T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İŞLETME ANABİLİM DALI MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU KAPSAMINDA PARA POLİTİKALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ (2007-2012) Halil AKMEŞE DOKTORA TEZİ Danışman Prof. Dr. NAİM ATA ATABEY KONYA-2013 T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Öğrencinin BİLİMSEL ETİK SAYFASI Adı Soyadı HALİL AKMEŞE Numarası 064127001025 Ana Bilim / Bilim Dalı İŞLETME /MUHASEBE-FİNANS Programı Tezli Yüksek Lisans Tezin Adı MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU KAPSAMINDA PARA POLİTİKALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ (2007-2012) Doktora Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm. Halil AKMEŞE i T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Öğrencinin DOKTORA TEZİ KABUL FORMU Adı Soyadı HALİL AKMEŞE Numarası 064127001025 Ana Bilim / Bilim Dalı İŞLETME /MUHASEBE-FİNANS Programı Tezli Yüksek Lisans Tez Danışmanı Prof. Dr. NAİM ATA ATABEY Tezin Adı Doktora MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU KAPSAMINDA PARA POLİTİKALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ (2007-2012) Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan " Merkez Bankası Analitik Bilançosu Kapsamında Para Politikalarının Ödemeler Dengesi ve Dış Borçlar Üzerindeki Etkisi (2007-2012) " başlıklı bu çalışma 04 / 09 / 2013 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından doktora tezi olarak kabul edilmiştir. Unvanı, Adı Soyadı Danışman ve Üyeler Prof. Dr. N. Ata ATABEY Danışman Prof. Dr. Raif PARLAKKAYA Üye Prof. Dr. Orhan ÇOBAN Üye Doç. Dr. Baki YILMAZ Üye İmza Yrd. Doç. Dr. Fahri KURŞUNEL Üye ii Öğrencinin T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı HALİL AKMEŞE Numarası 064127001025 Ana Bilim / Bilim Dalı İŞLETME /MUHASEBE-FİNANS Programı Tezli Yüksek Lisans Tez Danışmanı Prof. Dr. NAİM ATA ATABEY Tezin Adı Doktora MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU KAPSAMINDA PARA POLİTİKALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ (2007-2012) ÖZET Çağdaş ekonomilerde ekonomi politikalarının uygulanmasında ve amaçlanan hedeflere ulaşılmasında 1960’lı yıllardan sonra para arzı miktarı yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Parasalcı teori uygulamalarının kullanımı yaygınlaştıkça merkez bankalarının para arzına müdahale şekli direkt olarak kendi bilançolarını ve finansal kuruluşların bilançolarını anında etkileyen para politikası uygulamalarından dolaylı para politikası uygulamalarına yönelmiştir. Bu çalışmada 2007-2012 yılları arasında Türkiye’de uygulanan para politikalarının ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerindeki etkileri ve bu etkilerin anlamlılık düzeyleri TCMB Analitik Bilançosu kapsamında tespit edilmeye çalışılmış; Hazine Müsteşarlığı ve TCMB ilişkileri kapsamında dış borçların muhasebeleştirilmesine yer verilmiştir. Hükümet ve kanunlarla belirlenen kamu kuruluşları adına Maliye bakanlığı bünyesinde mali ajan olarak faaliyet gösteren Hazine Müsteşarlığı'nın dış borçlanmaya ilişkin muhasebe kayıtları 5018 sayılı "Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu"na dayanılarak çıkartılan ve 2006 yılında yürürlüğe giren "Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği"ne göre örneklendirilmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde paraya ilişkin temel kavramlara ve ilişkilere yer verilmiş; ikinci bölümde para politikaları, para politikalarının amaçları ve araçları; üçüncü bölümde ise ödemeler dengesi, dış borçlar ve dış borçların Maliye Bakanlığı'nca muhasebeleştirilmesi konuları ele alınmıştır. Çalışmanın dördüncü bölümünde veri dönemde uygulanan para politikalarının ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerindeki etkileri TCMB veri tabanlarından elde edilen üçer aylık ödemeler dengesi ve dış borçlanma verileri kullanılarak analiz edilmiştir. Analizlerde dolaşımdaki para, rezerv para, para tabanı, merkez bankası parası, M1 ve M2 parasal büyüklükleri bağımsız değişkenler olarak alınmış ve her biri SPSS paket programı kullanılarak doğrusal regresyona tabi tutulmuş, bağımlı değişkenler üzerindeki etkileri analiz edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Merkez Bankası Analitik Bilançosu, Para Politikaları, Ödemeler Dengesi, Dış Borç, Dış Borçların Muhasebeleştirilmesi iii Öğrencinin T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı HALİL AKMEŞE Numarası 064127001025 Ana Bilim / Bilim Dalı İŞLETME /MUHASEBE-FİNANS Programı Tezli Yüksek Lisans Tez Danışmanı Prof. Dr. NAİM ATA ATABEY Tezin İngilizce Adı Doktora EFFECTS OF MONETARY POLICIES ON BALANCE OF PAYMENTS AND FOREIGN DEBTS WITHIN THE SCOPE OF CENTRAL BANK ANALYTICAL BALANCE SHEET (2007 - 2012) ABSTRACT In this study, effects of monetary policies carried out between 2007 and 2012 on balance of payments and foreign debts and the significance levels of these effects are tested within the scope of Central Bank Analytical Balance Sheet; and accounting entries relating to the foreign debts are illustrated within the scope of relations between Central Bank of The Republic of Turkey (CBRT) and The Treasury. Accounting entries, made by Treasury department that acts as a financial agent on behalf of the government and other institutions indicated by law, are illustrated with respect to the “General Administration Accounting Regulations” which is amended within the context of “Public Finance Administration and Control Act, Law no:5018” and came into effect in 2006. Basic concepts and relationships corresponding to money are mentioned in the first part; monetary policies, goals and instruments of monetary policies are mentioned in the second part; foreign debts and accounting entries of foreign debts by Ministry of Finance are mentioned and book entries are illustrated in third part. In the fourth part of the study effects of monetary policies on balance of payments and foreign debts are analyzed by means of quarterly data gathered from CBRT databases. Money in circulation, reserve money, monetary base, central bank money, M1 and M2 monetary indicators are set as independent variables and subjected to linear regression; and their effects on the dependent variables are analyzed. Keywords: Central Bank Analytical Balance Sheet, Monetary Policies, Balance of Payments, Foreign Debts, Accounting Entries of Foreign Debts iv İÇİNDEKİLER BİLİMSEL ETİK SAYFASI.................................................................................. İ DOKTORA TEZİ KABUL FORMU.................................................................... İİ ÖZET ................................................................................................................... İİİ ABSTRACT .......................................................................................................... İV İÇİNDEKİLER ..................................................................................................... V KISALTMALAR................................................................................................ XV TABLOLAR LİSTESİ ...................................................................................... XVİ ŞEKİLLER LİSTESİ ...................................................................................... XVİİ GİRİŞ ...................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM PARA, PARASAL BÜYÜKLÜKLER, PARA TALEBİ, PARA ARZI, PARA ARZI VE TALEBİ İLİŞKİSİ 1.1. PARANIN ÖNEMİ VE TARİHİ GELİŞİMİ ................................................. 3 1.1.1. PARA NEDİR ................................................................................................ 4 1.1.1.1. Paranın Özellikleri ............................................................................... 6 1.1.1.2. Paranın Geleneksel Fonksiyonları........................................................ 7 1.1.1.3. Paranın Modern Fonksiyonları .......................................................... 10 1.1.2.PARASAL BÜYÜKLÜKLER ............................................................................ 11 1.1.2.1. Dar Anlamda Para ............................................................................. 12 1.1.2.2. Geniş Anlamda Para .......................................................................... 12 1.1.2.3. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Tanımlamaları ................. 13 1.2. PARA TALEBİ .............................................................................................. 15 1.2.1. BEKLENEN GETİRİ...................................................................................... 15 1.2.2. RİSK .......................................................................................................... 16 1.2.3. LİKİDİTE .................................................................................................... 16 v 1.2.4. TOPLAM PARA TALEBİ ............................................................................... 17 1.2.4.1. Genel Fiyat Düzeyi............................................................................. 17 1.2.4.2. Faiz Oranları ..................................................................................... 17 1.2.4.3. Reel Milli Gelir .................................................................................. 18 1.2.4.4. Finansal Yenilikler ............................................................................. 19 1.3. PARA ARZI ................................................................................................... 21 1.3.1. PARA STOKUNUN BELİRLENMESİ................................................................ 23 1.3.2. MERKEZ BANKASI VE PARASAL TABANI ..................................................... 24 1.3.2.1. Merkez Bankası Bilançosu ................................................................. 26 1.3.2.2. Merkez Bankası Analitik Bilançosu ve Merkez Bankası Parası ........... 29 1.3.3. BANKALARIN PARA YARATMA SÜRECİ....................................................... 34 1.4. DENGE FAİZ ORANI: PARA ARZI VE TALEBİ İLİŞKİSİ .................... 34 1.4.1. KLASİK FAİZ TEORİSİ ................................................................................. 36 1.4.2. WİCKSELL’İN ÖDÜNÇ VERİLEBİLİR FONLAR TEORİSİ .................................. 36 1.4.3. KEYNES’İN FAİZ TEORİSİ (LİKİDİTE TERCİHİ TEORİSİ) ................................ 39 1.4.4. HİCKS-HANSEN’İN NEO-KEYNESYEN SENTEZİ (IS-LM MODELİ) ................. 45 1.4.5. TOBİN’İN PORTFÖY TEORİSİ ....................................................................... 48 İKİNCİ BÖLÜM PARA POLİTİKALARI, EKONOMİK AMAÇLARI, PARA POLİTİKASINA İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER VE PARA POLİTİKASI ARAÇLARI 2.1. PARA POLİTİKASININ TANIMI VE ÖNEMİ .......................................... 50 2.1.1. PARA POLİTİKASININ AMAÇLARI ................................................................ 52 2.1.1.1. Ekonomik Büyümenin Sağlanması ve Sürdürülmesi ............................ 52 2.1.1.2. Tam İstihdamın Sağlanması ve Sürdürülmesi ..................................... 53 2.1.1.3. Fiyat İstikrarının Sağlanması ve Korunması....................................... 54 2.1.1.4. Ödemeler Dengesinin Düzenlenmesi ve Dengenin Korunması ............ 56 2.1.1.5. Faiz Oranlarının Düzenlenmesi ve İstikrarın Korunması.................... 57 2.1.1.6. Döviz Piyasalarının Düzenlenmesi ve İstikrarın Korunması ............... 58 2.1.2. PARA POLİTİKASI AMAÇLARI ARASINDA UYUM VE DENGE ......................... 58 vi 2.2. PARA POLİTİKASINA İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER ......................... 59 2.2.1. KLASİK İKTİSADİ TEORİNİN PARA POLİTİKASI GÖRÜŞLERİ .......................... 59 2.2.2. KEYNESYEN İKTİSADİ TEORİNİN PARA POLİTİKASI GÖRÜŞLERİ ................... 61 2.2.3. MONETARİST İKTİSADİ TEORİNİN PARA POLİTİKASI GÖRÜŞLERİ.................. 64 2.3. PARA POLİTİKASI ARAÇLARI ................................................................ 66 2.3.1. PARA POLİTİKASI ARAÇLARININ TARİHİ GELİŞİMİ ...................................... 67 2.3.2. DOĞRUDAN PARA POLİTİKASI ARAÇLARI .................................................... 69 2.3.2.1. Faiz Oranı Kontrolleri ....................................................................... 70 2.3.2.2. Kredi Tavanları.................................................................................. 71 2.3.2.3. Disponibilite Uygulaması ................................................................... 71 2.3.2.4. Farklılaştırılmış Reeskont Kotaları .................................................... 72 2.3.2.5. Hisse Senedi ve Tahvillerin Alımına Yönelik Kredilerin Kontrolü ....... 72 2.3.2.6. Finansal Aracıların Portföylerinin Yeniden Düzenlenmesi ................. 72 2.3.2.7. Tüketici ve Gayrimenkul Kredilerinin Kontrolü .................................. 72 2.3.2.8. Özel Mevduatlar................................................................................. 73 2.3.2.9. Moral Takviyesi ve İkna Yöntemi ........................................................ 73 2.3.2.10. Reklam ve Resmi Olmayan Öğütler .................................................. 74 2.3.3. DOLAYLI PARA POLİTİKASI ARAÇLARI ....................................................... 74 2.3.3.1. Açık Piyasa İşlemleri.......................................................................... 76 2.3.3.2. Reeskont İşlemleri .............................................................................. 81 2.3.3.3. Zorunlu Karşılık Oranları .................................................................. 84 2.3.4. Para Politikaları Stratejileri ................................................................. 89 2.4. DOLAYLI PARA POLİTİKASI ARAÇLARININ MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSUNA ETKİLERİ ........................................................ 101 2.4.1. REPO İŞLEMLERİ ...................................................................................... 101 2.4.2. TERS REPO İŞLEMLERİ ............................................................................. 103 2.4.3. DOĞRUDAN (KESİN) ALIM İŞLEMLERİ....................................................... 105 2.4.4. DOĞRUDAN (KESİN) SATIM İŞLEMLERİ ..................................................... 106 2.4.5. BANKALARARASI PARA PİYASASINDA TL DEPO ALIM İŞLEMLERİ ............. 106 2.4.6. BANKALARARASI PARA PİYASASINDA TL DEPO VERME İŞLEMLERİ .......... 108 vii 2.4.7. REESKONT İŞLEMLERİ .............................................................................. 110 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLAR 3.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU KAVRAMI VE TANIMI.............................. 112 3.2. ÖDEMELER BİLANÇOSU ÖZELLİKLERİ............................................ 114 3.3. ÖDEMELER BİLANÇOSUNUN MUHASEBE SİSTEMİ AÇISINDAN KAYIT İLKELERİ ............................................................................................ 116 3.3.1. ÇİFT KAYIT ESASI .................................................................................... 116 3.3.2. KAYITLARIN DEĞERLENMESİ ................................................................... 117 3.3.3. KAYIT ZAMANININ BELİRLENMESİ ........................................................... 118 3.3.4. HESAP BİRİMİ .......................................................................................... 118 3.3.5. TOPLAMA VE NETLEŞTİRME ..................................................................... 119 3.4. ÖDEMELER BİLANÇOSUNUN ANA HESAP SINIFLARI ................... 119 3.4.1. CARİ İŞLEMLER HESABI ........................................................................... 119 3.4.2. SERMAYE VE FİNANS HESABI ................................................................... 123 3.4.3. RESMİ REZERVLER HESABI ...................................................................... 128 3.4.4. İSTATİSTİKSEL FARKLAR HESABI.............................................................. 129 3.4.5. ÖDEMELER BİLANÇOSU DENGE TANIMLAMALARI..................................... 130 3.4.5.1. Temel Denge .................................................................................... 131 3.4.5.2. Net Likidite Dengesi ......................................................................... 131 3.4.5.3. Resmi Rezervler Dengesi .................................................................. 132 3.5. ÖDEMELER BİLANÇOSUNA YÖNELİK ORTAYA KONULAN TEMEL YAKLAŞIMLAR ............................................................................................... 132 3.5.1. KLASİK YAKLAŞIM .................................................................................. 132 3.5.2. KEYNESYEN YAKLAŞIM ........................................................................... 133 3.5.3. MUNDELL-FLEMİNG MODELİ ................................................................... 135 3.5.3.1. Sabit Kur Rejimi............................................................................... 137 3.5.3.2. Esnek Kur Rejimi ............................................................................. 137 3.5.4. ESNEKLİKLER YAKLAŞIMI ........................................................................ 137 viii 3.5.5. MASSETME YAKLAŞIMI ............................................................................ 139 3.5.6. PARASALCI YAKLAŞIM ............................................................................. 140 3.6. ÖDEMELER BİLANÇOSUNDA DENGE VE DENGESİZLİK............... 142 3.6.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU DENGESİZLİK TÜRLERİ ........................................ 142 3.6.1.1. Geçici Dengesizlik............................................................................ 142 3.6.1.2. Temel Dengesizlik ............................................................................ 143 3.7. ÖDEMELER BİLANÇOSUNDA DENGESİZLİK NEDENLERİ ............ 144 3.7.1. YAPISAL NEDENLER................................................................................. 144 3.7.2. İKTİSADİ DALGALANMALAR ..................................................................... 145 3.7.3. GEÇİCİ FAKTÖRLER.................................................................................. 145 3.7.4. DÖVİZ SPEKÜLASYONU VE EKONOMİDE MEYDANA GELEN KRİZLER ......... 146 3.7.5. KALKINMA HIZI ....................................................................................... 147 3.7.6. EKONOMİK PRODÜKTİVİTENİN DEĞİŞMESİ ................................................ 147 3.8. ÖDEMELER BİLANÇOSU DENKLEŞME MEKANİZMALARI .......... 147 3.8.1. OTOMATİK DENKLEŞME MEKANİZMALARI ............................................... 148 3.8.1.1. Otomatik Fiyat Denkleşme Mekanizmaları ....................................... 148 3.8.1.2. Otomatik Gelir Denkleşme Mekanizması .......................................... 152 3.8.1.3. Denkleşmede Parasalcı Yaklaşım ..................................................... 153 3.8.2. DENKLEŞTİRME POLİTİKALARI ................................................................. 155 3.8.2.1. Harcama Değiştirici Politikalar ....................................................... 155 3.8.2.2. Harcama Kaydırıcı Politikalar ......................................................... 156 3.8.2.3. Devalüasyon .................................................................................... 157 3.8.2.4. Döviz Gelirlerini Arttırmaya Yönelik Politikalar .............................. 162 3.9. PARA POLİTİKALARI VE ÖDEMELER BİLANÇOSU ÜZERİNE ETKİLERİ .......................................................................................................... 162 3.9.1. ESNEK KUR REJİMLERİ VE PARA POLİTİKASI ............................................ 163 3.9.2. SABİT KUR REJİMİ VE PARA POLİTİKASI ................................................... 164 3.10. BORÇ KAVRAMI VE UNSURLARI....................................................... 166 3.11. DIŞ BORÇ KAVRAMI VE UNSURLARI ............................................... 167 ix 3.12. DIŞ YARDIM NEDİR? ............................................................................. 168 3.13. DIŞ BORÇ - DIŞ YARDIM AYRIMI ....................................................... 169 3.14. GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİ DIŞ BORÇLANMAYA YÖNELTEN NEDENLER ................................................. 170 3.14.1. İÇ TASARRUFLARIN YETERSİZLİĞİ .......................................................... 172 3.14.2. ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLANMA .............................................. 172 3.14.2.1. Cari İşlemler Dengesi .................................................................... 173 3.14.2.2. Sermaye İşlemleri Dengesi ............................................................. 174 3.14.2.3. Resmi Rezervler Hesabı.................................................................. 175 3.14.2.4. İstatistiki Farklar Hesabı ............................................................... 175 3.14.3. BÜTÇE AÇIKLARI ................................................................................... 175 3.14.4. SAVUNMA HARCAMALARI FİNANSMANI ................................................. 176 3.14.5. EKONOMİK İSTİKRARIN SAĞLANMASI VE KORUNMASI ............................ 176 3.14.6. BÜYÜK YATIRIMLARIN VE REFORMLARIN FİNANSMANI .......................... 176 3.14.7. SANAYİLEŞME İÇİN GEREKLİ GİRDİLERİN VE TEKNİK BİLGİNİN FİNANSMANI ......................................................................................................................... 177 3.14.8. VADESİ GELMİŞ BORÇLARA FİNANSMAN SAĞLANMASI ........................... 177 3.14.9. KAYNAK DAĞILIMI VE KULLANIMINDA ETKİNLİK SAĞLAYICI ETKİLER YARATILMASI ................................................................................................... 177 3.14.10. TASARRUFLARIN BELİRLİ YATIRIMLARA KANALİZE EDİLMESİNİN AMAÇLANMASI ................................................................................................. 178 3.14.11. OLAĞANÜSTÜ HARCAMALARI KARŞILAMAK......................................... 178 3.15. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN DIŞ BORÇ VERME NEDENLERİ .............. 178 3.15.1. SİYASİ VE ASKERİ NEDENLER ................................................................. 179 3.15.2. EKONOMİK NEDENLER ........................................................................... 179 3.15.3. TARİHİ VE KÜLTÜREL NEDENLER ........................................................... 180 3.15.4. İNSANCIL VE AHLAKİ NEDENLER ............................................................ 181 3.16. DIŞ BORÇLARIN SINIFLANDIRILMASI............................................. 182 3.16.1. VADELERİNE GÖRE DIŞ BORÇLAR .......................................................... 182 3.16.1.1. Kısa Vadeli Dış Borçlar ................................................................. 182 x 3.16.1.2. Orta ve Uzun Vadeli Dış Borçlar.................................................... 182 3.16.2. ALACAKLISINA GÖRE DIŞ BORÇLAR ....................................................... 183 3.16.2.1. Devletlerarası Dış Borçlar ............................................................. 183 3.16.2.2. Uluslararası Kuruluşlardan Borçlanma ......................................... 184 3.16.2.3. Özel Kaynaklardan Alınan Borçlar ................................................ 185 3.16.3. KULLANIM ŞEKLİNE GÖRE DIŞ BORÇLAR ............................................... 187 3.16.3.1. Kalkınma Kredileri......................................................................... 187 3.16.3.2. Teknik Krediler .............................................................................. 194 3.16.3.3. Askeri Krediler ............................................................................... 194 3.16.3.4. Bağışlar ......................................................................................... 194 3.16.4. GERİ ÖDEME ŞEKİLLERİNE GÖRE DIŞ BORÇLAR ..................................... 195 3.16.4.1. Dövizle Ödenecek Dış Borçlar ....................................................... 195 3.16.4.2. Milli Para ile Ödenecek Dış Borçlar .............................................. 195 3.16.5. BORÇLULARA GÖRE DIŞ BORÇLAR ......................................................... 196 3.16.5.1. Kamu ve Özel Kesim Dış Borçları .................................................. 196 3.17. DIŞ BORÇLARIN İŞLEYİŞİ.................................................................... 197 3.18. DIŞ BORÇ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ ..................................................... 199 3.18.1. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK YAKLAŞIMLARI ..................................................... 201 3.18.1.1. Bugünkü Değer Yaklaşımı .............................................................. 201 3.18.1.2. Muhasebe Yaklaşımı ....................................................................... 202 3.18.1.3. Vergi Boşluğu Yaklaşımı ................................................................ 202 3.18.2. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK GÖSTERGELERİ ...................................................... 202 3.18.2.1. Ekonominin Massetme Kapasitesi .................................................. 202 3.18.2.2. Ödemeler Bilançosu Dengesi.......................................................... 203 3.18.2.3. Dış Borcun Vadesi.......................................................................... 203 3.18.2.4. Dış Borcun Kapasitesi .................................................................... 204 3.19. DIŞ BORÇLARIN SINIRI ........................................................................ 204 3.20. DIŞ BORÇLARLA İLGİLİ RASYOLAR ................................................ 205 3.20.1. TOPLAM DIŞ BORÇ / GSMH RASYOSU................................................... 206 3.20.2. TOPLAM DIŞ BORÇ / İHRACAT RASYOSU ................................................ 206 xi 3.20.3. DIŞ BORÇ SERVİSİ / GSMH .................................................................... 206 3.20.4. DIŞ BORÇ SERVİSİ / İHRACAT RASYOSU .................................................. 207 3.20.5. FAİZ / İHRACAT RASYOSU ...................................................................... 208 3.20.6. FAİZ/ GSMH RASYOSU .......................................................................... 208 3.20.7. ULUSLARARASI REZERVLER / DIŞ BORÇ STOK RASYOSU......................... 208 3.20.8. TOPLAM DIŞ BORÇ SERVİSİ / TOPLAM DÖVİZ GELİRLERİ RASYOSU ......... 208 3.20.9. DIŞ KAYNAK İHTİYACI RASYOSU ........................................................... 209 3.20.10. DIŞ BORÇ BİRİKİMİ RASYOSU............................................................... 209 3.20.11. İMTİYAZLI DIŞ BORÇLAR RASYOSU ...................................................... 210 3.20.12. İHRACAT/ İTHALAT............................................................................... 210 3.20.13. NET KAYNAK TRANSFER ORANI ........................................................... 210 3.20.14. KISA VADELİ DIŞ BORÇ / TOPLAM DIŞ BORÇ RASYOSU......................... 210 3.21. ÇOK BORÇLULUK KAVRAMI VE UNSURLARI ............................... 210 3.22. DIŞ BORÇLARLA İLGİLİ TEORİK GÖRÜŞLER ................................ 211 3.22.1. KLASİK YAKLAŞIM ................................................................................ 211 3.22.2. NEOKLASİK YAKLAŞIM .......................................................................... 213 3.22.3. KEYNESYEN YAKLAŞIM ......................................................................... 214 3.22.4. POST-KEYNESYEN YAKLAŞIM ................................................................ 215 3.22.5. PARASALCI YAKLAŞIM ........................................................................... 216 3.22.6. RİCARDOCU DENKLİK TEOREMİ ............................................................. 216 3.22.7. RADİKAL YAKLAŞIM .............................................................................. 218 3.23. ULUSLARARASI FİNANSAL KURULUŞLAR ..................................... 218 3.23.1. ULUSLAR ARASI PARA FONU (IMF) ....................................................... 218 3.23.2. DÜNYA BANKASI ................................................................................... 219 3.23.3. AVRUPA YATIRIM BANKASI ................................................................... 220 3.23.4. ASYA KALKINMA BANKASI .................................................................... 221 3.23.5. AVRUPA İMAR VE KALKINMA BANKASI .................................................. 221 3.23.6. İSLAM KALKINMA BANKASI ................................................................... 222 3.24. DIŞ BORÇLARIN ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN YAKLAŞIM VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI .................................................................................................... 222 xii 3.24.1. QUİTO BİLDİRİSİ .................................................................................... 222 3.24.2. BAKER PLANI ........................................................................................ 223 3.24.3. BRADY PLANI ........................................................................................ 223 3.24.4. MONTEVİDEO BİLDİRİSİ ......................................................................... 224 3.24.5. PARİS KULÜBÜ VE RESMİ BORÇ ERTELEMELERİ ..................................... 225 3.24.6. LONDRA KULÜBÜ VE TİCARİ BORÇ ERTELEMELERİ................................. 226 3.25. DIŞ BORÇ YÖNETİMİ ............................................................................ 226 3.25.1. DIŞ BORÇ YÖNETİMİNİN AMAÇLARI ....................................................... 228 3.25.2. DIŞ BORÇ YÖNETİM TEKNİKLERİ ............................................................ 228 3.25.2.1. Geleneksel Dış Borç Yönetim Teknikleri ......................................... 229 3.25.2.2. Modern Dış Borç Yönetim Teknikleri.............................................. 229 3.26. HAZİNENİN DIŞ BORÇLANMASININ VE DIŞ BORÇ ÖDEMELERİNİN MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSUNA ETKİLERİ .......................................................................................................... 233 3.26.1. REZERV AMAÇLI IMF KREDİSİ ............................................................... 233 3.26.2. BÜTÇE FİNANSMANI AMAÇLI IMF KREDİSİ ............................................ 235 3.26.3. HAZİNENİN DIŞ BORÇ ÖDEMELERİ ......................................................... 237 3.27. DIŞ BORÇLARIN GERİ ÖDENMESİNİ ZORLAŞTIRAN FAKTÖRLER ............................................................................................................................. 238 3.27.1. İÇ FAKTÖRLER ....................................................................................... 238 3.27.2. ÜLKEDEN SERMAYE KAÇIŞI ................................................................... 238 3.27.3. BÜTÇE AÇIKLARI VE ENFLASYON ........................................................... 238 3.27.4. DIŞ TİCARET HADLERİNDE KÖTÜLEŞME ................................................. 239 3.27.5. DIŞ FAKTÖRLER ..................................................................................... 239 3.27.6. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN İZLEDİKLERİ KORUMACILIK POLİTİKALARI ........... 239 3.27.7. PSİKOLOJİK FAKTÖRLER ......................................................................... 239 3.28. DIŞ BORÇLARIN EKONOMİK ETKİLERİ .......................................... 240 3.28.1. EKONOMİK DENGE ÜZERİNE ETKİLERİ ................................................... 240 3.28.2. FİYATLAR ÜZERİNE ETKİLERİ ................................................................. 240 xiii 3.28.3. GELİR DAĞILIMI ÜZERİNE ETKİLERİ ....................................................... 241 3.28.4. EKONOMİK BÜYÜME VE KALKINMA ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ .................... 241 3.28.5. BORÇ YÜKÜNÜN GELECEK NESİLLERE ETKİSİ ........................................ 242 3.28.6. DIŞ BORÇLARIN ÖDEMELER DENGESİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ .................. 243 3.29. HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI'NIN DIŞ BORÇLARI MUHASEBELEŞTİRMESİ ............................................................................... 244 3.29.1. GENEL MUHASEBE İLE DEVLET MUHASEBESİ’NİN FARKLARI .................. 244 3.29.2. DIŞ MALİ BORÇLARIN MUHASEBELEŞTİRİLMESİ ..................................... 252 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI 2007-2012 YILLARI ARASI PARA POLİTİKASI UYGULAMALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN ANALİZİ 4.1. ÇALIŞMANIN AMACI VE KAPSAMI ..................................................... 265 4.2. VERİ SETİ VE YÖNTEM .......................................................................... 266 4.3. ANALİZ SONUÇLARI .............................................................................. 268 4.4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME .............................................................. 282 EK 1: GENEL YÖNETİM ÇERÇEVE HESAP PLANI .................................. 307 KAYNAKÇA ...................................................................................................... 314 ÖZGEÇMİŞ............................................................................................................330 xiv KISALTMALAR ABD : Amerika Birleşik Devletleri APİ : Açık Piyasa İşlemleri BPM : Balance of Payments Manuel - Ödemeler Dengesi El Kitabı BPP : Bankalararası Para Piyasası DİBS : Devlet İç Borçlanma Senetleri DPT : Devlet Planlama Teşkilatı EBRD : The European Bank For Reconstruction and Development - Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası FED : Federal Reserve System - Birleşik Devletler Merkez Bankaları Sistemi GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla IDB : İslamic Development Bank - İslam Kalkınma Bankası IMF : International Monetary Fund - Uluslararası Para Fonu ISLM : Investment Saving Liquidity Preference Money Supply - Yatırım Tasarruf Likidite Tercihi Para Arzı ISO : International Organization for Standardization ITO : International Trade Organization - Uluslararası Ticaret Organizasyonu MB : Merkez Bankası MBP : Merkez Bankası Parası MYMY : Merkezi Yönetim Muhasebe Yönetmeliği OECD : Organization for Economic Corporation and Development Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OVP : Orta Vadeli Plan ÖB : Ödemeler Bilançosu SDR : Special Drawing Rights - Özel Çekme Hakları TCMB : Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TL : Türk Lirası YTL : Yeni Türk Lirası xv TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1: Parasal Sistem Bilançoları ........................................................................ 25 Tablo 2: TCMB Bilançosu...................................................................................... 28 Tablo 3: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Analitik Bilançosu ......................... 30 Tablo 4: TCMB Analitik Bilanço Kalemlerinin Temel Bilanço Karşılıkları ............ 33 Tablo 5: IS-LM Modeli Dengesizlik Durumları ve Dengeye Ulaşma Koşulları....... 47 Tablo 6: Ekonomi Politikası Araçları...................................................................... 67 Tablo 7: Ödemeler Bilançosu Şematik Yapısı ....................................................... 123 Tablo 8: Hesap İşleyiş Kuralları Özeti .................................................................. 245 Tablo 9: Genel Muhasebe- Devlet Muhasebesi Hesap Farklılıkları ....................... 249 Tablo 10: Devlet Muhasebesi Gelir ve Gider Hesapları ........................................ 251 Tablo 11: Devlet Muhasebesi Dış Borç Hesapları ................................................. 257 Tablo 12: Ödemeler Dengesi Model Analiz Sonuçları .......................................... 268 Tablo 13: Model 1 ANOVA ................................................................................. 269 Tablo 14: Model 2 ANOVA ................................................................................. 269 Tablo 15: Model 3 ANOVA ................................................................................. 270 Tablo 16:Model 4 ANOVA .................................................................................. 271 Tablo 17: Model 5 ANOVA ................................................................................. 271 Tablo 18: Model 6 ANOVA ................................................................................. 272 Tablo 19: Model 7 ANOVA ................................................................................. 272 Tablo 20: Model 7 Katsayılar ............................................................................... 273 Tablo 21: Brüt Dış Borç Stoku Analiz Sonuçları .................................................. 275 Tablo 22: Model 8 ANOVA ................................................................................. 276 Tablo 23: Model 9 ANOVA ................................................................................. 276 Tablo 24: Model 10 ANOVA ............................................................................... 277 Tablo 25: Model 11 ANOVA ............................................................................... 278 Tablo 26: Model 12 ANOVA ............................................................................... 278 Tablo 27: Model 13 ANOVA ............................................................................... 279 Tablo 28: Model 14 ANOVA ............................................................................... 280 Tablo 29: Model 14 Analizi Katsayılar ................................................................ 281 xvi ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1: Parasal Büyüklük Tanımları....................................................................... 13 Şekil 2: Para Arzı Süreci ........................................................................................ 23 Şekil 3: Mal Piyasası ve Para Piyasası Etkileşimi ................................................... 35 Şekil 4: Reel Faiz Teorisinde Denge Faiz Oranı...................................................... 36 Şekil 5: Fon Arzında Artış ve Azalış....................................................................... 37 Şekil 6: Fon Talebinde Artış ve Azalış.................................................................... 38 Şekil 7: Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi Piyasa Faiz Oranı.................................... 39 Şekil 8: Likidite Tercihi Teorisi Piyasa Faiz Oranı ................................................. 41 Şekil 9: Likidite Tercihi Teorisi Piyasa Faiz Oranı Değişimi .................................. 42 Şekil 10: IS-LM Dengesi ........................................................................................ 46 Şekil 11: IS-LM Modelinde Dengesizlik Durumları ve Dengenin Sağlanması ........ 47 Şekil 12: Ödemeler Dengesine Keynesyen Yaklaşım ............................................ 134 Şekil 13: Keynesyen Yaklaşım Denge Oluşumu ................................................... 135 Şekil 14: Mundell Fleming Modeli IS, LM, ÖB Eğrileri ....................................... 136 Şekil 15: J Eğrisi Etkisi ........................................................................................ 139 Şekil 16: Altın-Para Akımı Mekanizması ............................................................. 149 Şekil 17: Otomatik Faiz Değişmeleri ile Dış Denge Sağlanma Mekanizması ........ 151 Şekil 18: Otomatik Gelir Değişmeleri ile Dış Denge Mekanizması ....................... 152 Şekil 19: Dış Borçların Genel İşleyişi ................................................................... 198 xvii GİRİŞ İkinci Dünya Savaşı sonrasında milli ekonomilerde dış ticaret paylarının artması, küreselleşme eğilimleri ve yeni üretim teknolojilerinin hızlı gelişimi sonucunda büyüme çabası içine giren bütün ekonomiler, dış ticaret dengeleri ve büyümeyi destekleyici amaçlarla yapılan borçlanmalar açısından sorunlar yaşamışlardır. 1960 ve 1970li yıllarda yaşanan petrol fiyatlarındaki artış ve milli ekonomilerin parasal anlamda kontrolsüz genişlemeleri sonucunda enflasyon sorunu ortaya çıkmış, aynı dönemlerde Birleşik Devletler’ de Milton Friedman önderliğinde serbest piyasa ekonomisinin işleyişine dayalı ve ekonomi politikası içinde para arzına önemli bir yer veren parasalcı yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu kurama göre ekonomideki hemen hemen bütün dalgalanmalar ve istikrarsızlıklar para arzındaki atış ve azalışlar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Parasalcı akımın değişen ve gelişen yeni dünya ekonomik düzeninde kabul görmeye başlaması, para ve varlık bulundurma tercihlerindeki değişimler, finansal piyasaların dünya çapında genişlemesi ve derinleşmesi, para ve sermaye piyasalarında serbestleşme ve artan yatırım hareketliliği, merkez bankacılığı anlayışında ve uygulamalarındaki gelişmeler sonucunda ekonomi politikalarının para arzı ile eşzamanlı olarak uygulanması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Para arzını kontrol etmeye yönelik yaklaşımlar para politikalarının ilk ortaya çıkış ve uygulanış aşamalarında, doğrudan kontrol araçları şeklindedir. Finansal sitem içerisinde Merkez Bankası ve diğer finansal kurumlar, ekonominin büyük oyuncuları rolünü üstlenmiş ve bu kurumların para arzını etkileyen karar ve eylemleri sonucunda para arzı kontrol edilmeye çalışılmıştır. Para arzı kontrolüne yönelik uygulamaların temelinde, finansal kurumların bilanço yapıları ve Merkez Bankası bilançosu yapısı yer almaktadır. Finansal sistemin para yaratma sürecine dayanan ve temelde merkez bankaları ve finansal kurumların bilançolarının yönetilmesi suretiyle kontrol altında tutularak, istenilen yönde değiştirilebilen para arzı süreçleri fiyatlar genel düzeyinde, ödemeler dengesinde, faiz oranlarında ve ekonomik büyümede istikrarın sağlanması ve tam istihdama ulaşılması amaçlarına yönelik olarak yoğun biçimde kullanılmıştır. Günümüzde milli ekonomilerin 1 çoğunda parasal otorite rolünü üstlenen merkez bankaları, tarihi süreç içinde ilk olarak doğrudan para politikası araçlarını kullanmış, finansal kurumların varlık yapıları ve yükümlülükleri üzerinde etkili olan mali tablolara ilişkin yapısal kararlarıyla ekonomik parametreleri direkt olarak etkilemeyi tercih etmişlerdir. Ancak, para ve sermaye piyasalarında ve dünya ticaretinde milli ekonomilerin entegrasyon ve konjonktürel bağlılıklarının artması sonucu, merkez bankalarının para arzına müdahaleleri, dolaylı para politikası araçlarıyla gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Modern ekonomilerin başlıca sorunlarından bir diğeri ise ödemeler dengesi açıklarıdır. Bu nedenle Merkez Bankası bilançoları içinde rezervler ve genel olarak uluslarası rezerv akımları önemli bir kaynak niteliğindedir. Ayrıca milli ekonomilerin bütçe açıklarından kaynaklanan dış borçlanma gerekleri de ekonomik amaçlara ulaşmak için tasarlanan maliye politikalarının bir sonucudur. Bu bağlamda ödemeler dengesi ve dış borçlanma gerekleri, para otoritesi olan Merkez Bankası’nın para politikası uygulamalarından etkilenmektedir. Bu etkilerin yönü ve büyüklüğü Merkez Bankası’nın kullandığı para politikası araçlarına ve ulaşılmak istenen hedeflere göre muhtelif nispetlerde gerçekleşebilmektedir. 2 BİRİNCİ BÖLÜM PARA, PARASAL BÜYÜKLÜKLER, PARA TALEBİ, PARA ARZI, PARA ARZI VE TALEBİ İLİŞKİSİ Geçmişten günümüze başlıca mübadele aracı olarak kullanılan para, içinde birçok olguyu da barındıran evrensel nitelikli bir varlıktır. Paranın evrensel nitelik taşıması bu olguları daha da önemli hale getirmektedir. Başlı başına tek bir ülke için bile yüksek önem taşıyan bu olgular, günümüz global dünya yapısında ülkeler arası etkileşimin üst seviyede olması ile önemini azami seviyeye çıkarmıştır. Para, ekonomide mübadele aracı olması özelliği ile temel taş görevi gördüğünden, ekonomik yapının şekillenmesinde paranın talebi, arzı ve arz - talep ilişkisi yüksek önem taşır. Bu ilişkilerin incelenmesi, analiz edilmesi, bu ilişkileri etkileyen ve yine bu ilişkiler sonucunda etkilenen unsurların tespiti, ülkenin ekonomik yapısı ve ekonomik sürdürülebilirliği için gerekli olmaktadır. Ülkeler bazında yapılan bu analizler ve analizler sonucu alınan ekonomik kararlar da uluslararası ekonomik düzeni etkileyerek para ve unsurlarının evrensel niteliğini gözler önüne sermektedir. Açıklamalar doğrultusunda para ve parasal unsurlar, bölüm içerisinde ayrıntılı olarak incelenecektir. 1.1. PARANIN ÖNEMİ VE TARİHİ GELİŞİMİ Para, mal ve hizmet değişiminde genel olarak kabul edilen herhangi bir şey olarak görülebilir. Paranın değişim işlemindeki başarısı, borç ödemelerindeki genel kabul görmesinden kaynaklanmaktadır. Paranın bu şekildeki tanımı, ekonomik, yasal ya da fiziksel olmaktan çok psikolojik ve davranışsal açıdan yapılmaktadır. Aslında halkın para olduğuna inandığı her şey para olarak kabul edilebilir. Diğer yandan birçok faktör neyin para olduğu neyin para olmadığı konusunda halkın görüşünü etkiler. Ancak psikolojik düşünce, halkın para işlevini gören araca güvenmesinde en önemli yeri tutar. Halkın paraya olan güvenini de paranın yerine getirdiği işlevler belirlemektedir (Parasız, 2005: 9). Para, tarihi süreç içinde ateş ya da tekerlek gibi çok eski dönemlerden beri kullanılagelmiştir. Sayılamayacak kadar çok madde para yerine kullanılmıştır. 3 Pasifik adalarında muhtelif deniz kabukları (cowrie shells), Kuzey Amerika’da deniz kabuklarından yapılmış “wampum” denilen tespihler, Fiji’de balina dişleri ve ilk Amerikan kolonileri tarafından tütün ve benzeri birçok ürün ve madde para olarak kullanılmıştır. Eski Yunan’da para yerine büyük baş hayvan kullanılmaktaydı. Aslında İngilizcede para ve parasal işlemlere karşılık gelen “pecuniary” kelimesi Latincede büyük baş hayvan anlamına gelen “pecunia” kelimesinden türemiştir (Parkin vd., 2000: 657). Paranın, yaşadığı evrim süreci içerisinde çeşitlerinde ve fonksiyonlarında sürekli değişimler yasayan sosyal bir kavram olarak ele alınması gerekmektedir. Para üzerinde fikir birliğine varılmış bir tanıma sahip değildir. Bu nedenle paranın tanımına fonksiyonlarından hareketle ulaşılmaya çalışılmaktadır. Gerçekte paranın belirli sınırlar çizilerek tanımlanması mümkün değildir. Buna neden ise paranın statik değil, dinamik yapıya sahip bir kavram olmasıdır. Bu durum paranın toplumdan topluma ve aynı toplum içinde zamana bağlı olarak değişen bir yapı göstermesine yol açmaktadır. Bugün para olarak kabul edilen bir şey teknolojik gelişmeler nedeniyle gelecekte para kapsamında yer almama gibi bir durumla karşı karşıyadır. Bu nedenden ötürü paranın sınırları belirlenmiş değişmez bir tanıma sahip olması söz konusu değildir. Genel kabul gören para tanımlarına uyan ve günümüzde yürürlükte olan resmi para birimi sayısı 160’dan fazladır (ISO 42171). Uluslararası alanda geçerliliği olan başat döviz birimleri Amerikan Doları ve Avro’dur. 1.1.1. Para Nedir Paranın tanımı üzerine yapılan tartışmalar çok uzun zamandır bir netliğe kavuşturulamamıştır ve bu tanımlamalar zaman içinde değişiklikler göstermiştir. 1 ISO 4217, para birimi kodu olarak da bilinen, para birimlerine verilen 3 haneli kısaltmaları düzenleyen ISO standardıdır. ISO 4217 kod listesi bankacılıkta ve iş dünyasında yaygın olarak kullanılır. Bir kodun ilk iki harfi ISO 3166-1 alpha-2 ülke kodudur. Örneğin Japonya'nın ülke kodu "jp", para birimi "yen"dir. Para birimi kodu da JPY olarak atanmıştır. Eğer bir para biriminin değeri değiştirilirse, kodun son harfi de değişir böylece iki farklı değer birbirine karışmaz. Genelde kodun sonuna "yeni" anlamında bir harf eklenir. Örneğin Türk lirasının kodu eskiden "TRL" iken Türk Lirasından 6 sıfır atılmasından sonra "TRY" olmuştur. 2009 yılı itibarı ile tekrar "TL" olmuştur. ISO 4217 standardı sadece para birimleri için değil, değerli madenler için de kullanılır. Örneğin altın, gümüş, platin gibi değerli metallerin de kodları vardır. 4 Bilgisayar ve haberleşme teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmeler bu tanımın yapılabilmesini de zorlaştırmaktadır. Önceleri sadece altın ve gümüş gibi değerli metaller (commodity money) para olarak yaygın biçimde kullanılırken sonraki dönemlerde bu paraların yerini kâğıt paralar almış (banknotes) ve son olarak mevduat hesaplarının kullanımı artmıştır. Günümüzde bir varlığın bir başka varlığa çevrilmesi konusundaki hız, kolaylık ve işlem maliyetlerinin düşük oluşu gibi nedenler para ve diğer servet türleri arasındaki geleneksel ayrımı zorlaştırmıştır. Paraya ilişkin uygun tanım paranın süreklilik arz eden özelliklerini ihtiva etmeli ve süreklilik arz etmeyen, keyfi ve belirli ülkelere has özellikleri tanım dışında tutmalıdır (Burada ve Wyplosz, 1997: 190). Para, bir ölçü olarak hiçbir şekilde sabit ya da değişken tanımı yapılamayan bir kavramdır. Alışkanlıklar ve ekonomik olarak kullanımlar değiştikçe ve geliştikçe paranın tanımı daha çok sorun olmaya devam edecektir. Paranın tanımıyla ilgili ekonomistler arasında görüş birliği yoktur. Önceleri gümüş ve altın, para olarak kullanılıyorken, daha sonraları banknot ve çeke bağlı vadesiz mevduatlar para tanımına dâhil edilmiştir. Günümüzde ise vadeli mevduatlar ve tasarruf hesapları da para sayılmaktadırlar (Parasız, 1992: 13). Literatürde yer alan en yaygın tanıma göre para, mal ve hizmet alımı ile borçların geri ödenmesinde genel kabul gören bir araçtır (Orhan ve Erdoğan,2002:5). Para, “günlük yaşamda insanların genellikle kabul ettikleri mübadele aracı” olarak tanımlanır. Ayrıca para, fonksiyonlarından hareket ederek de tanımlanabilir. Bu tanıma göre para; mübadele, değer saklama ve hesap birimi fonksiyonlarını yerine getiren, soyut ya da somut bir belgedir (Paya, 2002: 15). Para, kişilere satın alma olanağı sağlayan, her türlü borç ve yükümlülüğünden kurtulmasını ve değer saklama olanağını veren bir unsurdur. Para ne doğrudan bir tüketim malı gibi ihtiyacı karşılar, ne de mal ve hizmetlerin üretiminde bizzat kullanılabilme olanağı sağlar. Para, aracı bir maldır ve sahip olduğu önem, satın alabileceği mal ve hizmet büyüklüğüne bağlıdır. Paranın mübadele ve hesap birimi fonksiyonları mutlaka bir arada yürümelidir. Ancak istisnai durumlarda paranın bir değişim aracı olarak kullanımının ortadan kaldırıldığı hallerde de, halk tarafından hesap birimi olarak kullanıldığı görülmüştür. Buradan hareketle para, soyut ve somut 5 para olarak ikiye ayrılabilir. Soyut para, hesap birimi olarak, somut para ise mübadele aracı olarak kullanılır. Soyut paranın mutlaka gerçek para olması gerekli değildir. Ancak, günümüzde bu iki tip para tek bir birimde birleştirilmiştir (Öçal ve Çolak, 1999: 11). Paranın tarihi göz önünde bulundurulduğunda, parayı çeşitli parasal nesne ayrımlarına tabi tutmak söz konusudur. Buna göre parayı mal para, mevduat parası, kredi parası, özel para ve sanal para olarak çeşitlendirmek mümkündür (Stalder, 2001: 69). 1.1.1.1. Paranın Özellikleri Ekonomik birimler ve ekonomi açısından oldukça önemli olan paranın sahip olması gereken bazı temel özellikler vardır ve bu özellikler beş başlık altında toplanabilir (Orhan ve Erdoğan, 2007: 6): Taşınabilirlik: Para hem taşınması kolay hem de farklı ödeme mahallerine transferi mümkün olan bir ödeme aracıdır. Paranın bu özelliği, kullanım kolaylığı sağlamaktadır. Dayanıklılık: Para olarak kullanılan ödeme araçları, fiziksel olarak dayanıklı olmak zorundadırlar. Çünkü dayanıksız maddelerden yapılmış ödeme araçları, çok sayıda alış veriş işleminde kullanılamaz. Bölünebilirlik: Para olarak kullanılan ödeme araçları, her türlü satın alma işlemini yürütecek şekilde bölünebilme özelliğine sahip olmalıdır. Standardizasyon: Ödemelerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için, ödeme araçlarının standardize edilmesi gerekir. Bu anlamda para olarak kullanılan ödeme araçlarının fiziksel olarak ayırt edilebilir kalitede olması önemli bir zorunluluktur. Taklit Edilememe: Para olarak kullanılan ödeme araçlarının herkes tarafından tanınabilir nitelikte olması gerekir. Aksi halde, sahte ödeme araçlarının yaygın bir şekilde ortaya çıkarılması olasıdır. Değerini Koruma: Paranın kendisinden beklenen fonksiyonlarını ve özellikle de değer biriktirme fonksiyonunu yerine getirebilmesi için birim değerini muhafaza etmesi gerekir. Geçmişte altın ve gümüş paralar değerini uzun süre 6 korumuşlar ancak merkantilist düşünceyle birlikte altın ve gümüş paraların yaygınlaşması paranın değerinin düşmesine neden olmuştur. Günümüzde ize para arzı hükümet politikalarına bağlı olarak mal ve hizmet artış oranının üzerinde bir oranla artırılınca enflasyona neden olarak değer kaybedebilmektedir (Eroğlu, 2004: 7). 1.1.1.2. Paranın Geleneksel Fonksiyonları Modern toplumların en önemli özelliklerinden birisi toplumsal işleyiş içinde paranın önemli bir yerinin olmasıdır. Bu açıdan para, ekonominin gelişmesi için önemli araçlardan birisidir. İş bölümünün gelişmesinde, ticaret ve sanayinin ilerlemesinde önemli bir rolü olan paranın ekonomiye katkısı bazı fonksiyonlar aracılığıyla gerçekleşmektedir (Eroğlu, 2004: 3). 1.1.1.2.1. Paranın Hesap Birimi Olma Fonksiyonu Paranın bu işlevine değer ölçüsü olma ve muhasebe birim olma gibi farklı isimler de verilmektedir. Hesap birimi, mal ve hizmetlerin değerini belirlemede mal varlığını ve kredileri hesaplamada yararlı olmakta, mal ve hizmetlerin fiyatını ölçmektedir. Paranın olmaması durumunda yeknesak bir hesap birimi de olmayacaktır. Para biriminin mübadelelerde hesap birimi olarak kullanımı para transferinden ayırt edilmelidir. Ekonomide paranın sadece bir hesap birimi olarak işlev yapması çok nadir bir olaydır. Para, hesap birimi olması kadar bir değişim aracıdır. Bir değişim aracı olarak görev yapmakla birlikte fiziksel varlığı olmayan bir hesap birimi olarak da düşünülebilir. Mübadelelerde bir hesap biriminin kullanılmasının Sosyal Faydası oldukça fazladır. Çok sayıda maldan oluşan örgütlenmiş bir takas sisteminde takas fiyatları koşullarında düzenleme ve planlama yapılması çok zordur. “n” çeşit mal ve hizmetin alınıp satıldığı bir toplumda takas sayısını mal ve hizmet sayısına bağlayan formül aşağıdaki gibidir (Parasız, 2005: 10): T nx(n 1) 2 Hesap birimi olarak paranın kullanılması, gereksiz birçok hesaplamadan kurtulunmasına yardımcı olmaktadır. Bir hesap birimi olarak paranın değeri daha çok 7 ulusal sınırlar içinde düşünülmelidir. Dış ülkelerle yapılan bütün mübadeleler özel bir hesap işlemini gerektirir. Bu durumda özellikle ulusal paranın değişim oranını yabancı paralar cinsinden saptamak söz konusudur. 1.1.1.2.2. Paranın Değişim Aracı Olma Fonksiyonu Paranın en önemli özelliği değişim aracı olmasıdır. Sahip olunan mal, öncelikle belli bir değer üzerinden paraya çevrilmekte, daha sonra bu para kullanılarak, yine belli bir değer üzerinden, ihtiyaç duyulan mal temin edilmektedir. Paranın mübadele aracı olarak işlev görmesi trampa sisteminin olumsuzluklarını da bertaraf etmiştir. Çünkü trampa sisteminde değişim işlemi sadece uygunluk kriteri sağlandığında olanaklı olmaktadır. Trampa sisteminde, bir mal sahibi, malını başka bir malla değiştirmek istediğinde bu malın üreticisinden onay alması gerekmektedir. Sayısız mal ve hizmetin var olduğu toplumlar için trampa sistemi ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Modern toplumlar açısından oldukça külfetli ve ciddi zaman israfına neden olan trampa sisteminin aksaklıkları, paranın değişim işleminde aracı olarak kullanılması ile giderilmeye çalışılmıştır. Mal ve hizmet değişimi için harcanan zaman, işlem maliyeti kavramı ile ifade edilmektedir. Trampa sisteminde, işlem maliyeti oldukça yüksektir. Paranın değişim aracı olarak kullanılması takasa dayalı değişim sürecinin yarattığı tüm sorunları ortadan kaldırmıştır (Parasız, 1993:131 ve Demirhan, 2007:5). Para kullanılmayan ve “n” sayıda mal ve hizmet üretilen bir ekonomide nx(n 1) sayıda ticaret noktası gereklidir. Ancak, paranın mübadele aracı olarak 2 devreye girmesiyle “n” sayıda mal ve hizmet üretilen bir ekonomide, gerekli ticaret noktası sayısı sadece (n-1) tanedir (Visser, 1974:2-3 ve Paya, 2002: 16). Paranın devreye girmesiyle sadece ticari organizasyon basitleşmemekte aynı zamanda arz ve talebin fiziki büyüklük olarak uyuşması zarureti de ortadan kalkmaktadır. 1.1.1.2.3. Paranın Değer Saklama Fonksiyonu Malını parayla değiştirenlerin parayı hemen harcamayarak ellerinde tutmaya başlamalarıyla beraber paranın değer saklama fonksiyonu ortaya çıkmıştır. Paranın harcanmayarak bu şekilde elde tutulması, bir satın alma gücü depolaması demektir ve her an kullanıma hazır olacağı için tercih edilmektedir. Ancak paranın bu 8 fonksiyonunu yerine getirebilmesi için değerinin istikrarlı olması gerekmektedir. Eğer paranın değeri düşerse insanlar ellerinde para bulundurmak istemezler ve paradan kaçış başlar. Bu durumda insanlar borçlanmayı tercih ederler ve paranın ödünç alma aracı olması gibi bir fonksiyonu ortaya çıkar (Dinler, 2002: 383). Paranın değer saklama fonksiyonu; tahvil, hisse senedi gibi diğer finansal aktiflerle birlikte gerçekleştirdiği bir fonksiyondur. Finansal aktiflerin yer almadığı bir ekonomide üretici ve tüketiciler tasarruflarını fiziki varlık olarak tutmak zorundadırlar. Bireylerin tasarrufları yatırım niteliği taşır ve bu durumda tasarruflar yatırımlara eşit olur. Böyle bir ekonomik yapıda bireyler sınırlı yatırım imkânlarına sahip olurlar ve bu da tasarruf eğilimini azaltır. Bu noktada para, diğer finansal aktiflerle birlikte değer saklama aracı olarak bir ekonomide tasarruf artışına yol açarak ekonomide ki yatırımları artırır. (Paya, 2002: 17). 1.1.1.2.4. Vadeli Ödemede Paranın Standart Oluşturma Fonksiyonu Paranın değeri satın alma gücüne yani, ekonomik birimlerin arzu ettikleri mal ve hizmetleri satın alabilme gücüne bağlıdır. Paranın satın alma gücündeki kayıp enflasyon olarak adlandırılmaktadır. Bu durumda belirli bir miktar parayla satın alınabilecek mal ve hizmet miktarında azalma olmaktadır. Bu durumun tam tersi ise deflasyon olarak adlandırılmaktadır ve fiyatların düşme eğilimine karşılık gelmektedir. Paranın değer saklama fonksiyonunu belirleyen faktörlerden birisi de fiyatlar genel düzeyidir. Fiyatlar genel düzeyinin sürekli arttığı enflasyon ve hiperenflasyon koşullarında paraya duyulan ilgi azalır. Çünkü paranın gerçek değerinde yani satın alma gücünde önemli bir azalma gözlenir (Orhan ve Erdoğan, 2002:8). Bu da enflasyonist dönemlerde paranın değer saklama fonksiyonunun aşındığını gösterir. Ekonomik birimlerin parayı bir mübadele aracı olarak kullanmak istemeleri paranın genel kabul görmesine bağlı olmakla birlikte paranın vadeli işlemlerde ve ödemelerde kullanılması paranın bir değer olarak satın alma gücünü korumasına bağlıdır. Bu sorun ise fiyat endeksi adı verilen ve belirli bir hesaplama tekniği kullanılarak bazı mal ve hizmetlerin fiyatlarında oluşan yükseliş ve düşüşlerin baz yıllara göre belirlendiği göstergeler yardımıyla ortadan kaldırılabilmektedir. Bu şekilde para ertelenmiş veya vadeye bağlanmış ödemelerin yapılmasına ilişkin fonksiyonunu da yerine getirebilmektedir. (Hubbard, 2000: 19) 9 1.1.1.3. Paranın Modern Fonksiyonları Paranın geleneksel işlevlerinin yanı sıra modern ekonomilerde yerine getirdiği bazı ek fonksiyonları da bulunmaktadır. Bunlar paranın ekonomik faaliyetlere ilişkin fonksiyonu, geliri yeniden dağıtma fonksiyonu ve nüfuz aracı olma fonksiyonu olarak üç ana başlık altında incelenebilir (Parasız, 2005: 11-12). 1.1.1.3.1. Ekonomik Faaliyetleri Teşvik Edici veya Engelleyici Olarak Para Paranın ekonomide işlemleri kolaylaştırıcı, üretimi teşvik edici ve yatırımları finanse edici önemli bir işlevi vardır. Para arzında bir artışın ve bunun sonucu olarak faiz oranlarında önemli bir düşüşün ortaya çıktığını varsayalım. Bunun sonucu olarak ekonomide fiyat artışları meydana gelebilir. Ancak bu durum kesin bir olgu da olmayabilir. Şöyle ki, ekonomik birimler fiyatlar karşısında para ankeslerine ilavede bulunmazlarsa paranın satın alma gücündeki azalmaya bağlı olarak talep edilen toplam mal ve hizmet miktarında azalma olacaktır. Şiddetli ve sürekli ekonomik gerileme dönemleri dışında ekonomik birimlerin para ankeslerini takviye etme eğilimine gidecekleri varsayımının gerçekleşme olasılığı oldukça düşük görülmektedir (Parasız, 2005: 11). Bu olasılığın tam aksine, ekonomik birimler ihtiyaç duydukları her an düşük faizle ödünç para bulabileceklerinden emin olduklarından ya da ileride fiyatlarda ortaya çıkacak yükselmelerden korktuklarından ellerindeki atıl para ankeslerini azaltacaklardır. Bunun sonucu olarak mal talebindeki bir artış aynı anda hem tüketim hem de yatırım harcamalarını artıracaktır. 1.1.1.3.2. Geliri Yeniden Dağıtma Aracı Olarak Para Para, gelir yaratıcı etki de yaratabilmektedir. Banka kredileri, bu kredilerden faydalanan ekonomik birimlerin iş hacimlerini ve dolayısıyla kârlarını artırmalarına olanak sağlamaktadır. Bunun tersi durumda ise kredilerden faydalanamayan veya faydalandırılmayan ekonomik birimlerin gelişmesi engellenmiş ya da yavaşlatılmış Ankes: Bankaların günlük işlemlerine ilişkin ödemeleri yapabilmek için kasalarında bulundurdukları ve ihtiyaçlarına göre miktarını belirledikleri toplam paradır. Bu miktarlar para otoritesinin banka kasalarında bulundurmalarını istediği zorunlu karşılıklardan bağımsız olarak bankaların kendi ihtiyaçlarına göre belirledikleri miktarlardır. 10 olacaktır. Bu şekilde, kredi politikası bir yandan direkt olarak kredi hacmine müdahale ederken diğer yandan dolaylı olarak ekonomik birimlerin kâr hacmine müdahale etmektedir. Sonuç olarak her iki şekilde de ulusal gelir üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca enflasyon dönemlerinde kredi politikalarının geliri yeniden düzenleyici etkisi de söz konusudur (Parasız, 2005: 12; Halloran ve Lanser, 1981: 31-32). Küçük tasarruf sahipleri ve dar gelirliler satın alma güçlerinin azaldığını kolayca ve belirgin biçimde hissederler. Böyle zamanlarda bu ekonomik birimler daha fazla yabancı kaynak kullanma ve borçlarını erteleme eğilimi içinde olabileceklerdir. Çünkü aldıkları borçları ilerleyen zamanlarda değeri düşmüş olan para ile ödemek isteyeceklerdir. Böylece bu kişiler ya da ekonomik birimler lehine satın alma gücü yeniden dağıtılmış olacaktır (Parasız, 2005: 12). Aslında para politikalarının tarihi süreç içinde ortaya çıkışının temelinde faiz oranları ve kredi kullanımı yatmaktadır. 1.1.1.3.3. Nüfuz Aracı Olarak Para Günümüz ekonomistleri paraya sahip olan birimlerin bazı arzularını diğer ekonomik birimlere benimsetmek için paradan aldıkları gücü kullanabileceklerini kabul etmektedir. Bankaların kredi kullandırma politikaları bu konuda örnek gösterilebilir. Bankalar veya diğer para otoriteleri çeşitli faaliyetlere kredi verilmesini kabul ya da reddederek ekonomiye yön verebilirler. Daha spesifik örnekler verilecek olursa parasal büyüklüklere ve paranın kanalize edilmek istendiği yöne bağlı olarak bazı sektörler veya ekonomik birimlerin gelişimi hızlandırılırken bazılarının gelişimi engellenebilir. Bu bağlamda para bir nüfuz aracı olarak da kullanılmaktadır (Parasız, 2005: 12). 1.1.2.Parasal Büyüklükler Herhangi bir şeyin para olarak kabul edilmesi ve tanımlanmasının başlıca ölçütü genel olarak insanlar tarafından ödeme aracı olarak kabul edilmesine bağlıdır ve bu da paranın tanımlanmasında insan davranışlarının temel oluşturduğunu göstermektedir. Bir varlık türünün para yapan temel unsur bu varlığın ödeme aracı olarak diğer insanlar tarafından kabul görmesidir. Yüzyıllar boyunca altın veya banknot gibi ya da genel kabul gören çok çeşitli varlıklar para olarak kullanılmış ve 11 genel olarak ödeme fonksiyonunu yerine getirmiştir. Bu nedenle paranın tanımlanmasındaki bu davranışsal yaklaşım tam olarak neyin para olduğu ya da neyin parasal büyüklüklere dâhil edileceği sorununu ortaya çıkarmıştır. Parasal büyüklüklerin ortaya konulabilmesi için hangi varlıkların para ölçümlemelerine dâhil edileceğinin belirlenmesi gerekmektedir (Mishkin, 2004: 51). Bu bağlamda zaman içinde paranın ölçümlenmesi ve parasal büyüklüklerin ekonomideki büyüklüklerinin ortaya konulabilmesi açısından para tanımlamaları yapılmıştır. Finansal sistemin gelişmiş olduğu ülke ekonomilerinde genel kabul gören ve yaygın olarak kullanılan dar ve geniş anlamlı para tanımlamaları bulunmaktadır. Bu sınıflandırmalar şu şekildedir (Dornbusch vd., 1998:349): Nakit, M1, M2, M3 ve L. Bu tanımlama dışında farklı ülkelerin farklı para tanımlamaları veya parasal büyüklülüklerin ölçümlenmesinde kullandıkları çeşitli sınıflandırmalar bulunmaktadır. 1.1.2.1. Dar Anlamda Para Yaklaşık yüz yıl önce kullanımda olan değerli metallerden yapılmış paraların tedavülde olduğu zamanlarda banknotlar ve değerli olmayan metallerden yapılan paralar şüpheyle karşılanmıştır ancak günümüzde bu tür paralar en çok kabul gören para türleridir. Hane halkı, devlet ve firmalar gibi ekonomik birimlerin ellerinde bulundurdukları nakde ek olarak bu ekonomik birimlerin tasarrufundaki mevduat hesaplarının toplamından oluşan parasal büyüklük ekonomi literatüründe M1 olarak adlandırılmaktadır ve dar anlamda para tanımını karşılamaktadır. M1 para tanımının genel özelliği bu miktar içinde değerlendirilen nakdin ve mevduat hesaplarının genel ödeme aracı olarak kabul görmesidir. 1.1.2.2. Geniş Anlamda Para Para ve parasal büyüklüklerden sorumlu olan otoriteler ekonomik düzen içinde para ve likiditesi yüksek diğer varlık türlerini içeren parasal tanımlamalar yapmaktadırlar. Teori ve uygulamada genel olarak kabul gören ve kullanılan parasal büyüklükler ve bunların içerikleri şekil 1’de gösterilmiştir (Hubbard, 2000: 25-28). 12 Şekil 1: Parasal Büyüklük Tanımları M1 M2 Dolaşımdaki para + Seyahat Çekleri Vadesiz Mevduat Hesapları Diğer Çek Yazılabilir Hesaplar M3 M1+ Belirli Miktara Kadar Vadeli Mevduatlar Tasarruf Mevduatları Para Piyasası Mevduat Hesapları Kurumsal Olmayan Para Piyasası Fon Hisseleri Gecelik Repo Gecelik Eurodolar M2 + Belirli Miktarın Üzerindeki Vadeli Hesaplar Kurumsal Para Piyasası Fon Miktarları Vadeli Repolar Vadeli Eurodolar L M3 + Bankalar Dışı Kesim: Kısa Vadeli Hazine Bonoları Ticari Tahviller Tasarruf Bonoları Banka Kabulleri Kaynak: Hubbard, 2000: 26. Bankalardaki mevduat hesapların iki temel özelliği vardır. Birincisi bu hesaplara ilişkin çek yazılması suretiyle ödemeler yapılabilmesidir. İkincisi de bu hesaplara genellikle faiz ödemesi yapılmamasıdır. Bu nedenle bankalar faiz ödemesi yapan daha avantajlı vadeli hesaplar açabilmektedir ancak bunlar çekle ödemeye konu edilmemektedir. Yine de bu vadeli mevduat türleri belirli bir prosedürden sonra hesap sahiplerinin iradesine bağlı olarak vadesiz mevduatlara dönüştürülebilmektedir. Vadeli mevduat hesaplarından vadesiz mevduat hesaplarına geçiş sürecindeki kolaylık vadeli mevduat hesaplarının da parasal büyüklükler içinde değerlendirilmesi tartışmasını ortaya çıkarmış ve bunun sonucunda M2 para tanımı ortaya çıkmıştır. M2 para tanımı aşağıdaki gibi ifade edilmektedir: M2= M1 + Vadeli Mevduat 1.1.2.3. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Tanımlamaları Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, mali sistemdeki gelişmeleri ve Avrupa Merkez Bankası istatistik tanımları ve standartlarına uyum çalışmaları çerçevesinde 2005 yılı Aralık ayından itibaren para arzı sunumunda değişikliklere gitmiş bulunmaktadır. Eskiden parasal sektör olarak yalnızca Merkez Bankası ve mevduat bankaları kapsanırken yeni sunumda katılım bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları ve B tipi likit yatırım fonları da işin içine katılmak suretiyle parasal sektör tanımı genişletilmiştir. Buna ek olarak verilerin sınıflandırılmasında da değişiklikler 13 yapılmış ve eskiden M2Y başlığı altında yer verilen yabancı para cinsinden tutulan mevduatlar vadelerine göre M1 ve M2 para arzları içinde gösterilmeye başlanmıştır. Yeni sunumda M2Y diye ayrı bir para arzı tanımı yer almamaktadır. En geniş tanımlı para arzı kavramı olan M3 de bu yeni sunumda yeniden tanımlanmıştır. Eskiden bu kategoride yer verilen resmi mevduatlar ve TCMB’ deki diğer mevduat kalemlerinde bulunan merkezi yönetim mevduatları para arzı tanımından çıkarılmış ve diğer resmi mevduatlar da vadelerine göre M1 veya M2 içine yerleştirilmiştir. M3, bankaların repo işlemleri ile sağladıkları fonlar ile B tipi likit yatırım fonu tutarlarını kapsayacak hale getirilmiştir. (Eğilmez, 2007). Merkez Bankası'nın yaptığı yeni tanımlara göre para arzı kavramlarını sıralamadan önce eski tanımların neler olduğunu hatırlatmakta yarar var. Eski tanımlar şöyleydi (YP yabancı parayı gösteriyor): M1 = Dolaşımdaki para + Dolaşıma çıkan para + Banka kasaları + YTL Vadesiz mevduat M2 = M1 + YTL Vadeli mevduat M2Y = M2 + Vadesiz ve vadeli YP mevduat M2R = M2 + Repo M2YR = M2Y + Repo Son düzenlemelere göre bu tanımlar şu şekildedir: M1 = Dolaşımdaki para + Dolaşıma çıkan para + Banka kasaları + YTL Vadesiz mevduat + YP Vadesiz Mevduat M2 = M1 + YTL Vadeli mevduat + YP Vadeli mevduat M3 = M2 + Repo + B Tipi likit fon Bu benzerliklere karşın geçmişle tam bir karşılaştırma yapma olanağı yok. Örneğin M3, eski M2YR'ye benziyor görünse de çalışmanın girişinde vurguladığım gibi eski tanımlara giren bazı büyüklükler kapsam dışına çıkarılıp eski tanımlarda olmayan bazı yeni büyüklükler kapsama alındığı için böyle bir karşılaştırma olanağı 14 bulunmuyor. Yine de Merkez Bankası'nın yeni serinin yanında eski seriyi de yayımlamayı sürdürmesi doğru bir tavır olmuştur. 1.2. PARA TALEBİ Para talebine ilişkin ilk teori Irving Fisher tarafından ortaya atılmıştır ve bu teoriye göre bir bireyin elinde bulundurmak isteyeceği para miktarı bireyin gelirine bağlıdır. Daha sonraki ekonomistler faiz oranları ve finansal yenilikler gibi belirleyici unsurları da para talebi modellerine dâhil etmişlerdir (Hubbard, 2000: 610) Para talebi ekonomik birimlerin ihtiyaçları için bulundurmak istedikleri reel miktarı (real balances) temsil etmektedir. Burada “ihtiyaç” ifadesi ile paranın ekonomik birimlerin ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetler üzerindeki alım gücü kastedilmektedir. Önemli olan para miktarı (nominal balance) değil paranın satın alma gücüdür (real balance). Bu bağlamda paranın gerçek değeri aşağıdaki gibi ifade dilebilir. Reel Para Stoku = M/P Bu ifadede M nominal para stokunu, P ise tüketici fiyatları endeksini temsil etmektedir. Bu denklemde nominal para stoku tüketici fiyatları endeksiyle (Consumer Price Index - CPI) aynı oranda yükseldiği sürece reel para stokunda bir değişim olmayacaktır. Diğer bütün değişkenler sabitken, para arzı ve genel fiyatlar ikiye katlanmış olsa bile reel ekonomi üzerinde hiçbir değişiklik olmayacaktır. Bu özelliğe paranın nötral olması (neutrality of money) denilmektedir (Burada ve Wyplosz, 1997: 198). Ekonomik birimlerin ellerinde bulundurmak istedikleri herhangi bir tür varlığın miktarı, üzerinde etkili olan başlıca unsurlar varlığın beklenen getirisi, riski ve likiditesidir. 1.2.1. Beklenen Getiri Ekonomik birimlerin varlık portföylerini oluştururken göz önünde bulundurdukları en önemli faktörlerden birisi beklenen getiri kavramıdır. Bir yatırımın veya herhangi bir varlığı elde bulundurmanın beklenen getirisi bu kararın 15 farklı muhtemel sonuçlarının bir sonucudur. Getirilerin ölçümlenmesinde ileride sağlanacak olan nakit akımları dikkate alınmaktadır. Bu prensip elde bulundurulan varlığın nakit ya da başka bir varlık türü olmasına bağlı olmaksızın geçerlidir. Bu bağlamda beklenen getiriler (nakit akımları) genellikle muhtemel sonuçların ağırlıklandırıldığı bir hesaplamayla elde edilebilir. Bu ilişki finansal açıdan aşağıdaki gibi formüle edilebilir (Keown vd., 2001: 174-175): X X 1 P( X 1 ) X 2 P( X 2 ) ....... X n P( X n ) veya n X X i P( X i ) i 1 1.2.2. Risk Bir varlığa yatırım yapmaya veya belirli bir varlığı elde tutarak bu varlık üzerinden getiri elde etmeye yönelik beklentiler her zaman lehte sonuçlanmayabilir. Genel anlamda risk beklenen sonuçların gerçekleşmeme ihtimalini teşkil etmektedir. Varlıklardan beklenen risk ile nakit bulundurma veya değişik formlarda para bulundurarak getiri elde etme beklentileri arasında aslında hiçbir fark yoktur (Krugman ve Obstfeld, 2000: 341). Örneğin sabit oranlı bir devlet iç borçlanma senedi satın alan bir yatırımcı bu senedi almak için kullandığı miktardaki parasını borçlanma senedi şeklindeki bir başka varlığa dönüştürmüş demektir. Burada borçlanma senedi sahibinin beklentisi kendisine vaat edilen oranda nakit akımını gelecekte elde etmek ve bugün vazgeçtiği yani ertelediği tüketim olanaklarını gelecekte ziyadesiyle kullanabilmek yönündedir. Riskli tarafı ise, herhangi bir nedenle beklenen getiriden mahrum olması, yani beklentilerinin gerçekleşmemesi ihtimalidir (Keown vd., 2001: 175-176). 1.2.3. Likidite Bir varlığın en kısa sürede, en az maliyetle ve en az kayıpla bir başka varlığa dönüştürülebilme gücüne varlığın likiditesi denilmektedir. Bütün varlıkların likiditeleri farklı olmakla birlikte likiditesi en yüksek varlık türü nakit paradır. Çünkü nakit para nominal değeri üzerinden mübadeleye konu edilmektedir ve hemen hemen 16 bütün mal ve hizmetlerin alım satımında kabul görmektedir. Ekonomik birimler varlık portföylerini oluştururken tercihlerine göre varlık portföyleri içindeki nakit miktarını belirlemektedirler (Hubbard, 2000: 619; Krugman ve Obstfeld, 2000: 341). 1.2.4. Toplam Para Talebi Bir varlığın beklenen getirisi, riski ve likiditesi ekonomik birimlerin her birinin para talebi tercihleri üzerinde etkili olurken ekonomik birimlerin ayrı ayrı para taleplerinin toplamından oluşan toplam para talebi miktarını belirleyen unsurlar da bulunmaktadır. toplam para talebi miktarını etkileyen başlıca unsurlar şunlardır (Parkin vd, 2000: 700): 1. Genel fiyat düzeyi 2. Faiz oranları 3. Reel milli gelir 4. Finansal yenilikler 1.2.4.1. Genel Fiyat Düzeyi Para miktarının paranın cari değeri ile ölçümüne nominal para denilmektedir. Faiz oranları, reel milli gelir ve para miktarı üzerinde etkili olan diğer bütün değişkenlerin sabit kalması koşuluyla talep edilen nominal para miktarı genel fiyat düzeyindeki hareketlerle doğru orantılıdır (Krugman ve Obstfeld, 2000: 367). Para miktarının sabit bir değer (bu ölçümlemelerde genellikle belirli bir yıldaki paranın alım gücü baz alınarak hesaplamalar yapılmaktadır) üzerinden ölçümüyle reel para miktarına ulaşılabilir. Örneğin bir öğrencinin haftalık 150 lira olan toplam para gereksinimi genel fiyat düzeyinin %10 yükselmesi durumunda 165 liraya yükselecektir. Aslında genel fiyat düzeyi reel para talebi üzerinde etkili değildir. Çünkü reel para talebini etkileyen temel değişken ekonomik birimlerin tercihleri ve davranış biçimleridir. Genel fiyat düzeyi nominal para miktarı üzerinde etkili olmaktadır (Parkin vd., 2000: 700). 1.2.4.2. Faiz Oranları Paranın miktar teorisi gibi para talebine ilişkin ilk teoriler işlem amaçlı para talebi ölçümlerine faiz oranlarını dâhil etmemişlerdir. Daha sonraki çalışmalarda 17 Princeton Üniversitesinden William Baumol ve Yale Üniversitesi’nden James Tobin reel para ihtiyacının belirlenmesi konusunda geliştirdikleri modellere faiz oranlarının etkisini de dâhil etmişlerdir. Baumol ve Tobin’e göre mübadele (yani işlem) amacıyla elde bulundurulmak istenen reel para miktarı faiz oranlarıyla doğrudan alakalıdır. Piyasa faiz oranlarındaki bir yükseliş, ekonomik birimlerin işlem amacıyla ellerinde bulundurdukları reel para miktarlarının fırsat maliyetini yükseltecektir. Sonuç olarak ekonomik birimler serbest olarak bulundurmak isteyecekleri para miktarını azaltacaklar ve nihayetinde paranın dolaşım hızı artacaktır. Para piyasasındaki faizlerdeki düşüş ise elde para bulundurmanın maliyetini azaltacağı için ekonomik birimler ellerinde daha fazla para bulunduracak ve buna bağlı olarak paranın dolaşım hızı azalacaktır (Hubbard, 2000: 616). Baumol ve Tobin, bu önermelerini Yale Üniversitesi’nden Irving Fischer'in paranın dolaşım hızı (velocity of Money - V) teoremine dayandırmışlardır. Fischer’in dolaşım hızı teoremi bir birim paranın bir yıllık süre içinde bir ekonomide mal ve hizmetlerin alımında kaç kez kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bu teorem aşağıdaki gibi formüle edilmiştir (Hubbard, 2000: 612): V=PY/M Bu ifadede V paranın dolaşım hızını, P genel fiyat düzeyini , PxY mal ve hizmetler için harcanan toplam parayı, M ise para miktarını temsil etmektedir. Örneğin bir ekonomideki nominal GSYİH 900 milyar lira, toplam para stoku ise 300 milyar lira ise her bir birim para yıllık ortalama 3 kez işlem amacıyla kullanılmış demektir. 1.2.4.3. Reel Milli Gelir Para bulundurmanın altındaki temel motivasyon ekonomik birimlerin parayı işlem amaçlı olarak kullanmalarıdır. Paranın bir mübadele aracı olması aslında para bulundurma isteğinin altındaki yegâne sebeptir. Bu nedenle ekonomik aktivitelerin hacmi ekonomik birimlerin bulundurmak isteyecekleri para miktarının temel belirleyicilerinden biridir ve reel milli gelir ile reel para stoku arasında pozitif ilişki bulunmaktadır. Reel milli gelir ile para talebi arasındaki ilişki genellikle milli gelirdeki %1’lik artışa bağlı olarak para talebindeki artış ile tespit edilmektedir ve 18 buna para talebinin gelire göre esnekliği denilmektedir. Bu bağıntı aşağıdaki, gibi formüle edilebilir (Burada ve Wyplosz, 1997: 198): Δ(M/P)/(M/P) / ΔY/Y Eğer elastikiyet 1’e eşitse para talebi ile milli gelir orantılıdır. Ancak ölçek ekonomilerinin varlığı nedeniyle elastikiyet 1’in altında olmaktadır. 1.2.4.4. Finansal Yenilikler Bilgisayarlar, hesaplama teknik ve cihazlarındaki gelişim ve bunların parasal hesapların kayıtlarının tutulmasına ilişkin çabaları ve maliyetleri azaltıcı etkileri, ekonomik birimlerin para bulundurma tercihleri üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bankamatikler, bankamatik kartları, kredi kartları, vadeli ve vadesiz mevduat hesapları arasında geçiş yapabilme prosedürlerindeki kolaylıklar, paranın işlevlerini yerine getiren finansal varlıkların sayısının artması gibi nedenlerle zamana ve ekonomik koşullara bağlı olarak ekonomik birimlerin para bulundurma tercihleri ve dolayısıyla toplam para talebi sürekli değişmektedir (Parkin vd., 2000: 701). Paranın evrim sürecinde teknolojik gelişmeler sonucu elektronik olarak ödemelerin gerçekleştirilmeye başlanmasıyla beraber, kâğıt para sisteminin sonrasında yeni bir sistem olarak elektronik para sisteminin gelecekte varolabileceği düşünülmektedir. Kâğıt paranın yerini alma potansiyeli bulunan elektronik paranın tanımının, işlevinin ve kapsamının bu nedenle bilinmesi gerekmektedir (Koç, 2006: 18-19). Yaşanan teknolojik gelişmeler ve paranın evrim sürecinde meydana gelen değişimler, bu değişim ve gelişimlerin para politikasını etkileyip etkilemeyeceği konusunu gündeme getirmektedir. Para politikasında bir etki söz konusu olacaksa, bunun ne denli güçlü bir etki olacağı ve etkileme derecesi de yine bir tartışma konusudur. Para politikası ile ilgili düzenlemelerde Merkez Bankası, ödemeler sisteminin yürütücüsü ve para arzının monopol gücünü elinde bulunduran bir kurum olarak rol almaktadır (Friedman, 1999: 25). Bilgi teknolojisinde yaşanan gelişmeler sonucu ABD’de ve diğer ekonomilerde finansal sistem güçlü bir değişimin etkisinde kalmıştır. Bu değişimler hem finansal ortamı hem de finansal sistem araçlarını etkilemiştir. Bu etkileşimler 19 sonucu merkez bankalarının görevi karmaşık bir yapı arz etmiştir. Merkez bankalarının etkinliği finansal piyasaları etkilemede sorunlara neden olur hale gelebilir. Merkez bankalarının makroekonomik bir araç olarak kısa dönem faiz oranları üzerindeki etkisinin devam etmesi ya da bu etkiyi kontrol etmesi finansal sistemdeki rolünün önemini ortaya çıkarır (Woodford, 2002: 85-87). Elektronik Para Sistemlerinin Para Politikalarına Etkisi: Para, statik bir olgu değildir. Ekonomide yaşanan finansal ve kurumsal değişikliklere bağlı olarak para ve para çıkaran kurumlar da niteliksel olarak değişim yaşamaktadırlar. Zamandan ve mekândan bağımsız olarak her hangi bir ekonomide evrensel geçerliliği olan bir para politikası belirlemek ve uygulamak mümkün değildir. Çünkü hem para hem de finansal sistem bir evrim süreci yaşamaktadır ve bu süreçte de Merkez Bankası parasının ekonominin toplam likiditesi içindeki payı da değişmektedir. Para politikalarının önem kazanması ve ekonomik sistemler içinde para miktarının kontrol edilmesi konularında, paranın evrimleşme sürecindeki en önemli süreçlerden birisi elektronik para kavramının ortaya çıkmasıdır. Elektronik para sadece çek gibi ödeme araçlarının yerini almakla kalmamış nakit kullanımını da ikame etmiştir. Elektronik para ilk olarak bankamatik kartları (debit card) şeklinde ortaya çıkmıştır. Daha sonra, teknolojik gelişmeler ve haberleşme ağlarındaki yaygınlaşmaya bağlı olarak akıllı kartlar (smart card) ve e-para gibi çeşitli elektronik para formları ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak elektronik para kullanımının yaygınlaşması parasal mekanizmanın işleyişi ve kontrol edilmesi üzerinde değişimlere yol açmıştır (Mishkin, 2004: 51). Para ve para çıkaran kurumların evrim süreci, para politikalarıyla iç içe yaşanan bir süreçtir. Bu nedenle paranın ve bankacılığın evrim süreci aşamaları para politikalarına bağlı ele alınmalıdır (Aktan vd., 1998). Para politikalarının etkinliği ise, merkez bankalarının piyasa başarısızlıklarını yönetme üzerindeki yeteneğine bağlı olarak değerlendirilmemelidir (Woodford, 2002: 85). 20 1.3. PARA ARZI Özellikle monetarist düşüncenin iktisat politikaları üzerinde etkili olmaya başlamasıyla para arzı ve para miktarı ile ilgili tartışmalar artmaya ve ilgi odağı olmaya başlamıştır. Günümüz modern ekonomilerinde artık para miktarı ile ilgili tartışmalar artmaya başlamıştır. Ancak para miktarı ile milli gelir, fiyatlar düzeyi gibi ekonomik büyüklükler arasında sistematik ilişkilerin mevcudiyeti tartışmasız kabul görmektedir. Para miktarındaki değişiklikler ekonomik değişkenlerin ne yönde hareket edeceği konusunda önemli ölçüde belirleyicidir. İktisadi büyüme, fiyat istikrarı, ödemeler dengesi, istihdam ve benzeri iktisadi politikalar doğrudan veya dolaylı olarak para miktarındaki değişmelerden etkilenmektedir. Bu nedenle para miktarının ne olduğu ve tanımı öncelikli ve önemli bir konu haline gelmektedir (N. Eroğlu, 2004: 33). Para arzının kapsamı hakkında iktisatçılar arasında bir fikir birliği bulunmamaktadır. Johnson (1962) ve Feige (1964) tarafından yapılan çalışmalarda para arzı (M) kapsamıyla ilgili yaklaşımlar dört ana grupta toplanmıştır. Bunlar, Klasik Yaklaşım, Chicago Yaklaşımı, Gurley-Shaw yaklaşımı ve sadece krediyi içeren Geniş Görüş’tür (Keyder, 2002: 189-190). Klasik Yaklaşımda sadece paranın değişim fonksiyonu üzerinde durularak para kapsamına sadece genel kabul gören ödeme araçları dâhil edilmektedir. Bu yaklaşımda para arzı tanımına, dolaşımdaki para ile vadesiz ticari mevduatlar ve tasarruf mevduatları girmektedir. Friedman ve Meselman’ın önderliğini yaptığı Chicago yaklaşımında para arzı tanımına Klasik yaklaşımdaki kalemlere ek olarak ödemelerde serbestçe kullanılamayan vadeli mevduat hesapları da girmektedir. Gurley-Shaw yaklaşımında para arzı tanımına halkın kabul edebileceği bütün alternatif likit değerler girmektedir. Yani, Chicago yaklaşımına ek olarak burada çeşitli menkul kıymetler de para arzı tanımı içine girmektedir. Bu yaklaşımda alternatif likit değerler arasındaki ikame derecesi ortaya konarak bu değerlerin ağırlıklı toplamı para stokunu vermektedir. Krediyi içeren son yaklaşımda ise para arzı en geniş biçimde tanımlanmakta ve para ile kredi aynı anlamda kabul edilerek mevduat bankaları ve borç veren diğer bütün kurumların verdiği kredi toplamlarını para arzı içine dâhil etmektedir (N. Eroğlu, 2004: 33). 21 Para arzı, Merkez Bankası ve ticari bankalardan oluşan bankacılık sistemi bünyesinde parayı kullananların ellerinde tuttukları bir alacak stoku olarak tanımlanmaktadır (Parasız, 2005: 316). Bu tanım çerçevesinde para arzı sürecinde rol alan tarafları ve bu tarafların her birinin üstlendiği rolü aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür (Mishkin 2004: 357): Merkez Bankası: Bankacılık sistemi üzerinde amir pozisyonda olan ve para politikalarının yürütülmesinden sorumlu olan kamu kurumudur. Türkiye’de bu görev Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından ifa edilmektedir. Bankalar(Mevduat kabul eden kurumlar): Bireylerden veya kuruluşlardan mevduat kabul ederek bunları kredi olarak üçüncü şahıslara kullandıran finansal aracılar olarak tanımlanabilirler. Ticari bankalar, tasarruf veya kredi birlikleri, karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan tasarruf bankaları ve kredi birlikleri bu gruba örnek gösterilebilir. Mevduat sahipleri: Bankalarda mevduat bulunduran bireyler veya kuruluşlardır. Ödünç alanlar: Bünyelerinde mevduat toplayan kuruluşlardan fon ödünç alan veya ihraç ettikleri borçlanma senetlerini mevduat kabul eden kuruluşlara satarak borçlanan kişi veya kuruluşlardır. Para arzı faiz oranları, döviz kurları, enflasyon ve ekonomik sistemin üretebileceği mal ve hizmetler toplamı üzerinde etkili olan ekonomik bir değişkendir. Para arzındaki dalgalanmalar, yatırımların getirisini, mal ve hizmetlerin fiyatlarını ve nihai olarak ekonomik refahı etkileyebilir. Bu nedenle merkez bankaları para arzını kontrol etme çabası içindedirler. Para arzı süreci içinde bu oyunculardan en önemli ve en etkili taraf Merkez Bankasıdır. Merkez bankalarının para politikalarına ilişkin kararları kendi bilançoları üzerinde etkili olan bir takım kararlardan oluşmaktadır. Bu anlamda merkez bankalarının ve bankaların para yaratma süreçlerine ve para arzı üzerindeki etkilerine değinmek faydalı olacaktır. 22 Temel olarak para arzı süreci ve bu süreç içinde merkez bankaları, bankacılık sistemi ve bankacılık dışı tarafların etki alanları aşağıdaki şekilde resmedilebilir (Hubbard, 2000: 437). Şekil 2: Para Arzı Süreci Para arzı Süreci => Para Tabanı Etkili Olan Taraflar => Merkez Bankası x Para Çoğaltanı Merkez Bankası, Bankacılık Sistemi, Banka dışı taraflar = Para Arzı Kaynak: Hubbard, 2000: 437. 1.3.1. Para Stokunun Belirlenmesi Para arzını oluşturan en kapsamlı ve en büyük öğe bankalardaki mevduatlardır (deposits) ve merkez bankaları bu mevduatlar üzerinde dolaylı yollardan kontrol gücüne sahiptir. Aslında farklı ekonomik düzenler içinde bankalar tarafından çeşitlendirilmiş çok fazla sayıda mevduat türü bulunmakla birlikte ekonomik modellerin basitleştirilmesi adına bu mevduat türleri ekonomik araştırmalarda ve ekonomi yazınında tek tip olarak kabul edilmektedir. Farklı türlerde mevduatların bulunması para arzına ilişkin farklı para stoku tanımlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır (M0, M1, M2, M3, L...). Para arzı, en basit düzeyde aşağıdaki gibi ifade edilebilir: M = CU + D Bu denklemde M (Money) para arzını, CU (Currency) dolaşımdaki banknot ve madeni paraları, D (Deposits) ise bankacılık sistemi bünyesindeki mevduatları temsil etmektedir. Yukarıdaki denkleme göre para arzını belirleyen temel unsurlar bankaların ve bankacılık sistemi dışındaki kişi ve kuruluşların davranış biçimleridir. Bankacılık sistemi dışında kalan kesimin para talebi denklemdeki CU öğesi üzerinde etkili olurken yine aynı kesimin mevduat bulundurma talepleri denklemin D öğesi üzerinde etkili olmaktadır. Burada bankaların D öğesi üzerindeki etkileri bankalar bünyesinde bulunan mevduatların aslında bankaların müşterilerine karşı bir yükümlülük teşkil 23 etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu denklem ve ekonomik sistem içindeki ilişkilere göre Merkez Bankası'nın bankalar açısından amir pozisyonda olması ve para arzının belirlenmesindeki kontrol araçlarının kullanımı konusunda belirleyici otorite olması nedeniyle en önemli etkiye sahiptir. 1.3.2. Merkez Bankası ve Parasal Tabanı Bankaların bankası olma özelliği, bankacılık sektörü üzerindeki düzenleme fonksiyonu ve bankalar arasındaki ödemeler ve netleştirme sistemleri üzerindeki faaliyetlerine ek olarak Merkez Bankası' nın temel bir fonksiyonu daha bulunmaktadır. Merkez bankaları ülkelerin ekonomik düzenlerine bağlı olarak kamusal bankalar ya da yarı kamusal bankalar olarak faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bu bankalar birkaç istisnai durum haricinde özel kesim mevduatlarını kabul etmemekte ve devletin bankası rolüyle hareket etmektedirler. En önemlisi, merkez bankaları ödemelerin standartlaştırılması konusunda en büyük ve yegâne görevi üstlenmektedirler. Bu vazifeyi uygun koşullarda ve yeterli miktarda para darp etmek suretiyle yerine getirmektedirler. Ayrıca merkez bankalarının ticari bankalara karşı yükümlülüğü niteliğinde olan banka rezervlerinin yaratılması da Merkez Bankası işleyişine ilişkin bir konudur. Dolaşımdaki nakit ve banka rezervleri toplamından oluşan meblağ parasal taban olarak adlandırılmaktadır. Bu meblağ ekonomi yazınında genellikle Merkez Bankası parası ya da M0 olarak adlandırılmaktadır. Aşağıdaki şekilde Merkez Bankası, ticari bankacılık sistemi ve bu ikisi dışında kalan kamu ve özel kesime ait konsolide bilanço kompozisyonları yer almaktadır. Bu bilançolardaki koyu renkli kısımlar Merkez Bankası parasını temsil etmektedir. 24 Tablo 1: Parasal Sistem Bilançoları Merkez Bankası Merkez Bankası Varlıklar Yükümlülükler Yabancı Varlıklar Ticari Bankaların Rezervleri Ticari Bankalara Açılan Krediler Kamu Kesimi ve Bankacılık Dışı Özel Kesim Konsolide Bilançosu Merkez Bankası Varlıklar Yükümlülükler Özel Kesim Mevduatları Banka Dışı Tarafların Ellerinde Bulundurdukları Banknotlar Devlete Açılan Krediler Devlete Ait Mevduatlar Kamu ve Özel Kesim Borçları Devlete Ait Mevduatlar Özkaynaklar (Net Varlıklar) Ticari Bankalar Varlıklar Yükümlülükler Nakit Para Mevcudu ve Merkez Bankasındaki Rezervler Açılan Krediler ve Menkul Kıymetler Merkez Bankasına Karşı yükümlülükler Özel Kesime ait Mevduatlar Bankacılık Kesimi Net Varlıklarını da Kapsayan Reel Varlıklar Özkaynaklar (Net Varlıklar) Net Varlıklar (Net Varlıklar) Kaynak: Burada ve Wyplosz, 1997: 220. 25 1.3.2.1. Merkez Bankası Bilançosu Merkez bankaları, toplum refahını artırmada bir ön koşul ve uzun vadeli nihai hedefleri olan fiyat istikrarını sağlamak amacıyla para politikası araçlarını kullanırlar. Bu süreçte fiyat istikrarı ile doğrudan ilgili olan finansal istikrar da merkez bankalarının gözetmeleri gereken önemli bir husustur. Merkez bankalarının fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlamak için uyguladıkları politikalar sonucunda döviz kuru ve faiz oranlarında meydana gelen değişmeler merkez bankalarının bilançolarını etkilemektedir. Merkez Bankası bilançosunun pasif kalemler toplamı parasal yetki kurumunun diğer kesimlere yükümlülüklerini göstermektedir. Merkez Bankası, çeşitli para politikası araçları ile topluma karşı olan bu yükümlülüklerini değiştirebilmektedir. Pasif kalemlerdeki hareketler sonucu ekonominin likiditesi ayarlanırken likiditenin hangi kanallardan sağlandığı Merkez Bankası bilançosunun aktif kalemlerinde izlenebilmektedir. Merkez Bankası para politikaları, bankaların kredi kaynağını ve maliyetini etkileyebilmektedir. Etkin bir para politikası izlenebilmesi için Merkez Bankası' nın kendi bilanço büyüklüğünü ve bileşimini kontrol edebilmesi zorunludur. Merkez bankalarına özgü özelliklerden dolayı, TCMB bilançosunun (vaziyetinin) diğer banka bilançolarından birkaç önemli farklılığı bulunmaktadır. Bunlardan ilki ve en önemlisi, TCMB’ nin banknot basması nedeniyle, diğer tüm isletmeler için varlık olan paranın TCMB için varlık değil yabancı kaynak (borç) ve özkaynak (özsermaye) dışında üçüncü bir kaynak olmasıdır. Bu nedenle, TCMB bilançosundaki varlık hesapları arasında “kasa hesabı” bulunmazken, kaynak (pasif) hesapları arasında dolaşımda bulunan paraların gösterildiği “tedavüldeki banknotlar” hesabı bulunmaktadır. Dolayısıyla, Türk Lirası cinsinden alacak tahsilâtı, borç ödemesi ve peşin olarak yapılan işlemler diğer işletmelerde olduğu gibi kasa hesabını değil, tedavüldeki banknotlar hesabını etkilemektedir. İkinci önemli fark, 1211 Sayılı TCMB Kanunu’nun 25.04.2001 tarih ve 4651 Sayılı Kanun ile değiştirilen 61. maddesi uyarınca, Türk Lirasının değerinin değişmesi sonucunda, altın ve döviz cinsinden olan hesapların değerlemesi ile oluşan kur farklarının gelir veya gider 26 olarak kâr ve zarar hesabına aktarılmayıp, geçici olarak bilançoda gösterilmesidir. Değerleme ile oluşan kur farkları, altın ve dövizler satılıncaya, altın ve döviz cinsinden olan alacaklar tahsil edilinceye veya borçlar ödeninceye kadar bilançoda “değerleme hesabı” isimli geçici bir hesap altında izlenmektedir. Değerleme sonucu oluşan kur farkları TCMB’ nin lehine, yani bir gelir ise bilançonun kaynaklar (pasifler) tarafında bulunan “Değerleme Hesabı” içinde izlenmektedir. Buna karşın, değerleme sonucu oluşan kur farkları TCMB’ nin aleyhine, yani bir gider ise bilançonun varlıklar tarafında bulunan “Değerleme Hesabı” içinde gösterilmektedir. Bu kur farkları fiili olarak gerçekleştiği zaman, yani altın ve döviz satıldığı, altın ve döviz cinsinden alacak tahsil edildiği veya borç ödendiği zaman ilgili dönemde gelir veya gider hesapları ile ilişkilendirilerek bilançodan çıkarılmakta ve kâr zarar hesabına aktarılmaktadır. TCMB bilançosundaki önemli farklardan bir diğeri de, TCMB’ nin ana faaliyet konusu olan para politikası faaliyetleri kapsamında kullandığı para politikası araçları nedeniyle ortaya çıkan alacak ve borç kalemleridir (Esen, 2007: 46-47). Tablo 2' de TCMB örnek bilançosu yer almaktadır. 27 Tablo 2: TCMB Bilançosu VARLIKLAR (AKTİF) KAYNAKLAR (PASİF) I. Altın Mevcudu A-Uluslararası Standartta Olan B-Uluslararası Standartta Olmayan II. Döviz Alacakları A-Konvertibl a)Efektif Deposu b)Muhabir Hesapları c)Rezerv Dilimi Pozisyonu B-Konvertibl Olmayan a)Efektif Deposu b)Muhabir Hesapları III. Madeni Para IV. Dâhildeki Muhabirler V. Menkul Kıymetler A-Devlet İç Borçlanma Senetleri a)Kuponlu b)Kuponsuz B-Diğer VI. İç Krediler A-Bankacılık Sektörüne Kullandırılan Krediler a)Reeskont Kredileri b)1211 S.K.40/1-c Kapsamındaki Krediler c)Diğer B-TMSF' ye Kullandırılan Krediler VII. Açık Piyasa İşlemleri A-Vadeli İşlemlerden Alacaklar a)Nakit i. Döviz ii. Menkul Değer b)Menkul B-Diğer VIII. Dış Krediler IX. İştirakler X. Gayrimenkuller ve Demirbaşlar A. Gayrimenkuller Amortismanlar(-) B. Demirbaşlar Amortismanlar(-) XI. Takipteki Alacaklar (net) A. Takipteki Alacaklar B. Takipteki Alacaklar Karşılığı (-) XII. SDR Tahsisatı Nedeniyle Hazine Yükümlülüğü XIII. Değerleme Hesabı XIV. Faiz ve Gelir Reeskontları ve Tahakkukları XV. Muvakkat Alacaklar XVI. Diğer Aktifler XVII. Dönem Zararı XVIII. Geçmiş Yıllar Zararları I. Tedavüldeki Banknotlar II. Hazine'ye Borçlar A-Altın B-Rezerv Dilimi İmkânı C-Diğer (Net) III. Döviz Borçları A-Konvertibl B-Konvertibl Olmayan IV. Mevduat A-Kamu Sektörü a) Hazine, Genel ve Özel Bütçeli İdareler b) Kamu İktisadi Kuruluşları c) İktisadi Devlet Teşekkülleri d) Diğer (Belediyeler ve Özel İdareler) B-Bankacılık Sektörü a) Yurtiçindeki Bankalar b) Yurtdışındaki Bankalar c) Zorunlu Karşılık (1211 S.K. Md. 40) i. Nakit ii. Altın d) Diğer (Valörlü İşlemler) C-Muhtelif a) Kredi Mektuplu Döviz Tevdiatı b) Diğer D-Uluslararası Kuruluşlar E-Fonlar a) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu b) Diğer V. Likidite Senetleri VI. Açık Piyasa İşlemleri A-Vadeli İşlemlerden Borçlar a) Nakit i. Döviz ii. Menkul Değer b) Menkul B-Diğer VII. Dış Krediler A-Kısa Vadeli B-Orta ve Uzun Vadeli VIII. İthalat Akreditif Bedelleri, Teminat ve Depozitolar A-Döviz Satışı Yapılmış Akreditif Bedelleri B-Mal Bedeli ve Teminatlar IX. Ödenecek Senet ve Havaleler X. SDR Tahsisatı XI. Sermaye A-Ödenmiş Sermaye B-Sermaye Enflasyon Düzeltme Farkı XII. İhtiyat Akçesi A-Adi ve Fevkalade B-Hususi (1211 S.K. Md.59) C-İhtiyat Akçesi Enflasyon Düzeltme Farkı XIII. Karşılıklar A. Emekli İkramiye ve Kıdem Tazminatı Karşılıkları B. Vergi Karşılıkları C. Diğer Karşılıklar XIV. Değerleme Hesabı XV. Faiz ve Gider Reeskontları ve Tahakkukları XVI. Muvakkat Borçlar XVII. Diğer Pasifler XVIII. Dönem Kârı XIX. Geçmiş Yıllar Kârları Kaynak: tcmb.gov.tr 28 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bilançosunda bazı değişiklikler gerçekleştirilmiştir (TCMB, 2012a: 1). Buna göre, 1 Ocak 2013’ten geçerli olmak üzere; 1)Repo yoluyla alınan ve ters repo yoluyla verilen menkul kıymetlerin bilanço dışında, nâzım hesaplarda izlenmesine, 2)Türkiye Muhasebe Standartları ve Vergi Usul Kanunu’nun uygulama farklılıkları nedeniyle oluşacak ertelenmiş verginin yeni oluşturulan bilanço kalemlerinde gösterilmesine, 3)Faiz gelir ve gider reeskontlarının ilişkili oldukları varlık ya da yükümlülük kalemlerinde izlenmesine, 4)İştiraklerin elde etme maliyetleri yerine gerçeğe uygun değerleriyle izlenmesine başlanmıştır. Bu değişikliklerin yanı sıra, bilanço kalemlerinde isim ve sınıflandırma değişiklikleri de yapılmış ve bilançonun tutarlarına ilişkin bölümde 3 sütunlu gösterime geçilmiştir. 1.3.2.2. Merkez Bankası Analitik Bilançosu ve Merkez Bankası Parası Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bilançosunun bazı parasal büyüklükleri ifade etmek üzere toplulaştırılması ve netleştirmelerin yapılması yoluyla oluşturulan finansal tabloya analitik bilanço denmektedir. 1980 yılından günümüze, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası politikalarının kamuoyu ve ilgili paydaşlar tarafından analizine yönelik olarak üretilmekte ve yayımlanmakta olan Analitik Bilanço’da da 1 Ocak 2013’ten itibaren geçerli olmak üzere (TCMB, 2012a: 1): Kullanılmayan kalemler bilançodan çıkarılmış, aktifte “İç Varlıklar” altında yer alan “Değerleme Hesabı” ayrı bir kalem olarak gösterilmiş ve bazı kalemlerde isim değişiklikleri gerçekleştirilmiştir. 1 Ocak 2013’ten itibaren yayımlanan Analitik Bilanço örneği Tablo 3’teki gibidir. 29 Tablo 3: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Analitik Bilançosu 1.1 TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSU 1.1 Analytical Balance Sheet of the Central Bank of the Republic of Turkey 18/01 2013 28/12 2012 30/11 2012 BİN TL Thousand TRY 24/10 2012 28/09 2012 31/08 2012 27/07 2012 29/06 2012 25/05 2012 27/04 2012 30/03 2012 24/02 2012 27/01 2012 AKTİF 206 234 116 203 590 010 200 085 346 193 979 423 188 586 147 185 345 267 169 508 356 163 104 987 155 908 063 152 070 465 144 032 200 137 949 797 134 769 728 A S S E T S 1-DIŞ VARLIKLAR 219 179 223 217 589 897 213 907 842 208 693 949 202 892 337 199 558 570 182 984 972 176 946 419 172 274 195 166 629 576 165 017 579 158 956 918 157 724 417 1-FOREIGN ASSETS 2-İÇ VARLIKLAR A- Hazine Borçları a-Menkul Kıymetler b-Diğer B- Bank. Sektör. Açıl.Nakit.Krediler C- TMSF'ye Kullandırılan Krediler D- Diğer Kalemler E-Değerleme Hesabı (*) -722 157 7 621 231 7 707 779 -86 547 6 519 398 0 -14 862 786 - -13 999 888 8 203 921 8 288 165 -84 243 6 812 219 0 -14 850 136 -14 165 892 -13 822 496 8 459 393 8 536 758 -77 365 6 551 971 0 -14 985 978 -13 847 883 -14 714 526 8 006 048 8 069 291 -63 243 6 620 800 0 -14 533 386 -14 807 987 -14 306 190 8 199 836 8 301 419 -101 583 6 528 663 0 -14 681 638 -14 353 051 -14 213 303 8 148 069 8 249 800 -101 731 6 682 921 0 -14 650 808 -14 393 486 -13 476 616 8 043 561 8 105 395 -61 835 6 680 146 0 -14 207 641 -13 992 682 -13 841 432 8 032 944 8 109 827 -76 883 6 520 798 0 -14 116 178 -14 278 996 -16 366 132 7 967 169 8 025 886 -58 717 5 639 150 0 -14 025 552 -15 946 900 -14 559 111 7 857 491 7 913 316 -55 826 4 838 237 0 -14 117 505 -13 137 334 -20 985 380 7 815 037 7 898 770 -83 734 4 544 679 0 -19 595 770 -13 749 325 -21 007 121 8 018 123 8 083 357 -65 234 3 685 232 0 -19 247 980 -13 462 496 -22 954 6882-DOMESTIC ASSETS 7 225 413 A-Treasury Debt 7 275 872 a- Securities -50 459 b-Other 3 227 003 B-Credits to Banking Sector 0C-Credits to SDIF -19 628 108 D-Other Items -13 778 996 E-Fx Revaluation Account (*) 3-DEĞERLEME HESABI (*) -12 222 949 PASİF 206 234 116 203 590 010 200 085 346 193 979 423 188 586 147 185 345 267 169 508 356 163 104 987 155 908 063 152 070 465 144 032 200 137 949 797 1-TOPLAM DÖVİZ YÜKÜMLÜKLERİ A- Dış Yükümlülükler B- İç Yükümlülükler a-Kamu ve Diğer Döviz Mevduatı b-Bankalar Döv.Mev. 141 673 621 16 344 439 125 329 182 7 563 678 117 765 504 139 210 895 16 779 090 122 431 805 9 223 516 113 208 289 136 490 150 16 380 598 120 109 552 7 364 109 112 745 443 131 403 643 16 804 853 114 598 790 6 643 859 107 954 930 127 551 498 17 071 393 110 480 105 8 133 871 102 346 234 125 693 778 17 428 550 108 265 228 6 657 955 101 607 274 111 161 679 17 847 564 93 314 116 7 639 270 85 674 846 106 561 629 18 769 496 87 792 133 10 782 817 77 009 316 101 429 182 19 565 493 81 863 690 8 178 706 73 684 983 99 000 985 19 979 117 79 021 869 9 698 660 69 323 208 97 544 030 20 428 865 77 115 166 10 348 816 66 766 349 92 671 910 20 076 504 72 595 406 9 791 458 62 803 948 91 093 8421-TOTAL FOREIGN LIABILITIES 20 646 794 A-Liabilities to Non-Residents 70 447 048 B-Liabilities to Residents 9 053 133 a-Public Sector and Other FX Deposits 61 393 915 b-FX Deposits of Banking Sector 2-MERKEZ BANKASI PARASI 64 560 495 64 379 115 63 595 196 62 575 780 61 034 649 59 651 488 58 346 677 56 543 358 54 478 880 53 069 479 46 488 169 45 277 887 43 675 8862-CENTRAL BANK MONEY A- REZERV PARA A-Emisyon B-Bankalar Mevduatı a-Zorunlu Karşılıklar Bloke Hesabı b-Serbest Mevduat C-Fon Hesapları D-Banka Dışı Kes.Mev. B- DİĞER MERKEZ BANKASI PARASI A-Açık Piyasa İşlemleri B-Kamu Mevduatı 74 641 101 60 018 837 14 393 930 0 14 393 930 210 832 17 502 75 213 553 61 349 461 13 586 267 0 13 586 267 205 732 72 093 70 428 821 60 276 195 9 895 404 0 9 895 404 240 477 16 745 82 673 605 70 913 170 11 471 931 0 11 471 931 260 787 27 717 73 125 516 60 822 273 12 050 216 0 12 050 216 235 970 17 057 71 774 297 60 095 724 11 436 498 0 11 436 498 225 701 16 374 72 679 448 57 529 272 14 934 660 0 14 934 660 194 602 20 914 77 008 807 56 868 106 19 544 605 0 19 544 605 575 595 20 501 82 385 750 55 140 770 27 052 626 0 27 052 626 163 091 29 263 80 693 877 54 873 637 25 627 813 0 25 627 813 161 237 31 190 85 528 319 53 177 096 32 210 830 0 32 210 830 121 523 18 870 81 950 930 52 572 014 29 215 571 0 29 215 571 144 057 19 288 83 229 053A-RESERVE MONEY 53 181 853 A-Currency Issued 29 918 932 B-Deposits of Banking Sector 0a-Required Reserves in Blocked Accounts 29 918 932 b-Free Deposits 109 988 C-Extra-Budgetary Funds 18 280 D-Deposits of Non-Bank Sector -10 080 606 -17 509 974 7 429 368 -10 834 438 -21 023 819 10 189 381 -6 833 625 -24 871 911 18 038 286 -20 097 824 -29 427 929 9 330 104 -12 090 866 -26 216 942 14 126 077 -12 122 808 -29 751 904 17 629 096 -14 332 771 -17 488 380 3 155 609 -20 465 449 -29 854 401 9 388 952 -27 906 868 -37 564 340 9 657 473 -27 624 398 -31 832 760 4 208 363 -39 040 149 -46 198 861 7 158 712 -36 673 043 -47 659 782 10 986 739 -39 553 166B-OTHER CENTRAL BANK MONEY -44 016 974 A-Open Market Operations 4 463 807 B-Deposits of Public Sector - - - - - - - - - - - - 3-FX REVALUATION ACCOUNT (*) 134 769 728 L I A B I L I T I E S Not: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bilançosu ve Analitik Bilanço gösteriminde 31 Aralık 2012 tarihli ve 2012 - 95 sayılı basın duyurusu ile değişikliğe gidilmiştir. Note: Some changes have been made on the Balance Sheet and the Analytical Balance Sheet of the Central Bank of the Republic of Turkey according to the press release No 2012 - 64 dated 31 December 2012. (*) 04.01.2013 tarihinden itibaren "Değerleme Hesabı", "İç Varlıklar" kaleminden çıkarılarak ayrı bir kalem olarak gösterilmeye başlanmıştır. 30 Merkez Bankası Analitik Bilançosu içinde yer alan parasal büyüklükler, “Emisyon”, “Rezerv Para”, “Parasal Taban” ve “Merkez Bankası Parası”dır. Emisyon, Merkez Bankası’nın yarattığı para miktarının çekirdek unsurudur (Yakupoğlu, 2011: 25). Rezerv Para ise; emisyon, bankalar mevduatı, fon hesapları ve banka dışı kesimin mevduatından oluşmaktadır. Rezerv Para bir birim arttığında, ekonomide diğer parasal büyüklükleri daha fazla arttırdığından önemli bir büyüklüktür. Rezerv Para’ya Merkez Bankası' nın piyasadaki likiditeyi düzenlemek amacıyla yaptığı açık piyasa işlemleri nedeniyle bankacılık kesimine olan nakit yükümlülüklerinin ya da bankacılık kesiminden nakit alacaklarının eklenmesiyle Parasal Taban’a ulaşılmaktadır. Kamu mevduatının da Parasal Taban’a eklenmesiyle Merkez Bankası Parası’na ulaşılır. Merkez Bankası Parası içinde emisyon, kamu ve bankalar mevduatı, banka dışı kesimin mevduatı ile Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemlerinden kaynaklanan nakit borçları ve alacakları netleştirilmiş olarak yer almaktadır. Merkez Bankası Parası, Merkez Bankası’nın döviz alım-satımı ve Türk Lirası işlemleri sonucu oluşmaktadır. Bu büyüklük Merkez Bankası’nın Türk Lirası cinsinden ekonomideki diğer birimlere olan yükümlülüklerini göstermektedir (Çelik, 2006: 45). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın parasal yükümlülüklerine ilişkin akış aşağıdaki gibi özetlenebilir. REZERV PARA = Emisyon + Bankalar Zorunlu Karşılıkları + Bankalar Serbest İmkânı + Fon Hesapları + Banka Dışı Kesimin Mevduatı PARASAL TABAN = Rezerv Para + API MERKEZ BANKASI PARASI = Parasal Taban + Kamu Mevduatı TL. YÜKÜMLÜLÜKLERİMİZ = Merkez Bankası Parası + Döviz Olarak Takip Olunun Mevduat TOPLAM İÇ YÜKÜMLÜLÜKLERİMİZ = TL. Yükümlülüklerimiz + Bankaların Döviz Mevduatı 31 Merkez Bankası Parası, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kullanabileceği tüm araçları içermektedir. Merkez Bankası Parası, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın üzerinde en çok denetim sağlayabildiği ve bankacılık sektörünü etkileyebildiği büyüklüktür (Ö.Eroğlu, 2004: 53). Merkez Bankası Parası’ndaki işlemler para politikasının gelişimini göstermektedir. Şöyle ki; kamu mevduatının artması ve/veya Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemleri yoluyla piyasadan para çekmesi, Merkez Bankası Parası’nın Rezerv Para’ya göre artmasına neden olmaktadır. Tersi işlemler ise, yani kamunun Merkez Bankası nezdindeki mevduatını azaltması ve/veya Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemleri yoluyla piyasaya para vermesi Merkez Bankası Parası’nın Rezerv Para’ya göre azalmasına neden olmaktadır. Kısaca, MBP’ nin düşük oranlı artması kamuya ve/veya piyasalara Türk Lirası girişi, yüksek oranlı artması ise kamudan ve piyasalardan Türk Lirası çıkışı anlamına gelmektedir. Merkez Bankası Parası’ndaki bir artış genişleyici para politikası uygulaması, azalış ise sıkı para politikası uygulaması anlamına gelmektedir (Yardımcı, 2006: 164). 32 Tablo 4: TCMB Analitik Bilanço Kalemlerinin Temel Bilanço Karşılıkları Kaynak: Çelik vd., 2006: 43. 33 Tablo 4’te görüldüğü gibi TCMB bilançosundan analitik bilançoyu oluştururken bazı bilanço kalemlerinde netleştirmeler yapılmaktadır. Bu netleştirmeler üç ana başlık altında toplanabilir (Çelik vd., 2006: 44): 1. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Açık Piyasa İşlemlerinden (APİ) Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) borcu ya da alacağı “Bankamız Portföyü” altında, 2. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Açık Piyasa İşlemlerinden nakit borcu ya da alacağı “Açık Piyasa İşlemleri” altında, 3. Türk parası karşılığı Diğer Varlık ve Yükümlülükler ise “İç Varlıklar” altında “Diğer Kalemler” hesabında netleştirilerek gösterilmiştir. 1.3.3. Bankaların Para Yaratma Süreci Para arzı, bir ekonomide ölçüm anında kullanımda bulunan toplam para miktarıdır. Dar ve geniş para arzı olarak iki kategoride ölçülür. Dar para arzı genellikle para ve paraya en yakın belgelerdir. Nakit para, vadesiz mevduat ve çekler bu kategoriye girer. İşin içine vadeli mevduat, repo ve benzeri araçlar da girdiğinde geniş tanımlı para arzı kavramları ortaya çıkmaya başlar. Para arzının ölçülmesi ve izlenmesi ekonominin gidişi hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir. Özellikle Monetaristler tarafından savunulan ‘para arzındaki denetim dışı artışların enflasyon yarattığı’ görüşünden sonra bu önem artmıştır. En basit anlatımı şöyle yapılabilir. Bir ekonomide bir andaki denge MV = PQ biçiminde oluşur. Burada M o andaki para arzını, V paranın dolanım hızını (yani yılda kaç kez el değiştirdiğini), P fiyatları, Q da ekonomide üretilen fiziki mal miktarını gösterir. Eğer Q'da bir artış olmaksızın M ya da V yükselirse o zaman denge denklemini eşitlemek için P de yükselir, yani enflasyon oluşur. İşte bu nedenle M'nin denetlenmesi ve Q'daki artıştan fazla artırılmaması önem kazanır. (Eğilmez, 2007) 1.4. DENGE FAİZ ORANI: PARA ARZI VE TALEBİ İLİŞKİSİ Paranın fonksiyonlarına bağlı olarak para piyasası ile mal piyasası arasında doğrudan bir etkileşim söz konusudur ve bu etkileşim aşağıdaki gibi şematize edilebilir. Ancak çalışmanın konusu para politikaları olduğu ve bu konunun Merkez 34 Bankası tasarruf ve takdiri kapsamında olması nedeniyle bu bölümde sadece para piyasası kısmı ve para arz ve talebi ilişkileri üzerinde durulmuştur. Şekil 3: Mal Piyasası ve Para Piyasası Etkileşimi Mal Piyasası Y=C+I+G (Y miktarı belirlenir) Para Piyasası Para Talebi = Para Arzı (r belirlenir) C, I, G miktarları r’ ye bağlıdır Para talebi Y’ ye bağlıdır Kaynak: Eruygur, 2010: 2. Faiz, ekonomi biliminde iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci anlamda faiz, bir borç anlaşmasının satışı sonucu elde edilen getiri oranıdır. İkinci anlamda ise üretim amaçlı girdi olarak kullanılan sermayenin getiri oranıdır. Bu iki anlam iktisadi açıdan birbirlerinden farklı değillerdir ve iktisatçılar tarafından faiz olarak nitelendirilirler (Alkın v.d., 2005: 221). Para piyasasında denge, bir diğer deyişle denge faiz oranı para arzının para talebine eşit olduğu noktada gerçekleşmektedir. Yani para piyasası denge şartı aşağıdaki gibidir: MS=MD Modern anlamda ise, Merkez Bankası tarafından oluşturulan para arzı ile toplam para talebinin eşit olması durumu para piyasasında denge olarak ifade edilmektedir (Krugman ve Obstfeld, 2000: 367). Faiz konusundaki teorik görüşler: 1. Klasik Faiz Teorisi 2. Wicksell’in Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi 3. Keynes’in Faiz Teorisi (Likidite Tercihi Teorisi) 4. Hicks-Hansen’in Neo-Keynesyen Sentezi (IS-LM Modeli) 5. Tobin’in Portföy Teorisi olarak sıralanabilir (Ural, 2013: 4). 35 1.4.1. Klasik Faiz Teorisi Klasik faiz teorisinde faiz oranı reel bir değişkendir ve denge faiz düzeyini belirleyen faktörler tasarruf arzı ve tasarruf talebi (=yatırım talebi)’dir. Faiz, tasarruf arzının fiyatı olarak düşünülmektedir. Tasarruf arzı, faiz oranı ile aynı yönlü ilişkide iken, tasarruf talebi, faiz oranı ile ters yönlü ilişkidedir. 1.4.2. Wicksell’in Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi Ödünç verilebilir fonlar teorisinde (reel faiz teorisi) faiz, tasarruf arzı (kredi arzı) ve tasarruf talebi (kredi talebi) tarafından belirlenir. Bu teorinin geliştirilmesine Irving Fisher’in büyük katkıları olmuştur. Fisher, reel faizin oluşumunda iki temel faktörün etkinliğinden söz eder: Zaman Tercihi (Sübjektif): Piyasa faiz oranı kişilerin tüketimde zaman tercihini belirler. Yüksek faiz oranları, ileride daha fazla tüketim fırsatı sağlayacağı için, cari dönem tüketimini frenler ve tasarrufları artırır. S=f(i)+ Verimlilik (Objektif): Girişimciler, yaptıkları harcamalar üzerinden getiri sağladıkça, verimli yatırım yapmış olacaklar ve verimlilik arttıkça da yatırım projelerini ve fon taleplerini artıracaklardır. Getiri > Maliyet (Faiz) I=f(i)Aşağıdaki şekilde i0 denge faiz oranı, uzun dönem faiz oranıdır. Çünkü kısa vadede fon arz ve talebi uyumsuzdur. Şekil 4: Reel Faiz Teorisinde Denge Faiz Oranı Kaynak: Ural, 2013: 7. i0 denge faiz oranı, reel faiz olarak da adlandırılır. Çünkü ödünç verilebilir fonlar teorisinde faiz, tamamen tüketim ve yatırım gibi reel büyüklükler yoluyla 36 belirlenir. Ekonomideki para miktarı gibi parasal büyüklükler etkili değildir. Ödünç verilebilir fonlar teorisi çerçevesinde, denge faiz oranını etkileyen unsurları; fon arzı, servet ve gelir düzeyi, fiyat beklentileri, faiz beklentileri ve vergi politikalarıdır ve bu unsurlar faiz oranını değiştirmektedir. Servet ve Gelir Düzeyi; ekonomik gelişme sonucu kişilerin servet ve gelir yükselişi ile tasarruf eğilimi artışı, Fiyat Beklentileri; fiyatlarda düşme beklentisi, Faiz Beklentileri; faizlerde yükselme beklentisi, Vergi Politikaları; tasarrufları teşvik eden vergi politikaları sonucu, fon arz eğrisi sağa kayar. Eğer fon talep eğrisinde bir değişme yoksa piyasa faizleri düşer. Ters yönlü hareketlerde ise fon arz eğrisi sola kayar. Şekil 5: Fon Arzında Artış ve Azalış Fon Arzında Artış Fon Arzında Azalış Kaynak: Ural, 2013: 10. Fon talebi: Yatırımların kârlılığındaki değişmeler (Kârlılığın artışı), Fiyatlara ilişkin beklentiler (Enflasyonist beklentilerin yükselişi), 37 Kamu harcamalarındaki değişmeler (Kamu harcamaları artışı-ekonomik canlanma), Öz finansman olanaklarındaki değişmeler (Öz finansman olanaklarının daralması), tarafından etkilenir ve fon talep eğrisi sağa kayar. Eğer fon arz eğrisinde bir değişme yoksa piyasa faizleri yükselir. Ters yönlü hareketlerde ise fon talep eğrisi sola kayar. Şekil 6: Fon Talebinde Artış ve Azalış Fon Talebinde Artış Fon Talebinde Azalış Kaynak: Ural, 2013: 12. Wicksell’in ödünç verilebilir fonlar teorisi Klasik reel faiz analizine, parasal unsurlar katmıştır. Wicksell’in teorisinde İki tür faiz oranı bulunmaktadır. Bunlardan ilki parasal faizdir ve bankaların kredi üzerinden talep ettikleri faiz oranıdır. İkincisi ise doğal (normal) faizdir ve işletilen reel sermayeden sağlanan kâr oranıdır. Bu iki oran birbirine eşitse ekonomide fiyatlar değişmez. Doğal faiz > Parasal faiz olduğunda ise, ekonomi kümülatif bir enflasyon sürecine girmektedir. Wicksell’e göre sermaye piyasasındaki ödünç verilebilir fon arzı iki kaynaktan gelmektedir: Tasarruflar Parasal Genişleme Benzer şekilde fon talebi de iki kaynaktan gelmektedir: 38 Yatırım Talebi (=Tasarruf Talebi) Atıl Para (Ankes) Talebi Piyasa (Parasal) faiz oranı, fon arz ve talebini eşitleyen denge faiz oranıdır. Şekil 7: Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi Piyasa Faiz Oranı Kaynak: Ural, 2013: 15. Wicksell’in ödünç verilebilir fonlar teorisi para ve sermaye piyasalarında ödünç alınıp verilen fonlardan hareket ederek, faiz düzeyini belirmeye çalışmaktadır. Bu teoride fon arzı reel tasarruflar ile fon talebi de yatırım düzeyi ile eş kabul edilmektedir. Frederic Mishkin’e göre enflasyonist beklentilerin faiz üzerindeki etkilerini Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi iyi yansıtır. Buna karşılık, gelirdeki değişme, fiyatlar genel düzeyi ve para arzındaki değişmelerin faiz üzerindeki etkileri Likidite Tercihi Teorisi ile daha iyi izlenebilir (Mishkin, 2004: 91-94). 1.4.3. Keynes’in Faiz Teorisi (Likidite Tercihi Teorisi) Keynes, klasik eseri olan Genel Teori’de kısa dönemde faiz oranının nasıl belirlendiğine ilişkin görüşünü belirtmiştir. Bu görüşler, likidite tercihi teorisi olarak bilinir; çünkü faiz oranının, ekonominin en likit varlığının (aktifinin), ki bu varlık para’dır, arz ve talebini dengeleyecek şekilde belirlendiğini öne sürmüştür. Keynesçi kesişim nasıl IS eğrisinin temel taşı ise, likidite tercihleri teorisi de LM eğrisinin temel taşıdır. Bu teoriyi göstermek üzere, ilk olarak reel para bakiyeleri (balansları) arzından bahsedeceğiz. Eğer M ile para arzını ve P ile de fiyat düzeyini simgelersek, 39 o zaman M/P ifadesi reel para bakiyeleri (balansları) arzını gösterir. Likidite tercihleri teorisi reel para bakiyeleri arzının sabit olduğunu varsayar. Diğer bir ifadeyle, aşağıdaki şekilde yazılabilir: (M / P) S M / P M ile gösterilen para arzı, miktarı Merkez Bankası tarafından belirlenen, dışsal (egzojen) bir politika değişkenidir. Bu modelde fiyat düzeyi P de dışsal (egzojen) bir değişkendir. Fiyat düzeyini sabit alıyoruz çünkü IS-LM modeli, fiyat düzeyinin sabit olduğu, kısa dönemi açıklayan bir modeldir. Bu varsayımlara göre, reel para bakiyeleri (balansları) arzı sabittir ve faiz oranlarının bir fonksiyonu değillerdir. Bu yüzden, reel para bakiyeleri arzı ile faiz oranının grafiğini çizersek, Şekil 8’de görüleceği gibi dikey bir arz eğrisi elde edilir. Likidite tercihleri teorisine göre insanların ne kadar para tutmak istediklerinin belirleyicilerinden biri faiz oranıdır. Bunun sebebi, faiz oranının para tutmanın fırsat maliyeti olmasıdır. Faiz aslında, varlıklarımızın bir kısmını faiz getiren banka mevduatları veya tahviller yerine, faiz getirmeyen bir varlık olan para şeklinde tutarak kazanmaktan vazgeçtiğimiz veya kaybettiğimiz miktardır. Faiz oranları arttığı zaman, insanlar servetlerinin daha az bir kısmını para olarak tutmak isterler. Reel para bakiyeleri (balansları) talebini aşağıdaki şekilde yazabiliriz: ( M / P ) d L( r ) Burada L(r) fonksiyonu para miktarının faiz oranına bağlı olduğunu göstermektedir. Bu yüzden şekil 8’de görülen talep eğrisi negatif eğimlidir, çünkü daha yüksek faiz oranı, talep edilen reel para bakiyeleri (balansları) miktarını düşürür. 40 Şekil 8: Likidite Tercihi Teorisi Piyasa Faiz Oranı Kaynak: Ural, 2013: 16 Likidite tercihleri teorisine göre, reel para bakiyeleri (balansları) talebi ve arzı, ekonominin faiz oranını belirlemektedirler. Yani, faiz oranı para piyasasını dengeye getirecek şekilde belirlenmektedir. Şekilde görüldüğü gibi, denge faiz oranında, talep edilen reel para bakiyeleri (balansları) miktarı, arz edilen miktara eşittir. Dengeye gelme ayarlaması gerçekleşir çünkü para piyasası dengede olmadığı zaman, insanlar varlık portföylerini değiştirmeye çalışırlar ve bu süreç içinde faiz oranının değişmesine sebep olurlar. Örneğin, eğer faiz oranı denge düzeyinin üzerinde ise, arz edilen reel para bakiyeleri (balansları) miktarı, talep edilen miktarı aşıyor demektir. Arz fazlası parayı ellerinde tutanlar, faiz-getirmediği için ellerindeki paranın bir kısmını, faiz-getiren tahvil veya banka mevduatına dönüştürmeye çalışacaklardır. Bankalar ve tahvil çıkaranlar (ihraç edenler) ise, her zaman daha düşük faiz vermeyi tercih edecekleri için, bu para arzı fazlasına teklif edecekleri faiz oranını düşürerek cevap vereceklerdir. Tersi durumda, eğer faiz oranı denge düzeyinin altında ise, yani talep edilen para miktarı arz edilen miktardan fazlaysa, insanlar tahvillerini satarak veya bankadan paralarını çekerek para bulmaya çalışacaklardır. Bankalar ve tahvil çıkarıcılar bu duruma, talep fazlası yüzünden şimdi daha kıt hale gelen para fonlarının kendilerinden gitmesini engellemek için, teklif ettikleri faiz oranını artırarak cevap vereceklerdir. Sonunda, faiz oranı denge 41 düzeyine gelecektir, bu denge düzeyinde insanlar parasal ve parasal olmayan varlıklarının portföylerindeki dağılımından hoşnut olacaklardır ve faiz oranının değişmesi için bir sebep kalmayacaktır. Para arzı miktarındaki değişimlere faiz oranının nasıl cevap verdiğini göstermek amacıyla likidite tercihleri teorisi aşağıdaki gibi irdelenebilir. Merkez Bankasının birdenbire para arzını (M) düşürdüğünü varsayalım. Para arzında (M) görülen düşüş, modelimizde fiyat düzeyi (P) sabit olduğu için, M/P’ yi düşürecektir. Bunun sonucu olarak, reel para bakiyeleri (balansları) arzı, Şekil 9’da gösterildiği gibi, sola kayacaktır. Denge faiz oranı r1’den r2’ye yükselecektir ve daha yüksek hale gelen faiz oranı insanları daha az reel para bakiyesi (balansı) tutmaya razı edecektir. Tersi durum ise Merkez Bankası birdenbire para arzını artırırsa oluşacaktır. Bu nedenle, likidite tercihleri teorisine göre, para arzında olan bir azalma (artma) faiz oranını artırırken (düşürürken), para arzında meydana gelen bir artış (düşme) faiz oranını düşürecektir (artıracaktır). Şekil 9: Likidite Tercihi Teorisi Piyasa Faiz Oranı Değişimi Kaynak: Ural, 2013: 17. Eğer fiyat düzeyi sabit ise, para arzında M1’den M2’ye olan azalma, reel para bakiyeleri (balansları) arzını düşürür. Bu yüzden, denge faiz oranı r1’den r2’ye yükselir. 42 Keynes’in ileri sürdüğü likidite tercihi teorisi aşağıdaki gibi özetlenebilir (Ural, 2013: 19): Faiz oranı parasal bir değişkendir. Likidite Tercihi (Keynesyen Para Talebi) Teorisinde, faiz oranı, tasarruf ve yatırım harcamalarından bağımsız olarak, para stokunun arz ve talebi ile belirlenmektedir. Böylece, faiz oranı, para arzı sabitken, alternatif yatırım araçları karşısında kişilerin para tutma tercihlerinin şiddetine göre değişebilir. Benzer şekilde, para talebi sabitken, para arzındaki değişiklik faiz oranını etkileyebilir. Keynesyen analizde, faizin 2 işlevi bulunmaktadır. 1. Tasarrufun para olarak tutulması ile alternatif yatırım araçlarına kayması arasındaki seçimi etkiler. Faiz, tasarrufu para olarak tutmanın fiyatı veya likiditeden vazgeçmenin ödülü olarak görülür. Faiz oranı ne kadar yüksek olursa, spekülatif para talebi o kadar düşük olmaktadır. 2. Para piyasası ile reel piyasa arasında ilişki kurar. Sermayenin marjinal verimliliği (r) (iç verim oranı) ile piyasa faiz oranı (i) arasındaki ilişki, yatırım (sermaye stokundaki net artış) talebini etkiler. Böylece, parasal kesimde belirlenen faiz oranı, yatırım talebi yoluyla reel sektörü etkiler. Faiz oranının para arzı ve talebinden etkilenişi ise aşağıdaki gibidir: Ms sabit iken, ekonomik birimlerin alternatif yatırım araçları karşısında para tutma tercihlerinin şiddetine bağlı olarak değişir. Md sabit iken, Ms ‘deki bir değişiklik faiz oranını etkileyebilir. Yapılan gözlemler, para arzındaki genişlemeyi izleyen enflasyonla birlikte, faizlerin de yükseldiğini ortaya koymaktadır. Bu durum Keynes’in Likidite Tercihi Analizi ile bağdaşmamaktadır. Keynesyenlere göre para arzı arttığında faiz oranları düşecektir; Ms i . Paracılar ise, belirli bir geçiş döneminden sonra bunun tam tersi olacağını, yani para arzındaki artışı faiz oranlarındaki yükselişin takip edeceğini savunurlar; Ms i . "Para arzı artışı" nın etkileri ise likidite, fiyatlar, gelir ve enflasyonist beklentiler üzerindeki etkiler olmak üzere dört ana grupta dikkate alınmaktadır. 43 "Likidite etkisi" nde para arzı arttığında, ilk anda, elde tutulan para miktarı artar. Henüz fiyatlar yükselmediği için, kişilerin ellerindeki para miktarı yükselir. Yani, ekonominin likiditesi yükselir. Genişleyen likidite fon piyasalarına kayarsa, faizler düşer. "Fiyat etkisi" nde para arzındaki genişleme, harcamalara yönelip, fiyatları yükseltebilir. Özellikle tam istihdama yaklaştıkça, üretim zayıflar ve fiyat yükselişleri kuvvetlenir. Fiyat yükselişi, fon arz edenlerin daha yüksek faiz talep etmesine neden olur, faizler yükselir. "Gelir etkisi" nde para arzındaki genişlemeyle, elde tutulan para fazlalaşır, bono talebi artar. Önce bono fiyatlarını yükseltip faizleri düşüren parasal genişleme, sonra da, bono gelirlerinin harcamaya dönüşmesiyle mal ve hizmet talebini artırır. Ekonomi tam istihdamda ise, fiyatlar artar, fon arz edenlerin daha yüksek faiz talep etmesiyle, faizler yükselir. Atıl kapasite varsa, kapasite kullanımı artar, mal ve hizmet üretimi artar ve reel milli gelir yükselir. Böylece kişilerin para talebi artar, kredi talebi artar. Likidite sıkıntısına düşen bireyler tahvil satışına yönelir. Tahvil fiyatları düşer, faizler yükselir. "Enflasyonist beklentiler etkisi" (Fisher Etkisi) ise enflasyon beklentisine kapılan bireylerin, ödünç verirken, piyasa cari faizi (i) yanında, ana paranın enflasyon karşısındaki erimesini telafi edecek ek bir prim () talep etmesi olarak açıklanabilir. Yani: i=r+ i = cari faiz r = reel faiz = beklenen enflasyon Enflasyonist beklentilerin yükselmesi, ek primi artırır ve dolayısıyla faizler yükselir. Yapılan gözlemlere göre, para arzındaki genişlemeyi izleyen enflasyonla birlikte faizler yükselmektedir. Bu sonuç, Keynes’in Likidite Tercihi Analizi ile bağdaşmamaktadır. 44 Alfred Herbert Gibson, 1923’te “Banker’s Magazine” isimli bir dergide yayınlanan makalesinde İngiltere’de fiyatlar genel düzeyi ile tahvil faizi arasında aynı yönde kuvvetli bir ilişki bulduğunu yazmıştır. Aslında bu tez deneysel yöntemlerle desteklenmemekle birlikte İngiliz iktisatçı Thomas Tooke tarafından 1830’lu yıllarda ileri sürülmüştür (Blaug, 1997: 637). Keynes, kendi analiziyle bağdaşmayan bu görüşü “Gibson Paradoksu” olarak tanımlamıştır. Keynes, Gibson Paradoksu’nu konjonktürel dönemlere özgü olarak yorumlamıştır. Yani, parasal genişleme, temelde faizleri düşürücü etki yapmakta ancak, konjonktürel canlanmanın sebep olduğu kredi genişlemesi (enflasyon beklentisi arttığından) bu etkiyi bastırmakta ve hatta faizleri yükseltmektedir. Sonuç olarak para arzı arttığında sırasıyla aşağıdaki faiz hareket seyri ortaya çıkmaktadır. 1. Geçiş döneminin ilk aşamasında (Kısa dönem) ; faizler düşmekte, 2. Dönemin ikinci aşamasında (Orta dönem) ; enflasyonist bekleyişler artmakta, 3. Üçüncü aşamasında ise (Uzun dönem) ; enflasyonun artmasıyla, faizler yükselmekte ve hatta eski düzeyinin üstüne çıkmaktadır. 1.4.4. Hicks-Hansen’in Neo-Keynesyen Sentezi (IS-LM Modeli) Keynesyen düşünce ilk haliyle, piyasa olarak sadece mal piyasasını, politika olarak da sadece maliye politikasını dikkate alan, diğer bir ifadeyle ekonominin sadece reel yönüyle ilgilenen bir eksik istihdam modeli şeklinde ortaya çıkmıştır. Modelde para piyasası ve onun değişkeni olan faiz oranı, diğer bir ifadeyle ekonominin parasal yönü dikkate alınmamıştır. IS-LM modeli, bu eksikliği gideren, ekonomik analizlerde ve istikrarın sağlanması sürecinde mal piyasasının yanı sıra para piyasasını da dikkate alan bir yaklaşımdır. Diğer bir ifadeyle model, ekonominin parasal ve reel yönünü birlikte ele almakta, para ve mal piyasalarındaki karşılıklı etkileşimi ve eş anlı dengeyi ortaya koymaktadır. IS-LM modeli, 1939 yılında Keynesyen ekole mensup iktisatçılardan John Hicks tarafından geliştirilmiş, 1950’li yıllarda da Alvin Hansen tarafından popüler hale getirilmiştir. 45 IS-LM modelinde anahtar değişken, faiz oranlarıdır. Modelin amacı, denge hasıla düzeyi ile faiz oranı arasındaki ilişkileri ortaya koymak, faiz oranlarındaki değişmenin denge hasıla düzeyini nasıl değiştirdiğini açıklamaktır. Modelde mal piyasası IS eğrisiyle, para piyasası ise LM eğrisiyle temsil edilmektedir (Berber,2012: 1). IS-LM dengesinin oluşumu ve denge grafiği aşağıdaki gibidir (Loyd, 1997: 546-547): Faiz Oranı i Şekil 10: IS-LM Dengesi LM i IS Y IS ve LM eğrilerinin kesişim noktası belirli bir G (devlet harcamaları), T (vergi), M (para arzı) ve P (genel fiyat düzeyi) ile mal ve para piyasasındaki eş zamanlı denge noktasını temsil etmektedir. Gelir veya Hasıla Y Kaynak: Hubbard, 2000: 652. Hicks-Hansen’in sentezine dayanan IS-LM Modeli’nin başlıca özellikleri şu şekilde özetlenebilir (Ural, 2012: 27): Faiz oranı ve gelir düzeyinin belirlenmesi, reel ve parasal kesimde birlikte gerçekleşmektedir. IS-LM analizi olarak adlandırılan bu yaklaşımda, her gelir düzeyi için para talebini sabit para arzına uyarlayan tek bir faiz oranı bulunur. IS eğrisi, mal piyasasını dengeye getiren bütün faiz oranı-gelir bileşimlerini yansıtırken; LM eğrisi, para piyasasında para talebini para arzına eşit kılan faiz oranı-gelir bileşimlerini vermektedir. 46 Para ve mal piyasalarında eş anlı denge sadece eğrilerin kesiştiği D noktasında sağlanır. Bunun dışındaki noktalarda/alanlarda farklı özelliklerde dengesizlikler mevcuttur (Berber, 2012: 11). Söz konusu olası dengesizlikler şekil 11’de farklı alanlarda ifade edilmiştir (Froyen, 1986: 168-170). Şekil 11: IS-LM Modelinde Dengesizlik Durumları ve Dengenin Sağlanması Kaynak: Froyen, 1986: 169. Şekil 11’e göre IS-LM modelinde dengesizlik durumları ve dengeye ulaşma koşulları aşağıdaki gibi özetlenebilir (Berber, 2012: 11): Tablo 5: IS-LM Modeli Dengesizlik Durumları ve Dengeye Ulaşma Koşulları Bölge (1) (2) (3) (4) Dengesizlik Hali Talep Fazlası Para Talebi Fazlası Arz Fazlası Para Talebi Fazlası Arz Fazlası Para Arzı Fazlası Talep Fazlası Para Arzı Fazlası Dengeye Ulaşma Hasıla Artışı Faiz Oranı Artışı Hasıla Artışı Faiz Oranı Artışı Hasıla Düşüşü Faiz Oranı Düşüşü Hasıla Artışı Faiz Oranı Düşüşü Kaynak: Berber, 2012: 11. Para ve mal piyasalarındaki bu farklı dengesizlik durumlarından, dengeye ulaşabilmek için mal piyasasında hasılada, para piyasasında ise faiz oranlarında değişmeler olur. Örneğin (1) numaralı dengesizlik alanında talep fazlası ve para talebi fazlası söz konusudur. Talep fazlası mal piyasasında üretim/hasıla artışına neden olur. Para talebinin fazla oluşu ise faiz oranlarının yükselmesiyle sonuçlanır. 47 Dengeye geçiş süreci para ve mal piyasalarında farklı hızlarda olur. Bu anlamda para ve mal piyasası analizi yapılırken para piyasasının her zaman dengede olduğunu varsaymak yanlış olmaz (Mishkin, 2004: 566-568). Para piyasasında dengeye ulaşma (faizlerde düşme veya yükselme) hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilir. Ancak mal piyasasında üretimin talebe göre düzenlenmesi ve talebin buna uyum sağlaması oldukça fazla zaman alır. Daha açık bir ifadeyle para politikası uygulama sürecinde artan para arzının faiz oranlarını düşürmesi yani likidite etkisinin ortaya çıkması çok kısa sürede gerçekleşebilir. Ancak, mal piyasasını etkileyip hasılayı artırması, yani hasıla etkisinin ortaya çıkması için uzun sürenin geçmesi gerekir (Berber, 2012: 13). 1.4.5. Tobin’in Portföy Teorisi James Tobin (1961) ve Gurley Shaw (1960) aynı sıralarda birbirlerinden bağımsız olarak Keynesyen Likidite tercih modelinin geliştirilmiş bir biçimini sunmuşlardır. (Keyder, 2002: 322). Keynesyen teoride, para ve tahvil birbirini tam ikame etmekte, tahvilin getirisi para tutmanın tek alternatifini oluşturmaktadır. Buna karşın Tobin’in portföy teorisi, bir yatırımcının varlıklarını getirisi farklı alternatif yatırım şekilleri arasında nasıl dağıttığını incelemekte, finansal varlıklarla reel varlıklar arasında sınırlı ikame ilişkisi olduğunu varsaymaktadır. Tobin, belirsizliğin olduğu bir ortamda portföy tercihi ile ilgili geliştirdiği yaklaşımla, makroekonomik portföy teorisinin temellerini atmıştır. Buna göre portföyler, farklı risk gruplarını temsil eden ve aralarında sınırlı ikame ilişkisi bulunan finansal ve reel varlıklardan oluşmaktadır. Riskini azaltmak isteyen portföy sahibi, portföyünde her iki varlıktan da bulundurmak durumunda kalmakta; diğer bir ifadeyle bütün yumurtalarını aynı sepete koymamaktadır (Öztürk ve Durgut, 2011: 124). Yapılan araştırmalar sonucu, kişilerin riski azaltmak amacıyla çeşitlendirilmiş bir portföy tutmayı yeğledikleri ortaya çıkmıştır. Bu nedenle portföy dengesi yaklaşımı, para talebinin belirleyicileri arasında birden fazla getiri oranının olması gereğini savunmuştur. Alternatif değerlerin getiri oranları düştükçe para talebinin toplam likit servet içindeki payının artması beklenmektedir (Keyder, 2002: 322). Portföy teorisi, her biri farklı getiri ve farklı riske sahip olan bir grup farklı aktiflerden, beklenen hasılatları maksimize edecek bir aktif cüzdanı saptanmak üzere geliştirilmiştir. 48 Portföy seçimi kuramında risk temel unsurdur. Çünkü risk olmazsa, bir yatırımcı tüm servetini en yüksek gelir getiren aktiflerden oluşturacaktır (Parasız, 2005: 442). Riski sevmeyen insanlar portföylerini oluştururken tek bir aktiften seçim yapmayacak, aktiflerini çeşitlendireceklerdir. Portföy dengesi yaklaşımının en önemli katkılarından biri, para talebi fonksiyonunun belirlenmesinde risk faktörüne de yer vermesidir. Portföy dengesi yaklaşımının faiz teorisine katkısı ise, faiz oranının sadece para arzı ve talebi tarafından belirlenmediği, diğer yatırım araçlarının arzının da faiz oranlarının belirlenmesinde etkili olduğunu ortaya koymasıdır (Öztürk ve Durgut, 2011: 124). Tabin’in faiz teorisi ana hatlarıyla şöyle özetlenebilir (Ural, 2013: 28): Bireyler, parasal, finansal ve reel yatırım araçlarından oluşan portföylerini, bu araçların nispi fiyat ve getirilerine göre yeniden düzenlerler. Alternatif yatırım araçlarının getiri oranları eşitlendiğinde, portföy dengesi yeniden kurulmaktadır. Faiz oranının belirlenmesinde, sadece para arzı ve talebi değil, diğer yatırım araçlarının arzı da rol oynayabilmektedir. 49 İKİNCİ BÖLÜM PARA POLİTİKALARI, EKONOMİK AMAÇLARI, PARA POLİTİKASINA İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER VE PARA POLİTİKASI ARAÇLARI Para politikasını kısaca tanımlayacak olursak, hükümetin, merkez bankası ya da para otoritesinin, ekonomiye para arzı yönetimi ya da döviz piyasası işlemlerini kullanarak yön vermesidir. Para politikası araçları ise, para otoritesinin ekonomiye yön verme amacı ile uyguladığı bir takım ekonomiyi daraltıcı ya da genişletici araçlar olarak ifade edilebilir. Bu araçlar ile uygulanan işlemlerde, ekonominin durumuna göre, bazı önlem ya da sürdürülebilirlik çalışmaları söz konusu olabilir. Ekonominin sürdürülebilir olması ve düşük enflasyon hedeflemesi doğrultusunda para otoritesi, ülke ekonomisinin o zaman çerçevesi içindeki durumu doğrultusunda ekonomiye müdahale edebilir. Bu müdahaleler, para arzını kısma yolu ile ekonomiyi daraltıcı ya da para arzını genişletme yolu ile ekonomiyi genişletici para politikaları ile yapılabilir. Bunların yanı sıra uygulamada, doğrudan ya da dolaylı olarak uygulanabilecek birçok para politikası aracı da bulunmaktadır. Hükümetin hangi durumlarda ne gibi bir politika uygulaması gerektiği, doğrudan ve dolaylı politikaların uygulama zamanlarının ve alanlarının neler olacağı gibi kararlar ise ekonominin genel konjonktürü içindeki gelişmeler doğrultusunda ayrıntılı araştırmalar ve müzakereler ile verilmektedir. Bu bölüm genelinde para politikaları, amaçları ve kullanılan para politikası araçları ile ilgili ayrıntılı bir literatür taraması yapılacak, ayrıca, dolaylı para politikası araçlarının Merkez Bankası Analitik Bilançosu'na etkileri incelenecektir. 2.1. PARA POLİTİKASININ TANIMI VE ÖNEMİ Merkez bankaları, para basma imtiyazları dışında, hükümet ile paralel olarak ülkelerinin kalkınmasına ve büyümesine yardımcı olan kuruluşlardır. Merkez Bankaları, banka ve banka dışı kesimlere olan yükümlülüklerini değiştirmek, diğer bir ifadeyle ekonominin likiditesini arttırıp azaltmak yolu ile iktisadi faaliyetlerin seyrini etkileyebilmektedir (İskenderoğlu, 1993: 42). Merkez bankaları bu faaliyetleri uyguladıkları para politikası ile gerçekleştirmektedirler. Bu bağlamda merkez bankalarının gerçekleştirdikleri faaliyetlerin tümü para politikasını 50 oluşturmaktadır (Esen, 2007: 30). Para politikası, paranın miktarını, maliyetini ve firmalar ile hane halklarının beklentilerini etkileyerek temel amaçlara ulaşmaya yönelik olarak oluşturulan stratejiler bütünü olarak tanımlanabilir (Çelik vd., 2006: 5). En geniş tanımıyla para politikası, para ve faiz oranlarının yönetilmesi olarak da ifade edilebilmektedir (Mishkin, 2004: 12). Para politikası genel ekonomi politikasının bir parçası olduğundan uyumlu ve etkin bir şekilde uygulanabilmesi bu politikanın tek bir organ tarafından yürütülmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, hemen hemen bütün ülkelerde para politikasından sorumlu olan organ merkez bankalarıdır (Urgancı, 1982: 203). Modern ekonomilerde komünizm ve liberalizm uçları arasında kendi pozisyonlarını ve ekonomik hayata yaklaşımlarını belirleyen devletler, yukarıda bahsi geçen amaçlar çerçevesinde ve çeşitli yöntemlerle ekonomik akışa müdahalelerde bulunmaktadırlar. Ekonomi üzerindeki müdahalelerini genellikle maliye politikaları ve para politikaları olmak üzere iki ana konu altında gerçekleştiren ekonomik sorumlular, müdahale kararlarını yine kendi ekonomik sistemlerine ve doktrinlerine uygun olarak gerçekleştirmek amacıyla genellikle para ve maliye politikalarının farklı karışımlarını kullanmaktadırlar. Ekonomik akışı düzenleme çabaları içinde para politikalarının önemi ve kullanımı her geçen gün biraz daha artmaktadır. Para, çeşitli fonksiyonları gerçekleştirmek amacıyla kullanılmaya başlandığı dönemden bu yana, devletlerin çeşitli amaçları gerçekleştirmesi ve dolayısıyla ekonomiye müdahale etmesi için bir araç olarak kullanılmıştır (Dileyici, 2001: 26). Fakat kullanılan bu aracın etkinliği sürekli bir tartışma konusu olmuştur. Paranın yanlılığı ve yansızlığı üzerine farklı teorik yaklaşımlar ortaya atılmıştır. Bu yaklaşımlardan Klasiklerin, paranın reel ekonomi üzerinde etkisinin olmadığını savunan teorilerinden sonra John Maynard Keynes, Milton Friedman, James Tobin ve diğer birçok iktisatçı, paranın reel sonuçlar doğurabileceğini kendi yaklaşımlarıyla ortaya koymaya çalışmışlardır (Kademli, 2007: 5-6). Ekonomi politikalarının amaçları asli ve tali hedefler olarak iki farklı kapsamda incelenecek olursa, asli hedefler, kaynakların tam olarak istihdamı, fiyat istikrarının ve sürdürülebilirliğinin sağlanması, istikrarlı bir ekonomik büyüme 51 trendinin yakalanması ve ödemeler dengesinde istikrarın sağlanması biçiminde dört ana grupta ele alınabilir. Tali hedefler olarak da, faiz oranlarında, finansal piyasalarda, döviz piyasalarında istikrar, gelir ve servet dağılımını düzenlemek, faktör dağılımını düzenlemek, kamusal ihtiyaçları karşılamak, bazı sektörlere öncelik tanımak ve onları korumak, özel tüketim alışkanlıklarını düzenlemek, temel mallar arzını güvence altına almak gibi çeşitli hedefler incelenebilir (Önder, 2005: 4). 2.1.1. Para Politikasının Amaçları Milli ekonomilerde sağlıklı bir ekonomik düzenin oluşturulması ve sürdürülebilmesi amacıyla toplumlar bazı ekonomi politikalarını benimseyerek ekonomik hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Para politikası uygulamaları aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılan amaçlar zaman içinde büyük değişiklikler göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde para politikasının temel amacı, fiyat istikrarının sağlanması olarak belirlenmiştir. Savaş sonrası artan işsizlik ve ABD’de 1946 yılında çıkarılan İş Kanunu ile iş bulmanın milli ekonomi politikası amacı haline gelmesi, para politikalarına istihdam amacının da eklenmesi gerektirmiştir. Savaş sonrası, Avrupa ve Japonya’nın iktisadi büyüme oranlarının, ABD’yi tehdit eder biçimde geçmesi ile birlikte para politikasının üçüncü bir amacı olan büyüme amacı ön plana çıkmıştır. 1950’lerin sonları, 1960’lı yılların başında ise, ödemeler dengesinin sağlanması, para politikasının ulaşmayı hedeflediği amaçlar arasında yer almıştır (Serin, 1987: 8). Makro ekonomik anlamda genel kabul gören ve merkez bankalarının uyguladığı para politikalarının temel amaçları altı başlık altında toplanabilir (Esen, 2007: 30). 2.1.1.1. Ekonomik Büyümenin Sağlanması ve Sürdürülmesi İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde, ekonomik büyüme, konjonktür olgusuyla beraber değerlendirilmiş ve kısa dönemli ekonomik dalgalanmaların önlenmesi daha önemli görülmüştür. Ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilgi, uzun dönemli ekonomik gelişmelere yani büyüme trendlerine yönelmiş ve ekonomik büyüme bir ekonomi politikası aracı haline gelmiştir (Erkan, 1997: 142). Büyüme Kavramı, Adam Smith’ten bu yana bilinen bir konu olmasına rağmen, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilginin uzun dönemli ekonomik gelişmelere 52 yani büyüme trendlerine yönelmesi sonucu ekonomik büyüme, ekonomik istikrarı sağlamada önem kazanan amaçlardan biri olmuştur. Büyüme kavramının ekonomi politikasında bir amaç olarak ortaya çıkması, fiili ekonomik büyümenin yetersiz görülmesi ve ekonomik sürecin yönlendirilmesi sonucunda gelişmenin daha düzenli olabileceği görüşlerine bağlı olmaktadır (Sert, 2005: 8). Ekonomik büyüme trendinin istikrarlı bir şekilde sürdürülebilmesi için ekonominin para ve kredi ihtiyacının zamanında karşılanması, elverişli finansman imkanlarının sağlanması yanında parasal genişlemenin ılımlı bir düzeyde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik gelişmenin enflasyonla finanse edildiği görülmektedir. Ekonomik büyümenin enflasyonla finanse edilmesi, Merkez Bankasından borçlanılarak yapılan yatırımların milli geliri artırarak gelir harcama dengesinin tekrar kurulması esasına dayanmaktadır. Enflasyoncu politikalar, kısa dönemde ekonomik büyümeyi desteklemekte fakat uzun dönemde bazı sorunları ortaya çıkarmaktadır. Büyümesini enflasyonla finanse eden gelişmekte olan ülkelerde, fiyatların yükselmesi, tüketim malları kıtlığı, ithalatın artarak ihracatın azalması gibi faktörler dış ödemeler sorununa yol açmaktadır. Bu nedenle, para politikasının amacı ekonomik büyümeyi destekleyici olmalıdır. Ancak hangi büyüme oranının para politikası ile destekleneceği konusu belirsizdir. Para politikasının ekonomik büyümeye yönelik olarak kullanılması, faiz oranını etkilemek şeklinde veya ılımlı bir parasal genişlemeyle enflasyonu önlemek yoluyla olmaktadır (Bilir, 2006: 47-48). 2.1.1.2. Tam İstihdamın Sağlanması ve Sürdürülmesi Ekonomi politikasında tam istihdamın amaç olarak belirlenmesi 1929 dünya ekonomik krizine kadar uzanmaktadır. Tam istihdam kavramını dar ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde tanımlayabiliriz. Dar anlamda tam istihdam, sadece emek faktörünün tam istihdam edilmesidir. Geniş anlamda ise, tüm üretim faktörlerinin istihdam edilmesidir. Para politikası uygulaması açısından tam istihdamın amacı, konjonktürel işsizliğin önlenmesini, yapısal, mevsimsel ve arızi işsizlik türlerinin giderilmesini ya da ortadan kaldırılmasını da içerir. (Parasız, 1998: 1) Ancak tam işsizlik ekonomide mevsimsel ve arızi işsizliğin bulunmasına mani değildir. Bu tür işsizlikler kabul edilebilir. Dolayısıyla gelişmiş bir ekonomide % 1-3 arası, 53 gelişmekte olan ülkelerde ise % 5-8 arası ortalama bir enflasyon oranı normal kabul edilmektedir. Merkez Bankası tam istihdamı sağlamak adına elindeki etkin bir araç olan kısa vadeli faiz oranları kullanarak piyasada yatırım ortamının karlılığına etki ederek tam istihdamı sağlamada yardımcı olabilir. Kesinlikle sağlar ifadesini kullanamamamızın nedeni ise, sadece faiz politikasıyla bu amaca ulaşmak yerine diğer ekonomi politikası araçlarını da etkin bir şekilde eş zamanlı olarak kullanmak suretiyle tam istihdamı sağlamada daha başarılı olunduğunun, yaşanılan ülke deneyimleriyle kanıtlanmış olmasıdır (Gaygılı, 2007: 82). 2.1.1.3. Fiyat İstikrarının Sağlanması ve Korunması Fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen sürekli değişmeler, ekonomik faaliyetler üzerine olumsuz etkilerde bulunarak ekonomik gelişmeyi engellediği gibi; gelir dağılımının bozulmasına yol açarak toplumsal sorunların da doğmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle; ekonomi politikasını uygulayanların, ekonominin söz konusu sorunlarla karşılaşmasını engellemek için, fiyatlar genel düzeyinde nispi istikrarın sağlanması yönünde çalışmaları gerekmektedir. Enflasyonun kaynağı, genellikle para stokundaki değişmeler olduğu için, fiyat istikrarının sağlanmasında para politikasına büyük görev düşmekte ve bu konu para politikasının birinci amacı haline gelmektedir. Burada fiyat istikrarı, fiyatların sabit ya da değişmez olmasını değil; bir ekonomik hedef olarak ortalama fiyat düzeyinde belli bir devamlılığın sürdürülmesini ifade eder (Oktar, 1990: 4). Fiyat istikrarı dediğimizde para değerinin korunmasından bahsedilmektedir. Bu değer için de, öncelikle, paranın milli ekonomideki değeri dikkate alınmaktadır. Paranın iç değerinin korunmasından söz ederken enflasyon olayına işaret edilmektedir. Değer koruma ile anlatılmak istenen de bir birim paranın zaman içinde satın alabildiği mal ve hizmet miktarında değişme olmamasıdır (Telman, 1994: 61). Paranın değerinin istikrarından, öncelikle paranın yurtiçi değeri anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi, fiyatlar genel düzeyinin yıllık ortalama artış hızı, enflasyon oranını verir. Ancak daha gerçekçi bir yaklaşımla, enflasyon oranının %1-2 oranında tutulduğu bir ekonomide de fiyat istikrarının olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu orandaki fiyat artışı, tam istihdamda ve büyüyen bir ekonomide olağan karşılanabilir. Gelişmekte olan ülkelerde %5 fiyat artışı normal karşılanmaktadır. Enflasyon oranının normal kabul edilen bu oranların üzerine 54 çıkması, parasal servet biriktirme işlevinin sarsılmasına neden olabilir. Özellikle paradan kaçış olgusu, tasarruf oranını genellikle olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca enflasyonun geliri yeniden dağıtıcı etkisini de unutmamak gerekir. Yani enflasyon sabit gelirliler aleyhine bir durum yaratır (Parasız, 1996: 2). Fiyatlar genel düzeyindeki dalgalanmalar, fiyatların yükselmesi ya da düşmesi biçiminde ortaya çıkmakla birlikte, fiyat hareketleri genellikle yükselme yönünde gelişmektedir. Çünkü özellikle sanayileşmiş ülkelerde güçlü sendikaların varlığı, tekelci firmaları fiyatların düşmesine razı olmaktansa üretim hacmini düşürmeye yöneltmekte, bu da fiyatların aşağıya doğru hareketini engellemektedir. Tarımsal ağırlıklı gelişmekte olan ülkelerde ise devletin, üreticiyi korumak amacıyla aldığı önlemler sonucunda fiyatların düşmesine izin vermemesi, fiyatların azalma yönündeki esnekliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle, günümüzde fiyatlar genel düzeyindeki değişmeler genel olarak fiyatların yükselmesi biçiminde kendisini göstermektedir. Fiyat artışları, ekonomide toplam arzı aşan toplam talebin varlığından kaynaklandığı için, talep fazlasını eritecek anti-enflasyonist bir para politikasının uygulanması gerekmektedir. Bu amaçla, aşırı talebin kaynağı olan ödeme araçları fazlası piyasadan çekilmektedir (Oktar, 1990: 5). Bunun sürdürebilmesi için fiyat yanında, serbest piyasa sisteminin işlerliğinin mekanizmasının enflasyonun bozucu etkilerinden korunması gerekir. Bu sağlanmadığında, kaynakların etkili ve verimli bir şekilde dağılımı gerçekleştirilemez. Öte yandan genişletici para politikaları sonucu hasıl olan enflasyon ve parasal sistemin bozulması ve buna bağlı olarak alınacak yanlış kararlar ve yanlış beklentiler M. Friedman ve Hayek'e göre stagflasyonun en önemli sebebidir (Orhan ve Erdoğan, 2002: 65). Fiyat istikrarı amacının gerçekleştirilmesi, para politikası ile maliye politikası arasındaki koordinasyonu zorunlu kılmaktadır. Para politikası ile maliye politikasının koordinasyonu, her iki politikanın aynı hedef doğrultusunda kullanılması ile mümkündür. Örneğin, enflasyonist eğilimlerin tırmandığı bir dönemde uygulanan daraltıcı para politikası, aynı nitelikteki maliye politikası ile desteklenmelidir. Buna göre, toplam talep düzeyini baskılamak amacıyla ekonomide para ve kredi hacmi daraltıldığında, kamu harcamalarının kısılması ve vergi oranlarının artırılması suretiyle bütçe fazlasının ortaya çıkarılması gerekmektedir. Deflasyonist eğilimlerin söz konusu olduğu dönemlerde ise, 55 genişletici para ve maliye politikası uygulamaları toplam talep düzeyini arttırmak amacıyla eş güdüm içerisinde uygulanmalıdır (Aziziov, 2007: 7-8). 2.1.1.4. Ödemeler Dengesinin Düzenlenmesi ve Dengenin Korunması Ödemeler dengesi, geniş anlamıyla, bir ekonomide yerleşik kişilerin (merkezi hükümet, bankalar, gerçek ve tüzel kişi ve kuruluşlar), diğer ekonomilerde yerleşik kişiler (yurtdışında yerleşikler) ile belli bir dönem içinde yapmış oldukları ekonomik işlemlerin sistematik kayıtlarını elde etmek üzere hazırlanan istatistiki bir rapor olarak tanımlanabilir (Yükseler, 1998: 1). Ödemeler dengesi tanımında iki temel kavram bulunmaktadır. Bunlar ekonomi ve yerleşikliktir. Ekonomi sözcüğü ile bir ülke, bir federal devlet, bir şehir veya bir ekonomik birlik veya bölgesel bir ekonomik grup, yerleşikler deyimi ile de, bir ekonomide bir yıldan fazla süre ile devamlı ve düzenli olarak ikamet eden, o ekonomi içerisinde faaliyette olan kurum ve kişiler ifade edilmektedir. Denkleştirilmiş ödemeler bilançosu görüşü, ekonomi politikası uygulamasında, özellikle Merkez Bankası yönetimlerinde bir rol oynamasına karşın, bilimsel düşünceye özellikle daha uygun düşmektedir. Ekonomi politikacıları, ödemeler bilançosunun istenilen biçimde oluşturulması bakımından daha çok var olan durumun gerektirdiği bir görüşü savunurlar ve bu nedenle içerik yönünden belirsiz olan, ödemeler bilançosunun iyileştirilmesi biçimindeki bir amaç formülasyonunu tercih ederler. Bu amaç görüşünün elde etmek istediği, yeterli döviz, yani altın ve konvertibl paranın veya uluslararası likiditenin, rezervinin oluşturulması ve korunmasıdır. Yeterli rezervin anlamı, ödemeler bilançosunun geçici olarak pasifleştiği durumlarda da döviz talebinin sınırsız bir biçimde karşılanabilmesidir. Eğer, rezervler en az altı aylık dış alım miktarını karşılayabilecek düzeydelerse, yeterli olarak kabul edilebilir. Para politikasında özellikle, 1968 yılındaki altına hücumdan beri, rezervlere veya uluslararası likiditeye büyük önem verilmiştir. Birçok ekonomi politikacısının ödemeler bilançosuna ilişkin amacı, uzun bir sürede belli bir düzeyde ödemeler bilançosu fazlalığına ulaşma olarak görmesine neden olmuştur. Genel olarak, döviz rezervlerindeki bir artış, rezervlerdeki bir azalmaya göre daha olumlu değerlendirilebilir (Yükseler, 1998: 10). Ödemeler bilançosu uzmanları açısından, özellikle de Merkez Bankası yöneticileri açısından ödemeler 56 bilançosunun denkliği uzun dönemli bir amaçtır. Yeterli rezervler ise kısa dönemli bir amaçtır. Eğer rezervlerdeki artış yurt içinde enflasyonist etkilere ve /veya ticari ilişkide bulunan ülkelerde dış alım kısıtlamalarına yol açacak ölçülere ulaşırsa, uzun dönemli aktif ödemeler bilançosu amaçla çelişir bir nitelik kazanır. Ayrıca, rakip ülkelerin ödemeler bilançosu fazlalığı veren ülkelerden bir revalüasyon ve/veya sermaye çıkışı talebinde bulunmaları beklenir. Dış ticaret politikacıları genellikle ödemeler bilançosu politikasına ilişkin amacın özünü denk veya aktif olan dış ticaret bilançosunda görürler (Ertek, 2006: 271). Sonuç olarak, ülke ekonomisinin istikrarı için, ödemeler dengesi (bilançosu) istikrarının önemi büyüktür. Ülke ekonomisi için bu denli önemli olan bu unsura ulaşmayı para politikası amaç edinmiştir. Bunun için de para politikası araçlarından faydalanmaktadır (Gül, 2006: 17-18). 2.1.1.5. Faiz Oranlarının Düzenlenmesi ve İstikrarın Korunması Alacaklılık ve borçluluk ilişkileri modern ekonomik yaşamın artarak gelişen olgularından biridir. Faiz düzeyinde yaşanan büyük değişmeler borçlu-alacaklı ilişkisini bozmakta, ileriye dönük verimlilik hesaplarının yapılmasını zorlaştırmaktadır. Beklenen enflasyon ile gerçekleşen enflasyon arasında çok büyük farklar çıktığında duruma göre mali aracılar ya çok büyük kârlar elde etmekte ya da büyük zararlara uğramaktadırlar. Bu nedenle merkez bankaları faiz düzeyindeki aşırı iniş ve çıkışlara da son derece duyarlıdırlar. Faiz oranlarındaki istikrar, fiyat istikrarı gibi arzulanan bir durumdur. Çünkü faiz oranındaki dalgalanmalar, fiyat istikrarsızlığında olduğu gibi, ekonomide belirsizliklere neden olur ve ileriye yönelik plan yapılmasını ve karar alınmasını zorlaştırır. Faiz oranlarındaki dalgalanmalar, Türkiye’nin bugün ulaştığı iktisadi yapılanma içerisinde konut, otomobil ve dayanıklı tüketim mallarına yönelik talebini etkilemektedir (Halaç, 2001: 87). Banka kesiminin fonlarının kısa dönemli, plasmanlarının uzun dönemli olması nedeniyle başarılı bir aktif-pasif yönetiminde dahi, banka kesimi zaman zaman nakit sıkıntısına düşebilir. Bu olgu banka kesimi için büyük bir tehdittir. Çünkü kendisine yönelik ödeme taleplerini yerine getiremeyen bir banka domino etkisiyle hızla yayılabilecek bir finansal krizi başlatabilir. Bu nedenle merkez 57 bankaları banka kesiminde ortaya çıkabilecek nakit darboğazlarının aşılması için devreye girerler (Paya, 2002: 152-153). 2.1.1.6. Döviz Piyasalarının Düzenlenmesi ve İstikrarın Korunması Dış ticaret her ülke için önemlidir. Bu bağlamda, ülkelerin ulusal paralarının, yabancı paralar karşısındaki değeri, dış ticaretini etkiler. Bir ülkenin ulusal parasının, yabancı paralar karşısında aşırı değerlenmesi, o ülkenin mallarının fiyatlarını uluslararası piyasalarda yabancı para cinsinden değerlendirici ve diğer ülke malları ile rekabet gücü üzerinde azaltıcı bir etki yapar. Örneğin, 1995 yılının nisan ayından itibaren ABD Doları’nın, Japon Yeni ve Alman Markı karşısında değer yitirmesi, Japon ve Alman firmalarının telaşa kapılmalarına ve hükümetleri üzerinde, ulusal paralarının değerinin düşürülmesi yönünde baskı kurmalarına neden olmuştur (Gül, 2006: 22-23). Döviz piyasalarında ortaya çıkan dalgalanmalar sadece dış ticareti değil, aynı zamanda ödemeler dengesini de olumsuz etkilemektedir. Bu etkilenme dış ticaret ve sermaye hareketleriyle birlikte ortaya çıkmaktadır. Bu nedenlerden dolayı döviz piyasalarında istikrar, para politikasının amaçları arasında yer almaktadır (Bilir, 2006: 50). 2.1.2. Para Politikası Amaçları Arasında Uyum ve Denge Para politikasının nihai amaçlarının birçoğu birbiri ile uyumlu olmasına rağmen bazı amaçları çatışma halindedir ve merkez bankaları birbirleriyle çatışma halinde olan amaçlar arasında seçim yapmak zorunda kalabilir. Örneğin, yüksek istihdam ve fiyat istikrarı birbirleriyle kısa dönemde (uzun dönemde bu çatışma yaşanmazken) çatışma halinde olabilen amaçlardır (Mishkin, 2004: 414). Eğer maliyet enflasyonu söz konusu ise, yani enflasyonu başlatan etmenler hem emek sahipleri hem de satıcılarsa böyle bir enflasyonu frenlemek için oldukça önemli bir eksik istihdamın ve eksik kapasitenin yaratılması zorunlu olabilmektedir. Aksine, istihdam oranının yüksek düzeyde gerçekleştirilmesine yüksek bir enflasyon oranı eşlik edebilmektedir. Bu tezat sebebiyle öncelik fiyat istikrarına verilirse ekonomide işsizlik artmakta, istihdama öncelik verilirse bu kez de fiyatlar yükselmektedir (Tokel, 2011: 7). 58 Diğer bir örnek ise enflasyon ve işsizlik arasında gerçekleşebilir. Ekonomik genişleme söz konusu olduğunda işsizlik oranı azalıyorsa hem enflasyon hem de faiz oranları yükselmeye başlayabilir. Eğer Merkez Bankası tercihini faiz oranları yönünde kullanır ve faiz oranlarının yükselmesini önleyici adımlar atarsa bu durum ekonominin aşırı ısınmasına ve enflasyonu tetiklemesine sebep olur. Aksi yönde, enflasyonu önlemek için faiz oranlarını yükseltirse kısa vadede işsizlik artar (Mishkin, 2004: 414). Para politikası amaçlarından bazıları birbirlerini destekleyebilir. Örneğin nihai amaç; ekonomik büyüme ve tam istihdamı içeren milli gelirin en üst seviyeye çıkarılması ise ve buna ek olarak fiyat istikrarının girişimcilere güven sağlayarak ekonomik büyümeyi teşvik edeceği düşünülüyorsa bu durumda fiyat istikrarının ekonomik büyümeye yardım edeceği düşüncesi geçerli olacaktır (Parasız, 2003: 6). Finansal piyasaların istikrarıyla faiz oranlarının istikrarı amaçları ise birbiriyle uyum içinde olan diğer amaçlardır (Mishkin, 2004: 414). Yapılan çalışmalar ve ekonomi tarihi sürecindeki tecrübeler sonucunda farklı para politikaları amaçları arasındaki en uygun amacın enflasyonun önlenmesine yönelik adımlar olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca birçok ekonomist para politikaları aracılığıyla farklı ekonomik hedeflere ulaşılmaya çalışılmasının enflasyon (yükselmesine izin verilmesi ya da düşürülmeye çalışılması) konusunda taraf seçimi yapılması gerektiğini savunmaktadır (Debelle vd., 1998: 1). 2.2. PARA POLİTİKASINA İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER Para politikaları iktisadi teorilerin gelişimlerine göre değişim göstermişlerdir. Klasik, Keynesyen ve bu görüşlerin uzantılarının para politikasına bakışlarında zaman içerisinde görülen değişiklikler, siyasi hareketlerin para politikasını uygulamaktan sorumlu kadroları tarafından uygulamaya da yansıtılmıştır (Akçay, 1997: 4). 2.2.1. Klasik İktisadi Teorinin Para Politikası Görüşleri Para miktarının ekonomi üzerindeki yansımalarını inceleyen Miktar teorisi, Milli Ekonomide fiyatlar genel düzeyini açıklayan bir işleve sahipken aynı zamanda piyasa ekonomisinin uluslar arası ekonomik ilişkileri pürüzsüz bir şekilde koordine 59 edeceği, altın stoklarının ülkeler arasında dengeli bir şekilde bölüşülmesini sağlayacağı ve böylece finansman krizlerine yol açmayacağı şeklindeki tezlerin teorik temelini oluşturmuştur. O dönemlerin metal para rejimleri bu görüşlerin tutarlı bir görünüm sergilemeleri açısından son derece elverişli bir ortam oluşturmaktadır. Buna göre bir ülkede oluşan ticaret fazlası bu ülkeye kıymetli metal girişini hızlandırmakta, böylece içerdeki para miktarı genişlemekte, fiyatlar genel düzeyi artmakta ve sonuç olarak ihracat düşüp ithalat artmaktadır. Böylece kıymetli metal çıkışı başlamakta ve bozulan dengeler yeniden kurulmaktadır. Miktar Teorisi “doğal düzen” anlayışına destek vererek ve kamu müdahalesinin gereksizliğini vurgulayarak ileri sürüldüğü dönemin liberal atmosferine çok iyi uyum sağlayan bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Liberal düşüncelere sağladığı bu uyum nedeniyle, Liberal düşüncelerin hâkim olduğu dönemlerde ve nüfuz alanlarında daima belli bir ağırlığa sahip olmuştur. Piyasa ekonomisine sıkı sıkıya bağlı olan Neo-Klasikler Miktar Teorisi’ne yeni yorumlar getirmişler ancak genelde Miktar Teorisinin temel tezlerini değiştirtmemişlerdir. Günümüzde piyasa ekonomisini savunan paracılar, Miktar teorisini yeniden yorumlayarak parasal analizlerinde kullanmaktadırlar (Paya, 2002: 195). Klasik iktisat iki temel üzerine oturtulmuştur. Bunlar “Mahreçler Kanunu” (Say Kanunu) ve “Paranın Miktar Kuramı”dır. Mahreçler kanununa göre, her arz kendi talebini yaratır. Yani üretilen her mal ve hizmet mutlaka talep edilecektir. Burada varsayım gereği, kişiler elde ettikleri gelirin hepsini harcarlar. Aksi takdirde üretilen malların bir kısmı talep edilmeyecek ve eksik istihdam sorun ortaya çıkacaktır. Peki, ekonomik birimler elde ettikleri gelirin hepsini harcamaz ise bu teori nasıl isleyecektir? Klasikler buna faiz kanalı ile cevap vermektedir. Yani, harcanmayan gelir belirli bir faiz karşılığında tekrar kredi olarak müteşebbislere geri verilecektir ve böylelikle elde edilen tüm gelirin bir şekilde harcanması sağlanacaktır. Dolayısıyla klasiklere göre ekonomi daima tam istihdamda bulunmaktadır. Klasik iktisat, iktisat politikası aracı olarak para politikasını savunmaktadır. Çünkü klasiklerde ekonomiye müdahale yoktur ve dolayısıyla maliye politikası asla kabul edilemez. Çünkü görünmez el yardımıyla ekonomi kendi kendine tam istihdama gelecektir. Ekonomiye müdahale etmeye gerek yoktur. Onlara 60 göre, ücret ve faizler esnektir ve tam istihdamın temelini oluşturur. Klasik düşüncede ikinci temel “Miktar Teorisi”dir. Bu teori paranın fiyatlar genel düzeyi üzerindeki etkisini açıklamaktadır. Miktar Teorisi, MV=PT eşitliğine dayanır. Bu eşitlikte, V (paranın dolaşım hızı) ile T işlem hacmi sabit, istikrarlı varsayılır. Bu varsayımlar altında para arzındaki (M) bir artış etkisini aynı yönde ve oranda fiyatlar genel düzeyi üzerine yansıyarak gösterecektir. Yani, para arzı % 50 oranında arttığında fiyatlar genel düzeyi de % 50 oranında artacaktır. Bunun temel sebebi ekonominin tam istihdam da olduğu varsayımıdır. Görüldüğü gibi para arzındaki bir artış üretim üzerinde hiçbir etki yaratmadan aynı oranda fiyatlar üzerinde etki yaratmıştır. Dolayısıyla, klasiklere göre para politikası etkisizdir ama aktif bir para politikasının da tam istihdamın sağlanmasında ücret- fiyat mekanizmasının yükünü hafifleteceği de belirtilmiştir. Bu da para politikasının tamamen göz ardı edilmediğini gösterir (Gaygılı, 2007: 115). Ekonominin tam istihdam denge noktasında olduğu, mal ve faktör piyasalarında tam rekabet koşullarının geçerli olduğu, atıl kapasitenin olmadığı, fiyatların esnek olduğu paranın dolanım hızının sabit olduğu gibi varsayımlar Klasik İktisadi Düşüncenin temel varsayımlarıdır. Para miktarındaki değişmeler yoluyla ekonomide reel sonuçlar elde edilemeyeceği, para stoku üzerinde yapılan değişikliklerin sadece enflasyonla sonuçlanacağı ileri sürülmüştür. Ekonomideki her unsurun “laissez-faire, laissez-passe” prensibiyle kendiliğinden dengeye geleceğine inanılmaktadır (Sert, 2005: 12). Üretim ve istihdam uzun dönemde para politikası ile hiçbir şekilde etkilenmediğine göre parasal kararların ancak fiyatlar ve ücretleri etkileyebileceği, halkın satın alma gücünü değiştirmeyeceği savunulmuştur (Keyder, 2002: 304). Ekonomide istikrarsızlık doğuracağı düşüncesiyle her türlü müdahaleye de karşı çıkılmıştır. Ekonomiyi istikrara kavuşturmanın yolunun para konusundaki müdahalesiz politikalardan geçtiği savunulmuştur. 2.2.2. Keynesyen İktisadi Teorinin Para Politikası Görüşleri Keynes 1936 yılında yazdığı “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” adlı eserinde Klasik teoriyi eleştirmiş ve yeni bir teori ortaya atmıştır. Dünya Ekonomik Buhranı’nın (1929) yaşandığı bir dönemde düşüncelerini geliştiren Keynes’e göre, ekonominin tam istihdamda dengeye gelmesi her zaman ulaşılabilecek bir sonuç 61 değildir. Keynes, ekonomide eksik istihdam ve gayri iradi işsizliğin yaşanabileceğine ve tam istihdama ulaşmak için devletin bir iktisat politikası olması gerektiğine inanmaktadır. Tam istihdam durumunda, para arzındaki bir artışın sadece fiyatları artıracağı, reel faktörleri etkilemeyeceği görüşünü benimsemektedir. Tam istihdam durumunda Klasiklerle aynı görüşü paylaşan Keynes, analizinde ekonominin eksik istihdam durumunda olduğunu varsaymaktadır (Bilir, 2006: 80). Keynes ile Klasikler arasındaki temel fark, Keynes’in özellikle kısa dönemde fiyatlar ile faiz oranlarındaki dalgalanmaların ekonomik faaliyetlerin düzeyini tam istihdam seviyesine doğru götürmeyebileceği görüşüdür (Akçay,1997: 7). Keynes, Klasiklerin para talebi ile ilgili düşüncelerini yetersiz bulmakta, kişilerin parayı değer birikim aracı olarak kabul edip, spekülatif güdüyle de para talep edebileceklerini savunmaktadır. Keynes’e göre para; muamele, ihtiyat ve spekülasyon güdüleriyle talep edilmektedir. Likidite tercihi de denilen bu para talebi yaklaşımında, muamele ve ihtiyat güdüsüyle para talebi gelirden etkilenirken, spekülasyon güdüsüyle para talebi faiz oranları ile ilişkilidir. Keynesyen teoride faiz oranları para talebini etkileyebildiği için, paranın dolanım hızı sabit değildir. Keynes’e göre paranın dolanım hızı, bankacılık ve ticari hayatın niteliğine, sosyal alışkanlıklara, gelir dağılımına ve elde tutulan paranın satın alma gücüne bağlıdır. Keynesyen görüşe göre, Klasiklerin aksine para politikası yardımıyla reel ekonomiyi etkilemek mümkündür (Keyder, 2002: 306-308; Bilir, 2006: 81). Keynes öncesi dönemde, makro iktisat politikasının tek amacı; fiyatlar genel düzeyi istikrarının gerçekleştirmekti ve fiyat istikrarına, o güne kadar “tek makro politika aracı” olan, para politikası ile erişilmeye çalışılmaktaydı. Keynes’le birlikte, makro politika için yeni bir hedef daha ortaya çıkmıştır. Bu hedef ise tam istihdam hedefidir. Keynes’e göre, bu hedef de bazı istisnai durumlar hariç, para politikası ile erişilebilecek bir mahiyet arz eder. Çünkü para miktarı sadece moneter büyüklükleri değil aynı zamanda reel büyüklükleri etkileyebilen bir unsurdur. Para miktarındaki değişmeler, Klasiklerde olduğu gibi sadece fiyatlar genel düzeyini etkilemekten ibaret kalmayıp, toplam talep, istihdam gibi reel büyüklükleri etkileyebilecek güçtedir (Paya, 2002: 268-269). Keynes’e göre para politikasının etkinliği; 62 - Bir tarafından para talebinin faiz karşısındaki elastikiyeti - Diğer tarafından yatırımların faiz değişmeleri karşısındaki duyarlılığı ile ilgilidir. Keynes’e göre bireyler, parayı işlem ve spekülasyon gereksinimi için tutmaktadırlar. Bu durumda, genişleyen para arzı, faize duyarlı olan yatırımları artırıp iktisadi canlanmayı teşvik eder. Eğer iktisadi süjeler, faizin yükseleceği bekleyişi içinde ise; genişleyen para arzı harcamaları uyaramayacak, atıl ankeslerin genişlemesine sebep olacaktır. Bu durumda paranın dolanım hızı düşecektir. Likidite tuzağı diye ifade edilen bu durumun gerçekleşmesi halinde, moneter genişleme konjonktürel canlanmaya yol açmayacaktır. Ancak likidite tuzağı, her ne kadar Keynes tarafından belirtilmiş ise de, özel bir durum olarak düşünülmüş; dolayısıyla para politikası etkin bir araç olarak kabul edilmiştir. Daha sonraları ise likidite tuzağı, bir kısım Keynes’çi iktisatçılar tarafından genel hal olarak benimsenmiş, bu nedenle maliye politikasının, para politikasından daha etkili olduğu savunulmuştur (Paya, 2002: 269; Aziziov, 2007: 37). Keynesyen teoride, para arzındaki değişikliğin reel sektör üzerindeki etkisi, para talebi fonksiyonu ve yatırım talebi fonksiyonlarının faize gösterdiği duyarlılık derecesine bağlıdır. Para talebinin faiz esnekliğinin düşük olması, para stoğundaki bir artışın, faiz oranını önemli ölçüde düşüreceğine işaret etmektedir. Ancak, faiz oranlarının düşebileceği bir alt nokta vardır ve bu noktadan sonra para arzında yapılacak değişiklikler faiz oranlarını etkileyememektedir. Literatürde bu duruma “likidite tuzağı” adı verilmektedir. Bu uç bölgede para talebinin faiz esnekliği sonsuzdur. Keynesyen açıklamalar içinde para otoritelerinin hareket alanını kısıtlayan faktörlerden birisi de budur (Bilir, 2006: 81). Keynesyen model üretim düzeyinin belirlenmesinde toplam talebi oluşturan unsurlar (tüketim, yatırım ve devlet harcamaları) üzerinde odaklanmaktadır. Harcamalarda meydana gelen bir değişikliğin çarpan mekanizması yoluyla gelir düzeyini etkileyeceği, bu araçlarla toplam talepte istenen değişikliklerin yapılabileceğini ileri sürülmektedir. Keynes, çarpan kavramını yatırım artışlarının gelir üzerindeki etkisini göstermek için kullanmaktadır. Yatırım artışlarının ne 63 oranda olacağı fertlerin marjinal tüketim eğilimine bağlı olup, marjinal tüketim eğiliminin büyüklüğü çarpanın, dolayısıyla yatırımların gelir artıcı etkisinin büyüklüğü sonucunu doğuracaktır. Keynesyen görüşte para politikasının başarısı, para arzının ve dolayısıyla faizlerin ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisine bağlanmaktadır. Para arzındaki değişmenin faiz oranlarına etkisi ne kadar büyük olursa, faiz oranlarındaki değişmelere harcamaların göstereceği esnekliğe bağlı olarak, para politikası milli gelir üzerinde o ölçüde etkili olmaktadır (Akçay,1997: 8). Keynes’e göre para politikasının başarılı olabilmesi için, para talebinin esnekliğinin düşük, yatırım talebinin faiz esnekliğinin yüksek olması gerekmektedir. Keynes para arzı ile gelir arasında dolaylı (faiz yoluyla) bir ilişki görmüş, ancak, bu ilişkinin oldukça zayıf olduğunu savunmuştur. Keynesyen model, Klasiklerin aksine, ekonominin eksik istihdamda da dengeye gelebileceğini ileri sürmekte, Klasiklerde olduğu gibi, serbest fiyat sisteminde tam bir fiyat ve ücret esnekliği varsayılsa bile, bütün üretim faktörlerinin tam istihdamını içeren uzun dönem dengesine doğru otomatik bir eğilim içinde olamayacağını ifade etmektedir. Keynesyen kuramda, tam istihdamın sağlanmasında maliye politikası anahtar politika kabul edilirken, para politikasının ve bu politikanın toplam talebin kontrolünde etkisinin önemsiz olduğu, Klasiklere benzer şekilde, ifade edilmektedir (Bilir, 2006: 82). 2.2.3. Monetarist İktisadi Teorinin Para Politikası Görüşleri Klasik düşünce 1950’li yıllarda Milton Friedman’ın miktar kuramını yeniden düzenlemesi ile canlandırılmıştır. Bu dönemde, gelişmeye başlayan Parasalcı görüşe (Modern Miktar Kuramı) göre, para politikaları maliye politikasına göre çok daha etkilidir. Para arzı, fiyatlar genel düzeyinin belirlenmesinin ötesinde kısa vadede ekonomik faaliyetlerin baslıca belirleyicisidir. Modern parasalcı yaklaşım, Klasik görüşü izlemekle birlikte, ekonomide eksik istihdam olabileceği, paranın üretim miktarı üzerinde etkili olabileceği hususlarında miktar teorisine daha esnek yaklaşmıştır. Klasik düşüncenin ilkelerini kabul etmekle birlikte, Parasalcılar miktar kuramında yeni yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Miktar teorisinde M ile P arasındaki ilişki yerine M ile PY arasındaki ilişkiyi incelemişler ve para arzının yalnızca fiyat düzeyini değil, geçici bir süre için de olsa, toplam ekonomik faaliyetleri etkileyeceğini kabul etmişlerdir. Monetaristler, ekonominin eksik istihdamda 64 olabileceğini kabul ederken, para arzındaki bir artısın, ekonomi eksik istihdamda ise üretim hacmini artırabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak, ekonominin tam istihdamda olması durumunda Klasik düşüncenin tamamen geçerli olacağını kabul etmişlerdir. Monetaristlerin bu geniş yaklaşımlarına rağmen, Say Kanunu’ndan sapmadıkları da görülmektedir. Monetaristlere göre, görünmeyen el mekanizması ekonomiyi tam istihdama doğru yönlendirmektedir. Y’de, M’deki bir değişikliğe bağlı olarak meydana gelecek bir artış ya da azalış geçicidir (Gül, 2006: 10). Monetaristler, para arzındaki bir değişimin reel ekonomiyi etkileme sürecinde, reel para dengeleri için arz ve talep üzerine yoğunlaşan bir strateji izlemişlerdir. Eğer, karar birimlerinin elinde fazla miktarda para varsa, bu fazla parayı harcamalarını arttırarak (hem mallara hem de finansal aktiflere) azaltacaklardır. Bu görüşe göre, bireylerin para dengeleri ile harcamaları arasında birebir ilişkiyi sürdürme eğiliminde oldukları ve genişletici para politikalarının bireylerin para dengelerini değiştirerek, harcamalarını arttıracağı, daraltıcı para politikalarının ise bireylerin para dengelerini değiştirerek, harcamalarını kısacağı varsayılmaktadır. Monetaristler, 1970’lerin en önemli iktisadi sorunları olan issizlik ve enflasyonu, geliştirdikleri yeni miktar teorisiyle açıklamışlardır. Yeni miktar teorisine göre, denklem M*V = P*Y(Q) şeklindedir. Bu denklemde, para arzı (M) ile paranın dolaşım hacminin (V) çarpımı, fiyatlar genel düzeyi ile (P) reel üretim miktarı (Y(Q)) çarpımına eşittir. Para politikasındaki değişiklik, eğer para arzının artması yönünde olursa bu değişim ilk olarak tahvil fiyatlarının artmasına ve faizlerin düşmesiyle karar birimlerinin para tutumu hisse senedi ve diğer tüm reel varlıklara oranla artacaktır. Böylece marjinal getirileri dengelemek için hane halkı bu fazla gelirlerini hisse senedi, sermaye malları ve tüketim malları satın almak için kullanacaklar ve reel harcamalarını arttıracaklardır (Keyder, 2002: 302-306). Bu artışın, ekonomi üzerindeki genişletici etkisi yayıldıkça gerek sermaye talebi, gerekse fiyatlar genel düzeyi üzerinde baskı artacak ve düşen faiz oranlarının yeniden eski düzeyine gelmesine neden olacaktır. Onlara göre, ekonomideki istikrarsızlıklar yalnızca para arzındaki düzensiz dalgalanmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Örneğin; enflasyon, para arzındaki artışların doğrudan doğruya nominal gelirleri 65 arttırmasıyla ortaya çıkmaktadır. İşsizlik ise enflasyonun sebep olduğu bir olaydır (Kademli, 2007: 9). Friedman’ın para politikaları ile yaptığı açıklamalar su şekildedir (C. Aktan, 2000: 182). Para arzındaki büyüme oranı ile nominal gelirin büyüme oranı arasında çok kesin olmamakla birlikte bir ilişki bulunmaktadır. Çünkü para arzındaki artışların geliri etkilemesi zaman almaktadır, Para arzındaki artış, nominal geliri 6 ve 9 ay arasında etkiler, Para arzındaki artış ile enflasyon arasındaki gecikme yaklaşık olarak 12- 18 ay arasında bir zaman dilimi alır, Kısa dönemde para arzındaki bir artış ilk önce reel kesimi etkiler ve 10 ayı aşan bir sürede para arzının büyümesi fiyatları etkiler. Monetaristlere göre enflasyonu kontrol altına almak için en etkin araç para politikasıdır. Para arzı dışsal olarak yani, para otoritesince bağımsız olarak belirlenir. Bu güç para otoritesince ekonominin ihtiyaç duyduğu anlarda kullanılmalıdır. Aksi takdirde, parasal genişleme talep enflasyonuna neden olabilecektir. İşte monetaristler tam bu noktada bu istikrarsızlığı engellemek için parasal artış kuralı önermişlerdir. Buna göre, para otoritesi her yıl ekonomik büyüme oranına eşit düzeyde bir para arzı artışına izin vermelidir. Eğer daha fazlasına izin verilirse fiyat istikrarsızlıklarıyla karşılaşılacaktır. Sonuç olarak, monetaristler büyüme oranına eşit bir para arzı artışını savunmuşlar ve devletin ekonomiye şok parasal müdahalelerden kaçınmasını istemişlerdir (Gaygılı, 2007: 119). 2.3. PARA POLİTİKASI ARAÇLARI Ekonomik hedefler arasında öncelik sıralaması yapılması, kamu otoritelerinin tercih meselesidir. Ancak tercih sıralaması ne yönde ve ne şekilde olursa olsun kullanılacak politika araçlarının seçimi de son derece önemlidir (Akdiş, 2001: 168). Belirlenen ekonomik hedeflere ulaşmak için kullanılabilecek ekonomi politikası araçları ise mali araçlar, parasal araçlar, dışsal araçlar, kontrol araçları ve 66 kurumsal yapı değişiklikleridir. Bu araçlar ve ilgili alt başlıkları şu şekilde gösterilebilir (Savaş, 1982: 15; Akdiş, 2001: 168-170): Mali Araçlar Devlet gelirleri Tablo 6: Ekonomi Politikası Araçları Parasal Kontrol Dışsal Araçlar Araçlar Araçları Doğrudan para politikası araçları Devlet harcamaları Devlet borçları Dolaylı para politikası araçları Kurumsal Yapı Değişiklikleri Döviz kuru politikası Dış ekonomik Ekonomi politikası ilişkilerin kontrolü araçlarını etkileyen kurumsal değişmeler Ödemeler dengesi Fiyatların kontrolü politikası Üretimi etkileyen Yurtiçi ekonomik kurumsal değişmeler Gümrük politikaları faaliyetlerin kontrolü Uluslararası ekonomik ilişkileri etkileyen kurumsal değişmeler Kaynak: Akdiş, 2001: 168-180. 2.3.1. Para Politikası Araçlarının Tarihi Gelişimi Para politikası kararları tarihi süreç içinde ilk olarak metal para basılması ve kredi verilmesine yarayan kağıtların basılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Ancak para politikası kararlarının idari yapıyı terk ederek para otoritesi bünyesinde toplanması 1668’de Swedish Riksbank’ın ve 1694'te İngiltere Merkez Bankası’nın (Bank of England) kurulmasıyla gerçekleşmiştir (Rodrigues, 2009: 1). Merkez bankacılığı tarihinde, 1970’ler öncesi dönemde, sermaye hareketlerinin kontrol edilmesi, ekonominin genelinde kamu müdahalesinin yoğun olması ve finansal piyasaların gelişmemesi nedeniyle genelde doğrudan para politikası araçlarının yoğun olarak kullanıldığını görmekteyiz. Ancak, daha sonraki dönemde liberal ekonomi anlayışının, bu çerçevede piyasa mekanizmasının etkinliğinin artırılmasına yönelik yapısal reformlara bağlı olarak finansal piyasaların gelişmesini, sermaye hareketlerinin artmaya başlamasına bağlı olarak da 1970’lerin sonlarına doğru, gelişmiş ülke kredi kontrolleri, faiz oranı tavanları ve doğrudan krediler gibi doğrudan araçları kullanmayı bırakmalarına ve açık piyasa işlemleri, reeskont imkanı ve zorunlu karşılıklar gibi dolaylı para politikası araçlarına yönelmelerine neden olmuş ve daha sonraki yıllarda da gelişmekte olan ülkeler bu gelişmeleri uygulamaya başlamışlardır. 1980’ler ve 1990’larda, piyasanın çalışmasını 67 bozan birçok enstrüman ya kaldırılmış ya da azaltılmıştır. Merkez bankaları para politikası uygulamalarında, genelde, 1985’lere kadar doğrudan düzenleyici güçlerini kullanmaya devam etmişler; sonraki yıllarda ise dolaylı olarak Merkez Bankası parasını ihraç eden kurum sıfatıyla piyasa koşullarını etkilemişlerdir. 1980 sonrasında finansal piyasalara doğrudan (direkt) müdahale eden para politikası araçlarının yerine, dolaylı (endirekt) para politikası araçları ön plana çıkmıştır. 1980 sonrası uygulamalarda, gelişmiş ülkelerde piyasa mekanizmasını ön plana çıkaran dolaylı para politikası araçlarından APİ ağırlıklı bir araç olarak kullanılırken; gelişmekte olan ülkelerde ise finansal piyasaların gerekli olgunluğa erişememesi (yeterli derinliğe ve genişliğe ulaşamaması) nedeniyle daha çok dolaysız para politikası araçları ile dolaylı para politikası araçlarından zorunlu karşılıklar ve reeskont oranları ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerde de finansal piyasaların teknolojik ve yasal değişimlere bağlı olarak gelişmeye ve serbestleşmeye başlaması, gerekli derinliğe ve genişliğe ulaşma çabalarıyla birleşince, açık piyasa işlemleri giderek daha yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmış ve önemi giderek artmıştır (Önder, 2005: 55-57). Bir ülkedeki parasal yetki kurumunun parasal tabanı ve para çoğaltanını etkileyerek para arzını istenilen yönde değiştirebilmesi için kullandığı tüm araçlar, para politikası araçları olarak kabul edilebilir (Keyder, 2002: 49). Para politikası araçlarını, doğrudan ve dolaylı para politikası araçları olarak iki grupta sınıflandırmak mümkündür. Doğrudan ve dolaylı araçların uygulamasında iki temel ayırım vardır (Gray ve Hoggarth, 1996: 56): 1. Doğrudan araçlar yapılan düzenlemelerle ya fiyatları (faiz oranlarını) ya da miktarları (kredi - mevduat) belirler veya sınırlandırırken, dolaylı para politikası araçları ise piyasadaki arz - talep koşulları etkilenerek yürütülmektedir. 2. Kredi tavanları biçimindeki dolaysız para politikası araçları temelde finansal sistemde yer alan kurumların (ticari bankalar) bilançolarını etkilemeyi amaçlarken, dolaylı para politikası araçları ise Merkez Bankası bilançosunu veya Merkez Bankası imkanlarının fiyatlarını (faizlerini) etkilemeyi hedeflemektedir. 68 Dolayısıyla, doğrudan araçlar müdahale içerirken, dolaylı araçlar piyasa bazlı araçlardır. 2.3.2. Doğrudan Para politikası Araçları Doğrudan veya diğer bir söylevle dolaysız para politikası araçları, faiz oranlarına, mevduat ve kredi miktarına müdahale ederek sınırlamalar getirmekte ve direkt olarak finansal kurumların bilançolarını hedef almaktadır (Demirhan, 2007: 18). Doğrudan para politikası araçları veya dolaysız para politikası araçları merkez bankalarının para politikası uygulamalarını piyasanın inisiyatifi yerine, yasal düzenlemeler yoluyla yerine getirmesidir. Diğer bir deyişle doğrudan kontroller, genelde ticari bankalardaki kredi ve mevduatın fiyatının veya miktarının Merkez Bankası tarafından doğrudan kontrol edilebilmesidir. Miktar kısıtlamalarına örnek olarak, banka kredilerinin veya mevduatlarının artışına (büyüme hızlarına) tavanlar konulması gösterilebilir. Faiz oranı kontrollerine örnek ise, bankanın kredi veya mevduat oranlarına üst sınır konulması gösterilebilir. Dolayısıyla, en çok kullanılan dolaysız para politikası araçları faiz oranları kontrolleri ve Merkez Bankası kredilerinin bankalar için tahsis edilen tavanlarıdır (Gray ve Hoggarth, 1996: 60). Doğrudan araçların kullanıldığı bir parasal kontrolde, kredinin dağıtımı ve maliyeti hem keyfi hem de ekonomideki bazı sektörleri teşvik etmek gibi parasal hedeflerle fazla ilgili olmayan nedenlerle ilişkili olabilir. Bu da rekabetin bozulmasına yol açmaktadır (Gül, 2006: 26). Doğrudan para politikası araçlarının avantajları aşağıdaki gibi özetlenebilir (Güneş, 1990: 48): Özellikle geçici krizler esnasında, Merkez Bankasının mevduat kredi miktarının maksimum büyüklüğünü veya fiyatlarını kontrol edebilmesinin etkin bir yolu olabilir. Finansal piyasaların yeterince gelişmediği veya Merkez Bankasının dolaylı para politikası araçlarını kullanmada teknik olarak yetersiz olduğu durumlarda, direkt araçlar oldukça etkin ve yararlı bir biçimde kullanılabilir. 69 Doğrudan para politikası araçlarının dezavantajları ise aşağıdadır (Güneş, 1990: 48): Tek tek banka kontrolleri, finansal sistem içinde yer alan herkese fayda sağlayan rekabetçi bir yapı oluşmasını engeller. Rekabet daha etkin bir bankacılık için, daha düşük kredi daha yüksek mevduat faiz oranlarının teklif edilmesine imkan sağlar. Bazı bankalar üzerinde yapılan selektif kredi kontrolleri piyasaları bozmakta ve bu kontrollerin ekonomiye yüklediği maliyetlerde ölçülememektedir. Direkt kontroller, yurtdışına veya denetimsiz piyasalara doğru kayışı teşvik etmektedir. Dünya finansal sistemine entegre olmuş ve giderek açık hale gelen bir ülkede ki firmalar ve hane halkları, yurtiçindeki engellemelerden kaçınmak için yurtdışından borçlanmayı tercih ederler. 2.3.2.1. Faiz Oranı Kontrolleri Merkez Bankası minimum veya maksimum mevduat ve kredi faizlerini ve/veya bazen de ortalama mevduat ve kredi faizleri arasındaki farkı (açıklığıspread) belirleyerek çeşitli sınırlamalar koyabilirler. Bu araç günümüzün gelişmiş ülke ekonomilerinde, etkin çalışan modern merkez bankacılığı sisteminde artık kullanılmamaktadır. Merkez bankalarının bu aracı kullanmamasının en temel sebepleri ise; Merkez Bankası' nın kredi piyasasını dengeye getirecek bir faiz oranını belirlemesinin çok zor olması ve bunun yanı sıra bu piyasada dengede olmayan faiz oranlarının ekonomiye maliyetinin çok yüksek olmasıdır. Ayrıca, bankalar verecekleri kredinin fiyatını (maliyetini) belirleme aşamasında risk faktörlerini de hesaba katabilecekleri bir esnekliğe ihtiyaç duymaktadırlar. Serbest piyasa ekonomilerinde, faizlerdeki değişiklikler kredi kaynaklarına olan arz ve talebi dengelemektedir (Leite, 1992: 150). Bu yolla farklı sektörler için farklı faiz oranları uygulanabilmekte, teşvik edilmek istenen sektörlere verilecek kredilerin faiz oranları daha düşük tutulabilmekte ve sonuçta kaynakların bu sektörlere aktarılması veya diğer sektörlere kaymasının engellenmesi amaçlanmaktadır (Önder, 2005: 61). 70 2.3.2.2. Kredi Tavanları Bir ekonomideki kredi hacminin genişlemesinin önüne geçmek için, başvurulabilecek araçlardan birisi de kredi için bir tavan değerinin belirlenmesidir. Buna göre; her bir bankanın toplam kredi hacmini, belli bir tarihteki kredi hacminin üstüne çıkarmasına izin verilmemektedir (Hiç, 1994: 49). Bu para politikası aracı TCMB tarafından sıkça başvurulan bir araç değildir. Merkez Bankası, çeşitli ekonomik faaliyetlerle ilgili olarak ticari bankalara verdiği kredilere bir sınırlama getirebilir. Teşvik edilmek istenen sektörler için kredi tavanı yüksek tutulmakta ve kredilerin bu sektörlere yönelmesi amaçlanmaktadır (Demirhan, 2007: 19). Kredi tavanı sınırlaması bankalara da uygulanabilir. Bu tavanlar bankanın sermayesine, mevcut kredilerine, kredi alanlara ve mevduatlarına göre belirlenir. Bu tür önlemlerle para otoriteleri ticari fonların bazı spekülatif faaliyet ve alanlara kaymasını da önlemeyi amaçlamaktadır (Gayıbov, 2001: 21). 2.3.2.3. Disponibilite Uygulaması 1211 sayılı Merkez Bankası Kanunu’nun 40-II-a maddesine bağlı olarak, mevduat kabul eden bankalar taahhütlerine karşılık olarak disponibl değerler bulundurmak zorundadırlar. Disponibl değerler esas itibariyle “satılabilir varlıklar” anlamına gelmektedir. Bu uygulama kapsamında ise nakit veya kolaylıkla nakde çevrilebilen türdeki varlıklar bu sınıfa dahil edilmektedir (Keyder, 2002: 62). Merkez Bankası, bankalar ve banka dışı mali aracılara belli miktarda devlet tahvili, hazine bonosu satın alma zorunluluğu getirebilmektedir. Para otoritesi, ticari bankaları ve banka dışı mali aracıları ellerindeki fonların belli bir oranıyla öngördükleri tahvil ve bonoları satın almaya zorlayabilir. Eğer piyasa faiz oranları bu gibi aktiflerin faiz oranlarından yüksekse, bu yolla normal piyasa faiz oranlarından daha düşük bir faizle bir kısım fonlar kamu sektörüne aktarılmış olmaktadır. Merkez bankaları ticari bankalardan ucuza sağladığı bu fonları ekonomik kalkınmada öncelikli olan faaliyetlerin finansmanında kullanabilir (Tokel, 2011: 17-18). 71 2.3.2.4. Farklılaştırılmış Reeskont Kotaları Merkez bankası, ticari bankalar tarafından getirilen senetlere özelliklerine göre farklı iskonto oranları uygulayabilmektedir. Senetlerin düzenleniş amaçlarına göre yapılan böyle farklı bir uygulama, bazı sektörlerin gelişimini teşvik ederken, bazı sektörlerin faaliyetlerini kısıtlayabilmektedir (Pirimoğlu, 1990: 35). Örneğin; Merkez Bankası, ticari bankalar aracılığı ile kendisine getirilen sanayici senetlerinden madencilik kesimine ait olanlara daha düşük iskonto oranı uygulayarak sektörün gelişmesini teşvik edebilmektedir (Bilir, 2006: 61). Faaliyetlerini sınırlamak istediği sektörler için ise yüksek iskonto oranları uygulamaktadır. Bununla birlikte bu tür ayrıcalıklı para politikasının olumlu sonuç verebilmesi için ticari bankaların Merkez Bankası' na getirdikleri senet tutarlarının büyük rakamlara ulaşması gerekmektedir (Parasız ve Bildirici, 2003: 345). 2.3.2.5. Hisse Senedi ve Tahvillerin Alımına Yönelik Kredilerin Kontrolü Merkez Bankası tahvillerin ve hisse senetlerinin satın alınmasında bazı senetlerin ne kadarlık kısmının peşin satın alınılacağını belirleyebilir. Bu yolla ekonomik birimlerin belirlenebilmektedir. sahip oldukları Yani bazı tasarrufları alanlar yöneltebilecekleri özendirilirken, bazı alanlar alanlar kısıtlanabilmektedir (Gaygılı, 2007: 89). 2.3.2.6. Finansal Aracıların Portföylerinin Yeniden Düzenlenmesi Merkez Bankası, ticari banka ve banka dışı mali kurumların portföyünde bulunduracakları kıymetlerin bileşimini etkileme yoluna gidebilir. Örneğin, bu kuruluşların satın alacakları tahvil ve pay senedi gibi menkul kıymetlerin hangi faaliyet dallarına ait olacağını, bunların oranının veya miktarının ne kadar olacağını belirleyebilir. Böylece, finansal kuruluşların ellerinde bulunan fonların, ekonomik büyümeye katkıda bulunabilen sektörlere transferi sağlanabilir. Ancak böyle bir politikanın başarılı olabilmesi, söz konusu ekonomide menkul kıymet çeşitlerinin alışverişlerinin sınırlı olmamasına bağlıdır (Akçay, 1997: 14-15). 2.3.2.7. Tüketici ve Gayrimenkul Kredilerinin Kontrolü Konut ve apartman dairesi de dahil olmak üzere çeşitli dayanıklı tüketim malları arz eden firmalar uzun vadeye dayalı sözleşmelerle veya kampanyalarla mal 72 satışında bulunarak piyasada olağanüstü bir talebin ortaya çıkmasına sebep olabilmektedirler (Bilir, 2006: 63; Parasız ve Bildirici, 2003: 345-346). Para otoritesi, dayanıklı tüketim malları ve konut satışlarında, müşteriler tarafından ödenecek minimum taksit miktarını, faiz oranını ve vade yapısını değiştirerek bu mallara olan talebi kendi amaçları doğrultusunda yönlendirme imkanına kavuşur. Enflasyon dönemlerinin yaşandığı yıllarda bu politika, tüketim talebini kısma açısından etkin olabilir (Gaygılı, 2007: 89). 2.3.2.8. Özel Mevduatlar Özel mevduatlar, yapılan düzenlemelerle ticari bankalara yatırılması zorunlu tutulan birtakım paraların, Merkez Bankası' na aktarılması ile para arzının kontrolünü sağlayan araçlardır. İngiltere Bankası geçmişte bazı mevduatların kendisine yatırılmasını zorunlu kılmış, daha sonra bu uygulamayı Londra ve İskoç Takas Bankaları’na ve diğer finans kurumlarına yaygınlaştırmıştır. Sistemde, İngiltere Bankası’ndaki bu mevduatlara bir önceki haftanın hazine tahvili faiz oranı uygulanmıştır. Ancak bu hesaplar asgari karşılık oranının hesaplanmasında dikkate alınmamıştır. Burada amaç, açık piyasa işlemleri veya zorunlu karşılıklar yoluyla piyasa koşullarının etkilenemediği durumlarda, piyasanın etkilenmesinin sağlanmasıdır (Gül, 2006: 32-32). 2.3.2.9. Moral Takviyesi ve İkna Yöntemi Bu para politikası aracı kalitatif bir yöntemdir. Merkez Bankası, banka ve banka dışı finansal aracıların genel olarak davranışlarını değiştirmesi için ikna gücünü kullanır. Uygulamada Merkez Bankası, nedenlerini belirterek, mevduat bankalarına kredilerini artırması veya kısması yönünde telkinlerde bulunur (Keyder, 2002: 90). Söz konusu politikanın yasal bir dayanağı yoktur. Merkez Bankası, bankacıları belirli bir doğrultuda hareket etmelerinin ülke çıkarları yararına olduğu yolunda ikna etmeye çalışır. Özellikle, Asya ülkelerinde (Singapur, Malezya gibi) bu tür uygulamaların çok sık kullanıldığı görülmektedir. Moral takviyenin uygulanması, bankaların aktif-pasif pozisyonlarını etkilemekte, bankalar bu çerçevede, kredilerine tavan getirmekte, faiz oranlarını yükseltmektedir (Akçay,1997: 16). 73 2.3.2.10. Reklam ve Resmi Olmayan Öğütler Merkez bankaları görüşlerini kamuoyu ile paylaşmak için birçok yol kullanabilmektedir. Merkez Bankası görüşlerini basın yayın organları aracılığıyla açıklayabileceği gibi, yapacağı tavsiyelerle firmaların bekleyişlerini de etkileyebilmektedir (Parasız, 1998: 20). 2.3.3. Dolaylı Para Politikası Araçları Dolaylı para politikası araçları piyasa mekanizmaları aracılığıyla ara parasal hedefi etkilemektedir (Leite, 1992: 155). Diğer bir ifadeyle, dolaylı para politikası araçları merkez bankalarının piyasalara bir aracı gibi girerek işlem yapmasını sağlayan, inisiyatifi piyasalara bırakan araçlardır. Literatürde piyasa bazlı araçlar olarak da tanımlanabilen dolaylı araçlar, piyasadaki katılımcıların isteğine bağlı olarak (gönüllü) piyasa fiyatlarıyla yapılan işlemler sayesinde bankalara sağlanan likiditeyi değiştirmektir. Bu nedenle birçok gelişmekte olan ülke makroekonomik hedeflerine ulaşabilmek amacıyla, piyasa bazlı araçların kullanımını daha aktif bir hale getirerek, kullandıkları parasal kontrol sistemlerini yeniden yapılandırmışlardır (Wong, 1992: 90 ve Gül, 2006: 33). Dolaylı araçlar, doğrudan araçların tersine, mali aracılık hizmetlerinin etkin olarak kullanılmasını sağladığı için ve kayıt dışı finans sektörünün büyümesini teşvik etmediğinden dolayı daha etkindir. Ayrıca, büyük oranda teknolojik gelişmelerin bilgi ve işlem maliyetlerini düşürmesiyle yaşanan finansal yenilikler ile liberalizasyon, bu araçların kullanımını daha fazla etkinleştirmiştir. Doğrudan araçlar, piyasalar aracılığıyla kullanıldığından, ekonomik olarak bazı parasal büyüklükler daha önemsiz bir hale geldiğinde bile bu araçlarla parasal koşullar etkilenebilmektedir. Yapısal reformlarla ekonomi serbestleştirilerek ve piyasa rekabeti sağlanarak, piyasa bazlı araçların para politikası yönetiminde ağırlığı giderek artmıştır. Böylece, faiz oranları ve döviz kurları gibi temel fiyat göstergeleri, para politikası içinde çok daha önemli bir hale gelmiştir (Gül, 2006: 33). Dolaylı araçlar, para politikası uygulamalarında daha büyük bir esneklik sağlamaktadır. Ani şoklara ve yanlış politika uygulamalarına karşı, dolaylı araçlar kullanılarak anında değişiklik yapılabilmektedir. Özellikle, yıllık veya dönemsel 74 olarak yapılan doğrudan araçlardan kredi tavanı değişiklikleri bu tür ani ve hızlı politika değişikliklerine olanak vermemiştir. Piyasa bazlı parasal araçlar, ticari bankaların ve diğer finansal kuruluşların likidite pozisyonlarını değiştirmek yoluyla, dolaylı olarak para, kredi ve faiz oranlarını etkilemektedirler (Alexander vd., 1995: 128) Dolaylı araçların, istikrarlı ekonomik koşullara ve sürdürülebilir mali politikalara ihtiyacı vardır. Dolaylı para politikası araçlarının etkin kullanımı için, mali disiplinin sağlanması çok önemlidir. Bunun için hükümetin mali açıklarının parasal finansmanına Merkez Bankası tarafından kesin bazı kısıtlamalar koymak, yürütülen para politikası açısından çok faydalıdır. Bu tür bir program, borçlanma enstrümanlarının genişlemesine, piyasa bazlı işlemlere ve ikincil piyasa işlemlerine de destek vermiştir. Borç yönetimi ve para politikası hedefleri arasındaki potansiyel çatışmaların, para politikası lehine çözümlenmesi de çok önemlidir (Gül, 2006: 34). Bu araçların Merkez Bankası' nca etkin bir şekilde kullanılabilmesi için finansal piyasaların yeterince gelişmiş olması, ekonomik istikrarın sağlanmış olması, sürdürülebilir bir mali disiplin anlayışının benimsenmiş olması, kırılgan bir siyasi yapının olmaması gibi unsurların ilgili ülkede mevcut olması gerekir. Böyle bir ekonomik ortamın sağlanması durumunda dolaylı para politikasının bazı avantajları olmaktadır. Bu avantajlar şu şekilde sıralanabilir (Gaygılı, 2007: 90): Mali aracılık hizmetlerinin etkin olarak kullanılmasını sağlar. Para politikası uygulamalarında esneklik sağlar. Finansal piyasaların gelişimine katkıda bulunur. Siyasi baskıların azalmasını sağlar. Finansal tasarrufların artmasıyla birlikte yatırımların etkinliğini de Merkez Bankası bu araçları kullanarak parasal tabanı daha kolay arttırır. etkileme şansına sahip olur. 75 2.3.3.1. Açık Piyasa İşlemleri Ekonomik ve politik amaçlara ulaşabilmek için merkez bankalarının ellerinde bulunan ve para politikasının en etkin araçlarından olan açık piyasa işlemleri, en geniş anlamıyla, hazine bonosu ve devlet tahvili gibi finansal araçların, açık piyasada Merkez Bankası tarafından ya birincil ya da ikincil piyasada alınması veya satılması ile bankacılık sisteminin toplam rezervlerini daraltmak veya genişletmek suretiyle ülkenin para arzını etkileyebilmek olarak tanımlanabilir (Önder, 2005: 70). Dar anlamda açık piyasa işlemleri ise devlete ait kıymetli kağıtların Merkez Bankası tarafından alınıp satılmasını ifade etmektedir. Açık piyasa işlemleri, para arzını ve ekonominin likiditesini düzenlemek amacıyla, Merkez Bankası' nın piyasada mevcut olan tahvilleri (senetleri) alıp satması yoluyla gerçekleşir. Merkez Bankası piyasadaki para arzını açık piyasa işlemleri yoluyla arttırmak istediğinde, piyasadan açık piyasa alımlarında bulunur. Bu alımlar nakit rezervlerini ve ödünç verilebilecek fon miktarlarını arttırır ve Merkez Bankası bu şekilde piyasaya para çıkarmış olur. Tersi durumda, piyasada ki para arzını düşürmek istediğinde ise portföyündeki senet veya tahvillerin bir kısmını satışa çıkarır. Bu satışlar bankaların nakit rezervi ve ödünç verilebilir fonlarını, dolayısı ile de ekonomideki kredi arzını daraltır ve Merkez Bankası bu şekilde piyasadan para çekmiş olur (Keyder, 2002: 76). Açık piyasa da yapılan bu işlemler ya menkul değerlerin alınıp satılmasını içeren kesin alım- satım ya da repo- ters repo işlemleri gibi geçici işlemler ile gerçekleştirilir. Repo (Repurchase Agreement), menkul değerlerin gelecekte belirli bir tarihte belirli bir fiyattan ilk satıcısı tarafından geri alınması vaadi ile satılmasını ifade etmektedir. Satıcı açısından repo işlemi, alıcı açısından ters repoyu ifade etmektedir. Merkez Bankası piyasadaki likiditenin fazla olduğu dönemde açık piyasa satışı veya repo yaparak piyasadan geçici süreli rezerv çekmektedir. Likidite sıkıntısı olan dönemlerde ise açık piyasa alışı ya da ters repo ile mevduat kurumlarına geçici rezerv pompalamaktadır (Keyder, 2002: 76). Repo ve ters repo işlemleri, doğrudan alım ve doğrudan satım işlemleriyle kıyaslandığında, özellikle sermaye girişlerinin ya da çıkışlarının olduğu dönemlerde piyasadaki likiditeyi dengelemek (düzenlemek) amacıyla çok sık kullanılmaktadır (Önder, 2005: 74). 76 Açık piyasa işlemleri defansif (savunmaya yönelik) ve ofansif (dinamik) olmak üzere iki amaçla kullanılabilmektedir. Defansif işlemler, Merkez Bankası' nın parasal tabanda meydana gelebilecek değişimlere karşı sadece savunma amacıyla yaptığı dengeleyici işlemlerdir. Dinamik işlemler ise, Merkez Bankası bir dengesizlik ya da tehdit olmaksızın parasal tabanı değiştirmeye yönelik işlemleridir (Parasız, 2005: 349). Açık piyasa işlemleri para politikasının yürütülmesinde iki şekilde uygulanabilir. Bunlardan ilki; belirlenmiş bir rezerv miktarını hedefleyerek ve rezervlerin fiyatının yani faiz oranlarının serbestçe dalgalanmasına izin vererek uygulanan Aktif uygulama (likidite (rezervler) kullanılır), diğeri ise belirli bir faiz oranını (fiyatı) hedefleyerek, rezerv miktarının dalgalanmasına izin vererek uygulanan Pasif uygulamadır (faiz oranlarını kullanılır). Aktif açık piyasa işlemleri uygulamasında operasyonel hedef olarak kullanılan likidite, açık piyasa işlemlerinin yokluğunda tahmini olarak sağlanacak likidite tutarı için hedef kıyaslanır. Eğer hedeflenen rezerv tutarı tahmin edilenden büyük ise eksik likidite tutarı sağlanır ya da eğer hedeflenen likidite tutarı tahmin edilenden küçük ise fazla rezerv miktarı çekilir. Pasif açık piyasa işlemleri uygulamasında operasyonel hedef olarak kullanılan faiz oranları hedefinde ise, likiditenin çekilmesi veya eklenmesi hedeflenen faiz oranıyla yapılmaktadır (Önder, 2005: 74-75). Merkez Bankası' nın piyasadan senet almaya başlaması, senetlerin fiyatının yükselmesine neden olur. Oysa senetlerin getirdiği gelir sabit olduğundan, senet fiyatlarının yükselmesi, faiz oranının düşmesi demektir. Tersi durumda ise faiz oranı yükselir. Açık piyasa işlemlerinin ekonomi üzerinde temelde iki etkisi bulunmaktadır. Bunlar (Parasız, 2005: 349-350): - Miktar etkisi; Merkez Bankası, para piyasasında kişilerden ve bankalardan senet alım satımı yaparak bankaların likiditelerini arttırıcı ya da azaltıcı yönde etkiler. Bankaların rezerv paralarındaki değişiklik dolayısı ile bankaların kredi dağıtma politikalarını etkiler. Yani açık piyasa işlemlerinin miktar etkisi, önce banka likiditesinin daha sonra da kredi çarpanı yoluyla para arzının etkilenmesidir. 77 - Fiyat etkisi; Açık piyasa işlemleriyle Merkez Bankası para piyasasına bazen senet satıcısı bazen de senet alıcısı olarak girerek piyasada oluşmuş denge fiyatını değiştirmektedir. Eğer Merkez Bankası senet satarsa senedin değeri düşecek ve bu da faiz oranlarını yükseltecektir. Tersi durumda yani senet satın almasında ise senedin değeri yükselecek ve bu da faiz oranlarını düşürücü etki yapacaktır. Bilindiği gibi bir senedin piyasa değeriyle getirisi yani faiz oranı arasında ters bir ilişki vardır. Açık piyasa işlemlerinin avantajları şu şekilde sıralanabilir (Aziziov, 2007: 16-17); - Açık piyasa işlemleri merkez bankalarının inisiyatifi ile yürütülür. Bu sayede merkez bankaları açık piyasa işlemleri aracılığı ile piyasa işlem hacminin tamamını denetiminde tutabilir. - Açık piyasa işlemleri hem para hem de sermaye piyasalarında gerçekleştirebilir. Çünkü bu işlemler, kısa vadeli menkul değerlerin alınıp satılması suretiyle para piyasalarında yürütülebileceği gibi, tahvil alış-satış faaliyetleri ile sermaye piyasalarında da yürütülebilir. - Açık piyasa işlemleri esnek bir özelliğe sahip olduğu gibi net sonuçların elde edilmesini de sağlar. Bu işlemleri değişik boyutlarda uygulamak olasıdır. Ekonominin rezerv gereksinimleri doğrultusunda işlem hacmi ve süresi ayarlanabilir. - Sürekli olarak kullanılabilir. Bu şekilde Merkez Bankası edindiği bilgiler çerçevesinde parasal tabanı sürekli olarak ayarlayabilir. - Açık piyasa işlemlerini kolaylıkla uygulamak mümkündür. Bu işlemlerin gerçekleştirilmesinde yönetsel gecikme sorunu söz konusu değildir. - Açık piyasa işlemleri kolaylıkla değiştirilebilir. Bu işlemlerin yürütülmesinde bir hata yapıldığında derhal geri dönme şansı vardır. Örneğin, Merkez Bankası büyük boyutlarda gerçekleştirdiği açık piyasa işlemleri nedeniyle aşırı bir parasal şişkinliğe neden olursa, hemen satış işlemlerini gerçekleştirerek bu sorunu giderebilir. 78 - Parasal tabanının kontrolü için merkez bankaları istedikleri kadar tahvil alıp-satabilirler ve çok küçük alım satımlarla parasal taban üzerinden küçük ayarlamaları da gerçekleştirebilirler. Açık piyasa işlemlerinin en önemli ve tek sakıncalı yönü, bu işlemlerin ilk etkisinin, sermaye piyasası işlemlerinin yoğunlaştığı bölgelerde olmasıdır. Yani sermaye piyasalarının kurumsallaşmamış ve tabana yayılmamış olduğu ülke ekonomilerinde açık piyasa işlemleri, kendisinden beklenen etkinliği tam olarak hızlı bir şekilde gösteremez ve işlemin etkisinin tüm ülkeye yayılması zaman alır. Bununla birlikte, özellikle mevduat sertifikaları vb. bazı fon araçlarının gelişmesi bu süreci hızlandırmaktadır (Parasız, 2005: 350). Ayrıca açık piyasa işlemleri yapabilmek için Merkez Bankasının likidite tahmini ve piyasa analizleri için gerekli imkanları olmalı ve sağlıksız bankacılık sistemi, sığ piyasalar, uygun olmayan finansal araçların ve bilgi eksikliğinin de azaltılması gereklidir Açık piyasa işlemleri uygulama yöntemleri açısından çeşitlilik göstermektedir. Bu işlemlerin çeşitlerini aşağıda ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. 2.3.3.1.1. Doğrudan Alım İşlemleri Merkez Bankası, likiditenin kalıcı olarak istenilen düzeylerden az olacağına inanıyorsa, eksik olan likiditeyi sağlama amacıyla bankalardan ya da aracı kurumlardan kıymet alır ve karşılığında kıymet aldığı kurumlara nakit aktarır. Yani piyasada kalıcı likidite sıkışıklığı söz konusu ise piyasaya kalıcı likidite verilmesi durumu doğrudan alım işlemlerini tanımlamaktadır. Açık piyasa işlemleri portföyüne, piyasadan alınacak devlet iç borçlanma senetlerinin vadeleri, eski kanunda işlem valörü itibariyle bir yıldan kısa vadeli olması gerekirken; yeni düzenlenen kanunla, artık böyle bir vade sınırlaması ortadan kalkmıştır. Çağdaş merkez bankacılığı ilkeleri merkez bankalarının birincil piyasadan (KamudanHazineden) kıymet almasına imkan vermemektedir. Doğrudan alım işlemi sonucunda, bankalar kalıcı olarak ekonominin ihtiyaç duyduğu likiditeye kavuşurken, faizlerin enflasyon hedefi ile tutarlı düzeylerde kalması sağlanmış olur. Böylece bankaların ya da aracı kurumların toplam rezervleri arttırılır (Önder, 2005: 71). 79 2.3.3.1.2. Doğrudan Satım İşlemleri Merkez Bankası, piyasadaki likiditenin sürekli olarak fazla olacağına inanıyorsa, enflasyonist baskıyı kırmak ve söz konusu fazla likiditeyi çekmek için, açık piyasa işlemleri portföyündeki kıymetleri banka ya da aracı kurumlara satar ve karşılığında bankalar, ellerindeki fazla likiditeyi Merkez Bankası' na kalıcı olarak devrederler. Doğrudan satım işleminin bilançoya etkisi alım işleminin olduğu kalemlerde yaşanan azalışla kendini gösterir. Aktifte kamuya açılan nakit krediler ve pasifte de emisyon veya bankalar mevduatı azalır. Yani doğrudan satım işlemleri ile bankaların toplam rezervleri azaltılmış olur (Gül, 2006: 36). 2.3.3.1.3. Repo İşlemleri Devlet tahvilleri, hazine bonoları gibi kısa dönemli bir menkul kıymetin belli bir dönem sonunda ilk satıcısı tarafından geri alınmasını öngören bir satış işlemidir. Repo işlemlerinde Merkez Bankası, banka ya da aracı kurumlara elinde bulundurduğu menkul kıymetleri belirli bir süre için belirli bir fiyattan geri almak vaadiyle satar ve bu kurumlardan Merkez Bankasına nakit aktarılır. Buradaki öncelik yüksek fiyat teklif eden kurumdan, düşük fiyat teklif eden kuruma doğru sıralanmaktadır. Repo; ikincil piyasanın tam anlamıyla gelişimini tamamlayamadığı dönemlerde de kullanılabilmekte, menkul kıymetler piyasasını bozmamakta, oldukça güvenli, esnek ve otomatik tersine çevrilebilen ve ayrıca kısa dönemde geçici bir etki gösteren çok kullanışlı bir para politikası aracıdır (Önder, 2005: 72). 2.3.3.1.4. Ters Repo İşlemleri Yine devlet iç borçlanma senetleri aracılığı ile yapılan ters repo ve repo işlemlerinde ayırıcı nokta geçici olmalarıdır, yani kısa vadelidir. Ters repo işlemi geri alım vaadi sunulan bir menkul kıymetin belli bir tarihte, belli bir faiz oranıyla satın alınmasını ifade eder. Satıcı açısından repo neyse alıcı açısından da ters repo (reverse repo) odur. Başka bir ifadeyle repoyu yapan taraf geçici süreyle nakit para ödünç alan, menkul kıymeti temin eden, vade sonunda belli bir faiz vererek sattığı menkul kıymeti geri alan taraf olurken, aynı işlemde ters repo yapan taraf ise tam tersi şekilde geçici bir süreyle nakit para temin eden, menkul kıymeti alan, vadesi dolan 80 işlem sonunda ise belli bir faiz karşılığında satın aldığı menkul kıymeti geri iade eden taraftır. Merkez bankası açısından reverse repo işlemi Açık Piyasa İşlemleri çerçevesinde, piyasadan, işlem vadesi süresince, verilen kıymetler karşılığında geçici olarak para çekilmesini ifade eder. (Gül, 2006: 38). 2.3.3.1.5. Depo (Mevduat) Alımı ve Satımı Bu tür işlemler bir nevi bankalar arası mevduat işlemleri olup, asıl olarak merkez bankalarının “likiditenin son merci” işlevleri gereği kullanılır. Merkez bankaları para politikası uygulamasında önemli bir işleve sahip olan depo alım/satım işlemleri çerçevesinde önceden ilan ettikleri faiz oranlarından işlem yaparak gecelik vadede para piyasası faiz oranlarının belirli bir bant içinde oluşmasını hedeflemektedirler. Bu çerçevede, merkez bankaları, gecelik vadede para piyasasında faizler üst sınıra çıktığında, açık piyasa işlemleri çerçevesinde bankalara teminat karşılığı, likidite vererek, faizler çok düştüğünde ise bankalardan mevduat alarak faizlerin aşırı dalgalanmasının önüne geçmeye çalışırlar (Önder, 2005: 72 ). 2.3.3.1.6. Merkez Bankası Likidite Senedi İhraçları Merkez bankaları, likidite fazlasını doğrudan kendi ihraç edecekleri kısa vadeli “likidite senetleri” ile de çekebilirler. Likidite fazlalığı yaşayan ülkelerde bu tür senetler aktif bir açık piyasa işlemi aracı olarak kullanılmaktadır. Likidite senetleri ikincil piyasada da alınıp satılabilen bir araç olup, merkez bankaları gerekli görmeleri halinde likidite senetlerini geri satın alabilmektedirler (TCMB, 2012b: 2). 2.3.3.2. Reeskont İşlemleri Bir senedin vadesinden önce nakde çevrilmesi işlemine, senedin iskonto edilmesi denmektedir. Halk arasında senet kırdırma olarak da bilinen iskonto işleminde, senedin üzerinde yazılı değer, belli bir faiz oranı ile iskonto edildiği gündeki değere çekilir. Bu da, senedin üzerinde yazılı değerinden bir indirim yapılması anlamına gelmektedir. Kişi veya işletmeler nakde sıkıştıklarında senet iskontosu yoluyla, ya senetlerini satarak ya da teminat olarak vererek, bankalardan kredi almaktadırlar (Esen, 2007: 35). 81 Reeskont işlemi ise, tekrar iskonto anlamı taşımakta olup, bankalar tarafından iskonto edilmiş ya da banka portföyünde bulunan bir senedin, Merkez Bankası' nca iskonto edilmesidir. Bu yolla bankalar ellerindeki bu senetleri, vadeleri dolmadan Merkez Bankası' na kırdırarak rezerv ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Reeskont işlemlerinin en temel amacı, merkez bankalarının finansal sistem için son ödünç verme kaynağı fonksiyonunu yerine getirmesidir. Bu uygulamada bankalar, Merkez Bankası' nca belirlenen genelde kısa vadeli senetleri, Merkez Bankası' nın belirlediği faiz oranlarından iskonto ettirerek ihtiyacı olan likiditeyi elde ederler ve ekonomide ortaya çıkması olası panik havasını da yatıştırmaya çalışırlar (Kaytancı, 2005: 8). Reeskont oranı Merkez Bankası için piyasalara yön vermek için kullanılan araçlardan birisidir. Reeskont oranı yükseldiğinde kredi hacminin daralması gerekir. Bu etkisinden dolayı enflasyonist dönemlerde merkez bankaları reeskont oranını arttırarak piyasada denge sağlayıcı bir işlem uygularlar. Merkez bankalarının reeskont oranlarını yükseltmeleri, bankaların borçlanma maliyetlerini arttıracak, dolayısıyla da verdikleri kredilerde uyguladıkları faiz oranlarını yükseltmelerine neden olacaktır. Faiz oranlarının yükselmesi ise bankalardan borç almak isteyenlerin kararlarını etkileyecek ve bu da kredi hacmini kısacaktır. Bu şekilde ekonomideki yaratılan bilinçli daralma ile para hacmi dengesi sağlanacaktır. Reeskont oranları indirildiğinde ise kredi hacminin de genişlemesi beklenir. Bu nedenle merkez bankaları deflasyonist dönemlerde reeskont oranını düşürerek piyasadaki para hacmini dengede tutmaya çalışırlar (Aziziov, 2007: 17- 18). İlk kez 1839 yılında İngiltere bankası tarafından kullanılan Reeskont politikası ise Merkez Bankası' nın ticari senetleri reeskonta kabul etmek için bankalara ileri sürdüğü koşulların tümü olarak tanımlanabilir. Bu koşullar, Merkez Bankası' nın uygulayacağı reeskont oranını ve reeskonta kabul edeceği ticari senetlerin belirlenmesini kapsamaktadır (Esen, 2007: 36). Bu açıdan bakıldığında reeskont politikasının etkinliği bankaların Merkez Bankası' ndan bu yol ile edindikleri kredi hacmine bağlıdır. Yani reeskont politikasının etkin ve etkili olabilmesi için bankaların bu yol ile edindikleri kredi miktarının yüksek olması gerekmektedir. Reeskont politikaları temelde iki şekilde gerçekleştirilir. Bunlar reeskont kredileri ve avanslardır. Reeskont kredileri işleminde Merkez Bankası en son likidite 82 kaynağı konumundadır (lender of the last resort). Bu işlemler ticari bankaların, ellerinde vadesi dolmamış iskonto edilmiş senetleri Merkez Bankası' na getirerek iskonto ettirmesi ile gerçekleşir. Böyle bir durumda Merkez Bankası' nca uygulanan reeskont oranı piyasa faiz oranının üzerindedir ve doğal olarak bankalar Merkez Bankası' na en son çare olarak bakarlar. Senetlerin iskonto edilmesinde Merkez Bankası' nın cari faiz oranları uygulanmaktadır. Avans uygulamasında ise iskonto işlemi yapılmadan belirli bir faiz oranı üzerinden bankalara kredi sağlanmaktadır. Maddi bir varlığın rehin ve ipoteği karşılığında avans verilmektedir. Yani bu durumda merkez bankaları ilk likidite kaynağı pozisyonundadır (lender of the first resort) ve bu durumda reeskont oranı piyasa faiz oranının altındadır. Böyle bir durumda bankalar likidite ihtiyaçlarını karşılamak için ilk olarak Merkez Bankası' na başvururlar (Demirhan, 2007: 15). Bankacılık sistemine sağlanan reeskont kredileri üç temel amaç için kullanılmaktadır. Bu amaçlar (Önder, 2005: 81): 1. Mali açıdan güç durumdaki bankalara yardım etmek, 2. Para ve kredi koşullarını kontrol etmek, 3. Selektif kredi politikalarını etkilemektir. Güç durumdaki bankalara yardım etmek, Merkez Bankası' nın son başvuru kaynağı fonksiyonuna tekabül etmektedir. Eğer Merkez Bankası' nın bu yardımı ucuz ve limitsiz ise, finansal kuruluşlar bu imkanı piyasa fonlarına tercih edebilirler. Bu da parasal genişlemeye ve tasarrufların etkin olmayan bir biçimde dağılmasına yol açmaktadır. Eğer Merkez Bankası' nın bu yardımı çok pahalı veya sınırlı ise, bu durumda ekonomik ve finansal istikrarı tehlikeye sokabilir. İkinci görevde ise, genelde reeskont oranını değiştirmek yoluyla, bankaların bu kaynaktan ödünç alma isteklerini azaltmakta veya arttırmaktadır. Böylece reeskont oranı değişikliği, hem piyasa koşullarını değiştirmek hem de Merkez Bankası' ndan borçlanma maliyetini değiştirmenin etkisini destekleyerek, bir duyuru etkisine sahiptir. Üçüncü görevde ise, Merkez Bankası, düşük faizli Merkez Bankası kaynaklarını, reeskont kredisi şeklinde, teşviki öngörülen sektörlere yönelik kullandırabilmektedir (Bilir, 2006: 57). 83 Reeskont politikasının temel piyasa etkilerini ise dört başlık altında toplayabiliriz. Bunlar, · Piyasada borçlanma maliyetini etkileyerek maliyet etkisi, · Değişmenin yönüne bağlı olarak piyasada farklı fon kaynaklarına yönelme ya da daha fazla kredi kullanılmasına neden olarak ikame etkisi, · Değişikliğin para politikasında bir değişiklik olacağına yönelik bir sinyal olarak algılanmasıyla beyan etkisi, · Para politikasında reeskont oranındaki değişmeden sonra yapılan değişiklik ve bu değişikliğin algılanmasına bağlı olarak da politika etkisi yaratır. Reeskont faiz oranlarında yapılacak değişiklikler, piyasa faiz oranları üzerinde de değişikliklere neden olmaktadır. Faiz oranı, kredinin fiyatı olduğundan, reeskont faiz oranındaki değişimler yoluyla piyasa faizleri ve kredi arz-talebi de etkilenmektedir. Sonuç olarak, Merkez Bankası bankaların kaynaklarını, dolayısı ile verebilecekleri kredi hacmini daraltmak istediğinde reeskont oranlarını yükselterek; bankaların kaynaklarını ve dolayısı ile verebilecekleri kredi hacmini arttırmak istediğinde ise reeskont oranlarını düşürerek, hem piyasadaki para stokunu hem de faiz oranlarını etkileyebilmektedir (Gaygılı, 2007: 94). 2.3.3.3. Zorunlu Karşılık Oranları Merkez bankaları yasaların kendilerine verdiği yetki ile bankaları, minimum miktarda rezervi, nakit olarak kasalarında veya mevduat olarak Merkez Bankası' nda açılan bloke edilmiş hesaplarda tutmaya zorlayabilirler. Zorunlu olarak tutulan bu minimum rezerv miktarı, genellikle, halkın bankalarda tutmuş olduğu çeşitli türlerdeki mevduatın belirli bir yüzdesi olarak ifade edilmektedir. Merkez Bankası tarafından belirlenen bu minimum yüzde zorunlu rezerv oranı olarak adlandırılmaktadır (Kaytancı, 2005: 9). Zorunlu rezerv oranındaki bir değişiklik ekonomideki toplam rezervlerin miktarını değiştirmez. Merkez Bankası açık piyasa işlemleri aracılığıyla borçlanılmamış rezervleri, reeskont penceresi politikasıyla da borçlanılmış rezerv miktarını belirler. Bu yüzden, zorunlu rezerv oranındaki değişiklik parasal taban 84 düzeyini etkilemez. Zorunlu rezerv oranında meydana gelecek değişmeler para çarpanı üzerinde etkili olacak ve para çarpanındaki değişiklik de para arzını etkileyecektir. Zorunlu karşılık oranlarının değiştirilmesi, bankaların ödünç verebilecekleri fonların miktarlarını etkilemeyi amaçlayan ve fazla likiditenin sterilizasyonu için kullanılan bir para politikası aracıdır. Merkez Bankası zorunlu karşılık oranını yükselterek, bankaların kredi verme imkanlarını daraltmakta ve Merkez Bankası nezdinde daha büyük miktarlarda hesap tutmaya zorlamaktadır (Önder, 2005: 86). Zorunlu karşılıklar politikasının etkilerini söyle sıralayabiliriz (Parasız, 2005: 353); - Zorunlu karşılık oranının değiştirilmesi tüm banka sistemini etkiler ve bu da bazı sakıncalı yönler içerebilir. Şöyle ki, eğer kaydi para yaratımı birkaç büyük bankanın kontrolü altındaysa ve iş hacminin yoğun olmadığı küçük yörelerde para darlığı çekiliyorsa, karşılık oranlarının yükseltilmesi, buralardaki yerel bankaların zaten kıt olan para yaratma olanaklarını daha da kısıtlar. - Para piyasasında çalışan ve zorunlu karşılık ayırma yükümlülüğü olmayan banka dışı mali aracılar, zorunlu karşılık arttırmalarından etkilenmeyecekleri için, bu karşılık oranlarının artırımı durumunda karşısında imtiyazlı duruma geçerler. - Zorunlu karşılıklar politikası, esnek bir politika aracı değildir. Yani zorunlu karşılık oranında yapılan değiştirmelerle küçük ölçekli para ayarlamaları yapılamaz. Çünkü karşılık oranlarında yapılacak küçük bir değişikliğin para stoku üzerindeki etkisi büyük olabilir. - Zorunlu karşılık oranının arttırılması, ellerinde aşırı rezerv (parasal taban) bulunmayan bazı bankaları, portföylerindeki kıymetli evrakları satma durumuyla karşı karşıya bırakabilir. Bu duruma karşılık oranlarının fiyat etkisi demek de mümkündür. - Zorunlu karşılıkların yükselmesi durumunda bankaların ek karşılık sağlama işlemleri, belli bir zaman alabilir ve bu gecikme beklenen etkinin daha sonra ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu durumda ise karşılık oranlarının maliyet etkisi ortaya çıkmaktadır. 85 Zorunlu karşılık oranları uygulaması, bankaların mevduatlarında oluşacak ani ve aşırı çekilişlere karşı bir yandan mevduat sahiplerinin sisteme olan güvenini artırırken diğer taraftan para arzını kontrolde önemli bir araç olmuştur. Başlangıçta bankalara aşırı mevduat çekilişlerinde likidite sağlamak amacıyla geliştirilen zorunlu karşılıklar, zaman içerisinde bu işlevinin yanı sıra, özellikle para arzını kontrol aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak zorunlu karşılık oranlarının para arzını ayarlamak dışında da amaçları bulunmaktadır. Bunlar ise bankacılık sisteminin kredi ve vade riskini azaltmak, kamu sektörüne fon sağlamak, sektörel kredi dağılımını etkilemek gibi amaçlardan oluşmaktadır. Ayrıca merkez bankaları söz konusu karşılıklara faiz vermemek ya da piyasa faizlerinin altında faiz vermek suretiyle bir gelir elde etmektedir. Böylece zorunlu karşılıkların gelir yaratan bir fonksiyonu da ortaya çıkmaktadır (Bilir, 2006: 58). Zorunlu karşılık oranları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklı amaçlarda ve farklı özelliklerde kullanılmasına rağmen, genel kabul görmüş beş temel fonksiyona sahiptir. Bunlar (Gül, 2006: 44): 1. Bankacılık sisteminin riskinin azaltılması, 2. Para arzını ayarlamak (monetary control function), 3. Kısa vadeli faiz oranlarının istikrarına yardımcı olmak (interest rate buffer function), 4. Likidite yönetimini kolaylaştırmak (liquidity management function), 5. Senyoraj geliri elde etmektir (seigniorage income function). 1. Bankacılık Sisteminin Riskinin Azaltılması Bankacılık kesiminin vade ve kredi riskini azaltmak amacıyla, varlıklarının belirli bir oranının risksiz ve likit olarak tutulmasının sağlanması önemlidir. Böylece, bankaların ani ve aşırı mevduat çekilişlerinin bir kısmını kendi kaynakları ile karşılayabilmeleri sağlanmakta, kredi riskleri azaltılmaktadır. Bu şekilde mudilerin korunması ve finansal sisteme olan güvenlerinin arttırılması amaçlanmaktadır. Ancak günümüzde bankacılık sistemindeki risklerin denetimi için etkili önlemler alınarak 86 merkez bankalarının bünyeleri dışında kuruluşlar da oluşturulduğu için bu amaç önemini kaybederek yerini para arzı kontrolüne bırakmıştır (Önder, 2005: 88). 2. Para Arzını Ayarlamak Zorunlu karşılık oranlarının para arzının kontrol edilmesi amacıyla kullanılması, para arzının para çarpanı ile belirlendiği varsayımına dayanmaktadır ve bu varsayım, Merkez Bankası' nın sunduğu rezerv miktarındaki değişim ile para arzındaki değişim arasında köprü görevini para çarpanının kurduğu esasına dayanmaktadır. Zorunlu karşılık oranı ise köprü görevini üstlenen para çarpanı büyüklüğünün belirlenmesindeki en önemli unsurdur. Para çarpanının büyüklüğü ise para stokunun belirlenmesinde en önemli faktördür. Zorunlu karşılık oranlarının para arzını etkileyebilmesi için, bankaların atıl rezervlerini minimum düzeyde tuttukları ve zorunlu karşılık oranının tek bir oran olarak uygulandığı varsayılmaktadır. Fakat para çoğaltanının doğru olarak tahmin edilebilmesi için çoğaltanın bileşenlerinin zaman içinde istikrar göstermesi gerekmektedir. Bu şartların sağlanması durumunda, merkez bankaları para arzı üzerinde etkin bir hakimiyete sahip olabilmektedir (Gül, 2006: 45). 3. Kısa Vadeli Faiz Oranlarının İstikrarına Yardımcı Olmak Likidite koşullarının değişmesine paralel olarak gecelik faiz oranlarının istikrarlı bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunan zorunlu karşılıkların, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin faiz fonksiyonu açısından iki benzer özelliği vardır. Bunlardan ilki, karşılıkların ortalama olarak (haftalık veya aylık) tutturulması zorunluluğudur (averaging). Çünkü bu yolla bankalar karşılık ayırma süresince likidite koşullarındaki kısa vadeli veya dönemsel değişimleri, merkez bankaları nezdinde ayırmış oldukları zorunlu karşılıkların bir kısmıyla karşılamaktadırlar. Bu nedenle daha yüksek zorunlu karşılık dengeleri karşılık ayırma süresi içerisinde günübirlik esnekliği yükselttiği için, bankaların rezerv taleplerini daha istikrarlı hale getirmektedir. Buna karşın daha düşük zorunlu karşılıklar; açık kredi (banka hesabından fazla para çekme) riskinin arttığı ve karşılık ayırma süresinin sonlarına doğru beklenmedik rezerv çıkışları için sığ bir piyasadan fon bulma ihtiyacı doğduğu durumlarda bankaların rezerv yönetimi güçleşmektedir. Fakat birçok Merkez 87 Bankası, bankaların günlük rezerv tutarlarının ortalama rezerv tutarından sapmasını belirli bir derecede sınırlamaktadır. İkinci benzer özellik ise karşılıkların hesaplanma ve tutturulma süresiyle ilgilidir. Karşılıkların hesaplanma ve ayrılma süresi (maintenance period) arasında zaman farkı olduğunda daha etkin çalışmaktadır. Çünkü bu durumda bankalar ve Merkez Bankası tutulması gereken karşılık tutarını doğru olarak hesaplayabilmektedirler (Önder, 2005: 88-89). 4. Likidite Yönetimini Kolaylaştırmak Zorunlu karşılıklar, Merkez Bankası rezervlerine olan talebin temel belirleyicisi olduğu için, otonom faktörler yoluyla yaratılan likidite söz konusu karşılıkların ayarlanması suretiyle denkleştirilmektedir. Ayrıca, zorunlu karşılık oranlarındaki değişimlerle para politikası kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Banka kredileri üzerindeki doğrudan kontrollerin kalkmasıyla, likidite kontrolünde geçici kısıtlamalar olarak yüksek zorunlu karşılık oranları uygulanabilmektedir (Önder, 2005: 90). 5. Senyoraj Geliri Sağlamak Mevduatların bir kısmının merkez bankalarında zorunlu karşılık olarak tutulması ve söz konusu karşılıklara herhangi bir faiz uygulanmaması veya düşük oranlarda uygulanması bankaların kaynak maliyetlerini arttırmaktadır. Merkez bankaları, uyguladıkları para politikası çerçevesinde, söz konusu karşılıklara faiz vermemek ya da piyasa faizlerinin altında faiz vermek yoluyla bir gelir elde etmektedirler. Böylece, zorunlu karşılıkların para politikasının bir aracı olmanın yanında gelir yaratan bir fonksiyonu da ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede zorunlu karşılıklar, bankacılık sistemine uygulanan bir vergi olarak yorumlanabilmektedir. Ancak günümüz dünyasında yatırım alternatiflerinin çokluğu finansal piyasaların gelişmesi ve sermaye hareketlerinin kolaylaşması bankaların karşılığa tabi olmayan mevduat alternatiflerine kaymasına neden olmaktadır. Bu nedenle bu kayışı engellemek için, son yıllardaki genel eğilim, zorunlu karşılık oranlarının azaltılması, zorunlu karşılıkların ortalama olarak tutturulmaları ve zorunlu karşılıklara faiz ödenmesidir (Gül, 2006: 48). 88 2.3.4. Para Politikaları Stratejileri Merkez bankaları para politikalarını uygularken ki stratejileri, temelde ara ve nihai hedefler olmak üzere ikiye ayrılır. Merkez bankaları nihai hedeflere ulaşmak için, kendisine ara hedefler ve operasyonel (faaliyet) hedefler belirler ve para politikası araçları ile bu hedeflere ulaşmaya çalışır. Para politikası araçları ile nihai hedefler arasındaki bu ilişki aktarım (yansıma) mekanizması olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda aktarım mekanizması, temel makro değişkenlerin para politikasındaki değişmelere duyarlılığını yansıtmaktadır. Aktarım mekanizmasının çok kesin olmaması ve para politikasının nihai değişkenleri doğrudan etkileyemiyor olması para politikası uygulamalarında iki aşamalı bir süreç meydana getirmiştir. Bu süreçte nihai hedefi en çok etkilediği düşünülen bir değişken ara hedef olarak alınmakta ve bu değişkenin kontrol altında tutulmasıyla nihai hedefe ulaşılmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede, para politikası uygulamalarının başlıca dört bileşeni vardır (Önder, 2005: 33-35): - Gelir dağılımı, ödemeler dengesi veya fiyat istikrarı gibi makro ekonomik değişkenlerden oluşan nihai hedefler (final or ultimate objectives), - Nihai hedeflere ulaşılmasını sağlayacak olan ve büyük ölçüde merkez bankalarınca kontrol edilebilen değişkenlerden oluşan ara hedef değişkenleri (intermediate target variables), - Ara hedef değişkenlerine göre, Merkez Bankası politikaları tarafından daha hızlı ve doğrudan etkilenebilen, ara ve nihai hedef değişkenleri üzerinde güvenilir etkileri olan, gecelik faiz oranları veya bankaların rezerv durumu gibi değişkenlerden oluşan operasyonel hedef değişkenleri (operating target variables), - Para politikası araçlarının kullanımına ilişkin usul ve esasların belirlendiği teknik düzenlemeleri içeren para politikası araçları uygulama yöntemleridir. Başta da bahsedildiği gibi merkez bankalarının temelde iki tür politika stratejileri vardır. Bunlar ara hedefleme ve nihai hedeflemedir. Aşağıda ayrıntılı olarak bu stratejiler üzerinde durulacaktır. 89 2.3.4.1. Ara Hedefleme Stratejisi Fiyat istikrarını gerçekleştirmeyi hedefleyen bir para otoritesinin ilk görevi, enflasyonu kontrol altına almaktır. Merkez Bankası' nın da enflasyonu kontrol altına almak gibi nihai hedeflere ulaşmak için belirlediği ara hedefler temelde; - Para arzı - Kurlar - Merkez Bankası bilanço büyüklüklerinden oluşmaktadır. Ancak ara hedef olarak kullanılacak değişkenin belirlenmesinde bazı konulara dikkat edilmesi gerekmektedir. Bunlar ise: • Seçilecek ara hedefin politika araçları ile politika hedeflerini birbirine bağlama yeteneği yüksek olmalıdır. • Ara hedefle nihai hedef arasındaki ilişki zamana ve koşula göre değişmeyen istikrarlı bir ilişki olmalıdır. • Ara hedefe ilişkin olarak sık ve doğru bilgi sağlanabilmelidir. • Ara hedef olarak seçilen değişken idari ve politik olarak uygulanabilir olmalıdır. • Merkez Bankası ara hedef üzerinde önemli bir etkiye sahip olmalı; seçilecek değişken Merkez Bankası dışındaki faktörler tarafından etkilenme gücü yüksek bir değişken olmamalıdır (Bilir, 2006: 65-66). Daha önce de değinildiği gibi, para politikalarının nihai değişkenleri doğrudan etkilememeleri iki aşamalı bir hedefleme sürecini meydana getirmektedir. Ara hedefleme stratejileri ise bu aşamalardan Merkez Bankası kontrolünde olan ve nihai amaçlara yönelik kullanılan ilk süreci oluşturmaktadır. Ara hedefleme stratejisinin temel avantajına değinecek olursak, bu tür hedeflere ulaşmak göreceli olarak hızlı ve kolaydır. Ara hedefleme stratejilerinin sakıncalı yanı ise, seçilen ara hedef ile ulaşılmak istenen amaç arasındaki bağlantının kuvvetine ilişkin kuşkulardır (Müslümov vd., 2002: 65). Temel olarak üç çeşit ara hedefleme stratejisi bulunmaktadır. Bunlar: 90 a) Parasal Hedefleme, b) Kur Çıpası, c) Merkez Bankası Bilançosu Hedeflemesidir. 2.3.4.1.1. Parasal Hedefleme Parasal hedefleme stratejisi istikrarlı bir para talebi fonksiyonunda, uzun dönemde enflasyonun para arzındaki büyümeye bağlı olarak geliştiği varsayımıyla ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak tanımlayacak olursak, merkez bankalarının enflasyonu düşürmek için para arzı, parasal taban, ticari bankaların rezervleri, serbest rezervler gibi parasal büyüklüklerin artış hızına sınırlama getirmesi uygulamalarına parasal hedefleme denilmektedir. Parasal hedefleme stratejisinin kullanılabilmesi, enflasyon ile hedeflenen parasal büyüklük arasında sıkı bir ilişkinin olması ve buna ek olarak hedeflenen parasal büyüklük üzerinde ülke Merkez Bankası' nın tam bir etkinliğinin var olması ile ilişkilidir (Yalta, 2011: 201). Keyder'e göre Merkez Bankası' nın para politikası uygulamasında serbest olması ve parasal hedefleme çerçevesinde kurun serbest bırakılıp faizin kontrol altında olması parasal hedefleme stratejilerinin avantajlı yönlerini oluşturmaktadır. Ayrıca kullanılan parasal büyüklük hedefinin bir nominal çıpa niteliği taşıması ve bunun enflasyon beklentilerini olumlu etkiliyor olması da bu hedeflemenin avantajları arasında yer almaktadır (Keyder, 2002: 454). Söz konusu stratejinin dezavantajları incelendiğinde sorunun parasal hedefleme stratejisinin uygulanabilmesi için gerekli koşullara sahip olunup olunmadığı ile ilgili olduğu görülmektedir. Başka bir ifade ile parasal hedefleme stratejisi yukarıda da ifade edildiği üzere, enflasyon ile hedeflenen parasal büyüklük arasında sıkı bir ilişkinin olması varsayımı altında başarılı olabilme şansına sahiptir. Bu varsayımın olmama ihtimali ve istikrarlı dolanım hızı denkleminde kaymalar olması ihtimali bu stratejinin dezavantajını oluşturmaktadır (Özcan, 2006: 43). Parasal hedeflemelerin dezavantajlarını ayrıntılı olarak sıralayacak olursak, parasal hedefler; - İktisadi birimler için anlaşılması zor bir hedefleme olabilir. 91 - Merkez Bankası bir parasal büyüklük belirleyecekse bu büyüklük ne olmalıdır? Merkez Bankası M1’i mi M2’yi mi kullanmalıdır? Merkez Bankası' nın belirlediği parasal büyüklüğün enflasyon ile doğrudan ilgili olması gerekir. Bu durumda hangi parasal büyüklüğün belirleneceği sıkıntı yaratır. - Özellikle sermaye hareketleri tamamen serbestse ve sürekli yeni finansal enstrümanlar ortaya çıkıyorsa Merkez Bankası' nın daha önceden belirlediği parasal büyüklük önemini kaybetmiş olabilir. - Parasal büyüklüklerin etkisi gecikmeli olarak ortaya çıkabilir. - Parasal büyüklüklerin hedeflenmesi faizlerde oynaklığa, dolayısıyla ekonomide istikrarsızlığa sebep olabilir (Yalta, 2011: 201-202). 2.3.4.1.2. Döviz Kuru Hedeflemesi Döviz kuru hedeflemesi uzun bir geçmişi olan bir para politikası rejimidir. Ulusal paranın değerinin altın gibi bir madene sabitlenmesi şeklini alabildiği gibi, paranın değeri düşük enflasyonlu ülkelerin paralarına göre sabitlenmesi şeklinde de uygulanabilir. Bunun dışında bir alternatif olarak enflasyon oranının eninde sonunda çıpa alınan ülkenin enflasyon düzeyine çekilmesi biçiminde de olabilir. En genel anlamıyla açıklanacak olursa, döviz kuru hedeflemesi, enflasyon oranını uluslar arası ticarete konu olan mallar için sabitlemekte ve para politikası yönetimi için otomatik bir kural ortaya koyarak zaman tutarsızlığı probleminden kaçınılmasına olanak tanımaktadır. Böylece enflasyonun doğrudan kontrol altında tutulmasına yardımcı olmaktadır (Bozkurt, 2006: 45). Döviz kuruna yönelik uygulamalar, tamamen sabit kur sistemi ve tam serbesti olmak üzere, iki rejim arasında şekillenmektedir. Tamamen sabit kur sisteminde, ulusal para yabancı bir para veya paralardan oluşan bir sepet karşısında sabitlenmekte ve bu değerin sürmesi para otoritesi tarafından bazen açık bazen de dolaylı olarak garanti edilmektedir. Tamamen serbest kur sisteminde ise, döviz kurunun fiyatı doğrudan (kura hiçbir müdahale olmaksızın) piyasada oluşan arz ve talebe göre belirlenmektedir. Ara rejim olarak adlandırılan, Avrupa Para Sistemine geçiş aşamasında da uygulanan kurun bir bant içerisinde hareketine müsaade eden yapı ile kontrollü dalgalanma (managed float) sağlanırken, sürünen kur (crawling 92 peg) adı altındaki sistemlerde ise, kur belli bir takım kriterlere göre yönlendirilmekte ve para otoritesi tarafından gerektiğinde müdahale edilmektedir. Kura yönelik bu tür rejimlerin seçimi, ülkelerin içinde bulunduğu şartlara göre değişmektedir (Önder, 2005: 39). Kur çıpası uygulamasının en bilenen türü ise “ para kurulu” sistemidir. Bu sistemde piyasaya sürülecek ulusal para yalnız döviz karşılığında yapılmaktadır. Bu sayede kur kontrol altında tutularak bekleyişler kanalıyla fiyatlar üzerine geçişkenlik azaltılarak fiyat istikrarının sağlanmasına çalışılır. Para kurulunun uygulanması için ekonomik birimlerin istedikleri zaman yerli para verip yabancı para almalarının kısıtlanması, Merkez Bankası' nın son ödeme mercii olarak görev yapmaması ve Merkez Bankası' nın yeterli rezervinin olması gerekir (Gaygılı, 2007: 101). Kur çıpası uygulamasının bir diğer türü ise dolarizasyondur. Dolarizasyon gayri resmi ve resmi dolarizasyon olmak üzere ikiye ayrılır ve temelde enflasyonun etkisi ile ülkenin kendi parasını kullanmaktan vazgeçip yabancı para birimi kullanmaya başlamasını ifade etmektedir. Resmi dolarizasyonda para biriminin resmen kullanımından vazgeçilerek başka para birimine geçiş söz konusu iken gayri resmi dolarizasyonda resmi para birimi kullanımını korurken ülkedeki bireylerin kira gibi kendi işlemlerinde yabancı para birimi kullanmaya başlamaları durumu ortaya çıkmaktadır. Döviz kuru hedeflemesinin avantajlarını şu şekilde sıralayabiliriz (Yalta, 2011: 199); - Basit ve açık oldukları için ekonomik birimler tarafından kolayca anlaşılabilir. - Para politikasını otomatiğe bağlar. - Merkez Bankası popülist politikalar izleyemez. - İthalata konu olan malların fiyatlarının artması önlenir. - Kısa dönemde üretimi ve istihdamı artırmak amacı ile genişletici politika takip etmeye dayalı zaman tutarsızlığı sorununu ortadan kaldırır. 93 - Kredibilitesi yüksek bir döviz kuru hedeflemesi stratejisi, enflasyon beklentilerinin döviz kurunun sabitlendiği ülkenin enflasyon oranına göre şekillenmesini sağlayarak fiyat istikrarına katkıda bulunur. - Bu yolla sağlanan canlanma geçicidir. Döviz kuru hedeflemesinin avantajlarının yanı sıra dezavantajları da bulunmaktadır. Söz konusu stratejinin en önemli dezavantajı para politikasının bağımsızlığı üzerinde yaratması muhtemel olumsuz baskıdır. Yani Merkez Bankası'nın bağımsız bir para politikası izlemesi zorlaşabilir. Ayrıca döviz kuru hedeflemesi stratejisi bu stratejiyi uygulayan ülkelerin spekülatif ataklara da daha açık olmasına neden olmakta ve söz konusu ülkelerin kamu finansmanında yabancı para borçlanmalarının artışını da beraberinde getirmesiyle finansal krizlerin oluşmasını ve şiddetini tetikleyebilmektedir. Bunun yanı sıra döviz kuru hedeflemesini uygulayan ülke, parasının bağlandığı ülkeye yönelik şoklardan etkilenir ve ülke para birimini spekülatif ataklara açık hale getirir (Özcan, 2006: 42). 2.3.4.1.3. Merkez Bankası Bilançosu Hedeflemesi Merkez Bankası bilançosu hedeflemesi, klasik IMF programlarında sıkça kullanılan stratejilerden birisidir. IMF’in ekonomik istikrarın sağlanmasına ilişkin yaklaşımı literatürde “finansal programlama” olarak yer almaktadır. IMF tipi istikrar programlarının temel yapısı, yani finansal programlama, para politikası uygulamasında Merkez Bankası bilançoları üzerine belirli şartlılıklar getirmekte, para politikasının genel çerçevesi, parasal büyüklükler üzerine konulan performans kriteri veya gösterge niteliğindeki hedefler ile belirlenmektedir. IMF kaynaklı istikrar programları, genellikle ortodoks istikrar politikası yaklaşımına göre hazırlanmaktadır ve bu yaklaşımda, ülkenin ödemeler bilançosu açıklarının iyileştirilmesi, enflasyon oranının düşürülmesi ve sıkı para ve maliye politikası yolu ile kamu kesimi açıklarının kapatılması hedeflenmektedir. Bu stratejide Net Uluslararası Rezervlere (NUR) taban, Net İç Varlıklara (NİV) tavan hedefler konulur ve bu hedefler performans kriteri olarak dikkate alınır. NUR’a taban hedef konulması ile ülkenin net döviz rezervlerinin korunması hedeflenirken, NİV’e tavan hedef konulması ile ise Merkez Bankası kredileri ile para arzının artırılmasının önüne geçilmesi amaçlanır. 94 Tüm bunların yanında Para Tabanı da gösterge Tavan Değeri olarak dikkate alınır (Gaygılı, 2007: 102). 2.3.4.2. Nihai Hedefleme Stratejisi Para politikasında uygulanan temel iki stratejiden bir diğeri ise nihai ( amaç) hedefleme stratejisidir. Bu strateji, enflasyon hedeflemesi ve nominal milli gelir hedeflemesi olmak üzere iki alt stratejiden oluşur. Nihai hedefleme ile insanların hayatlarına doğrudan etkisi olan değişkenler üzerine hedef konulduğundan, toplumu, bu hedeflerin uygulanması ve sonuçları karşısında ortak sorumluluk alınması açısından daha kolay etkileyebilmektedir. Ayrıca ara hedefler ile nihai hedefler arasındaki güçsüz bağlar, ara hedefler ile amaçlara ulaşmayı zorlaştırmakta bu da nihai hedefler için bir avantaj ortaya çıkarmaktadır (Sert, 2005: 59). Enflasyon hedeflemesi ve nominal gelir hedeflemeleri ayrıntılı olarak incelenecektir. 2.3.4.2.1. Nominal Gelir Hedeflemesi İlk kez Meade tarafından ortaya atılmış olan nominal gelir hedeflemesi, Merkez Bankası veya hükümet tarafından belirlenen nominal geliri, belli bir rotada tutmaya çalışan ve makro ekonominin diğer kolları tarafından da desteklenen bir para politikasıdır (Bilir, 2006: 74). Nominal gelir hedefleme stratejisinin hareket noktası, nominal geliri düzgün bir seviyede tutmanın, tüm yaklaşımlarca desteklenen bir amaç olmasıdır.Tanım olarak nominal gelir, reel gelir üretimi ve fiyat seviyesine eşittir. Benzer şekilde nominal gelir büyümesi de reel gelir büyümesi ve enflasyonun toplamına eşittir. Nominal gelir hedeflemesini para politikası için önemli hale getiren iki unsuru vardır. Birincisi, nominal gelir hedeflemesi altında para politikası toplam taleple ilgili karışıklıkların dengelenmesini ayarlayabilir. Bu unsurun işleyişi ise, kısa dönemde ters bir toplam talep karışıklığı ile ortaya çıkmaktadır. Kısa dönemde ters bir toplam talep karışıklığı, ekonominin bir resesyon durumuna girmesinden dolayı ihracattaki bir düşme gibi reel gelir büyümesini ve bu nedenle nominal gelir büyümesini de yavaşlatma eğilimi gösterebilir. Hedeflenen oranın altındaki nominal gelir büyümesine tepki olarak politika yapıcılar nominal gelir büyümesini hedefe geri döndürmek için para politikasını gevşetebilirler. Bu politika değişikliği toplam talebi 95 canlandırabilir ve hem talebi hem de reel gelir büyümesini karışıklıktan önceki seviyelere döndürebilir. Nominal gelir hedeflemesinin ikinci cazip özelliği ise politika yapıcıların toplam arz karışıklıklarına karşı enflasyon ve istikrarlı büyüme hedeflerini dengelemelerine yardımcı olmasıdır (Bozkurt, 2006: 100). Nominal gelir hedeflemesi, parasal hedefleme ile kıyasladığımızda bazı avantajları ile ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki, para talebi ve yatırım- tüketim şoklarının söz konusu olması durumunda, para miktarını düzgün bir hedef çerçevesinde tutmak zor olacağından, nominal gelire istikrar kazandıran bir politikanın ekonominin devresel hareketlerini düzenleyebilmesini mümkün hale getirmesidir. İkincisi ise, M1 ve M2 gibi parasal bir büyüklüğün dolaşım hızı hakkındaki belirsizlikler nedeni ile uzun vade ortalama enflasyon hedefine ulaşması için nominal gelirde yaratılması gereken ortalama artış oranı daha doğru belirlenmektedir. Bir diğer avantajı ise, ekonomideki ödeme sistemini düzenleyici kurallarda meydana gelen değişiklikler ve teknolojik yenilikler, para stokuna ilişkin ölçümlerinde yeniden düzenlenmesini gerekli hale getirir. Bu nedenle herhangi bir para ölçümünün nominal gelir ile olan ilişkisinin politika araçları ile olan ilişkisinden daha güvenilir olması beklenir (Telatar, 2002: 206). Nominal gelir hedeflemesinin bazı dezavantajları da mevcuttur. Bunların başında, nominal hedefin zaman içinde değişme eğilimli olması ve kesinlik göstermemesinden dolayı gelir büyümesinin kontrolünü ve ölçümünü zorlaştırmasıdır. Bir diğer dezavantajı ise, eğer ilan edilen hedef çok düşük olarak görülür ve para otoritesi anti büyümeci olarak suçlanırsa politik karışıklıkların baş gösterme olasılığıdır. Ayrıca, bir nominal gelir hedefinin Merkez Bankası' nın nihai amacı olarak yanlış yorumlanması ve anlaşılması gibi bir tehlike vardır oysa esas amaç fiyat istikrarının sürdürülmesidir. Bunların yanı sıra, hedeflenen gelir düzeyinin belirlenmesinde çok fazla dışsal etkenin hesaba katılıyor olması bu konuda zorluklar çıkmasına neden olabilmektedir (Bozkurt, 2006: 99). 2.3.4.2.2. Enflasyon Hedeflemesi Enflasyon hedeflemesi, merkez bankalarının genellikle hükümetlerle birlikte, para politikası amacı olarak gelecek bir dönem için belli bir enflasyon rakamını 96 hedeflemeleridir. Bu tür bir uygulamada hedeflenen enflasyonun, beklentileri etkileyebildiği ölçüde, nominal çıpa görevini üstlenmesi öngörülür (Önder, 2005: 42). Ataman ve Alparslan enflasyon hedeflemesini tüm unsurları ile genel bir tanımda birleştirmişlerdir. Bu tanıma göre enflasyon hedeflemesi stratejisi; Merkez Bankası' nın nihai hedefi olan fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesi amacına yönelik olarak para politikasının makul bir dönem için belirlenen sayısal bir enflasyon hedefi ya da hedef aralığına dayandırılması ve bunun kamuoyuna açıklanması şeklinde tanımlanabilen para politikası uygulamasıdır (Ataman ve Alparslan, 2000: 3). Para politikasını, bir ara hedef ya da hedefler seçme zorunluluğu olmadan doğrudan nihai hedefe dayandıran enflasyon hedeflemesi rejiminin, enflasyonu kontrol eden diğer yöntemlerden temel farkı para politikası araçlarının geçmiş ya da cari enflasyon yerine gelecek enflasyona dayanması ve gelecekteki enflasyon hakkında rastlantısal varsayımların yapılmamasıdır. Enflasyon hedeflemesi stratejisinde fiyat düzeyi yerine doğrudan enflasyon oranı hedeflenir. Enflasyon hedeflemesinde Merkez Bankası tek bir enflasyon oranı belirlenmesi ve açıklanmasını içeren nokta hedef veya enflasyon oranının hareket edeceği bir bandı belirten aralık hedefi seçebilir. Söz konusu stratejide, belirli bir dönem için belirlenen enflasyon hedefi Merkez Bankası' nın temel politika hedefi olarak belirlenir. Bu stratejide, Merkez Bankası herhangi bir ara hedef ilan etmez. Para politikası, enflasyon tahminlerinin ve beklentilerin hedeflenen enflasyondan sapmasına göre yönlenir (Telatar, 2002: 207). Enflasyon hedeflemesinin belirleyici özelliklerine değinecek olursak bunların başında enflasyon hedefine orta vadeli bir perspektifte karar verilmesi gelmektedir. Bunun yanı sıra gelecekteki enflasyon oranının tahmininin yapılması da önemli unsurlarındandır. Ayrıca enflasyon hedeflemesi altında operasyon hedefi olarak genellikle kısa dönem faiz oranları kullanılmaktadır (Bozkurt, 2006: 62). Mishkin'e göre enflasyon hedeflemesi beş ana unsuru içeren bir stratejidir. Bunlar (Mishkin, 2004: 501): 1) Orta vadeli sayısal bir enflasyon hedefinin kamuya duyurulması, 97 2) Para politikasının uzun vadeli ve birincil amacı olarak fiyat istikrarı konusunda kurumsal bir taahhüt niteliği taşıması, 3) Para politikası konusunda kararlar alınırken sadece parasal büyüklüklerin değil, diğer birçok değişkenin karar alma sürecine dahil edildiği kapsamlı bilgiler içeren bir strateji olması, 4) Para politikası otoritelerinin planları ve hedefleri konusunda kamuoyu ve piyasalar ile iletişim kurulması vasıtasıyla para politikası stratejisinin şeffaflığının arttırılması, 5) Enflasyon hedeflerine ulaşılması bakımından Merkez Bankası' nın hesap verebilirliğinin artmasıdır. Merkez bankaları enflasyon hedeflemesi altında para politikasını şu şekilde yürütmektedir: -İlk olarak merkez bankaları orta vadeli para politikası yürütülmesi için bir çıpa olarak önceden enflasyon hedefini belirler. - Enflasyon hedefi belirlendikten sonra merkez bankaları, parasal büyüklükler, faiz oranları, döviz kuru, beklenen enflasyon oranı, varlık fiyatları ve hammadde fiyatları gibi enformasyon değişkenlerini kullanarak gelecekteki enflasyon oranlarının tahminini yaparlar. - Daha sonra, para politikasını hazırlar ve kontrolünü yaparlar. Bu yüzden gerçek enflasyon oranı saptanan enflasyon oranına yakınsamaktadır. - Sonra da para politikasının performansını yeniden gözden geçirir ve sonraki dönem için para politikası kontrollerini ve yorumunu yaparlar. Bu yorum metodu gerçek enflasyon oranının uzun dönemde enflasyon oranına yakınsamasına neden olacak ve fiyat istikrarı için bir temel çatı ortaya çıkaracaktır (Bozkurt, 2006: 64). Enflasyon hedeflemesine geçilmesine karar verilmesi durumunda sırasıyla; hedefin belirlenmesi, fiyat endeksinin belirlenmesi, zaman seçimi, nokta veya bant hedefi seçimi ve uygulanması ve hedefin hangi kurum ya da kurumlarca ilan edileceğinin belirlenmesi gerekmektedir (Demirhan, 2007: 38). 98 Fiyat istikrarının para politikasının nihai hedefi olması, Merkez Bankası' nın bağımsız olması, ülkede mali baskınlığın olmaması, gelişmiş mali ve finansal piyasaların varlığı, işlevsel bir döviz piyasası ve enflasyon hedeflemesine geçmeden önce enflasyon oranının belirli bir seviyeye indirilmesi enflasyon hedeflemesinin ön koşullarını oluştururken, hesap verilebilirlik ve şeffaflık, güvenilirlik, esneklik, ileriye yönelik bir yaklaşım benimsenmesi söz konusu rejimin stratejik özelliklerini oluşturmaktadır (Yiğitbaş, 2009: 213-214). Kamu maliyesinde disiplin ve finansal istikrar varlığı, enflasyon ile para politikası araçları arasında güçlü ve istikrarlı bir ilişki olması, kurların fiyatlar üzerindeki belirleyiciliğinin azalması, fiyatlamada geçmiş enflasyona dönük endekslemenin kırılması, mal ve hizmet piyasalarında rekabetçi fiyatlama yapılabilmesi, güvenilirlik (kredibilite), bağımsızlık, şeffaflık ve hesap verebilirlik enflasyon hedefleme stratejilerinin başarısı için gerekli unsurlar olarak belirtilebilir (Önder, 2005: 44). Mishkin'e göre enflasyon hedeflemesi stratejisinin en önemli avantajı, siyasi tartışmaların uzun dönemde Merkez Bankası' nın neler yapabileceği üzerinde yoğunlaşmasına yardımcı olmasıdır. Enflasyon kontrolü, ekonomik büyümenin kalıcı olmasını ve genişletici para politikası ile istihdam sayısının artmasını sağlar. Bu sayede enflasyon hedeflemesi stratejisini uygulayan merkez bankalarının elde ettikleri bütün bilgileri politika tasarımında kullanmak açısından herhangi bir sınırlamayla karşı karşıya kalmazlar. Ayrıca enflasyon hedefleme stratejisi, merkez bankalarının özellikle ülke içi ekonomik koşullara uygun bağımsız bir para politikası uygulamasına imkan tanır. Bu stratejinin uygulanabilmesi için temel koşulların başında gelen merkez bankalarının şeffaflığı ve hesap verebilirliği ilkelerinin sağlanabilmesi için merkez bankalarının kamuoyuna sürekli ve detaylı para politikası bilgileri veriyor olmaları da bu stratejinin avantajlarındandır. Ayrıca döviz kuru hedeflemesindeki gibi enflasyon hedeflemesi stratejisinde de para politikasının kamuoyu tarafından anlaşılması kolaydır (Mishkin, 2004: 504-505). Bunların yanı sıra enflasyon hedeflemesi, para politikası otoritelerine iç ve dış stoklara karşı daha esnek bir politika izleme olanağı tanıdığından, daha bağımsız bir rejim olarak ortaya çıkmaktadır. 99 Enflasyon hedeflemesi stratejisinin avantajlarını genel itibari ile şu şekilde sıralayabiliriz (Cicioğlu, 2006: 41-42): a) Para politikasının şeffaflığının artırılmasında önemli bir rol oynar. b) Para politikasının ulusal ekonomideki şoklara ağırlık vermesini sağlar. c) Amaç değişkenler için hedeflerin oluşturulmasında ara hedef değişken ile nihai değişken arasındaki ilişkilerde beklenmedik değişiklikler olduğunda ortaya çıkan hız istikrarsızlığının farkına varılmasına yardımcı olur. d) Para politikasının operasyonel olarak uygulanmasında önemli bir etkisi vardır. e) Alternatif politikalara göre kamuoyu daha anlaşılır bir politikadır. f ) Merkez bankalarının güvenilirliğini ve hesap verebilme özelliğini artırır. g) Merkez bankalarının para politikası araçlarını kullanmalarında ve kontrol etmelerinde bağımsız olmalarını sağlamaktadır. h) Para otoritelerinin fiyat istikrarı hedefine ulaşmaları için gerekli tüm bilgiyi kullanmalarını sağlamaktadır. i) Politika tartışmalarının Merkez Bankası' nın, para politikası ile gerçekleştirebileceği hususlar üzerinde yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Enflasyon hedeflemesi stratejisinin avantajları olduğu gibi dezavantajları da bulunmaktadır. Enflasyonun kolaylıkla kontrol edilebilen bir değişken olmaması bu dezavantajlardan biridir. Bunun yanı sıra enflasyonun düşüş sürecinde enflasyon hedeflemesinin ekonomik büyümede bazı sorunları beraberinde getirebilme ihtimali ve dolayısıyla stratejinin düşük ve istikrarsız bir ekonomik büyüme yaratma olasılığı olduğu görülmektedir (Özcan, 2006: 45). Söz konusu stratejinin dezavantajlarını genel itibari ile şu şekilde sıralamak mümkündür (Ataman ve Alparslan, 2000: 9): a) Çok katı ve tavizsiz olarak uygulanması gereken bir politikadır. b) Diğer para politikası rejimleriyle karşılaştırıldığında etkin olmayan bir üretim dengesine (inefficient output stabilization) yol açmaktadır. Bu durum 100 özellikle önemli arz şoklarında (petrol fiyatındaki ani değişiklikler gibi) kendini göstermektedir. c) Kısa dönemde ekonomik büyümeyi sınırlandırabilir. d) Mali politikalarının para politikalarına göre üstünlük sağlamasını engelleyemez. e) Rejimin uygulanması için gerekli olan esnek döviz kuru rejimi mali istikrarsızlığa sebep olabilir. Enflasyon Hedeflemesi ve Taylor Kuralı: Taylor Kuralı, temelde para politikası kuralını tanımlamak için kullanılmaktadır. Enflasyon hedeflemesi uygulayan birçok Merkez Bankası kısa dönem faizleri temel politika aracı olarak belirlediği için kısa dönem faizler ile enflasyon arasındaki ilişkinin nasıl olduğu önemlidir. Bu bağlamda Taylor Kuralı, merkez bankalarının enflasyon ve çıktıdaki değişikliklere karşı faiz oranlarını nasıl değiştirmesi gerektiğini gösteren bir denklemdir. Bu denklemdeki değişkenler, hedeflenen faiz oranı, denge faiz oranı, enflasyon oranı, hedeflenen enflasyon oranı, gerçekleşen enflasyonun hedeflenenden sapması ve çıktı açığıdır (Yalta, 2011: 204). 2.4. DOLAYLI PARA POLİTİKASI ARAÇLARININ MERKEZ BANKASI ANALİTİK BİLANÇOSUNA ETKİLERİ 2.4.1. Repo İşlemleri Repo işlemi, TCMB Açısından, menkul kıymetlerin belirli bir vadede ve belirli bir fiyattan geri satım vaadi ile alımını ifade eder (literatüre göre, burada bahsedilen aslında ters repo işlemidir). İşleme konu olan kıymet, ödünç verilen para için alınan teminat niteliğindedir. Repo işlemleri genellikle piyasadaki likidite sıkışıklığının geçici olduğu dönemlerde likiditenin geçici süre artırılması amacıyla kullanılır (Çelik vd., 2006: 67-89). Örneğin; TCMB yaptığı repo işlemi ile (literatüre göre, burada bahsedilen aslında ters repo işlemidir) valöründe 100 TL' den DİBS almakta ve işlemin vadesinde söz konusu DİBS' leri 110 TL' den geri satmaktadır. Örnekte verilen repo işleminin valöründe, 101 REPO İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Valörde 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler a- Hazine Borçları d- Diğer Kalemler Valörde 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı (+) 100 (-) 10 B- Diğer Merkez Bankası Parası A- Açık Piyasa İşlemleri (-) 110 Aktifte; " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler ", repo işlemine konu olan menkul kıymetin alış değeri ile geri satış değeri arasındaki fark olan 10 TL kadar azalırken, Pasifte; " Merkez Bankası Parası (MBP) - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, repo işlemi ile piyasaya verilen tutar olan 100 TL kadar artmakta, " Diğer MBP - APİ" kalemi ise, TCMB' nin piyasadan nakit alacağı tutar olan 110 TL kadar azalmaktadır. İşlemin vadesinde ise, REPO İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Vadede 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler a- Hazine Borçları d- Diğer Kalemler Vadede 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı B- Diğer Merkez Bankası Parası A- Açık Piyasa İşlemleri (-) 110 (+) 110 Aktifte; herhangi bir kalem etkilenmezken, Pasifte; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, repo işleminin dönüşünde piyasadan çekilen tutar olan 110 TL kadar azalmakta, 102 " Diğer MBP - APİ " kalemi ise, bankaların repo ile aldıkları tutarı faiziyle birlikte geri ödemesiyle, TCMB' nin nakit alacağındaki azalış tutarı olan 110 TL kadar artmaktadır. MBP, TCMB' nin ekonomideki tüm birimlere olan TL yükümlülüğünü göstermektedir. Bu işlemden de görüleceği üzere, ekonominin likiditesini düzenlemek amacıyla yapılan repo işleminin valöründe Rezerv Para piyasaya verilen likidite tutarı kadar artarken, İç Varlıklardaki ve MBP' deki azalış, repo işleminden alınan faiz tutarı ile sınırlı olmaktadır. İşlemin vadesinde ise MBP etkilenmemektedir. 2.4.2. Ters Repo İşlemleri Ters repo işlemi TCMB açısından, menkul kıymetlerin belirli bir vadede belirli bir fiyattan geri alım vaadi ile satımını ifade eder (literatüre göre, burada bahsedilen aslında repo işlemidir). İşleme konu olan kıymet, ödünç alınan para için verilen teminat niteliğindedir. Ters repo işlemleri genellikle piyasada geçici likidite fazlasının olduğu durumlarda, fazla likiditenin kısa dönemli ve geçici olarak çekilmesi amacıyla yapılır. Örneğin; TCMB yaptığı ters repo işlemi ile (literatüre göre, burada bahsedilen aslında repo işlemidir) önceden 100 TL' den almış olduğu DİBS' leri, işlemin valöründe 105 TL' den satarak piyasadan likidite çekmekte, işlemin vadesinde ise söz konusu DİBS' leri 110 TL' den geri almaktadır. Söz konusu ters repo işleminin valöründe, TERS REPO İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Valörde 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler a- Hazine Borçları aa- Bankamız Portföyü d- Diğer Kalemler Valörde 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı (-) 105 (+) 5 B- Diğer Merkez Bankası Parası A- Açık Piyasa İşlemleri (+) 110 103 Aktifte; " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Hazine Borçları - Bankamız Portföyü " kalemi, ters repo işlemine konu olan menkul kıymetin satış değeri ile alış değeri arasındaki fark olan 5TL (105 - 100) kadar artarken, Pasifte; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi menkul kıymetin satış değeri olan 105 TL kadar azalmakta, " Diğer MBP - APİ" kalemi ise TCMB' nin ters repo işleminden doğan nakit yükümlülüğü olan 110 TL kadar artmaktadır. İşlemin vadesinde ise, TERS REPO İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Vadede 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler a- Hazine Borçları aa- Bankamız Portföyü d- Diğer Kalemler Vadede 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı (+) 110 (+) 5 (-) 5 B- Diğer Merkez Bankası Parası A- Açık Piyasa İşlemleri (-) 110 Aktifte; " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Hazine Borçları - Bankamız Portföyü " kalemi, ters repo işlemine konu olan kıymetin geri alım değeri ile satım değeri arasındaki fark olan 5TL (110 - 105) kadar artarken, " İç Varlıklarımı - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler " ters repo işlemi sonucu bankalara ödenen faiz tutarı (kıymetin geri alım değeri ile satım değeri arasındaki fark) olan 5 TL (110 - 105) kadar azalmaktadır. Pasifte; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, işleme konu olan menkul kıymetin geri alım değeri olan 110 TL kadar artmakta, " Diğer MBP - APİ " kalemi ise, TCMB' nin ters repo işleminden doğan nakit yükümlülüğünü yerine getirmiş olması nedeniyle 110 TL kadar azalmaktadır. 104 Sonuç olarak, ters repo işleminin valöründe, piyasadan çekilen likidite ile birlikte Rezerv Para azalırken, TCMB' nin piyasaya vadedeki yükümlülüğünü gösteren MBP sadece ters repo işlemi sonucu bankalara ödenecek faiz tutarı kadar artar. İşlemin vadesinde ise çekilen likiditenin piyasaya geri verilmesi ile birlikte sadece Rezerv Para artar, MBP etkilenmez. 2.4.3. Doğrudan (Kesin) Alım İşlemleri Tedavülde bulunan kıymetlerin, işlem tarihinde belirlenmiş fiyat üzerinden, işlem valöründe TCMB tarafından satın alınması işlemidir. Genellikle piyasada kalıcı likidite sıkışıklığı olduğunda tercih edilen bir açık piyasa işlemidir. Örnek olarak, TCM' nin bankalardan 110 TL tutarında DİBS satın aldığını varsayalım. Doğrudan alım işlemi sonucunda, Aktifte; "İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Hazine Borçları - Bankamız Portföyü " kalemi, söz konusu DİBS' in portföye alım değeri olan 110 TL kadar artarken, Pasifte; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, alınan DİBS karşılığı bankalara verilen tutar olan 110 TL kadar artacaktır. DOĞRUDAN (KESİN) ALIM İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler a- Hazine Borçları aa- Bankamız Portföyü Pasif 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı (+) 110 (+) 110 Doğrudan alım işlemleri sonucu piyasaya verilen likidite ile birlikte MBP, TCMB portföyüne alınan kıymet nedeniyle de İç Varlıklarımız artmaktadır. 105 2.4.4. Doğrudan (Kesin) Satım İşlemleri APİ portföyündeki kıymetlerin, işlem tarihinde belirlenmiş fiyat üzerinden, işlem valöründe TCMB tarafından satılması işlemidir. Genellikle piyasada kalıcı likidite fazlası olduğunda tercih edilen bir açık piyasa işlemidir. Örnek olarak, TCMB' nin önceden 110 TL' ye almış olduğu DİBS' i 120 TL' den bankalara doğrudan satış yöntemi ile satmış olduğunu varsayalım. DOĞRUDAN (KESİN) SATIM İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler a- Hazine Borçları aa- Bankamız Portföyü d- Diğer Kalemler 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı (-) 120 (-) 110 (-) 10 Yukarıdaki örnekte verilen doğrudan satım işlemi sonucu Analitik Bilançonun, Aktifinde; " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Hazine Borçları - Bankamız Portföyü " kalemi, söz konusu DİBS' in portföyüne önceden alım değeri olan 110 TL kadar, " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler " işleme konu olan DİBS' in alım-satım değeri arasındaki fark olan 10 TL kadar, azalacaktır. Pasifinde; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, satılan DİBS karşılığı piyasadan çekilen tutar olan 120 TL kadar azalacaktır. Kesin satım işlemleri sonucu piyasadan likidite çekilmesiyle MBP ve satılan DİBS' in TCMB portföyünden çıkması nedeniyle de İç Varlıklarımız azalmaktadır. 2.4.5. Bankalararası Para Piyasasında TL Depo Alım İşlemleri TCMB' nin bankalara olan kısa vadeli borcunu ifade eder. Bankalararası Para Piyasasında (BPP) işlem yapma yetkisi olan bankalar, piyasada fazla likidite 106 olduğunda fonlarını TCMB' nin TL depo alış faizinden, TCMB' ye kısa vadeli borç vererek değerlendirebilirler. Örnek olarak, TCMB' nin piyasadan 1 hafta vadeli 1,200 TL tutarında depo alımı gerçekleştirdiğini ve söz konusu deponun dönüş tutarının 1,202 TL olduğunu varsayalım. Örnekte verilen işlemin Analitik Bilançoda gösteriminde, İşlemin valöründe, BPP - TL DEPO ALIM İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Valörde 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler d- Diğer Kalemler Valörde 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı B- Diğer Merkez Bankası Parası A- Açık Piyasa İşlemleri (-)1,200 (+)1,200 Aktifte; herhangi bir kalem etkilenmezken, Pasifte; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, TCMB' nin bankalardan aldığı depo tutarı olan 1,200 TL kadar azalmakta, " Diğer MBP - APİ " kalemi ise TCMB' nin bankalara olan nakit yükümlülüğündeki artış tutarı olan 1,200 TL kadar artmaktadır. İşlemin vadesinde ise Analitik Bilançonun, BPP - TL DEPO ALIM İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Vadede 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler d- Diğer Kalemler (+) 2 Vadede 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı B- Diğer Merkez Bankası Parası A- Açık Piyasa İşlemleri (+)1,202 (-) 1,200 107 Aktifinde; "İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler ", piyasaya verilen faiz tutarı olan 2 TL kadar artmaktadır. Pasifinde; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, alınan deponun faizi ile birlikte bankalara ödenmesiyle 1,202 TL tutarında artarken, " Diğer MBP - APİ " kalemi ise TCMB' nin bankalar olan yükümlülüğündeki azalış tutarı olan 1,200 TL kadar azalmaktadır. TL depo alım işlemleri sonucu işlemin valöründe piyasadaki likidite miktarının azalması ile birlikte Rezerv Para azalırken, TCMB' nin bankalara olan nakit yükümlülüğündeki artıştan dolayı MBP etkilenmemektedir. İşlemin vadesinde ise MBP' deki ve İç Varlıklarımızdaki artış, alınan depo karşılığı piyasaya verilen faiz tutarı ile sınırlı olmaktadır. 2.4.6. Bankalararası Para Piyasasında TL Depo Verme İşlemleri BPP' de işlem yapma yetkisi olan bankalar, piyasada likidite sıkışıklığı olduğunda TCMB' den teminatları karşılığında ve limitleri dahilinde, TCMB' nin TL depo verme faizinden kısa vadeli borçlanabilirler. TCMB ayrıca "son başvuru mercii" fonksiyonu çerçevesinde bankalara yine teminatları karşılığında ancak limitsiz olarak kısa vadeli TL depo verebilir. TCMB' nin BPP' de TL depo vermesi piyasaya likidite verilmesi anlamına gelmektedir. Örnek olarak, TCMB' nin piyasaya gecelik (O/N) vadede 1,200 TL tutarında depo verdiğini ve deponun vadesi geldiğinde faiz ile birlikte 1,202 TL' nin piyasadan geri çekildiğini varsayalım. Örnekte belirtilen işlemin valöründe Analitik Bilançonun, BPP - TL DEPO VERME İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Valörde 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler d- Diğer Kalemler Valörde 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı B- Diğer Merkez Bankası Parası A- Açık Piyasa İşlemleri (+)1,200 (-)1,200 108 Aktifinde; herhangi bir kalem etkilenmezken, Pasifinde; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, TCMB' nin bankalara verdiği depo tutarı olan 1,200 TL kadar artarken, " Diğer MBP - APİ " kalemi, TCMB' nin bankalardan olan alacağındaki artış tutarı olan 1,200 TL kadar azaltmaktadır. (Yükümlülükler altında yer alan varlık artışları, yükümlülük azalışı olarak yansıtılmaktadır.) İşlemin vadesinde ise Analitik Bilançonun, BPP - TL DEPO VERME İŞLEMLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Vadede 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler d- Diğer Kalemler (-) 2 Vadede 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı B- Diğer Merkez Bankası Parası A- Açık Piyasa İşlemleri (-)1,202 (+)1,200 Aktifinde; " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler ", verilen depo karşılığı piyasadan alınan faiz tutarı olan 2 TL kadar azalmaktadır. Pasifinde; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, bankaların aldıkları depoyu TCMB' ye faiziyle birlikte geri ödemeleri sonucu 1,202 TL kadar azalırken, " Diğer MBP - APİ " kalemi ise TCMB' nin bankalardan olan alacağındaki azalış tutarı olan 1,200 TL kadar, artmaktadır. TL depo verme işlemleri sonucu işlemin valöründe, piyasadaki likidite miktarındaki geçici artış nedeniyle Rezerv Para artarken, TCMB' nin piyasaya vadedeki yükümlülüğünü gösteren MBP' de hareket olmamaktadır. İşlemin vadesinde ise piyasaya verilen likiditenin faizi ile birlikte piyasadan çekilmesi sonucu İç Varlıklarımız ve MBP alınan faiz tutarı kadar azalmaktadır. 109 2.4.7. Reeskont İşlemleri TCMB, muteber saydığı asgari üç imzayı taşımak ve vadelerine en çok 120 gün kalmış olmak şartıyla ve kendi belirleyeceği esaslar dahilinde bankalar tarafından verilecek ticari senet ve vesikaları reeskonta kabul edebilir. Verilecek kredilerin en yüksek sınırı ve kredi türlerine göre limitleri para politikası ilkeleri göz önünde tutulmak suretiyle TCMB tarafından belirlenir. TCMB reeskonta kabul edebileceği senetler karşılığında avans da verebilir (Çelik, 2006: 147-151). TCMB tarafından bankalara kullandırılan reeskont kredileri, emisyon hacmini, dolayısıyla para tabanını genişletirken, bankalara böyle bir imkanın düşük faizle sağlanması bankaların atıl rezervlerinde oluşacak düşüş ile para çoğaltanını artırıcı bir etki yaratabilecektir. Sonuç olarak, reeskont kredilerinin kullandırılması para arzı üzerinde genişletici bir etki yaratmaktadır. Şu anda bankacılık sektörüne kabul finansmanı kapsamında kullandırılmakta olan krediler reeskont kredileri olarak nitelendirilmektedir. Uygulanmakta olan para politikası gereği bu krediler sınırlı limitler dahilinde sadece 1-2 bankaya kullandırılmaktadır. Örnek olarak, TCMB tarafından bir bankaya nominal değeri 100 ABD doları olan 110 gün vadeli bir senet karşılığında 90 ABD doları tutarında kredi verildiğini, işlemin yapıldığı tarihte geçerli olan gösterge niteliğindeki ABD doları döviz alış kurunun 1.45, senedin vadesindeki döviz alış kurunun ise 1.50 olduğunu varsayalım. Örnekte belirtilen işlemin valöründe, Analitik Bilançonun, TCMB TARAFINDAN BANKACILIK SEKTÖRÜNE KULLANDIRILAN REESKONT KREDİLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif Valörde 1- Dış Varlıklarımız 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler b- Bankacılık Sek Açılan Nakit Kredi d- Diğer Kalemler Valörde 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı (+) 130.5 (+) 45 (-) 14.5 110 Aktifinde; " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Bankacılık Sektörüne Açılan Nakit Krediler " kalemi, açılan kredi karşılığı reeskonta kabul edilen senedin nominal değerinin gösterge kurundan karşılığı olan 145 TL artarken, " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler ", verilen kredi ile bu kredi karşılığında alınan senedin nominal değeri arasındaki farkın TL karşılığı olan 14,5 TL [(100-90)*1.45] tutarında azalmaktadır. Pasifinde ise; " MBP - Rezerv Para - Bankalar Mevduatı " kalemi, kullandırılan kredi tutarının TL karşılığı olan 130,5 TL (90*1.45) kadar artmaktadır. Reeskonta konu olan senedi vadesinde ise, Analitik Bilançonun, TCMB TARAFINDAN BANKACILIK SEKTÖRÜNE KULLANDIRILAN REESKONT KREDİLERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif 1- Dış Varlıklarımız 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler b- Bankacılık Sek Açılan Nakit Kredi d- Diğer Kalemler Vadede (+) 150 Vadede 2- Merkez Bankası Parası A- Rezerv Para B- Bankalar Mevduatı (-) 150 Aktifinde; " Dış Varlıklarımız " kalemi, senedin itfasıyla birlikte rezervlerdeki artış tutarının TL karşılığı olan 150 TL (100*1.50) kadar artarken, " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Bankacılık Sektörüne Açılan Nakit Krediler " kalemi, senedin itfası sonucu gösterge kurundan karşılığı olan 150 TL kadar azalmaktadır. Pasifinde; herhangi bir kalem etkilenmemektedir. TCMB tarafından bankalara döviz cinsinden bir kıymet karşılığında reeskont kredisi verilmesi durumunda, İç Varlıklarımız ve MBP' de artış olmamaktadır. Reeskonta konu olan senedin vadesinde ise MBP etkilenmezken, Dış Varlıklarımız artmakta, İç Varlıklarımız ise azalmaktadır. 111 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÖDEMELER DENGESİ ve DIŞ BORÇLAR Ödemeler dengesi, bir ekonomideki yerleşiklerin (bankalar, gerçek ve tüzel kişiler, kuruluşlar gibi), bir başka ekonomideki yerleşikler ile belirli bir dönem içerisinde yapmış oldukları mal ve hizmet ticaretlerinin çift kayıt esası doğrultusunda kaydedilmesini içerir. Bu kayıtların yapıldığı tablo bütününe ise ödemeler bilançosu denilmektedir. Dış borçlar ise ülkelerin yeni kaynak sağlama ve ödeme güçlerini arttırma amaçlı yabancı ülkelerden sağladıkları belirli koşullar çerçevesinde edinilen ve geri ödemesi bulunan kaynaklardır. Bu iki olgu, bir ülkenin ekonomik durumu üzerinde oldukça etkili olmakla birlikte uluslararası ekonomik ilişkilerinde de önemli bir yere sahiptir. Ödemeler dengesi ve dış borçlar, kendi içlerinde de birçok alt bölüme ayrılarak ekonominin geneli adına önemli göstergeler olma niteliği taşırlar. Bu bölümde, detaylı bir şekilde ödemeler bilançosu ve dış borçlar ile ilgili kavramlar ve uygulamalar araştırılacak, Hazine Müsteşarlığı'nın dış borçları muhasebeleştirmesi incelenerek örneklendirilecek, Hazine'nin dış borçlanmasının ve dış borç ödemelerinin Merkez Bankası Analitik Bilançosu'na etkileri örnekler yardımı ile incelenecektir. 3.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU KAVRAMI VE TANIMI Günümüz dünyasında bir ülkede mevcut olan mal, hizmet, sermaye ve iş gücü yalnızca bulunduğu ülkede kalmayıp uluslararası dolaşım halindedir. Global dünya yapısı ile ekonomik sınırlar da kalkmış ve ülkeler arası etkileşimler hız kazanmıştır. Mal, hizmet ve üretim faktörlerindeki bu hızlı dolaşım beraberinde bu dolaşımın kaydını da getirmiştir. Bu kayıt ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasi politikalarında uygulama ve kontrol açısından önemli yer tutar. Bu nedenle uluslararası meydana gelen mal, hizmet ve sermaye hareketleri yani ekonomik işlemler ödemeler bilançosu olarak adlandırılan bir belgede kayıt altına alınır. Bu durumda ödemeler bilançosu; belli bir dönemde bir ülkedeki yerleşik kişi ve kurumların, diğer ülkelerde yerleşik olan kişi ve kuruluşlar ile yapmış oldukları faaliyetlerin ve bu faaliyetlerin neden olduğu açık ve fazlaları denkleştirmek için 112 yapılan rezerv işlemlerinin sistematik olarak kaydedilmesinden oluşur. Ödemeler bilançosu veya dengesi, ülkelerin belirli bir dönem içerisindeki dış ekonomik ve mali ilişkilerinin durumunu gösterir (Seyidoğlu, 2003b: 395). Ödemeler bilançosuna ilişkin en geniş tanım IMF tarafından yapılmıştır. Bu tanıma göre ödemeler bilançosu; belirli bir süre içinde ülkenin yerlileri ile yabancı ülkeler arasında yapılan ekonomik akımların ve bu akımlara bağlı değerlerin, transfer ödemelerinin ve rezervlerde meydana gelen değişikliklerin sistematik ve muhasebe kayıtlarına uygun olarak tespit edildiği istatistiki bir tablodur (BPM 5, 2008: 6). Ödemeler dengesi kavramı ilk kez; Merkantilistlerin son temsilcilerinden S. J. Stevart tarafından 1767 yılında ortaya atılmıştır. S. J. Stevart Politik Ekonominin İlkelerine İlişkin Bir Araştırma adlı eserinde, bir ülkenin ticaret dengesiyle ödemeler dengesinin birbirinden farklı olduğunu, ödemeler dengesinin ihracat ve ithalatın yanı sıra yerli halkın yabancı ülkelerde yaptığı harcamalar, borçlara ilişkin anapara ve faiz ödemeleri ve diğer uluslara verilen borçlar gibi unsurları da kapsadığını belirterek günümüzde kullandığımız ödemeler dengesi kavramının temelini atmıştır. Ancak ülkeler tarafından ödemeler dengesi istatistiklerinin sistematik bir şekilde hazırlanıp sunulması, İkinci Dünya Savaşı sonrasında IMF’nin kuruluşuyla birlikte gerçekleşmiştir (Börke Tunalı, 2007: 4-5). Tanımda geçen yerleşik ekonomik birimler o ülkede bir yıldan uzun süredir bulunan birimlerdir. Bunlar merkezi hükümet, bankalar, gerçek ve tüzel kişiler, kuruluşlar olabilir. Uluslararası ekonomik ilişkiler açısından yerleşik olma kavramı yurttaşlıktan ziyade farklı ülkenin vatandaşı olsalar bile kişilerin sürekli oturdukları veya işlerini yürüttükleri ülkede yerleşik olduklarını ifade eder (Akbostancı, 2012: 2). Tanımlarda geçen diğer belirleyici unsur ise ekonomik işlem kavramıdır. Uluslararası ekonomik işlemler, ele alınan ülke ile dış dünya arasındaki mal, hizmet ve faktör akımlarını içerir. Faktör akımları ise sermaye, emek ve teknolojiden oluşur. Genellikle bu ekonomik işlemler sonucunda parasal bir ödeme söz konusudur. Sonuç olarak bir ülkenin dış ticaret dengesizliğinin boyutu ve hangi alanlarda (örneğin; fiziki mallar, turizm) açık ya da fazlası olduğu, ülkenin sahip olduğu 113 borçları ve yabancı varlıklarındaki azalışları ya da ödemiş olduğu borçları ve yabancı varlıklarındaki artışı, alınan borçların ve yapılmakta olan yatırımların yapısı ve parasal otoritelerin (merkez bankaları) aktiviteleri ödemeler bilançosu ile görülebilir (Brown and Hogendorn, 1994: 401). 3.2. ÖDEMELER BİLANÇOSU ÖZELLİKLERİ Ödemeler bilançosu bir ülkenin ekonomik durumunu yansıtan önemli bir göstergedir. Şöyle ki, ödemeler bilançosundaki bir denge veya dengesizlik o ülkenin ödeme gücündeki iyileşme ya da bozulmaları yansıtır ve dolayısı ile çoğu kez o ülkenin uluslararası alandaki ekonomik ve mali itibarının bir göstergesi olarak yorumlanabilir (Seyidoğlu, 2003b: 395). Ödemeler bilançosunun tanımında da belirtildiği gibi ekonomik işlem ve ekonomik birimler ödemeler bilançosu unsurlarındandır. Karşılıklı yarar çerçevesinde yapılan “uluslararası ekonomik işlemler”, bir ülkedeki yerleşikler ile diğer ülkelerdeki yerleşikler arasında gerçekleşen mal, hizmet, faktör (emek, sermaye ve teknoloji) akımlarını ifade eder ve bu işlemleri şu şekilde sıralamak mümkündür (Kopuz, 2010: 8); - Altın ve kısa vadeli senetler karşılığında mal ve hizmet alım satımı, - Senetlerle senetlerin değişimi, - Mal ve hizmetin mal ve hizmetlerle değişimi, - Bağış şeklinde senet, mal ve hizmet verme veya alma, - Bağış şeklinde senet, altın veya döviz verme ve alma. Ödemeler bilançosunda süre genellikle bir yıldır . Ancak ABD ve bazı ülkelerde ödemeler bilançosunun bir yıldan daha kısa sürelerde de yayınlandığı bilinmektedir. Esas itibariyle önemli olan belirli bir dönemi kapsıyor olmasıdır. Bu bizim ülkemizde olduğu gibi bir yıl da olabilir, ABD'deki gibi üçer aylık periyotlarla da olabilir (Seyidoğlu, 2003b: 397). Ödemeler bilânçosunun oluşturulmasında uygulanan temel ilke, kaydedilen her işlemin tam olarak eşit değerde olan iki kayıtla gösterilmesidir. Bu kayıtlardan birisi alacak kaydı olarak düzenlenir ve pozitif işaretli olduğu düşünülür, diğer kayıt 114 ise borç kaydı olarak adlandırılır ve negatif işaret verilir. Böylece, esas itibariyle, pozitif işaretli bütün kayıtların toplamı negatif işaretli bütün kayıtların toplamına eşittir ve rapordaki bütün kayıtların net bakiyesi sıfırdır (Çekim, 2009: 6). Teknik olarak ödemeler dengesi, belirli bir dönem boyunca gerçekleştirilen ekonomik işlemleri göstermesi sebebiyle bir stok değil akım kavram niteliğindedir. Yani ödemeler dengesi ülkenin birikmiş dış borç ve varlıklarının tutarını göstermez, ancak bunlardaki yıllık değişimi ortaya koyar. Ödemeler dengesi çift kayıtlı muhasebe tekniğine göre tutulmaktadır. Buna göre ödemeler dengesine kaydedilen her işlem, ilgili hesabın alacaklı ya da borçlu kısmına kaydedildikten sonra, başka bir hesabın borçlu ya da alacaklı kısmına da kaydedilecektir. Dolayısıyla ödemeler dengesi muhasebe anlamında her zaman denk olacaktır (Börke Tunalı, 2007: 7). Ödemeler dengesinde ekonomik olarak dengenin sağlanıp sağlanmadığını belirleyebilmek için, ödemeler dengesine kaydedilen işlemler otonom işlemler ve denkleştirici işlemler şeklinde iki grupta incelenir. J.E Meade'e göre denkleştirici işlemlerin ayırt edici özelliği, bu işlemlerin ödemler dengesindeki diğer işlemlerin yarattığı açığı ya da fazlayı gidermek amacıyla yapılması, otonom işlemlerin ayırt edici özelliği ise; bu işlemlerin ödemeler dengesindeki diğer işlemlerin büyüklüğüne bağlı olmaksızın gerçekleştirilmesidir. Ödemeler dengesinde otonom nitelik taşıyan kalemlere dengede açık veya fazla doğurdukları için dengesizlik doğuran (gapmaking) işlemler, buna karşılık dengede otonom kalemlerden doğan dengesizlikleri gidermek için yapılan denkleştirici işlemlere de dengesizlik giderici (gap-filling) işlemler denir. Kâr amacı için mal ve hizmet ihracı, karşılıksız transferler, doğrudan yabancı sermaye yatırımları otonom kalemlere örnek iken, otonom kalemlerden kaynaklanan gelir ve gider dengesizliklerini karşılamak amacıyla yapılan altın ve döviz satışları denkleştirici işlemlere örnektir (Meade, 1951: 11). Ödemeler dengesi, üç ana piyasada, mal ve hizmet piyasası, faktör piyasası, sermaye piyasasında, yerleşik gerçek ve tüzel kişilerin diğer ekonomilerle olan ilişkilerini özetleyen istatistiki bir tablo iken ödemeler bilançosu dış ticaret bilançosu, 115 hizmetler bilançosu ve sermaye hareketleri bilançosundan meydana gelen bir bilançodur (Ordu, 2008: 3). Ödemeler bilançosu adı gibi ödemelerden değil yapılan işlem kayıtlarından oluşmaktadır. Bu işlemlerin türleri ise BPM 5' e göre değişimler, karşılıksız transferler, göçler, hak ve yükümlülüklerin yeniden sınıflandırılması ve değerleme değişiklikleri olarak gruplandırılırken, literatürde bunlara özel çekme haklarının tahsisi ve altın mevcutlarındaki değişiklikler de eklenir (Kopuz, 2010: 16). 3.3. ÖDEMELER BİLANÇOSUNUN MUHASEBE SİSTEMİ AÇISINDAN KAYIT İLKELERİ Ödemeler bilançosunun muhasebe ilkeleri; çift kayıt esası, kayıtların değerlenmesi, kayıt zamanının belirlenmesi, hesap birimi ve toplama ve netleştirme olmak üzere beş başlık altında incelenebilir. 3.3.1. Çift Kayıt Esası Ödemeler Bilançosunun özelliklerinde de belirtildiği gibi ödemeler dengesinde her işlem eş değer iki kayıt ile gösterilen çift kayıt muhasebe sistemine uygun olarak kaydedilir. Bu nedenle ilke olarak bütün artı değerlerin toplamı ile bütün eksi değerlerin toplamı eşit olmalı ve bütün kayıtların net toplamı sıfır olmalıdır. Ancak uygulamada bu gerçekleşmez ve bu yüzden toplam değeri sıfırlayacak tutar ayrı bir kalem olarak net hata ve noksan kalemi olarak girilir. Ödemeler bilançosu muhasebesine göre bir ülkeye yurtdışından yapılan ödemeler alacak kalemi altında sınıflandırılır ve bilançoda pozitif işaretle gösterilir. Aksine, bir ülkenin yurtdışına yaptığı ödemeler ise pasif olarak kaydedilir ve bu işlemler bilançoda negatif işaretle gösterilir. Bu kayıtlama sisteminde pozitif ve negatif kayıtlar aşağıdaki gibi alt kalemleri kapsamaktadırlar; Pozitif kayıtlar; • Cari işlemlerde reel kaynak (mal ve hizmet) ihracını • Sermaye ve finans işlemlerinde varlık ihracını yani − yükümlülük artışını −varlık azalışını gösterir. 116 Negatif kayıtlar • Cari işlemlerde reel kaynak (mal ve hizmet) ithalini • Sermaye ve finans işlemlerinde varlık ithalini yani − yükümlülük azalışını − varlık artışını gösterir. Ödemeler bilançosu nasıl düzenlenirse düzenlensin, muhasebe ilkesi açısından bilançonun her iki tarafının da birbirine eşit olması gerekmektedir (Akbostancı, 2012: 6-7). 3.3.2. Kayıtların Değerlenmesi Ödemeler dengesinde değerleme fiyatına ilişkin bir mala ait tek, değişmez bir fiyat belirlenmesi konusu açıklık kazanmış değildir. Bu durum ; - Denge kayıtlarına giren her işlemin uygulamada birbirinden farklı kaynaklardan derlenebilen pozitif (+) ve negatif (-) işaretli iki yönü olduğundan, bu girişler aynı fiyat ile değerlendirilmediği sürece bilanço tablosu dengede olmaması ve net hata ve noksana sebebiyet vermesi, - Farklı ekonomilerin bir mal için aynı fiyatlandırmayı uygulamamaları nedeniyle ülkelerin ödemeler bilançosu tablolarının birbirleri ile karşılaştırılamaması ve yorum yapılamaması - Tek, değişmez bir fiyatlandırma sistemi uygulanmadıkça farklı kalemlerin birbirleri ile karşılaştırma imkanının olmaması gibi sorunlar ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu nedenlerden dolayı ödemeler bilançosu için değişmez bir fiyatlandırma prensibi gereği ortaya çıkmış ve bu konuda piyasa fiyatı değişmez fiyat olarak kabul edilmiştir (Karluk, 2009: 579). Bağlı şirketler veya şubeler arasında mal sevkiyatı yapılması, hediye verilmesi, bağış yapılması, takas işlemleri, malların finansal kiralama sözleşmesi altında transfer edilmesi, vergi ödemeleri gibi durumlarda piyasa fiyatı tam anlamıyla ölçülemeyebilir. Bu tür işlemlerin fiyatları genellikle nominal veya emsal değerleri üzerinden belirlenebileceği gibi şu yöntemlere de başvurulabilir; 117 - Bağlı şirketler arasındaki işlemler piyasa işlemi olarak nitelendirilemeyeceğinden bu işlemler temel amacı; global vergi yükünün en alt düzeyde tutularak toplam kârın maksimizasyonu olan ve aynı organizasyonun birimleri arasında aktarılan mal ve hizmetlere yüklenen değeri ifade eden transfer fiyatlandırma yöntemi ile fiyatlandırılır. - Finansal varlıklarla ilgili işlemler için öncelikle eğer o varlık, piyasa alınıp satılıyorsa, piyasa fiyatı değerlemeye konu olur. Piyasada alım-satımı gerçekleşmeyen bir varlığın ise nominal değeri üzerinden değerleme yapılabilir (Kopuz, 2010: 79-80). 3.3.3. Kayıt Zamanının Belirlenmesi Bir malın kayıt zamanı duruma göre değişik gösterebilmekle beraber ödemeler bilançosunda kayıtlar mal ticareti için malın mülkiyeti değiştiği anda, hizmet ticareti için hizmet sunulduğu anda, karşılıksız transferler için hibe ve hediyeler verildiği anda, son olarak da finansal yatırımlar için finansal sermaye bir ülkeden diğerine geçtiği anda yapılır (Kopuz, 2010: 80). Ödemeler dengesi muhasebe sisteminin gerekliliklerine göre bir işlem için yapılacak girişlerin her biri aynı değerde, farklı işarette ve aynı dönem içerisinde kaydedilecektir. Bu koşulu sağlamak için ödemeler dengesi istatistiklerine esas alınabilecek en uygun tarih, malın mülkiyetinin değişim anıdır. Bu da malın teslimine ilaveten, her iki tarafın ticari defterlerine yapılan işlem ile ilgili gerekli kayıtları yapmasıyla tamamlanır. En uygun olan, her iki tarafın da defterlerine aynı tarihte kayıt yapmalarıdır. Tarafların kayıt yaptıkları tarihlerin farklı olması durumunda ise borçluya ödeme yapılan tarih kayıt zamanı olarak belirlenir (Karluk, 2009: 580). 3.3.4. Hesap Birimi Hesap biriminin gerekli nitelikleriyle alakalı birbirini dışlayıcı olmamakla birlikte, ulusal ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar tarafından ortaya atılan iki farklı bakış açısı bulunmaktadır. Ulusal kuruluşlar açısından, ulusal para birimi ödemeler bilançosu ve uluslararası yatırım pozisyonu tabloları için en uygun seçenek olmakla beraber, IMF gibi uluslararası kuruluşlar küresel sunum ve analiz için standart bir 118 hesap birimini uygun görmektedirler. Ancak her iki durumda da para birimi seçilirken diğer para birimlerine göre istikrarlı olmasına dikkat edilir (BPM 5, 2008: 33). 3.3.5. Toplama ve Netleştirme Ödemeler bilançosunda işlemler, varlıklar ve yükümlülükler özellikleri ve farklılıkları göz önüne alınarak belirli gruplar altında bir araya getirilirler. Ödemeler bilançosunda, tüm değerleri yansıtacak biçimde toplanan ve bir araya getirilen kalemler brüt kayıtlar olarak isimlendirilir. Ters işaretli olarak bazı kalemleri mahsup edecek şekilde toplanan ve bir araya getirilen kalemler de net kayıtlar olarak isimlendirilir . Buna göre, cari işlemler hesabı ile sermaye hesabındaki kalemler brüt olarak kaydedilirken, finansal hesaptaki kalemler ile finansal hak ve yükümlülükler genellikle net değerleri üzerinden ödemeler bilançosuna kaydedilir (Kopuz, 2010: 81). 3.4. ÖDEMELER BİLANÇOSUNUN ANA HESAP SINIFLARI Ödemeler bilançosu uluslararası nitelik taşıdığından dolayı buraya kaydedilen işlemler kolay anlaşılabilecek belirli bir nizama uygun olarak gruplandırılır ve kaydedilir. Bu gruplar ise; cari işlemler hesabı, sermaye hesabı, resmi rezervler hesabı ve istatistiksel farklar hesabı olarak belirlenmiştir. Bu hesap sınıflarından sermaye ve cari işlemler hesabı otonom hesaplar olurken, resmi rezervler ise bu hesapların etkilerini düzelten denkleştirici hesaptır. Temel Hesap Grupları - Cari İşlemler Hesabı - Sermaye Hesabı - Resmi Rezervler Hesabı - İstatistiki Farklar Otonom İşlemler Denkleştirici işlemler 3.4.1. Cari İşlemler Hesabı Ödemeler bilançosunun içinde yer alan, genellikle yerli ve yabancı ekonomik birim ve karar sahiplerinin üzerinde durduğu ve buradaki değişimlerin günlük hayatta titizlikle izlendiği bir hesap olan cari işlemler hesabı; bir ülkede yerleşik 119 bulunanların diğer ülke yerleşikleriyle yapmış oldukları mal ve hizmet satış işlemlerinden, bu mal ve hizmetlere yaptıkları ödemeler ile net faiz ödemeleri ve karşılıksız transferlerin toplamından oluşur (Bade and Parkin, 2004: 504). Cari işlemler bilançosunda alacaklı ve borçlu kısım toplamları birbirlerine eşit ise cari işlemler bilançosu dengededir. Eğer borçlu kısım fazla verir ise bu durum ülke gelir durumunu olumsuz etkileyen açığa işaret eder. Alacakların fazla vermesinde ise pozitif bakiye durumu ortaya çıkar ve ülke gelir durumuna olumlu etki yaratır. Ayrıca cari işlemler hesabı ülkenin uluslararası işlemleri ve milli gelir arasında direkt bir ilişki kurar (Alkan, 2007: 9). Cari işlemler otonom karakterli olup, mal ticareti, hizmet ticareti ve karşılıksız transferler olarak üç gruba ayrılır. - Mal Ticareti: BPM 5 sınıflandırmasına göre mallar genel mal ticareti, işlem gören mallar, onarım gören mallar, limanlarda taşıyıcılar için sağlanan mallar ve parasal olmayan altın olarak ayrıştırılabilir. Mal ticareti hesabında asıl olarak ele alınan ülkedeki yerleşiklerle dış dünyadaki yerleşikler arasında gerçekleşen mal ihracatı ve mal ithalatı yer almaktadır. İhracatçı ülkenin gümrük kapılarına kadar mallarla ilgili sunulan hizmetler ihracat olarak, sınırın ötesinde yerine getirilen hizmetler ise navlun olarak sınıflandırılmaktadır. Dış ticaret istatistiklerinde ihracat FOB (Free On Board) olarak gösterilir ve ihraç edilecek olan mal, üretildiği yerden yabancı ülkeye yollanacağı ulaştırma aracına kadar getirilerek teslimatı orada yapılır. İhraç malının birim fiyatı, araca kadar yapılan ulaştırma gibi bazı masrafları da kapsamakta fakat bu fiyatın oluşumunda navlun ve sigorta giderlerine dahil edilmemektedir. Fob terimi ithalat ve ihracatın navlun ve sigorta giderlerinden arınmış halini gösterir (Ordu, 2008: 9). - Hizmet Ticareti: BPM 5 sınıflandırmasına göre hizmetler taşımacılık, turizm, haberleşme hizmetleri, inşaat hizmetleri, sigorta hizmetleri, finansal hizmetler, bilgisayar ve bilgi hizmetleri, patent ve lisans komisyonları, diğer ticari hizmetler, kişisel, kültürel ve eğlence hizmetleri ile resmi hizmetler şeklinde sıralanır. 120 Turizm; ülkeye gelen turistlerin yaptıkları toplam döviz harcama miktarı ile yurt içindeki yerleşiklerin yurtdışında yaptıkları turizm amaçlı döviz harcamalarını göstermektedir. Turizm sonucu yapılan bu döviz harcamaları bilançoya (-) olarak kayıt edilirken, ülkeye gelen turistlerin harcadıkları döviz ise (+) olarak kayıt edilmektedir (Alkan, 2007: 11). Taşımacılık; mal ticareti ile ilgili navlun, sigorta ve diğer dağıtıma yönelik hizmetleri kapsar. Kara, hava ve deniz yolu araçları ile yabancı ülkelere yolcu ve yük taşımacılığından kazanılan dövizler ve yabancılara yaptırılan taşımacılık işlemleri sonucunda ödenen dövizler bu grupta yer alır (Seyidoğlu, 2003b: 402). Faiz; yabancı ülke ile borç ilişkileri sonucu alınan ya da ödenen faizler bu işlem kalemi altında kayda alınır. İşçi Gelirleri; yurt dışında çalışan işçilerin ana yurda gönderdikleri paralar (remittances) emek hizmeti ihraç etmenin karşılığı gibi görüldüğünden bu grupta yer alır. Resmi hizmetler; dışarıda ülkeyi temsil eden elçilik veya konsolosluk görevlilerinin ücret ve maaşları, devlete ait yurtdışındaki bina ve arazilerin bakımı ve tadilatı, dışarıdaki askeri birlik ve görevlilerin harcamaları gibi hükümet harcamaları bu grupta toplanmaktadır (Parasız, 1996: 24). - Karşılıksız Transferler: Ülkeler arası hibe ve bağışlar gibi karşılığında herhangi bir kaynak transferi yapılmaksızın gerçekleştirilen ekonomik değer transferleridir. Karşılıksız transferler bağış ya da hibe yapan ülke açısından borç işlemi niteliğindedir ve bu tür işlemler terk yanlı transferler hesabının borçlu yanına kaydedilir. Karşılığında ise muhasebe kaydını denkleştirmek için başka gruplardan bir hesaba alacak kaydı düşülür (Seyidoğlu, 2003b: 403). Bu kalemin sektörlere göre dağılımı; - Genel hükümet (hibe, vb.) - Diğer sektörler (işçi havaleleri ve diğer transferler) şeklindedir. 121 “Resmi transferler”, bir ülkenin genel hükümeti ile Merkez Bankası' nın yabancı bir ülkenin aynı türden kurum ve kuruluşları arasında gerçekleştirilen kaynak transferlerini kapsar. “Özel transferler” ise merkezi hükümet ya da parasal otoriteler dışında kalan yerleşikler tarafından yapılan karşılıksız transferleri içerir. Özel karşılıksız transferler altında en önemli kalem hizmet ticareti konusunda da ele alınan yurtdışında çalışan işçilerin ülkemize gönderdikleri işçi dövizleridir.Bu gelirin her iki kalemde de açıklanmış olmasının nedeni ise önceki ödemeler bilançolarında işçi gelirlerinin hizmet bedeli olarak alındıklarının düşünülmesidir (Kopuz, 2010: 27). 122 Tablo 7: Ödemeler Bilançosu Şematik Yapısı İşlem Grupları Alacak Borç A. Mal İhracat ve İthalatı (+) (-) DIŞ TİCARET BİLANÇOSU (+) (-) B. Hizmet İhracatı ve İthalatı (+) (-) C. Tek Yanlı Transferler (+) (-) 1. Özel Bağış ve Hediyeler (+) (-) 2. Hükümet Transferleri (+) (-) CARİ İŞLEMLER BİLANÇOSU (+) (+) A. Uzun Süreli Sermaye (+) (-) 1. Dolaysız Yabancı Sermaye Yatırımları (+) (-) 2. Özel Portföy Yatırımları (+) (-) 3. Resmi Sermaye İşlemleri (+) (-) B. Kısa Süreli Sermaye (denkleştirici olmayan) (+) (-) 1. Kısa Süreli Sermaye (+) (-) 2. Döviz (+) (-) 3. Parasal Altın (+) (-) 4. SDR ve IMF Rezerv Pozisyonu (+) (-) I. CARİ İŞLEMLER HESABI II. SERMAYE HESABI SEMAYE İŞLEMLERİ BİLANÇOSU III. İSTATİSTİK FARKLAR Çizgi Üstü İşlemleri IV. RESMİ REZERVLER HESABI RESMİ REZERVLER BİLANÇOSU Kaynak: Seyidoğlu, 2003b: 405. 3.4.2. Sermaye ve Finans Hesabı Sermaye işlemleri, genelde bir ülkede yerleşik kişi ve kuruluşların yabancı ülkelerde kısa ve uzun süreli yaptıkları fiziki yatırımları (üretim tesisleri, bina, arazi vs.) sınır ötesine aktarılan mali fonlardan (yabancı tahvil, hisse senedi, hazine bonosu 123 vs. alım satımı, yabancı ülke bankalarında vadeli hesaplar açtırılması gibi) oluşur. Ödemeler bilançosu sermaye işlemlerinde mal ve hizmet akımının tersine yurtdışından ülkeye sermaye girişi, bir alacak işlemi, ülkeden sermaye çıkışı da bir borç işlemidir. Sermaye hesabındaki toplam alacaklı ve borçlu işlemlerin net bakiyesine sermaye bilançosu adı verilir. Vadesi bir yıldan daha uzun olan uluslararası sermaye işlemleri uzun süreli sermaye hareketi, vadesi bir yıla kadar olan özel ve resmi nitelikli uluslararası sermaye hareketleri kısa süreli sermaye hareketi olarak tanımlanır (Seyidoğlu, 2003: 406). J. E. Meade’e göre uluslar arası sermaye işlemleri ve sermaye ve finans hesabını etkileyen unsurlar şöyle özetlenebilir; -Ekonomik birimlerin gelirlerinde meydana gelen bir artış, daha fazla tasarruf oluşturarak ulusal ve uluslararası yatırım artışına ve buna balı olarak uluslararası sermaye hareketini sağlayabilir. -Bir ülkede faiz hadlerinin yükselmesi, ekonomik birimlerin bu ülkedeki faiz getiren yatırımlara yönelme oranlarını arttırabilir. - Ülkelerdeki verimlilik artışı uluslararası yatırımları çekebilir. - Ülkelerdeki vergi oranları değişimi sermayenin dışarı kayması ya da dış sermayenin kendi ülkelerine çekilmesi konusunda etkili olabilir. - Herhangi bir ülkedeki döviz politikaları (kontrol uygulanması), hükümetin borç ödeme ihtimalinin düşmesi gibi olumsuz durumlar , bu ülkelere sermaye akımlarını azaltır (Meade, 1951: 61). Sermaye hareketleri, sermaye hesabı ve finans hesapları olmak üzere 2 gruba ayrılır. Bir ülkenin yabancı ülkelerle yaptığı dolaysız sermaye yatırımlarını kapsayan sermaye hesabının “sermaye transferleri” ve “üretilmeyen, finansal olmayan varlıkların alım/satımı” olmak üzere iki temel unsuru vardır. i) Karşılıksız olarak gerçekleştirilen Sermaye Transferleri borcun bağışlanması, göçmen transferleri gibi transferlerdir. 124 ii) Üretilmeyen, finansal olmayan varlıklar ise kara parçası gibi üretilmeyen varlıkların alım/satımı ile patent yayımlama hakkı, kiralama kontratları veya diğer devredilebilir kontratlar, şerefiye gibi maddi olmayan varlıklara ait işlemler sonucu ortaya çıkan akımlardır (Alkan, 2007: 13). Özel ve kamu kuruluşları tarafından yapılan kısa ve uzun vadeli uluslararası sermaye akımları ise finans hesaplarında incelenmektedir. Finans hesapları sermaye şekline göre; i) Doğrudan Yatırımlar ii) Portföy Yatırımları iii) Finansal Türevler iv) Diğer Yatırımlar v) Rezerv Varlıklar , olarak ayrılmaktadır. i) Doğrudan yatırımlar; yatırımın yönüne göre, varlıklar ve yükümlülükler şeklinde bir ayrıma tabi tutulabilmekle birlikte, yatırımcının yerleşik olduğu ekonomi dışındaki bir ekonomide yaptığı uzun vadeli yatırımı gösterir. Burada yatırımcının kuruluşun sermayesinde % 10’dan (dahil) fazla paya sahip olması veya yönetiminde söz sahibi olması esastır. Doğrudan yatırım kalemi, yabancı sermaye yatırımının yapıldığı ülke ve yabancı sermayeyi getiren ülke ayrımında, Sermaye, Kârın Sermayeye Katılımı, Diğer Sermaye olarak sınıflandırılmaktadır: Burada; - Sermaye: Doğrudan yatırımcının ana merkezinin bulunduğu ülke dışındaki ülkelerde yeni bir şirket kurulması, mevcut şirketlere iştirak edilmesi için getirdiği sermayeyi, - Kârın Sermayeye Katılımı: Doğrudan yatırımlardan elde edilen kazançların dağıtılmaksızın sermayeye ilave edilmesini, - Diger Yatırımlar: Ana şirket ile yatırım yapılan şirket arasındaki borçlanmadan doğan yatırımları ifade etmektedir (TCMB, 2007: 7). 125 ii) Portföy yatırımları: Kısaca menkul değerlere yapılan yatırımlar olarak tanımlanan ve genellikle devlet ya da özel kuruluşların bono ve tahvilleri ile hisse senedi ve diğer para piyasası araçlarını içeren portföy yatırımları, uluslararası sermaye piyasalarında yabancı şirketler tarafından ihraç edilen borç senedi, tahvil ve hisse senetlerinin bir faiz ya da kar payı karşılığında satın alındığı yatırım türüdür (Kopuz, 2010: 30). Para ve sermaye piyasası araçlarının alınıp satılması temeline dayanan portföy yatırımları; tasarruf sahiplerinin uluslararası döviz kuru riski, politik risk, bilgi edinebilme gibi ek riskler üstlenerek sermaye kazancı amacı ile finansal varlıklara yaptıkları yatırımlar olarak tanımlanabilir (Doğukanlı, 2001: 12). Doğrudan yatırım ile portföy yatırımları arasında bazı önemli farklılıklar vardır. Bunlardan en önemlisi, yabancı ülkede yapılan yatırımın yönetimi ve denetimi konusudur. Doğrudan yatırım durumunda, şirket yönetimi ve denetiminde etkili olunmaktadır. Portföy yatırımlarında ise yerleşik şirket üzerinde yönetim hakkı veya denetim söz konusu değildir; bu yolla yerleşik şirket uluslararası piyasalardan kaynak sağlamış olmaktadır. İkinci önemli fark ise doğrudan yatırımlarda yatırımcının yatırım sermayesinin yanı sıra üretim teknolojisi ve işletmecilik bilgisini de beraberinde getirebilmesidir. Portföy yatırımlarında yabancı yatırımcının sermaye dışında başka katkısı bulunmamaktadır (TCMB, 2007: 9). Portföy yatırımlarının artması veya azalması dış piyasalardaki ve yurt içersindeki faiz oranlarına ve yatırım yapan ülkenin politikalarına bağlı olarak değişmektedir. Portföy yatırımlarında aranılan özellik kendi sermayelerinin güvenliği ve bu sermayenin kendilerine sağlayacağı kazançlardır. Portföy yatırımları (Karatepe, 2002: 12); a. Hisse senedi yatırımları, b. Borç senedi yatırımları, c. Tahvil ve Senet yatırımları, d. Para piyasası araçları üzerinden yapılan yatırımlar, 126 e. Diğer finansal işlemler nedeni ile oluşturulan portföy yatırımları, olarak sınıflandırılabilir. iii) Finansal Türevler: Finansal türevler (türev ürünler), fiyatları bir başka ürünün fiyatına bağlı olan ürünlerdir. Yani, bir dayanak varlığın değerine bağlı, ancak bu dayanak varlıktan bağımsız olarak alım-satımı yapılan finansal araçlardır. Türev işlemler, ileri bir tarihte yapılacak alım-satımın şartlarını bugünden belirleyen ve tarafları hukuki olarak bağlayan sözleşmeler ile gerçekleştirilir. Bu sözleşmeler ödemeler dengesi metodolojisine göre vadeli ve opsiyon tipi sözleşmeler olmak üzere iki temel grupta toplanır (TCMB, 2007: 10). iv) Diğer Yatırımlar: Diğer yatırımlar; doğrudan yatırım, portföy yatırımı ve rezerv varlıkları dışında kalan tüm finansal kalemleri içeren hesaptır. Diğer yatırımlar şu kalemlerden oluşur: - Ticari krediler - Krediler (Fon'dan nakit kredi kullanımı veya finansal kiralama sözleşmeleriyle ilgili borçlar) - Para ve mevduatlar (tasarruf mevduatları ve vadeli mevduatlar, borç senetleri, diğer senetler) - Diğer varlık ve yükümlülükler (BPM 5, 2008: 42). v) Rezerv Varlıklar: Rezerv varlıklar, parasal otoritelerin ekonomideki dengesizlikleri gidermek, finansal ihtiyaçları giderebilmek ve uluslararası ödemelerinde kullanmak için sahip olduğu resmi ödeme araçlarının tümüdür. Rezerv varlıklar, parasal altın, özel çekme hakları (SDR), fon nezdinde ki rezerv pozisyonu, döviz rezervleri (nakit, mevduat ve menkul kıymetler), diğer alacak haklarını kapsar (BPM 5, 2008: 42). - Parasal Altın Rezervleri: Ülkenin parasal yetkilisinin elinde tuttuğu parasal altın rezervleridir. - Özel Çekme Hakları (SDR): IMF tarafından yaratılan ve üye ülkelerin kotaları çerçevesinde üye ülkelere rezerv sağlamak amacıyla tahsis edilen bir uluslararası rezerv şeklidir. 127 - Parasal Altın: Bir ülkenin Merkez Bankası' nın elinde bulunan altın rezervini ifade eder. - IMF Nezdinde ki Rezerv Pozisyonu: Üye ülkelerin IMF'deki rezerv pozisyonları, üye ülkelerin kredi dilimlerinden satın alışlarının toplamı olup, üye ülkeye her an ödenebilen tutarlardır. IMF’den satın alınan tutarlar, döviz rezervlerinde artış, rezerv pozisyonunda azalışı göstermektedir. - Döviz Rezervleri: Döviz rezervleri, parasal otoritenin elinde tuttuğu ödemelerde hemen kullanılabilecek yabancı paralar, menkul kıymetler ile yurtdışında geçerli çek, poliçe, senet ve benzeri ödeme araçlarından oluşmaktadır. - Diğer Alacak Hakları: Rezerv varlıklar içerisinde yukarıda sınıflananlar dışında kalan diğer rezerv varlıklarıdır (TCMB, 2007: 11). 3.4.3. Resmi Rezervler Hesabı Gerektiğinde kullanılmak üzere Merkez Bankası tarafından tutulan uluslararası ödeme araçları resmi rezervleri, Merkez Bankası' nın döviz piyasasına yapmış olduğu müdahalelerin sonucunda ülkenin uluslararası resmi rezervlerindeki değişmelerin gösterildiği hesaplar ise resmi rezerv hesaplarıdır. Denkleştirici işlemlerin ortaya çıkış nedeni ödemeler bilançosunun durumudur. Başka bir deyişle dış dünyadan sağlanan otonom gelirlerle otonom giderler arasında bir dengesizlik bulunması ya da kabaca bir yaklaşımla piyasa işleyişinden kaynaklanan toplam döviz arz ve talebi arasındaki dengesizliklerdir. Bu gibi nedenlerle oluşan dengesizlik durumlarının giderilmesinde bu hesaba başvurulur. Resmi rezervlerde bir azalma (MB’nin döviz satışları) alacak, rezervlerde bir artma da (MB’nin döviz alışları) borç işlemi niteliğindedir (Seyidoğlu, 2003b: 407). Bir ülkenin yurtdışından elde ettiği gelirleri giderlerini aştığında, Merkez Bankası tarafından piyasadan döviz alınarak rezervler yükseltilirken aksi durumda Merkez Bankası piyasaya döviz satarak rezervleri düşürür. Merkez müdahaleleri uyguladıkları kur sistemine göre değişkenlik gösterir. Serbest kur sisteminin uygulandığı rejimlerde merkez bankaları kurda aşırı hareketlilik olmadıkça döviz piyasasına müdahale etmezler. Bunun sonucu olarak da rezervler kur değişmelerine bağlı olarak değişmezler. Ancak sabit kur sisteminin uygulandığı rejimlerde merkez 128 bankaları kurları belirli bir düzeyde tutmak için dış gelir gider farkına göre döviz alarak ya da satarak piyasalara müdahalelerde bulunurlar (Alkan, 2007: 18). a) Kur Sitemi, Ödeme Dengesizliği ve Rezerv Değişmeleri Sabit Kur sisteminde amaç döviz arz ve talep güçlerindeki bir değişme karşısında kurlarda ortaya çıkması söz konusu olan bir değişmenin tümüyle önlenmesidir.Bu durum ancak Merkez Bankası' nın piyasada dış açık (-B) miktarında döviz satması ile gerçekleşebilir. Dış fazla (+B) durumunda ise tersi söz konusudur. Sabit kur sisteminin tam karşıtı ise serbest kur sistemidir ve bu sistemde döviz kurlarının oluşumu arz ve talep güçlerinin işleyişine bırakılmış olup piyasada Merkez Bankası' nın herhangi bir etkisi söz konusu değildir (Seyidoğlu, 2003: 408 ). b) Altın Rezervlerindeki Değişimin Kaydedilmesi Altın bir rezerv aracı olmasının yanında aynı zamanda bir sanayi hammaddesidir. Bu nedenle bu işlemlerin kaydında özel bir durum söz konusudur. Genel kabul görmüş kayıt yöntemine göre, sanayide kullanım amacıyla yapılan altın ithal ve ihracı mal ticareti gibi cari işlemler içinde gösterilir. Kayıt yöntemi de diğer mallar da olduğu gibidir. Ödeme amacına bağlı altın işlemleri ise resmi rezervler hesabında yer alır. Bu durumda Merkez Bankası' nın altın ihracı resmi rezervler hesabının alacaklı yanına, altın ithali ise borçlu yanına kaydedilir (Seyidoğlu, 2003: 409). 3.4.4. İstatistiksel Farklar Hesabı Ödemeler bilançosu çift yanlı muhasebe sistemi uygulanmasının doğal bir sonucu olarak daima denktir. Ödemeler bilançosunun, muhasebe anlamında denk olmasına karşın, gerçekten denk olup olmadığını anlamak için, bilanço kalemleri iki gruba ayrılır. Cari işlemler ve sermaye hizmetlerinin bir kısmı otonom kalemler, rezerv hareketleri ise denkleştirici (finanse edici) kalemleri oluşturur. Otonom kalemlere otonom denilmesinin nedeni piyasanın işleyişi ile kendiliğinden ortaya çıkmasıdır. Denkleştirici kalemler ise, daha önce açıklandığı gibi otonom kalemlerin açık yada fazlasını kapatmak amacıyla, altın ve döviz rezervleri ile SDR’den yapılacak olan ödemelerdir ki, bu işlemlere “dengeleyici işlemler” de denir (Tuğral, 2007: 25). 129 Ödemeler dengesi hesaplarına ilişkin bilgilerin hatalı ya da eksik olması, ödemeler dengesinin borçlu ya da alacaklı bakiye vermesine yol açmaktadır. İşte bu durumlarda ödemeler dengesinde muhasebe anlamında denkliği sağlamak amacıyla net hata ve noksan kaleminden yararlanılmaktadır. Bazı ülkelerde dengeleyici hesap ya da istatistiksel fark olarak ta adlandırılan bu hesap, ödemeler dengesi borçlu bakiye verdiğinde, bu bakiyeye eşit miktarda alacaklandırılmakta, ödemeler dengesi alacaklı bakiye verdiğinde ise; bu bakiyeye eşit miktarda borçlandırılmaktadır. Net hata ve noksan kaleminin yüksek tutarlara ulaşması, ödemeler dengesi istatistiklerine ilişkin bilgilerin toplanmasında önemli sorunların olduğunu işaret etmektedir. Bu kalemin ihracat ve ithalat kalemleri toplamının %5'ini aşması durumunda ayrıntılı araştırmaya gidilmesi gerekmektedir (Börke Tunalı, 2007: 18). Otonom ve denkleştirici hesapların birbirine eşit olmamaları nedenleri ise şu şekilde sıralanabilir; - İthalat ve ihracat ile ilgili bilgilerin tutulduğu, firmalar tarafından verilen gümrük bildirim formlarında hatalı ya da kasıtlı olarak yanlış bilgi beyan edilmesi, - Mal ve sermaye kaçakçılığı, - Çokuluslu şirketlerin transfer fiyatlandırması sırasında, vergi oranı yüksek bir ülkedeki şube, vergilerin düşük olduğu diğer bir ülkedeki şubeden ithal ettiği mallara aşırı yüksek fiyatlar ödeme yoluna gider. Bunların ikisi de aynı çok uluslu şirkete bağlıdır. Böylece yüksek vergilerden kaçınılması ve fonların düşük vergili ülkede toplanması amaçlanır. - Turizm gelirleri ile hediyelik eşya alış-verisinde anket ya da tahminlere dayanılması, - Vadeler arası farktan dolayı, malın bugün gönderilip ödemenin bir sonraki dönemde yapılmasına bağlı olarak gelecek dönemin ödemeler bilançosunda işlem görmesi (Alkan, 2007: 20). 3.4.5. Ödemeler Bilançosu Denge Tanımlamaları Ödemeler bilançosu denge tanımlamaları; temel denge, net likidite dengesi ve resmi rezervler dengesi olmak üzere üç başlık altında incelenebilir. 130 3.4.5.1. Temel Denge Bu denge, cari işlemler hesabı ile uzun dönem sermaye hareketleri hesabının toplamından oluşur. Bir ülkenin ödemeler bilançosunda gerçekleşen yapısal değişimleri ölçmekte kullanılır. Faiz oranı, döviz kuru, beklentiler gibi kısa dönemli değişikliklerden etkilenmezken, verimlilik ve uluslararası rekabet gibi uzun dönemli değişiklikler ile ilgilenir. (Balance Of Payments, http://www2.econ.iastate.edu/ classes/econ355/choi/bal.htm) Bu dengenin özelliği, ödemeler bilançosunda yer alan uzun vadeli gelişmeleri ortaya koymasından gelmektedir. Dolayısıyla denge, dalgalanmaların ve spekülatif hareketlerin etkisinden arındırılmış olur. Türkiye’nin ödemeler bilançosu ile ilgili hesaplamalarda bu yöntemi kullanmasının amacı ise daha çok uzun vadeli sermaye hareketlerini değerlendirerek, kısa vadeli sermaye hareketlerinden doğan dalgalanmaları ve spekülatif hareketleri bastırmak ve etkilerini azaltmaktır. 3.4.5.2. Net Likidite Dengesi Temelde yabancılara gidecek olan döviz miktarının değerinin ölçüldüğü bu denge, esas olarak temel dengeyi de kapsamakla birlikte kısa vadeli özel likit olmayan sermaye dengesini de içine almaktadır. Böyle bir durumda ülkenin yabancılarla olan kısa vadeli borçları otonom kalem niteliği taşımaktadır ve çizginin üstüne kaydedilir. Buna karşın yabancı özel kişilerin ülkeye olan borçları ise denkleştirici kalem olarak kabul edilir ve çizginin altına kaydedilir. Bu denge, bir ulusun uluslararası likidite durumunun üzerinde durmak için ele alınmaktadır (Ordu, 2008: 19). Likidite dengesi kavramı Amerika’da 1970’li yıllara kadar, resmi rezerv aktiflerindeki potansiyel baskıyı ölçmek için kullanılmış bir kavramdır ve bu kavram ile Amerika’nın doların değerini altın karşısında koruyabilme yeteneği tespit edilmeye çalışılmıştır (İyibozkurt, 1995: 228). Likidite dengesi brüt ve net olarak iki grupta incelenebilir. Böyle bir gruplaşmaya neden olan iki grup arasındaki fark ise brüt likidite dengesinde, mal ve hizmet ticareti, karşılıksız transferler, uzun vadeli sermaye akımları ve yabancılara verilen likit borçlar otonom olarak kabul edilip, yabancıların ülkeye verdiği likit 131 borçlar ve diğer tüm işlemler denkleştirici olarak kabul edilirken, net likidite dengesinde brüt likidite dengesinden farklı olarak mal ve hizmet ticareti, karşılıksız transferler, uzun vadeli sermaye akımları ve yabancılara verilen likit borçların yanı sıra, yabancıların ülkeye verdiği likit borçlarda otonom olarak kabul edilmekte olup, diğer tüm işlemlerin denkleştirici olarak nitelendirilmesidir (Börke Tunalı, 2007: 2627). 3.4.5.3. Resmi Rezervler Dengesi Çoğunlukla Amerika'da uygulanan resmi rezervler dengesinde açık ya da fazla hesaplanırken, cari işlemler hesabı dengesi, uzun vadeli sermaye hesabı dengesi, kısa vadeli özel likit olmayan sermaye hareketleri dengesi ve kısa vadeli özel likit sermaye hesapları dengesi toplanır. Yani resmi rezervler dengesi net likidite dengesine ek olarak, kısa vadeli özel likit olmayan sermaye dengesini de kapsamaktadır (Alkan, 2007: 24). Resmi rezerv dengesi sabit kur sisteminde para otoritelerinin döviz kurunu devam ettirebilme imkanını ortaya koyan bir barometre olarak nitelendirilebilir. Bununla birlikte günümüzde uygulanan yönetimli dalgalanma sistemlerinde bu denge, para otoritelerinin döviz piyasasına yaptığı müdahalelerin derecesini göstermektedir. Resmi rezerv dengesi ile yapılacak analizlerin en önemli sakıncası, bu denge kavramında sermaye işlemlerinin tamamının otonom olarak kabul edilmesi ve bu nedenle son derece istikrarsız bir seyir izleyen kısa vadeli sermaye işlemleri ile finanse edilen cari işlemler hesabı açıklarının göz ardı edilmesidir. Dolayısıyla resmi rezerv dengesi ödemeler dengesindeki ciddi sorunların görülmesini engelleyebilir (Börke Tunalı, 2007: 28). 3.5. ÖDEMELER BİLANÇOSUNA YÖNELİK ORTAYA KONULAN TEMEL YAKLAŞIMLAR 3.5.1. Klasik Yaklaşım 1936 yılına gelene kadar geçerli olan uluslararası ödemeler sistemini “altın para mekanizması” ile açıklayan teori Klasik yaklaşımdır ve bu teori altın para sisteminin isleyişine dayanmaktadır. Klasik yaklaşımda bu mekanizma su şekilde işlemektedir; ülkede dış açık olduğunda altın ihraç edilmesi sonucunda ülkenin para 132 arzında daralma görülecektir. Altın ihracı o ülkedeki para hacmini azaltacaktır. Bu durumda ülkede fiyatlar genel seviyesi düşecek bunun yanında karşı ülkelerde bunun aksi durumlar gerçekleşecektir. Sonuç olarak, açık veren ülke fiyatları diğer ülke fiyatlarına göre ucuzlaması ile ihracat artış gösterecek ve dış denge otomatik olarak kendiliğinden dengeye gelecektir. Dış fazla durumunda ise bunun tersi gerçekleşecektir. Klasik yaklaşımda, bir ülkedeki dış dengesizlik durumunda dengeyi sağlamada sırasıyla, altın ihraç ve ithali, para arzı, iç ve dış fiyatlar ve en önemlisi döviz kurundaki değişmenin etkin oldukları görülür (Erdoğan, 2007: 27). Bu sistemin geçerli olduğu dönemde her ülkenin parası sabit bir fiyattan altına bağlanmış, altının ulusal ve uluslararası alım-satımı serbest bırakılmıştır.Her ulusal para farklı miktarda altını temsil ettiğinden farklı ülke paralarının değişim oranı da bu altın miktarlarınca belirlenmeye başlamıştır. Dolayısı ile bu sistem sabit kurlara dayanmaktadır ve döviz kurları altının bir ülkeden diğerine gönderilmesi için gereken taşıma, sigorta, faiz kaybı gibi masrafları içine alarak belirlenen dar sınırlar içinde oynayabilmektedir (Ongun, 1986: 31). Klasik denge teorisi, paranın Miktar Teorisine dayanmaktadır. Miktar teorisi, para hacmindeki değişmelerin, talepte aynı miktarda değişmelere sebep olacağını ve bu durumun fiyatlara etki edeceğini, istihdam seviyesinin ise bu değişmelerden hiçbir şekilde etkilenmeyeceğini ifade eder (Alkan, 2007: 31). Klasiklerin tam istihdam ve tam rekabetçi piyasalar varsayımlarından kaynaklanan gelirde fiyatlardaki değişmeden bağımsız bir otonom değişme kavrayışına sahip olmaması, klasiklerin eleştiri konusu olmuştur. Ayrıca para arzı ve fiyatlardaki değişmeler arasında kurulan bağlantı da eleştirilere hedef olmuştur (Ongun, 1986: 33). 3.5.2. Keynesyen Yaklaşım John Maynard Keynes tarafından 1936 yılı itibariyle Klasik yaklaşıma eleştirel bir şekilde geliştirilen Keynesyen yaklaşımda, gerek iç dengenin gerekse dış dengenin ve nihayetinde ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasında gelirdeki ve harcamalardaki değişmelerin etkisi büyüktür. Bu yaklaşımda harcamaların toplam hacmi değiştirilmeyip sadece yerli ve yabancı mallar arasındaki dağılımı 133 etkilenmektedir. Bir dış açık durumunda yabancı mallardan yerli mallara doğru talep kaydırılırken, dış fazla durumunda ise yerli mallardan yabancı mallara doğru talep kaydırılır. Şekil 12: Ödemeler Dengesine Keynesyen Yaklaşım Kaynak: Erdoğan, 2007: 26. Harcamalar teorisine göre iç ve dış dengenin birlikte verildiği şekilde M: İthalat, X: İhracat, I: Yatırım, G: Kamu Harcamaları, T: Vergiler, Y: Gelir ve S: Tasarruf diye gösterilmektedir. Y1 gelir düzeyinde milli gelir dengesi sağlanmaktadır. Ancak burada ödemeler dengesinde Y1K kadar bir dış ticaret açığı söz konusudur. Burada dış açığın kapatılması için (X-M) doğrusunun sağa kaydırılması gerekir. Bunun için hükümetin alacağı bir devalüasyon kararı ihracat artışına ve ithalatın azalmasına yol açacaktır. Diğer yandan milli gelir doğrusunu gösteren (S+T-I-G) doğrusunun sola kayması da dış açığı kapatmaktadır. Bunun için de yatırımların ve kamu harcamalarının azaltılması ve tasarruflarla vergilerin artırılması tüketimi, geliri ve dolayısıyla ithalatı azaltmaya yol açar. Bu iki durum dış dengeyi sağlamaya yönelik uygulanan politikalardır (Atılgan, 2011: 52 ). Keynesyen yaklaşımda dış denge sağlanmasında harcama ve gelir değişkenleri ele alınmıştı. Buna faiz- gelir ilişkisinin de ele alındığı açık ekonomiler varsayımı da eklenecektir. Keynesyen yaklaşımda dışa açık ekonomi varsayımı altında dış denge oluşumunda IS-LM ve BP analizi kullanılmaktadır. IS doğrusu, mal piyasası dengesini gösterirken, LM doğrusu, para piyasası dengesini göstermektedir. Burada faizler arttıkça yatırımların azalması nedeniyle milli gelir düştüğü için IS doğrusu negatif eğimlidir. Milli gelir arttıkça para talebinin artması nedeniyle faizler 134 arttığı için LM doğrusu pozitif eğimlidir. BP doğrusu, ödemeler bilançosu dengesini gösteren bir doğrudur. Ödemeler bilançosu doğrusu, eksik sermaye hareketliliği söz konusu iken milli gelir arttıkça faiz oranları arttığı için BP doğrusu pozitif eğimlidir. Bu şu şekilde gerçekleşir, milli gelir artısı ithalat artısına yol açar. Bu durum dış ticaret açığına neden olur. Dış açığın kapatılması için yabancı sermayeye ihtiyaç duyulduğundan faizler arttırılarak yurt içine yabancı sermaye girişi sağlanır ve dış ticaret dengesi kurulmuş olur (Erdoğan, 2007: 29). Şekil 13: Keynesyen Yaklaşım Denge Oluşumu Kaynak: Erdoğan, 2007: 29. Şekle göre r: faiz oranı, Y: gelir düzeyidir. ilk önce Yf gelir ve r2 faiz düzeyinde E noktasında dış açık söz konusudur. Bu durumda Merkez Bankası' nın para arzını kısması ile LM doğrusunun sola kayması, faiz oranlarının artması, gelirin azalması ve artan faiz oranlarının sermaye girişini artırmasıyla dış denge A noktasında Y gelir r1 faiz düzeyinde sağlanmaktadır. 3.5.3. Mundell-Fleming Modeli Marcus Fleming ve Robert Mundell tarafından 1960’lı yıllarda ortaya atılan, fiyat ve ücret katılıklarının, işsizliğin ve ülkeler arasında sınırlı düzeyde finansal etkileşimlerin bulunduğu, özünde durağan bir ekonomi varsayımı altında geliştirilmiş olan modelin çıkış noktası, iki ülke arasında sermaye akımlarının, kurlarda bir değişmenin beklenmediği bir ortamda, bu ülkelerde ortaya çıkan faiz farklarını izleyeceğidir. Bu model geliştirilirken kurların değişmediği ve sabit olduğu ilkesinden yola çıkılmıştır. Ayrıca Keynesyen gelir-harcama yaklaşımına uluslararası sermaye hareketliliğini dahil edilmiştir (Tiryaki, 2002: 4). 135 Mundell-Fleming Modeli, dışa açık küçük bir ekonomide, toplam arzın tam esnek olduğu ve fiyatlar genel düzeyinin dengede olduğu kısa dönemli bir model üzerine kurulmuştur. Modelde sınırsız sermaye hareketliliği varsayımı vardır ve bugünkü döviz kuru ile gelecek beklentileri aynıdır. Mundell-Fleming modeli özünde klasik IS-LM modelinin açık ekonomiye uyarlanmış halidir (Alkan, 2007: 39). Şekil 14: Mundell Fleming Modeli IS, LM, ÖB Eğrileri Kaynak: Alkan, 2007: 39. Bu şartlar altında sınırsız sermaye hareketleri koşulu ile para piyasasında denge; yurt içi faiz oranları (i) ile dış dünya faiz oranlarının (i*) eşit olduğu (i=i*) varsayımı altında ; reel para talebinin L=(M/P), para arzına (M) eşitliğine (L=M) bağlıdır. Mal piyasasında denge ise yatırımların tasarruflara eşit olduğu I=S eşitliğinin sağlanmasıyla gerçekleşmektedir. Dış denge; ÖB eğrisi ile gösterilmektedir. ÖB eğrisi; yurt içi ve yurt dışı fiyatlar genel seviyesinin dengede olduğu varsayımı altında farklı döviz kuru (r) ve milli gelir seviyelerinde mal piyasasındaki denge bileşenlerinden elde edilmektedir ve denge sabit döviz paritesine göre ticaret bilançosunun net sermaye ihracatına eşit olması durumunda gerçekleşmektedir. ÖB eğrisi, döviz kurları ile milli gelir arasındaki ilişkiyi gösterir. Mundell-Fleming modeline yöneltilen eleştirilerin başında sermaye hareketleri ile ilgili hiçbir sınırlamanın bulunmadığının varsayılması gelmektedir. Ayrıca özgün Mundell-Fleming modeli kısa dönemde fiyat katılığını varsayması da eleştiri konularından biridir. Mundell-Fleming modelinin en büyük eksikliği ise kısa dönemli bir analiz şekli olduğu için, politika kararlarının cari işlemler dengesi üzerindeki uzun dönemli etkilerini göz önüne almamasıdır (Atılgan, 2011: 63). 136 3.5.3.1. Sabit Kur Rejimi Bu kur sisteminde merkez bankaları belirlenmiş bir kur üzerinden, döviz alım ve satımı yapmak zorundadır. Merkez bankalarının döviz alıp- satması döviz piyasasına müdahale etmeleri anlamı taşır ve bu müdahalenin olup olmaması veya müdahalenin yönü ödemeler dengesine bağlıdır. Kurların sabit ama sermayenin serbest olduğu bir ortamda Merkez Bankası, para politikası üzerindeki kontrolünü kaybetmektedir. Şu halde sermaye hareketlerinin serbest ancak kurların sabit olduğu bir ortamda faize bağlı olarak gelişen döviz giriş ve çıkışlarındaki fazlalığı telafi etmek durumunda olan yönetimler para arzını piyasanın ihtiyaçlarına göre ayarlamak zorundadırlar (Ordu, 2008: 24). 3.5.3.2. Esnek Kur Rejimi Döviz piyasasına resmi otoriteler (Merkez Bankası) tarafından müdahalelerde bulunulsa bile, döviz kurlarının oluşum ve değişiminin temelde piyasa güçlerine bırakıldığı sistemlere esnek kur denir (Güran, 2002: 298). Sermaye hareketlerinin serbest ve kurların esnek olduğu bir rejimde Merkez Bankası' nın, kurlar ve ödemeler dengesiyle ilgili herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu rejimde, cari işlemler bilançosunda gelen bir açık otomatik olarak kapanmaktadır (Ordu, 2008: 25). Sonuç olarak Mundell-Fleming modeli tam sermaye hareketliliği ve esnek döviz kur sisteminde uygulanan parasal genişlemenin döviz kuru ve ihracat seviyesinde yaratmış olduğu olumlu değişmeler nedeniyle etkili bir politika oldugunu göstermektedir (Erdoğan, 2007: 39). 3.5.4. Esneklikler Yaklaşımı Esneklikler yaklaşımı, cari işlemler dengesinin alt kalemlerinden dış ticaret dengesi üzerinde odaklanmakta olup, göreli uluslararası fiyatların cari dengeyi belirleyen en temel açıklayıcı değişken olduğunu varsayımı altında devalüasyon sonucunda, yurtiçi fiyatlarda, yurtdışı fiyatlara göreceli olarak ortaya çıkan değişmenin ithalat ve ihracat üzerindeki etkilerini incelemektedir. Devalüasyon, ulusal paranın yabancı para birimleri karşısındaki değerini isteyerek ve belli bir amaca yönelik olarak düşürülmesi olup bu yaklaşımla olası bir devalüasyonun dış 137 ticaret dengesi üzerindeki etkisi analiz edilir. Devalüasyonun ikame etkisi üzerinde duran yaklaşım, belirli şartlar altında, ticaret hadlerindeki kötüleşmenin, yabancı mallara olan talebi yerli mallarla ikame edeceğini ifade etmektedir. Esneklikler yaklaşımı mikro temelli olup devalüasyonun ücret, fiyatlar, ekonomik üretim düzeyi üzerindeki etkilerini dikkate almamaktadır (Baştav, 2006: 60). Devalüasyon ödemeler bilânçosuna üç tür etkide bulunur. İlki, ithal malların fiyatlarındaki yükselme nedeniyle bu malların miktarındaki azalma, ikincisi, ihraç mallarının fiyatlarındaki azalış nedeniyle ihraç miktarındaki artış, üçüncüsü ise belli bir ihracat miktarının devalüasyondan sonra daha az döviz geliri sağlamasıdır. Bu üç etkinin net sonucu ihracat ve ithalat esnekliklerine bağlıdır. Eğer esneklikler toplamı birden büyük ise etki pozitif olacaktır. Bu koşul, Marshall -Lerner koşulu olarak bilinmektedir. Bu koşula göre iki mal, iki ülke, sonsuz arz esneklikleri halinde (ithalatın yurtdışı fiyatı, ihracatın yurtiçi ülke fiyatının her ikisi de sabitken) devalüasyon ticaret dengesini ancak ve ancak ihracat talep esnekliği ile ithalat talep esnekliğinin mutlak değerlerinin toplamı birden büyükse iyileştirebilecektir (Çekim, 2009: 19-20). Üretici ve tüketicilerin devalüasyonun ortaya çıkardığı yeni koşullara uyum sağlamaları zaman almaktadır. Konu hakkında yapılan uygulamalı araştırmalar uzun dönem esnekliklerin bazen kısa dönem esnekliklerinin iki katı kadar olabildiğini göstermiştir. Ayrıca bu çalışmalar, fiyat değişmelerinin son etkilerinin ancak yüzde 50'sinin ilk sene itibariyle kendini gösterdiğini belirtmektedir. Kısa dönem esnekliklerinin toplamlarının 1'den küçük kalarak Marshall-Lerner koşulunu karşılayamaması J eğrisi etkisine yol açmaktadır. J eğrisi etkisi kısa dönem esnekliklerinin düşük olmasına bağlı bir olaydır. Esneklikler toplamının 1’den küçük olması durumunda da ülke devalüasyondan zararlı çıkacaktır ancak devalüasyon yapan ülke bunun olumlu sonuçlarını hemen göremez. Hatta bu ülkenin ödemeler bilançosu, beklediği döviz artısı yerine aynı dönemde döviz kaybına uğraması sebebiyle daha da bozulabilir. Devalüasyonun ekonomiler üzerinde genelde önce olumsuz daha sonra olumlu etkileri vardır. Buna J harfine benzediğinden dolayı “ J eğrisi etkisi” denir. Ekonomiler devalüasyondan sonra J harfinin aşağıya inen kısmı 138 gibi önce küçük bir bozulmaya uğramakta, daha sonra yukarıya doğru bir yükselişe geçmektedir (Alkan, 2007: 39). Şekil 15: J Eğrisi Etkisi Kaynak: http://asbava.blogspot.com Şekle göre t0 döneminde devalüasyon olur fakat devalüasyonun ihracat ve ithalat üzerinde etkisi hemen görünmez çünkü ithalat harcamaları aynı iken, ihracatçıların önceden ihraç ettikleri malların faturaları geçerli olduğundan ihracat gelirlerinde azalma görülür. Böylece ödemeler bilançosu ilk başta kötüleşmekte, t1 dönemine gelinene kadar ödemeler bilançosu toplam olarak tersine dönmekte ve t1’den sonra devalüasyonun pozitif etkisi ortaya çıkmaktadır. Esneklikler yaklaşımının cari işlemler dengesinin belirleyicilerini açıklamada eleştirilere neden olan bazı eksiklikleri bulunmaktadır. Bunlardan birincisi yaklaşımın kısmi olup, ödemeler dengesinin tamamını değil sadece bir kısmını kapsamasıdır. İkincisi, tüm arz esnekliklerinin sonsuz varsayılmasıdır. Üçüncüsü, döviz kurları dolayısıyla ortaya çıkabilecek tüm parasal etkileri göz ardı etmesidir. Dördüncüsü ise piyasadaki ikincil etkileri göz ardı eden döviz kurunda ortaya çıkan değişimin küçük boyutta olduğu varsayılmasıdır (Baştav, 2006: 66). 3.5.5. Massetme Yaklaşımı Esneklikler yaklaşımının eksikliklerini gidermek için ortaya atılmış olan massetme yaklaşımı, Keynesyen görüşe sahip olup, esneklikler yaklaşımının 139 tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu yaklaşıma göre döviz kuru değişmelerini ve bunların ithalat ve ihracat üzerindeki etkilerini, gelir ve fiyat üzerinde meydana getirdikleri etkilerle beraber incelenmelidir. Massetme yaklaşımı, cari işlemlerdeki dengesizliğin mal ve hizmet harcamalarında gerçekleşecek değişikliklerle giderileceği görüşünü savunur. Bu yaklaşıma göre dış ticaret açığının iyileşebilmesi için ülkenin ya üretim düzeyini arttırması ya da yurtiçindeki toplam harcama düzeyini azaltması gerekir. Dış açık sorununu ülkenin toplam gelir ve toplam harcamaları ile ilişkilendirerek devalüasyonun dış dengeyi sağlayıcı etkisini milli gelir üzerinde yaptığı değişmeler yoluyla açıklamaktadır (Gün, 2011: 16). Massetme yaklaşımı denklemler ile açıklanacak olursa; E = C+I+M Y = C+I+X Burada denklemlere göre harcamalar (E) = Gelir (Y) durumunda ekonomide iç ve dış denge sağlanmış olur. Eğer E ile Y arasında bir dengesizlik varsa bu formüllerden de görüldüğü gibi X ve M’ den kaynaklanır. Çünkü tüketim (C) ve yatırım (I) her iki denklemde de yer alan ortak makro büyüklüktür. X=M ve dolayısı ile E=Y ise dış denge sağlanmıştır (Erdoğan, 2007: 36). Devalüasyon gibi harcama kaydırıcı politikaların amaçlanan etkilere sahip olabilesi için mutlaka daha sıkı maliye ya da para politikaları gibi harcama kısıcı politikalarla desteklenmesi gerektiği görüşü kabul görmüştür. Bir başka deyişle, ekonomi tam istihdamdayken yurt içi harcama kısılarak kaynaklar serbest bırakılmalıdır. Devalüasyondan kaynaklanan göreli fiyat değişiklikleri, boşta kalan kaynakların ihracat sektörüne tahsis edilmesine ve harcamanın ithal mallardan yerli mallara kaydırılmasına yol açacaktır (Çekim, 2009: 23). 3.5.6. Parasalcı Yaklaşım Milton Friedman tarafından ortaya konulmuş olan bu yaklaşımda para miktarının ekonomik ilişkilerdeki önemi vurgulanmıştır. Friedman, ekonomide para ve kredi yaratılması ile nominal gelir ve ithalat arasında güçlü bir fonksiyonel ilişkinin olduğunu ve ödemeler dengesinin bir nevi para arzı ve para talebi tarafından belirlenen parasal bir olgu oldugunu belirtmiştir. 140 Parasalcılar ödemeler dengesi açıklarını parasal bir sorun olarak görmektedirler. Parasalcı yaklaşıma göre, ekonomide istenen ve mevcut para miktarı arasındaki fark ödemeler bilançosundaki dengesizliklerin temel kaynağı olarak değerlendirilmektedir. Parasalcı yaklaşıma göre parasal denge ve ödemeler bilançosu dengesi para arz ve talebine göre şekillenir. Bu yaklaşımda para arzının artması kısa dönemde enflasyonla birlikte üretim ve istihdam düzeyinin yükselmesine neden olsa da uzun dönemde tek etki enflasyondur (www.biraz.tk/ekonomi/odemeler-dengesineparasalci-yaklasim). Parasalcı yaklaşımın işleyişine göre ödemeler bilançosu açığı, ülkedeki faiz oranlarının artması durumunda, elde para tutmanın maliyetinin de artmasıyla başlar. Para tutmanın maliyetinin artması bireylerin paraya olan talebini azaltır ve bir ülkedeki bireylerin, ulusal parasına olan talebinin azalması sonucu piyasada bir fazla para oluşur. Bunun sonucunda da para fazlası mal ve sermaye akımıyla yurtdışına çıkacaktır. Yurtdışına doğru gerçeklesen akımlar ödemeler bilançosuna eksi bakiye olarak kaydedileceğinden, bu da ödemeler bilançosu açığının oluşmasına sebep olacaktır (Alkan, 2007: 50). Parasalcı yaklaşım, uzun dönemde makro ekonomik denge, milli gelir gibi akım büyüklükler ile para miktarı gibi stok büyüklüklerin dengede olmasını belirtmektedir. Bu yaklaşıma göre para arzı ile para talebi oldukça istikrarlıdır, ödemeler bilançosunun açık veya fazla vermesi uzun dönemde sterilize edilemezken uzun dönemde doğal issizlik oranı geçerlidir ve satın alma gücü paritesi geçerlidir (Ordu, 2008: 26). Parasalcı yaklaşımın savunduğu yapıda herhangi bir malın fiyatının, o malın arz ve talebine bağlı olduğu şeklindeki genel ilkenin ulusal paralar içinde geçerli olduğu ileri sürülmektedir. Diğer bir ifadeyle, ulusal paranın fiyatı olan döviz kurları, ulusal paranın arz ve talebine göre belirlenmektedir. Arz edilen para miktarının talep edilen miktarı aşması durumunda, ilgili para döviz piyasasında değer kaybetmekte; tersi durumda ise, değer kazanmaktadır. Sonuç olarak parasal yaklaşım, önceliği para piyasası değişkenlerine vermiş ve onlar aracılığı ile harcamalar ve döviz piyasası değişkenleri arasında ilişki kurmuştur (Claassen, 1998: 37). 141 3.6. ÖDEMELER BİLANÇOSUNDA DENGE VE DENGESİZLİK Önceki başlıklarda da incelediğimiz gibi, ödemeler bilançosunun dengede olması, bir ülkenin uluslararası işlemlerinde ne bir fazlasının, ne de bir eksiğin bulunması, (+) ve (-) kalemlerin toplamlarının birbirleri ile denk olması olarak anlaşılmaktadır ve muhasebe anlamında ödemeler bilançosu her zaman denktir. Bunun aksi durumda ise ödemeler bilançosunda dengesizlik söz konusu olmaktadır. Bu durum ise genellikle ekonomik açıdan ortaya çıkmaktadır. Bu dengesizliklerde cari kalemde yer alan dış açık ve dış fazla fazlasıyla rol almaktadır. - Dış Açık: Ödemeler bilançosu açıkları ülkenin otonom dış dünya giderlerinin otonom dış dünya gelirlerinden daha büyük olması demektir. bir ülkenin ödemeler bilançosu başlangıçta dengede olsa bile, zamanla bu denge sürüp gidemez. Normal olanı bir anda değil, zaman içinde bir dış açık veya fazlanın ortaya çıkmasıdır. Dış dengesizlikten bahsedebilmek için ödemeler bilançosunun her an , gün, hafta ya da ay dengede olmamasından ziyade bir yıl gibi belirli bir dönem boyunca dengesizlik olması gereklidir (Seyidoğlu, 2003b: 417). - Dış Fazla: Bir ekonomide otonom kalemlerde gelirlerin giderleri aşması durumudur. Dış açık durumunun tersi olmakla birlikte bu fazlanın belirlenmesinde de belirli bir zaman içinde olması önem taşımaktadır. 3.6.1. Ödemeler Bilançosu Dengesizlik Türleri Ödemeler bilançosunda ortaya çıkan dengesizlikler geçici ve temel dengesizlik olarak ikiye ayrılmaktadır. 3.6.1.1. Geçici Dengesizlik Geçici dengesizlikler ya da başka bir ifade ile konjonktürel dengesizlikler, genellikle tarım ürünleri üretimindeki düşüş, ülkenin ticari ilişkilerde bulunduğu ülkelerdeki ekonomik durgunluk, yabancı mal ve hizmet talebindeki değişiklikler, faiz oranlarına bağlı sermaye hareketliliği gibi olağan dışı koşullarda dolayı cari işlemlerde meydana gelen artış veya azalışlar sonucu ortaya çıkan ve zamanla etkisini yitiren ödemeler dengesi açıklarıdır. Bu tür durumlarda dengeyi bozucu faktörler ortadan kalkınca iktisat politikasında bir ayarlama yapılamadan denge yeniden sağlanmaktadır (Saatcioğlu, t.y.a: 3). 142 Geçici dengesizliğin birçok nedeni olabilmekle beraber temel nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Ordu, 2008: 31): - Kur ayarlamalarına ilişkin yaygın spekülatif bir bekleyişin olması, - Ülkenin, uluslararası talep ve arz koşullarında meydana gelen değişmelere gecikerek ayak uydurması, - Ülkenin, ticari ilişkilerinde yüksek pay sahibi olan ülkelerde meydana gelen durgunluklar, - Konjonktürel dalgalanmalar, - İhraç edilebilen tarımsal ürünlerin üretim azlığı. 3.6.1.2. Temel Dengesizlik Ödemeler bilançosunda dengesizlik denildiğinde akla gelen dengesizlik türü olan kronik nitelikteki temel dengesizlik, talebin ve sermaye stokunun yapısı arasındaki uyumsuzluktan doğmaktadır. Temel dengesizlik uluslararası ticarette meydana gelen kaymalar, teknolojik ilerlemeler ve tüketici tercihlerinde meydana gelen değişmeler sonucu ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüğünün kaybolması, uluslararası ticareti engelleyici ve ulusal üretim sektörlerini koruyucu önlemler nedeniyle ortaya çıkabileceği gibi, enflasyon ve ona bağlı olarak ulusal paranın aşırı değerlenmesi sonucunda meydana gelebilir (Saatcioğlu, t.y.a: 4). Çoğunlukla yapısal bozukluklar ve enflasyon kaynaklı olan temel dengesizliğin başlıca nedenleri şu şekilde sıralanır: - Bir ülkede ve bu ülkenin ticaret ortaklarında meydana gelen arz ve talep koşullarının geçici olmayan değişmeler, - Uluslararası ticarette görülen kaymalar, - Teknolojide meydana gelen değişmeler, - Tüketici tercihlerinde meydana gelen değişmeler, - Ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğünün kaybolması, - Uluslararası ticareti engelleyici ve ulusal sektörleri koruyucu önlemlerin alınması, gibi etmenler temel dengesizliği yol açmaktadır (Ordu, 2008: 31). 143 3.7. ÖDEMELER BİLANÇOSUNDA DENGESİZLİK NEDENLERİ Ödemeler bilançosu dengesizlik nedenleri; yapısal nedenler, iktisadi dalgalanmalar, geçici faktörler, döviz spekülasyonu ve ekonomide meydana gelen krizler, kalkınma hızı ve ekonomik prodüktivite değişmesinden oluşan altı başlık altında incelenebilir. 3.7.1. Yapısal Nedenler Yapısal nedenler genellikle ekonominin kendi bünyesinden kaynaklanan nedenlerdir.Ulusal ekonomide uygulanan harcama genişletici politikalar (tüketim ve yatırım harcamalarının artırılması), hem ihraç mallarına, hem de ithal mallarına olan iç talebin yükselmesine neden olur. Bu da dış ödeme açıklarına yol açar ya da mevcut açıkların daha da büyümesine neden olur. Ayrıca, içeride fiyatlar artarken Merkez Bankası müdahaleleriyle kurların yeterince yükselmesine izin verilmemesi, ulusal paranın aşırı değerlenmesine neden olur ve bu da yabancı para cinsinden ihracatı pahalılaştırdığından ihracat gelirlerini azaltıcı, ulusal para cinsinden yabancı malları göreceli olarak ucuzlattığından da ithalat talebini uyarıcı etki doğurur (Seyidoğlu, 2003b: 417). Bazı kritik hammaddeler yönünden aşırı derecede dışa bağımlı olunması da yapısal kökenli bir başka etkendir. Söz konusu ülkeler, kendi denetimleri dışında dünya hammadde fiyatlarında ortaya çıkabilecek artışlardan şiddetle etkilenirler. Dünya Enerji Buhranı sırasında petrol ithalatçısı durumundaki az gelişmiş ülkelerin büyük dış açık ve dış borç sorunlarına sapmaları bunun açık bir örneğidir. Ayrıca tüketici tercihlerindeki kaymalar da yapısal nedenler başlığı altında ele alınabilmektedir. Dış dengeyi olumsuz yönde etkileme oranları çoğunlukta olduğundan yapısal açıdan önemli bir nedeni oluşturur (Seyidoğlu, 2003b: 417). Temelde yapısal nitelikli olan nedenleri özleri itibari ile kısaca şu şekilde sıralamak mümkündür: - Merkez Bankası tarafından kurların düşük tutulmasına bağlı olarak ulusal paranın aşırı olarak değerlenmesi, - Milli gelir düzeyleri düşük olan ülkeler, hammadde ve makine gibi malları ithal ettikçe, dış ticaret bilançolarının açık vermesi, 144 - Uluslar arası piyasalardan elde edilen hammaddelerin fiyatlarındaki artışlar, - Dünya fiyat artışları ve döviz kurundaki değişmeler, - Üretimde verimliliğin sağlanamaması, - Tüketicilerin, yerli ya da ithal mala karsı olan tercihlerinde olan değişmeler, - Son olarak da üretimde hammadde konusunda aşırı dışa bağımlılık. 3.7.2. İktisadi Dalgalanmalar İktisadi dalgalanmalar da sonuçları itibariyle ekonomide yüksek açıklara neden olabilmektedir. Ulusal ekonomiden kaynaklanan bir dalgalanmanın genişleme aşamasında gelir ve harcamalar artıp, fiyatlar yükseleceği için ödemeler bilançosu açık vermektedir. İktisadi dalgalanmanın daralma aşamasına gelindiğinde ise bu faktörlerde gelişen tersine durumlardan dolayı bir dış fazla ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak dalgalanma sürecindeki bu açık ve fazlalar arasındaki fark ülkeyi ciddi bir ödemeler bilançosu dengesizliğine ve dolayısı ile ödeme sorununa sürükleyebilir (Seyidoğlu, 2003b: 418). Ayrıca yabancı ülkelerde gerçekleşen dalgalanmalarda dolaylı bir şekilde ülkenin ödemeler dengesini etkilemektedir. Şöyle ki, ekonomide konjonktür evrelerine göre milli gelirde artmalar veya azalmalar meydana gelebilmektedir. Eğer ekonomi iyi ve normal bir seyir izliyorsa milli gelirde bir artma, gelirdeki artma sonucu kişi ve kurumların harcamaları artacaktır. Bu harcamaların bir kısmı ülke içinde üretilen mal ve hizmetlere gitse de, bir kısmı yabancı mal ve hizmetlerin alınmasına neden olacaktır. Uluslararası bu alım-satım değişkenliği ülkelerin ödemeler bilançolarına farklı etkilerde bulunacaktır. Karşı ülkenin durgunluk ve gerileme zamanlarında dış alımları kısmalarına ve diğer ülkelerin ekonomisinin de bu durumdan olumsuz etkilenmesine neden olabilmektedir (Ordu, 2008: 31). 3.7.3. Geçici Faktörler Geçici faktörler genellikle beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan ve ilgili ülkelerin denetimleri dışında kalan olay, durum ve faktörlerdir. Bunların bir kısmı kendi kendini giderici olup (reversable), anormal olağan dışı olan koşulların ortadan kalkmasıyla beraber dış denge üzerindeki etkileri de yok olmaktadır. Diğerleri ise 145 daha köklü etki doğururlar. Bu faktörler hem dolaysız, hem de dolaylı yönden dış açıkların artmasına neden olurlar. Petrol krizine neden olan Dünya hammadde fiyatlarındaki yükselme bu grupta düşünülebilir (Seyidoğlu, 2003b: 419). Ayrıca savaş, uluslararası ambargo, olumsuz hava koşulları nedeniyle üretimin azalması, su baskını, bitki ve hayvan hastalıkları, ithal mallarda beklenmedik fiyat yükselişleri bu başlık altında ele alınabilir (Alkan, 2007: 9). 3.7.4. Döviz Spekülasyonu ve Ekonomide Meydana Gelen Krizler Spekülatif amaçlı, kısa süreli sermaye fonlarının ülkeye giriş ve çıkışları da dış dengeyi ciddi olarak etkiler. Ulusal parada değer kaybının beklendiği durumlarda yoğun biçimde döviz satın alınması, veya dışarıdaki yüksek faiz oranlarından yararlanmak için fonların kitleler halinde yurtdışına ihraç edilmesi, dış açık sorununun boyutlarını büyütür. Ayrıca ülke yatırım olanaklarındaki kısıtlar, sermaye getirisinin düşük olması gibi nedenler de sermayeyi dışarıya yönlendiren ve ödemeler bilançosuna olumsuz etkide bulunan etmenlerdendir. Son yıllarda mali küreselleşme ile birlikte mali krizler de sık sık ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunun önemli bir nedeni, kısa süreli sermaye akımlarının faiz ve kur değişmesi olasılıklarına anında ve şiddetli biçimde tepkide bulunmasıdır. Özellikle yaşanan bütçe açıklarının yüksek faiz politikası izlenerek kısa süreli borçlanma ile karşılanması, bu ülkeleri mali krizlere karşı açık bir durumda bırakır. Uygulanan aşırı değerlenmiş kur politikası ve bankacılık kesimindeki denetim ve düzenleme eksiklikleri, ülkeden kısa süreli sermaye çıkışlarının bir mali krize dönüşmesini kolaylaştırmaktadır.Sonuç olarak finansal krizlerin doğacağına dair ön göstergelerin basında reel kurun aşırı değerlenmesi, para arzının uluslararası rezervlere olan oranında veya cari açıkların milli gelire oranında aşırı yükselmeler gelmektedir. Bu gibi durumlarda sorunun büyümesini önlemek için makro ekonomik dengesizliklerden kaçınılması, yeterli ölçüde döviz rezervi bulundurulması, sermaye giriş ve çıkışlarının kotaya tabi tutulması gibi önlemler düşünülebilir (Seyidoğlu, 2003b: 419). 146 3.7.5. Kalkınma Hızı Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde dengesizliğe, kalkınma hızını arttırma girişimlerinin de büyük ölçüde etkileri vardır. Ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi, büyük ölçüde dışarıdan sermaye malı ithalatını gerektirmekte ve bu durum kalkınmanın başarılması için kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısı ile söz konusu ülkeler kalkınma hızlarını gerçekleştirip kalkınma seviyelerini yükseltebilmek için önemli hacimlerde makine , donatım ve ara malları ithal ederler. Ancak bu ülkelerin döviz gelirleri ihtiyaçlarına göre genellikle daha kısıtlı ve sınırlıdır. Bu nedenle kalkınma hızının yükseltilmesi çabaları dış ödeme açıkları ve dış borçlarının artmasına neden olabilmektedir (Seyidoğlu, 2003b: 418). 3.7.6. Ekonomik Prodüktivitenin Değişmesi Prodüktivite, hasıla ile bu hasılanın elde edilmesi için harcanan faktörler arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir, yani verimlilik olarak ifade edilebilir (Ordu, 2008: 34). Ekonomik verimliliklerdeki değişmeler de ödemeler bilançosu dengesizliklerinde önemli etkenlerdir. Teknolojide geri kalmışlık, üretim ve ekonomi yönetimindeki başarısızlıklar uluslararası rekabeti zorlaştırarak ihracat gelirlerinin düşmesine neden olurlar. Dış rekabette söz sahibi olarak sürdürülebilirliği sağlamak için teknolojik yeniliklere hakim ve uyumlu, üretimde çağdaş yönetim teknikleri uygulayan, üretim faktörlerini en verimli şekilde kullanan bir yapıda olmak gerekir (Seyidoğlu, 2003b: 418). 3.8. ÖDEMELER BİLANÇOSU DENKLEŞME MEKANİZMALARI Ödemeler bilançosunda dengesizlik nedenleri içerisinde açıklanan nedenlere dayalı olarak ödemeler bilançosunda açıklar meydana gelebilmektedir. Ancak ülke ekonomik istikrarı ve devamlılığı içim ödemeler bilançosunda meydana gelen açık veya fazlalıkların belli bir süre içinde giderilmesi ve dış dengenin sağlanması gerekir. Aksi takdirde ülke kredi notu düşebilir ve kronikleşmiş ödeme fazlaları ülkede enflasyon hızını arttırabilir. Bu olumsuz durumları önlemek için oluşturulmuş olan ödemeler dengesini sağlayıcı mekanizmalar iki grup altında toplanabilir. Bunlar; otomatik denkleşme mekanizmaları ve denkleştirme politikalarıdır. Otomatik 147 denkleşme mekanizmaları bir dış açık veya fazlanın ortaya çıkması durumunda kendiliğinden işlemeye başlar. Ancak denkleştirme mekanizmalarının işlemesi hükümet müdahalesi ile ilgilidir. Yani denkleştirme politikalarında hükümetin aldığı kararlar ve uygulamaları ile dış denge sağlanmaya çalışılır. Bir dengesizlik durumunda işlemeye başlayacak politikalar işleme sıraları ile inceleyeceğiz (Seyidoğlu, 2003b: 428). 3.8.1. Otomatik Denkleşme Mekanizmaları Bu mekanizmalar dengesizlik durumunda hükümet müdahalesi olmaksızın kendiliğinden ortaya çıkarak işleyen mekanizmalardır. 3.8.1.1. Otomatik Fiyat Denkleşme Mekanizmaları Otomatik dengesizliğin fiyat denkleşme giderilmesinde mekanizmaları, hükümetin ödemeler müdahalesine ihtiyaç bilânçosundaki duyulmayan mekanizmalardır. Bu mekanizmalar; değişken kur sisteminde dış denkleşme, fiyataltın ve para akım mekanizması ve otomatik faiz değişimleri mekanizması olarak üç gruba ayrılarak incelenebilir. 3.8.1.1.1. Değişken Kur Sisteminde Dış Denkleşme Serbest değişken kur sistemlerinde, döviz kurlarının oluşumu döviz piyasasındaki arz ve talep tarafından belirlenir. Hiçbir devlet müdahalesi söz konusu olmamakla birlikte sistem yalnızca döviz kurunun döviz arz ve talebini eşitleyecek ölçüde değişkenliği ile işler. Örnek vererek açıklayacak olursak, piyasadaki döviz talebi döviz arzını aşacak olursa, döviz kuru derhal yükselir ve bu sayede döviz arz ve talep eşitliği tekrar sağlanır. Burada döviz kuru artışı, ithal malların fiyatında artış etkisi yaratacağından ithalatı ve döviz talebini düşürücü etki yaparken bir yandan da döviz karşısında milli para değeri azaldığından ihracat artış gösterecek ve döviz gelirlerini yükseltecektir. Bu şekilde döviz arz ve talebi eşitliği sağlanmış olur (Tuğral, 2007: 25). 3.8.1.1.2. Fiyat Altın Para Mekanizması İle Dış Denkleşme Klasik iktisatçılar, ödemeler bilânçosunun denkleştirilmesinde para arzındaki değişmelerle fiyatlar genel düzeyi arasındaki ilişkiye büyük önem vermişlerdir. Bu 148 amaçla da David Hume tarafından ortaya atılan fiyat-para akımı mekanizmasını oluşturmuşlardır. 20. yüz yılın başlarına kadar uygulanan bu sistemde altın hem ulusal hem de uluslararası sistemde kullanılan bir ödeme aracı niteliği taşımaktaydı. Her ülkenin parasal değeri altın cinsinden tanımlanıp altın ithal ve ihracı serbest bırakıldığı için ulusal paralar otomatik olarak sabit kurlar ile birbirlerine bağlanmış oluyordu (Seyidoğlu, 2003b: 436). Bu mekanizmaya göre ödemeler bilançosu açığı olduğunda; - Döviz kurları altın ihraç noktasına yükselir ve ülkeden dışarıya altın ihraç olunur. - Altın çıkışının etkisi ile ülkede para arzı daralır. - Miktar teoremi para arzındaki daralma gereği ülkede fiyatları düşürür. - İhraç malları yabancılar açısından ucuz hale gelir. İthalat ise yerli alıcılara pahalılaşır. - Dolayısıyla başlangıçtaki altın kaybı karşılanarak dengeye ulaşılır. Klasiklere göre ekonomik politikanın ana amacı dış dengenin sağlanmasıdır. İç ekonomik dengenin sağlanması ikinci sırada gelir. Bu nedenle hükümetler para arzına müdahale etmezler. Şekil 16: Altın-Para Akımı Mekanizması Kaynak: Seyidoğlu, 2003b: 438. 149 Fiyat ayarlama mekanizması birbiriyle ilişkili üç ana kısımdan oluşmaktadır. Bunlar; - Ödemeler dengesi ve para arzı arasındaki ilişki: Bu mekanizmada para, metal paradır ve para arzını belirleyen iki etmen bulunmaktadır. Bu etmenler, ülkenin sahip olduğu kıymetli madenler ile dış ticaret dengesidir. Dış ticaret dengesinin açık vermesi halinde ülke, bu açığını kapatmak için altın ihraç etmeye başlayacaktır ve ülkenin para arzı daralacaktır. - Para arzı ile fiyatlar arasındaki ilişki: Bu mekanizmada kısa dönemde para arzı doğrudan fiyatları belirlemektedir. Para arzı ile fiyatlar arasındaki ilişki, kısa dönemde paranın dolaşım hızı sabit sayıldığından ve ekonomi tam istihdam noktasında olduğundan, miktar teorisi çerçevesinde ele alınır (PQ=MV)2. Dolayısıyla artan para arzı doğrudan fiyat artışları şeklinde ortaya çıkacaktır. - Fiyat ile ödemeler dengesi arasındaki ilişki: Fiyat ayarlama mekanizmasında ülkelerin para arzı, altın ya da altına dayalı kâğıt paradır ve ülkeler altın fiyatını kendileri belirlemektedir. Bu durumda ödemeler dengesi açık veren bir ülkede, bu açığı kapatmak amacıyla altın ihracı başlar. Altın ihracı, ülkede para arzının daralmasına ve fiyat düzeyinin düşmesine neden olur. Fiyatların düşmesi ülkenin ihracatın artmasına, artan ihracat ise ülkeye altın girişiyle beraber dış dengenin sağlanmasına yardımcı olur (Aksu, 2007: 11). 3.8.1.1.3. Otomatik Faiz Değişmeleri İle Denkleşme Modern kağıt para ekonomilerinde de klasik mekanizmanın öngördüğü ekonomik denkleşmeden bahsedilebilir. Ancak bu denkleşme fiyatların değişmesi yoluyla değil faiz oranlarının değişmesi ile gerçekleşmektedir. Bugünkü mekanizma, istikrarlı kur sistemlerinde Merkez Bankası' nın döviz piyasasına yaptığı döviz alım ve satım müdahaleleri ile ortaya çıkar. Bir dış açık durumunda; - MB döviz talebi arzdan fazla olduğu için, döviz kurlarında yükselişi önlemek amacıyla döviz satar. - Piyasadan yerli parayı çeker. 150 - Para arzı ve kredi hacmi daralır ve faiz oranı yükselir. - Bu durum yatırım harcamalarını azaltarak toplam talebi ve milli geliri daraltıcı etkide bulunur. - İthalat azalır ve ihracat artar denge sağlanır. Ayrıca faizlerin dış faiz oranlarına göre yükselmesi yabancı portföy sahiplerinin yerli menkul alımını özendirir. Böylece ülkeye giren yabancı mali sermaye akımı bilançoyu olumlu yönde etkiler (Seyidoğlu, 2003b: 442- 443). Şekil 17: Otomatik Faiz Değişmeleri ile Dış Denge Sağlanma Mekanizması Kaynak: Seyidoğlu, 2003b: 442- 443. Faiz oranlarındaki değişme ödemeler bilânçosunu iki şekilde etkilemektedir. Birincisi; faiz oranlarının yükselmesi yatırım harcamalarını azaltarak toplam talep ve milli gelir üzerinde daraltıcı etki meydana getirmesidir. Bunun sonucunda ithalatta bir azalma, ihracatta ise bir artış meydana gelmekte ve dış denge yeniden sağlanmaktadır. İkinci etkisi ise faiz oranlarının sermaye bilânçosu üzerinde meydana getirdiği etkidir. Yurtiçi faizlerin yurtdışı faiz oranlarından yüksek olması durumunda yabancı sermayenin ülkeye girişi hızlanmakta ve para arzının daralması yurtiçindeki bireylerin ithal giderlerini ve sermaye ihraçlarını azaltmaktadır. Sonuçta, 151 sermaye bilânçosundaki olumlu gelişme ödemeler bilânçosunun denkleşmesinde etkili olmaktadır (Aksu, 2007: 11). 3.8.1.2. Otomatik Gelir Denkleşme Mekanizması Keynes' in ulusal gelir ve istihdam teorisine dayanan otomatik gelir denkleşme mekanizması dış dengedeki bozulmanın milli gelir değişmeleri yoluyla dış dengeyi sağlayıcı etkide bulunmasıdır. Bu mekanizmanın otomatik işleyişi aşağıdaki diyagramlarda gösterilmektedir. Şekil 18: Otomatik Gelir Değişmeleri ile Dış Denge Mekanizması Kaynak: Seyidoğlu, 2003b: 462. 152 İşleyişi açıklayacak olursak, dış ödeme açığı (ithalattaki bir artış veya ihracattaki bir azalma nedeniyle oluşan) durumunda; - Açık önce ithalat ve ihracata rakip endüstrilerde talebi ve üretimi kısıcı etki yapar. - Bu daralma çarpan etkisiyle milli geliri düşürür. - Milli gelirdeki düşme bir yandan marjinal ithalat eğilimine bağlı olarak ithalat hacmini daraltır. - Diğer yandan da marjinal tüketim eğilimine göre halkın mal tüketimini azaltır. - Bu durum ihracata ayrılabilecek payı genişleterek ihracatı artırır. Ayrıca milli gelirdeki daralma fiyat artışlarına yavaşlatıcı bir etkide bulunur. Bunun gibi toplam harcamalardaki daralma da fiyat artış hızını yavaşlatabilir. Bu durum yerli malları yabancılara ucuzlatıp, ithal mallarını ise yerlilere pahalı hale getirir. Ödemeler bilançosu olumlu etkilenir. Bir dış ödeme fazlası durumunda ise bu mekanizma tersine işleyerek dengeye gelmeye katkıda bulunur (Seyidoğlu, 2003b: 462-463). 3.8.1.3. Denkleşmede Parasalcı Yaklaşım Parasalcı yaklaşım işleyişi ve süreci açısından hem otomatik denkleşme mekanizmasına dayanmakta, hem de hükümetler tarafından denkleştirme politikası olarak kullanılabilmektedir. Parasalcı yaklaşıma göre dış ödemeler açığı veya fazlası para arzı ile para talebi arasındaki dengesizliklerin sonucudur. Ödemeler dengesine parasal yaklaşım, diğer yaklaşımlardan farklı olarak, sermaye hareketlerini de ödemeler dengesi analizine dâhil etmektedir. Bu yaklaşıma göre ödemeler dengesi gerçekte parasal bir olgudur. Parasal yaklaşım, para piyasasındaki dengeden hareketle para stoku mekanizması yoluyla para talebi, faiz oranları ve ödemeler dengesi arasındaki ilişkileri ortaya koymaktadır.Teori mal ve hizmet akımları ile sermaye akımlarına dayandırılarak açıklanır. Bu teoriye göre para talebi, reel gelir, fiyatlar genel düzeyi ve faiz oranına bağlıdır (Seyidoğlu, 2003b: 464). 153 Parasal yaklaşıma göre, para talebi, belli bir dönemde kişi ve kuruluşların elerinde tutmak istedikleri para miktarını ifade eder. Para talebi reel gelir, fiyatlar genel düzeyi ve faiz oranlarının bir fonksiyonudur ve bunlara bağlı olarak açıklanır. Para talebinin artması reel gelir düzeyinin artmasına, fiyatlar genel seviyesinin yükselmesine ve faiz oranlarının düşmesine bağlıdır. Çünkü para talebi reel gelir ve fiyatlar genel düzeyi ile doğru orantılı, faiz hadleri ile ters orantılı olarak değişir (Aksu, 2007: 12). Para arzı, ekonominin gereksinimlerine göre MB tarafından belirlenmektedir. MB tarafından piyasaya sürülen para, yurtiçi ekonomik ve mali amaçlarla piyasaya sürülen para ile döviz rezervlerindeki değişmeye bağlı olarak çıkartılan para olmak üzere ikiye ayrılır (Seyidoğlu, 2003b: 464). Para arz ve talebi arasındaki dengesizlikler mal ve hizmetlerle, mali varlıklara yapılan harcamaları ve bu yolla da ödemeler dengesini etkiler. Parasalcı yaklaşımda izlenen kur politikasının sabit ve istikrarlı olduğu varsayılmıştır. Sabit bir kur sisteminin benimsendiği bir ekonomide ödemeler dengesinde ortaya çıkan bir fazlalığın nedenleri ülke içinde para talebinin artış göstermesi veya dış dünyada aşırı para yaratılması olarak ortaya konulmaktadır. Ödemeler dengesinde gözlenen açığın nedenleri ise ülke içerisinde aşırı para yaratılması veya yurtdışında para talebinin artış göstermesi olarak görülmektedir. Bu açıklar ülke döviz rezervlerini ya da borçlanma kapasitesini tüketene kadar geçici bir süre finanse edilebilir (Aksu, 2007: 12). Ödemeler bilançosundaki açıkların giderilmesinde ülkedeki döviz rezervlerinin yeterli olmaması durumunda ise dengesizlik para politikalarıyla giderilebilir. Fiyat ve ücretlerin aşağı doğru esnek olmadığı durumlarda ise hükümet müdahalesi ile ortaya çıkan devalüasyon ve dış ticarete uygulanan doğrudan önlemler, daha az sosyal özveriye ya da geçici işsizliğe neden olması bakımından deflasyona tercih edilmektedir . Parasalcı mekanizmanın otomatik ve denkleştirici unsurunu bir arada taşıması da burada ortaya çıkmaktadır. Hükümet müdahalesi, durumu denkleştirici hale getirmektedir. Devalüasyon uzun dönemde reel ekonomik değişkenler üzerinde bir etki meydana getirmemekte ve dolayısı ile başta yarattığı etki geçici nitelik taşımaktadır. Devalüasyon para piyasasında geçici bir stok 154 dengesizlik oluşturmakta ve yalnızca para piyasasında denge yeniden sağlanıncaya kadar süren bir fazla ya da açık yaratabilmektedir. Yeterli süre sağlandığı takdirde sabit döviz kuru altında bütün dışsal dengesizlikler nakit akımı yoluyla kendi kendini düzeltebildiğinden, parasal yaklaşım taraftarları döviz kuru değişmelerini gereksiz görmektedirler (Aksu, 2007: 13). 3.8.2. Denkleştirme Politikaları Bu politikalar otomatik denkleştirme mekanizmaları kendiliğinden ortaya çıkmayıp hükümetin müdahalesi ile gerçekleştirilen politikalardır. Genel itibariyle harcama değiştirici politikalar, harcama kaydırıcı politikalar, devalüasyon ve döviz gelirlerini arttırmaya yönelik politikalar olmak üzere dört başlık altında incelenir. 3.8.2.1. Harcama Değiştirici Politikalar Bu politikalardaki amaç, harcamaların toplam hacmini daraltıp genişleterek dış dengenin sağlanmasıdır. Yani toplam harcamaları dış açık durumunda kısma, dış fazla durumunda ise genişletme uygulamaları ile dengeye getirme politikalarıdır. Bu konuda hükümetler para ve maliye politikalarından yararlanmaktadırlar (Seyidoğlu, 2003b: 470). 3.8.2.1.1. Para Politikası Para politikası araçları, Merkez Bankası' nın uyguladığı açık piyasa işlemleri ile bankaların kredi karşılıkları ve reeskont oranlarından oluşmaktadır. Bir dış açık durumunda Merkez Bankası' nın bu araçlar yoluyla uyguladığı politikalar şu şekilde sıralanır; - Öncelikle bankaların mevduat fonlarına dayanarak açacakları kredilerde ellerinde tutmaları gereken oranı yani karşılık oranını arttırır ve dolayısı ile kredi hacmini daraltır. - Ardından ticari bankaların ellerindeki senetleri yeniden iskonto ettirmelerinde uygulanan faiz oranı olan reeskont oranı arttırılarak bankaların kredi vermede kullanacakları fon miktarını daraltır. 155 - Açık piyasa işlemleri (open market operations) diye bilinen uygulamalar ile Merkez Bankası doğrudan sermaye piyasasına girerek hazine bonosu ve devlet tahvili satar ve kişi ve şirketlerin ellerindeki nakit fonları azaltır. - Bu durumda bankalarda tutulan mevduat hesapları azalacağından kredi mekanizması tersine işleyerek para arzını birkaç kat daraltır. - Para arzının daralması faiz oranlarını yükseltir ve bu da ödünç alınabilecek fonları azaltarak yatırımları ve harcama akımlarını daraltır. - Toplam harcamalardaki düşme ise milli gelir ve çalışma düzeyini düşürür ve bu da bir yandan ithalatın azalmasına, diğer yandan da iç tüketimin azalması nedeniyle üretimden ihracata daha fazla pay ayrılmasına neden olur. Bütün bu işleyen uygulamaların sonucu olarak ülkenin dış ticaret bilançosundaki açığın giderilmesine katkı sağlanmış olur. Dış ödeme fazlası durumunda ise açık durumunda uygulanan işlemlerin tam aksi bir politika sıralaması izlenir (Seyidoğlu, 2003b: 472). 3.8.2.1.2. Maliye Politikası Maliye politikasının araçları vergi gelirleri ile kamu harcamalarıdır. Bir dış ödeme açığı durumunda hükümet, vergileri artırıp harcamaları kısarak “bütçe fazlası” oluşturur. Toplam harcamaların bu şekilde daraltılması da milli gelir ve çalışma düzeyini düşürür. Bu da ithalatı azaltıp ihracata ayrılan payı arttırarak dış ticaret bilançosunu iyileştirici etkide bulunur. Bir dış ödeme fazlası durumunda ise tam tersi politikalar izlenerek denge sağlanmaya çalışılır (Seyidoğlu, 2007b: 473). 3.8.2.2. Harcama Kaydırıcı Politikalar Sabit kur rejimlerinde harcama değiştirici politikalarla birlikte dış dengeyi sağlama politikalarından birisidir. Bu politikalar dış ticaret kısıtlamaları, döviz kontrolü ve kur ayarlamalarından oluşmaktadır. Bu politikalar toplam harcamaların hacmini etkilemeye değil, bunların yerli ve yabancı mallar arasında dağılımını değiştirmeye yöneliktir. Bir dış ticaret açığı veren ülkede ithalat giderleri ihracat giderlerini aşmaktadır. Bu durumda izlenecek harcama kaydırıcı politikaların amacı, toplam harcamaları yabancı mallardan yerli mallara doğru kaydırmak, böylece ithalat 156 giderlerini kısmak ve ihracata daha fazla mal ve hizmet ayrılmasına olanak vermektedir. Tersine, bir ödemeler bilançosu fazlası durumunda harcamaları yerli mallardan yabancı mallara doğru kaydırıcı politikalar uygulanır (Berber, 2007: 61). Dış ticaret kısıtlamaları: Hükümetlerin ithalatı kısıtlamak için koydukları gümrük tarifeleri, ithal kotaları ve yasaklamalar gibi önlemleri kapsar. Tarifelendirmede dış ticarette, ülkeye gelir sağlamak amacıyla veya yerli endüstriye yabancı mallara karşı iç piyasada rekabet üstünlüğü kazandırmak amacıyla, ithalatın belirli oranlarda vergilendirilmesi durumu söz konusudur. Kota sisteminde ise gelir temini amacı olmayıp, önceden belirlenen esaslar çerçevesinde ülkeye mal akışının kısıtlanması söz konusudur. Bunlar yabancı mal ve hizmetlerin ülkeye girişini caydırıcı veya tümden önleyici etki yaparak döviz giderlerini azaltır ve böylece de dış ticaret açığının giderilmesine katkıda bulunurlar. Temelde bu önlemler açıkları tedavi etmekten çok baskı altına almaya yararlar (Seyidoğlu, 2003b: 474). Döviz kontrolünde dışarıya yapılacak ödeme akımlarının hükümetler tarafından değişik şekillerde engellenmesi söz konusudur. Döviz kontrolünün en çok uygulandığı alan yurt dışına sermaye ihracıdır. Hükümetler, karşılaşılan dış ödeme açığının şiddetine göre, sermaye ihracı üzerine değişen ölçülerde kısıtlamalar koyarlar. Ayrıca belirli mal ve hizmetlerin ithali için tahsis edilen döviz miktarı da sınırlandırılabilir. Bu uygulamalardaki amaç, ülkenin toplam döviz giderlerinin kısılarak dış açığın azaltılması veya tamamen giderilmesidir (Seyidoğlu, 2003b: 474). Kur ayarlamaları ise (exchange rate adjustments) sabit veya istikrarlı kur rejiminde uygulanabilir. Böyle bir sistemde ülkenin ulusal parası dolar veya euro gibi yabancı bir paraya, ya da SDR veya özel olarak oluşturulan bir yabancı paralar sepetine bağlanmıştır. Hükümetler döviz piyasalarına yaptıkları müdahalelerle kurları belirlenen sabit veya istikrarlı düzeylerde, daha yaygın uygulama şekliyle öngörülen alt ve üst sınırlar arasında sürdürmeye çalışırlar (Seyidoğlu, 2003b: 474). 3.8.2.3. Devalüasyon Devalüasyon, sabit kur sisteminde dış ticaret açıklarından kaynaklanan cari işlemler açıklarıyla karşılaşan ülkelerde, bu açıkları ortadan kaldırmak için kullanılan 157 en önemli politika araçlarından biridir. Sabit kur sistemi dışında, kurları piyasaya bırakılmış ama piyasaya yoğun müdahaleler ile piyasa kurunu denge değerinin sürekli olarak altında tutan ülkeler de karşılaşılan bir politika türüdür. Ülkeler devalüasyon uygulamasıyla birlikte bir taraftan ulusal paralarındaki aşırı değerlenmeyi ortadan kaldırarak uluslar arası rekabet güçlerini ve ihracat gelirlerini arttırmayı, diğer taraftan da ithal ikamesi malların yurt içi üretimini gerçekleştirerek ya da arttırarak ithalat harcamalarını kısmayı amaçlamaktadırlar (Börke Tunalı, 2007: 92). Devalüasyon, ulusal paranın yabancı paralar karsısında değerinin düşmesi yanında aynı zamanda döviz kurunun yükseltilmesi anlamını taşır. Devalüasyon, enflasyon nedeniyle oluşan iç ve dış fiyat seviyesi farkını ve dolayısıyla ödemeler dengesi açığını kapatmakta ve dış ticaret politikasının bir aracı olarak ihracatı arttırmak ve ithalatı kısmak için kullanılır. Hükümetleri devalüasyon yapmaya iten bir diğer önemli neden ise enflasyondur. Enflasyon fiyatlar genel seviyesinin aşırı bir şekilde artması, yerli ürünlerin pahalılaşması demektir. Bu durumda döviz kuru sabit tutulursa ihraç malları pahalılaşacak ve ihracat azalacak, ithal malları ise ucuzlayacak ve ithalat artacaktır. Bu durumda ödemeler bilançosu açığı da büyücektir. Devalüasyon bu etkileri ortadan kaldırmak için kullanılan önemli bir politika olmuştur (Alkan, 2007: 45). 3.8.2.3.1. Devalüasyon ve Esneklikler Yaklaşımı Sermaye akımlarını dikkate almadan devalüasyonun dış ticaret akımları üzerindeki etkilerini inceleyen bu akım, devalüasyonun etkilerini incelemeye yönelik geliştirilen en eski yöntemdir (Seyidoğlu, 2003b: 476). Ürün fiyatları ve döviz kurundaki değişmeler ile ithalat ve ihracattaki değişmeler arasındaki ilişki, öne sürülen yaklaşımın ilk adımıdır. Bu yaklaşımın ikinci adımında fiyatlarda ve döviz kurundaki değişmelerin ihracat ve ithalatı ne oranda etkileyeceği önemlidir. Bunun içinde ithal ve ihraç mallarının talep ve arz esnekliklerini bilmek gerekir. Fiyat düşüşleri, ne şekilde ortaya çıkarsa çıkmış olsun, söz konusu mal ihracatının artabilmesi için ithal talep esnekliği ile ihraç talep esnekliğinin 1’den büyük olması gerekir. Buna göre de ticaret dengesinin göreli 158 fiyatlara ve esnekliklere bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple fiyat değiştirmek, ticaret dengesindeki açığı gidermek için kullanılacak politik araç olacaktır. İhraç mallarının dış talep esnekliği ile ithal mallarının iç talep esneklikleri toplamının birden büyük olmasını gerektiren Marshall- Lerner Koşuluna bağlı olan bu yaklaşımda devalüasyonun olumlu etkileri, ihracat gelirlerini arttırıp, ithalat giderlerini azaltması yani dış ticaret dengesinin iyileştirmesiyle ortaya çıkar. Yani devalüasyonun olumlu etkileri talep esnekliklerinin değerine bağlıdır. Devalüasyondan beklenen döviz kazancının büyüklüğü, esnekliklerin toplamının 1’den büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Esneklikler toplamının 1'den küçük olması durumunda ise ülke devalüasyondan olumsuz etkilenebilir. Devalüasyonun olumlu etkileri olsa da, devalüasyon yapan ülke bunun olumlu sonuçlarını hemen göremez. Daha önce esneklikler yaklaşımında da ayrıntılı açıklandığı üzere devalüasyonun ilk dönemlerinde devalüasyon yapan ülkenin ödemeler bilançosu, beklediği döviz artışı yerine aynı dönemde döviz kaybına uğraması sebebiyle daha da bozulacaktır. Devalüasyonun ekonomiler üzerinde genelde önce olumsuz daha sonra olumlu etkileri olduğunu ve buna J harfine benzediğinden dolayı “ J eğrisi etkisi” denildiğini yine esneklikler yaklaşımında ayrıntılı incelemiştik (Alkan, 2007: 38-39). - İhraç malları dış talep esnekliğinin 1'den büyük olması, - Devalüasyonun talebi uyarıcı etkisini karşılayabilmek için ihraç malları arz esnekliğinin de yüksek olması, - İthal malların arz esnekliğinin yüksek olması (büyük ülke varsayımında) - Devalüasyon sonrası iç fiyatların sabit tutulması - Yerleşik piyasalar ve tüketici alışkanlıkları, - Spekülasyon ve gizlilik, - İç ve dış enflasyon oranları farkından daha yüksek oranlarda devalüasyon yapılması, devalüasyonun esneklikler yaklaşımındaki başarı koşullarını oluşturmaktadır (Seyidoğlu, 2003b: 484). 159 3.8.2.3.2. Devalüasyon ve Massetme Yaklaşımı Esneklikler yaklaşımındaki eksiklikleri gidermek için ortaya atılmış olan Massetme Yaklaşımı, döviz kurundaki değişmelerin ihracat ve ithalat üzerindeki etkilerinin ekonomideki diğer büyüklükler üzerindeki etkilerinin de göz önüne bulundurarak ele alınmasını vurgulamaktadır ve devalüasyonun dış dengeyi sağlayıcı etkisini milli gelir üzerinde yaptığı değişmeler yoluyla açıklamaktadır. Massetme yaklaşımı döviz açığının bulunduğu durumlarda ödemeler dengesini sağlayabilmek için üç öneride bulunur. Bunlar; - Harcamaları azaltıcı politikalar; bu politikalara göre amaç (C+I+G)’nin sayısal değerini azaltacak her türlü sınırlama ve kontrollerin uygulanmasıdır. - Üretimi, harcamalardan daha hızlı arttırarak gelirleri arttırıcı politikalar; bu politikalar ise bir bakıma harcama kaydırıcı politikalardır. Bu politikada da amaç yabancı ürünlere yönelmiş harcamaların ulusal ürünlere yönelmesini sağlamak ve bu şekilde üretim artısını sağlamaktır. - Her iki önerinin karışımı şeklinde oluşan politikalardır. Massetme yaklaşımına göre, eğer ülkede tam istihdam geçerli ise, devalüasyon yetersiz kalacaktır, bu durumda daraltıcı politikalar uygulanmalıdır (Alkan, 2007: 43). Devalüasyonun massetme ve ödemeler dengesi üzerine etkileri şu şekilde sıralanabilir: a) İthalata Etkisi: Devalüasyonun ulusal para cinsinden ülkeye ithal edilen malların fiyatlarını yükselterek yurtiçi talepleri azaltması sonucunda ülkede döviz giderlerinde azalma meydana gelmektedir. “Döviz tasarrufu sağlayıcı etki” olarak adlandırılan bu durumda, belli bir orandaki devalüasyonun ne ölçüde döviz tasarrufu sağlayacağı ithal mallarında meydana gelen fiyat artışlarının halkın bu malların talebini hangi oranlarda kısacağına, yani ithal mallarının yurtiçi talep elastikiyetine bağlıdır (Salvatore, 1995: 45). b) İhracata Etkisi: “Döviz kazandırıcı etki” olarak adlandırılan bu etkide, devalüasyonun ihraç edilen malların fiyatlarını yabancı para cinsinden ucuzlatarak 160 ihraç mallarının yurtdışı talebini arttırması, ülkenin döviz gelirlerinde artma meydana getirir. Bu durumun gerçekleşmesinde, belli bir oranda devalüasyonun ne ölçüde döviz kazandıracağı ihraç edilen malların yurtdışı talep elastikiyetine bağlıdır (Sodersten, 1984: 71). c) Pigou Etkisi: Bu etki, fiyatlarda meydana gelen düşme sonucu reel servette ortaya çıkan artısın tüketim harcamaları üzerindeki etkisidir. Fiyatların düşüp servetlerin artmasıyla ortaya çıkan bu tasarruf azaltıcı veya toplam harcamaları artırıcı etkiye "reel balans etkisi" ya da "Pigou etkisi" denir. Pigou etkisine göre devalüasyon sonrası şirketler işlem güdüsüyle kasalarındaki para miktarını arttırmaya çalışırlar. Bu para da harcamaların bir miktar azalmasına neden olur. Kasada tutulan paranın miktarı ne kadar çoksa harcamalar da o kadar azalacak ve devalüasyon o kadar başarılı olacaktır (Alkan, 2007: 44). d) Gelir Dağılımı Etkisi: Ülkede devalüasyon olması durumunda fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi, ücret ve maaşlı, sabit gelirlilerin aleyhine olarak gelir dağılımını etkileyecektir. Böylece marjinal emme meyli azalma gösterecektir. Çünkü, gelir düzeyi yüksek olan gruplardan, düşük olan gruplara kayma olacağından dış denge olumsuz etkilenecektir (Alkan, 2007: 44). e) Dış Ticaret Hadleri Etkisi: Ticaret hadleri, ihracat fiyatının ithalat fiyatına oranıdır ve devalüasyon sonucu ihraç edilen malların döviz cinsinden değeri düşünce dış ticaret haddi ülke aleyhine değişecektir. Ülke artık aynı miktarda döviz elde etmek için daha fazla mal satmak zorundadır. Dünya ticaretinde payları fazla olmayan küçük ülkeler bu durumdan yararlanarak ihracatlarını arttırabilirler (Alkan, 2007: 44). 3.8.2.3.3. Devalüasyon ve Parasalcı Yaklaşım Parasalcılara göre devalüasyon, ülke içinde malların fiyatını yükselterek para talebini arttırır. Bu talep iç emisyonla karşılanmazsa bireyler yurt dışına mal ve hizmet ihraç edip ya da ellerindeki yabancı tahvilleri satarak döviz etmekle beraber yurtdışından ülkeye döviz fonlarının girmesi ve Merkez Bankası' nın bunlara dayanarak emisyon hacmini arttırmasıyla para talebi karşılanmış (para arz ve talep dengesi eşitlenmiş) ve ödemeler dengesi sağlanmış olur. Kısaca daha önce de 161 değinilmiş olan paracı görüşe göre dış dengenin sağlanması para arz ve talebi arasındaki dengesizliğin giderilmesinin bir sonucudur (Saatcioğlu, t.y.b: 2). 3.8.2.4. Döviz Gelirlerini Arttırmaya Yönelik Politikalar Harcama-kaydırıcı ve harcama-değiştirici politikalar genelde ithalat giderlerini etkileyerek dış dengenin sağlanmasına dayanır. Ancak dış açık içinde bulunan ülkeler bakımından dengeyi sağlamanın diğer bir yolu da mal ve hizmet ihracı ile yabancı sermaye girişlerini kapsayan döviz kazandırıcı işlemlerin özendirilmesidir. Çoğu ülkelerde dış gelirler içinde en önemli yeri ihracat tutmakta olduğundan, ihracatın özendirilmesine özel bir önem verilir. İhracata özendirmede ülkeden ülkeye değişmekle birlikte genellikle, kısa dönemde, sübvansiyonlar, vergi muafiyetleri, vergi indirimleri, düşük faizli krediler gibi politikalar izlenirken uzun dönemde ülke üretim kapasitesini genişletilmesine yönelik politikalar yer almaktadır (Seyidoğlu, 2007b: 487). 3.9. PARA POLİTİKALARI VE ÖDEMELER BİLANÇOSU ÜZERİNE ETKİLERİ Para politikaları, ödemeler bilançosu dengesizlik durumunda harcama değiştirici olarak uygulanabilecek politikalardır. Bu politikalar ödemeler bilançosu dengesizliği durumunda denkleştirici harcama değiştirici politikalar kısmında da ele alınmış olup, nihai amaçları fiyat istikrarı, tam istihdam, ekonomik büyüme, mali piyasa istikrarı, faiz oranlarında istikrar, döviz kurlarında istikrar ve ödemeler bilançosu dengesi olarak belirtilebilir. Para politikaları araçları; açık piyasa işlemleri, zorunlu karşılık oranları, faiz oranları, disponibilite oranı ve reeskont oranından oluşmaktadır. Para politikalarının ödemeler bilançosu dengesindeki amacı ekonomik dengesinin sağlanmasından ziyade, onun iyileştirilmesidir. Para politikasının bu dengeyi sağlamadaki katkısı kesin değildir. Bu nedene para politikalarının ödemeler bilançosu dengesine yönelik amacını ödemeler bilançosu iyileştirilmesi olarak değerlendirebiliriz. Genel itibariyle ele alacak olursak para arzındaki bir genişleme faiz oranlarını düşürücü bir etki doğurur. Bu durum ülkeden sermaye çıkışını teşvik eder. Tersi durumda ise sıkı bir para politikası söz konusu olur, bu 162 da, faizleri yükseltecek ve ülkeye yabancı sermaye girişini arttıracaktır. Bu şekilde izlenilen para politikaları ile ödemeler bilançosu iyileştirilmeye çalışılmaktadır. Para politikasının ödemeler bilançosu dengesini sağlayıp sağlayamayacağı noktası önemlidir. Bu dengenin sağlanması incelenirken, kabul edilen döviz kuru sitemiyle birlikte ele alınması zorunludur. Eğer sabit döviz kuru sisteminde para politikası ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasını destekleyebiliyorsa sorun yoktur. Bu sağlanmadığında, dengeyi sağlamak için esnek döviz kuru sistemi önerilmektedir. Esnek döviz kuru sisteminde yabancı paraların değeri dalgalanmaya bırakılır. Paranın fiyatındaki değişmeler ödemeler bilançosu dengesi sağlanmaya çalışılır. Ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasında bir diğer yolda döviz kontrollerine gidilmesidir. Yani hükümetin getirdiği düzenlemelerle dış ödemeler sınırlı tutulmakta ve bu yolla denge oluşturulmaktadır. (www.biraz.tk/bankacilik/para-politikasinin-amaclari, 2012). Para politikalarını uygulamada en önemli etkenlerden biri kur sistemi olarak görülmektedir. Bu nedenle esnek ve sabit kur sistemlerinde uygulanabilecek para politikaları ve dayanakları aşağıda açıklanmaya çalışılmıştır. 3.9.1. Esnek Kur Rejimleri ve Para Politikası Döviz piyasasına herhangi bir resmi müdahale olmaması durumunda, döviz kurunun serbestçe arz ve talep koşullarına göre belirlenmesine serbest kur denilmektedir ve bu kurun belirlenmesinde devlet müdahalesi yoktur. (http://www.ekodialog.com/uluslararasi_ekonomi/doviz-kuru-sistemleri.html). Esnek kur sistemini benimsemiş, sermayenin hareket serbestisine sahip olduğu ekonomilerde, merkez bankalarının kurlar ve ödemeler dengesi ile ilgili bir sorumluluğunun bulunmadığı, ödemeler bilançosunda meydana gelen dengesizliklerin otomatik olarak dengeye geleceği ileri sürülmektedir. Cari işlemler dengesinde meydana gelebilecek bir açık, ülke faiz oranı dış piyasalara göre yüksek ise sermaye girişleri ile dengelenebilmektedir. Merkez bankaları faiz oranlarını stabil tutmak gibi bir gayret içine girmedikleri için kendisine plasman alanı arayan sermaye piyasadaki mevcut tahvillere yönelerek mevcut tahvillerin fiyatını arttırırken, piyasa faiz oranlarının da düşmesine neden olacaktır. 163 Bu süreç iç ve dış faiz oranları dengeleninceye değin gözlemlenecektir. Sonuçta da sermaye giriş çıkışlarının son bulacağı veya dengeli bir seyir izleyeceği öngörülmektedir. Bu durumda, esnek kur sistemi varsayımı altında ödemeler bilançosunun dengeye gelmesi iç ve dış faiz oranlarının dengede olması ile sağlanmaktadır. İç piyasada faiz oranları dış piyasalara göre yüksekse sermaye girişleri ülke parasının değerini arttırarak ihracatı negatif etkilemekte ve ödemeler dengesinde açığa neden olmaktadır. İç ve dış faizlerin örtüşmesi ödemeler dengesinde açık veya fazla verilmemesinin şartı olarak görülmektedir. 3.9.2. Sabit Kur Rejimi ve Para Politikası Kurların sabit olduğu, sermaye hareketlerinin serbest olduğu ortamda, para politikası üzerinde etkisini kaybedeceği varsayılan Merkez Bankası, faiz oranlarını yükseltmek üzere para miktarını daraltacaktır. Bu varsayımdan hareketle dış ülkelerde gerçekleşen cari faiz oranlarına ulaşılana değin ülkeye sermaye girişi beklenmektedir. Ülkede para arzı, ödemeler dengesine bağlı olarak gelişmekte ödemeler dengesinde görülen fazla veya açık para arzını daraltıp genişletmektedir. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu, sabit kur politikası benimsenen ekonomilerde döviz giriş çıkışlarından doğan fazla veya açığın giderilmesinde ekonomi yönetimlerine para arzını piyasanın ihtiyaçlarına göre ayarlamaları tavsiye edilmektedir. Çünkü sabit kur rejimlerinde para miktarına yönelik politika uygulamak mümkün görülmemektedir. Para arzının piyasanın istekleri doğrultusunda hareketi para arzının endojenliğini doğurmaktadır. Sabit ve istikrarlı bir kur sistemi benimsendiğinde dış ödeme açığı durumunda kurlardaki yükselmeyi önlemek üzere Merkez Bankası piyasaya döviz satacak ve karşılığında ulusal para çekecektir. Bu durum parasal tabanın küçülmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla çoğaltan katsayısı ölçüsünde para arzının daralması söz konusudur. Genel itibari ile bakacak olursak para politikalarının esnek kur sisteminde daha etkili olduğu, sabit kur sisteminde ise maliye politikalarının daha etkili olduğu gözlemektedir. 164 Para politikaları dengeyi sağlama da tek başına yetersiz kaldığında maliye politikalarına da başvurulabilmektedir. Her ikisinin yaratacağı etkiler ile denge sağlanmaya ve sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ancak etkileri bakımından ele alındıklarında maliye politikalarının iç dengeyi sağlamada, para politikalarının ise faiz oranlarını değiştirerek sermaye giriş ve çıkışlarını etkilemede daha büyük role sahip olmasından dolayı, dış dengeyi sağlamada daha başarılı oldukları söylenebilir. Ülkelerin dış açık ve fazla vermeleri durumunda uygulayacakları para politikaları harcama değiştirici politikalarda ayrıntılı incelenmiş olup, kısaca aşağıdaki gibi sıralanmaktadır. Bir dış açık durumunda Merkez Bankası' nın para politikası araçları yoluyla uyguladığı politikalar şu şekildedir; - İlk olarak bankaların karşılık oranlarını arttırarak kredi hacmini daraltır. - Ardından reeskont oranlarını arttırarak bankaların kredi vermede kullanacakları fon miktarını daraltır. - Açık piyasa işlemleri (open market operations) diye bilinen uygulamalar ile Merkez Bankası doğrudan sermaye piyasasına girerek hazine bonosu ve devlet tahvili satar ve kişi ve şirketlerin ellerindeki nakit fonları azaltır. - Bu durumda bankalarda tutulan mevduat hesapları azalacağından kredi mekanizması tersine işleyerek para arzını birkaç kat daraltır. - Para arzının daralması faiz oranlarını yükseltir ve bu da ödünç alınabilecek fonları azaltarak yatırımları ve harcama akımlarını daraltır. - Toplam harcamalardaki düşme ise milli gelir ve çalışma düzeyini düşürür ve bu da bir yandan ithalatın azalmasına, diğer yandan da iç tüketimin azalması nedeniyle üretimden ihracata daha fazla pay ayrılmasına neden olur. Bir dış fazla durumunda ise izlenen politikalar tersine işleyerek ödemeler bilançosu dengesine olumlu etkide bulunmaktadır (Seyidoğlu, 2007: 14-15). 165 3.10. BORÇ KAVRAMI VE UNSURLARI Borç, bir kişi ya da kuruluşun ödünç aldığı bazı değerlerin karşılığında diğerine karşı yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülüktür. Bu yükümlülük daha önce alınmış olan belirli bir paranın, anapara, faiz ve öteki ödentileri ile birlikte borcu aldığı kişi, kurum ya da hükümete geri verilmesi şeklinde olur. Yükümlülükler, resmi olarak borç sözleşmesinin yapılarak taraflarca kabul edilmesi yani borçlanmanın gerçekleşmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu durumda borçlanma ise bir kişi, şirket, kurum veya hükümetin diğerlerinden ödünç mali kaynak sağlamasıdır (Kozalı, 2007: 3). Borcun yükümlüsü devlet ise borçlanma, kamu kredisi niteliği taşır. Kamu kredisinin, özel kişilerin ve işletmelerin borçlarından temel farkı borcun devlet garantisi altında olması ve bu garantinin içinde devleti devlet yapan ‘itibarın’ da olmasıdır. Kamunun yükümlülüğü hem hukuki bir yükümlülük hem de hukuki olmayan ama en az onun kadar bağlayıcı olan itibari bir yükümlülüktür (Güçlü Çiçek, 2005: 4). Borçlanma, bir çeşit finansman yöntemi olmakla birlikte konuyu hükümet bazında ele aldığımız zaman, borçlanmanın vergiye alternatif bir yöntem olduğunu ya da vergi ile tam olarak sağlanamayan finansmanın, belirli şartlara dayanan resmi bir sözleşme ile borçlanarak elde edilmesi olarak tanımlanabildiğini görüyoruz. Borçlanma denildiği zaman genellikle para borcu akla gelmekle birlikte borçlanma para borcu ya da hizmet borcu şeklinde olabilir. Ayrıca, borçlanma teminatlı veya teminatsız, faizli ya da faizsiz, kısa ya da uzun vadeli, devredilebilir ya da devredilemez niteliklerde olabilir. Borçlanma, kişi, şirket, banka, sigorta kuruluşu ve öteki mali kuruluşlardan ya da tahvil ihracı yoluyla, doğrudan doğruya tasarruf sahibi halktan yapılabilir. Hükümetler de birbirlerinden, uluslararası mali kuruluşlardan ya da halktan borç sağlayabilirler (A. Aysu, 2007 : 4). Genel itibariyle borçlanma sürelerine bakıldığı zaman ise kısa, orta ve uzun ayrımını görüyoruz. Bu ayrımda aralarında tam olarak kesin sınırlar bulunmasa da 1 yıla kadar olan borçların kısa vadeli, 1-5 yıl arası vadeye dayanan borçların orta vadeli ve 5 yılı aşkın süreli vadesi olan borçların ise uzun vadeli olduğu kabul 166 edilmektedir. Ayrıca süresiz borç sayılabilecek çok uzun vadeli borç sözleşmelerinin de yapıldığı görülmektedir (Akkaya, 2012 : 4-5). 3.11. DIŞ BORÇ KAVRAMI VE UNSURLARI Artan kamu harcamalarının normal kamu gelirleriyle karşılanamaz boyuta gelmesi, borçlanmayı her zaman başvurulabilir bir finansman kaynağı şekline dönüştürmüştür (Kalenderoğlu, 2006: 231). Devletin borçlanması ise iç kaynaklardan ve dış kaynaklardan borçlanma olarak ikiye ayrılmaktadır. Devletin ülke içindeki bireylerden, özel ve mali işletmelerden, ticari bankalarından ve Merkez Bankası' ndan borçlanarak finansman sağlaması iç borçlanmadır. IMF, Dünya bankası, Uluslararası kalkınma birliği gibi uluslararası kuruluşlardan finansman sağlaması ise dış borçlanmadır. Dış borç; bir ekonomide yerleşik olanların yerleşik olmayanlara gelecekte bir zamanda anapara ve/veya faiz ödemesini gerektiren, alındıklarında ya da geri ödendiklerinde ulusal gelir üzerine etkide bulunan uluslararası ilişkiler sonucu doğan gayri safi finansal yükümlülükler toplamıdır (World Bank, 2005: 85). Tanımda ‘gayrisafi’ ibaresinin kullanılmasındaki amaç, gayrisafi borcun, borç servisi ile direkt ilişkili bir büyüklük olmasındandır. Gayri safi dış borçtan kastedilen, o ülkenin söz konusu dönem itibariyle stok borçlarından dış alacaklarının mahsup edilmeden kayıtlara alınmasıdır. Aksi taktirde alacakların vadeleri ile borçların vadelerinin farklı olması nedeniyle ülkeler arasında yapılacak borç ödeme gücü karşılaştırmalarında tutarsızlıklara neden olabilir (Güçlü Çiçek, 2005: 12-13). Başka bir şekilde tanımlayacak olursak, dış borçlar, bir ülkenin belirli bir süre sonunda anapara ve faizi ile geri ödenmek şartıyla yabancı ülkelerden sağladıkları kaynaklardır. Bu borçlar alındıkları zaman ülkeye yabancı kaynak girişine yol açtığı için ekonomi üzerinde olumlu etki yaratacak, buna karşılık anapara ve faiz ödemeleri yapıldığı zaman dışarıya kaynak transferi söz konusu olacağından olumsuz etkiye neden olacaktır (A. Aysu, 2007: 5). Yabancı piyasalardan edindiğimiz borçları yabancı para değeri üzerinden karşılarız. Elbette borcu hangi ülkenin para cinsinden alıyorsak o ülkenin para cinsinden ödememiz gerekmekte bu da ihracat fazlası yaratarak 167 gerçekleştirilebilmektedir. Bu anlamda dış borç (uluslararası borç) ertelenmiş uluslararası ticaret anlamına gelmektedir (O. Aktan, 1985: 53). 3.12. DIŞ YARDIM NEDİR? Dış borç ve dış yardım terimleri birbirleriyle fazlasıyla karıştırılmasına ve yakın iki kavram olmalarına rağmen farklı noktaları bulunmaktadır. Ülke finansman ihtiyacını karşılamak için dış ülkelerden kaynak aktarımı yapabilir. Bu durum kaynak ihraç eden ve kaynak ithal eden ülkeler arasında alınan kaynağın niteliğine, miktarına, geri ödenecek ise vadesine, bu arada faiz işleyecek ise uygulanacak olan faiz oranına ve kaynak aktarımı ile ilgili diğer önemli detaylara yönelik bir sözleşme yapılmasını gerekli kılar. İşte bu sözleşme şartları borç ve yardım ayrımını ortaya koyan en önemli unsurdur. Sözleşmelerde, ülkeler arası kaynak aktarımında alınacak olan kaynağın karşılığında ödenecek faiz oranı belirlenir. Bu faiz oranı bazen yüksek, bazen çok düşük bazen de hiç olmayabilir. Bu kaynağın geri ödeme zamanı yani vadesi de sözleşmede belirlenen unsurlardandır. Geri ödeme zamanı konusunda da vade bazen uzun, bazen kısa, bazen ise geri ödeme söz konusu olmayabilir. Bu durumda aslında borç olarak alınan para ve kaynakların da bir tür yardım olduğu açıktır. O halde dış yardım kavramı dış borç kavramını kapsayan daha geniş bir anlam ifade etmektedir (Erdem vd., 1998: 234). Genel bir tarif yapılacak olursa dış yardım; gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmalarına yardımcı olmak için gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerine, kamu veya özel kuruluşlarına, iki taraflı veya çok taraflı anlaşmalar uyarınca, genellikle uzun vadeli olarak, karşılıksız ya da gerçek maliyet değerinin altında sağlanan kaynaklardır (Özbek, 2007: 4). Dış yardım kavramı dar anlamda ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde gruplandırılarak tanımlanır. Bu tanımlamalar doğrultusunda dar anlamda dış yardım, genellikle gelişmekte olan ülkelere verilen bağışlar ya da kredi koşullarından daha uygun koşullarda sağlanan krediler olarak ifade edilirken, geniş anlamda dış yardım ise genellikle gelişmiş ülkelerin ya da uluslararası kuruluşların gelişmekte olan ülkelere savunmalarını, ekonomik ve ya sosyal kalkınmalarını desteklemek amacı ile 168 sağladıkları başta her çeşit sermaye akımları olmak üzere tüm kolaylıklar şeklinde ifade edilmektedir (Yücesan, 2011: 4-5). Gelişmiş bir ülkenin hükümetinin doğrudan az gelişmiş bir ülkenin hükümetine yaptığı yardım iki-yanlı yardım biçimidir. Yardımı veren ülkenin ürettiği malların alımı koşuluna bağlanan yardım bağlı yardım, bu koşula bağlı olmayan yardım ise serbest yardım olarak tanımlanır. Belirli bir projenin finansmanına yönelik yardım biçimine proje yardımı ve bir projeye bağlı olmaksızın genel amaçlı bir program yürütülmesi için verilen yardımlara genel amaçlı yardım ya da program yardımı denir. Parasal yardıma finansal yardım, gıda yardımı ya da teknik yardım gibi yardımlara ise ayni yardım denir (İşgüden ve Turanlı, 1992: 75). Dış yardım, alım gücü olmayan ülkelere yapıldığında ekonomiye talep arttırıcı bir etki yapacaktır. Bu da ülke ekonomisinin canlanmasını ve dolaylı da olsa ithalatın artmasını sağlayacaktır. Bu durumda aslında yardım veren ülke ya da ülkeler, yardımlarının karşılığını doğrudan borç durumunda olduğu gibi bir geri ödeme ile alamasalar da, alım gücü artan ülkelere ihraç kapıları açılmış olacaktır. Yani yardım veren ülkelere yeni pazarlar oluşacaktır. Bu da yardımın, en az yardım alan ülkelere olduğu kadar ihraç veren ülkelerin de lehine bir durum olduğunu göstermektedir. 3.13. DIŞ BORÇ - DIŞ YARDIM AYRIMI Dış borç ve dış yardım tanımlarının her ikisinde de ülkeye bir dış kaynak transferinin söz konusu olduğu görülmektedir. Ancak, bu kaynaklar arasında; sağlandığı yerler, ödeme koşulları vb. konularda farklar mevcuttur (Özbek, 2007: 5). Dış borç ve dış yardım her ne kadar birbirleri ile karıştırılsa da bu iki kavramı birbirinden ayıran temel farkları bulunmaktadır. Bu farkların başında kullanım serbestileri gelmektedir. Dış borçlar borcu alan ülke hükümeti tarafından ülke içinde istenildiği gibi özel sektöre ya da kamuya tahsis edilerek kullanılabilir. Ancak dış yardımlarda bu serbestlik dış borçlarda olduğu kadar söz konusu değildir. Dış yardımı yapan ülkeye belirli oranda ithalat yükümlülüğü gibi belirli harcama alanları vardır. 169 Dış borçlar ne koşullarda verilirse verilsin ödenmek zorundadır. Dış yardımlarda ise her zaman geri ödeme gibi bir zorunluluk yoktur. Çünkü, hibe şeklinde verilen yardımlarda geri ödeme yapılmazken kredi şeklinde verilen yardımlarda geri ödeme yapılmaktadır. Dış yardımlar ülkelerden veya resmi kuruluşlardan sağlanırken dış borçlar ülkeler ve resmi kurumların yanı sıra özel piyasalardan da sağlanabilmektedir (Kozalı, 2007: 4). Dış borçların verilişinde borç verilen ülkenin kalkınması temel alınmazken resmi kalkınma yardımlarında, yardım verilecek ülkede ekonomik kalkınma ve refahın arttırılması temel alınmaktadır (Seiber, 1982: 53). Günümüzde her dış borcun bir dış yardım olduğu ve dış yardımların da büyük ölçüde dış krediler şeklinde olduğu söylenebilir (Eker, 2004: 284). Eker ve diğer yazarlara göre dış borçlar dış yardımlar içerisinde bulunan bir kavramdır. Bu sebeple her dış borcun bir dış yardım olduğu genellemesi yapılabilmektedir (Yücesan, 2011: 5). Bu tanımlamaların ardından son olarak da Dış Borç Servisi'ne değinmekte fayda vardır. Dış borç servisi ise bir ülkenin bir yıl içerisinde anapara ve faiz şeklindeki toplam dış borç ödemeleridir. Bu oran, dış borç yükü ve çok borçluluğu ölçmek amaçlı olarak kullanılır (Özbek, 2007: 5). Dış Borç Servisi ( external debt service), anapara (principals) + faiz (interests) ödemelerinden meydana gelir, ülkelerin borçluluk (indebtedness) göstergeleri dış borç servisine göre ölçülür (Avramovic and Ravi, 1958: 18- 22). Bir ülkenin borç servisi kapasitesi, aynı zamanda o ülkenin kredi değerliliğinin (credit – worthiness) ölçülmesinde kullanılmaktadır (Feder and Just, 1967: 20). 3.14. GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİ DIŞ BORÇLANMAYA YÖNELTEN NEDENLER Dünya ülkeleri arasındaki gelişmişlik farkı, kaynakların ülkeler arasında dengesiz dağılımı ve gelişen uluslararası ilişkiler nedeniyle ülkelerin iç kaynakları ekonomik kalkınmanın finansmanında yetersiz kalmıştır. Yurtiçi kaynakların yetersiz olması nedeniyle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyümenin hızlandırılması 170 için gerekli olan yatırımlar dış borçlarla finanse edilmiştir. Dış borçlanma özellikle uzun dönemli ve ülkeye büyük faydalar sağlayacak yatırım projelerinin hayata geçirilmesinde önemlidir. Çünkü üretime yönelik yatırımlar, toplam ve kişi başına düşen reel gelirin büyütülmesinde ve iktisadi kalkınmanın sağlanmasında belkemiği durumundadır (İnce, 1996: 60- 62). Yerli sermaye birikiminin yetersiz olmasından dolayı istenen yatırım ve üretim düzeyinin sağlanamadığı gelişmekte olan ülkeler için dış finansman kaynakları büyük bir önem arz etmekte, bu da başlıca dış yardım, dış borç ve uluslararası sermaye akımı (portföy ve doğrudan yabancı yatırımlar) yoluyla mümkün olmaktadır (K. Karagöz, t.y.: 99). Gelişmiş ülkelerde görülen dış borçlanma yapısal sorunlardan daha çok dönemsel ve geçici sorunlara dayanmaktadır. Bu sorunların da geçici olması ve gelişmekte olan ülkelerdeki gibi yapısal olmamasından dolayı gelişmiş ülkeler, dış borç konusunda daha çok borç veren taraf olarak ortaya çıkmaktadır (A. Aysu, 2007: 9). Gelişmiş ülkelerin borç almalarına neden olan temel sorunlardan biri de, ekonomik dengenin sağlanması ve korunmasıdır. Bu nedenle, hem ürettikleri sanayi mallarını satabilecekleri pazarlara hem de ihtiyaç duydukları hammadde kaynaklarına ulaşabilmek onlar için büyük önem taşır. Dış borç kullanımı bu anlamda çok etkilidir (Özkan, 2006: 30). Gelişmekte olan ülkeler ise dış borçlanma yöntemini, genellikle, ulusal tasarruflarla arzulanan yatırımlar ve ihracat ile ithalat arasındaki açığı gidermek amacıyla kullanırlar (Bangura vd., 2000: 3). Devleti dış borçlanmaya iten sebeplere genel bir çerçeve ile bakacak olursak ikiye ayırabiliriz. Bunlardan birincisi, kamu harcamalarını karşılamak için içeriden yeterli miktarda gelir elde edilebilecek olmasına rağmen, harcamaların mal ithalatını gerektirmesi ve bu gereksinimin ülkenin ödemeler dengesinde açıklara yol açmasıdır. Yani dış borcun genel nedenlerinden biri çeşitli nedenlerden ithalata dayalıdır. Örneğin savaş halinde iken, ithal edilecek savaş malzemelerinin, ülkenin altın ve döviz gelirlerini aşabilecek potansiyelde olması; ülkeyi dışarıdan borçlanmaya 171 mecbur kılabilir. Dış borca yönelten ikinci genel neden ise; ülkenin iç kaynaklarının kamu harcamalarını karşılayamamasıdır. Bu ana sebeplerin haricinde devlet iç ve dış borçlanma arasında bir tercihte bulunarak da dış borçlanmaya yönelebilir (Akkaya, 2012: 13). 3.14.1. İç Tasarrufların Yetersizliği Gelişmekte olan ülkelerin belli bir kalkınma hızını gerçekleştirebilmeleri için belli bir düzeyde yatırım yapmaları gerekmektedir. Ancak söz konusu ülkeler çoğu kez hızlı kalkınma için gerekli olan yatırımlara yetecek yurtiçi kaynaklardan yoksun bulunmaktadırlar. Bu ülkelerde her ne kadar tasarruf artırımı yapılmaya çalışılsa da kişi başına düşen gelir oranından dolayı bu tasarruflar kalkınmayı sağlama için yeterli düzeylere ulaşamamaktadır. İşte dış borçlanma, gelişmekte olan ülkelerin iç kaynaklarına bir ilave oluşturarak, iç tasarruflarla yapılabilecek olandan daha fazla yatırım yapılmasını sağlayarak, “tasarruf açığını” kapatma fonksiyonunu yerine getirir (Özbek, 2007: 34-35). Gelişmekte olan ülkelerde devletin de bireylerin de tasarruf artırımı yaparak yatırım yapabilmeleri için harcamalarının gelirlerinin altında olması gerekir. Ancak ekonomideki nüfus oranının yüksek olması, artan nüfusun ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik harcamaların sürekli hal alması ve bunun finansmanı için halka ve diğer iç kaynaklara yönelinmesi devleti de bireyleri de tasarruf yapmaktan alıkoymaktadır. Bu nedenlerden kaynaklanan düşük seviyedeki iç tasarruflar, planlanan büyüme hızlarını gerçekleştirmekte yetersiz kaldıklarından planlanan tasarruflarla yatırımlar ülke içinde gerçeklesen tasarruflar arasındaki fark bu ekonomilerin iç kaynak açığını ortaya koymaktadır. Bu ülkelerin dış kaynak ihtiyacı, her şeyden önce böyle bir tasarruf açığının varlığından ve kolaylıkla kapatılamamasından doğmaktadır (Zıllıoglu, 1984: 6). 3.14.2. Ödemeler Dengesi ve Dış Borçlanma Bir uluslararası finansman sağlama ve sermaye hareketi olan dış borçlanma, ülkenin ödemeler dengesi ile doğrudan ilgilidir. Belli bir dönemde bir ülkede oturanlarla başka ülkede oturanlar arasında yapılan tüm iktisadi işlemleri sistematik 172 bir biçimde gösteren istatistik tablosuna o ülkenin ödemeler dengesi denilir. Dış borçlanmayı daha iyi inceleyebilmek için ödemeler dengesinin kalemlerine kısaca bakabiliriz (Özbek, 2007: 36). 3.14.2.1. Cari İşlemler Dengesi Ödemeler dengesinde mal, hizmet ve gelir dengesi ile cari transferler toplamı olarak tanımlanan cari işlemler dengesi aynı zamanda ülkenin toplam geliri ile harcamaları arasındaki farka, diğer bir ifade ile toplam tasarruflar ile toplam yatırım harcamaları arasındaki farka eşittir (Togan ve Berument, 2011: 4). Cari işlemler, temelinde ithalat ve ihracata dayanarak bu işlemlere ilişkin tüm gelir ve giderleri içinde barındırdığından ülkedeki ekonomik durumu gösteren en önemli verilerdendir. İthalat ve ihracat sonucu ülke döviz durumu, ülkenin genel makro ve mikro ekonomik yapısı ve faktörlerini yakından ilgilendirir. Gelişmekte olan ülkelerin temel sorunlarından olan ithalata dayalı ihracat yapmaları, bu ülkelerin cari işlem kalemlerinde açıklar oluşmasına neden olmaktadır. Ellerindeki kaynakların üretim ve ihracat için tamamıyla yeterli olmaması ya da ihracat yapabilmeleri için ihtiyaç duydukları ürün, hizmet, hammadde malzeme ve teknik bilgilerin yine çoğunlukla ithalat ile sağlanabiliyor olması, söz konusu ülkeleri ihracattan çok ithalat yapmaya mecbur bırakmaktadır. Bu durumda ise gelişmekte olan ülkeler, ödemeler bilançosu dengesi kalemlerinden cari işlemler dengesinde büyük açıklar vermektedirler. Gelişmekte olan ülkelerde dış ticaret hacmini yeterli ölçüde büyüterek, ihracat arttırılmalı ve tüketim malları ithalatı azaltılarak daha çok yatırım malları ithalatı gerçekleştirilmelidir. Ancak, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda ihracat genel olarak hammadde ve tarımsal ürünlere dayanmaktadır. Bunun yanında, nüfus artış oranının yüksekliği ihracatın istenen ölçüde artmasına engel oluşturmaktadır (Kozalı, 2007: 9). Cari işlemlerde meydana gelen açık, sermaye hareketlerinde fazlalık oluşturularak giderilebilir. Sermaye işlemlerinde fazlalık ise daha fazla dış borçlanma veya özel yabancı sermayenin teşviki ile sağlanabilir. Eğer sermaye 173 işlemlerinde fazlalık sağlanamıyorsa, ülke sahip olduğu uluslararası rezervleri azaltarak cari işlemler açığını kapatabilir (Özbek, 2007: 36). 3.14.2.2. Sermaye İşlemleri Dengesi Ülkenin dış alemle yaptığı her türlü mali sermaye ve dolaysız sermaye yatırımları, ödemeler bilançosunun sermaye hesabı (capital account) bölümüne kaydedilir. Burada hatırlatmak gerekir ki, sermaye hesabına yalnızca sermaye anaparasının giriş ve çıkışları kaydedilir. Faiz veya kar ödemeleri ise sermaye hesabında değil, cari işlemlerin hizmetler bölümünde gösterilir. Bunun nedeni, faiz ve karların sermaye hizmetlerinden yararlanmanın bir bedeli olarak düşünülüp ana sermayeden ayrılmak istenmeleridir (Seyidoğlu, 2003a: 59-60). Ödemeler dengesinde sermaye girişleri net ve gayri safi bazda tanımlanmaktadır. Gayri safi sermaye girişleri yurt içinde doğrudan yatırım, portföy hesabı yükümlülükleri ve diğer yatırım yükümlülükleri toplamı olarak tanımlanırken, net sermaye girişleri yabancı sermaye yatırımları, portföy yatırımları ve diğer yatırımlar toplamı, diğer bir ifade ile ilgili değişkenlerin yükümlülükleri eksi varlıklarının toplamı olarak tanımlanmaktadır (Togan ve Berument, 2011: 4). Ödemeler dengesinin sermaye işlemlerini, özel ve kamu kuruluşları tarafından yapılan uluslararası sermaye akımları oluşturur. Uluslararası sermaye akımları sonucunda oluşan fark sermaye işlemleri dengesini oluşturur. Bu durumda dış borçlanma, ödemeler dengesi hesaplarında sermaye işlemleri dengesi başlığı altında yer almaktadır. Bu bakımdan cari işlemler dengesi açık veren ülkeler için sermaye işlemlerinde fazlalık yaratılmasında dış borçlanma gelir ve giderleri önemli bir kalemdir (Özbek, 2007: 37). Sermaye girişleri sırasında ekonomik durumdan memnun olan üretici, tüketici ve politikacılar sermayenin ani çıkışlarında zorluklarla karşılaşabilmektedirler. Bu durumda finansman ihtiyacını yurt dışından karşılamaya alışmış olan üreticiler ara mal ve yatırım malları ithalatında zorlanmaya başlamakta, ara mal ithalatının gerçekleşememesi sonunda birçok üretim dalında üretim durma noktasına gelebilmektedir. Ayrıca dış borcu olan üreticiler ani sermaye çıkışlarında TL’ nin değer kaybetmesi sonunda dış borçlarını, özellikle de dış borcun anapara ve faiz 174 giderlerini ödemekte zorlanabilmektedirler. (Togan ve Berument, 2011: 10). Açıklanan durumda sermaye hareketlerinden oluşabilecek açıkların ülke ekonomisi üzerindeki etkisi açıkça görülebilmektedir. 3.14.2.3. Resmi Rezervler Hesabı Bu hesapta Merkez Bankası' nın döviz piyasasına yapmış olduğu müdahalelerin sonucunda ülkenin uluslararası resmi rezervlerindeki değişmeler gösterilir. Cari işlemler ve sermaye hareketleri ekonomide müdahale olmaksızın bağımsız ya da kendiliğinden gerçekleşebilir. Ancak bazı durumlarda bu işlemlerin sonucu olarak gelir ve giderlerin denk olmaması gibi açıkların oluşması öngörüldüğünde ya da gerçekleştiğinde ekonominin istikrarı için denkleştirici rezerv hareketleri yapılabilir. Yani resmi rezerv hesabındaki değişmeler, ödemeler bilançosundaki açık veya fazlaların bir sonucudur (Seyidoğlu, 2003b: 407-408). 3.14.2.4. İstatistiki Farklar Hesabı İstatistiki farklar (statistical discrepancy) "net hata ve noksan" diye de bilinmekte olup, ödemeler bilançosu istatistiklerini muhasebe kayıtları anlamında denkleştirmek amacıyla kullanılır ve bir tek kalemden ibaret bir kayıttır (Seyidoğlu, 2003b: 411). 3.14.3. Bütçe Açıkları Gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde süreklilik gösteren ve yıldan yıla değişen bütçe açıkları ulusal ekonominin en önemli sorunlarından biri durumundadır. Bütçe açıklarının finansmanında, genellikle iç borçlanmanın yeterli olmadığı durumlarda dış borçlanma yoluna gidilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, sermaye piyasaları zayıf ve iç borçlanma olanakları sınırlı olduğu için bütçe açığı ile dış borçlanma arasında kuvvetli bir ilişki bulunmaktadır (Duran, 1996: 450). Devlet bütçesinde gelir ve giderler arasında bir fark olması durumunda açıklar ortaya çıkmaktadır. Devletin gelirlerinden fazla harcama yapması mümkün olmadığından bu fark, giderler lehine ortaya çıkar. Bu farkın ya para basma, ya özelleştirmeden elde edilecek gelirler ya da borçlanma suretiyle kapatılması gerekmektedir. Para basmanın ekonomi üzerindeki tahribatının daha fazla olması ve 175 özelleştirme gelirlerinin çok sınırlı olması, bu farkın büyük bölümünün borçlanma suretiyle kapatılması sonucunu doğurmuştur (Altun, 2008: 18). 3.14.4. Savunma Harcamaları Finansmanı Gelişmekte olan ülkelerin kamu harcamalarında önemli kalemlerden biri de savunma harcamalarıdır. Savunma harcamalarına ve askeri teknoloji yenilemeye yöneltilen kaynaklar, ülke içindeki kalkınmaya etkisi olan diğer harcamaların kısılmasına neden olmaktadır. Kalkınma için gerekli olan bu harcamaların kısıtlı hale gelmesi ise ekonomide daralmaya ve tasarruflarda düşüşe neden olacaktır. Devlet bu daralmadan ve tasarruf düşüklüğünden dolayı ülke içinden sağlayamadığı oluşan finansman eksiğini dış borçlanma yolu ile giderecektir. 3.14.5. Ekonomik İstikrarın Sağlanması ve Korunması Ekonomi politikasının önde gelen amaçlarından biri de yapısal bir dizi nedenler ya da dış etkiler sonucunda gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan istikrarsızlıkların giderilmesini ve ekonomik dengeyi sağlamaktır (Y. Aysu, 2011: 27). Bir ulusal ekonominin büyümesi ve istikrarlılığını koruması için öncelikle daha fazla yatırım yapması gerekir. Daha fazla yatırım yapmak için de daha çok imkana sahip olması lâzım. Yani bu durumda daha çok tasarruf etmesi gerekiyor (Alkin, t.y.:13). Ülke içindeki çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan tasarruf yetersizliğini ortadan kaldırarak ekonomik istikrarı sağlayabilmesi ve bunu koruması için doğal olarak dış borçlanma yöntemine gitmesi gerekir. 3.14.6. Büyük Yatırımların ve Reformların Finansmanı Ekonomik kalkınma için gerekli olan büyük yatırım ve reformların finansmanında yurtiçi kaynakların yetersiz kalması durumunda dış kaynaklara veya dış borçlara başvurulmaktadır. Bu tür yatırımların ekonomi üzerinde olumlu ve büyütücü etkileri olacağından finansmanının sağlanarak gerçekleştirilmeleri gerekli olabilmektedir. Örneğin, gerek baraj ve elektrik santrali gibi enerji yatırımları, gerekse ulaştırma alanındaki büyük yatırım projeleri (metro vb.) çok yüksek maliyetli olmakta ancak ülkenin kalkınması ve ekonomik istikrarı için de önem arz etmektedir. Bu nedenle bu şekildeki büyük yatırımlar ve reformlar dış kaynak ve kredi kullanımını gerekli kılmaktadır (Y. Aysu, 2011: 27). 176 3.14.7. Sanayileşme İçin Gerekli Girdilerin ve Teknik Bilginin Finansmanı Gelişmekte olan ülkelerde üretim yapısı genellikle talep esnekliği düşük, tarım ürünleri vb. geleneksel mallardan oluşur. Bu da sanayileşme için gerekli makine, teçhizat ve ara mallarının ithalat yoluyla karşılanması sonucunu doğurur. İthal edilen bu malların karşılığında ödenecek dövizin yetersizliği, sorunun çözümünde dış kaynakların önemini artırmaktadır. Bu ülkelerde sanayileşme için gerekli yatırımlarda kullanılacak teknolojik yenilik ve bilgi birikiminin yetersiz olması da dış kaynak ihtiyacını doğuran bir başka nedendir (Y. Aysu, 2011: 27). 3.14.8. Vadesi Gelmiş Borçlara Finansman Sağlanması Finansman sağlama yöntemlerinden olan borçlanmanın diğer finansman sağlama yöntemlerinden ayrıldığı en temel farklılığı tüm yükümlülükleri ile birlikte (faiz gibi) geri ödenme zorunluluğunun olmasıdır (Evgin, 2000: 3). Gelişmekte olan ülkelerde finansman açısından borçlarla ilgili en büyük sorunlardan biri de vadesi gelen borçları veya taksitleri ödemede güçlük çekilmesi ve borcun borçla finansmanı yöntemine başvurulmasıdır. Gerçekte, borcun borçla finansmanı hiçte arzu edilmemesine rağmen son zamanlarda sıkça rastlanabilen ve gerçekten derin ekonomik ve sosyal etkileri olabilen bir sonuçtur (Kozalı, 2007: 1011). 3.14.9. Kaynak Dağılımı ve Kullanımında Etkinlik Sağlayıcı Etkiler Yaratılması Sağlıklı bir kalkınma süreci için, yatırımların borçlanma yolu ile finanse edilmesi, kalkınma amacının gerçekleştirilmesinde etkinlik sorununun çözümüne de katkıda bulunur. Kalkınmanın başarısından söz edebilmek için borcun etkin ve rasyonel kullanılması gerekir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde kalkınmanın borçla finansmanında iyi ve etkin bir borç yönetimi de gereklidir (Evgin, 2000: 3). 177 3.14.10. Tasarrufların Belirli Yatırımlara Kanalize Edilmesinin Amaçlanması Özellikle kalkınma sürecinin başlarında tasarruf yetersizliği önemli problem olmasına karşın tasarrufların varlığı dahi bir başına kalkınma sürecinin başlatılmasına ya da sürdürülmesine yetmemektedir. Zira, tasarruf, yatırım açığı gibi bir sorun gündeme gelmektedir. Bu açığın giderilmesinde de çoğu zaman devlet müdahalesine ihtiyaç duyulur. İşte devletler, merkez bankaları ya da hazine aracılığıyla tasarrufları belli fonlara toplayarak sonradan bunları yatırımlara harcamak yoluyla ekonomik amaçlara borçlanma aracılığıyla müdahale etmekte, hizmet görmektedirler (Evgin, 2000: 3). 3.14.11. Olağanüstü Harcamaları Karşılamak Ülkeler bazen geleceğe yönelik ekonomik ve kalkınma planları ile uyuşmayan olağandışı gerçekleşen ve ekonomik olarak üstesinden gelmekte zorlandıkları durumlarla karşılaşabilirler. Doğal afetler, savaşlar bu durumlara örnek gösterilebilir. Böyle durumlarda ülkeler finansmanı içerden sağlayamazlarsa dış borçla finansman yöntemini kullanarak olağanüstü harcamalarını karşılama yolunu seçerler. Borçlanmanın nedenlerinin çoğunun temelinde ekonomik nedenler yatıyor olması, borçlanmanın önemli ekonomik etkileri ve beraberinde onun önemli sosyal etkilerini de getirir. Gerçekten de başlı başına ekonomik bir olay gibi görünen "ekonomik kalkınmanın" uzantısında ortaya çıkan sosyal sorunlar görmezlikten gelinecek değildir. Sonuç olarak en genel anlamda borçlanma gerekliliği, bu borcun toplumsal fayda ve maliyetinin karşılaştırılması sonucu ortaya çıkacaktır (Evgin, 2000: 4). 3.15. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN DIŞ BORÇ VERME NEDENLERİ Dış borç alan ülkeleri borç almaya iten nedenler sırasıyla incelenmiş ve genellikle ekonomik tabanlı oldukları gözlenmiştir. Başlıca neden ise tasarruf yetersizliği olarak tanımlanabilmiştir. Ancak dış borç alan ve borç veren taraflardan oluşan genellikle çift taraflı bir işlemdir. Dış borç veren ülkelerin borç verme nedenleri genel itibariyle dört ana başlık altında toplanmaktadır. 178 3.15.1. Siyasi ve Askeri Nedenler Her dış borcun veriliş nedenlerinin altında siyasi çıkar düşünceleri vardır. Bunlara politik borçlar da denilebilmektedir. Borç verilmesinde politik nedenler büyük rol oynar. Kreditör ülkeler, borcun verildiği gelişmekte olan ülkeleri kendi saflarında tutmak, kendi ittifakına dahil etmek, o ülkeyi siyasi bakımdan kontrol altında tutmak arzusu içindedirler. Askeri nedenler de bu politik nedenler ile doğrudan bir ilişki içindedir (Özkan, 2006: 30). Seyidoğlu'nun araştırmalarında askeri nedenlere örnekleri bulmak mümkündür. Savaş sonrası dönemin daha ilk yıllarında, Marshall Planı çerçevesinde Amerika, yıkılan Avrupa ekonomilerinin onarımı için yardım yaparken, aynı zamanda Komünizmin Avrupa’da yayılışına set çekmeye çalışıyordu. Truman Doktrini ile Türkiye ve Yunanistan’ a verilen yardımların altında da Sovyetlerin Boğazları ele geçirerek Akdeniz’e inme tehlikesini önleme amacı yatıyordu (Seyidoğlu, 2009: 641). Politik borçların çoğu zaman “kardeşlik”, “dostluk”, “birlikte yaşama arzusu”, “gerçek barışın kurulması”, “karşılıklı iyi niyet” gösterileri olarak tanıtılmasına çalışılmakla birlikte, veren ülke yönünden asıl amaç ve gerçek niyet gizlidir. Bu tür borçların ödeme kolaylıklarıyla öteki koşulları geniş ve rahat hükümler taşır. Bu yönleriyle geniş propaganda konusu da olabilirler. Ancak bütün bu nedenlerle zaman zaman politik borçların öteki borçlardan ayırt edilmesi kolay olmaz. Buna göre her dış borcun bir politik borç oldugunu söyleyebiliriz. Ancak her borcun politik niteliği aynı değildir (İnce, 1976: 90). 3.15.2. Ekonomik Nedenler Gelişmiş ülkelerin dış dünyaya yardımlarda bulunmasının çeşitli nedenleri vardır ancak bunlardan en önemlisi ekonomik nedenlerdir. Gelişen dünya ekonomisi gereğince ülkelerin birbirleri ile daha yakın ilişkiler kurması ve dolayısı ile ekonomik amaçların birbiri ile paralellik göstermesi gelişmiş ülkeleri diğer ülkelere yardım yapmaya zorlamaktadır (Yücesan, 2011: 9). Büyük bir çoğunluğu hammadde ihracatçısı durumunda olan gelişmekte olan ülkeler aldıkları borçları yeni alacakları borçlarla ödeyecekleri için hammaddelerin 179 en büyük alıcısı olan gelişmiş ülkelere bağımlıdırlar. Bu nedenle gelişmiş ülkeler hammadde fiyatlarının belirlenmesinde söz sahibi olabilmektedirler. Bu ülkelerin borç verme sonucu ihracatlarının artması da borç verme konusundaki eğilimlerinin en önemli ekonomik nedenidir (Özkan, 2006: 30). Borç veren ülkelerde, borç verme sonucunda ihracatlarının artması en önemli olumlu ekonomik etki olarak gözükmektedir. Gelişmekte olan ülkelere verilen kredilerin bağlı krediler olması durumunda, kredi veren ülke kendi mallarının alınması zorunlulugunu getirebilecektir. Bu, kredi veren ülkenin ihracatını, dolayısıyla milli gelirini, kredi verilmeden önceki durumdan daha iyi bir duruma getirecektir (Özbek, 2007: 44). Seyidoğlu bu konuyu ele alırken az gelişmiş ülkeler ve gelişmiş ülkeler arasında bir kader birliği olduğunu vurgular. Az gelişmiş ülkeler kalkındıkça, gelişmiş ülkelerin refahı azalmayıp daha da artar. Çünkü kalkınma, az gelişmiş ülkelerde piyasaların genişlemesi ve artan ulusal gelir düzeyi dolayısı ile uluslararası ticaret hacminin büyümesi demektir (Seyidoğlu, 2009: 642). Ayrıca ekonomik ve finansal piyasalarda oluşturulan finansman ağı, iç tasarrufu iç yatırımının üzerinde olan sanayileşmiş ülkelere, tasarruf fazlalarını gelişmekte olan ülkelere transfer etme şeklinde değerlendirme yolunu açarken; gelişmekte olan ülkelere de yatırımlarını iç tasarruflarının üzerine çıkarma olanağı tanımaktadır (Yılmaz, 1992: 13). Gelişmiş ülkeler için de ekonomik dengenin sağlanması ve korunması önemli sorunlardandır. Bu nedenle bir yandan ürettikleri sanayi mallarının satılabileceği pazarlarını, diğer taraftan ise gerekli olan hammadde kaynaklarını kullanabilmeleri önemlidir. Gelişmiş ülkeler ekonomilerindeki arz fazlalıklarını eritmek ve dolayısıyla ekonomik dengelerini koruyabilmek için bilinçli bir şekilde gelişmekte olan ülkeleri borçlandırmaktadırlar (İnce, 2001: 142). 3.15.3. Tarihi ve Kültürel Nedenler Gelişmiş ülkelerin başka ülkelere dış yardımda bulunmasının nedenleri arasında bazı tarihi ve kültürel nedenler bulunmaktadır. Belirli dönemlerde aynı coğrafyada yaşamış, aynı dine inanmış, sonradan bağımsızlıklarına kavuşmuş 180 toplumlar vardır. Bu tarihi etkileşim yıllar sonra da bu ülkeler arasında yardımlaşma olmasına zemin hazırlamaktadır. Bunlara örnek olarak, Türkiye’nin Türki Cumhuriyetlere yaptığı yardımlar verilebilir (A. Aysu, 2007: 10). Eski sömürgeci günümüzün gelişmiş ülkelerinin yıllar içerisinde eski sömürgelerine dış yardım sağlamaya devam etmeleri de bu nedenlere örnek gösterilebilir. Merkantilist dönem sonunda Avrupa ülkelerinin izlediği sömürge politikası sonucunda bu ülkelerin dünyanın çeşitli yerlerinde vatandaşları ve yatırımları oluşmuştur. Ayrıca bu ülkeler kolonilerinde kendi kültürel birikimlerinin var olması için de çaba harcamışlardır. Avrupalı ülkelerin eski kolonilerine aralarındaki tarihi ve kültürel bağın devam etmesi için ve kolonilerde yatırımları bulunan vatandaşlarının çıkarlarını korumak için yardımlar yaptığı bilinmektedir. İşte bu tarihi ve kültürel bağların korunması ya da güçlendirilmek istenmesi de dış yardımların nedenlerindendir (Yücesan, 2011: 10 ). 3.15.4. İnsancıl ve Ahlaki Nedenler Bütün ülkelerin kültürlerinde ve sahip oldukları dini inançlarında, zenginlerin fakirlere yardım etmeleri gerektiği vurgulanır. Bunun da etkisi ile, özellikle deprem, sel baskını, açlık, kuraklık ve salgın hastalıklar sırasında insani nedenlere dayalı yardımların ve borçların arttığı görülmektedir. Bu yardımlar, bir ülkeden diğerine olabileceği gibi, uluslararası yardım kuruluşları - Kızılhaç, Kızılay, Kızıl Arslan aracılığı ile de yapılabilmektedir (Özbek, 2007: 45). Birleşmiş Milletler örgütüne bağlı kuruluşlar zaman zaman az gelişmiş ülkelerdeki insanların yaşam standartlarını yükseltmeye yönelik yardımlarda bulunmaktadır. Ayrıca doğal afetler gibi nedenlerle de uluslararası yardımlaşma örnekleri oldukça yaygındır. 17 Ağustos sonrası Türk ve Yunan halkları arasındaki yakınlaşma bunun örneklerindendir (Demiray, 2007: 7). Yapılan bu yardımlar temelde insani amaçlarla yapılmış olsa da uzun dönemde ülkelerin siyasi, askeri ve ekonomik karşılıklar beklediği gözlemlenebilmektedir. Örneğin; yardımlar esas itibarı ile siyasal bir amaç taşımamakla beraber, siyasal bir çerçeve içinde yapıldıkları takdirde; bu tür bir amacı da içerebilirler. Siyasal ilişkileri iyi olmayan iki devletten birinin diğerine doğal 181 afetler nedeni ile önemli ölçüde yardım yapmasının hiçbir siyasal amaç taşımadığını söylemek mümkün değildir (Gönlübol, 1985: 159) . 3.16. DIŞ BORÇLARIN SINIFLANDIRILMASI Dış borç sınıflandırılmasında genel kabul görmüş tanımlamalar bulunmamaktadır. Ancak Dünya bankasının, Hazine Müsteşarlığının ve bazı diğer kurumların borçlar üzerinde çeşitli ayrımları bulunmaktadır. Bu çalışmada dış borçların sınıflandırılmasına ilişkin beş ayrımı ayrıntılı olarak incelenecektir. 3.16.1. Vadelerine Göre Dış Borçlar Vadelerine göre borçlar kısa vadeli ve orta ve uzun vadeli olarak iki başlık altında incelenebilir. 3.16.1.1. Kısa Vadeli Dış Borçlar Ülkelerin kısa vadede oluşan likidite sorunlarını aşmaya yönelik olan ve vadeleri bir yıla kadar olan borçlara kısa vadeli borçlar denir. Ayrıca bu tür borçların miktarı sık sık değiştiğinden dolayı dalgalı borçlar olarak da adlandırılmaktadır (A. Aysu, 2007: 11). Genellikle dış ticarette ve kısa vadeli likidite sorunlarının aşılması amacıyla kullanılırlar. Ayrıca, uluslararası menkul kıymet getiri farklılıklarından yararlanmak amacıyla da kullanılabilmektedir. Genellikle özel sektör tarafından kullanılmaktadır. Kısa vadeli borçlanma araçlarından bazıları; yurtdışında yerleşik kişilerce Merkez Bankası' nda açılan kredi mektuplu döviz tevdiat hesapları, ticari bankalarda açılan mevduatlar, kısa vadeli poliçeler, kabul kredileri, akreditifler, mevduat sertifikası ve finansman bonosu ihraçları, ihracat prefinansman kredileri, banknot ve kurye kredileridir. Kısa vadeli borçlar para piyasalarından elde edilir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde kısa vadeli dış borçlarda büyük artışlar gözlenmiştir (Kocaoğlu, 2005: 11). 3.16.1.2. Orta ve Uzun Vadeli Dış Borçlar Vadesi bir yıl ile beş yıl arasında olan borçlara orta, beş yılı aşkın olan borçlara ise uzun vadeli dış borçlar denir. Uzun vadeli borçlar açısından; süresiz borç sayılabilecek uygulamalara girişilebildiği ya da 75 yıl, 100 yıl vadeli gibi çok uzun 182 vadeli borç uygulamaları yapıldığı görülmektedir. Süresiz borç uygulamasında, alacaklı kişi ya da kurum yalnızca vermiş olduğu borcun getirilerinden yararlanmaktadır. Uzun vadeli borçlar prensip olarak, ülkelerin kalkınması için gerekli olan yatırımların finansmanı için kullanılır ve sermaye hareketleri içinde değerlendirilir (A. Aysu, 2007: 11). Türkiye de yapılan kısa ve uzun dönemli dış borç ayrımında süre konusunda istikrar sağlanmış değildir. 1986 yılına kadar Merkez Bankası tarafından yapılan sınıflandırmada, üç yıla kadar vadeye sahip olan dış borçlar kısa vadeli olarak sınıflandırmaya tabi tutulurken, 1993’ten itibaren, bir yıla kadar olanları kısa vadeli olarak ayrıma tabi tutulmuştur. Dış borç yönetiminden sorumlu idare, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, tarafından yapılan sınıflandırmada ise üç yıla kadar vadeli dış borçlar kısa vadeli olarak kabul edilmektedir (Demiray, 2007, 10). 3.16.2. Alacaklısına Göre Dış Borçlar Bu sınıflandırmada dış borçları genel kabul görmüş bir ayrım olmaksızın üç başlık altında inceleyebiliriz. Bunlar, bir devletin başka bir devletten aldığı borçlar, uluslararası mali kuruluşlardan alınan borçlar ve özel kaynaklardan alınan borçlardır. 3.16.2.1. Devletlerarası Dış Borçlar Bilateral (iki yanlı) krediler olarak adlandırılan hükümet kredileri, gelişmiş bir ülke hükümetinin az gelişmiş bir ülke hükümetine vermiş olduğu sabit faizli ve uzun ödemesiz dönem ve geri ödeme dönemine sahip kredilerdir. Bir devletin başka bir devlete kredi vermesi şeklindeki sermaye hareketleri olarak da belirtilen iki yanlı kredilerde yardım veren ülkeler bu kredileri politik çıkarların dışında ithalatın kendi ülkelerinden yapılması şartını koşarak pazar bulma sorununu giderme amacıyla da kullanır (Demiray, 2007: 10). Hükümet kredileri bağlı (tied credit) kredilerdir. Bağlı krediler kredi açan ülkeden mal veya hizmet satın alınması şartıyla sağlanan krediler. Bağlı kredilerle krediyi sağlayan ülkeden hangi mal ve hizmetlerin alınabileceği genellikle kredi anlaşmalarında belirtilir. Hükümet kredilerinin diğer özellikleri ise şunlardır: 183 - Hükümet kredilerinin büyük bir bölümü, krediyi veren ülkenin para biriminden oluşmaktadır. - Bu krediler koşulları çok uygun olduğundan, kredi anlaşmaları metni genellikle kreditör tarafından dikte edilir ve borçlu bunu müzakere edemez. - Kredilerin asıl amacı krediyi veren ülkenin ihracatını artırmak olduğundan doğal olarak dış para gereksinimi yüksek olan projeler tercih edilmektedir. Krediyi alan ülkenin ithalatını arttırdığı ve ödemeler dengesine olumsuz etkilere sebep olduğu ortadadır. - Hükümet kredileri ticari kredilerde olan, idari ücret, taahhüt ücreti, ajan ücreti ve ihracat kredilerinde bulunan sigorta primi gibi ek maliyetleri içermez. Bu yönleri ile hükümet kredilerinin maliyeti çok düşük olmaktadır. Kısacası kırtasiye giderleri yoktur. - Bu kredilerin yürürlüğe girmesi için yürütmenin onayı gerekmektedir. Bu da 1,5 yıl ile 3 ay arasında bir zaman almaktadır (Güçlü Çiçek, 2005: 19). 3.16.2.2. Uluslararası Kuruluşlardan Borçlanma Multilateral (çok yanlı) krediler, çeşitli uluslar arası ekonomik ve mali kuruluşlar ve bölgesel kalkınma bankalarının, iktisadi kalkınma amacıyla vermiş oldukları uygun koşullarda sağlanan kredilerdir. Faiz yapısı sabit olmakla beraber bu kredilerin maliyeti hükümet kredilerine göre biraz daha yüksektir. Faiz oranı piyasa faiz oranına daha yakındır. Çok taraflı kuruluşlardan sağlanan bu krediler de bağlı kredilerdir. Özellikle bölgesel kalkınma bankalarından sağlanan kredilerde, yalnızca o bölge ülkeleri arasında ihaleye çıkma koşulu bulunmaktadır (Güçlü Çiçek, 2005: 20). Gelişmekte olan ülkelere kredi sağlayan kuruluşlar; Uluslararası Para Fonu (IMF), Uluslararası Kalkınma ve İmar Bankası (IBRD), Uluslararası Kalkınma Örgütü (IDA), Uluslararası Finans Kurumu (IFC), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), İslam Kalkınma Bankası (IDB), Avrupa Yatırım Bankası (EIB), Avrupa Para Anlaşması (EMA)’dır. Bu kuruluşlar gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarını sağlamak amacıyla kredi vermektedirler (A. Aysu, 2007: 12). 184 Resmi kaynaklı dış borçlanma da borç ilişkisinin varlığını ortaya koyan tarafların tümü yani borç alan taraf ve borç veren taraf resmi devlet kurumlarıdır. Bu tip borçlanmalarda özel kesim sermaye tedarikçileri ya da özel bankalar bulunmamaktadır (Yücesan, 2011: 19). Çok uluslu kuruluş kredileriyle ilgili en önemli sorunlardan biri, finansman öncesi proje değerlendirmesinin çok uzun bir süre alması ve kredi verildikten sonra da kreditörlerin borçlu ülkeye ve projeye çok sık müdahale etmeleridir. Bu nedenlerden dolayı ortaya çıkan zaman maliyeti bazen bu tür kredilerin avantajlarını ortadan kaldıracak kadar yüksek olmaktadır (DPT, 2001: 80). 3.16.2.3. Özel Kaynaklardan Alınan Borçlar Uluslararası sermaye pazarlarında yaşanan gelişmeler neticesinde kredi verme işlemleri yalnızca devletler bazında kalmamış, özel kuruluşlar da bu pazarlarda rol almaya başlamışlardır. Daha çok portföy yatırımları olarak bilinen bu özel borçlanmalar, yabancı sermaye tarafından devletlerin kamusal veya özel kuruluşlarına açılan krediler şeklinde gerçekleşmektedirler. Genellikle banka veya sermaye piyasalarından tahvil ihracı yoluyla borçlanılmaktadır (Işık vd. 2005: 1415). Özel krediler işlemlerin özü bakımından sendikasyon kredileri ve ihracat kredileri olarak iki kısma ayrılabilmektedir. 3.16.2.3.1. Ticari Banka Kredileri (Sendikasyon Kredileri) Bir ülkedeki özel bir bankadan başka bir ülkeye ya da o ülkedeki özel kişi veya kuruluşa verilen krediler olarak tanımlanan ticari banka kredileri, özellikle 1970’li yıllarda ön plana çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı öncesi yıllarda da çok kullanılmış bu yöntemde borç almak isteyen hükümetler bir ya da birkaç ülkenin sermaye piyasalarından, ticari esaslar içerisinde borçlanmaktadır. Zaman zaman riskin dağıtılması amacıyla birden fazla ülkedeki mali kuruluşun bir araya geldiği ve bir “borç verenler konsorsiyumu” oluşturarak kredi açtığı da görülür. İkinci petrol krizi sonrasında bankalarca verilmiş olan uluslararası kredilerin önemli bir bölümü geri ödenmemiştir. Bu gelişme kredi veren bankaların mali yapılarını olumsuz etkilemiş, yeni büyük riskler alma konusunda daha tedbirli davranmalarına ve uluslararası kredilerini sınırlamalarına neden olmuştur. Bu durum 185 karşısında birden çok banka ve/veya kredi kuruluşunun bir araya gelerek, çeşitli hükümler çerçevesinde hem borçlunun yapacağı geri ödemeleri hem de kredinin koşullarındaki gelişmeleri birlikte kararlaştıracak şekilde ortaklaşa kredi açmışlar ve bu kredilere ‘sendikasyon kredisi’ adını vermişlerdir. Bu kredilerde daha çok büyük yatırım projelerin risklerinin, çeşitli bankalar tarafından üstlenilmesi söz konusudur (Güçlü Çiçek, 2005: 22). Ticari kredilerin uygulamasında belirli bir finansman kaynağına ihtiyaç duyan borçlu, belli koşullarda bir krediyi piyasadan toparlayabilmesi için bir bankayı ajan banka (agent veya lead manager) olarak tayin eder ve ona yetki belgesi(mandate) verir. Bu amaçla ajan banka çeşitli bankalarla görüşerek, bunların finansman paketine katılmalarını sağlar. Böylece hep beraber sendikasyonu oluştururlar. Sendikasyona katılan bankaların adları ve katkı payları borçluya bildirilir ve kredi anlaşmasında da yer alır. Bu şekilde oluşturulan krediye sendikasyon kredisi adı verilir. Sendikasyon kredisinin faiz haddi LIBOR + belirli bir marjdır. LIBOR(London Interbank Offer Rate), Londra piyasasında bankaların birbirlerine uyguladıkları faiz oranıdır ve kreditör açısından paranın maliyetidir (DPT, 2001: 8283). Ticari kredilerde, değişken faizin yanı sıra taahhüt ücreti, kredi tutarı üzerinden defaten ödenen idari ücret (management fee) ve sendikasyona katılan bankalar için alınan ajan ücreti (agency fee) bulunmaktadır. Ajan ücreti, kredinin kullanıldığı her yıl için banka başına ödenen sabit bir tutar olarak tespit edilmektedir. Faiz dışındaki tüm bu ek maliyetlerden dolayı ticari krediler en pahalı finansman kaynağını oluşturmaktadır. Ancak ticari krediler toplam maliyet açısından çoğu zaman ihracat kredilerinden daha ucuza gelebilmektedir. Burada toplam maliyet ile ifade edilmek istenen faiz ile birlikte diğer tüm maliyetlerin hesaba katılmasıyla bulunan gerçek maliyettir ( DPT, 2001: 84). 3.16.2.3.2. İhracat Kredileri İhracat kredileri hükümetlerce değil, özel firmalarca yurtdışındaki firmanın kendi ürettiği mal ve hizmeti satın alması amacıyla tamamen ticari koşullarda sağladığı kredilerdir. Krediyi veren satıcı firmalar, krediyi kendilerine teminat veren 186 bazı özel ya da yarı kamu kuruluşu niteliğinde büyük mali kuruluşların denetiminde vermektedirler. Bu kuruluşlar kredi işlemlerinde sorumluluğun çoğunu yüklenmekle birlikte işlem sorumluluğunun az bir kısmı da satıcı firmada olmaktadır (Güçlü Çiçek, 2005: 20). İhracat kredileri, vade açısından, kısa, orta ve uzun vadeli olarak sınıflandırılabilir. Özellikle kısa vadeli ihracat kredileri, gelişmekte olan ülkelerin ihraç ettikleri malların kısa vadeli kredilere uygun olması nedeniyle bu ülkeler için büyük bir önem taşımaktadır. Ülkeler kalkındıkça ihraç ettikleri mallar farklılaştığından, orta ve uzun vadeli finansman da önem kazanmaktadır. Makine ve teçhizat gibi mallar 1-5 yıl vadeli kredilerle ihraç edilirken, anahtar teslimi projeler ve bitmiş sanayi fabrikalarının ihracatı ise, genellikle 5 yıldan daha uzun vadeli kredilerle mümkün olmaktadır. İhracatın finansmanı denildiğinde, bazı kaynaklarda, ihracat kredi kurumlarının yapılanmasına göre bir ayırım yapılmaktadır. Bu ayırıma göre, ihracat kredi kurumları ihracata sigorta ve garanti desteği sağlayan kuruluşlar ve ihracat kredisi sağlayan kuruluşlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. (http://www.ihracatklubu.com/tr/statikpage.asp?ID=66). 3.16.3. Kullanım Şekline Göre Dış Borçlar Kullanım şekillerine göre dış borçlar; kalkınma kredileri, teknik yardımlar, askeri yardımlar ve bağışlar olmak üzere dört ana başlık altında incelenebilir. 3.16.3.1. Kalkınma Kredileri Çoğunlukla kalkınma planlarında yer alan bu tür krediler, kalkınma için verilen finansman kredileridir ve genel olarak sermaye malı niteliğindedir. Kalkınma kredileri kullanım şekli ve kullanım yerine göre proje ve program kredileri, serbest ve bağlı krediler, borç erteleme ve refinansman kredileri ve satıcı (ihracat) kredileri olmak üzere dörde ayrılır (Demiray, 2007: 12 ). 3.16.3.1.1. Proje ve Program Kredileri Proje kredileri, talep eden ülkenin kalkınma planları ve yıllık yatırım programlarında yer alan çeşitli kamu veya özel sektör projeleri, milli savunma projeleri ile yap-işlet-devret, yap-işlet, işletme hakkı devri ve benzeri finansman modelleri çerçevesinde gerçekleştirilen projelerin gerçekleşebilmesi için herhangi bir 187 dış finansman kaynağından sağlanan kredilerdir. Bu krediler özü itibariyle yalnız alındıkları projenin finansmanında kullanılabilirler. Daha çok azgelişmiş ülkelerin kendi iç tasarruflarıyla karşılanamayan büyük projelerinin finansmanında bu kredilere ihtiyaç duyulur (Kepenek ve Yentürk, 2001: 185). Proje kredileri uygulamasında, kredi anlaşması farklı usullerde yapılabilmektedir. Bu usullerden ilkine göre; anlaşma krediyi veren ülke ya da kuruluş ile krediyi alan ülke hükümeti arasında imzalanır ve anlaşmayı imzalayan hükümet, projeyi yürütecek olan kamu ya da özel kuruluşa krediyi aktarır. Bu durumda yatırımcı kurum direkt olarak kendi hükümetine karşı sorumlu olurken krediyi alan hükümet de kredi veren ülke ya da uluslararası kuruluşa sorumlu olmaktadır (Kocaoğlu, 2005: 18-19). İkinci usulde, alacaklı ülke hem krediyi verdiği ülke hükümetiyle hem de o ülkedeki proje yürütücüsü olan yapan ilgili kurum (özel ya da kamu) ile ayrı ayrı anlaşma yapmaktadır. Bu durumda hem borçlu ülke hem de krediden yararlanan proje yürütücüsü kurum alacaklı ülkeye karşı sorumludurlar( Kocaoğlu, 2005: 19). Üçüncü usulde ise, alacaklı ülke ile kredi verilen ülke ve yatırımcı kurum arasında üçünü birden birbirine bağlayan bir anlaşma vardır. Bu da hem borçlu ülkeyi hem de proje yürütücüsü kurumu eşit sorumlu kılar (Kocaoğlu, 2005: 20). Proje kredilerinin işleyişinde kredi talebinde bulunan ülke projenin içeriğiyle ilgili bilgileri kredi veren ülke veya kuruluşa sunar ve ancak uygun görülen projelerin finansmanı için bu tür krediler açılır. Böylece bir yandan az gelişmiş yani kredi talep eden ülke, kredileri verimli alanlarda kullanmaya zorlanmış olur, diğer yandan da kredi veren ülke ve kuruluşlar verdikleri kredileri kontrol etme olanağı elde etmiş olurlar (İnce, 2001: 159). Proje kredileriyle krediyi alan ülke açısından amaç projenin yatırıma dönüştürülmesi için ihtiyaç duyulan finansman açığının temin edilerek projenin yatırıma dönüştürülmesini sağlamaktır. Krediyi veren taraf ise kredi alan ülkede alım gücü yaratarak bu ülkeye olan ihracatını artırmak dolayısıyla kendi sanayileşme yapısını güçlendirmek isteyecektir. Uluslararası kurumların, az gelişmiş ülkelere 188 yaptıkları yardımların büyük çoğunluğu proje kredisi şeklinde olmaktadır (Adıyaman, 2006: 24). Proje kredilerinin kullanma yerleri yatırım olduğu için hammadde ve tüketim maddelerinin satın alınmasında kullanılmaları söz konusu değildir. Genellikle bağlı krediler grubuna girmekle beraber, uluslararası kurumlar tarafından sağlanan kredilerde serbest olabilmeleri de mümkündür (Kocaoğlu, 2005: 19). Genel anlamda, proje kredileri dışında kalan bütün krediler toplamı olarak tanımlanan program kredileri ise belirli bir yılın, dış finansman açığını kapatmak için kullanılan ve herhangi bir projeye bağlı olmayan genel finansman kredileridir. Program kredileri, belirli bir program dahilinde ülkenin gerçekleştirmeyi planladığı hedeflere ulaşmak için gerekli finansman açığının kapatılmasında kullanılır ve genellikle IMF ve Dünya Bankası tarafından verilir. Bu tür krediler, genel olarak ödemeler bilançosu açıklarını gidermeye olanak sağlamaktadır (Adıyaman, 2006: 24) Program kredileri proje kredilerinin aksine kalkınma programları için gerekli hammadde ve yedek parça ithalatının finansmanı için sağlanan kredilerdir. Projeye bağlı olmayan program kredileri, üretim kapasitesinin dış finansman ihtiyacını karşılamak için kullanıldığından, proje kredilerine nazaran daha esnektirler. Gelişmekte olan ülkeler tarafından daha çok liberal koşullara sahip olabilmek için talep edilen bu krediler, genellikle ikili anlaşmalar çerçevesinde temin edilmektedirler (Özkan, 2006: 26). Proje ve program kredileri arasında iktisadi açıdan büyük fark olmasa da politik açıdan önemli bir fark göze çarpmaktadır. Program kredileri, her yıl veya bir yıl içinde birkaç defa tekrarlanan görüşmelere ve kararlara bağlı bir uygulamadır. Bu bakımdan alacaklı ülke, kısa vadeler içinde borçlu ülkenin konjonktürel durumuyla temas haline geçebilmekte ve buna tesir edebilecek şekilde müdahalelerde bulunabilmektedir. Yani bu fark alacaklı ülkeler lehine kontrol ve müdahale hakkı tanımaktadır. Proje kredisi olarak sağlanan kaynağın sadece o projenin gerçekleşmesindeki gerekli harcamalar için kullanılmasına rağmen program kredisi olarak sağlanan kaynağın genel kalkınma hedefleri için gerekli dış alımların 189 yapılmasında hatta dış borcun ödenmesinde de kullanılabilmesi diğer önemli bir farktır (Kayra, 1970: 79-81). Program kredilerinin kredi veren ülkelere ekonomik anlamda yararı, finansmanların bağlılık derecesi, biçimi ve büyüklüğü ile orantılıdır. Kredinin ülke ve mala bağlı olması, finansman yapan ülke bunu kendi üretiminin ve ihracatının geliştirilmesi için kullanmasına olanak tanır. Ayrıca program kredileri yıllık olarak ele alındığından, bu kredilerin kısa dönemlere ve ekonominin konjonktürel durumuna göre ayarlanabilme olanakları vardır. Gelişmekte olan ülkeler, kullanımındaki serbestlik dolayısıyla program kredilerini proje kredilerine tercih ederler. Ancak yardım veren ülkeler siyasal nedenlerle ya da kullanımı denetlemek amacıyla daha çok projeye bağlı kredilerden yanadırlar (Kocaoğlu, 2005: 20). 3.16.3.1.2. Bağlı ve Serbest Krediler Alınan dış borç kredileri harcama yetkisine ya da kullanım koşullarına göre serbest ve bağlı krediler olmak üzere ikiye ayrılır. Bağlı krediler (Tied Loans), alınan kredinin kredi veren ülkede kullanılmasını şart koşan kredilerdir. Ancak bu kredilerde finansmanın hangi mallar için kullanılacağı ayrıca belirtilmemektedir ve borçlanan ülke ilgili ülkeden istediği malları satın alabilmektedir (Kocaoğlu, 2005: 11). Sağlanan finansmanın krediyi veren ülke sınırları içerisinde kullanılması koşulu getirilmiş ise buna “ temelde bağlı kredi “ veya “ kaynakta bağlı krediler “ denir. Belirli malların ithalatında kullanılması koşulu ile verilen kredilere “ mala bağlı krediler “ adı verilir. Bazen de kredilerin hem krediyi veren ülkede hem de belirli malların ithalinde kullanılacağı koşulu getirilir ki buna da “ ülkeye ya da mala bağlı krediler “ denir (Yücesan, 2011: 4-5). Bağlı kredilerin krediyi veren ve alan ülkeler açısından çeşitli fayda ve zararları söz konusudur. Kredi veren ülkeler, bu krediler sayesinde ödemeler dengelerini istedikleri şekilde düzenleyebilmekte ve üretim kapasitelerinin kullanılmayan kısmını aktif hale getirmekte, ihracatlarını geliştirebilmekte, iç kapasiteyi arttırmakta, uluslararası prestij sağlamakta, kendi teknolojilerine ve teknik elemanlarına kapasiteler açmak yoluyla sınai gelişmelerini hızlandırmakta ve atıl 190 sanayi kollarının verimliliğini sağlayabilmektedirler. Ancak kredi alan ülkeler açısından da kaynak edinmeleri dışında çok olumlu faydaları bulunmamaktadır. Aksine bu ülkelere ağır maliyetler yaratabilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler alınan kredilerle başka ülkelerden daha ucuza mal satın alma imkanları olsa da aynı malların kredi veren ülkelerden daha pahalı fiyatlarla satın alınması alınan kredinin gerçek değerinin azalmasına yol açar, ayrıca modası geçmiş ve kalitesi düşük malların satın alınması da bu duruma örnek gösterilebilir. Bu da kredi kullanan az gelişmiş ülkelerin ticaretlerini engelleyici bir ortam yaratmaktadır. Sonuçta yatırımların finansmanı pahalılaşacağından yeni dış borçlanma gereksinimleri doğmakta, bu ise plân uygulamasının ve kalkınmanın gecikmesine yol açmaktadır (Demiray, 2007: 15-16). Bağlı kredilerin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki olumsuz etkileri bir ölçüde, kredilerin multilateral (çok yanlı) hale getirilmesi ya da uluslararası kurumlarca sağlanması ile giderilebileceği düşünülebilir. Ancak, multilateral kredilerde de gelişmiş ülkeler kendi aralarında çıkarlarına uygun şartları kolaylıkla koyabilmektedirler (Kocaoğlu, 2005: 11). Gelişmekte olan ülkelere sağlanan krediler, krediyi sağlayan ülke tarafından döviz olarak ödenirse ve borçlanan ülke bu fonları, istediği şekilde ve istediği ülkede kullanabilme yetkisine sahipse serbest kredi söz konusudur .Yani bu krediler alan ülkelerin kullanımına koşulsuz olarak sunulmuştur (Kozalı, 2007: 14). Serbest krediler kullanımları konusunda belirli bir projeye bağlanmamıştır. Kredi talep eden ülkelerin aldığı fonları dilediği gibi harcamakta kısıtlamaları yoktur. Borç nakit olarak borçlunun eline verilmektedir. Borçlanan ülke, kalkınmanın finansmanı için ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri uluslararası piyasadan kendisine en uygun gelen koşullarda ve en ucuz şekilde sağlayabilmek imkanına sahip olduğundan kredi alan ülke adına ekonomik açıdan herhangi bir olumsuz sonucu bulunmamaktadır. Serbest kredilerin en yaygın kullanım şekli ise satıcı kredileridir. Soft Loans krediler şeklindeki satıcı kredileri vadeleri uzun ve faiz oranları düşük kredilerdir. En çok tercih edilen borç türü olmalarına rağmen uygulamada bu tür kredilere pek rastlanılmamaktadır (Ulusoy, 2004: 59). 191 3.16.3.1.3. Borç Ertelemeleri ve Refinansman Kredileri Vadesi gelen bir borcun ödenmesinin ilk kredinin faizine kıyasla daha düşük bir faizle ileri bir tarihe ertelenmesine borç ertelemesi, süresi dolan borcun ödenmesi ve aynı miktarda kredinin yeniden açılması şeklindeki uygulamaya da refinansman kredisi denilmektedir. İkisi arasındaki fark şekil yönüyle olmakta olup borç ertelemesinde süresi gelen borç ödenmeyerek tecili yapıldığı halde refinansman işleminde süresi gelen ve ödenmesi gereken borç alacaklı ülkece yapılan yeni bir finansman ile ödenmekte ve bu yeni finansman yeni bir borç sayılmaktadır (Zıllıoglu, 1984: 28). Borç ertelemeleri ve refinansman kredileri, gelişmekte olan ülkeler tarafından bazı büyük projelerinin yarım bırakılmaması için ya da bu ülkelerin ödemeler dengesi zorlukları nedeniyle başvurulan kredilerdir ve borçlu ülkelerdeki sosyal ve ekonomik bunalım durumuna büyük ölçüde mani olmaktadır. Alacaklı ülkeler de borçlu ülkenin, ekonomik ve siyasal bunalıma düşmesi veya moratoryum ilan etmesi gibi riskler nedeniyle bu tür borçlanmalara göz yummaktadırlar ve iki ülke arasında gerginlik oluşması da bu krediler sayesinde engellenmiş olmaktadır. Bunun sonucunda ise alacaklı ülkeler borçlu ülkelere bazı taahhütler kabl ettirebilirler (İnce, 2001: 163). Borç ertelemeleri az gelişmiş ülkelere bir takım avantajlar sağlamaktadır. Bu avantajlardan en önemlisi az gelişmiş ülkelerin bağlı değil, serbest kredi elde etmesidir. Borcun ödenmemesi halinde az gelişmiş ülke dış ödeme imkânlarının bununla ilgili kısmını serbestçe kullanabilme durumuna geçmektedir. Ayrıca bu kredilerin uygulamasında, belirli bir süre ödemesiz sürenin olabilmesi ve bu sürenin ardından borcun taksitler halinde ödenecek olması da söz konusudur ve bu durumlar borçlu ülke için avantaj sağlamaktadır (Kayra, 1970: 85-86). Borç erteleme nedenlerini kısaca şu şekilde sıralayabiliriz (A. Aysu, 2007: 15): - Borçlu ülkelerdeki sosyal ve ekonomik sorunları engellemek , - Bazı alacaklı ülkelerin ödemeler dengesi zorlukları veya bazı nedenler yüzünden, finansman yüklerini başka ülkelerin üzerine yüklemek istemeleri, 192 - Borçların ödenmesi ve bunun karşılığı olarak uluslararası finansmanların yapılamaması karşısında, sürmekte olan projelerin de durması tehlikesi ortaya çıkması ve bu durumun az gelişmiş ülke açısından olduğu kadar, finansmanı yapan gelişmiş ülkenin ihracat politikası açısından da olumsuz etki yaratabiliyor olması, - Alacaklı ülkelerin borç ertelemeleri yolu ile, ilgili az gelişmiş ülke ile olan ilişkilerini daha etkili bir biçimde sürdürebilmesi ve böylece az gelişmiş ülkeye bazı isteklerini kabul ettirme olanağını bulabilmeleri. 3.16.3.1.4. Satıcı (İhracat) Kredileri Alıcılarına göre kredi türlerinde de değinilmiş olan satıcı kredileri, satıcı kuruluşların özel kuruluşların kullanımı için verdikleri kredilerdir. Bu krediler krediyi veren ve alan taraflar nedeniyle diğer kredi türlerinden farklıdır. Krediyi veren, bu krediler aracılığıyla yurtdışına mal veya hizmet satma amacını güden satıcı firmalar iken, krediyi alanlar özel firmalardır (Ulusoy, 2004: 60). Satıcı firmalar verecekleri krediyi kendilerine teminat veren bazı özel veya yarı kamusal nitelikteki büyük mali kuruluşların denetiminde vermektedir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde American Export - Import Bank, İngiltere’de Export Credit Guarantees Department, Almanya’da HERMES, Credit Anshtalt, Fransa'da COFACE, İtalya' da Instituto Nazionale Della Assurazioni gibi mali kuruluşlar vardır. Bu mali kuruluşlar satıcı firmalar tarafından verilecek ihracat kredilerinde riskin büyük bir kısmını üstlenmekte, küçük bir kısmı ise satıcı firma üzerinde kalmaktadır (A. Aysu, 2007: 15). Satıcı kredileri sayesinde, borçlu ülkeler kalkınmanın finansmanı için gerekli mal ve hizmetleri uluslararası piyasalardan uygun şartlarla ve en ucuz şekilde temin etme imkanına kavuşmaktadırlar (Y. Aysu, 2011: 9). Genellikle ticari amaçlı olmakla birlikte özellikle bazı sanayi yatırımlarının finansmanında da kullanılan satıcı kredileri çoğunlukla kısa vadeli olup faiz oranları da diğer kredilerle kıyaslandığında daha yüksektir. Ayrıca ihracat kredi kuruluşları, borçlu ülke veya proje uygulayıcısı kuruluştan faiz dışında ihracat sigorta primi adı altında bir komisyon talep etmektedirler. Yüksek sigorta primi oranları kredi maliyetlerini artırmakta ve dolayısıyla ihracat kredilerinin kullanımı azalmaktadır. 193 Ancak etkin ve etkili bir şekilde kullanımları başarıldığında bu krediler her iki taraf için de çok faydalı olabilir (Y. Aysu, 2011: 9). 3.16.3.2. Teknik Krediler Bu krediler gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere teknik bilgi ve yöntemlerin sağlanması şeklinde olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin teknik bilgi seviye ve kapasitelerini yükseltme amacı taşır. Ayrıca az gelişmiş ülke elemanlarına gelişmiş ülkelerde staj ve eğitim olanakları sağlanması da bu tarz kredilerin uygulamalarından biridir. Bu tarz krediler süreleri bakımından kısa, orta ve uzun vadeli olabilmektedir. Bu kredileri sayesinde kredi alan ülkeler ek bir kaynağa kavuşur. Kredi veren ülkeler açısından da, teknolojilerini kredi alan ülkelere yerleştirmeyle birlikte yedek parça ve bakım onarım hizmet faaliyetleri sonucu elde edilecek gelirler ile ekonomik geri dönüşümler ve siyasi fayda fazlasıyla sağlanmaktadır (Demiray, 2007: 18). 3.16.3.3. Askeri Krediler Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere verilen çoğunlukla miktarı ve şartları açıklanmayan ve genellikle dış borç şeklinde verilen, savunma amacı ile yapılan gizli anlaşmalardır. Gelişmekte olan ülkeler özellikle stratejik ve jeopolitik konumu güçlü olan ülkeler ile askeri nitelikli kredi ilişkilerini canlı tutarlar (A. Aysu, 2007: 17). 3.16.3.4. Bağışlar Bağışlar, gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere çoğunlukla mal şeklinde karşılıksız olarak yapılan, geri ödemesi ve faizi söz konusu olmayan yardımlardır. Gelişmiş ülkeler bir külfete katlanmadan üretim fazlası ürünlerini gelişmekte olan ülkelere ya tamamı karşılıksız ya da bedelin sadece bir kısmının o ülke parası ile ödenmesi kaydı ile vermektedirler. Elde edilen gelirler ise yardım yapan ülkenin o ülkede yapacağı harcamalarda kullanılmaktadır. Geçmişte Marshall yardımları olarak bilinen yardımlar bu duruma örnektir. Marshall yardımlarında ABD, PL480 sayılı kanunu ile üretim fazlası olan tarımsal ürünlerini az gelişmiş ülkelere göndermiştir. Karşılığında edindiği kısmi gelirleri ise ABD elçiliklerinin o ülkelerdeki harcamaları için kullanmıştır (Demiray, 2007: 19). 194 3.16.4. Geri Ödeme Şekillerine Göre Dış Borçlar Geri ödeme şekline göre dış borçlar dövizle ödenecek dış borçlar ve milli parayla ödenecek dış borçlar olarak ikiye ayrılır. 3.16.4.1. Dövizle Ödenecek Dış Borçlar Borç veren ülkelerin genel olarak ağırlıklı tercihi dış borçların dövizle ödenmesidir. Borç veren ülkeler ya kendi para birimleri ile borç verme ya da dünya para piyasalarında geçerli olan para birimi üzerinden borç verme eğilimindedirler. Borç veren ülkeler bu şekilde verdikleri borcun reel değerini korumaktadırlar. Bu durumun borç alan ülkeler açısından getirisi ödeme dönemlerinde yaşanabilecek olası döviz krizleridir (Y. Aysu, 2011: 10). Alınan dış borcun geri ödenmesinde hangi para birimini kullanılacağının pek bir önemi yokmuş gibi görünse de ülkelerin verdikleri borcu kendi para birimleri ile geri istemelerinin altında tarihi ve önemli bir neden yatmaktadır. Almanya, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ye ödemek zorunda kaldığı savaş tazminatlarını kendi ulusal para birimi olan Mark ile ödemek istemiş ve bu ödemeyi yapabilmek amacı ile aşırı miktarda Mark basmıştır. Ancak ABD geri ödemeyi kendi para birimi ile istemiş ve Almanya da ki bu aşırı para arzı artışı Almanya’nın tarihinin en yüksek enflasyonunu yaşamasına neden olmuştur. Ayrıca ABD de Almanya’dan alacaklarını tahsil edememe korkusu ile alacaklarını mal ile tahsis etmeye çalışmış ve Almanya’nın İhraç ettiği mallar ABD iç piyasalarında bir daralma etkisi yaratmıştır. Bunun üzerine ABD’nin gümrük tarifeleri uygulamaya başlaması ile Dünya ticareti aşırı derecede daralmış ve diğer bazı etkenlerin de tetiklemesi ile 1929 Büyük Buhranı yaşanmıştır. Hali hazırda taraflar arası bir borç yükümlülüğündeki para birimi büyük ekonomik buhranını ortaya çıkaran etmenlerden biri olmuştur (Yücesan, 2011: 23-24). 3.16.4.2. Milli Para ile Ödenecek Dış Borçlar Borç geri ödemelerinde anapara ve faizin borçlanan ülke parası ile yapılması devlet borçlanmalarında pek rastlanmayan bir durumdur. Ancak borç veren ülkenin 195 kredi vereceği ülkenin para birimine itimadı söz konusu ise ya da bağış yapılması durumlarında gerçekleşebilir (Özkan, 2006: 29-30). 3.16.5. Borçlulara Göre Dış Borçlar Borçlulara göre dış borçlar, temelde kamu ve özel kesim tarafından edinilen dış borçlar olmak üzere ikiye ayrılırlar. 3.16.5.1. Kamu ve Özel Kesim Dış Borçları Kamu borçları merkezi ve yerel yönetimlerce yapılan borçlanmalardır. Özel kesimin borçları ise, özellikle yabancı ticari bankalardan ve bazı finans kuruluşlarından ve firmalardan sağlanan kredilerden oluşmaktadır (Demiray, 2007: 19). Kamu borçları içinde konsolide bütçe -Hazine borçları- ve bütçe dışı kamu sektörü borçları – Merkez Bankası' nın borçları- ağırlıklı yer tutar. Bunun yanı sıra, KİT ve fonların borçları gelir. Kamu borçlarının geri ödenmesi sırasında devletin para basma ve vergiden yararlanma gibi imkanları vardır. Özel borçlarda ise şirketler kendi mali kaynaklarından yararlanabilirler. Kamu borçları özel borçlara nazaran daha uzun vadeli ve düşük faizli olabileceği gibi ödemesiz dönem içerebilir (Kocaoğlu, 2005: 13). Devlet borçlanmaları kamusal ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılır. Maliyet ve kârlılık gibi amaçlar göz önüne alınmaz ve temel amaç topluma hizmet ile toplumun ihtiyaçlarını gidererek toplumsal refaha bir katkıda bulunmaktır. Özel borçlanmalar ise özel ihtiyaçların giderilmesine yöneliktir. Kâr amacı da güdülebilir. (Kocaoğlu, 2005: 13). Kamu borçları ile özel borçların birbirlerinden farklı olan yönleri aşağıdaki gibi özetlenebilir: • Devlet borçlanmaları kamusal ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılır. Maliyet kârlılık gibi amaçlar hiçbir zaman göz önüne alınmaz. Özel borçlanmalar ise özel ihtiyaçların giderilmesine yöneliktir. Kâr amacı da güdülebilir. 196 • Devlet borçlanmaları büyük miktarlarda olur. Özel borçlanmaların miktarı ise sınırlıdır. Bir kimse hiçbir zaman devletten daha zengin olamaz ve devletin kadar büyük miktarlarda borçlanamaz. • Özel borçlar genellikle kısa vadeli iken, kamu borçları uzun vadeli borçlardır. Sürenin 25- 30 yıla kadar uzadığı, hatta süresiz olduğu durumlar da söz konusudur. • Kamu borçlanması isteğe bağlı olmanın yanında zorunlu da olabilirken, özel borçlanmada zorlama unsuru söz konusu değildir. • Özel borçlanmalar genellikle kısa vadeli olduklarında faiz oranları yüksektir. Kamu borçları ise daha düşük faizli olabileceği gibi geri ödemesiz dönemleri de içerebilir. Bu durum daha çok dış borçlar için geçerlidir. • İstisnaları olmakla birlikte özel borçlanmalar daha çok yurt içinde alınıp verilir. Devlet ise özellikle ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilmek amacıyla sermaye birikimini yeterli olmadığı durumlarda yurt dışı finansman kaynaklarına başvurabilir. • Özel borçlarda borç alan kişiler borcunu belirli bir süre sonra geri ödemekle yükümlüdür. Aksi taktirde borç veren yasal yollara başvurarak hakkını arayabilir. Devlet ise –uygulaması çok zor olmakla birlikte- bir kanun çıkararak daha önce alınmış olan borçları reddetme olanağına sahiptir (Y. Aysu, 2011: 11-12). 3.17. DIŞ BORÇLARIN İŞLEYİŞİ Dış borçların işleyiş mekanizması özellikli bazı kredilerde (sendikasyon kredileri ve tahvil ihraçları gibi) farklılık gösterebilmekle birlikte, genel olarak bir dış kredinin alındığı tarihten geri ödemenin tamamlandığı tarihe kadar geçen evreler aşağıdaki şekil üzerinde somutlaştırılmıştır (Sarı, 2004: 4); 197 Şekil 19: Dış Borçların Genel İşleyişi Vade Geri Ödemesiz Dönem a b Kullanım Dönemi c d e Geri Ödeme Dönemi Kaynak: Bal, 2001: 17. Şekilde (a) noktası , borçlu kuruluş ile alacaklı(lar) arasında yapılan kredi anlaşmasının imzalandığı tarihtir. Çok kereler bu tarihle fiili kullanımın yapıldığı tarih aynı tarih değildir. Başka bir anlatımla sözleşmenin yada kredi anlaşmasının imzalandığı tarih ile ilk kullanımın yapıldığı tarih arasında zaman girer. Bu bazen kredi anlaşmasında yazılıdır, bazen ise tarafların ulusal hukuku buna neden olur. Sözgelimi; Türkiye’de bazı kredi anlaşmaların yürürlüğe girmesi (TBMM)’nin ve Cumhurbaşkanının onayını takiben Resmi Gazetede yayımlanmasına bağlıdır. Bu bakımdan kredi anlaşmasında zaman konusunda bir hüküm olmasa bile anlaşma tarihi ile ilk kullanımın yapıldığı tarih farklılaşır (Sarı, 2004: 4) . Kullanım genellikle bir kerede olmaz, kredi peyder pey kullanılabilir. Bu yüzden (b) ile (c) arası dönem kullanım dönemidir, ve burada bir süreç söz konusudur. Ancak ayrıntılı açıklayacak olursak (b), yaklaşık ilk kullanım tarihidir. Krediden yapılması planlanan ilk çekisin (kullanım) tahmin edilen tarihidir. Bu tarih aynı zamanda gerçek borcun (borç stokunun) başladığı ve faiz hesaplamasına esas alınan ilk tarihtir. (c), yaklaşık son kullanım tarihidir. Krediden yapılacak çekişlerin en son tarihidir (Çakır, 2007: 14). Kredi anlaşmalarının geri ödemesi de genellikle bir kerede yapılmaz; taksitler halinde yapılır. Şekilde (d) ile (e) arasında gösterilen bu dönem, bu niteliği gereği yine bir süreç içerir. Kredinin vadesi ise (a)’dan başlayıp (e)’ye kadar devam eder (Sarı, 2004: 4). Burada da yine ayrıntılı açıklayacak olursak (d), ilk anapara ödeme tarihidir. Kredinin anapara geri ödemelerinin yapılması planlanan ilk tarihtir. (e), son anapara 198 ödeme tarihidir. Kredinin en son anapara geri ödemesinin yapılacağı tarihtir. Bu tarih aynı zamanda krediye ilişkin borç stokunun sıfırlandığı tarihtir. Borç stoku, kümülatif olarak, gerçekleşen kullanımlar ile ödenen anapara miktarları arasındaki farktır. Herhangi bir döneme ilişkin olarak faiz ödemesi de bir önceki dönemin borç stoku esas alınarak hesaplanmaktadır (Çakır, 2007: 14). İlk kullanım tarihi özellikle proje kredilerinde özel bir öneme sahiptir. Zira kredinin ilk faiz ödemesi ve faiz yükümlülüğü ilk kullanımın yapıldığı tarihten sonraki dönem için ve ilk kullanım miktarı esas alınarak hesaplanmaktadır (Sarı, 2004: 4). 3.18. DIŞ BORÇ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ Sürdürülebilirlik, mevcut durumu koruyabilmek, koşullar uygun olursa da iyileştirebilmektir. Borç sürdürülebilirliği; enflasyonist olmayan sürdürülebilir bir büyüme hedefini, istikrarı, politika ve reformların devamını etkilemeden, ülkelerin itibarını sarsmadan, ülkenin borç ödeme zamanlamasında aksama olmaması; gelecek dönemlerde rahat borçlanabilmesi durumudur. Literatürde genel kabul görmüş borç sürdürülebilirliği tanımına göre, ‘kamu borç stokunun milli gelire oranının uzun dönemde sabit kalması, o kamu borç stokunun sürdürülebilir olduğunu gösterir’. Kamu borç stokunun sürdürülebilirliği tanımından hareketle, dış borçların sürdürülebilirliği, dış borç stokunun milli gelire oranının makul kabul edilen bir düzeyde uzun dönemde sabit kalmasıdır. Sürdürülebilirlik bir bakıma, ülkenin dış yükümlülüklerini yerine getirme kabiliyetidir (Geıthner, 2002: 29). Sürdürülebilir borç yapısı ve azalan borç yükü makroekonomik istikrarın sağlanmasında temel unsurlardır. Düşük borç yükü ülke ekonomisinin iç ve dış şoklara karsı direncini arttırmakta, fiyat istikrarını desteklemekte, uzun vadede gelecek kuşakların vergi yükünü azaltırken gerek özel gerekse kamu yatırımlarının önünü açmaktadır. Bu nedenlerle kamu borç stokunun yapısına ve borcun sürdürülebilirliğine ilişkin değerlendirmeler hem politika yapıcılar, hem de piyasalar tarafından kritik önem arz etmektedir. Sürdürülebilirlik, geri ödeme yeteneği (solvency) ve likidite (liquidity) kavramları ile açıklanmaktadır. Geri ödeme yeteneği, bir ülkenin uzun dönemde dış 199 yükümlülüklerini tam olarak karşılama yeteneği iken, likidite, bir ülkenin acil dış yükümlülüklerini karşılama yeteneği olarak tanımlanır (Akkaya, 2012: 75). Borçlanma yoluyla elde edilen kaynakların getirisi, dış borçlanmanın maliyetini aştığı sürece dış borçlanma politikası sürdürülebilir bir politikadır. Dış borçların sürdürülebilirliği, borçlanmadan elde edilen kaynaklarla, hükümet gelirlerinin gelecekteki borç servisini karşılayabilecek şekilde arttırılması ile mümkündür. Borç alma sürecinin sürdürülebilirliği, borç olarak alınan kaynakların otoriteler tarafından etkin ve etkili bir şekilde kullanılmasıyla mümkündür. Ancak bu şekilde borç servisi yeni borçlanmaya başvurmaksızın karşılanabilmektedir. Dış borçların sürdürülebilirliğinde kullanılan ölçüt, ödeyebilirlik kriteridir. Ülkenin dış borçlarını ödeyebiliyor olması, borçlarının ve uygulanan borçlanma politikalarının sürdürülebilirliğini de temin edebileceğini göstermektedir (Özkan, 2006: 38). Dış borç sürdürülebilirliğini etkileyen faktörler, literatürde ortaya atılan temel yaklaşımlar dikkate alınarak; dolaylı ve dolaysız olarak iki kısımda toplanmıştır. Bunlar (Güçlü Çiçek, 2005: 7-8); Dolaysız (birincil/makro) faktörler: - GSMH’nin büyüme hızı - Faiz dışı fazla veya faiz öncesi bütçe fazlası (politika değişkeni) - Döviz kurlarındaki değişim (yabancı ülke paralarının fiyatındaki değişim) - Reel faiz oranları (ülke parasının fiyatındaki değişim) - Vade - Enflasyon (fiyat istikrarı) - Senyoraj gelirleri (reel asli paraya (Merkez Bankası parasına) talep) - Özelleştirme - Ülke dışında ve içinde yaşanan olağanüstü durumlar - Özel kesimin dış borcunun artması - Sürdürülemez mali açıklar 200 - Yabancı sermaye girişi - Dış borcun başlangıçtaki durumu Dolaylı (ikincil/mikro) faktörler: - Kamu ekonomisinin payı - Vergi gelirlerinin düzeyi - Ülkelerin uyguladığı para ve maliye politikaları - Sübvansiyonlar - Siyasi istikrar - Hesap verilebilirlik-saydamlık - Borç yönetiminin denetimi - Mali disiplin - Gelir idaresinin sorunları - Kayıt dışı ekonomi - Ülkenin kredi değerliliği - Dünya ekonomilerinin durumu - Bekleyişler 3.18.1. Sürdürülebilirlik Yaklaşımları Sürdürülebilirlik yaklaşımları; bugünkü değer yaklaşımı, muhasebe yaklaşımı ve vergi boşluğu yaklaşımı olmak üzere üç başlık altında incelenebilir. 3.18.1.1. Bugünkü Değer Yaklaşımı Devletin bugünkü borcunun, gelecekte beklenen faiz dışı fazlaların bugünkü değerinin toplamına eşit olması gerektiği varsayımı, bir diğer deyişle ülkenin borçlarının ve faizinin iskonto edilmiş değeri ile ülkenin gelir ve harcamalarının belli varsayımlar kullanılarak hesaplanmasıdır (Güçlü Çiçek, 2005: 5). 201 3.18.1.2. Muhasebe Yaklaşımı Muhasebe Yaklaşımı, reel faiz, büyüme oranı ve borç stoku arasındaki oransal analizi gösterir ve borç stokunun gayri safi milli hasılaya (GSMH) oranını baz alır. Muhasebe yaklaşımı, Yale Üniversitesi’nden William Buiter tarafından 1983-1985 ve 1990 yıllarında oluşturulan ve eski Türkiye Masası şefi Sweder van Winjnberen tarafından da ülkemize tavsiye edilen bir yaklaşımdır. Bu tarihten itibaren ülkemiz borç yönetimi tarafından baz alınan yaklaşım muhasebe yaklaşımıdır ve sürdürülebilirlik analizinde bu yaklaşım kullanılmaktadır. Muhasebe yaklaşımı hem iç borcu hem de dış borcu göz önüne alan bir yaklaşımdır. Dolayısıyla sadece dış borca özgü bir yaklaşım olarak kullanılamaz. Bu yaklaşımda borç-gelir oranını sabit tutmak veya azaltabilmek temel olarak faiz dışı fazla, senyoraj, iç faiz, dış faiz, döviz kuru, enflasyon ve büyümeye dayanmaktadır. Yüksek büyüme hızı, ulusal paranın değer kazanması ve dış fazlalar borç-gelir oranını düşürürken, faiz oranlarının yüksekliği ve bir önceki dönemin borç stokunun büyüklüğü borç-gelir oranını artırmaktadır (Güçlü Çiçek, 2005: 6). 3.18.1.3. Vergi Boşluğu Yaklaşımı Blanchard’ın (1990) ortaya attığı vergi boşluğu (tax indicator) yaklaşımında amaç, hedef değişken olarak faiz dışı fazla değil, kamu borç stokunun sürdürülebilirliğini sağlayacak olan ideal bir ‘vergi/milli gelir oranı’nı tespit etmektir. (Güçlü Çiçek, 2005: 6-7). 3.18.2. Sürdürülebilirlik Göstergeleri Dış borçların, sürdürülebilirlik analizinin yapılmasını sağlayan, ekonominin massetme kapasitesi, dış borcun vadesi ve dış borç kapasitesi ve ödemeler bilançosu dengesi gibi göstergeler mevcuttur. 3.18.2.1. Ekonominin Massetme Kapasitesi Ülkelerin ne kadar dış borç kullanabileceklerini, dış borçları etkin ve etkili kullanabilme kısıtları altında hesaplayan bir kriterdir. Yani ülkelerin dış borç alma kapasitesini gösteren ekonominin massetme kapasitesi, verimli kullanabilme kısıtı altında ne kadar borç alınabileceğini gösterir. Ekonominin massetme kapasitesi, dış borçlara ödenecek giderler (anapara ödemeleri + faiz ödemeleri = dış borç servisi) ile 202 sınırlandırılmaktadır. Dış tasarrufların marjinal katkısı dış borçlara ödenecek gider haddine eşit olduğu zaman massetme kapasitesinin tamamı kullanılmış olacaktır. Dolayısıyla dış borçtan yararlanan bir ekonomide bu tasarruflarda reel büyümenin sağlanması (gelir artısının gider artısından yüksek olması), bu borcun ödenerek ekonomik büyümenin sürdürülebilir olması için zorunludur. Gelir artışı gider artışına eşit olursa dış borcun meydana getirdiği gelir artışı yalnızca dış borç faizini ödemeye yarayacaktır. Bu tezi savunanlara göre massetme kapasitesi sınırının ötesinde borçlanmayı sürdürmek ekonomik açıdan net bir kayıptır. Çünkü bu sınırdan sonra borç alınması ülke içi kaynakların dış ülkelere aktarılmasına neden olmaktadır (Akkaya, 2012: 29). Massetme kapasitesini belirleyen başlıca etmenleri ise (Evgin, 2000: 7); 1) Ülkenin doğal kaynaklarına ilişkin bilgilerin varlığı 2) Teknik ve idari işgücünün varlığı, bu is gücünü kullanabilme mobilite derecesi 3) Milli ekonominin yabancı kaynaklar ithalinde hoşgörü derecesi 4) Yatırım programının iç dengesi 5) Siyasi kadronun yeterliliği 3.18.2.2. Ödemeler Bilançosu Dengesi Özellikle Latin Amerika borç krizinden sonra ortaya çıkan bu kritere göre dış alem gelirleri ve giderleri arasındaki fark kadar dış finansmana başvurulmalıdır. Bu farktan daha fazla dış kaynağa başvurmak, alınan borcun verimli alanlarda kullanılmadığının ve ülkenin ödeme gücünün zayıfladığının göstergesi olacaktır. Bu kriter bir ülkenin dış borç düzeyinde bir yılda ortaya çıkan artış veya azalış ile o ülkenin ödemeler dengesi hesaplarının cari işlemler kısmındaki acık veya fazlalık arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır (Evgin, 2000: 8). 3.18.2.3. Dış Borcun Vadesi Dış borcun vadesi, borç alan ülkenin dış kaynağa bağımlı olup olmadığının açık bir göstergesidir.Borcun vadesi, borcun sürdürülebilirliği açısından önem arz etmektedir. Kısa süreli borçlara daha çok devletin gelir ile giderleri arasında 203 aksaklıkları gidermek amacıyla başvurulmaktadır. Vadesi kısa olduğu için, düşük faizli olan bu borçların zamanında ödenmemesi, ekonomi üzerinde uzun süreli borç etkisi yapmakta, bu borçları konsolide etmek zorunda bırakmaktadır. Bu nedenle kısa vadeli borçların, toplam borç stoku içinde payının atması, ülkeyi borç geri ödeme sorunuyla karşı karşıya bırakabileceği için tehlikeli bir süreçtir. Bu nedenle toplam borç stoku içinde, kısa vadeli borçların payının artması, dış borçların sürdürülebilirliği konusunda, riskin mevcut olduğunun, bir göstergesi olarak düşünülmektedir (Kadıoğlu, 2007: 33). 3.18.2.4. Dış Borcun Kapasitesi Seyidoğlu'na göre, ülkeler, dış finansman ile sağlanan gelirin verimli alanlara kanalize edilmesiyle oluşan ödeme kapasitelerinin elverdiği ölçüde borçlanabilirler. Ödeme kapasitesinin üstünde borçlanmaya gitmek, ülkeye yarardan çok zarar getirmektedir. Yani , dış borcun kapasitesi ödeme kapasitesi ile doğru orantılıdır. Genellikle kısa dönemde, borcun geri ödeme kapasitesinin bir ölçüsü olarak borç servis oranı kullanılmaktadır. Dış borç servi oranı, faiz anapara ve dividant gibi, dış borç ödemeleri yıllık toplamının o yılki ihracat gelirlerine oranını ifade etmektedir. Yüksek bir dış borç servis oranı, borçları geri ödeme kapasitesinin zayıflığına işaret etmektedir. Uzun dönemde, dış borçlanmanın sürdürülebilirliğinin değerlendirilmesi ise, ancak ekonominin bütün olarak, üretim kapasitesi üzerinde doğuracağı gelişmeler dikkate alınarak değerlendirilebilir (Seyidoğlu, 2003b: 565). 3.19. DIŞ BORÇLARIN SINIRI 1980'li yıllarda gelişmekte olan ülkelerde dış borç hacminin büyük boyutlara ulaşması, borç alan ülkelerde sorunlar yaşanmasına neden olmuş ve bu durum gelişmiş ülkeler de dahil, pek çok ülkede borçlanmanın sınırı konusunu gündeme getirmiştir. Günümüzde pek çok iktisatçı borçlanmanın bir sınırı olması ve devletin buna uyması gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle ülkeler, dış borcun maliyetinin faydasını aşması halinde ve dış borcun ödeme gücünü zorlaması durumunda dış borçlanma üzerine sınırlamalar getirmelidirler. Hangi gerekçelerle yapılırsa yapılsın her ülke için dış borçlanma miktarının doğal ya da uygun bir sınırının olduğu ve bu sınırın aşılması durumunda borçlanmanın o ülke için faydadan cok bir maliyet 204 unsuru haline geldiği genel olarak kabul edilmektedir. Borcun sürdürülebilirliği ile borçlanmanın sınırlandırılması iç içe geçmiş kavramlardır. Bu yüzden borçların sürdürülemez olduğunu gösteren nokta, aynı zamanda borçlanmanın sınırını çizmektedir (Kocaoğlu, 2005: 80). Bir ekonominin kullanabileceği dış tasarruf miktarını, massetme kapasitesi göstermektedir. Massetme kapasitesi sürdürülebilirlik kavramında açıklandığı üzere ekonominin verimliliği arttığı sürece dış borçlanmaya gidilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Dış borçlanma yoluyla sağlanan yatırım artışları 'azalan verimler yasası'na göre gelişme gösterebilmektedir. Yani, marjinal yatırımın üretim hacmine sağladığı katkı azalarak artmakta ve belirli bir noktadan sonra bu artışlar, dış borcun ödenmesi için gereken anapara ve faizlerin altına inebilmektedir. Bu sınırın ötesinde dış borçlanmayı sürdürmek ekonomik açıdan bir kayıp olmaktadır (Özkan, 2006: 39). Sonuç itibariyle dış borç sınırı sürdürülebilirlik kavramı ile iç içe olduğundan sürdürülebilirlik göstergeleri dış borç sınırı için bir çerçeve niteliğindedir. 3.20. DIŞ BORÇLARLA İLGİLİ RASYOLAR Ülkeler arası borçlanmanın boyutlarının giderek artması, borçlanmanın farklı kriterlere göre değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Borçlanmanın sınırının ve sürdürebilirliğinin temel belirleyicileri olarak hem borç alan hem de borç veren taraf kendi durumlarını daha iyi analiz edebilmeleri için bazı oranları veri kabul etmeyi uygun bulmuşlardır. Bu rasyolar (oranlar), borç veren taraf bakımından, borç verilecek ülkenin güvenirliliğini, borcu geri ödeyebilme kapasitesini veya borç vermede beklenen amacın gerçekleşebilme imkanını gösterir. Borç alan taraf açısından ise alınan borcun diğer ekonomik büyüklükler ile karşılaştırılması, gelecekte ödeme sıkıntısı çekip çekilmeyeceğinin analizi, GSMH, ithalat, ihracat gibi, birinci derecede etkileyen öğelerle ilişkisini, alınan dış borcun yapısının tanınmasını görmede yardımcı olmaktadır. Bu analizler gerekli olduğu kadar, uluslararası sermaye piyasasındaki faiz oranları, döviz kurları, ihracat, GSYİH ve borçlanma şartlarında gelecekte oluşabilecek değişmelerden olumsuz etkilenmektedirler (Güçlü Çiçek, 2005: 67-68). 205 3.20.1. Toplam Dış Borç / GSMH Rasyosu Toplam dış borçların yıllık GSMH' nın ne kadarına karşılık geldiğini ya da ülkelerin bir yıl içinde yarattığı toplam katma değerin dış borçları karşılama oranını gösteren bu rasyo ülkelerin dış borçluluk durumlarını göstermede kullanılan en yaygın kriterlerden biridir ve ülkenin uzun dönem kredi değerliliğinin yani kredibilitesinin ölçülmesinde başvurulan önemli bir rasyodur. Dünya Bankası ve IMF'ye göre bu rasyo %30-50 arasında ise ülke orta derece borçlu, %50'nin üzerinde ise aşırı borçludur. Dış borç stokunun GSMH’ dan daha hızlı büyümesi, bu oranın yükselmesine neden olur (Bal, 1999: 102). 3.20.2. Toplam Dış Borç / İhracat Rasyosu Bir ülkenin borç servis kapasitesinin ölçülmesinde kullanılan en önemli göstergelerden biri olan bu rasyo Ekonominin ihracat gelirlerine göre dış borç miktarının ne ağırlıkta olduğunun ve ihracattan elde ettiği kaynaklarının toplam dış borç yükünü kısa dönemde karşılama oranını gösterir. Bu oranın giderek yükselmesi, ülkenin ihracat gelirlerinin dış borçları karşılama gücünün giderek azaldığını gösterir (Özbek, 2007: 53). Bu rasyo, bir ülkenin borçluluk durumunu ve ayrıca dış borç ödeme kapasitesini gösteren ihracat gelirlerinin toplam borç stoku üzerindeki etkileri konusunda bilgi edinmek için kullanılmaktadır. Dış borç ödeme kapasitesini gösteren mal ve hizmet ihracatı gelirleriyle alınan borcun ne kadarının karşılanabildiğini ifade etmektedir. Bu oranın %165-275 olması halinde ülke orta derecede borçlu, %275’i asması halinde ise ülke aşırı borçlu olarak dünya bankası tarafından kabul edilmektedir (Evgin, 1996: 78). 3.20.3. Dış Borç Servisi / GSMH Dış borçlanma yükünün önemli bir göstergesidir. Ayrıca GSMH’ nın dış borcun anapara ve faizlerini ödeme kapasitesini gösteren bu oran, ülkenin yerel kaynaklarıyla elde ettiği gelirle ne kadar kendi kendine yeterli olduğunu belirlemede kullanılmaktadır. Bu ölçüte göre, dış borç sınırının aşılmaması için bu oranın GSMH’ nın büyüme oranından küçük olması gerekmektedir. Oranın yükselmesi bir anlamda, ülkenin dış borç ödemesi için dışarıya aktardığı kaynak miktarının arttığına 206 işaret eder. Bu oran %5'in altında ise ülke orta derecede borçlu, %5'in üzerinde ise çok borçlu kabul edilir (Kozalı, 2007: 21). 3.20.4. Dış Borç Servisi / İhracat Rasyosu Dış borç yükü ve çok borçluluğu ölçme amaçlı kullanılan bu rasyo yıllık ihracat gelirlerinin ne kadarının borç servisi için kullanıldığını gösterir. Oranın yüksekliği borç servis baskısının ağırlaştığını ifade etmektedir. Kısa ve orta vadeli değerlendirmeler için iyi bir gösterge olarak düşünülebilir. Dünya Bankasına göre oranın %18-30 ağırlığında olması ülkenin orta derecede borçlu olduğunu, %30’dan yukarıda olması ise, çok borçluluğu ifade etmektedir. Bu oranın düşmesi ödemeler dengesinde bir iyileşmeyi ifade ederken, yükselmesi dış borç yükümlülüklerinin yerine getirilebilme gücünün zayıfladığı anlamını taşır (Bal, 1999: 102). Bu oranı değerlendirirken aşağıdaki unsurları da dikkate almak gerekmektedir (Güçlü Çiçek, 2005: 72); -İhracat gelirlerinin bir kaç mal grubu veya sınırlı sayıdaki kaynaklardan sağlanıp sağlanmadığı, -Fiyat ve hacim yönünden ülke ihracatının geçmiş ve gelecekteki gelişme trendleri, -Uluslararası rezervler ve ithalatla ilgili diğer kaynakların durumu, -Ülke ekonomisinde olumsuz etkiler yapmaksızın, ödemeler dengesini düzeltmede, ithalata yönelik talebin yönetilebilme durumu. Borç servis oranına yöneltilen eleştiriler ise şunlardır; - Borç servis oranının ne zaman kritik bir düzeye erişmiş sayılacağını kestirmek güçtür. Her şeyden önce, tüm ülkeler için geçerli tek bir kritik düzey olduğu öne sürülemez. - Borç servis oranı, belli bir anda bir ülke dış borçlarının vade yapısı hakkında bilgi vermemektedir. Oran fazla yüksek görünmese ve dolayısıyla söz konusu ülke borç servis kapasitesini tüketmiş sayılmasa bile, borçların tümünün ya da büyük bölümünün vadesinin aynı anda dolması ülkeyi büyük bir likidite krizine sürükleyebilir. Bu orana bakarak ülkeler arasında borç servisi kapasitesi 207 karşılaştırmaları yapmak yanıltıcı olabilir. Çünkü aynı orana sahip ülkelerin borç servisi kapasiteleri çeşitli nedenlerle çok farklı sayılabileceği gibi, oranları çok farklı iki ülke de benzer kapasitede görülebilir (Y. Aysu, 2011: 32). 3.20.5. Faiz / İhracat Rasyosu Maliyet veya çok borçluluğun ölçülmesinde kullanılan bu rasyoda, uluslararası alanda oranın % 20’yi aşması halinde o ülke çok borçlu, % 12-20 arasında olması halinde ise orta derece borçlu olarak kabul edilmektedir. Faiz servisi artış hızının ihracat artış hızından daha büyük olması ülke ekonomisi açısından olumsuz bir gelişmedir. Bu durum, ülkedeki iç kaynakların verimsiz kullanılmasının yanında, dış borçların ülkenin ihracatını artırıcı yatırımlarda kullanılmamış olmasından da kaynaklanabilir. Yani, dış borçlardan elde edilen kaynaklar yatırımlardan çok dış borç geri ödemeleri gibi diğer alanlarda kullanılmış olabilir (A. Aysu, 2007: 21). 3.20.6. Faiz/ GSMH Rasyosu Ülkelerin bir yıl içerisinde yapmış olduğu katma değerin ne kadarının faiz ödemesine gittiğini gösteren bir orandır. 3.20.7. Uluslararası Rezervler / Dış Borç Stok Rasyosu Uluslararası borç ödemelerinde kabul edilen her türlü aktife uluslararası rezerv denilmektedir. Uluslararası rezerv kapsamına; para otoritesinin elinde bulunan uluslararası standarttaki, altın, konvertibl döviz, uluslararası ödemelerde kabul gören kısa süreli özel ve resmi alacak senetleri, bonolar ve tahviller ile IMF nezdinde ki özel çekiş hakları ve diğer çekiş kolaylıkları girmektedir. Uluslararası net rezerv miktarını bulmak için; gayrisafi uluslararası rezervlerden, kısa vadeli dış borçların çıkarılması gerekir .Oranın büyük olması ülkeler açısından olumludur. Çünkü ülke dış borç ödemelerini daha kolay yapacaktır. Oranın küçük olması ise ülkenin dış ödemelerde sıkıntılı olduğunu gösterir (Evgin , 2000). 3.20.8. Toplam Dış Borç Servisi / Toplam Döviz Gelirleri Rasyosu Elde edilen her türlü döviz gelirleri toplamının ne kadarının dış borç anapara ve faiz ödemelerinde kullanıldığını ve dolayısı ile borcun kısa dönemde geri ödenme 208 olasılığını gösteren bir rasyodur. Rasyodaki artışlar, genellikle dış borç vadelerinin kısaldığının ya da uluslararası piyasalardan kaynak elde etmenin zorlaştığının göstergesidir. Oranın yüksek olması ülkeler açısından olumsuz, düşük olması ise olumlu kabul edilir. Ülkenin sadece ihracat gelirlerinin değil, aynı zamanda yeni borçlanmalar hariç çeşitli şekillerde elde edilen döviz gelirlerini de kapsaması sebebiyle daha tatmin edici bir gösterge olup, yaygın bir kullanıma sahiptir (Bal, 1999: 104). 3.20.9. Dış Kaynak İhtiyacı Rasyosu Dış Kaynak İhtiyaç Oranı = Ödemeler Dengesi Cari İşlemler Açığı / GSMH, olarak formüle edilen rasyo, bir ülkenin yabancı sermayeye olan bağımlılığının en önemli göstergelerinden biridir. Oranın yükselmesi, ülkenin yabancı sermayeye olan bağımlılığının artmakta olduğunu gösterir ve ülkenin diğer ülkeler odaklı krizlerden daha hızlı bir şekilde etkilenme olasılığının yüksek olduğunu gösterir. Yani oranın küçük olması olumlu, büyük olması ise olumsuzdur (Y. Aysu, 2011: 33). 3.20.10. Dış Borç Birikimi Rasyosu Bu rasyo genelde bir yıl içerisinde ödemesi yapılan dış borç anapara taksit tutarının, yine aynı yıl içerisinde kullanımı gerçekleşen dış borçlanma gelirlerine bölünmesi ile elde edilir. Oranın birim değeri 1’e eşit ise geri ödemesi yapılan dış borç anapara tutarı, kullanımı gerçekleşen dış borçlanma gelirine eşit demektir. Bu durumda dönem içerisinde yapılan dış borçlanma hareketleri, var olan dış borç miktarını (faiz borçları hariç) arttırıcı veya azaltıcı yönde etki yapmaz. Bu duruma refinansman amaçlı borçlanma denmektedir. Burada dönem genelde bir yıllık süreyi kapsamaktadır. Oran 1’den büyük bir değer alıyorsa, ödemesi yapılan dış borç anapara tutarı, kullanımı gerçekleşen dış borçlanma gelirinden fazla demektir. Borç anapara miktarının azalması söz konusudur. Bu durumda borçlanma gelirlerinden daha başka döviz gelirlerine başvurulduğu anlaşılmaktadır. Oranın 1’den küçük olması ise, kullanılan dış borçlanma gelirlerinin, ödemesi yapılan anapara taksit tutarından fazla olduğu anlamına gelmektedir. Dış anapara ödemelerinin arttığı anlamına gelen bu durumda ek döviz ihtiyacı doğmaktadır. Dış borçlanmanın başlangıç yıllarında, bu rasyonun 1’den küçük değer alması kaçınılmazdır. Gelecek 209 dönemlerde bu oran değişebilir. Bu oranın hızlı bir şekilde artması dış borç vadelerinin kısaldığı ya da dış borçlanmanın zorlaştığı anlamına gelmektedir (Güçlü Çiçek, 2005: 77). 3.20.11. İmtiyazlı Dış Borçlar Rasyosu Bağış öğesi içeren dış borçların toplam dış borçlara oranlanmasıyla elde edilen bu oranın yüksekliği olumlu kabul edilmektedir. 3.20.12. İhracat/ İthalat İhracatın ithalatı karşılama oranı olarak da bilinen bu oran, döviz gelirlerimizin en önemli kalemi olan ihracatın ne kadarının dışa transfer edildiğini gösteren bir rasyodur. Bu oranın yükselmesi olumlu olarak alınmaktadır (Y. Aysu, 2011: 34). 3.20.13. Net Kaynak Transfer Oranı Bir dönem içerisinde kullanılan dış borçlanma gelirlerinden, dönem içerisinde ödenmiş olan dış borç anapara ve faiz ödemeleri çıkarıldığında o dönemin net dış borçlanma dengesi elde edilir. Net dış borçlanma dengesi ülke ekonomisine giren net kaynak aktarımını (pozitif olarak) veya tam tersi ülke ekonomisinden çıkan net kaynak transferini (negatif olarak) göstermektedir. Bu oran dış borçlanma sonucunda elde edilebilecek net dış tasarruf miktarını göstermektedir ve negatif değer alması durumunda negatif net dış tasarruf miktarı söz konusu olmaktadır. Bununda ülke ekonomisini olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır (Güçlü Çiçek, 2005: 78). 3.20.14. Kısa Vadeli Dış Borç / Toplam Dış Borç Rasyosu Gelişmekte olan ülkelerin kalkınmaları için en uygun yapıda olan dış borçlar vadeleri orta ve uzun olanlardır. Bu nedenle kısa vadeli borçların toplam içindeki paylarının %15 -20 arasında olması beklenir. Bu oranın artması durumunda borç servis kapasitesi düşerken azalması durumunda ise borç servis kapasitesi artmaktadır (Demiray, 2007: 66). 3.21. ÇOK BORÇLULUK KAVRAMI VE UNSURLARI Bir ülkeyi çok borçlu olarak tanımlayabilmek için bazı özel analitik ve finansal kriterlere ihtiyaç vardır. Dünya bankası ve IMF tarafından kabul edilen 210 kriterlerde dört borç göstergesinden üçünün belirli bir seviyeyi aşması durumunda bahsi geçen ülkenin çok borçlu olduğu kabul edilir. Bu borç göstergeleri şunlardır; 1) Toplam Borç / GSMH 2) Toplam Borç / İhracat 3) Borç Servisi / İhracat 4) Faiz Servisi / İhracat Bu oranların; - Toplam Borç / GSMH > % 50 - Toplam Borç / İhracat > % 275 - Borç Servisi / İhracat > % 30 - Faiz Servisi / İhracat > % 20 olması halinde ülke çok borçlu sayılır. 3.22. DIŞ BORÇLARLA İLGİLİ TEORİK GÖRÜŞLER Devlet borçlanmasına ilişkin yaklaşımlar, iktisat okullarının içinde yaşadığı döneme göre şekillenmiş ve farklılık göstermiştir. Kamu borçlanmasına ilişkin yaklaşımların temelinde, iktisat okullarının “devlet” kavramına bakış açıları yer almaktadır. Aradaki farklılıklar da bu bakış açısı farklılıklarından kaynaklanmaktadır. İktisat okullarının ekonomik hayatta devletin üsteleneceği görevleri farklı tanımlamaları kamu borçlanması yoluyla finansman sağlanıp sağlanamayacağı, borçlanmanın ne şekilde yapılacağı ve borçlanmanın ekonomik etkileri gibi konularda farklı açıklamalar yapmalarına yol açmıştır. Aşağıda iktisat okullarının dış borçlanmaya ilişkin görüşleri incelenmiştir. 3.22.1. Klasik Yaklaşım Klasik iktisat temel varsayımı tam rekabet piyasasının varlığıdır. Klasiklere göre ekonomide asıl olan devlet değil bireydir çünkü bireyler rasyonel kararlar verirler ve bu yüzden devletin ekonomideki faaliyet alanı oldukça daraltılmalıdır. Ekonomik dengesizlik durumlarında ise görünmez el politikası ile denge tekrar sağlanacaktır bu nedenle devlet müdahalesi gereksizdir. 211 Klasikler, devlet müdahalesine karşı olan tutumları nedeniyle kamu harcamalarını mümkün olduğunca en düşük seviyede tutmak, harcamaları vergilerle finanse etmek, denk bütçe uygulamak ve borçlanmadan uzak durmak çabası içindedirler. Klasikler borçlanmayı devletin normal gelirleri olan vergilerin öne alınmış, iskonto ettirilmiş bir şekli olarak nitelendirirler. Yani kamu harcamalarını karşılamak üzere yapılan borçlanma, bugün alınması gereken vergilerin geleceğe ertelenmesidir (Özkan, 2006: 6). Klasik iktisatçılar kamu borçlanmasını, sadece olağanüstü harcamaların finansmanı için başvurulan, çok özel bir gelir kaynağı olarak görmüşlerdir. Klasik iktisatçılara göre, devletin faaliyet alanı iç ve dış güvenliğin korunması ve adaletin sağlanmasıyla sınırlı olmalıdır. Klasik iktisatçılara göre devlet, sadece, savaş, doğal afetler, ekonomik kriz vb. olağanüstü haller durumunda ve verimli yatırımların finansmanında borçlanmalıdır. Bu bağlamda, devlet gelir ve giderleri denk olmalı, dolayısıyla gerekli kamu giderleri dışında devlet borçlanmamalıdır (Cural, 2012: 44). Klasik iktisatçılardan Adam Smith’in borçlanmaya ilişkin görüşlerini şu şekildedir; - Kamu harcamalarını borçlanarak finanse etmek, halka daha az yük binmesine neden olur. Fakat bu durumda harcamaların yükü gelecek kuşaklara aktarılacaktır. - Smith savaş durumunda borçlanmayı, savaşın sürdürülmesinde ve kontrolünün sağlanmasında yeterli bir kaynak olarak görmektedir. Aynı zamanda borçlanma, hükümet tarafından izlenen politikanın etkilerini ve bunun seyrini halktan gizler. - Faiz ödemeleri toplanan vergilere eşit olsa dahi kamu borcunun varlığı ekonomiye bir yük getirir. Bu yük, yüksek vergi oranlarının engelleyici etkisi ve artan verimsizlik nedeniyle olur. - Küçük ülkeler dış borçlanma nedeniyle bağımsızlıklarını tehlikeye atar. - Kamu borçları belirli bir seviyeye ulaşınca geri ödenmeyecektir. 212 - Büyük kamu borçlarından kaynaklanan yüksek vergiler diğer ülkeleri olumsuz etkiler. - Kamu borçları, yüksek vergilemeye neden olan bir seviyeye ulaştığı zaman, hükümetin bu sorunu harcamaları kısarak çözmesi gerekir. - Savunma harcamalarında fazla kesinti yapma imkanı yoktur fakat ithalat harcamalarında kesinti yapılabilir (A. Aysu, 2007: 30). Sonuç olarak klasiklere göre devlet, olağanüstü haller dışında hiçbir zaman borçlanmamalıdır. Çünkü klasik iktisatçılara göre, devletin borç yükü daima gelecek nesillere aktarılmaktadır. Borç alınan yıllarda yapılan harcamaları bir tüketim olarak kabul eden iktisatçılar, bu tüketim yükünün ileride faiz ve masrafları ile birlikte ve daha büyük miktarlarda ödeneceğini ileri sürmektedirler. Alınan borç paralarla gerçekleştirilen kamu hizmetlerinden faydalanan insanlar ile, bu hizmetler karşılığı doğan devlet borçlarını ödeyen insanlar, farklı kimseler olacaktır. Ayrıca, devlet borçlarının eninde sonunda vergi gelirleri ile kapatılacağını ve bunun da ekonomik, sosyal ve siyasal sıkıntılara neden olacağını ileri sürmektedirler (Kadıoğlu, 2007: 9). 3.22.2. Neoklasik Yaklaşım Neoklasik akım klasik iktisadın revizyonu olarak nitelendirilir ve klasik görüşle hemen hemen aynı çerçevede yorumları bulunmaktadır. Klasiklerin bakış açılarını klasiklerden farklı olarak matematik tekniği kullanarak tekrar analiz edip yorumlamışlardır. Beklentilerin ön planda tutulduğu ve rasyonel davranıldığı neoklasik yaklaşımın dayandığı üç ana varsayım vardır. Bunlar; - Sınırlı bir yasam süresine sahip olan bireyler, bunu dikkate alarak tüketimlerini şekillendireceklerdir. - Bireylerin tüketimi; piyasadaki faiz oranlarından, borçlanma ve ödünç vermenin mümkün olduğu anlarda, zamanlar arası optimizasyon problemine bir çözüm olarak belirlenecektir. - Tüm zamanlarda piyasalar kendi kendine dengeye gelebilecektir (Akkaya, 2012: 22). 213 Neoklasik iktisat görüşünün borçlanma ve bütçe açıkları üzerine yorumları sonlu yaşam varsayımına dayanır. Bu varsayıma göre bireyin iki dönem yaşar. Birinci dönemde birey emek arz ederek gelir elde eder ve bunu bugünkü tüketim ve tasarrufları arasında paylaştırır. İkinci dönemde ise birey emek arzını durdurur ve birinci dönemden getirdiği tasarruflarını ve tahvil satın almışsa onların faizlerini tüketir Bu varsayımlar altında konulabilecek olası vergiler genç bireylerin tasarruf miktarının azalması sonucunu doğurur ki bu da sermaye stokunda düşüş anlamına gelir. Aynı ekonomide borçlanmaya gidilirse borçlanmanın servet etkisiyle tüketim artar, borcun yükü rasyonel bireylerce gelecek nesillere aktarılır (Y. Aysu , 2011: 20). 3.22.3. Keynesyen Yaklaşım 1929-1930 ekonomik krizi, klasik iktisatçıların tam istihdam ve borçlanmayla ilgili görüşlerine ters düşen sonuçlar yaratmıştır. Keynesyen iktisatçılar, klasik iktisatçıların tersine, ekonominin her zaman tam istihdam üretim düzeyinde dengede olmadığını,dengeden sapmalar yaşandığında ekonominin kendi kendine dengeye gelemeyeceğini ve devlet müdahalesinin gerekli olacağını savunmuştur. Keynesyenlere göre kamu borçlanması tam istihdamın sağlanmasının bir aracıdır. Keynesyen iktisat talep yönlüdür. Gelirin ve parasal değişkenlerin tüketim üstünde oldukça önemli bir yeri vardır. Keynesyenlere göre ekonomide denk bütçe uygulaması zorunlu değildir. Ekonomik durgunluk ve genişleme dönemlerinde bütçe açığı veya fazlası verilerek istikrar sağlanması başarılı bir politika aracı olarak kullanılabilir. Dolayısıyla keynesyen yaklaşıma göre, uygun zamanda yaratılan kamu açığı ya da borçlanmayla finansman, tasarruf ve sermaye birikimini olumsuz etkilemeyecek, ekonomi üzerinde olumlu etkiler yaratacaktır. Yani borçlanmaya klasikler gibi karşı değillerdir (Özkan, 2006: 8). Keynesyen iktisatçılara göre, ekonomi tam istihdamda ya da tam istihdama yakın bir düzeyde ise faiz oranlarındaki bir artış özel sektör yatırımlarını azaltıcı bir etki (crowding-out) yaratmakta, buna karşılık ekonomi eksik istihdam düzeyinde ise, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımları üzerinde artırıcı (crowding-in) etkisi ortaya çıkmaktadır. Buna göre, iç borçlanmayla elde edilen kaynaklar özel sektör yatırımlarını tamamlayıcı nitelikteki (altyapı, eğitim vb.) yatırımlara tahsis 214 edilmekte, böylece özel sektör yatırımları uyarılmakta ve bu yatırımların verimliliği arttırılmaktadır. Sonuçta talepteki artış, eksik istihdam düzeyinde, özel sektör yatırımlarının kârlılığını artırmakta ve ekonomi tam istihdama yaklaşmaktadır. Keynesyen yaklaşımla birlikte denk bütçe görüşü, yerini bu eşitliğin gerekli olmadığı inancına bırakmıştır. Keynesyen yaklaşım, klasik iktisadın varsayımlarını sarsmış ve fonksiyonel maliyenin temelleri atılmıştır. Fonksiyonel maliye, devlet borçlarını,sürekli bir gelir elde etme ve ekonomik konjonktüre göre kullanılması gereken bir politika aracı olarak görmektedir. Bu görüşe göre devlet maliye politikaları aracılığı ile ekonomiye müdahale etmelidir (Cural, 2012: 44). Sonuç olarak Keynesyen teoride, kamu borçlanması tam istihdamı sağlamanın bir aracı olarak görülmektedir. Borçlar, tam istihdamı sağlamak amacıyla indirilmeli veya arttırılmalıdır. Keynesyen teori ile Klasik teori kamu harcamaları ve yatırımların etkileri konusunda farklı özellikler taşımaktadır. Klasiklere göre borçlanma ile finanse edilen kamu harcamalarının ekonomi üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Kamu harcamalarında bu şekilde artışın olması halinde özel sektör bu miktar kadar yatırım ve tüketim harcamalarını azalmaktadır. Keynesyen teoride, kamu harcamalarının çarpan etkisi bulunmaktadır. Bu harcamalar için yapılan borçlanmaların, harcamaların çarpan etkisini yok edecek negatif bir etkisi yoktur. Yani klasiklerin aksine borçlanma ve kamu harcamaları yapılmalıdır (Kadıoğlu, 2007: 13). 3.22.4. Post-Keynesyen Yaklaşım Post-Keynesyen iktisatçılara göre, gelecekteki zamanla ilgili belirsizlikler nedeniyle bir ekonomi kendiliğinden tam istihdama ulaşmada yetersizdir. Bu nedenle, Post- Keynesyenler ekonomiye devlet müdahalesini gerekli görmekte ve hatta devlete bazı görevler yüklemektedirler. Bunlar, piyasanın sağlayamadığı bilgi akışını sağlamak, daha iyi bir ortam için kurumsal reformlar yapmak, tam istihdama ulaşma konusunda ekonomik bir plan uygulamak, ekonomide beklenmeyen gelişmeler meydana geldiğinde aktif politikalar uygulamaktır. Bu doğrultuda uygulanacak temel politikalar ise maliye politikası, para politikası ve gelirler politikasıdır. Bu politikalar ekonomik göstergeler doğrultusunda devletin içinde 215 bulunduğu duruma göre kullanılarak sorunlara çözüm yaratılmalıdır (A. Aysu, 2007: 32). 3.22.5. Parasalcı Yaklaşım Klasik iktisat yaklaşımına dayanan bu görüş klasiklerin rasyonel birey kavramını geliştirerek beklentilerin önemini vurgulamıştır. Görüşün ortaya çıkması Friedman öncülüğünde 1960'lı yıllardaki stagflasyon sonrası Keynesyen görüşün savunduğu toplam talebi artırıcı politikaların yetersizliği ile olmuştur. Keynesyen görüşe eleştiri niteliğindedir. Bu yaklaşıma göre kamu kesimi küçültülmeli, enflasyonla mücadele için kamu harcamaları sınırlandırılmalı ve sıkı para politikası uygulanmalıdır. Parasalcı yaklaşım, kamu harcamalarının artışına ve borçlanma mekanizmasına karşıdır. Çünkü borçlanma, devletin özel sektöre rakip olarak ödünç verilebilir fonlar piyasasına girmesine ve sonuçta faiz oranlarını artırarak özel sektör yatırımlarının dışlanmasına sebep olmaktadır (Cural, 2012: 46). Parasalcılara göre ise maliye politikasının ekonomik faaliyet üzerindeki etkisi kamu harcamalarının nasıl finanse edildiğine bağlıdır. - Kamu harcamalarındaki artış kişi ve kurumlardan yapılan borçlanma ile finanse edilirse (pür maliye politikası) faiz oranları yükselir ve özel yatırım harcamaları azalır (dışlama etkisi). Dışlama etkisi nedeniyle kamu harcamalarındaki artışın milli geliri genişletici etkisi azalmıştır. - Kamu harcamaları vergilerle finanse edilirse, milli gelir üzerindeki genişletici etkisi en az olur. - Kamu harcamalarındaki artış tamamen Merkez Bankası'nda borçlanma yoluyla finanse edilirse, kamu harcamalarının milli gelir üzerindeki genişletici etkisi en fazla olur (Y. Aysu, 2011: 22). 3.22.6. Ricardocu Denklik Teoremi Ricardo her ne kadar dönem ve görüşler itibariyle klasikler ile birlikte anılsa da literatüre “ilişkisizlik teoremi”, (irrelevance theorem) veya “Ricardo Eşdeğerlik Teorisi” olarak geçen görüşü klasik söylemlerden farklılık içermektedir. Ricardo’ 216 nun görüşlerine göre kamu borçları, hem bunu ellerinde bulunduranların bir varlığıdır, hem de vergi mükelleflerinin bir yükümlülüğüdür. Dolayısıyla, varlıklar ve yükümlülükler zaman ve kuşaklar arasında birbirinin etkisini yok eder ve devlet borçlarında bir değişim ne net varlıkları ne de toplam harcamayı etkiler. Bu teoreme göre, kamu borçlarında yaşanacak bir birimlik artış, ki bu vergilerde bir birimlik azalma anlamına gelecektir, gelecekte vergilerde bir birimlik artışa neden olacağından, bireyler bu vergi artışını dikkate alarak artan borç stokuna talep oluşturacaklardır. Böylece kamu borçlanmasının ne fiyat, ne de gelir düzeyine bir etkisi bulunmaktadır. Ricardo, harcamaların vergileri artırarak karşılanması ile borçlanarak karşılanması arasında bir fark olmadığını ileri sürmektedir. Çünkü her iki yöntem de ülkenin kullanılabilir kaynaklarını aynı ölçüde azaltmaktadır. Buna karşın Ricardo borçlanmayı iki nedenden dolayı sakıncalı bulmaktadır. Bunlardan birincisi, borçlanma gerçek durumu gizleyerek halkın daha az tasarruf etmesine neden olabilir. İkinci neden ise, borçların faizlerini ödemek için vergilerin artırılması gerekeceğinden yüksek borçlu ülkelerden sermayenin kaçma ihtimalidir (Özkan, 2006: 8). Ricardo denklik teoreminin dayandığı temel varsayımlar şu şekilde sıralanır: - Nesiller bir sonraki nesil için yaptıkları fedakarlıklarla birbirlerine bağlıdırlar. - Bireyler, devlet gibi aynı oranda borç alıp verebilirler. - Tüketici rasyoneldir. - Vergilerin ertelenmesi gelirin yeniden dağılımına neden olmaz. - Vergiler götürü usuldedir ve piyasayı bozucu etkisi yoktur. - Açıkların kullanımı herhangi bir değer yaratmayabilir. - Açık finansmanının kullanımı siyasi süreci etkilemez. - Sermaye piyasasında aksaklıklar yoktur. - Tüketiciler rasyonel ve ileri görüşlüdür. - Vergiler değiştirilemez (Y. Aysu, 2011: 21). 217 3.22.7. Radikal Yaklaşım Bu yaklaşıma göre devlet harcamalarının artması tekelci sermayenin büyümesine bağlanmaktadır. Bu yaklaşıma göre devlet sermayenin maliyetlerini üstlenerek sermayeye destek olmakta ve sermaye birikimine katkıda bulunmak için harcamalar yapmaktadır. Bu şekilde devlet ile tekelci sermaye arasında bir işbirliği kurulmakta ve bu durum özel sektörde sermaye birikiminin hızlanmasını beraberinde getirmektedir. Çünkü tekelci sermayenin sermaye maliyetleri (üretim ve yatırım harcamalarını), uzun dönemde kamu harcaması olarak devlet bütçesinden karşılanmakta, dolayısıyla sermaye maliyetleri tüm topluma yayılmaktadır (Cural, 2012: 49-50). 3.23. ULUSLARARASI FİNANSAL KURULUŞLAR 3.23.1. Uluslar Arası Para Fonu (IMF) 1930’ların başında büyük bunalımın etkisiyle başlayan korumacılık rüzgarlarıyla dünya ticareti iyice daralmış ve altın standardının yarattığı aksaklıklar da bu sistemin terk edilmesine yol açmıştı. Bu da uluslararası para sisteminde bir boşluk doğurmuştu. Hem uluslararası ticarette ortaya çıkan daralmalar, hem de uluslararası para sisteminin yeniden yapılanma arzusu ve savaşın enkazını temizleme amacıyla 1944 yılında ABD ve İngiltere’nin girişimiyle IMF, Dünya Bankası ve ITO (International Trade Organization) kuruldu. Oluşturulan uluslararası sisteme de Bretten Woods sistemi adı verildi. IMF'nin amaçları üç temel nokta etrafında toplanmıştı: - Altın esasına dayalı döviz kuru sisteminin isleyişini denetlemek, - Ödemeler dengesi bozulan üye ülkelerin karşılaştıkları ekonomik sorunların giderilmesi için geçici mali imkanlar sağlamak, - Uluslararası ticaretin daha fazla geliştirilmesine engel oluşturan döviz kısıtlamalarının giderilmesi için çalışmalar yapmak ve bu çalışmaların uluslararası bir platformda değerlendirilmesini sağlamak. 218 IMF’nin temel amacı uluslararası refahı arttırmaya yönelik olarak uluslararası ticaretin ve işbirliğinin geliştirilmesine engel oluşturabilecek bir takım mekanizmaların ortaya çıkmasını önlemektir (Özbek, 2007: 4). IMF, devletlerin kambiyo istikrarını sağlayabilmeleri; milletlerarası çok yönlü ödeme anlaşmalarının yaygın bir hale gelmesi; kambiyo kısıtlamalarının kaldırılması ve milletlerarası ticaretin geliştirilmesi amacıyla meydana getirilmiş bir fondur. Fona üye her memleket kendisine tanınan kota dahilinde kendi parası karşılığında fondan ihtiyacı olan yabancı memleket parasını satın alabilmektedir Bu fonun görevleri aşağıdaki gibi sıralanabilir: - Bu fon, kısa vadeli bir finans kaynağı olup, kısa vadeli dış ödemeler de meydana gelecek güçlükleri ortadan kaldırmaya çalışmak. - Uluslararası para sorunlarını çözmek için üye ülkelerle devamlı işbirliği yaparak, bu işbirliğinin üyeler arasında devamını sağlamaya çalışmak. - Kambiyo kararlığını korumak ve bu amaçla tek yönlü devalüasyonlara engel olmaya çalışmak. - Uluslararası ekonomik ilişkilerde mevcut engellerin ortadan kaldırılmasına çalışmak ve çok taraflı ekonomik ilişkilerin kurulmasına çalışmak. - Uluslararası ticaretin dengeli gelişmesini sağlamak suretiyle üye ülkeleri tam istihdam ile dengeli ve yüksek büyüme hızına ulaştırma imkanını hazırlamak - Ödemeler dengesinde açık veren üye ülkelere kısa vadeli krediler vermek suretiyle onların bu sorunlarını çözmek için uluslararası çok taraflı ve serbest ekonomik ilişkileri daraltacak mahiyette kararlar almalarını önlemek. Uluslararası Para Fonuna üye olan ülkelerin Dünya Bankasına da üye olmaları gerekmektedir. Çünkü bu iki kuruluş görev bakımından birbirlerini tamamlamaktadır (Y. Aysu, 2011: 14). 3.23.2. Dünya Bankası Temel olarak Dünya Bankası da IMF gibi küresel ekonomik sistemin sağlıklı şekilde sürdürülebilirliğini sağlamak için kurulmuştur. Ayrıca az gelişmiş ve 219 gelişmekte olan ülkelerin dış dünyadan uygun koşullarda kaynak sağlamalarını sağlamak, fakirliğin azalmasına yardımcı olmak ve kalkınmayı sağlamak da görevleri arasındadır. Söz konusu kuruluşların başlangıçtan bugüne küresel ekonomik sistemin büyük aktörlerinden olmaları onları çoğu zaman eleştiri odağı haline getirmiştir (Y. Aysu, 2011: 16). Dünya Bankası ana sözleşmesinin 1. Maddesinde yer alan hükümlere göre Dünya Bankası’nın ana görevleri şu şekildedir; - Üye ülkelerin savaşın oluşturduğu yıkıntıların düzeltilmesi de dahil olmak üzere, kalkınma ve yeniden yapılanma çabalarına verimli sermaye yatırımları kanalı ile yardımcı olmak, gelişme yolunda olan ülkelerin kaynaklarını ve verimli imkanlarını kullanmalarını özendirmek. - Özel ve yabancı yatırımlara garanti vermek ya da krediye katılımda bulunmak, özel yatırımların yetersiz kaldığı yerlerde kendi kaynaklarını kullanmak sureti ile destek sağlamak. - Uluslararası ticareti geliştirmek ve ödemeler dengesi istikrarını sürdürebilmek için kalkınma amaçlı uluslararası yatırımları desteklemek. - Başka kanallardan sağlanan kredileri yeniden düzenlemek ya da garanti etmek sureti ile daha yararlı ve acil projelerle kullanımını sağlamak - Savaş döneminden barış dönemine geçişte mümkün olan en iyi koşulların sağlanmasına yönelik uluslararası yatırımları yönetmek biçiminde tanımlanmıştır (Yücesan, 2011: 18). 3.23.3. Avrupa Yatırım Bankası Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa Birliği’nin finansman kuruluşu olup, kamu ve özel sektör kuruluşlarına uzun vadeli finansman sağlamak suretiyle Birliğin politik hedeflerinin hayata geçirilmesine yardımcı olmaktadır. Avrupa Yatırım Bankası, kâr amacı gütmeyen bir kurum olup, özellikle kalıcı projelerin finansmanını sağlamaktadır. Banka, Avrupa Birliği’ne üye devletlere ait olup, kurulduğu 1958 yılından bu yana Birliğe üye ve partner ülkelerdeki projelerin desteklenmesi için 540 Milyar Euro’dan fazla finansman sağlamıştır. (http://www.deik.org.tr). 220 3.23.4. Asya Kalkınma Bankası AKB’nin temel amaçları arasında Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmalarının sağlanması için fon sağlamak, kalkınma proje ve programlarının planlanması ve uygulanması için teknik yardım vermek, kalkınma için özel ve kamu yatırımlarını desteklemek, ekonomi politikalarının koordinasyonuna yardım etmek ve bölgede ortaya çıkabilecek acil durumlarla baş edilmesine kaynak sağlamak ile kaynakların yönlendirilmesi için koordinasyon sağlamak yer almaktadır. Temel prensiplerini sıralayacak olursak: (www.mfa.gov.tr). - Asya Pasifik bölgesindeki gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınması için finansman sağlamak, - Kalkınma proje ve programlarının planlanması ve uygulaması için teknik yardım vermek, - Kalkınma için özel ve kamu yatırımlarını desteklemek, - Ekonomi politikalarının koordinasyonuna yardım etmek, - Bölgede ortaya çıkabilecek acil durumlarda kaynak sağlamak ve kaynakların yönlendirilmesi için koordinasyon sağlamak. 3.23.5. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası Merkezi Londra'da olan ve tüm Avrupa ülkelerine Avrupa ülkesi olmayan fakat IMF üyesi ülkelere, Avrupa Birliğine ve Avrupa Yatırım Bankası'na açık olan bankanın amacı, SSCB‟nin dağılmasıyla sonradan üye olan Türk Cumhuriyetleri de dahil olmak üzere, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin serbest pazar ekonomisine geçişini hızlandırmak ve bu ülkelerin ekonomik ve kültürel gelişmesini teşvik etmektir. EBRD bu amaçlarına yönelik olarak; özel sektör yatırımlarını teşvik etmek, kişisel girişimciliği desteklemek ve alt yapı yatırımlarını gerçekleştirmek, sermaye piyasalarının gelişimini teşvik etmek işlevlerini yerine getirmektedir. Banka bu işlevleri çerçevesinde üye ülkelere kredi-yatırım, garanti ve teknik yardım şeklinde yardımlar sağlamaktadır (Y. Aysu, 2011: 19). 221 3.23.6. İslam Kalkınma Bankası Finansman işlemlerinde faiz ve taahhüt ücreti almayan bu banka yatırım projelerini, hisse satın almak yoluyla, sermayeye katılımla ya da kâr payı karşılığı kaynak sağlayarak finanse etmektedir. Bankanın kâr payı, projenin sağlayacağı kâr üzerinden finansmana katılma oranı esas alınmak suretiyle, geri ödeme yapıldıkça azalmaktadır. Banka'nın amaçları şunlardır : - İslam ülkelerinin kalkınmasının finansmanını sağlamak, - Faizsiz bankacılık sistemini gerçekleştirmek, - Üye ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişimini şeriat ve İslam hukukuna uygun olarak düzenlemek (Y. Aysu, 2011: 20). 3.24. DIŞ BORÇLARIN ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN YAKLAŞIM VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI 3.24.1. Quito Bildirisi Quito Bildirisi, başlıca amaçları vadelerin ve ödeme sürelerinin uzatılması, faiz oranlarının düşürülmesi, yeniden kaynak akışının harekete geçirilmesi, borç seviyesinin ihracat gelirlerinin belirli bir yüzdesini aşmaması, faiz, komisyon ve diğer ek yüklerin hafifletilmesi borçlu ülkelerin ihracat ürünlerine sanayileşmiş ülkelerin pazarlarının açılması, borç ödemelerinde etkinlik sağlayacak enformasyon ve eşgüdüm mekanizmalarının oluşturulması olan ve Latin Amerika Ekonomik Konsorsiyumu’nun, Ekvator’un başkenti Quito’da 3 Ocak 1984 yılında yayınlamış olduğu bildiridir. Söz konusu bildiride 26 Latin Amerika ve Karaib ülkelerinin temsilcileri dış borç ödemelerinde moratoryum ilan etmeyi reddederek, borç ödemelerinin gelişme hedefine bağlı kılınması gerektiğini ifade etmişlerdir. (www.imf.org). 222 3.24.2. Baker Planı 1985 dönemi ABD Hazine Bakanı James Baker tarafından ortaya atılan planın ana hedefi; borç krizinin ortaya çıkmasında borçlu ülkeler kadar alacaklı ülkelerin de payı olduğu ve tarafların bu konuda işbirliği yapması gerekliliğidir. Bu plan üç aşamadan oluşmaktadır. Bunlar: - Baslıca ülkeler tarafından sağlıklı bir büyüme ve eklemeler dengesi istikrarını sağlamak ve enflasyonu düşürmek için uluslar arası finansal kurumlarca desteklenen etkili makro ekonomik ve istikrar politikalar benimsenmesi, - IMF ile artan bağların ve cok taraflı kalkınma bankalarınca sağlanan kredilerin daha etkin yapısal istikrar sağlamaya yönelik kullanımının sürdürülmesi, - Etkin makroekonomik istikrar programının desteklenmesinde özel bankalarca ödünç verme surecinin genişletilmesini içermektedir (Akkaya, 2012: 65). Plan 15 borçlu ülke üzerinde uygulanmış olup plana göre; bu ülkelere özellikle ticari bankalardan yeni krediler sağlanmalı, mevcut borçları ertelenmeli ve uluslar arası kuruluşlardan kaynak artırımı sağlanmalıdır. Yine plana göre öncelikle borçlu ülkelerin uluslararası kuruluşların uygulamalarına karşı çıkmamaları onları benimsemeleri, ayrıca gelişme yolunda olan ülkelerin ihracat gelirlerinin arttırılabilmesi için, sanayileşmiş ülkeler himayeci politikalardan vazgeçmeleri gerekmekteydi. Ancak plan başarılı olamamış dış borç sorununa bir çözüm getirememiştir (Güçlü Çiçek, 2005: 50). 3.24.3. Brady Planı ABD Hazine Bakanı Nicholas Brady' nin adını taşıyan plan, borçlu ülkelerle, kreditörler arasında işbirliğinin arttırılması ve uluslararası mali kuruluşların desteklerinin sağlanmasıyla, borçlu ülkelerin borçlarının %20’lik kısmının silinmesini önermektedir. Brady Plan temel olarak üç temel yaklaşıma dayanmaktadır (Akkaya, 2012: 64); 223 - Borçlu ülkeler yeni yatırımlar için daha kapsamlı teşvik edici ve etkin ve yurt içi tasarrufları arttırarak sermaye çıkışının geri dönmesini sağlayacak politikalar uygulamaya koymalıdır. - Alacaklı ülkeler daha etkin ve uygun vadeli finansal destek sağlamalı ve bunun için borçlu ülkelerle uyum içinde olmaları gerekmektedir. Burada uluslar arası finans kurumlar merkezi rol oynayacaklardır. - Finansal destekler ve borçların vade koşulları daha esnek bir yapıda olmalıdır. Bu planın özellikleri ise şu şekilde sıralanabilir; - Bu plan borç servisi sorunuyla karşı karşıya olan tüm gelişmekte olan ülkelere yöneliktir. - Plan borçlu ülkelere yeni krediler sağlamasının yanı sıra mevcut birikmiş borçlarında indirimler yapılmasını öngörmektedir - Borç indirimleri başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere ileri gelen sanayileşmiş batılı ülkelerce finansal açıdan desteklenecektir. - Söz konusu destekler IMF ve Dünya Bankası' nın borçlu ülke ekonomi politikasını onaylaması ile gerçekleşecektir. - Plan, az gelişmiş ülkelerin borç yükünü azaltmak için izlenecek en iyi stratejinin 'makroekonomik ve yapısal uyumu' da içeren , 'büyümeye yönelik politika reformları' olduğu görüşüne dayanmaktadır (M. Karagöz, 1992: 132). Brady Planı ile borçların askıya alınması yoluyla gelişmekte olan ülkelerin yeniden dünya piyasalarına girmelerinin yolu açılmaya çalışılmıştır. Ancak bu planda da gelişmekte olan ülkelerin gerekli reformları yapmamaları nedeniyle ülkelerin borç yükü düşürülememiştir. 3.24.4. Montevideo Bildirisi ‘Kartegana’ adı verilen grup tarafından (Meksika, Brezilya, Arjantin, Şili, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Bolivya ve Uruguay) yayınlanan bu bildirinin içeriğinde genel olarak uluslararası piyasalarda faiz indirimi, eski borçlarda bir takım tavizler, 224 bankaların ödünç vermelerinde artış gibi şartlardan oluşmaktaydı. Toplantı sonucunda Amerika Birleşik Devletlerinin bu ülkelere ani bir özelleştirmeyi dayatarak hakim olma isteği ile sonuçlandığını düşünenler de olmuştur (Sakal, 2003: 47). 3.24.5. Paris Kulübü ve Resmi Borç Ertelemeleri Yazılı kuralları olmayan ve bu nedenle yasal bir kurum statüsüne kavuşamamış olan Paris Kulübü, çok taraflı borç ertelemesi isteyenlerin borç erteleme görüşmelerinin yapıldığı alacaklılar görüşmesidir. Kulüp bazı prensiplere dayanarak çalışmaktadır. Bunlar; - Borç erteleme görüşmelerinin başlaması için borçlu ülke borç ertelemesi yapılmadığı takdirde dış borç servisi yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği konusunda kreditörleri ikna etmek zorundadır. - Borçlu ülkeler borç erteleme görüşmelerine başlamadan önce dış borç servisi ödemelerini zamanında ve tam olarak yapacakları konusunda kreditörlere gerekli güvenceyi vermek için, IMF ile stand-by düzenlemesi konusunda anlaşmaya varmış olmalıdır. IMF’ye üye olmayan ülkeler için ise baslıca kreditör ülke uzmanlarından oluşan “Ad Hoc Task Forces” adı verilen bir komite oluşturulmakta ve borç sorunun niteliği ve alınacak önlemler konusunda borçlu ülkelerle görüşmeler bu komite tarafından yürütülmektedir. - Borçlu ülkelerin borçlanma koşulları, borç miktarları ve ekonomik yapıları birbirinden farklı olduğundan erteleme görüşmeleri “olay yaklaşımı” prensibi (case by approach) çerçevesinde yürütülür. - Toplantılara kreditör ülkelerin yanı sıra, IMF, Dünya Bankası, bölgesel kalkınma bankaları ve OECD’den gözlemciler de davet edilir. - Borç ertelemelerinin amacı geçici ödemeler dengesi sorunlarını hafifletmek olup kısa vadelidir. - Paris Kulübü ertelemelerinde bütün kreditörlerin borçlu ülkeye verdikleri kredilere göre borç ertelemesinden doğan yüke katlanmaları esastır (Akkaya, 2012: 69). 225 Sonuç olarak bu plan, gelişmiş ülkelerle, gelişmekte olan ülkelerin mali ilişkilerini düzenleme misyonunu üstlenmiştir. 3.24.6. Londra Kulübü ve Ticari Borç Ertelemeleri Ticari bankaların hükümetlere sağlamış olduğu kredilerin yeniden yapılandırıldığı bir forumdur. Mevcut kredilerin yanı sıra yeni kredilerin de görüşüldüğü bu kulüpte temel amaç; borçlu ülkelerin borç taksit ve anapara ödemelerini yerine getirecek miktardaki finansal yardımın bu ülkelere sağlanmasıdır. Londra Kulübü çalışmalarına ilk olarak 1976 yılında Zaire’nin ticari bankalara olan borcunu yeniden yapılandırmak üzere başlamıştır. Londra Kulübü’ ne katılan bankalar ‘Danışman Komite’ adı verilen ve genellikle 15- 20 bankadan oluşan ve doğrudan borçlu hükümetle temas kuran gruplar tarafından temsil edilirler (Demiray, 2007: 98). 3.25. DIŞ BORÇ YÖNETİMİ Maliye politikası araçlarından olan ancak para politikası ile de sıkı ilişki içinde bulunan borç yönetimi, Hazine'nin toplam nakit ihtiyacını maliyet unsurunu göz önüne alarak yönetme sürecidir. Bu süreçte, devletin finansman maliyetinin uzun vadede minimize edilmesi amaçlanır. İyi bir borç yönetiminin temel amaçları, kamu dışı sektörlerden kamu kesiminin borçlanma gereği kadar finansman sağlama, uzun vadede risk primini ve dolayısıyla maliyeti minimize etme ve para politikasıyla eşgüdümlü bir borçlanma programı yürütme olmalıdır (DPT, 2001: 122). Borç yönetimi belli ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla devletin, borç miktarında ve bünyesinde değişiklikler yapması olup, bir borcun alınmasından ödenmesine kadar yapılan işlemlerin tümünü kapsamaktadır. Çaşkurlu'ya göre borç yönetimiyle ilgili farklı görüşler şöyle sıralanabilir: - Ricardocu eşitlik dünyasında optimal borç yönetimi problemi yoktur. Kamu borcunun yalnız şekli değil, miktarı de etkisizdir. - Tobin' e göre borç yönetimi öncelikli olarak makroekonomik istikrar için bir araçtır.Faiz maliyetinin minimize edilmesi ikinci sıradadır. Risk minimizasyonu ise hiçbir rol oynamamaktadır. Böylece ekonominin genişleme dönemlerinde yeni 226 çıkarılacak borçlanma araçları uzun vadeli, uzun dönem faiz oranlı olmalı ve bununla ekonomiyi soğutmaya katkı sağmalıdır. - Barro' nun görüşlerinde optimal borç yönetimi anlayışı; devlet borç yönetiminin, borçlanma sorucu oluşan maliyetin gelecek dönem vergilerle karşılanacağı düşünüldüğünde ortaya çıkacak ekonomik anlamda bozucu etkilerin beklenen şimdiki değerinin minimize edilmesi üzerine kurgulanmasına dayanmaktadır. - Missale'ye göre borç yönetiminin temel amacı bütçe açığındaki istikrardır. - Avrupa Birliği ülkelerinde borç yönetimine bakış ise; mümkün olan en düşük maliyet ise katlanılabilir risklerle yıllık borçlanmanın finansmanının sağlanmasıdır. Bu amaçla söz konusu ülkelerde faiz ödemelerinin azaltılması ve bu ödemelerdeki büyük dalgalanma riskinden kaçınmak temel amaçtır (Çaşkurlu, 2007: 6-10). Sonuç olarak dış borç yönetimi, dış borçlara ilişkin kamu otoritelerince yerine getirilen geniş bir faaliyetler topluluğunun sınırları tam olarak kestirilemeyen ve belirtilemeyen şeklidir. Dış borç yönetimi, dış kredilerin etkin ve rasyonel bir biçimde elde edilmesini, kullanılmasını ve geri ödenmesini içeren planlı ve ihtiyatlı çabalar bütünüdür. Bu çabalar, yükümlülüklerin organize edilmesi, verilerin toplanması, borç servislerinin tahmini, dış borcun düzeyinin ve bileşiminin kontrolü, özel ve kamu dış borçlarının izlenmesi ve kontrol edilmesi gibi çeşitli yönetsel faaliyetleri ifade etmektedir. Dış borç yönetimindeki en önemli amaç, ülkenin katlanılabilir borç yükü seviyesini belirleyerek, borç stokunun kontrol altına alınmasının ve borçlanma metodlarının bu doğrultuda kullanılmasının sağlanmasıdır. Dış borç yönetiminde yönetime konu olan esas unsur borcun miktarı ve kompozisyonu olmakla birlikte, kredinin bulunabilmesi, vade yapısı, faiz yükü, alınan borçların verimli kullanılabilmesi, borç servisinin başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi ve dış borç yükünün zaman içinde azaltılmaya çalışılması gibi unsurlar, dış borç yönetiminin temel çerçevesini ve kapsamını teşkil etmektedir (Sarı, 2004: 31). 227 3.25.1. Dış Borç Yönetiminin Amaçları Yukarıda açıklananlar doğrultusunda dış borç yönetiminin esas amacının ülke borç stokunu kontrol altında tutarak risklere karşı tedbirli olmak olduğunu söyleyebiliriz. Ancak genel itibari ile dış borç yönetimi amaçlarını belirtecek olursak şu şekilde sıralayabiliriz (Saparbay Kızı, 2007: 69-70): - Devletin borçlanma ihtiyacının karşılanması - Borçlanma maliyetinin minimize edilmesi - Hükümetin finansal pazarlara girişinin sağlanması - Hükümetin borçlanması sırasında pazar etkilerinin minimize edilmesi - Borçlanma araçlarının çeşitliliğinin sağlanması - Devlet kağıtlarının ikinci el piyasalarının etkin işlemesinin sağlanması - Dengeli bir vade yapısının oluşturulması - Bono piyasalarının sağlıklı gelişimine destek verilmesi - Hane halklarının tasarrufa teşvik edilmesi - Para programı ile borçlanma programının koordinasyonunun sağlanması; - Devletin ihtiyaç duyduğu finansmanı karşılamak, - Borçlanma maliyetlerini en aza indirgemek, - Riskleri kabul edilebilir bir düzeyde tutmak, - Sermaye piyasalarını desteklemek. Borç yönetimi, bu genel amaçlar ile dış borçların daha etkin ve etkili kullanımı ve maliyetlerinin düşürülmesi sağlanmakta, borçlanmayı ülke adına avantajlı hale dönüştürebilmektedir. 3.25.2. Dış Borç Yönetim Teknikleri Dış borç yönetim teknikleri; geleneksel dış borç yönetim teknikleri ve modern dış borç yönetim teknikleri olmak üzere iki başlık altında incelenebilir. 228 3.25.2.1. Geleneksel Dış Borç Yönetim Teknikleri Bu tekniklerle ulaşılmak istenen sonuç, ülke döviz giderlerinin döviz gelirleriyle paralelleştirilmesini sağlamaktır. Bu amaçla uygulanan teknikler ise, rezervlerin miktarını yüksek tutmak ve bunların döviz kompozisyonunu çeşitlendirmeye çalışmak, cari işlemler fazlası verecek politikalar uygulamak, ihracat gelirlerini arttırmak ve kompozisyonunu çeşitlendirici uygulamalara gitmek olarak sıralanabilir. Ayrıca diğer yaygın bir uygulama ise bu ülkelerin dış borçlarının ikili ve çok yanlı, bağış unsuru yüksek, vade ve geri ödemesiz dönemi uzun borçlanmalar dışındaki kredi türlerinden uzak durmaya çalışmaları ve bu çerçevede yasal ve kurumsal kısıtlamalara başvurmalarıdır (Sarı, 2004: 39). Bahsedilen geleneksel teknikler, genellikle birçok içsel sorunları taşıyan ve elde edilebilirliği zor ve sınırlı olan uygulamalardır. Ayrıca, bu uygulamaların dışsal riskleri yönetebilmede etkinlikleri de tartışma konusudur. Bu yaklaşım bir ülkenin dış ticaret akımlarında ağırlıklı olan para birimi üzerinden borçlanmasını önerir. Sonuç olarak belirtmek gerekirse, geleneksel dış borç yönetim teknikleri olarak bilinen bu uygulamalar genellikle yetersiz görülmüştür. Bu nedenle diğer dış borç yönetim tekniklerine yönelinmeye başlanmıştır (Kocaoğlu, 2005: 29). 3.25.2.2. Modern Dış Borç Yönetim Teknikleri Geleneksel tekniklerin etkin borç yönetimi açısından yetersiz kalışı modern borç yönetim tekniklerinin gelişmekte olan ülkelerde de uygulanabilirliğini gündeme getirmiştir. Aktif-pasif yönetimi, varlık-yükümlülük yönetimi veya borç-alacak yönetimi olarak literatürde adlandırılan bu yaklaşımların özü ise, söz konusu tekniklerin gelişmekte olan ülkelerin dış borç yönetimleri sürecinde aktif olarak kullanılabilmesi ve bu yöndeki çabalar bütünüdür. Yani bu yaklaşım, gelecekteki nakit akım değişmelerini kontrol ederek bugünden yönetebilmeyi amaçlamaktadır (Sarı, 2004: 41). Gelişmekte olan ülkelerin dış borç yönetim süreçlerinde modern dış borç yönetim teknikleri olarak kullandıkları varlık-yükümlülük yönetimi tekniklerinin özü, bir ülkenin veya projenin varlık veya yükümlülük yapısında piyasalardaki dalgalanmalar sonucu, gelecekteki nakit akım yapısındaki oluşabilecek zıt yönlü 229 değişmeleri minimize etmektir. Bu teknikler piyasa tabanlı enstrümanlar olarak ifade edilmektedir ve risklerden korunmayı sağlayan bu enstrümanlara ”Hedging” teknikleri de denilmektedir (Kocaoğlu, 2005: 30). Modern yönetim teknikleri olarak kullanılan enstrümanlar, Forward, Futures, Options ve Swap anlaşmaları olarak dört başlık altında incelenmektedir. 3.25.2.2.1. Forward İşlemleri Forward terimi, kelime anlamıyla, bir şeyi ileri atmak, ileriye göndermek olarak ifade edilirken bu ifadenin dış ticaretteki karşılığı, ileri tarihte teslimi söz konusu olan herhangi bir varlığın (mal,döviz,faiz) vadesinin, fiyatının, miktarının bugünden belirlenip sözleşmeye bağlandığı işlemler olarak tanımlanır. Forward işlemlerde temel amaç gelirlerin kur risklerinden arınmasını sağlamaktır. Forward işlemlerinin en önemli özelliği ise müşteri ile bankalar arasında karşılıklı görüşme sonucu ve ihtiyaca göre özel tasarlanan ürünler olmasıdır. Bu tür kontratlar gelecekteki nakit akış tarihleri kesine yakın bir şekilde biliniyor ve firma finansman yöneticisi bütçeleme açısından kesin nakit akısı hesapları görmek istiyorsa oldukça yararlıdır (Kocaoğlu, 2005: 32). Forward işlemlerinin faydaları ise şu şekilde sıralanır; - Kur riskinin kontrol edilmesi ve en azından belli limitlerde tutulmasına olanak sağlar. - İthalat ya da ihracat olsun, vadeli ödeme veya tahsilât durumunda kur değerinin daha önce belirlenmesi sayesinde kurdaki dalgalanmaların olumsuz etkisinden korur. - Şirket ya da ülkelerin kur dalgalanmalarını takip etmekte geçirdikleri zamanı ve maliyetlerini, daha verimli faaliyetlerinde kullanabilmelerini sağlar - Nakit girişi ve kârlılık oranında beklenmedik ama aldatıcı dalgalanmaları önler, firmaların bu aldanmaya kanmayıp, spekülatif ve sanal olmayan doğru kâr hedeflerinin oluşmasına yardımcı olur. Forward işlemlerinin muhasebeleştirilmesinde ise işlemin niteliği bakımından özel bir durum mevcuttur. Forward sözleşmesinin imzalanması, ancak nazım 230 hesaplarda muhasebeleştirilebilir. Çünkü bu sözleşme, tarafları borçlu veya alacaklı hale getirmemekte, sadece karşılıklı olarak geleceğe yönelik taahhüt altına girmelerine sebebiyet vermektedir. (http://www.muhasebe-online.com). 3.25.2.2.2. Futures İşlemleri Futures standart miktar ve kalitede bir varlığın önceden belirlenmiş bir fiyattan gelecekte belirli bir tarihte teslim etme ya da teslim almaya ilişkin yasal bir sözleşmedir. Futures kontratın dayandığı ya da yazıldığı varlık fiziksel bir mal olabileceği gibi finansal bir ürün ya da gösterge olabilir. Futures piyasaları borsalarda faaliyet gösterirler ve bu özellikleriyle forward işlemlerinden farklılaşır. Ayrıca bu piyasalar miktar ve vade konularında standartlaşmayı sağlamaktadır. Tüm risk yönetimi enstrümanlarında olduğu gibi fiyatların değişmelere karşı sabitlenmesi durumu söz konusudur (Eyüboğlu Aksel, 1995: 35). Risk ve borç yönetim aracı olarak futures piyasalarının temel işlevi fiyat dalgalanmalarının neden olduğu risklerin yönetimini sağlayacak mekanizmalar oluşturmaktır. Bu işlemlerin önemli bir özelliği ise bu piyasalardaki toplam işlem gören sözleşmelerin büyük çoğunluğunun mal alım veya teslimine gerek kalmaksızın kontrat süresinin bitişinden önce girişilen ters işlemlerle (kontrat alındıysa satılarak, satıldıysa alınarak) kapatılmasıdır. Bu özellik forward piyasalarda bulunmamaktadır (Erol, 1994: 24). Future sözleşmelerin muhasebeleştirilmesinde sözleşme, sözleşmenin yapıldığı tarihte nazım hesaplara alınarak sözleşme kapatılana veya sözleşme vadesi sona erene kadar nazım hesaplarda izlenirler. Zira sözleşme konusu tutar sözleşmeye taraf olanların varlık veya kaynaklarında herhangi bir değişmeye yol açmamaktadır. Futures sözleşmelerde, sözleşmeye taraf olunduğu anda borsaya önceden bedeli saptanmış bir işlem bedelinin ödenmesi söz konusudur. Söz konusu ödeme sözleşmeyi alan taraf için gider, satan taraf için ise gelir niteliğini taşıyacağından, bu tutar sözleşmenin yapıldığı dönemin sonuç hesaplarına aktarılacaktır. Benzer şekilde futures sözleşmeye taraf olanlar borsa nezdinde hesap açtırmak amacıyla ödedikleri başlangıç teminatını uygun bir aktif hesapta izleyecektir. Gerek başlangıç teminatı gerekse de değişim teminatı tutarlarının sözleşme süresi boyunca "126 Verilen 231 Depozito Ve Teminatlar Hesabı"nda izlenmesinin daha uygun olacağı düşünülmektedir. Sözleşme süresi boyunca günlük değerlemeler sonucu ortaya çıkan kazanç veya kayıpların dönemin sonuç hesaplarına alınıp alınmayacağını sözleşmeye taraf olunma amacı belirleyecektir. Yukarıda da bahsedildiği gibi günlük mutabakat sonucunda ortaya çıkan kar veya zarar rakamının; işlem hedge amaçlı yapılıyorsa, hedge konusu olan finansal kararın sonuçlarını düzeltmede kullanılacak biçimde muhasebeleştirilmesi gerekecektir (Birgili vd., t.y.: 113-114). 3.25.2.2.3. Opsiyon Sözleşmeleri Opsiyonlar onu satın alan tarafa, belli bir ürünün belirli bir miktarının, belirli bir süre için, önceden belirlenmiş bir fiyat üzerinden, belirli bir tarihte satın alma ya da satma hakkı veren sözleşmelerdir (Bal, 1999: 168). Opsiyonları diğer araçlardan ayıran temel fark bunların alıcıya bir hak sağlayıp, alıcıyı ürünün alımı ya da satımı konusunda herhangi bir yükümlülük altına sokmamasıdır. Opsiyon sözleşmeleri ile bir hak satın alımı söz konusudur. Vadeye kadar aleyhte bir gelişme olduğu taktirde bu hakkın kullanılması zorunlu değildir. Sözleşmeden dönmenin maliyeti sözleşmeyi satın almak için ödenen primden ibarettir. Bu yüzden opsiyonlar, forward ve future işlemlerinden daha kullanışlıdır ancak nispeten daha pahalı da olabilmektedir. Opsiyon sözleşmeleri temelde tıpkı future sözleşmeleri gibi borsalarda alınıp satılabilen vadeleri ve miktarı standartlaşmış sözleşmeler olmakla birlikte, tezgah üstü piyasalarda alınıp satılabilen çeşitleri de vardır ki, bunlar müşteri ile opsiyon sözleşmesini satan arasında esnek olarak isteğe göre tasarlanabilmektedir (Sarı, 2004: 44). Opsiyon sözleşmelerinin bir diğer özelliği ise vade sonunda ya da öncesinde kullanma hakkı tanımalarıdır. Vade öncesinde kullanılabilen opsiyon türüne Amerikan tipi opsiyonlar denilirken, vade bitiminde kullanımına imkan tanınan türüne ise Avrupa tipi opsiyonlar denilmektedir (Bal, 1999: 168). Maliyetlerine rağmen riske karşı koruyucu faktörlerinden dolayı opsiyon sözleşmeleri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kendilerine yaygın kullanım alanı bulmaktadırlar. 232 3.25.2.2.4. Swap İşlemler Takas anlamına gelen swap, döviz kurları ve faiz oranları risklerine karsı geliştirilen, fon kullanıcılarına farklı piyasalardaki uygun fonlara erişebilme, bu fonların uygun kullanımını sağlama, riski azaltma ve sabit faizli bir fonu değişken faizli bir fona değiştirme sansı veren bir tekniktir (Bal, 1999: 153). İki taraf arasında birbirlerinin nakit akışlarını belirli bir süre için değiş tokuş etmek amacıyla yapılan swap sözleşmelerinin faiz ve döviz swapı olmak üzere iki temel çeşidi bulunmaktadır. Faiz swapları sabit faizi değişken faize, değişken faizi sabit faize dönüştürerek borç ödemelerinin yapısını ve niteliğini değiştirirken, döviz swapı genellikle faiz ve anapara ödemelerini içeren ,önceden belirlenmiş kurallar ve süreler içinde iki tarafın belirli miktarlarda iki farklı para birimini değiş tokuş etme ve belli bir vade sonunda geri alması konusunda anlaşmaya vardıkları mali bir işlemdir (Kocaoğlu, 2005: 32). Faiz swapını döviz swapından ayıran temel farklılık, anaparanın ne başlangıçta ne de vade sonunda değiştirilmemesidir. Burada faizler karşılıklı olarak değiştirilmekte böylece risk miktarı sadece faiz oranlarına bağlı olmaktadır. Bu sebeple faiz swapları döviz swapına göre daha yaygındır (Kocaoğlu, 2005: 33). 3.26. HAZİNENİN ÖDEMELERİNİN DIŞ MERKEZ BORÇLANMASININ BANKASI ANALİTİK VE DIŞ BORÇ BİLANÇOSUNA ETKİLERİ 3.26.1. Rezerv Amaçlı IMF Kredisi Rezerv amaçlı IMF kredisi, ödemeler dengesinin finansmanı amaçlı kredi olarak da adlandırılmaktadır. Söz konusu kaynağın ülkeye aktarılmasıyla birlikte ülke döviz rezervlerinde artış olmakta ve sağlanan SDR, ilgili yılda IMF tarafından Nisan ayının son günlerinde belirlenen kurdan TL' ye çevrilerek, IMF' in TCMB nezdindeki 1 numaralı hesabına yatırılmaktadır. Bu işlem sonucunda, TCMB' nin döviz rezervleri artarken, Uluslararası kuruluşlar mevduatı (yükümlülüğü) da artmaktadır (Çelik vd., 2006: 123-132). Örnek olarak, 16 Haziran 2011 tarihinde IMF' den 2 yıl vadeli 1.000.000 SDR tutarında kredi kullanıldığını, 233 - Kredinin alındığı tarihte geçerli olan gösterge niteliğindeki SDR döviz alış kurunun 2,04470, - IMF tarafından 30 Nisan 2011 tarihinde bildirilen SDR/ TL kurunun 2,08755, - 30 Haziran 2011 tarihinde geçerli olan gösterge niteliğindeki SDR döviz alış kurunun 2,0481, - 31 Mayıs 2013 tarihinde geçerli olan gösterge niteliğindeki SDR döviz alış kurunun 2,0888, - 16 Haziran 2013 tarihinde geçerli olan gösterge niteliğindeki SDR döviz alış kurunun 2,0586, olduğunu varsayalım. İşlemin valöründe; REZERV AMAÇLI IMF KREDİSİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif 1- Dış Varlıklarımız Valörde (+)2.044.700 2- İç Varlıklarımız B- Değerleme Hesabı Valörde I- Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz a) Dış Yükümlülüklerimiz (+)2.044.700 Aktifte; " Dış Varlıklarımız " kalemi, IMF' den kullanılan kredinin, dövizin giriş tarihinde geçerli olan SDR alış kurundan TL karşılığı olan 2.044.700 TL (2,.0447*1.000.000) kadar artarken, Pasifte; "Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz - Dış Yükümlülükler " kalemi, IMF' ye olan yükümlülüğümüzdeki artış sonucu aynı tutarda artmaktadır. Analitik bilançoda IMF yükümlülüğü cari kurlardan gösterildiğinden, ay sonunda yapılan değerlemeler, bir değişikliğe neden olmamaktadır. Kredinin vadesinde ise; REZERV AMAÇLI IMF KREDİSİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif 1- Dış Varlıklarımız 2- İç Varlıklarımız B- Değerleme Hesabı Pasif Vadede (-)2.058.600 Vadede I- Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz a) Dış Yükümlülüklerimiz (-)2.058.600 234 Analitik Bilançonun Aktifinde; "Dış Varlıklarımız " kalemi, kullanılan kredinin, geri ödeme tarihinde geçerli olan SDR döviz alış kurundan TL karşılığı olan 2.058.600 TL (2,0586*1.000.000) kadar azalırken, Pasifinde; " Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz - Dış Yükümlülükler " kalemi, IMF' ye olan yükümlülüğümüzün azalması sonucu aynı tutarda azalmaktadır. 3.26.2. Bütçe Finansmanı Amaçlı IMF Kredisi IMF' den sağlanan kredinin bütçe finansmanı amaçlı olması halinde, TCMB rezervlerine giren kredi , Hazinenin TCMB nezdindeki DTH' ına aktarılmakta ve Hazine tarafından söz konusu kredinin kullanılabilmesini teminen SDR tutarının, ilgili yılda IMF tarafından belirlenen SDR/TL kurundan karşılığı bononun, IMF Menkul Kıymet hesabında tutulması gerekmektedir. Ancak, söz konusu bonoların takip edildiği " IMF Menkul Kıymet Hesabı" bilanço içinde yer almadığından, bilanço dışında " Nazım Hesaplar" altında takip edilmektedir. Söz konusu kredi tutarı TCMB'nin IMF' ye yükümlülükleri arasında yer almamaktadır. IMF tarafından belirlenen SDR/TL kuru her yıl 30 Nisan' da yılda bir kez belirlenmekte ve Hazinenin IMF' ye borcunun YTL karşılığının artması halinde, nazım hesaplarda izlenen "IMF Menkul Kıymet Hesabı" na, Hazine tarafından artış tutarı kadar bono aktarılmaktadır. Örnek olarak, 16 Mayıs 2011 tarihinde Hazinenin IMF' den bütçe finansmanı amacıyla 1 yıl vadeli kredi kullandığını, - Kredinin giriş tarihinde geçerli olan SDR döviz alış kurunun 2,04470, - Vade tarihinde geçerli olan kurun 2,05860, - 30 Nisan 2011 tarihinde IMF tarafından belirlenen SDR/TL kurunun 2,08755, - 30 Nisan 2013 tarihinde belirlenen kurun ise 2,08450, olduğunu varsayalım. İşlem valöründe Analitik Bilançonun; 235 BÜTÇE FİNANSMANI AMAÇLI IMF KREDİSİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif 1- Dış Varlıklarımız Valörde (+)2.044.700 2- İç Varlıklarımız Valörde I- Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz a) Dış Yükümlülüklerimiz b) İç Yükümlülüklerimiz (+)2.044.700 Aktifinde; " Dış Varlıklarımız " kalemi, Hazinenin IMF' den kullandığı kredinin, giriş tarihinde geçerli olan SDR döviz alış kurundan karşılığı olan 2.044.700 TL (2,0447*1.000.000) kadar artarken, Pasifinde; "Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz - İç Yükümlülükleri" kalemi, kredi girişi sonucu TCMB' nin Hazineye olan döviz yükümlülüğündeki artış sonucu aynı tutarda artmaktadır. İşlemin vadesinde Analitik Bilançonun; BÜTÇE FİNANSMANI AMAÇLI IMF KREDİSİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif 1- Dış Varlıklarımız 2- İç Varlıklarımız Vadede (-)2.058.600 Vadede I- Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz a) Dış Yükümlülüklerimiz b) İç Yükümlülüklerimiz (-)2.058.600 Aktifinde; " Dış Varlıklarımız " kalemi, kullanılan kredinin, geri ödeme tarihinde geçerli olan SDR döviz alış kurundan karşılığı olan 2.058.600 TL (2,0586*1.000.000) kadar azalırken, Pasifinde; " Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz - İç Yükümlülükler " kalemi Hazinenin IMF' ye olan yükümlülüğünü ödemesi sonucu aynı tutarda azalmaktadır. 236 3.26.3. Hazinenin Dış Borç Ödemeleri Hazine, Dış Borç Ödemelerini TCMB nezdindeki TL veya DTH hesaplarından, TCMB aracılığı ile gerçekleştirmektedir. DTH' lardan ödeme gerçekleştiğinde, dövizler öncelikle döviz alış kurundan TL' ye çevrilerek TL mevduatlarına aktarılmakta ve TL mevduatlarındaki tutarlar karşılığında döviz satış kurundan Hazinenin dış borç ödemeleri gerçekleştirilmektedir (Çelik vd., 2006: 141-144). Örnek olarak, Hazinenin 1.000.000 ABD doları dış borç ödemesini TCMB nezdindeki TL hesaplarından gerçekleştirdiğini ve döviz alış kurunun 1.35 TL, döviz satış kurunun ise 1.40 TL olduğunu varsayalım. HAZİNENİN DIŞ BORÇ ÖDEMELERİ ANALİTİK BİLANÇO Aktif Pasif 1- Dış Varlıklarımız (-) 1.350.000 2- İç Varlıklarımız A- Nakit İşlemler d- Diğer Kalemler (-) 50,000 I- Toplam Döviz Yükümlülüklerimiz B- İç Yükümlülüklerimiz a- Döviz Olarak Takip Olunan Mevduat 2- Merkez Bankası Parası B- Diğer Merkez Bankası Parası B- Kamu Mevduatı (-) 1.400.000 Aktifte; " Dış Varlıklarımız " kalemi, yapılan dış borç ödemesi nedeniyle, rezervlerdeki azalış tutarının döviz alış kurundan TL karşılığı olan 1.350.000 TL (1.000.000*1.35) kadar azalmaktadır. " İç Varlıklarımız - Nakit İşlemler - Diğer Kalemler " TCMB' nin dış borç ödemesini gerçekleştirmek için yaptığı döviz alım-satımı sonucu elde ettiği kâr olan 50,000 TL (1.000.000*(1,40-1.35)) kadar azalmaktadır. Pasifte; " MBP - Diğer MBP - Kamu Sektörü" kalemi, dış borç ödemesi için Hazinenin hesaplarından tahsil edilen TL tutarı olan 1.400.000 TL (1.000.000*1.40) kadar azalmaktadır. 237 3.27. DIŞ BORÇLARIN GERİ ÖDENMESİNİ ZORLAŞTIRAN FAKTÖRLER 3.27.1. İç Faktörler İç faktörler, ülke içindeki ekonomik ve sosyal sorunlardan ya da olumsuz durumlardan kaynaklanan ve ülkede küçük çapta kriz durumu yaratan faktörlerdir. Ülkenin bu tarz bunalım dönemlerinde tasarruf sağlayarak dış borç ödemesi yapması hatta elindeki kaynakları etkin ve etkili kullanabilmesi çok da mümkün değildir. Bu nedenle ülkenin dış borç ödemelerinin sağlıklı sürdürülebilmesinde ülke içi makro ve mikro ekonomik ve ayrıca sosyal stabilite ve istikrarın önemi büyüktür. 3.27.2. Ülkeden Sermaye Kaçışı Ülkedeki kaotik durumların etkisiyle tasarruf sahiplerinin ellerindeki fonları daha güvenli buldukları başka ülkelere yatırmaları sermaye kaçışı olarak tanımlanır. Gelişmekte olan ülkelerin mali sektör üzerindeki yoğun müdahaleleri, mevduat sigortalarının geliştirilememesi, menkul kıymet piyasalarına yatırım için fırsatların yetersiz olması tasarrufların yurt dışına kaçmasının nedenleri arasındadır (Demiray, 2007: 28). 3.27.3. Bütçe Açıkları ve Enflasyon Bütçe açıkları ve enflasyon aslında sermaye kaçışının nedenleri arasında gösterilebilir. Bütçe açıklarının cari işlemler dengesindeki olumsuz etkisi gelişmekte olan ülkelerin dış borç servisi güçlüklerini arttırır. Söz konusu ülkelerin sermaye piyasası yoksunluğu hükümet finansmanı için bankacılık sistemine yönelinmesine ve bu da enflasyonun yükselmesine neden olmaktadır. Enflasyonist baskının etkisi ile döviz kuru aşırı değerlenmesi söz konusu olmaktadır ve bunun sonucunda ihraç malları fiyatları artarak bu mallara talebi düşürmektedir. Bu zincirin sonucunda ise gelişmekte olan ülkelerin cari işlemler açıkları yükselmektedir. Aşırı yükselen döviz kuru ile de devalüasyon beklentisi artmaktadır ve bu da sermaye kaçışına neden olmaktadır. Görüldüğü üzere enflasyonist ortam ve bütçe açıkları ülke içi kaosa neden olarak dış borç ödemelerini güçleştirmektedir (Demiray, 2007: 28). 238 3.27.4. Dış Ticaret Hadlerinde Kötüleşme Ülkelerin ihracat gelirlerindeki kötüleşme, bu ülkelerin sermaye malı ithali ve dış borç ödemeleri için kaynak ihtiyacını arttırmaktadır. Böyle bir durumda ülkeler, hali hazırda kaynak ihtiyacına gereksinim duyarken dış borçları ödeyebilmeleri zorlaşmaktadır. 3.27.5. Dış Faktörler Dış faktörler ülkenin kendi elinde olmayan uluslararası platformda gerçekleşen bazı durumlardan dolayı ekonomisinin olumsuz etkilenmesine ve dış borç ödemede bu nedenle zorluk çekmesine neden olmaktadır. Bu faktörler genelde uluslararası piyasalardaki gelişmelerden etkilenmek olarak ortaya çıkmaktadır. ABD' de ortaya çıkan krizin etkilerinin diğer dünya ülke piyasalarını etkilemesi ve gelişmekte olan ülkeleri de olumsuz etkileyerek ekonomilerini daraltıcı etkide bulunması bu duruma örnek gösterilebilir. 3.27.6. Gelişmiş Ülkelerin İzledikleri Korumacılık Politikaları Gelişmekte olan ülkelerin yoğun kaynak arayışı çabaları dünya ekonomisinde rekabet ortamının kızışmasına ve bazen olumsuz sonuçlar doğurabilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkeler ekonomilerini ve uluslararası piyasaların stabilitesini koruyabilme amaçlı ulusal ve uluslararası işlemlerinde çeşitli kota ve kısıtlamalar getirebilmektedirler. Bu kısıtlamalar gelişmekte olan ülkeleri dış borç ödeme konusunda zor duruma düşürebilmektedir. 3.27.7. Psikolojik Faktörler Son olarak psikolojik faktörler ülkelerin ve bireylerin etraflarında olan gelişmelerden etkilenmeleri ve bu gelişmelere tepkiler oluşturmaları sonucu ortaya çıkmaktadır. Ülkeler çevrelerinde ve hatta ülke içindeki ekonomik ve sosyal durumlardan etkilenerek kendilerince önlem geliştirebilirler. Ancak bu önlemler öngörülemeyen olumsuz sonuçlar doğurarak ülke ekonomisini sıkıntıya düşürebilir ve bu da dış borç ödemelerini zorlaştırır. Falkland Savaşında ABD’nin İngiltere’yi destekleyerek, Arjantin’i destekleyen Latin Amerika ülkelerine yaptığı yardımı kısması, bölge ülkelerinin 239 ciddi bir ödeme krizine düşmesi durumunda ABD’nin yardıma koşacağına inanan bankaların, bölge ülkelerine verdikleri kredileri azaltmalarına neden olmuştur. Örneğin, Eylül 1982’de Brezilya’ya bankalar tarafından verilen krediler o yılın aylık ortalamasının yarısına düşmüştür. Bu örnek ile psikolojik faktörlerin ekonomi üzerindeki etkisini daha açık görmekteyiz (Akkaya, 2012: 43). 3.28. DIŞ BORÇLARIN EKONOMİK ETKİLERİ Ülkelerin ve şirketlerin kaynak yetersizlikleri nedeniyle almış oldukları dış borçların alınan ülke üzerinde ekonomik bir takım etkileri bulunmaktadır. Ancak bu etkilere karşı ekonominin göstereceği tepkiler o borcun şartlarına bağlıdır. Dış borcun faiz oranı, ödemesiz süresi, vade yapısı, ülkeye, mala, teknolojiye ve projeye bağımlılığı gibi şartları dış borcun ekonomide yaratacağı etkilerin belirleyicisi olur.Genel itibariyle ele alacak olursak, dış borçlar, ekonomide kısa vadede olumlu bir gelişme sağlayabilmekte; fakat bu rahatlama dış borçların kullanıldıkları alanlara ve üretime katkılarına bağlı olarak, geçici ya da nispeten uzun olabilmektedir (Güçlü Çiçek, 2005: 27). 3.28.1. Ekonomik Denge Üzerine Etkileri Dış borçların ekonomik denge üzerindeki etkileri, üretim ve tüketime yapacağı etkiler ile oluşmaktadır. Dış borçlanmanın tüketim düzeyi üzerindeki etkisi şu şekilde oluşmaktadır. Devlet, vatandaşlardan vergi almak yerine alternatif olarak borçlanma yolunu seçerek bireyin harcama olanaklarını arttırmış olmakta ve bu durum genel ekonomide tüketim eğilimini arttırıcı yönde etkide bulunmaktadır. Eğer devlet ihtiyaç duyduğu finansmanı vergi yoluyla sağlasaydı, bireylerin servetleri ve gelirleri daha alt düzeyde kalacak, bu da tüketimi kısıtlayacaktı. Borç alınarak bu etki ortadan kaldırılmış olur. Ancak alınan borçlar etkin ve etkili kullanılmazsa geri ödemeleri esnasında sıkıntılar yaşanacağından bu yük tekrar vatandaşa yansıyabilir. Bu durumda ise tüketim düzeyinde bir düşüş görülecek ve borçlar tüketime daraltıcı etki yapmış olacaktır (Adıyaman, 2006: 37). 3.28.2. Fiyatlar Üzerine Etkileri Kamu borçlarının fiyatlar üzerindeki etkisi konusunda, iki görüş bulunmaktadır. Bunlardan ilkine göre, devletin borçlanması, ekonomiye genişletici 240 bir etki yaparak, enflasyonist bir ortam yaratmaktadır. Bu görüşe göre devlet, borç olarak sağladığı fonları olağan harcamalarında kullanması durumunda bundan yararlanan ücret, rant ve kar gibi gelirlerin sahipleri tüketim malları taleplerini arttırmaktadırlar. Eğer mal arzında talebi karşılayacak bir artış olmaz ise fiyatlar yükselmektedir. Bu da talebe dayalı enflasyonu gündeme getirmektedir. İkinci görüş ise borçlanmanın ekonomide daraltıcı, deflasyonist etkisi olduğunu vurgular. Bu görüşe göre, devlet, borçlanma yoluyla piyasadaki likiditeyi azaltarak, halkın devlet tahvili almasını sağlamak suretiyle deflasyonist etki yaratmaktadır (Cural, 2012: 78) 3.28.3. Gelir Dağılımı Üzerine Etkileri Dış borçlar alındığında her ne kadar refah arttırıcı bir etki yapsa da, eğer etkin ve etkili kullanılmazlar ise, geri ödeme dönemlerinde refah kaybı ortaya çıkabilmektedir. Bu durumda ise gelir dağılımı adaletsizliği daha da artacaktır (A. Aysu, 2007: 26). 3.28.4. Ekonomik Büyüme ve Kalkınma Üzerindeki Etkileri Eğer dış borçlar, makul düzeyde tutulur ve verimli bir şekilde kullanılırsa ayrıca bu borçların faizi yüksek seviyelerde değilse, büyük olasılıkla ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı gerçekleştirebilecektir. Yatırım yapmaya imkan sağlaması ve ithalata olanak tanıyarak gelişmiş donanım ve teknoloji ile üretim verimliliğini arttırması kalkınma üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Fakat dış borçlar, etkin bir şekilde kullanılmazsa, makul oranları aşmış ise ve borçların faizi yüksek ise, bu durum yurt içi yatırımlar üzerinde dışlama etkisi yaratarak ekonomik büyüme hızını azaltacaktır. Özelikle uzun dönemli dış borçlar; borç geri ödemesinde, gelecekteki sermaye stokunu ve gelecekteki ekonomik büyümeyi azaltmasına rağmen, ülkenin cari sermaye stokunda bir artışa ve cari ekonomik büyümeyi canlandırmaya imkan tanır. Ayrıca dış yardım ve borçlanma ile ülke kaynaklarında ek bir artış sağlanır. Bu kaynaklarla artan sermaye birikim oranı, yatırımları ve dolayısıyla büyüme oranını yükseltir. Bu süreç çarpan mekanizması yoluyla milli geliri ve kişisel geliri yükseltir (A. Aysu, 2007: 27). 241 Dış kaynaklara başvurmak ülkenin dış borç stokunu artırmaktadır. Ancak ülkenin büyüme hızı dış borç stokunun artış hızından daha fazla artıyorsa bu durum ülkenin borç yükünü azaltacağından tehlike arz etmemektedir (Y. Aysu, 2011: 24). 3.28.5. Borç Yükünün Gelecek Nesillere Etkisi Borçların gelecek nesillere etkileri ile ilgili bir görüş birliği bulunmamaktadır. Klasik görüşe göre, kamu borçları genellikle 40-50 yıl gibi uzun vadeler sonunda ödenmektedir. Dolayısıyla bu sürede, borcu alan nesil ortadan kalkmış ya da ekonomik anlamda aktif olmaktan çıkmış olacaktır ve borç gelecek nesiller tarafından ödenecektir (Cural, 2012: 81). Keynesyen görüşe göre ise, kamu borçlanması yoluyla ekonomide kaynaklar özel sektörden kamu kesimine aktarılmaktadır. Buna göre, kamu borçlanmasının milli gelirde artış sağladığı sürece önemi yoktur ve borç yükünün gelecek nesillere aktarımı söz konusu değildir (A. Aysu, 2007: 26). Barro’ya göre ise borçlanmanın yükü, o dönemdeki nesil üzerine kalmaktadır ve dolayısıyla vergi ve kamu borçlanması arasında fark yoktur (Cural, 2012: 81). Buchanan’a göre ise kamu borçlanması aşamasında, vergi mükellefleri açısından, herhangi bir yük söz konusu değildir. Çünkü kamu borçlanma senetlerini alanlar, bunları gönüllü olarak edinmektedirler. Dolayısıyla, tatmin düzeylerinde bir azalış meydana gelmemekte, hatta servetlerinde bir artış bile söz konusu olmaktadır. Buchanan’a göre kamu borç yükü, borçların vadesi geldiğinde vergi mükelleflerinin üzerinde oluşmaktadır. Çünkü verginin toplanması,vergi mükelleflerinin tüketim ve tasarruflarını azaltmaktadır (Due, 1968: 297). Wagner’e göre, bugünkü kamu harcamaları gelecekteki vergi mükellefleri için önemli faydalar sağlayabilmektedir. Bu durumda kamu borçları, vergi yükünün tam olarak kamu harcamalarından yararlananlara aktarılmasına izin vermektedir (Cural, 2012: 82). Musgrave ise kamu borçlanmasının, özel sektör yatırımlarında azalma meydana getireceğini ve böylece gelecek nesillere yük getireceğini savunmaktadır (Due, 1968: 298). 242 Due’ye göre borçlanma, vergilemeye nazaran tasarruf düzeyini daha çok kısarken, tüketimi daha az kısmaktadır ve tasarrufların kısılması, gelecek nesillere, daha az sermaye stoku kalmasına neden olmaktadır. Yani borç yükü, gelecek kuşaklara daha az gelir aktarımına neden olmaktadır (Due, 1968: 299). 3.28.6. Dış Borçların Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkileri Dış borçların geri ödenmesi ancak dış ticaret ve turizmden döviz fazlası elde etmekle mümkündür. Mevcut ödemeler dengesi ise, bu sektörlerin açığının dış borçlanma ile kapatılması yoluyla sağlanmaktadır. Döviz kazandıran reel sektörlerde kısa vadede hızlı gelişmeler beklenemez. Uzun vadede ise dış ticarette, borçların giderek artan yükünü de karşılayabilecek bir gelişme olmadıkça, dış borç stoku sürekli artacaktır. Kamu kesiminin dış borç geri ödemeleri dolayısıyla ülkeden net döviz çıkışı olduğunda ödemeler dengesi iki şekilde kurulur: - Özel sektörün dış borçlanması artar. Özel sektörün temin ettiği döviz, ödemeler dengesindeki açığı kapatır. - Özel sektörün döviz sağlayamaması durumunda döviz açığı ortaya çıkar ve bu durum devalüasyona neden olur. Sonuçta ithalat azalıp ihracat artarak ödemeler dengesi kurulur. Bu, iç tüketimin kısılması yoluyla dış ticaret dengesinin sağlanması demektir. Dış borçlar, dış ticaret açığının kapatılmasına, ödemeler dengesinin iyileşmesine katkıda bulunmaktadır (DPT, 2001: 93). Sonuç olarak dış borçların ekonomik etkilerine değinecek olursak, genel itibariyle dış borçlar alındıkları dönemde olumlu etkiler yaratırken ödeme dönemlerinde negatif etkileri bulunmaktadır. Ayrıca ekonomik etkilerinin yanı sıra, bu ekonomik etkilerden faydalanmak isteyen güçlü ülkelerce, borç alan ülkeleri kendilerine bağlama gibi sömürü politikaları izlemelerini içeren, siyasi etkileri de bulunabilmektedir. 243 3.29. HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI'NIN DIŞ BORÇLARI MUHASEBELEŞTİRMESİ 1994 yılından itibaren uygulanan Tek Düzen Muhasebe Sistemi (TDMS) özel sektörün mali işlemlerinin muhasebeleştirmesinde belli bir standardın yakalanmasını sağlamıştır. Kamu sektöründe ise 01.01.2004 tarihinden itibaren TDMS yürürlüğe girmiştir. Gerek özel sektör gerekse kamu sektöründe TDMS’nin uygulanmaya başlamasında Maliye Bakanlığının büyük rolü bulunmaktadır. Özel sektörde uygulanan TDMS’ye, Muhasebe Sistemi Uygulamaları Genel Tebliğleri ile, kamu sektöründe uygulanan TDMS’ye ise çeşitli tarihlerde yürürlüğe giren yönetmelik ve benzeri düzenlemelerle yön verilmiştir. Aşağıda, özel sektörde uygulanan TDMS “Genel Muhasebe”, kamu sektöründe uygulanan TDMS ise “Devlet Muhasebesi” olarak tanımlanarak her ikisi arasındaki farklılıklara yer verilmiştir. 3.29.1. Genel Muhasebe İle Devlet Muhasebesi’nin Farkları Gerek genel muhasebe esasları gerekse devlet muhasebesi esasları, uluslararası muhasebe standartları esas alınarak hazırlanmıştır. Devlet muhasebesinde kullanılan hesaplar büyük ölçüde genel muhasebe hesap planına benzemekle birlikte farklılıklar da azımsanmayacak derecededir. Genel muhasebe ile devlet muhasebesi arasındaki farklılıklar oldukça önemli bir konudur. Ancak burada her iki muhasebe arasındaki farklar; hesap ve hesap grupları bazında açıklanmaya çalışılmıştır (Dağ, 2010: 1-6). Aşağıdaki tabloda hesapların işleyiş kuralları özetlenmiştir. 244 Tablo 8: Hesap İşleyiş Kuralları Özeti İşlem Bilanço Hesapları İlk Açılış Aktif Pasif Hesaplar Hesaplar Borç Alacak Hesap İşleyiş Kuralları Özeti Gelir - Gider Net Bütçe Gelir ve Gider Bütçe Hesapları Değer Hesapları Uygulama Sonucu Giderler Gelirler Bütçe Bütçe Hesabı Hesabı Giderleri Gelirleri Borç Alacak BorçBorç Alacak Borç- Alacak Alacak Artırır Azaltır Azaltır Artırır Azaltır Azaltır Borç Kaydı Artırır Azaltır Alacak Kaydı Borç Bakiyesi Azaltır Artırır Azaltır Artırır Artırır Azaltır Artırır Artırır Mevcut Varlık - Gider > Gelir Bütçe Gideri > Bütçe Geliri = Bütçe Açığı Alacak Bakiyesi - Mevcut Kaynak Gider < Gelir Bütçe Gideri < Bütçe Geliri = Bütçe Fazlası Bilgi Nazım Hesap Nazım Hesap - - = Olumsuz Sonuç = Olumlu Sonuç - - - - Kaynak: www.muhasebat.gov.tr Öncelikle ticari işletmeler için gelir elde etme ana amaç iken kamunun ana amacı gelir elde etmekten ziyade kamu hizmetinin yerine getirilmesidir. Kamu hizmeti yerine getirilirken kâr ya da zarar etmek önemli değildir. Muhasebe açısından önemli olan ise, aynı kamu hizmetinin yerine getirilmesi sırasında daha az gider yapmak ve daha çok gelir elde etmektir. Bundan dolayı devlet muhasebesinde kâr yerine olumlu faaliyet, zarar yerine de olumsuz faaliyet kavramları kullanılmaktadır. Kasa ve Banka Hesabı hem genel muhasebede hem de devlet muhasebesinde mevcuttur. Ancak devlet muhasebesinde bu hesaplara ek olarak 105-Döviz Hesabı bulunmaktadır. Bu hesap hem Kasa Hesabı’nın hem de Banka Hesabı’nın ortak özelliklerini taşımaktadır. Genel muhasebede Kasa Hesabı ile Banka Hesabı’nda hem ulusal paralar hem de dövizler izlenmektedir. Devlet muhasebesinde ise ulusal paralar Kasa Hesabı ile Banka Hesabı’nda, dövizler ise 105-Döviz Hesabı’nda izlenmektedir. 105-Döviz Hesabı ise 105.01-Kasadaki Dövizler, 105.02-Bankadaki Dövizler yardımcı hesabından oluşmaktadır. Bu durum yardımcı hesaplar düzeyinde aşağıdaki tabloda görüldüğü gibidir: 245 Genel Muhasebe 100-Kasa Hesabı 100.01-TL Kasası 100.02-Döviz Kasası 102-Bankalar Hesabı 102.01-TL Hesabı 102-02-Döviz Hesabı Devlet Muhasebesi 100-Kasa Hesabı 105.01-Kasadaki Dövizler 102-Banka Hesabı 105.02-Bankadaki Dövizler Ticari alacaklar hesap grubunun ismi, kamunun esas amacının ticari olmaması sebebiyle “faaliyet alacakları” olarak değiştirilmiştir. Aynı şekilde kamuda alacak senedi gibi bir uygulama söz konusu olmadığından devlet muhasebesinde alacak senetleri ve alacak senetleri reeskont hesapları bulunmamaktadır. Genel muhasebede 135-Personelden Alacaklar Hesabı, 136-Diğer Çeşitli Alacaklar Hesabı, 138-Şüpheli Diğer Alacaklar Hesabı’nda izlenen alacaklar kamuda hukuki düzenlemelere konu olacak şekilde özel bir öneme sahiptir. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu (madde 71) ve Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, sözü edilen hukuki düzenlemelere örnek olarak verilebilir. Söz konusu özel nedenden dolayı devlet muhasebesinde bu gibi alacaklar için 14-Diğer Alacaklar hesap grubunda 140-Kişilerden Alacaklar Hesabı ihdas edilmiştir. Genel muhasebede mevcut olan stoklar hesap grubu devlet muhasebesinde de yer almakta ancak, stoklar için verilen avansların izlendiği hesap devlet muhasebesinde 16-Ön Ödemeler Hesap grubunda takip edilmektedir. 16-Ön Ödemeler Hesap grubunda genel muhasebedeki 159-Verilen Sipariş Avansları, 179Taşeronlara Verilen Avanslar, 195-İş Avansları Hesabı için devlet muhasebesinde 160-İş Avansları Hesabı ile 162-Bütçe Dışı Avanslar Hesabı kullanılmaktadır. Personel avansları için genel muhasebede 196 hesap kodu kullanılırken devlet muhasebesinde 16-Ön Ödemeler Hesap grubunda yer alan 161- Personel Avansları Hesabı kullanılmaktadır. 246 Ortaklık yapılarına (sermayeye katılım oranı) göre genel muhasebede takip edilen mali duran varlıklar, devlet muhasebesinde iştirak edilen mali duran varlıkların türüne göre sınıflandırılmıştır. Buna göre genel muhasebede 240-Bağlı Menkul Kıymetler Hesabı, 242-İştirakler Hesabı ve 245-Bağlı Ortaklıklar Hesabı, devlet muhasebesinde ise 240-Mali Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı, 241Mal ve Hizmet Üreten Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı ve 242-Döner Sermayeli Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı yer almaktadır. Maddi Duran Varlıklar, Maddi Olmayan Duran Varlıklar ve Özel Tükenmeye Tabi Varlıklar genel olarak, genel muhasebe ile devlet muhasebesinde aynıdır. Ancak özel sektör için ticari önemi olan 261-Şerefiye Hesabı ile aktifleştirilmiş gider niteliğinde olan 262-Kuruluş ve Örgütlenme Giderleri devlet muhasebesinde bulunmamaktadır. Genel muhasebe ile devlet muhasebesinde duran varlıklar, kullanıldıkları sürece bu varlıklarda meydana gelen yıpranmayı göstermek üzere ayrılan amortismanların muhasebeleştirilmesi aynıdır. Ancak belli başlı farklılıklar da mevcuttur. Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde amortisman ayırma işlemine ilk olarak, Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği’ne dayanılarak çıkarılan “Genel Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerinde Uygulanacak Amortisman ve Tükenme Payı Süre, Yöntem ve Oranlarına İlişkin Genel Tebliği (2006/1)” ile başlanmış ve Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği Genel Tebliği (Sayı: 1) ile devam edilmektedir. Ticari işletmeler tarafından 680.- TL’nin üstü değerle edinilen duran varlıklar için Maliye Bakanlığı tarafından varlıkların faydalı ömürleri dikkate alınarak belirlenen süre ve oranlarda amortisman ayırmaktadırlar. Bu tutar kamu için göreceli olarak daha yüksek tutulmuştur. Söz konusu tutar taşınırlar için 14.000.- TL, taşınmazlar için ise 34.000.- TL olarak belirlenmiştir. Söz konusu tutarların yüksek tutulması,kamunun sahip olduğu taşınır ve taşınmazların sayısının çokluğundan kaynaklanmaktadır. Çünkü bu tutarlar genel muhasebedeki gibi düşük tutulmuş olsaydı sayıları ifade edilemeyecek kadar çok olan kamu varlıklarının amortismanında zorluklar yaşanacaktı. Ticari şirketlerde amortisman ayırma sonucu dönemin giderinde bir artış, dolayısıyla vergi matrahında ve ödenecek olan vergide bir azalma meydana gelmektedir. Oysa kamu sektörünün amortisman ayırmasındaki amaç, dönemin faaliyet giderinin tam ve doğru olarak hesaplanması suretiyle (5018 247 sayılı Kanun da amaçları arasında sayılan) kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasının, hesap verebilirliğin ve mali saydamlığın sağlanmasına hizmet etmektir. Genel muhasebede 30 hesap grubunda izlenen mali borçlar devlet muhasebesinde 30-İç Mali Borçlar ve 31-Dış Mali Borçlar Hesap grubunda izlenmektedir. Genel muhasebede 320-Satıcılar Hesabı, ticari borçlar için kullanıldığından bu hesap devlet muhasebesinde 320-Bütçe Emanetleri, 322-Bütçeleştirilecek Borçlar Hesabı ve 323-Bütçeleştirilmiş Borçlar Hesabı olarak yer almıştır. Genel muhasebede varlıklar ile yabancı kaynakların farkından oluşan ve işletme sahiplerinin şirket üzerindeki sahipliğini gösteren 500-Sermaye Hesabı yerine devlet muhasebesinde 500-Net Değer Hesabı kullanılmaktadır. Kamu kurumları ise kanunlarla kurulduğundan ve esas amaçları kâr yerine kamu yararı olduğundan genel muhasebedeki 501-Ödenmemiş Sermaye Hesabı devlet muhasebesinde yer almamaktadır. Çünkü kamu idareleri kanunlarla kendilerine verilen görevleri gene kanun olan bütçe kanunlarıyla kendilerine verilen ödeneklerle yerine getirmektedir. Aynı bütçeli kamu idareleri arasındaki para ve para dışındaki transferler için genel 51-Değer Hareketleri hesap grubu kullanılmaktadır. Genel muhasebedeki Sermaye Yedekleri ile Kâr Yedekleri hesap grubundaki hesaplardan sadece 522-Yeniden Değerleme Farkları Hesabı, 540-Yasal Yedekler Hesabı ve 549 Özel Fonlar Hesabı devlet muhasebesinde yer almaktadır. Genel muhasebedeki dönem olumlu olumsuz kâr / zarar hesapları ise kamunun kâr ve zarar gibi bir amacı olmadığından olumlu / olumsuz faaliyet sonuç hesapları olarak isim değiştirmiştir. Genel muhasebe ile devlet muhasebesindeki en büyük farklılıklardan birisi genel muhasebede “gelir tablosu hesapları” olarak adlandırılan 6’lı hesaplardır. Bu hesaplar devlet muhasebesine faaliyet hesapları olarak alınmıştır. Ancak genel muhasebede aşağıda da görüleceği üzere her bir gider türü için ayrı ayrı hesap yer alırken devlet muhasebesinde bir gider, bir gelir ve bir de iade hesabı kullanılmıştır. 248 Tablo 9: Genel Muhasebe- Devlet Muhasebesi Hesap Farklılıkları GENEL MUHASEBE DEVLET MUHASEBESİ 600-Yurt İçi Satışlar 601-Yurt Dışı Satışlar 602-Diğer Gelirler 640-İştiraklerden Temettü Gelirleri 641-Bağlı Ortaklıklardan Temettü Gelirleri 642-Faiz Gelirleri 643-Komisyon Gelirleri 600-Gelirler Hesabı 644-Konusu Kalmayan Karşılıklar 645-Menkul Kıymet Satış Kârları 646-Kambiyo Kârları 647-Reeskont Faizi Gelirleri 649-Diğer Olağan Gelir Ve Kârları 671-Önceki Dönem Gelir Ve Kârları 679-Diğer Olağandışı Gelir Ve Kârları 610-Satıştan İadeler (-) 610-İndirim, 611-Satış İskontoları (-) İade ve İskontolar Hesabı 612-Diğer İndirimler (-) 620-Satılan Mamuller Maliyeti (-) 621-Satılan Ticari Mallar Maliyeti (-) 622-Satılan Hizmet Maliyeti (-) 623-Diğer Satışların Maliyeti (-) 630-Giderler Hesabı 630-Araştırma Geliştirme Giderleri (-) 631-Pazarlama, Satış Ve Dağıtım Giderleri (-) 632-Genel Yönetim Giderleri (-) 249 653-Komisyon Giderleri (-) 654-Karşılık Giderleri (-) 655-Menkul Kıymet Satış Zararları (-) 656-Kambiyo Zararları (-) 657-Reeskont Faiz Giderleri (-) 659-Diğer Olağan Gider Ve Zararlar (-) 660-Kısa Vadeli Borçlanma Giderleri (-) 661-Uzun Vadeli Borçlanma Giderleri (-) 680-Çalışmayan Kısım Gider Ve Zararları (-) 681-Önceki Dönem Gider Ve Zararları (-) 689-Diğer Olağandışı Gider Ve Zararları (-) Kaynak: Dağ, 2010: 4-5. Ancak genel muhasebede gelir ve giderlerin ayrıntılı gösterilip, devlet muhasebesinde gelir ve giderler için bir tek hesabın kullanılması kamuda gelir ve giderlerin sınıflandırılmadığı anlamına da gelmemektedir. Hatta kamuda gelir ve giderler genel muhasebeden daha ayrıntılı bir şekilde sınıflandırılmış olup, bu sınıflandırma muhasebede yardımcı hesap düzeyinde izlenmektedir. Bu sınıflandırma 4 düzey olup, genel muhasebede 14 hesapta izlenen gelirler devlet muhasebesinde 280 adet yardımcı hesapta, 18 hesapta izlenen giderler ise devlet muhasebesinde 490 adet yardımcı hesapta izlenmektedir. Aşağıda fikir edinilmesi amacıyla devlet muhasebesindeki 1 düzeyli gelir ve gider yardımcı hesapları verilmiştir: 250 Tablo 10: Devlet Muhasebesi Gelir ve Gider Hesapları Gelirin Ekonomik Sınıflandırması 1 2 3 4 5 6 7 Vergi Gelirleri Sosyal Güvenlik Gelirleri Teşebbüs ve Mülkiyet Gelirleri Alınan Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelirler Diğer Gelirler Sermaye Gelirleri Alacaklardan Tahsilat Giderin Ekonomik Sınıflandırması 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Personel Giderleri Sosyal Güvenlik Kurumlarına Devlet Primi Giderleri Mal Ve Hizmet Alım Giderleri Faiz Giderleri Cari Transferler Sermaye Giderleri Sermaye Transferleri Borç Verme Yedek Ödenekler Kaynak: Dağ, 2010: 5. Devlet muhasebesinin genel muhasebeden en büyük farkı ise belirli bir dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan belgeyi ifade eden bütçeye sahip olmalarıdır. Bütçe merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri için kanun yoluyla gerçekleşmektedir. Bir gelir aynı anda hem faaliyet geliri hem de bütçe geliri olabileceği gibi bütçe geliri olmadığı halde faaliyet geliri ya da faaliyet geliri olmadığı halde bütçe geliri olabilmektedir. Aynı durum giderler için de söz konusudur. Genel muhasebe tahakkuk esasına dayandığı halde devlet muhasebesi hem tahakkuk hem de nakit esasına dayanmaktadır. Devlet muhasebesinin tahakkuk 251 esası ile birlikte nakit esasına dayanması zorunluluğu 5018 sayılı Kanun’un 50 ve 51’inci maddelerinde şu şekilde belirtilmiştir: Bir ekonomik değer yaratıldığında, başka bir şekle dönüştürüldüğünde, mübadeleye konu edildiğinde, el değiştirdiğinde veya yok olduğunda muhasebeleştirilir. Bütün mali işlemlerin muhasebeleştirilmesi ve her muhasebe kaydının belgeye dayanması şarttır (Madde 50). Kamu gelir ve giderleri tahakkuk ettirildikleri mali yılın hesaplarında gösterilir (Madde 51/1). Bütçe gelirleri tahsil edildiği, bütçe giderleri ise ödendiği yılda muhasebeleştirilir (Madde 51/2). 5018 sayılı Kanun’un 50’inci maddesi ile 51’inci maddesinin birinci fıkrası tahakkuk esasını, 51’inci maddesinin ikinci fıkrası ise nakit esasını zorunlu kılmaktadır. İşte kamunun kendine özgü bu durumundan dolayı devlet muhasebesinde bütçe hesapları ihdas edilmiştir. Söz konusu bütçe hesapları sırasıyla; 830-Bütçe Giderleri Hesabı, 831-Ödeneğine Mahsup Edilecek Harcamalar Hesabı, 833-Bütçeden Mahsup Edilecek Ödemeler Hesabı ve 834-Geçen Yıl Bütçe Mahsupları Hesabı şeklindedir. Devlet Muhasebesinin genel muhasebeden bir diğer farkı ise ödenek hesaplarıdır. Ödenek; kamu idarelerinin bütçe ile kendilerine verilen maksimum harcama yetkisi miktarını belirtir. Bir kamu idaresinin nakdi bulunsa bile bütçesinde mevcut ödeneği yoksa (kanuni istisnalar haricinde) herhangi bir harcama yapamaz. İşte bütçeye bir gider kaydı yapabilmek için ödeneklerin de muhasebeleştirilmeleri ihtiyacından dolayı ödenek hesapları ihdas edilmiştir. 3.29.2. Dış Mali Borçların Muhasebeleştirilmesi Dış Mali Borçlar Hesap grubu; Devlet adına Hazine Müsteşarlığı tarafından herhangi bir dış finansman kaynağından belirli bir geri ödeme planına göre geri ödenmek üzere sağlanan dış finansman imkanlarından gerek genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri tarafından kullanılan, gerekse ikraz anlaşmalarıyla genel bütçe idare veya kuruluşlara kullandırılanlar ile genel bütçe dışı idarelerce bizzat dış finansman kaynağından temin edilen yabancı para üzerinden yapılan dış 252 borçlanma, program ve dış proje kredi kullanımlarına ait anapara tutarlarıyla kur farklarının izlenmesi için kullanılır. (MYMY m: 311/1) 31 Kısa vadeli dış mali borçlar : 310 Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabı 41 Uzun vadeli dış mali borçlar : 410 Dış mali borçlar hesabı Dış borçların faiz ve genel giderleri ile uluslararası piyasaya ihraç edilen senetlerin nominal değerinin altında bir değerle satılması durumunda, nominal değeri ile satış değeri arasında oluşacak fark bu hesap grubuyla ilgilendirilmeksizin, doğrudan bütçeye bu amaçla konulan ödenekten karşılanır ve bütçeye gider kaydedilir. (MYMY m: 312/1) Dış finansman kaynağından Hazine Müsteşarlığı hesabına yapılan aktarım üzerine, Devlet Borçları Muhasebe Birimi'nce, aktarım tarihindeki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden dış mali borçlar hesabına kaydedilerek dış borç kaydı yapılır. (MYMY m: 312/2) Yılsonlarında dış borç hesaplarında kayıtlı borç stokuna ait olarak işlemiş faiz tutarı hesabedilir ve giderler hesabı veya ilgili dönemde ödemesi yapılmak üzere ilgisine göre kısa vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu içindeki gider tahakkukları hesabı ya da uzun vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu içindeki gider tahakkukları hesabına kaydedilir. (MYMY m: 312 /6) Devlet borçlanma senetlerinin uluslararası piyasada primli satılması durumunda ortaya çıkan prim tutarı, bu hesap grubuyla ilgilendirilmeksizin bütçeye gelir kaydedilir. (MYMY m: 312/7) Hazine Müsteşarlığınca yapılan kredi anlaşmaları çerçevesinde gerek genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince ve gerekse genel bütçe dışı idare veya kuruluşlarca ikraz anlaşmaları ile yapılacak nakdi dış proje kredisi kullanımları, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası veya uygun görülen diğer bankalar nezdinde açılacak proje özel hesapları üzerinden gerçekleştirilir. Hazine Müsteşarlığınca yapılan kredi anlaşmaları çerçevesinde yapılacak nakdi dış proje kredisi kullanımları 253 dış finansman kaynağından, proje özel hesaplarına yapılan aktarmalara ilişkin bilginin gelmesi üzerine Devlet Borçları Muhasebe Birimi'nce, genel bütçe kapsamı dışındaki kamu idarelerince bizzat temin edilen dış finansman imkanından yapılacak nakdi dış proje kullanımları ise kullanıcı idare muhasebe birimince dış borç kaydı yapılır. İkraz anlaşmaları ile genel bütçe dışı idare veya kuruluşlar adına özel hesaplara yapılan aktarımlarda, söz konusu kullanıcı idare veya kuruluş Hazine Müsteşarlığına karşı borçlandırılır. (MYMY m: 312/8) Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince yapılan doğrudan dış proje kredisi kullanımları ile genel bütçe dışı idare veya kuruluşların ikraz anlaşmaları çerçevesinde yaptıkları doğrudan dış proje kredisi kullanımlarında; dış finansman kaynağından gelen kullanım bilgisi üzerine, Devlet Borçları Muhasebe Birimi'nce dış borç kaydının yapılması esas olup, kullanıcı idare veya kuruluşlar tarafından kredi kullanımı teyit edilir. (MYMY m: 312/9) Dış mali borçlar hesap grubunda izlenen Borçlarla ilgili faiz gideri ödemeleri, bu gruptaki hesaplarla ilgilendirilmeksizin, bütçeye konulan ödeneklerden karşılanır. (MYMY m: 233/2) Kısa vadeli dış mali borçlar hesap grubunun 3. fıkrası ile Uzun vadeli dış mali borçlar hesap grubunun 6. fıkrasında " Yılsonlarında bu hesap grubundaki hesaplarda kayıtlı borç stokuna ait işlemiş faiz tutarı hesaplanarak giderler hesabına ve ilgili dönemde ödemesi yapılmak üzere kısa vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu içindeki gider tahakkukları hesabına kaydedilir." denilmektedir. Yukarıda verilen 3. fıkradaki hüküm, Uzun Vadeli Dış Mali Borçlar hesap grubu için geçerli olmakla beraber Kısa Vadeli Dış Mali Borçlar hesap grubu için geçerli değildir. Çünkü yılsonuna kadar bu hesap grubunun bakiyesinin sıfırlanması gerekir. Dönem sonunda Uzun Vadeli Dış Mali Borçlar Hesap grubundaki borçlardan vadesi bir yılın altına inenler Kısa Vadeli Dış Mali Borçlar hesap grubuna alınır. Buraya alınmasının nedeni, izleyen dönemde yani izleyen mali yılda ödenecek olmasıdır. 310-Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabının, hesabın niteliği bölümünde "... uzun vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu içindeki dış mali borçlar hesabında kayıtlı tutarlar için cari yılda ödenecek olan anapara taksitleri ve kur farklarının izlenmesi için kullanılır." denilmektedir. Yani 310 nolu hesaba alınan tutarların dönem içerisinde ödenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla yılsonunda önceki 254 dönemden aktarılmış olup ödenmeyen bir tutar kalmayacaktır. Burada anlatılmaya çalışılan durum bir örnek yardımıyla aşağıda açıklanmaktadır. 01.01.2005 tarihinde yıllık %12 basit faiz üzerinden alınan borcun ve faizinin, 01.07.2007 tarihinde ödeneceğini varsayalım. Yapılacak olan muhasebe kayıtları sırasıyla şu şekilde olacaktır: 01.01.2005 tarihinde alınan dış borcun kayıtlara alınması 105- Döviz Hesabı 1.000 410- Dış Mali Borçlar Hesabı 1.000 31.12.2005 tarihinde geçici mizandan önce 2005 yılına ait faiz giderlerinin tahakkuku 630- Giderler Hesabı 120 481- Gider Tahakkukları Hesabı 120 31.12.2006 tarihinde geçici mizandan önce 2006 yılına ait faiz giderinin tahakkuku 630- Giderler Hesabı 381- Gider Tahakkukları Hesabı 120 120 (yönetmelikteki hüküm gereği izleyen dönemde, alınan borcun vadesi bir yılın altına indiğinden faiz tahakkuku 481 hesap yerine 381 hesaba alınmaktadır.) 410- Dış Mali Borçlar Hesabında izlenen tutar 2007 yılında ödeneceğinden 31.12.2006 tarihinde dönem sonu işlemleri sırasında 310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabına alınır. Ayrıca önceki dönemde tahakkuk etmiş olan faiz giderleri de 481- Gider Tahakkukları Hesabından 381- Gider Tahakkukları Hesabına alınır. 255 410- Dış Mali Borçlar Hesabı 481- Gider Tahakkukları Hesabı 1.000 120 310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı 1.000 381- Gider Tahakkukları Hesabı 120 01.07.2007 tarihinde, ödenecek olan anaparanın 6 aylık faizi tahakkuk ettirilip, önceki dönemde işlemiş faiz tutarları ile birlikte ödenecektir. 310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı 1.000 381- Gider Tahakkukları Hesabı 240 630- Giderler Hesabı 60 103- Ver. Çek. ve Gön. Em. Hs. / 106- Ver. Gön. Em. Hs. 830- Bütçe Giderleri Hesabı 835- Gider Yansıtma Hesabı 1.300 300 300 Yukarıdaki işlemlerde de görüleceği üzere bu işlemlerin hiçbirinde (310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabında kayıtlı tutarlarla ilgili olarak) Kısa Vadeli Dış Mali Borç hesap grubunun 3. fıkrasında belirtilen bir işlem bunmamaktadır. 630 (borç), 381 (alacak) kaydı bu yönetmeliğe göre sadece uzun vadeli (iç ve dış) mali borç hesaplarındaki tutarlardan izleyen dönemde vadesi bir yılın altına inenler için yapılmaktadır. Dolayısıyla bu maddenin 3. fıkrasının silinmesi ve sadece uzun vadeli (iç ve dış) mali borçlar hesap gruplarında kalması gerekmektedir. İç mali borçlar hesap grubu incelendiğinde, bono ve tahvil hesaplarının olduğu görülecektir. Dış mali borçlar hesap grubundaki hesaplara bakıldığında ise tek bir hesap olduğu yani bono ve tahvil hesaplarının olmadığı göze çarpacaktır. Bu da sanki dış borçlanmada senet veya tahvil kullanılmadığı izlenimi vermektedir. Oysa dış mali borçlanmaya tahvil ihracı suretiyle de gidilebilmektedir. Dış borçlanma hangi şekilde yapılırsa yapılsın 310/410- Dış Mali Borçlar Hesabına kaydedilmekte ama hesap ayrıntısı farklı olmaktadır. 2007 yılı Genel bütçe detaylı hesap planının dış mali 256 borçlar hesabının aşağıdaki görünümünden de görüleceği üzere bu hesabın yardımcı detaylarında borçlanmanın niteliğine göre yardımcı hesaplar açılmıştır. Tablo 11: Devlet Muhasebesi Dış Borç Hesapları 410 DIŞ MALİ BORÇLAR HESABI 410 01 Program Kredileri 410 01 01 Tahviller 410 01 02 Krediler 410 02 Proje Kredileri 410 02 01 Tahsisli Krediler 410 02 02 İkraz Edilen Krediler 410 02 03 Karma (Tahsis/ İkraz) 410 03 Karma Finansman Kaynak: Dağ, 2013: 4. Hazinenin tahvil ihracı suretiyle iç borçlanma ve dış borçlanma tutarlarına bakıldığında iç borçlanma tutarın 12,7 Milyar TL, dış borçlanma tutarının ise 8,3 Milyar TL olduğu görülecektir. Dolayısıyla tahvil ihracı suretiyle yapılan dış borçlanma oldukça yüksek bir düzeydedir. GYMY de de yer alan genel kabul görmüş muhasebe kavramlarından önemlilik kavramı gereğince tahvil ihracı suretiyle gerçekleştirilen dış mali borçların takibi için dış mali borçlar hesap grubuna tahvil ve bonolar ile ilgili ana hesapların açılması önerilmektedir. Bunun bir faydası da, dış mali borçlar hesap grubundaki hesapların sistematiği ile iç mali borçlar hesap grubundaki hesapların sistematiği birbirine paralel hale gelecektir. Dış mali borçlar hesabı; kanunların verdiği yetkiye dayanılarak Hazine Müsteşarlığınca Devlet nam ve hesabına herhangi bir dış finansman kaynağından, belirli bir geri ödeme planına göre geri ödenmek üzere sağlanan ve gerek genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri tarafından kullanılan, gerekse genel bütçe dışı idare veya kuruluşlara ikrazen kullandırılan dış borç anaparaları, dış borç geri ödeme tutarları ile geri ödemelerde değişken havuz birimi katsayısı uygulanması söz konusu olduğunda ortaya çıkan farklar ve bu hesapta kayıtlı yabancı para cinsinden borç bakiyelerinin ay sonu değerlemesi sonucu ortaya çıkan kur farklarının izlenmesi için kullanılır. (MYMY m: 313/1) Bu hesaba kaydedilecek değerler: 257 Dış finansman kaynağından hesaplara aktarılan dış borçlanma tutarları Dış finansman kaynağı tarafından dış proje kredisi olarak genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri adına proje özel hesabına yapılan aktarmalar Yurt içinde veya yurtdışında mal, hizmet ve eğitim bedeli olarak ilgili genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince kaynaktan yapılan doğrudan dış proje kredisi kullanımları Hazine Müsteşarlığınca sağlanıp ikraz anlaşmaları ile kendilerine aktarılan dış proje kredilerinden genel bütçe dışı idare veya kuruluşlar adına, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası veya uygun görülen bankalar nezdindeki özel hesaplara yapılan aktarmalar Hazinece sağlanıp ikraz edilen dış borçlanma senetleri Yabancı para cinsinden borç bakiyelerinin ay sonu değerlemesi sonucunda oluşan kur farklarıdır. 2006 yılında bu hesaplardan nakit ve mahsup şeklinde olmak üzere yapılan dış borçlanma tutarları aşağıda gösterilmiştir. 2006 yılında 14.877 milyon TL tutarında nakit dış borçlanma gerçekleştirilmiştir. Hazinenin döviz hesaplarına giren bu tutarın detayları tabloda gösterilmektedir. 2006 Yılı Dış Borçlanma İşlemlerinin Detayı (Nakit) Milyon TL Dış Proje Kredisi (Karayolları) 680 IMF 4.368 Tahvil İhracı 8.259 Dünya Bankası (IBRD) 1.570 TOPLAM 14.877 2006 yılında toplam 27.506 milyon TL tutarında ayni-mahsup dış borçlanma işlemi gerçekleştirilmiştir. 258 2006 Yılı Dış Borçlanma İşlemlerinin Detayı (Ayni - Mahsup) Milyon TL 1. Gider Finansmanı Mahiyetindeki Dış Borçlanma Merkezi Bütçe Kapsamındaki Kuruluşların Proje Özel Hesabından 2.123 709 Yaptığı Kullanımlar Merkezi Bütçe Kapsamındaki Kuruluşların Doğrudan Dış Proje 1.060 Kredisi Kullanımları İskontolu Satışlar Karşılığında Yapılan Dış Borçlanma (Bütçe Gideri) 346 Karşılığı Komisyon Ödemesinde Kullanılan Dış Borçlanma (Bütçe Gideri)- Kaynaktan kesinti 2. Karşılığında Alacak Yaratılan Dış Borçlanma 3. Kur Farklarından Kaynaklanan Borç Artışı 4. Diğer Gider Karşılığı Yapılan Dış Borçlanma TOPLAM 8 934 24.320 129 27.506 2006 yılında proje kredilerinin finansmanı için merkezi bütçeli kuruluşlar tarafından 2.449 Milyon TL, Merkezi Bütçe Dışı Kuruluşlar tarafından ise 689 milyon TL olmak üzere toplam 3.138 milyon TL kullanım yapılmıştır. 2006 Yılı Dış Proje Kredisi Kullanımları Milyon TL PÖH' den Kullanımlar - Merkezi Bütçeli Kuruluşlar 709 PÖH' den Kullanımlar - Merkezi Bütçe Dışındaki Kuruluşlar 123 Hazine Hesaplarından Yapılan Kullanımlar 680 Doğrudan Kullanımlar - Merkezi Bütçeli Kuruluşlar Doğrudan Kullanımlar - Merkezi Bütçe Dışındaki Kuruluşlar TOPLAM 1.060 566 3.138 310- Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabının 2 nolu alacak kaydında "Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabında kayıtlı tutarlardan ilgili kamu idarelerince kullanılmış olanlardan, dış finansman kaynağı tarafından bağış veya hibe şekline dönüşen tutarların anaparası işlem tarihindeki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden bu hesaba, işlemiş faiz tutarı 381- Gider 259 Tahakkukları Hesabına borç, tamamı 600- Gelirler Hesabına alacak kaydedilir. Gelirler hesabına kaydedilen tutar aynı zamanda 805- Gelir Yansıtma Hesabına borç, 800 - Bütçe Gelirleri Hesabına alacak kaydedilir." denilmek suretiyle aşağıdaki muhasebe kaydının yapılacağı belirtilmiştir. 310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı XXXXX 381- Gider Tahakkukları Hesabı XXXXX 630- Giderler Hesabı XXXXX 600- Gelirler Hesabı 805- Gelir Yansıtma Hesabı 800- Bütçe Gelirleri Hesabı XXXXXX XXXXX XXXXXX İç mali borçlar hesap grubunda yapılan önerilerde de belirtildiği üzere bu borçlar için önceki dönemlerde yapılan faiz gideri tahakkukunda sadece giderler hesabının borcu karşılığında gider tahakkukları hesabı alacaklandırılmış, bütçeye gider kaydı yapılmamıştır. Bütçeye gider kaydı yapılmayan borcun faizinin hibe veya bağıştan dolayı borçlunun (hazinenin) lehine silinmesinde, bu tutarın bütçeye gider kaydedilmemesi, sadece borcun aslının bütçeye gelir kaydedilmesinin doğru olduğu düşünülmektedir. Öneri doğrultusunda yapılacak olan muhasebe kaydı şu şekilde olacaktır: 310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı XXXXX 630- Giderler Hesabı XXXXX 381- Gider Tahakkukları Hesabı XXXXX 600- Gelirler Hesabı 805- Gelir Yansıtma Hesabı 800- Bütçe Gelirleri Hesabı XXXXX XXXXX XXXXX (Bu işlemde sadece anapara bütçeye gelir kaydedilmektedir.) 310- Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabını 3 nolu borç kaydında "Cari yılda ödenecek dış mali borçlar hesabında kayıtlı diğer idare ve kuruluşlara ikrazen kullandırılan tutarlardan dış finansman kaynağı tarafından bağış veya hibe şekline 260 dönüşenlerin anaparası işlem tarihindeki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden bir taraftan bu hesaba, işlemiş faiz tutarı ilgisine göre 630Giderler Hesabı veya 381- Gider Tahakkukları Hesabına borç, tamamı 600- Gelirler Hesabına alacak; söz konusu tutar diğer taraftan 630- Giderler Hesabına borç, alacağın anaparası 130- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabına, işlemiş faiz alacağı ise ilgisine göre 600- Gelirler Hesabın veya 181- Gelire Tahakkukları Hesabına alacak kaydedilir." denilmek suretiyle aşağıdaki muhasebe kaydının yapılacağı belirtilmiştir. 310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı XXXXX 381- Gider Tahakkukları Hesabı XXXXX 630- Giderler Hesabı XXXXX 600- Gelirler Hesabı 630- Giderler Hesabı XXXXX XXXXX 130- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı XXXXX 181- Gelir Tahakkukları Hesabı XXXXX 600- Gelirler Hesabı XXXXX Yukarıda verilmiş olan kayıt Hazinenin hem borçlu hem de alacaklı sıfatı dikkate alınarak yapılmıştır. Yapılacak olan önerinin daha rahat anlatılabilmesi açısından Hazinenin mevcut yönetmeliğe göre yaptığı aşağıdaki işlemlerine bakılmasında fayda bulunmaktadır. Hazine bir taraftan dış finansman kaynağına borçludur. Borçlu olan Hazine dönemsellik kavramı gereği ilgili dönemlerde yaptığı faiz gideri tahakkuklarının muhasebeleştirilmesi aşağıda sırasıyla gösterilmiştir; Ödeme tarihinden önceki faaliyet dönemlerinde yapılan faiz giderleri tahakkuku 630- Giderler Hesabı 481- Gider Tahakkukları Hesabı XXXXX XXXXX 261 Ödeme tarihinden bir önceki faaliyet döneminde tahakkuk etmiş faiz giderleri ve dış mali borçların kısa vadeli hesaplara aktarımı 481- Gider Tahakkukları Hesabı XXXXX 381- Gider Tahakkukları Hesabı 410- Dış Mali Borçlar Hesabı XXXXX XXXXX 310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı XXXXX Söz konusu borç Hazineye hibe edildiği için kendiside ilgili kamu idarelerine bu alacağını hibe etmektedir. Hazinenin alacaklı olmasından dolayı faiz gelirleri tahakkukunu muhasebeleştirmesi aşağıda verilmiştir. Ödeme tarihinden önceki dönemlerde yapılan faiz tahakkuku 281- Gelir Tahakkukları Hesabı XXXXX 600- Gelirler Hesabı XXXXX Tahsil tarihinden bir önceki faaliyet döneminde tahakkuk etmiş faiz gelirleri ve dış borcun ikrazından doğan alacakların kısa vadeli hesaplara aktarımı 181- Gelir Tahakkukları Hesabı XXXXX 281- Gelir Tahakkukları Hesabı 130- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı XXXXX XXXXX 230- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı XXXXX Yukarıdaki muhasebeleştirmelere dikkat edildiğinde hiçbir işlemde bütçe hesapları çalıştırılmamıştır. 262 5018 sayılı Kanunun 40. maddesinin 2. fıkrasında kamu idarelerine yapılan her türlü bağış ve yardımların bütçelerine gelir kaydedileceği hüküm altına alınmıştır. Bu hükümden dolayı yönetmelikte " kamu idarelerine bağış olarak intikal eden varlıkların bütçeye gelir kaydedileceği " yönünde hükümler bulunmaktadır. Bu hükümden dolayı bağış veya hibe olarak kamu idarelerine intikal eden silinen borçların faaliyet geliri yanında bütçe gelirlerine de kaydedilmesi gerekmektedir. Böyle olmakla birlikte yönetmeliğe göre bu hesapta kayıtlı tutarlara ilişkin dış borçlardan, ilgili dış finansman kaynağı tarafından bağış veya hibe haline dönüştürülenlerle ilgili muhasebe kaydında bu tutarların bütçeye gelir kaydedilmesine yer verilmemektedir. Yönetmelikte bağış veya hibe haline gelenlerle ilgili olarak bir taraftan bütçeye gelir kaydedilmesi diğer taraftan gelir kaydedilmemesi çelişki oluşturmaktadır. Mevcut borçlardan (anapara tutarları), bağış veya hibe haline dönüşenlerin bütçeye gelir kaydedilmesi yönetmelikteki diğer düzenlemelere ve kanuna uygun hale getirilmesi açısından uygun olacağı düşünülmektedir. Ayrıca söz konusu borçlar için önceki dönemde faiz tahakkuk ettirildiğinde sadece giderler hesabı borçlandırılmış, bütçeye gider kaydı yapılmamıştır. Bütçeye gider kaydı yapılmayan bir borcun faizinin hibe veya bağıştan dolayı silinmesinde anapara+faizin gelir kaydedilmesi yanında, bütçe gelirlerine sadece anapara tutarının yazılmasının daha doğru bir uygulama olacağı düşünülmektedir. Bu şekilde bağış haline gelen borcun anapara tutarları bütçe gelirlerine kaydedilecek ve bütçe gelirleri olduğundan daha az gözükmeyerek gerçek rakamı verecektir. Yapılan öneri doğrultusunda yapılacak olan muhasebe kaydı şu şekilde olacaktır. 630- Giderler Hesabı XXXXX 130- Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı XXXXX 181- Gelir Tahakkukları Hesabı XXXXX 600- Gelirler Hesabı XXXXX 830- Bütçe Giderleri Hesabı 835- Gider Yansıtma Hesabı XXXXX XXXXX 263 310- Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı XXXXX 630- Giderler Hesabı XXXXX 381- Gider Tahakkukları Hesabı XXXXX 600- Gelirler Hesabı 805- Gelir Yansıtma Hesabı 800- Bütçe Gelirleri Hesabı XXXXX XXXXX XXXXX (koyu renklerden de anlaşılacağı üzere 800 nolu hesaba, 310 nolu hesaptaki tutar kaydedilecektir.) 264 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI 2007-2012 YILLARI ARASI PARA POLİTİKASI UYGULAMALARININ ÖDEMELER DENGESİ VE DIŞ BORÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN ANALİZİ Araştırmanın bu kısmında, Merkez Bankasının 2007-2012 yılları arasındaki para politikası uygulamalarının dış ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerindeki etkileri, araştırma dönemine ait veriler analiz edilerek değerlendirilecektir. SPSS paket programı kullanılarak yapılan bu analiz sonucunda elde edilen bulgular, yıllara yaygın raporlar yardımı ile açıklanacak ve araştırmanın sonuç bölümüne ulaşılacaktır. 4.1. ÇALIŞMANIN AMACI VE KAPSAMI Bu çalışmanın amacı Türkiye özelinden hareketle 2007-2012 döneminde para politikalarının Merkez Bankası analitik bilançosu kapsamında ödemeler bilançosu ve dış borçlar üzerine etkisinin analiz edilmesidir. Analizlerde kurulan modellerden hareketle tahminler yapılmıştır. Analiz dönemi olarak 2007-2012 dikkate alınmıştır. Bu dönemin seçilmesinin önemli nedenleri Türkiye sermaye piyasalarının küresel piyasalarla uyumlaştırılması ve finansal sistemin, özellikle bankacılık sisteminin, Basel kriterleri doğrultusunda evrimleştirilmesi kapsamında gerçekleştirilen yapısal ve hukuki değişiklikler ile 2005 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın parasal büyüklüklerin (M1, M2 ve M3) kapsamlarını değiştirmesidir. 2006 yılından sonra Merkez Bankası stratejisinde ve operasyonel süreçleri ve araçlarında yapılan değişiklikler ise diğer bir sebep olarak gösterilebilir. Çalışmanın bu bölümünde veri dönemde uygulanan para politikalarının ödemeler dengesi (ÖD) ve brüt dış borç stoku (BDBS) üzerindeki etkileri TCMB veri tabanlarından elde edilen üçer aylık ödemeler dengesi ve dış borçlanma verileri kullanılarak analiz edilmiştir. Analizlerde dolaşımdaki para (DP), rezerv para (RP), para tabanı (PT), merkez bankası parası (MBP), M1 ve M2 parasal büyüklükleri bağımsız değişkenler olarak alınmış ve her biri SPSS paket programı kullanılarak doğrusal regresyona tabi tutulmuş, bağımlı değişkenler üzerindeki etkileri analiz edilmiştir. Yıllara yaygın veriler ile elde edilen analiz sonuçları ile Merkez Bankası 265 para politikalarının ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerindeki etkileri, etkilerin boyutu ve yönü tespit edilmeye çalışılmıştır. 4.2. VERİ SETİ VE YÖNTEM Bu çalışmada Merkez Bankası elektronik veri dağıtım sisteminde (EVDS) yer alan veri setlerinden merkez bankası analitik bilançosu kapsamındaki parasal büyüklüklerden hareketle para politikalarının ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerinde ne derece etkili oldukları analiz edilmeye çalışılmıştır. Analizde, 2007-2012 yılları arasındaki üçer aylık dönemlere ait toplam 24 veri kullanılmıştır. Bu veriler aracılığı ile uygulanan para politikalarının ödemeler dengesi (ÖD) ve brüt dış borç stoku (BDBS) üzerindeki etkileri tahmin edilmeye çalışılmıştır. Bu kapsamda analizlerde dolaşımdaki para (DP), rezerv para (RP), para tabanı (PT), merkez bankası parası (MBP), M1 ve M2 parasal büyüklükleri bağımsız değişkenler olarak dikkate alınmıştır. Yukarıda bahsi geçen ilişkilerden hareketle dikkate alınan değişkenlerin ödemeler dengesi (ÖD) üzerindeki etkisi aşağıdaki analiz modelleri yardımıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır: Model- 1: ÖD= β0 + β1 DP + u Model- 2: ÖD= β0 + β1 RP + u Model- 3: ÖD = β0 + β1 PT + u Model- 4: ÖD = β0 + β1 MBP + u Model- 5: ÖD = β0 + β1 M1 + u Model- 6: ÖD = β0 + β1 M2 + u Model- 7: ÖD = β0 + β1 DP + β2 RP + β3 PT + β4 MBP + β5 M1 + β6 M2 + u Ayrıca çalışmanın diğer bir analiz boyutunu ise dikkate alınan değişkenlerin brüt dış borç stoku (BDBS) üzerine etkisi oluşturmaktadır. Bu kapsamda aşağıdaki modellerden yaralanılmıştır. Model- 8: BDBS = β0 + β1 DP + u Model- 9: BDBS = β0 + β1 RP + u Model- 10: BDBS = β0 + β1 PT + u Model- 11: BDBS = β0 + β1 MBP + u Model- 12: BDBS = β0 + β1 M1 + u 266 Model- 13: BDBS = β0 + β1 M2 + u Model- 14: BDBS = β0+ β1DP + β2RP + β3PT + β4MBP + β5M1 + β6M2 + u Yapılan analizlerde, tek bir bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisini incelerken basit (tekli) doğrusal regresyon modeli, birden fazla bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisini incelerken çoklu regresyon modeli kullanılmıştır. Basit doğrusal regresyon analizinde bir bağımlı ve bir bağımsız değişken söz konusu iken, çoklu doğrusal regresyon analizinde ise bir bağımlı değişken varken iki ya da daha fazla bağımsız değişken vardır ve her iki analizde de değişkenler arsında doğrusal bir ilişki vardır. R2 değeri bağımsız (açıklayıcı) değişkenin bağımlı (açıklanan) değişkeni açıklama oranını gösterirken ANOVA analizleri ile kurulan modelin doğruluğu test edilmektedir. Analizdeki R2 değeri 0 ile 1 arasında değişkenlik göstermektedir. Ancak bağımsız değişkenin bağımlı değişkeni açıklama oranının anlamlı ve yüksek olması için bu değerin 0,5 ile 1 arasında olması tercih edilir. Yani değer 1' e ne kadar yakınsa bağımsız değişkenin bağımlı değişkeni açıklama oranı o kadar yüksektir. Değerin düşüklüğü ise, bağımlı değişkenin bağımsız değişken tarafından açıklanma oranının düşüklüğünü ifade etmektedir. Analizde testler %95 güven aralığı yani %5 anlamlılık düzeyi ile uygulanmıştır. ANOVA tabloları ile modelin doğruluğu test edilirken anlamlılığın 0,05'ten küçük olması beklenmektedir. Anlamlılık düzeyi 0,05'ten küçük olduğunda model anlamlı iken değer büyüdükçe model anlamlılığını yitirmektedir. 267 4.3. ANALİZ SONUÇLARI Çalışmanın bu bölümünde, ödemeler dengesi ve brüt dış borç stokuna ilişkin oluşturulan modeller doğrultusunda yapılan analizlerin sonuçları incelenmektedir. Tablo 12: Ödemeler Dengesi Model Analiz Sonuçları Model Denklemler İstatistiki Göstergeler ÖD = -163615,3 + 0,961 DP + u t= 1,178 P= 0,251 F = 1,388 R2= 0,059 s= 4211682,680 ÖD = 189449,08 + 0,002 RP + u t= 0,053 P= 0,959 F= 0,003 R2= 0,000 s= 4342274,665 Model-3 ÖD = 238713,2 - 0,005 PT + u t= -0,142 P= 0,888 F= 0,020 R2= 0,001 s= 4340561,489 Model-4 t= 0,997 ÖD = -325640,8 + 0,094 MBP + u P= 0,330 F= 0,994 R2= 0,043 s= 4247675,755 Model-1 Model-2 Model-5 Model-6 Model-7 ÖD = -202434,4 + 0,038 M1+ u t= 1,262 F= 1,593 R2= 0,068 P= 0,220 s= 4193402,284 ÖD = -120823,7 + 0,006 M2 + u t= 0,957 P= 0,349 ÖD = 741684,5 + 1,485 DP + 0,314 RP - 0,490) PT - 0,052 MBP + 0,292 M1 - 0,144 M2 + u F= 0,915 R2= 0,40 s= 4254951,078 F= 4,560 R2= 0,617 s= 3058115,510 P= 0,006 Tablo 12 incelendiğinde ödemeler dengesi (ÖD) modellerine ilişkin analizlerin 2 istatistiki sonuçları görülmektedir. Bu sonuçlara bakıldığında, Model 1'in R değeri 0,059 olarak bulunmuştur. Bu değer, bağımsız değişkenin bağımlı değişkeni açıklama oranının oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Analizdeki bağımsız değişkenin dolaşımdaki para olduğu göz önüne alınırsa, dolaşımdaki paranın ödemeler dengesini tam olarak açıklayamadığı, açıklama oranının yani aralarındaki direkt ilişkinin düşük olduğu sonucuna ulaşılır. 268 Tablo 13: Model 1 ANOVA Regresyon Kareler Toplamı 24627720080793,590 Serbestlik derecesi 1 Kareler Ortalaması 24627720080793,590 Hata 390241961877539,800 22 17738270994433,620 Toplam 414869681958333,300 23 F 1,388 Anlamlılık Düzeyi 0,251(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), Dolaşımdaki para Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi Tablo 13' de SPSS paket programı doğrultusunda Model-1'e ilişkin ödemeler dengesi ve dolaşımdaki paraya ait yıllara yaygın verilerin ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde, dolaşımdaki paranın ödemeler dengesine etkisinin anlamlı olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Anlamlılık düzeyinin test için esas alınan 0,05 değerinden yüksek çıktığı gözlenmiştir (P:0,251>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0, H1 = βİ ≠ 0" olduğunu göz önüne alırsak H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. 2 Model 2' nin R değeri 0,000 olarak bulunmuştur. Bulunan bu değer, bağımsız değişken olan rezerv paranın bağımlı değişken olan ödemeler dengesini açıklamadığını göstermektedir. Tablo 14: Model 2 ANOVA Regresyon Kareler Toplamı 51998111509,389 Serbestlik derecesi 1 Kareler Ortalaması 51998111509,389 Hata 414817683846823,900 22 18855349265764,720 Total 414869681958333,300 23 F 0,003 Anlamlılık Düzeyi 0,959(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), Rezerv para Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi Tablo 14'te, SPSS paket programı doğrultusunda, Model-2'ye ilişkin ANOVA analizi ile ödemeler dengesi ve rezerv paranın yıllara yaygın verileri incelenmiştir. Bu analizin sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde rezerv paranın, yılara yaygın veriler baz alındığında, ödemeler dengesine etkisinin anlamlı olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Anlamlılık düzeyinin 0,05'ten büyük 269 olduğu görülmektedir (P:0,959>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğunu göz önüne alırsak, H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. 2 Model 3'ün R değeri 0,001 olarak bulunmuştur. Bu değer, modeldeki bağımsız değişken olan para tabanının bağımlı değişken olan ödemeler dengesini açıklama oranının oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Tablo 15: Model 3 ANOVA Regresyon 379253030754,459 Serbestlik derecesi 1 Hata 414490428927578,900 22 Toplam 414869681958333,300 23 Kareler Ortalaması 379253030754,459 18840474042162,670 F 0,020 Anlamlılık Düzeyi 0,888(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), Para tabanı Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi Tablo 15' te, SPSS paket programı doğrultusunda Model-3'e ilişkin ANOVA analizi ile elde edile F değerine ve anlamlılık düzeyine bakıldığında, tek başına para tabanının yıllara yaygın verileri esas alındığında, ödemeler dengesine etkisinin anlamlı olmadığı görülmektedir. Analizin anlamlılık düzeyinin modelde anlamlılık düzeyi için baz alınan 0,05 değerinden yüksek olduğu gözlemlenmektedir (P:0,888>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğunu göz önüne alırsak, H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. 2 Model 4'ün R değeri 0,043 olarak bulunmuştur. Bu değer, modeldeki bağımsız değişken olan merkez bankası parasının bağımlı değişkeni, yani ödemeler dengesini açıklayamadığını, açıklama oranının oldukça düşük olduğunu göstermektedir. 270 Tablo 16:Model 4 ANOVA Regresyon 17929196936860,990 Serbestlik derecesi 1 Hata 396940485021472,300 22 Toplam 414869681958333,30 23 Kareler Toplamı Kareler Ortalaması 17929196936860,990 18042749319157,830 F 0,994 Anlamlılık Düzeyi 0,330(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), Merkez bankası parası Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi Tablo 16' da, SPSS paket programı doğrultusunda Model-4'e ilişkin yapılan ANOVA analizi görülmektedir. Analiz ile elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyine bakıldığında, tek başına Merkez Bankası parası ele alındığında, ödemeler dengesi üzerinde etkisinin olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Analiz ile modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden yüksek bir anlamlılık düzeyine ulaşıldığı gözlemlenmiştir (P:0,330>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa, H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. 2 Model 5'in R değeri 0,068 olarak bulunmuştur. Bu değer incelendiğinde, bağımsız değişken olan M1'in bağımlı değişkeni açıklayamadığı, yani açıklama oranının oldukça düşük olduğu gözlemlenmektedir. Tablo 17: Model 5 ANOVA Regresyon Kareler Toplamı 28007982260365,500 Serbestlik derecesi 1 Kareler Ortalaması 28007982260365,500 Hata 386861699697967,800 22 17584622713543,990 Toplam 414869681958333,300 23 F 1,593 Anlamlılık Düzeyi 0,220(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), M1 Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi Tablo 17'de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-5'e ilişkin yapılan ANOVA analizi görülmektedir. Analiz ile elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyine bakıldığında, tek başına M1 ele alındığında, ödemeler dengesi üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden yüksektir (P:0,220>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne 271 alınırsa, H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. 2 Model 6'nın R değeri 0,040 olarak bulunmuştur. Bu değer, modeldeki bağımsız değişken olan M2' nin bağımlı değişkeni açıklama oranının oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Tablo 18: Model 6 ANOVA Regresyon Kareler Toplamı 16568291082652,830 Serbestlik derecesi 1 Kareler Ortalaması 16568291082652,830 Hata 398301390875680,500 22 18104608676167,290 Toplam 414869681958333,300 23 F 0,915 Anlamlılık Düzeyi 0,349(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), M2 Bağımlı Değişken: Ödemeler dengesi Tablo 18'de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-6'ya ilişkin yapılan ANOVA analizi görülmektedir. Analiz ile elde edilen F değeri ve anlamlık düzeyi incelendiğinde, tek başına M2 ele alındığında ödemeler dengesi üzerinde etkisinin olmadığı gözlemlenmektedir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden yüksektir (P:0,349>0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa H0 hipotezi red edilemez, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. 2 Model 7' nin R değeri 0,617 olarak bulunmuştur. Bu değer bağımsız değişkenlerin (Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP), Para Tabanı (PT), Merkez Bankası Parası (MBP), M1, M2) bağımlı değişkeni yani ödemeler dengesini açıklama oranının yüksek olduğunu gösterir. Tablo 19: Model 7 ANOVA Regresyon Kareler Toplamı 255884483972824,100 Serbestlik derecesi 6 Hata 158985197985509,100 17 Toplam 414869681958333,300 23 Kareler Anlamlılık Ortalaması F Düzeyi 42647413995470,690 4,560 0,006(a) 9352070469735,830 Bağımsız Değişken: (Sabit), Dolaşımdaki para , Rezerv Para, Para Tabanı, Merkez Bankası Parası, M1, M2 Bağımlı Değişken: Ödemeler Dengesi 272 Tablo 19'da, SPSS paket programı doğrultusunda Model-7' ye ilişkin yapılan ANOVA analizi görülmektedir. Analiz ile elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyine bakıldığında, modeldeki bütün bağımsız değişkenler birlikte ele alındığında, ödemeler dengesi üzerinde etkili oldukları söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,006<0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = β2 = β3 = β4 = β 5= β6 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alındığında H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişkenler arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir. Ödemeler dengesine ilişkin analizler toplu olarak değerlendirildiğinde, Model1 ve Model-6 arasındaki bağımsız değişkenlerin tek başlarına ele alınarak bağımlı değişken üzerindeki etkilerinin analiz edildiği basit doğrusal regresyon sonuçlarının, istatistikî göstergeler açısından anlamlı olmadıkları görülmektedir. Ancak Model-7' de yer alan tüm bağımsız değişkenlerin toplu halde bağımlı değişken üzerindeki etkilerinin analiz edildiği çoklu regresyon sonuçlarının istatistikî ve ekonometrik göstergeler açısından anlamlı olduğu görülmektedir. Bu sonuçlardan yola çıkarak, analizimizde yer alan bağımsız değişkenlerin ödemeler dengesi üzerinde tek başlarına anlamlı etkilerinin olmadığı, yani politika olarak da tek başlarına kullanıldıklarında ödemeler bilançosu üzerinde anlamlı değişikliklere neden olmadıkları, ancak, toplu halde kullanıldıklarında ödemeler dengesini etkiledikleri görülmektedir. Tablo 20: Model 7 Katsayılar Standartlaştırılmamış Katsayılar (Sabit) DP RP PT MBP M1 M2 B 741684,477 1,485 0,314 -0,490 -0,052 0,292 -0,144 Std. Hata 5280829,040 0,651 0,148 0,145 0,127 0,192 0,044 Standartlaştırılmış Katsayılar Beta 3,763 1,704 -2,762 -0,115 2,016 -4,516 t 0,140 2,281 2,123 -3,376 -0,410 1,522 -3,275 Anlamlılık Düzeyi 0,890 0,036 0,049 0,004 0,687 0,146 0,004 Bağımlı Değişken: Ödemeler Dengesi 273 Katsayılara ilişkin tablo incelendiğinde, veri dönemde uygulanan parasal politikalar doğrultusunda yıllara yaygın yapılan analiz ile Para Tabanı (PT), Merkez Bankası Parası (MBP), ve M2 parasal büyüklüklerinin ödemeler dengesi üzerinde olumsuz yönde etkiye neden olduğu, Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP) ve M1 parasal büyüklüklerinin ise ödemeler dengesi üzerinde olumlu etkiye neden olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar 24 veri döneminin tüm verilerinin ortak analizi doğrultusunda elde edilmiştir ve bu 24 veri döneminin geneline ilişkin sonuçları ifade eder. Yani tek tek ele alındığında politikalar doğrultusunda tüm değişkenlerin pozitif ya da tüm değişkenlerin negatif etkiye sahip olduğu veri dönemleri de olabilir. Ancak yapılan analiz, tezin bütünlüğü doğrultusunda tüm veri dönemlerinin ortak değerlendirilmesi sonucu elde edilen genel yargıyı ifade etmektedir. Yani bir nevi genelleme yaparak, 24 veri döneminin ortalamasını alarak bağımsız değişkenlerin ödemeler bilançosuna ne doğrultuda etki ettikleri gösterilmektedir. Tablo 21'de Brüt Dış Borç Stokuna ilişkin oluşturulan modeller ile yapılan analiz sonuçları görülmektedir. 274 Tablo 21: Brüt Dış Borç Stoku Analiz Sonuçları Model Denklemler İstatistikî Göstergeler Model-8 BDBS = 182169188,989 + 2,615 DP + u t= 9,160 F = 83,914 R2= 0,792 P= 0,000 s= 14735593,227 Model-9 BDBS = 214234095,73 + 0,992 RP + u t= 0,053 F= 24,129 R2= 4,912 P= 0,000 s= 22328278,843 BDBS = 217749302,76 + 0,0980 PT + u t= 5,197 F= 27,008 2 R = 0,551 P= 0,000 s= 21662545,798 Model-11 BDBS = 172331122,14 + 1,948 MBP + u t= 3,330 F= 11,086 2 R = 0,335 P= 0,000 s= 26364795,814 Model-12 BDBS = 181431335,99 + 0,933 M1 + u t= 8,079 F= 65,262 R2= 0,784 P= 0,000 s= 16234195,051 Model-13 BDBS = 174347580,14 + 0,211 M2 + u t= 9,211 F= 84,386 R2= 0,794 P= 0,000 s= 14671898,158 Model-14 ÖD = 163838262 + 4,657 DP + 0,144 RP - 0,259 PT + 0,449 MBP - 1,750 M1 +0,218 M2 + u F= 14,190 R2= 0,834 P= 0,000 s= 15005426,357 Model-10 275 Tablo 21 incelendiğinde Brüt Dış Borç Stoku modellerine ilişkin analizlerin 2 istatistikî sonuçları görülmektedir. Bu sonuçlara bakıldığında, Model 8' in R değeri 0,792 olarak bulunmuştur. Bu değer, bağımsız değişken olan dolaşımdaki paranın bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının oldukça yüksek olduğunu, aralarındaki ilişkinin kuvvetli olduğunu ve dolayısı ile modelin anlamlı olduğunu göstermektedir. Tablo 22: Model 8 ANOVA Serbestlik Anlamlılık Kareler Toplamı derecesi Kareler Ortalaması F Regresyon 18220882116296830,000 1 18220882116296830,000 83,914 Hata 4777029570328160,000 22 217137707742189,400 Toplam 22997911686625000,000 23 Düzeyi 0,000(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), Dolaşımdaki Para Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku Tablo 22' de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-8' e ilişkin yapılan ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde, bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerinde oldukça etkili olduğu söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak modelin hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa, H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir. 2 Model 9' un R değeri 0,523 olarak bulunmuştur. Bu değer, bağımsız değişken olan rezerv paranın bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının yüksek olduğunu ve dolayısı ile modelin anlamlı olduğunu ifade etmektedir. Tablo 23: Model 9 ANOVA Serbestlik Derecesi Kareler Ortalaması 12029766892209490,000 1 12029766892209490,000 Kareler Toplamı Regresyon Hata 10968144794415500,000 22 Total 22997911686625000,000 23 F 24,129 Anlamlılık Düzeyi 0,000(a) 498552036109795,000 Bağımsız Değişken: (Sabit), Rezerv Para Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku 276 Tablo 23'te, SPSS paket programı doğrultusunda Model-9'a ilişkin ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlık düzeyi incelendiğinde, bağımsız değişken olan rezerv paranın bağımlı değişken olan brüt dış borç stoku üzerinde etkili olduğu anlaşılabilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak modelin hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alındığında modeldeki H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir. 2 Model 10' un R değeri 0,551 olarak bulunmuştur. Elde edilen bu değere dayanarak bağımsız değişken olan para tabanının bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının yüksek olduğu ve modelin anlamlı olduğu söylenebilir. Tablo 24: Model 10 ANOVA Kareler Toplamı Regresyon 12674062097181210,00 Serbestlik derecesi 1 Kareler Ortalaması 12674062097181210,00 469265890429263,000 Hata 10323849589443790,00 22 Toplam 22997911686625000,00 23 F 27,008 Anlamlılık Düzeyi 0,000(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), Para tabanı Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku Tablo 24'te, SPSS paket programı doğrultusunda Model-10'a ilişkin ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde, bağımsız değişken olan para tabanının brüt dış borç stoku üzerinde oldukça etkili olduğu söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak modeldeki hipotezlerin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir. 2 Model 11'in R değeri 0,335 olarak bulunmuştur. Bu değerden yola çıkarak modeldeki bağımsız değişken olan merkez bankası parasının bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının çok yüksek olmadığı söylenebilir. 277 Tablo 25: Model 11 ANOVA Kareler Toplamı 7705657603646130,00 Regresyon Serbestlik derecesi 1 Hata 15292254082978860,00 22 Toplam 22997911686625000,00 23 Kareler Ortalaması F 7705657603646130,000 11,086 Anlamlılık Düzeyi 0,003(a) 695102458317221,000 Bağımsız Değişken: (Sabit), Merkez Bankası Parası Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku Tablo 25'te, SPSS paket programı doğrultusunda Model-11'e ilişkin ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde, bağımsız değişken olan merkez bankası parasının brüt dış borç stoku üzerinde oldukça etkili olduğu söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,003<0,05). Sonuç olarak modeldeki hipotezlerin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa, H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir. 2 Model 12'nin R değeri 0,748 olarak bulunmuştur. Bu değer, modeldeki bağımsız değişken olan M1' in bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının oldukça yüksek olduğunu ve modelin anlamlı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Tablo 26: Model 12 ANOVA Kareler Toplamı Regresyon 17199831729788850,00 Serbestlik derecesi 1 Kareler Ortalaması 17199831729788850,000 263549088947097,400 Hata 5798079956836140,00 22 Toplam 22997911686625000,00 23 F 65,262 Anlamlılık Düzeyi 0,000(a) Bağımsız Değişken: (Sabit), M1 Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku Tablo 26'da, SPSS paket programı doğrultusunda Model-12'ye ilişkin ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde, bağımsız değişken olan M1' in brüt dış borç stoku üzerinde oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin 278 anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak modeldeki hipotezlerin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa, H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir. 2 Model 13'ün R değeri 0,794 olarak bulunmuştur. Analiz sonucu elde edilen bu değerden, modelin anlamlı oluğu ve modeldeki bağımsız değişken olan M2'nin bağımlı değişken olan brüt dış borç stokunu açıklama oranının oldukça yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 27: Model 13 ANOVA Kareler Toplamı Regresyon 18262090584234920,00 Serbestlik derecesi 1 Hata 4735821102390070,00 22 Toplam 22997911686625000,00 23 Kareler Ortalaması F 18262090584234920,000 84,836 Anlamlılık Düzeyi 0,000(a) 215264595563185,200 Bağımsız Değişken: (Sabit), M2 Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku Tablo 27'de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-13'e ilişkin ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda elde edilen F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde, bağımsız değişken olan M2'nin brüt dış borç stoku üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak model hipotezlerinin "H0 = β0 = β1 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önüne alınırsa, H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişken arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir. 2 Model 14' ün R değeri 0,834 olarak bulunmuştur. Bu değer bize bağımsız değişkenlerin, yani Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP), Para Tabanı (PT), Merkez Bankası Parası (MBP), M1 ve M2' nin bağımlı değişkeni yani brüt dış borç stokunu açıklama oranının oldukça yüksek olduğunu gösterir. Yani tüm bağımsız değişkenler birlikte ele alındığında, bağımlı değişkeni açıklama oranlarının oldukça yüksek olduğu ve kurulan modelin anlamlı olduğu söylenebilir. 279 Tablo 28: Model 14 ANOVA Kareler Toplamı Regresyon 19170143743855680,00 Serbestlik Kareler derecesi Ortalaması 6 3195023957309281,000 Hata 3827767942769315,00 17 Toplam 22997911686625000,00 23 F 14,190 Anlamlılık Düzeyi 0,000(a) 225162820162900,900 Bağımsız Değişken: (Sabit), Dolaşımdaki Para, Rezerv Para, Para Tabanı, Merkez Bankası Parası, M1, M2 Bağımlı Değişken: Brüt dış borç stoku Tablo 28'de, SPSS paket programı doğrultusunda Model-14'e ilişkin ANOVA analizi görülmektedir. Analiz sonucunda ulaşılan F değeri ve anlamlılık düzeyi incelendiğinde, bağımsız değişken olan Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP), Para Tabanı (PT), Merkez Bankası Parası (MBP), M1 ve M2 'nin hepsi birlikte ele alındığında bağımlı değişken olan brüt dış borç stoku üzerinde etkili oldukları söylenebilir. Analiz ile ulaşılan anlamlılık düzeyi, modelin anlamlılık düzeyi olan 0,05 değerinden küçüktür (P:0,000<0,05). Sonuç olarak modeldeki hipotezlerin "H0 = β0 = β1 = β2 = β3 = β4 = β 5= β6 = 0 ve H1 = βİ ≠ 0" olduğu göz önünde tutulursa, H0 hipotezi red edilir, yani bağımlı değişken ve bağımsız değişkenler arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurulan model doğru bir modeldir. Brüt dış borç stokuna ilişkin analizler toplu olarak değerlendirildiğinde, Model8 ve Model-13 arasındaki bağımsız değişkenlerin tek başlarına ele alınarak bağımlı değişken üzerindeki etkilerinin analiz edildiği basit doğrusal regresyon sonuçlarının, istatistikî ve ekonometrik göstergeler açısından anlamlı oldukları görülmektedir. Ayrıca Model-14' de yer alan tüm bağımsız değişkenlerin toplu halde bağımlı değişken üzerindeki etkilerinin analiz edildiği çoklu regresyon sonuçlarının da istatistikî ve ekonometrik göstergeler açısından anlamlı olduğu görülmektedir. Bu sonuçlardan yola çıkarak, analizimizde yer alan bağımsız değişkenlerin brüt dış borç stoku üzerine tek başlarına ve toplu olarak anlamlı etkilerinin olduğu, yani politika olarak da hem tek başlarına kullanıldıklarında hem de toplu olarak kullanıldıklarında ödemeler bilançosu üzerinde anlamlı değişikliklere neden oldukları görülmektedir. 280 Tablo 29: Model 14 Analizi Katsayılar Standartlaştırılmamış Katsayılar Standartlaştırılmış Katsayılar Std. Hata 25911739 Beta (Sabit) B 163838262 t 6,323 Anlamlılık Düzeyi 0,000 DP 4,657 3,195 1,585 1,458 0,163 RP 0,144 0,726 0,105 0,198 0,845 PT -0,259 0,712 -0,197 -0,364 0,720 MBP 0,449 0,621 0,133 0,723 0,480 M1 -1,750 0,942 -1,622 -1,858 0,081 M2 0,218 0,216 0,918 1,011 0,326 Bağımlı Değişken: Brüt Dış Borç Stoku Katsayılara ilişkin tablo incelendiğinde, veri dönemde uygulanan parasal politikalar doğrultusunda yıllara yaygın yapılan analiz ile Para Tabanı (PT), ve M1 parasal büyüklüklerinin ödemeler dengesi üzerinde olumsuz yönde etkiye neden olduğu, Dolaşımdaki Para (DP), Rezerv Para (RP), Merkez Bankası Parası (MBP) ve M2 parasal büyüklüklerinin ise ödemeler dengesi üzerinde olumlu etkiye neden olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar 24 veri döneminin tüm verilerinin ortak analizi doğrultusunda elde edilmiştir ve bu 24 veri döneminin geneline ilişkin sonuçları ifade eder. Yani tek tek ele alındığında, dönemsel olarak uygulanan politikalar doğrultusunda, tüm değişkenlerin pozitif ya da tüm değişkenlerin negatif etkiye sahip olduğu veri dönemleri de olabilir. Ancak, yapılan analiz, tezin bütünlüğü doğrultusunda tüm veri dönemlerinin ortak değerlendirilmesi sonucu elde edilen genel kanıyı ifade etmektedir. Yani bir nevi genelleme yaparak, 24 veri döneminin ortalamasını alarak bağımsız değişkenlerin ödemeler dengesine ne derece etki ettikleri gösterilmektedir. Analize yönelik genel bir değerlendirme yapılacak olursa, brüt dış borç stokunun Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası analitik bilançosu kapsamındaki para arzı tanımlamalarına göre para politikalarından etkilenme oranının daha yüksek olduğu görülebilir. Ancak, temelde modeldeki beş para arzı tanımının (Dolaşımdaki Para, Rezerv Para, Para Tabanı, Merkez Bankası Parası, M1 ve M2) hepsinin dâhil olduğu analizlerde, hem ödemeler dengesinin hem de brüt dış borç stokunun yüksek oranda etkilendiği sonucuna ulaşılmaktadır. 281 4.4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllardan itibaren sıklaşan aralıklarla ekonomik krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Yaşanan bu krizlerde dışsal etkenlerin de rolü olmakla beraber başlıca nedenler: (i) sürdürülemez bir iç borç dinamiğinin oluşması ve (ii) başta kamu bankaları olmak üzere mali sistemdeki sağlıksız yapının ve diğer yapısal sorunların kalıcı bir çözüme kavuşturulamamış olmasıdır. Bu ortamda, 2000 yılı başında enflasyonu düşürmek ve ekonomide büyüme ortamını yeniden sağlamak amacıyla kapsamlı bir ekonomik program uygulamaya konulmuştur. Program kapsamında sıkı maliye politikası uygulanması ve kapsamlı yapısal reformların hayata geçirilmesinin yanı sıra, enflasyonist bekleyişleri hızla aşağıya çekmek için döviz kurları hedeflenen enflasyona göre belirlenerek önceden açıklanmış ve para politikası likidite genişlemesini yabancı kaynak girişine bağlayan bir çerçeveye oturtulmuştur. 2000-2007 yılları arasında güçlü ekonomiye geçiş programı kapsamında para ve maliye politikalarının uyumlu ve kararlı bir şekilde uygulanması sonucunda ekonomide sağlanan göreli istikrarla birlikte büyüme ve enflasyon rakamlarındaki oynaklık önemli ölçüde azalırken, yüksek büyümeyle birlikte enflasyon tek haneli rakamlara gerilemiştir. Bu süreçte kamu kesiminin borç yükünün azalması, mali piyasaların derinleşmesine imkân vererek artan tüketici ve yatırımcı güveninin iktisadi faaliyetlere dönüşmesine katkıda bulunmuştur. Özel kesim tüketim ve yatırım harcamalarındaki hızlı artış, söz konusu kesimin tasarruf oranlarının düşmesine neden olmuş ve artan ekonomik faaliyetler, başta uzun vadeli borçlanma ve doğrudan sermaye girişleri olmak üzere, önemli ölçüde dış tasarruflardan karşılanmıştır. Bu gelişme, cari işlemler açığının büyümesine ve özel kesimin dış borç stokunun artmasına neden olmuştur. 2006 yılı ortasından itibaren uygulanan sıkı para politikasının gecikmeli etkileri, tarım sektöründe gözlenen belirgin daralma ve Ağustos ayında uluslararası mali piyasalarda ortaya çıkan dalgalanmalar sonrasında tüketici ve yatırımcı güvenindeki bozulma, 2007 yılında toplam yurt içi talepteki artışın düşük düzeylerde gerçekleşmesine yol açmıştır. Tarım sektöründe ortaya çıkan daralma bir yandan büyümeyi olumsuz yönde etkilerken, diğer yandan enflasyonun geçici olarak yükselmesine neden olmuştur. Diğer taraftan, 2006 yılı Mayıs-Haziran döneminde yaşanan dalgalanma sonrasında 282 net ihracatın büyümeye katkısı pozitife dönmüş ve bu durum 2007 yılının ilk yarısında da devam etmiştir. Ancak, 2007 yılının ikinci yarısında miktar olarak ithalatın ihracattan daha hızlı büyümesi sonucunda net ihracatın büyümeye katkısı negatif yönde gerçekleşmiştir. Kuraklık nedeniyle çiftçilere yapılan ödemeler, seçimle birlikte bazı harcamaların öne çekilmesi, sağlık harcamalarının öngörülenin üzerinde gerçekleşmesi ve yurt içi talepteki daralmayla birlikte dolaylı vergi gelirlerindeki yavaşlama, program tanımlı faiz dışı fazla bütçe performansını olumsuz yönde etkilemiştir. Dolayısıyla, 2007 yılında kamu maliyesinin enflasyondaki düşüşe verdiği katkı önceki yıllara oranla sınırlı olmuştur. Benzer şekilde, 2007 yılının ikinci çeyreğinden itibaren verimlilik artışlarındaki yavaşlama ve reel ücretlerdeki artış eğilimi, birim iş gücü maliyetlerinin enflasyonun düşüş sürecine yaptığı katkıyı sınırlamıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra, ham petrol fiyatlarında yılın ikinci yarısından itibaren gözlenen hızlı artışlar da enflasyon üzerinde ek baskı oluşturmuştur. Fiyat istikrarını temel hedef olarak alan orta vadeli para politikası stratejisi çerçevesinde 2006 yılının başında uygulanmaya başlanan açık enflasyon hedeflemesi rejimine 2007 yılında da devam edilmiştir. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)’nin yıllık yüzde değişimi olarak tanımlanan enflasyon hedefi, 2007 yılı için, yılsonu hedefi ile tutarlı üçer aylık enflasyon patikası ile hedef etrafında 2 yüzdelik puan belirsizlik aralığı olacak şekilde, yüzde 4 olarak belirlenmiştir. Bu hedef doğrultusunda Merkez Bankası, uluslararası likidite koşulları ve küresel risk iştahındaki olası değişiklikler, hizmet enflasyonundaki katılığın görece devam etmesi, süregelen arz şokları ve döviz kurundaki artışın gecikmeli etkileri nedeniyle politika faiz oranını Ağustos ayının sonuna kadar değiştirmemiştir. Ancak, 2006 yılının ortalarından itibaren uygulanan güçlü parasal sıkılaştırmanın gecikmeli etkileri, yurt içi talebin yavaşlamasına ve başta hizmet grubu ile dayanıklı tüketim malları olmak üzere temel enflasyon göstergelerinde belirgin düşüşe neden olmuştur. Bu gelişmeler sonucunda, Eylül ayından itibaren ölçülü bir faiz indirimine gidilmiş, politika faiz oranı yılsonuna kadar 175 baz puan düşürülmüş ve takip eden 13 ay boyunca politika faizinde değişiklik yapılmamıştır. 2007 yılı Ağustos ayında ABD emlak piyasasında ortaya çıkan ve 2008 yılı Eylül ayında başta Amerika Birleşik Devletleri’nde olmak üzere bazı büyük mali kuruşların iflas etmesi ile derinlik ve yaygınlık kazanan küresel mali krizin olumsuz 283 etkileri 2008 yılı ikinci yarısından itibaren reel ekonomi üzerinde de hissedilmeye başlamıştır. 2008 yılı üçüncü çeyreği itibariyle, özellikle gelişmiş ülkelerde olmak üzere, büyüme oranları küresel ölçekte belirgin bir şekilde yavaşlamıştır. Yılın son çeyreğine ilişkin göstergeler ise iktisadi faaliyetteki bu yavaşlamanın daha da derinleştiğine işaret etmektedir. (TCMB, 2008: 30) Bu açıklama bağlamında, 2008 yılında para politikası kararlarını şekillendiren en önemli gelişmeler, 2007 yılından itibaren belirgin bir şekilde etkili olan arz şokları ve küresel mali piyasalardaki sorunların döviz kurları ve ülke risk primi üzerindeki olumsuz etkileri olmuştur. (TCMB, 2008: 31) Küresel bazda bakıldığında para politikası bakımından gelişmiş ülkeler, finansal piyasalarda ortaya çıkan olumsuzlukları gidermek için likiditeye yönelik önlemler alarak faiz oranlarını aşamalı olarak indirmişlerdir. Küresel mali piyasalarda yaşanan kriz sonucunda kredi olanaklarının daralmasıyla birlikte ani sermaye çıkışı ve yerli paranın değer kaybı kaygısıyla 2008 yılı boyunca temkinli bir para politikası izleyen gelişmekte olan ülkeler ise Aralık ayından itibaren politika faiz oranlarını indirmeye başlamıştır. (TCMB, 2008: 34) Türkiye' de toplam mal ihracatı 2008 yılında yıllık yüzde 22 oranında artarak 104,7 milyar ABD dolarına ulaşırken toplam mal ithalatı aynı dönemde yüzde 19,7 oranında artarak 193,9 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Bu gelişmeler sonunda dış ticaret dengesi 2008 yılı sonunda 53,2 milyar ABD doları açık vermiştir. Türkiye özelinde dış ticaret hadlerindeki olumsuz gelişmelerin toplam ihracat üzerindeki azaltıcı etkisi 2008 yılının son 4 ayında belirginleşmiştir. Küresel krizin etkilerinin ilk hissedilmeye başlandığı tarihten itibaren Türkiye'de iç talebin daralmaya başlaması ve Türk lirasının değer kaybı toplam ithalatın hızla gerilemesine yol açmıştır. 2008 yılında toplam ihracat artış oranının toplam ithalat artış oranından yüksek gerçekleşmesine karşın dış ticaret açığı yüksek düzeyini korumuştur. Küresel krizin olumsuz etkilerine rağmen turizm gelirlerinin 2008 yılında da artmaya devam ettiği ve bunun da hizmetler dengesini olumlu yönde etkilediği görülmektedir. Ancak, söz konusu artışlar 2008 yılının büyük bölümünde dış ticaret açığındaki genişlemenin gerisinde kaldığından, 2008 yılında cari işlemler açığı 41,6 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Bu gelişmeler sonucunda 2007 yılı sonunda yüzde 5,8 'e ulaşan cari işlemler açığının GSYİH'ye oranı, 2008 yılının üçüncü çeyreği itibariyle 284 yüzde 6,1' e yükselmiştir. Cari işlemler açığının finansman kaynakları incelendiğinde, 2008 yılında 43,4 milyar ABD doları sermaye girişinin gerçekleştiği görülmektedir. Sermaye ve finans hesabı içerisinde doğrudan yatırımlar ve uzun vadeli kredi kullanımlarının cari işlemler açığının tamamını karşılayabilir düzeyde olduğu dikkat çekmektedir. Ancak, küresel krizin etkilerinin belirginleştiği yılın son çeyreğinde ödemeler dengesinin finansmanında sınırlı da olsa olumsuz gelişmeler ortaya çıkmıştır. Nitekim söz konusu dönemde özel sektörün dış borç yenileme oranları önemli ölçüde düşmüş, Ekim ayından itibaren uzun vadeli kredi kullanımları azalmıştır. Portföy yatırımları incelendiğinde ise Ağustos ayından itibaren net portföy çıkışlarının ağırlık kazandığı görülmektedir. (TCMB, 2008: 39-40) Kamu maliyesi ve borç stokları durumuna bakıldığında ise, 2008 yılında merkezi yönetim faiz dışı bütçe dengesi 33,6 milyar TL fazla verirken, merkezi yönetim bütçe dengesi 17,1 milyar TL açık vermiştir. Söz konusu yılda, 38 milyar TL olan faiz dışı fazla hedefine ulaşılamazken, yılın ilk üç çeyreğinde faiz giderlerindeki olumlu performansın etkisiyle bütçe açığı hedeflenenin altında gerçekleşmiştir. Faiz dışı bütçe hedefine ulaşılamamasında 2008 yılının son çeyreğinde iç talepteki daralmaya bağlı olarak vergi gelirlerinin belirgin olarak yavaşlaması ile faiz dışı bütçe giderlerindeki hızlı artış etkili olmuştur. 2008 yılında faiz dışı bütçe giderleri yüzde 12,9 oranında artarken, faiz dışı bütçe giderleri içinde yer alan sermaye giderleri, personel giderleri ve cari transferler sırasıyla yüzde 41,8 12,1 ve 10,8 oranında yükselmiş, sermaye transferleri ise yüzde 10,4 oranında gerilemiştir. Yılın ilk üç çeyreğinde vergi gelirlerinde gözlenen olumlu performansa karşın, iktisadi faaliyetteki daralmanın belirginleşmesinin bir sonucu olarak toplam vergi gelirleri 2008 yılı son çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 0,9 oranında gerileme kaydetmiştir. Vergi gelirleri reel bazda değerlendirildiğinde, 2008 yılı üçüncü çeyreğinde başlayan daralmanın son çeyrek itibariyle belirginleştiği ve vergi gelirlerinin yılın son çeyreğinde reel olarak önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 10,6 oranında düştüğü gözlenmektedir. Aynı dönemde, daha ziyade tüketime dayalı vergiler olan dâhilde alınan KDV ve ÖTV' de reel daralma oranları, sırasıyla, yüzde 13,8 ve 12,1 olmuştur. Bu durum yılın son çeyreğinde tüketim harcamalarında belirgin bir daralmanın olduğuna işaret etmektedir. 2008 yılının son çeyreğinde ortaya çıkan küresel krizin ardından TL'nin değer kaybetmesi yabancı para cinsi borç 285 stokunun artmasına neden olmuştur. Böylece, 2008 yılı sonu itibariyle, merkezi yönetim borç stoku 2007 yılı sonuna göre yüzde 14 oranında artış göstererek 308,1 milyar TL düzeyinde gerçekleşmiştir. 46,7 milyar TL tutarındaki bu artışın 29,9 milyar TL'si toplam kur etkisinden, 13,9 milyar TL'si net iç borç artışından ve 4 milyar TL'si net dış borç artışından kaynaklanırken, parite değişimi borç stokunu 1 milyar TL azaltıcı yönde etkide bulunmuştur. Diğer yandan, 2008 yılı üçüncü çeyreği itibariyle, toplam kamu net borç stokunun GSYİH' ye oranı son yıllardaki düşüş eğilimini sürdürerek yüzde 25,4'e gerilerken, Avrupa Birliği tanımlı genel yönetim nominal borç stokunun GSYİH'ye oranı yüzde 37,7 olarak gerçekleşmiştir. (TCMB, 2008: 42-44) 2007 yılı itibariyle piyasalardaki olumsuz gelişmeler 2008 yılında para politikası kararlarını şekillendirmede etkili olmuştur. Söz konusu gelişmeler enflasyon oranının belirlenen hedef patikasının üzerinde seyretmesine neden olurken, para politikasının da yılın son aylarına kadar temkinli ve sıkı bir duruş sergilemesini gerektirmiştir. 2008 yılında para politikası açısından önemli bir gelişme enflasyon hedeflerinin değiştirilmesi olmuştur. Buna göre, para politikasının sıkı duruşu uzunca bir süre devam ettirilse bile enflasyonun orta vadeli hedef olan yüzde 4 seviyesine ulaşmasının iki yıldan daha uzun süre alabileceği öngörülmüştür. Ayrıca, ekonomik birimlerin beklentilerini oluştururken giderek artan oranda geçmiş enflasyona ağırlık verdiği ve mevcut enflasyon hedeflerinin beklentileri şekillendirmedeki gücünün belirgin olarak azaldığı saptanmıştır. Tüm bu gelişmeler, Aralık 2005 tarihli "Enflasyon Hedeflemesi Rejiminin Genel Çerçevesi ve 2006 Yılında Para ve Kur Politikası" başlıklı Merkez Bankası duyurusunda açıklanan enflasyon hedeflerinin değiştirilme koşullarının gerçekleştiği yönünde değerlendirilmiştir. Buradan hareketle TCMB 3 Haziran 2008 tarihli açık mektupla Hükümet'e enflasyon hedeflerinin yenilenmesini önermiş ve Hükümet ile 2009-2011 dönemi için yeni enflasyon hedeflerinin belirlenmesi konusunda görüş birliğine varılmıştır. Enflasyon hedeflerinin değiştirilmesinin parasal sıkıştırmayla birlikte uygulanması takip eden dönemde enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınmasına önemli katkı sağlamıştır. 2008 yılında TCMB, fiyat istikrarı temel hedefiyle çelişmemek kaydıyla, uluslararası kredi piyasalarında ve küresel ekonomide yaşanan sorunların Türkiye'deki finansal sistemin işleyişini ve istikrarını ve genel olarak ülke ekonomisini olumsuz 286 etkilememesi için aktif bir politika izlemiştir. Bu çerçevede, Ekim ayından itibaren öncelikle döviz piyasasının etkin çalışması ve döviz likiditesinin desteklenmesine yönelik önlemler alınmıştır. Bu kapsamda, döviz alım ihalelerine ara verilmiş ve döviz satım ihaleleri düzenlenmeye başlanmıştır. TCMB'nin bünyesindeki Döviz ve Efektif Piyasaları Döviz Depo Piyasasındaki aracılık faaliyetleri yeniden başlatılmış, bankaların bu piyasadaki işlem limitleri önemli ölçüde artırılmıştır. Bankaların Döviz Depo Piyasasında TCMB'den alabilecekleri döviz depoların vadesi uzatılmış ve bu piyasadaki borç verme faiz oranları düşürülmüştür. Ayrıca, yabancı para zorunlu karşılık oranlarında indirim yapılarak bankacılık sistemine ek döviz likiditesi sağlanmıştır. Son olarak, küresel krizin reel sektör üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla ihracat reeskont kredisi limitleri yükseltilmiş ve uygulamanın esas ve şartları yeniden düzenlenerek bu kredilere kullanım kolaylığı getirilmiştir. (TCMB, 2008: 46) 2008 yılının Eylül ayında özellikle ABD’deki bazı büyük finans kuruluşlarının iflas etmesiyle daha da derinleşen küresel finans krizinin etkileri 2009 yılının ilk yarısında da devam etmiştir. Buna bağlı olarak büyüme oranları, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere küresel ölçekte sert bir şekilde gerilemiştir. 2008 yılının son çeyreğinden itibaren derinleşen küresel ekonomik krizin ülkemiz ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin belirginleşmesiyle birlikte, iç talep 2009 yılının ilk çeyreğinde hızlı bir şekilde gerilemiştir. Uluslararası finans piyasalarındaki sorunların neden olduğu belirsizlikler, yurt içi kredi piyasasını da olumsuz yönde etkilemiş, kredi hacmi 2008 yılının son ve 2009 yılının ilk çeyreğinde hızla gerilemiştir. Bunun yanı sıra yüksek seyretmeye devam eden işsizlik oranları da ihtiyati tasarruf eğilimini artırarak tüketim harcamalarını sınırlamıştır. Yılın ikinci çeyreğinde mali tedbirlerin katkısıyla toparlanma gösteren iç talep, vergi teşviklerinin kademeli biçimde geri alınmasıyla birlikte tekrar yavaşlama eğilimine girmiştir. Buna karşılık, dış talepteki kademeli toparlanma eğilimi sürmüştür. 2008 yılının son çeyreğinden itibaren hızla gerileyen ihracat ve ithalat, 2009 yılının ikinci çeyreği itibariyle toparlanmaya başlamış, ancak yılın tamamında her iki kalemde de bir önceki yıla göre önemli ölçüde düşüşler yaşanmıştır. Diğer yandan, ithalatın ihracattan daha hızlı bir şekilde gerilemesi sonucunda 2009 yılında dış ticaret açığı ve cari açık önceki yıla kıyasla belirgin bir şekilde daralmıştır. Krize karşı uygulanan 287 mali önlem paketleri çerçevesinde kamu harcamalarının artması ve yurt içi iktisadi faaliyetteki daralmaya bağlı olarak vergi gelirlerinin düşmesi, bütçe açığının genişlemesine yol açmış, kamu borcunun GSYİH’ye oranı yükselmiştir. Fiyat istikrarını temel amaç olarak alan para politikası stratejisi çerçevesinde 2006 yılının başında uygulanmaya başlanan açık enflasyon hedeflemesi rejimine 2009 yılında da devam edilmiştir. 2009 yılında TCMB, fiyat istikrarı temel amacı ile çelişmemek koşuluyla krizin iktisadi faaliyet ve finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini sınırlamaya yönelik politikalara odaklanmıştır. Bu çerçevede, bir yandan kısa vadeli faiz oranları süratli bir şekilde aşağı çekilirken, diğer yandan dengeleyici bir likidite politikası izlenerek kredi piyasasındaki tıkanıklığın giderilmesi hedeflenmiştir. Yılın sonlarına doğru iktisadi faaliyette ılımlı bir toparlanma sürecine girildiği algılamasının güçlenmesiyle faiz indirimleri kademeli olarak yavaşlatılmış ve Aralık ayında politika faizleri sabit tutulmuştur. Bu gelişmeler sonucunda, 2009 yılında politika faiz oranları toplam 850 baz puan indirilmiştir. (TCMB, 2009: 25) Dış ticaret açığı bakımından, mevsimsellikten arındırılmış verilerle incelendiğinde GSYİH, küresel ekonomide yaşanan gelişmelerin ekonomimiz üzerindeki etkilerinin belirginleşmesi sonucunda 2008 yılının son çeyreğinde sert düşüş göstermiştir. 2008 yılının son çeyreğinde dış talepte gözlenen keskin daralmanın sanayi sektörü ile bağlantısı güçlü olan hizmet sektörlerine yayılan olumsuz etkisi, iş gücü piyasasına da belirgin biçimde yansımıştır. İşsizlik oranlarının tarihsel anlamda da yüksek düzeylere çıkmasıyla birlikte, dış talebin ardından 2009 yılı ilk çeyreğinde iç talep koşulları da hızla bozulmuştur. 2008 yılının son çeyreğinin ardından 2009 yılının ilk çeyreğinde de iktisadi faaliyette sert düşüş yaşanmıştır. 2009 yılının son çeyreğine ilişkin göstergeler iktisadi faaliyette yavaş fakat istikrarlı bir toparlanma eğilimine işaret etmektedir. Küresel toparlanma hızında ılımlı bir düzeye işaret eden orta vadeli görünüm de iktisadi faaliyette yavaş ve kademeli toparlanma öngörüsünü desteklemiştir. Bu doğrultuda, toplam talep koşullarının enflasyona düşüş yönünde yaptığı katkı 2009 yılında da devam etmiştir. (TCMB, 2009: 34) Ödemeler dengesindeki gelişmelere bakacak olursak, 2008 yılının son üç aylık döneminden itibaren gerek iç ve dış talepteki daralmadan, gerek ham petrol ve demir çelik başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki hızlı düşüşten dolayı hızla gerileyen 288 ihracat ve ithalat, 2009 yılının ikinci çeyreğinden itibaren toparlanmaya başlamıştır. Toplam mal ihracatı 2009 yılında yüzde 22,1 oranında azalarak 109,7 milyar ABD dolarına, toplam mal ithalatı ise aynı dönemde yüzde 30,7 oranında azalarak 134,4 milyar ABD dolarına gerilemiştir. Bu gelişmeler sonunda dış ticaret açığı 2008 yılında 53 milyar ABD dolarından 2009 yılında 24,7 milyar ABD dolarına gerilemiştir. Küresel krizin turizm gelirleri üzerine olumsuz etkileri, ortalama harcamada düşüş olarak ortaya çıkmıştır. 2009 yılında turizm gelirleri yüzde 3,2 gerilemiştir. Söz konusu gerileme temelde ortalama turizm harcamalarının düşmesinden kaynaklanmış olup, aynı dönemde ziyaretçi sayısı yüzde 3,3 artmıştır. Diğer hizmet kalemlerindeki iyileşme neticesinde hizmetler fazlasındaki gerileme yüzde 5,3 ile sınırlı kalmıştır. Böylece, 2008 yılının Ağustos ayında yıllık olarak 49,2 milyar ABD dolarına kadar çıkan cari işlemler açığı, 2009 yılında 13,9 milyar ABD dolarına gerilemiştir. Uluslararası finans krizinin etkisi sermaye hareketlerinde de gözlenmiş ve 2009 yılında sermaye girişleri belirgin olarak azalmıştır. Alt kalemler itibariyle incelendiğinde, net doğrudan yatırımlar yüzde 61,7 gerileyerek 6 milyar ABD doları dolayında gerçekleşmiş, portföy yatırımları 0,2 milyar ABD doları, Hazine Müsteşarlığı’nın net tahvil ihracı ise 1,8 milyar ABD doları olmuştur. Özel sektör, uzun vadeli dış borçlanmasının gerilemesi neticesinde net ödeyici konumuna gelmiş, kısa vadeli dış borç kullanımlarında ise belirgin bir değişim görülmemiştir. Bu gelişmeler sonucunda 2009 yılında resmi rezervler 0,1 milyar ABD doları artarken, bankaların döviz varlıkları 6 milyar ABD doları azalmış, net hata ve noksan kalemi 8,4 milyar ABD doları pozitif bakiye vermiştir. (TCMB, 2009: 35) 2009 yılında küresel iktisadi faaliyetteki daralma ve krize karşı alınan dengeleyici mali tedbirler, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde kamu sektörü bütçe açıklarının ve borç oranlarının yükselmesine yol açmıştır. Söz konusu küresel eğilime paralel olarak, 2009 yılında ülkemizde de kamu sektörünün bütçe açığı artmış, borcun milli gelire oranı yükselmiştir. Türkiye’de önceki yıllarda uygulanan mali disiplin çerçevesinde kamu sektörü bütçe açığı ve borcun milli gelire oranı hızlı bir şekilde gerileyerek hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülke ortalamalarının oldukça altına inmiştir. 2009 yılı merkezi yönetim bütçe açığı, OVP (Orta Vadeli Program) tahminlerinden daha iyi gerçekleşmiştir. Buna rağmen, merkezi yönetim bütçesi 2009 yılında 52,2 milyar Türk Lirası açık verirken, faiz dışı 289 denge 1,0 milyar Türk Lirası fazla vermiştir. Faiz dışı harcamaların hedeflenenin üzerinde, vergi gelirlerinin ise hedeflenenin altında artış göstermesi, bütçe performansındaki bozulmanın başlıca nedenleri olarak öne çıkmaktadır. Faiz dışı harcama kalemlerinden cari transferlerin harcama artışında belirleyici bir rol oynadığı göze çarpmaktadır. (TCMB, 2009: 38) 2008 yılı Eylül ayında derinleşen ve 2009 yılının özellikle ilk yarısında, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, küresel ölçekte etkilerini gösteren krizin hafiflemesine paralel olarak, küresel ekonomi 2010 yılı boyunca toparlanmaya devam etmiştir. Bu dönemde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler büyüme performansları açısından belirgin bir ayrışma göstermiş; küresel büyümeyi, büyük oranda, güçlü büyüme performansı sergileyen gelişmekte olan ülkeler sürüklerken, küresel krizin kaynağı olan gelişmiş ülkelerdeki büyüme ise yavaş ve kırılgan bir görünüm arz etmiştir. Küresel iktisadi gelişmeler Türkiye ekonomisi üzerinde de belirleyici rol oynamıştır. Nitekim 2010 yılında küresel krizin etkilerinin hafiflemesiyle ekonomideki toparlanma belirgin hale gelmiştir. Yıllıklandırılmış GSYİH’ de 2010 yılının ilk çeyreği itibariyle pozitif büyümeye geçilmiştir. 2010 yılının ilk dokuz ayında GSYİH artışı ise yüzde 8,9 olarak gerçekleşmiş ve Türkiye OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülke olmuştur. GSYİH harcama kalemleri itibariyle incelendiğinde, krize karşı alınan mali ve parasal tedbirler sayesinde belirsizliklerin azaldığı, tüketici güveninin arttığı ve kredi koşullarının iyileştiği, dolayısıyla tüketim ve yatırım kararlarının olumlu yönde etkilendiği görülmektedir. Bu dönemde büyüme, özel kesim talebi başta olmak üzere nihai yurt içi talep kaynaklı gerçekleşirken, net ihracat dış talepteki zayıf görünüm ve ithal mal talebindeki hızlı toparlanma sonucu büyümeye olumsuz katkıda bulunmuştur. Bu dönemde gerçekleşen iktisadi gelişmeler paralelinde TCMB, 14 Nisan 2010 tarihinde, kredi piyasasında gözlenen olumlu gelişmeleri ve iktisadi faaliyetteki toparlanma eğilimini de dikkate alarak, kriz sırasında başvurulan likidite önlemlerinin geri alınmasını ve para politikasının operasyonel çerçevesinin normalleştirilmesini içeren çıkış stratejisini açıklamıştır. Böylece, TCMB, kriz döneminde devreye sokulan geçici likidite desteklerini geri çekmiş; bu çerçevede, piyasaya ihtiyacından fazla sağlanan likiditeyi kademeli olarak azaltırken, zorunlu karşılık oranlarını artırmıştır. Bu dönemde, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın 290 beklenenden olumlu seyretmesi, kredi derecelendirme kuruluşlarından gelen not artırımları, referandum sürecinin sona ermesiyle siyasi belirsizliğin azalması ve güncellenen OVP’ nin mali disiplinin süreceğine işaret etmesi gibi Türkiye ekonomisine özgü olumlu koşullar, küresel ölçekte hızlanan sermaye akımlarının etkilerinin ülkemizde daha belirgin hissedilmesine zemin hazırlamıştır. Yoğun sermaye akımları ise hızlı kredi genişlemesi kanalıyla finansal istikrara ilişkin kaygıları gündeme getirmiştir. Buna ek olarak, bu dönemde Türkiye ekonomisinin nihai yurt içi talep kaynaklı büyümesi; öte yandan, aynı dönemde net ihracatın büyümeye negatif katkı sağlaması, yoğun sermaye akımlarının cari açık üzerindeki olası riskleri açısından da yakından izlenmesini gerektirmiştir. Bu çerçevede, TCMB, fiyat istikrarını sağlama ve sürdürme temel amacı ile çelişmemek ve kuruluş kanunu ile tanımlanan finansal sistemde istikrarı sağlayıcı tedbirleri almak görevi doğrultusunda, temel politika aracı olan kısa vadeli faizlerle birlikte, likidite yönetimi ve zorunlu karşılıklar gibi alternatif araçların da etkin biçimde kullanıldığı bir politika bileşimini uygulamaya başlamıştır. Döviz alım ihalelerinin esnek bir yapıya kavuşturulması, Türk Lirası zorunlu karşılıklara faiz ödemesi uygulamasına son verilmesi, likidite yönetiminin operasyonel yapısının değiştirilmesi ve küresel ölçekte parasal genişlemeden kaynaklanan sermaye girişlerini daha uzun vadeli yatırım araçlarına yönlendirmek amacıyla Kasım ve Aralık aylarında alınan bir dizi yeni tedbiri içeren politika bileşimi, para politikasının etkinliğini artırmayı ve makro finansal riskleri sınırlamayı hedeflemiştir. (TCMB, 2010: 27) Ödemeler dengesine bağlı gelişmelere bakıldığında, Avrupa’da yaşanan kamu mali görünümü kaynaklı gelişmelerin etkisiyle dış talebin zayıf seyrini korumasına karşın iç talebin görece istikrarlı artması sonucu, 2010 yılında dış ticaret açığının hızla genişlediği göze çarpmaktadır. 2010 yılında toplam mal ihracatı yüzde 10,3 oranında artarak 121 milyar ABD dolarına, toplam mal ithalatı ise yüzde 31,8 oranında artarak 177,3 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Bu gelişmeler sonunda dış ticaret açığı, 2010 yılında, önceki yıla oranla 31,4 milyar ABD doları artış kaydederek 56,3 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Zayıf dış talep koşullarının etkisiyle ihracat artış hızı yılın üçüncü çeyreğinden itibaren belirgin olarak yavaşlamıştır. 2009 yılı boyunca küresel durgunluk ve emtia fiyatlarındaki düşüş nedeniyle yıllık bazda gerileyen dış ticaret fiyatları, 2010 yılında tekrar artmaya 291 başlamıştır. Özellikle emtia fiyatlarındaki artışın yılın ikinci yarısında hızlanmasıyla birlikte ithalat fiyatlarındaki artışın ihracat fiyat artışları üzerinde gerçekleşmesi, dış ticaret hadlerinde belirgin bozulmaya yol açmıştır. Dış ticaret açığındaki büyümenin yanı sıra 2010 yılında hizmet giderlerindeki hızlı artışa bağlı olarak net hizmet gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 15,2 oranında gerileyerek cari açığa olumsuz katkıda bulunmuştur. Bu dönemde, ülkemizden çıkış yapan ziyaretçi sayısının artmış olmasına karşın ortalama harcamaların düşmesi sonucu turizm gelirleri yüzde 2,1 oranında gerilemiştir. Bunun yanı sıra, ithalat artışının etkisiyle taşımacılık giderleri de bu dönemde artış göstermiştir. Böylece, 2009 yılında 14,3 milyar ABD dolarına gerileyen cari işlemler açığı, 2010 yılında 48,6 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Birçok gelişmiş ülkede uygulanan genişletici para politikasının etkisiyle 2010 yılında küresel likidite bollaşmış, buna bağlı olarak gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları hızlanmıştır. Bu durum Türkiye’yi de etkilemiş ve 2010 yılında portföy kaynaklı sermaye girişleri 16,3 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Doğrudan yatırım girişleri ise, bu dönemde, yüzde 3,9 oranında artarak 7,1 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Öte yandan, özel sektör net kredi geri ödeyicisi olmuş; bankalar ise özellikle kısa vadeli kredi kullanımını artırmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, 2010 yılında resmi rezervler 12,8 milyar ABD doları artarken, bankaların döviz varlıkları 13,7 milyar ABD doları azalmış; net hata ve noksan kalemi 4,3 milyar ABD doları pozitif bakiye vermiştir. (TCMB, 2010: 37) Kamu maliyesi ve borç stoku bakımından ele aldığımızda, küresel ekonomik kriz nedeniyle iktisadi faaliyette ortaya çıkan daralmanın kamu gelirlerini önemli ölçüde azaltması ve krizin etkilerini hafifletmeye yönelik olarak uygulanan geniş kapsamlı mali teşvik paketleri, gelişmiş ülkelerde daha belirgin olmak üzere, küresel ölçekte kamu mali açığının ve borç stokunun artmasına yol açmıştır. Aralarında Türkiye’nin de yer aldığı birçok gelişmekte olan ülke ise, uyguladıkları mali teşvik programlarının göreli olarak daha küçük çaplı olması, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın daha hızlı gerçekleşmesi ve küresel krize görece düşük bütçe açığı ve borç stoku ile girmeleri nedeniyle kamu maliyesi dengeleri açısından daha olumlu bir görünüm sunmuştur. Nitekim 2010 yılında iktisadi faaliyetteki toparlanmanın öngörülenden daha hızlı gerçekleşmesi ve faiz giderlerindeki düşüşler, Türkiye 292 ekonomisinde kamu maliyesi dengelerini olumlu etkilemiştir. Ekonomideki hızlı büyüme eğilimine ve yapılan vergi ayarlamalarına bağlı olarak artan vergi gelirleri bütçe performansındaki iyileşmenin temel kaynağını oluştururken, faiz dışı harcamaların artış hızının göreli olarak yavaşlaması ve iç borçlanma faiz oranlarındaki gerilemeye bağlı olarak faiz giderlerinin belirgin olarak azalması da kamu maliyesi dengelerine olumlu katkıda bulunmuştur. 2011-13 dönemini kapsayan ve 2010 yılının Ekim ayında kamuoyuna açıklanan OVP’ ye göre, faiz dışı bütçe harcamalarının 2010 yılından itibaren kademeli olarak azaltılması öngörülmüştür. Bunun yanı sıra, iç borçlanma faizlerinde gerçekleşen düşüşle birlikte faiz giderlerinde de azalma beklentisine girilmiştir. Vergi gelirlerinin ise vergi denetimlerinin güçlendirilmesi ve vergi tabanının genişletilmesine yönelik yasal ve idari düzenlemelerle artırılması amaçlanmaktadır. Bütçe açıklarının aşamalı olarak azaltılmasıyla birlikte kamu borcunun GSYİH’ye oranının da 2010 yılından itibaren düşüş eğilimine gireceği öngörülmektedir. 2010 yılında merkezi yönetim bütçesi 39,6 milyar Türk lirası açık verirken, faiz dışı denge 8,7 milyar Türk lirası fazla vermiştir. 2010 yılında bütçe açığının azalmasıyla birlikte kamu kesimi borçlanma gereğinin düşmesi ve hızla gerileyen iç borçlanma faiz oranları, borç stoku dinamiklerini olumlu yönde etkilemiştir. Ayrıca, kamu borç yönetiminin yasal ve idari çerçevesinin geliştirilmesine ve uzun vadeli bir bakış açısıyla oluşturulan borçlanma stratejilerine bağlı olarak borç stokunun yapısı iyileştirilmiş, kamu borcunun dış şoklara karşı duyarlılığı azalmıştır. OVP hedefleri çerçevesinde, bütçe açıklarının aşamalı olarak azaltılmasıyla birlikte kamu kesimi borç stokunun GSYİH’ye oranında 2010 yılında başlayan düşüş eğiliminin orta vadede devam edeceği öngörülmektedir. (TCMB, 2010: 40-42) Genel itibari ile söz konusu dönemin para politikası uygulamalarına değinilecek olursa, TCMB, 2009 yılının son çeyreğinden itibaren enflasyon ve büyümeye ilişkin öngörüleri konusunda kamuoyu ile iletişimini güçlendirmiş ve fiyatlama davranışlarının bozulmasını önlemeye odaklanmıştır. 2010 yılının ilk çeyreğinde yaşanan gelişmeler, TCMB’nin öngörülerini doğrular nitelikte olmuş ve politika faizinin bir süre daha mevcut düzeyinde tutulması görüşünü ve uzun süre düşük düzeyde seyretmesinin gerekliliğine ilişkin para politikası duruşunu desteklemiştir. Bunun sonucunda, para politikası kararlarının beklentiler üzerindeki 293 etkinliği güçlenmiştir. TCMB, küresel krizin finansal piyasalar üzerindeki etkisinin hafiflemesiyle birlikte, kriz sırasında alınan likidite önlemlerinin geri alınmasını ve para politikasının operasyonel çerçevesini normalleştirmeyi içeren çıkış stratejisini 14 Nisan 2010 tarihinde açıklamıştır. Bu çerçevede, repo ihaleleri aracılığıyla piyasaya ihtiyacın üzerinde sağlanan likidite, para piyasalarındaki normalleşmeye paralel olarak kademeli biçimde azaltılmıştır. Piyasadaki likidite koşullarının öngörüldüğü şekilde gelişmesiyle Mayıs ayında çıkış stratejisi kapsamındaki teknik faiz ayarlaması sürecinin ilk adımı atılarak 1-hafta vadeli repo ihale faiz oranlarının politika faiz oranı olarak belirlenmesine karar verilmiştir. Buna ek olarak, Eylül ayında teknik faiz ayarlaması sürecinin ikinci adımı atılarak 1-hafta vadeli repo ihale faiz oranı ile gecelik işlemler için ilân edilen borçlanma faizi arasındaki fark 25 baz puan artırılmıştır. TCMB, fiyat istikrarı sağlama ve sürdürme öncelikli amacı ve finansal istikrarı gözetmek görevi doğrultusunda, makro finansal riskleri kontrol altında tutmaya yönelik olarak temel politika aracı olan 1-hafta vadeli repo ihale faiz oranına ek olarak diğer para politikası araçlarını da aktif şekilde kullanmıştır. Bu çerçevede 2010 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarında alınan kararlarla TCMB’nin gecelik piyasada uyguladığı borçlanma faiz oranı yüzde 5,75’ten yüzde 1,50’ye indirilmiş, borç verme faiz oranı ise 0,25 puan artırılarak yüzde 9’a çıkarılmıştır. Benzer bir düzenleme geç likidite penceresi faiz oranlarında da uygulanmıştır. Ayrıca, TCMB, yılın ikinci yarısında ivme kazanan kredi genişlemesi ile ABD ve Avrupa ekonomilerindeki niceliksel genişleme politikalarının devam etmesiyle artan sermaye girişlerinin makro finansal riskleri gündeme getirmesi sonucunda daha düşük bir politika faizi, daha geniş bir faiz koridoru ve daha yüksek zorunlu karşılık oranlarından oluşan yeni bir politika bileşimini uygulamaya koymuştur. (TCMB, 2010: 43) Kredi genişlemesi de dikkate alınarak Türk lirası zorunlu karşılık oranı Eylül ve Kasım aylarında 0,50’şer puan artırılarak yüzde 6 düzeyine yükseltilmiştir. Buna ek olarak, zorunlu karşılık oranlarının makroekonomik ve finansal riskleri azaltıcı araçlardan biri olarak daha etkin şekilde kullanılabilmesini sağlamak amacıyla Eylül ayında Türk lirası zorunlu karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına son verilmiştir. Bu düzenlemelerin yanı sıra, Türk lirası zorunlu karşılık oranlarına yönelik olarak Aralık ayında kapsamlı bir düzenlemeye daha gidilmiştir. Bankacılık sisteminde 294 yükümlülüklerin vadesinin uzatılması ve yabancı sermaye girişlerinin daha uzun vadeye yönlendirilmesi amacına yönelik olarak Türk lirası zorunlu karşılık oranları vadelere göre farklılaştırılmış, daha önce zorunlu karşılığa tabi olmayan yurt içi ve yurt dışı repo işlemlerinden sağlanan bazı fonlar da zorunlu karşılık kapsamına alınmıştır. Diğer taraftan, 3-ay vadeli repo ihalelerine olan ihtiyacın azaldığı dikkate alınarak, 15 Ekim 2010 tarihi itibariyle söz konusu ihalelere son verilmiştir. Çıkış stratejisi çerçevesinde aşamalı teknik faiz ayarlaması sürecinin tamamlanmasıyla birlikte temel fonlama aracının 1-hafta vadeli repo ihaleleri olması; buna karşılık, kısa vadeli diğer borç verme ve borçlanma imkânlarının gecelik vadede olması nedeniyle, benzer nitelikteki likidite yönetimi araçları arasındaki vade uyumunu sağlamak amacıyla, 15 Ekim 2010 tarihinden itibaren açık piyasa işlemleri çerçevesinde piyasa yapıcısı bankalara tanınan repo imkânının sadece gecelik vadede kullandırılmasına karar verilmiştir. Türk lirası zorunlu karşılık oranının artırılması yanında, Eylül ayında Türk lirası zorunlu karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına da son verilmiştir. 1 Ekim 2010 tarihli yükümlülük döneminden geçerli olmak üzere alınan Türk lirası ve yabancı para zorunlu karşılık oranlarındaki artışlar ile piyasadan 2,1 milyar TL ile 1,5 milyar ABD doları çekilmiştir. 12 Kasım 2010 tarihli yükümlülük döneminden geçerli olmak üzere gerçekleştirilen TL zorunlu karşılık oranı artışı ile de piyasanın likiditesi 2,1 milyar TL azaltılmıştır. Diğer yandan 2010 yılının dördüncü çeyreğinde döviz alım ihaleleri kapsamında piyasadan toplam 5,85 milyar ABD doları alınmış ve karşılığında 7,97 milyar TL’lik likidite sağlanmıştır. Aynı zamanda, likidite yönetimi araç çeşitliliğinin ve operasyonel esnekliğinin sürdürülebilmesi amacıyla 23 Aralık 2009 tarihinde başlanan DİBS (Devlet İç Borçlanma Senetleri) alım ihalelerine bu çeyrekte de devam edilmiş, bunun sonucunda piyasaya 1,01 milyar TL’lik likidite sağlanmıştır. Gerek DİBS gerekse döviz alımları 2010 yılının son çeyreğinde likiditeyi artırıcı yönde etkide bulunmuştur. Bu dönemde, Hazine’nin TCMB nezdindeki ortalama hesap bakiyesi bir önceki çeyreğe kıyasla azalarak likidite açığını daraltıcı yönde etki yapmıştır. Bunlara karşın, para tabanında gözlenen yüksek miktardaki artış, yılın dördüncü çeyreğinde bankacılık sisteminin net likidite açığının önceki çeyreğe kıyasla artmasına yol açmıştır. (TCMB, 2010: 44) 295 Küresel ölçekte etkilerini gösteren krizin hafiflemesine paralel olarak, 2010 yılından itibaren toparlanma eğilimi gösteren küresel ekonomi, bu eğilimini 2011 yılında yavaşlayarak da olsa sürdürmüştür. Öte yandan, 2010 yılında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında büyüme performansları açısından gözlenen belirgin ayrışma, 2011 yılında da devam etmiştir. Bu durum, söz konusu ülkelerdeki para politikası uygulamalarına da yansımıştır. Nitekim küresel kriz sonrasında gelişmiş ülkeler, krizin etkilerini hafifletmek amacıyla ek parasal genişleme uygulamış ve özellikle kriz sonrası oluşan bilanço sorunlarını çözmeye odaklanmıştır. Buna karşılık, aralarında ülkemizin de bulunduğu gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülke merkez bankaları tarafından uygulanan ek parasal genişleme politikaları sonucu artan küresel likidite ve getiri arayışının yol açtığı hızlanan sermaye akımları sonucu oluşan makro finansal riskleri yönetmeye yoğunlaşmıştır. Bu doğrultuda, birçok ülke merkez bankası daha kapsamlı politika arayışına girerek, fiyat istikrarına ek olarak finansal istikrarı da gözeten bir çerçeveyi esas almaya başlamıştır. Merkez bankalarının sorumluluk alanını genişleten bu yaklaşımla birlikte geleneksel para politikası araçlarının yanı sıra makro finansal riskleri azaltıcı araçlar da yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır. 2008 küresel krizi sonrasındaki dönemde, Türkiye ekonomisinde, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın beklenenden olumlu seyretmesi, kredi derecelendirme kuruluşlarından gelen not artırımları, referandum sürecinin sona ermesiyle siyasi belirsizliğin azalması ve güncellenen OVP’ nin mali disiplinin süreceğine işaret etmesi gibi Türkiye’ye özgü olumlu koşullar, küresel ölçekte hızlanan sermaye akımlarının etkilerinin ülkemizde daha belirgin hissedilmesine zemin hazırlamıştır. Bunun sonucunda, kısa vadeli yurt dışı finansman imkânları bol ve düşük maliyetli olarak sağlanabilmiş; bunun yol açtığı hızlı kredi genişlemesi ve Türk lirasının giderek değerlenmesi ise, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren makro finansal risklerin ve dış dengesizliklerin birikmesine sebep olmuştur. Buna ek olarak, bu dönemde, Türkiye ekonomisinin nihai yurt içi talep kaynaklı büyümesi; öte yandan, aynı dönemde net ihracatın büyümeye negatif katkı sağlaması, yoğun sermaye akımlarının cari açık üzerindeki olası riskleri açısından da yakından izlenmesini gerektirmiştir. (TCMB, 2011: 27) 2011 yılı ödemeler dengesi gelişmeleri incelendiğinde, küresel kriz sonrası toparlanma sürecinde, Türkiye ekonomisi güçlü bir seyir izlemiş; buna karşın, 296 toparlanma hızları itibariyle iç ve dış talep farklı eğilim göstermiştir. Bu çerçevede, 2011 yılında iç talepte gözlenen güçlü seyre paralel olarak ithalat hızla artarken, görece zayıf seyreden dış talebe bağlı olarak ihracat ancak ılımlı bir toparlanma sergileyebilmiştir. Yılın ikinci yarısında, iç ve dış talep arasındaki dengelenmeyi sağlamak amacıyla alınan politika tedbirlerinin etkisiyle ithalatta görülen belirgin yavaşlamaya karşın, 2011 yılında dış ticaret açığı artmaya devam etmiştir. Böylece, 2011 yılında ödemeler dengesi tanımlı toplam mal ihracatı yıllık yüzde 18,7 oranında artarak 143,5 milyar ABD dolarına, toplam mal ithalatı ise yıllık yüzde 31,3 oranında artarak 232,9 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Bu gelişmeler sonucunda dış ticaret açığı, söz konusu dönemde, önceki yılın aynı dönemine göre 33,0 milyar ABD doları artış kaydederek 89,4 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Net hizmet gelirleri, 2011 yılında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 17,7 oranında artmıştır. Söz konusu artışta, net turizm gelirlerindeki yükselişin yanı sıra, diğer taşımacılık gelirlerindeki artış da etkili olmuştur. 2011 yılında bir önceki yılın aynı dönemine göre turizm gelirleri ve giderleri sırasıyla yüzde 10,6 ve yüzde 3,1 oranında artmıştır. Türkiye’yi ziyaret eden turist sayısının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9,9 oranında artmış olması, söz konusu dönemde turizm gelirlerinin yükselmesinde etkili olmuştur. Diğer taraftan, gelir dengesinden kaynaklanan net çıkışlar, 2011 yılında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 8,2 oranında artarak 7,7 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Faiz giderlerindeki yüksek oranlı azalmaya karşın, doğrudan yatırım ve portföy yatırımı kaynaklı giderlerdeki artışlar gelir hesabının bozulmasında belirleyici olmuştur. Böylece, 2010 yılında yüzde 6,4 seviyesinde gerçekleşen cari işlemler açığının milli gelire oranı, 2011 yılında yüzde 9,8’e yükselmiştir. 2011 yılında, rezerv değişimleri (TCMB, bankalar ve diğer sektörler) ile IMF kredileri hariç tutulduğunda, 51,6 milyar ABD doları net sermaye girişi gerçekleşmiştir. 2011 yılında, önceki yılın aksine, bankacılık dışı özel sektörün net kredi kullanıcısı olduğu gözlenmiştir. Bankaların ve diğer sektörlerin uzun ve kısa vadeli kredileri, doğrudan yabancı yatırımlar (DYY) ile yabancıların DİBS alımları kaynaklı portföy yatırımları, net sermaye girişlerinin temel belirleyicileri olmuştur. Bu dönemde alınan politika tedbirlerinin de etkisiyle, portföy yatırımları ile kısa vadeli sermaye girişlerinin finansman kaynakları içinde paylarının azaldığı; doğrudan yabancı yatırımlar ile uzun vadeli sermaye girişlerinin paylarının ise arttığı 297 gözlenmiştir. Bu gelişmeler sonucunda, 2011 yılında resmi rezervler 1,8 milyar ABD doları azalırken, bankalar ve özel sektörün döviz varlıkları 12,4 milyar ABD doları azalmış; net hata ve noksan kalemi ise 12,2 milyar ABD doları pozitif bakiye vermiştir (TCMB, 2011: 39 - 40) Kamu maliyesi ve borç stoku açısından durum değerlendirmesi yapıldığında, merkezi yönetim bütçesi 2011 yılında 17,4 milyar Türk lirası açık verirken, faiz dışı denge 24,8 milyar Türk lirası fazla vermiştir. 2011 yılında, bütçe performansında geçen yıla göre gözlenen iyileşmede, ekonomik canlanmaya paralel olarak artan vergi gelirleri ve faiz giderlerindeki azalmanın yanı sıra, 6111 Sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun kapsamında 2011 yılının Aralık ayı itibariyle tahsil edilen yaklaşık 13,3 milyar Türk lirası tutarındaki gelir belirleyici olmuştur. Buna ek olarak, faiz dışı harcamalardaki artış hızının görece yavaşlaması da bütçe açığındaki düşüşe olumlu yönde katkıda bulunmuştur Yapılandırılması Hakkında Kanun kapsamında 2011 yılının Aralık ayı itibariyle tahsil edilen yaklaşık 13,3 milyar Türk lirası tutarındaki gelir belirleyici olmuştur. Buna ek olarak, faiz dışı harcamalardaki artış hızının görece yavaşlaması da bütçe açığındaki düşüşe olumlu yönde katkıda bulunmuştur. 2011 yılında uygulanan basiretli para politikası ile uyumlu maliye ve borç yönetimi politikaları ve 2009 yılının son çeyreğinden itibaren iktisadi faaliyetin öngörülenden daha hızlı toparlanması, kamu maliyesi dengelerini ve dolayısıyla kamu borç stoku göstergelerini olumlu yönde etkilemiştir. Bunun yanı sıra, kamu borç yönetiminin yasal ve idari çerçevesinin geliştirilmesine ve hazinenin uzun vadeli bir bakış açısıyla oluşturduğu borçlanma stratejilerine bağlı olarak, borç stokunun yapısı iyileştirilmiş; borçlanmanın reel maliyeti önemli oranda düşürülmüş ve kamu borcunun dış şoklara karşı duyarlılığı azaltılmıştır. (TCMB, 2011: 45 - 46) 2011 yılı para politikası uygulamaları ele alınacak olursa, küresel kriz sonrasında gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının krizin etkilerini sınırlamak amacıyla uyguladıkları parasal genişleme politikalarının gelişmekte olan birçok ülke üzerinde olduğu gibi Türkiye’de de önemli yansımaları olduğu gözlenebilir. Bu dönemde kısa vadeli yurt dışı finansman imkânlarının bol ve düşük maliyetli olarak sağlanabilmesi, hızlı kredi genişlemesine ve Türk lirasının giderek değerlenmesine yol açarak, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren makro finansal risklerin ve dış 298 dengesizliklerin birikmesine yol açmıştır. Kısa vadeli sermaye girişlerinin iç ve dış talebin büyüme hızlarındaki ayrışma eğilimini güçlendirmesi, cari işlemler açığının hızla artmasına neden olmuş ve makro finansal riskleri azaltıcı yönde önlem alınmasını gerekli kılmıştır. uyguladığı politikalarla, 2011 TCMB, 2010 yılının son çeyreğinden itibaren döneminde enflasyon görünümünün olumlu seyretmesinin de sağladığı imkân dâhilinde, ekonominin kademeli olarak daha sağlıklı bir büyüme patikasına yönlendirilmesine ilişkin politikalar uygulamaya başlamıştır. Bu çerçevede TCMB, bir yandan kısa vadeli faizleri düşük tutarak sermaye girişlerini caydırmayı amaçlayan, diğer yandan zorunlu karşılık oranlarını artırarak kredi artış hızını ve iç talebi kontrol altında tutmayı hedefleyen bir stratejiyi uygulamaya koymuştur. Buna ek olarak, finansal sistemin yükümlülüklerinin uzatılması da destekleyici bir amaç olarak benimsenmiştir. Yeni politika bileşimi kapsamında, politika faizi olan bir hafta vadeli repo faizi oranı 2010 yılı Aralık ve 2011 Ocak aylarında alınan kararlarla yüzde 7’den yüzde 6,25’e düşürülmüştür. Politika faizindeki indirimlere ek olarak, gecelik borçlanma faizi de aynı dönemde düşürülerek faiz koridoru genişletilmiştir. Böylelikle, gecelik piyasada oluşan faiz oranlarının politika faiz oranından daha düşük seviyede oluşmasına izin verilerek gecelik piyasa faizlerinde aşağı yönlü oynaklığın artırılması ve kısa vadeli sermaye girişlerinin azaltılması mümkün olmuştur. 2011 yılı Ocak, Mart ve Nisan aylarında alınan kararlarla Türk lirası zorunlu karşılık oranlarının ağırlıklı ortalamasında güçlü bir artışa gidilmiştir. Ayrıca, Nisan ayında yabancı para zorunlu karşılık oranlarında vadeye göre farklılaştırmaya gidilerek kısa vadeli yabancı para zorunlu karşılık oranları sınırlı oranda artırılmıştır. Alınan bu tedbirler Türk lirası üzerindeki aşırı değerlenme baskısının giderilmesini sağlamıştır. Ancak, 2011 yılı Ağustos ayından itibaren küresel büyümeye ve bazı Avrupa ülkelerindeki kamu borcu sorununa ilişkin endişelerin giderek derinleşmesi, küresel ekonomide yeni bir yavaşlama riskini artırmıştır. Söz konusu durumun dış talebi olumsuz etkileyebileceği; iç talepte ise artan küresel belirsizlik nedeniyle yavaşlamanın devam edebileceği ve dolayısıyla, iktisadi faaliyetin hızında bir süredir gözlenen yavaşlamanın süreceği öngörüsüyle, TCMB, 4 Ağustos 2011’de olağanüstü bir toplantı düzenleyerek, politika faizinde 50 baz puan indirime gitmiştir. Buna ek olarak, risk iştahının daha da bozulması halinde dengeleyici likidite tedbirlerinin etkili bir şekilde devreye sokulabilmesini 299 sağlayabilmek amacıyla, gecelik borçlanma faizi yükseltilerek faiz koridoru daraltılmıştır. Ayrıca, bankacılık sisteminin likidite ihtiyacını azaltmaya yönelik olarak Türk lirası zorunlu karşılıklarda bazı düzenlemeler yapılmıştır. Türk lirasında Ağustos ayından itibaren küresel risk iştahının bozulmasıyla ortaya çıkan aşırı değer kaybı ve yılın son çeyreğinde fiyatı yönetilen/yönlendirilen ürünlerdeki ayarlamalar nedeniyle, kısa vadede enflasyondaki yükselişin öngörülenden daha hızlı olacağı anlaşılmıştır. Bu durumun orta vadeli enflasyon beklentilerini ve görünümünü etkilemesini engellemek amacıyla TCMB, Ekim ayında borç verme faizlerini önemli ölçüde artırarak faiz koridorunu yukarı doğru genişletmiştir. Bu çerçevede, TCMB, piyasaya yapılan fonlamayı ayarlayarak para piyasasındaki gecelik faiz oranlarının politika faizinden daha yüksekte oluşmasına izin vermiştir. Diğer taraftan, gecelik faiz oranlarındaki artışın likidite koşullarında arzu edilmeyen bir sıkılaşmaya yol açmaması için de Türk lirası zorunlu karşılık oranları Ekim ayında düşürülmüştür. Ayrıca, bankaların likidite yönetimlerini kolaylaştırmak ve toplam fonlama maliyetlerini öngörebilmelerine yardımcı olmak amacıyla Kasım ayında repo ihalelerine ilişkin düzenleme yapılmış ve 27 Aralık 2011 tarihinden itibaren her hafta cuma günü geleneksel yöntemle gerçekleştirilecek bir ay vadeli repo ihalesi düzenlenmeye başlanmıştır. Ekim ayında alınan kararla faiz koridorunun yukarı doğru genişletilmesi ve likidite koşullarının sıkılaştırılması, gecelik piyasada oluşan faizleri önemli ölçüde artırmıştır. Parasal sıkılaştırma ile birlikte getiri eğrisi kısa vadelerde daha belirgin olmak üzere tüm vadelerde yukarı yönlü bir hareket göstermiştir. TCMB, enflasyon beklentilerini kontrol altına almak ve orta vadeli enflasyon risklerini dengelemek amacıyla Ekim 2011’de güçlü bir parasal sıkılaştırmaya gitmiştir. Ayrıca TCMB, mevcut konjonktürde ikincil etkileri sınırlamak açısından enflasyondaki düşüşün beklentilerden daha önce başlamasının önem taşıdığı değerlendirmesinde bulunarak, 29 Aralık 2011 tarihinden itibaren ek parasal sıkılaştırmaya gitmiştir. Ek parasal sıkılaştırma temel olarak açık piyasa işlemleri yoluyla sağlanmıştır. Politika faizinden yapılan fonlama miktarı geçici bir süre için azaltılarak normal günler için ilan edilen alt sınırın altına düşürülmüştür. Gerektiği durumda, bu işlemleri destekleyici yönde, sterilize edilmemiş (etkili) döviz satışları ve doğrudan müdahaleler kullanılmıştır. (TCMB, 2011: 46 -49) 300 Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında büyümeye ilişkin görülen ayrışma ve bunun sonucunda para politikalarında oluşan farklılıkların bir yansıması olarak ortaya çıkan makro finansal riskleri kontrol altında tutabilmek amacıyla, TCMB, fiyat istikrarını sağlama ve sürdürme temel amacı ile çelişmemek koşuluyla, 2111 sayılı Kanun ile tanımlanan finansal sistemde istikrarı sağlayıcı tedbirleri almak görevi doğrultusunda yeni bir para politikası stratejisi oluşturmuştur. Bu yeni strateji çerçevesinde, TCMB, fiyat istikrarını sağlamayı temel amaç olarak korurken, makro finansal istikrarı da dikkate almaya başlamıştır. Bu doğrultuda, birden fazla amaca yönelik olarak uygulanan para politikasının gerektirdiği araç çeşitliliğini sağlamak amacıyla, temel politika aracı olan kısa vadeli faizlere ek olarak, gecelik borç alma ve borç verme faizleri arasında oluşan faiz koridoru ile zorunlu karşılıkların araç olarak bir arada kullanıldığı bir politika bileşimi tasarlanmıştır. 2010 yılının son aylarında uygulamaya başlanılan yeni strateji çerçevesinde, söz konusu dönemde enflasyon görünümünün olumlu seyretmesinin de sağladığı imkân dâhilinde, makro finansal risklerin azaltılmasına yönelik politikalar geliştirilmiştir. Bu doğrultuda, geleneksel politika aracı olan bir hafta vadeli repo ihalelerine ek olarak zorunlu karşılıklar, faiz koridoru ve diğer likidite politikaları kullanılmaya başlanmıştır. Yeni politika stratejisinin esas alındığı Kasım 2010’dan Avrupa ekonomilerindeki belirsizliklerin hızla yoğunlaştığı Ağustos 2011’e kadar, TCMB, kısa vadeli sermaye akımlarının sınırlanması ve döviz kurundaki aşırı değerlenmenin önlenmesini hedeflemiştir. Buna ek olarak, TCMB, yurt içinde kredilerin ve talebin daha kontrollü biçimde büyümesinin sağlanması ile iç ve dış talep arasındaki ayrışmanın dengelenmesine odaklanmıştır. Makro finansal riskleri azaltmak amacıyla uygulanan politikaların da etkisiyle, yılın ikinci yarısında ekonomide dengelenme süreci gözlenmeye başlanmıştır. Nitekim yılın ilk yarısında hızlı büyüme oranları kaydedilmesine ve net ihracatın büyümeye negatif katkı sağlamasına karşılık, üçüncü çeyrekte net ihracat büyümeye pozitif yönde katkı sağlamaya başlamış ve büyüme görece yavaşlamıştır. Bu çerçevede, yılın ilk çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 12,0 oranında gerçekleşen GSYİH artış hızı, ikinci ve üçüncü çeyreklerde görece yavaşlayarak, sırasıyla yüzde 8,8 ve yüzde 8,2’ye gerilemiştir. Böylece, yılın ilk dokuz aylık döneminde GSYİH bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 9,6 oranında artış kaydetmiştir (TCMB, 2011: 27-28). 301 TCMB’nin 2012 yılında izlediği para politikasının temeli, küresel kriz sonrası oluşan konjonktüre uygun olarak 2010 sonlarından itibaren aşamalı olarak tasarlanan yeni politika yaklaşımına dayanmaktadır. TCMB yeni para politikası tasarımını, 2006 yılından itibaren uygulanan enflasyon hedeflemesi stratejisinin fiyat istikrarından ödün vermeden finansal istikrarı da içine alacak şekilde yeniden düzenlendiği bir çerçevede oluşturmuştur. Yeni oluşturulan çerçevede fiyat istikrarı temel amacı korunmakta olup, bu amaçla uyumlu olarak para politikası uygulanırken finansal istikrara ilişkin riskler daha yakından dikkate alınmaktadır. Diğer bir ifadeyle, finansal istikrarın daha yakından gözetilmeye başlanması, para politikasının hem yapısal hem de konjonktürel olarak birden fazla aracı kullanmasını gerektirmektedir. Bu doğrultuda, 2012 yılında para politikası uygulaması çerçevesinde, faiz koridoru, etkin likidite yönetimi, zorunlu karşılıklar, Rezerv Opsiyonu Mekanizması gibi politika araçları aktif olarak kullanılmıştır. TCMB sermaye hareketlerindeki oynaklığın makro finansal açıdan oluşturabileceği riskleri sınırlamak amacıyla son dönemde Rezerv Opsiyon Mekanizması adı verilen bir para politikası aracı geliştirmiştir. Bu aracın sağladığı imkân sayesinde bankaların Türk lirası zorunlu karşılıklarının bir kısmını döviz ve altın cinsinden tutmalarına izin verilmektedir. Bu imkânın hangi ölçüde kullanılabileceğini belirlemek için Rezerv Opsiyon Oranı tanımlanmaktadır. Birim Türk lirası zorunlu karşılık başına tesis edilebilecek döviz veya altın karşılığı ise Rezerv Opsiyonu Katsayısı ile belirlenmektedir. TCMB, 2012 yılının ilk çeyreğinde küresel risk algılamalarındaki olumlu seyre karşın maliyet unsurlarına dair yukarı yönlü risklerin canlılığını koruması nedeniyle temkinli bir para politikası izlemiştir. Küresel ölçekte alınan parasal genişlemeye ilişkin kararlar göz önüne alınarak Şubat ayında faiz koridorunun üst sınırı 100 baz puan düşürülmüştür. Öte yandan, petrol fiyatları ve diğer maliyet unsurlarında gözlenen artışların enflasyon beklentilerini bozmasını engellemek amacıyla 23-29 Mart 2012 tarihleri arasında ek parasal sıkılaştırmaya gidilmiştir. TCMB, yılın ikinci çeyreğinde enflasyondaki geçici artışların enflasyon görünümünü bozmasını engellemek amacıyla ek parasal sıkılaştırmanın daha sık uygulanabileceğini vurgulamıştır. Bu doğrultuda, 11-17 Nisan, 4-11 Mayıs ve 21-25 Mayıs tarihleri arasında ek sıkılaştırmaya gidilmiştir. Mayıs ayı Para Politikası Kurulu toplantısında mevcut sıkı duruş korunmuş ve bu çerçevede 31 Mayıs - 4 302 Haziran tarihleri arasında ek parasal sıkılaştırma gerçekleştirilmiştir. Nitekim yılın ikinci çeyreğinde miktar ihalesi ile yapılan haftalık repo fonlaması dışındaki alternatif fonlama araçları ilk çeyreğe göre daha fazla kullanılmıştır. Takip eden dönemde para politikası temkinli duruşunu devam ettirmiş, bununla birlikte risk iştahının artmasına paralel olarak Temmuz ayında gerek ortalama fonlama faizinin gerek gecelik piyasada oluşan faizin daha düşük seviyelerde oluşması sağlanmıştır. Mayıs ayı Para Politikası Kurulu toplantısında finansal istikrarı desteklemek amacıyla döviz rezerv opsiyonu imkânı bir miktar artırılarak yüzde 40’tan yüzde 45’e çıkarılmıştır. Öte yandan, Türk lirası zorunlu karşılıkların Türk lirası veya döviz cinsinden tesis edilmesindeki maliyet farkının azaltılması amacıyla, ilave imkânlar için Rezerv Opsiyonu Katsayısı uygulamasına başlanmıştır. Böylelikle, Türk lirası zorunlu karşılık yükümlülüklerinin yüzde 40’lık ilk dilimine denk gelen tutarın önceden olduğu gibi “1”, yüzde 5’lik ikinci dilimine denk gelen tutarın ise “1,4” katsayısıyla çarpılması suretiyle bulunan toplam tutar üzerinden, ABD doları ve / veya Euro cinsinden tesis edilmesine imkân tanınmıştır. Söz konusu imkân Haziran ve Temmuz aylarında 5’er puanlık artışlarla yüzde 55’e yükseltilmiş ve yüzde 5’lik üçüncü ve dördüncü dilimlere denk gelen tutar için “1,7” ve “1,9” katsayıları belirlenmiştir. TCMB, yılın üçüncü çeyreğinde gelişmiş ülke merkez bankalarının ek parasal genişlemeye gitmesinin sermaye akımlarını hızlandırma potansiyeli taşıması sebebiyle gecelik borç verme faiz oranını Eylül ayında 150 ve Ekim ayında 50 baz puan indirerek faiz koridorunu daraltılmış, ancak küresel ekonomiye dair belirsizliklerin sürmesi nedeniyle para politikası esnekliğini korumaya devam etmiştir. Finansal istikrarı desteklemek amacıyla TL zorunlu karşılık yükümlülüklerinin ilk yüzde 40’lık dilimine denk gelen tutara ilişkin ROK’ un “1,1”e yükseltilmesine karar verilmiştir. Ayrıca, aynı amaç doğrultusunda hâlihazırda yüzde 25 olan Türk lirası zorunlu karşılıkların altın olarak tesis edilebilmesine ilişkin üst sınır yüzde 30’a yükseltilmiş ve yüzde 5’lik ilave dilime denk gelen tutara ilişkin Rezerv Opsiyon Katsayısı “2” olarak belirlenmiştir. Yılın son çeyreğinde küresel risk iştahındaki artış, enflasyon görünümündeki iyileşme ve ekonomideki dengelenme sürecinin belirginleşmesine karşın, küresel ekonomiye dair belirsizliklerin sürmesi nedeniyle TCMB makro finansal riskleri de gözeterek esnek para politikası uygulamalarına devam etmiştir. (TCMB, 2012d: 29 - 32) 303 Özetle, küresel kriz sonrasında gelişmiş ülkelerin genişletici para ve maliye politikalarının gelişmekte olan ülkeler üzerindeki olumsuz yansımalarının hissedilmeye başlandığı 2010 yılı sonlarında TCMB tarafından tasarlanmaya başlanan yeni para politikası yaklaşımı, 2011 yılında büyük ölçüde şekillenmiş; 2012 yılında ise yeni politika araçlarıyla zenginleştirilmiştir. Olası şoklara karşı daha esnek bir yapı oluşturulmasına dayanan bu yaklaşım iç ve dış talebin dengelenmesine önemli katkıda bulunarak makro finansal riskleri azaltmıştır. Bu çerçevede 2012 yılı, iktisadi dengelenme sürecinin belirginleştiği, enflasyonda istikrarlı bir düşüşün gözlendiği, öte yandan iktisadi faaliyetin ise büyümeye devam ettiği bir yıl olmuştur. (TCMB, 2012d: 37) Çalışmanın ilgili bölümlerinde de belirtildiği gibi, merkez bankaları, toplum refahını artırmada bir ön koşul ve uzun vadeli nihai hedefleri olan fiyat istikrarını sağlamak amacıyla para politikası araçlarını kullanırlar. Bu süreçte fiyat istikrarı ile doğrudan ilgili olan finansal istikrar da merkez bankalarının gözetmeleri gereken önemli bir husustur. Merkez bankalarının fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlamak için uyguladıkları politikalar sonucunda döviz kuru ve faiz oranlarında meydana gelen değişmeler merkez bankalarının bilançolarını etkilemektedir. Merkez Bankası bilançosunun pasif kalemler toplamı parasal yetki kurumunun diğer kesimlere yükümlülüklerini göstermektedir. Merkez Bankası, çeşitli para politikası araçları ile topluma karşı olan bu yükümlülüklerini değiştirebilmektedir. Pasif kalemlerdeki hareketler sonucu ekonominin likiditesi ayarlanırken likiditenin hangi kanallardan sağlandığı Merkez Bankası bilançosunun aktif kalemlerinde izlenebilmektedir. Merkez Bankası para politikaları, bankaların kredi kaynağını ve maliyetini etkileyebilmektedir. Etkin bir para politikası izlenebilmesi için Merkez Bankası' nın kendi bilanço büyüklüğünü ve bileşimini kontrol edebilmesi zorunludur. 2008 küresel krizi sonrası risk iştahının ve kısa vadeli sermaye akımlarının oynaklığındaki yükseliş ve finansal istikrara yönelik farkındalığın artması merkez bankalarını alternatif politika arayışlarına yönlendirmiştir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da bu çerçevede 2006 yılından itibaren uyguladığı enflasyon hedeflemesi rejimini, fiyat istikrarından ödün vermeden finansal istikrarı da içine alacak şekilde yeniden düzenleyerek 2010 yılının sonlarından itibaren aşamalı olarak 304 yeni bir para politikası tasarımına gitmiştir. Yeni oluşturulan rejimde fiyat istikrarı ana amacı korunmakta olup, bu amaçla uyumlu olarak para politikası uygulanırken finansal istikrara ilişkin riskler de dikkate alınmaktadır. Finansal istikrarın gözetilmeye başlanması para politikasının hem yapısal hem de konjonktürel olarak birden fazla aracı kullanmasını gerektirmektedir. Finansal istikrarı gözeten bir merkez bankası, tanım gereği para politikasını uygularken finansal kesimin işleyişine yönelik makro riskleri dikkate almaktadır. Küresel kriz sonrası merkez bankaları arasında giderek yaygınlık kazanan bu yaklaşım, fiyat istikrarını amaçlarken makroekonomik dengesizlikleri ve finansal sistemde biriken riskleri göz ardı etmemektedir. Finansal risklerin birçok sebebi olmasına rağmen, yakın tarihte ortaya çıkan küreselleşme ile birlikte, Türkiye gibi dışa açık ekonomilerde makroekonomik ve finansal istikrara dair risklerin daha çok küresel gelişmelerden kaynaklandığı görülmektedir. Özellikle son yıllarda kırılgan küresel iktisadi görünüme bağlı olarak süregelen genişleyici para politikaları, risk algılamalarındaki ani değişimler ve aşırı oynak sermaye akımları makro finansal riskleri besleyen temel unsurlardır. Böyle bir konjonktürde ekonominin risk iştahındaki ve dolayısıyla sermaye hareketlerindeki ani değişimlere karşı dayanıklılığın artırılması önem taşımaktadır. Nitekim 2010 yılı sonrasında TCMB’nin makroekonomik ve finansal istikrar vurgusunda, temelde sermaye akımlarındaki oynaklığın yurt içi piyasalar üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılması öne çıkmıştır. Sermaye akımlarındaki hareketler ve küresel likidite çevrimleri ülkemizde yansımalarını esas olarak krediler ve döviz kurundaki dalgalanmalar şeklinde göstermektedir. Türkiye gibi yükselen ekonomilerde yerli para biriminin hızlı değerlenmesinden olumlu etkilenen firma bilançoları, bankaları aşırı hızlı kredi büyümesine yönlendirebilmektedir. Dolayısıyla yeni politika çerçevesinde krediler ve döviz kuru gibi değişkenlere ayrı bir önem atfedilmektedir. Gerek hızlı kredi büyümesi gerekse döviz kurunda gözlenen aşırı değerlenme ekonomide kaynak dağılımını bozmakta ve iç talebin toplam gelirden daha hızlı büyümesine yol açarak makroekonomik istikrarı olumsuz etkilemektedir. Hızlı kredi büyümesi aynı zamanda iktisadi yazında finansal krizleri öncüleyen önemli değişkenlerden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Döviz kurundaki aşırı değerlenme ise dışa açık bir ekonomide başta bilanço kanalı olmak üzere birçok kanaldan sistematik riski artırarak makroekonomik ve finansal istikrarı bozucu etki 305 yapabilmektedir. Öte yandan, kredilerdeki ani bir daralma veya yerli paradaki aşırı değer kaybı da makroekonomik ve finansal istikrar açısından arzu edilmeyen durumlardır. Dolayısıyla sermaye akımlarındaki oynaklığın etkilerinin yumuşatılması için kredilerin makul oranlarda büyümesi ve döviz kurundaki gelişmelerin iktisadi temellerle uyumlu olması önem taşımaktadır. TCMB’nin son iki yıldır geliştirdiği politika çerçevesinin bu perspektiften değerlendirilmesi gerekmektedir. TCMB, 2010 yılının sonlarından itibaren finansal istikrarı da gözeten farklı bir politika tasarımına giderek araç kümesini çeşitlendirmiştir (TCMB, 2012c: 2-4). Bu doğrultuda TCMB, fiyat istikrarından ödün vermeden finansal istikrarı da desteklemek amacıyla son iki yılda faiz koridoru ve Rezerv Opsiyonu Mekanizması gibi yeni araçlar geliştirmiştir. Merkez Bankası tarafından yayınlanan raporlar ve basın duyuruları incelendiğinde 2007-2012 yılları arasında para politikaları ile ulaşılmak istenen hedeflerden sapmalar olduğu anlaşılmaktadır. Bu sapmaların 2007 yılında ortaya çıkan, 2008 yılında etkileri iyice belirginleşen ve sonraki yıllarda etkilere hafifleyerek süren küresel finansal krizin büyük ölçüde etkili olduğu söylenebilir. Merkez Bankası çalışmamıza konu olan dönemde ulaşılmak istenen hedefler doğrultusunda parasal stratejiler ve operasyonel araçlar geliştirmiştir. Hedeflerden sapmalar ve ekonomik konjonktür çerçevesinde bu stratejiler ve araçlar sürekli revize dilmiş hatta bazen köklü değişikliklere gidilmiştir. Çalışmamıza konu olan veri dönemde bağımsız değişkenlerimizin bağımlı değişkenler üzerindeki etkisini açıklama konusunda sınırlılıklar yaratan en önemli etkenin finansal piyasalardaki küresel kriz olduğu söylenebilir. Çalışma sonucunda bağımsız değişkenlerin ödemeler dengesi ve dış borçlar üzerinde toplu olarak etkili oldukları sonucuna varılmasına rağmen veri dönemdeki rakamsal gerçekleşmelere bakıldığında özellikle ödemeler dengesinde dalgalanmalar gözlenmektedir. Bu dalgalanmaların küresel ve yerel konjonktürel dalgalanmalardan ve kriz sonrası etkilerden kaynaklandığı söylenebilir. 306 EK 1: GENEL YÖNETİM ÇERÇEVE HESAP PLANI Çerçeve Hesap Planının Genel Yapısı Çerçeve hesap planı; bilanço hesapları, faaliyet hesapları, bütçe hesapları ve nazım hesaplar ana bölümlerine ayrılır. Bilanço hesapları bölümü, 1 numaradan 5 numaraya kadar olan ana hesap gruplarından; faaliyet hesapları bölümü, 6 numaralı ana hesap grubundan; bütçe hesapları bölümü, 8 numaralı ana hesap grubundan; nazım hesaplar bölümü ise, 9 numaralı ana hesap grubundan oluşur. 7 numaralı ana hesap grubu Yönetmelikte yer alan muhasebe ilke ve standartlarına aykırı olmamak şartıyla, kamu idarelerinin yönetim ve maliyet muhasebesi ihtiyaçları için kullanılır. Ana hesap grupları aşağıda gösterildiği gibi isimlendirilir. 1) Dönen Varlıklar 2) Duran Varlıklar 3) Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar 4) Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar 5) Öz Kaynaklar 6) Faaliyet Hesapları 7) Maliyet Hesapları 8) Bütçe Hesapları 9) Nazım Hesaplar Ana hesap gruplarından 1-5 numaralı gruplar bilanço hesapları olup, kendi içinde aşağıdaki maddelerde gösterildiği gibi hesap gruplarına ayrılır ve her bir ana hesap grubunu ilgilendiren işlemler ait oldukları hesap grubu içinde açılacak ilgili bilanço hesaplarına kaydedilir. Her bilanço hesabı ayrıca ihtiyaca göre yeteri kadar yardımcı hesaplara ayrılabilir. Faaliyet hesapları ana hesap grubunun hesap gruplarına, hesap gruplarının hesaplara ve hesapların yardımcı hesaplara ayrılması, gelir ve giderlerin ekonomik ayrımına uygun olarak Yönetmeliğin ilgili maddelerinde belirtilen bilgileri verecek şekilde yapılır. Bütçe hesapları ana hesap grubunun hesap gruplarına, hesap gruplarının hesaplara ve hesapların yardımcı hesaplara ayrılması, bütçe gelir ve giderlerinin ekonomik ayrımına uygun olarak Yönetmeliğin ilgili maddelerinde belirtilen bilgileri verecek şekilde yapılır. Nazım hesaplar ana hesap grubu, kurumların ihtiyaçlarına göre sınıflandırılır. Genel yönetim muhasebesi çerçeve hesap planı aşağıdaki ana hesap grupları, hesap grupları ve hesaplardan oluşur: 307 Aktif Hesaplar 1 Dönen Varlıklar 10 Hazır Değerler 100 Kasa Hesabı 101 Alınan Çekler Hesabı 102 Banka Hesabı 103 Verilen Çekler ve Gönderme Emirleri Hesabı (-) 104 Proje Özel Hesabı 105 Döviz Hesabı 106 Döviz Gönderme Emirleri Hesabı (-) 107 Elçilik ve Konsolosluk Nezdindeki Paralar Hesabı 108 Diğer Hazır Değerler Hesabı 109 Banka Kredi Kartlarından Alacaklar Hesabı 11 Menkul Kıymet ve Varlıklar 110 Hisse Senetleri Hesabı 111 Özel Kesim Tahvil, Senet ve Bonoları Hesabı 112 Kamu Kesimi Tahvil, Senet ve Bonolar Hesabı 117 Menkul Varlıklar Hesabı 118 Diğer Menkul Kıymet ve Varlıklar Hesabı 12 Faaliyet Alacakları 120 Gelirlerden Alacaklar/Alıcılar Hesabı 121 Gelirlerden Takipli Alacaklar Hesabı 122 Gelirlerden Tecilli ve Tehirli Alacaklar Hesabı 126 Verilen Depozito ve Teminatlar Hesabı 127 Diğer Faaliyet Alacakları Hesabı 128 Şüpheli Alacaklar Hesabı 129 Şüpheli Alacaklar Karşılığı Hesabı (-) 13 Kurum Alacakları 130 Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı 131 Para Piyasası Nakit İşlemleri Alacakları Hesabı 132 Kurumca Verilen Borçlardan Alacaklar Hesabı 137 Takipteki Kurum Alacakları Hesabı 138 Takipteki Kurum Alacakları Karşılığı Hesabı (-) 139 Diğer Kurum Alacakları Hesabı 14 Diğer Alacaklar 140 Kişilerden Alacaklar Hesabı 15 Stoklar 150 İlk Madde ve Malzeme Hesabı 151 Yarı Mamuller-Üretim Hesabı 152 Mamuller Hesabı 153 Ticari Mallar Hesabı 157 Diğer Stoklar Hesabı 158 Stok Değer Düşüklüğü Karşılığı Hesabı (-) 16 Ön Ödemeler 160 İş Avans ve Kredileri Hesabı 161 Personel Avansları Hesabı 162 Bütçe Dışı Avans ve Krediler Hesabı 308 164 Akreditifler Hesabı 165 Mahsup Dönemine Aktarılan Avans ve Krediler Hesabı 166 Proje Özel Hesabından Verilen Avans ve Akreditifler Hesabı 167 Doğrudan Dış Proje Kredi Kullanımları Avans ve Akreditifleri Hesabı 17 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Maliyetleri 170 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Maliyetleri Hesabı 18 Gelecek Aylara Ait Giderler ve Gelir Tahakkukları 180 Gelecek Aylara Ait Giderler Hesabı 181 Gelir Tahakkukları Hesabı 19 Diğer Dönen Varlıklar 190 Devreden Katma Değer Vergisi Hesabı 191 İndirilecek Katma Değer Vergisi Hesabı 194 Teyitsiz Doğrudan Dış Proje Kredi Kullanımları Hesabı 197 Sayım Noksanları Hesabı 198 Diğer Çeşitli Dönen Varlıklar Hesabı 2 Duran Varlıklar 21 Menkul Kıymet ve Varlıklar 217 Menkul Varlıklar Hesabı 218 Diğer Menkul Kıymet ve Varlıklar Hesabı 22 Faaliyet Alacakları 220 Gelirlerden Alacaklar /Alıcılar Hesabı 222 Gelirlerden Tecilli ve Tehirli Alacaklar Hesabı 227 Diğer Faaliyet Alacakları Hesabı 23 Kurum Alacakları 230 Dış Borcun İkrazından Doğan Alacaklar Hesabı 232 Kurumca Verilen Borçlardan Alacaklar Hesabı 239 Diğer Kurum Alacakları Hesabı 24 Mali Duran Varlıklar 240 Mali Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı 241 Mal ve Hizmet Üreten Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı 242 Döner Sermayeli Kuruluşlara Yatırılan Sermayeler Hesabı 248 Diğer Mali Duran Varlıklar Hesabı 25 Maddi Duran Varlıklar 250 Arazi ve Arsalar Hesabı 251 Yeraltı ve Yerüstü Düzenleri Hesabı 252 Binalar Hesabı 253 Tesis, Makine ve Cihazlar Hesabı 254 Taşıtlar Hesabı 255 Demirbaşlar Hesabı 256 Diğer Maddi Duran Varlıklar Hesabı 257 Birikmiş Amortismanlar Hesabı (-) 258 Yapılmakta Olan Yatırımlar Hesabı 259 Yatırım Avansları Hesabı 26 Maddi Olmayan Duran Varlıklar 260 Haklar Hesabı 263 Araştırma ve Geliştirme Giderleri Hesabı 264 Özel Maliyetler Hesabı 309 267 Diğer Maddi Olmayan Duran Varlıklar Hesabı 268 Birikmiş Amortismanlar Hesabı (-) 27 Özel Tükenmeye Tabi Varlıklar 271 Arama Giderleri Hesabı 277 Diğer Özel Tükenmeye Tabi Varlıklar Hesabı 278 Birikmiş Tükenme Payları Hesabı (-) 28 Gelecek Yıllara Ait Giderler ve Gelir Tahakkukları 280 Gelecek Yıllara Ait Giderler Hesabı 281 Gelir Tahakkukları Hesabı 29 Diğer Duran Varlıklar 293 Gelecek Yıllar İhtiyacı Stoklar Hesabı 294 Elden Çıkarılacak Stoklar ve Maddi Duran Varlıklar Hesabı 297 Diğer Çeşitli Duran Varlıklar Hesabı 299 Birikmiş Amortismanlar Hesabı (-) Pasif Hesaplar 3 Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar 30 Kısa Vadeli İç Mali Borçlar 300 Banka Kredileri Hesabı 302 Para Piyasası Nakit İşlemleri Borçları Hesabı 303 Kamu İdarelerine Mali Borçlar Hesabı 304 Cari Yılda Ödenecek Tahviller Hesabı 305 Bonolar Hesabı 306 Çıkarılmış Diğer Menkul Kıymetler Hesabı 309 Kısa Vadeli Diğer İç Mali Borçlar Hesabı 31 Kısa Vadeli Dış Mali Borçlar 310 Cari Yılda Ödenecek Dış Mali Borçlar Hesabı 32 Faaliyet Borçları 320 Bütçe Emanetleri Hesabı 322 Bütçeleştirilecek Borçlar Hesabı 325 Nakit Talep ve Tahsisleri Hesabı 329 Diğer Çeşitli Borçlar Hesabı 33 Emanet Yabancı Kaynaklar 330 Alınan Depozito ve Teminatlar Hesabı 332 Okul Pansiyonları Hesabı 333 Emanetler Hesabı 337 Mutemetlikler Cari Hesabı 338 Konsolosluk Cari Hesabı 339 Risk Hesabı 34 Alınan Avanslar 340 Alınan Sipariş Avansları Hesabı 349 Alınan Diğer Avanslar Hesabı 35 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Hakedişleri 350 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Hakedişleri Hesabı 36 Ödenecek Diğer Yükümlülükler 360 Ödenecek Vergi ve Fonlar Hesabı 361 Ödenecek Sosyal Güvenlik Kesintileri Hesabı 310 362 Fonlar veya Diğer Kamu İdareleri Adına Yapılan Tahsilât Hesabı 363 Kamu İdareleri Payları Hesabı 368 Vadesi Geçmiş, Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Vergi ve Diğer Yükümlülükler Hesabı 37 Borç ve Gider Karşılıkları 372 Kıdem Tazminatı Karşılığı Hesabı 379 Diğer Borç ve Gider Karşılıkları Hesabı 38 Gelecek Aylara Ait Gelirler ve Gider Tahakkukları 380 Gelecek Aylara Ait Gelirler Hesabı 381 Gider Tahakkukları Hesabı 39 Diğer Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar 391 Hesaplanan Katma Değer Vergisi Hesabı 397 Sayım Fazlaları Hesabı 399 Diğer Çeşitli Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar Hesabı 4 Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar 40 Uzun Vadeli İç Mali Borçlar 400 Banka Kredileri Hesabı 403 Kamu İdarelerine Mali Borçlar Hesabı 404 Tahviller Hesabı 407 Çıkarılmış Diğer Menkul Kıymetler Hesabı 409 Uzun Vadeli Diğer İç Mali Borçlar Hesabı 41 Uzun Vadeli Dış Mali Borçlar 410 Dış Mali Borçlar Hesabı 42 Faaliyet Borçları 429 Diğer Faaliyet Borçları Hesabı 43 Diğer Borçlar 430 Alınan Depozito ve Teminatlar Hesabı 438 Kamuya Olan Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Borçlar Hesabı 439 Diğer Çeşitli Borçlar Hesabı 44 Alınan Avanslar 440 Alınan Sipariş Avansları Hesabı 449 Alınan Diğer Avanslar Hesabı 47 Borç ve Gider Karşılıkları 472 Kıdem Tazminatı Karşılığı Hesabı 479 Diğer Borç ve Gider Karşılıkları Hesabı 48 Gelecek Yıllara Ait Gelirler ve Gider Tahakkukları 480 Gelecek Yıllara Ait Gelirler Hesabı 481 Gider Tahakkukları Hesabı 49 Diğer Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar 499 Diğer Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar Hesabı 5 Öz Kaynaklar 50 Net Değer 500 Net Değer / Sermaye Hesabı 51 Değer Hareketleri 510 Nakit Hareketleri Hesabı 511 Muhasebe Birimleri Arası İşlemler Hesabı 512 Proje Özel Hesabından Kullanımlar Hesabı 311 513 Doğrudan Dış Proje Kredi Kullanımları Bildirim Hesabı 519 Değer Hareketleri Sonuç Hesabı 52 Yeniden Değerleme Farkları 522 Yeniden Değerleme Farkları Hesabı 54 Yedekler 540 Yasal Yedekler Hesabı 541 Statü Yedekleri Hesabı 542 Olağanüstü Yedekler Hesabı 548 Diğer Yedekler Hesabı 549 Özel Fonlar Hesabı 57 Geçmiş Yıllar Olumlu Faaliyet Sonuçları 570 Geçmiş Yıllar Olumlu Faaliyet Sonuçları Hesabı 58 Geçmiş Yıllar Olumsuz Faaliyet Sonuçları 580 Geçmiş Yıllar Olumsuz Faaliyet Sonuçları Hesabı (-) 59 Dönem Faaliyet Sonuçları 590 Dönem Olumlu Faaliyet Sonucu Hesabı 591 Dönem Olumsuz Faaliyet Sonucu Hesabı (-) 6 Faaliyet Hesapları 60 Gelir Hesapları 600 Gelirler Hesabı 61 İndirim, İade ve İskonto Hesapları 610 İndirim, İade ve İskontolar Hesabı 63 Gider Hesapları 630 Giderler Hesabı 69 Faaliyet Sonuçları 690 Faaliyet Sonuçları Hesabı 7 Maliyet Hesapları 8 Bütçe Hesapları 80 Bütçe Gelir Hesapları 800 Bütçe Gelirleri Hesabı 805 Gelir Yansıtma Hesabı 81 Bütçe Gelirlerinden Ret ve İade Hesapları 810 Bütçe Gelirlerinden Ret ve İadeler Hesabı 83 Bütçe Gider Hesapları 830 Bütçe Giderleri Hesabı 833 Bütçeden Mahsup Edilecek Ödemeler Hesabı 834 Geçen Yıl Bütçe Mahsupları Hesabı 835 Gider Yansıtma Hesabı 89 Bütçe Uygulama Sonuçları 895 Bütçe Uygulama Sonuçları Hesabı 9 Nazım Hesaplar 90 Ödenek Hesapları 900 Gönderilecek Bütçe Ödenekleri Hesabı 901 Bütçe Ödenekleri Hesabı 902 Bütçe Ödenek Hareketleri Hesabı 903 Kullanılacak Ödenekler Hesabı 904 Ödenekler Hesabı 312 905 Ödenekli Giderler Hesabı 906 Mahsup Dönemine Aktarılan Kullanılacak Ödenekler Hesabı 907 Mahsup Dönemine Aktarılan Ödenekler Hesabı 91 Nakit Dışı Teminat ve Kişilere Ait Menkul Kıymet Hesapları 910 Teminat Mektupları Hesabı 911 Teminat Mektupları Emanetleri Hesabı 912 Kişilere Ait Menkul Kıymetler Hesabı 913 Kişilere Ait Menkul Kıymet Emanetleri Hesabı 92 Taahhüt Hesapları 920 Gider Taahhütleri Hesabı 921 Gider Taahhütleri Karşılığı Hesabı 93 Verilen Garanti Hesapları 930 Verilen Garantiler Hesabı 931 Verilen Garantiler Karşılığı Hesabı İhtiyaç duyulduğunda yeni hesaplar açmaya, hesapların adlarını ve kodlarını belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. Ana hesap grupları, hesap grupları ve hesaplara ilişkin açıklamalar Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 45 ila 109 uncu maddelerinde yapılmıştır. 313 KAYNAKÇA Adıyaman, Ahmet Turan (2006) Dış Borçlarımız ve Etkileri, Sayıştay Dergisi (62), 24-37. Akbostancı, Elif (2012). Ödemeler Dengesi Tanımı, Türkiye’deki ve Dünyadaki Tarihsel Gelişmelere Bakış, http://kamag.etu.edu.tr (PPT) e.t: 20.03.2013. Akdiş, Muhammet (2001). Para Teorisi ve Politikası (1. Baskı). İstanbul: Beta Yayınevi. Akçay, Memduh Aslan (1997). Para Politikası Araçları Türkiye ve Çeşitli Ülkelerdeki Uygulamalar, Devlet Planlama Teşkilatı Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ankara. Akkaya, Ahmet Turgut (2012). Uluslararası Borç Krizi ve Türkiye Borçlarının Sürdürülebilirliği, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. Aksu, Mehtap (2007). Mashall - Lerner Yaklaşımı Çerçevesinde Reel Döviz Kuru ve Ticaret Dengesi Arasındaki İlişki: Kuram ve Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın. Aktan, Coşkun Can (2000). Politik İktisat, İzmir: Anadolu Matbaacılık. Aktan, Coşkun Can, Utkulu, Utku ve Togay, Selahattin (1998). Para Politikasının Uygulanma Süreci ve Para Politikası Uygulamalarına İlişkin Ana Tartışmalar, Nasıl Bir Para Sistemi?, İstanbul: İMKB Yayını. Aktan, Okan H. (1985). Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Bunalımı ve Türkiye, H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 3,(1-2), 53. Alexander, William E., Enoch, Charles and Balino, Thomas J.T. (1995). The Adoption of Indirect Instruments of Monetary Policy, Washington: IMF Occasional. Alkan, Ufuk (2007). Ödemeler Bilançosu Dengesi ve Türkiye'de Bankacılık Sektörünün Ödemeler Dengesine Katkısının Analizi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü, İstanbul. 314 Alkın, Erdoğan, Yıldırım Kemal ve Özer Mustafa (2005). İktisada Giriş, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Alkin, Erdoğan, Büyüme-İstikrar-Yabancı Sermaye İlişkisi, Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye. TCBM İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü www.tcmb.gov.tr, Erişim Tarihi: 03.04.2013. Alparslan, Melike ve Ataman, Erdönmez Pelin (2000). Enflasyon Hedeflemesi, Türkiye Bankalar Birliği Bankacılar Dergisi,(35), 3-9. Altun, Murat (2008). 1980 Sonrası Türk Dış Borçları ve Borçlanmada Risk Yönetimi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Atılgan, Özgür (2011). Türkiye'de Uygulanan Döviz Kuru Politikaları ve Reel Döviz Kurunun Dış Ticaret Dengesine Etkisi (1992-2010), Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Avramovic, Dragoslav and Gulhati, Ravi (1958). Debt Servicing Capacity and Postwar Growth in International Indebtednees, Baltimore: The John Hopkins Press. Aysu, Ahmet (2007). Dış Borçlanma ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri. Aysu, Yasemin (2011). 1980 Sonrası Türkiye'nin Dış Borç Sorunu ve Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın. Aziziov, Mais (2007). Monetarist Para Politikası Yaklaşımı ve Azerbaycan Merkez Bankasının İzlediği Para Politikası, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Bade, Robin and Parkin, Michael (2004). Foundations of Macroeconomics (2nd Edition). U.S.A: Pearson- Addison Wesley Education İnc. Bal, Harun (2001). Uluslar arası Finansman, Dış Borç Yönetimi ve Türkiye, TBB, yayın no:222. 315 Bal, Harun (1999). Uluslararası Finansman, Dış Borç Yönetimi ve Türkiye, Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. Balance Of Payments http://www2.econ.iastate.edu BPM 5 - Balance of Payments Manual 5, www.imf.org Bangura, Sheku, Kitabire Damoni and Powell Robert (2000). External Debt Management in Low- Income Countries, Working Paper, IMF, Washington. No: 00/196. Baştav, F. Leyla (2006). Türkiye Ekonomisi İçin Ekonometrik Bir Model Çalışması - Parasal Sektör ve Ödemeler Dengesi Çerçevesinde Bir İnceleme, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Berber Metin, "Para ve Mal Piyasalarında Denge, Planlanan Harcama, Faiz Oranı ve Hasıla Düzeyi; IS-LM Modeli", e.t: 20.12.2012, www.metinberber.com. Berber, Metin (2007). Büyüme ve Kalkınma Sözlüğü, Karadeniz Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, http://www.metinberber.com Bilir Burcu (2006). Finansal Serbestleşmenin Para Politikaları Üzerine Etkileri: Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir. Birgili, Erhan, Karaca, Nevran ve Akyel, Nermin, Futures Sözleşmeler ve Muhasebeleştirilmesi, MUFAD - Muhasebe ve Finansman Dergisi, Sakarya Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, http://journal.mufad.org.tr, e.t.: 15.02.2013, 113-114. Blaug, Mark (1997). Economic Theory in Retrospect, Cambridge New York: Cambridge University Press. Bozkurt, Cuma (2006). Parasal Hedefleme Stratejileri: Türkiye İçin Uygun Politika Seçimleri, Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. Börke Tunalı, Çiğdem (2007). Türkiye Ödemeler Dengesinin Yapısal ve Parasal Sorunları, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. 316 Brown, Wilson B. and Hogendorn, Jan S.(1994). International Economics: Theory And Context (1st Edition). Massachusetts: Addison- Wesley Publishing Company. Burada, Michael and Wyplosz, Charles (1997). Macroeconomics A European Text, (2nd Edition). Oxford University Press. Cicioğlu, Şükrü (2006). Fiyat İstikrarının Sağlanmasına Yönelik Alternatif Bir Para Politikası Stratejisi: Enflasyon Hedeflemesi. Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası İş Hukuku ve İktisat Dergisi, Ankara. Claassen, Emil Maria (1997). Global Monetary Economics (1st Edition). New York: Oxford University Press. Cural, Mehmet (2012). Kalkınma Finansmanında Kamu İç- Dış Borç Yapısı, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Çakır, Hüseyin (2007). Dış Borçların Sürdürülebilirliği Türkiye Uygulaması, Yüksek Lisans Tezi, T.C. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya. Çaşkurlu, Eren (2007). İç ve Dış Borçlanmada Risk Analizine Dayalı Borç Yönetimi ve Türkiye Açısından Değerlendirilmesi (1980 ve Sonrası), Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Çekim, Erender (2009). Türkiye'de Cari Açık Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Çelik, Ali Vefa v.d., (2006). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bilançosu Açıklamalar, Rasyolar ve Para Politikası Yansımaları, Ankara: TCMB Yayınları. Dağ, Ömer (2010). Genel Muhasebe İle Devlet Muhasebesi Arasındaki Farklılıklar, Güncel Mevzuat Dergisi, 51, Ankara. Dağ, Ömer (2013). Belediyelerde Dış Borçlar ve Muhasebeleştirilmesi, Yerel Yönetim ve Denetim Dergisi, 2-18, Ankara. 317 Debelle Guy, Masson Paul, Savastano Miguel, and Sharma Sunil, (1998). Inflation Targeting as a Framework for Monetary Policy, IMF Economic Issues, No:15,http://www.imf.org e.t.:23/11/2012 Demiray, Ece (2007). Türkiye'nin Borç Analizi (1980-2006) ve Gelişmekte Olan Ülkeler Açısından Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa. Demirhan, İsmihan (2007). Türkiye’de Para Politikası Uygulamaları ve Enflasyon Hedeflemesi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. DPT (2001). Devlet Planlama Teşkilatı, Borçlanma, İç ve Dış Borç Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara. Dileyici, Dilek (2001). Parasal İstikrar Amacını Sağlamada Para Politikalarının Kullanımı. Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Dergisi (2), 26. Doğukanlı, Hatice(2001). Uluslar arası Finans (1.Baskı). Adana: Nobel Kitabevi. Dornbusch. Rudiger, Fischer Stanley and Startz Richard (1998). Macroeconomics (7th Edition). Irwin McGraw Hill. Due, John F. (1996). Government Finance: Economics of The Public Sector, (4th Edition), Richard D. Irwin Inc., Homewood, Illinois. Duran, Mahmut (1996). Kamu Finansman Açıklarının Optimal Finansmanı, Kamu Kesimi Finansman Açıkları, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 554, İstanbul. Eğilmez, Mahfi (2007). Para Arzı Sunumu Değişti, Radikal, http://www.radikal.com.tr Eker, Aytaç (2004). Kamu Maliyesi, İzmir: Birleşik Matbaacılık. Erdem, Metin, Şenyüz, Doğan ve Tatlıoğlu İsmail (1998). Kamu Maliyesi (2. Baskı). Bursa: Ekin Basım Yayın. 318 Erdoğan, Serdar (2007). Döviz Kuru- Ödemeler Bilançosu İlişkisi: Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Zonguldak. Erkan, Hüsnü (1997). Ekonomi Politikasının Temelleri, İzmir: Kardeşler Cilt Evi. Eroğlu, Nadir (2004). Türkiye’de Parasal Kesim ve Merkez Bankası İşlemlerinin Analizi, İstanbul: Der Yayınları. Eroğlu, Ömer (2004). Para Teorisi ve Politikası Ders Notları, Isparta: SDÜ Yayınları. Erol, Ümit (1994). Futures Piyasaları: Teori ve Pratik, (No: 190) Ankara: Türkiye Bankalar Birliği. Ertek, Tümay (2006). Temel Ekonomi, Beta Yayınları, İstanbul. Eruygur, Ozan H. (2010). İktisat Ders Notları, e.t: 04.08.2012, http://www.metu.edu.tr Esen, Özgür Muhittin (2007). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve Kamuyu Aydınlatabilirliği, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Evgin, Tülay (1996). Dış Borçlarımız. Hazine Dergisi, 78 Evgin, Tülay (2000). Dünden Bugüne Dış Borçlarımız. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Araştırma Ve İnceleme Dizisi No:26, http://www.econturk.org Eyüboğlu Aksel (1995). H. Ayşe, Risk Yönetim Aracı Olarak Futures Piyasaları, Ankara: SPK, Yayın no: 21. Feder, Gershon and Just, Richard E. (1967). Optimal International Borrowing Capital Allocation and Credit Worthiness Control. World Bank Reprint Series No: 159. Friedman, Benjamin M. (1999). The Future of Monetary Policy: The Central Bank as an Army with only a Signal Corps?. NBER Working Paper, November. 319 Froyen, Richard T. (1986). Macroeconomics Theories and Policies, London: Coller Macmillan Publishers. Gaygılı, Ali Kemal (2007). Finansal Açıklığın Para Politikalarının Etkinliği Üzerine Yansımaları: Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Gayıbov, Mehman, Gelişmekte Olan Ülkelerde İzlenen Para Politikaları ve 1980 sonrası Türkiye’de Yapılan Para Politikası Uygulamaları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Geıthner, Timothy T (2002). Assessing Sustainability (May 2002). IMF Report: Policy Development and Review Department, May 2002 http://www.imf.org Gönlübol, Mehmet (1985). Uluslararası Politika, İlkeler, Kavramlar ve Kurumlar (3. Baskı). Ankara: Sbf Yayın. Gray, Simon and Hoggarth, Glenn (1996). Introduction to Monetary Operations. (3rd Edition). London: Centre for Central Banking Studies, Bank of England, Handbooks in Central Banking No. 10. Güçlü Çiçek, Hüseyin (2005). Türkiye'de 1994-2004 Döneminde Dış Borçların Gelişimi ve Sürdürülebilirliği Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta. Gül, Yahya Kemal (2006). Türkiye’de 1980 Sonrası Uygulanan Para Politikaları ve Sonuçları, Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın. Gün, Ece (2011). Petrol Fiyatlarının Cari İşlemler Dengesi Üzerine Etkisi Türkiye Uygulaması, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne. Güneş, Hurşit (1990). Türkiye’de Para Arzını Kontrol Araçlarının Etkinliği, , İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, Yayın No: 1990-9. Güran, Nevzat (2002). Makro Ekonomik Analiz (3. Baskı), İzmir: Anadolu Matbaası. 320 Halaç, Umut (2001). Türkiye’de Para Dolanım Hızının İstikrarı: 1987-2001. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, v5 (1), kaynak: http://www.econturk.org/, e.t: 19/06/2012 Halloran, John A. and Lanser, Howard P. (1981). The Credit Policy Decision in an Inflationary Environment. Financial Management Vol.10 No.5. Hiç, Mükerrem (1994). Para Teorisi ve Politikası, (3. Baskı) İstanbul: Filiz Kitabevi www.biraz.tk/bankacilik/para-politikasinin-amaclari, 2012 Para Politikaları ve Ödemeler Bilançosu Üzerine Etkileri http://www.ekodialog.com/uluslararasi_ekonomi/doviz-kuru-sistemleri.html Esnek Kur Rejimleri ve Para Politikası http://www.deik.org.tr - Avrupa Yatırım Bankası http://www.ihracatklubu.com - İhracat Kredileri http://www.imf.org - Quito Bildirisi http://www.mfa.gov.tr/asya-kalkinma-bankasi.tr.mfa-Asya Kalkınma Bankası http://www.muhasebe-online.com - Forward İşlemleri Hubbard, R. Glenn (2000). Money, The Financial System and The Economy (3rd Edition). Addison Wesley. IMF (2008). Balance Of Payments Manual (5th Edition). USA: IMF Işık, A. Kadir, Karayılmazlar Ekrem, Işık Hayriye ve Organ İbrahim (2005). Devlet Borçları, Bursa: Ekin Basım Yayın. İnce, Macit (1976). Devlet Borçlanması, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları. İnce, Macit (1996). Maliye Politikası: Teorik Esaslar ve Temel Problemleri, (5. Baskı). Ankara: Seçkin Kitabevi. İnce, Macit (2001). Devlet Borçları ve Türkiye, (6. Baskı). Ankara: Gazi Kitabevi. 321 İskenderoğlu, Lerzan (1993). Para Politikası Açısından T.C. Merkez Bankası Bilançosu, Merkez Bankası Bilançolarının İrdelenmesi, İstanbul: İstanbul Mülkiyeliler Vakfı. İşgüden, Tamer ve Turanlı, Rona (1992). Ansiklopedik Ekonomi Sözlüğü (Genişletilmiş 2. basım). Ankara: Bilim Teknik Yayınevi. İyibozkurt, M. Erol (1995). Uluslar Arası İktisat Teorisi, (Gözden Geçirilmiş 3. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. Kademli, Sedat (2007). Para Politikalarının Reel Ekonomiye Etkisinde Aktarım Mekanizmalarının İşleyişi ve Türkiye için Test Edilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Merin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin. Kadıoğlu, Yasemin (2007). Türkiye Ekonomisinde Dış Borç Sorunu ve Dış Borçların Sürdürülebilirliği, Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Kalenderoğlu, Mahmut,(2006). Kamu Maliyesi Bütçe ve Borçlanma (5. Baskı), Ankara: Seçkin Yayıncılık. Karagöz, Kadir, Türkiye’de Dış Borçlanmanın Nedenleri Ekonometrik Bir Değerlendirme. Sayıştay Dergisi (66-67), 99. Karagöz, Mustafa (1992). Gelişmekte Olan Ülkelerin Dış Borç Sorunu ve Türkiye'nin Dış Borçları, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Karatepe, Yalçın (2002). Finansal Açıdan Sermaye Piyasası Analizi. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü, Ankara. Karluk, Rıdvan (2009). Uluslararası Ekonomi: Teori Ve Politika (9. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Kayra, Cahit (1970). Dış Finansman Teknikleri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları. 322 Kaytancı, Gülümser Bengül (2005). Merkez Banksı Para Politikası Tepki Fonksiyonu: Türkiye Uygulaması (1990-2003), Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir. Keown, Arthur J., Martin John D., Petty William J. and Scott David F. Jr. (2001). Financial Management: Principles and Applications, (9th Edition). Prentice Hall. Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (2001). Türkiye Ekonomisi (12. Baskı)., İstanbul: Remzi Kitabevi. Keyder, Nur (2002). Para Teori-Politika-Uygulama (Geliştirilmiş 8. Baskı). Ankara: Seçkin Yayın Dağıtım. Kocaoğlu, Feyza (2005). 1990 Sonrası Türkiye'de Dış Borç Sorunu, Dış Borçların Sürdürülebilirliği ve Dış Borç Yönetimi, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir. Koç, Asuman (2006). Elektronik Para ve Para Politikası Üzerindeki Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Zonguldak. Kopuz, Büşra (2010). Ödemeler Bilançosu Kalemlerinin Muhasebeleştirilme Esasları, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Kozalı, Jale (2007). Dış Borç sorunu ve dış borçların ekonomik Büyüme üzerine etkisi: Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir. Krugman Paul R. and Obstfeld Maurice (2000). International Economics Theory and Policy, (5th Edition). Addison Wesley, 367. Leite, Sergio Pereira (1992). Monetary Policy Instruments. IMF Working Paper. IMF Monetary and Exchange Affairs Department. Loyd, Thomas L. (1997). Money Banking and Financial Markets (International Edition) McGraw Hill 323 Meade, James Edward (1951). The Theory Of International Economic Policy Volume One The Balance Of Payments, (1st Edition). UK: Oxford University Press. Mengütürk, Muhsin (1995). International Finance, (2nd Edition), İstanbul: Literatür Yayıncılık. Mishkin, Frederic S. (2004). The Economics of Money, Banking and Financial Markets, (7th Edition). Pearson Addison Wesley. Müslümov, Alovsat, Hasanov, Mübariz ve Özyıldırım, Cenktan (2002). Döviz Kuru Sistemleri ve Türkiye’de Uygulanan Döviz Kuru Sistemlerinin Ekonomiye Etkileri, TÜGİAD Ekonomi Ödülleri Kitapları No: 3, İstanbul: Scala Basım, Yayım, Tanıtım. Oktar, Suat (1990). Merkez Bankalarının Bağımsızlığı, İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Ongun, M. Tuba (1986). Türkiye'nin Ödemeler dengesi Sorunları (19701979), Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Ordu, Metin (2008). Ödemeler Bilançosundaki Dengesizliklerin Ekonomik Gelişme Üzerine Olan Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta. Orhan, Osman Z. ve Erdoğan, Seyfettin (2002). Para Politikası, İstanbul: Avcılar Ofset. Orhan, Osman Z. ve Erdoğan, Seyfettin (2007). Para Politikası, Ankara: Yazıt Yayın Dağıtım Öçal, Tezer ve Çolak Ö. Faruk (1999). Finansal Sistem ve Bankalar, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Önder, Timur (2005). Para Politikası: Araçları, Amaçları ve Türkiye Uygulaması, Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Ankara. 324 Özbek, Önder (2007). Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Sorunu ve Türkiye İncelemesi, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Özcan, Serkan (2006). Para Politikası Tercihleri ile Finansal İstikrar Arasındaki İlişki, Enflasyon Hedeflemesi Politikasında Finansal İstikrar ve Türkiye Analizi, Uzmanlık Tezi, TCMB Bankacılık ve Finansal Kuruluşlar Genel Müdürlüğü, Ankara. Özkan, Hatice (2006). Dış Borçların Sürdürülebilirliği ve Türkiye Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. Öztürk, Nurettin ve Durgut, Dilek (2011). Faiz Oranlarının Belirleyicileri: Türkiye İçin Ampirik Bir Analiz. Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, cilt:3, (11), 124. Parasız, İlker (1998). Para Politikası Türkiye Uygulaması, (5. Baskı), Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. Parasız, İlker ve Bildirici, Melike (2003). Finansal Makro Ekonomi (1. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. Parasız, İlker (1992). Para Banka ve Finansal Piyasalar, (4. Baskı), Bursa: Ezgi Kitabevi. Parasız, İlker (1993). Makro Ekonomi, Bursa: Ezgi Kitabevi. Parasız, İlker (2003). Para Teorisi ve Politikası, Türkiye Uygulamaları (6. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. Parasız, İlker (2005). Para Banka ve Finansal Piyasalar, Bursa: Ezgi Kitabevi. Parasız, İlker (1996). Uluslararası Para Sistemi (3. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. Parkin Michael, Melanie Powell and Matthews, Kent (2000). Economics (4th Revised Edition). Addison Wesley Financial Times Prentice Hall Paya, Merih (2002). Para Teorisi ve Para Politikası (3. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi. 325 Pirimoğlu, Baki (1990). Para Politikası, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Rodrigues, Jason (2009). The Bank of England: A Brief History, Key Moments in The Development of The Second Oldest Central Bank in The World. The Guardian 8 January. http://www.guardian.co.uk, e.t.:15.01.2013 Saatcioğlu, Cem, (a)İstanbul SMMM Odası Arşivi, Devalüasyon ve Etkileri. archive.ismmmo.org.tr. Saatcioğlu, Cem,(b) İstanbul SMMM Odası Arşivi, Ödemeler Dengesi Ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme, archive.ismmmo.org.tr. Sakal, Mustafa (2003). Türkiye’de Mali Disiplin Sorunu: Kamu Açıkları ve Borçlanmanın Sürdürülebilirliği, 1988-2000 Dönem Analizi (1. Baskı). Ankara: Gazi Kitabevi. Salvatore, Dominick (1995). International Economics (5th Edition). New York: Prentice Hall. Saparbay Kızı, Şayırgül (2007). Kırgızistan’da Dış Borçlanma ve Dış Borç Yönetim Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bişkek. Sarı, Müslim, Dış Borç Yönetimi ve Türkiye Uygulamaları, Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Ankara. Savaş, Vural (1982). İktisat Politikasına Giriş (2. Baskı). İstanbul: Ar Yayın Dağıtım. Seiber, Marilyn J. (1982). İnternational Borrowing By Developing Countries, New York: Pergamon Press. Serin, Vildan (1987). Para Politikası: Tarihi, Teorik Gelişmeler ve Türkiye Uygulaması, İstanbul: Fatih Yayınevi. Sert, Gülşah (2005). Ekonomik İstikrara Yönelik Para Politikası Stratejileri:1990-2003 Dönemi Türkiye Analizi, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir. 326 Seyidoğlu, Halil (2003). Uluslararası İktisat Teori, Politika ve Uygulama, (Geliştirilmiş 15.Baskı). İstanbul: Güzem Can Yayınları Seyidoğlu, Halil (2003a). Uluslararası Finans (4. Baskı). İstanbul: Güzem Can Yayınları No: 19. Seyidoğlu, Halil (2003b). Uluslararası İktisat Teori, Politika ve Uygulama, (15. Baskı). İstanbul: Güzem Can Yayınları No: 20. Seyidoğlu, Halil (2009). Uluslararası İktisat Teori Politika ve Uygulama, (Geliştirilmiş 17. Baskı). İstanbul: Güzem Can Yayınları No: 24. Sheila, C. Dow (2005). Axioms and Babylonian Thought: A Reply. Journal of Post Keynesian Economics, 27 (3), 385-391. Sodersten, Bo (1984). International Economics, London: Macmillan Publishers Ltd. Stalder, Felix (2001). Making Money: Notes on Technology as Environment, Ph.D. Thesis, University of Toronto, Canada. TCMB (2007). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Ödemeler Dengesi istatistikleri Tanım ve İlkeleri ile Türkiye Uygulaması http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 13.03.2013 TCMB, (2007). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Enflasyon Raporu, (2007-IV, Ekim), http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 09/ 11/ 2007. TCMB, (2008a). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 2009 Yılında Para ve Kur Politikası, Basın Duyurusu, (16 Aralık), http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 05/ 02/ 2009. TCMB, (2008b). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara, http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 26:/03/2013. TCMB, (2009). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara, http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 27:/03/2013. TCMB, (2010). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara, http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 27:/03/2013 327 TCMB, (2011). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara, http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 26:/03/2013. TCMB, (2012a). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Basın Duyurusu (Sayı 2012-95). TCMB, (2012b). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bülten (Sayı 26). Ankara. www.tcmb.gov.tr, e.t: 05,02,2013. TCMB, (2012c). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 2013 Yılı Para ve Kur Politikası, Ankara. TCMB, (2012d). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yıllık Rapor, Ankara, http://www.tcmb.gov.tr, e.t: 26:/03/2013. Telatar, Erdinç (2002). Fiyat İstikrarı, Ne? Nasıl? Kimin İçin, İmaj Yayınevi, Ankara: İmaj Yayınevi. Telman, Turgut Ö. (1994). Merkez Bankalarının Bağımsızlığı, İstanbul: Güray Matbaası Yayınları. Tiryaki, S. Tolga (2002). Cari İşlemeler Hesabına Çeşitli Yaklaşımlar, Sürdürülebilirlik ve Türkiye Örneği, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Araştırma Genel Müdürlüğü Çalışma Tebliğ No: 8. Togan, Sübidey ve Berument Hakan (2011). Cari işlemler Dengesi, Sermaye Hareketleri ve Krediler. Bankacılar Dergisi, 78, 4-10. Tokel, Dilek (2011). Para Politikası ve Faiz Kararları Arasındaki İlişki: Teorik ve Uygulamalı Yaklaşım, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü, İstanbul. Tuğral, Barbaros (2007). Türkiye Ekonomisinde Ödemeler Dengesi Açıklarının Kaynakları ve Ödemeler Dengesi Politikaları, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli. Ulusoy, Ahmet (2004). Devlet Borçlanması (2. Basım). Trabzon: Üçyol Kitabevi. 328 Ural, Mert, Para Teorisi Ders Notları, www.scribd.com/doc/79592268/Ppt56 Erişim Tarihi: 25.02.2013 Urgancı, Hikmet (1982). Para ve Banka, Adana: Önder Matbaası. Wong, Chorng-Huey (1992). Reform of Monetary Policy Instruments, Finance and Development, IMF Working Papers, IMF Central Asian Department. Woodford, Michael (2002). Financial Market Efficiency and the Effectiveness of Monetary Policy. FRBNY Economic Policy Review, May. World Bank (2005). Fiscal Sustainability in Theory and Practice: a Handbook (1st Edition). Washington: World Bank Publications. Yakupoğlu, Alper (2011). 2002-2009 Yılları Arasında Merkez Bankası Parası ve Alt Kalemlerin Analizi, Maliye Finans Yazıları, Yıl:25, Sayı:90. Yalta, A. Yasemin (2011). Para Teorisi ve Politikası Ders Notları, Türkiye Bilimler Akademisi Açık Ders Malzemeleri Projesi, Ankara. http://www.acikders.org.tr Erişim Tarihi: 10.04.2013. Yardımcı, Pınar (2006). Merkez Bankası Bilanço Kalemlerinin Para Politikalarını Yönlendirmedeki Rolü. Selçuk Üniversitesi Karaman İİBF Dergisi,164 Yılmaz, Salih (1992). Dış Borçlar ve Ekonomik Etkileri, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Yiğitbaş, Şehnaz B. (2009). Gelişen Piyasa Ekonomilerinde Alternatif Para Politikası Stratejileri, Türkiye Ekonomisi Açısından Bir Değerlendirme. Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 213-214. Yücesan, Mesut (2011). Türkiye'nin Dış Borçlarının analizi ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa. Yükseler, Zafer (1998). Makro Ekonomik Hesaplar ve Ödemeler Dengesi, Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara, www.kalkinma.gov.tr Erişim Tarihi: 08.03.2013. Zıllıoglu, Osman (1984). Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Sorunu. Anadolu Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Eskişehir. 329 330