İnsanın yeryüzünde belirmesinin ve ilk aletin yapılmasının

advertisement
1
ĠLKÇAĞ’DAN ORTA ÇAĞ’A
TIP TARĠHĠ
Prof. Dr. Arın Namal
Amaç:
* Tıbbın tarihini öğrenmenin, tıp uygulamaya yararını açıklamak
* Prehistorya ve Erken Yüksek Kültürlerde tıp uygulamalarını tanıtmak
*Roma ve Bizans Uygarlıklarındaki tıp uygulamalarını tanıtmak
*Orta Çağ tıbbının karakteristiklerini tanıtmak
*Avrupa‟da Tıp Fakültesi ve Üniversitelerin öncü örneklerinin kısa tarihçelerine değinmek
Öğrenim Hedefleri:
*Öğrenci, tıp tarihi öğrenmenin tıp uygulamalarına yararını açıklayabilmeli,
* Ġnsanlık tarihine ait en uzak geçmiĢte tıp uygulamalarının neler olduğu hakkında bilgi sahibi
olmalı,
* Roma ve Bizans Uygarlıklarındaki tıp uygulamalarının özelliklerini tanımlayabilmeli,
*Orta çağ tıbbının karakteristiklerini tanımlayabilmeli,
*Avrupa‟da ilk Tıp Fakültesi‟nin ve ilk üniversitelerin kuruluĢlarını açıklayabilmeli
“Eğer hekimlik
basit bir sanat derecesine düĢmek istemiyorsa,
kendi tarihi ile ilgilenmelidir.”
E. Littré
NEDEN TIP TARĠHĠ?
Tarih, toplumların yaĢamını, kültürünü, zaman ve yer göstererek inceleyen bir bilimdir.
Doğrudan gözlem ve deney yapma olanağının bulunmaması, tarihin bilim olma özelliğine
gölge düĢürmez. Tarihçi, retrospektif (geriye dönük) bakıĢ açısına, bir tür a posteriori
(sonradan) gözlem olanağına sahiptir. Tarihsel bilgiyi toplayıp, ayıklayıp, düzenleyerek,
geçmiĢe olabildiğince yakın bir model oluĢturmaya çabaladığı bu etkinliğinde objektif olma,
neden-sonuç iliĢkisini açıklamaya çalıĢma sorumluluğu taĢır. Özetle,
-Tarih bilgisi, bizlere retrospektif bakıĢ açısı kazandırır.
-Tek tek bir dizi olayın içinde sonucu belirleyenleri ayırdedebilmenin önemini kavratır.
-Sentez yeteneğini geliĢtirir.
-Tıbbın sosyal boyutu hakkında doğru bir fikir edinebilmemizi sağlar. Ġlerlemelerin,
toplumsal koĢullara bağlılığını gösterir.
-Tıp tarihine eğilen hekim, mesleğinin binlerce yıllık geleneğini, bu gelenek üzerinde
Ģekillenen toplumun beklentilerini daha iyi kavrar.
Bilimsel yöntemin devreye girdiği 19. yy. ortalarına kadar tıbbın tarihi, tıbbın ta kendisiydi.
Tıp öğrenimi klasik eserlerin incenilmesi, adeta ezberlenmesine dayandırılıyordu. Bu tarihten
sonra klasik eserler, eğitim materyali olmaktan çıktı, tarihçilerin araĢtırma alanlarına girdi.
GELĠġME
SÜREKLĠDĠR...
YARIN,
BUGÜN
KESĠNKES
DOĞRU
BULDUKLARIMIZIN YANLIġLIĞI ORTAYA KONABĠLĠR!..
Biliriz ki dünyada keĢifler ve teoriler birbirini izlemiĢtir. Her yeni teori, bir öncekinin yerine
geçme ve onu geliĢtirme amacı güder. Tarih boyunca bir çok tıbbi ekoller, sistemler ortaya
2
atılmıĢ, bir devrin tıbbi anlayıĢı, ileriki yüzyıllarda gülünç bulunmuĢ, ya da saçmalık olarak
nitelenen bir düĢünce sonraları gerçek kabul edilebilmiĢtir. 20 yıl önce yapılan bir
araĢtırmada, literatürde mide ülseri ile ilgili, tümü kabul görmüĢ ve uygulamaya konulmuĢ 93
teori bulunduğu, 143 tedavi yöntemi denendiği, 287 çeĢit ilaç kullanıldığı saptanmıĢtı. BaĢka
bir çok hastalık için de durum farklı değildir. Tıp tarihi bize, bazı mesnetsiz teorilerin, moda
olabildiklerini de gösterir. Örneğin Sir Thomas Spencer Wells (1818-1897) kadınlarda
overleri bütün hastalıkların sorumlusu ilan etmiĢ, bu iddianın kabul görüĢü üzerine bini aĢkın
kadın sırf profilaktik amaçla ovariotomi operasyonuna tabi tutulmuĢtu. Öyle ki, kendisini
“Ovariotomist” olarak niteleyen cerrahlar türemiĢti.
Tıp tarihi ile ilgilenmek, genç hekime bugün geçerli bilginin mutlak gerçek olmadığı, bugün
geçerli olanın, yarın aĢılacağı, dolayısıyla tarih olacağı konusunda bilinç aĢılar. Bu bilinç,
araĢtırmacılık ruhunu ateĢler.
YERYÜZÜNDE YAġAM VAROLALI BERĠ, HASTALIKLAR DAĠMA YAġAMIN
YOLDAġI OLDU
Ġnsanın 3 milyon yıl önce hayvandan insana geçiĢ evresini tamamladığı, büyüyen beyni ile
insana özgü zekasını geliĢtirme sürecine girdiği düĢünülmektedir. Yazılı tarih ise, insanlığın
sadece son beĢ bin yılından izler taĢımaktadır. Günümüzden yaklaĢık 1.000.000 yıl öncesine
dayanan zaman kesintinin en uzağına ait bilgiler antropolojik, paleopatolojik ve arkeolojik
araĢtırmalarla, son 6-7 bin senelik kısmı da yazılı belgelere dayalı olarak açıklanmaya
çalıĢılmaktadır. 1949 yılında keĢfedilen “14C Yöntemi” çığır açmıĢtır. Karbonun radyoaktif
izotopu, yaĢadıkları müddetçe tüm organizmalar tarafından alınmıĢtır. Bu izotop sabit bir
hızla parçalanıp 5 270 yıl sonra baĢlangıçtaki miktarının yarısına inmektedir. Böylelikle 2 X
5270 yıl, yani 10 540 yıl sonra baĢlangıçtaki miktarın sadece ¼‟ü kalmaktadır. “Yarılanma
Süresi”, bir zamanlar canlı olmuĢ bu varlıkların yaĢını doğru bir Ģekilde belirleyebilmeyi
mümkün kılmaktadır. Bütün bu araĢtırmalar, insanın yeryüzünde varoluĢundan itibaren
hastalıkların da onun yazgısında yer aldığını ortaya koymaktadır. Çok eski zamanlara ait
kemiklerde osteomyelit, kırıklar, artrit, kalça çıkığı, sinüzit, tüberküloz, spina bifida,
infeksiyöz ve paraziter hastalıkların izleri ve çeĢitli türlerde tömörlere rastlanabilmektedir.
Yine kemiklerdeki ve diĢlerdeki izlerinden, anemi, avitaminoz gibi çeĢili kan ve metabolizma
hastalıklarının varlığı belirlenebilmektedir. Bataklıklarda mumyalaĢmıĢ ölüler, daha sonra
Mısır‟da mumyalanmıĢ cesetler üzerinde elektronmikroskobu ile, serolojik ya da gen
teknolojisi kullanılarak araĢtırmalar yürütülebilmektedir.
Paleopatoloji, kurucusu Sir Marc Armand Ruffer (1859-1917)‟a göre, “eski zamanlara ait
bitki ve hayvan kalıntıları üzerinde tespit edilebilen hastalıkların bilimidir.”
Paleodemografi, eski çağlarda yaĢı belirlemeye, göçler, nüfus yapısını açıklamaya yönelik
araĢtırmalar yürütür.
ĠLKEL ĠNSAN TEDAVĠ BĠLGĠSĠNĠ NASIL EDĠNDĠ?
Hayvanların içgüdüleri ile kendilerini iyileĢtirmeye çalıĢtıkları bilinir :
(Hayvan organizması hastalıklı hali aĢmak için, o an en gereken Ģey neyse ona
yönelmektedir.)
-Hayvanlar yaralarını yalayarak temizlerler.
-Su aygırı, tansiyonu çıktığı zaman sırtını kayalara sürterek düĢürmeye çalıĢır.
-Gözlerinde katarakt meydana gelen keçiler, hasta gözlerini çalılara takarak, kendine katarakt
ameliyatı yapmaya çalıĢır.
-Leylekler fazla yemek yediklerinde karınlarında ĢiĢkinlik hissederlerse, gagaları ile
kendilerine lavman yaparak rahatlamaya çalıĢırlar.
3
-Hazımsızlık çeken köpek, bahçedeki otlar içerisinde ayrık otu (chiedent), kabızlık çeken keçi
beyaz çöpleme (ellébore blanc) aramaya çalıĢır.
-Kurt ve çoban köpekleri kusmak istedikleri zaman, kenarları tüylü bitkiler ararlar...
Hayvanların sosyal davranıĢları da ilginçtir. Hasta hayvan bir köĢeye çekilir ve sakin davranır,
özellikle memeliler grubunda türdeĢlerinden destek bekler. KuĢkusuz insanlar, hayvanların
içgüdü ile kendilerini tedavi etmeye çalıĢma yaklaĢımından etkilenmiĢ ve bazı Ģeyleri bu yolla
öğrenmiĢlerdi. Böylelikle ilk insanlar, kendilerinin hem hekimi, hem de eczacısı oldular.
Sancılı yerlerine güneĢte ısıtılmıĢ taĢlar koydular, yaralarına ağaç yaprakları, bitki lifleri
sardılar, kırıklarına ağaç dalları ve çamurdan faydalanarak alçı ve atel yaptılar. KuĢkusuz en
çok kaza, yaralanma ve doğum ile baĢetmeye çalıĢıyorlardı. Zamanla bu tedavi yöntemleri, eli
bu iĢlere daha yatkın insanların eline geçecekti.
İlk hekim, belki de hastanın, sağlıklı insanın yediklerini yiyemediğini, başka
türlü beslenmek ve yaşamak durumunda olduğunu farkeden kişiydi.
SĠGNATUR (ĠġARET) TEORĠSĠ
Ġlk çağ insanları bitkilerden Ģifa umarken, onların Ģekilleri ile hasta organa yarayıĢı arasında
iliĢki durmaya çalıĢtılar:
-Beyne benzeyen cevizin akıl hastalıklarında,
-Sarı sütlü bitkilerin (chelidonium türleri) sarılıkta,
-Yaprakları kalp Ģeklindeki bitkilerin kalp hastalıklarında iyileĢtirici olacağını düĢündüler. Bu
inanıĢ 16. yy.‟da bile etkiliydi. Paracelsus (1490-1541), “Doğa, yarattığı her Ģeyi, orda
gizlemek istediği niteliklerin görüntüsü ile biçimlendirir!” diyordu.
EN ESKĠ CERRAHĠ UYGULAMALAR
1. TREPENASYON: Paleopatolojinin ilgi alanına giren çağlarda uygulanan Trepenasyon,
kafatasında yapay olarak delik açılması iĢlemi olup, dünyanın çeĢitli yerlerinde (Rusya,
Avrupa, Peru, ülkemizde Van Dilkaya Höyüğü‟nde M.Ö. 3000‟lere ait vb.) karĢımıza
çıkmaktadır. 19. yy.‟da Fransız Nörolog Paul Broca (1824-1880), bir çakmak taĢı ile fazla
güçlük çekmeden kafatasının açılabileceğini kanıtlamıĢtır. Trepenasyonlu kafataslarında,
kafatasında çakmaktaĢı, hayvan kemikleri aracılığıyla açılmıĢ delik kenarında kemik oluĢumu
izleri, canlının bu iĢlem ardından yaĢadığını göstermektedir. Bazı kafataslarında,aynı
kafatasının farklı zamanlarda trepenasyon uygulandığı görülmektedir. Paleopatolojik
araĢtırmalar, bu uygulamanın gerçek nedenini açıklayamamıĢtır. Günümüz ilkellerinde de
karĢımıza çıkan bu uygulamada, canlı ya da ölülerin kafataslarından çıkarılan bu kemik
halkaların (rondela), muska olarak kullanıldığı, kafa içinden kötü ruhların çıkması için
uygulanmıĢ olabileceği gibi yorumlar yapılmıĢtır. Modern bakıĢ açısına dayalı yorumlarda
trepanasyonların pratik-terapötik amaçlar taĢıdığı, örneğin artan kafa içi basıncını ortadan
kaldırmaya çözüm olarak düĢünüldüğü zannedilmektedir.
4
Trepane edilmiĢ kafatasları
2. SÜNNET: Günümüzde Müslüman ve Yahudilerce (doğumu takiben 8. günde) yaĢatılan,
Afrika, Avusturalya, Okyanus Adaları yerlileri arasında da uygulanan penis ucundaki derinin,
kızlarda ise klitoris ya da Labia minor‟dan bir parçanın kesilmesi Ģeklinde uygulanan bu basit
cerrahi operasyonun geçmiĢinin 15 bin yıl öncesine dayandığı düĢünülmektedir. Hijyen ya da
sosyal prestij kazanma, cinsel hayata hazırlanma, acıya dayanma, üreme ve bereket tanrılarına
adak gibi nedenler yapılmaya baĢlandığı düĢünülen sünnetin Müslümanlıkta Hz. Ġbrahim ile
baĢladığı, temizlik amacı güden bir gelenek olduğu sanılmaktadır.
3. DOĞUMA YARDIM: Doğuma yardım, güç doğumlara bazı müdahaleler, ölen annenin
bebeğini karnından çıkarabilmek için uygulanan sezaryen de en eski cerrahi uygulamalar
arasında yer alır.
DüĢünce yapıları geliĢtikçe hastalıkları açıklamaya çalıĢan insanlar, açıklayamadıklarını hava
değiĢmelerine, ay ve güneĢ tutulmalarına, gökgürültüsü, yıldız kayması gibi doğa olaylarına
bağlamaya çalıĢmıĢlardı. Kendilerini koruyabilmek için, bazı nesneleri dokunulmaz kabul
etmiĢ (tabu), bazı hayvan ve bitkilere atfettikleri önem ile „totem‟ler yaratmıĢlardır.
Hastalıkların farkedilmesi, hastalıklardan korunma ve tedavi için seremoniler geliĢtirilmesine
neden olmuĢtur. Bu seremonilere günümüz Hintli, Afrikalıları içerisinde halk tababeti
uygulayanlarda, Sibiryalı Ģamanlarda rastlanabilmektedir. Bu seremonilerde tedavi yeminler,
kurban, muska, baĢka semboller ya da fetiĢlerle büyüyü bozma gibi ritüellerle hastalık yapıcı
kötü ruhlar, vücuttan uzak tutulmaya çalıĢılırdı. Bu ritüelleri yöneten kiĢiler bitkilerden,
diyete dayalı ya da fiziksel bazı tedavilerden iyi anlarlar, dans, meditasyon, uyuĢturucu
maddeler aracılığıyla bilinç üzerinde etkili uygulamalarda bulunabilirlerdi.
Bugünün ilkellerinin gözlemlenmesi, hasta insana yaklaĢımda iki temel tutum bulunduğunu
ortaya koymuĢtur. Bir çok kabile, güçten düĢmüĢ üyesine iyi bakmakta, beslemekte, bağıĢta
bulunarak onu Ģifavericiye tedavi ettirmeye çalıĢmaktadır. Yiyecek sıkıntısı, hastalığın
bulaĢması gibi korkulara kapılan bazı kabilelerin hastalarına bakmaya pek yanaĢmadıkları,
5
ama onlar için acı duydukları ve onları yücelttikleri de gözlemlenmiĢtir. Bu nedenle, hastalara
bakmanın uygarlığın ölçütü olduğu iddia edilemez.
ERKEN YÜKSEK KÜLTÜRLER
Oldukça az bilgiye sahip olunan insan geliĢiminin en erken evrelerine ait dönemi, Erken
Yüksek Kültürler izler ve onlara ait süreç ile “Yazılı Tarih” baĢlar. Yazının icadı,
uygarlıkların geliĢmesinde çok önemli bir rol oynamıĢ, varolan tıbbi bilgiler de kayda
geçirilmeye baĢlanmıĢtır. Kayda geçirilenler, zamanın sosyal yaĢamının merkezi niteliğindeki
tapınaklarda korunuyor, tapınaklarda görevli ve okuma-yazma bilen rahipler bu bilgileri
öğrenme ayrıcalığına da kavuĢuyorlardı. Yazılı kaynaklar yanında sanatsal yapıtlar da, bu
dönem hakkında bilgi kaynağıdır. YaĢamsal zorluklarla bir arada baĢedebilme arayıĢı ile ayrı
topluluklar oluĢmasıyla ortaya çıkan eski yüksek kültürlerin, nehir boylarında
(Mezopotamya‟da Fırat (Euphrat) ve Dicle (Tigris), Mısır‟da Nil, Hindistan‟a Ġndus ve Çin‟de
Huangho) geliĢtikleri görülür. Yunanistan Yarımadası‟ndaki Miken Uygarlığı, Orta
Amerika‟daki uygarlıklar, And dağlarındaki Peru Yüksek Medeniyeti de, bu döneme ait
tabloda göze çarpar. Ġnsanlık tarihinde artık, köy, Ģehir, devlet yapılanmasının oluĢtuğu bir
süreç yaĢanmaya baĢlamıĢtır.
MEZOPOTAMYA UYGARLIĞI
Yunanca bir isim olan Mezopotamya, “iki nehir arasındaki ülke” (doğuda Fırat, batıda Dicle)
anlamına gelmektedir. Mezopotamya kültürü, tüm Akdeniz kültürünü, bunun içerisinde
Yunan kültürünü de etkilemiĢtir. Mezopotamya kültürü tarihi, 19. yy.‟dan itibaren Ön
Asya‟ya odaklanmıĢ arkeolojik araĢtırmalarla gün ıĢığına çıkarılmıĢtır. Arkeolojik buluntular
içerisinde yer alan binlerce kilden yapılmıĢ çivi yazılı tablet, dönem tıbbına da ıĢık
tutmaktadır. Mezopotamya‟nın güneyinde M.Ö. 3 000 yıllarında SÜMER‟ler bulunuyordu.
Sümerler daha sonra AKAD istilasına uğradılar. Mezopotamya uygarlığı, merkezi yönetim ile
karakterizeydi. Merkezi yönetim, yazıĢma gereksinimi doğuruyordu. Sümerler önce Mısırlılar
ve Çinliler gibi, resimlerden oluĢan bir yazı kullanmıĢlar, bu yazı giderek iĢaretlere dönüĢerek
sadeleĢmiĢti. Sümerler ve Akadların kulladığı bu yazı M.Ö. 2000‟lerde onları izleyen BABĠL
ve ASUR‟lulara devroldu. M.Ö.7-6. yy.‟larda kil tabletler üzerine yazılmıĢ, hastalıkları
gruplandıran ve tedaviler öneren tablet serileri Asur Ġmparatoru Assurbanipal‟in (M.Ö.669627) kütüphanesinde toplanmıĢtı (Bu tabletlerin önemli kısmı Istanbul Arkeoloji Müzesi‟nde
bulunmaktadır). Sayısız çivi yazılı tablet ve taĢ sütunlar, ancak 19. yy.‟ın ikinci yarısında
deĢifre edilebildi. Kil tabletlerin deĢifre edilmesinden önce, Mezopotamya‟da uygulanan tıp
hakkında Yunan ve Mısır kaynakları üzerinden bilgi edinilebiliyordu.
Babil Kralı Hammurabi (M.Ö.1792-1750) zamanında Mezopotamya Hukuku bir kodekste
toplanmıĢ ve Hammurabi Kanunları adını almıĢtı. 1902 yılında Fransızların Sus Ģehrinde
yürüttüğü bir kazıda bulunan bu sütun (2,25.X 1,65 m.), günümüzde Louvre Müzesi‟nde
sergilenmektedir. Bu kanunların 205-223. maddeleri, ameliyatlardan, kemik kırıklarının
iyileĢtirilmesinden hekimin alacağı ücreti belirleyip, ameliyat esnasında hasta ölürse hekime
verilecek cezayı da açıklıyordu.
Babil-Asur tıbbında Tanrı‟nın cezası olarak cinlerin hastalık yaptığına, bazı doğal nedenlerin
de hastalık yapabildiğine inanılıyordu. Asu bitkileri tanıyor, tecrübeye dayalı olarak tedavi
etmeye çalıĢıyordu. Asipu bu dertler ile ilgili medyumluk yapar, bazı iĢaretlerden hastalığın
gidiĢini anlamaya çalıĢırdı. Prognozu saptamada, rüyaların yorumlanmasına da baĢvurulurdu.
6
Freud‟un psikanaliz anlayıĢı hatırlanırsa, rüyaların yorumunun anlamsız bir çaba olmadığı
anlaĢılacaktır. Ġnsanlarda ya da hayvanlarda görülen anormal durumlar dikkat çeker ve
manalandırılırdı: Hastanın evine giderken ya da hastanın evinde yaptığı gözlemlerden, su
yüzüne dökülen yağın aldığı Ģekilden (su falı günümüz Anadolusunda yaĢamaktadır) , kurban
edilen koyunun karaciğerinin Ģeklindeki değiĢikliklere bakarak (Karaciğer FalıHepatoskopi)...
HEPATOSKOPĠ:
Hastanın akibetini anlamak için kurban edilen koyunun karaciğeri çıkarılarak incelenirdi:
Karaciğerde sistik kanal yassılaĢmıĢsa hastanın öleceği, lenfatik kanal yassılaĢmıĢsa
yaĢayacağı düĢünülürdü. Karaciğerin bu denli önemsenmesinin izleri hala kültürlerde
yaĢamaktadır. Günümüz Anadolusunda “ciğeri beĢ para etmez!”, “ciğerparem”, “ciğer
köĢem” gibi deyimlerin kökeninde bu eski kültürlerdeki inanıĢların yattığı kuĢku
götürmemektedir.
Astronomi ve astrolojinin çok geliĢmiĢ olduğu Babillilerde 7 sayısının özel bir önemi vardı
(“kötü yedi”). Hekimler, yediye bölünebilen günlerde hastaya ellerini sürmezlerdi. Reçeteler
de bu rakam mistisizminden etkilenmiĢti. Ġlaçların alımı, “günde 2 ya da 3 kez” gibi düzene
bağlanmıĢtı. Semptomların gözlemlenmesi, basit muayenelerden elde edilen bulgular ve dıĢkıidrar muayenesi, Babillilerin tanı katalogları da aĢağıda a capite ad calcem- baştan ayağa...
Ģeklinde sistemleĢtirilmiĢti. Hastalıkları sınıflandırıp tedavilerini açıklamada bu sistem, tüm
Antik çağda, hatta ilerisinde, geçerliliğini korudu!ç Ortaçağ içlerine dek tıp kitapları bu
sıralama ile yazıldı.
Mezopotamya tıbbı, büyü (yeminler, muskalar) ile rasyonel-ampirik yöntemlerin (bitkisel,
hayvani, madeni droglar) yanyana bulunuĢu ile karakterizeydi. Bazı hastalıklar organik
değiĢikliklerle iliĢkilendiriliyorsa da, Mezopotamya tıbbında geçerli olmuĢ bir hastalık teorisi
yoktu. Tedavi yöntemleri, hem büyü formüllerini, hem de farmasötik reçeteleri içeriyordu.
Çok sayıda bitkisel ve hayvani kökenli drog ve onların kesin tarif edilen uygulamaları
bulunuyordu.
MISIR UYGARLIĞI
Mezopotamya‟da ırmak kültürlerinin oluĢtuğu devre ile aynı süreçte yaklaĢık 1 000 km.
uzunluğunda ve birkaç kilometre enindeki Nil-vadisinde M.Ö. 3 000'lerde Mısır yüksek
medeniyeti doğdu ve yaklaĢık 3 000 yıl kendine özgülüğünü korudu. Bu kültürde cenazelere
uygulanan mumyalama ve ülkenin kuru-sıcak iklimi dolayısıyla kuru-sıcak kumun konserve
edici özelliği ile iyi korunabilmiĢ iskeletler ve bazı dokular üzerinde en son tekniklerle
inceleme yapabilmeyi mümkün kılmakta, hastalıklar hakkında günümüzdeki bilgi birikimi
ıĢığında değerlendirmeler yapılabilmesine olanak tanımaktadır. Mumyalar, yazılı kaynaklar
(papirüsler), bir çok tarihi buluntu, Mısır hakkında oldukça iyi bilgiler sağlamaktadır. Ayrıca
o çağlarda Mısır‟ı ziyaret eden bir çok Yunanlı olmuĢtu. Bunlardan biri, M.Ö. 5. yy.‟ın
ortalarında seyahatini gerçekleĢtirmiĢ olan tarihçi Heredot‟tu. Heredot, eserinde Mısırlı
hekimleri övmüĢtü. Daha önce, M.Ö. 8. yy.‟da Homeros da Ġlyada adlı eserinde Mısır
tıbbından övgü ile söz etmiĢtir.
Mısırlılar 3 yazı tipi geliĢtirmiĢlerdi:
-Hiyeroglif (Yunanca: kutsal iĢaretler): Tapınaklarda taĢlara kazınan resimli yazı.
7
-Hiyeratik: Resimsiz yazı. Dini metinler papirüsler üzerine bu yazı ile yazılırdı. Bir düzineden
fazlasına ulaĢılabilen, Orta ve Yeni Krallık devirlerine ait oldukları belirlenen, Eski
Krallık‟taki yaklaĢım hakkında da fikir veren papirüsler bu yazı ile yazılmıĢtı.
-Demotik (Yunanca=Halk yazısı): Gündelik yazılar için kullanıldı.
Ancak bütün yazı türleri sadece, rahiplerin de içinde yer aldığı eğitimli tabaka içindi.
DĠKKAT: Mısır tıbbında, Mezopotamya tıbbında olduğu gibi büyüsel-dini ve ampirikrasyonel unsurlar iç içedir.
SĠZ YANITLAYIN
1) Hangi tarihi uygarlıkta hekimler, tarihte bir ilk olarak „Karın Hekimi‟, „Göz Hekimi‟, „DiĢ
Hekimi‟ Ģeklinde uzmanlaĢmıĢlardı?
a) Eski Hint Uygarlığı
b) Eski Çin Uygarlığı
c) Eski Yunan Uygarlığı
d) Eski Mısır Uygarlığı
d) Mezopotamya Uygarlığı
Mısır Mitolojisi‟nde Ġbis kuĢu (Afrika‟nın sulak bölgelerinde yaĢayan, Mısır turnası olarak
adlandırılan kuĢ) ile sembolize edilen tanrı Toth, yazının ve ilimlerin kurucusu kabul edilmiĢti.
Toth, Greko-Latin kültüründe Hermes ile özdeĢleĢtirilerek gizemli konular ile uğraĢanların,
düĢünürlerin koruyucusu bir Tanrı olarak kabul edildi. 42 adet olan Hermetik kitapları onun
yazdığına inanılıyordu. Bu kitapların son 6 tanesi tıbba aitti. Mısır tanrılarının çeĢitli güçleri
olduğuna inanılıyordu: Çirkin ve cüce insan olarak sembolleĢtirilen Tanrı Bes, doğumu
kolaylaĢtırıcı, anneyi ve yeni doğan çocukları kötü ruhlardan koruyucuydu. Seth, salgın
hastalıklara yol açardı...
TIPTA UZMANLAġMA BU UYGARLIKTA BAġLADI: Mısır tıbbında tedavi edenler
yelpazesinde hekimler, rahipler ve büyücüler yer alıyordu. Mezopotamya tıbbından farklı
olarak, “uzman hekim”ler vardı. “Karın hekimi”, “Göz Hekimi”, “DiĢ Hekimi” gibi.
Bulunan yazılı metinler (papirüsler), bulanların adları ile anılmaktadır. Bazıları:
EBERS PAPĠRÜSÜ: Türünün en uzunudur. 870 reçete içerir. Reçetelerin diziliĢi düzensizdir.
EDWĠN-SMĠTH PAPĠRÜSÜ: Cerrahi konulu papirüs. Mezopotamya usulü, hastalıklar baĢtan
ayağa ele alınmıĢtı.Muhtemelen bir parça olan bu papirüs, thorax‟da sona ermekteydi.
Yaraların tedavisi, kemiklerin düzeltilmesi, dikmek ve Ģinelemek ön plandaydı. Bıçakla
ameliyat etmekten söz edilmiyordu.
KAHUN PAPĠRÜSÜ: Jinekolojiyi konu alan papirüs.
Bu papirüslerde reçetelerin baĢlıkları, semptomlar, tanı, tedavi türleri ile ilgili açıklamalar, bir
tıbbi terminolojinin varlığını ortaya koymaktadır. Yaralar, yanıklar, pratik bir Ģekilde tedavi
edilirken, iç hastalıkları (örn. baĢağrısı) cinlere atfediliyor ve büyü yoluyla tedavi edilmeye
çalıĢılıyordu. Kalp, mide, barsak ile ilgili hastalıklarda kombine tedavi uygulanıyordu.
Vücutta sindirilemeyen gıdanın zararlı çürümüĢ maddelere dönüĢtüğü fikri, hastalıkları
açıklamalarında önemli bir yer tutuyordu. Bu, müshil kullanımına oldukça önem vermelerine
yol açmıĢtı. Mısır Tıbbı‟nda büyüye dayalı tedaviler yanında sargılar, masajlar, içecekler,
fitiller, müshiller, inhalasyon ve tütsüler kullanıldı. Ġlaçlar, bitkisel, hayvani, madeni
kökenliydi. Cerrahi uygulamalarda bulunan hekimlerin günümüzdekilere benzer bıçakları,
eğeleri, pensleri, cam kapları vardı. Mumyalama hekimlerin iĢi değildi. Sakkara‟da M.Ö.
2000‟li yıllara ait bir mezar kapısının üstünde, iki gence yapılan sünnet ameliyesine
8
rastlanmaktadır. Eski Mısır‟da sünnetin dini amaçla değil, hijyen için yapıldığı
düĢünülmektedir.
Kalbi, vücudun merkezi olarak gördüler. Hekimler, vücudu muayene ederken nabızı da
farketmekteydiler. Fakat kan dolaĢımından söz edilmiyordu. Eklem rahatsızlıklarını,
tümörleri, gebeliğin seyrini, çeĢitli iç hastalıklarını tarif ettiler.Drogları, bira ya da bala
karıĢtırarak içirdiler. Göz damlası için, bir tüyün boru kısmından yararlandılar. Oyuk diĢleri
çeĢitli maddelerle doldurdular. Nil sularında bolca bulunan oxyure vermicularis, ascaris
lumbricoides, tenia saginata, botriocephalus latus, ankylostoma, bilharzia gibi parazitlerin
hastalığa neden olabileceklerini anlamıĢlardı. Asalaklarla mücadele için sihirli formüller
yanında bazı bitkilere, özellikle pürgatif etkide olanlara da baĢvurmuĢlardı.
Ġklim, kum fırtınaları, sinekler gibi nedenlerle Mısır‟da göz hastalıkları çok görülürdü.
EBERS Papirüsü bugün konjoktivit, katarakt, göz yaĢı ile seyreden iritis, kornea
kalınlaĢmaları gibi hastalıkları çok iyi tarif etmiĢtir. Konjoktiviti önlemek için yeĢil bakır
taĢından yapılmıĢ merhemden, antimonlu siyah renkli bir kollirden yararlandıkları
bilinmektedir. Erkeklerin kızkardeĢleriyle evlendiklerinin bilindiği bu kültürde çok sağlam ve
doğurgan nesiller görülmüĢtü. Kadınlar, önceleri diz çökerek, yere çömelerek, sonraları üç
taĢın üzerine oturarak doğum yaparken, Kral‟ın (III.Amenophis) eĢinin altın sandalyeye
oturarak doğum yapması ardından, doğumda bir sandalyeye oturulması, baĢka kültürleri de
etkileyecek denli yaygınlaĢacaktı.
MĠLATTAN ÖNCE “GEBELĠKTE CĠNSĠYET TAYĠNĠ”
“Doğacak çocuk kız mı, oğlan mı?” sorusunu yanıtlamak için kadının idrarı arpa ve buğday
tohumu üzerine dökülürdü. Her ikisi yeĢerirse kadın mutlaka hamile idi. Hiç biri yeĢermezse
kadının hamile olmadığı anlaĢılırdı. Buğday önce yeĢerirse doğacak çocuk erkek, arpa
yeĢerirse kızdı. 1927 yılında Selmar Aschheim ve Bernhard Zondek, kadın idrarında
gonadotrophin‟in izole edilmesinin gebelik belirtisi olduğunu anlamaları, gebelik testi
geliĢtirilmesini sağladı. 1933‟de Würzburg Farmakoloji Enstitüsü‟nde yapılan araĢtırma,
Mısırlıların uyguladığı ilkel testin hormon aktivitesine dayalı olarak anlamlı olduğunu ortaya
koydu. Bu bilgi birikimleri yanında büyüye dayalı tıpta iĢlevini sürdürüyordu. GüneĢ Tanrısı
Ra, Ay Tanrısı Toth (köpek ya da ibis baĢı ile sembolize edilirdi) hekimlerin koruyucusuydu.
HĠJYENE VERDĠKLERĠ ÖNEM
Mısırlılar evlerinin ve giysilerinin temizliğine (çamaĢırları yıkama, tütsüleme), sistemik vücut
temizliğine (banyo, saçların kesilmesi, tırnak bakımı, kremler, jimnastik), beslenme
biçimlerine (yemek kaplarının temizliği, etlerinkontrolü) büyük önem verdiler. GeliĢtirdikleri
kozmetik, hem vücut bakımına, hem de hastalıkların önlenmesine katkıda bulunuyordu.
Kanalizasyon sistemi, gömme ritüelleri, dini kurallarla düzenlenmiĢ yaĢama biçimleri, dev
piramitleri kontrol altında tutan özel hekimler, örnek teĢkil edecek bir sistemin parçalarıydı.
Yunanlı Diodoros (M.Ö.1.yy.) Mısırlı hekimlerin, devlet görevi olarak ülkede oturan herkesi
ücretsiz muayene ve tedavi ettiklerini yazmıĢ, tıp uygulamalarının geleneksel karakterine iĢaret
etmiĢti: Hekim, kendisine öğretilenlere göre davrandığı halde hastası ölürse cezalandırılmıyordu.
Ancak eski kurallar çiğnenmiĢ ve hasta kaybedilmiĢse, ağır ceza söz konusu oluyordu. Diodoros,
Mısır‟daki yaĢama tarzını Ģöyle tanımlamıĢtı: “Öyle düzenli ki, sanki kanunları yasakoyucu
yapmamıĢ, maharetli bir hekim sağlık kuralları açısından düzenlemiĢ...”
HĠTĠT UYGARLIĞI
9
Anadolu‟da yaĢamıĢ ilk yüksek kültürlü halk Hatti‟lerdi. M.Ö. 2000‟lerde Kafkasya üzerinden
Anadolu‟ya geldikleri bilinmektedir. M.Ö. 1650 ile 1200 seneleri arasında büyük bir
imparatorluk kuran Hititler, Mısır ve Mezopotamya tıbbının etkisindeydiler. Boğazköy
kazıları, bu uygarlığa ait 30 000‟in üzerinde çivi yazılı tabletin gün ıĢığına çıkarılmasını
sağlamıĢtır. Bu tabletlerde 40 civarında hastalığın tarif edildiği, karaciğer falının aynı önemi
taĢıdığı görülmektedir. Büyüye dayalı tıp ile deneyime dayalı ilaçların kullanımının burada da
yanyana var olduğu saptanmıĢtır. Sarayı ilgilendiren önemli hastalıklarda Mısır ve Babil‟den
yardım istenmiĢtir (ilk konsültasyon örneklerinden). Ġkiz doğumların uğursuzluk getireceğine
inanılmıĢtır.
HĠNT UYGARLIĞI
Eski Hint kültürü iki açıdan dikkat çeker. Birincisi tıp sistemlerini günümüze dek korumuĢ
olmaları, ikincisi de Batıya etkileridir. Hint tıbbının tarihi 2 büyük döneme ayrılır:
1- Veda periyodu: M.Ö. 2000-M.Ö.800‟ler: Veda, bilmek anlamı taĢıyordu, kutsal bilgi
anlamında kullanılıyordu. Kutsal metinler, sanskritçe yazılmıĢlardı. Dualar, büyü sözleri vb.
dini metinlerden oluĢan bu eserlerde sağlıklı ve hasta insana ait açıklamalar yer alıyordu. Hint
felsefesine göre dünya madde değil, mana açısından yorumlanabilirdi. “Brahman” dünya
ruhunu, “atman” bireyin ruhunu, “karma” insanın periyodik olarak yeniden doğuĢunu
sembolize ediyordu. Vedik tıp, çağdaĢı kültürlere benziyordu. Dini, büyüsel, ampirik
açıklamalar yanyanaydı. Tanrılar doğrudan ya da cinler aracılığıyla hastalıkları gönderiyor, bu
cinlerin kovulması gerekiyordu. Bunların yanısıra, tedavi yöntemleri ve ilaçlar konusunda
oldukça bilgi sahibi idiler. Bir çok hastalığı tanımlamıĢlardı, bunlar arasında günümüzde de
Hindistan‟da yaygın olan sıtma, tifüs, kolera gibi salgınlar ön plandaydı. Ġnsanlar vedaların
satırlarını okuyarak iyi ve uzun bir yaĢam, korkudan arınmak, üreyebilmek, gebelik, erkek
evlat, akıl hastalıklarının iyileĢmesi ve diğer dertlere çare arıyorlardı.
2- Brahmanik periyod: M.Ö. 800-M.S. 1000: Üç klasik tıp eseri önemliydi:
Caraka (M.S. 2. yy.), Susruta (M.S. 4.yy.), Vagbhata (M.S. 7.yy.).Caraka‟dan günümüze
geleneksel Hint tıbbı “ayurveda” (ayus=yaĢam, veda=bilgi) adını alır.
1 120 hastalık tarif eden Susruta adlı tıp kitabında (M.S.4.yy.) tıbbın üç görevinden söz
edilmiĢtir:
“Hastalıkları iyileĢtirmek, sağlığı korumak, yaĢamı uzatmak!”
10
Ayurveda'nın Koruyucu Tanrısı Dhanvantari bir elinde tıbbi bitkiler tutarken görünüyor.
Bunun için, insanın doğası ve onun Kosmos (evren) içindeki yerinin çok iyi bilinmesi
gerekiyordu. Klasik Hint düĢüncesinde insan bedeni, ruhun eviydi ve fiziksel durum, ruhun
durumu ile yakından iliĢkiliydi. Beden ve ruh, doğanın ve evrenin yasalarına bağlıydı ve onun
yapısını yansıtıyordu. Böylelikle bu kültürde, doğa ve insanı bir bütün olarak görme anlayıĢı
baĢlamıĢ oldu. Mikrokozmoz(insan)-makrokozmoz(evren) anlayıĢı, yani insanın evrenin bir
minyatürü olduğu görüĢü baĢka kültürlerde, Yunan kültüründe de karĢımıza çıkacaktır.
Hintlilerin anlayıĢında her Ģey (insan vücudu da) Ģu 5 elementten meydana gelmiĢti:
AteĢ
Su
Toprak
Hava
Eter
Vücutta ayrıca Vata, Pitta ve Kapha adlarında dengeyi sağlayan üç element vardı. Dengenin
bozulmasının hastalığa yol açtığı düĢünülürdü. Bu üç unsurun dengede kalabilmesi için,
yaĢamı düzenleyen kurallar da getirilmiĢti.5 duyuyu da devrede tutan tanı yöntemleri
geliĢtirilmiĢ, Ġnspeksiyon, Palpasyon, Oskültasyon yöntemi tarif edilmiĢtir. Nabız ve idrar
muayenesi oldukça geliĢtirilmiĢti. Ġdrarda bal tadından söz edilerek, diyabeti anlamada ilk
adım atılmıĢtır.
SĠZ YANITLAYIN
2) Tarihte ilk estetik cerrahi uygulama olarak bilinen Rinoplasti (kesilmiĢ burnun, alın ya
da yanaktan kaldırılan flap aracılığıyla sun‟i olarak yapılması), …………………….
Uygarlığında bir ahlaki cezalandırma sonucu burnu kesilenlerin, toplum içinde
yaĢayabilmek için yaptırdıkları bir ameliyattı.
BoĢluğa hangi sözcük gelmelidir?
a) Eski Hint
b) Eski Çin
c) Eski Mısır
11
d) Eski Yunan
e) Hitit
YAġAM KURALLARIYLA HASTALIKLARI ÖNLEME FĠKRĠ: YaĢama biçimini
düzenleme yoluyla hastalıkları önleme, Hint kültüründe üreyen bir fikir olmuĢtur. Kanun
kitabı MANU, hergün yıkanmayı, vücudunu kremlemeyi, diĢlerin iki kez yıkanmasını, bazı
beslenme biçimlerine uyulmasını öngörüyordu. Salgın zamanlarında temiz olmayan gıda ve
su kullanımı, baĢkalarının giysilerini giyme özellikle yasaklanmıĢtı.
Hint Uygarlığı‟nda Tüberküloz hastaları ve, epileptiklerle evlilik de yasaktı!
ĠLAÇLA TEDAVĠ, yüzlerce ilacı kapsıyordu. Bunlar içerisinde birçok zehir ve antidotlarının
tanımlandığı görülmektedir. Bunların yanında diyet, kan alımı, banyolar, inhalasyonlar vardı.
Ġlaçların alımı tozdan, vajinaya enjeksiyona kadar çeĢitli Ģekillerdeydi. CERRAHĠ, oldukça
geliĢmiĢti. Yara cerrahisi, amputasyon, kemik kırıklarına müdahale tarif ediliyor, batın
bölgesinde de ileusa müdahale, asit toplanmasında drenaj, idrar torbasındaki taĢın çıkarılması
(lithotomi), barsağa dikiĢler de yapılabilenler arasında tanımlanıyordu. Susruta, adlı eser farklı
iĢlevler taĢıyan (eksizyon, insizyon, ponksiyon vb.) 121 cerrahi alet tanımlamıĢtı. Anne
karnındaki ölü bebeğin, elin yağlanması ile rahimden daha kolay çıkarılacağı, doğumu
zorlaĢtırıcı bebeğe ait pozisyonlar ve sezaryen, yine bu eserde tarif edilmiĢti. Barsak dikiĢleri
için karınca baĢları kullanılırdı. Operasyon hazırlıkları içerisinde yakma ve tütsülemeden söz
edilmesi, bir tür antisepsi fikri ile hareket edildiğini düĢündürebilir. Hipnoz uygulamaları da,
Hint tıbbının gerçekleĢtirdiklerindendir.
Rhinoplasti
(Bardeleben A., Lehrbuch der Chirurgie und Operationslehre,
Bd. 1,3. Aufl, Berlin 1860)
RHINOPLASTI: Burna uygulanan plastik operasyon (rhinoplasti), günümüz modern plastik
cerrahisinin ilk örneği kabul edilebilir. Bu operasyon, bir toplumsal gereksinim nedeniyle
geliĢtirilmiĢti: Zina yapanların burnu kesiliyordu. Bu cezaya uğratılmıĢ kiĢiler, toplum içine
çıkabilmek için, bu ameliyatı yaptırmaya çalıĢıyorlardı: “...Bir insanın burnu, ceza olarak
12
kesildiğinde veya hastalık nedeni ile hasara uğradığında, hekim bir ağaç yaprağını kesilen bu
yerin büyüklüğünde keserek, bu modele göre yanaktan veya alından aldığı deriyi, yüzle olan
irtibatı kesilmeden burnun kesilen kısmı üzerine katlayarak diker. Dikmeden önce altına,
hastanın nefes alabilmesi için kamıĢtan borular yerleĢtirir. Üzerine
yaranın çabuk
iyileĢmesini sağlayıcı bazı bitki tozları serpilir ve pamukla kapatılır. Deri burna kaynayınca
yanak ya da alınla bağlantısı kesilir.”
HĠNT UYGARLIĞI VE ÇĠÇEK AġISI: Hint uygarlığında çiçek aĢısının çok eski
zamanlardan itibaren bilindiği, bu uygulamanın Çin‟e, Kafkasya üzerinden de Türkiye‟ye
yansıdığı bilinmektedir (1717‟de Ġngiliz Elçisi‟nin eĢi Lady Mary Montegu‟nun tanıtımı,
Osmanlı Devleti‟nde hekimlik yapmıĢ Emanuel Timonius‟un 1914 yılındaki yayını ile bu
uygulama Batının da dikkatini çekecekti!)
ĠLK HEKĠM JÜRĠSĠ: Hint uygarlığında M.Ö.200-M.S. 200 yılları arasında yürürlükte olan
Manu ve Zoroastre Kanunları, tıpla ilgili hükümler de içeriyordu. Bu kanunlar, mesleğini
kötüye kullanan hekimleri para cezasına çarptırıyor, yetersizliği belirlenip meslekten men
edildiği halde mesleğini uygulamaya kalkanların parçalanarak öldürülmelerini emrediyordu.
Hastanın gördüğü zarardan hekimin mesul olup olmadığını saptamak üzere bir hekimler
kurulunun değerlendirmesine baĢvuruluyordu. Jüri, kötü niyet ve dikkatsizliği suç kabul
ediyordu.
ÇĠN UYGARLIĞI
Binlerce yıl, dıĢ kültürlere kapalı yaĢamıĢ dünyanın bu en kalabalık ülkesinde, eski tıbbi
gelenekler korunmuĢtur. Akupuntur, moksibasyon, ginseng adlı bitki günümüz tıbbında da
ilgi görmektedir. Çin felsefesi, doğada ve insan bünyesinde birbirine zıt iki prensibin daima
yanyana olduğunu ve birbirini etkilediğini kabul ediyordu. Erkek unsur YANG, göğü, ıĢığı,
kuvveti, sıcağı, serti, kuruyu, kadın unsur YĠN, ayı, toprağı, zaafı, nemi, soğuğu sembolize
ediyordu. Bu iki unsurun dengesi, evrenin düzenini ve sağlığı varederdi. Evrenin ulu ruhu
TAO, kendisini bu iki unsurla hissettirirdi. Hiçbir Ģey sadece Yang‟dan ya da Yin‟den
oluĢamazdı. Çinliler, evrenin 5 temel unsurdan oluĢtuğuna inandılar:
-Tahta
-AteĢ
-Su
-Toprak
-Maden.
Ġnsan vücudunda da 5 ana organ: Karaciğer, kalp, akciğer, dalaklar, böbrekler
5 tali organ: Kalın barsak, ince barsak, mide, mesane, üretra bulunur.
Bu organların bağlı oldukları unsurlara göre birbirleri ile iyi ya da kötü geçindikleri
düĢünülürdü. Örneğin, suya bağlı olan böbreğin, ateĢe bağlı olan kalbin düĢmanı olduğu
düĢünülürdü. Çinlilerde, suçluları iĢkence yaparak öldürme geleneği vardı. Çinlilerin anatomi
ve fizyoloji bilgileri, iĢkence yapılanları izleyerek geliĢti. Kesildiğinde hangi uzuvların daha
çok kanadığı, hangi organ çıkarıldığında insanın hemen öldüğünü böylelikle ayırdettiler. Safra
kesesi açılınca safra, mesane delinince idrar çıktığını gördüler. Çin hükümdarları, saraylarında
çalıĢtırdıklarını hadımlaĢtırırlardı. Ölenin atalarının huzuruna vücut bütünlüğü içinde çıkması
için kesilen organ alkol içinde saklanır, ölü ile beraber gömülürdü. Bir diğer iç burkan
uygulama, 7 yaĢına gelmiĢ kız çocuklarının ayaklarının büyümemesi için yapılan ameliyattı.
Ayak parmakları geriye bükülüp, topuk kaldırılarak sargılarla sıkı sıkıya sarılıp, ayağın küçük
13
kalması sağlanmaya çalıĢılırdı. Bu Ģekilde deforme edilmiĢ ayak, soyluluk niĢanesi
sayılıyordu.
Nabız muayenesine büyük bir önem verdiler. 200 çeĢit nabız ayırdettiler, bunların 30‟a
yakınının ölümü haber verdiğine kanaat getirdiler. Kullandıkları ilaçları da erkek ve diĢi
karakterli olmak üzere ikiye ayırdılar. Yang türü droglar, uyarıcı, eritici, balgam söktürücü
idi. Bu devaları, vücudun üst kısmının tedavisinde kullanırlardı. Yin karakterli droglar büzen
(astringent), müshil (pürgatif), kana etkili acı ilaçlardı. Bu ilaçları da bedenin alt kısmından
Ģikayetlerde kullanıyorlardı. Çinliler, tedavide signatür (iĢaret) teorisinin etkisinde
davrandılar. Örneğin kırmızı çiçekli bitkilerin kanamayı durdurduğu gibi...
Yang-Yin kuramı, iki tedavi tekniğinin geliĢtirilmesine yol açtı. Bunlar:
1-MOKSĠBASYON: Deri üzerine kuvvetli bir yakı uygulanır. Lokal etki değil, uzağa tesir
hedeflenir. Bunun için uygulama yerini seçimi önemlidir.
2-AKUPUNKTUR: (Santral sinir sistemindeki çok sayıdaki sistemin çalıĢmalarının
değiĢimine yol açan multipl afferent yolları aktive eden metod): Vücut üzerinde belirlenmiĢ
yaklaĢık 700 noktaya çeĢitli boyda metal iğneler (altın iğneler Yang, gümüĢ iğneler Yin‟e
yöneliktir) batırarak (günümüzde bu noktalara düĢük elektrik verme ya da lazer uygulama
yoluyla da etki etmeye çalıĢılmaktadır) vücudun bozulmuĢ olan yang-yin dengesini sağlama.
Hayat enerjisi (Tchi=Qi) vücut içindeki kanallarda akar. Hayat enerjisindeki düzensizlik
hastalığa yol açtığında, belirlenmiĢ bu noktalar üzerinden yaĢam enerjisi dengeye getirilmeye
çalıĢılır. 1893 yılında Ġngiliz nöroloğu Dr.Henry Head, hasta organdan uzak yerlerde ağrı
olabileceği (Head Zonen) ve bu bölgelerin ısıtılması ya da masajı ile ağrının geçebildiğini
göstermesi, moksibasyon ve akupunkturun etki mekanizmasının anlaĢılmasının yolunu
açmıĢtı. GeçmiĢi M.Ö.2000‟lere uzanan bu tedavi yönteminden Batı‟nın ancak 17. yy.‟da
haberi oldu. Günümüzde geniĢ ilgi gören Akupunktur, Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
tarafından bir uzmanlık dalı olarak kabul edilmektedir.
ANTĠK YUNAN UYGARLIĞI
1-Mitolojik Dönem: M.Ö. 15. yy.‟an M.Ö. 6. yy.‟a: Antik Yunan tıbbı ile ilgili en eski edebi
kaynak M.Ö. 8. yy.‟da yazılmıĢ, Homer‟in Ġlyada ve Odesa‟sıdır. SavaĢı anlatan Ġlyada‟da
yaralananlara hekimlerin (yunanca=iatroi) müdahalesi, kanın dindirilmesi, yaranın
iyileĢtirilmesini içeren harp cerrahisi uyguladıkları üzerinde durulmuĢtur. Hekimler, bu
müdahalelerdeki yararlılıkları nedeniyle övülmüĢtür. Hekimler savaĢ yaralanmalarına
müdahale ediyorlardı ama, kendiliğinden meydana gelen hastalıkların Tanrı‟nın gazabı
olduğuna inanılıyor, bunun için hekimden yardım istenmiyordu. Apollon, ġifa Tanrısı‟ydı,
yaĢımda uyumluluğu sağlayıcıydı, ama ölümü gönderen de oydu. Onun Ģifaverici imajı,
ileriki zamanları etkileyecek, Hristiyanlıktaki Ģifavericilik motifinin de (Christus Medicus)
ilham kaynağı olacaktı.
ASKLEPĠOS KÜLTÜ: Ancak antik çağın en önemli sağlık tanrısı Apollon değil
Asklepios‟du. Homeros‟un Ġlyada‟sında Asklepios toprak sahibi, maharetli hekim ve kendisi
gibi kusursuz hekim olan Podalir ve Machaon‟un babası olarak anılır. OluĢan mitolojiye göre
Asklepios, Apollon ile bir ölümlü olan Koronis‟in oğluydu. Koronis, babası tarafından baĢka
biriyle evlendirilince, Apollon‟un kızkardeĢi Artemis tarafından öldürülmüĢtü. Apollon,
doğmamıĢ oğlu Asklepion‟u Coronis‟in karnını yarıp çıkarmıĢ, yetiĢtirmesi için Ģifaya
kavuĢturma sanatını iyi bilen insan baĢlı, hayvan gövdeli Chiron‟a teslim etmiĢti. Asklepios,
tedavide ölüleri diriltecek kadar baĢarı kazanınca Tanrıların gazabını üzerine çeker. Zeus‟un
14
üzerine gönderdiği bir ĢimĢekle yaĢamına son verilen Asklepios, daha sonra Tanrıların arasına
kabul edilir.
Asklepios. Atina Ulusal
Arkeoloji Müzesi
ASKLEPĠONLAR: Asklepios kültünün M.Ö. 5. yy.‟dan itibaren Yunan yarımadası ve
civarında etkili olduğu görülür. Geç Antik döneme kadar Akdenizde onun adına yapılmıĢ,
tedaviler yürütülen mabedler oluĢturulur (Asklepionlar). Asklepionlar, havası ve suyu temiz,
iklimi uygun yerlere inĢa edildiler. Ġçlerinde bir tapınak, Ģifa arayanların uykuya yattıkları bir
salon, kutsal bir kaynak ve banyolar bulunuyordu. Büyük inĢa edilmiĢ, hastaların daha uzun
süre kalabildikleri Asklepionlarda (Bergama, Mora Asklepionları) tiyatro, kütüphane vb.
düzenlemeler de bulunuyordu. Asklepios‟un resimlerinde, elinde asa bulunduğu görülür. Bu
asaya, zehirsiz yılanların tutunduğu da sık rastlanan bir görünümdür. Bu heykelde köpeğe
rastlanması, doğu etkisine (Mezopotamya kültüründen etkilenme) bağlanmıĢtır. Ġngiliz Mısır
tarihi araĢtırmacısı W. Emery‟e göre Asklepios, tarih sahnesinde çok daha önce yer almıĢ ve
çok etkili olmuĢ Mısır Sağlık Tanrısı Ġmhotep‟in Yunan kültüründeki karĢılığıydı.
ĠNKUBASYON: Asklepionlarda uykuya yatan hastaların, rüyalarında Asklepios‟u
göreceklerine, onun elini dokundurması ya da operasyon uygulamasıyla kendilerini
iyileĢtireceğine inanırlardı. Daha sonra rüyaların tapınakta çalıĢanlara ya da hekimlere
anlatılması, onların rüyaları yorumlayarak tedaviye karar vermeleri gelenekleĢmiĢti.
TIP, TAPINAKLARDAN ÇIKIYOR...
2-Doğa filozofları ve Hippokrat Dönemi (M.Ö. 6. yy. ve sonrası):
ANTĠK ÇAĞIN DOĞA FĠLOZOFLARI:
Asklepionlarda sağaltım sanatı geliĢtirilirken, buna paralel olarak doğa felsefesi de
geliĢmekteydi. Büyük kısmı batı Anadolu‟daki Ġyonya‟dan çıkan doğa filozofları, özgür ve
sistemli bir Ģekilde nesnelerin neden oluĢtukları üzerinde düĢünüyorlardı. Ġlk doğa filozofu
(M.Ö. 6.yy.‟ın ilk yarısı) Miletli Thales’e göre su, her Ģeyin temeliydi. Miletli Anaximenes
(M.Ö. 6. yy.‟ın ikinci yarısı) her Ģeyin esasının hava olduğunu savunuyordu. Samoslu
15
Pythagoras (M.Ö. 570/560- M.Ö.480), sayıların çok önemli olduğunu öne sürmüĢtü.
Demokrit (M.Ö. 460-M.Ö.360), her Ģeyin artık parçalanamayacak en küçük elementten
yapıldığını ileri sürmekle atom fikrini ortaya atmıĢtı. Krotonlu Alkmaion (M.Ö.570M.Ö.500), sağlığın vücudun iç kuvvetlerinin dengesi, hastalık bu kuvvetlerden birinin tek
baĢına hükmetmesi anlamı taĢıdığı düĢüncesindeydi. Bir diğer doğa filozofu Empedokles
(M.Ö. 490-M.Ö.430), Dört Element belirlemiĢ (ateĢ, su, hava, toprak), her Ģeyin onlardan
oluĢtuğunu iddia etmiĢti. Bu elementler fikri, dönemin hekimlerini etkileyecek, bundan “4
Sıvı Teorisi” türetilecekti. Vücudun içinde kan, balgam, sarı safra, kara safra bulunur. Bu
vücudun doğasıdır. Ağrı da, sağlık da ondan gelir. Bu unsurlar arasında dengenin bozulması,
hastalığı (DISKRASIA) meydana getirir. Dengenin kurulması, sağlığı, iyileĢmeyi
(EUKRASIA) sağlar. Unsurlar arasındaki dengesizlik hastalıklara yolaçtığından, KARġITLA
TEDAVĠ- CONTRARIA CONTRARIIS CURANTUR yaklaĢımı ortaya çıkmıĢ, kan almak,
ĢiĢe çekmek, lavman yapmak, terletici, kusturucu ve idrar söktürücülerden yararlanmak,
tedavi metodları olarak ortaya çıkmıĢtır. Hastalıkları doğaüstü güçlerle açıklamaya çalıĢma
yerine, gözleme dayalı akıl yürütme ile tedavinin yolunu açtığı için “Tıbbın Babası” kabul
edilen HĠPPOKRAT (M.Ö.460-M.Ö. 377) Kos Adası‟nda (Ġstanköy) doğdu.Soy kütüğü anne
tarafından Herkules‟e, baba tarafından Asklepios‟a kadar ulaĢtırılmıĢtır.
HĠPPOKRATĠK TIP (KLĠNĠK GÖZLEME DAYALI TIP) ve “DÖRT UNSUR TEORĠSĠ
HĠPPOKRAT KÜLLĠYATI olarak adlandırılan, Hipokrat ya da onun ekolündekilere ait
olduğu düĢünülen eserlerden “Ġnsanın Tabiatı” adlı eserde, ilk kez bu “Dört Sıvı Teorisi” tarif
edilmiĢtir: “Vücudun içinde kan, balgam, sarı safra, kara safra bulunur. Bu vücudun doğasıdır.
Ağrı da, sağlık da ondan gelir!”
Bu dört sıvının mevsimlerde değiĢikliğe uğradığı, verilen ilaçlara da farklı tepkiler
gösterdiğine inanılmıĢtır. Ġlkbahar kanı, yaz sarı safrayı, sonbahar kara safrayı, kıĢ ise balgamı
harekete geçirir. Hastalanan organ sıcak, soğuk, nemli ya da kuru oluĢuna göre, zıd özellikli
ilaçlarla ya da diyetle tedavi edilirdi. Örneğin kara safraya ait bir hastalık kuru-soğuk mizaçlı
olduğundan, bu tedavi anlayıĢında sıcak ve nemli ilaçlar tercih edilirdi.
HUMORAL PATOLOJĠ olarak nitelenen bu teori Galen‟in (M.S. 2.yy.) eserlerinde de yer
almıĢ, Ġslam tıbbını (Ahlat-ı Erbaa / Dört Hılt adı ile anılarak) ve 19. yy.‟a kadar Avrupa
tıbbını etkilemiĢtir.
Hipokrat,
-vak‟a öyküsü alma (anamnez),
-özenli muayene,
-gözlem,
-sınıflandırmaya önem verdi. Muayene metodları olarak:
-Ġnspeksiyon,
-Palpasyon,
-Koklama,
-Succissio (bedeni çalkalayarak, hastanın vücudundaki sıvıların sesini duyma) uyguladı.
Hipokrat‟ın yazdığına inanılan 60 küsur eserin bir kısmının onun geleneğinde
yetiĢmiĢ
Hipokrat'ın Kos'da
bulunmuĢ
heykeli.
Tahminen
MS.
öğrencileri tarafından yazıldığı düĢünülmektedir. Çünkü aralarında üslup farkları
1.yüzyıl
bulunmaktadır. M.Ö. 3. yy.‟da Ġskenderiye‟de toplanan bu tıp kolleksiyonu,
CORPUS
(Goerke H: Arzt und
HIPPOCRATICUM (Hippokrat Külliyatı) olarak bilinir. Hipokrat‟ın Heikunde.
eserleri Arapçaya
da
Vom
çevirilmiĢti. Elde olan metinler, 16. yy.‟da Yunanca, 19. yy.‟da Fransızca
(Emil
Littré
Asklepiospriester zum
tarafından) olarak basıldılar.
Klinikarzt 300 Jahre Medizin,
München, 1984, s.47)
16
Aralarında:
-Aforizmalar,
-Havalar, Sular, Beldeler,
-BulaĢıcı Hastalıklar,
-Epilepsi,
-Eski Tıp en ünlüleri olarak bilinir.
HĠPOKRAT‟TAN BUGÜNÜN TIP TERMĠNOLOJĠSĠNE KATKI
Hippokrat‟ın kullandığı terimlerin bir çoğu günümüz tıbbında da kullanılmaktadır: Histeri,
hidrosel, orĢit, paralizi, tonsillit, malarya, melankoli gibi... Hipokrat hastalıkları epidemik,
endemik, akit ve kronik olarak ayırıyor ve tanıdan çok, tedavi ve prognoz üzerinde duruyor,
çevre koĢulları ile hastalıklar arasında iliĢki olabileceği düĢünülüyordu.
BEDENİN KENDİNİ İYİLEŞTİRME GÜCÜ (PHYSİS): Hipokratik Tıp, hastalığı
lokalize etmeyip, bedenin bütününü hasta kabul ediyordu. Bir baĢka deyiĢle hastalık, bedenin
bütünündeki bozulmanın ifadesiydi. Bu anlayıĢla daha çok hastalık gözleniyor, bedenin
kendini iyileĢtirme gücünü (physis) ortaya koyması önemseniyor ve az ilaç kullanılıyordu.
Hastanın yaĢama biçimini düzenlemesi üzerinde de duruluyordu.
HĠPOKRAT KUVVETSĠZ ĠLAÇLARI DAHA DEĞERLĠ BULUNUYORDU: Örneğin
müshil kullandırırken, kuvvetli bir müshil olan Hint yağı yerine, lahana lapasını yeğliyordu.
PERHĠZ: Hippokratik tıpta perhizin yeri öncelikliydi. Perhiz yeterli olmazsa ilaç, ilaç yeterli
olmazsa cerrahi düĢünülüyordu. Yulaf çorbası, perhizlerde sıkça yer alırdı. Çok susamaya
ballı su (Hydromel), ağrıya sirkeli su (Oxymel) verilirdi.
HĠPPOKRAT YEMĠNĠ [HIPPOCRATIC OATH]‟nin kökeni ve yazıldığı tarih iyi
bilinmemektedir. Hipokrat Yemini‟nden ilk söz edenin Romalı hekim Scribonus (M.S. 40
civarı) olduğu belirtilmektedir. Bu yemin, Corpus Hippocraticum‟un ortaçağdaki kopyalarının
ilk sayfasında yeralmıĢ, yeni çağın erken dönemlerinden itibaren tıpta mezuniyet yemini
olmuĢ ve fakülte duvarlarına kazınmıĢtır. [ Dünya Hekimler Birliği‟nin 1948 yılında deklare
ettiği uluslar arası yemin metninde de, Hippokrat Yemini esas alınmıĢtır]. Yeminde:
-Öğrencinin hocasına bağlılığı ve onunla dayanıĢması,
-Hastasının yararını ön planda tutması,
-Sır saklama,
-Zehir vermeme (insan yaĢamına kastetmeme),
-Cinsel istismardan uzak durma vb. değerler vurgulanmıĢtır.
ĠSKENDERĠYE UYGARLIĞI
Aristo‟nun (M.Ö. 4.yy.) talebesi Makedonyalı Ġskender, Anadolu, Suriye, Mısır, Babil ve
Ġran‟ı zaptederek Hindistan‟a kadar uzanan bir imparatorluk kurunca, Eski Yunan kültürleri
ile doğu kültürlerinin kaynaĢtığı HELENĠSTĠK DEVĠR baĢlamıĢtı. Mısır‟ın Ġskenderiye kenti,
bu devrin tıp merkezi oldu. YokediliĢi hakkında çeĢitli iddialarda bulunulan Ġskenderiye
Kütüphanesi‟nde 700 00‟e yakın eser toplandığı rivayet edilmektedir.
İskenderiye M.Ö. 3. yy’dan, Galen’in tarih
M.S. 2. yy.’a kadar büyük bir tıp merkezi oldu.
sahnesine
çıktığı
Ġskenderiye‟de sadece insan kadavraları üzerinde değil, ölüme mahkum edilmiĢlerin bedenleri
üzerinde de canlı disseksiyon (vvisection) uygulandığı bilinmektedir. Ġskenderiyeli iki
anatomist, anatomi ile ilgili bugün için de doğru sonuçlara ulaĢabildi:
17
En iyi hekim, mümkün olanla
mümkün olmayanı ayırdedebilendir.
Herophilos
ANATOMĠNĠN KURUCUSU KABUL EDĠLEN HEROPHILOS (M.Ö. 335-280):
Anatomik açıdan, organların birbirleri ile iliĢkilerini aydınlatmaya çalıĢtı.Beyin ile omurilik
arasındaki iliĢkiyi farketti. Atardamarlar içinde o güne kadar inanıldığı gibi hava değil, kan
bulunduğunu belirtti. On iki parmak bağırsağına “duodenum” adını o verdi. Herophilos‟un
anatomik keĢifleri arasında, bugün de aynı adla anılar “Torcular Herophili” bulunmaktadır.
FĠZYOLOJĠNĠN KURUCUSU KABUL EDĠLEN ERASISTRATOS (M.Ö.304-250):
Beyni, düĢünmenin ve hissetmenin merkezi kabul etti. Duyu ve motor sinirleri arasındaki
farkı saptayarak, beyin, beyincik, kalp ve karaciğerin anatomisini detayları ile tarif etti.
Herophilos, Hipokrat ekolünü tümüyle benimserken, Erasistratos “humoral patoloji”
yaklaĢımını reddetti. Tedavide müshil kullandırmaya ve kan almaya karĢı çıkıyordu. Ona göre
hastalık, unsurların dengesizliği nedeni ile değil, hastalanan organan kanın hücum etmesi
neticesinde oluĢuyordu. Metabolizmanın sırrını çözmek için kümes hayvanlarına verdiği yemi
ve onlardan çıkan dıĢkıyı tartarak aradaki farkı saptamıĢtı.
ROMA UYGARLIĞI
Roma Ġmparatorluğu M.Ö.2.yy.‟da güçlenmeye baĢladı, M.S. 4.yy.‟da Doğu ve Batı Roma
olmak üzere ikiye ayrıldı. Temiz yaĢamaya çok özen gösteren, Romalılar, hekimliği bir
meslek olarak görmüyorlardı. Aile reisi (pater familial), ev halkından biri ya da köle
hastalandığında, ona uygun olan ilacı verirdi. Yunanlı hekimlerin gelmesinden önce, Roma‟da
doktor bulunmadığı söylenebilir. M.Ö. 46‟da Sezar‟ın yabancı hekimlere vatandaĢlık hakkı
tanıması ile doktorlar toplumda itibar kazandılar. Yunanlı hekimlerin diyet, jimnastik, banyo,
terleme önerileri, ilaç olarak sıklıkla Ģarap vermeleri, Romalıların zevki ile örtüĢüyordu. M.Ö.
90‟da Roma‟ya gelen hekim Asklepiades, Roma toplumunu oldukça etkilemiĢti. O, Hipokrat
ekolünden farklı düĢünüyordu: Bedenin iyileĢme gücü önemsenerek ağırdan alınmamalıydı.
“Tuto, cito, iucunde (güvenilir, hızlı, hırpalamadan)”
Asklepiades‟e göre hekim,
-güvenilir,
-hızlı,
-hırpalamadan tedavi etmeliydi.
Roma‟da “Taberna Medicae” denilen, esnaf dükkanlarını andıran hekim ya da cerrahların
çalıĢtıkları dükkanlar, yanısıra gezginci hekimler de vardı. SavaĢçıların tedavisi için yollar
üzerine “valetudinaria” denen hastaneler kurulmuĢtu.
Bergamalı GALEN (M.S.129-210)
Antik Yunan-Roma uygarlığı bahsinin bitiminde Galen yer alır. Günümüzde onun adının,
hastalığın çeĢitli belirtilerine yönelik etkili maddelerin tek bir preparatta toplanması anlamına
gelen “galenik preparasyon” kavramında yaĢatıldığını görüyoruz. Galen de tedavide
polifarmasiye baĢvururdu. Galen, ilaçları kendisi hazırladığı için “Eczacılığın babası”
olarak nitelenir. Galen, domuz, köpek, maymun gibi hayvanlar üzerinde anatomik ve
fizyolojik bilgileri geliĢtirmeye çalıĢmıĢ, ancak hayvan ve insan arasında fark olmayacağını
düĢünmüĢtü. Bu nedenle, hayvan üzerinden insana uyarladığı anatomi bilgileri hatalar
18
içeriyordu. Ancak vücudu, ruhun durağı olarak gördüğünden, görüĢleri Tek Tanrılı dinlerce
de benimsendi ve yüceltildi. Söyledikleri, yazdıkları “MAGISTER DIXIT (Üstad söyledi!)”
Ģeklinde dogmalaĢtırıldı. 17. yy.‟a kadar tıbbı büyük ölçüde etkiledi. Örneğin Galen‟in
“LAUDABLE PUS (yaraların iyileĢmesi için önce irin teĢekkül etmesi Ģarttır)” görüĢü,
yüzyıllarca etkili oldu ve yaranın iltihaplanması normal bulundu.
Galen, Hippokrat‟ın DÖRT UNSUR TEORĠSĠ‟ne bağlı kaldı, onu daha pratik bir biçime
soktu. Ona göre vücut, katı ve sıvı kısımlardan oluĢuyordu. Katı kısımlar, birbirine benzeyen
(kas, yağ, kemikler) ve farklı dokulardan oluĢarak birbirine benzemeyenlerden (karaciğer,
böbrek vb. organlar) meydana geliyordu. Sıvı kısımlar kan, mukus, sarı safra ve kara safraydı.
Bu sıvı unsurlar, kuru ya da nemli, sıcak ya da soğuk olarak farklı özellikler taĢıyorlardı.
Hastalık durumunda karĢıt özellikte olanla tedaviyi benimsemiĢti. Sıcak karakterli hastalığa
soğuk, nemli karakterli hastalığa kuru nitelikli ilaç verilmeliydi.
DIOSCORĠDES (M.S. 1.yy.): Anadolu‟nun Kilikya yöresindeki Anazarba Kenti‟nde
(günümüzde Adana‟nın Kozan Ġlçesi‟nin Anazarva Köyü) doğan Dioscorides, Roma‟da
Ġmparator Neron‟un ordusunda askeri hekim olarak çalıĢmıĢ, Akdeniz çevresini ve doğu
ülkelerini gezme olanağı bulmuĢtu. Gittiği yerlerde ilaç yapımında kullanılan bitki türlerini,
hayvansal ürünleri ve mineralleri toplayarak inceledi, bilgilerini Yunanca olarak yazdığı
PERIHYLES IATRIKES (Ġlaç Bilgisi) adlı kitapta topladı. Kitap, MATERIA MEDICA
adıyla Latinceye, KITAB-UL HAġAYĠġ adıyla Arapçaya çevirilmiĢ ve çok geniĢ bir kültür
çevresini etkilemiĢ, 17. yy.‟a kadar tedavide temel baĢvuru kitaplarından biri olmuĢtu.
Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi‟nde resimli ve resimsiz nüshaları bulunmaktadır.
HRĠSTĠYANLIĞIN ERKEN DÖNEMĠ
Galen, M.S. 200 yılında öldüğünde, Roma Ġmparatorluğu da çöküĢ sürecine girmiĢti.
Ġmparatorlukta sosyal adaletsizlik hüküm sürüyor, afetler, salgınlar birbirini kovalıyor, bu
çöküĢ içerisinde Hristiyanlık, hızlı bir Ģekilde yayılıyordu. Hristiyanlık, Roma Ġmparatorluğu
içerisinde 391 yılında resmi din olarak kabul edildi. Ġmparator Konstantin (306-337), hasta
yatağında Hristiyanlığı kabul etmiĢti. Hristiyanlık, öbür dünyada ekmeğini bir açla
paylaĢmamanın, giysisini çıplağa vermemenin hesabının sorulacağını, düĢkün durumdaki
hastanın çok özel bir merhameti hakettiğini söylüyordu. Merhamet, çok önemsenen bir
erdemdi: “BaĢkası için yaptığınız her iyilik, bana yapılmıĢ demektir! (Mt 25,40)” Merhamet
göstererek hastaya hizmet eden, Tanriya hizmet etmiĢ oluyordu: “Hastaydım, beni ziyaret
ettiniz! (Mt 25,36)”. Hristiyanlar, bu anlayıĢla en baĢından itibaren hasta, düĢkün kiĢilere
bakımı, Tanrı‟ya hizmet olarak gördüler ve bu hizmeti örgütlediler. Bu dayanıĢma
duygusunun öncü örnekleri Yunan kültürü ve Musevilikte de vardı: “Kim hastayı ziyaret
etmezse, kan dökmüĢ olur! (Nedarim 40a)”. Hristiyanların, özellikle salgın zamanlarında
bulaĢma tehlikesine karĢın hasta bakmaya devam etmeleri, inanıĢın yayılmasında oldukça
etkileyici oldu.
Hristiyanlar dini özgürlüklerine kavuĢunca muhtaçların bakımı için kurumlar oluĢturmaya
baĢladılar.Yabancılara, yani diğerlerine (Yabancı→ Yunanca = xenos) bakmak üzere
oluĢturuldukları için Xenodochien (Latince = Hospitale) adı yanında Nosokomeion (hastalar
için ev), Gerokomeion (yaĢlılar için ev), Ptochotropheion (düĢkünler için ev) adları da
kullanıldı. Yabancı olanları, hasta olanları, güçsüz olanları kadın ve erkek gönüllülerle
misafirperverlikle, dini bir yükümlülüğü yerine getirme anlayıĢı ile bakmak (Hospital), antik
çağ anlayıĢının dıĢında bir organizasyondu: Asklepionlar ya da Roma uygarlığının askeri
hastaneleri valetudinarialar da hasta bakımı dini görev olarak yerine getirilmiyordu.
19
ĠLK HOSPĠTAL ÖRNEKLERĠ, HRĠSTĠYANLIĞIN YASALLAġMASI ARDINDAN
ANADOLU‟DA ORTAYA ÇIKTI:. Batıda Hristiyanlık gelenekleri daha yavaĢ
benimsenirken, Doğu Roma daha iyi organize olmuĢ, Yunan diline hakim ve Hristiyan
inanıĢına sıkı sıkıya sarılmıĢ durumdaydı. Basileios (330-379), 372/373‟de Kayseri‟de
yardıma gereksinimi olanlar için, “Basileias” diye anılan küçük kulübeciklerden oluĢan büyük
bir site kurdu. Ephraem (306-373), bir salgın sırasında 372 yılında Urfa‟da hospital
kurdurmuĢtu. Sivas‟ta, Antakya‟da (398‟den önce), Efes‟te (451) Hospitallerin kurulduğu
bilinmektedir. Konstantinopel‟ın 398-404 yılları arasındaki patriği Johannes Chrysostomos ,
Kilise kaynaklarıyla bir çok nosokomeion kurdurmuĢtu. 378-395 arasında hükümdar olan I.
Theodosius‟un eĢi, Kilise‟nin bu hayır kurumları içerisinde dolaĢır, düĢkün ve hasta olanlara
kendi elleriyle çorba içirir, onlara bakan bir hizmetlinin yapacağı her iĢi yapardı.
Hristiyanlığın yayılması, çeĢitli sosyal tabakaları içine alması ile cemaatler içerisindeki
dayanıĢmaya aĢırı duyarlılık, artık keĢiĢler ve keĢiĢhanelerde kendini tümüyle dinin
emrettiklerine adayanlara devroldu. Son derece dindar olan kadın ve erkekler ise, batıda
yüzyıllarca sevap olarak gördükleri için hasta bakmayı sürdürdüler.
Galen‟in, mükemmel olarak nitelediği insan vücudunun ancak Tanrı tarafından yaratılmıĢ
olabileceği fikri, Hristiyanların beğendiği bir yorumdu. Hristiyanlar, dinlerinin en erken
dönemlerinden itibaren hekimlik eğitimi alma ve bu mesleği uygulamayı benimsediler. Eski
Ġncil‟de “Hekimi sev, çünkü ona ihtiyaç var, çünkü onu da Tanrı yarattı! (Jesus
Sirach/Ecclesiasticus 38,1)” sözleri yeralmaktadır. Erken Hristiyanlık literatüründe de Ġsa‟nın
kendisi hekim ve sağaltıcı olarak tarif edilmiĢ, hasta olan dünyayı iyileĢtirmeye geldiği
belirtilmiĢti. Erken Hristiyanlık döneminde Tanrılar kültü, azizler üzerinden yaĢatıldı.
BĠZANS UYGARLIĞI
Bizans tıbbı, antik çağ tıp bilgisini korudu ve böylelikle baĢka kültürlere naklolmasına da
aracı oldu. Bizans tıbbının “Erken Bizans” ya da “Geç Antik” dönemi, Ġskenderiye tıbbının
etkisi altındaydı. Tıp bilgilerini Mısır‟ın bu metropolünde edinmiĢ 4 tıp yazarı Oreibasios ( 4.
yy.), Aetios (6.yy.), Tralleis ( 6.yy.) ve Paulos d‟Aigina (7.yy.), Galen‟in görüĢlerinin
sistematikleĢtirilip geleceğe aktarılmasında önemli bir iĢlev gördüler. Bu eserlerin
yunancadan Latinceye çevirilmesi için yüzyıllar geçmesi gerekecek, eserler ancak Arapçaya
çevirilmiĢ nüshaları üzerinden Latinceye çevirilecekti. Ġskenderiye‟nin 642‟de Arapların eline
geçmesi ile, bilim merkezi olma niteliği zayıfladı. Bizans Ġmparatorluğu, kendi baĢkenti
Konsantinopel‟a odaklanmıĢtı. Hasta bakımı dini yükümlülüktü. Hükümdar, bir erdem kabul
edilen insan sevgisini, Tanrıya ve topluma kanıtlamak için hayır iĢleri yapmak durumundaydı.
Ġstanbul‟daki Pantokrator Kilisesi‟ne bağlı, 12. yy.‟a kadar faaliyet gösterdiği bilinen
Hospital, en gözde ve özel bir örnekti. Hospital, Leprazöri, YaĢlılar Yurdu‟na sahip, kiliseye
bağlı bu kurumun izi kalmamıĢsa da vakfiyesinden PANTOKRATOR HOSPĠTAL‟in 50
yataklı olduğu, bir bölümün göz hastalıklarına, bir bölümün kırık ve yaralanmalara, bir
bölümün iç hastalıklarına, bir bölümün hasta kadınlara ayırıldığı bilinmektedir. Her bölümde
iki hekim, beĢ hastabakıcı, iki yardımcı vardı. Kadınların yatırıldığı bölümde, hekim
dıĢındaki personel kadındı, ayrıca bir ebe bulunurdu. Hospitalin, 4 hekim çalıĢanı, bir
polikliniği, eczanesi, banyosu, değirmeni ve fırını vardı. 103 personelin 65‟i tıbbi personel,
11‟i yönetim ile ilgili, 27‟si diğer görevlilerdi. Burada kilise mensupları değil, dıĢarıdan
alınan kiĢiler bakılırdı. Vakfiyede, Pantokrator Hospital‟de genç hekimlerin eğitildiği de
açıkça belirtilmiĢti.
ORTAÇAĞ’DA BATI
20
Ortaçağın hangi zaman dilimini kapsadığı hakkında farklı düĢünceler bulunmakta ise de, tıp
tarihi açısından değerlendirildiğinde 6. yy.‟daki “Jüstinyen Vebası” ile 14. yy.‟da kıyım
yaĢatan “Kara Veba” arasındaki zaman dilimiin ortaçağ olarak kabul edilebileceği ileri
sürülmektedir. Roma Ġmparatorluğu‟nun çöküĢü, Batı tıbbının gerilemesini de beraberinde
getirdi. Antik çağ bilgisinin (bu bilgi içerisinde yer alan tıp bilgisinin) Hristiyan Kilisesi
eğitimine dahil edilmesi sürecinde, okuma-yazma bilen rahipler önemli bir rol oynadılar.
BaĢkalarına nakletmek üzere bu bilgiyi onlar korudular.
Önceleri tek baĢına yaĢayan, sonraları bir cemaat oluĢturarak, 529 yılında Apollon adına
yapılmıĢ eski bir tapınağın yerinde kilise kuran KeĢiĢ Benedikt (480-547), rahiplere (Regula
Benedicti) olarak adlandırılan, Hristiyanlıkta hasta bakımın konusunda sonraki yüzyılları da
etkileyen kurallar getirdi. Rahiplerin nasıl yaĢamaları gerektiğini (KonuĢmanın ve susmanın
ne kadarı iyidir? Yemede, çalıĢmada, dinlenmede ölçüler...Tutkuları sınırlandırma vb...)
tanımlayan bu kurallar, beden ve ruh sağlıkları için de yönlendirmeler içeriyordu. Rahip olan
kiĢiye, sağlıklı ve hasta olanlarla ilgilenme yükümlülüğü de getirilmiĢti. Ġnsan, sağlığını
korumakla, ruhunu bu beden üzerinde varedebilmekle yükümlüydü.: “Hastalara özen, bütün
yükümlülüklerin üzerindedir. Onlara, Hz.Ġsa‟ya hizmet eder gibi hizmet edilmelidir.” Ancak
hastalardan da kendilerine Tanrı sevgisi nedeniyle bakıldığının bilinci içinde gereksiz
zahmetler vermemeleri beklenirdi.
Benedikt ruhu, sadece yaĢam kurallarının değil, içinde tıbbın da sabit bir yere sahip olduğu bir
eğitim programının yerleĢmesini sağladı. Doğu Got Kralı Cassiodor (490-583), 555 yılında
rahiplerin bilgiler derleyeceği bir akademi niteliği kazanacak Vivarium Kilisesi‟ni kurdu.
Burada el yazmaları toplandı, bazı kurallar gözetilerek kopya edildi. Benedikt de tıbbi
metinlerin önemine iĢaret etmiĢti, fakat onların bilimsel açıdan toplanması ve düzenlenmesine
ivme kazandıran Cassiodor oldu. Onun için tıp, en önemli bilgiydi. Hekim tüm deneyimi,
sanatının bütün kurallarına uygun olarak hastaya hizmet etmeliydi. Bu ise hekimin iyi bir
eğitim almasına bağlıydı. Isidor von Sevilla (560/570-636), Batıda bilimsel sistemin kuruluĢa
tuğla koyan diğer isim oldu. “Etymologiae” adlı eseri, elde mevcut bilgilerle oluĢmuĢ
kapsamlı bir ansiklopedi idi ve bu sayede erken ortaçağın etkili bir öğretmeni oldu. Isıdor da
tıbbı, bilgilerin en önemlisi kabul ediyordu ve eserinin 13 bölümü tıbba ayırılmıĢtı.
Bu yazıların yakından incelenmesi, manastır tıbbının yaĢama, insan bedenine yabancı olduğu,
sadece kitabi bilgilere dayandığı kanısını (ki bu kanı oldukça yaygındır) ortadan kaldırmaya
yetecektir. Hastalara hayır için bakılmıĢ, ama bu hizmet esnasında teorik ve pratik tıp bilgisi
de üretilmiĢtir. Örneğin rahip Strabo (807-849)‟nun Dioscorides ve Plinus‟a dayanarak
yazdığı bitki bilgisi kitabında kendi denedikleri de yer alıyordu. En önemli 23 bitkiyi tanıtan
öğretici bir Ģiir Ģeklinde yazılmıĢ “Hortulus”, yüzyıl boyunca sevildi, örnek alınarak bu adda
bitki bahçeleri oluĢturuldu.
Ortaçağ‟da Batıda tıp baĢlangıçta oldukça zayıftı, pratik açıdan ampirik bilgiye, halk tıbbı
unsurlarına ve antik çağa ait bazı bilgilere dayanıyordu. KeĢiĢler, kilisedekiler yanında
civarda halktan kimler varsa onlara yararlı olabiliyorlardı. Halk arasında bilgili doktor sayısı
azdı. Halk, Ģifa arayıĢında karĢısında sadece ebe, kan alıcı, cerrah gibi ampirik tıp
uygulayıcılarını bulabiliyordu. Daha sonraları Ģehirdeki merkez kilisenin yakınında ve haç
ana yollarının üzerinde Hospizler kuruldu. 660‟da kurulan, 829‟da Hotel Dieu olarak
anılmaya baĢlayan Hospiz de bu tipin bir örneğiydi. Erken Ortaçağ, Hristiyan Hospitallerinde
tedavi ve bakım elbette mütevazi idi, günümüzdeki hastane anlayıĢı dıĢındaydı. Hasta olmak,
düĢkünlere bakım vermek için oluĢturulmuĢ Hospitaller‟e alınma nedenlerinden sadece
21
biriydi. BaĢlarda Hospitallerde daimi olarak görevlendirilmiĢ bir hekim yoktu, hekim kimi
zaman danıĢılmak üzere çağırılırdı. Buralarda beden kadar, ruhun hastalıklardan arındırılması
için çaba harcanırdı. Bu dönemin sonunda Hildegard von Bingen adı göze çarpar. Daha
sonraları kutsal kabul edilen bu rahibe (1098-1179), antik çağ tıbbına ait çok az bilgiye
sahipken, kilise tıbbına, halk tıbbına ve sağlıklı insan düĢüncesine dayanarak tedaviler
geliĢtirmeye çalıĢmıĢtı.
ORTAÇAĞ’IN ĠLK TIP FAKÜLTESĠ –“Physician” sözcüğünün kökeni...
10. yy.‟da Güney Ġtalya‟da kurulan, 1812 yılına kadar varlığını koruyan Salerno Tıp Okulu,
ortaçağın ilk Tıp Fakültesi oldu. Burada Constantinus Africanus (1010/1015-1087) Arapça
tıp metinlerini Salerno Tıp Okulu için çevirmekle görevlendirildi. Constantin, 1065 yılından
itibaren Salerno Tıp Okulu yakınındaki Monte Cassino Manastırı‟nda Arap tıbbının gözde
eserlerini çevirmeye baĢladı. “Liber Pantegni” adı altında yazdığı tıp kitabı, aslında Ali Ġbn alAbbas‟ın eserinin çevirisiydi. Diğer çevirileri de Hipokrat‟a, Galen‟e, bazı Arap yazarlara ait
metinlerdi. Salerno‟da tıp eğitimini kuvvetlendiren diğer unsurlar, hayvan disseksiyonları ve
cerrahinin devrede olmasıydı. 12. yy.‟dan itibaren Salerno‟dan yetiĢen hekimler kendilerine
medicus değil, physicus demeye baĢladılar. Günümüz Ġngilizcesindeki physician sözcüğü, bu
isimden türemiĢtir.
Ġber yarımadası‟ndaki Toledo kenti de, Araplardan antik çağ bilgisinin edinilmesininin bir
baĢka merkezi oldu. Burada Cremonalı Gerhard (1114-1187) Ibn Sina‟nın KANUN adlı
eserini latinceye çevirdi. Bu çeviri Batıda 13. yy. ile 15. yy.‟lar arasında baĢlıca ders kitabı
olarak kullanıldı. Toledo‟da Aristo‟nun eserleri de latinceye çevirildi ve Batı tarafından ilk
kez öğrenilmeye baĢlandı.
ÜNĠVERSĠTELER KURULUYOR
Öğretenlerin ve öğrenenlerin dıĢa bağımsız ve birbirine sıkı bağlarla bağlı topluluğu
“UNIVERSĠTAS MAGISTRORUM ET DISCIPULORUM” adını aldı. 12. yy.‟da
Montpellier, Bologna, Paris ve Oxford‟da, Avrupanın Almanca konuĢulan kentlerinden Prag,
Wien, Heidelberg‟de 14. yy.‟ın yarısında bu yapılar faaliyetteydi. Bu genç üniversiteler,
Batıya ulaĢan Yunan-Arap bilgi materyalini iĢlemeyi ilk ödev edindiler. Bu kurumlar içinden
Montpellier‟de dönemin çok ünlü hekimleri görev yapmıĢtı. Burada dinadamı ve hekim
Arnald von Villanova (1240-1311) Galen‟in eserlerini, didaktik hale getirmeye çalıĢtı. Henri
de Mondeville (1260-1320), Guy de Cheliac (13.yy. sonu-1368) cerrahi ve anatomi için
önemli eserler yazdılar. Kilise 1163‟de cerrahi amaçla kan dökmeyi yasakladı. Hekimler,
cerrahi müdahaleleri, hacamat yapanlara bıraktılar. Sicilya Kralı Friedrich von Hohenstaufen
1240 yılında tıp eğitimini bazı kurallara bağladı. Eğitim 6 yıl olacak, bunun bir yılı pratik yıl
kabul edilecekti. Eğitim ardından hekimlik yapmak için de resmi onay gerekliydi. Eczacılık,
hekimlikten ayırıldı, sağaltım alanındaki yeri tanımlandı. Ġtalyan Üniversitelerinden Bologna
ve Padua da, cazibe merkezi durumundaydılar. Burada 13. yy.‟dan itibaren insen cesetleri
üzerinde disseksiyon uygulandı. Disseksiyonda amaç, yeni keĢifler değil, Galen‟in
söylediklerini doğrulamaktı.
KAYNAKLAR
1-Carmichael AG, Ratzan RM: Medizin in Literatur und Kunst. Köln 1994.
2- Karger-Decker B: Die Geschichte der Medizin. von der Antike bis zur Gegenwart.
Düsseldorf 2001.
22
3- Seidler E, Leven KH: Geschichte der Medizin und der Krankenpflege. Stuttgart 2003.
4- Sudhoff K: Kurzes Handbuch der Geschichte der Medizin. Berlin 1922.
5- Toellner R: Illustrierte Geschichte der Medizin. Erlangen 1992.
ÖNERĠLEN KAYNAKLAR
1- Ersoy T: Tıp Tarih Metafor. Ankara 1996.
2- Arda B: Batı Ortaçağında Hastalık Kavramı. Ankara 1993.
3- Akarsu S, Akarsu BM, Tırpan AA: Roma Döneminden Ortaçağ‟a Tıp Aletleri. Lokman
Hekim Journal 2011; 1 (3): 13-17.
YANITLAR
1) D 2) A
Download