B-DIŞ SEBEPLER 1. Osmanlı Devleti'nin Jeopolitik Konumu Osmanlı Devleti'nin sahip olduğu coğrafya, tarih boyunca gerek ekonomik değeri, gerekse jeopolitik ve jeostratejik değeri dolayısıyla dünya milletlerinin cazibe merkezi olmuştur. Nice millet bu coğrafyaya hâkim olmuş burada devlet kurup medeniyet tesis etmiştir. Osmanlı Devleti'nin hükümran olduğu saha, bilhassa Anadolu, geçmişte olduğu gibi günümüzde de üzerinde ve yakın çevresinde dünya güç dengesini etkileyecek düzeyde, sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarına sahne olan, hassas bir coğrafi konuma sahip bulunmaktadır. Bu konumu ile bu topraklar; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının teşkil ettiği dünya adasının merkezi durumundadır. Ayrıca bu bölgeler arasında geçişi sağlayan başta Akdeniz ve Ortadoğu'nun doğu-batı ve kuzey-güney esas mihverleri üzerinde bir köprü özelliğine sahiptir. Dolayısıyla dünya güç merkezlerinin her türlü çatışmalarında (fiziki, sosyal, ekonomik) kullanacakları güzergâhlar Osmanlı topraklarından geçmektedir; Atlas okyanusundan başlayan karayolları, Anadolu yarımadası üzerinden geçerek Hint Okyanusu ve Büyük Okyanus kıyısına kadar ulaşmaktadır. Demiryolları içinde aynı şeyler söz konusudur. Osmanlı Devleti'nin merkez noktasını günümüz Türkiye Cumhuriyeti coğrafyası oluşturmaktadır. Bu coğrafya tarih boyunca önemini korumuştur. Türkiye'nin coğrafi konumunun bu ehemmiyeti ona dünya güç merkezleri için mutlak kontrol ve elde bulundurulması gerekli bir hedef olma niteliğini kazandırmaktadır. Ayrıca bu bölgelerin Marmara Denizi ve boğazlara sahip olması dolayısıyla Doğu Akdeniz ve daha ileride Basra Körfezine kadar hükmetmede daima avantaja sahip olması değerini daha da artırmaktadır. Hâlihazırda dünyanın en önemli petrol rezerv ve çıkarım alanlarına (Hazar ve Ortadoğu) yakınlığı yanında bu petrollerin nihai tüketim merkezlerine ulaşmasında kullanılacak yolların kontrolü de önemli ölçüde Türkiye'nin hâkimiyeti altındadır. Ancak dünya genelinde askeri, ekonomik ve siyasi olaylar bakımından coğrafi ve jeopolitik konumun getirdiği avantajlar yanında dezavantajların olduğu da unutulmamalıdır. Türkiye'nin içerisinde bulunduğu sorunların kökenine inildiğinde, Türkiye'nin bölgede söz sahibi bir güç haline gelmesini önlemek amacı güden ve bölgede menfaati olan ve bu menfaatlerini uzun vadede korumak isteyen güçlerin olduğu anlaşılacaktır. 2. Coğrafi Keşifler Ortaçağın sonları ile yeniçağın başlarında Osmanlı Devleti karşısında pek bir varlık gösteremeyen Avrupa, coğrafi keşiflerle beraber yepyeni bir dönemin içerisine girmiştir. Keşfedilen yeni topraklar ve yeni coğrafyalar Avrupa insanının ufkunu açmış dünya görüşünü değiştirmiştir. Yeni topraklarda bir yandan yerleşip kendilerine yurt edinirken öbür yandan buralarda ele geçirdikleri zenginlik kaynaklarını ülkelerine taşımaya başlamışlardır. Açık denizlerden gelen bu servet onları kısa zamanda geliştirip güçlendirmiştir. Ezeli rakipleri Osmanlı Devleti karşısında önemli bir kuvvet kazanan Avrupa devletleri, Reform ve Rönesans hareketlerinin getirdiği yenileşme ve güç kazanma süreci ile beraber baş edilmesi mümkün olmayan bir düşman haline gelmişlerdir. Osmanlı Devleti açık denizlerdeki bu servetten istifade edememiştir. Sömürge esasına dayanan bu açılım Osmanlı Devleti'nin sahip olduğu temel değerlerle çatışmıştır. Bütün bunlarla birlikte Coğrafi keşifler sonucunda özellikle Ümit Burnu'nun bulunması Doğu-Batı ticaretinin yapıldığı İpek ve Baharat yollarının önemini yitirmesine sebep olmuştur. Bu durum da Osmanlı Devleti'nin ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir. 3. Reform ve Rönesans Hareketleri Reform: Kelime anlamı yeni şekil, ıslah etmek, yeniden düzenlemek demektir. Tarihsel anlamı itibariyle Ortaçağ Avrupası'nda din alanındaki muhalefet hareketidir. Bu olayda kilisenin maddi ve manevi egemenliğine ve bunun sınır tanımaz etkinliğine karşı oluşan dini-elit muhalefeti Martin Luther temsil etmiştir. Luther, Katolik Kilisesinin dogmalarına karşı reform istiyordu. Bu mücadelesindeki savunduğu düşünceler Protestan Kilisesini doğurdu. Ortaçağlar boyunca kilise baskısı ve skolâstik görüşler yüzünden karanlık bir devir yaşayan Avrupa reform hareketleri ile beraber bu baskıdan önemli ölçüde kurtulmuştur. Rönesans: Önce İtalya'da başlayıp giderek yayılan Rönesans kelime anlamı olarak "yeniden doğuş" demektir. Rönesans'ın Ortaçağ'a inat dinsel konularda bile insanı merkez olarak almak, dünyayı, dünya gerçeklerini değerlendirmek ve Eski Yunan sanatına dönmek, köklerini orada bulmak gibi nitelikleri vardı. Latince önem kazandıkça eski eserler gün ışığına çıkıyordu. Rönesans, Ortaçağ ile modern dünya arasında bir basamak oldu. Avrupa toplumu bu dönemde yeni bir uyanış ve yükseliş hamlesi başlatmıştır. Matbaanın yaygın bir şekilde kullanılmasıyla bilimsel düşünce yaygınlaşmış ve pozitif bilimler hızla gelişmiştir. Bu bilimsel gelişmeler, yeni tekniklerin üretilmesine sebep olmuş ve ait olduğu toplumlara büyük güç kazandırmıştır. Buna karşın kendine aşırı güvenen Osmanlı Devleti bu gelişmeleri pek ciddiye almamıştır. 4. Sanayi Devrimi Sanayi Devrimi, XVIII. yüzyılın ortalarında başlayıp, XX. yüzyılın başlarına kadar süren uzun bir dönemi içerir. Bu dönemde Batı Avrupa'da meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler neticesinde, buhar gücüyle çalışan makineler endüstrinin birçok alanında kullanılmaya başlanmıştır. Bu süreçte üretim tekniklerinde meydana gelen gelişmeler ve ilerlemeler Avrupa'yı hızla zenginleştirmiştir. Büyük fabrikalarda yapılan üretim, mamul madde miktarını arttırmış ve iç pazarlar bu üretimi tüketmeye yetmez olmuştur. Üretim fazlasını ihraç etmek zorunda olan sanayileşmiş devletler kendilerine yeni sömürge alanları aramaya başlamıştır. Avrupa sanayisinin seri üretilen ve ucuza mal edilerek ihraç edilen malları karşısında, Osmanlı sanayisinin el tezgâhlarına dayanan üretimi rekabet edememiştir. Bu durumda yerli tüccar ve sanayici, geri teknoloji ve yüksek maliyet ve ağır vergi şartları karşısında, daha fazla dayanamamış ve bir kısmı iflasa sürüklenirken birçoğu da işletmelerini kapatmak zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti, Avrupa'daki bilimsel ve teknolojik gelişmelerin uzağında kaldığı gibi zamanla Avrupa devletlerinin, ucuz yolla hammadde temin ettikleri ve ürettikleri malları geniş imtiyazlarla pazarladıkları bir ülke haline gelmiştir. Dolayısıyla gelişmiş Avrupa sanayisi ile rekabet şartlarını yitirmiş olan Osmanlı sanayisi hızla bir çöküş süreci içerisine girmiştir. Bu durum Osmanlı Devleti'ni ekonomik ve mali açıdan çöküntüye sürüklemiştir. 5. Fransız inkılâbı 14 Temmuz 1789'da başlayan Fransız İnkılâbı (Devrim) devlet ve toplum hayatında önemli değişikliklere neden olmuştur. İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi, bütün insanların özgür ve eşit olduklarını bildirmekteydi. Zira Devrimin parolası özgürlük, eşitlik ve adaletti. Devrimin ortaya koymuş olduğu düşünce akımları, siyasal, sosyal, ekonomik, askeri alanlarda getirdikleri ve bunların etkileri ile günümüze kadar dünya ölçüsünde büyük değişikliklerin ve gelişmelerin meydana gelmesine yol açmıştır. Osmanlı Devleti 1789'da Fransız Devrimi başladığında, diğer Avrupa devletlerinde olduğu gibi, gelişmelere Fransa'nın bir iç sorunu olarak yaklaşmıştır. Osmanlı yöneticileri, İmparatorluk sınırları içinde yaşayan Fransız vatandaşlarının coşkulu kutlamalarına da kayıtsız kalmışlardır. Ancak Devrimden sonra ortaya çıkan özellikle Milliyetçilik hareketleri Osmanlı Devleti için büyük bir sıkıntı kaynağı oldu. Çok uluslu bir yapıya sahip olduğundan, ayrıca azınlıkların Hıristiyan kökenli olmasından dolayı onları Osmanlı yapısı içinde tutmak çok zor oldu. Nitekim bu ideolojiden öncelikle Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'nın ideolojik etkilerine en açık durumda olan ve Avrupa'nın arka bahçesi olarak nitelendirilen Balkanlar coğrafyası etkilendi. Daha sonra da tüm Arap coğrafyası bu sürece dâhil oldu. 6. Şark Meselesi ve Haçlı Taassubu 1071 yılında Hıristiyan Batı âlemine karşı kazanılan ilk zaferden sonra Türkler Batı'daki ilerlemelerini altı asır daha devam ettirdiler. İşte bu altı asırlık mücadele de sürekli mağlup olan ve savunma durumunda olan Hıristiyan âlemi Türklerin ilerlemesini durduramamış ve bu mücadele Şark Meselesinin temelini oluşturmuştur. Zamana ve mekâna bağlı olarak ortaya çıkan ve değişik şekillerde tarif edilen Şark Meselesi'nin temelinde Hıristiyan-Türk veya Avrupa -Türk münasebetleri yatmaktadır. Bu itibarla Şark Meselesi'nin özü Batılı emperyalist devletlerin Osmanlı Devleti'ni parçalama ve paylaşma politikalarıdır. Avrupa devletlerinin Türk düşmanlığının kökeni kavimler göçüne kadar dayanır. Sonraki dönemlerde de bu düşmanlık duygusu haçlı seferleri şeklinde kendini göstermiştir. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti'ne karşı da aynı duygularla hareket etmiş, Osmanlı karşısında aldığı mağlubiyetleri ise hiçbir zaman hazmedememiştir. Bunun sonucu olarak 1683 II. Viyana bozgunundan sonra Kutsal İttifak kurulmuş ve Osmanlı Devleti'ne karşı birlikte mücadele etmeye başlamışlardır. 7. Büyük Devletlerin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri Osmanlı siyasi literatürüne "Düvel-i Muazzama" olarak geçen büyük devletler; İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, ABD, İtalya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğudur. Bu devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki emelleri şöyledir: a) İngiltere'nin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri Türklerin İngilizler ile ilk karşılaşmaları Haçlı Seferleri ile başlar. İngilizler, Osmanlı Devleti üzerine Haçlı Seferleri'ne katılarak Niğbolu'da Türklerle savaşmışlardır. Görüldüğü gibi Türk-İngiliz ilişkileri düşmanca başlamıştır. Bu düşmanlığın sebebi, büyük ölçüde din farklılığıdır. 1453'te İstanbul'un Türkler tarafından fethi üzerine, Papanın çağrısı ile İngilizler Türklerle olan ticari ilişkilerini kesmişlerdir. XVI. yüzyılın ortalarında İngiliz-İspanyol rekabeti, İngilizleri Türklerle yaklaştırmış ve İngilizler XVII. yüzyıl boyunca İspanya-Fransa ve Portekiz ile olan sömürgecilik rekabeti ve Türkiye'deki karlı ticaret sebebiyle Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiştir. Bu iyi ilişkiler XVIII. yüzyılın sonuna değin devam etmiştir. XIX. yüzyılda ise İngiltere, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü savunan bir politika izlemesi Hindistan meselesi ile ilgilidir. İngiltere ancak kendi etkisi altındaki bir Osmanlı Devleti sayesinde, en önemli sömürgesi olan Hindistan'a uzanan yolları güven altında tutabilirdi. Fransa'nın 1798'de Mısır'a saldırması, Rusya'nın boğazlara hâkim olma arzusu İngilizleri, Hindistan'a giden ve Osmanlı egemenliğinde olan yolları, bu güçlü devletlere kaptırmaktansa, kendisinin yardımıyla güçlenecek bir Osmanlı Devleti'ne bırakmaya zorlamıştır. Osmanlı Devletini yardımlarıyla Rusya'ya ve Fransa'ya karşı ayakta tutmaya çalışan ingilizler, bunun karşılığı olarak da Osmanlı Devleti'ni pazar olarak kullanmışlardır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı Osmanlı Devleti'nin kaybetmesi, ingilizleri, Osmanlı Devletine yönelik politikalarını tekrar gözden geçirmeye zorlamıştır. Ayrıca ingiltere'nin Osmanlı Devletine verdiği desteği kesmesinin bir sebebi de XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Almanya faktörüdür. Osmanlı Devleti'nin bir türlü güçlenemediğini, kendi bağımsızlığını koruyamayacak kadar zayıfladığını düşünen ingilizler, Osmanlı Devleti'ne verdiği desteği çekerek, onu yıkma politikalarını uygulamaya koymuşlardır. ingilizlerin bu yeni politikalarını uyguladıklarının iki önemli kanıtı vardır: 1-ingilizlerin 1878'de Kıbrıs'a asker çıkarmaları ve Mısır'ı işgal etmeleri. 2- Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti'nin kurulmasına öncülük etmeleri. b) Rusya'nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri Çar I. Petro ile Rusya dış siyasetinde ilk denizlere açılma politikasını uygulamaya koyulmuştur. Boğazlardan geçerek, sıcak denizlere inmeyi ve Rusya'yı denizlere hâkim bir ülke konumuna getirmeyi hedefleyen Çarlık Rusya'sı, XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti aleyhinde bir büyüme ve gelişme göstermiştir. XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti henüz Rusya'ya karşı koyabilecek güçtedir. XIX. yüzyılda iyice zayıflayan ve Rusya'ya karşı tek başına mücadele edemeyecek duruma düşen Osmanlı Devleti, bu yüzyılda da Rusya ile çıkarları çatışan ingiltere, Fransa, Avusturya gibi ülkelerle zaman zaman işbirliğine giderek bu güçlü düşmanına karşı varlığını koruyabilmiştir. c) Fransa'nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri Türk-Fransız ilişkileri de Haçlı Seferleriyle başlamıştır. ingiltere'nin Osmanlı toprakları üzerindeki en önemli emeli, Orta Doğu'yu özellikle de Suriye ve Lübnan'ı ele geçirebilmektir. Fransa özellikle Tanzimat sonrası kültürel alandaki Batılılaşma çalışmalarımızda toplumumuz nazarında model bir ülke olmuştur. Ancak bütün bunlar Fransızların, Osmanlı Devleti aleyhindeki politikasını değiştirmemiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarının itilaf Devletleri arasında paylaşımı gayesiyle yapılan gizli antlaşmalara Fransa da katılmış ve kendisine büyük bir pay verilmiştir. d) Avusturya-Macaristan'ın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri Bu devlet de yükselme döneminden itibaren Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki en büyük rakibidir. XVI. ve XVII: yüzyıllarda Osmanlı Devleti, Avusturya'ya üstünlüğünü kabul ettirmiştir. 1683 yılında Osmanlı Devleti'nin Avusturya karşısında uğradığı Viyana bozgunu ile Osmanlı karşısında güçlü duruma geçmiş, zaman zaman Rusya ile ortak hareket ederek Osmanlıyı Avrupa'dan atmaya çalışmıştır. Daha sonra dikkatini Balkanlar üzerine yoğunlaştıran Avusturya, bu bölgeden Ege'ye uzanmak istemiştir. Bu dönemde benzer emeller taşıyan Rusya ile Balkanlar'da menfaatleri çatışan Avusturya, 1908'de Bosna-Hersek'i Osmanlı Devleti'nden almıştır. Bundan sonraki siyasi ve askeri olaylarda Avusturya, Almanya ile birlikte hareket etmiş, onun adeta tabii müttefiki olmuştur. Bu yüzden de Avusturya, I. Dünya Savaşı'nda Almanya ve Osmanlı Devleti ile aynı ittifakın içinde yer almıştır. I. Dünya Savaşı sonunda Avusturya-Macaristan da Osmanlı Devleti gibi parçalanmıştır. e) Almanya'nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri 1871'de Prusya'nın önderliğinde Millî birliğini tamamladıktan sonra, takip ettiği siyasi ve iktisadi politikalar sayesinde Avrupa'nın en güçlü devletlerinden biri olmayı başaran Almanya'nın Osmanlı Devleti ile doğrudan sınır komşuluğu yoktur. Bu nedenle Almanya'nın, Osmanlı topraklarını ele geçirmeye yönelik politikası olduğu söylenemez. 1878'de ingiltere'nin, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını sona erdirmesi ingiliz donanmasını Basra Körfezi'nde kontrol altında tutmak isteyen Almanya'nın, Osmanlı Devleti'ne yakınlaşmasına neden olmuştur. Almanya bu sayede hem Türk topraklarından geçerek, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu'na kadar olan toprakları, ingiliz imparatorluğu'nun sömürge yollarını kontrol etme imkânını elde ediyor, hem de Osmanlı Devleti'nden ekonomik ve siyasi çıkarlar sağlamayı hedefliyordu. Bu ilişkiler çerçevesinde Berlin-istanbul-Bağdat demiryolu projesinin yapılmasına başlanmış, bu proje ingilizleri oldukça rahatsız etmiştir. Türk-Alman yakınlaşması I. Dünya Savaşı sırasında da sürmüş Osmanlı Devleti gücüne hayranlık duyduğu Almanya'nın yanında yer alarak, I. Dünya Savaşı'nın bitimi ile tarihi ömrünü tamamlamıştır. f) İtalya'nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri İtalya da Almanya gibi Millî birliğini XIX. yüzyılın ikinci yarısında tamamlamış bir devlettir. Sanayileşmesini tamamlayamadığı için, şansını Osmanlı topraklarında denemek istemiştir. Bu doğrultuda hareket eden İtalya, Osmanlı egemenliğindeki Trablusgarp ve Bingazi'yi sömürge olarak kullanabilmek amacıyla 1911'de Osmanlı Devleti'ne savaş açmış, bu topraklara asker çıkarmıştır. Ardından Rodos ve 12 Adayı işgal etmiştir.1912'de Trablusgarp Savaşı sonucunda imzalanan Qundy (Uşi) Antlaşmasıyla, İtalya hedefine ulaşmış, Trablusgarp ve Bingazi'yi kendi sömürgesi yapmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Devleti karşısında İtilaf Devletleri safında yer alan İtalya, Türk topraklarının paylaşımını öngören gizli antlaşmalara katılmış, kendisine İzmir'in verilmesi benimsenmiştir. Ancak Paris Barış Konferansı kararıyla İtalyanların yerine İzmir'e Yunanlıların çıkartılması, İtalyanları İtilaf Devletlerine kırgın hale getirmiştir. Bu yüzden İtalyanlar, Kurtuluş Savaşı'nda diğer devletler gibi karşı tavır almamışlardır. g) ABD'nin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri İlk Amerikan Konsolosluğu 1824'te İzmir'de açılmış, başlangıçta kültürel amaçlara yönelik olan ABDOsmanlı ilişkileri giderek ekonomik alana yönelmiş ve 1830'da ABD ile bir ticaret antlaşması imzalanmıştır. Dış politikasında 1823'te kabul ettiği Monroe Doktrini'ni uygulayan ABD kendi kıtası dışında olanlarla pek ilgilenmemiştir. Ancak Monroe Doktrini'nin varlığına rağmen, ABD zaman zaman başka ülkelerin sorunlarına karışmış (Örneğin: Ermeni Meselesi)bu da iki ülke arasındaki ilişkilere bazen gölge düşürmüştür. Amerika'nın Türkiye ile ilgili dış politikası, I. Dünya Savaşı'nın ardından ağırlık kazanmıştır. ABD Başkanı Wilson Barış Prensipleri'nin 12. maddesi, Osmanlı Devleti ile ilgilidir. Ancak Türklerin lehine olan bu madde diğer devletler tarafından uygulanmamıştır.