiye İncelemesi, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Özcan, Serkan (2006). Para Politikası Tercihleri ile Finansal İstikrar
Arasındaki İlişki, Enflasyon Hedeflemesi Politikasında Finansal İstikrar ve Türkiye
Analizi, Uzmanlık Tezi, TCMB Bankacılık ve Finansal Kuruluşlar Genel Müdürlüğü,
Ankara.
Özkan, Hatice (2006). Dış Borçların Sürdürülebilirliği ve Türkiye Örneği,
Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Öztürk, Nurettin ve Durgut, Dilek (2011). Faiz Oranlarının Belirleyicileri:
Türkiye İçin Ampirik Bir Analiz. Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, cilt:3, (11), 124.
Parasız, İlker (1998). Para Politikası Türkiye Uygulaması, (5. Baskı), Bursa:
Ezgi Kitabevi Yayınları.
Parasız, İlker ve Bildirici, Melike (2003). Finansal Makro Ekonomi (1.
Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
Parasız, İlker (1992). Para Banka ve Finansal Piyasalar, (4. Baskı), Bursa:
Ezgi Kitabevi.
Parasız, İlker (1993). Makro Ekonomi, Bursa: Ezgi Kitabevi.
Parasız, İlker (2003). Para Teorisi ve Politikası, Türkiye Uygulamaları (6.
Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi.
Parasız, İlker (2005). Para Banka ve Finansal Piyasalar, Bursa: Ezgi
Kitabevi.
Parasız, İlker (1996). Uluslararası Para Sistemi (3. Baskı). Bursa: Ezgi
Kitabevi.
Parkin Michael, Melanie Powell and Matthews, Kent (2000). Economics (4th
Revised Edition). Addison Wesley Financial Times Prentice Hall
Paya, Merih (2002). Para Teorisi ve Para Politikası (3. Baskı). İstanbul: Filiz
Kitabevi.
325
Pirimoğlu, Baki (1990). Para Politikası, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
Rodrigues, Jason (2009). The Bank of England: A Brief History, Key
Moments in The Development of The Second Oldest Central Bank in The World.
The Guardian 8 January. http://www.guardian.co.uk, e.t.:15.01.2013
Saatcioğlu, Cem, (a)İstanbul SMMM Odası Arşivi, Devalüasyon ve Etkileri.
archive.ismmmo.org.tr.
Saatcioğlu, Cem,(b) İstanbul SMMM Odası Arşivi, Ödemeler Dengesi Ve
Türkiye Açısından Bir Değerlendirme, archive.ismmmo.org.tr.
Sakal, Mustafa (2003). Türkiye’de Mali Disiplin Sorunu: Kamu Açıkları ve
Borçlanmanın Sürdürülebilirliği, 1988-2000 Dönem Analizi (1. Baskı). Ankara:
Gazi Kitabevi.
Salvatore, Dominick (1995). International Economics (5th Edition). New
York: Prentice Hall.
Saparbay Kızı, Şayırgül (2007). Kırgızistan’da Dış Borçlanma ve Dış Borç
Yönetim Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Bişkek.
Sarı, Müslim, Dış Borç Yönetimi ve Türkiye Uygulamaları, Uzmanlık
Yeterlilik Tezi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Ankara.
Savaş, Vural (1982). İktisat Politikasına Giriş (2. Baskı). İstanbul: Ar Yayın
Dağıtım.
Seiber, Marilyn J. (1982). İnternational Borrowing By Developing Countries,
New York: Pergamon Press.
Serin, Vildan (1987). Para Politikası: Tarihi, Teorik Gelişmeler ve Türkiye
Uygulaması, İstanbul: Fatih Yayınevi.
Sert,
Gülşah
(2005).
Ekonomik
İstikrara
Yönelik
Para
Politikası
Stratejileri:1990-2003 Dönemi Türkiye Analizi, Yüksek Lisans Tezi, Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
326
Seyidoğlu, Halil (2003). Uluslararası İktisat Teori, Politika ve Uygulama,
(Geliştirilmiş 15.Baskı). İstanbul: Güzem Can Yayınları
Seyidoğlu, Halil (2003a). Uluslararası Finans (4. Baskı). İstanbul: Güzem
Can Yayınları No: 19.
Seyidoğlu, Halil (2003b). Uluslararası İktisat Teori, Politika ve Uygulama,
(15. Baskı). İstanbul: Güzem Can Yayınları No: 20.
Seyidoğlu, Halil (2009). Uluslararası İktisat Teori Politika ve Uygulama,
(Geliştirilmiş 17. Baskı). İstanbul: Güzem Can Yayınları No: 24.
Sheila, C. Dow (2005). Axioms and Babylonian Thought: A Reply. Journal
of Post Keynesian Economics, 27 (3), 385-391.
Sodersten, Bo (1984). International Economics, London: Macmillan
Publishers Ltd.
Stalder, Felix (2001). Making Money: Notes on Technology as Environment,
Ph.D. Thesis, University of Toronto, Canada.
TCMB (2007). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Ödemeler Dengesi
istatistikleri Tanım ve İlkeleri ile Türkiye Uygulaması http://www.tcmb.gov.tr, e.t:
13.03.2013
TCMB, (2007). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Enflasyon Raporu,
(2007-IV, Ekim), http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 09/ 11/ 2007.
TCMB, (2008a). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 2009 Yılında Para ve
Kur Politikası, Basın Duyurusu, (16 Aralık), http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 05/ 02/
2009.
TCMB, (2008b). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara,
http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 26:/03/2013.
TCMB, (2009). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara,
http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 27:/03/2013.
TCMB, (2010). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara,
http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 27:/03/2013
327
TCMB, (2011). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara,
http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 26:/03/2013.
TCMB, (2012a). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Basın Duyurusu (Sayı
2012-95).
TCMB, (2012b). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bülten (Sayı 26).
Ankara. www.tcmb.gov.tr, e.t: 05,02,2013.
TCMB, (2012c). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 2013 Yılı Para ve Kur
Politikası, Ankara.
TCMB, (2012d). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara,
http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 26:/03/2013.
Telatar, Erdinç (2002). Fiyat İstikrarı, Ne? Nasıl? Kimin İçin, İmaj Yayınevi,
Ankara: İmaj Yayınevi.
Telman, Turgut Ö. (1994). Merkez Bankalarının Bağımsızlığı, İstanbul:
Güray Matbaası Yayınları.
Tiryaki, S. Tolga (2002). Cari İşlemeler Hesabına Çeşitli Yaklaşımlar,
Sürdürülebilirlik ve Türkiye Örneği, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası,
Araştırma Genel Müdürlüğü Çalışma Tebliğ No: 8.
Togan, Sübidey ve Berument Hakan (2011). Cari işlemler Dengesi, Sermaye
Hareketleri ve Krediler. Bankacılar Dergisi, 78, 4-10.
Tokel, Dilek (2011). Para Politikası ve Faiz Kararları Arasındaki İlişki:
Teorik ve Uygulamalı Yaklaşım, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Bankacılık ve
Sigortacılık Enstitüsü, İstanbul.
Tuğral, Barbaros (2007). Türkiye Ekonomisinde Ödemeler Dengesi
Açıklarının Kaynakları ve Ödemeler Dengesi Politikaları, Yüksek Lisans Tezi,
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli.
Ulusoy, Ahmet (2004). Devlet Borçlanması (2. Basım). Trabzon: Üçyol
Kitabevi.
328
Ural, Mert, Para Teorisi Ders Notları, www.scribd.com/doc/79592268/Ppt56 Erişim Tarihi: 25.02.2013
Urgancı, Hikmet (1982). Para ve Banka, Adana: Önder Matbaası.
Wong, Chorng-Huey
(1992). Reform of Monetary Policy Instruments,
Finance and Development, IMF Working Papers, IMF Central Asian Department.
Woodford,
Michael
(2002).
Financial
Market
Efficiency
and
the
Effectiveness of Monetary Policy. FRBNY Economic Policy Review, May.
World Bank (2005). Fiscal Sustainability in Theory and Practice: a
Handbook (1st Edition). Washington: World Bank Publications.
Yakupoğlu, Alper (2011). 2002-2009 Yılları Arasında Merkez Bankası Parası
ve Alt Kalemlerin Analizi, Maliye Finans Yazıları, Yıl:25, Sayı:90.
Yalta, A. Yasemin (2011). Para Teorisi ve Politikası Ders Notları, Türkiye
Bilimler
Akademisi
Açık
Ders
Malzemeleri
Projesi,
Ankara.
http://www.acikders.org.tr Erişim Tarihi: 10.04.2013.
Yardımcı, Pınar (2006). Merkez Bankası Bilanço Kalemlerinin Para
Politikalarını Yönlendirmedeki Rolü. Selçuk Üniversitesi Karaman İİBF Dergisi,164
Yılmaz, Salih (1992). Dış Borçlar ve Ekonomik Etkileri, Doktora Tezi, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Yiğitbaş, Şehnaz B. (2009). Gelişen Piyasa Ekonomilerinde Alternatif Para
Politikası Stratejileri, Türkiye Ekonomisi Açısından Bir Değerlendirme. Celal Bayar
Üniversitesi İ.İ.B.F. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 213-214.
Yücesan, Mesut (2011). Türkiye'nin Dış Borçlarının analizi ve Ekonomik
Büyüme Üzerine Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Manisa.
Yükseler, Zafer (1998). Makro Ekonomik Hesaplar ve Ödemeler Dengesi,
Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara, www.kalkinma.gov.tr Erişim Tarihi: 08.03.2013.
Zıllıoglu, Osman (1984). Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Sorunu.
Anadolu Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Eskişehir.
329
330
Download