MANASTIR’DAN ERZURUM’A HAFIZ HAKKI PAŞA (1879-1915) Pir Murat SİVRİ Yüksek Lisans Tezi Tarih Anabilim Dalı Prof. Dr. Selami Kılıç 2016 Her Hakkı Saklıdır T.C. ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI Pir Murat SİVRİ MANASTIR’DAN ERZURUM’A HAFIZ HAKKI PAŞA (1879-1915) YÜKSEK LİSANS TEZİ TEZ YÖNETİCİSİ Prof. Dr. Selami KILIÇ ERZURUM – 2016 I İÇİNDEKİLER ÖZET............................................................................................................................... V ABSTRACT .................................................................................................................. VI KISALTMALAR DİZİNİ .......................................................................................... VII ÖNSÖZ ....................................................................................................................... VIII GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM DOĞUMUNDAN BALKAN SAVAŞLARININ SONUNA KADAR HAFIZ HAKKI BEY 1.1. DOĞUMU, AİLESİ ve TAHSİL HAYATI............................................................ 3 1.2. HAFIZ HAKKI BEY’İN İLK ASKERİ VAZİFELERİ: BULGAR ÇETECİLERİ İLE MÜCADE ....................................................................................... 4 1.3. HAFIZ HAKKI BEY’İN İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİNE GİRİŞİ VE BU CEMİYETTEKİ FAALİYETLERİ ................................................................. 8 1.3.1. İttihat ve Terakki Cemiyetinin Oluşumuna Zemin Hazırlayan Gelişmeler: Birinci Jön Türk Hareketi ............................................................................................. 8 1.3.2. İkinci Jön Türk Hareketi: İttihat ve Terakki Cemiyetinin Kuruluşu ve Faaliyetleri .................................................................................................................. 10 1.3.3. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti: Hafız Hakkı Bey’in Cemiyete Girişi ve Meşrutiyet’in İlanı Öncesindeki Faaliyetleri .............................................................. 14 1.4. HAFIZ HAKKI BEY’İN MEŞRUTİYET’İN İLANININ ARDINDAN İSTANBUL’DAKİ FAALİYETLERİ ......................................................................... 19 1.4.1. Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’a Gelişi ve Faaliyetleri ....................................... 19 1.4.1.1. Kâzım Bey (Karabekir) İle Yapılan Bir Toplantı .................................... 20 1.4.1.2. Padişah ve Sadrazam Sait Paşa ile Bir Görüşme ...................................... 21 1.4.1.3. Hafız Hakkı Bey’in İttihat ve Terakki Cemiyetinin ‘’Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’’ ile Birleşmesi İçin Yapılan Toplantılara Katılması ................................................................................................................ 24 1.4.1.4. Hafız Hakkı Bey’in Bulgaristan’ın Bağımsızlığı Meselesinden Dolayı Sadrazam Kamil Paşa ile Yapılan Görüşmeye Katılması ..................................... 24 1.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN VİYANA ATAŞEMİLİTERLİĞİNE TAYİNİ ........ 27 II 1.6. 31 MART VAKASI VE HAREKET ORDUSUNUN İSTANBUL’A GELİŞİ: HAFIZ HAKKI BEY’İN HAREKET ORDUSUNDAKİ GÖREVLERİ................. 29 1.7. HAFIZ HAKKI BEY’İN BEHİYE SULTAN İLE EVLİLİĞİ .......................... 34 1.8. HAFIZ HAKKI BEY’İN TRABLUSGARP SAVAŞI DÖNEMİNDEKİ FAALİYETLERİ .......................................................................................................... 37 1.9. HAFIZ HAKKI BEY’İN BALKAN SAVAŞLARINDAKİ FAALİYETLERİ 42 1.10. ORDUYU GENÇLEŞTİRME MESELESİ: HAFIZ HAKKI BEY’İN BU KONUDAKİ FAALİYETLERİ VE GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANLIĞINA TAYİNİ .......................................................................................................................... 44 İKİNCİ BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NİN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA GİRİŞ SÜRECİNDEKİ GELİŞMELERDE HAFIZ HAKKI BEY 2.1. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFENSİNDE OSMANLI DEVLETİ ............... 49 2.1.1. Babıali Baskını ................................................................................................. 49 2.1.2. Alman Askeri Heyeti’nin Türkiye’ye gelişi: Liman Von Sanders Heyeti ....... 51 2.2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA SEBEP OLAN GELİŞMELER ..................... 53 2.2.1. Üçlü İttifak ...................................................................................................... 53 2.2.2. Üçlü İtilaf ......................................................................................................... 55 2.3. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE OSMANLI DEVLETİ’NİN İTTİFAK ARAYIŞLARI ............................................................................................. 56 2.3.1. İngiltere ............................................................................................................ 57 2.3.2. Bulgaristan........................................................................................................ 57 2.3.3. Rusya ................................................................................................................ 57 2.3.4. Fransa ............................................................................................................... 59 2.3.5. Türk-Alman İttifakı .......................................................................................... 59 2.4. GENEL SEFERBERLİK İLANI VE KARARGÂH-I UMUMİNİN OLUŞUMU: HAFIZ HAKKI BEY’İN BİRİNCİ REİS-İ SANİLİĞE TAYİNİ VE FAALİYETLERİ .......................................................................................................... 62 2.4.1. Hafız Hakkı Bey’in 1914 Ağustos’undan Kasım Ayına Kadarki Faaliyetleri .................................................................................................................. 65 III 2.4.1.1. Hafız Hakkı Bey’in Ağustos Ayındaki Faaliyetleri ve 16 Ağustos Görüşmelerine Katılması ....................................................................................... 65 2.4.1.2. Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül Tarihli Birinci Savaş Planı ve Değerlendirmesi..................................................................................................... 68 2.4.1.3. Hafız Hakkı Bey’in Sofya’ya Gönderilmesi............................................. 72 2.4.1.4. Hafız Hakkı Bey’in 21 Ekim 1914 Tarihli Savaş Planı ve Bu Planın Değerlendirilmesi İçin Berlin’e Gönderilmesi ...................................................... 77 2.4.1.5. Hafız Hakkı Bey’in Kasım Ayı içerisindeki Faaliyetleri ......................... 88 2.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN KARARGÂH-I UMUMİ’DEKİ GÖREVİNDEN AYRILMASI ................................................................................................................. 91 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA KAFKAS CEPHESİ 3.1. KAFKAS CEPHESİ’NİN COĞRAFİ KONUMU .............................................. 93 3.2. III. ORDU’NUN ERZURUM’A NAKLİ ............................................................. 93 3.3. III. ORDU’NUN İAŞE VE LOJİSTİK MESELESİ ........................................... 94 3.4. KÖPRÜKÖY VE AZAP SAVAŞLARI................................................................ 96 3.4.1. Köprüköy Savaşları .......................................................................................... 98 3.4.2. Azap Savaşları ................................................................................................ 101 3.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN ERZURUM’A GELİŞİ VE SARIKAMIŞ HAREKÂTI’NA KADARKİ FAALİYETLERİ ...................................................... 104 3.5.1. Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a Gönderilmesinde Rol Oynayan Faktörler .... 104 3.5.2. Hafız Hakkı’nın Erzurum’a Gelişi: Teftiş ve Motivasyon Gezileri ............... 109 3.5.3. Hafız Hakkı Bey’in 10. Kolordu Komutanlığı’na Tayini .............................. 120 3.6. SARIKAMIŞ HAREKÂTI VE HAFIZ HAKKI BEY...................................... 129 3.6.1. III. Ordunun Komuta Kademesinde Meydana Gelen Değişiklikler ............... 129 3.6.2. III. Ordunun Mevcudu .................................................................................... 130 3.6.3. Hafız Hakkı Bey ve Sarıkamış Harekâtı ........................................................ 130 3.7. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN III. ORDU KOMUTANLIĞI’NA TAYİNİ ....... 185 3.7.1. Sarıkamış Harekâtı Sonrasında Hafız Hakkı Paşa’nın Psikolojik Durumu ... 199 3.7.2. Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu’nun Sıhhi Durumunun İyileştirilmesine Yönelik Aldığı Bazı Tedbirler .................................................................................. 201 IV 3.8. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN TİFÜSE YAKALANMASI VE ÖLÜMÜ .......... 204 3.8.1. Hafız Hakkı Paşa’nın Ölümünün Yakın Çevresinde Meydana Getirdiği Yankılar .................................................................................................................... 208 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ESERLERİ VE HAKKINDA YAZILANLAR 4.1. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ESERLERİ ........................................................... 211 4.1.1. Şanlı Asker (Ali Çavuş) ................................................................................. 214 4.1.2. Bozgun............................................................................................................ 219 4.1.3. Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü...................................................... 226 4.2. HAFIZ HAKKI PAŞA HAKKINDA YAZILANLAR ..................................... 233 SONUÇ ......................................................................................................................... 241 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 244 EKLER ......................................................................................................................... 251 EK 1. HAFIZ HAKKI BEY’İN 4 EYLÜL 1914 TARİHLİ BİRİNCİ SAVAŞ PLANI ...................................................................................................................... 251 EK 2. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ADININ YAŞATILMASINA YÖNELİK YAPILAN FAALİYETLER: KÜTÜPHANE, ÇEŞME VE ABİDE YAPIMI DÜŞÜNCESİ............................................................................................................ 255 EK 3. RESİMLER .................................................................................................... 256 EK 4. ARŞİV BELGELERİ ..................................................................................... 269 ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................. 279 V ÖZET YÜKSEK LİSANS TEZİ MANASTIR’DAN ERZURUM’A HAFIZ HAKKI PAŞA (1879-1915) Pir Murat SİVRİ Tez Danışmanı: Prof. Dr. Selami KILIÇ 2016, 279 sayfa Jüri: Prof. Dr. Selami KILIÇ Prof. Dr. Yavuz ASLAN Prof. Dr. Murat KÜÇÜKUĞURLU 1879 yılında Manastır’da doğan Hafız Hakkı Paşa, Harp Okulundan mezun olduktan sonra Manastır’daki III. Ordu emrine verilmiştir. Burada Bulgar çetecilerine karşı başarılı mücadeleler verdiği sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti saflarına katılmıştır. Meşrutiyetin ilanında ve 31 Mart İsyanının bastırılmasında önemli yararlılıkları görülmüştür. Balkan Savaşlarında aktif olarak görev almıştır. Çatalca Savunmasındaki fedakârlıklarından dolayı 1913’te Yarbaylığa terfi ettirilmiştir. Ordunun gençleştirilmesinden sonra 11 Ocak 1914’de Genelkurmay İkinci Başkanlığına atanmıştır. 2 Ağustos 1914’de ise seferberliğin ilan edilmesiyle oluşturulan Karargâh-ı Umumide Reis-i Sanilik makamına getirilmiştir. 24 Kasım 1914’te III. Orduyu teftiş için Erzurum’a gönderilmiştir. Burada yaptığı teftişler sonucunda bölgenin ve ordunun yeni bir askeri harekât yapmaya uygun olduğu yönünde merkeze olumlu raporlar göndererek Sarıkamış Harekâtı’nın yapılmasına sebep olmuştur. 7 Aralık’ta 1914’te III. Orduya bağlı 10. Kolordu Komutanlığına atanmıştır. Bu kolordunun başında Sarıkamış Harekâtına katılarak birçok askeri hataya imza atmış ve böylelikle harekâtın başarısızlıkla sonuçlanmasında birinci derecede rol oynamıştır. Harekât sonrasında Enver Paşa’nın İstanbul’a dönmesi üzerine III. Ordu Komutanlığına getirilmiştir. Sarıkamış Harekâtı’nda eriyen orduyu yeniden canlandırmak için ciddi faaliyetlerde bulunmuşsa da ömrü bu gayeyi tamamlamaya yetmemiştir. Salgın hastalıklı askerlerle yakından ilgilenmesi sonucu tifüse yakalanmış ve bu hastalıktan kurtulamayarak 12 Şubat 1915’de Erzurum’da ölmüştür. Naaşı Erzurum Karskapı Şehitliği’ndedir. Anahtar Kelimeler: Hafız Hakkı Paşa, Karargâh-ı Umumi, Sarıkamış VI ABSTRACT MASTER’S THESIS HAFIZ HAKKI PASHA FROM MANASTIR TO ERZURUM Pir Murat SİVRİ Advisor: Prof. Dr. Selami KILIÇ 2016, page: 279 Jury: Prof. Dr. Selami KILIÇ Prof. Dr. Yavuz ASLAN Prof. Dr. Murat KÜÇÜKUĞURLU Hafız Hakkı Pasha, who was born in Manastır in 1879, was put under the third army’s order in Manastır after he graduated from Military Academy. There he joined to Committee of Union and Progress ranks while he was campaigning successfully with Bulgarian gangs. He was of help to notice of constitutionalism and quashing 31st March revolt. He actively participated to Balkan Wars. He was promoted to lieutenant colonel in 1913 due to his dedication in Çatalca defending. After rejuvenation of army he was promoted to deputy chief of the Turkish general staff on 11th January 1914. He was assigned to the position of Reis-i Sanilik in Karargah-ı Umumi which was established with declaring mobilization on 2nd August 1914. He was sent to Erzurum to inspect the 3rd Army on 24th November 1914. After inspections he made here, his reports after his inspections showed that the region and the army were ready for starting a new military operation and this led to starting of Sarıkamış operation. He was promoted to tenth corps commander connected to the third army on 7th December 1914. As the commander of these corps he attended to Sarıkamış operation but he made a lot of military mistakes thus he played a big role on this failure. After the operation upon Enver Pasha’s going back to İstanbul he was assigned to commandership of the third army. Although he endeavored a lot to regenerate the army which was wasted away in Sarıkamış Operation, he did not live long enough to achieve it. Because he took care of infected soldiers a lot, he got typhus and he died of this illness in Erzurum on 12th February 1915. His grave is in Erzurum Karskapı Martyrdom. Key Words: Hafız Hakkı Pasha, Karargah-ı Umumi, Sarıkamış. VII KISALTMALAR DİZİNİ ATASE : Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi Başkanlığı BEO : Bab-ı Ali Evrak Odası BDH : Birinci Dünya Harbi Bkz : Bakınız BOA : Başbakanlık Osmanlı Arşivi C : Cilt C : Cemaziye'l-ahir Ca : Cemaziye'l-evvel Çev : Çeviren D : Dosya DH : Dâhiliye Nezareti DiA : Diyanet İslam Ansiklopedisi EUM : Emniyet-i Umumiye F : Fon Kodu G : Gömlek Gnkur :Genelkurmay Haz : Hazırlayan HR : Hariciye Nezareti KLU : Kalem-i Umumi Km : Kilometre Kıs : Kısım M :Muharrem MV : Meclis-i Vükela İUM : İdare-i Umumiye İTC : İttihat ve Terakki Cemiyeti R : Rabiu'l-ahir Ra : Rabiu'l-evvel s : Sayfa S : Safer SFR : Sefaret VIII ÖNSÖZ Hafız Hakkı Paşa’nın askeri ve siyasi hayatını konu edinen bu çalışmada güdülen temel amaç yakın tarihimizin önemli şahsiyetlerinden biri olan ve özellikle ölümüne kadar olan süreçte İttihat ve Terakki Cemiyetinin askeri kadroları içinde Enver ve Cemal Paşalardan sonra zikredilen bu şahsiyetin tarihteki yerini ve önemini ortaya çıkarmaktır. Hafız Hakkı Paşa’nın tarihteki yeri kesin olarak anlaşılabilmiş değildir. Onun 1915’in Şubat’ında geç yaşında son bulan hayatı, hakkında daha ayrıntılı bilgilere ulaşmamıza engel olmuştur. Hafız Hakkı Paşa hakkında ilk biyografi çalışması Prof. Dr. Enver KONUKÇU tarafından 2010 yılında yapılmıştır. ‘’Erzurum’da Karskapı Şehitliğindeki İki Mezar Hafız Hakkı ve Cemal Paşalar (1915-1922)’’ adlı bu çalışma Atatürk Üniversitesi tarafından yayınlanmıştır. Prof. Dr. Enver Konukçu hocanın Hafız Hakkı Paşa ile ilgili arşivlerde bilgilerin mevcut olduğunu belirterek yeni çalışmaların yapılabileceğini ifade etmesi ve değerli hocam Prof. Dr. Selami KILIÇ’ın bu konunun çalışılması yönündeki teşvikleri bu çalışmanın ortaya çıkmasına imkân vermiştir Bu çalışmada daha çok Hafız Hakkı Paşa’nın askeri hayatı konu edinilmektedir. Siyasi hayatı ise Meşrutiyetin ilanı arifesinde ve sonrasında İttihat ve Terakki Cemiyeti adına yaptığı faaliyetlerden ibarettir. Gayri resmi olarak yürütülen bu çalışmalar özellikle ordunun gençleştirilmesi meselesinde zirveye ulaşmıştır. Hafız Hakkı Paşa, yakın döneme tanıklık edenlerin de ifade ettiği gibi ordunun gençleştirilmesinde ve Enver Paşa’nın Harbiye Nezaretinin başına gelmesinden en çok propaganda yapanlardan birisidir. Bu konudaki kulis çalışmaları dikkate değerdir. Bu yönüyle Hafız Hakkı Paşa, yakın dönemin siyasete karışan asker profilinin tipik bir örneğidir Bu çalışmada öncelikle araştırma eserleri ve hatıralar incelenmiştir. Maalesef araştırma eserlerde Hafız Hakkı Paşa ile ilgili bilgiler oldukça yüzeyseldir. Buna karşılık hatıralardan daha ayrıntılı bilgiler edinmekteyiz. Mesela Hafız Hakkı Paşa’nın Makedonya’da eşkıya takibinde elde ettiği haklı üne dair Halil Paşa’nın hatıralarında önemli bilgiler mevcuttur. Yine İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki faaliyetlerine dair bilgilerimiz de çoğu kez hatıralara dayanmaktadır. Ali İhsan ve Kâzım Karabekir’in hatıralarında ise Karargâh-ı Umumi deki faaliyetleri hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Hatıraların önemi Sarıkamış bahsinde de önemini korumaktadır. IX Bunların içerisinde en popüler olanı Şerif Bey’in hatıralarıdır. Ancak propaganda amacıyla kaleme alınan bu eser birçok yönüyle eksik ve yanlıdır. İçerisinde sıklıkla Hafız Hakkı ve Enver Paşalara karşı hiçte hoş olmayan ifadelere yer verilmektedir. Arif Baytın, Aziz Samih ve Yarbay Selahattin’in hatıraları ise daha ciddi bir şekilde kaleme alınmıştır ve kısmen arşiv belgelerine dayandıkları için dikkate alınmak mecburiyetindedirler. General Maslofsky ve Nikolski’nin eserleri ise Rus görüşünü yansıtmaları açısından önemlidirler. Sarıkamış bahsinde araştırma eserlerinin de önemi ortaya çıkmaktadır. Bunların arasında en başta zikredilmesi gereken ise Genelkurmay tarafından hazırlanan ‘’3’üncü Ordunun Harekâtı’’ adlı eserdir. Bu eser geniş ölçüde arşiv belgelerine dayanmaktadır. Yine arşiv belgelerine dayanarak kaleme alınan eserlerden istifade edilmiştir. Bu eserlerde Hafız Hakkı Paşa ile ilgili birçok askeri arşiv belgesinin transkripsiyonu bulunmaktadır. Araştırmada üçüncü olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve ATASE’ye müracaat edilmiştir. BOA’dan Hafız Hakkı Paşa’nın tayin, terfi ve bir takım faaliyetlerine dair temin edilen belgeler çalışmanın içerisinde kullanılmıştır. ATASE’den alınan belgeler ise çoğunlukla Hafız Hakkı Paşa’nın Sol Cenah Komutanlığına aittir. .Bu konunun çalışılmasında beni teşvik eden, yazdıklarımı sabır ve titizlikle okuyarak hatalarımı düzelten, derin birikimiyle bana her zaman yol gösteren değerli hocam Prof. Dr. Selami Kılıç’a, her daim yardımlarını gördüğüm değerli hocalarım Yrd. Doç. Dr. Serkan Erdal ve Yrd. Doç. Dr. Yavuz Günaştı’ya, desteklerini hiçbir zaman benden esirgemeyen aileme ve arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim. Bu çalışmanın hazırlanması sırasında ciddi desteklerini gördüğüm, yedi yıl boyunca bilgi ve tecrübelerinden istifade etme şansına eriştiğim, yakın zamanda aramızdan ayrılan değerli hocam Yrd. Doç. Dr. Cemil KUTLU’yu rahmet, minnet ve özlemle anıyorum. Erzurum - 2016 Pir Murat SİVRİ 1 GİRİŞ Osmanlı Devleti 16. yüzyılın son çeyreğinden itibaren dinamizmini belirli ölçüde yitirmeye başlamıştır. Avrupa karşısındaki üstünlük yerini yavaş yavaş dengeye ve eşitlenme sürecine bırakmıştır. Özellikle Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra bu durağanlık süreci daha belirgin bir hale gelmiş ve 1699 Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasıyla ilk kez büyük çapta toprak kaybeden Osmanlı Devleti batı karşısında artık eskisi gibi güçlü olmadığını anlamıştır. Osmanlı Devleti 18. yüzyıl boyunca kaybettiği toprakları geri almaya çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Devlet mekanizmasının işleyişindeki aksaklık bütün sahalarda kendini gösterdiği gibi orduda karşılığını bulmuştur. Bu yüzden Osmanlı Ordusunun Avrupa içlerinde ve Rus topraklarında yaptığı askeri harekâtlar sonuçsuz kalmış ve bu durum devletin ekonomik sahada da yıpranmasına sebebiyet vermiştir. Bu süreci 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması takip etmiştir. Bu antlaşma sonucunda Ruslara, Osmanlı sınırları içindeki Ortodoksların himayesi verilmiştir. Taviz tavizi doğurur anlayışı bu noktada kendini göstermiş takip eden yıllarda Rusya devamlı olarak Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyan unsurlar üzerinde himaye politikası gütmeye ve bu unsurları Osmanlı idaresine karşı kışkırtmaya başlamıştır. Bu politikanın özellikle Ermeniler üzerindeki etkisi dikkate değerdir. Bu arada Avrupa’da yaşanan bir başka gelişme Osmanlı Devleti’ni büsbütün bir çıkmazın içine sokmuştur; 1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik akımının yıkıcı etkisi bütün imparatorluklarda olduğu gibi Osmanlı’da da karşılığını bulmuştur. Osmanlı Devleti üzerinde birtakım emelleri olan devletler milliyetçilik silahını çok iyi kullanarak Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan gayrimüslim unsurları kışkırtmaya başlamışlardır. Bu hareketler kısa zamanda karşılığını bulmuş, 1804 Sırp İsyanı ve 1821 Yunan İsyanları sonucunda Sırplar 1812 Bükreş Antlaşması’yla özerk bir yapıya kavuşurken Yunanlar 1829 Edirne Antlaşması’yla bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bunu diğer unsurların isyanları ve bağımsızlık hareketleri takip etmiştir. Bu isyanlar karşısında çaresiz kalan Osmanlı Devleti çözümü denge politikası gütmekte ve bir takım ıslahat hareketleri yapmakta görmüştür. Denge politikası çerçevesinde özellikle dönemin süper gücü İngiltere ile iyi ilişkiler içerisinde olmaya gayret eden Osmanlı Devleti 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarıyla da yabancı 2 devletlerinin kendi iç işlerine karışmasını engellemeye çalışmıştır. Ancak tüm bu politikalar sonuçsuz kalmış ve özellikle Rusların kışkırttığı Balkan halkları Osmanlı Devleti’ne karşı sonu gelmeyen isyan hareketlerine girişerek bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamışlardır. Öte yandan devletin hızlı bir şekilde parçalandığını gören Osmanlı aydınları Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük gibi düşünce akımlarını ortaya atarak devletin dağılmasını önlemeye çalışmışlardır. Hafız Hakkı Paşa son dönemin birçok meşhur askeri siması gibi kaynar kazan gibi kaynayan Balkan topraklarında dünyaya gelmiş ve çocukluğundan itibaren gayrimüslim unsurların giriştikleri isyan hareketlerine ve bu kapsamda yerli Müslüman ahaliye karşı yaptıkları katliamlara şahit olmuştur. Bu yüzdendir ki hayatını Türklük davasına hizmete adamıştır. 3 BİRİNCİ BÖLÜM DOĞUMUNDAN BALKAN SAVAŞLARININ SONUNA KADAR HAFIZ HAKKI BEY 1.1. DOĞUMU, AİLESİ ve TAHSİL HAYATI Tam ismi İsmail Hakkı veya Hafız İsmail Nuri 1 olan Hafız Hakkı 1879’da Manastır’da dünyaya geldi. Babası Süvari Mülazım-ı Evveli (Teğmen) Hacı Halil Efendi2, annesi ise Habibe Hanım’dır. İlk tahsilini Serez ve Köprülü’de yaptı ve bu sırada Kuran-ı Kerim’i hıfzetti. Arkadaşları arasında ‘’ Hafız’’ diye tanınan Hafız Hakkı, babasının hacca gidip Mekke-i Mükerreme’de vefat etmesi üzerine annesi ile birlikte Manastır’a döndü. Babasının da asker olmasından etkilenerek, Manastır’da ki Askeri Rüştiye ve İdadisine girdi. Buradaki okulunu başarı ile bitirdikten sonra 14 Mart 1897’de Harbiye Mektebine kabul edildi ve İstanbul’a gitmek zorunda kaldı. 1899 yılında ‘’ Teğmen ‘’ olan Hafız Hakkı, devam ettiği Harp Akademisinden 6 Aralık 1902’de sınıf birincisi olarak mezun oldu ve Kurmay Yüzbaşı olarak göreve başladı. Enver Bey (Paşa) ise aynı sınıfı ikincilikle bitirmiştir. Enver, Mahmut Kamil, Selahattin Adil ve Fahrettin Paşalar, Hafız Hakkı’nın Harp Akademisi’nden sınıf arkadaşıdır. Mustafa Kemal (Atatürk) iki, İsmet Bey (İnönü) ise dört yıl sonra aynı okuldan mezun olmuşlardır. Hafız Hakkı ilk olarak askerliğin üç sınıfında (piyade, süvari ve topçuluk) staj görmek için 20 Aralık 1902’de Enver Bey ile birlikte Manastır’daki III. Ordu emrine verilmiştir. Zamanın askeri kurallarına göre kurmay yüzbaşılar, piyade, süvari ve topçu sınıflarında sekizer ay bölük komutanlığı yaptıktan sonra kurmay ödevine atanırlardı. Hafız Hakkı ilk stajını topçuluk sınıfında yapmıştır. 5 Ocak 1903’te III. 1 Köprülü Şerif İlden, Sarıkamış, Yayına Hazırlayan: Sami Önal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014, 105. 2 ‘’Birinci Dünya Savaşına Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri’’ adlı eserde Hafız Hakkı Bey’in babası olarak Selim Bey adında bir zat zikredilmektedir. (H.Toker-N. Aslan, Birinci Dünya Savaşına Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 2009, III, 6-7). Ancak Hafız Hakkı ile ilgili yazılan diğer biyografilerde babası ‘’Hacı Halil Efendi‘’ olarak kaydedilmiştir. ‘’Selim Bey‘’ ismi yanlışlıkla bu eserde yer almış olabilir. Bununla birlikte Habibe Hanım’ın ikinci eşi olma ihtimali de söz konusudur. Hacı Halil Efendi ismi için Bkz. (Harp mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan-Ömer Çakır, İstanbul 2004, 25; Nurer Uğurlu, Rumeli Yağmalanan İmparatorluk (Mahmut Şevket Paşa-Hafız Hakkı Paşa), Örgün Yayınevi, İstanbul 2009, 225). Yine Hafız Hakkı’nın 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’ni anlattığı ‘’Şanlı Asker’’ adlı hikâye türü eserinde olay örgüsünü Mülazım-ı Evvel Halil Efendi adlı şahsın üzerinde kurması babasının Hacı Halil Efendi olma ihtimalini güçlendirmektedir. (Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker, Yay Haz: Mehmed Açıkgözoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1975). 4 Ordu 13. Seyyar Topçu Alayı 3. Bölüğe verilmiştir. Enver Bey de aynı alayın 6. Bölüğüne tayin olunmuştur. Hafız Hakkı bu görevin ardından 28 Eylül 1903’te 34. Nizamiye Alayı III. Tabur 4. Bölüğe ve Nisan 1904’te 14. Süvari Alayı III. Bölüğe atanarak üç alandaki stajını tamamlamıştır. Bu sıralarda III. Ordu Yunan, Sırp, Ulah ve Bulgar isyanları ile dolu Makedonya’ya hâkimdi ve geniş ölçüde bu isyanların bastırılmasında kullanılıyordu. Bu durum Hafız Hakkı ve Enver Beylerin ilk askeri tecrübelerini ve kahramanlıklarını çete gruplarıyla mücadelede edinmelerine sebebiyet verecekti ve hiç şüphesiz bu mücadelelerde gösterdikleri kahramanlıklar, onların daha sonradan ‘’Kahraman-ı Hürriyet‘’ unvanını almalarına zemin hazırlayacaktır.3 1.2. HAFIZ HAKKI BEY’İN İLK ASKERİ VAZİFELERİ: BULGAR ÇETECİLERİ İLE MÜCADE Osmanlıların fetih amacıyla Rumeli’ye ilk geçişi 1353’te olmuş ve 1354’te Gelibolu Kalesi ve Limanı Bizans’tan alınarak yarımada Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bu topraklar Osmanlı Devleti’nin temel yayılım alanı içerisinde bulunuyordu ve buraya yönelik fetih hareketleri 1683 Viyana Kuşatması’na kadar devam etti. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521’de Orta Avrupa’nın kilidi sayılan Belgrat Kalesi’ni fethetmesi ve 1526’da Mohaç Meydan Savaşı’nda Macar ordusunu yok ederek Macaristan topraklarını ele geçirmesiyle Balkanların fethi büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bundan sonra Balkan ülkeleri Osmanlı’nın iç memleketi haline gelmiş ve buradaki yerel halklar yüzyıllar boyu Osmanlı idaresinde barış içerisinde yaşamışlardır. 4 Bu fetihlere müteakip Balkan topraklarına hızla Türk nüfus yerleştirilmeye başlanmıştır. Ancak 1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği ‘’Milliyetçilik’’ akımı bu topraklarda da karşılığını bulacak ve bilhassa Makedonya, Rum, Bulgar, Ulah ve Sırp isyanlarına sahne olacaktır. Bu isyanların altında yatan temel sebep Rusya idi. Ruslar, 3 Murat Bardakçı, Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014, 10. Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 225. Enver Konukçu, Erzurum’da Kars Kapı Şehitliğindeki İki mezar ‘’ Hafız Hakkı ve Cemal Paşalar (1915-1922) ‘’, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum 2010, 52; Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete (Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor), Kum Saati Yayınları, İstanbul 2004, 19; Kurmay okulunun son sınıf birincisi Enver Bey’dir. Ancak bu okulda yürürlükte olan usullere göre birinci, öğrencinin mektebin üç sınıfında elde ettiği genel ortalamaya göre belirlenir. (Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970, I, 459. Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 225). 4 Yılmaz Öztuna, 93 ve Balkan Savaşları-Avrupa Türkiye’sini Kaybımız–Rumeli’nin Elden Çıkışı, İstanbul 2006, 17-19. 5 1853-1856 Kırım Savaşı’nı takiben, Osmanlı idaresinde bulunan Slav ırkından veya öyle olduğu düşünülen kavimleri bir amaç uğrunda birleştirmek ve Ortodoks toplulukları egemenliği altına almak için ‘’Panslavizm’’ hareketini başlattılar. Bu hareket kısa zamanda Balkan halkları nezdinde karşılığını buldu ve merkezi idareye karşı isyanlar başladı. Tüm bu gelişmeler-bu arada Rusya’nın isyanları desteklemesi1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın çıkmasına sebebiyet verdi. Osmanlı Devleti bu savaşlarda Rusya karşısında mağlup oldu ve şartları çok ağır olan Ayestefanos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı.5 Bu antlaşmaya göre, büyük bir Bulgaristan Krallığı kurulacak, Bosna ve Hersek’e özerklik verilecek, Sırbistan, Romanya ve Karadağ tam bağımsız olacak, Batum, Kars, Ardahan ve Doğubayazıt Ruslara bırakılacak ve Girit ve Ermenilerin yaşadığı bölgelerde bazı ıslahlar yapılacaktı. Ancak İngiltere, Avusturya ve Almanya’nın baskısıyla bu antlaşma geçersiz sayılmış ve yeni bir anlaşmaya varmak için Berlin’de bir kongre toplanması Rusya Hükümetine kabul ettirilmiştir. Almanya Başbakanı Bismarck’ın başkanlığında toplanan bu kongre sonrasında Berlin Antlaşması imzalanmıştır. Berlin Antlaşması’yla Doğu Rumeli, bir Hıristiyan vali tarafından yönetilmek üzere Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Ancak Bulgarlar bu yeni yönetime uymadılar ve isyan ettiler. Bu isyanlar, Bulgarların bağımsızlıklarını elde edip Osmanlı Devleti’nden ayrıldıkları 1908 yılına kadar sürmüştür.6 Hafız Hakkı ve Enver Beylerin 1902 yılında Harp Okulundan mezun olduktan sonra gönderildikleri Manastır şehri, henüz tam bağımsızlıklarını elde etmemiş olan Bulgar çetelerinin başlıca faaliyet alanlarından biriydi. Daha önceden de ifade edildiği gibi III. Ordu Manastır’da bulunuyordu ve bu ordunun başlıca vazifesi, bölgede karışıklık çıkaran Bulgar ve diğer çeteci unsurları tedip hareketinden ibaretti. Hafız Hakkı’nın çetecilerle mücadele isteği henüz Harp Okulunda iken başlamıştır. Öğrencilik yıllarında Makedonya’nın içinde bulunduğu durumu görmüş ve arkadaşları ile buraya yönelik çözümler aramışlardır. Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa (Kut), hatıralarında bu dönemleri şöyle anlatır: ‘’Talebelik yıllarında Enver ve Hafız Hakkı ile konuşurken Makedonya’dan bahseder, orada teşkilat yapmanın ve çetelerle dövüşmenin hayallerini kurardık. İmparatorluğun başına dert olan çeteleri yola 5 6 Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 7-8. Öztuna, 93 Harbi ve Balkan Savaşları, 58. 6 getirmekle devlete karşı hizmet içinde olacağımıza inanıyor ve daha sonraki ideallerimiz için Makedonya’yı biçilmiş kaftan buluyorduk. Enver ile Hafız Hakkı bu hayallerine kavuşmanın ilk adımlarını attılar ve Manastır’daki III. Orduya gönderildiler. III. Ordu Yunan, Sırp, Ulah ve Bulgar isyanları ile dolu Makedonya’ya hâkimdi ve ateş içinde kaynıyordu.’’7 Hafız Hakkı ve Enver Beylerin III. Orduya atandıkları sıralarda-1902’nin sonlarıMakedonya İhtilal Komitesi ilk kongresini yapmıştı. 1903 yılının kutsal İlya günü ise genel ihtilal günü seçilmiş ve bu tarihten sonra isyanlar yoğunluk kazanmıştır.8 Hafız Hakkı, çetecilerle mücadelede ilk ciddi tecrübelerini bu ortamda kazanmaya başlayacaktır. Bu sıralarda Batarya Komutanı olan Enver Bey, hatıralarında Hafız Hakkı’nın çetelerle mücadelesini şu ifadelerle anlatır: ‘’13 Nisan 1903 günü kışlaya döndüm. 40 atlı ile Karavarlı taraflarına gözcülüğe gönderildim. Bulgarların oralarda da isyan edecekleri haberi alınmıştı. Diğer bir müfreze ile de Üçüncü Batarya kumandanı Erkan-ı Harp Yüzbaşısı Hafız Hakkı Bey, Resne Caddesi üzerine gönderildi. Benim müfrezem bir şeye rastlamadı. Ama İsmail Hakkı Bey’in, Sapari köyünde eşkıya ile müsademeye tutuştuğu bildirildi. Şehirde heyecan başlamıştı. Bir takım silah sesleri duyuldu. Dükkânlar kapandı. Ufak çapta çarpışmalar, öldürmeler oldu. Manastır’da yüz kadar İslam ve Bulgar öldü ve ya yaralandı. ‘’9 Yine bu tarihlerde Hafız Hakkı, Manastır’a beş saat uzaklıktaki Kavan köyünde isyan edip, kiliseye sığınan Bulgar çetecilerini tedip ederek sığındıkları yerleri de tahrip etmiştir. 10 Manastır’daki ilk tecrübelerinin ardından, bu şehirdeki stajını bitiren Hafız Hakkı, 2 Ocak 1905’te Selanik bölgesi Komutanı Ferit Paşa refakatine verilerek eşkıya takibi için teşkil edilmiş olan bu mıntıkanın kurmay başkanı olmuştur.11 9 Mart 1905’te ise 7 Taylan Sorgun, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e Bitmeyen Savaş (Halil Paşa’nın Hatıraları), İstanbul 1997, 18-19. 8 Aydemir, Enver Paşa, I, 479-480. 9 Halil Erdoğan Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları (1881-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015 s.18. Ayrıca Bkz. M. Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul 1989, 264. 10 Bilkan-Çakır, Harp mecmuası, 25. 11 . Bu sıralarda Harp Okulundan mezun olup Selanik’e gelen Enver Bey’in amcası Halil Bey, çetecilerle mücadele etme isteğini Hafız Hakkı’ya açarak kendisi için Ferit Paşa’ya referansta bulunmasını ister. Halil Paşa bu hadiseyi şöyle anlatmaktadır: ‘’Kurmay Başkanımız Enver’in sınıf arkadaşı Manastırlı Hafız Hakkı idi. Her karşılaştığımızda kendisine kıtaya gidip müsademelere katılmak istediğimi, merkezde pasif bir görevde kalmanın bana ağır geldiğini söyleyip duruyordum. Gene bir gün düşüncelerimi açtığımda Hafız Hakkı: -Bak Halil! Senin aşkını biliyorum. Bu genci eşkıya takibine gönderelim diye Paşa’ya kaç defa söyledim bilemezsin. Fakat Paşa, bu delikanlı çok güzel, çok genç, 7 Kolağası12 olan Hafız Hakkı Bey, Selanik bölgesinde eşkıya takibine devam etmiştir.13 Ağustos 1905’te ‘’Gorgop‘’ ve ‘’Bomiçe‘’ civarında kapsamlı bir tarama yapan Hafız Hakkı Bey, buradan hareketle Gevgili’ye gelerek ‘’Lubvadya‘’ köyünde Tahsin Bey (Uzer) ve Halil Bey (Kut) ile bir toplantı yapmıştır. Bu toplantıda Yenice Gölü çevresinde kapsamlı bir harekât yapılmasına karar verilmiştir.14 Bu harekâtlardan birinde Hafız Hakkı, Bulgar eşkıyasını takip için Yenice Gölü’ne göğsüne kadar girerek su ve bataklıklar içinde şakileri perişan bir hale sokmuş ve bunun neticesinde şiddetli bir tifo hastalığına tutulmuştur.15 Hafız Hakkı Bey ‘’Şanlı Asker’’ adlı eserinde Yenice Gölü’nde Bulgar eşkıyası ile giriştiği bu mücadeleyi şöyle anlatmaktadır: ‘’Geçen devirde Yenice bataklığında barınan eşkıyaya karşı bir müfreze ile gidiyordum. Bataklık kesif sazlıklarla örtülü ve birkaç adam boyu derinliğindedir. Sahası günlerce dolaşılamayacak gibidir. Buraya kayıklar ile gidiyorduk. Kayıklar sazlıklar arasındaki akıntılardan gidebilmek için ancak bir metre eninde bir yerden geçer. Kolaylıkla devrilebilir ve bir kere devrilince derin bataklığa saplanan kurtulamaz. Eşkıyanın yeri belli değildir. Yalnız bataklık içindeki küçük adacıklarda siper yapmış, yerleşmiş olduğu haber veriliyordu. Müfreze üç subay ile altmış erdi. Kayıkların önüne birer küçük zırh koymuştuk. Bu zırhlardaki aralıklardan ateş edecektik. Bataklığa girmeden evvel verdiğim tembihte, eşkıya ateşi ne taraftan gelirse gelsin, düşmanı görmeyince ve bir hizaya gelmeyince ateş edilmeyeceğini ve vurulanların katiyen of dememesi lazım geldiğini söyledim. Göle girdik. Epey saat gittik. Sazlıklar arasında yol tek olduğundan, hep bir biri ardı sıra ilerliyorduk. Öndeki kayık, eşkıya kulübesini sazlar arasından ve ancak iki yüz elli, üç yüz metreden gördü. Eşkıya ateşe başladı. Öndeki kayıktan başka kimse ateş etmedi. Eşkıyaya kırk adım kadar bir mesafede kayıkların bir hizaya gelebileceği bir gölceğiz vardı. Gerideki kayıklar oraya kadar birer birer ateş altında ilerliyor, hizaya giriyor, sonra ateş ediyordu. Bu sırada arkadan da başka bir çete çıktı. Kayıkların yarısı o tarafa gitti. Asıl hücum edilen kulübeye karşı otuz kişi kadar kalmıştık. Ateş yirmi dakika sürdü. Kulübeye atladık. Eşkıya ile orada ufak bir boğuşmadan sonra muharebe bitti. Muharebe esnasında ne ‘Of’ ne de ‘Ah!’ diyen korkarım ki ateşli mizacına rağmen muvaffak olamaz dedi. Şimdi yapılacak bir şey kalıyor: bekleyeceksin, senin isteğini yerine getirmek için ben de zamanı kollayacağım. ‘’ Sorgun, Bitmeyen Savaş, 20-21. 12 Kolağası (Osmanlı ordusunda yüzbaşı ile binbaşı arasındaki rütbe. Kıdemli Yüzbaşı) 13 Toker- Aslan, Komutanların Biyografileri, III, 6-7. 14 Tahsin Uzer, Makedonya’da Eşkıyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1979, 189. 15 Bilkan-Çakır, Harp mecmuası, 25. 8 yoktu. Bir kimse vurulmadı sanmıştım. Muharebe bitince baktım ki ekserisi ağır yaralı ve bir kısmı şehit olmak üzere otuz kişiden onu vurulmuş. Yirmi dakikada kuvvetin üçte birini kaybettiği ve arkadan da ateş yediği halde hücum eden asker, hakikaten şanlı babasının yiğit varisi idi. Muharebeden sonra takip ve arama bir saat kadar sürdü. Şiddetli güneş altında, sazlar arasındaki bataklığın boğucu havası içinde bekleyen yaralılar, yine hiç ses çıkarmıyordu. İş bittikten sonra sahile dönüyorduk. Ben yaralı kafilesi ile önde gidiyordum. Bu gidiş bir buçuk saat kadar sürdü. Güneş sazlar arasında cehennemi bir tesir yapıyordu. Kayıkların altındaki su içilecek gibi değildi. Biz sağlam kalanlar bile bu tesirler altında ezilmiştik. Yaralılardan yine ses yoktu. Sazlar arasından sahil göründüğü bir sırada yanımdaki kayıkta bulunan yaralılardan Köprülü Murat ‘Binbaşı Bey!’ diye bağırdı. Başını kaldırmış, kara gözleri ile bana bakıyordu. Omuzundan, ciğerinden, kalçasında üç kurşun yemiş ve yirmi dört saat sonra şahadet mertebesine nail olan bu çocuk devam etti ‘Binbaşı Bey, rica ederim, kayıkçılar biraz çabuk çeksin, dayanamayacağım of diyeceğim.’ İşte bizde böyle ölüm karşısında bile emri sonuna kadar yaptıran bir itaat vardır.’’16 28 Mart 1905’te asilere karşı gösterdiği başarı neticesinde Dördüncü Dereceden Mecidiye Nişanına layık görülen17 Hafız Hakkı Bey’in Makedonya’da birçok eşkıya takibine katılmış olmasına rağmen bunların çok az bir kısmı günümüze intikal etmiştir. 1.3. HAFIZ HAKKI BEY’İN İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİNE GİRİŞİ VE BU CEMİYETTEKİ FAALİYETLERİ 1.3.1. İttihat ve Terakki Cemiyetinin Oluşumuna Zemin Hazırlayan Gelişmeler: Birinci Jön Türk Hareketi Öncelikle şunu söylemek gerekir ki M. Şükrü Hanioğlu’nun ifade ettiği gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti ismi, 1889-1918 yılları arasındaki geniş bir dönemi kapsayan, birbirinden çok farklı organizasyonlar şeklinde faaliyet göstermiş olup, isim benzerliği 16 17 Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker, 12-13. Konukçu, İki mezar, 52. 9 dışında gerek örgütsel yapı ve gerekse üyelerinin ideolojik yönelimleri açısından derin farklılıklar gösteren cemiyetlerin ortak adıdır ve tüm bu cemiyetlere ortak bir isim verilmesinin sebebi nihayetinde ortak bir amaç etrafında birleşmeleridir.18 İTC’nin oluşumu, İmparatorluğun son döneminde ortaya çıkan ‘’Jön Türk‘’ hareketi ve bu hareket etrafında gelişen siyasi olaylar ile doğrudan ilişkilidir. Tanzimat Fermanı’nın mimarı Mustafa Reşit Paşa özel olarak seçtiği gençleri yetiştirmiş, kendi batıcı fikirlerini onlara aşılamış ve çoğunu eğitim için Avrupa’ya göndermişti. Burada pozitivist, materyalist akımların ve Avrupa kültürünün etkisi altında kalan bu gençler, Kırım Savaşı’ndan beri dış borçlanma yoluyla müşkül duruma düşen ve çöküşün eşiğine gelen Osmanlı Devleti’nin istikbalini Batılı tarzda parlamenter bir sisteme geçmekte ve monarşiden kurtulmakta görüyorlardı.19 Nitekim Sultan Abdülaziz’in tahta çıkışı bir dönem bu çevre içinde memnuniyetle karşılanmış ancak zaman içinde meydana gelen gelişmeler; özellikle dış borcun artması, Girit İsyanı ve Sırbistan’ın durumu gibi meseleler yeni bir takım hareketlenmelere sebebiyet vermiştir. 20 Bu meselelere kafa yoran genç aydınlar zamanla örgütlenmişler ve 1865 yılında ‘’Yeni Osmanlılar Cemiyeti’’ ni kurmuşlardır. İçerisinde Ali Suavi, Namık Kemal ve Şinasi gibi önemli isimlerin bulunduğu bu cemiyetin kurucuları 1867 yılı itibarıyle Jön Türk ismiyle anılmaya başlanmıştır.21 Bununla birlikte zamanla jön Türk tabiri, aralarında fikir birliği olsun ya da olmasın mevcut idareye şu ya da bu şekilde muhalif olan kimseler için de kullanılmaya başlanmıştır. Çeşitli din ve etnik kökene sahip kimselerin akın ettiği Yeni Osmanlılar Cemiyeti, şahsi meselelerden dolayı Sultan Abdülaziz’e muhalif olan Mustafa Fazıl Paşa’nın da katılımıyla büyük bir güç elde etmiştir. 1867’deki başarısız darbe teşebbüsünün ardından sürgüne gönderilen cemiyetin önde gelen isimleri Avrupa’ya kaçarak çeşitli merkezlerde gazete çıkarmaya başlamışlardır.22 Paris’te bir araya gelen Jön Türkler yaptıkları toplantı sonucunda Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğiyle Suavi Efendi’nin ‘’Muhbir‘’ adında bir gazete çıkarmasına karar verdiler. Kayazade Reşat Bey tarafından ise Haziran 1868’de Londra’da ‘’Hürriyet Gazetesi‘’ çıkarılmaya başlanmıştır. İdaresini daha sonradan Ziya 18 M. Şükrü Hanioğlu, ‘’İttihat ve Terakki Cemiyeti’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1988, XXII, 476. 19 Şerif Aksoy, İttihat ve Terakki, Noktakitap Yayınları, İstanbul 2013, 12-13. 20 Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yayınları, İstanbul 2000, 20. 21 Aksoy, İttihat ve Terakki, 13. 22 Kuran, Jön Türkler, 21-22. 10 Paşa ve Namık Kemal’in aldığı bu gazete, yoğun bir şekilde Ali ve Fuat Paşaları tenkit ediyordu. 23 Ancak kendisini Sultan’a affettiren Mustafa Fazıl Paşa’nın yurda dönmesinden sonra güç kaybeden Jön Türkler, 1871 yılı itibarıyle özellikle Ali Paşa’nın ölümünden sonra çıkan genel af ile birlikte kendileri de memlekete dönmeye başlamışlardır.24 Bu dönüşten sonra hareket iyice zayıflamış ve bu aydınların her biri muhalif oldukları devletin çeşitli kademelerinde memur olarak görev almışlardır.25 Ancak zamanla olaylar Jön Türklerin istediği gibi gelişti. Sultan Abdülaziz tahtan indirilip yerine V. Murat geçirildi. Fakat V. Murat’ın akli dengesinin yerinde olmamasından dolayı üç aylık kısa iktidarının ardından bu kez II. Abdülhamit tahta geçti ve Tuna Valisi Mithat Paşa’nın girişimiyle 1876 yılında Kanun-ı Esasi ilan edildi. Böylelikle Osmanlı Devleti anayasalı ve meclisli bir sisteme kavuşmuş oluyordu.26 Fakat bu sistem uzun süre devam etmeyecekti. İpleri eline almak isteyen yeni sultan II. Abdülhamit, ilk iş olarak 1877’de meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdi ve 1878 yılında Osmanlı-Rus Savaşı’nı bahane göstererek meclisi tatil etti. Meclis-i Mebusan, 1908 yılında meşrutiyetin yeniden ilan edildiği tarihe kadar kapalı kaldı. 1878 yılından 1908’e kadar geçen sürede Türkiye, parlamenter sistemi yeniden işlevsel hale getirmek isteyen özgürlükçü ve yenilikçi hareketlere sahne olacaktır. Bu süre içerisinde birçok gizli cemiyet kuran muhalifler, istibdat rejimi ile suçladıkları II. Abdülhamit idaresi ile mücadele edeceklerdir. İttihat ve Terakki Cemiyetinin oluşumunu bu atmosfer içinde düşünüp, tarihi bir zemine oturtmak gerekir. 1.3.2. İkinci Jön Türk Hareketi: İttihat ve Terakki Cemiyetinin Kuruluşu ve Faaliyetleri Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışından kısa bir süre sonra meşrutiyeti rafa kaldırması ‘’İkinci Jön Türk Hareketi‘’ denen bir oluşumun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yeni Osmanlılar Ceimiyetini ve özellikle Namık Kemal’i örnek alan Tıbbiyeli gençler 1889 yılında ‘’İttihat-ı Osmani‘’ adında gizli bir cemiyet kurdular.27 İbrahim Temo öncülüğünde Abdullah Cevdet, İshak Sükûti, Hüseyinzade Ali ve Mehmet Reşit 23 Kuran, Jön Türkler, 22-23. Necmettin Alkan, Mutlakıyetten Meşrutiyete II. Abdülhamit ve Jön Türkler (1889-1908), Selis Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2009, 106. 25 Aksoy, İttihat ve Terakki, 13. 26 Alkan, II. Abdülhamit, 106. 27 Sina Akşin, 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1980, 17. 24 11 tarafından kurulan bu cemiyet, teşkilatlanmada Carbonari Cemiyeti ve Rus Nihilistlerini28 örnek alıp öğrencileri hücre29 biçiminde örgütlemeye gayret göstermişlerdir. Cemiyetin bu dönemdeki faaliyetleri, yurt dışında basılan bazı eski gazetelerin öğrencilere okutulması ve Namık Kemal ile arkadaşlarının yazılarının dağıtılmasıyla sınırlı kalmıştır.30 Cemiyet ilk aşamada üye sayısını arttırmaya gayret göstermiş ve İstanbul’un çeşitli okullarında özellikle çalışkan öğrencileri kendi safına çekmeye çalışmıştır.31 İttihat-ı Osmani Cemiyeti için dönüm noktalarından biri, Paris’teki Ahmet Rıza Bey ile temasa geçmesidir. Bursa Maarif Müdürü iken 1889 yılında Paris’e giden Ahmet Rıza, burada pozitivizm ile tanışmış ve bu ideolojinin katı bir savunucusu olmuştu. O da Tıbbiyeli gençler gibi ülkenin geleceğini, II. Abdülhamit ‘’istibdadının’’ yıkılmasında ve meşrutiyetin yeniden ilanında görüyordu. Bu yüzden İstanbul’daki Jön Türkler ile temasa sıcak baktı ve Cemiyeti yurt dışında temsil etme görevini kabul etti.32 Cemiyetin Paris Başkanı olan Ahmet Rıza, İstanbul merkezi ile pazarlığa girişerek cemiyetin adının İttihat-ı Osmani ’den Auguste Comte’un özdeyişi ‘’Ordre et Progres‘’ in tercümesi olan ‘’Nizam ve Terakki‘’ ye çevrilmesini istedi. Cemiyet üyelerinin ‘’İttihat‘’ kelimesinin muhafazası yönündeki ısrarı üzerine oluşumun isminin ‘’ Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ‘’ olmasına karar verildi.33 28 Latince ‘’nihil’’ kökünden gelen Nihilizm, dilimize ‘’hiçlik teorisi’’ olarak aktarılmıştır. Nihilizmde amaç toplumdaki değerleri ve siyasi düzeni yıkmaktır. Bu değerlerden arınan insanın eski gücüne kavuşacağına inanılır. Kavram olarak ilk defa Alman filozof Friedrich Jakobi (1743-1819) tarafından kullanılan Nihilizm; 19. yüzyıl ortalarında Rusya’da, özellikle aydın gençler arasında taraftar bularak yükselen bir akım haline geldi. Dönemin Rusya’sında etik, sosyal ve siyasi bir nitelikte kullanılan Nhilizm, Dostoyevski, Tolstoy, Dobroliyubov, Pissarev ve Turgenyev gibi yazarlar tarafından sıklıkla işlenmiştir. Rus Nihilistleri temelde Çarlık yönetimi yıkıp Cumhuriyeti ilan etmeye çalışmışlardır. (Mustafa Aydemir, ‘’Ret ve İnkarın Kıskacında Nihilist Karakterler: Bazarov ve Suat’’, Turkish Studiesİnternational Periodical For Languages, Litarature and History Of Turkish or Turkic Volume 8/8 Summer 2013, p. 123-138, ANKARA-TURKEY). 29 ‘’Hücre örgütlenmesine göre; her üye yalnızca üç kişiyi tanır. Her üyenin hem hücre, hem de hücreyi oluşturan numarası vardır. Ohrili İbrahim Temo’nun numarası ‘’ 1/1 ‘’ dir. Paydaki numara hücreyi, paydadaki ise üye numarasını gösterir. Yani Temo, 1 numaralı hücrenin 1 numaralı üyesidir.’’ (Aksoy, İttihat ve Terakki, 15-16). 30 Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 476. 31 Alkan, II. Abdülhamit, 116. 32 Kuran, Jön Türkler, 46. ‘’Cemiyet, ilk olarak 1892 yılında Ahmet Rıza ile ilişki kurmuşsa da Ahmet Rıza harekete pek ilgi göstermedi. 1894’deyse kendisi Paris’te bir Türk muhalif kolonisinin olduğunu gördü. Bunlardan biri olan Doktor Nazım Bey, cemiyetin merkez komitesi adına Ahmet Rıza’ya kendilerine katılmasını teklif etti. Ahmet rıza da bu teklifi kabul etti.’’ (Aksoy, İttihat ve Terakki, 17). 33 Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 477. 12 Sultan Abdülhamit, ikinci Jön Türk hareketinden 1892 senesinde haberdar olmuşsa da ilk zamanlar bu hareketi pek önemsememiştir. Cemiyetin de bu döneme kadar faaliyetleri sınırlı olmuştur. Ancak 1894 yılında İstanbul’da baş gösteren ayaklanma hareketleri ve özellikle Ermenilerin Babıali’ye yönelik saldırıları üzerine Jön Türkler de ilk defa olarak eyleme geçmeye başlamışlardır.34 İlk kez iki bildiri hazırlanarak, gizlice dağıtılmış ve duvarlara yapıştırılmıştır.35 Paris’te ise Ahmet Rıza 1895 yılında ‘’Meşveret‘’ adında bir dergi çıkararak Osmanlı idaresini eleştirmeye başlamıştır.36 Tüm bu gelişmeler İstanbul’daki İTC üyelerinin bazılarının sürülmelerine sebebiyet vermiştir. Cemiyetin nizamnamesinde, merkez İstanbul olarak gösterilmesine rağmen zamanla Ahmet Rıza’nın etkisiyle 1896’da merkez Paris’e kaymıştır.37 Ancak 1886’da ‘’ Mizan Gazetesi’’ ni çıkararak yönetimi ılımlı bir şekilde eleştirmeye başlayan Mizancı Murat Bey, gazetesinin kapatılması üzerine 1895’te yurt dışına kaçmış ve Ahmet Rıza ile diğer cemiyet üyelerinin arası açılması üzerine Paris Şubesi Başkanlığına getirilmiştir. Tüm bu gelişmelerde Ahmet Rıza’nın İTC ile olan görüş ayrılığı, özelliklede ihtilal karşıtı siyasetinin büyük etkisi olmuştur. Ahmet Rıza’nın Paris Şubesi Başkanlığından düşürülmesi ve ardından da cemiyetten ihraç edilmesiyle, cemiyetin faaliyet merkezi 1897’de Paris’ten Cenevre’ye kaymış ve Mizan burada çıkarılmaya başlanmıştır.38 Ancak 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nın, Osmanlı galibiyetiyle sonuçlanması ve bunun kamuoyunda oluşturduğu coşku Mizancı Murat liderliğindeki İTC’nin prestijini sarsmaya başlamıştı. Bunu üzerine Murat Bey başkanlıktan istifa etmiş ve hükümetle anlaşarak Temmuz 1897 tarihinde İstanbul’a dönmeye razı olmuştur.39 Böylelikle Ahmet Rıza yeniden cemiyet içinde saygın bir mevkiye gelmiştir. 1897’de Jön Türkler ile II. Abdülhamit arasında yapılan bir müzakere ile İTC bütün faaliyetlerine ara verdi ve muzır yayın yapmamaları karşılığında yurda dönenlerin affedilecekleri duyuruldu. Bu duyuru üzerine Jön Türklerin bir kısmı İstanbul’a döndü, diğer bir kısmı ise yurt dışında kalarak çeşitli elçiliklerde görev aldı.40 34 Kuran, Jön Türkler, 46. Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 21. 36 Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 22. 37 Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 477. 38 Aksoy, İttihat ve Terakki, 18-19. 39 Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 477-478. 40 Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 31. 35 13 Jön Türklerin Sultan ile anlaştıkları 1897 tarihinden 1902’de yapılan I. jön Türk Kongresi’ne kadar geçen sürede faaliyetleri durma noktasına gelmişti. Ancak 1899 yılında yaşanan bazı gelişmeler İTC’nin tekrar harekete geçmesine sebep oldu. Bu tarihte Almanya’nın Bağdat Demiryolu Projesi’nin imtiyazını alması ve II. Abdülhamit’in Alman yanlısı politika izlemesi İngiltere’yi gücendirmişti. Bu cümleden olarak harekete geçen İngilizler, Sultan aleyhine yurt dışında kalan İttihatçılarla temasa geçmiş, onları desteklemiş ve hatta kongre yapmaları hakkında öneride bulunmuştu.41 Söz konusu kongre, ancak II. Abdülhamit’in yeğeni Prens Sebahattin’in dayısına olan muhalefetinden dolayı Avrupa’ya kaçmasından sonra, 1902 yılında toplanabilmiştir. Prens Sebahattin’in girişimiyle 4-9 Şubat 1902 tarihinde Paris’te toplanan kongreye Türk, Arap, Arnavut, Kürt, Çerkez, Yunan, Bulgar, Yahudi ve Ermeniler den mürekkep farklı etnik ve dini gruba mensup 47 delege katılmıştır.42 Ancak Jön Türkleri yeniden bir araya toplamak için düzenlenen kongre hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Kongrenin sonucunda iki hizip oluşmuştur; Prens Sebahattin’in liderliğindeki ‘’Adem-i Merkeziyetçi‘’ adıyla anılan birinci grup, yalnız propaganda ve yayın yoluyla İnkılap yapılamayacağını, askeri kuvvetlerin ihtilal hareketine katılmalarının sağlanması gerektiğini ve hatta dost yabancı hükümetlerin müdahalesine başvurulması lazım geldiğini savunuyordu.43 Ahmet Rıza önderliğindeki ‘’Milliyetçi‘’ grup ise bu fikre karşı olarak her türlü dış müdahaleyi reddetti. Neticede kongre, İTC içinde birlik yerine yol ayrılığına sebep oldu.44 Ahmet Rıza önderliğindeki ‘’Milliyetçi’’, ‘’Merkeziyetçi’’ grup İttihat ve Terakki Cemiyetinden ayrılarak, yine Paris’te ‘’Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’’ adında bir cemiyet kurdular.45 Prens Sebahattin ise daha sonra ‘’Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet’’ adında bir cemiyet kurarak, yabancı devletlerin desteği ile darbe yapma fikrini savundu.46 41 Aksoy, , İttihat ve Terakki, 19. Alkan, II. Abdülhamit, 119. 43 Kuran, Jön Türkler, 190. 44 Alkan, II. Abdülhamit, 120. 45 Aksoy, İttihat ve Terakki, 21. 46 Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 479. Ahmet Rıza'nın temsil ettiği siyaset tarzının özünü merkeziyetçilik, devletçilik, pozitivizm ve idare ve siyaset erkiyle toplumun yukarıdan aşağıya dönüştürülmesi, medenileştirilmesi yaklaşımı oluşturmuştur. Buna karşılık Prens Sabahattin'in siyaset tarzını ise "adem-i merkeziyetçilik", "teşebbüs-i şahsi", toplumun kendi dinamizmi ile dönüşmesi, toplumun önünün açılması ilkeleri meydana getirmiştir. Ahmet Rıza merkezi idarenin güçlendirilmesi taraftarıdır. Prens Sebahattin ise merkezi yönetimin etkisinin azaltılıp yerel yönetimlerin güçlendirilmesini ve Osmanlı Devleti’ndeki farklı unsurların yönetime katılma yetkilerinin arttırılması 42 14 Jön Türk hareketi açısından en önemli gelişmelerden biri, Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin Rumeli’de yayılması ve 1907 yılında Selanik’teki ‘’Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’’ ile birleşmesidir. Bu birleşmeden kısa bir süre sonra, 27 Aralık 1907 yılında II. Jön Türk Kongresi gerçekleşmiş ve Prens Sebahattin grubu ile görüş birliğine varılarak ihtilal kararı alınmıştır.47 Hafız Hakkı Bey, aşağıda görüleceği üzere Osmanlı Hürriyet Cemiyeti saflarında Jön Türk hareketine dâhil olmuş ve kısa zamanda bu hareket içinde önemli mevkilere gelmiştir. Esasen meşrutiyetin yeniden ilanı, o ve onun gibi askeri kanattan kimselerin faaliyetleri ile mümkün olmuştur. 1.3.3. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti: Hafız Hakkı Bey’in Cemiyete Girişi ve Meşrutiyet’in İlanı Öncesindeki Faaliyetleri Rumeli’de Jön Türk hareketinin yayılması ve bu hareketi yürütecek cemiyetlerin kurulması tesadüf değildir. Nitekim yıllardan beri çeşitli etnik ve dini grupların kanlı çatışmalarına sahne olan bölgede Osmanlı idaresi iyiden iyiye zayıflamış bulunuyordu ve bölgede yabancı güçlerin etkisi artmıştı. Özellikle Ekim 1904’te Rusya ve Avusturya tarafından hazırlanan, Osmanlı nüfuzunu kısıtlayıcı nitelikteki Mürzsteg Programı’nın48 bölgede tatbik edilmeye başlanması, bürokrat ve askeri kanadı harekete geçirdi. Tüm bu gelişmeler bölgede bir takım oluşumların meydana gelmesine sebep oldu. Bunlardan ilki ve en önemlisi 7 Eylül 1906’da Selanik’te kurulan ‘’Osmanlı Hilal Cemiyeti‘’ dir. 18 Eylül 1906’da ‘’Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’’ adını alacak olan bu cemiyetin kurucuları; Bursalı Mehmet Tahir, Mustafa Rahmi (Arslan), Mithat Şükrü (Bleda), Edip Servet (Tör), Talat Bey (Paşa), Kâzim Nami (Duru), Hakkı Baha (Pars), Ömer Naci, Naci (Yücegök) ve İsmail Canbolat Beylerdir.49 Bu Cemiyeti, Mustafa Kemal fikrini savunmaktadır. (Davut Dursun, ‘’Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin Çizgileri Arasında Siyaset’’, Yeni Şafak, 17 Ağustos 2004). 47 Aksoy, İttihat ve Terakki, 21. 48 Ekim 1904’te Rusya ve Avusturya Hariciye Nazırları Balkanlarda barışın ve statükonun devamını sağlamak iddiasıyla Mürzsteg’de Makedonya için yeni bir program meydana getirdiler ve Berlin Antlaşması’nı imzalamış olan diğer devletlerin de desteğini aldıktan sonra Osmanlı Hükümetine verdiler. Bu program, bölgede daha önceden belirlenen ıslahların kontrolü için yabancı bir generalin ve maiyetinde yabancı subayların bölgede görevlendirilmesini öngörüyordu. Yine Genel Müfettiş Hilmi Paşa’nın yanına özel memurlar tayin edilecekti. Bu memurlar bölgedeki Hıristiyanların haklarını koruyacak ve olup bitenleri hükümetlerine bildirecekti. Programın Almanya dışındaki diğer büyük devletler tarafından kabul edilmesi, Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakacak ve neticede kabul etmek zorunda kalacaktır. Tüm bu gelişmeler, bölgede hâkimiyet hakkı sınırlanan Türk unsurunun harekete geçmesine sebebiyet verecektir. (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devri ( 1876-1907 ), TTK, Ankara 1988, VIII, 159). 49 Hanioğlu, ‘’İttihat ve Terakki’’, DİA, 479. 15 (Atatürk)’in 1905’te Şam’da Doktor Mustafa Cantekin ile kurduğu ‘’Vatan ve Hürriyet’’ adını taşıyan gizli dernekle karıştırmamak gerekir.50 Tıpkı İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi Carbonari Cemiyeti ve Mason Localarının teşkilatlanmasını örnek alan Osmanlı Hürriyet Cemiyetine yemin usulü ile giriliyordu.51 Cemiyetin kurucuları 1’den 10’a kadar olan numaraları almışlardı. Daha sonra katılanlara ise yüz atlayarak, 110’dan itibaren numara verilmiş ve böylelikle cemiyet, kuvvetli gösterilmeye çalışılmıştır.52 Amacı Meşrutiyeti yeniden ilan etmek olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti açısından en önemli gelişmelerden biri 27 Eylül 1907’de Ahmet Rıza önderliğindeki Terakki ve İttihat Cemiyeti ile birleşmesi olmuştur. Bu olaydan sonra cemiyet doğal olarak Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adını aldı.53 Ayrıca yeni bir nizamname oluşturuldu. Buna göre; Paris’te olan merkez, yeni cemiyetin dışarıdaki merkez-i Umumisi olacaktı. Eski Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin bulunduğu yer ise Dâhili Merkez-i Umumi haline gelecek ve otonom bir statüye sahip olmakla birlikte faaliyetler ortaklaşa sürdürülecekti.54 Nitekim Ahmet Rıza, Rumeli’ye yayılmak ve subayları yanına çekmek için bu birleşmeyi zorunlu görüyordu. Aynı yılın sonundan Paris’te toplanan II. Jön Türk Kongresi’nde, İTC’den kopan diğer cemiyetlerle de fikri anlamda bir birleşme sağlanarak ortak mesai meşrutiyetin yeniden ilanına harcanmaya başladı. 55 50 Pek çok tarihçi Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin temellerini Mustafa Kemal’in attığını iddia etmektedir. Nitekim Enver Ziya Karal, Mustafa Kemal’in Şam’dan Selanik’e kısa süreliğine gelip burada Hürriyet Derneği’nin bir şubesini kurduğunu, ardından yeniden Suriye’ye döndüğünü ve sonradan Talat Bey ve arkadaşlarının bu derneği aktif hale getirdikleri görüşünü savunmaktadır. (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), TTK, Ankara 1996, IX, 9). Başka bir yazar ise Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin Mustafa Kemal’in kurduğu dernekten ilham alınarak kurulduğunu söyler. (Teoman Alpaslan, 31 Mart Ayaklanması, Kamer Yayınları, İstanbul 2015, 77). Yine Ali Fuat Cebesoy da bu görüştedir. (Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk (Okul ve Genç Subaylık Hatıraları), İnkılap Yayınevi, İstanbul 1981, 103). Kâzım Karabekir ise aksi görüşte olup iddiasını şu sözlerle dile getirmektedir: ‘’Burada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tarihi için mühim bir hakikati de kaydediyorum. O da Mustafa Kemal Bey’in (Kolağası, Atatürk) cemiyetle münasebetidir. Terakki ve İttihat namını aldıktan hayli sonra ve 1323 Şubat’ında Fethi Bey’in delaleti ile girmiş ve 322 numarayı almıştır. Suriye’de 1906 Teşrinievvel ’in de Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni teşkil etmiş. Selanik’e gelerek orada bir şube açmış, işbu şube de sonra kendisine Terakki ve İttihat adını vermiş….diye 1931’de basılmış olan tarihin III. Cildinin 141’inci sayfasındaki yazılar hakikate uygun değildir. Bu hususu, Merkez-i Umumi azalarından da ayrı ayrı tahkik ettim. Esasen böyle bir şey olsa ne diye yıllarca sonra arkadaşı Fethi Bey’in delaletiyle giriyor ve resmi tahlif olunuyor ve bir de sıra numarası alıyor? (Kâzım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, 106-107). Nitekim Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin en başta ‘’Osmanlı Hilal Cemiyeti’’ adıyla kurulması da Kâzım Karabekir’in görüşünü destekler niteliktedir. 51 Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 58-59. 52 Karabekir, İttihat ve Terakki, 105. 53 Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 60. 54 Hanioğlu, ‘’İttihat ve Terakki’’, DİA, 480. 55 Alkan, II. Abdülhamit, 124. 16 Hiç şüphesiz ki bu mücadeleyi başarıya ulaştıracak olan Avrupa’daki Jön Türkler ’den çok Makedonya’daki çoğu asker olan İttihatçılar olacaktı. Hafız Hakkı Bey, 165 numara ile Osmanlı Hürriyet Cemiyetine ilk katılanlar arasındandır. Onun cemiyete girişi muhtemelen 1906’nın sonlarına tesadüf eder.56 Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin varlığından Halil Bey sayesinde haberdar olan Enver Bey, cemiyete girişinden kısa bir süre önce Halil Bey ile birlikte Hafız Hakkı Bey’i ziyaret ederek, üstü kapalı bir şekilde cemiyetin varlığından onu da haberdar eder. Ancak Hafız Hakkı Bey bu görüşmede biraz mütereddit davranır. Bu olaydan kısa bir süre sonra Enver Bey 1906 yılının Eylül’ünde Halil Bey’in aracılığı ile Cemiyete girer. Enver Bey, 152 numara ile bu harekete katılır. Hafız Hakkı Bey’in ise numarası 165’tir. Böylelikle Hafız Hakkı Bey’in Enver Bey’den hemen sonra ve muhtemelen onun aracılığı ile 1906’nın sonlarında cemiyete girdiği söylenebilir.57 Bazı kaynaklar ise onu cemiyetin kurucu listesinde göstermektedir. Ancak Hafız Hakkı Bey’in cemiyete giriş numarası dikkate alındığında, bunun pekte mümkün olmadığı görülür. Nitekim cemiyetin kurucularına 1’den 10’a kadar numara verilmiştir. Daha sonra dâhil olanlara ise 110’dan itibaren numara verilmeye başlanmıştır. Hafız Hakkı Bey’in 165 numara ile cemiyete girmesi bu görüşü çürütmektedir. Bununla birlikte Ahmet Bedevi Kuran, eserinde onun cemiyete giren ilk önemli şahsiyetlerden biri olduğunu ifade eder.58 Hafız Hakkı Bey, birleşmeden sonra otonom bir statüye sahip olan Dâhili Merkez-i Umuminin ilk üyelerinden biri olmuştur. Diğer üyeler ise; Talat, Cemal, İsmail Canbolat, Enver ve Manyasızade Refik Beylerdir.59 Ali Fuat Cebesoy, kendisinin cemiyete girdiği günlerde katıldığı bir merkez-i umumi (genel merkez) toplantısında Enver Bey ile birlikte Hafız Hakkı Bey’in de hazır bulunduğunu söylemektedir. Burada yukarıda verilen isimlere ilaveten Yarbay Nişli Faik, Rahmi ve Mithat Şükrü Beylerin de ismi zikredilmektedir. 60 Daha sonradan şubelere ayrılan cemiyette, Hafız Hakkı Bey, 56 Karabekir, İttihat ve Terakki, 106. Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, 30. 58 Kuran, Hafız Hakkı Bey’den İsmail Hakkı diye bahsetmektedir. İsmin dipnotuna ‘’Daha sonradan damat olan İsmail Hakkı Paşa ‘’ ibaresini koyması bu zatın Hafız Hakkı olduğunu göstermektedir. (Kuran, Jön Türkler, 313-314). 59 Aydemir, Enver Paşa, I, 524. Ayrıca Bkz. Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 480. 60 Cebesoy, Atatürk, 105-106. 57 17 Selanik merkezinde kalır. 61 Enver ise Kâzım Karabekir ile birlikte Manastır şubesinin 62 başına geçer. Bu gelişmelerin ardından, bu arada 1907’de Paris’te yapılan II. Jön Türk Kongresinden sonra ihtilal için hazırlıklara başlanır. II. Jön Türk Kongresi ile İTC’den kopan cemiyetler arasında fikri anlamda bir birlik sağlanmış ve II. Abdülhamit idaresine karşı birlikte hareket etme kararı alınmıştır. İhtilali hızlandıran en önemli gelişmelerden biri 9 Haziran 1908 tarihinde İngiltere Kralı ile Rus Çarı arasında Reval’de gerçekleştirilen görüşme olmuştur. İngilizlerin Makedonya üzerinde Rus çıkarlarını desteklediği bu görüşme, Batı kamuoyunda bilhassa Osmanlı ile iyi ilişkiler içerisinde olan Almanya’da Osmanlı Devleti’nin paylaşılması şeklinde yorumlanmıştır.63 Makedonya’daki çoğu İttihatçı olan subaylar tarafından heyecanla karşılanan bu olay, harekete geçmek için yeterli bir sebep teşkil etmiştir.64 Reval görüşmesinin ardından ilk iş olarak Hafız Hakkı Bey’in de içinde bulunduğu Dâhili Merkez-i Umumi tarafından, Manastır, Selanik ve Üsküp’teki yabancı konsolosluklara, Makedonya’da İslam hakkının gözetilmesi gerektiğini ifade eden bir beyanname verilmiştir.65 Böylelikle cemiyet, ilk defa kendini iç ve dış kamuoyunda duyurmuş oluyordu. Bundan sonra İttihatçılar isyan bayrağını açacaklar ve meşrutiyet yeniden ilan edilene kadar II. Abdülhamit idaresi aleyhine hareketlerde bulunacaklardı. Bu hareketler, en başta Makedonya’da Sultan Abdülhamit idaresini temsil eden şahıslara yönelik olacak, ardından ise genel bir isyan halini alacaktır. Bu süreçteki en önemli hadiselerden biri Hafız Hakkı Bey’in de karıştığı Nazım Bey suikastıdır. Selanik Merkez Komutanı olan ve ayrıca Enver Bey’in kız kardeşi ile evli bulunan Nazım Bey, Padişah’ın yaverlerindendi. Bölgede yaptığı olumsuz icraatları dolayısıyla İttihatçıların nefretini kazanmıştı. Bu yüzden cemiyet, Nazım Bey’in vurulması kararını verdi ve bu kararın icrasına Mustafa Necip memur edildi. 66 Bu suikast girişimi Selanik’teki Olimpos Palas’ta Enver, Hafız Hakkı ve birkaç zabit arkadaşları tarafından planlanmıştır. Ancak Nazım Bey, bu suikast girişiminden yaralanarak kurtulmuştur. Hafız Hakkı Bey ise 61 Selanik merkezinin diğer üyeleri; Miralay Hasan Rıza, Erkan-ı Harp Kaymakamlarından Faik ve Cemal, Fethi, Manyasızade Refik, Talat ve Rahmi Beylerdir. ( Kuran, Jön Türkler, 470). 62 Alkan, II. Abdülhamit, 123. 63 Karal, Osmanlı Tarihi, IX, 26. 64 Aydemir, Enver Paşa, 520. 65 Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, 49. Ayrıca Bkz. Aydemir, Enver Paşa, I, 524. 66 Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 72. 18 hiçbir şey olmamış gibi ertesi günü Nazım Bey’in ziyaretine gelerek, Enver Bey ile meseleyi görüşüp Mustafa Necip’i aramaya koyulmuşlardır.67 Bu olayın ve ardından Şemsi Paşa’nın vurulmasından sonra askeri kanat adına Enver, Niyazi ve Eyüp Sabri Beyler dağa çıkarak isyan bayrağını açtılar.68 Sürekli Enver ile irtibat halinde olan ve onun dağa çıkışını tertipleyen Hafız Hakkı Bey ise bu hadiseler sırasında Mustafa Fevzi (Çakmak), Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fuat (Cebesoy), İsmet (İnönü), Cafer Tayyar (Eğilmez) ve Kazım Karabekir gibi isimlerle birlikte III. Ordu üzerinde kurduğu otorite ile meşrutiyeti destekliyor ve saray tehlikelerine karşı teyakkuzda bulunuyordu.69 Sultan Abdülhamit, ilk başlarda bu hareketi pek önemsememişti. Ancak Enver Bey ve diğer arkadaşlarının giriştiği olaylar; özellikle Padişah taraftarı birçok askeri şahsın öldürülmesi ve ya dağa kaçırılması Sultan Abdülhamit’in durumun vahametini anlamasına yetti. Bu hareket kısa bir zamanda genel bir isyan haline geldi ve bunun üzerine Selanik merkezi 22 Temmuz 1908’de Padişah’a telgraf çekerek, Kanun-ı Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını ve meclisin açılmasını istedi.70 Ancak Padişahı’n cevabını beklemeden 23 Temmuz günü Selanik’ten de önce Manastır, büyük gösterilerle meşrutiyeti ilan etti. Ardından Rumeli’deki bütün merkezler bir biri ardına meşrutiyeti ilan etmeye başladılar.71 Bu gelişmeler üzerine II. Abdülhamit de 24 Temmuz 1908’de meşrutiyeti yeniden ilan etmek zorunda kaldı.72 Bu bahiste Hafız Hakkı Bey ile ilgili ifade edilecek bir diğer husus, Makedonya’da yaşanan gelişmeleri Bitlis’te sürgünde bulunan sınıf arkadaşı Fahrettin Bey (Altay)’e anlattığı mektubudur. Büyük bir ustalıkla kaleme aldığı bu mektupta, hiçbir suç unsuru teşkil etmeyecek ifadeler kullanmış ve gizliden gizliye yakında hürriyetin ilan edileceğini bildirmiştir. Hafız Hakkı Bey, Selanik Merkez Komutanı Nazım Bey’in suikastını, Enver Bey ile birlikte planlamasına rağmen mektubunda hiçbir alakası yokmuş gibi olayı şöyle anlatır Fahrettin Bey’e: ‘’ Yaveran-ı Hazret-i Şehriyari’den Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey gece evinde otururken zabit elbiseli bir şahıs tarafından yaralandı. Arada diğer bir zabitte mecruh oldu. Carih 67 Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, 53-54. Aksoy, İttihat ve Terakki, 23. 69 Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, Çeltüt Matbaası, İstanbul 1959, 472. 70 Aksoy, İttihat ve Terakki, 24. 71 Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 75. 72 Aksoy, İttihat ve Terakki, 25. 68 19 kendisini tutmak isteyen bir kanun neferi ile bir nöbetçi neferi de yaraladıktan sonra firar etti. Bu vakayı yapan Selanik’teki bazı erbabı siyaset olduğu ve bunların meyanında zabitanda mevcut bulunduğu söylenmesi üzerine İstanbul’dan Yaveran-ı Hazret-i Şehriyariden bir Ferik ile iki liva vesair bazı ümera bera-i tahkik için geldiler, carihlerin takibine koyuldular. Aynı zamanda Jönler imiş, ne Allah’ın belaları imiş, onlar hakkında da tahkikat yaptıkları bildirildi.’’ Dikkat çekmemek için kendisinin de mensubu olduğu Jön Türklerden ‘’Allah’ın belaları ‘’ diye bahseden Hafız Hakkı Bey, mektubun devamında Enver Bey’in ortadan kaybolmasından, Resneli Niyazi ve Eyüp Sabri Beylerin isyanına değin meselelerden bahsederek, hürriyetin ilan edileceğini ustalıkla kaleme aldığı ifadeleriyle Fahrettin Bey’e müjdelemiştir.73 1.4. HAFIZ HAKKI BEY’İN MEŞRUTİYET’İN İLANININ ARDINDAN İSTANBUL’DAKİ FAALİYETLERİ 1.4.1. Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’a Gelişi ve Faaliyetleri Meşrutiyet, Selanik, Manastır ve Kosova vilayetlerinin çabaları sonucunda ilan edilmişti. Padişahın Kanun-ı Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını kabul etmesinden sonra Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti, Genel Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa vasıtasıyla Babıali’ye müracaat ederek, öncelikle hafiyeliğin ve sansürün kaldırılmasını talep etti ve siyasi konularda gerekli görüşmeleri yapmak üzere Cemiyet üyesi bir grubun İstanbul’a gelmesine müsaade istedi. Sultan II. Abdülhamit, ilk zamanlarda bu teklifler karşısında mütereddit davranmışsa da sonradan baskıların yoğunlaşması üzerine sansürü kaldırdı, 29 Temmuz 1908’de adı geçen heyetin İstanbul’a gelmesine izin verdi ve 31 Temmuz’da hafiyeliğin lağvedildiğini ilan etti.74 Meşrutiyetin ilanı sırasında Merkez-i Umumi azası sıfatıyla büyük çabaları bulunan Hafız Hakkı Bey, Haziran 1908’de Binbaşılığa terfi etmişti.75 Bu süreçte gösterdiği üstün hizmetleri sebebiyle, meşrutiyetin ilanına müteakip İstanbul gazeteleri tarafından Enver ve Niyazi Beyler gibi ‘’ Hürriyet Kahramanı’’ ilan edildi.76 Şimdi sıra, 73 Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete, 33-36. Hasan Babacan, Mehmet Talat Paşa (1874-1921), TTK, Ankara 2014, 31-32. 75 Komutanların Biyografileri, 6. 76 Konukçu, İki mezar, 54. Ayrıca Bkz. Mahir Said Pekmen, 31 Mart Hatıraları, İsyan Günlerinde Bir Muhalif, TTK, Yay Haz: Hasan Babacan-Servet Avşar, Ankara 2013, 39. 74 20 bin bir güçlükle ilan edilen meşrutiyeti korumaya gelmişti. Bu da ancak İstanbul’a gelip, hükümet üzerinde denetim oluşturmakla mümkündü. Hafız Hakkı Bey bu amaçla yukarı adı geçen heyetin bir delegesi olarak İstanbul’a geldi. 31 Temmuz 1908 tarihli İstanbul gazeteleri Selanik’ten aldıkları bir telgraf ile heyetin İstanbul’a geliş amacını ve delegelerin isimlerini bildiriyordu: ‘’Meşrutiyeti aldık, onu korumak ve milleti ondan tam istifade ettirmek esas amacımızdır. Hükümeti hazıra ile hadimi millet ve vatan olan cemiyet arasında vücudu lazımeden olan itimat ve emniyetin celp ve terakkisine çalışılması, bu baptaki emeli mübeccelin teşrii hususu için efradı cemiyetten Erkan-ı Harp Binbaşısı Cemal ve Hafız Hakkı Beylerle Necip, Talat, Rahmi, Cavit ve Hüseyin Beylerden mürekkep bir heyeti mahsusa Dersaadet’e azimet etmiştir.’’ 77 Selanik’ten gelen ilk heyet; Cemal, Rahmi, Cavit, Necip ve Kolonyalı Hüseyin Beylerdir. Bunlar 1 Ağustos’ta İstanbul’a varmışlardır. Talat ve Hafız Hakkı Beyler ise bir gün sonra Edirne üzerinden İstanbul’a gelmişler ve diğer heyet üyeleri ile çalışmaya başlamışlardır.78 1.4.1.1. Kâzım Bey (Karabekir) İle Yapılan Bir Toplantı Hafız Hakkı ve Talat Beyler İstanbul’a vardıktan sonra ilk olarak Kâzım Karabekir’in yanına gittiler. Karabekir, esasen Selanik’ten gelecek olan bu heyetin parlak bir merasimle gelişini hazırlamayı ve böylelikle Sultan Abdülhamit karşısında güçlü görünmeyi istiyordu. Ancak heyetin alelade bir suretle, üstelik Edirne’de askeri bir isyanın çıkışı sırasında şehre girmesi Karabekir’i hayal kırıklığına uğrattı. Bu heyetin Sultan Abdülhamit ile mülakat yapmak için doğru düzgün bir program hazırlamaması ise Karabekir’i sinirlendiren bir diğer husustu. Karabekir ile yapılan toplantıda; Cemiyetin gizliliği, fedai teşkilatının saraya sokulması ve meşruti idarenin devamı için siyasi partilerin kurulmasıyla ilgili meseleler konuşuldu. Ancak bu meseleler ile ilgili karar Selanik’te toplanacak olan kongreye bırakıldı. Ardından Karabekir’in önerisi doğrultusunda, esaslı bir program yapmak ve böylelikle cemiyetin fikrini beyan etmek üzere kabinenin muhtelif azasıyla görüşme kararı alındı. Bu 77 Y. Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, TTK, 1, Kıs.II, Ankara 1983, 68-69. Babacan, Talat Paşa, 32. Heyetin İstanbul’a gelişi ve ilk faaliyetleri için Bkz. Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyet’in İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi: II. Abdülhamit’in Son Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Bey’in Fezlekesi, Yay Haz: Faik Reşit Unat, TTK, Ankara 1991, 163. 78 21 cümleden olarak Hafız Hakkı ve Talat Beyler, Sadrazam Sait Paşa’ya, Karabekir ve Avukat Baha Bey ise Tophane Nazırı Ali Rıza Paşa’ya gittiler.79 1.4.1.2. Padişah ve Sadrazam Sait Paşa ile Bir Görüşme Sait Paşa ile görüşme 3 Ağustos günü gerçekleşti. Sait Paşa gelen heyeti merasim yapmaksızın kabul etti. Heyetin sözcüsü görünürde Hafız Hakkı Bey idi ancak asıl söz sahibi Talat Bey’di.80 Bu görüşmede Sait Paşa 81 , heyete bir sürü sual sormuş ve bu arada çok önemli bir konuda kendilerini yoklamak istemişti. Sadrazam ve Şeyhülislamın olduğu gibi Harbiye ve Bahriye Nazırlarının da Padişah tarafından seçilmesi icap ettiğini de ileri sürdü. Sait Paşa: ‘’Padişahlar Baş Komutandır. Bu cihetle Harbiye ve Bahriye Nazırlarının da onun tarafından intihap ve tayini, Padişah hukukundandır ‘’ diyerek bu kararı, heyete meşru göstermeye çalışıyordu. Esasen bu mesele Padişah tarafından Sait Paşa’ya heyet henüz İstanbul’a gelmeden önce açılmış ve taviz koparılması istenmişti. Padişah’ın bu kararın tatbikiyle amacı bu iki önemli askeri kuvveti elinde bulundurmak ve böylelikle kendisine karşı tertiplenen herhangi bir hareketin önüne geçmekti. Ancak heyet bu isteğe şiddetle karşı çıktı. Bunun yürürlüğe konan Kanun-ı Esasiye aykırı olduğu, padişahın ordu ve donanmayı bilfiil eline alması anlamına geldiğini ve bu yüzden uygun olmayacağı ifade edildi. Hatta heyet, Harbiye Nazırlığına Trablus Bölge Komutanı Müşir Recep Paşa’nın atanması yönündeki görüşlerini açıkça Sadrazam’a bildirdi. Bunu üzerine mesele münakaşa raddesine varınca, Sait Paşa başka bir konuya geçerek ortamı yumuşatmaya çalıştı.82 Ayrıca heyet, Sait Paşa’dan çoğu eski rejim yanlısı olan ve içerisinde hafiyecilikle şöhret kazanmış kimselerinden bulunduğu kabinenin değişmesini istedi.83 Bununla birlikte Selanik’ten 79 Karabekir, İttihat ve Terakki, 228-230. Aydemir, Enver Paşa, II, 52-53. 81 1 Ağustos 1908’de kurulan yeni Sait Paşa Hükümetini II. Meşrutiyet’in ilk hükümeti saymak gerekir. Çünkü Sait Paşa, 22 Temmuz’da Sadrazam olduğu zaman meşrutiyet resmen ilan edilmemişti. Sait Paşa’dan önce Sadarette Ferit Paşa bulunuyordu. Meşrutiyetin arifesinde Ferit Paşa azledilerek, yerine Sait Paşa geçirilmiş hükümet ise hemen hemen aynı isimlerle devam etmiştir. (Bayur, Türk İnkılabı, 1, Kıs. II, 71). 82 Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 138-139. Ayrıca Bkz. M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi, Alkım Yayınevi, İstanbul 2013, 203. ve İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, II, Dergâh Yayınları, İstanbul 1982, 1074-1075. 83 Talat Paşa Hatıralarında Sait Paşa ile yapılan görüşmeleri şöyle anlatmaktadır: ‘’Sait Paşa Kabinesi, Hakkı Paşa müstesna, tamamıyla eski rejim şahsiyetlerinden mürekkepti. Bunların arasında suiistimalleriyle, hafiyecilikle şöhret kazanmış birçok kimse bulunuyordu. Sait paşa ile yapılan görüşmede heyet kendisine buhran ve ihtilal devresinde memleketi böyle bir kabine idare edemeyeceğini söyledi. Sait Paşa, meseleyi Sultan Abdülhamit’e arz edeceği cevabını verdi. Ertesi gün Sait Paşa’nın 80 22 gelen bu heyetin Sadrazam’dan neler istediklerine dair detaylı bilgi yoktur. Özetle; bu görüşmelerde hükümetin ne şartlar altında çalışacağı müzakere edilmişti. Hemen hemen aynı cevabı alan Talat ve Hafız Hakkı önderliğindeki Selanik grubu ile Karabekir önderliğindeki İstanbul grubu bu görüşmelerin ardından yaptıkları toplantıda şu kararları aldılar; 1) Hükümeti icraatında serbest bırakmak, 2) Hükümetin programını istemek, 3) Murahhas heyetinden ayrılacak bir iki kişi ile hükümetle temasta bulunmak.84 Bu sıralarda Terakki ve İttihat Cemiyeti, İstanbul’da merkez kurdu. Ama genel merkez yine Selanik’te kalıyordu. Cemiyetin baskısıyla bir takım tutuklamalar oldu ve cemiyetin gayrı resmi yayın organı haline gelecek olan ‘’Tanin’’ gazetesi Hüseyin Cahit Bey (Yalçın)’in idaresinde çıkmaya başladı.85 Hafız Hakkı ve Talat Beyler, Sait Paşa ile yapılan görüşmeden hiç memnun kalmamışlardı. Özellikle Sait Paşa’nın Harbiye ve Bahriye Nazırlarının doğrudan Padişah tarafından atanması gerektiği ile ilgili görüşü, heyet nazarında hiç hoş karşılanmadığı gibi Paşa’ya karşı da bir tavır alınmasına sebep oldu. Bununla birlikte altıncı kez Sadaret makamına getirilen ve Sultan Abdülhamit ile yakın ilişkiler içerisinde bulunan Sait Paşa, İttihatçıların gözünde istibdat rejiminin bir mümessili gibi görünüyordu. Padişah’ın şahsına karşı söylenemeyen menfi düşünceler onun şahsında ortaya çıkacak ve Selanik’ten gelen heyet bu sebeple onun azli için kulis çalışmalarına başlayacaktı. Sadrazama karşı yürütülen bu kampanya haliyle Padişah’a da bir ihtar niteliğindeydi. Hafız Hakkı ve Talat Beyler aynı gün (3 Ağustos 1908), Sadrazamın huzurundan ayrıldıktan sonra ilk önce Karabekir ile görüşüp, istişarede bulundular ve akşama Köfteci Ali’nin Lokantası’nda buluşmak üzere ayrıldılar.86 Ardından herhangi bir istifasını verdiği öğrenildi. Abdülhamit, heyetin noktai nazarını sorduktan sonra Kamil Paşa’yı yeni bir kabine teşkiline memur etti.’’ Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 1998, 40-41. Selanik’ten gelen heyet iki kez Sait Paşa ile görüşmüştür. İlki üste bahsedilen görüşmedir. İkinci görüşme ise bir gün sonra 4 Ağustos 1908 tarihinde gerçekleşmiştir. Ancak ikinci görüşmede de aynı meseleler üzerindeki anlaşmazlıklar halledilememiş ve Sait Paşa 5 Ağustos günü istifa etmek mecburiyetinde kalmıştır. (Ali Cevat Bey, Fezleke, 163-164). Hafız Hakkı’nın ikinci görüşmeye katılıp katılmadığı bilinmemektedir. 84 Karabekir, İttihat ve Terakki, 230. 85 Aydemir, Enver Paşa, II, 53. 86 Karabekir, İttihat ve Terakki, 230-231. 23 hazırlık yapmaksızın, bir takım meseleleri görüşmek üzere Padişah’ın huzuruna gittiler.87 Padişah ile görüşülen meselelerin başında Sait Paşa’nın azli ve yerine Kamil Paşa’nın getirilmesi isteği vardı. Sait Paşa Kabinesi yeni kurulmasına rağmen (1 Ağustos 1908), Padişah herhangi bir muhalefetle karşılaşmamak için heyetin teklifini kabul etti. Yine heyetin, Recep Paşa’nın Harbiye Nazırlığına getirilmesi teklifini gönülsüzde olsa kabul etmek zorunda kaldı. Sait Paşa, Kanun-ı Esasi ahkâmına aykırı olarak Harbiye ve Bahriye Nazırlıklarının tayinini padişaha bırakmasına rağmen, Sultan bu konuda heyetin isteğini kabul etmiş ve bu usulsüzlüğün faturası Sadaret makamından azledilmek suretiyle Sait Paşa’ya kesilmiştir. Böylelikle Sait Paşa’dan boşalan makama 5 Ağustos’ta Kamil Paşa geçecek ve yeni kurulan kabinede Recep Paşa Harbiye Nazırı olacaktır.88 Aynı günün akşamında Köfteci Ali’nin Lokantası’nda yapılan toplantıda Hafız Hakkı Bey, halinden çok memnun ve şen bir vaziyette, Karabekir’e Sultan Abdülhamit ile mülakattan geldikleri haberini verdi. Bu habere sinirlenen Karabekir, herhangi bir programa dayanmayan bu görüşmenin Cemiyetin prestijini sarsacağını ve Sultan’ı sevindireceğini söyleyerek, teessürlerini bildirdi. Hafız Hakkı Bey, Karabekir’e hitapla: ‘’Kazım Bey! Herif korkusundan ölecek ‘’ Cemiyetimizden titriyor. Ne isterseniz yapmaya hazırım diyor ‘’ sözleriyle kendisini yatıştırmaya çalışmışsa da Karabekir, Saray’dan Köfteci Ali’nin Lokantası’na gelmenin büyük bir yanlış olduğunu ve bunun Sultan Abdülhamit’e ümit vereceğini söyleyerek duyduğu rahatsızlığı tekrar dile getirdi. Bu münakaşa üzerine Talat Bey söze girerek, korkulacak bir şey olmadığını, Sultan’ın kendilerinden ziyade hürriyete taraftar olduğunu söyleyerek bu arada Sultan’ın Selanik’teki Beyaz Kule’nin bahçesini Cemiyete hediye ettiği haberini verdi. 89 87 3 Ağustos 1908 Pazartesi; Heyet azasından ikisinin Abdülhamit tarafından huzura kabulleri. Ali Cevat Bey, Fezleke, 163. 88 ‘’Recep Paşa’nın Harbiye Nazırlığı uzun sürmeyecek, bir kaç gün sonra geçirdiği kalp krizi sonucunda vefat edecek ve yerine Ali Rıza Paşa geçecektir.’’ (Babacan, Talat Paşa, 32-33). 89 Konuşmanın tamamı için Bkz. Karabekir, İttihat ve Terakki, 232-233. Bu görüşme esnasında Sultan Abdülhamit şöyle diyordu: ‘’Milletin bütün fertleri İTC azasıdır. Ben de reisinizim. Artık birlikte çalışalım ve vatanımızı yüceltelim.’’ (Babacan, Talat Paşa, 32) 24 1.4.1.3. Hafız Hakkı Bey’in İttihat ve Terakki Cemiyetinin ‘’Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’’ ile Birleşmesi İçin Yapılan Toplantılara Katılması Hafız Hakkı Bey’in bu süreçte yaptığı bir diğer önemli faaliyet, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti arasında birleşme hususunda yapılan görüşmelere katılmasıdır. Prens Sebahattin tarafından 1902 yılında toplanılan I. Jön Türk Kongresi’nin sonrasında kurulan Teşebbüs-i Şahsi Cemiyeti, meşrutiyetten önce İstanbul’da bir şube açmıştı. Esasen 1907 Kongresi’nde meşrutiyetin ilanı için fikri anlamada birliğin sağlanması ve neticede meşrutiyetin başarıyla yeniden tesisi bu iki cemiyeti birbirine yakınlaştırdı. Bu arada Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti, ismini Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirmişti. Bu atmosfer içinde, Ağustos ayı ortalarında iki cemiyet arasındaki müzakereler başladı. Teşebbüs-i Şahsi Cemiyeti adına Dr. Nihat Reşat Bey, Hüseyin Tosun ve Muhittin Beyler, İTC adına ise Hafız Hakkı, Manyasızade Refik ve Talat Beyler müzakereye katıldılar. Kısa süren görüşmelerin ardından 22 Ağustos 1908’de iki cemiyet birleşti. Bu birleşmenin ardından İTC ismi kabul edildi ve Teşebbüs-i Şahsi Cemiyetinin şubesi ve azaları İTC’ye dâhil oldu. Sebahattin Bey ise istişare heyetine alındı. Ancak bu birlik uzun sürmedi; kısa bir müddet sonra uyuşmazlıklar ortaya çıktı ve Prens Sebahattin, kısa zamanda yeniden İTC’ye karşı muhalif bir tutum aldı.90 1.4.1.4. Hafız Hakkı Bey’in Bulgaristan’ın Bağımsızlığı Meselesinden Dolayı Sadrazam Kamil Paşa ile Yapılan Görüşmeye Katılması Hafız Hakkı Bey, II. Meşrutiyet’in ilanının ardından iyiden iyiye siyasete dâhil olmuştu. Talat, Doktor Bahattin, Cemal, Cavit ve Rahmi Beyler ile birlikte İTC namına birçok davet ve protokolde yer alıyordu. Bu arada 12 Eylül 1908 günü Talat Bey ile birlikte Abdülhamit’in doğum yıl dönümü dolayısıyla Yıldız Sarayı’nda yapılan kutlamaya katıldı.91 Bu zaman içindeki bir diğer faaliyeti ise Bulgaristan’ın Bağımsızlığı meselesi dolayısıyla Sadrazam Kamil Paşa ile görüşmesidir. Geşof olayından 92 sonra bağımsızlığını ilan eden Bulgarlar, Selanik’teki Konsolosları 90 Pekmen, 31 Mart Hatıraları, 63-65. Ayrıca Bkz. Kuran, İnkılap Hareketleri, 486-487. İki cemiyetin birleşim tarihi için Bkz. Ali Cevat Bey, Fezleke, 167. 91 Ali Cevat Bey, Fezleke, 168. 92 Bulgaristan’ın bağımsızlığına giden süreçte yaşanan en önemli gelişmelerden biri Geşof meselesidir. İstanbul’da bulunan Bulgar Kethüdası Geşof, sefirler için verilen bir yemeğe davet edilmemesi üzerine 25 aracılığıyla Merkez-i Umumi ile irtibata geçerek, yakında Bulgaristan’dan geçen Osmanlı Devleti’ne ait şimendiferlerin işgal edileceğini, bununla birlikte Bulgaristan kabinesinde çoğunluğun Osmanlı Devleti ile iyi geçinme taraftarı olduğunu, krallıktan eski vaziyete dönmenin mümkün olmadığını ve durumun Babıali’ye bildirilmesini istediler. Bu olay üzerine Merkez-i Umumi İstanbul’daki murahhasları Talat ve Hafız Hakkı Beylere bilgi vererek bu konuda Kamil Paşa ile görüşmesini talep ettiler. Yapılan görüşmede; Kamil Paşa, korkulacak bir şey olmadığını, İngiltere, Yunanistan ve Romanya’nın kendileri ile birlikte olduğunu ve Geşof’un gittiği gibi geri geleceğini söyleyerek, heyeti rahatlatmaya çalıştı. Kamil Paşa adeta Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanımıyordu. Ancak mesele onun düşündüğünden daha ciddiydi. Bu görüşmenin ardından Bulgarlar ikinci kez Merkez-i Umumiye müracaat ederek, şimendifer hattının işgal olunduğunu ve muhtemel bir savaştan kaçınmak için tekrardan Babıali ile temasa geçmelerini istedi. Bunun üzerine Hafız Hakkı ve Talat Beyler ikinci kez Sadrazam Kamil Paşa ile görüşerek durumu arz ettiler. Ancak Kamil Paşa, mesele üzerinde heyeti aydınlatıcı bir bilgi vermekten kaçındı. Bu arada Bulgarlar, Edirne sınırına asker yığmaya başlamışlardı. Meselenin daha ciddi bir boyuta gelmesi üzerine bu kez Rahmi Bey de heyete dâhil olarak üçüncü kez Kamil Paşa ile görüşmeye gidildi. Mahmut Kemal İnal, eserinde Rahmi Bey’den naklen bu görüşmenin içeriğini ve Hafız Hakkı Bey’in Kamil Paşa’ya sert çıkışını şöyle anlatır: ‘’O gece Talat ve Hafız Hakkı ile Kamil Paşa’nın konağına gittik. Bizi hayli beklettikten sonra geldi. Bizimle görüşeceği yerde önüne getirdikleri evrakı okumaya başladı. Tamamlanmasına tahammülümüz kalmadığından -affedersiniz. Merkezi umumi Selanik’ten beni sureti mahsusada buraya gönderdi. Zatı devletlerinizden Bulgaristan’a ait meseleler üzerine sarih mütalaanızı ve noktai nazarınızı öğrenmek istiyoruz- dedim. Uzaktan başını kaldırarak ve yüzüme bakarak çenesini ve gözlerini oynattı. Bir şeyler söyledi. -Anlamıyorum efendim. Emrinizi ve mütalaanızı tekrar buyurunuz- dedim ve bu sözü tekrar ettim. His ettiği mecburiyet üzerine -Size ne söylesem gazetelerde görüyorum. Yine bir şey söylesem ertesi gün gazetelerde okunacak öyle mi ?- demesi üzerine Hafız Hakkı, şedit bir hiddet ve infial ile -Affedersiniz Paşa hazretleri, bizim gazetelerle hiçbir münasebetimiz yoktur. Sizinle mülakatımızdan ve sözlerinizden yalnız Merkezi umumiye malumat vermekteyiz- dedi. Hafız Hakkı’nın sözleri pek şiddetli olduğu için Kamil Paşa gücenip Sofya’ya gitmiş ve bunu izzeti nefis meselesi haline getirip, bahane gösteren Bulgaristan 5 Ekim’de 1908’de bağımsızlığını ilan etmiştir. (İnal, Son Sadrazamlar, III, 1393-1395). 26 vaziyetini derhal değiştirdi. -Elimizden geleni yapıyoruz. Yapılacak başka bir şey yoktur. Şimdilik bir tevassuta da lüzum görmüyorum- dedi. Bu ifade üzerine lakırdıyı uzatmaya lüzum görmeyerek ayrıldık ve mülakatı Selanik’e bildirdik. Birkaç gün sonratavassut için Selanik’e gelen Bulgar murahhaslarının İstanbul’a gelmelerini yine Kamil Paşa, Talat ve Hafız Hakkı’yı davetle ifade ettiği için ben, bu iki murahhası İstanbul’a getirdim. Babıali ile cereyan eden müzakerat neticesinde Bulgaristan’la münasebatımızın iyi bir yola girmesi mümkün oldu. Şimendiferlerin işgalinden ve hududa Bulgar askerinin tahşidinden sarfı nazar edildi. ‘’93 Ancak Bulgaristan’ın bağımsızlığına engel olunamamıştı. Hafız Hakkı, Talat ve Cemal Beyler gibi Cemiyetin üst düzey yöneticileri İstanbul’a gelerek kendilerini ön plana çıkarmışlardı. Ancak siyasi iktidarı tek başlarına yürütebilecek kadar güçlü değillerdi. Cemiyetin, seçimlere kadar hükümeti denetleme görevi gördüğü bu dönemde bir sürü iç ve dış meseleler ortaya çıktı. İç meselelerin başında, idareyi tamamen tekelinde tutmak isteyen Cemiyet ile klasik devlet yöneticileri arasındaki kavga geliyordu. Düalist bir idarenin doğmasına sebep olan bu gelişmeler, meşrutiyetin ihyasını yavaşlatıyor ve devlet mekanizmasının işleyişini tehlikeye sokuyordu. Dışarda karşılaşılan meseleler ise; 5 Ekim’de Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, ertesi gün Avusturya-Macaristan’ın BosnaHersek’i ilhakı ve Girit’in Yunanistan’a bağlanması idi. Bu olaylar, meclisi açmakla bütün unsurların elde tutulabileceği düşüncesine, dolayısıyla meşrutiyete indirilen ilk ciddi darbeydi.94 Bu şartlar altında ülke Kasım-Aralık 1908 seçimlerine gitmiştir.95 Seçimlere giderken ortada az çok teşkilatlı siyasi oluşum İTC idi. İTC’den başka birde Teşebbü-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetinin örgütlediği Ahrar Fırkası bulunuyordu. Nitekim yukarıda bahsedilen birlik uzun sürmemişti. Ancak henüz halka inmeyi başaramayan bu fırkanın pek bir iddiası yoktu.96 25 yaşını dolduran ve vasıtasız vergi veren her erkeğin oy kullanabildiği bu seçimlerin sonuçlarına göre; İTC, meclisteki 266 koltuğun 265’ini almıştı. Ahrar Fırkası ise ancak bir mebus çıkarabilmişti. Mebusların 142’si Türk, 60’ı Arap, 25’i Arnavut, 23’ü Rum, 12’si 93 İnal, Son Sadrazamlar, III, 1396-1397. Babacan, Talat Paşa, 33-35. 95 Aksoy, İttihat ve Terakki, 25. 96 Aydemir, Enver Paşa, II, 88-90. Seçim öncesinde dikkat çekici bir mesele İTC’nin teşekkül tarzı idi. Bu teşekkülün cemiyet mi yoksa parti mi olduğu belli değildi. Nitekim seçimler tamamlanıp Meclis açıldıktan sonra İTC kendisinin bir siyasi teşekkül değil, bir hayır ve kültür cemiyeti olduğunu, siyasi olan teşekkülün ise yalnız, Mebussan Meclisi’ndeki İTC mebusları grubundan ibaret bulunduğunu savunuyordu. (Aydemir, Enver Paşa, II, 88). İTC’nin teşekkül tarzı için ayrıca Bkz. Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene, Yay Haz: Zeki Arıkan, İstanbul 2006, I, 63-120. 94 27 Ermeni, 5’i Yahudi, 4’ü Bulgar, 3’ü Sırp ve 1’i de Ulah’tı. Hafız Hakkı Bey, gerek meşrutiyetin ilanı arifesindeki fedakârlıklarına gerekse İstanbul’da Talat Bey ile giriştiği siyasi çalışmalarına rağmen meclise girmedi. O, Enver ve Cemal Beyler gibi Cemiyet içinde saygın vaziyette bulunan askerler ile birlikte ordu üzerinde nüfuz kurmaya gayret gösterdi. Cemiyetin nüfuzlu sivil mensupları ise birer vilayetten mebus seçilip meclise girdiler.97 1.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN VİYANA ATAŞEMİLİTERLİĞİNE TAYİNİ II. Meşrutiyet’in ilanının ardından İstanbul’a gelen Hafız Hakkı Bey, burada bir takım siyasi girişimlerde bulunmuştu. Ancak asker olması, nihayetinde görevinin başına dönmesini gerektiriyordu. Bu sırada III. Ordu 19. Nizamiye Alayı 2. Tabur’da görevli olan Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’da kalmasını sağlamak için şehre gelişinden kısa bir süre sonra 8 Ağustos 1908’de ataması Genel Kurmay 4. Şube’ye yapılmıştı.98 Böylelikle İstanbul’da kalması sağlanan Hafız Hakkı Bey, Aralık 1908 seçimlerine kadar burada askeri ve siyasi faaliyetlerine devam etti. Bir buçuk ay sonra 13 Ocak 1909’da ise birçok ünlü askeri sima ile birlikte askeri ataşemiliter olarak yurtdışı görevine gönderildi. Hafız Hakkı Bey’in görev yeri bin beş yüz kuruşluk maaşla Viyana Ataşemiliterliği oldu. Diğer önemli simalardan ise Enver Bey Berlin, Ali Fethi (Okyar) Paris, Ali Fuat (Cebesoy) Roma, Şerif Bey ise Belgrat Sefareti Ataşemiliterliğine tayin edildiler.99 Hafız Hakkı Bey’in Viyana’daki faaliyetleri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Yalnız burada iyi derecede Almanca öğrendiği ve bunun ilerleyen dönemlerde Osmanlı’ya gelen Alman Askeri Heyeti ile ilişkilerde belirleyici rol oynadığı söylenebilir. Burada yaptığı hizmetlere karşılık, Viyana dönüşünden sonra Avusturya-Macaristan İmparatoru tarafından kendisine Üçüncü Dereceden Fransuva Josef Nişanı verilmiştir.100 Hafız Hakkı Bey, yaklaşık iki yıl bu görevde kalmışsa da çeşitli sebeplerle İstanbul’a gelmiştir. Bunlardan ilki 31 Mart İsyanı sebebiyledir. İsyanın bastırılmasında etkin rol oynayan Hafız Hakkı Bey, harekâtın akabinde teşkil 97 Aydemir, Enver Paşa, II, 92. Toker- Aslan, Komutanların Biyografileri, III, 6. 99 BOA. 21. 10. 1324. Dosya No: 3472 Gömlek No: 351 Fon Kodu: BEO. Atama tarihleri için Bkz. Ali Cevat Bey, Fezleke, 176. 100 BOA. 27. M. 1329. Dosya No: 3852 Gömlek No: 850 Fon Kodu: BEO. 98 28 edilen Divan-ı Harbi Örfi Tahkik Heyetine atanmıştır. Buradan sonra tekrar Viyana’ya dönmüş, ancak Ocak 1910’da yeniden İstanbul’a gelerek, ordu ve tümen komutanlarının yetkilerini tayin ve sınırlamak için teşkil edilen komisyonda görevlendirilmiştir. Aynı yılın Şubat’ında Behiye Sultan ile evlenmiş, Viyana dönüşünden önce ise Genelkurmay III. Şube’ye tayin edilmiştir.101 Hafız Hakkı ve Enver Beylerin yurt dışına gönderilmeleri ile ilgili farklı görüşler mevcuttur. Şevket Süreyya Aydemir, Cemiyet ve ordu içerisinde ileride önemli mevkilere gelecek olan bu genç subayların dış ülkelere ve bu tür vazifelere gönderilmelerinin, onların yetişmeleri ve ileride memlekette üstün görevler alabilmeleri amacıyla yapıldığını ileri sürmektedir. Ancak Aydemir, bunun yanlış bir zamanda yapıldığını söylemektedir. Nitekim bu tayinler 31 Mart arifesinde gerçekleşir. Siyasi buhran mevcuttur, İstanbul karışıktır ve bu ortam içinde Cemiyet, Enver ve Hafız Hakkı gibi aktif üyelere ihtiyaç duymaktadır.102 Feroz Ahmad daha farklı bir görüşle bu meseleyi izah eder. Ona göre bu tayinlerin altında yatan gerçek; yüksek rütbeli subayların ve sivillerin, küçük rütbeli subayların siyasete karışmasını önleme çabasıdır. Ahmad bu düşünceyle özellikle Enver, Hafız Hakkı ve Cemal Beyler gibi genç ve halkı etkileyebilecek kişilikteki zeki subayların İstanbul’dan uzaklaştırıldığını iddia eder. M. Naim Turfan da benzer bir görüşle, bu atamalarla Kamil Paşa’nın amacının ordunun siyasete etkisini azaltmak, Cemiyeti güç temelinden yoksun ve ilk fırsatta saf dışı bırakmak olduğunu söylemektedir. Turfan, askerin siyasete karışması konusunda, Bulgar bağımsızlığı meselesinden dolayı Kamil Paşa ile Hafız Hakkı Bey arasında gerçekleşen görüşmeyi örnek göstermektedir. Daha önce belirtildiği gibi bu görüşme esnasında Hafız Hakkı Bey, sert bir üslupla Kamil Paşa ile konuşmuştu. Yine Ahmet İzzet ve Talat Paşaların görüşü de, genç subayların siyasete karışmasını engelleme kararı olduğu yönündedir.103 Bu konu hakkında görüş bildiren bir diğer yazar, yakın tarihimizin ünlü gazetecilerinden Ziya Şakir’dir. Konuyu tamamıyla farklı bir bakış açısı ile ele alan Ziya Şakir, İttihat ve Terakki adlı kitabının ikinci cildinde (İttihat ve Terakki Nasıl Yaşadı?) bu konuya temasla şunları söylemektedir: ‘’ Meşrutiyet’in istihsali (oluşumu) 101 Toker- Aslan, Komutanların Biyografileri, III, 6. Aydemir, Enver Paşa, II, 126. 103 Turfan, Jön Türklerin Yükselişi, 224-225. 102 29 için senelerce uğraşan, Rumeli Balkanlarının sert kayalıklarında aç ve çıplak olarak çarık paralayan zabitan, yine ücra köylerde kokoroz (mısır) ve kumpir yiyerek bütün hayat mahrumiyetlerine katlanırken, Manastır ve Selanik’teki zoraki kuvvetlerle dağa çıkan Kahraman-ı Hürriyetler Selanik ve İstanbul’un mutantan salonlarında ipek ve kuş tüyü yastıklara uzanarak akıllarından ve hayallerinden geçmeyen nimetler içinde yaşıyorlar, hakiki kahramanların haklı olarak Cemiyetten uzaklaşmalarına sebep oluyorlardı. Bir aralık bunu nasıl olsa Merkez-i Umumi ’de nazar-ı dikkate almış; bu hoşnutsuzluğu izale maksadı ile ‘ Kahraman-ı Hürriyet’ lerden Binbaşı Enver ve Hafız Hakkı Beyleri birer memuriyetle İstanbul’dan ve istirkab olunan unvanlardan uzaklaştırmaya kalkmıştı. Fakat ‘m’ahza bir istirkab-ı askerinin önünü almak maksadıyla’ yapılan bu uzaklaştırmak keyfiyeti, Selanik ve Manastır kışlalarına değil; Enver Bey’in Berlin’e, Hafız Hakkı Bey’inde Viyana Ataşemiliterliklerine tayin edilmesi şeklinde tecelli etmiş ve Merkez-i Umuminin hakperestliği muhafaza etmesine imkân ve ihtimal olamadığını bir daha ispat eylemişti.’’104 Ziya Şakir’e göre Enver ve Hafız Hakkı Beyler, en az çabayı göstermelerine rağmen, tabiri caizse meşrutiyetin kaymağını yiyen isimler olmuştur. Asıl kahramanlar ise Rumeli’de zorluklar içinde yaşamaya devam ederler. Merkez-i Umumi sözde bu haksızlığın önüne geçmek için ikisini yurt dışına sürer, ama bu sürgün âdeta ödül mahiyetindedir. Bu tayinler kapsamında Roma Ataşeliğine atanan Ali Fuat Bey (Cebesoy), ‘’Sınıf Arkadaşım Atatürk’’ adlı eserinde bu atamalardan bahsetmiş, ancak sebebi ile ilgili herhangi bir görüş beyan etmemiştir. Sonuç olarak bu görüşleri topluca değerlendirdiğimizde; söz konusu atamaların İTC’ye muhalif olan Kamil Paşa tarafından hem ordunun siyasete etkisini azaltmak hem de Cemiyeti yıpratmak amacıyla yapıldığı söylenebilir. Bununla birlikte Enver ve Hafız Hakkı Beylerin Meşrutiyet’in ilanı için yaptıkları çalışmalar göz önüne alındığı takdirde Ziya Şakir’in görüşünün biraz iddialı olduğunu söylemek mümkündür. 1.6. 31 MART VAKASI VE HAREKET ORDUSUNUN İSTANBUL’A GELİŞİ: HAFIZ HAKKI BEY’İN HAREKET ORDUSUNDAKİ GÖREVLERİ Yakın tarihimizin en büyük hadiselerinden biri olan 31 Mart isyanının çıkış sebepleri hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Bazı araştırmacılar, miladi 13 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen bu olayın İTC tarafından II. Abdülhamit’i devirmek 104 Ziya Şakir, İttihat ve Terakki-II Nasıl Yaşadı?, Akıl Fikir Yayınları, İstanbul 2014, 162-163. 30 maksadıyla tertiplendiğini iddia ederken, bir kısım araştırmacı ise bu isyanın, ipleri tekrar eline almak isteyen padişah tarafından çıkarıldığı görüşünü savunmaktadır. Başka bir görüş ise harekâtta yabancı parmağı olduğu yönündedir. Bununla birlikte kesin bir yargıda bulunmak oldukça zordur. Biz bu bahiste, olaylar üzerinden yola çıkarak, kısaca herkesçe kabul edilen sebepler üzerinde duracağız ve asıl olarak isyanın bastırılması esnasında Hafız Hakkı Bey’in faaliyetlerinden söz edeceğiz. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra Ekim 1908’de Bulgarların bağımsızlığını ilan etmeleri, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhakı ve yine Yunanlıların Girit’i ilhakı gibi meseleler İTC’yi yolun başında yıpratmıştı. Bunlara ilaveten mecliste tek hâkim güç olan İttihatçıların sert bir politika izlemesi ve Sultan Abdülhamit’in ekibiyle geçimsizliği muhalefetin hızla yükselmesine sebep oldu. İTC’ye karşı olan muhalefet tek yönlü değildi. Muhalefeti yönetenlerin bir kısmı Prens Sabahattinci Ahrar Fırkası mensupları ve Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi ve Mizancı Murat gibi Jön Türk âleminin saygın isimleriyken, diğer bir kısmı bunlarla ilgisi olmayan medrese talebeleri, softalar ve Avcı Taburları gibi ‘’Şeriat İsteriz’’ sloganıyla harekete geçen gruplardı. Bunların içerisinde özellikle Avcı Taburlarının rolü dikkat çekicidir. Rumeli’den İstanbul’a Meşrutiyet’i korumak maksadıyla getirilen dört Avcı Taburu, Meşrutiyet’in yeniden ilanının ardından Taşkışla’da bir başlarına bırakılmışlardı. Cahil çavuşların ellerine terkedilen bu askerler arasında tam bir disiplinsizlik hali hâkimdi.105 İlgisiz ve kendi haline bırakılan bu askerlerin beynine zamanla, hükümetin ve subayların kâfir oldukları, şeriatı kaldıracakları ve kendilerini de kâfir yapacakları gibi görüşler sokulmaya başlandı.106 Bu propagandaları yapanların başında Derviş Vahdeti adında bir kişi geliyordu. Çıkardığı ‘’Volkan’’gazetesi ile İttihatçılara ateş püskürten Derviş Vahdeti, aynı zamanda ‘’İttihat-ı Muhammedi’’ adında bir cemiyet kurarak, şeriatın yeniden tesisi için ordu birliklerini siyasi mücadeleye çağırmaya başladı.107 Nitekim bu çağrı, Avcı Taburları arasında hemen karşılığını buldu ve Meşrutiyet’i koruma amacıyla İstanbul’a gelen bu birlikler bu kez onu yıkmak için harekete geçmeye başladılar. Bu süreçte isyanın çıkmasında etkili olan bir diğer etmen, o zamana kadar askere alınmayan 105 Aydemir, Enver Paşa, II, 122-123. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.1, Kıs.II, 182. 107 Aydemir, Enver Paşa, II, 125. Şerif Aksoy, ‘’İttihat ve Terakki’’ adlı eserinde 31 Mart olayının (alaylı) asker-softa bağlaşması aracılığıyla yapıldığını ve İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin Prens Sabahattinci Ahrar Fırkası’nın dinci bir kolu olduğunu İddia etmektedir. (Aksoy, İttihat ve Terakki, 26). 106 31 ‘’Talebe-i Ulum’’ denen medrese öğrencilerinin de askere alınması için Harbiye Nezaretince hazırlanan tasarı idi.108 Bunu kabul etmeyen medrese öğrencileri ayaklanmaya başladılar. Bu sırada yaşanan bir gelişme ise olayların kopma noktasına gelmesine ve halkın da protestoya katılmasına sebep olacaktır; Mısır’da II. Abdülhamit idaresine karşı mücadelesiyle tanınan Hasan Fehmi Bey, İstanbul’a gelişinin ardından ‘’Serbesti’’ gazetesini çıkararak, Meşrutiyet’in ardından ters düştüğü İttihatçıları eleştirmeye başladı. Bu sıralarda eleştiriye tahammülü olmayan İttihatçılar, bir fedai tutarak Hasan Fehmi’yi katletti. Bu olay ve akabinde hükümetin katilleri yakalamada gösterdiği gevşeklik, halk nezdinde tepkilere sebep oldu. Hasan Fehmi’nin cenazesinde toplanan binlerce kişi hükümeti protestoya başladı ve birkaç gün sonrada 31 Mart İsyanı patlak verdi.109 Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki Hasan Fehmi’nin görüş itibarıyle isyancılarla ilgisi yoktur. Sadece onun ölümünün başlattığı coşku ve galeyan asıl isyancı unsurun hareketini hızlandırmıştır. 13 Nisan günü isyan eden Avcı Taburlarına mensup askerler, Taşkışla’dan toplu halde çıkarak Sultanahmet Meydanı’ndaki meclis binasının önüne geldiler.110 ‘’yaşasın asker’’, ‘’yaşasın şeriat’’ diye bağıran bu askerlere kısa bir süre sonra bir kısım halk, ulema ve medrese öğrencileri de katılmaya başladı.111 İsyancılar, şeriat hükümlerinin tamamen tatbikini, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa 112ile Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza Bey’in azlini ve bir takım İttihatçıların kendilerine teslimi istiyorlardı.113 Bu gelişmeler üzerine isyanın durdurulamayacağını anlayan Ahmet Rıza Bey ve Hüseyin Hilmi Paşa görevlerinden istifa etmişlerdir.114 Hüseyin Hilmi Paşa’nın istifasının ardından sadarete Tevfik Paşa getirilmiştir. Ancak o da isyanı önlemede başarılı olamamıştır. İsyancıların bitmek bilmez talepleri ve doğrudan İttihatçıları hedef alan söylemleri, İttihatçıların karşı harekete geçmelerine sebep olmuştur. İsyanının İstanbul’daki şartlarla önlenemeyeceğini anlayan İTC, Meşrutiyet’in tehlikeye gireceği endişesiyle Selanik Merkezine haber vermiştir. İsmail Canbolat Bey’in telgrafıyla 108 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.1, Kıs.II, 183. Kuran, İnkılap Hareketleri, 510-511. 110 Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 148. 111 Karal, Osmanlı Tarihi, IX, 585-586. 112 14 Şubat 1909’da Kamil Paşa istifa etmiş, yerine Sadarete Hüseyin Hilmi Paşa getirilmişti. (Aksoy, İttihat ve Terakki, 25). 113 Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 149. 114 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.1, Kıs.II, 185-186. 109 32 harekete geçen Selanik, derhal İstanbul’a göndermek üzere III. Orduyu hazırlamaya başlamıştır. 14 Nisan 1909’da III. ve II. Ordulardan seçilen birliklerden bir ordu kuruldu. ’’Hareket Ordusu’’ adı verilen bu ordunun Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa idi. Kurmay Başkanı ise o sıralarda henüz Erkânıharp Yüzbaşısı olan Mustafa Kemal (Atatürk)’di.115 15 Nisan günü harekete geçen ordu, Edirne’de Şevket Turgut Paşa kumandasındaki bir fırka ile birleşti. Bu fırkanın Kurmay Başkanı ise Kâzım Karabekir’di.116 Bu sıralarda Hafız Hakkı Bey, Viyana Ataşemiliterliği görevindeydi. Ancak olayı öğrenir öğrenmez derhal harekete geçmiş ve ilk olarak Roma Ataşemiliteri olan Ali Fuat Bey’e bir mektup yazarak, Selanik’e gideceğini, Enver ve Ali Fethi Beylerin de memlekete dönmek üzere harekete geçtikleri haberini vermiştir.117 21 Nisan günü Selanik’e gelen Hafız Hakkı ve Enver Beyler derhal III. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa’nın yanına giderek, Hareket Ordusu’nun teşekkül sureti hakkında konuştular. Ancak Mahmut Şevket Paşa’nın verdiği izahat kendilerini memnun etmemişti. Nitekim Hüseyin Hüsnü Paşa’nın komutasındaki bu ordunun kurmay başkanlığına Mustafa Kemal’in getirilmesi, ‘’Meşrutiyet Kahramanı’’ bu iki zatın fena halde canını sıkmıştı. Bu görüşmenin ardından Merkez-i Umumiye giden Hafız Hakkı ve Enver Beyler, burada yaptıkları toplantı esnasında sarf ettikleri şu sözlerle durumdan duydukları rahatsızlığı açıkça ifade etmişlerdi: ‘’Ne demek? Meşrutiyet, bizim eserimizdir, onun her şeyi bize aittir. Başladığımız işi sonuna kadar götürmeliyiz. Onun şerefini kimseye vermemeliyiz. ‘’118 Aynı gün Mustafa Kemal Bey, Halkalı köyündeki ordu karargâhında ertesi sabah erkenden başlayacak olan harekâtın emirlerini yazarak, Hüseyin Hüsnü Paşa’ya teslim etmişti. Hüseyin Hüsnü Paşa ise Mahmut Şevket Paşa’ya, III. Ordu Komutanı olması hasebiyle sabah erkenden harekâtın yapılacağına dair bir telgraf çekti. Bu telgraftan Mahmut Şevket Paşa’dan önce haberdar olan Hafız Hakkı ve Enver Beyler, ordunun taarruzunu durdurmak ve sonrada ordunun komuta heyetinde istenilen değişikliği yapmak üzere Merkez-i Umumi namına Mahmut Şevket Paşa’ya müracaat ettiler.119 Uzun süren görüşmelerin ardından Paşa, harekâtın 115 Kuran, İnkılap Hareketleri, 518. Karabekir, İttihat ve Terakki, 268-269. 117 Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 147. 118 Ziya Şakir, İTC Nasıl Yaşadı?, 262. 119 Ziya Şakir, İTC Nasıl Yaşadı?, 263-264. 116 33 geciktirilmesine karar verdi ve bu kararı Hüseyin Hüsnü Paşa’ya tebliğ sırasında onunla yaşadığı anlaşmazlıklardan dolayı ayrıca Hareket Ordusu’nun komutasını bizzat üzerine aldığını ilan etti.120 Bu karara son derece sevinen Hafız Hakkı ve Enver Beyler, ertesi gün hemen trene binerek, orduda iyi bir vazife almak için Halkalı’ daki karargâha doğru yola çıkmışlardır.121 Mahmut Şevket Paşa’nın, Hareket Ordusu’nun komutasını eline almasından sonra, Enver ve Hafız Hakkı Beyler de yeniden düzenlenen ordunun kurmay heyeti içerisinde yer aldılar. Yeni komuta kademesine göre; Hareket Ordusu’nun yeni Kurmay Başkanı Mirliva Ali Rıza Paşa oluyordu. Enver Bey, II. Mürettep Fırkaya bağlı Mürettep 5. Alay Komutanı, Hafız Hakkı Bey ise 1. Fırkaya bağlı II. Alay Komutanlığı görevlerini üsleniyorlardı. Hüseyin Hüsnü Paşa, 1. Mürettep Tümen Komutanı olup, Mustafa Kemal’de bu tümenin Kurmay Başkanı olma göreviyle yetinmek zorunda kalıyordu.122 Bu yeni düzenlemeden sonra hazırlanan 3 numaralı ordu emrine göre; Hafız Hakkı Bey, Gülhane Kolu Komutanlığına veriliyordu. Ona bağlı olarak Binbaşı Aziz Samih Bey, Köprü Kolu Komutanlığında, Rıza Bey ise Tophane Kolunda görevlendiriliyordu. Enver Bey ise Taşkışla Koku Komutanlığına verildi.123 Bu görevlendirmenin ardından, 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece harekât başladı. Şehre ilk önce Hafız Hakkı Bey’in de içinde bulunduğu öncüler girdi. İstanbul’un çeşitli bölgelerinde girişilen mücadele sonunda öncüler galip geldi ve asiler etkisiz hale getirildi. Silahların çoğu teslim edildi. 25 Nisan günü ise artık İstanbul tamamıyla kontrol altına alınmış oluyordu. Hemen asileri yargılamak üzere Divan-ı Harp kuruldu. Bunlara ilaveten birçok gazete kapatıldı ve isyanın elebaşları yakalandı. Sultan II. Abdülhamit, Ali Fethi Bey (Okyar) refakatinde Selanik’e sürüldü ve yerine V. Mehmet Reşat Osmanlı Tahtına geçirildi.124 Hafız Hakkı Bey, 24 Nisan günü, olayların kontrol altına alınmasından sonra Selanik’e çektiği bir telgraf ile İstanbul’daki durumu bildirdi. Merkez-i Umumi namına gönderilen ve ‘’Vicdani’’ imzasıyla çekilmiş olan bu telgraf şöyledir: ‘’Bu gece muhtelif kollarla İstanbul üzerine yapılan umumi askeri hareketler pek parlak neticeler verdi. Bir taraftan Enver Bey’in komutasındaki birlik Taşkışla’yı döverken, öte yandan Hafız Hakkı ve Fethi Bey komutasındaki birlikler Topkapı Sarayı 120 Kuran, İnkılap Hareketleri, 518. Ziya Şakir, İTC Nasıl Yaşadı?, 266. 122 Alpaslan, 31 Mart Ayaklanması, 325. 123 Ziya Şakir, İTC Nasıl Yaşadı?, 297. 124 Aydemir, Enver Paşa, II, 170. 121 34 ile Harbiye Nezareti üzerine yürüyordu. Harbiye Nezaretinden başka hemen her yerde çarpışmalar oldu. Ölenlerin ve yaralananların sayısı kat’i olarak tayin edilemezse de, herhalde 40-50’den aşağı olmasa gerekir. Asilerin sığındıkları yerler hep topla tahrip edilmiş ve çoğu silahlarını teslim etmeye mecbur olmuştur. Şimdi Taşkışla’dan itibaren bütün Beyoğlu ve İstanbul ciheti, Meşrutiyeti korumak için fedakârlıkta bulunan şanlı ordumuzun elindedir. Şehitler arasında Erkânıharp Binbaşısı Ahmet Muhtar Bey de bulunuyor. Esir edilen ve sayısı 10 bini bulan asi asker Harbiye Nezareti Meydanı’na ve Davutpaşa’ya sevk edilmiştir. İstanbul’da şimdi tam bir sükûn hüküm sürmektedir.’’ 125 1.7. HAFIZ HAKKI BEY’İN BEHİYE SULTAN İLE EVLİLİĞİ II. Meşrutiyet’in ardından Viyana Ataşemiliterliğine tayin olan Hafız Hakkı Bey, 1910 yılının Aralık ayına kadar burada bulunmuştur. Bu arada birkaç kez İstanbul’a çağırılarak çeşitli vazifelere getirilmiştir. İstanbul’da bulunduğu bir dönemde Talat Bey’in girişimleriyle Behiye Sultan ile evlendirildi.126 Sultan V. Murat’ın oğlu Şehzade Mehmet Selahattin Efendi’nin kızı Behiye Sultan ile Hafız Hakkı Bey’in evlilik merasimleri 17 Şubat 1910 tarihinde Ortaköy’de bir köşkte gerçekleşti.127 Oldukça görkemli olan bu düğünü o dönemde henüz sekiz yaşında bir çocuk olan Behiye Sultan’ın yeğeni Ali Vasıb Efendi128 daha sonradan kaleme aldığı hatıralarında şöyle anlatır: ‘’Vasıf Paşa’nın köşkünde bulunduğumuz esnada, Halam Behiye Sultan’ın Erkan-ı Harp Binbaşısı Hafız İsmail Hakkı Bey ile düğünü 1910’da pek mutantan bir suretle Ortaköy’de Taşmerdiven’de satın alınan köşkte icra edildi. Mabeyn orkestrası ve incesaz takımları gündüz ve gece çalışıyorlardı. Yüzlerce davetli, gündüz hanımlar (sultanlar, kadın efendiler, hanımlar, paşa haremleri vesaire), gece erkekler (şehzadeler, damatlar, vükela, vüzera ve Erkan-ı Devlet) mevcut idi. Ben sekiz yaşında çocuk olduğumdan hem gündüz hem de gece düğün ziyafetlerinde bulundum. Mükellef bir ziyafet, mütenevvi en nadir yemekler her taraf çiçekler içinde donanmış idi. Mabeyn bandosu, incesaz müzikleri gece geç vakitlere kadar alaturka ve alafranga parçalar 125 Konukçu, İki mezar, 33-34. Konukçu, İki mezar, 61. 127 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 11. 128 Şehzade Ali Vasıb Efendi, Behiye Sultan’ın erkek kardeşi Şehzade Ahmet Nihat Efendi’nin oğludur. Şecere için Bkz. Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı-Vatan ve Menfada Gördüklerim ve İşittiklerim, Yay Haz: Osman Selahaddin Osmanoğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, 422. 126 35 çaldı. Yeni evlilere mükellef hediyeler verildi. Halam başında taç, göğsü ve bileğinde mücevherat ile duvaklar içinde koltuk merasiminde bulundu. Yüzlerce çeyrek altınlar etrafa serpildi. Herkes kapışan kapışana… Halamın konağının dayanıp döşenmesi pederimin ve Tevfik Fikret’in zevkine bırakıldı ve onlar tanzim ettiler.’’ 129 Hafız Hakkı Bey ile Behiye Sultan evlendikten sonra Şair Tevfik Fikret ve Ahmet Nihat Bey’in tanzim ettiği Ortaköy’deki bu köşkte oturmaya başladılar. Ancak Behiye Sultan’ın 1914 yazında geçirdiği çifte zatürrenin iyileşme döneminde, havası iyi olduğu için Büyükada’da Memduh Paşazade Mazlum Bey’in evini kiralayarak geçici bir zaman için buraya taşındılar.130 Hafız Hakkı Bey, Behiye Sultan ile evlenmesi münasebetiyle son Mekke Emiri Şerif Ali Haydar’ın oğlu Şerif Abdülmecid Efendi ile bacanak olmuştur. Şerif Abdülmecid, Behiye Sultan’ın kız kardeşi Rukiye Sultan ile evlenmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Ürdün Büyükelçisi olarak Londra’ya tayin edilen Şerif Abdülmecid Efendi, daha sonra hanedanın diğer kadın mensuplarıyla beraber Rukiye Sultan’ın da yurda dönmesine izin verilmesiyle birlikte büyükelçi olarak Türkiye’ye tayin edilmiştir.131 Behiye Sultan’ın diğer kız kardeşlerinden Adile Sultan, Moralızade Selahattin Bey ile Atiye Sultan ise Sırkatibizade Osman Hami Bey ile evlenmiştir.132 Hafız Hakkı Bey evlendiğinde 31 yaşındaydı. Behiye sultan ise 29’undaydı. Bu evlilik, Hafız Hakkı’nın 1915 Şubatı’nda Erzurum’da tifüsten ölmesiyle sona erdi. Evlilikleri toplamda beş yıl sürdü. Çocukları olmadı. Behiye Sultan, eşinin ölümünden dokuz yıl sonra 1924’te hanedan mensubu olması hasebiyle yurt dışına sürüldü. Fransa ve Mısır’da 24 yıl süren sürgün hayatının ardından 5 Mart 1948’de Kahire’de 67 129 Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 38. Ali Vasıb Efendi Büyükada’da eniştesi Hafız Hakkı Bey ve Halası Behiye Sultan ile geçirdiği günleri şöyle anlatır: ‘’Cumartesi akşamları iskeleye yakın bir Rum gazinosunda sinema oynar idi ve gitmeme müsaade edilirdi. Sevinçle gider ve pek eğlenerek, benim için yeni bir şey olan sinemayı seyrederdim. Bittabi bana refakat eden bir kimse olurdu. Halam hiç sevmezdi. Eniştem Hafız İsmail Hakkı Bey de gerek damatlık ve gerek askeri mevkii icabı gitmeği istemezdi. Halam ve eniştem ile gezmeğe çıktığımda, araba ile adanın meşhur olan küçük ve ya büyük turu yapardık ve bazen Splendide Oteli’nin önünde durur, dondurma ısmarlatırdık. Eniştem ile yalnız çıktığımda otele girer ve balkon tarafına oturur dondurma yerdik. Otelde orkestra tatlı tatlı nameler çalardı. Onları dinler ve mütelezziz olurdum. Bazen de yaya olarak evden on beş dakika mesafede olan vapur iskelesine gider, vapurla gelen gideni seyrederdik. Bazen eniştem beni de İstanbul’a birlikte alırdı ve Beşiktaş’taki köşkümüze kadar gidip pederimi görürdüm. Büyükada’da ki köşkün denize kadar inen bir kayıkhanesi vardı. Mevcut kayıklardan birini alır ve denize çıkardık. Kayıkla gündüz tenezzühleri olduğu gibi, bazen de gece mehtabına çıkardık ki bu pek hoş olurdu. Hafif bir mehtapta büyükannem ve kızlarla çıktığımız bir gece, cidden saraya şayan bir gezinti oldu. ‘’(Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 53). 131 Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 49. 132 Ali vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 422-423. 130 36 yaşında hayata gözlerini kapadı. Hafız Hakkı Bey’den sonra evlendiğine dair bir kayıt mevcut değildir.133 Hafız Hakkı Bey’in ve diğer ittihatçı genç subayların hanedana mensup genç kızlarla evlendirilmeleri planlı bir harekettir. Burada güdülen temel amaç hanedana nüfuz etmektir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen simalarından biri olan cemiyetin genel sekreteri Mithat Şükrü Bleda, bu evliliklerin altında yatan temel sebebin hükümetin sarayı avucunun içinde tutmak olduğunu söyler.134 Halil Paşa (Kut)’da benzer bir görüşle bu evliliklerin amacının hanedan içerisine inkılapçı fikirleri sokmak olduğunu iddia eder. Hatta Halil Paşa da bu yolla hanedan mensubu genç bir sultan ile evlendirilmek istenmiş ancak hanedana karşı olan olumsuz tavrından dolayı bu teklifi reddetmiştir.135 Yine bu yolla Enver Bey, Şehzade Selim Süleyman Efendi’nin kızı Naciye Sultan ile evlendirilmiştir.136 Bu evliliklerin ardından hem Hafız Hakkı hem de Enver Bey Damad-ı Şehriyarı (Padişah Damadı) unvanını almışlardır ki bu unvanları bazı resmi belgelerde de kullanmışlardır. Cemiyetin bu iki genç ve nüfuzlu subayının saraya damat olmaları aralarında inceden bir rekabetin doğmasına sebep olacaktır.137 Halil Paşa’nın ortaya attığı hanedan arasına inkılapçı fikirler sokmak iddiasının doğruluğu Behiye Sultan’da kendini göstermiştir. Nitekim Behiye Sultan’ın-1924 sürgününden sonra bile-demokratik fikirlere sahip olduğu görülür. Yeğeni Ali Vasıb 133 Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 423. Mithat Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, 72. 135 Sorgun, Bitmeyen Savaş, 74. 136 Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 439. 137 O Dönemin bir diğer saray damadı subayı, Sultan Vahdettin’in kızı Ulviye Sultan ile evli olan İsmail Hakkı (Okday) Bey, yıllar sonra kaleme aldığı hatıralarında asker kökenli damatlar arasındaki rekabet konusuna temas etmiştir. İsmail Hakkı Bey, Enver Paşa’nın bir bayram protokolündeki anlaşmazlıktan sonra kendisini Filistin Cephesi’nde ateş hattına gönderdiğini iddia ederek, Paşa’nın bu hareketini şöyle yorumlamıştır: ‘’ Bugün düşünüyorum da, aklıma en uygun gelen cihet, Enver Paşa’nın damatlar arasında askeri bir şahsiyetin ( tabi kendisi müstesna ) yer almaması düşüncesi olsa gerekti. Zira Osmanlı Hanedanı’nın damatları arasında asker olarak benden ve kendisinden başka bir de Behiye Sultan’ın eşi Hafız İsmail Hakkı Paşa vardı. Enver Paşa bu zatı da Erzurum Cephesi’ne göndermiş, zavallı Paşa, orada lekeli hummadan şehit olmuştu. Anlaşılan arkada kalan beni de Filistin Cephesi’nde ilk ateş hattına göndererek benim de şehitler kafilesine katılmak lığımı istemişti.’’ ( İsmail Hakkı Okday, Yanya’dan Ankara’ya, Sebil Yayınevi İstanbul 1975, 323-325). Hafız Hakkı ile Enver Bey arasındaki rekabetin bir diğer örneği terfi meselesinde kendisini göstermektedir. Babıali baskını ve Edirne’nin geri alınmasından sonra nüfuzu artan Enver Bey, hızla terfi ederek paşa olmuş ve Harbiye Nazırlığı’na getirilmiştir. Bu duruma içerlenen Hafız Hakkı, Kâzım Karabekir ve Mahmut Kamil Bey’in de yanında bulunduğu bir esnada ‘’ Enver Kaymakam…Hafız Kaymakam…Enver Miralay…Hafız Kaymakam…Enver Paşa…Hafız hala Kaymakam…’’ diyerek rahatsızlığını dile getirmiştir. (Konukçu, İki mezar, 68). Yine ilerleyen bölümlerde görüleceği üzere Sarıkamış taarruzu meselesinde de bu rekabetin etkileri açıkça kendisini gösterecektir. 134 37 Efendi onu demokratik ruhlu bir kadın olarak tanımlar.138 Behiye Sultan’ın sürgünde iken 1934 yılında maddi meselelerden dolayı son Halife Abdülmecit Efendi’ye yazdığı mektuplarda kullandığı ifadeler yine bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Murat Bardakçı’nın yayınladığı bu mektuplardan birine Behiye Sultan şu ifadelerle başlar: ‘’Bugün bu mektubu hür Fransa’nın toprağında Türk milletine karşı gösterdiğimiz haksızlıkların pek tabi bir neticesi olarak çıktığımız hudut haricinde yazıyorum. Memleketimizde olsa idim, ailem tarafından bu kâğıt üzerine maaşım kesilir ve kapıma iki süngülü konularak bir siyah maymun tarafından ihtilattan menolunduğum haberi gelirdi. Cenab-ı Hakka şükür, iki odalı apartmanıma kimse asker koyamaz. Yaşasın Cumhuriyet.’’139 Behiye Sultan kaleme aldığı mektuplarında ‘’Kafkas Muharebesinde şehit olan Hafız Hakkı Paşa’nın Haremi Behiye’’ unvanını kullanarak, kısa evliliklerine rağmen Hafız Hakkı Paşa’nın hatırasını ömrünün sonuna kadar yaşatmıştır. 1.8. HAFIZ HAKKI BEY’İN TRABLUSGARP SAVAŞI DÖNEMİNDEKİ FAALİYETLERİ Hafız Hakkı Bey, Viyana dönüşünden sonra ilk olarak Aralık 1910’da Erkan-ı Harbiye 3. Şubesine, ardından da Ocak 1911’de yeni düzenlenen teşkilatta, 1. Kolordu Erkan-ı Harbiye İkinci Reisliğine atandı.140 Ancak bu kurumlardaki faaliyetleri ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Hafız Hakkı Bey’in bu dönemde devleti epeyce uğraştıran ve sonunda İtalya ile bir savaşa sebebiyet veren Trablusgarp meselesi ile yoğun bir şekilde ilgilendiği görülür. Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki son toprağı olan Trablusgarp Vilayeti 1878 Berlin Antlaşması’ndan beri İtalyanların göz diktiği bir yerdi. Milli birliğini sağladıktan sonra diğer Avrupalı Devletler gibi sömürgecilik yarışına katılmak isteyen İtalya, bu amacını gerçekleştirmek için Trablusgarp’ı biçilmiş bir kaftan gibi görüyordu. Nitekim burası, coğrafya itibarıyla de İtalya’ya yakındı. Tunus’un Fransa tarafından işgal edilmesi üzerine İtalya, barış yoluyla bu toprakları elde etmeye çalıştı. Ancak başaramadı. 1911’in Eylül ayına gelindiğinde ise Trablusgarp’a yönelik emellerini açıkça ortaya koymaya başladı. 15 Eylül 1911’de İtalya’nın İstanbul Maslahatgüzarı Di 138 Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 38. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 134. 140 Konukçu, İki mezar, 34. 139 38 Martino Osmanlı Devleti’ne, kendi devleti namına bir ültimatom göndererek İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal fikrinde olduğunu ve bu toprakların derhal Osmanlı Devleti tarafından boşaltılmasını istedi. Ayrıca yirmi dört saat içinde Osmanlı Hükümetince bir cevap verilmesi gerektiğini bildirdi. Bu hiç beklenmedik olay üzerine Heyet-i Vükela, Ayan ve Meclis-i Mebusan reisleri bir araya geldi. Durum görüşüldü. Uzun görüşmeler neticesinde bir cevap hazırlandı. Bu cevapta; bazı imtiyazların İtalya’ya verilmesinde tereddüt edilmeyeceği, eğer İtalya’nın maksadı sadece ekonomik menfaatler ise bu konuda Osmanlı Devleti’nin kendileri ile görüşmelerde bulunmaya hazır olduğu tebliğ edildi. Ancak bu cevaptan memnun kalmayan İtalya, ertesi günü İstanbul’daki Elçisi aracılığı ile Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiğini tebliğ eden notayı Babıali’ye yolladı. Bu olay üzerine 17 Eylül’de devlet erkânı yeniden toplandı. Ancak yapılan görüşmeler sonucunda İtalya’ya savaş ilan edilmekten çekinildi. V. Mehmet Reşat büyük devletlere telgraf çekilerek bu zor vaziyete aracı olmalarını devlet adamlarına teklif etti. Durum gayet ciddiydi. Sadrazam Hakkı Paşa141 bu zor durum karşısında istifanın eşiğine geldi. Nitekim daha sonra istifasını verdi.142 Meşrutiyeti yeniden tesis etmeye çalışan İTC yönetimi için bu olay büyük bir yıkımdı. Bulgaristan’ın bağımsızlığının ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgal etmesinin getirdiği yıkıma şimdi de İtalyanların Trablusgarp’ı işgal düşünceleri eklenmişti. Ekonomi yeni bir savaşı karşılamak için yetersizdi. Bu yüzden İtalyanlara savaş ilan etmekten çekiniliyordu. Babıali’nin İtalyanların savaş ilanı karşısında gösterdikleri pasif ve mütereddit tavrı bir takım eleştirilere maruz kaldı. Bu sessizlik diplomatik bir zaaf olarak görülüyordu. Bu olay halk arasında derin bir üzüntüyle birlikte galeyana sebebiyet verdi. Milli şuur birden bire canlandı. Trablusgarp, Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki son toprağı idi. Bu toprakların kurtarılması için canla başla çalışılmalıydı. Hafız Hakkı Bey de bu şekilde düşünüyordu. Ona göre bu bir izzeti nefis meselesiydi ve hükümetin bu notaya derhal bir cevap vermesi gerekiyordu. Hafız Hakkı Bey bu düşüncelerini ihtiva eden bir mektup yazarak bunu 16 Eylül 1911 günü padişaha arz etmek üzere saray Başkâtibi Lütfi Efendi’ye verdi. Bu mektup şöyledir: Başmabeyinci atufetlü Lütfi Simavi Beyefendi hazretlerine, 141 142 Hakkı Paşa 12 Ocak 1910’da Sadarete getirilmiştir. Aydemir, Enver Paşa, II, 376. Lütfi Simavi, Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim, Örgün Yayınevi, İstanbul 2004, 160-161. 39 Yüce ve şanlı Osmanlı hanedanına intisap etmiş olmakla iftihar duyan bir kimse bulunmam dolayısıyla, aşağıda arz ettiğim hususların canımdan fazla sevdiğim şevketli padişahımıza arz edilmesini temenni ederim. Bu naçiz fikirlerimin yüce Osmanlı hanedanının ve mukaddes vatanımızın saadeti ve zindeliği için dermeyan edilmiş olduğundan herhalde şüphe edilemez. Şu son Trablusgarp meselesi bütün memleketi baştanbaşa sarsacak feci bir buhrandır. Eğer bu buhrana, doğru ve intizamlı bir yol verilemezse netice hakikaten pek uğursuz ve kötü olacaktır. Saltanat makamının ve hükümetin bu mevzuda, tereddüt etmeksizin, kati ve cesur bir karar alması başta gelen bir iştir. Böyle bir kararın alınmasına ve efkârıumumiyenin bu karara hazırlanmasına, herkesten evvel Padişahımızın ve Halifemizin lider olması lazım gelmektedir. Bu meselede, vatanın, milletin ve saltanatın hakları için ciddi bir gayret gösterilmek isteniyorsa, daha şimdiden, sevgili padişahımız tarafından millete kati bir garanti verilmeli. Bundan sonra da vakit geçirmeden hemen bunun tatbikine geçilmelidir. İtalya ile aramızda meydana gelen bu mühim hadiseye iyi ve ya kötü, fakat mutlaka kati bir karara derhal varılmalıdır. Eğer böyle yapılmayıp da tereddüt ve kararsızlık içinde bocalanacak olursa, devletin haysiyeti hem hariçte hem dâhilde büyük miktarda zedelenecektir. Bundan başka ekonomik vaziyeti de dikkatle göz önünde tutmalıdır. Bugünden itibaren artık birçok şeyin fiyatı hızla yükselmeye başlayacak, kısa bir zaman sonra ise bu buhran kendisini her sahada kuvvetle hissettirecektir. Bunun en bariz neticesi askerin ihtiyaçlarının kâfi miktarda karşılanmaması olacaktır. Nihayet gide gide memleket büsbütün karışacak başta düşmanımız olmak üzere bütün dünyaya karşı elim bir takatsizliğin içine yuvarlanmış olarak görünecektir. Eğer düşmanın verdiği ültimatoma boyun eğmeyerek, İtalya ile uğraşmaya karar verecek ise ki şimdiye kadar böyle bir kararın verilmiş olması lazım gelirdi, neticede zilletli bir vaziyetle karşı karşıya gelmemek için esaslı bir plan ve program yapmak ve her tülü fedakârlığa katlanmayı göze almak icap eder. Böyle bir fedakârlıkta bütün Türk milletine en büyük emsal bizzat Padişahımız efendimiz olmalıdır. Bugünden başlayarak öyle bir fedakârlık rekabetine girişmeliyiz ki, o zaman Avrupa’da bizim yaşamaya layık bir millet olduğumuzu ister istemez kabul etsin. 40 Bir harp ister askeri istikametten olsun, ister ekonomik istikametten olsun, ancak ve ancak para ile yapılabilir. Bundan dolayı hükümetçe tanzim edilecek harp planının esasını, her şeyden evvel para teşkil edecektir. Bu para ise, altı ay sonra bugün yapılacak ekonomik hazırlık ve gayretlerle tedarik edilebilir. Her ne suretle olursa olsun, biran evvel efkârıumumiyeyi tatmin etmek ve Avrupa’da kendilerinin anlayacağı dilden iyi bir tesir husule getirmek için, Padişahımız tarafından şu hususların alakadarlara ferman buyrulması lüzumludur. Padişahımız hem Halife, hem de Başkumandandır. Millet ve askerler, arızi olan hükümetlerden çok fazla, kalıcı olan padişaha hürmet ve itimat besler. Bundan dolayı böyle günlerde kendilerini yanlarında ve başlarında görürse büyük işler görmek azmi ve gayreti artar. Netice olarak şunu arz etmek isterim: Eğer şu bir iki gün içinde Hürriyet-i Ebediye Tepesi dolaylarında bir harp tatbikatı, bir askeri manevra yapılır ve bunun neticesinde halkı heyecanlandıracak bir de geçit resmi tanzim edilirse çok münasip olacaktır. Padişahın huzurunda yapılacak bu geçit resminden sonra, evvelce hazırlanıp basılmış ve kumandanlara tevzi edilmiş bulunan bir Beyanname-i Hümayunun orada bütün askerlere okunmasında da müspet neticeler beklenir. Bu Beyanname-i Hümayunda Padişah, kendileri başta olmak üzere, milletle birlikte nihayetine kadar harp edeceğine ve seferberlik hazırlıklarına yardım olmak üzere, bütün hanedan mensuplarının maaşlarının yüzde yirmisini terk ettikleri, burada miktar olarak mesela senede şu kadar bin lira denilse daha büyük tesir yapar. Milletin de kendisini takip edeceğinden emin bulunduğunu ifade buyururlar. Ayrıca bu beyanname bütün vilayetlere de tamim olarak yollanır. Diğer taraftan, vakit geçirmeden, halkı tatmin edecek ve onlarda itimat hâsıl edecek bir de yeni kabine kurulur. Damad-ı Hazret-i Şehriyari Erkânıharp Binbaşısı Hafız Hakkı143 Hafız Hakkı Bey mektubuna Damad-ı Hazret-i Şehriyari ismini hatırlatarak başlamıştı. İfadeleri gayet açık ve netti. Meselenin biran önce karara bağlanmasını istiyordu. Tereddüt ve kararsızlığın, devletin haysiyetini hem hariçte hem de memleket dâhilinde zedeleyeceğini düşünüyordu. Trablusgarp’ın önemine binaen kararın ‘’İtalya’ya savaş ilanı’’ şeklinde verilmesinden yanaydı. Böyle bir kararın verilmesi 143 Lütfi Simavi, Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim, 162-164. 41 halinde savaş masraflarını karşılamak için büyük fedakârlıklar yapılması gerektiğini söylüyordu. En başta fedakârlık yapması gereken isim ise Padişah’tı. Hafız Hakkı Bey’in bizzat Padişah’a hitap ettiği bu mektubunda kullandığı ifadeler biraz aşırı olarak kabul edilebilir. Henüz binbaşı rütbesinde bulunan bir askerin, devletin en üst kademesindeki şahsa karşı bu kadar açık ve rahat olabilmesi ancak meşrutiyetin İTC’ye mensup askerlere sağladığı nüfuz ile izah edilebilir. Bununla birlikte padişaha fazlaca taltifkâr sözler sarf etmekten kaçınmıştır. Padişah V. Mehmet Reşat’ın bu mektuba cevap verip vermediği bilinmemektedir. Hafız Hakkı Bey’in tüm ısrarlarına rağmen Babıali, İtalya’ya savaş ilan etmedi. Ekim ayından itibaren İtalyanlar, Trablusgarp’a saldırmaya başladılar. İşgale karşı koymak için bir takım gayri resmi gruplar teşkil edilerek Trablusgarp’a gönderildi. Bunların amacı bölge halkını İtalyanlara karşı ayaklandırarak direniş başlatmaktı. Nitekim Trablusgarp, devletin merkezine oldukça uzak bir mesafedeydi ve buraya düzenli birlikler göndermek için ekonomi elverişli değildi. Enver, Mustafa Kemal ve Halil Beyler gibi genç subaylar çeşitli kılıklarda bölgeye giderek teşkil edilen grupların başına geçtiler ve halkı ayaklandırmaya başladılar. Murat Bardakçı ‘’Enver’’ adlı kitabında Hafız Hakkı Bey’in de bu isimlerle birlikte Trablusgarp’a gittiğini söylese de144 bu bilginin doğruluğunu destekleyecek herhangi bir kaynağa veyahut belgeye ulaşılamamıştır. Hafız Hakkı Bey’in bu dönemde İstanbul’da kaldığı tahmin edilmektedir. Bununla birlikte mektubundan anlaşılacağı üzere, yine denetleyici ve siyasete dâhil bir rol oynamaktadır. Enver Bey ve arkadaşlarının Trablusgarp ve Bingazi’de başlattığı direniş kısmen başarılı oldu ve İtalyanlar, Trablusgarp’ın içlerine gitmeye muvaffak olamadılar. Bunun üzerine Oniki Ada’yı işgal ederek Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmaya çalıştılar. Trablusgarp Savaşı’nı bitiren gelişme ise Balkan Savaşlarının başlaması oldu. 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesiyle başlayan Balkan Savaşı üzerine Enver Bey ve arkadaşları Avrupa yoluyla İstanbul’a dönmek zorunda kaldılar. İki bölgede aynı anda savaşı göze alamayan hükümet 15 Ekim 1912’de İtalya ile barış imzalayarak Trablusgarp’ı terk etmek zorunda kaldı. Buna karşılık Oniki Ada’nın 144 Murat Bardakçı, Enver, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015, 113. 42 Osmanlı Devleti’ne iadesi taahhüt edilmesine rağmen bu hiçbir zaman gerçekleşmedi ve böylelikle bu adalar Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı.145 1.9. HAFIZ HAKKI BEY’İN BALKAN SAVAŞLARINDAKİ FAALİYETLERİ Hafız Hakkı Bey, Balkan Savaşları öncesinde çeşitli görevlerde bulunmuştur. 28 Ocak 1912’de Bulgaristan Veliahdı’nın yaş günü için Sofya’ya giden heyette görev aldı. Bu ziyaretinden dolayıdır ki 16 Mayıs 1912’de Bulgar Hükümeti tarafından kendisine Üçüncü dereceden Meziyet-i Askeriye Nişanı verildi. 5 Ağustos 1912’de altı ay süreyle Fransa’ya gitti. Buraya gidiş amacı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. 24 Eylül 1912’de genel seferberlik üzerine Fransa’dan geri dönerek 1. Kolordu Kurmay 2.Başkanlığı görevine devam etti.146 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesiyle başlayan Balkan Savaşlarında orduda yerini aldı. 18 Ekim-16 Kasım arasında cereyan eden Kırklareli-Süloğlu ve Pınarhisar-Lüleburgaz Muharebelerinde Şark Ordusuna bağlı 1. Kolordunun kurmay heyetine girdi. Şark Ordusunun Komutanı Abdullah Paşa (Kölemen) idi. 1. Kolordu Komutanı ise Ömer Yaver Paşa’ydı.147 27 Ekim’e kadar İstanbul’da kaldığı anlaşılan Hafız Hakkı Bey, bu tarihte Padişah ile görüştükten sonra cepheye gitmiştir. Bu görüşmede Hafız Hakkı Bey, Padişah’a ahvalin vahametinden bahsederek, bu sıralarda yeniden Sadaret makamına getirilen Kamil Paşa’nın zannedildiği gibi iyi bir adam olmadığını ve Rumeli’yi elden çıkaracağını söylemiştir. Padişah’ın Rumeli’nin verilmesinin söz konusu olmadığını belirtmesi üzerine Hafız Hakkı Bey söze girerek: ‘’öyle bir tarzda verirler ki siz verildiğinin farkında olamazsınız. Ekonomi derler, başka şeyler derler ve memleket elden gider’’ şeklinde görüşünü bildirmiştir.148 Hafız Hakkı Bey’in sarf ettiği bu sözler ve buna karşılık olarak Padişah’ın verdiği cılız cevaplar, V. Mehmet Reşat’ın ne denli pasif bir konumda olduğunu anlamak bakımından iyi bir örnektir. Hafız Hakkı Bey’in devletin en üst kademesindeki isim karşısında sergilediği rahat tavrı, Trablusgarp meselesinden dolayı Padişah’a yazdığı mektubunda kullandığı ifadelerden görmüştük. 145 Bardakçı, Enver, 116. Konukçu, İki mezar, 32-33. 147 1. Ordu 17 Ekim 1912’den itibaren Şark Ordusu adını almıştır. İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, TTK, Ankara 2014, 13-20. 148 Cavit Bey, Meşrutiyet Ruznamesi, Yay Haz: Hasan Babacan-Servet Avşar, TTK, Ankara 2014, 481. 146 43 Bunu da başka bir örnek olarak kabul etmek gerekir. Ayrıca bu görüşme, bu dönemde askerin siyasete ne denli karıştığını göstermesi bakımından önemlidir. Bununla birlikte Kamil Paşa’dan hoşlanmadığı görülür. Nitekim daha önce belirtildiği üzere Bulgaristan’ın bağımsızlık ilanı meselesinden dolayı aralarında yaşanan sürtüşmenin devam ettiği anlaşılmaktadır. Hafız Hakkı Bey’in Balkan Savaşlarının ilk evresinde çok faal olmadığı görülür. Nitekim 1. Kolordunun kurmay heyetinde vazife alması, bir birliğin başında doğrudan çarpışmaya katılmasına mani olmuştur. Cavit Bey hatıralarında: Balkan Savaşları sırasında ordunun içerisinde müthiş bir şekilde tefrikanın hâkim olduğunu, bu yüzden Hafız Hakkı gibi kahraman ve iliklerine kadar asker bir subaya bir fırka bile verilmediğini yazmaktadır. Devamında Hafız Hakkı Bey’in güç bela bir tabur tedarik edip savaşa girdiğini ifade etmektedir. Ancak bunun hangi tabur olduğu belirtilmemiştir.149 Başkumandanlık Vekâleti’nin 8 Kasım 1912 tarihli emri ile başarısızlığa uğrayan Birinci ve İkinci Şark Orduları lağvedilmiş, yerine 3 nizamiye ve 2 mürettep redif kolordusu ile bir müstakil süvari tugayından ibaret yeni bir Çatalca Ordusu oluşturulmuştur. Bu ordunun başına ise Başkumandan Vekili Nazım Paşa geçmiştir. Hafız Hakkı Bey, yeni teşkil edilen bu orduda yine Ömer Yaver Paşa komutasındaki 1. Kolordu’nun kurmay heyeti içerisinde yer almıştır. 17-20 Kasım 1912 tarihlerinde cereyan eden Birinci Çatalca Muharebelerinde bu vazifeyi uhdesine alan Hafız Hakkı Bey yine pasif konumdadır. Bu çarpışmalardan sonra Edirne’nin geri alınması teşebbüslerinde bir taburun başında savaşa katıldığı anlaşılmaktadır.150 Birinci Balkan Savaşlarının sonunda Edirne’nin düşman eline geçmesinden sonra İttihatçılar harekete geçti. Enver Bey ve arkadaşları 23 Ocak 1913 günü Babıali’ye baskın yaparak Edirne’nin düşmana bırakılmasından dolayı suçladıkları Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı öldürdüler. Sadrazam Kamil Paşa ise istifa etmek zorunda kaldı. Sadarete iTC’ye yakın bir çizgide görülen Mahmut Şevket Paşa getirildi. Bu olayla birlikte ipleri tamamıyla ellerine alan İttihatçılar, Edirne’yi geri almak için yeniden harekete geçtiler. Ancak başarılı olamadılar. 28 Mart 1913’te Edirne Bulgarların eline geçti. Ama İttihatçılar yılmadı. Nisan ayından itibaren Edirne’nin geri alınmasına 149 150 Cavit Bey, Meşrutiyet Ruznamesi, 492-493. Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, 23-27. 44 yönelik teşebbüsler yeniden başladı. Bu sırada bir tabura komuta eden Hafız Hakkı Bey, Baş Kumandan Vekili Ahmet İzzet Paşa’nın izni olmaksızın gece taarruz yaparak önemli miktarda kayıp verdirdi. Bu duruma oldukça sinirlenen Ahmet İzzet Paşa, Hafız Hakkı Bey’i, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine Sadrazam, Başkumandan Vekili Ahmet İzzet Paşa’ya emir yazarak Hafız Hakkı Bey’i yanına göndermesini istedi.151 Normalde Divan-ı Harpte yargılanmayı gerektiren bu hareket karşında Mahmut Şevket Paşa’nın ne tarz bir tedbir aldığı bilinmemektedir. Muhtemelen Hafız Hakkı Bey’in İttihatçı kişiliği onu ağır bir ceza almaktan kurtarmıştır. Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran’da ölümünden sonra Edirne’nin geri alınmasına yönelik girişimler devam etti. 13 Temmuz-2 Ağustos tarihleri arasındaki hareketlerde Hafız Hakkı ile Enver Beyler, Hurşit Paşa komutasındaki Çatalca Sol Yan Ordusunda görev almışlardır.152 Çatalca ve Bolayır’dan yapılan hareketler neticesinde Edirne yeniden Türklerin eline geçti ve 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul Antlaşması ile Edirne üzerindeki Türk hâkimiyeti Bulgarlara kabullendirildi. Hafız Hakkı Bey, Çatalca savunmasındaki fedakârlıklarından dolayı Aralık 1913’te Yarbaylığa terfi ettirildi. Balkan Savaşlarında birçok felakete şahit oldu ve savaşın hemen ardından askere öğüt mahiyetinde olan ‘’Bozgun’’ adlı esresini yazdı. Yine ileriki bölümlerde görüleceği üzere Balkan Savaşları sırasında ve sonrası yoğun bir şekilde orduyu gençleştirme meselesiyle ilgilendi.153 1.10. ORDUYU GENÇLEŞTİRME MESELESİ: HAFIZ HAKKI BEY’İN BU KONUDAKİ FAALİYETLERİ VE GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANLIĞINA TAYİNİ İTC ilk zamanlar hükümet üzerinde sınırlı derecede denetim kurabilmişti. Ancak Babıali baskını ile bu denetim yerini fiili yönetime bıraktı ve ipler tam manasıyla İttihatçıların eline geçti. Özellikle Edirne’nin geri alınması, Cemiyetin sarsılan prestijini geri getirmişti. Artık idareyi tamamıyla elinde tutan İTC yönetiminin ilk görevi Balkan mağlubiyetinin sebeplerini araştırmak ve suçlulara gereken cezayı vermekti. İttihatçılar 151 Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 104. Sorgun, Bitmeyen Savaş, 122. 153 Konukçu, İki mezar, 34. 152 45 nezdinde hâkim olan görüş; ordunun yeniden düzenlenmesi, yeteneksiz ve yardımı dokunmayan subayların emekli edilerek ordudan uzaklaştırılması ve genç ve dinamik komutanların iş başına getirilmesi yönündeydi. Bunun kısa sürede tatbik edilmesi isteniyordu.154 Enver ve Hafız Hakkı Beyler ordunun gençleştirilmesi fikrinin en kuvvetli savunucularındandı. Hafız Hakkı Bey, Babıali baskınından hemen önce, Londra görüşmelerinin yapıldığı sıralarda bu kapsamda faaliyetlerini hızlandırdı. Edirne’nin Bulgarlara verileceği söylentileri üzerine harekete geçen Hafız Hakkı Bey, hiç vazifesi olmadığı halde durmadan birlikleri dolaşarak, ordunun gençleştirilmesi ve düşmana karşı direniş yolunda telkinlerde bulunuyordu.155 Mevcut bazı belgelerden bu kulis çalışmalarının İTC’nin direktifi ile Hafız Hakkı Bey gibi gayri resmi olarak politikaya dâhil olmuş genç ve etkili subaylara yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu belgelerden biri Talat Bey’in Dâhiliye Nazırı iken yurt dışındaki arkadaşları Hakkı, Cavit ve Cahit Beylere yazdığı bir mektuptur. Babıali baskınına gelinen süreci anlattığı bu mektubunda konuyla ilgili şunları yazmıştır: ‘’Biz, Nazım Paşa’yı harbe teşvik etmek ve harpte Erkânıharp Reisi İzzet Paşa’yı, bizim Enver, Cemal ve Hakkıları ve hatta kabilse Mahmut Şevket Paşa’yı kullanarak, bir taraftan bütün milleti galeyana getirerek, milli namusu kurtarmak gayesini takip ediyorduk. Nazım Paşa ise, harbi tahrik etmemek ve zaruret hâsıl olursa, o zaman kabineyi yıkarak, tasavvur dairesinde hareket etmek ve aksi halde, sulhu Kamil Paşa’ya terk etmek fikrinde devam ediyordu.’’156 Hafız Hakkı Bey ayrıca ‘’Tanin’’ ve ‘’Şura-ı Ümmet’’ gazetelerinde yazdığı ‘’Ordu ve Gençlik‘’ başlıklı makaleleriyle de bu konuya temas ederek kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. Bu arada Hafız Hakkı Bey Balkan Savaşlarının hemen sonrasında kaleme aldığı Bozgun adlı eserinde de bu konuyu yoğun bir şekilde işlemekteydi: ‘’Makedonya ihtilallerinden, İtalyan harbinden, son felaketli sefere kadar üç mühim tecrübe geçirdik. Buralarda azmi, iktidarı, askerlikte isabet fikri ve cesareti ile kendini gösterenler bir dereceye kadar göründü. Şimdi orduyu kurtarmak için yegâne çare böyle kendini kabul ettirmiş kimseleri iş başına geçirmek; bunlardan bir kumanda heyeti vücuda getirmek, bunlar vasıtasıyla bu harpte kendini göstermiş ve bundan sonra da gösterecek olan cesur, ateşli, metin gençleri istikbal kumandanları olarak yetiştirmektir.’’ 154 İlden, Sarıkamış, 11. Aydemir, Enver Paşa, II, 24. 156 Aydemir, Enver Paşa, III, 58. 155 46 ‘’Bir de kumandan olacak zatın kıdeminden ve yaşından ziyade karakter ve bilgisi göz önüne alınmalıdır. Otuz beş yaşında müşir olan Gazi Muhtar Paşa, otuz dokuz yaşında iken, o zaman için aksakallı Kurt İsmail Paşalardan, Derviş Paşalardan daha tecrübeli, daha muktedir bir kumandan olduğunu gösterdiyse, bu gün de aynı tecrübeleri görmüş, genç, azmi kırılmamış, daha malumatlı ve zamana göre daha iyi yetişmiş kumandanlar bulmak güç değil.’’157 Hafız Hakkı Bey, Babıali baskınından sonra da faaliyetlerine devam etti. Yeni sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya yazdığı bir mektubunda; Balkan Savaşlarında mağlup olan komutanların yerlerine yenilerinin atanmasını ve Karargâh-ı Umumi Erkan-ı Harbiye’sinin değiştirilmesini teklif etti Ancak Mahmut Şevket Paşa 27 Şubat 1913 günü kendisine intikal eden bu mektuptaki teklifleri tehlikeli ve aşırı bularak reddetti.158 İTC Hükümetinin ve haliyle Hafız Hakkı Bey’in bu konudaki faaliyetleri Mahmut Şevket Paşa’nın ölümünden sonra Harbiye Nazırlığına getirilen Ahmet İzzet Paşa döneminde sıklaştı. İzzet Paşa, İTC’nin bu yeniliğin hemen yapılması yönündeki radikal görüşünü sakıncalı buluyor ve bunun dereceli bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyordu. Ancak askeri kanat, zamanın kararsızlık ve beklemeye uygun olmadığını belirterek İzzet Paşa karşıtı propagandaya başladı.159 Hafız Hakkı Bey, İzzet Paşa’nın şahsına hürmet duymakla birlikte onun bu konudaki ılımlı tavrından dolayı kendisine muhalefet etti ve Harbiye Nazırının değişmesi yönünde kulis çalışmalarına başladı. Hafız Hakkı Bey bu makama Enver ve ya Cemal Beylerden birinin gelmesini istiyordu. İki yakın arkadaşından birinin Nazır olması kendi istikbali açısından da olumlu olacaktı. Nitekim en sonunda Enver Bey isminde karar kılındı. Süleyman Kani İrtem, Remzi Paşa’dan naklen Enver Bey’in Harbiye Nazırı olması ve Hafız Hakkı Bey’in bu konudaki etkisini şöyle anlatır: ‘’Edirne’nin istirdadından sonra Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa ordu erkân ve ümerasının kıdem defterini ele alarak yeni bir kumanda ordusu vücuda getirmeye teşebbüs etti. Bu kadro mucibince kıdem icabı kolordulara, fırkalara tayin olunanlar arasında harpte maddi-manevi mesul olması icap edenler görülüyordu. Meşum Balkan 157 Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, Tercüman Yayınları, İstanbul 1972, 120-122. Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 47. 159 İlden, Sarıkamış, 11. 158 47 Harbini müteakip hamiyetli, namuskâr, fedakâr gençliğin orduda görmeyi arzu ettiği cezri (köklü) ıslahat bu değildi. Meyus olan gençlerden askerlikten çekilmeye teşebbüs edenler oluyordu. Bu sırada bir gün Damat Hafız İsmail Hakkı Bey’e Beşiktaş’ta tesadüf ettim. Ordunun halinden, ümitsizlikten bahsettik. Hafız Hakkı Bey’e bu mesele hakkında etraflıca münakaşalarda bulunmak üzere Ortaköy’deki konağında bir ziyafet vererek bazı genç erkânıharpleri toplamasını teklif ettim. Vehip, Nihad, Cafer Tayyar Beylerle isimleri hatırımda kalmayan diğer birkaç erkânıharp zabiti Cuma günü toplandık. Vaziyeti etrafıyla münakaşa ettik. Neticede orduyu cezri surette ıslah lüzumuna karar verdik. Ancak bütün iyi vasıfları, hasletleri, askeri meziyetleriyle beraber kalbi şefkat ve merhametle fevkalade meşbu Ahmet izzet Paşa’nın orduyu acizlerin, cahillerin, ahlaksızların ellerinden kurtarıp kıymetli, fedakâr ellere verebileceğine imkân göremedik. Enver ve ya Cemal Beylerden birinin harbiye Nazırı olması suretiyle ordunun ıslahı kabil olacağında aramızda ittifak hâsıl oldu. Bu içtima asla ihtilalkarane değildi. Fikir müdavelesinden ve meşru, sakin bir tarzda zemin hazırlanmaktan başka bir hedefimiz yoktu. Ertesi gün Enver’i ziyarete gittik, düşüncelerimizi anlattık. Fikrini sorduk.’’160 Enver Bey, hiçbir samimi arkadaşının herhangi bir sebeple kendisine müracaat etmemesi ve tavsiyede bulunmaması şartıyla arkadaşlarının teklifini kabul etti. Ardından durumu Sadrazam Sait Halim Paşa’ya bildirdi. Sait Halim Paşa, Enver Bey’e bu görev için çok genç olduğunu söyledi. Ayrıca Ahmet İzzet Paşa’yı görevinden almak için hiçbir sebep yoktu. Ancak Enver Bey’i Harbiye Nazırı yapmak isteyen arkadaşları Talat Bey’e baskı yaptılar. Talat Bey meseleyi İzzet Paşa’ya söyledi. Meselenin kötü bir raddeye vardığını gören İzzet Paşa, muhtemel bir kargaşanın önüne geçmek için istifa etti. Enver Bey ilk olarak 18 Aralık’ta Albay ardından da 1 Ocak 1914 günü Tuğgeneralliğe terfi ettirilerek Harbiye Nazırı yapıldı. Cemal Bey de kısa bir süre sonra Bahriye Nazırlığına getirilecekti.161 Harbiye Nazırı olan Enver Paşa ardından Başkomutanlık Vekâleti ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti vazifelerini de üzerine 160 Süleyman Kani İrtem, Meşrutiyetten Mütarekeye (1909-1918), Yay Haz: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul 2004, 556. Enver Bey ilk şöhretini meşrutiyetin yeniden ilanı için yaptığı çalışmalar sayesinde ve bunun neticesinde ‘’Hürriyet Kahramanı’’ unvanını alarak elde etmişti. 31 Mart İsyanının bastırılması sırasında ise Taşkışla Kolu Komutanı sıfatıyla büyük yararlılıklar gösterdi. Bunlara ilaveten Trablusgarp Savaşı, Babıali Baskını ve Edirne’nin geri alınmasında gösterdiği hizmetler onu tartışmasız bir lider haline getirdi. Böylelikle genç yaşına rağmen Enver Bey’e Harbiye Nazırlığının yolu açılmış oluyordu. 161 Fahri Belen, XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti, Remzi Kitapevi, İstanbul 1973, 178. 48 alacak ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde en etkili askeri ve siyasi şahıs olarak sahneye çıkacaktır. Enver Paşa, Harbiye Nazırı olma sürecinde gayret gösteren Hafız Hakkı’yı unutmadı ve bu makama gelişinden kısa bir süre sonra 11 Ocak 1914’te onu Erkan-ı Harbiye-i Umumiye ikinci Reis-i Saniliğine (Genelkurmay İkinci Başkanlığına) atadı. Alman Bronsart Von Schellendorf ise Birinci Reis-i Saniliğe getirildi.162 Bu arada Hafız Hakkı 15 Aralık 1913’te Yarbay oldu. Gerekli makamları ele geçiren Enver ve Hafız Hakkı, Balkan Savaşlarının sonundan beri dillendirdikleri orduyu gençleştirme meselesi için derhal harekete geçtiler ve 1100 subayı emekliye sevk ederek bu köklü ıslahatı gerçekleştirdiler.163 Hafız Hakkı tüm faaliyetleri ile dönemin politikaya karışan asker profilinin tipik bir örneğidir. 162 B.O.A. 13 S 1332, Dosya No: 4247 Gömlek No: 318514 Fon Kodu: BEO. Dönemin Enver Paşa’dan önceki Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa, hatıralarında Hafız Hakkı Bey’in kendisine karşı başlattığı hareketi ve Genelkurmay İkinci Bakanlığına getirilmesindeki gerçeği şöyle anlatmaktadır: ‘’Hafız Hakkı Balkan Savaşı’nda Binbaşı idi. Hiçbir kumanda ve memuriyette bulunmayarak bir kolordu nezdinde haber subaylığı yapıyordu. Benim düşüşümle Enver’in Harbiye Nazırı olması işinde etkili propaganda yapanlardan biriydi. Enver Paşa, Harbiye Nezaretiyle Genelkurmay Başkanlığını da alınca, mükâfat olarak bu zatın rütbesi yükseltilerek Genelkurmay ikinci Başkanlığına tayin edildikten sonra, kısa zamanda Albaylığa ve Dünya Savaşı başlarında Kolordu Kumandanlığına, sonra Tuğgeneralliğe ve nihayet Ordu Kumandanlığına yükseltilmiştir. Bu gibi durumlar öne sürülerek aleyhine ihtilal yapılan Sultan Abdülhamit, keyfi idarenin bu kadarını şüphesiz hatırından bile geçirmemiştir.’’ (Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Nehir yayınları, İstanbul 1992, I, 195). 163 Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 1999, I-II-III, 18. 49 İKİNCİ BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NİN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA GİRİŞ SÜRECİNDEKİ GELİŞMELERDE HAFIZ HAKKI BEY 2.1. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFENSİNDE OSMANLI DEVLETİ 2.1.1. Babıali Baskını Balkan Savaşlarının sonuna doğru ve hemen ardından meydana gelen bazı gelişmeler Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girişinde ve izlediği savaş politikasında çok etkili olmuştur. Bunlar Babıali Baskını, Edirne’nin geri alınması, Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olması ve Alman Askeri Heyeti’nin Türkiye’ye gelişidir. Bunların dışında Avrupa’da meydana gelen gelişmeleri; dünyayı genel bir savaşa sürükleyen nedenleri ve güç bloklarının oluşumunu da dikkate almak gerekir. Birinci Balkan Savaşı 8 Ekim 1912’de Karadağlıların Yenipazar’a saldırmaları ile başladı. İyi hazırlanmadan savaşa giren Osmanlı ordusu kısa sürede mağlup olarak, İstanbul’a 30 km mesafedeki Çatalca hattına kadar geri çekildi. İmparatorluğun birçok önemli merkezi; Jöntürk hareketinin şekillendiği yerler olan Kosova ve Makedonya düşmanların eline geçti. İTC’nin merkezi Selanik şehri dahi Osmanlıların elinden çıktı. Savaşı sona erdirebilmek için Aralık ayı ortalarında Londra’da görüşmeler başladı. Bu arada Balkan Devletlerinin eline geçen topraklarda yaşayan yüzbinlerce Müslüman mülteci İmparatorluğun merkezine akın etmekteydi.164 Balkan Devletlerinin amacı Osmanlı Devleti’ni tamamen Rumeli’den çıkarmaktı. Edirne’yi dahi kendi topraklarına katmak istiyorlardı. Londra görüşmeleri devam ettiği sıralarda Osmanlı Hükümeti 1 Ocak 1913 günü Edirne dışında bütün Rumeli’yi bırakmayı kabul etti. Ancak Balkanlıların Tekirdağ-Midya hattında ve Boğaz’a yakın adalar üzerinde ısrar etmelerinden dolayı 6 Ocak’ta görüşmeler kesildi. Barış görüşmelerinin kesilmesi Avrupa Devletlerini telaşa düşürdü. 17 Ocak’ta Osmanlı Devleti’ne ortak bir nota verildi. Bu notada: savaşın tekrar başlaması halinde Osmanlı Devleti’nin zor duruma düşeceği bildirilerek Edirne’nin Bulgarlara verilmesi istendi. Bu arada Rusya, yeni bir 164 Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, Çev: Mehmet Tanju Akad, Kitap yayınevi, İstanbul 2011, 19. 50 savaşın çıkması halinde tarafsız kalmayacağını ilan etti. Bu gelişme Babıali’yi iyice zor durumda bıraktı ve nihayetinde bazı dini ve medeni hakların korunması şartıyla Edirne’nin terk edilmesi kabul edildi. 165 Edirne’nin Bulgarlara bırakılması meselesi hem kamuoyu hem de İTC nezdinde Kamil Paşa Hükümetine karşı nefretin oluşmasına sebep oldu. Vaziyetin nazik bir safhaya geldiğini gören İTC erkânı bir araya gelerek, hükümete darbe yapmaya karar verdi. Talat Bey’in bu sırada yurt dışında bulunan Cavit ve Cahit Beylere yazdığı bir mektupta bu toplantıya katılanların ismi verilmekte ve bunların arasında Hafız Hakkı Bey de zikredilmektedir. Ancak darbe planının şekillenmesinde ve tatbikinde ne derece etkili olduğundan bahsedilmektedir.166 Bu toplantıda alınan karar üzerine Enver Bey ve arkadaşları 23 Ocak 1913 günü Babıali’yi bastılar. Baskında Harbiye Nazırı Nazım Paşa ile birkaç asker hayatını kaybetti. Sadrazam Kamil Paşa silah zoruyla istifa ettirildi. Yerine İTC mensubu olmamakla birlikte İttihatçılara yakın görünen Mahmut Şevket Paşa getirildi. Cemal Bey ise İstanbul’u savunan I. Ordu Komutanlığına tayin edildi.167 Yeni hükümetin Edirne’nin verilmemesi yönündeki katı tutumundan dolayı çatışmalar yeniden başladı. Ancak Bulgarlar karşısında başarısızlığa uğranıldı ve 28 Mart 1913’te Edirne Kalesi düştü. Ardından barış görüşmeleri tekrar başladı ve 10 Haziran 1913’te Londra Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Türkiye Edirne’yi kaybetti.168 Bu durum İttihatçılara karşı katı bir muhalefetin doğmasına yol açtı. Edirne meselesinden dolayı hükümet darbesi yapan İttihatçılar şimdi aynı mesele üzerinde kendileri bir çıkmazın içine düşmüşlerdi. Muhalefet hemen kendini gösterdi. 11 Haziran 1913 günü Mahmut Şevket Paşa, Babıali’ye giderken İTC karşıtı kişilerce düzenlenen bir suikast neticesinde öldürüldü. Onun ölümüyle sadaret makamına Mısırlı Prens Sait Halim Paşa getirildi. 165 Balkan Devletlerinin barış şartları şöyleydi: Tekirdağ doğusunda bir noktadan Midya’ya giden bir hat Osmanlı-Bulgar sınırı olacak, Gelibolu Yarımadası Osmanlılarda kalacak, Ege Adaları Yunanistan’a bırakılacak. Osmanlı delegelerinin ilk teklifleri ise Makedonya’ya Hıristiyan bir vali yönetiminde özerklik verilmesi, Arnavutluk’un özgür bir vilayet olması, Ege Adalarının Osmanlı’ya bırakılması ve Girit sorununun ilgili devletlere bırakılması yönündeydi.( Belen, Osmanlı Devleti, 159-160). 166 Mektupta bu isim ‘’Hakkı’’ şeklinde geçmektedir. Bunun Sapancalı Hakkı ve ya Cafer Tayyar Paşa’nın abisi İsmail Hakkı Bey olma ihtimali söz konusudur. Ancak Babıali Baskınının genç subaylar tarafından yapılması Hafız Hakkı’nın bu dönemde genç subaylar arasındaki etkisi ve mektupta geçen ‘’Hakkı’’ isminin Enver, Cemal ve Fethi Beyler ile birlikte zikredilmesi bunun Hafız Hakkı olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Mektupta Hafız Hakkı’nın dışında Enver, Fethi, Cemal, Halil ve Abdülkadir Beylerin ismi de zikredilmektedir. Böylelikle darbe planının küçük bir grup tarafından tertiplendiği anlaşılmaktadır. Dikkat çeken bir diğer husus toplantıda hazır bulunanların çoğunlukla askeri kanattan kimseler olmasıdır. (Aydemir, Enver Paşa, III, 57-58). 167 Bardakçı, Enver, 104. 168 Erickson, Osmanlı Ordusu, 19-20. 51 Ahmet İzzet Paşa Harbiye, Talat Bey ise Dâhiliye Nazırı oldu.169 Bu sırada ümit verici bazı gelişmeler yaşandı. Osmanlı’dan aldıkları toprakları paylaşamayan Balkan Devletleri birbirine girdiler. 29-30 Haziran 1913’te Bulgarların Makedonya’daki Yunan ve Sırp kuvvetlerine saldırmasıyla II. Balkan Savaşları başladı. Bulgarların Edirne’deki kuvvetlerini Makedonya içlerine sevk etmek zorunda kalması Türkiye açısından vazgeçilmez bir fırsat olarak değerlendirildi. Bunun üzerine harekete geçen Türk kuvvetleri Enver Bey komutasında 21 Temmuz günü Edirne ve Doğu Rumeli’yi geri aldı. 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul Antlaşması ile Edirne üzerindeki Türk hâkimiyeti Bulgaristan’a kabullendirildi.170 2.1.2. Alman Askeri Heyeti’nin Türkiye’ye gelişi: Liman Von Sanders Heyeti Osmanlı Devleti ilk kez 18.y.y’ın ortalarından itibaren orduda ıslahat yapmak ve bu amaçla yabancı subaylardan yararlanmak ihtiyacı duydu. Almanya (Prusya) ile bu konuda ilk teşebbüs ise III. Selim döneminde gerçekleşti. Bu dönemde Prusyalı subaylar danışman olarak Türk ordusunda görev yapmaya başladılar. Ancak bunların gelişinde Alman Hükümetinin herhangi bir rolü bulunmuyordu. Alman Hükümetinin izniyle Osmanlı Devleti’ne gelen ilk Prusyalı subaylar Helmuth Von Moltke ve arkadaşlarıdır. Bunlar 1835-1839 yılları arasında Türkiye’de kaldılar. II. Abdülhamit döneminde ise bu konuda yeni gelişmeler kat edildi. II. Abdülhamit’in Alman yanlısı politika izlemesi ve Almanların da doğu politikası çerçevesinde Osmanlı ile ilişkilere sıcak bakması yeni heyetlerin gelişini kolaylaştırdı. Bu kapsamda 1882 yılında Kaehler ve bir yıl sonra da Goltz heyeti Türkiye’ye gelerek orduyu ıslah etmek üzere faaliyetlerde bulundular. II. Meşrutiyet döneminde de yine çeşitli heyetlerin Türkiye’de faaliyet gösterdiği bilinmektedir. Balkan Savaşları başladığında Türkiye’de yirmi dört Alman subayı mevcuttu.171 169 Belen, Osmanlı Devleti, 177-178. Mahmut Beliğ Uzdil, Balkan Savaşı’nda Çatalca ve Sağ Kanat Ordularının Harekâtı-Savaşın Siyasi ve Psikolojik İncelemeleri, Yay Haz: Özlem Demireğen-Nurcan Aslan, Gnkur. ATASE Yayınları, Ankara 2006, I, II, III, 128-129. 171 H. Fahri Çeliker, ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Askeri Heyetlerinin Balkan Harbi ve Birinci Dünya Harbindeki Tutum ve Etkileri’’, Dördüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Gnkur. ATASE Başkanlığı, Ankara (Mayıs 1989), 136.137. Alman Askeri Heyeti hakkında geniş bilgi için Bkz. Jehuda L. Wallach, Bir Askeri Yarsımın Anatomisi, Çev: Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara 2008. 170 52 Balkan Savaşlarında Osmanlı Devleti’nin hezimete uğraması ve ortaya çıkan askeri zaaflar yeni bir takım tedbirlerin alınmasına sebep oldu. Bunlardan ilki daha önceden de ifade edildiği gibi orduyu gençleştirme fikridir. Diğeri ise ordu birliklerini ıslah etmek üzere Alman subaylardan mürekkep yeni bir askeri heyetin Türkiye’ye çağırılmasıdır. Yeni heyetin çağırılması işi Mahmut Şevket Paşa’nın Sadareti döneminde gündeme geldi ve ikili görüşmeler neticesinde heyetin gelişine ve sahip olduğu haklara dair bir mukavele imzalandı. Ancak Liman Von Sanders başkanlığında 42 kişiden oluşan bu heyet, Mahmut Şevket Paşa’nın ölümünden sonra 14 Aralık 1913’te Türkiye’ ye gelebildi.172 Bu askeri heyetin gönderilmesi Almanya’nın çok önceden başlatmış olduğu Türk politikasını destekleme kararına dayanıyordu. Bununla birlikte heyetin yalnızca Türk ordusunu ıslah etmekle ilgilenmesi, asla politikaya dâhil olmaması Alman İmparatoru tarafından sıkıca tembih edilmişti. Heyet ile İstanbul’daki Alman Elçiliğinin ilişkilerinin sınırlı ölçüde tutulması bu konudaki ciddiyetin bir göstergesiydi. Bu sayede yabancı devletlerin tepkisinin önüne geçilmeye çalışılıyordu.173 Ancak yine de tepkiler gelmekte gecikmedi. Özellikle Liman Paşa’nın I. Kolordu Komutanlığına getirilmesi İngiliz ve Fransızları harekete geçirdi. İki devletin elçileri Sait Halim Paşa nezdinde bir takım teşebbüslerde bulunmuşlarsa da bir sonuç çıkmadı. Hükümet, Alman askeri heyetinin Türkiye’de kalması yönünde kararlıydı.174 Almanya ile imzalan mukaveleye göre heyet başkanına verilen yetkiler özetle şunlardır: Osmanlı Devleti’ndeki bütün Alman subayların doğrudan doğruya amiri olacak, Osmanlı Devleti’nin her yerinde denetlenme yapabilecek, Bütün askeri eğitim ve öğretim kurumları emrine verilecek, Yüksek Askeri Şura’nın üyesi olacak, Bu yetkiler Osmanlı ordusunun tamamen Almanların eline bırakıldığı anlamına geliyordu.175 Alman subayları kısa zamanda Harbiye Nezareti ve Erkan-ı Harbiye’deki önemli mevkileri ele geçirdiler. Yine çeşitli silahların kontrol ve vilayetlerdeki bütün orduların teftişlerini de üzerlerine aldılar. Ayrıca mukavele gereğince Liman’ın heyetine mensup olan subaylar, Alman ordusunda aldıkları rütbenin bir derece büyüğüne 172 Belen, Osmanlı Devleti, 184. Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, 11-13. 174 İrtem, Meşrutiyetten Mütarekeye, 562-563. 175 Çeliker, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Askeri Heyeti, 140-141. 173 53 Osmanlı’da sahip oluyorlardı. Nitekim Bransort’ın Erkan-ı Harbiye Birinci Reisliğine ve Liman’ında I. Ordu Komutanlığına getirilmesi bu nüfuzun açık örneğidir. Başlangıçta 42 kişiden oluşan bu heyet zamanla büyümüş, savaşın sonunda Osmanlı Devleti’nde bulunan Alman askerinin sayısı subay ve er olmak üzere 12800’e ulaşmıştır.176 Bu heyet gerek Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa girmesinde gerekse savaş boyunca izlediği politikada çok etkili olmuştur. 2.2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA SEBEP OLAN GELİŞMELER Birinci Dünya Savaşı’nın nedenlerini genel ve yakın nedenler olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Genel nedenleri 1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği ilkeler ve bu ilkeler etrafında gelişen yeni dünya düzeninde aramak gerekir. Yakın nedenler arasında ise Balkan Buhranı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı’nın öldürülmesi gibi meseleler sayılabilir. Liberalizm, Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Emperyalizm kavramlarının gerek tek başına gerekse birbiriyle ilintili olarak ortaya çıkardıkları düzen, yeni bir dünya savaşını kaçınılmaz hale getirdi. Ancak bunlardan en etkilisi sömürgecilik akımı olmuştur. 19. y.y’ın son çeyreğinde milli birliklerini tamamlayan Almanya ve İtalya’nın Sömürgecilik yarışına katılması dünya sömürgelerinin büyük bir kısmını ellerinde tutan İngiltere ve Fransa’nın tepkisini çekti. Öte yandan Balkanlardaki durum Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya’yı karşı karşıya getirdi. Rusya’nın bölgede izlediği Panslavist politikaya karşı Avusturya, Balkan topraklarına sahip olmaya çalışıyordu. Yine bu devletlerin Osmanlı Devleti’ne baskıları ve onu parçalama arzuları buhranı arttırdı. Bu vaziyet içinde devletler ittifaklar oluşturarak büyük savaşı beklemeye başladılar.177 2.2.1. Üçlü İttifak 1870 yılında Fransa’yı mağlup ederek milli birliğini tamamlayan Almanya, bundan sonra iki politikaya önem verdi. Bunlardan ilki Alman milli birliğinin sağlam temellere oturtturulması, ikincisi ise Fransa’yı yalnızlaştırmaktı. Bu amaçla Almanya ilk olarak Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile yakınlaşarak bir Germen bloku kurmaya 176 Joseph Pomiankowski, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 2014, 35-53. 177 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım yayınevi, İstanbul 2010, 131. 54 gayret etti. Avusturya, Almanya’nın milli birliğini kurmasına karşı olup bunu her fırsat ve vasıta ile engellemeye çalışmasına rağmen bu sıralarda Balkanlarda problemli bir vaziyette olması onu Almanya’ya yakınlaştırdı. Bu sıralarda İngiltere’nin ve Fransa’nın Mısır meselesinden dolayı anlaşmazlık içinde olmaları ittifak kurma ihtimallerini sıfıra indiriyordu. Böylelikle İngiltere-Fransa yakınlaşması kendiliğinden önlenmiş oluyordu. Geriye Rusya kalıyordu. Fransa ile bir sıkıntısı olmayan Rusya pekâlâ bu devlet ile yakınlaşabilirdi. Böyle bir durumda Almanya iki cepheli bir savaş karşısında kalacaktı. Bu durumun farkına varan usta politikacı Otto von Bismarck, 1872 Eylül’ünde Alman, Avusturya ve Rusya imparatorlarını bir araya getirdi. Birinci üç imparator ligi denen bu toplantıda üç devletin Avrupa’da ortak bir politika izlemesi sözlü olarak kararlaştırıldı. Böylelikle Fransa tamamıyla yalnızlaştırıldı. İngiltere ise bu dönemde Avrupa meseleleri ile zaten ilgilenmiyordu. Öteden beri izlediği izolasyon politikasını devam ettiriyordu. Ancak kısa bir süre sonra Avusturya ve Rusya Balkanların paylaşımı meselesinden dolayı anlaşamadılar ve bu birlik dağıldı.178 İki devleti bir arada tutmayı başaramayan Alman Başbakan Bismarck, hiç olmazsa Avusturya’yı sürekli yanında tutmak istemiş ve bu devlet ile 1879 yılında bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Pan-Germen blokunun kurulması açısından önemli olan bu antlaşma aynı zamanda Üçlü ittifakın ilk antlaşmasıdır. Bu antlaşma, taraflardan birinin Rusya’nın saldırısına maruz kalması durumunda ötekinin yardımını öngörüyordu. Başka bir devletin saldırması durumunda ise tarafsız kalınacaktı. Bu antlaşmaya rağmen Bismarck, Rusya ile ilişkilere devam etti ve Balkan meselesi yumuşak bir evreye girdikten sonra Avusturya ile Rusya’yı yeniden anlaştırdı ve 1881 yılında ikinci üç imparatorlar ligini kurdu. Bu arada Almanya 1882 yılında Afrika sömürgelerini genişletmek isteyen ama her defasında Fransa engeline takılan İtalya’yı Üçlü ittifakın içine aldı. Bu antlaşmada da saldırı halinde tarafların birbirine yardımları öngörülüyordu. Böylelikle üçlü ittifak grubu tamamlanmış oluyordu.179 Ancak İtalya daha sonradan Üçlü İttifak’tan çıkarak Üçlü İtilaf saflarına dâhil olmuştur. Bu arada 1885 Bulgaristan buhranından sonra Avusturya ile Rusya’nın arası yediden açıldı ve ikinci üç imparatorlar ligi çöktü. İki devleti bir arada tutmanın mümkün olmadığını anlayan Bismarck, Avusturya ile ittifakını devam ettirmekle birlikte Rusya’nın da 178 179 Armaoğlu, Siyasi Tarih, 39-45. Oral Sander, Siyasi Tarih 1918’den Günümüze, İmge Kitapevi, Ankara 2010, 155-156. 55 Fransa safına geçmesini engellemek için bu devletle 1887’de Teminat Anlaşması adıyla bilinen bir antlaşma imzaladı. Bu anlaşma ile Almanya, Rusya’nın Doğu Rumeli’deki haklarını tanımış oluyordu.180 2.2.2. Üçlü İtilaf 1888 yılında Alman tahtına II. Wilhelm’in geçmesi Avrupa politikasını kökünden değiştirdi. Selefi I. Wilhelm ipleri tamamıyla Başbakan Bismarck’ın eline vermişti. Usta siyasetçi Bismarck, ilk olarak Alman milli birliğini sağlamış ardından da devreye soktuğu ittifaklar sistemi ile Almanya’yı Avrupa’nın ve dünyanın en güçlü devletlerinden biri haline getirmiştir. Bismarck’ın politikası Avrupa dışına çıkmamak, Fransa’yı yalnızlaştırmak ve Rusya’yı karşısına almamak ilkelerine dayanıyordu. Ancak yeni İmparator II. Wilhelm tamamıyla farklı düşünüyordu. O Almanya’nın da diğer Avrupa devletleri gibi sömürgecilik yarışına katılmasını istiyordu. Bununla birlikte Rusya ittifakına pek önem vermiyordu. Dış politikadaki bu köklü değişikliği kabul etmeyen Bismarck Başbakanlıktan istifa etti. Böylelikle ipler tamamıyla yeni imparatorun eline geçmiş oluyordu. 181 Rusya’ya gereğinden fazla önem verildiğini düşünen II. Wilhelm 1890 yılında, üç yıl önce Rusya ile imzalanan Temin Antlaşması’nı yenilemedi. Bu durum Rusya’nın içinde bulunduğu diplomatik ve askeri yalnızlıktan dolayı Fransa ile yakınlaşması sonucunu doğurdu. Bu yakınlaşmanın sonucunda iki devlet arasında 1894 yılında bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma, İttifak Devletlerinden herhangi bir saldırı gelmesi halinde tarafların birbirine yardım etmesi esasına dayanıyordu. Böylelikle üçlü İtilafın ilk ayağı kurulmuş oluyordu.182 Bunu 1904’te Fransa ile İngiltere arasında imzalanan Entente Cordiale Anlaşması takip etti. Üçlü İtilafın ikinci ayağını oluşturan bu antlaşma, bir ittifak antlaşması olamamakla birlikte yıllardan beri devam eden İngiliz-Fransız mücadele ve çatışmasını sona erdiriyor ve iki devlet arasında yıllarca devam edecek olan yakın münasebetler devresini başlatıyordu. Almanya’nın silahlanma politikasının etkili olduğu bu antlaşma ile Fransızlar Mısır üzerindeki İngiliz haklarını buna karşılıkta 180 Haluk Ülman, I.Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, İmge Kitapevi, İstanbul 2002, 155-156. Ülman, I.Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, 157-160. 182 Sander, Siyasi Tarih, 259-260. 181 56 İngilizler Fas üzerindeki Fransız haklarını tanımış oluyorlardı.183 Üçlü İtilafın son halkasını meydana getiren antlaşma ise 1907 İngiliz-Rus Antlaşması’dır. Bu antlaşma tıpkı Fransa ile olduğu gibi sömürgecilik yarışı dolayısıyla meydana gelen anlaşmazlıkları bertaraf etmiştir. Antlaşmanın imzalanmasına sebep olan gelişmeler; Rusya’nın Uzakdoğu’da çok güçlenmiş olan Japonya ile uzlaşma yolunun İngiltere’den geçtiğini anlaması, Almanya’nın doğu politikası ve silahlanma yarışına girmesinden duyulan endişe şeklinde özetlenebilir. Bu antlaşma ile birlikte Tibet, İran ve Afganistan üzerinde Rusya ile olan sorunlarını halleden İngiltere Hindistan sömürgesinin güvenliğini sağlamış oluyordu.184 Böylece yeni bir dünya savaşı için bloklar hazır hale gelmişti. Bundan sonra meydana gelen olaylar ise sadece süreci hızlandırıcı nitelikte olacaktı. 1908 Balkan olayları ve 1912-1913 Balkan Savaşları buhranı arttırdı. 1914 Haziran’ında AvusturyaMacaristan İmparatorluğu Veliahttı ve karısının Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu ve devletler artarda birbirlerine savaş ilan etmeye başladılar. 2.3. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE OSMANLI DEVLETİ’NİN İTTİFAK ARAYIŞLARI Balkan Savaşları’ndan sonra Türk dış politikasındaki ana düşünce bir ittifak sistemine girmek yönündeydi. İlk zamanlarda Osmanlı Devleti zannedilenin aksine Alman yanlısı bir politika izlemedi. Üçlü İtilafa dâhil olmak için büyük çabalar gösterdi. Bu mümkün olmadığından dolayı Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamak zorunda kaldı. İttihatçılar nezdinde hâkim olan görüş, Avrupalı bloklarda birinin, özellikle Üçlü İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti’ni daha fazla toprak kaybına karşı koruyabileceği yönündeydi. Ancak Üçlü İtilaf Devletleri böyle düşünmüyordu. Onlar Osmanlı Devleti’ni kendi ittifaklarının içine almadıkları gibi en müsait zamanda bu devlete saldırarak topraklarını pay etmeyi planlamışlardı. Bu düşünce Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalmasını imkânsız hale getirdi ve onu Almaya yanında savaşa girmeye mecbur bıraktı.185 183 Armaoğlu, Siyasi Tarih, 52-56. Sander, Siyasi Tarih, 265-266. 185 Selami Kılıç, Türk-Alma Arşiv Belgeleriyle Ermeni Sorunu ve Almanya, TTK, Ankara 2015, 11. 184 57 2.3.1. İngiltere Osmanlı Devleti ilk ittifak teklifini geleneksel dostu olarak kabul ettiği İngiltere’ye yaptı. Üçlü İttifak ülkelerinden Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i ilhakı ve İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması Osmanlı’nın ilk kapsamda Üçlü İtilafa meyletmesine neden oldu. Bu şartlar altında Maliye Nazırı Cavit Bey 191’in Ekim’inde İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churchill’e bir mektup yazarak iki devlet arasında bir ittifak yapılmasını teklif etti. Churchill, Dışişleri Bakanı Grey’e danıştıktan sonra verdiği cevapta şimdilik yeni bir siyasi bağ altına girmeyeceklerini ifade ederek nazikçe bu teklifi reddetti. 186 2.3.2. Bulgaristan İkinci ittifak teşebbüsü Bulgaristan ile oldu. Teklif Bulgaristan’dan geldi. İki devlet arasında barış görüşmelerinin yapıldığı 1913 yazında Bulgarlar Osmanlı ile ittifak yapmak istediklerini bildirdiler. Bu teklifin altında yatan asıl gerçek Bulgaristan’ın II. Balkan Savaşı’nda kaybettiği bazı toprak parçalarını Osmanlı’nın desteği ile yeniden kazanmaktı. Bu dönemde Osmanlı Devleti adalar meselesinden dolayı Yunanistan ile siyasi bir krizin içindeydi. Bulgarlar bu durumdan yararlanmak istiyorlardı. Nitekim topraklarının bir kısmını Yunanistan’a kaptırmışlardı. İstanbul’da yapılan görüşmeler neticesinde bir ittifak tasarısı hazırlandı. Ancak Bulgarların Makedonya’da geniş topraklar istemesi bu teşebbüsü sonuçsuz bıraktı. Ayrıca TürkBulgar ittifakına Almanya’da dâhil edilmek istenmiş ancak Almanya bunu kabul etmemişti. Türk-Alman gizili ittifakından sonra Bulgarların Üçlü İttifaka girmesi için çok çaba harcanmıştır. Esasen Bulgarlar ile gizli ittifak antlaşmasının imzalanmasına rağmen bu devletin Almanya ve Osmanlı lehine savaşa girişi ancak 1915 yılında mümkün olabilmiştir.187 2.3.3. Rusya Osmanlı Devleti’nin üçüncü ittifak teşebbüsü Rusya nezdinde oldu. Bu teşebbüs iki aşamalıdır. İlki Talat Bey’in 1914 Mayıs’ında Livadia’ya giderek, buraya tatil için 186 187 Armaoğlu, Siyasi Tarih, 140. Kılıç, Ermeni Sorunu ve Almanya, 11. Armaoğlu, Siyasi Tarih, 140-141. 58 gelen Çar II. Nikola ile görüşmesiyle oldu. İkinci teşebbüs ise Almanya ile 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli ittifakın hemen ardından İstanbul’da bulunan Rus Askeri Ataşesi vasıtasıyla gerçekleşti. 1914 yılının Mart ayı ortalarında İstanbul’da bir Türk-Rus dostluk cemiyeti kuruldu. Cemiyetin yönetimine her iki taraftan da resmi vazifelere sahip bulunan diplomatlar getirildi. Cemiyetin Türk-Rus dostluğunu tesise yönelik çalışmaları Türk Hükümeti nezdinde Rusya ile ilişkilerin düzeltilebileceği kanaatinin oluşmasına sebep oldu. Eskiden beri Boğazlar ve Akdeniz üzerinde istilacı emeller besleyen Rusya, bloklaşan dünyada Osmanlı Devleti için büyük bir tehlikeydi ve Türk Hükümeti bu devlet ile ilişkileri sıcak tutarak tehlikeyi bertaraf etmek istiyordu.188 Bu ortamdan yararlanmak isteyen Türk Hükümeti 1914’ün Mayıs ayı ortalarında Dâhiliye Nazırı Talat Bey başkanlığında bir heyeti Rus Çarlarının yazlık mekânı olan Kırım Livadia’ya gönderdi. Heyetin amacı Türkiye’nin Üçlü İtilafa yanaşması karşılığında bu devletlerin Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü garanti etmeye yanaşıp yanaşmayacağını öğrenmekti. Görüşmeler her ne kadar dostane geçmişse de heyet eli boş olarak İstanbul’a dönmüş, Rus Dışişleri Bakanı Sazonov garanti konusunda kesin bir söz söylemekten kaçınmıştır.189 Rusya ile ikinci teşebbüs İstanbul’daki Rus Askeri Ataşesi M. N Leontyev ile Enver Paşa arasında gerçekleşti. Osmanlı Devleti, Almanya ile 2 Ağustos’ta imzaladığı gizli antlaşmadan sonra seferberlik ilan etmişti. Rusların, Türk seferberliğinin hangi amaçla ilan edildiğini sorması üzerine, Enver Paşa meseleyi görüşmek amacıyla 5 Ağustos’ta Leontyev ile bir araya geldi. Ruslar ile yapılan bu ilk mülakatta Enver Paşa, Türk seferberliğinin asla Rusya’ya karşı olmadığını, hâkim görüşe rağmen Osmanlı Devleti’nin, İttifak Devletleri ile bir antlaşma yapmadığını ve eğer Rusya, Osmanlı üzerine dikkatini çekerse Osmanlı Devleti ile anlaşmanın imkânsız olmadığını Rus ataşesine söyledi. Bu açıkça bir ittifak talebi idi. Üstelik Almanya ile bir antlaşma imzalanmasına rağmen. Bu görüşler daha sonra Rus Elçisi Giers’e bildirildi. Giers, Alman tehdidine karşı Osmanlı ile böyle bir ittifak teklifine sıcak baktı ve durumdan Rus Dışişleri Bakanı Sasonov’u haberdar etti. Sasonov Osmanlı ile ittifakın Rusya’ya 188 Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus İlişkileri (1978-1919), TTK, Ankara 2011, 216. 189 Carl Mühlman, imparatorluğun Sonu 1914 Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi, Timaş Yayınları, Çev: Kadir Kon, İstanbul 2009, 62-63. 59 hiçbir fayda sağlamayacağını söyleyerek bu teklifi reddetti. Böylelikle Rusya ile girişilen bu ikinci teşebbüste sonuçsuz kalmış oluyordu.190 2.3.4. Fransa Diğer bir teşebbüs Fransa ile gerçekleşti. Bahriye Nazırı Cemal Paşa, TürkFransız dostluğuna önem veren bir şahıs olması hasebiyle Mösyö Bompard tarafından Fransa’ya davet edildi. 1914 Temmuz’unda bu ziyareti gerçekleştiren Cemal Paşa, Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’yla görüşerek Türkiye adına ittifak teklif etti. 191 Cemal Paşa Osmanlı Devleti’nin Üçlü İtilafa alınması halinde Balkanlarda yalnız kalan Bulgaristan’ında bu ittifaka dâhil olma mecburiyetinde kalacağını ve böylelikle merkezi imparatorlukların çember içinde kalacaklarını söyledi. Bunun için Osmanlı ile Yunanistan arasındaki adalar meselesinin halledilmesini ve Rusya’dan gelebilecek herhangi bir darbeye karşı Osmanlı Devleti’nin korunmasını istedi. Böylelikle İtilaf Devletleri’nin doğuda sağlam bir müttefiki bulunacaktı. Fransız devlet adamları, Cemal Paşa’nın görüşlerini haklı bulmakla birlikte müttefiklerinin haberi olmadan böyle bir şeye karar veremeyeceklerini söylediler. Bu baştan sağma cevap karşısında Fransa ile ittifakın mümkün olmadığını anlayan Cemal Paşa Türkiye’ye döndü. Üçlü İtilafın sonuncu devleti ile yapılan görüşmelerde böylece sonuçsuz kaldı.192 2.3.5. Türk-Alman İttifakı Saraybosna suikastı gerçekleşmiş, devletler birbirlerine savaş ilan etmeye başlamışlardı. Osmanlı Devleti’nin Üçlü İtilaf Devletleri nezdindeki ittifak teşebbüsleri başarısızlıkla düşünülemezdi. sonuçlanmıştı. Osmanlı’nın büyük savaşta tarafsız kalması Bu halde geriye Üçlü İttifak Devletleri ile bir ittifak antlaşması imzalamanın çarelerini aramaktan başka bir çözüm kalmamıştı. Cemal Paşa’nın 18 Temmuz’da Fransa’dan eli boş dönmesi üzerine kabinedeki Alman taraftarları hemen harekete geçtiler. Bunların başında Enver Paşa, Talat Bey ve Meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey bulunuyordu. Sadrazam Sait Halim Paşa da İtilaf Devletleri ile herhangi bir ittifak mümkün olmadığı için yalnız kalmamak adına Almanya ile muhtemel bir ittifaka 190 Kurat, Türk-Rus İlişkileri, 230-238. Belen, Osmanlı Devleti, 192. 192 Cemal Paşa, Hatıralar, Yay Haz: Alpay Kabacalı, Türki İş Bankası Yayınları, İstanbul 2006, 127-129. 191 60 sıcak bakıyordu.193 Ancak Almanlar, Osmanlı Devleti ile ittifakın kendilerine bir şey kazandırmayacağını düşünüyorlardı. Almanya’nın İstanbul Elçisi Wangenheim, Osmanlı Devleti’nin müttefiklik konusunda tamamen yetersiz olduğunu ve muhtemel bir ittifakın Almanya’ya yükten başka bir şey getirmeyeceğini söylüyordu. Buna rağmen Almaya ile ittifak görüşmeleri yapılmaktan geri durulmadı. İlk olarak Enver Paşa, Sadrazam’ın oluruyla 22 Temmuz 1914’te İstanbul’daki Alman Elçisi Wangenheim‘e Osmanlı Devleti’nin Üçlü İttifaka katılma arzusunu bildirdi. Ancak bu ittifak teklifi kabinedeki Üçlü İtilaf taraftarı nazırlardan gizli tutuldu. Enver Paşa, Alman Elçisi’ne bu tekliflerinin kabul edilmemesi halinde Türkiye’nin İtilaf Devletleri nezdinde savaşa gireceğini söyledi. Buna rağmen Wangenheim ittifakı reddeder bir tutum ortaya koydu.194 Ancak II. Wilhelm bunu haber alır almaz derhal İstanbul’daki elçisine talimat vererek Osmanlı Devleti’nin ittifaka alınmasını söyledi. Şüphesiz II. Wilhelm’in amacı Ruslarla İngilizlerin gücünü başka yöne çevirerek kendi yükünü hafifletmek ve Osmanlı Halifesi’nin Müslümanlar üzerindeki siyasi gücünden yararlanmaktı. Bunun üzerine 27 Temmuz’da görüşmeler yeniden başladı. Görüşmelerin devam ettiği sırada Avusturya, Sırbistan’a taarruza başlamıştı. 1 Ağustos’ta ise Almanya, Rusya’ya savaş ilan etti. Ertesi gün ise II. Wilhelm’in arzu ettiği üzere Türk-Alman Gizli İttifak Antlaşması imzalandı. Bu gizli ittifaktan yalnızca Talat, Enver, Halil Beyler ve Sadrazam’ın haberi vardı. Cemal Paşa ve Maliye Nazırı Cavit Bey sonradan haberdar edildiler. Antlaşma Osmanlı Devleti’nin Berlin Elçisi Mahmut Muhtar Paşa’dan dahi gizli tutulmuştu.195 2 Ağustos 1914 tarihli OsmanlıAlma İttifak Antlaşması’nın başlıca hükümleri şöyledir: 1. Bugünkü Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasındaki anlaşmazlık karşısında bu antlaşmayı imzalayan iki devlet, kesin bir tarafsızlık gözetmeyi yüklenirler. 2. Rusya’nın fiili askeri tedbirlere başvurması ve bununla Almaya ile Avusturya’ya yüklenmeleri bakımından bir düşmanlık durumu oluşturulması halinde, bu durum Osmanlı Devleti içinde oluşturulmuş olur. 193 Belen, Osmanlı Devleti, 193. Mühlman, imparatorluğun Sonu, 77-78. 195 Kılıç, Ermeni Sorunu ve Almanya, 13-14. Mahmut Muhtar Paşa Almanya ile ittifak müzakereleri yapıldığı sırada tedavi için Paris’te bulunuyordu. Berlin’e döndükten sonra dahi kendisine haber verilmedi. Kendi iddiasına göre Sait Halim Paşa, Alman Elçisine ‘’Mahmut Muhtar Paşa bu ittifak müzakerelerinden haberdar olmamalıdır ‘’ demiş. Muhtar Paşa’nın Alman dış siyasetine itimadının olmaması, Sait Halim Paşa’yı bu harekete sevk etmiş olabilir. (Mahmut Muhtar, Maziye Bir Nazar, Ötüken yayınevi, Yay Haz: Erol Kılınç, İstanbul 1999, 230-233). 194 61 3. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi halinde Almanya, askeri heyetini Osmanlı Devleti emrinde bırakacaktır. Osmanlı da bu heyetin ordunun sevk ve idaresinde kesin bir etkiye sahip olmasını sağlayacaktır. 4. Almanya, Osmanlı topraklarının tehdit edilmesi halinde ve tehdide uğrayan yerde Osmanlı Devleti’ne silah yardımı yapmayı üzerine alır. 5. İki imparatorluğu, bu günkü çatışmadan çıkması ihtimal dâhilinde olan devletlerarası anlaşmazlıklardan korumak maksadıyla yapılmış olan bu antlaşma, aşağıda zikredilen yetkililer tarafından imzalanır imzalanmaz yürürlüğe girecek ve aynı karşılıklı taahhütlerle 31 Aralık 1918 tarihine kadar yürürlükte kalacaktır.196 Kısa bir süre sonra Avusturya ile de imzalanan bu antlaşmanın belli başlı problemli noktaları vardı. Mesela Antlaşma’nın ikinci maddesine göre Osmanlı Devleti’nin derhal savaşa girmesi gerekiyordu. Çünkü 1 Ağustos’ta Almanya, Rusya’ya savaş ilan etmişti. Oysa Osmanlı Devleti seferberlik hazırlıklarına yeni başlamıştı. Antlaşma’da dikkat çeken bir diğer husus ise Alman Askeri Heyetine fiili bir nüfuz verilmesiydi. Liman Von Sanders’in baskısı ile eklenen bu madde savaş boyunca Alman subaylarına üst düzey görevlerin verilmesine ve Türk Erkânıharbiyesinin adeta Almanların eline geçmesine sebep olacaktı.197 Bu durum Talat Bey ve arkadaşları arasında münakaşalara sebep oldu. Nitekim nazırlar heyetinin bir toplantısında Bulgaristan ve Romanya’nın durumları anlaşılmadan Osmanlı’nın savaşa girmesinin tehlikeli olacağı fikri ortaya atıldı. Bulgaristan’ı elde etmeden ve seferberliği tamamlamadan savaşa girmeme kararı alındı ve bu Alman Elçisi’ne iletildi.198 Yine galip gelinmesi halinde bir takım toprak kazancı, kapitülasyonların kaldırılması ve savaş tazminatından Osmanlı’ya pay ayırılması gibi meseleler hakkında Almanya’dan teminat istendi. Almanya belirli ölçüde bu istekleri kabul etti.199 196 Karal, Osmanlı Tarihi, IX, 381. Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, 37. 198 Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları, 25. 199 Belen, Osmanlı Devleti, 194. 197 62 2.4. GENEL SEFERBERLİK İLANI VE KARARGÂH-I UMUMİNİN OLUŞUMU: HAFIZ HAKKI BEY’İN BİRİNCİ REİS-İ SANİLİĞE TAYİNİ VE FAALİYETLERİ 2 Ağustos 1914’te Türk-Alman gizli Antlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra seferberlik ilan edildi. Seferberliğin ilanı ile birlikte Karargâh-ı Umumi (Genel Karargâh) ve Başkomutanlık Vekâleti kuruldu. Başkomutanlık Vekâletine, Harbiye Nazırlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa atandı. Başkomutan ise Padişah’ın bizzat kendisiydi.200 Seferberlikte Karargâh-ı Umumi oluşturulacağı zaman Genelkurmayın şubeleri hemen hemen aynı şekilde korunur, yalnız bunlardan seferde lazım olmayanlar lağvedilirdi. Genelkurmay Birinci Reis-i Sanisi Bronsart, İkinci Reis-i Sanisi Hafız Hakkı ve Üçüncü Şube Müdürü Feldman tarafından hazırlanan ve Harbiye Nezaretince kabul edilen düzenlemeye göre Genel Karargâh şu şube ve isimlerden oluşuyordu: Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili: Mirliva Enver Paşa Karargâh-ı Umumi Erkân-ı Harp Reisi ( Genelkurmay Başkanı): Tuğgeneral Bronsart von Schellendorf Paşa Karargâh-ı Umumi Erkân-ı Harp Birinci Reis-i Sanisi ( Genelkurmay Birinci Başkan Yardımcısı): Yarbay Hafız Hakkı Bey Karargâh-ı Umumi Erkân-ı Harp İkinci Reis-i Sanisi (Genelkurmay İkinci Başkan Yardımcısı): Yarbay Bahattin Bey201 Dört şubeden oluşan Genelkurmay seferberlik icabı Üçüncü Şubenin kaldırılmasıyla üç şubeye indi. Bunlar: 1. Şube (Harekât Şubesi): Müdürü: Yarbay Kress von Kressenstein, Yardımcısı: Binbaşı Ali İhsan Bey ( Sabis) 2. Şube ( İstihbarat Şubesi): Müdürü Binbaşı Kâzım Bey (Karabekir) 3.Şube (Demiryolu ve Ulaştırma Şubesi): Müdürü Binbaşı Potrih, Yardımcısı: Refik Bey.202 200 Cemal Akbay, Osmanlı İmparatorluğu’nun Siyasi ve Askeri Hazırlıkları ile Harbe Girişi, Güncelleyenler: Alev Keskin-Fatma İlhan, Gnkur. ATASE Yayınları, Ankara 2014, 126. 201 Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, Nehir Yayınları, İstanbul 1990, I, 146. 202 Kâzım Karabekir, Birinci Dünya Savaşı Anıları-Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2011, 224. Ayrıca Bkz. Akbay, Siyasi ve Askeri Hazırlıklar, 126. 63 Bu yeni düzenlemeye göre: Ocak 1914’te Birinci Reis-i Sani olan Bronsart, reislik makamına getiriliyordu. Hafız Hakkı ise İkinci Reis-i Sanilikten, Birinci Reis-i Saniliğe atandı. Seferberlik zamanında oluşturulan Karargâh-ı Umumi, seferberliğin idare merkeziydi ve Hafız Hakkı bu kurumda önemli bir makamı işgal etmiş oluyordu. Dört yıl boyunca işlevselliğini sürdüren bu kurumda çeşitli düzenlemeler oldu, yeni şubeler kuruldu ve bazıları kapatıldı. Karargâh-ı Umumi aynı zamanda özellikle seferberliğin ilk aylarında Türk ve Alman görüşlerinin çatıştığı bir kurum haline gelecektir. İleride görüleceği üzere Hafız Hakkı Bey, Alman çıkarlarına karşı Türk çıkarlarını savunan en güçlü simalardan biri olarak Birinci Reis-i Sani sıfatıyla karargâhta çeşitli faaliyetlerde bulunacaktır. Ancak sonunda Alman çıkarları ve nüfuzu galip gelecek ve Osmanlı Devleti dört yıl süren savaşın sonunda âdeta enkaza dönecektir. Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri ile yaptığı ittifak girişimleri sonuçsuz kalmıştı. Bununla birlikte Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca bir tavır içerisinde olması büyük savaşta tarafsız kalmayı imkânsız hale getiriyordu. Bu sebeple Osmanlı Devlet erkânı Almanya ile ittifak girişiminde bulundu. Hafız Hakkı Bey de bu dönemde Almaya ile ittifaka sıcak bakan isimlerdendi. Ancak Osmanlı Devleti’nin hazırlığının tamam olmadığına inanıyordu. İttifak Devletleri lehine tavır almakla birlikte tarafsızlık bozulmamalıydı. Savaşa giriş, savaşın sonuna ve ya hiç olmazsa iki yıl sonraya bırakılmalıydı.203 Bu sırada Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914’te Almanya ile gizli bir ittifak antlaşması imzaladı. Antlaşmanın ikinci maddesinde Almanya’nın savaşa girmesi durumunda Osmanlı Devleti’nin de Almanya lehine savaşa gireceği yazıyordu. Almanya 1 Ağustos’ta Rusya’ya savaş ilan ettiğine göre Osmanlı Devleti’nin de hemen savaşa girmesi gerekiyordu. Oysa Osmanlı Devleti’nin seferberliği henüz tamamlanmıştı. Bu durum Hafız Hakkı Bey ve arkadaşları arasında münakaşalara sebep oldu. Hafız Hakkı Bey’in Karargâh-ı Umumideki ilk faaliyetleri bu hatanın düzeltilmesine yönelik oldu. Arkadaşları ile birlikte bu maddenin düzeltilmesi yönünde baskı yapmaya başladı. Bu baskılar neticesinde Osmanlı Devleti’nin seferberliğini tamamlamasına kadar savaşa girmeme esası kabul edildi.204 Hafız Hakkı Bey’in seferberliğin ilk günlerinde uğraştığı diğer meseleler; ‘’Enveriye’’ yazısı, askeri ataşelerin görevden alınması ve Tanin gazetesinin savaş 203 204 Sabis, Harp Hatıralarım, I, 72. Sabis, Harp Hatıralarım, I, 132. 64 yanlısı politikası idi. Arap harflerinin ıslahı Tanzimat Devri’nden beri tartışılan bir meseleydi. Ancak okunması zor olan bu harflerin ıslahı hususunda radikal bir çözüme gitmekten çoğu zaman kaçınılmıştı. Enver Paşa seferberlik öncesinde bu meseleye el attı ve çözüm olarak Arap harflerinin tıpkı Latin harfleri gibi birbiriyle birleşmeksizin, yan yana yazılması usulünü ileri sürdü. Resmi yazışmaların ‘’Münfasıla-i Hurufat’’ adı verilen bu sistemle yapılmasını ordulara emretti. Ancak bu sistem ordu birlikleri tarafından hiç hoş karşılanmadı. Komutanlar yeni yazıya ayak uydurmakta zorluk çektiler. Bu da işlerin aksamasına sebep oldu. Gelen şikâyetler üzerine Hafız Hakkı ve Ali İhsan Beyler, Enver Paşa’ya bu usulün kaldırılması yönünde baskı yaptılar. Baskılar üzerine Enver Paşa bu yazı sisteminin lağvını ve yine Hafız Hakkı Bey ve arkadaşları tarafından ortaya atılan seferberlik boyunca oruç tutmama fikrini kabul etti.205 Bir diğer mesele seferberlikle birlikte yurt dışındaki ataşelerin geri çağırılması oldu. Böylesine bir hareket bir devletin savaşa girmesi durumunda olurdu. Oysa Osmanlı Devleti seferberlik ilan etmekle birlikte tarafsız kalacağını bildirmişti. Bu davranış Osmanlı Devleti’nin müttefikler lehine savaşa girebileceği şeklinde yorumlanabilirdi ve bu da ilgili devletlerin tepkisini çekebilirdi. Ayrıca tarafsızlık zamanında gerekli istihbaratı almak için ataşelerin görevde kalması gerekiyordu. Bu büyük hata Ali İhsan ve Kâzım Karabekir Beylerle birlikte Hafız Hakkı Bey’in de dikkatini çekti ve onun gayretleri sonunda düzeltildi.206 Başka bir mesele Tanin gazetesinin savaş yanlısı neşriyatı idi. İttihat ve Terakki Cemiyetinin adeta gayri resmi yayın organı haline gelen Tanin’in bu tarz yayınları Karargâh-ı Umumideki savaş aleyhtarı bir grup subayın dikkatini çekti. Bunların baskısıyla bu şekildeki neşriyata sansür koyuldu. Ancak Talat Bey ve bir takım nüfuzlu İTC mensupları buna karşı çıkarak, Karargâh-ı Umumiye geldiler. Enver Paşa ve Hafız Hakkı Bey’le görüşerek savaş aleyhtarı subayların uyarılmasını istediler. Esasında Hafız Hakkı Bey de Tanin’in bu tarz yayınlarından hoşnut olmamakla birlikte üsten aldığı emir gereğince şikâyetin muhatabı olan Karabekir ve Cafer Tayyar Beyleri uyararak, Tanin karşıtı hareketlerde bulunmamalarını tembihledi. Böylelikle Tanin, savaş yanlısı propagandasına kaldığı yerden devam etti. 205 Sabis, Harp Hatıralarım, I, 148-153. Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 225-226. 207 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 242-245. 206 207 Hafız Hakkı Bey’in bundan sonraki 65 Faaliyetleri, Almanların Osmanlı Devleti’ni savaşa sokma çabaları ve Hafız Hakkı Bey’in bu teşebbüslere karşı çıkışı şeklinde görülecektir. Ayrıca Hafız Hakkı Bey tarafından kaleme alınan savaş planları üzerinde değerlendirme yapılacak ve bu kurumdan istifasına yol açan gelişmelerden bahsedilecektir. 2.4.1. Hafız Hakkı Bey’in 1914 Ağustos’undan Kasım Ayına Kadarki Faaliyetleri 2.4.1.1. Hafız Hakkı Bey’in Ağustos Ayındaki Faaliyetleri ve 16 Ağustos Görüşmelerine Katılması 2 Ağustos tarihli antlaşmanın ikinci maddesi Osmanlı’nın hemen savaşa girmesini öngörüyordu. Ancak bu maddede yapılan değişiklikle Osmanlı’nın seferberliğinin tamamlanması halinde savaşa dâhil olabileceği Almanlara kabullendirildi. Buna rağmen Almanlar biran önce Türklerin savaşa dâhil olması için çalışmalara başladılar. Bununla amaçları kendilerini Batı Cephesi’nde rahatlatmaktı. Almanların bu konudaki ilk girişimleri 11 Ağustos 1914 günü Goben ve Breslau Alman savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesiyle başladı. Ruslara karşı donanma üstünlüğü sağlandığı için Bulgarların belirsiz durumlarının da ortadan kalkacağı ve Üçlü İttifaka girecekleri görüşü ortaya atıldı. Osmanlı Devleti özellikle Bulgar ittifakı üzerinde ciddiyetle duruyordu. Bulgarlar ittifaka dâhil edilmeden kendilerinin savaşa girmelerinin güç olduğunu söylüyorlardı. Osmanlı’nın savaşta varlık gösterebilmesi Almanya’dan gelen yardımlara bağlıydı ve buradan gelecek yardımların Bulgaristan üzerinden geçmesi gerekiyordu. II. Wilhelm de Berlin Elçisi Mahmut Muhtar Paşa’ya Bulgar ittifakı olmuş bitmiş demişti. Böylece Osmanlı’nın savaşa girmemesi için hiçbir sebep yoktu. Türk tarafında da bu tezi destekleyenler, savaşın çabuk biteceğini ve pay almak isteniyorsa acele edilmesi gerektiğini söylediler. Bu fikir yoğun bir şekilde Osmanlı matbuatında da işlenmeye başlandı.208 Kısa zaman sonra bu gemilerin İngiltere’de el konulan iki Türk gemisine karşılık satın alındığı duyuruldu. Amiral Suschon ise Donanma Komutanlığına getirildi. Bu durum Avrupa Devletlerinin tepkisine yol açtı. Osmanlıların tarafsızlık ilkesinden Almanya lehine taviz verdikleri şeklinde yorumlandı. Öte yandan Almanlar yoğun bir 208 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 200. 66 şekilde baskılarına devam ettiler. Artan baskılar üzerine Enver Paşa tarafından 16 Ağustos 1914’te bir savaş şurası toplandı. Alman Elçisi Wangenheim, Liman Von Sanders, Bronsart, Amiral Suschon, Albay Von Kress ve Alman Askeri Ataşemiliteri Almanya adına toplantıda hazır bulunuyordu. Osmanlı Devleti adına ise toplantıya Enver Paşa ve Hafız Hakkı Bey katıldılar. Bu açıkça Alman baskısını gösteriyordu. Almanlar, Bulgarların artık İttifak Devletleri ile birlikte olmalarına ve donanmanın da Karadeniz’e hâkim olduğuna göre seferberliğin ikmalini beklemeye gerek kalmadığını ve hazır bulunan kolordularla harekete geçmek gerektiğini söylediler. Ancak böylelikle savaş sonunda Türkiye’nin de bir pay alabileceği vurgusunu yaptılar.209 Enver Paşa’nın ‘’Türkiye nasıl hareket etmeli ?’’ sorusu üzerine toplantıda iki görüş ortaya atıldı. Liman Paşa, Odesa ile Akkerman arasına birlik çıkarma görüşünü savundu. Böylelikle Avusturya Cephesi’nin sol kanadının yükünün hafifleyeceğine inanıyordu. Liman Paşa’nın bu görüşünde iki Alman gemisinin Türk donanmasına katılmasının büyük etkisi vardı. Bu sayede denizlerde üstünlüğün Osmanlı lehine değiştiğini zannediyordu. Yine bu bölgedeki Rus birliklerinin az talim görmüş olmaları onun bu görüşünde etkiliydi.210 Ancak toplantıda hazır bulunan diğer Alman subaylar bu görüşe karşı çıktılar. Onlar Mısır üzerine bir saldırı yapılmasını uygun görüyorlardı. Böylelikle İngilizlerin Hindistan’dan getirecekleri asker ve iaşenin geçmesine mani olacaklarını düşünüyorlardı.211 Bununla birlikte toplantıda kesin bir karar verilemedi. Mısır seferi uzun boylu hazırlıklar gerektiriyordu. Enver Paşa, hazırlığı en az birkaç ay sürecek olan bu sefer için olumsuz tavır almadı. Aksine taraftar görünüyordu. Nitekim bu sefere karar verilmesi halinde Osmanlı Devleti’nin hemen savaşa girmesi gerekmiyordu. Ancak Liman Paşa’nın teklifi hemen savaşa dâhil olmayı gerektiren bir teklif olduğu için öncelikle bunun üzerinde duruldu. Enver Paşa bu teklife de olur gözüyle bakmıştı.212 209 Sabis, Harp Hatıralarım, I, 251. Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, 41. 211 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 201. 212 ‘’16 Ağustos Pazar akşamı Alman Meclisi dediğim meclis dağıldıktan sonra, merhum Hafız Hakkı Paşa’yı görüp müzakereden malumat almak istedim. Yukarıda zikredilen haberleri alınca hem hayret ettim hem çok müteessir oldum. Mısır seferine şimdilik büyük bir ehemmiyet vermeye lüzum yoktu. Çünkü böyle bir sefer için uzun hazırlıklar yapılacaktı. Bu işe Von Kres memur edilmişti. Bu adam düşünecek, projeler hazırlayacak, bu projeler müzakere edilecek, bundan sonra deve mübayaa edilecek veya kamyonlar tedarik olunacak, bu suretle aylar geçecek. Bu müddet esnasında, elbette bu seferlerden vazgeçirmek için, başkumandan vekiline müteaddit teklifler yapabilirdik. Fakat Liman Paşa’nın Odesa civarına asker ihracı teklifi böyle değildi. Bunun acele önüne geçmek lazım idi. Eğer bu teşebbüse süratle 210 67 Ertesi gün Hafız Hakkı Bey, toplantıda görüşülen meseleleri mütalaa etmek için Karargâh-ı Umuminin diğer etkin Türk subayları olan Karabekir ve Ali İhsan Beylerle bir araya geldi. Hafız Hakkı Bey ilk olarak Karabekir’den Rus donanmasının hali hakkında bilgi istedi. Ardından Alman gemileriyle takviye edilen Türk donanmasının himayesiyle Odesa civarına asker çıkarılıp çıkarılamayacağını sordu. Karabekir Türk donanmasının, Rus donanmasına karşı kesin üstünlüğü olmadığını ve bununla birlikte Bulgarların tarafsız kaldıkça savaşa girmenin tehlikeli olacağını söyledi. Ali İhsan Bey de aşağı yukarı aynı görüşteydi.213 Bu sıralarda Talat ve Halil Beyler Bulgaristan’ın durumunu anlamak için 15 Ağustos’ta Sofya’ya gitmişlerdi. Burada yapılan görüşmelerde Bulgarlar, Romanya’nın tarafsızlığı sağlanmadıkça savaşa katılmayacaklarını söylediler. Bunu üzerine aynı isimler bu kez 20 Ağustos’ta Bükreş’e gittiler. Ancak Romanya Hükümeti tarafsızlık için kesin bir vaatte bulunmadı.214 Bulgarlara ve Romanyalılara kızarak İstanbul’a dönen Talat Bey, Enver Paşa’nın da tesiriyle Bulgarları beklemeden Liman Paşa’nın ortaya attığı Odesa harekâtını yapmaya razı oldu. Hafız Hakkı Bey bu noktada devreye girdi. Bir kaç gündür arkadaşları ile yaptığı mütalaalar sonucunda donanmanın bu işi beceremeyeceği sonucuna varmıştı ve bu düşüncesini Talat Bey’e ileterek onu vazgeçirmeye çalıştı. Bunun öncesinde de Hafız Hakkı Bey, arkadaşları ile edindiği ortak fikir neticesinde donanma meselesinin Bahriye Erkânı Harbiyesiyle konuşulmasını Enver Paşa’ya söylemişti. Bunun üzerine ilk önce Talat Bey’in direktifi ile İsmail Canbolat Bey, donanma erkânıharplerinden Rauf Bey ile görüştü. Rauf Bey Karadeniz’de tam hâkimiyetin imkânsız olduğunu Canbolat Bey’e söyledi. Bu görüşmeler neticesinde Talat Bey’in çıkarma harekâtı hakkındaki fikirleri değişti ve Enver Paşa’ya da vazgeçmesi hususunda telkinlerde bulundu. Daha sonra Enver Paşa, Hafız Hakkı ve Rauf Beyler arasında yapılan toplantı sonucunda da aynı görüşe varıldı ve Odesa harekâtından vazgeçildi. Böylelikle Almanların Osmanlı Devleti’ni savaşa sokma mani olamazsak, nakliye gemileriyle, donanma İstanbulda ve bu işte kullanılacak birlikler de İstanbul ve civarında olduklarından birden bire harekete geçilmek ihtimali ve tehlikesi vardı.’’(Sabis, Harp Hatıralarım, I, 257). 213 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 313. Ayrıca Bkz. Sabis, Harp Hatıralarım, I, 259. 214 Belen, Osmanlı Devleti, 203. 68 çabaları gerek Bulgaristan’ın şüpheli tavrı gerekse donanmanın yetersizliği hususunda Hafız Hakkı Bey’in yaptığı telkinler neticesinde sonuçsuz kalıyordu.215 Ancak Hafız Hakkı Bey bununla da yetinmedi. İşi daha sağlama almak için Amiral Suschon’dan yazılı rapor istedi. Bu sayede Odesa’ya asker çıkarma fikrinin tutarsızlığını Almanların da kabul ettiğini göstererek Türk subayları üzerindeki baskının kalkacağını düşünüyordu. Amiral Suschon Karargâh-ı Umuminin emri üzerine hazırladığı 10 Eylül 1914 tarihli raporunda Odesa’ya asker çıkarmanın tehlikeli olacağını bildirdi. Esasen kendisi de 16 Ağustos’taki toplantıda Liman Paşa’nın görüşüne muhalefet olmakla birlikte Mısır taarruzuna sıcak bakmıştı.216 Böylelikle bu mesele Alman kanadı tarafından da çözüme kavuşturulmuş oluyordu. 2.4.1.2. Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül Tarihli Birinci Savaş Planı ve Değerlendirmesi Hafız Hakkı Bey’in savaş planına geçmeden önce bu planın ne şartlar altında oluşturulduğunu bilmek gerekir. Nitekim Hafız Hakkı Bey’in planı, Genelkurmayda daha önce hazırlanan Alman planlarına karşı Türk görüşünü savunmaktadır. Bunun için Almanlar tarafından ortaya atılan görüşlere göz atmakta fayda vardır. Enver Paşa’nın, bir savaşın çıkması durumunda Osmanlı ordusunun nasıl kullanılacağı sorusu üzerine Genel Kurmay Birinci Başkanı Bronsart von Schellendorf 7 Haziran 1914’te bir sefer planı hazırlamıştı. Bu plan Osmanlı Devleti’nin yalnız başına Rusya ve Balkan Devletleriyle muhtemel savaşı üzerine yapılmıştı. Henüz Almaya ile gizli ittifak antlaşmasının imzalanmadığı ve seferberliğin ilan edilmediği bir dönemde hazırlanan bu planın birçok eksik yönü vardı. Çünkü Almanya ile ittifak yapılması şartları değiştirecekti. Kesin sonuç almak yerine kuvvetli olmak esasına dayanan bu planda Rusya’nın asıl amacı İstanbul ve Boğazlar olarak kabul edilmiş, kesin sonucun buradan alınacağı fikri ele alınmıştı. Ayrıca Bulgaristan ve Romanya potansiyel düşman olarak görülmüş ve bu sebeple ikinci derecedeki bölgeler gözden çıkarılarak kuvvetlerin büyük kısmının İstanbul çevresinde toplanması öngörülmüştü. Bunlar toplamda 15 kolordu idi. Ülkenin diğer sınırlarında ise ihtiyat ve hudut birliklerinin bırakılmasını, Erzurum Kalesi’ndeki kuvvetlerin ise kaldırılması görüşünü ileri sürüyordu. Enver Paşa’nın da ‘’tamamıyla iştirak ederim’’ demek suretiyle kabul ettiği bu plan, seferberlik ve yığınak 215 216 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 315-316. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 202. 69 hazırlıklarına esas oldu. Ancak Ağustos ayı başındaki gelişmeler bu planın uygulanabilirliğini imkânsız kıldı.217 Bu halde yeni bir plan hazırlanması gerekiyordu. 16 Ağustos görüşmelerinden kısa bir süre sonra 4 Eylül 1914’te Hafız Hakkı Bey, Karargâh-ı Umumideki Türk görüşünü yansıtan bir savaş planı hazırlandı. Bu plan tasarlandığı sırada Avrupa’daki durum şöyle idi; Tannenberg Savaşı kazanılmış ve Ruslar bozguna uğramış durumdaydılar. Avusturyalılar, Sırbistan’a yenilmekle birlikte ikinci Sırbistan taarruzuna hazırlanıyorlardı. Batı Cephesi’nde mağlup olan Fransızlar Marne dolaylarına çekiliyorlardı. Ayrıca Bulgaristan ile muhtemel bir ittifak hesaba katılmıştı.218 Planda özetle şu esaslar üzerinde durulmuştur; 1) Bulgaristan’a yardım etmek, 2) Boğazları ve İstanbul’u karadan ve denizden savunmak, 3) Bunların hepsinden önce genel savaşın iyi sonuçlanması için olabildiğince etkili bir şekilde yardım etmek, 4) Savaşta Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna yardım etmek Planda muhtemel bir Balkan Savaşı’nın genel savaşı en az ve en geç etkileyeceği düşünülmüştür. Yine Bulgarların Osmanlı Devleti ile müttefik olacağı düşünülerek düşman safında olan Yunan ve Sırp taarruzlarına karşı bu ülkeye iki kolorduluk bir kuvvetin gönderilmesi uygun görülmüştür. Bununla birlikte Bulgaristan Cephesi kesin sonuç alınacak bir cephe olarak algılanmamıştır. İkinci şıkta İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale Boğazı’nı zorlaması halinde alınması gereken önlemler üzerinde durulmuştur. Hafız Hakkı Bey, ilk ve en önemli tedbir olarak Boğaz’ın içine bolca serseri mayın yerleştirilmesini teklif etmiştir. Bununla birlikte Hafız Hakkı Bey, Fransa’nın Almanya ile uğraştığı ve İngiltere’nin ise Mısır’da sınırlarını beklediği bu sıralarda bu cepheye önemli miktarda kuvvet gönderemeyeceklerini düşünmüştür. Ancak muhtemel bir taarruzda İstanbul’un düşman kuvvetlerince ele geçirilmesinin Osmanlı ve İslam âlemi üzerinde derin etkilere yol açacağı ifade edilmiştir. Yine böyle bir hareketin, Liman Paşa’nın ortaya attığı Odesa taarruzunu imkânsız kılacağı ve Kafkas Harekâtı’nı güçleştireceği düşünülmüştür. 217 Akbay, Siyasi ve Askeri Hazırlıklar, 159-160. Fevzi Çakmak, Büyük Harp’te Şark Cephesi Harekâtı, Yay Haz: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, 18. 218 70 Sonuç olarak Hafız Hakkı Bey, sadece III. Kolordu’nun Çanakkale Boğazı’ndan yapılacak muhtemel bir düşman savunmasını engelleyebileceğini belirtmiştir. Hafız Hakkı Bey savaşın iyi sonuçlanmasına çalışmak ve müttefiklere yardım etmek hususlarında ise iki teklif ortaya koymuştur. İngilizleri hedef alan ilk teklifte Mısır, Aden ve Basra Körfezi’ne yönelik taarruz hareketleri düşünülmüştür. Hafız Hakkı Bey, savaşta maddeten en az zararı İngilizlerin gördüğünü belirtmektedir. İngilizlerin maddi ve manevi kuvvetlerinin sarsılması için İslam Halifesi’nin Asya’da arka arkaya zaferler kazanması gerektiği vurgulanarak bu zaferlerin özellikle Afganistan ve Hindistan’da büyük etkiler meydana getireceği ve dolayısıyla İngilizleri can evi Hindistan’da oldukça zor bir durumda bırakacağı ifade edilmiştir. Bu gayeyi gerçekleştirmek için Osmanlı Devleti’nin bütün ordusuyla Kafkasya ve İran’a yürüyerek Rusları burada biran evvel mahvedip Hazar Denizi’ne Afgan sınırına ulaşması gerektiği savunulmaktadır. İkinci teklifte ise Avrupa Savaşı’nı doğrudan doğruya etkileyen bir plan ortaya atılmıştır. Burada Rusya’ya karşı bir hareket düşünülmüştür. Hafız Hakkı Bey, az bir kuvvetle doğuda Rusya’ya karşı savunma yapmanın zorluğunu ortaya koyarak, Rusların bu savunmayı delmeleri halinde Doğu Anadolu’yu ve hatta Orta Anadolu’yu işgal edebileceklerini belirtmektedir. Osmanlı ve İslam âleminde ezici bir etkiye sebebiyet verecek bu harekâtı bertaraf etmek için Osmanlı ordusunun yedi kolorduluk bir kuvvetle Kafkasya’ya taarruz etmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bu harekât için en uygun istikametin Batum-Tiflis istikameti olduğunu belirten Hafız Hakkı Bey, bunun ancak Osmanlı donanmasının Rus donanmasını mahvettikten veya savaş dışı bıraktıktan sonra mümkün olabileceğini eklemektedir. Bu planda en dikkat çekici hususlardan biri Ruslarla ters cepheli bir savaşın gündeme getirilmiş olmadır. Hafız Hakkı Bey, bu sayede Rus ordusunun çözüleceğini ve mahvolacağını bildirerek Türk ordusunun Hazar Denizi’ne dayanacağını ifade etmektedir. Öte yandan Türk müfrezelerinin Tahran’a girmesi halinde bu başarının Rus orduları gerilerinde, Afganistan ve Hindistan’daki etkilerinin savaşın sonlandırılması için büyük bir öneme sahip olacağı düşünülmektedir. Liman Paşa’nın 16 Ağustos görüşmelerinde ortaya attığı Odesa’ya asker çıkarma fikri 71 ise tüm bu planları sekteye uğratacağı için eleştirilmekte ve donanma üstünlüğü söz konusu olmadığından dolayı tehlikeli bir hareket olarak telakki edilmektedir.219 Hafız Hakkı tarafından bizzat kaleme alınan bu plan, Karargâh-ı Umumideki Türk subaylar ile düşünülüp kararlaştırılan esaslara dayanıyordu. 16 Ağustos 1914’te yapılan toplantıdaki Alman tekliflerine karşı bir Türk teklifi şeklinde sunulmuştu.220 Buna göre Bulgarların durumu belirginleşmeden ve Karadeniz’de Rus filosu tahrip ve ya imha edilmeden savaşa girmeyi uygun görmüyordu. Ayrıca planın uygulanması için gerçekleşecek hazırlıklar birkaç ay süreceği için hemen savaşa girmenin imkânsızlığı ortaya çıkıyordu ki bu zaten Türk Erkânıharbiyesinin istediği şeydi. Yani bu plan Almanların, Türkleri hemen savaşa çekme isteklerine çekilmiş bir seddi. Bununla birlikte planda Türk Erkânıharbiyesinin kabul edemeyeceği hususlar da mevcuttu. Örneğin müttefiklere yardım amacıyla planlanan taarruzlar (Mısır ve Kafkasya üzerine) Osmanlı’yı geniş cepheli bir savaşın içine çekiyordu ve bu düşünce tepkilerle karşılaşacaktı. Hafız Hakkı Bey, kuvvetlerin İstanbul çevresinde toplanması fikrine karşı Kafkasya’yı kesin sonuç alınacak bir cephe olarak düşünmüş ve buraya yedi kolorduluk bir kuvvet yığmayı öngörmüştür. Bu hareketin kışın devam edeceği ihtimalini gündeme getirmesi diğer dikkat çekici husustur. Ayrıca Batum hattından Tiflis’e ulaşarak Rusları ters cephe muharebesiyle mağlup etmeyi planlıyordu. Buna karşılık İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale önlerine gelmesine pek ihtimal vermiyordu. Bununla birlikte düşman donanmalarının Çanakkale’yi geçip İstanbul önlerine gelmeleri durumunda bunun İslam âlemi için büyük bir yıkım olacağını kabul ediyordu. Yine Afganistan ve Hindistan’a ulaşıp bu bölgelerdeki Türk ve Müslümanları ayaklandırmak fikri bu planda ortaya atılan bir diğer aşırı görüştü. Plan birçok yönüyle eleştiriye maruz kalmıştır. Bu eleştirileri yönlendirenlerin başında Fevzi Çakmak gelmektedir. Çakmak, bu planın Doğu’da kuvvet toplama düşüncesinin ilk belirtileri olduğunu ve Sarıkamış Felaketi’nin yaşanmasında etkili olduğunu söylemektedir. Özellikle ters cephe hareketi fikrini eleştiren Çakmak, bunun imkânsızlığından bahisle bu planın gerçekten ziyade arzuya dayandığını söylemektedir. Hatta bu planın dönemin Genelkurmay Başkanlığı tarafından uygulanabilir olarak kabul 219 Akbay, Siyasi ve Askeri Hazırlıklar, 344.350. Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül tarihli savaş planının tam metni için Bkz. Ek-1. 220 Sabis, Harp Hatıralarım, I,, 273-274. 72 edilmesini dahi eleştirmektedir.221 Edward J. Erickson ise bu planı aşırı ihtiraslı bulmaktadır. Erickson, Bronsart’ın somut kurmay çalışmaları yanında Hafız Hakkı Bey’in fikirlerini çılgınlık olarak kabul etmektedir. 222 Son olarak Ali İhsan Bey (Sabis) ‘’öteden beri münakaşa ettiğimiz esaslara göre hazırlandı’’ demek suretiyle planı kabul edilebilir görmektedir. Sonuç olarak Hafız Hakkı Bey’in planında hemen savaşa girmeme düşüncesi ağır basmaktadır. Savaşa girildiği takdirde ortaya atılan Mısır’a ve Kafkasya’ya taarruz hareketleri ise aşırı görülmekle birlikte Hafız Hakkı Bey’in Karadeniz olayına kadar muhafaza ettiği ‘’ilkbahara kadar savaşa girmeme’’ düşüncesiyle çelişmektedir. Nitekim burada savaşın kışın süreceği ihtimali üzerinde durulmuştur. 2.4.1.3. Hafız Hakkı Bey’in Sofya’ya Gönderilmesi 11 Ağustos’ta Goben ve Braslau savaş gemilerinin Boğazlardan girmesiyle başlayan Osmanlı Devleti’ni savaşa sokma çabaları Hafız Hakkı Bey’in karşı faaliyetleriyle sonuçsuz kalmıştı. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmek için kabul ettiği temel esas Bulgaristan’ın durumunun belirginleşmesiydi. Bu amaçla Talat ve Halil Beyler Ağustos ayı ortasında Bulgaristan’a gitmişlerdi. Ancak burada yapılan görüşmeler fayda vermemişti. Almanlar Eylül ayı başlarında baskılarına devam ettiler. Bu sıralarda Almanlar, Rus Cephesi’nde Tannenberg Savaşı’nı kazanmış ve binlerce esir almışlardı. Batı Cephesi’nde ise Fransızlar büyük bir mağlubiyete uğratılatarak Paris’in Kuzeydoğusuna çekilmeye mecbur edildiler. Hatta Fransızlar, Almanların Marne Nehri boyunca ilerlemeleri üzerine hükümet merkezini Paris’ten Bordeau’ya naklettiler.223 Bu zaferler hem Almanlar hem de Türkler nezdinde savaşın İttifak Devletlerince kazanılacağı şeklinde yorumlandı. Ancak henüz meydan savaşlarının vukua gelmemesi Türk Erkânıharbiyesini tereddüt için içinde bırakmıştı. Bu galibiyetlerin verdiği havadan istifade etmek isteyen Alman Askeri Heyeti, Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak için ikinci girişimlerine başladı. Almanlar, Bulgarların İttifak Devletleriyle harekete geçeceğine inanıyorlardı. Bu sebeple Türk tarafı ile Bulgarlar arasında ikinci bir 221 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 19-21. Erickson, Osmanlı Ordusu, 65-71. 223 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 203. 222 73 görüşme yapılmasını, ancak siyasiler arasındaki temasın sonuç vermediğinden bu kez görüşmelerin askeri heyetler arasında gerçekleşmesini istediler. Bu amaçla iki devlet arasındaki askeri ve siyasi görüşmeleri yapmak üzere Hafız Hakkı Bey, yanında Demiryolu Şubesi Müdürü Refik Bey ile birlikte 6 Eylül 1914 sabahı Sofya’ya gönderildi.224 Bu sıralarda Türkiye’nin Sofya Elçisi Ali Fethi Bey (Okyar) idi. Mustafa Kemal (Atatürk) ise Sofya Askeri Ataşesi vazifesinde bulunuyordu. Enver Paşa 6 Eylül’de Fethi Bey’e çektiği telgrafta heyetin gelişini bildirdi. Heyetin amacını ve burada yürüteceği faaliyetleri bildirmesi açısından önemli olan bu telgraf şöyledir: Erkan-ı Harbiye Reis-i Sanisi Hafız Hakkı Bey Bulgarların Sırplara karşı hareketine ne suretle yardım edeceğimize karşı konuşmak üzere bu sabah Sofya’ya hareket etti. Avusturya Ataşemiliteri de hükümetimizden esasen Avusturyalıların fikrini bildirmek üzere talimat-ı lazıma alacaktır. Zat-ı Alileri ile Mustafa Kemal Bey ve Hafız Hakkı Bey ile beraber Bulgar askeri murahhasları ile görüşmenizi rica ederim. Bence Bulgarlar ile bizim menfaatimiz İttifak-ı Müsellesinde kanaatindedir. Bulgarlar ne kadar erken hareket ederler ise Avusturyalılar o kadar ve katıyla Sırbistan’a karşı olan kuvvetlerini Ruslara karşı kullanırlar. Romanyalılar böylece Avusturyalıların daha kuvvetlendiğini görünce Avusturya cihetine meylederler. Bence Romanyalılardan korkacak bir şey yok. Hem de Bulgarlar hareket ederse biz de Ruslara altı kolordu ile yürüyeceğiz. Binaenaleyh Rus faaliyeti kesb-i katiyet eder. Askeri mukavelesindeki hükmü Hafız Hakkı Bey’e söyledim. Bence Bulgarlara iki kolordu ile yardım ederiz. Bunlara bir ve ya iki Bulgar fırkası da ilave ederler. Bu kuvvet-Osmanlı Kumandanının emri altındaki kıta-Bulgar Karargâh-ı Umumisi’nin emrine tabi olarak hareket eder. Bunlarda ikinci ve altıncı kolordular olur ki mecmu kuvvetleri yüz bin kişidir. Rica ederim ne yapmak kabil ise yapıp Bulgarları ’da biran evvel harekete geçiriniz. 225 Enver Paşa’nın bu telgrafında Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül tarihli savaş planının açık etkileri görülmektedir. Hafız Hakkı Bey de Bulgarlara iki kolordu ile yardım etmeyi ve altı veya yedi kolordu ile de Rusya’ya taarruz etmeyi öngörmekteydi. Görüşmelere Türk tarafı adına Hafız Hakkı Bey’in başkanlığında Mustafa Kemal ve Refik Beyler de katıldılar. Enver Paşa, Fethi Bey’in de katılmasını istemişti. Ancak Fethi Bey’in görüşmelere katıldığına dair bilgi mevcut değildir. Bulgar Hükümeti adına 224 225 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 204. BOA. 06. 09. 1914. Dosya No: 875 Gömlek No: 105 Fon Kodu: HR. SFR.04. 74 ise Harbiye Nazırı General Boyaciyev, Erkan-ı Harbiye Reisi Genev ve İkinci Reis Miralay Jokov bulunuyorlardı. Üç Bulgar yetkilide gayet iyi Türkçe bildiği için müzakereler Türkçe oldu. Hafız Hakkı Bey hemen söze girerek Almanlarla birlikte savaşa girmeyi teklif etti. Bulgar Harbiye Nazırı Boyaciyev, savaşa girme meselesinin hükümete ait olduğunu, kendisinin ancak savaşa girmeye karar verilmesi halinde nasıl hareket etmeleri gerektiği üzerine müzakere yapabileceğini söyledi. Ardından Hafız Hakkı Bey’e Türk ordusunun kendilerine nasıl yardım edebileceğini sordu. Hafız Hakkı Bet, iki kolordu ile yardım edebileceklerini ve bu kolordular ile Yunanistan üzerine taarruz edilmesi gerektiği cevabını verdi. Ancak Bulgarlar bunu kabul etmedi. Hafız Hakkı Bey bu kez aynı kolordular ile Romanya Cephesi’ni kendilerine vermelerini teklif ettiyse de bu fikir üzerinde de anlaşma sağlanamadı. Bulgarlar yetkililer, Osmanlı’nın vereceği kolorduların Sırbistan’a taarruz için kullanılması gerektiğini söylediler. Nitekim Bulgarlar, Sırbistan’a karşı taarruz, Yunanistan’a karşı müdafaa ve Romanya’ya karşı gözetleme stratejisi uygulama düşüncesindeydiler. Hafız Hakkı Bey, Yunanistan’a karşı taarruz fikrinde olmakla birlikte Bulgarların tam cepheden Sırbistan üzerine taarruz teklifini kabul etmek zorunda kaldı.226 Bu sebepten dolayı Bulgarlara verilmesi düşünülen kolorduların Sırbistan sınırında bulunan Köstendil’de toplanmasına karar verildi. Bununla birlikte Bulgarlar, Romanya’nın da kendilerine düşman olarak hareket edebileceği düşünülerek savaş planı yapılmasını istediler. Bu mesele Hafız Hakkı Bey’in kafasını kurcaladı. Kendisine verilen talimatta Bulgarlara iki kolordu ile yardım edilmesi ve bunların Yunanistan’a taarruz için kullanılması söylenmişti. Hafız Hakkı Bey, Bulgarların beklenmeyen ve bitmek tükenmek bilmeyen istekleri sonucunda ortaya çıkan yeni durumu derhal İstanbul’a bildirdi. 9 Eylül 1914 tarihli telgrafında, Bulgarların istekleri doğrultusunda hareket edilmesi halinde muvaffak olmak için 8 ve 10. Kolordular da dâhil olmak üzere tekmil ordu emriyle Romanya’ya dönmek lazım geldiğini ancak bunun Anadolu’yu tamamen Rus taarruzuna maruz bırakmak gibi bir tehlikeye sebep olabileceğini söyledi. Böyle bir fedakârlığın yapılıp yapılamayacağını sordu. Hafız Hakkı Bey ayrıca bu fedakârların yapılması halinde hemen Bulgarlardan müştereken savaşa karar verilmesini ve birinin toprağında düşman kalmayıncaya kadar savaşa devam edilmesinin istenmesi gerektiğini vurguladı. Bulgarların yeni durumu Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül tarihli 226 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 321. 75 planına da ters düşüyordu. Bulgarların amacı işi yokuşa sürmekten ve böylece İttifak Devletlerinin baskısından kurtulmaktan başka bir şey değildi. Türk ordusunun bütün kuvvetleriyle Romanya üzerine gitmesi ise düşünülemezdi. 227 Ancak Almanya’da gelen savaş malzemeleri Bulgaristan’dan geçeceği için bu devletin ittifaka dâhil olması çok önemliydi ve Hafız Hakkı Bey bu amaca ulaşmak için elinden geleni yapması gerekiyordu. Hafız Hakkı Bey’in telgrafına İstanbul’dan ne cevap geldiği bilinmemektedir. Bununla birlikte müzakerelerin ilerleyen günlerinde Bulgarların sergilediği olumsuz tavır cevaba da gerek bırakmamıştı. Görüşmeler birkaç gün devam etti. Ancak bunların ne zaptı tutuldu ne de kararlar imza altına alındı. Almanların belli belirsiz galibiyetleri Bulgarları ikilemde bıraktı. Bu sebepten görüşmeleri resmi bir zemine dökmekten çekindiler. Bulgarlar 9 Eylül’e kadar olan süreçte savaşa girebileceklerine dair ufak ümitler vermişlerdi. Ancak Almanların Marne Meydan Savaşı’nı kaybederek çekildikleri ve Avusturyalılarında Lomberg’i boşaltarak bir hayli esir verip çekildikleri haberleri Bulgarların kesin kararını belirledi. Böylelikle Hafız Hakkı Bey’e şimdilik savaşa girmeyeceklerini söylediler. Bunun üzerine Hafız Hakkı ve Refik Beyler 18 Eylül’de İstanbul’a döndüler.228 Hafız Hakkı Bey İstanbul’a döndükten sonra hemen arkadaşları ile durumu mütalaa etmeye başladı. İlkbahara kadar savaşa girmeme hususunda Hafız Hakkı, Ali İhsan ve Kâzım Karabekir Beyler arasında ortak bir düşünce vardı. Amiral Suschon’un 10 Eylül tarihli raporunda Türk donanmasının henüz Karadeniz’de üstün olmadığından ve Odesa’ya asker çıkarmanın zorluğundan bahsetmesi bu düşünceyi pekiştirdi. Böylelikle savaşa girmenin zararlarından iyice emin olan Hafız Hakkı Bey Sofya’daki izlenimlerini de içine alan şu raporu yazdı: Bulgaristan’da bulunduğum bu on gün içindeki ihtisaslarım ve Suschon’un donanmamız hakkında verdiği rapor üzerine devletimizin selametinin en ziyada ne gibi hareket tarzında olduğunu vazifem hasebiyle arz ediyorum: a-) Bulgarlar bugün katiyen harbe karar vermiş değillerdir. Daha ne sefer planları, ne de seferberlik için esaslı bir hazırlıkları vardır. Ordunun birçok ihtiyaçlarını temin için ancak iki üç ay sonraya kontrat veriliyor. Bulgarlarda 227 228 BOA. 09. 09. 1914. Dosya No: 879 Gömlek No: 40 Fon Kodu: HR. SFR.04. Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 321. 76 Makedonya’yı bedava kazanmak hissi mevcut. Fakat bununla beraber Türk düşmanlığı pek şiddetlidir. Rus dostluğu da pek çoktur. Bulgarların bugünkü vaziyeti geçicidir. Eğer Ruslar, Yunanlıları feda ederek bir ‘Romen-Bulgar-Sırp’ ittifakı yapsalar Bulgarlar bugün ona girerler. Herhalde bu gibi teşebbüste en büyük mani devletimizin bu günkü silahlı tarafsızlık vaziyetidir. Bulgarlar Karadeniz’de Türk filosunun Rus filosuna tamamen hâkim olduğunu da zannediyorlar. Aynı zan Romanyalılara da tesir yapıyor. Bizim bu günkü vaziyetimiz sayesinde Romanya ve Bulgaristan duruyor. Bunun için şayet biz bugün bir harbe başlarda Rus filosu galip gelirse muhakkak Bulgaristan, Rus taraftarı olur. Romanya ise Avusturya’ya taarruza geçer. Şayet bizim donanma ne galip ne de mağlup olursa, Bulgarlar yine daha ziyade Rus taraftarı olurlar. Eğer Çanakkale Boğazı’nı düşman donanması zorlarsa bir ‘Romanya-Bulgaristan-Sırbistan’ ittifakı pek çabuk bir surette vücuda gelir. b-) Suschon’un raporuna göre biz Odesa’ya kadar olan sahillere çıkamayız. O halde doğruca Rus ordusuna bir tesir yaparak Avusturya’ya yardım edemeyiz. Aynı rapora göre Rus donanmasını büsbütün bertaraf ederek büyük mikyasta ihraç hareketi de gayri mümkün derecede güçtür. Bir ay sonra Soğanlı Dağları’na kar düşeceğinden bulunduğumuz vaziyette harbe karar vermekle devlet hiçbir fayda kazanamayacaktır. c-) Türk ordusunun Süveyş üzerinden Mısır’a karşı yapacağı taarruza gelince bunun icrasındaki büyük zorluklara rağmen hiç olmazsa Süveyş Kanalı’nı tutmaya muvaffak olursak Almanlara en büyük hizmetimiz Süveyş’ten 20-30 bin Hintlinin geçmesini geciktirmekten ibaret olacaktır. Fakat buna mukabil yukarıda arz ettiğim gibi Balkanlarda bugün bitaraf duran bir milyon süngünün Alman aleyhine dönmesi ihtimalini kuvvetlendirmiş oluruz. Bir de Rus topraklarına girmeyince kışın muharebe halinde bütün seferber ordumuzu, hariçten erzak gelmedikçe nasıl besleyeceğiz? d-) Netice: Devletimizin bugünkü harbe katılmasında önce, Bulgarların beraber hareketi temin olunmalıdır. Bir yandan Almanların parlak bir muvaffakiyeti, diğer yandan Sofya’daki son teşebbüslerim üzerine devamlı baskılar yaparak belki buna muvaffak oluruz. Şayet Bulgarlar harbe girmezlerse hiç olmazsa ilkbahara kadar harpsiz geçirelim. Ancak Kafkasya Dağları açılınca o istikamette taarruza geçmeliyiz. Bu veçhile hareket sayesinde evvela bu kış askerin önemli bir kısmını terhis ederiz. Ordu ve millet ezilmez. Sonra Rus ordusu bu kış iyice ezilir. Bu suretle biz ileride 77 Ruslarla ezildikleri zaman çarpışmış oluruz. Ordumuzun henüz bir felaketten kurtulduğu düşünürsek bu nokta çok mühimdir.229 Reis-i Sani Hafız Hakkı Bu rapor 4 Eylül tarihli savaş planı ile karşılaştırıldığında gerçeklere daha uygun olduğunu söylemek mümkündür. Raporda Bulgar ittifakının sağlanmadan savaşa girmenin büyük bir tehlike olacağı bildiriliyordu. Bu şimdilik mümkün olmadığı için ilkbahara kadar beklemenin gerekliliğinden bahsedildi. Mısır’da Almanlara yardım için küçük bir örtme hareketinin yapılabileceği söylendi. Bununla birlikte Kafkasya’ya yönelik taarruz düşüncesine bu raporda da yer verildi. Ancak bunun zamanı ilkbahar olarak belirlendi. Kafkasya’ya taarruz fikrinin 4 Eylül tarihli savaş planında da yer alması Hafız Hakkı Bey’in bu konuya verdiği önemi anlamamamız bakımından önemlidir. Bu raporun Enver Paşa üzerinde ciddi bir etki yaptığı görülmektedir. Gerek Almanların Marne’de mağlup olmaları gerekse Amiral Suschon’un raporunun yaptığı etki üzerine Hafız Hakkı Bey’in bu raporu meseleye son noktayı koydu ve şimdilik savaşa girmekten vazgeçildi. Böylelikle ikinci teşebbüsünde Hafız Hakkı Bey’in çalışmaları sayesinde sonuçsuz kaldığı görülmektedir.230 2.4.1.4. Hafız Hakkı Bey’in 21 Ekim 1914 Tarihli Savaş Planı ve Bu Planın Değerlendirilmesi İçin Berlin’e Gönderilmesi Ekim ayının başlarında Almanlar ve Avusturyalılar Osmanlı’yı savaşa sürüklemek için en ağır baskılarına başladılar. Bunda Almanların Marne’de mağlup olmalarının ve Avusturyalıların Rus Cephesi’nde düştükleri kötü vaziyetin büyük etkisi vardır.231 Almanlar nezdinde hâkim olan görüş; Rus Cephesi’ndeki yüklerini hafifletmek için bir kısım Türk birliği ile Doğu’da Rusların dikkatini çekmek ve Süveyş Kanalı’nı yine Türk kuvvetlerinin sayesinde tehdit ederek İngilizlerin Hint kuvvetlerini nakliyatına mani olmaktı. Bu arada Amiral Suschon Ekim ayı başında Türk donanmasının talim ve terbiyesi amacıyla Karadeniz’e çıkmak için müsaade istedi. Türk erkânıharpleri bu isteği hiç hoş karşılamadı. Donanmanın Karadeniz’e açılması halinde Alman Amiral, 229 Fahri Belen, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1914 Yılı Hareketleri, Gnkur. Basımevi, Ankara 1964, 321-322. 230 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 278. 231 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 212. 78 Rus donanmasını taciz edebilirdi. Bu da Osmanlı Devleti’nin vakitsizce savaşa girmesi anlamına geliyordu. Nitekim Hafız Hakkı, Ali İhsan ve Karabekir Beylerin başını çektiği hemen savaşa girme fikrinin aleyhtarı olan Türk subayları son zamanlarda artan Alman baskılarından Amiral Suschon’un bu isteğinin Almanlar tarafından tertip edilen bir hareket olduğunu düşündüler. Bu sebepten Suschon’dan gerekli teminatın alınması şartıyla Karadeniz’e açılmasına izin verilmesini Enver Paşa’dan istediler.232 5 Ekim tarihinde ‘’savaşa girmeyi gerektirecek hareketlere sebebiyet vermemesi’’ şartıyla Amiral Suschon’un Karadeniz’e açılmasına izin verildi. Ancak ilerleyen günlerde Alman baskıları şiddetle artmaya devam etti. Yeni durum karşısında Sadrazam Sait Halim Paşa ihtiyatlı davranıyordu. Talat ve Halil Beyler savaşa girmeye meyilli görünüyorlardı. Enver Paşa ise Karargâh-ı Umumide iki kutuplu bir baskı altında kalıyor ve bu da kararlarının günlük olarak değişmesine sebebiyet veriyordu. Enver Paşa’nın bu ikileminin farkında olan Liman Paşa, baskı yoluyla ona savaşa girme kararı aldırmaya çalışıyordu. Bu baskı bazen tehdit şekline dönüşüyordu. Liman Paşa bir keresinde derhal savaşa girme kararı alınmazsa Goben ve Breslau gemilerini tahrip edip Almanya’ya döneceğini söyledi.233 Liman Paşa, 20 Ekim’de Enver Paşa ile görüşerek baskılarını arttırdı. Bu görüşmenin ardından Liman’ın etkisinde kalan Enver Paşa, vaziyeti tekrar görüşmek için Hafız Hakkı Bey ve Bronsart ile bir toplantı yaptı. Bu toplantı sonrasında Enver Paşa’nın Almanların etkisinde kaldığını gören Hafız Hakkı Bey, Karabekir ve Ali İhsan Beylerle görüşerek kışın savaşa girmenin zararları üzerine bir rapor yazıp Enver Paşa’ya sunmayı teklif etti. Hafız Hakkı Bey’in 21 Ekim’de Enver Paşa’ya sunduğu aynı zamanda savaş planı kapsamında değerlendirilen bu rapor özetle şöyledir: Karadeniz’de iki taraf donanmalarının çarpışmalarından bir savaş meydana gelirse: Mısır, Aden, Basra ve İran yönlerinden yapılacak hareketlerin hepsi düzensiz kuvvetlerdir. Bunlardan ancak geçici zamanlar için istifade edilebilir. Savaş uzun sürerse, birbiri aleyhine dönmeleri veya kaçmaları muhtemeldir. Bunun için bunlardan harp sonunda istifade edilebilir. 232 233 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 52. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 68-70. 79 Kafkas Cephesinde bizim 70. 000 tüfek, 20. 000 kılıç, 172 topa karşı Rusların, 140. 000 tüfek, 17. 000 kılıç, 472 topu vardır. Şu halde harbe girmekle bu cephede kışın mağlup olmaklığımız da muhtemeldir. Biz bu kadar kuvveti iaşede zorluk çekerken, daha fazla kuvvet yığmamıza imkân yoktur. Odesa’ya çıkarma yapmanın imkânsızlığını Amiral Suschon da söylüyor. Bu kış müttefiklerimiz Sırbistan’ı mağlup ederek, Romanya ve Bulgaristan’ı kendi taraflarına çekmeye mecbur ederlerse, o halde noksanlarını ikmal etmiş, talim ve terbiyesini tamamlamış olan Osmanlı ordusu her tarafta Ruslara karşı mühim bir iş görebilir. Özetle donanmaların Karadeniz’de bir harbe sebebiyet vermeleri halinde; a) Kafkasya sınırında savunmada kalınır: süvari ve çeteler sınırı geçer, b) Geri kalan kuvvetlerimiz İstanbul civarında barıştaymış gibi harbe hazırlanır ve Boğazlara karşı olan taarruzu şiddetle defeder, c) Mısır’a karşı iyi hazırlandıktan sonra taarruza geçilir. Netice: Donanmaların harbe sebebiyet vermeleri halinde Mısır’a karşı taarruzdan başka bir şey yapılamıyor ve Kafkas Cephesi’nde vaziyet şimdikinden daha müşkül oluyor. Yalnız Mısır’a taarruz için erkenden harbe girmenin bütün musibetlerini yüklenmek hususunda faydalı olup olmadığını önceden düşünmek lazım. Mısır’a taarruzdan maksat Süveyş Kanalı’nı kapamak ise, onu çetelerle ve baltalama hareketleriyle kısmen temin etmek mümkündür. Güney Afrika isyanı doğru ise, bir dereceye kadar oraya kuvvet sevkine sebep olacağından Süveyş Kanalı’nın bu günkü ehemmiyetinin bir harbe değip değmeyeceği düşünülmelidir.234 İmza: Hafız Hakkı Planın en dikkat çekici yönü ‘’iki taraf donamalarının Karadeniz’de harbe sebebiyet vermeleri halinde’’ ibaresiyle başlamasıdır. Buradan anlaşılan; gerek Liman’ın gerekse Hafız Hakkı Bey ve Bronsart’ın Enver Paşa ile görüşmelerinde bu konunun gündeme gelmiş olmasıdır. Bu da Türk Erkânıharbiyesinin, Amiral Suschon’un Karadeniz’e çıkmasından duyduğu endişeyi haklı çıkarmaktadır. Öteden beri üzerinde durulan esas, olan Türk donanmasının ani bir baskınla Rus donanmasını 234 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 345-346. Ayrıca Bkz. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 61-62. 80 tahrip veya imha etmesi ve böylelikle Karadeniz’de üstünlüğü sağlayarak Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi yönündeydi. Almanlar en sonunda bu amacı gerçekleştirecek ortamı hazırlamışlardı. Artık Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi an meselesiydi. Bu plan, 4 Eylül tarihli savaş planı ile karşılaştırıldığında, arada büyük farkların olduğu görülür. Hafız Hakkı Bey ilk raporunda Bulgarlar ile müttefiklik durumundan bahsetmişti. Oysa bu raporda Bulgarların durumunun belirsizliği ifade edildi. Sofya’ya gidip bizzat Bulgar yetkilileri ile görüşmesinin bu düşüncesinde büyük etkisi olduğunu söylemek gerekir. Yine Yunanistan’ın Türkiye aleyhine hareket edeceği ihtimali bu planın esaslarındandı. İlk plandaki aşırı düşüncülerden eser yoktu. İran, Mısır ve Aden’e taarruz fikrinden vazgeçildi. Süveyş Kanalı’nı kapama işinin çetelerle ve baltalama hareketleriyle gerçekleştirilebileceği söylendi. Kafkasya’ya taarruz düşüncesi ertelendi. Bu cephede savunmada kalınması öngörüldü. Bu taarruz için kullanılacak kuvvetlerin İstanbul çevresine yığılması fikri ortaya atıldı. İstanbul ve çevresine önem verilmesinin sebebi, henüz Balkan Devletlerinin tarafsızlığının veya Osmanlı lehine ittifaka girmelerinin sağlanamamasıdır. İlk planda gerektiğinde kışında savaşa girilebileceği bildirilmişti. Bu planda ise ilkbahara kadar beklemenin zarureti kesin bir dille ifade edildi. Odesa’ya asker çıkarma fikrinin gereksizliği ise her iki planda da ortaktır. Bununla birlikte bu planın, Sofya dönüşü kaleme alınan raporla tam bir uyum içerisinde olduğu söylenebilir. Böylelikle Hafız Hakkı’nın ‘’ilkbahara kadar savaşa girmeme’’ düşüncesinin Sofya dönüşünden sonra artık kesinlik kazandığı görülmektedir. Bu plan hakkında yapılan yorumlar 4 Eylül tarihli plan hakkında yapılan yorumlara kıyasla daha olumludur. Cemal Akbay bu planı hayalden gerçeğe dönüş olarak nitelemektedir.235 Fevzi Çakmak’ın ilk plana yaptığı ağır eleştiriler yerini daha ılımlı ifadelere bırakmıştır.236 Karabekir ve Ali İhsan Beylerin görüşleri ise Hafız Hakkı Bey ile aynıdır. Neticede bu plan Karargâh-ı Umumideki Türk subaylar arasında kararlaştırılan ilkbahara kadar savaşa girmeme fikrinin bir sonucu olarak kaleme alınmıştır. Ancak Karadeniz olayının meydana gelmesiyle bu plan rafa kaldırılmıştır. Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilişi meselesiyle ilgili farklı görüşler mevcuttur. Birçok yazar, Hafız Hakkı Bey’in, 21 Ekim tarihli savaş planında da 235 Akbay, Siyasi ve Askeri Hazırlıklar, 165. Belen’de aynı görüştedir. Bkz. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 61. 236 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 21-22. 81 belirttiği üzere ilkbahara kadar savaşa girmemenin gerekliliğini Alman Genel Karargâhına anlatmak, onları ikna etmek için kabinenin kararıyla bu seyahati gerçekleştirdiğini yazmaktadır. Nitekim onun niyeti gerçekten de böyledir. Bazılarına göre ise Berlin seyahati tamamıyla gizli bir tertiptir. Bu görüşe göre Osmanlı Devlet adamları zaten savaşa karar vermişlerdir. Hafız Hakkı Bey savaş aleyhtarıdır ve bu kararın tatbikine muhalefet olamaması için sözde bir seyahat tertip edilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Daha öncede ifade edildiği gibi Almanların, Osmanlı Devleti’ni savaşa sürüklemeye çalıştığı ilk iki teşebbüs Hafız Hakkı Bey’in çalışmalarıyla sonuçsuz kalmıştı. Üçüncü teşebbüs başarıya ulaşmalıydı. Bu yüzden muhalefetin başındaki isim ‘’Hafız Hakkı’’ İstanbul’dan uzaklaştırılmalıydı. Hafız Hakkı Bey, Şerif İlden Bey’in ifade ettiği gibi Karargâh-ı Umumide bir hizipti.237 Belli bir döneme kadar, savaş aleyhtarı olan Türk subaylarının lideri konumundaydı ve etki ettiği çevre bakımından önemli bir şahıstı. Hafız Hakkı Bey 20 Ekim görüşmelerinden sonra kaleme aldığı planında ilkbahara kadar savaşa girmeme görüşünü savunmuştu. Böylelikle Karargâh-ı Umumide savaş aleyhtarı olan en güçlü sima olarak sivrilmişti. Hafız Hakkı Bey’in bu planı üzerine Alman baskıları devam etti. 24 Ekim 1914’te Alman Elçisi Wangenheim, Tarabya’daki Alman Elçiliğinde bir öğle yemeği düzenledi. Bu yemeğe Sadrazam Sait Halim Paşa, Talat ve Halil Beyler ile Enver ve Cemal Paşalar da davet edildi. Yemekten sonra çalışma odasında düzenlenen toplantıda Wangenheim Osmanlı Hükümetinin borçlanma teklifinin Almanya tarafından kabul edildiğini artık savaşa girme hususunda hiçbir engelin kalmadığını söyledi. Davetin asıl amacı kabinenin nüfuzlu üyelerini savaşa girmek için ikna etmekten başka bir şey değildi. Bu yüzden birçok araştırmacı bu görüşme neticesinde Osmanlı Devlet erkânının savaşa girmeye karar verdiğini yazmaktadır. Bununla birlikte toplantıda hazır bulunan Osmanlı ricalinin, Alman Elçisi’nin teklifine nasıl karşılık verdikleri tam olarak bilinmemektedir. Ancak Cemal 237 Şerif İlden Genel Karargâhtaki hizipleşmeye dair şunları söylemektedir: ‘’Enver ve Hafız Hakkı merhumun yaratılışları –birinin inatçı, öbürünün ilgisiz ve her ikisinin birden büyüklük komplekslerinin etkisiyle- ataşemiliterlilte geçirdikleri hayat sırasında pek fazla bir şey öğrenmelerine uygun olmamıştı. Demek ki özetle, her iki öbür sınıf arkadaşından bilimsel değer ve kavrayış bakımından farklı bir şey değillerdi. İşte bu nedenle hem biri öbürünü çekemedi hem de yakın çevrelerinde rütbe düşkünü olan subaylar tarafından haklı olarak rakip gibi görüldüler: iki muhalif parti oluşuyordu. Genel Karargâhta bu iki muhalif parti ilkeleri yönünden ayrılacak bir yön bulmuşlar, Enver Partisi Almanya İmparatoru’nun verdiği sözlere dayanmış. Öbür taraf ülkeyi, özellikle orduyu Alman emellerine tutsak etmemeyi amaç edinmiş.’’ (İlden, Sarıkamış, 107). 82 Paşa’nın hatıralarında yer alan şu bilgiler meselenin anlaşılması bakımından önemlidir: ‘’Sefir Wangenheim’in öğle yemeğinden sonra, akşama sabaha harbe dâhil olmaklığımız muhtemel olduğundan artık Fransız ve İngiliz sefirleriyle temasımı kesmeye başladım.’’ 238 Buradan anlaşıldığı üzere Alman Elçisi’nin teklifine karşı Türk cephesinden fazla bir mukavemet gösterilmemiştir. Talat ve Halil Beyler ise hatıralarında bu konuya temas etmemişlerdir. Bu yemekten bir gün sonra Encümen-i Vükela toplantısı yapıldı. Toplantıda bu mesele görüşüldü. Uzun uzadıya süren münakaşalar neticesinde iki görüş üzerinde duruldu: 1) Hemen savaşa girmek, 2) Daha altı ay tarafsız kalma lüzumuna Almanları ikna etmek için Meclis-i Mebussan Reisi Halil Bey ile Reis-i Sani Hafız Hakkı Bey’i Berlin’e göndermek.239 Maliye Nazırı Cavit Bey ile Sadrazam ikinci seçenek üzerinde durdular. Diğerleri ise derhal savaşa girme taraftarı idiler. Ancak ikinci seçenek kabul edildi ve Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gitmesi kararlaştırıldı. Meselenin ciddi olduğunu göstermek için Bronsart’ın da Hafız Hakkı Bey ile gitmesi öngörüldü. İkinci bir görüşe göre ise Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilme kararı bu toplantıdan önce verilmiştir. Söz konusu seyahat göstermelik yapılmıştır. 20 Ekim görüşmelerinde Enver Paşa’nın Bronsart’a yönelttiği ‘’ Karadeniz’de iki taraf filolarının harbe sebebiyet vermeleri halinde ne yapılmalıdır? ‘’ sorusuna cevap olarak Bronsart bir savaş planı hazırladı. 21 Ekim’de Enver Paşa’ya sunduğu bu planında şu görüşleri savundu: 1) Türk donanması savaş ilan etmeden Karadeniz’deki Rus donanmasına baskın yaparak deniz üstünlüğünü kazanmalı. Hareket zamanı Amiral Suschon’a bırakılmalı, 2) Rusya’nın savaş ilan etmesi üzerine Padişah cihat ilan etmeli, 3) Kafkas sınırında Ruslara taarruz edilmeli, 4) 8. Kolordu ihtiyaç halinde 12. Kolordu ile takviye edilerek Mısır üzerine hareket etmeli. 238 239 Cemal Paşa, Hatıralar, 159. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 231-232. 83 Donanmanın ani bir baskınına dayandırılan bu hareket doğrudan Osmanlı Devleti’ni savaşın içine sokuyordu. Enver Paşa, 21 Ekim’de Karargah-ı Umumide kimsenin haberi olmadan bu planı kabul etti ve burada belirtilen hususların uygulanacağını Alman Genel Karargâhına şifreli yazıyla bildirdi.240 Bu rapor Almanya’ya gönderildikten bir gün sonra 22 Ekim’de Enver Paşa, Amiral Suschon’a şu sözlü emiri verdi: ‘’filomuz Karadeniz’de üstünlüğü elde etmelidir. Rus filosunu arayınız ve harp ilan etmeden bulduğunuz yerde ona hücum ediniz.’’ Karabekir ve Ali İhsan Beyler Karargâh-ı Umuminin asla bu sözlü emirden haberdar olmadıklarını yazmaktadırlar. Amiral Suschon bu sözlü emiri Alman Elçiliğine bildirdi. Şüphesiz amacı bu emirin resmiyet kazanmasını sağlamaktı.241 Bu iki hadiseden sonra artık Osmanlı Devleti’nin resmen savaşa girdiği söylenebilir. Geriye kararın tatbik edilmesi kalmıştı. Bu da Karadeniz olayı ile gerçekleşecekti. Bu kararlardan Sadrazam’ın ve kabinenin diğer üyelerinin ne derecede haberdar olduğu bilinmemektedir. Aynı günün akşamı Enver Paşa ve Talat Bey, Halil Bey’in evine gidip orada durumu tekrar münakaşa ettiler. Halil Bey bu görüşmeyi ve alınan kararı şöyle anlatır: ‘’ 22 Ekim 1914 akşam karanlığında Talat Bey’le Enver Paşa Maçka’daki Meclis-i Mebussan Riyaset Konağı’na geldiler. Talat Bey: -Vaziyet hakkında seninle konuşmaya geldik. Bir taraftan Alman ve Avusturya sefirleri harbe girmekliğimiz için sıkıştırıyor, diğer taraftan da İtilaf Devletleri süferası istediğimiz teminatı vermemekle beraber Alman zabitanının çıkarılması için tazyiklerini arttırıyorlar. Biz de iki arada bocalayıp duruyoruz. Gün geçtikçe hem müttefiklerimizin itimadını kaybetmek hem de diğerlerinin günden güne husumetlerini celp eylemek… Buna her gün cepten yeme denir. Binaenaleyh kati karar almak zorundayız- dedi. Cevaben dedim ki: 240 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 76-78. Fevzi Çakmak ‘’Büyük Harp’te Şark Cephesi Harekâtı’’ adlı eserinin sekizinci sayfasında bu planın özetini verir ve onu 21 Ağustos ( Rumi: 8 Ağustos) tarihli gösterir. Oysa bu plan için verilen orijinal tarih Rumi 8. 8. 1330’dur. Rumi yılın 1 Mart’ta başlaması sebebiyle sekizinci ay Ağustos değil Ekim’dir. Bu yüzden bu tarih miladi 21 Ekim 1914’e denktir. Nitekim Kâzım Karabekir ve Ali İhsan Sabis’in eserlerinde de bu plan için verilen tarih 20-21 Ekim 1914’tür. Her ikisinde de bu planın 20 Ekim görüşmelerinin sonucunda hazırlandığı görüşü mevcuttur. Bununla birlikte iki eserde de ( Karabekir ve Sabis) Bronsat’ın 20-21 Ağustos’ta bir savaş planı hazırladığına dair bilgi bulunmamaktadır. Nitekim adı geçen planın içeriği ve tatbiki itibariyle Ağustos ayında hazırlanma ihtimali yoktur. Çakmak’ın yaptığı bu çeviri hatası maalesef ona atıfta bulunan eserlerde de olduğu gibi tekrarlanmış ve değerlendirmeler buna göre yapılmıştır. Bu hata yüzünden Bronsart’ın planı Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki ilk savaş planı olarak kabul edilmiştir. Bu halde seferberlikten sonraki ilk harp planı 4 Eylül tarihli Hafız Hakkı planıdır. (Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III, Kıs. 1, 215). 241 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III, Kıs. 1, 229-230. 84 -Bu sırada harbe girmekliğimiz melhuz bir tehlikeden sakınmak için devleti kati bir izmihlale sevk etmek olur. Zira iki tarafla müzakerede olduklarına şüphe olmayan Bulgarlar bir harbe girdikten sonra üzerimize saldırırlarsa iki ateş arasına düşecek olan İstanbul ve Boğaz’ın az zamanda sukut eylemesi muhakkaktır. Bunu görmek için asker olmaya da lüzum olmadığı kanaatindeyim. Alman ve Avusturya sefirlerinin ısrarlarında da bir mantık görmüyorum. Zira bizim kendilerine yapabileceğimiz en büyük yardım, Boğazları sıkı tutmaktan ibarettir. Bunu berhava edecek bir teşebbüsün icrasında ısrar göstermek adeta cinnettir.Sesi hala kulağımdadır; Talat Bey, Enver Paşa’ya tevcih-i kelam ederek: -Halil’in delilleri gayet kuvvetlidir. Sadrazam Paşa’ya arz edelim, kendisini Berlin ve Viyana’ya gönderelim, iki hükümete de bize söylediklerini anlatsın. Sefirlerin iz’acatından kurtulalım. Hiç olmazsa müttefiklerimizin itimadını muhafaza edelim. Sen de askeri vaziyeti izah için Erkânıharbiyeden Hafız Hakkı’yı gönder- dedi. Enver Paşa bu teklifi muvafık buldu. Sadrazam Paşa’ya arz etmişler. Heyet-i Vükela’dan benim ve Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gitmekliğimiz karargir olmuş. Üç gün sonra Sadrazam: - Halil Bey, Talat Bey’le görüştüm. Berlin’e gidiniz, vaziyeti izah ediniz- dedi. Hazırlanmaya koyuldum. Bronsart Paşa ile Hafız Hakkı Bey bir askeri trenle o gün hareket etmişler. Ben de bayramın ilk günü muayede merasiminde bulunduktan sonra hareket edecektim. 29 Ekim 1914 arife günü, bizim donanma ile Rus harp sefineleri arasında müsademe vuku bulmuş ve muharebe bunu takip eylemiş olduğundan bu seyahat maalesef icra edilememiştir. ’’ 242 Buradan anlaşıldığı üzere Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gitme kararı 22 Ekim akşamı alınmış, 25 Ekim’deki Encümen-i Vükela toplantısında yinelenerek resmileştirilmiştir. Ancak Enver Paşa’nın bu kararı kabul etmesi, 21 Ekim’de Almanya’ya gönderdiği şifre ve Amiral Suschon’a verdiği sözlü emir dikkate alındığında tam bir tezat içermektedir. 243 Karabekir, Enver Paşa’nın 24 Ekim’deki ziyafete gitmeden önce arkadaşlarına Almanlarla yaptığı antlaşmayı haber vermediğini ve yemek esnasında bunu arkadaşlarına kabul ettirmek yolunu tuttuğunu iddia etmektedir.244 Bununla birlikte bu 242 İsmail Arar, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1986, 204-205. 243 Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III, Kıs. 1, 229-230. 244 Karabekir ayrıca şunları söylemektedir: ‘’ sefirin davetine icabet edenlerden Cemal Paşa ve Talat Bey’in yazdıkları hatıralara göre, Enver’in verdiği karardan haberleri yokmuş. Enver Paşa’nın bu işi 85 ziyafette alınan kesin karar tam olarak bilinmemektedir. Söz konusu ziyafetteki meseleleri müzakere etmek için 25 Ekim’de toplanan Encümen-i Vükela toplantısında Hafız Hakkı Bey’in Berlin seyahati resmiyet kazandı. Ancak Enver Paşa aynı gün yine verilen karara yine zıt olarak Alman Elçisi’nin isteği üzerine Amiral Suschon’ a şu yazılı (aynı emir daha önceden sözlü olarak verilmişti)emri verdi: ‘’ Bütün filo Karadeniz’de manevra yapmalıdır. Vaziyeti müsait bulduğunuz anda Rus filosuna hücum ediniz. Muhasemata başlamazdan evvel bu sabah size verdiğim emri açınız. Sırbistan’a mühimmat naklinin önüne geçmek için yukarıda kabul edilmiş olduğu üzere hareket ediniz.’’245 Bu halde Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilmesi tamamıyla göstermelik bir karardı. Kendisi ve bir takım kabine üyeleri durumun farkında değillerdi. Ancak Enver Paşa’nın olup biten her şeyden haberi vardı ve bu hareketinde iki amaç gütmekteydi; 1) Önceden verilen bir kararı tatbik ederek kamuoyunu telaşa sevk etmemek, 2) Bu sayede Hafız Hakkı Bey’i İstanbul’da uzaklaştırarak, onun tepkisinin önüne geçmek Ali İhsan Bey, Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilmesiyle ilgili şunları söylemektedir: ‘’Harbe, Karadeniz’de vuku bulacak bir hadise ile girmek meselesi, ilk önce Enver Paşa ile Alman Sefiri ve Amiral Suschon arasında görüşülmüştür. Bundan sonra Alman Karargâh-ı Umumisinin tazyiki üzerine böyle bir karar Enver Paşa ile Liman ve Bronsart Paşalar tarafından 20. 10. 1914’te verilmiş ve daha sonra bu karar Talat Bey’e ifşa olunmuştur. Bu arada Cemal Paşa bu karara Bahriye Nazırı sıfatıyla iştirak ettirilmiş ve nihayet Halil Bey ikna olunmak ve hiç olmazsa haberdar edilmek istenilmiştir. Hafız Hakkı bir pot kırmasın diye Bronsart’la Berlin’e gönderilmiş, Sait Halim Paşa’ya açmış olması da hiç beklenemez. Zaten kendisi de isticvabında bunu tasrih ediyor. Şu vaziyete göre Enver Paşa’nın artık hükümete harp kararını verdirmek için kabine arkadaşlarının en nüfuzluları üzerinde tesir yapmaya çalışmış ve yahut kendi yaptığını onlara sezdirmemek için ihtiyatkâr bir yol tutmuş olması, birer ihtimal olarak karşımıza çıkar. Esasen Enver Paşa’nın vazife ve arkadaşlık bakımından en yakını olan Erkan-ı Harbiye Reis-i Sanisi Hafız Hakkı Bey’e bile haber vermeden, kendi başına Almanlarla harp ihdasına karar vermesi, kendisi için hem hukuki hem ahlaki noktadan ağır bir suçtur. Buna yukardaki ihtimallerin ifade ettiği şıklardan herhangi biri eklenince, Paşa’nın mesuliyet yükü daha ziyade ağırlaşır.(Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 351). 245 ‘’Emir ilk olarak 22 Ekim’de Amiral Suschon’a sözlü olarak verilmişti. Almanların buna resmiyet kazandırma isteklerinden dolayı Enver Paşa bu kez 25 Ekim’de aynı emri yazılı olarak Amiral Suschon’a teslim etti.’’ (Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III, Kıs. 1, 233). 86 Sadrazam’ı oyalamak için Halil Bey’inde bunlarla beraber ve arkaları sıra gitmesi tertip ve tanzim olunmuştur.’’246 Karabekir’in ise bu meseleye ait yorumu şöyledir: ‘’25 (12) Birinciteşrin Pazar günü yani Alman Sefiri’nin yemeğe ve harbe davet ettiğinin ertesi günü, encümen-i vükela toplanıyor. Harbe derhal girmek lüzumu müzakeresi açılıyor. Burada, Sadrazam ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa tereddüt gösteriyor. Maliye Nazırı Cavit Bey aleyhtar bulunuyor. Bu suretle ortaya iki teklif çıkıyor: 1) Almanların arzusu veçhile artık harbe derhal girelim. 2) Altı ay daha bitarafsızlığımızı muhafaza ederek kışı geçirelim. Cemal Paşa’nın ifadesine göre, Cavit Bey’le Sadrazam’dan başka nazırlar, derhal harbe girmek taraftarı olmuşlar. Neticede meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey’in, Erkan-ı Harbiye Reis- Sanisi Hafız Hakkı Bey’le Alman Karargâh-ı Umumisine giderek ikinci fikrin kabul ettirilmesine karar verilmiş, işin ciddi ve samimi olduğunu göstermek için de Erkan-ı Harbiye Reisi Bronsart da birlikte gönderiliyor! Bu mesele çok naziktir çünkü Hafız Hakkı Bey bu kışın harbe girmenin tamamıyla aleyhinde idi. Bir münasebetsizlik çıkarır kaygısıyla memleketten çıkarıldığı anlaşılıyor. Çünkü bu heyetin hareket ettiği gün Osmanlı donanması da Enver Paşa’dan lazım gelen emirleri alarak Karadeniz’e çıkıyor ve Rus sahillerini topa tutuyor. Burada Halil Bey’e tarihi bir sual daha teveccüh ediyor ki o da şudur: Türk erkân-ı harbiyesini temsil eden Reis-i Sani Hafız Hakkı Bey’i, harp aleyhtarıdır diye o aralık memleketten uzaklaştırmak fikrini kim ortaya çıkardı? Ve bu vazifeyi Halil Bey ne diye üzerine aldı?’’247 Karabekir’de tıpkı Sabis gibi bu tertibin Hafız Hakkı’nın tepkisini engellemek için yapıldığını iddia etmektedir. Ona göre Halil Bey’de bu tertibin içindedir. Nitekim Halil Bey’in hatıralarında Alman Elçisi’nin yemek davetinde konuşulanlara dair bilgi yer almaması, bayram merasimini bahane ederek Berlin seyahatini geciktirmesi ve bu sırada Karadeniz olayının patlak vermesi, Karabekir’in görüşünü destekler niteliktedir. Son olarak Hafız Hakkı Bey’in günlüklerinde yer alan şu bilgiler meseleyi kesin çözüme kavuşturmak açısından önemlidir: ‘’Donanma kumandanına şöyle bir emir hazırlanmış idi: 246 247 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 80. Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 352. 87 - Rus donanmasını mahvederek Karadeniz hâkimiyetini kazanmakBu emir benim kasada duruyordu. Ancak icabında ve zamanında verilecekti. Bizim hareketimizden evvel Nazır (Enver Paşa) emri istedi. –Suşon’a vereceğim kapalı bir zarf içinde, lazım olduğu zaman aç diyeceğim- dedi. Ben şüphelendim. Rica ettim dinlemedi. Hâlbuki iş büsbütün başka türlü olmuş ve Suşon kendisi Alman kafasıyla açmış, yapmış, etmiş, bizi vakitsiz bir harbe sürüklemiş. Bundan sonra artık vaziyeti selamete çıkarmak için canla başla çalışmak lazım.’’248 Hafız Hakkı, Amiral Suschon’un emri kendi Alman kafasıyla açtığını söylese de, daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu olay Enver Paşa’nın isteği ile gerçekleşmiştir. Hafız Hakkı’nın kendisi hakkındaki tertiplerden haberdar olmadığı bu ifadelerinden açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca böylesine önemli bir emrin Hafız Hakkı’nın kasasında bulunması onun bu kurumdaki nüfuzunu anlamak bakımından önemlidir. Karabekir ve Ali İhsan Beyler böyle bir emirden Karargah-ı Umuminin haberi olmadığını söylemektedirler. Hafız Hakkı böylesine önemli bir emrin mevcudiyetini ve bunun kendi tarafından muhafaza edildiğini arkadaşlarından saklamış olacaktır. Sonuç olarak Hafız Hakkı’nın savaş aleyhtarı hizibin başında olması ve 21 Ekim tarihli raporunda ilkbahara kadar savaşa girmeme fikrini şiddetle savunması bu tertibi anlamak bakımından yeterlidir. Hafız Hakkı, Encümen-i Vükelanın kararı üzerine 25 Ekim akşamı Bronsart Paşa ile birlikte yola çıktı. Onun amacı raporunda belirlediği hususları Alman Genel Karargâhına anlatmak ve ilkbahara kadar savaşa girmeme hususunda onları ikna etmekti. Ayrıca ordunun ihtiyaç duyduğu bir takım malzemeyi temin etmek için Alman yetkililerle görüşecekti. Ancak Hafız Hakkı Berlin’e vardığı gün 29 Ekim’de Karadeniz olayı patlak verdi ve hemen İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Bu yüzden Berlin’deki faaliyetleri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Günlüklerinde de bu meseleye yeterince temas etmemiştir. Karadeniz olayına odaklanmış olmalıdır. Çünkü artık savaşa girildiği için Almanlarla görüşecek bir şey yoktur. Alman Genel Karargâhından çıkan Hafız Hakkı, Türkiye’nin Almanya Elçisi Mahmut Muhtar Paşa ile görüşmüştür. Günlüklerinde onun şiddetli bir savaş taraftarı olduğunu yazmaktadır.249 248 249 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 42-43. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 40. 88 2.4.1.5. Hafız Hakkı Bey’in Kasım Ayı içerisindeki Faaliyetleri Hafız Hakkı Bey, Karadeniz olayına kadar ihtiyatlı davranmıştı. İlkbahara kadar savaşa girmeme fikrini savunmuştu. Ancak bunu engelleyemedi. Bu yüzden Berlin’den döndükten sonra fikirleri değişmeye başladı. Artık süratle hareket edilmesi düşüncesindeydi. Günlüklerinde yer alan şu ifadeler bu değişikliği açıkça göstermektedir: ‘’Harp başlamadan evvel son derece ihtiyatkâr olduğum halde şimdi artık bütün şiddetle cüretkâr davranmak lüzumunu hissediyorum ve bütün mantığımla ve zekâmla bu esası yürütmeye çalışıyorum ve hamdolsun yürütüyorum.’’250 Kasım ayı içerisindeki faaliyetlerinde bu değişiklik kendini göstermektedir. Deyim yerindeyse Hafız Hakkı Bey artık muhalefetten ayrılıp iktidarın safında yer almaya başlamıştır. Hafız Hakkı Bey, Kasım ayı başından itibaren çeşitli cephelerdeki durum ile ilgilenmeye başladı. Birliklerin konuşlanması, iaşe ve cephane vaziyetleri ile ilgili emirler yazmakla meşguldü. Almanya’dan gelen topların ve diğer cephanenin geçişini ve Rusların, Sırplara gönderdikleri şifrelerin geçmesine engel olmak için RomanyaSırbistan-Bulgaristan-Avusturya sınırlarının birleştiği noktanın Avusturya tarafından işgal edilmesini teklif etti. Bu teklif kabul edildi. Bunun yanı sıra Mısır Cephesi ile de ilgiliydi. 8. Kolordunun durumu hakkında tetkikler yapıyor, bunu Enver ve Bronsart Paşalarla tartışıyordu. Ancak Hafız Hakkı Bey’in asıl ilgi noktası Kafkas Cephesi idi. Balkanlarda vaziyetin henüz belli olmaması İstanbul ve çevresindeki birlikleri şimdilik hareketsiz bırakmıştı. Mısır ikinci derecede önemliydi. Buna karşılık Kafkas Cephesi’ne III. Ordu nakledilmişti ve Rusya ile karşılıklı savaş ilanından sonra ilk çarpışmalar burada yaşanmaya başlamıştı. Kafkas Cephesi kesin sonuç alınabilecek bir cephe olarak düşünülmüştü. Bu cephenin açılmasının amacı Almanya Cephesi’ndeki Rus birliklerinin bir kısmının dikkatini buraya çekmek ve böylelikle batıda Almanya’yı rahatlatmaktı. Almanya’nın savaşta galip geleceği düşünülüyordu ve savaşın sonunda galip devletlerle masaya oturmak için faydalı işler yapma düşüncesi hâkimdi.251 Bu sıralarda Kafkas Cephesi’nde Köprüköy Savaşları yaşanıyordu. III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa idi. Ruslara karşı başarılı hareketler düzenlenmesine rağmen Hasan İzzet Paşa nezdinde lojistik eksiklerden kaynaklanan bir tereddüt 250 251 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 65. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 45. 89 hâkimdi. Hafız Hakkı Bey, ordunun iaşe meselesi ile bizzat ilgileniyordu. 4 Kasım 1914’te bir miktar arpa ile elli bin lira parayı III. Orduya gönderdi. Trabzon Valisi’ne ordunun iaşe temini için şifreler yazdı. Bu arada cepheye erzak ile birlikte iki de tayyare gönderen Mithat Paşa, Bezm-i Âlem ve Behr-i Ahmer vapurlarının Ereğli açıklarında Rus donanması tarafından batırılmasına fena halde canı sıkılmıştı. Bu vapurlardaki erzakın III. Orduya ulaşamamasının meydana getirdiği sıkıntılar ileride kendini gösterecekti.252 Hafız Hakkı Bey sürekli olarak Hasan İzzet Paşa’ya telgraflar göndererek onu taarruza teşvik ediyordu. Hasan İzzet Paşa 10 Kasım’da gönderdiği bir telgrafta sonraki gün için taarruz müjdesini vermişti. Üç gün süren taarruz sonunda kısmi başarılar elde edildi ve düşman genel olarak doğuya doğru çekilmeye başladı.253 III. Ordudan gelen iyi haberler Karargâh-ı Umumide yeni bir ümidin doğmasına sebep oldu. Hafız Hakkı Bey’in önceden düşündüğü Kafkasya’ya taarruz fikri yeniden gündeme geldi ki Enver Paşa da bu fikre katılıyordu. Yavaş yavaş Sarıkamış Harekâtı’nın zemini oluşturulmaya başlanıyordu. Hafız Hakkı Bey bu amacı gerçekleştirmek için Kars-Ardahan-Batum hattının zapt edilmesi gerektiğini söylüyordu. Ona göre III. Ordunun iaşesi Trabzon ve Erzincan’dan sağlanamazdı. Bunun için biran önce Batum zapt edilmeli ve ordunun iaşesi buraya dayandırılmalıydı. Hafız Hakkı Bey, Batum yolunun Trabzon yolundan daha kısa ve elverişli olduğunu düşünüyordu. Böyle bir hareketin yapılması halinde Batum içlerinde ve Kafkasya’da ilerleyecek ordunun iaşesinin nasıl karşılanacağına yönelik planları ise ilginçti. Günlüklerinde bu meseleye çözüm olarak şunları söylemektedir: ‘’Ordu süratle taarruzla Kars-Ardahan hattını tutmaya muvaffak olursa, orada Rusların birçok erzakını da bulur. Oradan firar edecek olan Rus ahalinin bırakacağı kışlık zahire de ayrıca üzerine caba!...Sefer planının gayesi iaşe planı ile tamamen birleşir ve azim ve himmetle kati olarak halledilemeyen bu mesele halledilir. Napolyon’un aç ve çıplak askerlerine İtalya’yı gösterdiği gibi biz de Kafkasya’ya girmeliyiz. ’’254 Böylelikle Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül tarihli savaş planında ortaya attığı aşırı görüşlere yeniden döndüğü söylenebilir. Bununla birlikte Napolyon örneğinin nasıl bir gerçeğe dayandığı bilinmemektedir. Enver Paşa’nın da zamanla kullandığı bu söylem ağır eleştirilere maruz kalmıştır. 252 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 44-49. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 154. 254 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 56-59. 253 90 16 Kasım günü Batum’un zaptı meselesi yeniden gündeme geldi. Hafız Hakkı Bey, III. Orduya bunun ne derecede mümkün olabileceğine dair bir şifre yazılmasını istedi. Ancak Ali İhsan Bey buna karşı çıktı. O emniyet bakımından Trabzon, Rize ve Hopa Limanlarının Batum limanı’ndan bir farkı olmadığını düşünüyordu. Ayrıca Hafız Hakkı’nın düşüncelerindeki değişiklik onu şaşırtmıştı. Berlin seyahati öncesinde ilkbahara kadar savaşa girmeyi uygun bulmayan Hafız Hakkı Bey, şimdi Batum’un zaptı, Kars-Ardahan istikametine taarruz ve Kafkasya’ya girmek gibi aşırı fikirleri ileri sürmeye başlamıştı.255 Bronsart’ın da bu harekâtın başarıya ulaşacağına dair tereddütleri vardı. Batum’un zaptı, henüz donanma üstünlüğü sağlanmadığı için hayal olarak görülüyordu. Enver Paşa ise bu cüretkâr fikre sıcak bakmıştı. Neticede Hafız Hakkı Bey’in Enver Paşa’yı ikna etmesiyle yukarıda adı geçen şifrenin III. Orduya gönderilmesine karar verildi.256 17 Kasım sabahı Rus donanması Rus donanması Trabzon’u topa tuttu. Hafız Hakkı Bey bu olay üzerine Bronsart’a ısrar ederek donanmanın Rus donanmasını Sivastopol önlerinde sıkıştırması için bir emir yazdırdı. Bu emir üzerine donanma Boğaz’dan hareket ettiyse de Rus donanmasını yakalamaya muvaffak olamadı. Hafız Hakkı Bey, Rus donanmasını tahrip ederek Batum’un zaptını kolaylaştırmak istiyordu. Ertesi günü III. Orduya yazılan şifrenin cevabı gelmeden I. Ordudan seçilen bir fırkanın Batum’u zapt etmesi kararlaştırıldı. Oysa Hafız Hakkı Bey Batum’un zaptı için en az bir kolordunun sevk edilmesini düşünmüştü. Yine de bu konudaki arzusunun yerine geldiğine sevinen Hafız Hakkı Bey, sonradan bu kuvvetlerin kolordu seviyesine çıkarılacağına ümit ederek mesaisine devam etti.257 Böylelikle Batum meselesi halledilmiş oluyordu. Geriye III. Ordunun hareketinin ne şekilde idare edileceği meselesi kalıyordu. Bu sırada III. Ordu cephesinde Azap Savaşları yaşanıyordu. Hasan İzzet Paşa’nın taarruz konusundaki mütereddit tavrı Karargâh-ı Umuminin tepkisini çekmişti. Bu süreç Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gidip olayları bizzat yerinde incelemesiyle sonuçlanacaktır ki bu da Sarıkamış harekâtına giden yolun başlangıcıdır. 255 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 164-165. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 65. 257 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 65-67. III. Ordudan bu konuda gelen cevabın pek olumlu olduğu söylenemez. Ana cephede düşmana taarruzdan çekinen bir ordu komutanının böyle bir yan manevrayı desteklemesi beklenemezdi. Azap Savaşları’nı takip eden günlerde odunun içine düştüğü başarısızlıktan dolayı söz konusu tümenin de Batum’a sevkinden vazgeçilerek bu iş için bir müfreze tahsis edilmiştir. (Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 61). 256 91 Şu hususu burada ifade etmek gerekir ki Hafız Hakkı Bey, Batum’un zaptı ve Kafkasya’nın istilası gibi yeni düşüncelerini üç aydan beri fikir birliği içerisinde olduğu yakın arkadaşlarından gizlemeye gayret etmiştir. Ancak yine de hareketlerinden bu değişikliği belli etmekteydi. Ali İhsan Bey Kasım ayından itibaren Hafız Hakkı Bey’de gördüğü değişikliği, yukarıda bahsedilen şifrenin III. Orduya gönderilmesi bahsinde şu sözlerle ifade etmektedir: ‘’Bugün şurası hayretimi mucip oldu ki evvelce Hafız Hakkı merhum bu münakaşalarda benimle hemfikir olduğu halde bugünkü şifrenin hazırlanması esnasında benim yeniden ileri sürdüğüm mütalaaya kulak asmıyor ve sadece kafa sallamakla geçiştiriyordu.’’258 2.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN KARARGÂH-I UMUMİ’DEKİ GÖREVİNDEN AYRILMASI Hafız Hakkı Bey’in Karargâh-ı Umumideki görevinden ayrılmasında Bronsart ile olan uyumsuzluğunun ve Alman tahakkümüne karşı olan tavrının büyük etkisi vardır. Hafız Hakkı Bey orduyu ve memleketi Alman emellerinden korumak istiyordu. Bu sebepten daha Karargâh-ı Umuminin oluşturulduğu günden itibaren Alman karşıtı bir hizip kurdu. Bu hizibin diğer önemli simaları Karabekir ve Ali İhsan Beylerdi. Bu isimler her defasında Almanların Türk çıkarlarına uygun olmayan isteklerini kendi aralarında münakaşa ediyor, ortak bir fikre varıyor ve bu fikri Hafız Hakkı Bey’in sözcülüğünde Enver Paşa ve diğer hükümet üyelerine bildirerek karşı bir etki yapmaya çalışıyorlardı. Böylelikle Enver Paşa iki kutuplu bir baskı altında kalıyordu. Ancak çoğu kez Türk subaylarının etkisinde kalıp, kararlar veriyordu. Nitekim Almanların, Osmanlı Devleti’ni savaşa sürüklemek için giriştikleri ilk iki girişim bu etki sayesinde sonuçsuz kalmıştı. Üçüncü girişim ise Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilmesi suretiyle başarıya ulaşmış ve Osmanlı Devleti vakitsiz bir savaşa sürüklenmişti. Hafız Hakkı Bey ile Bronsart ve diğer Alman askeri heyeti üyeleri arasındaki geçimsizlik savaşa girdikten sonra da devam etti. Hafız Hakkı Bey gerek savaşa giriş şekli gerekse Amiral Suschon’un hareket tarzı hakkında sürekli olarak Bronsart ile çekişiyordu.259 Günlüğünde de Alman subaylara karşı olan antipatisini sık sık gündeme getirmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir: ‘’Dört vapur öğleye kadar hazır. 258 259 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 181. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 173. 92 Maatteessüf otomobilleri Akdeniz alamadı. Alamayacağını evvelce söyledik, bir Alman vapuru vermek lazım dedik. Fakat Almanlar böyle mühim zamanda o kadar adi menfaatleri düşünüyorlar ki, tasavvur olunamaz. Bu otomobillerin gitmemesi yüzünden Hasan İzzet Paşa gayet mühim bir vasıtadan mahrum oldu. Ah! Nazır, sen bu Almanlara fazla yüz veriyorsun. Bu vatan için canı yanan, kalbi sızlayan Türklere Almanlar kadar olsun ehemmiyet vermiyorsun ve neticede işte mesela Hasan İzzet Paşa’ya şimdi hem erzak az gidiyor, hem vasıta-i nakliye… …Bu Almanlarla Karargâh-ı Umumi çorba! Bizim Bezm-i Âlem, Mithat Paşa Vapurlarından haber yok. Ereğli, Sinop Limanlarına sorduk, bilen yok. İhtimal ki battılar. Her şeyden evvel iki tayyaremizle en iyi ve yegâne iki tayyare, cephane battı, yazık!’’260 Batum’un zaptı meselesinin tartışıldığı ve hatta karara bağlandığı günlerde Hafız Hakkı Bey ile Bronsart arasındaki çekişme devam etti. Bronsart riyasete ait otomobilin kendisine ait olduğunu iddia ederek Hafız Hakkı Bey’in bu otomobile binmesini yasaklaması aralarındaki ihtilafı arttırdı. Bunun dışında Bronsart birkaç kez Hafız Hakkı Bey’i mesaiye geç gelmekle suçladı. Nihayetinde Bronsart’ın 22 Ekim’de Karargâh-ı Umumi’deki subayları toplayarak Hafız Hakkı Bey’i ima ile bir takım tekdirlerde ve ihtarlarda bulunması meseleyi kopma noktasına getirdi ve Hafız Hakkı Bey ertesi gün işe gitmedi.261 Artık Hafız Hakkı Bey’in görevine devam etmesine imkân yoktu. Karabekir ve Sabis’in hatıralarından bu sırada kendisine Erzurum’a gitme görevinin verildiği anlaşılmaktadır. Hafız Hakkı Bey’den sonra sırasıyla Karabekir ve Ali İhsan Beyler de Karargâh-ı Umumiden çıkarılıp başka vazifelere verilmişlerdir. Her ikisinin de eserlerinde önce Hafız Hakkı Bey’in ardında da kendilerinin bu kurumdan çıkarılmalarının planlı bir hareket olduğu yazmaktadır. Böylelikle Almanlar Hafız Hakkı Bey’in muhalefetinden kurtulmuş oluyorlardı. 260 261 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 49 ve 69. Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 387. 93 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA KAFKAS CEPHESİ 3.1. KAFKAS CEPHESİ’NİN COĞRAFİ KONUMU Kafkas veya Doğu Cephesi adı verilen hareket alanı; Güney Kafkasya, İran Azerbaycan’ı ve Doğu Anadolu’yu içine alan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bu cephe 400 km’si Türk-Rus ve 450 km’si Çarlık Rusya işgali altında olan İran sınırı olmak üzere yaklaşık 1.000 km kadardır. Bu, zayıf ve yetersiz kuvvetlerle geniş bir cepheyi savunmak anlamına gelir. Ancak asıl belirleyici çarpışmalar Türk-Rus sınırında özellikle Erzurum ve Kars arasındaki bölgede meydana gelmiştir. Bunun yanında Van, Musul ve İran başta olmak üzere ana cephenin güneyinde kalan bölgelere ‘’Kuvve-i Seferiye’’ adında birer tümenden ibaret kuvvetler gönderilmiştir. Coğrafya olarak dağlık ve ilkimi sert olan bu bölgenin yolları elverişsiz, kaynakları ise yetersizdir. Bu durum birliklerin birbirlerini lojistik anlamda desteklemelerini ve ulaşımı zorlaştırmaktadır. Nitekim savaş boyunca coğrafyanın yol açtığı olumsuzlukların sıkıntısı çekilmiştir.262 3.2. III. ORDU’NUN ERZURUM’A NAKLİ III. Ordunun merkezi Balkan Savaşları öncesinde Manastır’da idi. Balkan Savaşlarında yine batı ordusu olarak kalmıştı. Ancak bu savaşlarda yenik düşerek ağır kayıplar verdi ve birliklerinin bir kısmı esir oldu. Geri kalan birlikler ise anlaşma hükümlerine uygun olarak dağınık halde Arnavutluk kıyılarından vapurlarla İstanbul’a ve Anadolu kıyılarına taşındı. Bu durum III. Ordunun yeniden kurulması ve sevk, idare ve eğitiminin yeniden düzenlenmesi gereğini doğurdu. Yeniden düzenlenen bu ordunun karargâhı Erzincan’a taşındı ve bu orduya Osmanlı Devleti’nin doğu bölgesinin sorumluluğu verildi.263 2 Ağustos 1914’te seferberliğin ilan edilmesiyle III. Ordunun sefer kuruluşunun yeniden düzenlenmesine başlandı ve bu düzenlemeler Ekim ayı sonuna kadar devam 262 Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Birinci Dünya Harbi İdari Faaliyetler ve Lojistik, Gnkur. Basımevi, Ankara 1985, X, 153. 263 Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3’üncü Ordu Harekâtı, Gnkur. Basımevi, Ankara 1993, I, 51. 94 etti. Gerek Alman gerekse Türk subaylarının hazırladığı savaş planlarında Türk-Rus sınırında savunma ve taarruz fikirlerinin ele alınması sonucu bu ordunun karargâhı Alman Subay Felix Guse’nin teklifiyle bir süre için Erzurum’a nakledildi. Erzurum bu dönemde Rus sınırında bulunuyordu ve askeri açıdan büyük bir öneme sahipti. Erzurum’a nakledilen ordunun yeni görevi; Türk-Rus sınırının örtülmesi, emniyete alınması ve Rusların sınırdan kuvvet çekmeleri halinde, yapılacak bir taarruzla bu harekete engel olmasından ibaretti. Temelde sınırı örtme görevi verilen bu ordu, Rusların büyük kuvvetlerle taarruz yapmaları halinde ise Erzurum’a çekilerek burada etkili bir savunma yapacaktı.264 Başlangıçta III. Müfettişlik Bölgesindeki bütün birlikler III. Ordu merkezine dâhil edilmedi. 9. Kolordunun 29. Tümeni ile 11. Kolordunun 18. ve 24. Tümenleri III. Ordunun dışında idi. Ancak 24 Ağustos 1914’te Başkumandanlık Vekâletinden gelen bir emirle 9. 11. ve 13. Kolorduların tüm birlikleri, kolları ve menzil örgütleriyle bu orduya bağlandı.265 Kasım ayı başında ise 10. Kolordunun Erzurum’a nakledilmesine karar verildi.266 3.3. III. ORDU’NUN İAŞE VE LOJİSTİK MESELESİ Tekâlif-i Harbiye Kanunu gereğince 14 Eylül 1914 tarihinde Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, Diyarbakır, Mamuretülaziz ve Musul Vilayetleri ile Canik sancağından oluşan çok geniş bir alan III. Ordu Komutanlığına iaşe bölgesi olarak verildi. Bu bölge ordunun ihtiyaç duyduğu hububat ve hayvan yemini temin için yeterli olmakla birlikte iaşenin ordu bölgesine ulaştırılması büyük bir sorundu. Özellikle Diyarbakır ve Musul gibi uzak bölgelerdeki iaşeyi Erzurum’a nakletmek için gerekli olan taşıtlar yetersizdi. Yollar ise sevkiyat için pek uygun değildi. Bu eksikliğin önüne geçmek için Batı Anadolu ve Rumeli’deki birliklerin iaşesine temin edilmiş olan Sivas vilayeti de III. Ordu iaşe mıntıkasına dâhil edildi.267 Ancak buna rağmen bu ordunun lojistik meselesi halledilmiş değildi. Çünkü merkezden bu bölgeye değin uzanan arazide demiryolu 264 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 69. İlden, Sarıkamış, 25. 266 Yarbay Selahattin, Kafkas Cephesi’nde 10. Kolordu’nun Birinci Dünya Savaşı’nın Başlangıcından Sarıkamış Muharebelerinin Sonuna Kadar olan Harekâtı, Yay Haz: Zekeriya Türkmen, Alev Keskin, Fatma İlhan, Gnkur. Basımevi, Ankara 2006, 30. 267 Tuncay Öğün, Kafkas Cephesi’nin I. Dünya Savaşı’ndaki Lojistik Desteği, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1999, 122. 265 95 bulunmuyordu. Demiryolu Ankara’nın 100 km doğusundaki Ulukışla’ya kadar geliyordu. İaşe buradan Kayseri-Sivas-Erzurum şosesiyle III. Ordu mıntıkasına taşınıyordu ki bu yol 900 km civarındaydı. Ulukışla’dan Erzurum’a ancak bir ayda varılabiliyordu. Kışın kar yağdığında ise bu yol neredeyse tamamen kapanıyordu.268 Diğer kara yollarında da durum aşağı yukarı aynı vaziyetteydi. Seferberlik ilan edildiğinde lojistik destek sağlamaya en uygun yol Trabzon-Erzurum yoluydu. Bu yol 1914’te tamir edilmişti. Ancak Rusların, İran ticaretini Trabzon-Erzurum güzergâhından Batum-Tiflis güzergâhına kaydırmaları bu yolun eski önemini kaybetmesine sebep olmuştu. Bunun dışında Erzincan şosesi ile sahilden iç kesimlere ulaşan GiresunŞebinkarahisar, Ordu-Koyulhisar ve Samsun-Kavak şoseleri kısmen iyi durumdaydı. Geriye kalan yollar çamurlu ve köprüleri yıkılmış olduğu için ulaşıma elverişli değildi.269 III. Ordunun iaşesi büyük ölçüde malzemenin İstanbul’dan deniz yolu ile Trabzon’a, buradan da karayolu ile Erzurum’a nakledilmesi ile sağlanıyordu. Ancak Rus donanmasının Karadeniz’de kol gezmesi sebebiyle deniz nakliyatı tehlikeliydi. Nitekim zaman zaman bunun mahzurları görülmüştü; 6 Kasım 1914’te Kafkas Cephesi’ne iaşe gönderen Mithat Paşa, Bezm-i Âlem ve Bahr-i Âlem vapurları Zonguldak Ereğlisi açıklarında batırıldı. Bu vapurlar kışlık giyecek, erzak, cephane ve iki de keşif uçağı taşıyordu. Bu vapurların batırılması Kafkas Cephesi’ndeki durumu derinden etkiledi. Özellikle kışlık giysilerin cepheye ulaşamaması askerin kışın donarak kırılmasında büyük bir etken oldu.270 Alınan tedbirlerle ordunun günlük ihtiyacının karşılanmasına imkân yoktu. Taşıma araçları ve yolların yetersizliğinden dolayı ortaya çıkan durum orduyu aç kalmak tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştı. Bu eksikliği telafi etmek için erzakın cephe gerisindeki halk tarafından taşınması yoluna gidildi. Bu uygulamada yakınlık itibariyle özellikle Erzurum ve Trabzon halkının büyük yararlılıkları görülmüştür. Hamal kolları adı verilen bu birlikler savaşın sonuna kadar hizmet vermiştir.271 Ancak yine de III. Ordunun lojistiğinin hiçbir zaman tam manasıyla sağlandığı söylenemez. Savaş boyunca hep bu yetersizliğin acısı çekilmiştir. Buna karşılık Rus tarafında durum 268 Ziyanur Aksun, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2008, 186-187. Öğün, Kafkas Cephesi’nin Lojistik Desteği, 128-129. 270 Hasan Basri Efendi, Bir Gemi Kâtibinin Esaret Hatıraları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, 19-22. 271 Öğün, Kafkas Cephesi’nin Lojistik Desteği, 142-144. 269 96 Osmanlı Devleti’ne kıyasla oldukça iyi işliyordu. Ruslar 1878-1914 yılları arasında ellerinde tuttukları Kars, Ardahan, Batum ve Artvin çevresinde askeri açıdan öneme sahip birçok yol inşa ettiler. Demiryolları da gayet iyi durumdaydı. Tiflis’ten Gümrü’ye giden demiryolunu Kars ve Sarıkamış’a kadar uzatmışlardı. Ayrıca Tiflis’ten Poti ve Batum’a kadar ulaşan iki demiryolu daha mevcuttu. Bu haliyle Ruslar memleketlerinin iç kesimlerinden cepheye asker ve iaşe sevkini bir iki gün gibi kısa bir zamanda yapabiliyorlardı. Osmanlı tarafında ise durum bahsedilen nedenlerden dolayı içler acısı idi. Daha önce ifade edildiği gibi Ulukışla’dan Erzurum’a askeri ve iaşeyi sevk etmek bir aylık işti. Daha kısa olan Trabzon-Erzurum yolu ise iki hafta sürüyordu.272 3.4. KÖPRÜKÖY VE AZAP SAVAŞLARI 27 Ekim 1914’te Amiral Suschon komutasında Karadeniz’e açılan Türk donanması 29 ve 30 Ekim tarihlerinde birer Rus şehri olan Sivastopol ve Odesa’yı topa tuttu. Osmanlı Devleti’nin doğrudan savaşa girmesini gerektiren bu olaydan hükümetin birçok üyesi önceden haberdar edilmemişti. Bu yüzden savaş aleyhtarı birçok nazır istifa etti. Bunların başında Maliye Nazırı Cavit Bey geliyordu.273 Bu olay Osmanlı Devleti’ni doğrudan savaşın içine sokan bir hareket olmasına rağmen Osmanlı Hükümeti, Rusya’ya savaş ilan etmekten çekindi ve bu devletle ilişkilerini düzeltmeye yönelik bir takım faaliyetlerde bulundu. Kabine üyelerinin bir kısmı Almanya ile yapılan ittifak antlaşmasının iptal edilip, tüm Almanların ülke dışına çıkarılması yönünde görüş bildirdiler. Ancak bu teklif kabul edilmedi. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin Petersburg’daki elçisi vasıtasıyla Rus Dışişleri Bakanı Sazanov ile temasa geçilerek iki devlet arasındaki ilişkiler yumuşatılmaya çalışıldı. Karadeniz’de Türk donanmasının bir daha benzer bir harekette bulunmayacağı bildirildi. Ancak bu temaslar da işe yaramadı ve 2 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da ise İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti ise 11 Kasım’da bu devletlere karşılık verdi.274 Aynı gün Osmanlı padişahı ve aynı zamanda 300 milyon Müslüman’ın halifesi olan V. Mehmet Reşat, ordu ve donanmaya bir irade göndererek, İngiliz, Rus ve Fransız esaretinde bulunan Müslümanları cihada çağırdı. 14 Kasım’da ise Şeyhülislam Mustafa Hayri 272 Aksun, Sarıkamış Harekâtı, 186. Sina Akşin, Türkiye Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul 2002, IV, 55. 274 A.B.Şirokorad, Rusların Gözünde 240 Yıl Kıran Kırana Osmanlı-Rus Savaşları (Kırım-Balkanlar-93 Harbi ve Sarıkamış), Selence Yayınevi, İstanbul 2009, 466. 273 97 Efendi’nin Fatih Cami’sinde cihadın farz-ı ayn olduğuna dair fetvayı okumasıyla cihat ilanı halka duyuruldu.275 Ruslar, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmeden bir gün önce 1 Kasım 1914’te harekete geçtiler. Oltu’dan Ağrı Dağı’na kadar olan cephede taarruza geçen Ruslar, Türklerin sınır muhafız kuvvetlerini uzaklaştırdıktan sonra sınırdan içeriye doğru ilerlemeye başladılar. Ordu emrinde istikamet Erzurum olarak belirlenmişti.276 Bu sıralarda III. Ordunun komuta kademesi şöyleydi; III. Ordu Komutanı Tuğgeneral Hasan İzzet Paşa, III. Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Felix Guse, 9. Kolordu Komutanı Tuğgeneral Ahmet Fevzi Paşa, 11. Kolordu Komutanı Tuğgeneral Galip Paşa ve 13. Kolordu Komutanı Tuğgeneral Hüsamettin Paşa idi. Tuğgeneral Ziya Paşa komutasındaki 10. Kolordu ise henüz III. Orduya bağlanmamıştı. Üç kolordunun yanı sıra III. Orduya bağlı birçok kuvvet bulunuyordu ve bunlar Erzurum’dan Van ve Musul’a değin uzanan cepheye yayılmışlardı.277 Türk ordusunun karşısında Rusların Kafkas Ordusu bulunuyordu. Bu ordunun komutanı yaşlı bir general olan Graf Voronsof Daşkof’tu. Yardımcısı General Mişlayefski, Ordu Kurmay Başkanı ise Yudeniç’ti.278 Rus kuvvetlerinin büyük kısmı Batı Cephesi’nde Almanya ile savaş halindeydi. İlk zamanlarda Osmanlı Devleti’nin hemen savaşa dâhil olmamasından dolayı Kafkasya’ya ciddi derecede kuvvet bırakılmamıştı. Ancak Karadeniz olayından sonra durum değişti ve Ruslar ciddi anlamda Kafkas sınırına kuvvet yığmaya başladılar.279 275 Cihat ilanının perde arkası ve İslam dünyasındaki yankıları için Bkz. Selami Kılıç, ‘’I. Dünya Savaşı’nda Türk-Alman Cihat Politikasına Bir Bakış’’, 100. Yılı Münasebetiyle I. Dünya Savaşı’nda Kafkas (Doğu) Cephesi Uluslararası Sempozyumu, 25-27 Eylül 2014/ Erzurum, Yay Haz: Merve Uğur, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015, 139-189. 276 General Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, Çev: Mütekait Kaymakam Nazmi, Gnkur. Matbaası, Ankara 1935, 52-53. 277 Songül Alşan, Sarıkamış Kuşatma Harekâtı ve Şehitlikleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2014, 11-12. 1 Kasım’da Rus saldırısının başladığı sırada III. Ordunun dağılımı şu şekildeydi: 11. Kolordunun 18 ve 34. Tümenleri Erzurum doğusunda Höyükler hattında, 9. Kolordu 28. ve 29. Tümenleriyle Erzurum ve Erzurum batısında toplanmışlardı. 2. Nizamiye Süvari Tümeni, Hasankale-Köprüköy civarında düşmanla temas halinde, 11. Kolordunun 33. Tümeni Aras Vadisi’nde ve 9. Kolordunun 17. Tümeni Üçkilise ve Başovacık yönünde bulunuyordu. 13. Kolordu ve III. Orduya bağlı diğer birlikler ise ana cephenin dışında; Hınıs’tan Van ve Musul’a kadar olan alana yayılmışlardı. (Arif Baytın, İlk Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, Vakit Matbaası, İstanbul 1946, 21). 278 Nikolski, Sarıkamış Harekâtı (12-24 Aralık 1914), Çev: Emekli Kaymakam (Yb) Nazmi, Gnkur. Basımevi, Ankara 1990, 3. 279 Rusya’nın Kafkasya’daki kuvvetlerinin dağılımı şöyleydi: Kafkas 1. Kolordusu Kars’ta, Kafkas 2. Kolordusu Tiflis’te ve Kafkas 3. Kolordusu Vladikafkas’ta bulunuyordu. Bunların dışında Kafkas Ordusu’na bağlı bir takım birlikler daha mevcuttu. Karadeniz Olayından sonra bu birlikler hızla ana 98 1 Kasım’dan itibaren başlayan Rus saldırıları, Türk tarafının kendisini test etmesine vesile oldu. Yığınağını henüz tamamlamamış olan III. Ordu, Rus Kafkas Ordusu’nun gücünü henüz tam olarak bilmediğinden önce savunmada kaldı.280 1-4 Kasım arasındaki Rus taarruzları sonucunda düşmanla temas halinde olan 2. Nizamiye Süvari Tümeni Köprüköy’e kadar geldi. Öte yandan Narman Kasabası’nı işgal eden Ruslar, Kale, İşhan ve Pitkir sınır taburlarını geri çekilmeye mecbur ettiler. Bu halde Ruslar kendilerine direnen öncü Türk birliklerini hiç zorluk çekmeden geri püskürtmüş oluyorlardı. Karşılaştıkları en büyük zorluk aşılması güç dağlar olmuştu. Ancak bu zayıf direniş Rusların tamamen yanılmasına sebep olacak ve ileri hatların avantajını sağlamak için Köprüköy’ü almak gibi hatalı bir karar vereceklerdi.281 3.4.1. Köprüköy Savaşları Köprüköy’e kadar ilerlemiş olan Ruslar daha ileri geçememişlerdi. III. Ordu ise toplanmış ve sefer kuruluşunu almıştı. Bu nedenle ordunun, artık sınırı aşıp ilerleyen dağınık Rus kuvvetlerine karşı taarruz etmesi mümkündü. Taarruz hareketinin Aras Vadisi’nden ve Oltu üzerinden yapılması kararlaştırıldı. 4 Kasım’da Başkumandanlık Vekâlet’inden gelen şifreli emirde ordunun artık taarruza geçebileceği söylenmişti. Enver Paşa tarafından kaleme alınan bu emirde düşmanın daha zayıf olduğu bildiriliyordu. Taarruz, 7 Kasım sabahı asıl hareketleri yapmakla görevlendirilen 11. Kolorduya bağlı 34. ve 18. Tümenlerin ileri hareketiyle başladı.282 Rus kuvvetleri ile Badıcivan bölgesinde karşılaşıldı. Burada Rusların yoğun ataşe başlaması üzerine 18. Tümen paniğe kapıldı ve bu panik havası 34. Tümen’e de sirayet etti. Ancak kolordu komutanının emekleriyle panik önlendi ve karşı saldırıya geçildi. Muharebeler sonucunda Ruslar Badicivan’dan atıldı.283 Buna karşılık Türk kuvvetleri Köprüköy Cephesi’nden çekilmek zorunda kaldı. Çobandede Köprüsü Rusların eline geçti. Bu kısmi başarısızlıklar üzerine Türk birliklerinin Erzurum Kalesi’ne çekilmesi fikri ortaya atıldı. Böylelikle ordunun yeniden tertip ve düzen alacağı düşünülüyordu. III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse’nin ortaya harekât bölgesine nakledilmeye başlandı. (Maurce Larcher, Büyük Dünya Savaşı’nda Türk Cepheleri (Kafkas Harekâtı), Çev: Can Kopyalı, Yay Haz: Bingür Sönmez, İstanbul 2010, 61). 280 Muzaffer Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, Hazine Yayınları, İzmir 2007, 91. 281 Larcher, Kafkas Harekâtı, 68. 282 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 44.47. 283 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 45-46. 99 attığı bu fikir, III. Ordu İstihbarat Şubesi Müdürü Binbaşı Mümtaz Bey’in itirazları sonucu kabul edilmedi. 8 Kasım’da çarpışmalar yeniden başladı. Esirlerden alınan bilgiye göre; Türklerin karşısında I. Kafkas Kolordusunun bütün alayları, bir Plaston tugayı ve bir Kazak tümeni bulunuyordu. Bunların gerisinde ise II. Türkistan Kolordusu hazır bekliyordu.284 Muharebelerde III. Ordu birlikleri bütün cephe boyunca azimle ilerleyerek, düşmana baskı yaptı. Zayıf olan düşman, mevzilerini tamamen terk ederek doğuya, asıl mevzilerine doğru çekilmeye başladı. Ancak yine de kesin bir başarı elde edilemedi.285 Hafız Hakkı Bey, cephede yaşananlarla yakından ilgiliydi. Düşmanın kesin bir şekilde ezilmesini istiyordu. Bu amaca ulaşmak için 11. Kolordunun yanında 9. Kolordunun da harekâta dâhil edilmesini Karargâh-ı Umumiye teklif etti. Nitekim onun isteği üzerine 9. Kolordu, Erzurum önlerinden cepheye nakledilmeye başlandı. Ayrıca Rusların önemli kayıplar vererek Köprüköy’ün doğusuna çekilmeleri Hafız Hakkı Bey’i umutlandırdı ve Hasan İzzet Paşa’nın ileri sürülmesi için teşvik edilmesini istedi. Bu düşünceye katılan Enver Paşa, 9 Kasım gecesi Hasan izzet Paşa’ya bir telgraf göndererek ileri hareketin ne derece mümkün olduğunu sordu.286 Hasan İzzet Paşa 10 Kasım’da şu cevabı verdi: ‘’Düşman evvela zayıf iken şimdi bir kolorduya kadar çıktı, fırsat elden kaçtı. Düşman mevzii pek kuvvetli, eldeki mevcut kuvvete ve duruma göre uygun bir karar verilecektir.’’287 Hasan izzet Paşa’nın taarruz konusundaki bu tereddütlü tavrı Hafız Hakkı Bey’in canını sıkmıştı. Hemen Enver ve Bronsart Paşalar ile görüşerek, Hasan İzzet Paşa’nın maneviyatını kuvvetlendirmek ve onu taarruz fikrine hazırlamak gerektiğini söyledi. Üç komutan arasında yapılan görüşme sonucunda III. Orduya şu emir gönderildi: ‘’Geçen telgrafnamede yazdığım gibi, Rusların yalnız bulunan kuvvetini ezmek kabil olduğunu zannediyorum. Herhalde Rusların 1. Kafkas Kolordusundan maada kuvvetlerinden malumat yok. Diyadin ve Karakilise kuvvetleri ancak iki-üç bin nefer kuvvetindedir. O halde karşınızdaki kuvvet ancak bildirdiğiniz kuvvetlerden ibarettir. Cepheden pek şedid mukavemetler gösteren Ruslar yan ve gerilerine doğru çevirme harekâtı yaparak icra edilen taarruza karşı pek hassastır. Evvelce de söylediğim gibi vazifenizi ifa için kale kıtaatını da istediğiniz gibi 284 Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 98-99. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 49. 286 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 50.52. 287 Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 99. 285 100 kullanabilirdiniz. Tabii, oradaki ahvale göre karar vermek ancak zat-ı alinize aittir. Bizi en ziyade münakaşaya sebep verdiren, uzak mesafeden ordu kumandanının işlerini karıştırmak hissidir.’’288 Hafız Hakkı Bey’in telkinleriyle kaleme alınan bu telgrafta en fazla dikkat çeken husus; çevirme harekâtı fikrinin ortaya atılmasıdır. Hafız Hakkı Bey, öteden beri Rusların yan ve gerilerine doğru yapılan taarruz hareketlerine karşı hassas olduğunu düşünüyordu. Belli ki bu fikre Enver Paşa’yı da inandırmıştı. Kafkas Cephesi’nde çevirme harekâtı yapılması düşüncesinin bu görüşmeden sonra kesinlik kazandığı söylenebilir. 9 Kasım günü taarruza devam eden III. Ordu, cephesindeki düşmanı biraz daha geriye atabilmişti. 10 Kasım’da Hasan İzzet Paşa, ele geçirdiği hattı tahkim ettirmekle beraber ufak keşifler yapılmasını istedi. Ordunun büyük bir kısmına ise mola verdirerek 9. Kolordu’nun gelmesi beklendi.289 11 Kasım sabahı Enver Paşa ve Hafız Hakkı Bey’in istediği üzerine Türk ordusunun taarruzu başladı. Akşama kadar yapılan çarpışmalarda sonucunda düşman kuvvetleri 11. Kolordu cephesinden biraz daha geriye çekildi. 12 Kasım’da III. Ordu taarruz hareketine devam etti. Düşman yalnız 1905 rakımlı tepede karşılık gösterebilmişti. 28. Tümen Köprüköy civarında bulunan bu tepeyi zapt etmek için üç defa hücum etti ve üçüncüsünde başarılı olarak düşmanı geri püskürttü. Ruslar, burada binden fazla ceset bırakarak geri çekildi.290 13 Kasım günü Ruslar, yoğun Türk taarruzu altında Sanamirsel yataklarından Aras’a kadar olan eski mevzilerine döndüler. Bu düzenli geri çekilmenin sonucunda Azap’ta mevzi aldılar.291 Böylelikle Köprüköy Savaşları sona ermiş oluyordu. Köprüköy Savaşlarından tam olarak yararlanılamamıştı. Düşman çok küçük birliklerle takip edilmiş ve bu sebepten muhtemel bir zafer elden kaçmıştı. Karargâh-ı Umumide yine Hafız Hakkı Bey’in etkisiyle III. Orduya verilen emirde; geri çekilen düşmanın şiddetle takip edilmesi ve kuşatılarak imha edilmesi istendi. Hafız Hakkı Bey, düşmanın büyük bir cepheye yayılmış olan kıtaatının III. Ordudan zayıf olduğunu düşünüyordu ve bu yüzden Kars istikametinde gidilerek düşmanın arazisine girilmesini istiyordu. Hafız Hakkı Bey, Köprüköy Savaşları sonucunda Türk ordusunun iki bin 288 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 53. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 50. 290 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 152-153. 291 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 57-58. 289 101 civarında şehit verdiğini, buna karşılık Rusların 4 bin ceset geride bırakarak Türk topraklarını terk ettiklerini söylemektedir.292 3.4.2. Azap Savaşları Köprüköy Savaşları sonunda mağlup olan Rus Kafkas Ordusu yaklaşık 18-20 km doğuya çekilerek Azap-Horum hattında mevzi aldı ve içinde bulundukları müşkül durumdan dolayı 2. Türkistan Kolordusunun bölgeye takviye olarak gönderilmesi istendi. Bu sırada Rus Kafkas Ordusunun başında General Mişlayevski bulunuyordu. General Daşkof yaşlı ve hasta olduğu için vekâleti ona bırakmıştı.293 III. Ordu ise düşmanı Azap sırtlarına püskürttüğü 13 Kasım gününden beri hareketsiz kalmıştı. Hasan İzzet Paşa, yeni bir taarruz yapıp yapmama konusunda tereddütlüydü. Nitekim 1 Kasım’dan itibaren başlayan çarpışmalar orduyu yıpratmıştı. İkmal sıkıntısı söz konusu idi. Birde bunu üzerine çetin kış şartları eklenmişti. Bu durum III. Ordunun üç gün hareketsiz kalmasına neden oldu. Sadece 2. Nizamiye Süvari Tümeni ile 29. Tümenin 14 ve 15 Kasım tarihlerinde düşmanla ufak çaplı temasları olmuştu.294 Enver Paşa, 4 Kasım’da Hasan İzzet Paşa’ya taarruz emri vermişti. O ve Hafız Hakkı Bey, sonuna kadar taarruz harekâtının sürdürülmesini istiyorlardı. Hafız Hakkı Bey, taarruzun başarıya ulaşması halinde, düşmanın şiddetle takip edilerek KarsArdahan hattının zapt edilmesini ümit ediyordu. İaşe sıkıntısı çeken ordu, bu sayede düşman topraklarında ihtiyacını temin edebilirdi. Hafız Hakkı Bey ayrıca Batum’un da zapt edilerek, III. Ordunun hareketinin buraya dayandırılmasını dile getiriyordu. Böylelikle iaşe sorunun çözüleceğini düşünüyordu.295 Karargâh-ı Umumi 15 Kasım akşamı III. Orduya taarruz emri verdi. 16 Kasım sabahı taarruz başladı. Hasan İzzet Paşa, ordu karargâhını Heran’a nakletmişti. Ordu ilk hedef olarak Horasan-Ekrek Yaylası hattını ele geçirecekti. 11. ve 9. Kolordular düşmanı kuzey ve güney yanlarından kavrayacak şekilde ileri harekâta başladılar. Böylece düşmanın iki yanı sarılmış olacaktı. Ancak bu zekice düşünceye rağmen düşmanın sadece ileri birlikleri geri atılabildi. 17 Kasım’da iki kanattan taarruza devam 292 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 57-61. Larcher, Kafkas Harekâtı, 69. 294 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 53. 295 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 55. 293 102 edildiyse de yine kesin bir sonuca ulaşılamadı.296 Bununla birlikte yine de düşmana ciddi bir darbe vurulmuştu. 18 Kasım için verilen ordu emrinde; zapt edilen mevzilerin tahkimi, cephane noksanlığının ikmali ve birliklerin düzenlenmesi tebliğ olundu. Bugün Ruslar sadece Aras’ın güneyinde 33. Tümene taarruz ettiler. Ancak bu tümenin karşı taarruzu sonucunda Kırık sırtlarından doğuya doğru çekilmeye mecbur kaldılar.297 Bu arada 10. Kolordunun 30. Tümeni harekât bölgesine henüz yetişmiş bulunuyordu. III. Ordu olduğu yerde çakılı kalmıştı. Hasan İzzet Paşa, avantajlı bir konumda olmasına rağmen düşmana taarruz etmekten çekiniyordu. Birkaç gün süren bu hareketsizliğin ardından Karargâh-ı Umuminin hiç te istemeyeceği bir şey gerçekleşti; Hasan İzzet Paşa 21 Kasım’dan itibaren orduyu geri çekmeye başladı. Azap bölgesinde 10 km’lik bir cepheye giren III. Ordunun geri çekilme sebepleri olarak; Narman bölgesinde düşman kuvvetlerinin varlığı, cephane ve erzak yetersizliği ve yanları açık geniş bir mevzide taarruzun zor icra edileceği düşüncesi gösterildi. Bu durumda geri çekilerek 10. Kolordunun harekât alanına ulaşmasını beklemeye karar verildi.298 Hasan İzzet Paşa ordunun kuşatılacağı endişesini taşıyordu. Oysa durum onun zannettiğinden tamamen farklıydı. Savaş aslında Türkler tarafından kazanılmıştı. Rus General Berhman, kendi karargâhına verdiği raporda; savaşın kaybedildiğini bildirmişti. Rus birlikleri geri çekilmeye başlamıştı. Hatta bu geri çekilme panik halini almış ve birlikler Sarıkamış’a doğru kaçmaya koyulmuşlardı.299 Maslofski de ‘’Umumi Harpte Kafkas Cephesi’’ adlı eserinde Azap Savaşlarında, Türk taarruzu karşısında çok zorluk çektiklerini, kısmi geri çekilmelerin olduğunu ve hatta bu şiddetli taarruz neticesinde Rusların 39. ve 20. Fırkalarının mevcudunun % 40’ının zayi edildiğini yazmaktadır.300 Bunun yanında Hasan İzzet Paşa’nın Narman’daki Rus kuvvetlerinin çokluğuna dair aldığı bilgi abartılıydı. Bu kuvvetlerin Köprüköy ve Hasankale’ye ilerleyecek güçleri yoktu. Ayrıca ‘’gayet metin’’ olarak tabir edilen Rus mevzileri aslında alelade tahkim edilmiş mevzilerdi. Bu mevzilerde tel örgü gibi engeller dahi yoktu. Obüs, havan ve el bombası mevcut değil. Özetle, cephedeki düşmanın vaziyeti, III. Ordu Komutanlığınca iyi değerlendirilememişti. Buna karşılık cephedeki en büyük gerçek; 296 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 54. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 160-161. 298 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 66. 299 Aksun, Sarıkamış Harekâtı, 206. 300 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 57-59. 297 103 cephane ve iaşe eksikliği idi. Nitekim III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse’nin hatıralarında geri çekilmenin sebebi ‘’cephane sarfiyatının önüne geçmek’’ olarak gösterilmektedir.301 Ali İhsan Bey (Sabis) de iaşe meselesinin geri çekilmede en büyük etken olduğunu söylemektedir. Ona göre; ikmal hizmetleri, iyi bir demir yolu ve ya mükemmel motorlu kollarla desteklenmeyen bir ordunun taarruzu eninde sonunda kesintiye uğrayacaktı. Nitekim Rus tarafında bu hizmetler oldukça iyi durumdaydı. Direnmenin imkânı yoktu. Köprüköy’de kesin olarak mağlup edilemeyen düşmana, Azap ve Horum mevkilerinde tekrar taarruz etmek gereksizdi. Boş bir çabadan ibaretti. Ali İhsan Bey, bu düşüncelerini Enver Paşa’ya açtığında onun tarafından ağır hakaretlere maruz kaldığını ifade etmektedir.302 Kasım’ın 21’inde başlayan geri çekiliş 22’sine kadar devam etti. Bu süre içerisinde yer yer başlayan topçu ateşinden başka herhangi bir ciddi çatışma yaşanmadı. III. Ordu Köprüköy’de toplandı. Bu durum birçok olumsuzluğun ortaya çıkmasına yol açtı. Her şeyden önce orduda güvensizlik ve hoşnutsuzluk meydana geldi. Bir takım ittihatçı valiler ve bölgedeki Teşkilat-ı Mahsusa mensupları olaya müdahale ederek, Hasan İzzet Paşa’yı merkeze şikâyet ettiler. Hasan İzzet Paşa’nın manen üstün bir orduyu geri çekerek büyük bir felakete yol açabileceğini söylediler.303 İki hafta boyunca devam eden çarpışmaların sonunda çok sayıda Türk askeri kırıldı. Komuta kademesinde itimatsızlık meydana geldi. Fırtınalı bir havada yapılan geri bu çekilme sonucunda kıtalar yorgun ve bitkin bir hale geldiler. Bin bir güçlükle elde edilen toprakların bir kısmı, yeniden düşmana teslim edildi. Bu durum, oldukça büyük kayıp vermelerine rağmen Rusların daha kazançlı çıkmalarına sebebiyet verdi.304 İki Hafta devam eden Köprüköy ve Azap Savaşları sonucunda, Genelkurmay’ın kayıtlarına göre Türk Ordusu iki bin civarında kayıp vermiştir.305 Ali İhsan Bey’e göre ise Türk Ordusu; 212 subay ve 11. 800 er kaybına uğramıştır. Bunlardan 2 bini şehit, 6 bini ise yaralı, esir ve firaridir.306 Buna göre Hafız Hakkı Bey’in sadece Köprüköy Savaşları için verdiği kayıp sayısına, tümünü şehit olarak ifade etmesine rağmen yaralı, 301 Felix Guse, ‘’Büyük Harpte Kafkas Cephesindeki Muharebeler’’, Askeri Mecmua, Çev: Kaymakam Hakkı, Sayı: 20, İstanbul 1 Kanunnusani 1931. 302 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 162. 303 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 56-60. 304 Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 121-122. 305 3’üncü Ordu Harekâtı, 1, 322-323. 306 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 183. 104 esir ve firariler de dâhil olmalıdır. Buna karşılık Rus tarafının kayıpları daha ağırdır. Maslofski, bu çarpışmalar sonucunda 39. ve 20. Rus Tümenlerinin mevcudunun % 40 oranında azaldığını söylemektedir. Eserinin ilerleyen satırlarında ise Rus zayiatının 6 bin olduğunu ifade eder. Emekli Kaymakam Nazmi tarafından yapılan eleştiride, % 40 oranına atıfta bulunarak bunun 30 bin muharipten 12 bin zayiat edeceği bildirilir. Buna diğer birliklerin kaybı da eklenirse bu sayının daha da artacağını belirtir. Nazmi, Maslofki’nin zikrettiği 6 bin miktarının yalnızca savaş esnasında ölenlerden ibaret olduğunu, esir ve yaralıların bu sayıya dâhil edilmediğini, dâhil edilmesi halinde yukarıdaki sayıya ulaşılacağını ifade etmektedir.307 6-22 Kasım tarihleri arasında meydana gelen savaşlarda Türk tarafının kısmi başarılarına rağmen, Hasan İzzet Paşa’nın orduyu geri çekmesi, gerek Karargâh-ı Umumi, gerekse hükümet nezdinde ciddi tepkilere yol açtı. Bölgedeki ittihatçı yöneticilerin ve Teşkilat- Mahsusa mensuplarının Hasan İzzet Paşa’yı merkeze şikâyet etmeleri üzerine ilk önce Hafız Hakkı Bey durumu incelemek için bölgeye gitti. Hafız Hakkı Bey’in buradan gönderdiği bir takım raporlar üzerine bu kez Enver Paşa olup bitenleri anlamak için Erzurum’a geldi ve III. Ordunun idaresini Hasan İzzet Paşa’dan devralarak Sarıkamış Harekâtı’nı başlattı. 3.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN ERZURUM’A GELİŞİ VE SARIKAMIŞ HAREKÂTI’NA KADARKİ FAALİYETLERİ 3.5.1. Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a Gönderilmesinde Rol Oynayan Faktörler Hafız Hakkı Bey’in Karargâh-ı Umumideki görevinden ayrılıp Erzurum’a gidişinde birçok faktörün etkili olduğu söylenebilir. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür; Bronsart ile olan uyumsuzluğu Enver Paşa ile arasındaki rekabet, III. Ordunun geri çekilişi ve bazı ittihatçı yöneticilerin ve bölgedeki bazı Teşkilat-ı Mahsusa mensuplarının Hasan İzzet Paşa hakkındaki şikâyetleri. Hafız Hakkı Bey ile Bronsart arasındaki geçimsizlik, Hafız Hakkı Bey’in Alman çıkar ve görüşlerine boyun eğmemesinden kaynaklanıyordu. Bronsat, amir sıfatıyla çeşitli kereler fırsat kollayıp Hafız Hakkı Bey’in açığını yakalamış ve onu diğer Türk ve 307 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 57 ve 74-82. 105 Alman subayların yanında ve ya gıyabında küçük düşürmeye çalışmıştı. Hafız Hakkı Bey’i Karargâh-ı Umumiden çıkarmak demek, karargâhtaki Türk nüfuzunu kırmak demekti. Nitekim Hafız Hakkı Bey, Enver Paşa’dan sonra karargâhtaki en yetkili ikinci Türk subayı idi. Ali İhsan ve Kâzım Karabekir gibi daha alt rütbeli şube müdürleri çeşitli konular üzerinde ortaya attıkları düşüncelerini Hafız Hakkı Bey aracığı ile Enver Paşa’ya iletebiliyorlar ve ona etki yapabiliyorlardı. Bronsart’ın amacı doğrudan doğruya bu nüfuzu kırmaya yönelikti ve sonunda başarılı oldu. Bu durumda Hafız Hakkı Bey’in yeni bir görev yüklenmesi gerekiyordu. İkinci faktör daha çok tarihin magazinsel kapsamında değerlendirilmekle birlikte yine de bir görüş olarak dikkate alınmak durumundadır. Yakın dönemi anlatan bazı hatıra türü eserlerde, Enver Paşa ile Hafız Hakkı Bey’in arasında gizli bir rekabetin olduğuna dair görüşler mevcuttur. Bu eserleri kaleme alan kişilerce Hafız Hakkı Bey, Enver Paşa’ya rakip olarak görülmüştür. Nitekim belli bir döneme kadar aynı rütbe ve şöhrette ilerlemişlerdir. Harp Okulu’ndan sınıf arkadaşıdırlar. Beraber mezun olmuşlardır. Hatta Hafız Hakkı Bey birinci, Enver ise ikinci olarak okulu bitirmiştir. Kurmay stajlarını tamamlamak için her ikisi de III. Orduya gönderilmiştir. Burada; Manastır ve Selanik bölgelerinde çetecilere karşı beraber mücadele vermişler, İTC saflarına aynı dönemde katılmışlar ve önemli mevkilere gelmişlerdir. Yine Meşrutiyet’in yeniden ilanı için ortak mesaide bulunmuşlar ve nihayet Meşrutiyet’in ilanının ardından her ikisi de İstanbul gazetelerince ‘’Kahraman-ı Hürriyet’’ ilan edilmişlerdir. Ardında biri Berlin, diğeri ise Viyana’ya askeri ataşe olarak gönderilmiştir. 31 Mart Vakası’nın bastırılmasında her ikisine de önemli görevler verilmiştir. Yine Balkan Savaşlarında aynı ordu içerisinde mücadele etmişlerdir. Ve nihayet birer sultanla evlenmek suretiyle her ikisi de saraya damat olmuştur. Balkan Savaşlarının sonuna kadar rütbece eşittirler ve aynı oranda itibar sahibidirler. Ancak Babıali Baskını’ndan ve Edirne’nin geri alınmasından sonra Enver’in yıldızı parlamış ve hızla terfi etmeye başlamıştır. İki hafta içinde yarbaylıktan Albaylığa, ardından da generalliğe yükseltilerek, Harbiye Nazırlığı ve Başkumandan Vekâleti gibi önemli makamlara getirilmiştir. Böylelikle Osmanlı Devleti’nin tartışmasız bir lideri haline gelmiştir. Enver Paşa her ne kadar yakın arkadaşı Hafız Hakkı Bey’i önemseyip onu Genelkurmay İkinci Başkanlığına getirmişse de rütbece kendi önüne geçmesine mani 106 olmuştur. Bu halde Enver, general iken Hafız Hakkı Bey yarbay rütbesinde bulunuyordu. Rütbe meselesi zamanla Hafız Hakkı Bey’in canını sıkmaya başlamıştı. Karabekir, bir sohbet esnasında Hafız Hakkı Bey’in rütbe meselesinden dolayı sarf ettiği sözleri şöyle aktarmaktadır: ‘’28 Birinciteşrin 33’da (10 Kasım 1914) Harbiye Nezareti Müsteşarlığından, Beşinci Kolordu Kumandanlığına tayin olunan Mahmut Kamil Bey, kolordusuyla Nikolay Bey’in kendi üçüncü fırkası ile müdafaa ettiği Çamlıca tepelerinde taarruz ediyordu. Ben, Hafız Hakkı Bey ile beraber Mahmut Kamil Bey’in karargâhında gündüz ve gece manevrayı takip ediyorduk. Gündüz manevra meydanında her üçümüz bir arada iken, Hafız Hakkı Bey bir aralık sözü Enver Paşa’ya getirerek şöyle dedi: -Enver Kaymakam, Hafız Kaymakam, Enver Paşa, Hafız Kaymakam.’’308Ali İhsan Bey’de yukarıdaki olaya atıfta bulunarak şunları söylemektedir: ‘’Hafız Hakkı ile Mahmut Kamil ve Enver’in üçü aynı sınıftan erkânıharp çıkmış bulunduklarından bunlardan birinin paşa, diğerinin albay olması ve kendisinin hala yarbay kalması, Hafız Hakkı merhumu üzüyormuş.’’309 Şerif İlden Bey ise bu konu hakkında o günün İstanbul’unda dedikodu mahiyetinde dolaşan söylentileri şöyle aktarmaktadır: ‘’Başkomutanlık Kurmay Başkanlığında 3’üncü Ordu’nun Ruslara saldırısını en çok gerekli gören parti İttihat ve Terakki imiş. Ve güya Hafız Hakkı merhum ve arkadaşları buna karşı çıkmışlar. Gerek bu ve gerek öbür nedenlerden şiddetli muhalefetlere bir son vermek için Hafız Hakkı merhum ve Genelkurmay İkinci Başkanı Yarbay Bahattin Bey görüş ve düşüncesini öğrenmek için zamanın Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e gitmişler. Yolda Genelkurmay Birinci Şube Müdürü Binbaşı Ali İhsan Bey’e rastlamışlar. Bir süre birlikte yürümüşler. Hafız Hakkı merhum bu sırada Enver’in aleyhinde ağzına geleni söylemiş durmuş. Ali İhsan Bey (Sabis), askeri konularda alınmış olan kararlara şimdi Hafız Hakkı Bey gibi yüksek bir makamda oturan bir kişinin bu kadar sert karşı çıkmasından ve ya duyduğu ve sonucunu zararlı gördüğü muhalefet akımının devamını durdurmayı gerekli saymasından ve yahut bugün bizce keşfedilmemiş olan başka nedenlerden dolayı durumu doğrudan doğruya gidip Enver Paşa’ya açıklayıp anlatmış. Bunun üzerine Enver Paşa telefonla Bahriye Nezareti’ni bularak Mecidiye Kruvazörünü ’nün derhal Karadeniz’e hareket etmek için hazır bulunmasını emretmiş. Aynı zamanda Hafız Hakkı 308 309 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 385. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 173. 107 merhumu konağına çağırmış. Karşısına dikmiş ve -şimdi Trabzon’a hareket ederek 3’üncü Ordu’yu denetleyeceksiniz. Raporunuzu telgrafla gönderecek ve buradan emir bekleyeceksiniz- demiş. Hafız Hakkı merhum da başka türlü cevap vermeyi uygun görmediğinden emri kabul ve o saatte çamaşırlarını bile almadan Mecidiye Kruvazörü’yle Trabzon’a doğru yola çıkmış. Enver’in Mecidiye Kruvazörü ’nü tahsis etmesinin nedeni, kruvazörün süratinin azlığı imiş. Belki bu yüzden Ruslar tarafından yakalanır da Hafız Hakkı ile birlikte mahvedilir düşüncesindeymiş.’’310 İlden, bu görüşe tam olarak katılmamakla birlikte olabilirlik payı da vermektedir. Ancak Ali İhsan Bey’in bu dönemdeki durumu dikkate alındığında, bu sözlerin söylentiden ibaret kaldığı görülmektedir. Nitekim Ali İhsan Bey, Kafkas Harekâtı’nın erken başlamasına aleyhtar olan bir isim olması hasebiyle Hafız Hakkı Bey ile tam bir akort içindedir. Hafız Hakkı Bey’in harekâtı engelleme çabasına karşı değil tam aksine taraftar olmalıdır. Ayrıca bu dönemde Hafız Hakkı Bey, günlüklerinden anlaşılacağı üzere Kafkaslarda yapılacak bir harekâta karşı değildir. Bununla birlikte Enver Paşa ile Hafız Hakkı Bey arasında bir rekabet olsa bile, bunun Hafız Hakkı’yı ortadan kaldırma isteği raddesine vardığını iddia etmek mantığa sığmamaktadır. Hem de bir geminin yavaşlığını dikkate alıp, onun Ruslar tarafından batırılacağını hesaplayarak. Yine İsmail Hakkı Okday tarafından ortaya atılan görüşte bu kapsamdadır. Kendisi de saray damadı olan Okday, bu dönemde damatlar arasında rekabetin söz konusu olduğunu, Enver Paşa’nın kendisini Irak ve Hafız Hakkı Bey’i ise Erzurum’a göndererek ölümlerine yol açmak istediğini ve böylelikle her ikisinden de kurtulup rakipsiz kalacağını planladığını iddia etmektedir.311 Ancak Enver Paşa’nın bizzat Erzurum’a gidip III. Ordunun idaresini ele alması ve hatta ordu komutanı olmasına rağmen avcı taburlarının önünde mücadeleye katılarak kurşunlara göğüs germesi bu düşüncenin sakatlığını ortaya koymaktadır. Sonuç olarak Enver Paşa ile Hafız Hakkı Bey arasında gizli bir rekabetin mevcudiyetini kabul etmekle birlikte, bunun Hafız Hakkı’yı ortadan kaldırma isteği raddesine vardığını iddia etmek ve Hafız Hakkı’nın Erzurum’a gönderilişini bu iddiaya bağlamak gerçeğe tamamen aykırıdır. Bununla birlikte diğer faktörlerle birlikte Hafız Hakkı Bey’in son zamanlarda Enver Paşa hakkında söylediği olumsuz sözlerin Enver Paşa’yı gücendirip bu kararında etkili olduğu söylenebilir. 310 311 İlden, Sarıkamış, 131. Okday, Yanya’dan Ankara’ya, 323-325. 108 Üçüncü ve dördüncü faktörler Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gidişinde en büyük etkiye sahiptir. III. Ordu Köprüköy Savaşlarında Ruslara galip gelerek, onları Azap ve Horum hattına atmayı başarmıştı. Başkumandanlık Vekâletinin emri üzerine taarruza devam edildi. Ancak Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, Rusların konumuyla ilgili bir takım yanlış değerlendirmeler yaparak ve lojistik desteğin yetersizliğini bahane ederek orduyu geri çekmeye karar verdi. III. Ordunun geri çekilmesiyle birlikte, bin bir güçlükle ele geçirilen topraklar yeniden düşmana teslim edilmiş oluyordu. Bu durum birçok sorunu beraberinde getirdi. Her şeyden önde orduda hoşnutsuzluk meydana geldi. Komuta kademeleri arasında itimatsızlık yaşanmaya başlandı.312 Geri çekilme harekâtı, bölgenin ittihatçı yöneticileri ve Teşkilat-ı Mahsusa mensuplarını ortak bir düşünce etrafında topladı. Özellikle Erzurum Valisi Tahsin Bey, Van Valisi Cevdet Bey ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın görevden alınmasını ve bölgedeki güçlerin arttırılarak daha cesur ve genç komutanların komuta kademesine getirilmesini istediler.313 Bu isimlerin yanı sıra bölgede görevli olan İTC murahhası mesulü ve Teşkilat-ı Mahsusa mensubu Bahattin Şakir Bey de III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’yı merkeze şikâyet etti. Böylece Hasan İzzet Paşa üzerinde siyasi baskı oluşmaya başladı. Ancak Başkumandanlık Vekâleti sivillerin mülki yöneticilerin askeri meseleler karışmasına karşı çıktı ve bu tarz şikâyetlerin yapılması yasaklandı.314 Bununla birlikte Karargâh-ı Umumi ve Hükümet nezdinde de III. Ordu ile ilgili görüş valilerinkiyle aynı idi. Enver Paşa, Hasan İzzet Paşa’nın işi anarşiye sürüklediğini söylüyordu.315 Hafız Hakkı Bey ise durumdan duyduğu rahatsızlığı şu sözlerle dile getiriyordu: ‘’Üçüncü Ordu işleri izam ediyor; mütemadiyen cephane talebi icat edilmiş bir vesile olabilir. Butum’un zaptı hakkındaki tekliflere sudan cevaplar veriliyor. Köprüköy Muharebelerini, parça parça kuvvet sokarak gayri müsait şartlar içinde yaptı. Azap Muharebesi, azim ve metanet ile idare edilemedi. Muvaffak olacaklarında daima şüphe ve tereddüt ederek işe başladı ve tabi muvaffak olamadı ve olamayacaktır.’’316 Böylelikle Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gitmesi için gereken şartlar doğmuş oluyordu. 312 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 50-60. Hanri Benazus, Sarıkamış Faciası, Toplumsal Dönüşün Yayınları, İstanbul 2006, 195-196. 314 Yavuz Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü (Sarıkamış Harekâtı), Erzurum Kalkınma Vakfı Yayınları, Erzurum 2003, 129. 315 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 389. 316 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 182-183. 313 109 3.5.2. Hafız Hakkı’nın Erzurum’a Gelişi: Teftiş ve Motivasyon Gezileri Başkumandanlık Vekâleti, Kafkas Harekâtı’na çok büyük önem veriyordu. Özellikle Enver Paşa ve Hafız Hakkı Bey nezdinde hâkim olan görüş; III. Ordu ile Rusları cepheden baskı altında tutarak İran’dan ve Karadeniz’den sevk olunacak kuvvetlerle Rusların iki yanına ve gerilerine darbeler vurmak ve yerli Müslüman Türk halkı ayaklandırıp bütün Kafkasya’yı istila etmekti. Bu amaçla Batum’a iki kolordu çıkarılması planlanmıştı. Karadeniz’de üstünlüğün sağlanması esasına dayanan bu düşünce en çok Hafız Hakkı Bey tarafından savunuluyordu. İran Harekâtı için ise Kuvve-i Seferiye adı verilen birliklerin oluşturulmasına karar verilmişti. Bu iş için Tahran’a gitmek üzere Kâzım Karabekir görevlendirilmişti.317 Ancak III. Ordu’nun geri çekilmesi bu düşünceyi sekteye uğratmıştı. Böylelikle Başkumandanlık Vekâleti ve Karargâh-ı Umumi nezdinde III. Ordu bölge ve cephesini teftiş fikri doğdu ve bu iş için Hafız Hakkı Bey görevlendirildi. Ali ihsan Bey ve Karabekir’in eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Hafız Hakkı Bey’e bu görev III. Ordunun geri çekilişini tamamladığı 22 Kasım 1914 günü verilmiş olmalıdır. Bronsart ile aralarına çekişmeye değinen Karabekir, Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’dan ayrılış sürecini şöyle anlatır: ‘’Kendisine de tahriri tekdir gönderilmiş olacak ki Hafız Hakkı Bey, ertesi günü vazifesine gelmedi. Arada neler geçti bilmiyorum. Yalnız ertesi gün (23 Kasım 1914) makamına gelmiş. Beni istediğini haber verdiler. Yanına gittim. Çok meyustu. Tabii bende bir şey açmadım. Benden Kars Kalesi’ne dair harita ve malumat istedi. Haritaların kendinde bir gece kalmasını, ertesi günü geri vereceğini söyledi. Bende bir şey söylemedim, ayrıldım. Hafız Hakkı Bey’de yeisle beraber bir yolculuk sevinci hissettim. Kars hakkında malumat istemesinden kani oldum ki Hafız Hakkı Bey, Kafkas Cephesi’nde bir vazifeye gidiyor. Kendisini bana açmadığı için, bende bugün kendisine bir şey söylemedim. 24 Kasım 1914’te Hafız Hakkı Bey bir iki saat için yine makamına geldi ve Kars hakkındaki malumata teşekkür ederek, haritaların bir kısmını iade etti. Galiba pek ketum davranması emrini almış ki yine bana bir şey söylemedi. Mecburen ben şunları söyledim: 317 Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 140. Ayrıca Bkz. Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 395. 110 -Kars Kalesi hakkındaki tetkikiniz Kafkas Cephesi’nde bir taarruz arzu olunduğu hakkında bende endişe uyandırıyor. Kışın oralarda ne kadar şiddetli hüküm sürdüğünü, o havalide üç yıllık geçen çocukluk hayatımda, şehirlerin içinde görmüştüm. Kâmilen dağlık olan o mıntıkada dağlar ve kışın şiddeti, taarruz edeceklere karşı pek yaman bir düşmandır. Böyle bir teşebbüs varsa, bütün kuvvetimizle önlemeliyiz. Korkuyorum ki Almanlar Baserabya’ya asker çıkaramıyoruz diye Kafkasya’ya hareketi istiyorlar. Kışın, elbisesi ve teçhizatı çok eksik olan Üçüncü Ordumuzu mahva meydan vermemeliyiz. Hafız Hakkı Bey –Ben de kışın taarruza taraftar değilim. Kars hakkındaki tetkiklerimin sebebi, şimdiye kadar orası ile hiç meşgul olmadığımdandır. Ben –Birkaç gündür makamınıza muntazam devam etmemenizden, bu vazifeden çekilebileceğiniz şayiası vardır. Verilmiş bir kararınız var mıdır? Hafız Hakkı Bey –Vazifeme devama imkân kalmamıştır. Münasebetsizliği sen de biliyorsun. Fakat henüz yeni vazifem hakkında kati bir emirde almadım, kararda vermedim.’’ Karabekir bu konuşmadan sonra Hafız Hakkı Bey’in Kafkasya’da yeni bir göreve gideceğini anlamıştı. Kafasını kurcalayan mesele, kışın taarruz yapılıp yapılmayacağı idi. Hemen Enver Paşa’ya giderek meselenin aslını öğrenmek istedi. Enver Paşa kendisine verdiği cevapta; kışın taarruz hakkında henüz bir karar vermediklerini, Hafız Hakkı Bey’i bölgeyi incelemek ve orduyu teftiş etmek üzere bölgeye göndereceklerini söyledi.318 Ali İhsan Bey’in ise bu günlere ait verdiği bilgiler şöyledir: ‘’21.11.1914 akşamından sonra, Hafız Hakkı’yı ancak üç gün sonra, 24.11.1914’te görebildim. 22.11.1914’te Bronsart Paşa’nın ihtar vakası onu gücendirmiş ve ertesi günde Karargâh-ı Umumi ’ye gelmemişti. 24.11.1914’te gördüğüm zaman benden Üçüncü Ordu’nun menzil teşkilleri hakkında malumat istedi ve nihayet pek hususi ve mahrem bir surette bana dedi ki –Üçüncü Ordunun geri çekilmesi, menzil zorlukları Başkumandan Paşa’nın canını sıkmış, Bahattin Şakir Bey de yazmış. Ordu Kumandanı kâfi derecede metin görünmüyormuş. Ekseriya tereddüt gösteriyor ve kararını sık sık değiştiriyormuş, biraz da muharebelerden dolayı kendisine vehim gelmiş, fazla ihtiyatkâr davranıyormuş. Başkumandan Vekili, bizzat gidip ahvali mahallinde görmek 318 Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 387-389. 111 ve tetkik etmek istedi; fakat Vükela Heyeti razı olmadı. Benim gitmekliğime karar verildi. Ben mecidiye Kruvazörü ile Trabzon’a gideceğim.’’319 Hafız Hakkı Bey, Karabekir’den sakladığı hakikati, Ali İhsan Bey’e söylemekten çekinmemiştir. Pek muhtemeldir ki Karabekir’in aşırı tepki gösterip kendisini caydırmaya çalışmasından endişe etmiştir. Bununla birlikte her ikisi de Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gideceğini bilmekle birlikte buradan taarruzu destekler nitelikte raporlar göndereceğini tahmin edememişlerdir. Seferberliğin başından beri aralarında mutabık kaldıkları, ilkbahara kadar beklemek fikrini muhafaza edeceğine inanmışlardır. Ancak Hafız Hakkı Bey’in bu konudaki fikrinin Karadeniz Olayı ve Berlin dönüşünden sonra değiştiği, artık çözümü şiddet ve cüretkârlıkta gördüğü günlüklerinden açıkça anlaşılmaktadır. Hafız Hakkı Bey, bu düşüncelerini sakladığı için Ali İhsan ve Karabekir Beyler, Hafız Hakkı Bey’in düşüncelerinin Erzurum’a vardıktan sonra değiştiğini zannetmektedirler. Sonuç olarak Hafız Hakkı Bey’in Bronsart ile bozuştuğu bir sırada, Kafkas Cephesi’nde ortaya çıkan bu sorunlar, başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları, Hafız Hakkı’nın cepheye gidişine ve yerinde incelemeler yapıp karar vermesine yol açmıştır. Hafız Hakkı Bey 25 Kasım 1914 günü Mecidiye Kruvazörü ile Trabzon’a hareket etti. Kendisine III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse’ye vermesi için Almanca yazılı bir talimat teslim edilmişti. O gün için gizli olan ve Karargâh-ı Umumideki Türk subaylarının içeriğini bilmediği bu talimatta şunlar yazıyordu: ‘’Rus Ordusunun cephesi kuvvetli ise ve bir taktik hareketiyle başarı elde edilemeyeceğine kanaat getirilirse, bir kolorduyu Erzurum müstahkem mevziinden alınacak toplarla takviye ederek Rusların ön cephesine, ayrıca iki kolordu ile yanlarına kuşatıcı bir taarruz yapılabilir.’’320 Bu talimattan anlaşılıyor ki Başkumandanlık Vekâleti, Hafız Hakkı Bey’i Erzurum’a durumu inceleyip rapor etmekten çok, şartlar ne olursa olsun orduyu taarruza hazırlamak için göndermişti. Muhtemel bir harekâtın kuşatma şeklinde yapılacağını ön 319 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 184. Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 147. Hafız Hakkı’nın Trabzon’a hareketi çok acele bir şekilde oldu. Kendisine lazım olan birçok eşyayı alamadan ve yakınlarıyla vedalaşamadan İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı. Ali Vasıb Efendi hatıralarında Hafız Hakkı’nın bu acil gidişini şöyle anlatmaktadır: ‘’Erkan-ı Harbiye tarafından Rusya cephesinin teftişine memur edilen eniştem Hafız İsmail Hakkı Bey, Gülcemal vapuruyla ( burada bir bilgi yanlışı söz konusudur. Hafız Hakkı Gülcemal Vapuru ile değil, Mecidiye Kruvazörü ile Trabzon’a hareket etmiştir.) bağleten İstanbul’dan hareket etti. Bizi bile görüp veda edemedi. Bilahare haber alarak ancak evimizden görünen Gülcemal vapurunu dürbün ile seyrettik.’’ ( Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 59.) 320 112 gören bu talimatın doğrudan doğruya Felix Guse’ye hitap etmesi ayrıca ilginç olan bir noktadır. Nitekim Hasan İzzet Paşa’nın mütereddit tavrı bilinmektedir. 26 Kasım akşamı Trabzon’a varan Hafız Hakkı Bey, buradan gönderdiği şifreli telgrafta: ‘’Hopa’ya ihraç hareketinin mümkün olduğunu, Hopa’dan piyade ve hayvan hareketine mahsus yol ile Çoruh Vadisi’ne varılabileceğini’’ bildirdi. Hafız Hakkı Bey’in ilk raporu taarruz düşüncelerini teşvik edici yöndeydi. Tetkikin amacı gerçeği görmekten çok taarruza zemin hazırlamak gibiydi.321 Hafız Hakkı Bey, Trabzon’daki bu incelemelerinden sonra 27 Kasım sabahı Erzurum’a gitmek üzere kendisine tahsis edilen otomobille Trabzon’dan hareket etti. Kışın ve soğuğun geçit vermediği, Trabzon-Erzurum yolundaki meşakkatli yolculuğun ardından 29 Kasım günü Erzurum’a vardı. Aynı gün Albaylığa terfi ettiğini bildiren İrade-i Seniyye kendisine tebliğ edildi. Bu yoldaki zorlukları ve Erzurum’a vardıktan sonra kışın şiddetini gören Hafız Hakkı Bey, 29/30 Kasım gecesi İstanbul’a aşağıdaki raporu gönderdi: ‘’Çoğunlukla geceleri yürüyerek, ancak bu gece saat 22: 00 sularında Erzurum’a geldim. Yollar ve havalar gayet fenadır. Trabzon ile Erzurum arasındaki menzil durumu hakkında yaptığım incelemelerde, III. Ordu’nun bu durumuyla yiyecek, giyecek ve cephane ikmali meselelerinin gittikçe fenalaşacağına kani oldum. Menzil işlerini yürütmekte olan emeklilerin hiçbir işe yaramadığı görülmüştür. Trabzon’daki III. Ordu adına gönderilen yiyecek, donatım ve araçlar hala oralarda durmaktadır. Yolların muhtelif yerlerinde idaresizlik belirtisi olan mekkâre ve öküz ölüleri duruyor. Bu duruma ivedilikle bir çare bulunmazsa, ordunun hiçbir eksiği muntazam ikmal edilemeyeceği gibi, elde bulunan taşıt araçları da yakında mahvolacaktır. Yarın gerek görevimi kapsayan hususlarla ve gerekse menzil işleri için Hasan İzzet Paşa ile görüşeceğim.’’322 Hafız Hakkı Bey’in ilk raporunda görülen olumlu ifadeler yerini bölge gerçeklerine bırakıyordu. Bunda şüphesiz Trabzon ve Erzurum vilayetleri arasındaki iklim farklılıklarının ve Hafız Hakkı Bey’in bu bölgeye ilk defa gelip zorlukları bizzat müşahede etmesinin büyük rolü vardır. Birçok araştırmacı Hafız Hakkı Bey’in bu tarihe kadar ilkbahardan önce savaşa girmeme düşüncesinde olduğunu, Erzurum’daki incelemelerinden sonra ve yükselme hevesiyle kanaatinin değiştiğini yazmaktadır. Oysa daha öncede ifade edildiği gibi Hafız Hakkı Bey ile Enver Paşa 321 322 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 194. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 333. 113 arasında Kasım ayı ortalarından beri kışın bir kuşatma harekâtının yapılmasına dair ortak bir düşünce mevcuttu. 29/30 Kasım tarihli bu rapor ise zorlukların bizzat müşahede edilip objektif bir şekilde merkeze bildirilmesinden başka bir şey değildi. Hafız Hakkı Bey, Albay rütbesiyle Erzurum’a vararak söz konusu telgrafı gönderdikten sonra Erzurum Valisi Tahsin Bey, Dr. Bahattin Şakir Bey ve bir takım ittihatçı yöneticilerle görüştü. Ardından Ordu Menzil Müfettişi Avni Paşa’dan menzil teşkilleri hakkında bilgi alarak Aralık ayı başında III. Ordu Karargâhının bulunduğu Köprüköy’e hareket etti.323 Albay Hafız Hakkı Bey III. Ordu Karargâhına varmadan önce burada durum şöyleydi; Aras havzasında yeni işgal ettiği savunma mevzilerinin sağlamlaştırılmasıyla uğraşan III. Ordu, menzil hizmetlerinin eksik örgütlenme ile yönetilmesi yüzünden durduğu yerde açlıktan mahvolmak tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Erzak kollarının eşekleri, öküzleri, develeri bakımsızlık ve mevsimin şiddetli etkisiyle kısmen ölmüş ve kısmen de yük taşıyamayacak derecede zayıflamışlardı. Bilhassa 9. Kolordu’nun iaşesi sağlanamıyordu. Bu kolordunun 1. Şube Müdürü Yarbay Ömer Lütfi Bey’in verdiği raporda, Erzurum ambarlarından cepheye kadar erzak kollarının ancak 6-8 günde ulaşabildiklerini ve bu süre içeresinde taşınan arpanın neredeyse hububatı taşıyan eşek ve öküzlere dahi yetmediğini bildirmişti. Bu güç durum karşısında Hasan İzzet Paşa’nın kurmayları şaşkınlık içindeydiler. Bu kurmay subaylarda orduyu yerinde oynatmak için artık cesaret kalmamıştı. Şerif Bey, bu durum içerisinde Hafız Hakkı Bey’in bölgeye gelişinin sevinçle karşılandığını ve orduya yeniden bir canlılık geldiğini kaydetmektedir. Bu canlılık havasında birlikler süratle talime başladılar. Cephane ve iaşe meselesi ise bölge halkının büyük fedakârlıklarıyla, kışın şiddetine bakmadan kadınların ve çocukların güle oynaya, sırtlarında ve kucaklarında taşıdıkları cephaneyi ve iaşeyi cepheye götürmeleriyle giderilmeye çalışıldı. Bunun dışında bölge halkının yardımlarından sağlanan on beş-yirmi bin fanila, çorap, çamaşır gibi eşya Erzurumlular tarafından orduya armağan edildi. Bu yardımlar sonucunda orduya neşe ve sağlamlık geldi.324 Hafız Hakkı Bey’in Köprüköy seyahati görünürde teftiş ve motivasyon amaçlıydı. III. Ordunun yeniden cesaretlenmesi için yoğun bir çabanın içine girmişti. İstanbul’un III. Orduya ne kadar güvendiğini göstermesi için askere moral vermek adına ‘’Selam-ı 323 324 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 135. İlden, Sarıkamış, 139-140. 114 Şahaneyi ve Dua-i Padişahiyi’’ askere bildirdi. Sultan V. Mehmet Reşat’ın orduya karşı iltifat ve selamlarını bildirdiği bu bildiri şöyledir: ‘’Bundan 15 gün önce İstanbul’dan ayrılmadan Padişah’ın ayağının toprağına yüz sürdüm. Ayrılırken beni kapıya kadar geçirdiler. Pek mahcup oldum. Büyük Padişah’ımızın elini ayağını öptüm. –Hayırlı oğlum, ben ihtiyar olduğum için asker evlatlarımla savaşa gidemiyorum. Bari savaşa gideceklerin yanında bir süre yürüyeyim. Geçen Balkan Savaşı’nda ordu beni üzmüştü. Bu kez beni memnun edip sevindireceğinden eminim. Ben gece ve gündüz onlar için dua ediyorum- buyurdular. Yüce Padişah’ımızın bu altın sözlerine ekleyecek söz bulamadım. Bu ana kadar bizi sevindiren yüce Allah bizi zafere kavuşturacaktır.’’325 Hafız Hakkı Bey, bölgeye vardıktan hemen sonra teftişe başladı. III. Ordu Komutanı ve kurmay heyeti ile görüşerek, bir takım mütalaalarda bulundu. Hafız Hakkı Bey’in ve dolayısıyla Karargâh-ı Umuminin görüşü; Rus kuvvetlerini sol kanattan kuşatmak ve Kars Kalesi’ne çekilmelerine mani olarak bu birlikleri imha etmek yönündeydi. Genel hatları bu şekilde olan bu planı tatbike III. Ordu komutanı razı edilecekti. Şerif Bey, teftişin bu ilk günlerinde Hafız Hakkı Bey’in bir ziyafet sırasında kuşatma manevrasının yapılış biçimini kendilerine anlattığını ifade etmektedir. Şerif Bey ayrıca Hafız Hakkı Bey’in anlattıklarından bir takım çıkarımlarda bulunarak bu harekâtın İstanbul’da kararlaştırıldığını söylemektedir.326 Köprüköy görüşmeleri sonucunda III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ve onunla aynı görüşte olan kurmayları, Hafız Hakkı Bey’in taarruz hakkındaki tekliflerine, bazı noksanların giderilmesi şartıyla razı oldular. Böylelikle taarruz harekâtı hazırlıklarına başlandı ve 10. Kolordu’nun geride kalan birliklerinin harekât bölgesine sevki hızlandırılmaya çalışıldı. 2 Aralık’ta ki Köprüköy görüşmelerinden sonra Hafız Hakkı Bey, 3 Aralık akşamı Başkumandanlık Vekâletine 29/30 Kasım gecesi gönderdiği raporla çelişen ve kışın taarruz harekâtının yapılabileceğine dair olumlu ifadelere yer veren şu raporu göndermiştir: ‘’Rusların sağ cenahına taarruz kabildir. Sıçankale Dağı üzerinden hareket mümkündür. İd (Narman)’deki düşman sekiz tabur piyade, bir bölük süvari ve bir batarya kuvvetindedir. Merkezde düşman cephesinde endaht meydanı geniştir. Sol cenaha doğru ilerlemek kabil ise de Aras Nehri’ni geçmek müşküldür. Binaenaleyh evvela Onbirinci Kolordu ile taarruz edip düşmanın nazar-ı dikkatini sol 325 326 Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 150. İlden, Sarıkamış, 142. 115 cenaha celp etmeli ve bu esnada Dokuzuncu ve Onuncu Kolordular Koşa-Tortum hattında toplanmalı. Badehu İd üzerine hareket; İd’deki düşman berbat edildikten sonra ya Sıçankale Dağı’ndan düşmanın sol cenahına taarruz ve ya bu dağ üzerindeki geçitleri set ederek Oltu üzerinden düşmanın gerilerine taarruz. Fakat Ordu Kumandanı ve Erkan-ı Harp Reisi mütereddit. Metaneti lazımeyi haiz değil, cephede Onbirinci Kolordu ile sahra topları ve kale topları kalsın. İd cihetindeki kuvvetlere ben kumanda edeyim. Hasan İzzet Paşa her iki gruba kumanda etsin. Başka bir ordu kumandanı tayini muvaffak değil.’’327 29/30 Kasım’daki raporla tam bir tezat halinde olan bu rapor, tüm olumsuz kış şartlarına taarruzu mümkün gösteriyordu. Nitekim Ali İhsan Bey, Sarıkamış Harekâtı’na bu raporun yol açtığını söylemektedir.328 Hafız Hakkı Bey bu raporunda ayrıca Hasan İzzet Paşa’yı mütereddit göstermekle birlikte onun ordu komutanlığından alınmasını uygun görmemektedir. Sarıkamış Harekâtı üzerine ilk ciddi çalışmalardan birini kaleme alan Yavuz Özdemir, 2 Aralık görüşmeleri sonucunda Hafız Hakkı Bey’in, Hasan İzzet Paşa’yı harekâta inandırmış olabileceğini ve bu yüzden görevinde kalmasını istediğini ifade etmektedir.329 Yine bu raporda Hafız Hakkı Bey ilk kez birliklere komuta etme isteğini ortaya koymuştur. Narman bölgesindeki birliklere komuta etmek istemektedir. Hafız Hakkı Bey’in gerek taarruzu destekler nitelikteki ifadeleri ve gerekse bazı birliklerin başına geçme isteği, takip eden günlerde merkeze gönderdiği raporlarında yinelenmiştir. Hafız Hakkı Bey, 3 Aralık tarihli raporundan sonra teftişlerine devam etti. 4 Aralık’ta, Balkanlarda çetecilerle mücadelede ün yapmış Gırabeneli Bekir ve Bahattin Şakir Beyler ile birlikte 34. Tümen Karargâhı’na geldi. 34. Tümen Komutanı Aziz Samih (İlter) Bey ile muhabbet etti. Aziz Samih, Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’dan geliş sebebini anlatması bakımından önemli olan bu görüşmeyi şöyle anlatmaktadır: ‘’Cepheyi görmek için Hafız Hakkı Bey’le Tahtatepe’deki topçu mevziine gittik. İstanbul’dan teftişlerinin sebebini sordum. -Anlayamadın mı? Dedi. -Anladım Ne duruyorsunuz, demeye geldiniz. Dedim. Gülerek dedi ki –iyi bildin ne duruyorsunuz? Beni Batum’dan vapura bindirmelisiniz. Yoksa Trabzon’dan gitmem. Bu suretle bir 327 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 135-136. Ayrıca Bkz. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 224-225. ‘’Öyle zannediyorum ki Sarıkamış Seferi hakkında felaket doğuran kararı, bu şife tacil etmiştir.’’ (Sabis, Harp Hatıralarım, II, 225. ) 329 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 136-137. 328 116 taarruz yapılmasından bahsetti. Etraftaki dağların büründüğün karların derinliğini gösterdim. Hatta bu mevsimde muharebenin ilanının vakitsizliğinden bahsettim. Dedi ki –ben de bu fikirdeydim. Hatta Alman Erkânıharbiyesini ikna için Bronsart ile beraber Berlin’e gitmiştik. Oteldeki odalarımıza ayrılıp yıkandıktan sonra tekrar buluştuğumuz zaman Bronsart dedi ki –hazırol gidiyoruz. İstanbul’a dönüyoruz. Harp başlamıştır. Karadeniz’deki vakayı orada öğrendim. Geri döndük. Binaenaleyh başlayan bu harbi iyi bitirmekten başka düşünülecek şey kalmamıştır. O halde kışı olduğumuz yerde geçirip, ilkbaharda taarruz etmek lüzumunu anlattım. Hafız Hakkı Bey dedi ki – ilkbaharda sulh olması ihtimali vardır. Böyle olursa sulh masasına hangi işimizle oturacağız? Çorbada pirinci çok olanın hissesi de çok olur. Binaenaleyh herhâlde bir taarruz yapmalıyız. Havanın, yerlerin, askerlerin halini gösterdim. İhtiyaçları anlattım. Kolordu erkânıharbiyesini telefona çağırdı. O da geldi. Taarruz imkânını ona da sordu. O da fikri söyledi. Fakat mülayimane bir imkânsızlık gösterdi.’’330 Buradan anlaşılacağı gibi Hafız Hakkı Bey, Karadeniz Olayı ve Köprüköy Savaşlarından sonra ortaya çıkan taarruz cereyanına kapılmıştır. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na vakitsiz girişini engelleyememiştir. Savaş başlamıştır. Eski düşüncelerini devam ettirmenin anlamı yoktur. Günlüklerinde de ifade ettiği gibi meselenin çözümü artık şiddet ve cüretkârlıktadır.’’ İlkbaharda sulh olması ihtimali vardır’’ sözü ise Özdemir’inde ifade ettiğine göre Türk istihbaratının edindiği sahih bir bilgidir.331 Aziz Samih Bey’in devamla verdiği bilgiler Hafız Hakkı Bey’in bulunduğu ortamı ve etkisi altında kaldığı şahısları göstermesi bakımından önemlidir: ‘’Gırabeneli Bekir Bey fırka kumandanlığına asaleten tayin edilerek gelmişti. Karargâhta kaldı. Fırkayı kendisine devrettim. Rumeli’de çetecilikle şöhret kazanan Gırabeneli Bekir’in garip fikirleri var. Ordunun ihtiyacını işitmiş. Askerin olduğu yerde açlıktan, hastalıktan, sefaletten öleceğine düşman kurşunuyla ölmesi daha iyidir diyerek bazı şahsi kanaatler ve çetecilikte muvaffakiyetine dair hikâyeler anlattı.’’332 Gırabeneli Bekir’in bu sözlerinin yanı sıra Bahattin Şakir Bey’in Azap Savaşlarındaki başarısızlıktan sonra hiçbir resmi vazifesi olmamasına rağmen merkeze yaptığı şikâyetler dikkate 330 Aziz Samih, Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları Zivinden Peteriçe, Büyük Erkânıharbiye Matbaası, Ankara 1934, 8-9. 331 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 137. 332 Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 9. 117 alındığında, Hafız Hakkı Bey’in bir takım gayri mesul veya askeri görevi olmakla birlikte hâlâ çeteci mantığı ile düzenli bir ordunun hareketini tanzim etmeye kalkışan kişilerin etkisi altında kaldığını söylemek mümkündür. Nitekim Hafız Hakkı Bey, Erzurum’a ayak bastığından itibaren bu kişilerle sürekli irtibat halindedir. Gerek Karargâh-ı Umuminin ve gerekse İTC’nin bir takım sivil ve askeri şahıslarının baskısı altında kalan Hafız Hakkı Bey’in başka türlü hareket etmesine imkân kalmamaktadır. 5 Aralık’ta ise 29. Tümen Komutanı Arif Bey (Baytın) ile bir araya gelen Hafız Hakkı Bey bu görüşmede özellikle Oltu yönündeki keşiflerin arttırılmasını istemiştir. Nitekim kuşatma harekâtı esnasında kolordusunun bu yönden ilerlemesi Hafız Hakkı Bey’in buraya yönelik ilgisinin sebebini ortaya çıkarmıştır. Arif Bey, Hafız Hakkı Bey’in gelişini ve kendisine verdiği talimatları şöyle anlatmaktadır: ‘’Yine ihtiyari ricatin İstanbul’daki akislerinin ilk belirtileri arasında alelacele İstanbul’dan Kafkas Cephesi’ne gönderilen Damad-ı Hazret-i Şehriyari ve Başkumandan Genelkurmay İkinci Reisi Albay Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’da III. Orduya gelerek bu 29 2. Teşrin 1330 tarihinde kolordu komutanı ile birlikte muharebe hattını dolaşması ve Kuşa’dan geçerek 29. Tümen’e de uğraması göze çarpıyordu. Bay Hafız Hakkı’ya tümenin vaziyeti ve düşmanın ahvali hakkında malumat verildiği sırada Kuşa’daki müfrezemizin kendilerine verilen malumata göre Oltu tarafına ait keşifleri kâfi görmediğinden bu cihete, telefattan ürkmeyerek genç ve müntahap subaylar komutasında keşif kolları gönderilmesini imalı bir tarzda ifade etmişlerdi. O zaman bizim için garip ve biraz da vakitsiz görülen ve lüzumsuz can fedasını icap ettiren bu tavsiyenin hikmetini anlamak güç olmuştu. Fakat sonradan ihata manevrasının tatbikatına gelince Oltu cihetlerinde zuhura gelen birçok vaka bu tavsiyenin sırrını çözmüş bulundu.’’333 4 ve 5 Aralık günlerinde Hafız Hakkı Bey ayrıca İstanbul’a iki şifre gönderdi. İçerikleri hemen hemen aynı olan bu şifrelerde özetle: ‘’ Gerek Onuncu Kolordunun ve gerek Üçüncü Ordunun Alman olan Erkânıharp Reislerinin kendi taarruz tertiplerini muvafık buldukları, ordu Kumandanının da kabul ederek lazım gelen hazırlıklara başladığı ve fakat Onuncu Kolordu Kumandanının zayıf olduğu ve Sivas’tan Erzurum’a yürüyüş esnasında kolordusunu sevk ve idarede gevşeklik göstererek birliklerin pek geç kalmalarına meydan verdiği ve emre intizar ettiği’’ yazıyordu. Burada en dikkat çekici husus, Hafız Hakkı Bey’in saldırı planının Alman subaylar tarafından kabul görmesidir. 333 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 57-58. 118 Nitekim Türk subaylar nezdinde tereddüttün hâkim olduğu malumdur. Bu halde olumsuz kış şartlarına rağmen Alman subayların bu planı kabul edilebilir olarak görmesi, Almanların kendi menfaatleri doğrultusunda meseleye baktıklarının en büyük kanıtıdır. Ayrıca bu şifrelerde Hafız Hakkı Bey, 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa’yı şikâyet ederek, daha önce ifade ettiği birliklerin başına geçme isteğini belirginleştirmiş oluyordu. Bu halde Hafız Hakkı Bey’in 10. Kolordunun başına geçmek istediği anlaşılmaktadır. Ali İhsan Bey, Başkumandanlığın henüz düşünmekte ve kesin bir karar vermekte tereddüt gösterdiği bir zamanda Hafız Hakkı Bey’in gönderdiği bu şifrelerin taarruz arzusunu kamçıladığını ifade etmektedir. Özellikle Hasan İzzet Paşa’nın, Hafız Hakkı Bey ile görüşmesinden sonra taarruza sıcak bakmasının Başkumandanlık Vekâletini harekete geçirdiği söylenebilir. Bunun yanı sıra Çoruh Nehri’ni geçmiş olan gönüllü müfrezelerin Artvin’in doğusunda ilerleyerek Ardanuç’u işgal etmeleri ve Ruslardan birçok ganimet almaları ve yine Batum civarındaki müfrezenin bölgedeki kısmi başarıları Başkumandanlıkta taarruz için umut doğurmuştur.334 Hafız Hakkı Bey’in raporları üzerine Karargâh-ı Umumide taarruz fikri kesinlik kazanmıştı. Zaten Hafız Hakkı Bey de hazırlıklara başlamış bulunuyordu. Bu noktada Ali İhsan Bey devreye girerek III. Ordu Komutanı’nın da fikrinin sorulmasını istedi. Hafız Hakkı Bey son raporlarında III. Ordunun hazırlıklara başladığını bildirmekle birlikte, ordu komutanının düşüncelerini açıkça ifade etmemişti. Bunun üzerine Ali İhsan Bey’in teklifi ile 5 Aralık akşamı III. Ordu Komutanlığına şu şifre yazıldı: ‘’Lehistan’da Rusların duçar oldukları harp vaziyeti sebebiyle Kafkasya’daki Rus kuvvetlerini takviye etmeleri muhtemel değildir. Lakin bazı ikinci ve üçüncü hat kıtaları sevk olunabilir. Çoruh Vadisi’nde istihsal edilen muvaffakiyetler, Batum’daki Rus kuvvetlerinin kısmı azamının Aras cihetindeki Rus asıl kuvvetlerini takviye için sevk edildiğini işrap ediyor. Rusların şimdiye kadar Aras Vadisi’nde bir taarruz faaliyeti göstermelerine nazaran hali hazırda muhafazaya gayret ettiklerine hükmedilebilir. Üçüncü Ordu, bazı ihtiyaçların zebunu olmakla beraber her halde Ruslara manen ve maddeten faiktir. Şimdiye kadar icra edilen muharebelere göre, Ruslara cepheden taarruz ile ve tabiye ihatası ile galebe çalmak pek güç ve kanlı olacaktır. Lehistan’daki tecrübeler gösteriyor ki Rusların sevkulceyş ihatasıyla perişan edilmesi pek mümkündür. 334 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 230-231. 119 Bu Rus kuvvetlerinin perişan edilmesi ile de Kafkasya’nın zengin arazisi elimize geçecek ve herhalde Üçüncü Ordunun vaziyeti daha iyi olacaktır. Binaenaleyh atideki maddeler hakkındaki fikirlerinizin serian işarını rica ederim: 1) Onbirinci Kolordu, bütün kolorduların ve kalenin (Erzurum) sahra bataryalarıyla birlikte şimdiki mevziinde müdafaada kalacak, 2) Dokuz ve Onuncu Kolordular, İd ve Oltu istikametlerinde müteaddit kollarla ilerleyerek İd’deki düşmanı ihata ve mahvetmelidir, 3) Ardahan istikametinde ilerleyen çeteler de düşmanın gerideki irtibat yollarını kesecekler ve bu çevirme hareketine iştirak edeceklerdir, 4) İd’deki düşman perişan edildikten sonra Rus asıl kuvvetlerine karşı taarruz başlamalı. Bu taarruzda muhtelif kolların aynı zamanda muharebe temasına gelmelerinin temini lazımdır. Dokuz ve Onuncu Kolordular, düşmanın yan ve gerilerine taarruz etmeli ve bu taarruz hareketleri tesirini göstermeye başlayınca, Onbirinci Kolordu da cepheden taarruz eylemelidir. Eğer düşman, bu esnada Onbirinci Kolorduya cepheden taarruz ederse, bu kolordu sonuna kadar müdafaa etmelidir. Eğer düşman, bu ihata hareketleri tesir yapmadan evvel geri gitmeye kalkışırsa, Onbirinci Kolordu, hemen kemali şiddetle taarruza geçerek onu yerinde tutmaya çalışmalıdır.’’ Şifrede geçen ifadeler ordu komutanının fikrini sormaktan çok, belirtilen hususların yerine getirilmesini isteyen emirler şeklinde idi. Ayrıca bu şifrede harekâtın şekli bütün ayrıntıları ile ifade ediliyordu. Bu da muhtemel bir harekâtın ihata manevrası şeklinde icra edileceği hakkında Başkumandanlık Vekâlet’inin ısrarını gösteriyordu. Ali İhsan Bey bu son kararda başlıca üç amilin etkili olduğunu söylemektedir. Bunlar: 1) Teşkilat- Mahsusa çetelerinin Batum’un güneyinde kolayca yaptıkları ileri hareketler ve bunlar üzerinde yapılan propaganda, 2) Hafız Hakkı’nın fikir değiştirerek yaptığı teklif ve dağlar üzerinden harekâtın mümkün olduğunu bildirmesi, 3) Alman ordularının Lehistan’daki muvaffakiyetlerinin, oradaki büyük farklara dikkat edilmeyerek, bizde de gerçekleşeceği ümidine düşülmesi.335 335 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 231-234. 120 5 Aralık tarihli bu şifreye 6 Aralık günü verilen cevapta; III. Ordunun taarruzu hakkında orduca verilen kararın da Karargâh-ı Umuminin görüşlerine uygun olduğu bildirildi. Yani Hasan izzet Paşa da artık bir kış taarruzunu destekler görünüyordu.336 Aynı gün, teftiş ve motivasyon amaçlı gezilerini sona erdirerek Erzurum’a dönen Hafız Hakkı Bey’in doğrudan doğruya Enver Paşa’ya gönderdiği özel şifre meseleye son noktayı koydu: ‘’Dağlar üzerindeki yolları keşfettirdim. Bu mevsimde bu yollardan hareketin mümkün olduğuna inandım. Buradaki kolordu ve ordu komutanları yeterli ölçüde inançlı ve kararlı olmadıklarından böyle bir saldırıya içtenlikle taraftar olmuyorlar. Bu saldırının uygulanması rütbem düzeltilerek bana verilirse ben bu işi yaparım.’’337 Sarıkamış Harekâtı’nın yapılmasında son ve kesin kararı verdiren bu şifrede; Hafız Hakkı Bey, kolordu ve ordu komutanlarının kararlı olmadıklarını söylüyorlardı. Oysa aynı gün Hasan İzzet Paşa, Karargâh-ı Umumiye gönderdiği şifrede; kış taarruzunu kabul etmişti. Ayrıca Hafız Hakkı Bey bir önceki şifresinde Hasan İzzet Paşa’nın kararsızlığına dair hiçbir ibareye yer vermemişti. Bununla birlikte Hafız Hakkı Bey’in ‘’saldırının uygulanması rütbem düzeltilerek bana verilirse ben bu işi yaparım’’ sözünün ucu açıktı. Hafız Hakkı Bey acaba bir kolordunun başına mı geçmek istiyordu yoksa gözünü ordu komutanlığına mı dikmişti? Ordu Komutanı’nı kararsızlıkla itham etmesi bu düşüncesinin bir sonucu muydu? Bu soruların kesin bir cevabını vermek güç olmakla birlikte Hafız Hakkı Bey’in daha önce gönderdiği şifrelerde 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa’yı şikâyet etmesi, birinci ihtimali kuvvetlendirmektedir. 3.5.3. Hafız Hakkı Bey’in 10. Kolordu Komutanlığı’na Tayini Hafız Hakkı Bey’in çeşitli kereler ifade ettiği birliklerin başına geçme isteği kısa bir süre sonra karşılığını buldu. 6 Aralık 1914’teki son şifresinden sonra Başkumandanlığın etkisiyle 7 Aralık 1914’te bir İrade-i Seniyye çıkarılarak 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa emekliye sevk edildi ve aynı kolordu komutanlığına Hafız Hakkı Bey’in tayin edildiği bildirildi.338 Enver Paşa’nın Hafız Hakkı Bey’i III. Ordu Komutanlığına getirmesi beklenemezdi. Bu makamla ilgili farklı düşünceleri vardı. 336 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 141-142. Alptekin Müderrisoğlu, Sarıkamış Dramı, İstanbul 2006, 142. 338 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 142. Ayrıca Bkz. BOA. 19. M. 1332 Dosya No: 4325 Gömlek No: 324332 Fon Kodu: BEO 337 121 Hafız Hakkı Bey’in 6 Aralık’ta gönderdiği rapordan sonra, Hasan İzzet Paşa’nın saldırı planını uygulayamayacağına kanaat getirmişti. Bu meseleyi çözüme kavuşturmak gerekiyordu. Enver Paşa ilk olarak I. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in yanına giderek III.Ordunun komutasını ona teklif etti. Liman Paşa tereddütlüydü. Kafkas Cephesi’nde kışın yapılacak bir hareketin başarıya ulaşacağına ihtimal vermiyordu. Bu bölgedeki eksikliklerin fakındaydı. Kafkas Cephesi’nde yapılacak bir harekete karşıydı ve öteden beri Odesa’ya asker çıkarma fikrini savunuyordu. Liman Paşa şüphesiz mağlup bir ordunun komutanı olarak anılmak istemiyordu. Bu yüzden Enver Paşa’ya: ‘’tanıdığım ve yetiştirdiğim kıtalarla muharebe etmeyi arzu ederim. Onları hiç tanımıyorum ’’ diyerek teklifi reddetti. Bunun üzerine Enver Paşa bizzat cepheye gitmeye karar verdi. 6 Aralık akşamı yanında Bronsart Paşa ve yaverleri olduğu halde Yavuz Zırhlısına binerek Trabzon’a doğru hareket etti.339 Kâzım Karabekir, Hafız Hakkı Bey’in cepheye gidişini tamamen farklı yorumlamaktadır. Daha önce de ifade edildiği gibi Enver Paşa ve Hafız Hakkı Bey arasındaki rekabete atıfta bulunarak şunları söylemektedir:’’ 23 İkinciteşrinde (6 Birincikânun) de Enver Paşa, Bronsart Paşa ve1. Şube Müdürü Feldman, Yavuz’la Trabzon’a yola çıktılar. Enver Paşa da tıpkı Hafız Hakkı Bey gibi yaptı. Hiçbirimizle vedalaşmadı. Bunu acele harekete sevk eden amil Hafız Hakkı Bey’in gönderdiği rapordur. Hülasası şu –Bir kolordu ile cepheden, iki kolordu ille Bardız-Oltu üzerinden ihata ile Ruslara muvaffakiyetli taarruz yapabileceğini, yerinde tetkik ettim. Rütbem tahsis olunursa, ben bu işi yaparım- bunun üzerine Enver Paşa da Cemal Mısır’a, Hafız Hakkı Kars’a girecek zannıyla Cemal’den evvel Kars’a girmek ve Kars işini Hafız Hakkı’ya bırakmamak için ani bir kararla Alman Erkânıharbiye Reisi ve Alman Hareket Şubesi Müdürüyle yola çıkıyor.’’340 Enver Paşa’nın ilk önce Liman Paşa ile görüşüp, III. Ordu Komutanlığını ona teklif ettiği dikkate alındığında Karabekir’in bu sözlerinin sadece bir varsayımdan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. 10. Kolordu Komutanlığını deruhte etmeye başlayan Albay Hafız Hakkı Bey’in bu görevdeki ilk mesaisi kolordunun iaşesini sağlamaya yönelikti. 13 Aralık akşamına kadar Erzurum’a gelmesi beklenen 10. Kolordu kıtaları, ilk önce Karagöbek ile Tufanç arasında konaklayacak ve sonra Erzurum-Oltu doğrultusunda hareket edeceklerdi. 339 340 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 239-241. Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 396. 122 Gerek bu kıtaların yiyeceklerinin sağlanması ve gerekse uzun süredir hemen hemen hiç ekmek almayan 9. Kolordu kıtalarının ekmek ihtiyacının giderilmesi için Erzurum’da bulunan Hafız Hakkı Bey, bu meseleleri konuşmak üzere Erzurum Levazım İdaresi Reisi ile görüşecekti.341 Bu görüşmenin geçekleşip gerçekleşmediği bilinmemektedir. Bununla birlikte 7-8 Aralık gecesi Dâhiliye Nezareti’ne iaşe sıkıntısının had safhaya ulaştığını ifade eden şu telgrafı çekmiştir: ‘’Allah aşkına Sivas, Diyarbekir ve Mamuretülaziz valilerine emir ediniz. Birkaç bin deve ve mekkâreyi, erzak yani un, peksimet, arpa ve var ise pamuklu minteni hemen yola çıkarsınlar ve yolda kalmadan Erzurum’a kadar getirsinler. Yoksa bu gidişle ordu varlık içinde aç kalır. Valilerden kolların ne zaman hareket ettiğini ve ne zaman Erzurum’a varacağını teminat olarak sorarsanız iyi olur. Netice hakkında serian cevabını rica ederim.’’ Özdemir, bu telgraftaki ifadelerden yola çıkarak Hafız Hakkı Bey ile Erzurum Levazım İdaresi Reisi arasında yapılmış olması muhtemel olan görüşmenin olumsuz geçtiğini söylemektedir. Özdemir ayrıca Hafız Hakkı Bey’in cepheye gelişinden sonra özellikle iaşe meselesini ele almasıyla seferberlik içinde seferberlik olarak nitelenebilecek bir dönemin başladığını ifade etmektedir. 342 Hafız Hakkı aynı gün III. Ordu Komutanlığından şu emri aldı: ‘’ 1) Düşman İd civarında bir alay piyadesi, bir batarya topçusu ve iki bölük kadar süvarisi vardır. Bu kuvvetin durumunda şimdilik bir değişiklik yoktur. Narmann-Pürtuvan hattının kuzeyindeki sırtlarda birer taburluk iki grup tahkimatı ve iki topu ve Narman’ın güneyindeki sırtlarda da yedi topu bulunmaktadır. Ardos’taki düşman kuvveti evvelce iki taburdu, şimdi malumat yoktur. 2) 30. Tümen, Çakmak-Homigi-Köprüköy-Badicivan bölgesinde, Fethi Bey Müfrezesi, Hekbat-Epsemce bölgesinde olup bunlar geçici olarak ordu emrindedirler. 3) III. Ordunun maksadı, 10. Kolordu kıtaları geldikten ve ihtiyaçları mümkün olduğu kadar sağladıktan sonra asıl kuvvetleriyle Oltu üzerinde taarruza başlamaktır. 341 342 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 341. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 143. 123 4) 10. Kolordu, Erzurum-Kaleboğazı-Oltu, Erzurum-Narman-Oltu doğrultularında sahra toplarının hareket edip etmeyeceği ve Kaleboğazı tarafında düşman kuvveti olup olmadığını keşfettirecektir. Oltu ile Sarıkamış ve daha doğusu arasındaki bölge ve yollar hakkında soruşturma yaptıracaktır. 5) 10. Kolordu’nun Erzurum’a 13 Aralık 1914’e kadar gelecek kıtaları, Erzurum kuzeyinde Karagöbek-Tufanç arasındaki bölgede konaklayacaktır. 6) Kale’ye bağlı yol taburundan dahi istifade olunarak Erzurum-Kaleboğazı yolunun onarıma muhtaç kısımlarının yaptırılması lazımdır. Erzurum’un kuzeyindeki Soğukçermik civarında bulunan yol ve köprülerin bozuk kısımları Kale tarafından onarılacaktır. 7) Erzurum’a gelecek 10. Kolordu kıtalarının geliş tarihleri şimdiden orduya bildirilecektir. Kış nedeniyle gecikme olursa vaktinde bilgi verilecektir.’’ 343 Bu emirde özetle; III. Ordunun yapacağı hareket istikametinde bulunan yol ve köprülerin onarımının yapılması ve keşif sorumluluğu 10. Kolorduya veriliyordu.344 Bu sıralarda Erzurum’da bulunan Hafız Hakkı Bey 10. Kolordunun, ayrıca 9. Kolordunun bir tümeni ile takviyesi, 13 Aralık’a kadar, sahra topçusu hariç 31. Piyade Tümeni ve bir telgraf takımı ile bir beygir deposunun 18 Aralık’a kadar, diğer birliklerin 20 Aralık’a kadar, seyyar hastanelerle sıhhiye bölüklerinin ve erzak kolları ile cephane kollarının sonunun ise 28 Aralık’ta Erzurum’a gelebileceğini bildirildi. Ordu Komutanlığınca bu rapora verilen cevapta; ordunun taarruz zamanının şimdiden saptanamayacağı, 32. Tümen’in gelmesinin beklenebileceği, lüzumu kadar giyecek eşyasının ne zaman geleceğinin belli olmadığı ve bu nedenlerle 30. Tümen’le Fethi Bey Müfrezesi’nin şimdiden kolorduya katılmasının uygun olmadığı ifade edildi.345 Hafız Hakkı Bey, 30. Tümen ile Fethi Bey Müfrezesi’nin kendi kolordusuna bağlanmasını istiyordu. Ancak III. Ordu Komutanlığından kendisine verilen cevapta bunun şimdilik mümkün olmadığı ifade edilerek Hafız Hakkı Bey’in bitmek bilmeyen isteklerine ket vuruluyordu. Hafız Hakkı Bey, Erzurum’a ilk geldiğinde gözlemci konumundaydı. III. Ordu Komutanı’ndan herhangi bir emir alması söz konusu değildi. Ancak 10. Kolordu 343 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 341-342. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 144. 345 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 343-344. Hafız Hakkı’nın III. Ordu Komutanına sunduğu öneri ancak 14 Aralık’ta kabul edildi ve Fethi Bey ile Ali Osman Bey Müfrezelerinin 10. Kolordu’ya iltihakı gerçekleşti. (Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 84). 344 124 Komutanlığını deruhte etmeye başladığından itibaren artık Hasan İzzet Paşa’nın emrine tabiydi. Bu arada Enver Paşa 12 Aralık 1914’te Erzurum’a vardı. Hemen cepheyi gezmeyi başladı. Askerin içinde bulunduğu kötü vaziyeti bizzat gördü. Buna rağmen askerlere ümit verici sözler sarf etmekten çekinmedi. Ertesi gün subay ve askerlere seslendiği bildirisinde şöyle diyordu: ‘’Hepinizi ziyaret ettim!...Ayağınızda çarığınızın, sırtınızda kaputunuzun olmadığını gördüm!...Fakat karşımızdaki düşman, sizlerden korkuyor!...yakın zamanda saldırıya geçerek Kafkasya’ya gireceğiz!...Siz orada her türlü bolluğa kavuşacaksınız!...İslam dünyasının umudu sizin son bir yardımına bakıyor!’’ 346 Enver Paşa da tıpkı Hafız Hakkı Bey gibi iaşe yokluğunun Kafkasya’ya girerek halledileceğini düşünüyordu. Hafız Hakkı Bey biran önce harekâtın başlatılmasını istiyordu. Bu sayede Rusları şaşırtıp, Kars’ı almayı düşünüyordu: ‘’Yegâne maksadımız, Rusları ters cephe ile muharebeye mecbur etmektir. Ruslar ricate muvaffak olursa maksadımız kayboldu demektir. Ben 10. Kolordu ile Sarıkamış’tan onların tepelerine bineceğim. Rusları mağlup ettik mi, mahvettik demektir. Bunun aksi bizim için de aynıdır. Kürdün dediği gibi ya herro ya merro!’’ Hafız Hakkı Bey bu düşüncelerini eski 9. Kolordu Komutanı Ahmen Fevzi Paşa’ya da harita üzerinde izah etmişti. O ise bu düşüncelere karşı şu mütalaada bulundu: ‘’Bu manevra nazari olarak gayet mükemmeldir. Şu şartla ki, kolorduların ellerinizle haritada hareket ettiği gibi, seri ve emniyetle harekete muktedir olmaları şarttır. Hâlbuki bu mevsimde, hudut dağlarında seri hareket edebileceklerini zannetmiyorum.’’347 Ancak hiçbir ikaz ve karşı düşünce Hafız Hakkı Bey’i fikrinden vazgeçirmedi. Artık Enver Paşa da cepheye gelmişti ve harekâtın başlaması an meselesiydi. Geriye III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın tereddütlünü ortadan kaldırmak kalıyordu. Bu ise onu görevinden almakla mümkün olacaktı. Enver Paşa 15 Aralık 1914 günü Hasan İzzet Paşa ile kuşatma planını görüşmek üzere Köprüköy’e gitti. Burada yapılan görüşmelerde, Hasan İzzet Paşa’nın itirazlarına kulak asılmaksızın plan onaylandı ve 17 Aralık’ta Erzurum’a dönmek üzere yola çıktı. Esasen Hasan izzet Paşa önceden plana taraftar gibi görünmüştü. Fakat son zamanlarda yaptığı teftişler sonucu gördüğü acı gerçekler karşısında yeniden mütereddit bir ruh 346 347 Benazus, Sarıkamış Faciası, 208. Aksun, Sarıkamış Harekâtı, 213. 125 haline büründü. Askerler aç ve çıplaktı. İaşe ve cephane durumu henüz düzene sokulmamıştı. Hasan İzzet Paşa planı onaylamasına rağmen huzursuzdu. 18 Aralık’ta Köprüköy’den Erzurum’daki Enver Paşa’ya çektiği telgrafta yeniden ordunun eksikliklerini ve tereddüdünü dile getirdi. Bu telgrafa oldukça sinirlenen Enver Paşa aynı gün beraberindekilerle Köprüköy’e geri döndü. Yeniden Hasan İzzet Paşa ile görüşerek derhal harekete geçmesini emretti. Ancak III. Ordu Komutanı bu emre karşı çıkarak Enver Paşa’ya; ‘’Olmaz! Etrafı görüyorsunuz; kış, kar basmıştır. Bu olumsuzluklar ve bu mevsim içinde bir ordu harekâtı iyi netice vermez. Kış şiddetini kaybetsin, yollar harekâta imkân sağlasın düşmanı yok edeceğim’’ şeklinde bir cevap verdi. Enver Paşa’nın ise bu çıkışa karşılık Hasan İzzet Paşa’ya ‘’Eğer hocam olmasaydınız sizi idam ettirirdim’’ tarzında tehditkâr sözler sarf ettiği iddia edilmektedir. Bu çekişmenin ardından Hasan İzzet Paşa’nın görevine devam etmesine imkân kalmamıştı. III. Orduda Hasan İzzet Paşa dönemi sona eriyordu. Nitekim sağlık durumunu bahane ederek istifasını sundu. III. Ordunun komutasını Enver Paşa devraldı.348 Artık Harekâtın başlaması için hiçbir engel yoktu. Kasım ayından beri üzerinde çalışılan Enver-Hafız Hakkı planı son şeklini almıştı. Buna göre; ana fikir olarak III. Ordu, biri zayıf diğeri kuvvetli olmak üzere iki gruba ayrılacak, zayıf grup Rusların Aras Nehri’nin iki yanından Erzurum doğrultusunda yapacakları taarruzları önlerken diğer kuvvetli grup, Rus mevziinin kuzey yan ve gerisine derin ve kuşatıcı bir taarruz yapacaktı. Bu maksatla 11. Kolordu ile 2. Nizamiye Süvari Tümeni düşmanı cepheden durdururken, 9. Kolordu Pitkir-Çatak doğrultusunda düşmanın kuzey kanadını kuşatacak ve 10. Kolordu da Oltu üzerinden Bardız-Sarıkamış doğrultusunda Rus mevziilerinin gerilerine düşecek, Artvin bölgesinde bulunan Ştanke Bey Müfrezesi ile Sınır birlikleri ve diğer özel milis kuvvetleri Olur-Şenkaya üzerinden, Oltu-Vartanik doğrultusunda ilerleyerek 10. Kolordunun harekâtını kolaylaştıracak. Murat Nehri havzasında bulunan 13. Kolordu birlikleri ise oyalama harekâtıyla karşısındaki Rus kuvvetlerini durduracak ve Aras bölgesinde bulunan Türk kuvvetlerinin güney yanını koruyacaktı.349 348 Hasan İzzet Altınanıt, Ülkem Ateş Çemberi İle Kuşatılmışken Sarıkamış, Yay Haz: Bingür Sönmez, Babıali Kültür Yayınları, İstanbul 2006, 122-123. 349 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 355. 126 15 Aralık 1914 tarihinden itibaren III. Ordu birlikleri 22 Aralık 1914’te harekete geçecek şekilde hazırlanmaya başladı.350 Hedef Sarıkamış’tı. Çünkü Sarıkamış bu dönemde Rusların, Türk sınırındaki en önemli garnizonu idi ve Rusların demiryolu ağı buraya kadar uzanıyordu. Sarıkamış’ın alınması halinde Türk Ordusu’na Kafkasya’nın kapısı açılıyordu. 19 Aralık’ta birlikler emredilen düzeni aldı. 9. Kolordu, HizarderePirtones-Eldenik-Iğnavut-Cansur bölgesinde, 10. Kolordu, Tortum etrafında toplandı. 11. Kolordu ise ana cephede Aras’ın kuzeyinde konuşlandı.351 18 Aralık’ta 11. Kolordunun karşısındaki bazı Rus birliklerinin Horum doğrultusuna, Narman’daki piyade kıtalarının ise Oltu doğrultusunda çekildikleri yolunda haber alındı. Bu haberler III. Ordu Karargâhında, Rusların bütün cephede genel bir çekilişe başladıkları kanısını oluşturdu. Bu durumda Rus birlikleri, 9. ve 10. Kolordular Sarıkamış gerisine varmadan çekilmelerini tamamlayabilirlerdi ki bu durum kuşatma planının suya düşmesi anlamına gelirdi. Rus kuvvetlerinin geri çekilerek sağlam tahkimatlı Kars Kalesi’nde mevzi almaları III. Ordunun işini oldukça zorlaştırırdı. Ancak durum zannedildiği gibi değildi. Rusların çatışmaların durmasından faydalanarak taktikleri gereği olduğu anlaşılan bu hareketlilik, Türk tarafınca yanlış değerlendirilmişti. Rusların genel bir çekilişe başladıkları kanaatine varılmıştı.352 Rus kuvvetlerinin hareketinin yanlış değerlendirilmesi yeni bir takım önlemlerin düşünülmesine neden oldu. Hafız Hakkı Bey, 18 Aralık’ta Tortum’dan III. Ordu Karargâhına çektiği telgrafta, Rusların niyetlerini ve buna karşı alınması gereken önlemleri şöyle ifade ediyordu; ‘’Bana göre en büyük felaket Rusların alelacele geri çekilip elimizden kurtulmasıdır. Bu şekilde kurtulan bir Rus ordusu, Kars istihkâm mevkiine dayanıp bizim için daha kuvvetli bir düşman haline gelir. Bununla birlikte ne olursa olsun Ruslar Kars’a ulaşmadan önce 9. ve 10. Kolordular Sarıkamış-Kars hattına ulaşmalıdırlar. Bu gayeye ulaşmanın iki şartı vardır; birincisi, ilk taarruzu baskın suretiyle yapmak, ikincisi birkaç saat içinde sonuçlanacak olan bu taarruzdan sonra her iki kolorduyu tam bir cesaret ve süratle ilerletmektir. Ben bunun için 10. Kolordunun hareketini şu şekilde hazırladım; 350 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 208. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 146. 352 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 208. 351 127 Tortum doğusundaki Ziyaret ve Karapınar çevresini gezerek bizzat gördüm ki eğer 22 Aralık 1914 günü taarruz harekâtı için kolordumuzla ileri yürüyüşe başlarsak önce Tortum Vadisi’nden 10. Kolordunun topçu ve yük hayvanlarını dik meyillerden yukarı hatta çıkarması er ve hayvanları kötü bir şekilde yoracak. Bu nedenle taarruz yorgun kuvvetlerle yapılacak. İkinci olarak, yukarı hattı geçen kuvvetler gündüz yukarı hattan düşman tarafına inerken, düşman bizim bütün kuvvetlerimizi sayacak, bu şekilde durum hakkında gayet doğru bir fikir edinip hızlı karar verebilecek ve böylece büyük bir ihtimalle süratle kaçacaktır. İşte bu felakete meydan vermemek için ben, 21 Aralık 1914 günü öğle vakti Tortum Vadisi’nden ileri yürüyüşe başlayarak akşama doğru tüm kuvvetlerimle yukarı hattı geçmeye başlayacağım.’’353 Rapordan anlaşılacağı üzere Hafız Hakkı Bey, Rusların kaçışına mani olmak için ordu emrinde belirtilen tarihten bir gün önce harekete geçmek istiyordu. Bu sayede 22 Aralık akşamı Oltu’ya varacak ve burada gerekli tertibatı aldıktan sonra 25 Aralık’ta Sarıkamış önlerine gelip taarruza başlayacaktı. Ancak Hafız Hakkı Bey’in bu isteği kabul edilmedi. Ordu Komutanlığından kendisine gönderilen emirde; 22 Aralık’tan önce hareketten kaçınması bildirildi. Bazı araştırmacılar, Hafız Hakkı Bey’in isteği üzerine harekâtın bir gün önce başlatılmasının faydalı olacağını ifade etmektedirler.354 Ordu emrine rağmen Hafız Hakkı Bey’in Rus birliklerinin geri çekilişine dair yanlış kanaatleri devam ediyordu. Bu kez ise sözde geri çekilmenin önüne geçmek için kuşatma harekâtının Sarıkamış-Kars hattına yöneltilmesi gerektiğini ortaya attı. Bu düşüncenin uygulanması, ordu emrini ihlal etmek anlamına geldiği gibi aynı zamanda hareket kolunun genişlemesi gibi bir duruma yol açıyordu. Kuşatma planında, 10. Kolordunun Narman-Oltu üzerinde Bardız-Sarıkamış hattına varması istenmişti. Hafız Hakkı Bey yukarıdaki düşüncesini 21 Aralık 1914 tarihinde Tortum’dan çektiği şu telgraf ile Enver Paşa’ya bildirdi: ‘’Dün, Ziyarettepe’den bütün kurmay heyetimle ve tümen kumandanları ile beraber Narman, Pitkir ve Soğanlı doğrultularına giden araziyi keşfettim. Şekerli ve Narman’dan Soğanlı Dağlarına doğru uzanan arazi o kadar dik ve o kadar karla kapalı görülüyor ki 9. Kolordunun Narman’ın zaptından sonra Kötek ve Çatak doğrultusunda yürümesi bu kolordunun harekâtını tamamıyla geciktirecek ve sonuç olarak bu kolordu Soğanlı Silsilesine cepheden taarruz etmek 353 354 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 86. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 146-147. 128 zorunda kalacaktır. Bugün en alçak olan Tortum Vadisi’nde dahi 10-20 cm kar yağdığından 9. Kolordunun Pitkir-Çatak üzerinden hareketi büsbütün güçlüğe uğrayacağı gibi kuşatma hareketinin de tehlikeye düşeceğinden eminim. Pek hayırlı sonuçlar vermesi muhtemel büyük kuşatma harekâtından kesin sonuç alınabilmesi için arazinin durumuna göre aşağıdaki hususları saygı ile arz ederim; 10. Kolordu, Ardos’ta daha ziyade zayıfladığı bugünkü raporlardan anlaşılan düşmanı takip için 22 Aralık 1914 akşamı Oltu’ya varmalıdır. Ben buna göre tedbirlerimi aldım. Şayet düşman, 22 Aralık 1914’ten itibaren görülen hareketi ile 9. ve 10. Kolordulara karşı Oltu dolaylarında önemli kuvvetlerle taarruz etmeyi başarırsa 23 Aralık 1914’te bu iki kolordu doğrudan doğruya idareniz altında, birlikte bu düşman kuvvetine şiddetli bir taarruz yapmalıdır. Ondan sonra 9. Kolordu günde 24 ve 10. Kolordu 30 km yürüyüş yaparak, düşman tarafından başka bir önemli engel meydana getirilmezse iki kolordu 25 Aralık 1914’te Sarıkamış-Yedikilise hattına varmaya çalışmalıdır. Stanke Bey355 Müfrezesi 16 Aralık 1914’te Borçka’da olduğu halde verilen emirlere rağmen hala Artvin’e gelmediğinden, şayet bu gece de gelmezse çetelerin kısmen Ardahan’a ve kısmen de Oltu doğrultusunda ilerlemelerini emrettim. Stanke Bey gelirse günde 30-40 km yürüyerek Kars doğrultusunda Rusların geri bağlantısını kesmek üzere ilerlemesini bildirdim.’’356 Bu mütalaasında Hafız Hakkı Bey, 10. Kolordunun kuşatma harekâtının doğrultusu hakkında açık bir bilgi vermemiş ise de, asıl istikametin daha kuzeyinden bir harekât yapmak düşüncesinde olduğu anlaşılıyordu. Hafız Hakkı Bey’in harekât yapmak istediği bölgede arazi, dağlık ve yolsuz olup mevsim itibariyle de çetin kış şartları hüküm sürmekte idi. Yeterince giydirilmemiş, ikmal kolları noksan kıtalarla, 355 ‘’Karadeniz’de üstünlüğün sağlanamaması üzerine Batum dolaylarına yapılacak çıkarmadan vaz geçilmiş ve bunun yerine hazırlanacak bir müfreze ile Batum’daki Rus kuvvetlerinin oyalanmasına karar verilmiştir. Bu sebeple İstanbul’da bulunan 3. Tümenin 8. Alayı’ndan, iki piyade taburu ile iki dağ bataryasından ve Çoruh bölgesi sınır taburlarından oluşan özel bir müfreze kuruldu. Bu müfrezenin başına o zamana kadar Erzurum Müstahkem Mevkii Topçu Komutanlığı yapmış olan Alman Binbaşı Stanke Bey getirildi. Müfreze’ye de Stanke Bey Müfrezesi denildi. Sarıkamış Harekâtı öncesinde bu müfreze 10. Kolordu Komutanlığına bağlandı. Stanke Müfrezesiyle Batum üzerinden yapılan bu hareket, Enver Paşa’nın İran dolaylarına gönderdiği kuvve-i seferiyyelerin daha küçük kavisli bir benzeri olarak düşünülmüştür.’’ (Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 349). Stanke Bey Müfrezesi hakkında daha geniş bilgi için Bkz. Hatice Yalçın, Harp Ceridesi Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi (Ştanke Bey Müfrezesi Harp Ceridesi), (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Tokat 2008. 356 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 216-217. 129 düşman kanadından yaklaşık 60 km uzaklaşarak ve geçit vermeyen büyük dağları aşarak yapılacak bu geniş kuşatma harekâtından iyi sonuç beklemek neredeyse imkânsızdı.357 III. Ordu Komutanlığınca tüm olumsuzluklarına rağmen kabul edilen bu değişiklik birçok yönüyle eleştiriye maruz kalmıştır. Belen, ilk planda düşünülen KötekBardız hattından, orduyu 15 km daha kuzeye kaydıran bu planın Sarıkamış Felaketi ’ne doğru atılan ilk adım olduğunu söylemektedir. Özdemir’in eleştirileri de aynı doğrultudadır. Şerif Bey ise Tortum’daki Ziyarettepe’den kuş uçumu 50 km uzakta olan bu bölgenin keşfedilmesinin imkânsız olduğunu belirterek bu değişikliği eleştirmekte ve bu planın tatbikinin Sarıkamış Felaketi’ne yol açtığını söylemektedir. 358 Özellikle harekâtın hemen öncesinde planın bariz bir şekilde değiştirilmesi en çok eleştirilmesi gereken noktadır. Nitekim bu tarz değişiklikler askeri strateji kurallarına da aykırıdır. Sonuç olarak III. Ordu Komutanlığınca da kabul gören bu plan 10. ve 9. Kolorduların ana istikametlerinden saparak kuşatma kolunu genişletmelerine ve böylece Sarıkamış önlerine geç gelmelerine sebebiyet vermiştir. 3.6. SARIKAMIŞ HAREKÂTI VE HAFIZ HAKKI BEY 3.6.1. III. Ordunun Komuta Kademesinde Meydana Gelen Değişiklikler Sarıkamış Harekâtı öncesinde III. Ordunun komuta kademesinde birçok değişiklik meydana geldi. 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa’nın dışında bütün kolordu komutanları görevinden alındı. İlk olarak Azap Savaşlarının hemen sonrasında, 24 Kasım 1914’te 9. Kolordu Komutanı Ahmet Fevzi Paşa emekliye sevk edilerek bu kolordunun komutasına 11. Kolorduya bağlı 34. Tümen Komutanı İhsan Paşa getirildi. İkinci değişiklik ise Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gelişinden sonra yaşandı. Hafız Hakkı Bey’in bölgede yaptığı teftişler sonucunda Başkumandanlığa gönderdiği raporlarda birkaç kez birliklerin başına geçme isteğini dile getirmesi ve bu arada 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa’yı sürekli olarak şikâyet etmesi üzerine Ziya Paşa emekliye sevk edilerek bu kolordunun komutanlığına Hafız Hakkı Bey tayin edildi. Son olarak Enver Paşa’nın III. Ordunun Komutasını Hasan İzzet Paşa’dan devralmasıyla Sarıkamış Harekâtı’nı gerçekleştirecek olan kadro ortaya çıkmış oluyordu. Buna göre 357 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 380. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 148. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 219. İlden, Sarıkamış, 173. 358 130 harekât, 9, 10 ve 11. Kolordular tarafından yürütülecekti. 13. Kolordu ise asıl harekât alanın dışında Van bölgesinde Rus saldırılarını örtmekle görevliydi.359 3.6.2. III. Ordunun Mevcudu III. Ordunun mevcudu ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Harekât boyunca verilen kayıp sayısında olduğu gibi bu konuda da kesin bir hükümde bulunmak oldukça güçtür. Verilen sayılar çoğu zaman birbiriyle örtüşmemektedir. Aziz Samih Bey, toplam kuvvetlerin 118. 174 kişi olduğunu ve bunların 69. 650’sinin muharip bulunduğunu kaydetmektedir.360 Yarbay Selahattin, toplam mevcudun 189. 562 kişi olduğunu ve 10. Kolordunun katılımıyla bu sayının 35-40 bin kişi arttığını söylemektedir. Ancak bunların ne kadarının muharip olduğu bildirilmemektedir.361 Türk Harp Dairesi’nin yaptığı araştırmaya göre; bu sayı 75. 660 muharip ve 37.000 geri hizmet olmak üzere 112. 660’dir.362 Fahri Belen ise ordu mevcudunu 169. 609 olarak vermekte ve bunun Kasım ayı başında 189. 562’ye çıkarıldığını ifade etmektedir. Bu sayı, Yarbay Selahattin’in verdiği mevcut ile de aynı olması bakımından dikkate alınabilir.363 Bununla birlikte verilen bilgilerden kesin bir sayıya ulaşmak oldukça zordur. Sonuç olarak Sarıkamış Harekâtı’na tahminen 75 bin ile 90 bin arasında bir muharip kuvvetin katıldığı söylenebilir. Buna Karşılık Rus Ordusunun mevcudunun 90 bini muharip olmak üzere yaklaşık 160. 000 kişiden oluştuğu bilinmektedir.364 3.6.3. Hafız Hakkı Bey ve Sarıkamış Harekâtı 21 Aralık’ta Hafız Hakkı’nın teklifi ile yapılan bir değişiklikle plan son şeklini aldı ve 22 Aralık’ta bu plana göre harekete geçildi. Hafız Hakkı’nın 10 Kolordusu bu tarihte Ekrek-Kaledibi-Mihrekom hattından Tortum’a kadar uzanan bölgede yer alıyordu.365 Taarruz emrine göre; 10. Kolordu bir tümeni ile Narman ve diğer iki tümeniyle Ardos’a ulaşacak ve her iki kolordu rastladıkları düşmana taarruz edeceklerdi. 30. Tümen şafakla birlikte Kaleboğazı istikametine gönderildi. Kısa bir 359 Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, 128-131. Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 15. 361 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 39. 362 Ramazan Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, Nesil Yayınları, İstanbul 2006, 139. 363 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 98. 364 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 142. 365 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 144. 360 131 süre sonra düşmanın terk ettiği mevziler ele geçirildi. Düşmanın Kaleboğazı mevkiine çekildiği haber alınmıştı. Bu suretle takibe başlandı. Kozahor köyüne gelmeden Hafız Hakkı 30. Tümene yetişti. Hafız Hakkı’nın süvari alayı ile beraber öncünün ilerisine geçerek yürüyüşe devam ettiği sırada soldan ansızın top ve tüfek ateşine maruz kalındı. Kısa bir müddet bu sonra ateşin soldan ilerleyen Fethi Bey Müfrezesi tarafından yanlışlıkla açıldığı anlaşıldı. Bunun üzerine boru çalınarak ateş kesildi. Kozahor köyü geçildikten sonra bu kez Rus birlikleri tarafından boğazdan top ve piyade ateşi başladı. 2. Tabur ileri sürülerek taarruza geçildi. Türk birlikleri süngü hücumu ile Kaleboğazı köyüne kadar geldi. Bozguna uğrayan düşman, Zerdenis köyü ilerisine kadar çekilerek burada mevzi aldı. Kısa bir süre sonra buradan da atılan düşman bu kez Oltu’nun 5 km batısında başka bir mevzide konuşlandı. Karanlığın basmasıyla çatışmalar sona erdi. Çarpışmalarda 30. Tümen, 10 kadar şehit, 50 kadar yaralı verdi.366 Geçici olarak 9. Kolordunun emrine verilen 31. Tümen’in Tudan istikametinde taarruza geçmesi üzerine Ruslar ciddi bir direnme göstermeden düzensiz bir şekilde geri çekildiler. 31. Tümen zayıf bir takiple akşama doğru Yeniköy’e girdi. Havanın bozuk olmasında dolayı sıkı bir takip yapılamadı. Öte yandan tümenin bir alayı ani bir baskınla Narman’a girdi. Bu baskın sonucunda geri çekilen düşmandan birkaç esir ve bir miktar erzak ile cephane ele geçirildi. 31. Tümen bugünkü çatışmalarda 60 kadar şehit ve 200’den fazla yaralı verdi.367 32. Tümen ise 30. Tümen’i takip ediyordu. Ancak dar bir yolda ilerlediği için çok zorluk çekti ve 24 saat aralıksız yürümesine rağmen hedefine ulaşamadı. Bununla birlikte 10. Kolordu bugün geniş ölçüde ordu emrinde belirtilen hedeflere varmış sayılırdı.368 Aras’ın kuzeyinde bulunan 11. Kolordu, Rus Ordusunu tespit etmek için 33. ve 34. Tümenlerden topçu ile takviye edilmiş birer alayı ileri sürdü. Bu alayların ileri harekâtı sonucunda düşmanın bulunduğu mevziileri terk edip geri çekildiği anlaşıldı. 9. Kolordu ise 29. Tümeni ile Vorintap’taki düşman bölüğünü geri attı. 28. Tümen iki kol 366 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 97-98. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 145. 368 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 73. 367 132 ile Ekrek üzerinden Karişim-Şekerli hattında ilerleyerek rastladığı düşman kuvvetlerini kuzeye doğru uzaklaştırdı. 17. Tümen ise 29. Tümen’i Kaçkans’ın batısına vardı.369 Sarıkamış Harekâtı başlamasına rağmen Sarıkamış Grubu Komutanı General Berhman, hâlâ Türklerin ana cepheden yani Aras Nehri güneyinden taarruza geçeceklerini düşünüyordu. Ancak Türk birliklerinin Narman ve Kaleboğazı bölgelerinden hareket edip buradaki Rus kuvvetlerini Oltu’nun batısına sürmesi bu kanaati haksız çıkarıyordu. Oltu Müfrezesi Komutanı, Türklerin ilerlemeye başladıklarını, Oltu istikametinde ilerleyen bu birliklerin bir kolordudan az olmadıklarını ve şiddetli taarruzları neticesinde müfrezelerinin çekilmek zorunda kaldıklarını bir raporla Mecingirt’te bulunan General Berhman’a bildirdi. Başka bir raporda ise Türklerin Sarıkamış Grubunun kuzey yan ve gerilerine doğru geniş bir kuşatma harekâtına başlamış bulunduklarının tahmin edildiği söylendi. Böyle bir hareketten büyük bir kuşku duyuluyordu. Ancak Sarıkamış Grubu Komutanı bu raporlara ehemmiyet vermediği için herhangi bir tedbir almaya lüzum görmedi.370 Aslında Rus Genel Karargâhının 22 Aralık’ta Kafkasya Ordusu Karargâhına Enver Paşa’nın Erzurum’da olduğu bilgisini vermesi, Oltu Müfrezesi’nden alınan haberle birleşince Türk Ordusu’nun büyük bir taarruz hazırlığı içerisinde olduğunu anlamaya yeterdi. Ancak buna rağmen Berhman ciddi bir tedbir almaktan çekindi ve asıl tedbirini ana cepheden gelecek bir taarruza karşı almaya devam etti.371 İlk günkü hareket, plana uygun bir şekilde yapılmış ve birlikler kısmen belirlenen hedeflere varmışlardı. 23 Aralık’ta Ordu Karargâhı 10. Kolordunun işgal ettiği Narman’a geldi. Hafız Hakkı’nın bugün için verdiği emre göre; 32. Tümen vadi içinden Oltu istikametinde düşmanın sol yanına taarruz edecekti. 30. Tümen, Fethi Bey Müfrezesiyle birlikte düşmanın sağ kanadını kuşatacak ve Hafız Hakkı Kaleboğazı köyünde bulunup sabahleyin taarruza katılmak için harekete geçecekti. 31. Tümen ise 9. Kolordu emrine verilmişti. Amacı 9. Kolordu ile 10. Kolordu arasındaki irtibatı sağlamaktı. Ancak bu tümen ile haberleşme sağlanamadığından dolayı bugün için bu 369 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 149-150. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 394-395. 371 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 148. 370 133 tümene görev verilememişti. Kimseden emir alamayan Tümen Komutanı Oltu istikametinde taarruz kararı aldı.372 31. Tümenin kimseden emir alamaması, bugün çok üzücü bir olayın yaşanmasına sebep oldu. Rus birliklerinin çekildiğini haber alamayan 32. Tümen birlikleri, Oltu istikametinde ilerlemekte olan 31. Tümeni düşman zannederek ateşe başladı. 31. Tümen de iyi keşif yapamadığı için karşısındakinin düşman olduğunu düşünerek karşılık verdi. İki Türk tümeni arasında çatışma uzun süre devam etti. Bu sırada şiddetli ateş sesleri duyan Enver Paşa, 31. Tümenin Narman Boğazı’nda kuvvetli bir direnişle karşılaştığını zannederek 28. Tümeni yardım için bölgeye göndermeye karar verdi. Ancak kısa bir süre sonra durum anlaşıldığı için kararından vazgeçti. Çatışma Teğmen Rasim’in durumu anlamasıyla sona erdi. Hatanın anlaşılması üzerine iki tarafın avcıları kolları yukarda birbirlerine karşı koşup kucaklaştılar ve bu felaket karşısında çocuk gibi ağlamaya başladılar. Bu üzücü olayda 1000 kadar Türk askeri kardeş kurşunuyla şehit düştü. Yaralı sayısı da bir okalardı.373 22 Aralık akşamı Oltu üzerine varan 30. ve 32. Tümenlerin bazı birlikleri 23 Aralık sabahı Rusları sağ ve sol taraflarından kuşatacak şekilde taarruza başladılar. Öğleye kadar devam eden çatışmalar sonucunda Ruslar Oltu’nun doğusuna atıldı. Kasaba Türkler tarafından ele geçirildi ve düşmandan bir albay ile bine yakın esir ve altı top alındı.374 Hafız Hakkı’nın Oltu’yu işgali öncesinde ve sonrasında bir takım hatalar yaptığı görülmektedir. Bunlardan ilki Oltu’yu biran önce işgal etmek ve kolordunun hızını arttırmak için 30. Tümen’in bazı alaylarının ve Fethi Bey Müfrezesi’nin çanta ve kaputlarını çıkartmasıdır. Kış mevsiminde yapılan bir askeri harekâtta tedbir amaçlı dahi olsa böyle bir eylemin yapılması büyük bir hatadır. Nitekim soğuk nedeniyle hastalık ve ölümlerin artması üzerine 30. Tümen Komutanı Albay Ali Osman, çanta ve kaputlara şiddetle ihtiyaç duyulduğunu söyleyerek, bunların süratle yetiştirilmesini Hafız Hakkı’dan istemiştir. İkinci hata ise, Oltu’ya giren ilk askerlere şehri yağmalamaları için izin verilmesidir. Böylelikle kolordunun birkaç haftalık ihtiyacını 372 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 101. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 401. Ayrıca Bkz. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 151-152. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 103. 374 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 233. 373 134 karşılayacak kadar zengin bir ikmal merkezi olan Oltu bir gün içeresinde yağmalanarak bütün kaynakları tüketilmiştir.375 9. Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Bey, Hafız Hakkı’nın Oltu’daki faaliyetlerini ve bu faaliyetlere yönelik eleştirisini şöyle dile getirmektedir: ‘’10. Kolordu Karargâhı, 10 Aralık (23 Aralık) günü akşama doğru Oltu’ya girdi. Asker mağazaları yağma etti. Kolordu Komutanı bazı komutanlara askerin sevk ve hevesini arttırmak için şehri yağma etmelerine göz yummalarını tembih etmiş. Bu söylenti Oltu’ya giren ilk tümenlerin subaylarından duyulmuştur. Ticarethanelerden sokaklara dökülen ipekli, yünlü kumaşlar yağ ve bal lekeleriyle kirletilmişti. Düzen kuruluncaya dek Oltu’da orduyu günlerce besleyecek çok güzel yemek ve erzak depoları bu yolla yok edildi. Gerçi bu tür hareketler zamanla önüne geçilemezse her zafer kazanmış ordunun yaptığı ve sürekli olarak yapacağı bir iştir. 1812’de Napolyon’un Moskova’ya girdiği günün ertesi günü Hassa Alaylarının bir kısmı yangın söndürmeye uğraşırken öbür kısmı ve en seçkin takımı Rus saraylarının altın avizelerini, ipek perdelerini, antika tablolarını ve hatta ayı ve ceylan postlarını sırtlarında taşıyarak Fransa’ya kadar götürmek isteğiyle konakladıkları evlere yığıyorlardı. Merhum Hafız Hakkı’da bu geniş istekleri, geniş yüreği ve geniş ve kaygısız düşüncesiyle kendini Napolyon’dan pek aşağı tutmuyordu. Hatta 10 Aralık (23 Aralık) akşamı Oltu’da, esir Rus Albayına Almanca –Benim Ardahan üzerinden yapacağım bu geniş kuşatma manevrasını, mevsimi göz önüne alıp ta karşılaştırınız. Napolyon bile yapmaya cesaret edememiştir ha!- demiş ve yine geniş geniş gülmüş, sevinmişti.’’376 Hafız Hakkı’nın Napolyon’a karşı olan hayranlığı ve ona benzeme çabası burada bir kez daha kendini göstermektedir. Kafkas Seferi öncesinde ordunun iaşesinin nasıl çözüleceği sorusuna karşılık ‘’ Napolyon’un aç ve çıplak askerlerine İtalya’yı gösterdiği gibi biz de Kafkasya’ya girmeliyiz’’ dediğini önceden görmüştük. 23 Aralık günü sonuç olarak Hafız Hakkı Oltu’yu almış ve kasabadan kaçan düşman kuvvetleri kısmen dağlara ve kısmen de Ardahan yönüne çekilmişti. Oltu’nun alınmasıyla ordu emrinde bugün için belirtilen hedefe varılmış oluyordu. Böylelikle harekâtın ilk iki gününde Hafız Hakkı’nın plana uygun olarak hareket ettiği ve başarılı 375 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 151. Ayrıca Bkz. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 152. İlden, Sarıkamış, 169-170. Yarbay Selahattin, Hafız Hakkı’nın Oltu’yu işgal ettikten sonra yağmayı yasakladığını ve cephane ile erzak kollarının zaten düşman tarafından yakıldığını iddia etse de, genel kanaat yukarıda belirtildiği gibidir. (Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 104-105). 376 135 bir şekilde belirtilen hedeflere ulaştığı söylenebilir. Bugünkü hareketler neticesinde 10. Kolordu, 23-24 Aralık 1914 gecesini şu vaziyette geçirdi: 30. Tümen; 89-90. Alaylar ve Fethi Bey Müfrezesiyle Oltu’nun 15 km kuzeydoğusundaki yol ile Lıspek’in güneydoğusundaki sırtlarda. 88. Alay Oltu’nun doğusunda ve Oltu-Çonak Yolu üzerinde bir handa ve açıkta. 31. Tümen, Oltu’da, 32. Tümen ise Oltu’nun çıkışında, 10. Kolordu Karargâhı ise Oltu’daydı.377 9. Kolordu’nun Karargâhı 23 Aralık’ta Kızılkilise’deydi. Kolordu bugünü kısmen hareketsiz geçirdi. Kolordu Komutanı İhsan Paşa, tümenlere verdiği emirde; tümenlerin Oltu-Bağçecik doğrultusunda ilerleyerek Oltu güneyinde 10. Kolordu kıtaları tarafından durdurulduğu tahmin edilen Rus kuvvetlerinin gerisine düşmelerini bildirdi. Ancak plana göre bugün için 28. Tümen’in Pitkir’e, 29. Tümen’in öncülerinin ise Bardız’a hareket etmesi gerekiyordu. Böylelikle belirtilen günde bu kuvvetler kuşatma harekâtı için Bardız’da toplanacaktı. İhsan Paşa’nın, 10. Kolordunun durumunu yanlış değerlendirmesinden dolayı verdiği bu emir, Sarıkamış Harekâtı’nın en az bir gün gecikmesine sebep olacaktı. Neyse ki III. Ordu Karargâhının gerçek durumu öğrenmesi üzerine 9. Kolordu’ya yeni bir emir verilerek, planda herhangi bir sapma yapmaması bildirildi. Böylelikle 9. Kolordu’nun asıl ilerleme hedefinden ayrılması engellenmiş oldu.378 11. Kolordu bugün ana cepheden 4 piyade alayı ve bir topçu taburundan bir araya gelen Rus kuvvetleri tarafından saldırıya uğradı. Bunun üzerine kolordu birlikleri bir gün önce ele geçirdikleri bölgeleri terk ederek asıl mevziilerine çekildiler.379 23 Aralık’ta Oltu’nun Türkler tarafından işgal edilip, buradaki Rus kuvvetlerinin Oltu’nun kuzeyine püskürtülmesi üzerine Türklerin geniş bir kuşatma harekâtı içinde oldukları endişesi yinelendi. Ancak buna rağmen Berhman’ın düşüncesi değişmedi. Tedbirini 11. Kolordu cephesinden gelebilecek saldırılara karşı almaya devam etti. Böylelikle Türkler açısından çok avantajlı bir durum ortaya çıkmış oluyordu.380 24 Aralık için verilen ordu emrinde; 11. Kolordunun düşmanın güney kanadına baskı yaparak bütün cepheden taarruz etmesi, 9.Kolordu’nun Bardız-Kızılkilise 377 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 105. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 400-401. 379 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 151. 380 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 89. 378 136 bölgesinde, 10. Kolordunun ise Varnut-Beyköy hattında ilerlemesi bildirilmişti. Böylelikle 24-25 Aralık gecesi tümenler Sarıkamış çevresinde toplanarak 25 Aralık’ta taarruza geçeceklerdi.381 Hafız Hakkı, Oltu’yu işgal ettikten sonra geceyi burada geçirmişti. Ordu emrinde 24-25 Aralık gecesi için Vartanut-Beyköy hattında bulunması istemişti. Ancak Oltu’nun işgalinden sonra Rus kuvvetlerinin Ardahan istikametine çekilmeleri onu endişelendirmişti. Hafız Hakkı düşmanı takip edip kesin olarak imha etmek istiyordu. Bu sebepten ordu emrine uymayarak 24 Aralık günü için birliklerine şu emri verdi: ‘’10. Kolordu, 24 Aralık 1914 günü sabahı erkenden aşağıdaki şekilde düşmanı takip edecektir. 31. Tümen sağ yan ve kol olarak, saat 09: 00’da ucuyla Oltu’nun kuzeydoğu çıkışından hareketle, Böcekli-Bağçecik-Pertüs yoluyla ilerleyerek ucuyla Kop köyüne varacak. 30. Tümen sol yan ve kol olarak, saat 10: 00’da hareketle Penek-Ekrek-Kafkas yoluyla ilerleyerek ucu ve kuvvetinin büyük bir kısmı ile Örtülü’ye varacaktır. İkinci bir emre kadar Fethi Bey Müfrezesi ile Mürettep 19. Süvari Alayı bu tümene bağlı kalacaktır. Tümen, sol yanını kesin olarak örterek emniyete alacak ve Ardahan yoluyla çekilen düşmanı yakından ve devamlı olarak gözetleyecektir. 31. Tümen, saat 08: 00’de Oltu’nun güney çıkışından hareketle, 30. Tümeni iki km’den takip edecektir. Tahrip Müfrezesi aracılığıyla Sarıkamış-Kars demiryolu ile şosenin önemli yerleri ve telgraf hattı 24/25 Aralık gecesi kesin olarak tahrip edilmiş olacaktır. Ben saat 10: 00’da Oltu’dan hareketle sol yan kolunun ucunda bulunacağım.’’382 Hafız Hakkı aynı gün saat 09: 30’da Ordu Karargâhına gönderdiği raporda yeni durumdan bahsederek tümenlerin bu gece Vartanut-Beyköy hattına varacaklarını bildirdi. Ancak bu planın uygulanması halinde belirtilen hatta varmak neredeyse imkânsızdı. Hafız Hakkı ordu emrinde bildirilen Vartanu-Beyköy hattından sapıp Oltu’dan kaçan Rus kuvvetlerini takip stratejini uyguluyordu. 381 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 152. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 410-411. 382 137 Bu istikamette hareket şu şekilde oldu; 23/24 Aralık gecesini Oltu’da geçiren 10. Kolordu Karargâhı ile 30. ve 31. Tümenler, 24 Aralık sabahı harekete geçerek Tuzla’da ve İsmailağa çayırlarında Rus kuvvetlerini geriye attılar. Ancak daha sonra Penek mevkiinde yeni bir direnişle karşılaştılar. Burada geceye kadar devam eden çatışmalarda, Rus kuvvetleri yüze yakın esir ve çok sayıda cephane bıraktı. Bununla birlikte Ruslara önemli bir kayıp verdirilemedi. Ruslar başarılı bir geri çekilme taktiği ile Kosor istikametine yöneldiler.383 Düşmanı yeterince ezemediğini düşünen Hafız Hakkı bu kez Kosor istikametine ilerleme niyetindeydi. Saat 18: 30’da Oltu’nun 22 km kuzeydoğusundaki Ardahan yolu üzerinden III. Ordu Komutanlığına gönderdiği şu raporla durumu bildirdi: ‘’Simin Deresi gerisindeki boğazda mevzi alan beş toplu bir batarya ile takviye edilmiş iki tabur kadar düşman artçısına, 30. ve 31. Tümenlerin öncüleriyle yapılan müşterek taarruz sonucunda, düşman yüze yakın tutsak ve çok sayıda cephane ve hastane arabaları bırakmış ve insanca ağır kayıplar vermiştir. Şiddetle takip eden askerimiz şimdi de Penek sırtlarında mevzi alan düşman artçısına taarruz ediyor. Düşman kısmen Penek üzerinde kuzeye çekiliyor. Çekilen düşmanın bütün kuvvetlerinin dört alay olduğu esirler tarafından söylenmektedir. Alay numaraları, 77, 78 ve 9 ‘dur. Bir alayın numarası bilinmemektedir. Dün 30. Tümen ayrıca yedi makineli tüfek ele geçirmiş ve makineli tüfek adedi on ikiye yükselmiştir. Ben kemal-i şiddetle düşmanı takip ederek, iyi yola olan ihtiyaç karşısında Kosor Boğazı’ndan sonra Beyköy doğrultusuna döneceğim. Arz eder ve bu gece verilen hedefe varacağımı ümit ederim. Kolordu Kurmay Başkanı Nasuhi Bey, 30. Tümeni ileri sürmek için giderken ortadan kaybolmuştur. Gece ve bugün yapılan muharebelerde bir miktar şehit verilmiştir. Kolordu Kurmay Başkanlığına vekâlet etmek üzere Posselt Paşa Maiyetindeki önyüzbaşı Şefik’in, tabur ve bölüklere komuta etmek için de bir miktar subayın gönderilmesini arz ederim. Ben burada iki tümenle bekliyorum.’’ 383 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 236-237. 138 Rapordan anlaşılacağı üzere, 30. ve 31. Tümenler birbirinin ardı sıra aynı istikamet üzerinde ilerlemektedir. 32. Tümen ise Vartanut istikametinde yol alarak Kop köyüne ulaşmaya çalışmaktadır. Raporun en dikkat çekici kısmı dördüncü maddedir. Hafız Hakkı burada Kosor Boğazı’na ilerleyip düşmanı mahvettikten sonra asıl istikamet olan Beyköy’e döneceğini söylemektedir. Penek sırtlarından, Kosor Boğazı ve Beyköy 40 km kadardır. Hafız Hakkı’nın gece bu mesafeyi alabilmesi neredeyse imkânsızdır. Düşmanı takip maksadı güderek kuşatma kolunu uzatan Hafız Hakkı, Kosor’dan sonra güneydoğuya döndüğünde Beyköy’e varabilmek için Allahuekber Dağları’nı aşmak zorunda kalacaktır ki bu durum hem zaman kaybetmesine hem de kıtaların yorgun düşmesine sebep olacaktır. Sonuç olarak 10. Kolordu, 9. Kolordu ile aynı zamanda Sarıkamış dolaylarındaki savaşlara katılamayacaktır. Bu hata Sarıkamış Harekâtı’nı olumsuz yönde etkileyip harekâtın felakete dönmesine yol açmıştır. Ayrıca bu raporda Hafız Hakkı’nın birliklere komuta etmesi için subay istemesi ilginçtir. Buradan anlaşılmaktadır ki Penek dolaylarında yapılan çatışmalarda 10. Kolordu birçok subayını kaybetmiştir ki bu durum Şerif Bey tarafından da doğrulanmaktadır. Bu mesele üstü kapalı bir şekilde Hafız Hakkı tarafından Ordu Komutanlığına bildirilmiştir.384 Şunu da belirtmek gerekir ki Hafız Hakkı’nın bu tutumuna Ordu Komutanlığından net bir cevap gelmemiştir. Hafız Hakkı’nın bu yanlış hareketi birçok araştırmacı ve dönemin askeri yetkililerince eleştirilmiştir. Belen, 10. Kolordunun iki tümenle Kosor istikametinde ilerlemesinin kesin bir sonuca sebebiyet vermediği gibi bu sayede birliklerin vakit kaybettiğini ve bunun da Sarıkamış Felaketi ’ne yol açtığını söylemektedir.385 Fevzi Çakmak, Hafız Hakkı’nın Penek ve Kosor’daki muharebelerle boşuna oyalandığı kanaatindedir.386 Yarbay Selahattin ise bu hareketi ‘’genel amaçla hiçbir ilgisi olamayan büyük bir hata’’ şeklinde nitelemektedir.387 Günümüz yazarlarından, Sarıkamış Harekâtı konusunda akademik eserler meydana getiren Ramazan Balcı ve Yavuz Özdemir de benzer görüştedirler.388 Ancak bu meseleyi özellikle propaganda malzemesi haline getirmeye çalışan Şerif Bey’in eleştirileri hepsine gölge 384 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 412-413. Ayrıca Bkz. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 159. 385 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 153. 386 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 77. 387 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 110. 388 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 159. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 238. 139 düşürmektedir: ‘’ Bana göre düşünülen kuşatma saldırısı yine düşünüldüğü biçimde ve o şiddetli mevsimde çok parlak bir zaferle taçlanabilirdi. Fakat Hafız Hakkı Bey verilen emri dinlemeyerek kendi havasına kapıldı ve Ardahan yönünde geri çekilen bir Rus tugayının arkasından kolay zaferler toplamaya koştu. Aslında saldırı hareketi Oltu’dan sonra Kötek yönüne yönlendirilecekti. Bu yanlışı bizden birisi yapsaydı asarlardı. Oysaki onu paşa yaptılar.’’ Şerif Bey’in bir diğer ise eleştirisi şöyledir: ‘’ 11 Aralık (24 Aralık) günü için Başkumandanlık Vekâleti, 9. Kolorduyu Bardız’a ve 10. Kolorduyu sağ kanadıyla Bardız Deresi üzerinde bulunan Kop yönüne yönlendirmek istedi. Yani Enver’in Genelkurmayı yine asıl amacı biraz daha kuzeyden sağlama isteğini izledi. Fakat Oltu’da tüm bir kolordunun iki Rus alayını yenmiş olmasından doğan zevk ve neşeye bir türlü doyamayan genç kolordu komutanı, pek hoşlanmadığı Abdülkerim Bey’i 32. Tümeni ile Kop yönüne yönelttikten sonra kendisi –Yarın Ardahan yoluyla saldırıyı sürdüreceğim- ne demektir? Koca bir kolordu yarısı dağılmış tugayı ile günlerce uğraşmak için mi buralara kadar getirildi? O halde Aras Vadisi’nde görevlendirilmemekte ne anlam vardı? Fakat işte Albay Hafız Hakkı Bey, saldırıyı sürdürecekti. Çünkü bu eğlence hoşuna gitmişti. Şunu önemle belirtelim ki Narman ve Oltu yönlerinde 9 ve 10 Aralık (22 ve 23 Aralık) günleri savaşlarında 10. Kolordu pek çok subay ve er yitirmişti. Hatta 10 Aralık (23 Aralık) akşamı Oltu’da Enver Paşa’ya yazdığı bir raporda Hafız Hakkı Bey, Erzurum’dan başka birliklerden kendi taburlarına bir miktar subay verilmesini rica etmişti. Oysaki biz işin henüz başlangıcında idik. Şimdi bunlar -askeri, ceplerindeki kumar parası gibi harcadılar- demeye hakkım yok muydu?’’389 İki Tümeni ile Kosor Boğazı’na gelen Hafı Hakkı, buraya baskın yaparak düşman artçılarını dağıttı. Ancak burada umduğu başarıyı elde edemedi.390 30. Tümen, geceyi Penek’te, 31. Tümen Berdik’te geçirdi. Vartanut istikametinden Kop köyüne ulaşması istenen 32. Tümen ise dağ yollarının zorluklarına uğrayarak bu amacını gerçekleştirememiş, akşama kadar ancak Kotik’e varabilmiştir.391 Böylelikle Hafız Hakkı’nın 24/25 Aralık gecesi için Vartanut-Beyköy hattına ilerlemeyip hâlâ buralarda uğraştığı görülür. 389 İlden, Sarıkamış, 149 ve 173-174. Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 77. 391 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 153. 390 140 Bu arada 30. Tümeni ileri sürmek için gönderilen Nasuhi Bey, Ruslara esir düştü. Nasuhi Bey’in yanında bulunan Sarıkamış Kuşatma Planı Rusların eline geçti. Kuşatma harekâtının kapsamı karşısında endişeye düşen kapılan Ruslar, derhal 18. Türkistan Taburundan birkaç birliği Karaurgan ve Yeniköy’e gönderdiler. Bugünden sonra şiddetli cephe taarruzlarını bırakarak kuvvetlerini 9 ve 10. Kolorduların geldiği istikamete toplamaya başladılar. Rusların savunma tedbirlerini kolaylaştıran bu durumun Sarıkamış Harekâtı’nın Türkler aleyhine sonuçlanmasında önemli bir payı vardır.392 Birçok kaynakta Rusların bu planı görüp dehşete kapıldığı ve Sarıkamış’tan çekilme kararı aldıkları iddia edilmektedir. Bu görüş abartılıdır. Nitekim 22 ve 23 Aralık harekâtları neticesinde Ruslar zaten bu ihtimali göz önünde tutarak, Genel Karargâha ve Sarıkamış Grup Komutanlığına bu minvalde raporlar vermişlerdi. 23 Aralık gecesini Narman’da geçiren 9. Kolordunun, 24 Aralık günü BardızKızılkilise hattına varması emredilmişti. Ordu Karargâhı da Narman’da bulunuyordu. Pitkir’de toplanarak harekete geçen 9. Kolordu birliklerinin büyük bir kısmı 14 saatlik bir yürüyüşün ardından yanlarında Başkumandan Vekili Enver Paşa olduğu halde Bardız’a vardılar. Kolordu Bardız’a vardığında Rus kuvvetleri ahaliyi de yanlarına alarak kasabayı terk etmişlerdi. Kasabanın hiçbir binası tahrip edilmemiş, eşyaları kaçırılmamış, dükkân ve ambarları olduğu gibi bırakılmıştı. Burada kolorduya günlerce yetecek erzak mevcuttu. Enver Paşa, yapılacak harekât için kurmaylarıyla görüşmeye başladı. Ancak 10. Kolordu’dan henüz bir haber alınamamıştı.393 11. Kolordu cephesindeki düşman taarruzları bugün de devam etti. 17. Tümenin biraz geri çekilmesine karşın diğer tümenler düşman taarruzunu durdurdular. Türklerin ağır kayıplarına karşılık Ruslar da 11. Kolordu karşısında 400 ceset ve 60 esir bıraktılar.394 22 ve 23 Aralık çarpışmalarında Oltu’nun Türkler tarafından işgal edilip Rus kuvvetlerinin Ardahan istikametine doğru çekilmesi üzerine Oltu ve İstomin Müfrezeleri, Kafkas Ordusu Karargâhına Türklerin Sarıkamış’ın sağına bir kuşatma harekâtı içerisinde olduklarına dair raporlar yazmaya başlamışlardı. Berhman’ın ehemmiyet vermediği ancak Rus Genel Karargâhında endişe ile karşılanan bu raporlar 392 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 158. Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 75. 394 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 152-153. Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 78. 393 141 üzerine General Mişlayefski, General Yudeniç ve beraberindekiler 23 Aralık akşamı trenle Mecingert’e geldiler. Burada 24 Aralık günü öğleden sonra yapılan toplantıda Ordu Kurmay Başkanı, gerek Oltu Müfrezesi gerekse II. Türkistan Kolordusunun verdiği raporlara istinaden Türklerin bahsedilen tarzda bir harekâta girişebileceklerini söyleyerek buna karşı tertip alınmasını istedi.395 Nitekim 24 Aralık’taki Türk Hareketi, Ordu Kurmay Başkanının endişesini haklı çıkardı ve kesin olarak belirginleşen durum karşısında Ruslar bir takım önlemler almaya başladı. General Mişlayefsi, ilk olarak General Berhman’ı yetersiz görerek Sarıkamış grubunun komuta ve sorumluluğunu kendi üzerine aldı. Ordunun taarruzları durdurularak önceden hazırlanan mevziilerde savunmaya geçilmesi emredildi. General Mişlayefski’nin, Türklerin kuşatma harekâtını öğrenmesi üzerine aldığı bu önlemler, III. Ordunun Sarıkamış önlerinde mağlup olmasında önemli bir etken olmuştur.396 Hafız Hakkı, 24 Aralık’ta Penek civarından III. Ordu Komutanlığına gönderdiği raporda, Kosor Boğazı’na ilerledikten sonra Beyköy’e döneceğini ve belirtilen tarihte burada olacağını söylemişti. Ancak bu kararına uymadı. Vartanut-Beyköy hattına hareket etmek yerine geceye kadar bu bölgedeki küçük Rus birlikleri ile mücadele etti. Gerek mesafenin uzunluğu, gerekse düşmanın güçlü direnişi kolordunun 24 Aralık gecesi belirtilen hedefe ulaşmasını imkânsız kıldı. Bununla birlikte Hafız Hakkı’nın raporu kesinlikle gerçeğe uymuyordu. Çünkü aynı yerde ve aynı zamanda 30. ve 31. Tümenlere verdiği emirde, taarruza 20: 00’de başlamalarını bildirmişti. Bu saatten sonra, özellikle düşmanın direnmesi ve mevsim şartları dikkate alındığında, 10. Kolordu’nun Vartanut-Beyköy hattına varamayacağı Hafız Hakkı tarafından da rahatlıkla anlaşılabilecek bir durumdu. Hafız Hakkı’nın gerçeği görmesine rağmen neden Ordu Komutanlığına böyle bir rapor yazdığı gerçekten merak konusudur. Oysa durumu bütün gerçekliği ile Ordu Karargâhına bildirmesi Enver Paşa’nın vaziyeti görüp ona göre tedbir almasında yararlı olacaktı. Nitekim ileride görüleceği üzere bu yanlış bilgilendirme ve irtibatsızlıktan dolayı 9. Kolordu Sarıkamış önlerinde büyük sıkıntılar çekecekti. Diğer bir husus, Hafız Hakkı’nın Ardahan istikametindeki küçük Rus 395 396 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 90. Genelkurmay…, III. Ordu Harekâtı, I, 415-417. 142 birlikleri ile fazlaca uğraşmasıdır ki biran önce Sarıkamış’a varıp kesin sonuç almak yerine buralarda zaman kaybetmesinin mantığını anlamak zordur.397 Hafız Hakkı, 25 Aralık 1914 günü harekâtı için 24/25 Aralık gecesi Penek’ten kıtalara şu emri verdi: ‘’Penek sırtlarında mevzilenen düşmanın, çok sayıda tutsak ve makineli tüfek bırakarak geri çekildiği haberi geliyor. Yarın saat 07: 00’de Kolordu, düşmanı takibe devam etmek üzere aşağıdaki şekilde toplanarak harekâta hazır bulunacaktır. 31. Tümen, 30. ve 32. Tümenlerin dağ bataryaları ve 90. Piyade Alayı Berdik Köyü’nde, 30. Tümenin 88. ve 89. Piyade Alayları, 30. ve 31. Tümenlerin ikişer sahra bataryası ve Tümen Süvari Bölüğü Penek köyü ve civarında toplanacaklar, düşman doğrultusunda ileri karakollar çıkaracaklardır. Süvari Alayı Berdik’te bulunacaktır. 30. ve 31. Tümenler arasındaki keşif ve emniyet sınırı Kosor üzerinden Ardahan’a giden büyük caddededir. Ben şimdi Berdik köyüne gidiyorum. Sabahleyin saat 06: 00’da 30. ve 31. Tümenlerle Süvari Alayı’nın emir subayları, emir almak için bana müracaat edeceklerdir.’’ 398 Bu emirden anlaşılacağı üzere Hafız Hakkı, bulunması gereken hatta bir gün gecikmesine rağmen hâlâ küçük kuvvetlerden bir araya gelen düşmanı takip etmek gayesindedir. Nitekim 24 Aralık gecesine kadar süren çatışmalarda bu amaca ulaşılamadığı anlaşılmıştır. Sabah saat 06: 00 ‘da verilen emre göre kıtalar harekete geçti. Berdik’ten harekete geçen 31. Tümen Tahtaköy-Kosor-Arsenik doğrultusunda ilerlemeye başladı. Akşama kadar süren yürüyüşün sonunda ateşler içinde yanan Kosor’a ulaştı ve burada konakladı. Rusların geceleyin bu bölgeyi terk ettikleri anlaşıldı.399 30. Tümen, 31. Tümeni takiben ana yoldan ilerleyecekti. Ancak yapılan keşifler sonucunda bu tümenin cephesinde bir kısım Rus birliğinin bulunduğunun anlaşılması üzerine Ardahan caddesi üzerinden tümene yeni bir emir verildi. Buna göre; tümenin bir alayı caddenin solundan ilerleyerek önüne çıkan düşmanı püskürtecek ve 397 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 111-112. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 426. 399 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 247. 398 143 sonra takibe devam etmek üzere kıtalar ilerideki birliklerin gerisinde toplanacaklardı. Tümenin diğer kıtaları ise kol üzerinden Penek önündeki dirseğe kadar ilerleyerek yolun sağındaki sırt gerisinde toplanıp dinleneceklerdi. Bu emre göre harekete geçen 30. Tümen’in 88. ve 89. Alayları zorlu bir yürüyüşün ardından 25 Aralık akşamı Arsenik’e geldiler. Köylüler hazırladıkları yiyecekleri askerlere vermek istediler. Ancak askerler yorgunluktan bu yiyeceklerle dahi uğraşamadılar. Tümen, geceyi köyün çevresinde geçirdi.400 32. Tümen ise 24 Aralık’ta yaptığı üzün yürüyüş sonucu çok yorulmuş ve ancak gece yarısı öncüsü ile Koy Köyü’ne gelebilmişti. Bu yürüyüş sırasında erlerde çok döküntü olduğu gibi yürüyüş kolunun derinliği de iki ile üç katına çıkmıştı. Bu yüzden Tümen 25 Aralık öğleye kadar toparlanmak ve dinlenmekle vakit geçirdi. Tümene 25 Aralık günü için verilen emirde; Sarıkamış’a yürüyerek düşmanın Kars’la olan ulaşımını kesme görevi verildi. Geçici olarak 9. Kolordu emrinde olan bu tümenin 10. Kolordu ile harekât birliği yapması emredildi. Öğleden sonra Kop köyünden harekete geçen tümen akşama Posik Köyü’ne geldi ve 25/26 Aralık gecesini burada geçirdi. Bugünkü hareketler sonucunda 10.Kolordu birliklerinin 25/26 Aralık gecesindeki durumları şöyledir; 30. Tümen’in birliklerinin büyük bir kısmı Beyköy istikametini ileri karakollarıyla ele geçirmek için Arsenik’te, 31. Tümen Ardahan istikametini ileri karakollarıyla ele geçirmek için Arsenik-Kosor-Tahta arasında yürüyüşte, 32. Tümen ise Posik’te.401 24 Aralık gecesini Bardız’da geçiren Başkumandan Vekili Enver Paşa, Rusların Kars yönüne çekilmelerine engel olmak için biran önce Sarıkamış’a varmak istiyordu. Enver Paşa da tıpkı Hafız Hakkı gibi Rusların mağlup edilmeden çekilmelerinden korkuyordu. Bu halde bütün harekât planının suya düşeceğini düşünüyordu. Kars Kalesi’ne çekilip burada mevzii alan düşman, takviye kuvvetlerin de gelmesiyle daha güçlü bir konuma gelecek ve mağlup edilmesi zorlaşacaktı. Buna mahal vermemek için hemen Sarıkamış’a girilmeliydi. Bir esirin ifadesinden Sarıkamış’ta bir durijin taburunun olduğu anlaşılmıştı. Bununla birlikte Hafız Hakkı’nın 30. ve 31. Tümenlerle hedeften uzaklaşarak Kosor istikametinde ilerlediği bilinmiyordu. Bugün için verdiği raporda Vartanut-Beyköy hattında olacağını bildirmişti. Hafız Hakkı’nın bu hatta 400 401 Genelkurmay…,3’üncü Ordu Harekâtı, I, 427. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 169. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 113-115. 144 vardığını düşünen Enver Paşa, 10. Kolorduyu Sarıkamış önlerinde yalnız bırakmamak düşüncesindeydi. Ancak 9. Kolordu’nun sadece 29. Tümeni Bardız’a ulaşabilmişti. 17. Tümen yolda, 28. Tümen’in bir kısmı yolda, Bardız’a varan kıtaları ise yorgundu.402 Bu atmosfer içinde Enver Paşa, karargâhı ve 9. Kolordu Karargâhı ile yapılacak harekâtın tanzimi ve icrası hakkında görüşmelere başladı. Sarıkamış Harekâtı açısından büyük önem taşıyan bu kritik görüşmeleri 9. Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Bey şöyle anlatır: ‘’9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa ve Kurmay Başkanı olan ben, Enver Paşa’nın odasına çağrıldık. Bugüne kadar kimsenin bilmediği bu anıya dikkatinizi çekerim. Gittik, bir süre karargâh subayları ile görüştük. Karşımıza çıkan Almanlar bize 10. Kolordu ile bağlantımız olup olmadığını sordular: -Yoktur cevabını verdik. Kızgın bir biçimde -yoktur ne demek? Göreviniz değil miydi? Buyurdu. Şu cevabı aldı: -Efendim, biz bugün sabahtan beri yoldaydık. Narman doğusundaki Kızılkilise’den yola çıktık. 10. Kolordu’nun hangi yollardan yürümesi gerektiğini henüz burada öğrendik. Tek keşif aracımız olan süvari bölüğümüzü dünden beri 10. Kolordu’nun önünde gönderdik. Bu ana dek ne bu kolordudan ve hatta ne de kendi süvari bölüğümüzden bir haber geldi. Söylenecek daha çok şey vardı. Fakat askeri itaat kurallarına aykırı olurdu. Ben generale diyebilirdim ki –Bronsart, senin neden kızdığını ben anlamıyorum. Enver’e çatamıyorsun, acısını bizden çıkarmak istiyorsun. Sen de anlarsın ki bu yolsuz ve yüksek dağların kim bilir hangi buzullarından basacak bir adım arayan 10. Kolordu tümenlerine bizden çok siz yakın geçtiniz. Yine senin yanındaki arkadaşlar diyorlar ki Hafız Hakkı emir dinlememiş, başını almış, tümenleriyle Ardahan yönüne saldırmış. Sen söyle, biz ne yapabilirdik? Bugün 14 saat at sırtında Türk aşkına perişan düştükse suç benim mi? Bu azarları sindirmeye zaman kalmadan Enver Paşa’nın odasına çağrıldık. Odaya Bronsart ve Feldman da geldiler. Enver Paşa şimdi alınan bilgiler gereğince 402 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 154. 145 Sarıkamış’ta Rusların bir iki bölükten çok kuvvetli olmadığını, henüz 10. Kolordu’dan bir haber almamakla birlikte Hafız Hakkı Bey’in gece gündüz yürüyerek yarın Sarıkamış’a varacağına inandığını söyledikten sonra bizim düşüncemizi sordu. İhsan Paşa pek doğal ve yerinde bir anlatımla şu karşılığı verdi: -Paşa Hazretleri, bu akşam 29. Tümenin sevincini gördünüz. Kuzu kızartıyorlar. 17. Tümen’in yarın öğleye kadar kavuşacağını umarım. 28. Tümen’i ise bugün zat-ı devletiniz yürüttünüz. Buna göre 9. Kolordudan şimdilik el altında 29. Tümenden başka kuvvet yok demektir. Orduyu ilgilendiren harekâtın gerektirdiklerini bendeniz bilmiyorum. 10. Kolorduda bilgi yok buyuruyorlar. Eğer yarın amacınız bir tümenin kuvvetiyle yerine gelecekse 29. Tümen harekete ve emre hazırdır. İhsan Paşa’nın bu gece Enver’in karşısındaki durumu çok güçtü. Enver yarın kesin olarak Sarıkamış’a yürüyeceğini söylemekle birlikte bizden görüş soruyordu. Bu anda ordu ile ilgili görüş açıklamak Enver’in hiçte dostu olmayan İhsan Paşa’ya düşmezdi. İhsan Paşa’dan sonra Enver, Almanlara yönelerek görüşlerini sordu. Harekât Şubesi Müdürlüğü görevini yürüten Feldman iri ellerini birbirine dik ve eğik durumlarla masa üstündeki haritaya vurarak çok ciddi, kesin ve açık bir anlatımla görüşlerini doğal olarak Almanca, aşağıdaki gibi açıkladı: -Düşman durumunda büyük bir değişiklik yok. Dünkü bilgi Rusların ağır bir biçimde kuzeye, Horum mevzilerine doğru çekildiğini söylüyor. Bizim asıl kararımızı değiştirecek olan tek olay 10. Kolordu ile 9. Kolord’nun bu akşamki durumlarıdır. 9. Kolordu henüz tamamıyla Bardız-Zakim doğu hattında bulunmuyor. 10. Kolordu’nun ise nerelerde bulunduğu bilinmiyor. Buna göre kararım, 10. Kolordu Vartanik-Beyköy hattına gelinceye dek 9. Kolordu Bardız’da bekleyecektir. Enver, Kurmay Başkanı Bronsart’a görüşlerini sordu. Bronsart: -Aynen Feldman’ın görüşündeyim. 9. Kolordu yarın Bardız’da toplanacaktır. Bu görüşlerin hiçbiri Enver’in hoşuna gitmedi. Hafız Hakkı Bey’in bizden önce Sarıkamış’a gireceğini inandığını söyleyerek 9. Kolordunun da yarın 29. Tümeniyle Sarıkamış’a hareket etmesini emretti. Ve bu esasa göre herkes görevi başına gitti. 146 İşte bu büyük trajedinin başlangıcı olan 12 Aralık (25 Aralık) 1914 gecesi Bardız’da Enver Paşa’nın Sarıkamış’ı Hafız Hakkı’ya kaptırmamak için 9. Kolorduya verdiği ve ertesi günü de yerine getirilmesini bizzat üstlendiği bu hareket emridir.’’403 Bu görüşmelerden anlaşılacağı üzere 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa ve Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Bey, 25 Aralık için Taarruza karşıdırlar. Bronsart ve Feldman da bu görüştedir. Nitekim elde sadece 29. Tümen vardır ve 9. Kolordu’ya bağlı diğer birlikler henüz Bardız’a ulaşamamışlardır. 10. Kolordudan ise haber alınamamaktadır. Bu halde taarruza tek taraftar olan isim Enver Paşa’dır. Şerif Bey’e göre Enver Paşa’nın bu isteğinin altında yatan gerçek Hafız Hakkı’nın kendisinden önce Sarıkamış’a gireceği endişesidir. Enver Paşa, Sarıkamış’ın fatihliğini Hafız Hakkı’ya kaptırmak niyetinde değildir. Ancak bu görüşe katılmanın imkânı yoktur. Nitekim hiçbir gerçeğe dayanmamaktadır. Enver Paşa’ya taarruza asıl iten gerçek, Sarıkamış’taki Rus kuvvetlerinin azlığıdır. Bununla birlikte Hafız Hakkı’nın Sarıkamış yakınlarında olduğunu zanneden Enver Paşa, ona yardım etmek düşüncesindedir. Enver Paşa’nın bu kararının faydalı sonuçlar doğurabileceği ileride görülecektir. Şerif Bey’in hatıralarında, sıkça bu tarz gerçeğe uygun olmayan görüşlere yer verilmektedir. Bu yönüyle Şerif Bey’in hatıraları, Tarih Metodolojisi derslerinde öğrendiğimiz ‘’hatıralara ihtiyatlı davranmamız gerekir’’ bilgisi doğrulayan en güzel örneklerden biridir. Enver Paşa’nın isteği doğrultusunda 25 Aralık’ta Taarruz başladı. 29. Tümen başta olmak üzere Bardız’’da toplanan kuvvetler Sarıkamış’a doğru ilerleri harekâta geçtiler. Ancak 17. Tümen’in birliklerinin büyük bir kısmı henüz bölgeye ulaşamamıştı. 28. Tümen ise Bardız’a yürüyüşü sırasında yorgun düşmüştü. Günlerden beri zayıf ve yorgun düşen bu birlikler orman yoluna geldiklerinde durakladılar. Taarruzda tereddüt ettiler. Tümen ve Alay komutanları birliklerin önüne geçerek mutlaka taarruz etmeleri gerektiğini söylediyse de birlikleri harekete geçiremediler. Bu kez Enver Paşa bizzat 29. Tümen’in önüne geçerek durumu inceledi. Taarruza devam etmek için verilen emirler, gerek erlerin azlığı gerekse takatsizliği nedeniyle etkisiz kalıyordu. Bunun üzerine dağılan erleri toplamak ve kıtaları düzene sokma amacıyla taarruzun yarın sabaha 403 İlden, Sarıkamış, 178-179. 147 ertelenmesine karar verildi. Akşama kadar devam eden taarruzda Ruslar Sarıkamış yakınlarındaki Çerkesköy’e kadar atılmışlardı.404 Taarruzun yarın sabaha ertelenmesi büyük bir hataydı. Sonradan ortaya çıktı ki Sarıkamış’ın bu gece zapt edilmemesiyle büyük bir fırsat kaçırılmıştı. Bu gece Sarıkamış’ta çok az bir düşman kuvveti bulunuyordu. Taarruza devam edilmesi halinde kasaba alınabilirdi ve yorgun kıtalar burada dinlenebilirdi. Ertesi sabah durum büsbütün değişti. Ruslar hızla Sarıkamış’a takviye birlikler sevk etmeye başladı. Zaten yorgun ve mevcudu oldukça azalmış olan 9. Kolordu birlikleri için durum bundan sonra daha zor olacaktı.405 11. Kolordu bugün, Rusların dünden beri başlayan geri çekilme hareketini engellemek için bütün tümenleriyle saat 10: 00’da taarruza başladı. Bu taarruz karşısında Rus kuvvetleri bütün kolordu cephesinde ağır kayıplara uğrayarak geri çekilmeye devam etti. Düşmanı takip eden 11. Kolordu, ertesi gün tekrar taarruza devam etmek üzere Azap Deresi, Kalendir’in doğu sırtları, Mollamelik, Sıtarut ve Maslahat bölgelerinde konuşlandı.406 Türk taarruzlarının tehlikeli bir safhaya geldiğini gören Kafkas Orduları Başkumandan Vekili Mişlayefski, ordusunu kurtarmak için iki önemli tedbir düşünüyordu. İlki, geri çekilmeyi ve tahliyeyi kolaylaştırmak için Sarıkamış-Kars yolunu açık tutmak, ikincisi ise ordusunu Sarıkamış hattında toplayarak Türk taarruzları karşısında kuvvetli bir set oluşturmaktı. İlk kapsamda 11. Kolordu cephesindeki Rus birlikleri Mişlayefski’nin emriyle Sarıkamış’a doğru çekilmeye başlandı. Ruslar, Türklerle kesin sonuçlu bir savaştan çekiniyorlardı. Savunma tertibatı için birlikler Ziyarettepe-Mecingert-Kızılkilise hattına çekilmeye çalışıldı. Öte yandan Sarıkamış yolu açık tutularak gerektiği yerde Kars’a kadar geri çekilme içi hazırlıklar yapılmaya başlandı.407 Hafız Hakkı 25 Aralık’ta Penek’i işgal ettikten sonra 26 Aralık için hâlâ düşmanı takip etmek niyetindeydi. Ancak bu sırada bir subay gelerek kendisine iki tümeni ile Eşekmeydanı Geçidi’ne yürümesini ve oradan Sarıkamış’a taarruz eden 9. Kolorduya 404 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 434. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 155. 406 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 118. 407 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 170-171. 405 148 katılmasını bildiren kesin emri getirdi. Hafız Hakkı’nın 30. ve 31. Tümenlerle Allahuekber Dağlarına yürüyüşü bu emirden sonradır. Nitekim Hafız Hakkı, belirtilen hedefe en kısa yoldan varmak için bu dağların kestirme yol olduğunu düşünüyordu.408 Sarıkamış önlerinde yaşanan mücadeleden bu şekilde haberdar olan Hafız Hakkı, 25/26 Aralık gecesi Arsenik’ten 10. Kolordu kıtalarına şu emri verdi: ‘’Kolordunun bütün subay ve erlerinin üstün gayretleri sonucunda ve Allah’ın yardımıyla karşımızdaki düşman alayları kâmilen dağılarak Ardahan doğrultusuna çekilmiştir. Düşmanın birçok subayı, yüzlerce eri esir edilmiş, binden fazla silah, araba ve çok sayıda cephane ele geçirilmiştir. Kolordu bu gece aşağıdaki şekilde dinlenecektir: 30. Tümen Arsenik’te, 31. Tümen Kosor’da kalacak, 30. Tümen Beyköy doğrultusuna ve 31. Tümen Oltu ve Ardahan doğrultularına ileri karakol birlikleri çıkaracaklardır. Bu gece behemal civardan koyun ve sığır toplanarak erlere bolca yemek yedirilecek ve hayvanların da karnı iyice doyurulacaktır. Bu gece 30. Tümen Arsenik’ten, 31. Tümen Kosor’dan gece yarısından sonra Beyköy doğrultusunda ilerleyeceklerdir. Konaklara ilk gelen kıtalar önce yürütülecek ve bu suretle bütün kıtaların yeteri kadar dinlenmeleri sağlanmış olacaktır. 30. Tümen’deki dört sahra bataryası bundan sonra da tümene katılacak, ayrıca 31. Tümen’in yanında bulunan tümen dağ bataryaları da bu gece Arsenik’e, 30. Tümen’e gönderilecektir. Ben bu gece Arsenik köyündeyim. Yarın 30. Tümenle beraber bulunacağım.’’409 Hafı Hakkı, Ardahan’a ilerlemeyi çok istiyordu. Ancak ordu karargâhından gelen emir açıktı. Bu yüzden bir alayı düşmanı takip için bırakarak, 25/26 Aralık gecesini dinlenmeyle geçirdikten sonra sabaha doğru 30. ve 31. Tümenlerle Beyköy-Başköy hattına varmak üzere yüksekliği 3000 metreyi bulan Allahuekber Dağlarına doğru 408 W.E.D. Allen –Paul Muratoff, 1828-1921 Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi (Kafkas Harekâtı), Gnkur. Basımevi, Ankara 1966, 248. 409 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 437-438. 149 ilerlemeye başladı. Hafız Hakkı’nın çok daha önceden bu hatta varması gerekiyordu. Ardahan yönünde çekilen düşmanı takip için küçük bir kuvvet bırakarak bütün kuvvetleriyle Sarıkamış önlerine gitmeliydi. Şimdi zaman kaybettiği gibi biran önce belirtilen hatta yetişmek üzere kestirme yol zannettiği Allahuekber Dağlarını aşmak zorunda kalacaktı. Bu dağların aşılması esnasında yaşanan zorluklar; binlerce askerin tek bir kurşun dahi atmadan donarak şehit olması, Sarıkamış Harekâtı içerisinde en çok zikredilmeye değer konudur. Allahuekber Dağlarının kestirme zannedilmesi tamamen teknik bir hatanın eseridir; 10. Kolordu Kurmay Başkanı Lange’nin elindeki Türk haritasında Beyköy’ün uzaklağı 15 mil olarak gösterilmiştir. Bu bilgiden hareketle Lange bu mesafenin beş saatte aşılabileceğini hesaplamış ve tümenlere bu şekilde emir verilmiştir. Ancak haritanın daha sonra yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Aslında gerçek mesafe 25 mildir ve Allahuekber Dağlarını aşmak suretiyle bu mesafeyi kat etmek 19 saat bir iştir. Böylelikle her karesi hüzün dolu yolculuk başlıyordu.410 30. Tümen, 26 Aralık sabahı saat 05: 00’de Beyköy istikametinde yürüyüşe başladı. 88. Alay önde ilerliyordu. 89. Alay ise kendisine katılan bir takım birliklerle öncüyü takip ediyordu. Allahuekber Dağlarının yolları dar olduğu için yürüyüş ancak bir kolda yapılabiliyordu. Yan yana yürümenin imkânı yoktu. Bu durum hareket kolunun kilometrelerce uzamasına sebep oldu. Kolordu Karargâhı önde yürüyerek yol açmasına rağmen pek çok döküntü ve donmadan kaynaklanan kayıp verildi. 14 saat bu şekilde devam eden yürüyüşün ardından Beyköy’e varıldı. Yarbay Selahattin, Beyköy’e varıldığında bölüklerin mevcudunun 10-15 ere indiğini ve hatta bazılarında subaylardan başka kimsenin kalmadığını söylemektedir.411 30. Tümen’in Beyköy’e varışı düzenli olmamıştı. Öncü saat 17: 15’de, artçı ise ancak saat 23: 00’de Beyköy’e varabilmişti. Sabaha kadar buraya varan tabur mevcutları 100 ere dahi tamamlanamamıştı. Dağınık halde kalan bu birliklerin toplanması ve tekrar düzen altına alınması için iki günlük istirahat kararı verilmişse de bundan vazgeçilmiş, 27 Aralık öğleden sonra harekâta başlamak üzere kıtaların toplanması emredilmiştir.412 31. Tümen için durum daha kötüydü. Bu tümenin saat 09: 00’da Kosor’dan hareketle Başköy’e gitmesi istenişti. Ancak 90. ve 92. Piyade Alayları ile dağ topçu 410 Allen-Muratoff, Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi, 248. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 119. 412 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 176. 411 150 taburları Tahtaköy’den Kosor’a gelemedikleri için bildirilen saatte harekete geçilemedi. Saat 15: 00’e kadar bu birlikleri bekleyen tümen karargâhı, gelmemeleri üzerine bu saatte 93. Piyade Alayı ile Başköy’e doğru ilerlemeye başladı. Diğer alaylar, ancak 15: 30’da Kosor’a gelebilmişlerdi. Aynı düzensizlik bu tümenin içinde de görüldü. Allahuekber Dağlarını aşmak olağanüstü zor oldu ve birkaç gün sürdü. Tümen karargâhı ile ilerleyen 93. Piyade Alayı, soğuk, kar ve yolsuzluktan dolayı birçok zorluğa maruz kaldı. Çok fazla döküntü ve kayıp vererek 300 kadar mevcutla gece Başköy’e gelebildi. Özdemir’in aktarımına göre bugün 31. Tümen, % 70-80 nispetinde donmadan kaynaklanan kayıp verdi.413 30. ve 31. Tümen kıtalarının Allahuekber Dağlarını aşmaları aynı anda ve bir günde olmamıştır. Bütün kolordunun Arsenik’ten BeyköyBaşköy hattına varması üç gün sürmüştür.414 32. Tümen ise diğer tümenlerle aynı talihsizliği yaşamamıştır. Posik köyünden hareket eden bu tümen, Vartanut yolunun çok karlı olması sebebiyle Bardız üzerinden hareket etmiş ve böylelikle muhtemel bir felaketten kurtulmuştur. Oltu-BardızSarıkamış yolu, Allahuekber yaylasındaki yoldan daha bozuk ve mesafesi uzun olmasına karşın, rakım itibariyle düşük ve haliyle havası daha ılımandır. Bu durum donma vakalarının bu tümende daha az görünmesine neden olmuştur. 32. Tümen, sıkı bir yürüyüşün ardından saat 15: 00’e doğru Bardız’a gelmiştir.415 Harekâtın başında Oltu doğrultusunda ilerlemesi istenen Stanke Bey Müfrezesi’nden, bugün alınan rapordan, müfrezenin Ardanuç’ta bulunduğu ve Oltu’ya giden yolun elverişsiz olduğu için Ardahan istikametine ilerlediği bilgisi edinilmiştir.416 Allahuekber Dağlarında yaşanan felaket ve zorluğu anlamak bakımından Şerif Bey’in bir tanıktan naklettiği şu hikâye önemlidir: ‘’Konak yerlerinden karanlıkta hareket ettik. Birlikler sessizce kol başlarını birer ikişer izliyorlardı. Kol başlarında kılavuzlar vardı. Haritaya göre üç saat sonra biz doruk çizgisindeki boyun noktasını geçeceğiz sanıyorduk. İki katı uzaklıkta yol aldık. Yine yokuştan kurtulamadık. Dağa çıktıkça çevrenin görüntüsü hem güzel hem de yabani bir biçim alıyordu. Her taraf derin ve yalçın derelerden oluşmuş gibi 413 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 257. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 177. 415 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 439-440. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 156. 416 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 258. 414 151 görünüyordu. Biz kar ve buz kayalarıyla örtülü olan bütün bu dereleri, tepeleri ve sonra birçok alçak dağları ayağımızın altında görüyorduk. Topçular bu dik ve derin karlı dağ yolundan nasıl çıkacaklar aklım almıyordu. Biz, zahmetle, güçlükle fakat disiplin ve düzenden ayrılmayarak çıkıyorduk. En sonunda çıktık. Fakat bizi arka tarafı iniş bir boyun noktası değil belli ki çok geniş ve uçsuz bucaksız sanılan bir kar yaylası karşıladı. Pek yorulmuş ve takatsiz düşmüştük. Tam yayla üstünde keskin bir rüzgâr ve arkasından şiddetli bir tipi başladı. Bu andan itibaren göz gözü görmez oldu. Kimsenin kimseye yardım etmesi ve hatta söz söylemesi, sesini duyurması imkânı kalmadı. Asker enginlerde, dere içlerinde, orman bucaklarında, nerede kara bir nokta, nerede dumanı çıkan bir ocak gördüyse oraya saldırdı ve kolordu çözülüp eridi. Subaylar çok uğraştı, fakat kimseye söz duyurmaya gücü kalmamıştı. Hala gözümün önündedir. Yol kenarında, karların içinde çömelmiş bir er, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, çığlık atarak dişleriyle kemiriyor, tırnaklarıyla kaşıyordu. Kaldırıp yola götürmek istedim. Er önceki hareketini, çığlığını, dişleriyle, tırnaklarıyla çabalamasını hiç bozmadı ve beni hiç görmedi. Zavallı cinnet geçiriyordu. Böylece şu uğursuz buzullar içinde biz belki on bin kişiden çok insanı bir günde karların altında bıraktık ve geçtik.417 Soğuğun dağ yamaçlarında dahi ne derece etkili olduğuna dair 9. Kolorduya bağlı 83. Alay Komutanı Ziya Bey (Yergök)’ün anlatımı ise şöyledir: ‘’Fırka yürüyüşü çok üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, bir metreden fazla karlar içinde düşe kalka ilerliyordu. Hava eksi 15-20 derece, askerin sırt çantalarının ağırlığı 30-35 kiloydu. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyor, dinlenmek için yol kenarlarında oturuyorlardı. Asıl felaket bundan sonra başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş, bitkin bu insanlar, tüfekleri bacakları arasında yere çömeliyor, öylece donup kalıyor, mübalağa olmasın ama bu görüntüleriyle korkuluk taşlarını andırıyorlardı. 417 İlden, Sarıkamış, 212-213. 152 Yol boyunca bu şekilde donmuş yüzlerce ere rastladık. Tabur ve bölük komutanlarının dikkatlerini çekerek, bölük arkasından giderlerken her zamankinden daha dikkatli ve azimli olmalarını tembih ettim.’’418 10. Kolordunun Allahuekber Dağlarında verdiği kayıpla ilgili çeşitli görüşler mevcuttur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki 32. Tümen, Bardız istikametinden ilerlemesi sebebiyle bu hesaplamaya dâhil değildir. Paul Muratoff, bu şekliyle 10. Kolordu’nun 20 bin mevcudunun olduğunu ve bu yürüyüş neticesinde bu mevcudun üçte birinin, yani yedi bin kişinin donarak şehit olduğunu söylemektedir.419 Yarbay Selahattin, bölük mevcutlarının 10-15 ere indiğini hatta bazı bölüklerde subaylardan başka kimsenin kalmadığını ifade ederek dehşetin boyutunu ortaya koymaktadır.420 Şerif Bey, iki tümenin mevcudunun Beyköy-Başköy hattına yöneldiğinde en az 26 bin olduğunu, yürüyüş sonrasında ancak 3.200 kişinin hayatta kalabildiğini ve bunlarında % 20’sinin ayaklarının yaralı olduğunu ifade etmektedir. Şerif Bey, 10. Kolordunun toplam mevcudunu ise 40 bin olarak vermektedir. Bu halde 32. Tümenin mevcudu 14 bin civarındadır.421 III. Ordunun Harekâtı adlı eserde ise 30. Tümenin erlerinin tamamen elden çıktığı, sabaha kadar gelen erlerle birlikte taburların mevcudunun yüz eri dahi bulmadığı kaydedilmektedir.422 Ancak bu sayılarla kesin bir sonuca ulaşmak oldukça güçtür. Askerlerin bir kısmı donarak şehit olduğu gibi, bir kısmı da geride kalmış ve ya çeşitli bölgelere firar etmiştir. Firariler ve geride kalanların bu sayılara eklenmiş olması muhtemeldir. Beyköy-Başköy hattına vardıktan sonra geride kalan ve firar eden askerleri toplamak için yoğun bir çaba söz konusudur. Muhtemeldir ki bu toplanma faaliyetlerinden sonra bölüklerin sayısı artmaya başlamıştır. 10. Kolordunun Sarıkamış önlerindeki sıcak çatışmada da oldukça fazla şehit ve esir verdiği dikkate alınırsa, Allahuekber Dağlarında kolordunun tamamen elden çıktığı yorumunun geçersiz olduğu sonucuna ulaşılır. Sonuç olarak buradaki kayıplarla ilgili kesin bir sayıya ulaşamamakla birlikte, bu felaketin, kuşatmanın kaderini doğrudan etkilediğini ve daha önce zikredilen nedenlerle birlikte Sarıkamış Felaketi’nin yaşanmasında büyük bir etken olduğu 418 Ziya Yergök, Sarıkamış’tan Esarete (1915-1920), Yay Haz: Sami Önal, Remzi Kitabevi, İstanbul 2007, 100. 419 Allen-Muratoff, Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi, 248. 420 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 119. 421 İlden, Sarıkamış, 213. 422 Genelkurmay…, 3’üncü. Ordu Harekâtı, I, 439. 153 söylenebilir. Bununla birlikte ‘’90 bin asker tek kurşun atamadan Allahuekber Dağları’nda donarak şehit oldu’’ yorumu tamamen gerçeğe aykırıdır. Bugünkü harekâttan sonra 26/27 Aralık gecesi 10. Kolordunun durumu şöyledir; 30. Tümen, karargâhıyla Beyköy’de, 31. Tümen, karargâhıyla Başköy’dedir. Bu tümene bağlı 93. Alay henüz Başköy’e ulaşmamış ve geceyi Allahuekber Dağlarında geçirmiştir. 91. Alay, Arsenik ile Başköy arasında Allahuekber Dağlarında yürüyüşte, 92. Alay Beyköy’de, 32. Tümen tüm birlikleriyle Bardız’da ve 10. Kolordu Karargâhı Başköy’dedir.423 Bu yorucu ve ölüm dolu yürüyüşün ardından, Enver Paşa ile irtibata geçen Hafız Hakkı, birliklerin yorgun düştüğünü ve savaşma kabiliyetini olan kuvvetlerin sayısının oldukça azaldığını ileri sürerek, kıtaların yeniden toparlanması için iki günlük izin istedi. Ancak Enver Paşa, 9. Kolordunun Ruslar karşısında zor durumda olduğunu bildirerek bu teklifi reddetti ve Hafız Hakkı’nın elindeki kuvvetlerle derhal Sarıkamış’a gelmesini emretti.424 25 Aralık’ta Enver Paşa, Hafız Hakkı’nın Sarıkamış yakınlarında olduğunu düşünerek taarruza başlamıştı. Ancak birliklerin yorgun düştüğü gerekçesiyle taarruz durdurularak, 26 Aralık sabahına ertelenmişti. Bu arada 10. Kolordu ile irtibat sağlanmaya çalışılıyordu. Taarruzun sabaha ertelenmesi ve Hafız Hakkı’nın beklenmesi büyük bir fırsatın kaçmasına sebep olmuştu. Nitekim bugün Sarıkamış’ta çok az bir Rus kuvveti bulunuyordu. Ertelenen taarruz 26 Aralık sabahı saat 07: 30’da 29. ve 17. Tümenlerin Sarıkamış-Kızılkilise yolundan ilerlemesiyle yeniden başladı. Ancak ormanlık alanlara yaklaşan kıtalar, Rus ateşi karşısında durakladılar. Ruslar tarafından Çerkesköy’ün kuzeyindeki sırtlara yerleştirilen makineli tüfekler, Türk avcılarının ilerlemesini durdurmuştu. Düşmanın bütün kuvvetinin üç tabur kadar olduğu tahmin ediliyordu. Ayrıca altı toplu bir de sahra bataryası vardı. Türk taarruzu çok yavaş ilerliyordu. 17. Tümen bataryalarının orman içindeki avcı hattına kadar ilerlemesi emredilmesine rağmen, bu tümende hareket yoktu. 29. Tümende de durum hemen hemen aynıydı. Dünden kalma yorgunluk hâlâ devam ediyordu ve kıtalar dağınık haldeydi. Bu durum karşısında Enver Paşa, tümen ve alay komutanlarına emir vererek, 423 424 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 123. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 178. 154 askerin önüne geçmelerini ve orduyu ilerletmelerini istedi. Ancak mümkün olmadı ve İhsan Paşa’nın teklifiyle taarruz yeniden ertelendi.425 Birçok harp tarihi yazarı, gerek 25/26 Aralık gecesi, gerekse 26 Aralık sabahı yapılan taarruzların durdurulmasını şiddetle eleştirmektedirler. Çakmak, Sarıkamış’ta az miktarda Rus kuvvetinin olduğunu ve taarruza devam edilmesi durumunda kasabanın düşebileceğini söylemektedir.426 Belen de bu şekilde düşünmektedir. Felix Guse hatıralarında; 26 Aralık günü Sarıkamış’a girilmesi halinde Rusların bir daha kasabayı geri almalarının oldukça güç olduğunu ifade etmektedir. 25/26 Aralık gecesinde taarruzun durdurulmasını ise Türklerin gece taarruzuna alışık olmadığı düşüncesine bağlamaktadır.427 Maslofski’nin ise bu konuyla ilgili görüşleri şöyledir: ‘’26 Aralık’ta Bardız geçidine 9. Türk Kolordusu Kumandanı İhsan Paşa gelmiş ve 29. Fırkayı Sarıkamış üzerine sevk etmiştir. Eşit olmayan kuvvetlerin savaşı başlamıştı. Hiç kabilinden bulunan kuvvetlerimiz süratle savunma düzeni alarak olağanüstü bir şekilde karşı koymaya başladı. Savunmanın çekirdeği olarak kalmış olan 18. Türkistan avcı alayının taburuna hücum edilmiş ve büyük zayiata uğramıştır. Taburun kumandanı Kaymakam Koben öldürülmüştür. Öğleden sonra Türklerin yoğun bir şekilde saldırması üzerine Miralay Bukretof Müfrezesi Yukarı Sarıkamış’ı terke mecbur olmuştur. Asıl Sarıkamış’ta vaziyet pek kritik bir şekil almıştı. Fakat bugün Türkler hücuma devam etmeyerek, Yukarı Sarıkamış’ı işgal ile yetinmişlerdi. Sonradan anlaşıldığına göre 9. Türk Kolordusu Kumandanı İhsan Paşa, Rusların olağanüstü mukavemetlerine denk gelmesi üzerine Sarıkamış’ta önemli miktarda Rus birliği olduğuna kanaat getirerek kesin hücum yapmak üzere bütün kuvvetlerinin gelmesine karar vermiş ve taarruzu durdurmuştu.’’428 Şerif Bey, tam aksi bir düşüncededir ve taarruzun durdurulmasını haklı göstermektedir. Hatta ona göre hiç taarruza geçilmemeliydi. Bardız’da kalarak kolordunun düzenlenip toparlanması gerekiyordu. Ayrıca 10. Kolorduyu bekleyip, bu kolordu gelinceye dek Kötek ve Mecingert yönlerinden gelen geçitleri kapatmalıydı. Bu sürede Sarıkamış’a daha fazla Rus birliğinin yığılması pek bir anlam ifade etmiyordu. 425 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 124. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 172. Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 80-81. 427 Guse, Kafkas Cephesindeki Muharebeler, 43. 428 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 106-107. 426 155 Zinde ve güçlü iki Türk kolordusu ile bu kuvvetler püskürtülebilirdi.429 Taarruzun durması hususunda ısrar etmesinden İhsan Paşa’nın da bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Maslofski’nin yukarıdaki açıklamalarından gerek Şerif Bey ve Ali İhsan Paşa’nın durumu yanlış değerlendirdiği sonucu çıkmaktadır. Sonuç olarak Şerif Bey’in tüm eleştirilerine rağmen Enver Paşa’nın gerçeği gördüğü söylenebilir. Bugün büyük bir fırsat kaçırılmıştı. Bugünden sonra Ruslar hızla Sarıkamış’a takviye kuvvet yığmaya başladılar. 26 Aralık gününden itibaren ayrıca Sarıkamış Harekâtı’nın kuşatma özelliğini kaybederek sıradan bir meydan muharebesine döndüğü söylenebilir. 11. Kolordu 26 Aralık günü çekilmekte olan düşmanı takibe devam etti. 33. Tümen, bugünkü muharebeler neticesinde düşmandan pek çok esir ve 400 kadar tüfek aldı. 18. Tümen cephesinde ise çok üzücü bir olay yaşandı. Azap’ın batı sırtlarında dolaşan tümen komutanı, 22 Aralık taarruzunda yaralanarak geride kalan iki subay ve35 eri Ruslar tarafından katledilmiş bir halde buldu.430 Rus cephesinde General Mişlayevski’nin verdiği geri çekilme emri bugün de devam ediyordu. Ancak 2. Türkistan Kolordusu Komutanı General Yüdeniç bu karara karşı çıkıyordu. Bunun üzerine Yüdeniç meseleyi görüşmek üzere Mecingirt’teki 1. Kafkas Ordusu Karargâhına çağırıldı.431 10. Kolordu 300 kişi ile Beyköy-Başköy hattına varmıştı. Geride kalan askerlerin toplanması için tümen komutanı bir gün içinde iki kez Arsenik ile Başköy arasında gidip gelmişti. Başköy’e varan birlikler perişan vaziyetteydi. Hafız Hakkı, ordu komutanına gönderdiği raporda, askerlerin % 20 sinin ayaklarının yaralı olduğunu yazıyordu. Tabur ve bölük nizamı tamamen bozulmuş, askerler birbirlerine karışmışlardı. Kolordunun muhakkak dinlenmesi ve düzenin yeniden tesis edilmesi gerekiyordu.432 Askerin bitkinliğinin farkında olan Hafız Hakkı, 26/ 27 Aralık gecesi tümenlere verdiği emirde; kolordunun yarın için bulunduğu yerde dinlenmesini, bu dinlenme esnasında noksanların tamamlanmasını ve herhangi bir tehlikeye karşı hazır olunmasını bildirdi. Hafız Hakkı hiç olmazsa askerin iki gün dinlenmesini ve 9. Kolordu’nun 429 İlden, Sarıkamış, 202-204. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 162. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 181. 431 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 442. 432 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 188. 430 156 hareketinin de buna göre tanzim edilmesini istiyordu.433 Birliklerin istirahat etmesini ön gören bu emir perişan bir vaziyette bulunan askerler için büyük bir nimetti. Ancak kısa bir süre sonra emir geçerliliğini yitirecekti. Hafız Hakkı’nın, Üsteğmen Recep aracılığı ile Enver Paşa’ya ilettiği bu durum Enver Paşa tarafından kabul görmedi. Enver Paşa, 10. Kolordunun derhal Sarıkamış’a gelmesi yönünde bir emir vererek bunun Hafız Hakkı’ya tebliğ edilmesini istedi.434 27 Aralık günü tümenler verilen bir günlük dinlenme süresinden yararlanarak toparlanmaya çalışırken, Hafız Hakkı, Benliahmet ve Novoselim’de düşman kuvvetlerinin olduğunu haber alması üzerine karar değiştirerek, Üsteğmen Recep’in Enver Paşa’dan getireceği emiri beklemeden yorgun kıtalara hareket emri verdi.435 Aynı günün gecesi bir raporla Enver Paşa Paşa’ya bildirdiği bu hareket şu şekilde gerçekleşti; Süvari keşif kolları Benli Ahmet ve Novoselim’de düşman olduğunu bildirmişlerdi. Hafız Hakkı’nın amacı bunları temizledikten sonra düşmanın geri çekilme hattını kesmekti. 30. Tümen öncüsü ile saat 15: 30’da Kakaç Köyü’ne vardı. Bu sırada iki düşman bölüğünün Karahamza civarında trenden indiği görüldü. Öncü birliklerin amacı bir gece baskını yapmaktı. Bu sebepten dolayı Yolgeçmez köyüne gelerek burada geceyi beklediler. Ancak düşmanla çatışma ertesi günü gerçekleşebildi. Süvari Alayı yanı korumak ve demiryolunu tahrip etmek için Novoselim’e gönderildi ve kısa zamanda burayı zapt etti.436 31. Tümen Divik doğrultusunda harekete geçti. Ancak 28 Aralık sabahı buraya varabildi.437 Bardız’daki 32. Tümen ise her iki kolordudan kısmen bağımsız olarak düşmanla çatışmaya girdi ve düşmanı püskürterek Akmezar ve Çilhoroz’u aldı. Geri çekilen Rus kuvvetleri Çakırbaba Dağı’nda tutunmaya çalıştı.438 10. Kolordu’nun bugünkü hareketinin pek faydalı olduğu söylenemez. Nitekim Kakaç tarafına gönderilen 30. Tümen burada Rusları bulamamıştı. Enver Paşa’nın, 10. Kolordunun hemen Sarıkamış’a gelmesi yönündeki kesin emrine rağmen, kolordu gereksiz yere Selim civarında bir gün daha oyalanmış ve Sarıkamış Harekâtı’nın kaderini bir kez daha olumsuz yönde etkilemişti.439 Hafız Hakkı ikinci kez aynı hatayı 433 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 450. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 266. 435 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 451. 436 ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-2. 437 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 164. Allen-Muratoff, Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi, 249. 438 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 82. 439 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 182. 434 157 tekrarlamıştı. Kosor ve Allahuekber Dağlarındaki tecrübelerinden ders çıkarması gerekirken yine bir emre itaatsizlik örneği göstererek, düşmanın arkasına düşmek adına dolambaçlı yollara girmiş ve kıymetli bir günü daha böylece zayi etmişti. Düşmanın arkasına düşmek düşüncesi Hafız Hakkı’da âdeta bir takıntı haline gelmişti. Oysa son iki günlük çarpışmalar neticesinde Ruslar, Türklerin kuşatma planını öğrenmiş ve ona göre tedbir almaya başlamışlardı. Artık harekât, kuşatma vasfını kaybetmiş sıradan bir meydan savaşına dönmüştü. Hafız Hakkı bu gerçeği idrak etmekte zorluk çekiyor ve daha kuşatma harekâtının başında yaptığı hataları telafi etme gayesini güdüyordu. Ancak hatayı telafi etmek adına yaptığı eylemler, orduyu başka bir felaketin içine sürüklüyordu. Hafız Hakkı’nın sebep olduğu bu hatalar zinciri Sarıkamış, Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasında şüphesiz en büyük paya sahiptir. Bugün Ruslar Sarıkamış’ta bir gün öncesinden çok daha kuvvetliydiler. Ancak Türklerin hala kasabayı alma ihtimali söz konusu idi. Bugün 25 Aralık için verilen emir geçerliydi. Bu tertibe göre harekâta kaldığı yerden devam edildi. 440 Bugünkü çarpışmalarda da emir-komuta zinciri tamamen birbirine karışmıştı. İhsan Paşa resmen komutadan düşürülmüştü. Enver Paşa bizzat kendisi harekâtla ilgili emirleri tümenlere ve hatta alaylara veriyordu.441 Bu karışıklık ve keşmekeş içerisinde Çerkesköy ve Sarıkamış istikametlerine başlatılan taarruz akşama kadar devam etti. Bir aralık 29. Tümen Çerköy’e girmeyi başarmışsa da düşmanın karşı taarruzu sonucu çekilmek zorunda kaldı. Diğer tümenler de Rus savunması karşısında başarılı olamadılar.442 Taarruzdan istenilen başarının elde edilememesi üzerine Enver Paşa’nın emriyle taarruz durdurularak 10. Kolordunun beklenmesine karar verildi. 9. Kolordu, üç gün boyunca tek başına Sarıkamış’a yaptığı taarruzlar sonucunda âdeta eriyip gitmişti. Subay sayısı oldukça azalmıştı. Özellikle bugün Enver Paşa’nın subayların bizzat ateş hattına gitmesini ön gören yanlış tutumundan dolayı 20-30 kadar subay şehit olmuştu. Üzücü bir olay olarak Şerif Bey, bugünkü harekât esnasında Enver Paşa’nın, Çerkesköy’e hücum sırasında takımı tamamıyla şehit olduğu için geri dönen 17-18 yaşlarında bir subaya kaçak muamelesi yaparak kurşuna dizdirttiğini aktarmaktadır.443 440 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 89. İlden, Sarıkamış, 214. 442 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 268-269. 443 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 447. İlden, Sarıkamış, 206-207. 441 158 11. Kolordu cephesinde bugün 33. Tümen, Gerek köyüne saldırarak bir miktar esir aldı. 34. Tümen, Azap bölgesinde düşmanı durdurmaya çalıştı. Sağ kanattan ilerleyen 2. Süvari Tümeni ise Yüzveren’i işgal ederek Kazak Tümeni’ni takibe başladı.444 Rusların durumu ise şöyleydi; Mişayefski’nin geri çekilme kararına karşı çıkan Yüdeniç, meseleyi görüşmek üzere Mecingert’e gitmişti. 26/27 Aralık gecesi burada yapılan toplantıda Yüdeniç, genel bir çekilişe karşı olduğunu yineledi. Böyle bir çekilmenin felaketle sonuçlanacağını belirtti. Nitekim Yüdeniç, Mişlayefski ve Berhman’ı, Türk ordusunun çok iyi dövüşemeyecek bir vaziyette olduğuna inandırmaya çalıştı. Bu görüşmelerden sonra Mişlayefski genel geri çekiliş kararını erteledi. Ardından Yüdeniç birliklerinin başına döndü.445 Bugün Sarıkamış’ta Rus kuvvetleri önceki günlere nazaran daha kuvvetli idi. 80. Piyade Alayı 27 Aralık sabahı Sarıkamış’a gelmişti. 1. Koban Plaston Tugayı ise yoldaydı. Bununla birlikte 10. Kolorduya bağlı birliklerin Selim ve Benli Ahmet bölgelerine ilerleyerek Karaurgan-Sarıkamış-Kars yolunun belirli bölgelerini tahrip etmeleri Rusları endişelendirmişti.446 Çerkesköy’ün 1,5 km kuzeydoğusunda bulunan Enver Paşa, 28 Aralık saat 05: 20’de Hafız Hakkı’ya gönderdiği emirde; 9. Kolordunun iki günden beri Sarıkamış’ta yaptığı taarruzlarda başarı sağlayamadığını, bunun için 10. Kolordunun biran önce Sarıkamış doğrultusunda ilerleyerek 9. Kolordunun sol kanadına yaklaşması gerektiğini bildirdi.447 Hafız Hakkı ise 27 Aralık öğleden sonra Selim’den tümenlere verdiği emirde; 28 Aralık sabahı için 30. Tümenin Sarıkamış’a taarruz etmek üzere 28 Aralık sabahı Karahamza’dan Çatak’a ilerlemesini, 31. Tümenin ise aynı amaçla Çıplak ’tan Divik’e yürümesini emretti. Emirde ayrıca tümenlerin her yerde gördükleri düşmana tereddüt etmeksizin taarruz etmeleri bildirildi.448 Hafız Hakkı’nın kolorduya verdiği emrin tarihi, Enver Paşa’nın emrinden öncedir. Enver Paşa’nın emrinin Hafız Hakkı’ya ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. Bununla birlikte Hafız Hakkı’nın 10. Kolorduyu kendi inisiyatifi ile hareket ettiği görülmektedir. 444 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 83. Allen-Muratoff, Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi, 250. 446 Genelkurmay…, 3’üncü. Ordu Harekâtı, I, 453. 447 Genelkurmay…, 3’üncü. Ordu Harekâtı, I, 454. 448 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 132. 445 159 Hafız Hakkı’nın emri üzerine 30. Tümen 27 Aralık akşamı Sarıkamış istikametinde harekete geçti. Karahamza’dan Çatak’a yürümesi emredilmişti. Birlikler yorgundu. Bu yüzden yürüyüş düzensiz oluyordu. Tümen Sarıkamış önlerine geldiği sırada, Sarıkamış’tan kalkan bir trenin Kars’a hareket etmekte olduğunu gördü. Daha önceden raylar Türk birlikleri tarafından tahrip edildiğinden dolayı tren Selim istasyonuna gelmeden durdu. Trenden inen Rus birlikleri ateşe başladılar. Buradaki çatışma neticesinde 250 kadar Rus askeri esir edildi. Akşamleyin 30. Tümene Divik’te bulunan 31. Tümene yaklaşması emredildi.449 27 Aralık gecesi Başköy-Çıplaklı üzerinden harekete geçen 31. Tümen uzun bir yürüyüşün ardından 28/29 Aralık gece yarısına doğru Divik’e ulaşabildi. Bu tümenin yürüyüşü esnasında herhangi bir çatışma gerçekleşmedi.450 32. Tümen ise bugün Yeniköy civarında düşmanı takiple meşguldü. Her iki kolordudan da haber alamayan bu tümenin amacı Rusların Bardız’ı işgal etmesine engel olmaktı.451 Dün verdiği emirlerle cepheyi yeniden genişleten Hafız Hakkı, askerin yorulmasına neden olmuştu. Yorgun askerler dinlenmek için yolda rastladıkları köylerdeki evlere çekilmişlerdi. Yeniden harekete geçiş sırasında bu askerlerin birçoğu konakladıkları evlerden çıkarılamadı. Böylelikle Sarıkamış istikametine yürüyen birliklerin mevcudu gerek bu sebepten gerekse donmaya bağlı ölümlerden dolayı oldukça azalmıştı. Eldeki bu kadar kuvvetle artık Sarıkamış taarruzuna etki etmek imkânsız gibiydi. 30. ve 31. Tümenler Sarıkamış yakınlarındaki Divik çevresine geldikten sonra Hafız Hakkı 28/29 Aralık gecesi tümenlere yeni bir emir verdi. Bu emirde; düşmanın 11. Kolordu cephesinden çekilmeye başladığını bildiren Hafız Hakkı, kolordunun sessiz ve düzenli bir şekilde Divik’te toplanmasını emretti. Ayrıca kendisinin de Divik’e hareket etmekte olduğunu bildirdi.452 Böylelikle 10. Kolordu birlikleri ancak 29 Aralık sabahı Sarıkamış önlerine varmış oluyorlardı. Enver Paşa 27 Aralık günündeki çarpışmalara Hafız Hakkı’nın da katılmasını istemişse de bu mümkün olmamış Hafız Hakkı, Novoselim’e giderek kuşatma kolunu uzatmıştı. Sarıkamış önlerindeki çarpışmalar 25 Aralık’ta başlamıştı. Bu halde Hafız Hakkı, Sarıkamış’taki savaşlara ancak beşinci gününde yetişmiş 449 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 196. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 276. 451 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 459. 452 Genelkurmay…, 3’üncü Harekâtı, I, 461-462. 450 160 oluyordu. Bu süre içinde yalnız başına düşmana taarruz eden 9. Kolordu, büyük ölçüde erimişti. 10. Kolrdunun da Allahuekber Dağlarında ciddi kayıplar verdiği bu süre içinde Rusların hızla Sarıkamış’a takviye asker yığdığı düşünülürse, artık İnisiyatifin tamamen Rusların eline geçtiği söylenebilir. 9. Kolordu cephesinde bugün istirahat emri verildi ve birlikler düzene sokulmaya çalışıldı. Ancak saat 09: 00’da Sarıkamış ve Çerkesköy’de bazı geri çekilme belirtilerini andıran hareketlerin görülmesi üzerine Enver Paşa, istirahatte olan birliklere tekrardan taarruz emri verdi. Ancak Sarıkamış ve Çerkesköy istikametlerinde yapılan bu taarruz sonuç vermedi. Kolordu bulunduğu cepheden daha ileri gidemedi. Gece yine Çerkesköy’ün kuzeyindeki ormanda geçirildi.453 9. Kolordu cephesinde dört günden beri devem eden muharebelerden bir sonuç çıkmamıştı. Sarıkamış önlerinde yalnız kalan bu kolordunun mevcudu oldukça azalmıştı. İhsan Paşa, Enver Paşa’ya verdiği raporda, 29. Tümenin mevcudunun 300 ere düştüğünü bildirmişti. Oysa bu tümenin mevcudu Sarıkamış’a yürümeden önce 6. 000 civarındaydı. Diğer tümenlerde de durum aşağı yukarı aynı idi. Kolordu savaşma kabiliyetini kaybetmişti.454 Bu kadar az kuvvetle Sarıkamış’ı düşürmenin imkânı yoktu. Acilen 10. Kolordu’nun yardımı gerekiyordu. Ancak bu kolordudan kesin bir haber alınamıyordu. Son yapılan keşiflerden bu kolordunun Sarıkamış’a yaklaştığı anlaşılmıştı. Ancak 10. Kolordu da Sarıkamış’taki savaşlara kesin etki edecek kuvvette değildi. 11. Kolordunun karşısındaki Rus kuvvetleri ise Aras’ın kuzey ve güneyinden çekilmeye devam ediyordu. Kolordu Komutanı Galip Paşa, 28 Aralık için verdiği emirde; çekilmekte olan düşmana taarruz edilmesini istedi. Enver Paşa tarafından bu kolorduya verilen emirde de bu şekilde hareket edilmesi istenmişti. Emir doğrultusunda hareket eden 18. Tümen, akşama kadar devam eden çarpışmalar neticesinde Rus kuvvetlerini Zars doğusundaki mevziilere attı. Ardos Dağı sırtlarını ele geçiren 34. Tümen, çok ağır kayıplar verdi. 33. Tümen ise Gerek köyünün batı sırtlarını ele geçirdi. Daha sonra sisin basmasıyla taarruz durduruldu.455 453 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 138. Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 95. 454 İlden, Sarıkamış, 218. 455 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 455-457. 161 Bugün Sarıkamış’ta durum Ruslar için daha iyiye gitmeye başladı. Takviyeler devam etti. Bugünden itibaren Rusların, Türklerin mağlup edileceğine dair inançları kesinleşti. Türk Ordusu artık büyük bir tehlike arz etmiyordu. Ancak General Mişlayefski hâlâ Türklerin Sarıkamış’ı ele geçirmelerinden endişe duyuyor ve geri çekilme fikrini muhafaza ediyordu. Sonunda durumu Genel Karargâha bildirmek üzere Tiflis’e doğru harekete geçti.456 28 Aralık’ta Sarıkamış’taki Rus kuvvetleri; 80. Alay, Kuban Plaston Tugayı, 18. ve 17. Alaylardan birer tabur, 155. Kubinski Alayı, iki mürettep tabur ve bir süvari alayından ibaretti.457 Enver Paşa 29 Aralık günü için verdiği emirde; 9. ve 10. Kolorduların Sarıkamış’ta birleşmesinden sonra düşmanın kesin olarak yok edilmesi gayesini güdüyordu. 10. Kolordunun 30. ve 31. Tümenleri Sarıkamış’a yaklaşmış bulunuyorlardı. Ancak sürekli takviye alan Rus birlikleri karşısındaki Türk birliklerinin mevcudu epeyce azalmıştı. 9. Kolordu’nun toplam kuvveti bir alay seviyesine inmişti. 10. Kolorduda da durum farksız değildi. III. Ordunun en seçkin kuvveti olan ve Şerif Bey’in aktardığına göre harekâttan önce 40 bin mevcudu bulunan bu kolordunun Sarıkamış önlerine geldiğinde mevcudu 6-7 bine düşmüştü. Ayrıca bu kolorduda intizam namına hiçbir şey kalmamıştı. Allahuekber Dağlarının aşılması esnasında erler öteye beriye dağılmışlardır. Bunların acilen toplanıp düzenin sağlanması gerekiyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Enver Paşa umutluydu. Hâlâ Sarıkamış’ın düşebileceğini düşünüyordu. Oysa Rus Generali Mişlayefski, avantajlı durumda olmasına rağmen ordusunun başarısı hususunda Enver Paşa’dan daha endişeliydi. 458 Hafız Hakkı, yorgun kıtaları dinlendirmek, parkende erleri toplamak ve kıtaları düzene sokmak amacıyla 28 Aralık akşamı 30. ve 31. Tümenlere Çatak ve Divik’te toplanmalarını emretmişti. Hafız Hakkı’nın parekendelerin toplanması konusundaki kesin emri üzerine Başköy, Karakale, Akçakale ve Allahuekber Dağlarının arkasında kalan yerlere subaylar gönderilerek buradaki erlerin toplanılmasına çalışılmıştır. Bu sayede birçok er toplanarak birliklerine getirildi ve mevcut biraz daha arttırılabildi.459 Divik ve Çatak’taki dinlenme ve toparlanma faaliyetlerinin ardından Binbaşı Bahattin Bey’in Rus taarruzunun şiddetinin arttığı yönünde getirdiği haber üzerine 30. 456 Nikolski, Sarıkamış Harekâtı, 29. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 167. 458 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 167-168. 459 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 140. 457 162 ve 31. Tümenler Sarıkamış’a taarruz etmek üzere harekete geçtiler. 31. Tümen, bölgeden toplanan 600 kadar erle yaptığı taarruzda büyük fedakârlıklar göstererek Sarıkamış’a girmeyi başardı. Ancak Rusların sürekli olarak takviye kuvvet almasından dolayı varlık gösteremedi ve pek çok kayıp vererek Sarıkamış’ın 1 km kuzeyindeki ormanlıklara çekildi.460 Öte yandan 30. Tümen, 88. Alayı ile süngü hücumu yaparak düşman mevziisine girdi. Düşmanla yapılan şiddetli çarpışmalar neticesinde 400 mevcutlu alaydan geriye 250 kişi kaldı. Nitekim 30. Tümen de düşman karşısında pek bir varlık gösteremeyerek geri çekildi.461 10. Kolordu’nun 32. Tümeni ise Bardız yaylasında düşmanla girdiği çarpışma neticesinde Rus taarruzunu durdurmayı başardı. Bu tümenin bugünkü hareketlerinde Ruslara 1000’den fazla kayıp verdirildi. Türklerin kaybı ise 100 kadar yaralı ve şehitten ibaretti.462 Öte yandan Stanke Bey Müfrezesi Rusları bozguna uğratarak Ardahan’ı ele geçirdi.463 Bugün için Sarıkamış’ı alma düşüncesinde olan Hafız Hakkı 29 Aralık 1914 günü saat 23: 30’da Sarıkamış’ta çarpışmalar devam ettiği sırada III. Ordu Komutanlığına şu raporu gönderdi: ‘’Sarıkamış Muharebesi’ni bu gece olmazsa herhalde yarın kesin bir sonuca ulaştırmak üzere, bölgeye dağılmış olan erleri toplamak için subaylar gönderdim. 92. Piyade Alayı 800 mevcudundadır. 89. Alay’ın bir kısmı ile yolda bulunan iki taburu ve bir sahra topçu bataryası bu sabaha kadar gelmiş olacaklardır. Bu kuvvetler toplanınca, şiddetli topçu ateşi ve üstün kuvvetlerle düşman mevziinin kilit noktası zannettiğim tam sağ kanattaki bir noktaya yürüyeceğim ve bu sırada kolordunun bugün subaylarıyla Sarıkamış doğrultusunda taarruz edeceğim. Bugün 10. Kolordu düşmanın bir kısmını üzerine çektiğinden, III. Ordu her tarafta birden taarruza geçince Allah’ın yardımıyla başarıya ulaşacağımız kanısındayım. Ben Sarıkamış’ın üç kilometre kuzeyinde orman kenarında topçu mevziindeyim.’’464 Bu rapordan anlaşılacağı üzere Hafız Hakkı, gece Sarıkamış’ı almak düşüncesindeydi. Ancak devam etmekte olan çarpışmaların seyrinden bunun zor 460 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 280-281. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 470. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 169. 462 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 281. 463 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 88. 464 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 470. 461 163 olduğunu anlamış ve 30 Aralık’ta kesin sonuca ulaşacağını düşünmüştür. Yine bu süre içerisinde yoğun bir çabayla parekendeleri toplamak ve takviyeleri güçlendirmekle uğraştığı anlaşılmaktadır. Bugünkü hareketler sonucu 10. Kolordu 29/30 Aralık 1914 gecesini şu vaziyette geçirdi; 30. Tümen, Sarıkamış’ın kuzeyinde ormanın çıkışında ve Çatak’ın güneydoğusunda Karahamza bölgesinde, 31. Tümen, Sarıkamış’ın kuzeydoğu kenarında ve Yağbasan’ın 800 metre güneyindeki Sarıkamış’a hâkim sırtlarda, 32. Tümen ise Bardız’da düşmanla temas halindedir.465 9. Kolordu cephesinde bugün için Enver Paşa’nın taarruz düşüncesi yoktu. 9. ve 10. Kolordular tanzim ve takviye edildikten sonra taarruza geçmeyi düşünüyordu. Ancak düşmanın bir alayının 9. Kolorduya doğru ilerlemesi üzerine durum değişti. Enver Paşa kolorduya taarruz emri verdi. Bugünkü taarruz neticesinde 9. Kolordu birlikleri bazı mevziileri ele geçirmesine rağmen akşama kadar devam eden çarpışmalarda kesin bir başarı elde edilemedi. Bununla birlikte kolordunun düşman karşısındaki durumu önceki günlere nazaran daha da zorlaştı. Nitekim Ruslar, 11. Kolordu cephesinden çekilen birliklerin Sarıkamış’a yığılmasıyla yenilemez bir konuma gelmişlerdi.466 11. Kolordu ise bugün Sanamer-Ardos-Zars hattına taarruz ederek çekilmekte olan düşmana 500 metre yaklaştı.467 Bugünkü çarpışmalar sonucunda 11. Kolordunun toplam kaybı, 15 şehit ve 71 yaralıdan ibaretti. Ayrıca Gerek Dağı’nda 40 er donarak şehit oldu.468 Rus tarafında durum şöyleydi; 28 Aralık’ta Tiflis’e hareket eden General Mişlayefski, emir-komuta kademesindeki belirsizliği gidermek için daha önceden üzerine aldığı Sarıkamış Grubu’nun sorumluluğunu yeniden Berhman’a bıraktı. Mişlayefski çekilme düşüncesindeydi ve bu yüzden Berhman’a verdiği emirde; gerektiğinde Karakurt’tan Kars’a hareket ederek ağırlıkları feda edebileceğini söyledi. Berhman ise solunu Darphane Boğazı’na dayayarak cepheyi kısaltmak ve kuvvetli bir 465 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 144. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 283. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 145-146. 467 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 86. 468 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 146. 466 164 sağ kanatla Türklerin solunu kuşatıp Kars yolunu açmayı düşünüyordu.469 Bugün ayrıca 10. Kolordu’nun çarpışmalara katılması Rusları tedirgin etti. Bir ara Berhman birliklere çekilme emri verdiyse de Yüdeniç ikna etmesiyle bu emirden vaz geçti. Ruslar bugün Çerkesköy ve Sarıkamış’tan yapılan şiddetli Türk taarruzlarına karşı mevziilerini inatla savundular.470 Enver Paşa 30 Aralık günü için iki kolordunun birleşip düşmana taarruz etmesini istiyordu. 10. Kolordu’ya verdiği emir de bu yöndeydi. Ancak Hafız Hakkı farklı düşünüyordu. Bugünü tahkimat yapmak ve askeri dinlendirmekle geçirmek düşüncesindeydi. 30 Aralık 1914 saat 15: 00 ‘de Ordu Komutanlığına gönderdiği raporda bu hususu dile getirdi: ‘’Ben bugün topladığım 800 eri cidden cansız bulduğumdan taarruz değil tahkimat yapıyorum ve askerimi dinlendiriyorum. Arkadan daha asker gelir ve bu askeri de biraz canlandırabilirsem yarın taarruz ederim. Bugün bütün kolordu başı Sarıkamış’ta nihayeti Başköy’de dağınık bir haldedir. Muharebe meydanında elimde bulunan kuvvet, toplam olarak 1800 tüfek, sekiz sahra ve 16 dağ topundan ibarettir. Herhalde düşman daha iyi bir durumda olmadığından burada toplanabiliyoruz. Yarın için Allah kısmet ederse taarruz yapmayı tasarlıyorum. Sol kanadı biraz toparlayabildiğimden şimdi Sarıkamış yakınında sağ kanada gidiyorum.’’471 Bu rapordan anlaşılacağı gibi Hafız Hakkı bir kez daha ordu komutanın emrini dinlemeyip başına buyruk hareket ediyordu. Bu da emir-komuta zincirine riayet edilmediğini göstermektedir. Ayrıca günlerden beri devam eden çarpışmalar sonucunda 10. Kolordu’nun muharip gücünün 1800 mevcuda kadar düştüğü ve toplamda 800 parekende erin savaş kabiliyeti olmadığı rapordan anlaşılan diğer hususlardır. Hafız Hakkı bugün için kolordusuna dinlenme emri vermesine rağmen 9. Kolordu’nun Rus kuvvetleriyle mücadele ettiğini görmesi üzerine bu kararından vazgeçerek birlikleri harekete geçirdi. Bunun üzerine Sarıkamış’a hâkim sırtlarda bulunan 30. ve 31. Tümenler tekrardan taarruza başladılar. 30. Tümen tüm uğraşlarına rağmen taarruzda başarılı olamadı. 31. Tümen ise Ruslar tarafından askeri trenle Karahamza’ya gönderilen piyade ve makineli tüfekleri getiren bir birliği topçu ateşi ile 469 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 88. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 284. 471 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 481. 470 165 dağıttı. Ardından saat 22: 00’de Sarıkamış’a 300 metre yaklaşarak taarruza başladı.472 31. Tümen’in Sarıkamış’a taarruzunun devam ettiği sırada Hafız Hakkı, Ordu Komutanlığına şu raporu gönderdi: ‘’Şayet Sarıkamış ve civarı bu gece zapt edilirse oradaki kıtaların komutanı size bilgi verecektir. Sarıkamış’ı tutabilirsek burasını savunma haline getirerek kıtalarımızı ileriye doğru toplamaya çalışacağım. Başaramazsak, köylerin azlığı ve iaşe güçlüğü nedeniyle kıtaları Divik-Çatak hattına çekeceğim. Ben bu gece Sarıkamış’ın üç kilometre kuzeyinde topçu mevziindeyim.’’473 Taarruzun umulandan iyi geçmesi Hafız Hakkı’nın raporda bahsettiği geri çekilme tedbirine gerek bırakmamıştır. Bununla birlikte Hafız Hakkı ilk defa bir raporunda geri çekilme düşüncesinden bahsetmiştir. Özdemir, Hafız Hakkı’nın geri çekilme konusunu gündeme getirmesini ‘’zafere olan itimadının sarsıldığı’’ şeklinde yorumlamaktadır.474 Şunu ifade etmek gerekir ki 31. Tümen’in bugünkü taarruzu kısmen başarılı olmakla birlikte kesin bir sonuca ulaşmaktan uzak kalmış ve Sarıkamış yine ele geçirilememiştir. Bugün Bardız’daki 32. Tümen, 29 Aralık’ta başlayan Rus taarruzuna karşı koymaya devam etmiştir. Tümenden alınan raporda; piyade taburlarının 50’şer ere ve genel mevcudun ise 500 ere düştüğü bildirilmiştir.475 Bugün ayrıca Ardahan Müfrezesi’nden bir rapor geldi. Raporda; birliklerin Göle’de düşmanla çarpıştığını ve kuvvetlerinin oldukça azaldığı bildirilerek kolordu cephesinden takviye kuvvet istendi. Anlaşılan Ardahan Müfrezesi’nin Sarıkamış önlerinde yaşanan dramdan ve 10. Kolordu’nun Allahuekber Dağlarında eriyip tükendiğinden haberi yoktu. Hafız Hakkı bu rapora verdiği cevapta; o bölgeye takviye kuvvet göndermenin mümkün olmadığını bildirdi.476 Sonuç olarak 10. Kolordunun bugünkü taarruzundan bir sonuç çıkmadı ve Sarıkamış’ın alınabileceğine dair umutlar yok olmaya başladı. 9. Kolordu cephesinde, Kolordu Komutanı İhsan Paşa bugün sabah 17. Tümen bölgesinden Enver Paşa’ya gönderdiği raporda; 22 Aralık günü 21.000 muharip piyade kuvveti olmak üzere toplamda 28.000 olan kolordu mevcudunun 30 Aralık tarihine 472 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 289. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 481. 474 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 291. 475 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 212. 476 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 480. 473 166 kadar yapılan muharebeler neticesinde 1000’e düştüğünü bildirdi.477 İhsan Paşa üstü kapalı bir şekilde artık 9. Kolordu’nun savaşma yeteneğinin kalmadığını ima ediyordu. Ancak buna rağmen 9. Kolordu bugünkü çarpışmalardan geri kalmadı. Enver Paşa’nın emriyle yeniden taarruz başladıysa da bir sonuç elde edilemedi. Çerkesköy’de savunmasını sağlamlaştıran Ruslar 87. Alayı esir ettiler. Ayrıca Bardız ile Sarıkamış arasını işgal ederek 9. Kolordunun Bardız’da birliklerle arasındaki irtibatı kestiler. 30 Aralık’ta 9. Kolordu cephesinde yaşanan bu olumsuzluklar üzerine kolordunun bir kısım birliklerinde geri çekilme belirtileri ortaya çıktı.478 11. Kolordu ise dünkü çarpışmalarda Sanemer hattına 500 metre yaklaşmış ancak bu hattı ele geçirememişti. Bugünkü kolordu emrinde; 18. ve 34. Tümenlerin bulundukları hatta kalmaları, 33. Tümen’in ise Sanemer’in doğu sırtlarını işgal etmesi istendi. Bugünkü hareketler neticesinde 33. Tümen bu hattı işgal etmeyi başardı. Kolordu Komutanı Galip Paşa 31 Aralık için üç tümenle düşmanın takip edilmesi emrini verdi.479 29 Aralık’ta Türk birliklerinin Sarıkamış istasyonuna kadar gelmelerinden endişelenen General Berhman, geri çekilme emri vermiş ancak bu emir Yüdeniç’in ısrarıyla ertelenmişti. Berhman, 30 Aralık’ta durumu iyi değerlendiremediği için yeniden geri çekilme emri verdi. Bu sırada bölgeden kaçan Ermenilerden ve esirlerden, Türklerin Sarıkamış önlerinde düştüğü zor durumu öğrenen Yüdeniç, inisiyatifin kendilerine geçtiğine kanaat getirerek geri çekilme emrinin ertelenmesi için yeniden Berhman’a baskı yapmaya başladı. Ancak Berhman bu teklifi kabul etmeyerek 11. Kolordunun karşısındaki Rus kolordusunun Çermik mevziilerinden çekilişini başlattı. Böylelikle bu kuvvetler Sarıkamış Harekâtı’ndan önceki mevziilerine çekilmiş oluyorlardı.480 Enver Paşa 31 Aralık günü için verdiği emirde; 9. ve 10. Kolorduların birlikte taarruza devam etmelerini bildirerek iki kolordu için Sarıkamış istasyonuna inen dereyi irtibat noktası olarak gösterdi. Buna göre 10. Kolordu, 9. Kolordu’nun 1 km solunda ve 477 Genelkurmay…, 3’üncü. Ordu Harekâtı, I, 477. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 288. 479 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 152-153. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 213. 480 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 127. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 214-215. 478 167 cephesi batıya dönmüş bir vaziyette taarruza başlayacaktı.481 9. Kolordu neredeyse tamamen yok olmanın eşiğine geldiği için bugünkü taarruzu esas yürütecek olan 10. Kolordu idi. Enver Paşa’nın yukarıdaki emrini alan Hafız Hakkı, ilk olarak parekende erleri toplayıp 250-400 mevcudunda üç tabur meydana getirerek bunları 30 Aralık akşamı 31. Tümen bölgesine gönderdi. Bu üç taburla 31 Aralık 1914’te saat 06: 00’da taarruza başlandı. Ancak bu taarruz başarıya ulaşamadığı için duraksadı. Hafız Hakkı saat 09: 00’da bölgeye gelerek bu üç taburun dışında teşkil etmiş olduğu ihtiyat taburunun da taarruz etmesini istedi. Böylelikle ikinci taarruz başladı. Öğeleye doğru sisin artmasıyla ileri hareket kolaylaştı.482 Hafız Hakkı, taarruzun devam ettiği sırada, Sarıkamış’ın hemen kuzeyinden saat 16: 30’da Enver Paşa’ya aşağıdaki raporu gönderdi: ‘’Dün gece sol kanada yaptığım hücum başarı ile sonuçlanmadığı gibi, sağ kanatta ormandaki kıtalar da zamanında hazırlanamadığından, genel durumun yararı bakımından bugün gündüz yine bütün kuvvetlerimle taarruz ettim. İlerideki birlikler Sarıkamış’ın önünden geçen dereye bugün, öğleden sonra girerek düşman mevziisine hücum için uğraşmaktadırlar. Dağ bataryalarından, toplayabildiğim dördünü düşman mevziine ve Sarıkamış’a çok hâkim yerlere mevzilendirerek 1200-1800 metreden açılan ateşle düşmana çok ağır kayıplar verdirdim. Elde küçük bir ihtiyat teşkil etmek üzere gerideki perakendeleri toplamak için subaylar gönderdim. Öğleden sonra yoğun sis bastığından hücumu topçu ile destekleme imkânı bulunmuyor. Tekmil karargâh subaylarını avcı hattına sürerek, saat 17: 00’de genel bir hücum yaptıracağım. Şayet başarı sağlarsam Sarıkamış’ı işgal edeceğim, başaramazsam şimdi bulunduğum sırtta kıtaları toplamaya çalışacağım (savunulacak hat 9. Kolordu’nun yaklaşık bir kilometre kadar solundan başlayarak Yağbasan kuzeyine kadar devam ediyor. Sarıkamış, sağ kanada 400-500 metre kadardır) Eğer bir iki gün içinde ordunun diğer kuvvetleri direnir ve benim karşımda bulunan düşman kuvvetleri büyük takviyeler almazsa, herhalde erleri toplar toplamaz ben yine başarılı taarruzlar yapacağımı sanıyorum. Kolordunun iaşe köyleri olan Divik, 481 482 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 107. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 294. 168 Çatak, Yağbasan az kuvvetlerle işgal edilmektedir. Görünüşe göre düşman çekilme niyetinde değildir.’’483 Sarıkamış’ın hâlâ alınabileceğine dair olumlu ifadeleri içeren bu rapor bu sıralarda geri çekilme kararı veren Enver Paşa’nın bu kararını ertelemesine sebep oldu.484 Bu şekilde Enver Paşa’yı kararında caydıran Hafız Hakkı, bu raporu Ordu Karargâhına gönderdikten yarım saat sonra saat 17: 00’de genel taarruz emri verdi. Taarruza kalkan birlikler çok fazla fedakârlıklar göstererek birçok yerde düşmanın avcı siperlerine girmeyi başardılar. Ancak düşmanın geri bölgeleri yerleştirmiş olduğu makineli tüfeklerin etkili ateşinden dolayı daha öteye gidilemedi ve 10. Kolordu birlikleri geri çekilmek zorunda kaldı. Böylelikle bugün için Sarıkamış’a yapılan üçüncü taarruz da başarısızlıkla sonuçlanmış oluyordu.485 Bugün Bardız’ın güneyinde bulunan 32. Tümen ise düşman taarruzu karşısında Norşin istikametine çekilmeye başladı. Artık Sarıkamış önlerindeki Türk kuvvetleri düşmüş olduğundan ve Ruslar, Sarıkamış bölgesindeki Türk kuvvetleriyle 32. Tümenin irtibatını kestiğinden dolayı bu tümenin taarruza kalmasının pek bir anlamı yoktu.486 9. Kolordu cephesinde, İhsan Paşa’nın Enver Paşa’ya sunduğu raporda; kolordu mevcudunun neredeyse sıfıra indiğini belirtmesine rağmen taarruza devam edildi. Ancak yine herhangi bir başarı elde edilemedi. 29. Tümen cephesi kısmen hareketsiz geçti. Bu tümenin tek faaliyeti yarı donmuş vaziyetteki toplarla ve makineli tüfeklerle Rus kuvvetlerini ateşe tutmak oldu. Başka birliklerden takviye alarak harekete geçen 28. Tümen ise etkili bir topçu ateşi ile taarruzunu yeniledi. Ancak düşmanın 200 ile 500 metre kadar Türk hatlarına sokulması üzerine bu tümen ağır kayıplara uğradı. 17. Tümen cephesinde de kesin bir başarı elde edilememesi üzerine akşamüzeri taarruz durduruldu.487 483 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 488-489. Enver Paşa, Ordu Karargâhını 9. Kolordu bölgesinden 10. Kolordu bölgesine nakletmişti. Burada 10. Kolordu’yu yakından gören Enver Paşa geri çekilme kararı almıştı. Nitekim bu kolordu da oldukça fazla kayıp vermiş ve mevcudu toplamda 1500’lere düşmüştü. Ancak Hafız Hakkı’nın Sarıkamış’ın hala alınabileceğine dair verdiği bu olumlu rapor, Enver Paşa’nın kararından vazgeçmesine neden oldu ve bu kez mevcudu henüz iyi durumda olan 11. Kolordu’yu Sarıkamış taarruzu için kullanmaya karar verdi. (Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 213). 485 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 147. 486 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 173. 487 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 105-106. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 158. 484 169 Kuşatma harekâtı başlayalı on gün olmuş ve Türk Ordusu büyük kayıplar vermişti. Taarruz harekâtı önemini kaybetmişti. Enver Paşa ilk defa bugün geri çekilmeye taraftar oldu. Ancak Hafız Hakkı’nın Sarıkamış’ın alınabileceğine dair olumlu rapor göndermesi üzerine bu kararından vazgeçti. Artık 9. ve 10. Kolordulardan fayda beklenemezdi. Buna karşılık 11. Kolordu hâlâ derli toplu sayılırdı. Bu yüzden Enver Paşa, karargâhını 11. Kolordu cephesine taşımaya karar verdi. Bununla birlikte Sarıkamış önlerinde inisiyatif tamamen Rusların eline geçmişti. Artık Rus Ordusu’nun taarruzu, Türk Ordusu’nun ise geri çekilme harekâtı başlayacaktı. Ruslar, iki Türk kolordusunu da kuşatıp imha edebilecek bir konuma ulaşmışlardı. Türklerin içinde bulunduğu ümitsiz vaziyeti gören General Yüdeniç, Tiflis’teki Başkomutan Daşkof’a çektiği telgrafta durumu bildirmiş ve Türklerin imhasının mümkün olduğunu söylemişti.488 Ancak Hafı Hakkı hala bu gerçeği görmüyor, etkili bir taarruzla Sarıkamış’ının alınabileceğine inanıyordu. 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa ve kolordunun Kurmay Başkanı Şerif Bey gerçeğin tamamen farkında olup, ordunun geri çekilmesi fikrini savunuyorlardı. Enver Paşa ise bu iki kolordu komutanın arasında kalıyor, harekâta devam edip etmeme konusunda kesin bir hüküm veremiyordu. Bununla birlikte onun için Sarıkamış’ın alınması bir izzet-i nefis meselesiydi. Hafız Hakkı için de durum aynıydı. Bu iki sınıf arkadaşı, Harp Okulu yıllarından beri müdafini oldukları Türklük davasına hizmet etmek amacıyla beraberce planladıkları ve tatbikine koyuldukları bu harekâtı sonuna kadar devam ettirmek istiyorlardı. Turan’ın kilidi sayılan Sarıkamış alınacak, Türk Ordusu Kafkasya boyunca ilerleyerek Müslüman ve Türk ahaliyi Ruslara karşı ayaklandıracak, ihtilaller tertip edecek ve nihayet asırlardan beri Türk’e zülüm eden baş düşman Moskof mağlup edilerek Türk milleti yeniden şaha kaldırılacaktı. Şunu ifade etmek gerekir ki bu tarihten itibaren Sarıkamış’ın alınması pek bir fayda sağlayamazdı. Nitekim bu kadar az kuvvetle Sarıkamış’ın ötesine geçilemez ve Kafkasya halklarını ayaklandırma gayesi gerçekleşemezdi. Buna karşılık Kağızman ve Kars istikametine çekilen düşman dolgun birlikleriyle yeniden toparlanarak, az miktarda bir kuvvetle Sarıkamış’ı savunan Türk Ordusu’nu mağlup edip kasabayı geri alabilirdi. 488 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 132-133. Altınanıt, Ülkem Ateş Çemberi İle Kuşatılmışken Sarıkamış, 212-213. 170 11. Kolordu cephesinde bugün için düşmanın takip edilmesi istenmişti. Emir gereğince ileri harekâta başlandıysa da düşmanla temas sağlanamadı. Hızla geri geri çekilen ve tahrip edilemeyen düşman Sarıkamış önlerindeki Türk birlikleri için tehdit olmaya devam etti. 11. Kolordu, kuşatma harekâtı planında kendisine verilen, düşmanı cephede tutma görevini yerine getirmekten uzaktı.489 Bugün Ruslar Sarıkamış’a yapılan Türk taarruzlarını tamamen durdurmuşlardı. Ayrıca Türk kuvvetlerinin 25 Aralık’ta tahrip ettikleri radyo istasyonunu tamir ederek Tiflis’le olan irtibatlarını yeniden sağladılar. Artık Ruslar karşı taarruza geçmek düşüncesindeydiler. Yüdeniç, Tiflis’teki Başkomutana bir telgraf çekerek bu düşünceyi bildirdi ve Türklerin geri çekilişini engellemek için takviye birlik istedi. Başkomutanlıktan gelen cevapta; 1 Ocak 1915 günü karşı taarruza geçilmesine müsaade edildi ve takviye birliklerin Kars’tan harekete geçirildiği bildirildi.490 1 Ocak 1915 günü için kolordulara hiçbir emir verilmedi. Bugün için yapılacak temel hareket, Türk birliklerinin bulundukları birlikleri, geceden itibaren başlayan Rus taarruzlarına karşı korumaktı. Önceden ifade edildiği gibi III. Ordu 31 Aralık’tan itibaren taarruzdan savunmaya geçmişti. Bugün 10. Kolordu cephesinde önemli bir gelişme yaşanmadı. Rus kuvvetleri, Sarıkamış’ın güneyine yerleştirdikleri obüs toplarıyla Sarıkamış’ın 1-1,5 km doğusunda bulunan 31. Tümenin mevzilerini bombardımana başladılar. Ancak orman içinde bulunan piyadeler bu bombardımandan çok fazla etkilenmediler. Bu sırada düşmanın 31. Tümen ile 9. Kolordu arasında bulunan boşluğa hareket etmesi üzerine tümenden seçilen 200 kadar er yardım için 9. Kolorduya gönderildi. Böylelikle düşmanın, 31. Tümenin sağ açığına başlattığı hareket önlenmiş oldu.491 Karahamza istikametinden gelen 500 er ve iki cebel topundan mürekkep düşman kuvveti ise Divik yönünde 10. Kolorduya saldırdı. Bu saldırı da bin bir güçlükle defedildi.492 30. Tümen, Çatak’a kadar ilerleyen düşmanı perakende erlerden teşkil edilen Divik Müfrezesi ile Karahamza’ya hâkim sırtlara kadar geri sürdü ve Sarıkamış-Kars demiryolunun doğusundaki sırtlarda görülen Rus kuvvetlerinin faaliyetlerine karşı tedbir almaya başladı. Ayrıca 30. Tümen tarafından gönderilen keşif kolları vasıtasıyla 489 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 485. Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 132-133. 491 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 159-161. 492 ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-10. 490 171 demir yollarının bazı kısımları ile bir ağaç köprü tahrip edildi.493 32. Tümen ise Rus kuvvetleri ile yaptığı muharebeler sonucu Bardız’ı tamamen kaybetti ve ağırlıklarıyla beraber Norşin’e doğru çekilmeye başladı.494 Bugünden itibaren başlayan düşman taarruzları karşısında direnci azalan 9. ve 10. Kolordular, perakendeleri toplayarak yeniden canlanmaya çalışmışa da bu pek mümkün olmadı. Bu sebepten bütün ümitler 11. Kolorduya bağlandı. Enver Paşa, Hafız Hakkı’ya gönderdiği emirde; cephe gerisindeki İslam ahaliden itimada layık bir kişinin 11. Kolorduya gönderilerek 9. ve 10. Kolorduların Sarıkamış civarında Ruslarla muharebede olduklarını, 11. Kolordu’nun süvari tümeni ile süratle hareket ederek bu kuvvetlere yardım etmesini bildirilmesini istedi. Bu emir açıkça Enver Paşa’nın da artık 9. ve 10. Kolorduların iş göreceğine dair umudunun kalmadığını gösteriyordu.495 9. Kolordu cephesinde Rus saldırıları bugün olduğu gibi devam etti. Kolordunun toplam mevcudu 500-600 civarında kalmıştı. Piyade mevcudu oldukça azaldığı için 28. ve 29. Tümen bölgelerinde artan Rus saldırıları topçu ateşi ile bertaraf edilmeye çalışılıyordu. Bugünkü yoğun Rus taarruzu karşısında cephesi yarılarak geri çekilmek zorunda kalan 29. Tümen Komutanı Arif Bey (Baytın), bu hareketinden dolayı Enver Paşa tarından idam edilmek istenmişse de 9. Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Bey’in araya girmesiyle bu karardan vazgeçildi. Sonuç olarak 9. Kolordu cephesinde bugün düşman taarruzu kısmen durdurulabildi. Ancak bir türlü kapatılamayan birlikler arasındaki açıklık büyük bir tehlike oluşturmaya devam ediyordu.496 11. Kolordu cephesinde ise bugün 18. ve 33. Tümenler düşmanın artçı direnişini kırarak Mecingert ve Kötek’i işgal ettiler. 34. Tümen ise Altınbudak’ta kalarak Rusların buraya yönelttikleri taarruzu püskürttü.497 1 Ocak 1914’ten itibaren Rus Ordusu, Türk Ordusu’nu kuşatıp imha edecek şekilde tertip almaya başladı. General Yüdeniç’in Başkomutanlık ’tan istediği takviyeler Sarıkamış’a geliyordu. Bugünkü taarruzda Ruslar önemli başarılar elde ettiler. 31. Aralık’ta 9. Kolordu’nun sol kanadına taarruza başlayan 17. Türkistan Avcı Alayı, bugün taarruzuna devam ederek Malakan yaylası ve Türklerin geri çekilme yolu olan 493 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 112. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 496. 495 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 303. 496 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 110-111. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 222. 497 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 165. 494 172 Sarıkamış-Bardız yolunu işgal etti. Rusların ana planı; 11. Kolordu’yu üç gün daha oyalayarak, bu kolordudan yardım alamayan Sarıkamış’taki Türk birliklerinin sol yan ve gerilerini kuşatarak geri çekilmelerini engellemek ve böylelikle 9. ve 10. Kolorduları tamamen imha etmekti.498 2 Ocak 1915 günü Başkumandan Vekili ve III. Ordu Komutanı Enver Paşa’nın emriyle Albay Hafız Hakkı, Tuğgeneralliğe terfi etti ve Sarıkamış civarında bulunan 9. ve 10. Kolordu kıtaları ile bu kolorduların emrinde olan müfrezeler ‘’Sol Cenah Ordusu’’ adı altında birleştirilerek Hafız Hakkı’nın emrine verildi. Bundan sonra Hafız Hakkı, her iki kolorduya da emirlerini ‘’Tuğgeneral’’ rütbesi ve ‘’Sol Cenah Ordusu Komutanı’’ sıfatıyla verecekti. Bu emir ve komuta düzenlemesi birliklerin içinde bulunduğu durum dikkate alındığında yerinde ve yararlı bir hareketti. Ancak 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa, Hafız Hakkı’dan daha deneyimli ve zaten Tuğgeneral rütbesindeyken, bu görevin terfi ettirilerek Hafız Hakkı’ya verilmesi tuhaf karşılanmıştı. Nitekim Harp Tarihi yazarları, Hafız Hakkı’nın grup komutanı yapılmasını ve 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa’nın onun emrine verilmesini eleştirmektedirler. Özellikle Hafız Hakkı’nın Oltu’nun işgalinden sonra sebep olduğu olumsuzluklar dikkate alındığında, bu eleştiriler normal karşılanmalıdır. Aynı emir doğrultusunda bugün için genel olarak birliklerin mevziilerinde kalmaları, 32. Tümenin 11. Kolordu ile irtibat sağlaması ve bütün lüzumsuz top, araba ve katarlar ile yaralı ve hastaların Başköy üzerinden Oltu’ya gönderilmesi istendi.499 Ordu emrinden anlaşıldığı üzere Türk taarruzu durmuş ve artık savunmaya geçilmişti. Lüzumsuz eşyaların Oltu’ya gönderilmesi ise bir geri çekilme belirtisi olarak kabul edilebilirdi. Yine Enver Paşa’nın verdiği bir diğer emirde; fazla tüfeklerin, kullanılmayan topların, hasta ve yaralı erler ile Ruslardan ele geçirilen malzemelerin Erzurum’a gönderilmesini istemesi geri çekilme düşüncesinin kuvvetlendiğini göstermektedir.500 Bugünkü çarpışmalarda 10. Kolordu ciddi tehlikeler yaşadı. Düşmanın şiddetli taarruzu karşısında kolordu birlikleri mevziilerini terk edip geri çekilmeye başladı. Bunun üzerine sevk ve idare bozuldu. Birlikler birbirine karıştı. Bu geri çekilme 498 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 497. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 224. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 498. Ayrıca Bkz. BOA. 25 Kanun-ı Evvel 1330. Dosya No: 4331 Gömlek No: 324757 Fon Kodu: BEO. 500 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 225. 499 173 hareketine rağmen 10. Kolordu kısmen Rus kuvvetlerinin taarruzunu durdurmaya başardı. Ancak bugünkü çarpışmalar neticesinde birçok subay, er ve erbaş şehit oldu. Kolordu’nun mevcudu 600’e kadar indi.501 Sol Cenah Ordusu Komutanı Tuğgeneral Hafız Hakkı Paşa 10. Kolordu cephesindeki hareketleri bir raporla Divik’te bulunan Enver Paşa’ya bildirdi. Enver Paşa’nın geri çekilme kararını ikinci kez erteleyen bu rapor şöyledir: ‘’Bugün öğleden sonra Ruslar 10. Kolordu’nun sağ kanadına taarruz ederek tam Sarıkamış karşısındaki toplardan beşini obüsleriyle susturmuşlardır. Kolordunun sağ kanadı ile 9. Kolordunun arasındaki boşluktan ilerleyen Rus kuvvetleri ise 9. Kolordu’ya gönderilmek üzere bir tabur kadar toplama kuvvetle durdurulmaya çalışılmaktadır. Bu gece toplayabileceğim kuvvetlerle iki topu 9. Kolordu’ya göndereceğim. Bugün yapılan muharebede özellikle düşman obüslerinin ateşiyle subay ve erlerden oldukça ağır kayıplar verilmiştir. Çatak’ta 88. Piyade Alayından 210 erlik bir tabur teşkil edildiğini haber aldım. Bu birliğin hemen gönderilmesini istirham ederim. Bugün bir kısım düşman kuvvetlerinin Sarıkamış’tan doğuya doğru gittikleri görülmüştür. Karargâhtan birkaç genç subay görevlendirilirse ümit ederim ki bu gece Divik bölgesinden silahlı ve sağlam 1500 er toplanabilir. Bu erler verilecek genç subaylarla teşkilatlandırıldığı ve karınları iyice doyurulduğu takdirde yarın muntazam bir alay gibi kullanılabilirler. Şayet Lange Bey de aynı çalışmaları yaparsa, kısa zamanda burada 10.000 er toplanabileceği kanaatindeyim.’’502 Raporun ilk kısmında 31. Tümen cephesindeki hareketin seyri ve sonucu ifade edilmiş ve özellikle düşman topçusunun etkisi ile verilen kayıplar üzerinde durulmuştur. Ancak raporun asıl dikkat çeken kısmı ikinci kısımdır. Hafız Hakkı Paşa burada kısa zamanda 10.000 er toplanabileceğini ifade etmiştir ki bu ifade Enver Paşa’nın geri çekilme kararından vazgeçmesinde oldukça etkili olmuştur. Ayrıca Hafız Hakkı Paşa’nın bu miktarda erin toplanabileceğini belirtmesi çevredeki perakende erlerin çokluğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. 501 502 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 167. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 501-502. 174 Öte yandan Hafız Hakkı Paşa komutandaki Sol Cenah Ordusuna dâhil edilen 9. Kolordu’nun artık savaşma kabiliyeti kalmamıştı. 29. Tümen Komutanı Arif Bey’in aktardığına göre kolordunun her bir tümeninin mevdunu 20-30 ere kadar inmişti. 503 Buna rağmen ordu emrinde bu kolordunun bulunduğu hattı koruması emredilmişti. Bu açıkça kolorduyu düşmana yem etmekten başka bir şey değildi. Harp tarihi yazarlarına göre yapılması gereken iş; bu birlikleri daha kuzeyde uygun bir mevkie çekerek perakendeleri toplanmak ve kıtalara çeki düzen vermekten ibaretti.504 Bugün 9. Kolordu Sarıkamış önlerindeki son direnişini gösterdi. Rus saldırıları topçu ve makineli tüfek ateşleri ile geri püskürtüldü ve Sarıkamış derelerinde Ruslara ağır kayıplar verdirildi. 505 Ancak Ruslar akşam saatlerine doğru tekrardan harekete geçtiler ve şiddetli bir şekilde 9. Kolordu birliklerine taarruz etmeye başladılar. Bu taarruz neticesinde çokça kayıp verildi. İhsan Paşa, ordu komutanına verdiği raporda; kolordunun 12 top, 12 makineli tüfek ve 344 erden ibaret kaldığını bildirmişti. Ancak bu mevcuda bugünkü kayıplar dâhil edilmemişti. Bugünkü kayıpların da dâhil edilmesi durumunda 9. Kolordu’nun ne duruma geldiği tahmin edilebilir.506 11. Kolordu cephesinde ise daha önceden ifade edildiği gibi Ruslar geri çekilmeyi durdurmuşlardı. 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa, bugün için birliklere verdiği emirde; bulundukları hatta kalmalarını ve düşman taarruzuna karşı koymalarını istedi. Nitekim bugün Rusların taarruza kalkması üzerine mevziiler birkaç defa el değiştirdi. Her iki taraftan da ağır kayıplar verildi. Sonuç olarak bugün Ruslar 11. Kolordu cephesinde, bu kolordunun Sarıkamış’taki Türk birliklerine yardım etmesine engel olarak amaçlarına ulaşmış bulunuyorlardı.507 Bugün Rus cephesinde ise durum şöyleydi; Yüdeniç’in teklifi doğrultusunda Sarıkamış’a gönderilmek üzere yola çıkarılan takviye birlikler bugün kasabayı vardı. Böylelikle Ruslar, Sarıkamış’ta daha da güçlü bir hale gelmiş bulunuyorlardı.508 Bu haliyle Sarıkamış önlerindeki Türk birliklerine saldıran Ruslar, Türklerin inatla mevzilerini müdafaa etmelerinden dolayı bu mevzileri geçemediler. Öte yandan 11. 503 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 114. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 501. 505 Benazus, Sarıkamış Harekâtı, 283. 506 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 225. 507 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 499. 508 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 93. 504 175 Kolordu cephesindeki Türk birliklerini cephede tutarak buradan Sarıkamış’a yardım gitmesine engel oldular.509 3 Ocak 1915 günü Hafız Hakkı Paşa ilk iş olarak 9. Kolordu birliklerinin bulunduğu bölgeyi ziyaret etti. Kolordu subaylarına, gerilerden yedek kuvvetler ulaşıncaya dek mevzilerinde direnmelerini emretti. Ayrıca bu kolorduya 90 mevcutlu pir piyade bölüğü gönderdi. Bu kuvvetlerin büyük bir kısmı 17. Tümene verildi.510 Hafız Hakkı Paşa buradaki teftişinin ardından Enver Paşa’ya gönderdiği raporda; 9. Kolordu cephesini dolaştığını, kıtaların bulundukları hatlarını savunduklarını, olağanüstü bir durum bulunmadığını, 9. Kolordu piyade er mevcudunun 450 ve 10. Kolordu er mevcudunun ise 1000-1200 civarında olduğunu bildirdi. Perakende erlerin toplanmasıyla 10. Kolordunun mevcudu biraz artmış bulunuyordu.511 Rus taarruzu bugün tüm hızıyla devam etti. Amaçları Divik-Başköy hattını tamamıyla kesmek ve Türk birliklerini kuşatarak imha etmekti. Bunun için General Gobayef Divik’in kuzeyine, plaston taburları da Divik’e taarruz ettiler. I. Kazak Süvari Tümeni ise Türk ordusunun gerisine düşmek amacıyla cephe gerilerinden kuzeye doğru yürümekte idi. Bu tümenin ilk hareketinde doğuya doğru yönelmesi Türk tarafınca bir geri çekilme hareketi olarak algılanmıştı.512 Bu sırada Enver Paşa, karargâhı ile Divik’te bulunuyordu. Hafız Hakkı Paşa da buraya gelmişti. Rus taarruzu çok etkili oluyordu. Bu taarruz sonucunda Sabri Bey Müfrezesi’nin sağ kanattan bozulması üzerine bozgun havası yaşandı ve erler kaçışmaya başladı. Enver Paşa karargâh subaylarını göndererek erleri geri getirmeye çalıştı. Daha sonra düşmanın hareketinin yavaşlamasıyla bozgunun kısmen önüne geçildi. Sabri Bey Müfrezesi takviye alarak yeniden harekete geçti ve düşman taarruzunu durdurmaya çalıştı. Bugünkü çarpışmalar neticesinde Rus taarruzları kısmen durdurulabilmişti.513 Düşmanın yukarıdaki hareketlerinden amacının Türkleri kuşatmak olduğu açıktı. Ancak Hafız Hakkı Paşa böyle düşünmüyordu. O düşmanın hareketlerine bakarak geri çekilmekte olduklarına kanaat getirmişti. 4 Ocak için vermesi gereken ordu emrini de bu kanaati doğrultusunda kaleme aldı: 509 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 502.504. Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 115. İlden, Sarıkamış, 228. 511 ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-20. 512 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 183. 513 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 230. 510 176 ‘’Bugün görülen düşman kollarının harekâtına göre, düşmanın bu gece Kars doğrultusunda çekilmeye başladığı sanılmaktadır. Şimdiye kadar Sarıkamış bölgesinde ateş eden düşman obüsleri bu akşam Divik bölgesinde ateşe başlamışlardır. Bu da geri çekilmenin başladığına işaret eder. Düşman Divik’e topçu ateşi desteğinde taarruz etmek istemişse de geri atılmıştır. Bugün Sarıkamış’ın 5-10 km batısından işitilen top sesleri, düşmanı sıkıştıran 11. Kolordunun ilerlediğini gösteriyor. Başköy’e mühim kuvvetlerimiz gelmiştir. Kolordular bulundukları mevzileri savunacaklar, gece Sarıkamış-Kars yolu doğrultusunda kuvvetli keşif kolları çıkararak düşmana çok şey bıraktırılmaya çalışacaklar. 31. Piyade Tümeni verilebilecek diğer kuvvetlerle Divik’te Başkumandanlık ile birlikte bulunacak. Ben Sarıkamış’ın bir km kuzeyinde mevzideyim. Düşmanın Sarıkamış’ı boşaltması halinde, bana süratle bilgi verilecektir.’’514 Bu zamana kadar ki çarpışmalar Sarıkamış önlerinde cereyan etmişti. Şimdi ise Rusların, Kars’a çekilme yolu üzerindeki Divik’e saldırması Hafız Hakkı Paşa tarafından bir geri çekilme alameti olarak düşünülmüştü. Oysa General Berhman’ın kuvvetlerini doğu ve kuzeydoğu istikametlerine kaydırmasın amacı Sarıkamış önlerindeki Türk kuvvetlerini kuşatma çemberine alarak yok etmekti. Ortada hiçbir sebep yokken ve inisiyatif ellerindeyken Rusların geri çekilmeleri düşünülemezdi. Bu halde Hafız Hakkı Paşa büyük bir yanılgının içine düşmüştü. Hafız Hakkı’nın bir diğer yanılgısı ise Sarıkamış’ın 5-10 km batısından işittiği top seslerinden 11. Kolordunun Sarıkamış’a yaklaştığını düşünmesidir ki belki bu yüzden Sarıkamış’taki Rus birliklerinin geri çekilmeye karar verdiği zannına kapılmış olabilir. İşin aslında ise bugün kendisinden doğru düzgün haber alınamayan 11. Kolordu Hafız Hakkı Paşa’nın düşündüğü hatlarda çok daha gerideydi. Sonuç olarak Hafız Hakkı Paşa’nın bu yanlış algıları, zor durumda olan Türk birliklerinin çekilme harekâtının bir kez daha ertelenmesine neden olmuştur. 514 14. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 316-317. Ayrıca Bkz. ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8- 177 Enver Paşa’nın 11. Kolordu cephesine gitmek üzere harekete geçtiği 4 Ocak 1915 günü Sarıkamış önlerinde en büyük felaket yaşandı. Hafız Hakkı Paşa’nın hâlâ Rusların geri çekilmekte olduğunu zannettiği bir sırada Kars’tan gelen 10. ve 11. Avcı alayları ile takviye edilmiş olan üstün Rus kuvvetleri 9. ve 10. Kolordulara karşı taarruza geçti. Bu esnada 344 er, 12 top ve 12 makineli tüfekten meydana gelen 9. Kolordu Sarıkamış’ın kuzeybatısında bulunuyordu. Kolordu Karargâhı ise general, subay ve er olmak üzere on kişiden ibaretti. 1200 ile 1500 erden fazla olmayan 10. Kolordu ise Sarıkamış’ın tam kuzeyinde, orman kenarında konuşlanmıştı. Bu kolordunun mevzileri aralıklı olarak Divik’e kadar uzanıyordu.515 Düşman taarruzunun ağırlık noktası Divik ve çevresiydi. 10. Kolordu cephesinde düşman Salut köyünü işgal ederek Beyköy üzerinden geri çekilme yolunu kesmiş ve Divik’e yaptığı taarruzu şiddetlendirmişti. Neticede bu bölgede bir avuç kahraman Türk erinin canını hiçe sayarak yaptığı savunma aşılmış ve düşman kuvvetleri ilk olarak Yağbasan’ı ardından da Divik’i ele geçirmişti. 9. Kolordu cephesinde ise düşman taarruzu 17. Tümen grubunu sol kanattan kuşatıcı bir şekilde düzenleniyor ve taarruzun şiddeti her geçen saniye artıyordu. 9. Kolordu son direncini piyade kuvveti yoksunluğundan dolayı topçu ve makineli tüfek ateşiyle yapıyordu. Ancak direnmenin imkânı yoktu. Biran önce geri çekilmek gerekiyordu.516 Buradaki kötü vaziyeti gören ve artık geri çekilmenin bir zaruret haline geldiğini anlayan Hafız Hakkı Paşa kesin kararını vermek üzere saat 14: 00’de 9. Kolordu Karargâhı’na gitti. Burada yaptığı incelemeler sonucunda artık çarpışmalardan bir sonuç alınamayacağına kanaat getirdi. Niyeti 10. Kolordu’yu Çermik üzerine çekmek ve 9. Kolordu’yu da arkasından yürütmekti.517 Hafız Hakkı Paşa, Sarıkamış önlerinde tüm umutların tükendiği ve büyük bir felaketle karşı karşıya kalındığı bu anda 9. Kolordu subaylarına dönerek Fransızca, şereften başka her şey bitti anlamına gelen ‘’tout est perdu sauf l’koneur’’ sözünü söyledi. Gerçekten her şey bitmişti. 9. Kolordu son neferine kadar tükenmiş, 10. Kolordu ise yok olmanın eşiğine gelmişti. Ancak Türk Ordusu’nun şerefine halel getirecek hiçbir hadise yaşanmamıştı. 515 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 511. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 185. 517 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 120. 516 178 Hafız Hakkı Paşa burada 9. Kolordu grubuna verdiği emirde özetle şöyle diyordu; ‘’ Artık her şey bitmiştir. Kalanı kurtarmak lazımdır. Dün akşam keşfettirildiğine göre, ormanın içinden Çermikköy’e giden dar bir yol vardır. 10. Kolordu bu akşam bu yoldan kuzeye çekilecektir. 9. Kolordu’da bu akşam bu yoldan çekilmeli.’’518 Hafız Hakkı Paşa tam emrini bitirdiği esnada ileride telaşlı ve gürültülü bir hareket görüldü. Birkaç er ellerindeki hayvanları acele acele çekmeye çalışıyordu. Bu hareketi panik olarak algılayan Hafız Hakkı Paşa, 10. Kolordudan gelen 40-50 mevcutlu bir ihtiyat bölüğünü bu erlerin üzerine göndermeye çalışmışsa da panik havasında geri çekilmelerine mani olamamıştır.519 Aslında üç beş erin paniğe kapılmasının doğurabileceği kötü bir sonuç söz konusu değildi. Nitekim 9. Kolordunun elinde panikten etkilenebilecek kadar fazla kuvvet bulunmuyordu. Paniğin önlenmeye çalışıldığı bu sırada çok daha kötü bir olay yaşandı. 17. Tümenin solundaki boşluktan ve 29. Tümen cephesinden dalan Rus birlikleri kolordu karargâhını şiddetli ateş altına almaya başladılar.520 Karargâh paniğe kapıldı. Bu kurşun yağmuru altında kaçıp kurtulmanın imkânı yoktu. Bütün kolordunun ve karargâh subaylarının esir düşmesi an meselesiydi. Nitekim sonunda öyle de oldu. Bu esnada burada bulunan 9. Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Bey, bütün kolordu karargâhının esir edildiği, ancak Hafız Hakkı Paşa’nın büyük bir cesaret örneği göstererek kurtulmayı başardığı bu olayı şöyle anlatmaktadır: ‘’Fazla konuşmaya imkân kalmadı. Bir Rus avcı hattı 17. Tümen ile 10. Kolordu arasındaki açıklıktan ortaya çıktı ve bizi şiddetli ateş altına aldı. Hafız Hakkı Paşa atına atladığı gibi kurşun yağmuru altında 10. Kolordu’ya doğru çekip gitti. Acele ile kırbacını İhsan Paşa’ya yadigâr bıraktı. Ben Hâlâ Hafız Hakkı Paşa’nın bu kurşun yağmurundan nasıl kurtulduğuna şaşarım. Biz ilk patırtıyı geçirmek için 28. Tümen grubu tarafına çekilmek niyetindeydik. Oradan gelen bir süvari düşmanın şimdi 28. Tümen’i tümüyle tutsak aldığını söyledi. Demek iş işten geçmişti. Geri çekilmeye karar verdikleri günde bu ani felaket bize yıldırım gibi etki etti. Acele ile cebimizdeki evrakı ateşe attık. Kolordu karargâh bayrağını kırarak bezini yaktık. Ve üstümüze Rusça – davranmayın, teslim olun-hitaplarıyla elde tabanca, çevresinde süngülü Ruslarla gelen 518 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 512. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 177. 520 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 512. 519 179 bir düşman subayına teslim olduk. Herif bizi ileri karakol postası sanmış. Tümümüzü subay elbisesiyle görünce ve hele bir kolordu karargâhı komuta kurulu olduğumuzu anlayınca mal bulmuş mağribi gibi sevindi. Bir türlü inandıramıyorduk. Çünkü bizde öyle bir komuta kurulu kılık ve kıyafeti kalmamıştı. Tam on bir günden beri şu orman içinde kar üstünde, fırtına ve tipi altında yaşamaktaydık.’’521 Büyük bir cesaret örneği göstererek düşman ateşinden ve esir edilmekten kutulan Hafız Hakkı Paşa, 4 Ocak akşamı Sarıkamış’ın 2 km kuzeyinden 31. Tümene aşağıdaki geri çekilme emrini verdi: ‘’Kolordu, ordunun diğer kısımlarıyla birleşmek üzere çermik üzerine aşağıdaki şekilde yürüyecektir, 30. Tümen ve Hilmi Bey Müfrezesi toplu olarak Tümen Komutanı Şemsi Bey komutası altında bulunacaktır. Tevfik Bey Tümeni (31. Tümen Komutanı Yarbay Tevfik), bütün kuvvetleriyle saat 21: 00’de mevziinden hareket ederek Çatak Deresi boyunca Süvari Teğmeni Nihat’ın gösterdiği yoldan Çermik üzerine yürüyecektir. Bu hareketi örtmek için toplar mevziden çekilmezden evvel birer ikişer mermi atacaklardır. Taburlar, bölükler, topçular, mekkâreler, son derece toplu bulunacak, gereksiz yere teçhizat ve top bırakan komutanlar tart ve idam olunacaktır. Çatak Deresi’ni, Divik doğrultusuna karşı örtmek için Yüzbaşı Nuri komutasında bırakılan tabur, 31. Tümen kıtalarının sonu alındıktan sonra, 31. Tümen komutanının emriyle kol nihayetine katılacaktır. Ben 30. Tümen’le beraber bulunacağım. Sahra topları için Çatak Deresi’ne inecek bir yol aranacak ve dereye inmeye gayret edilecektir. Şayet mümkün olmazsa toplar tahrip edilerek taşınabilen kısımları götürülecektir.’’ Hafız Hakkı Paşa daha sonra verdiği geri çekilme emrinde aynı gece şu değişikliği yaptı: 521 İlden, Sarıkamış, 231. Arif Baytın, 9. Kolordu’dan esir düşenlerin toplamının 106 subay ve 80 erden ibaret olduğunu söylemektedir. Kolordu Komutanı İhsan Paşa’nın esaretten dönüşünde yapılan soruşturmasında olaylar ve esir düşen subaylar ile erler hakkında verdiği bilgiler, Şerif Bey’in hatıralarını ve Arif Baytın’ın verdiği rakamı doğrulamaktadır. (Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 121. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 513). 180 ‘’Askeri daha iyice toplamak için 30. Tümenin ve Hilmi Bey Müfrezesi’nin hareketi geciktirilmiştir. Yürüyüşe saat 21: 00’de başlanacaktır. 31. Tümen de piyade ve dağ topçusu taburlarının hareketini geciktirecek, erleri iyice toplayacak ve harekete 22: 30’da başlayacaktır. Allah’ın yardımıyla sahra toplarının selamete eriştirilmesi için Çatak Deresi’ne kadar Divik’e inen araba yolunu gerekirse piyade ile açınız. 31. Sahra Topçu Tabur Komutanı Binbaşı Fikri’ye bir piyade taburu veriniz. Toplar bir kere dereye inerse sola dönerek yukarıya pek ala gelebilir. Ben orada Süvari Teğmeni Nihat’ın bildiği Çatak komunda topları bekleyeceğim ve ondan yukarı da yol bulacağım. Geceleyin hepinizden sessizlik, irade ve büyük fedakârlık isterim.’’522 Sol Cenah Ordusunun geri çekilme harekâtı çok düzenli bir şekilde yapıldı. Ancak yollar elverişsiz olduğu için Hafız Hakkı Paşa’nın çok önem verdiği sahra topları bir türlü Çatak Deresi’ne indirilemedi. Bunun üzerine emirde de ifade edildiği gibi taşınabilir parçaları sökülmek suretiyle, geri kalan kısımları tahrip edilerek dereye atıldı. Böylelikle ağırlıklardan kurtulan birlikler başarıyla Çermik’e çekildiler.523 Bu arada Stanke Bey Müfrezesi, Tiflis’ten yetişen Sibirya Kazak Tugayı’nın kuzeybatıdan yaptığı süvari hücumu neticesinde geri çekilerek bin bir güçlükle ele geçirdiği Ardahan’ı düşmana teslim etmek zorunda kaldı. Ardanuç’a çekilen Müfreze 1200 tüfek, 2 top ve 2 makineli tüfek kuvvetindeydi.524 32. Tümen ise bir taburunu emniyet için Bardız’da bırakarak düşmanla çarpışa çarpışa Yeniköy istikametine ilerledi.525 Bugün 11. Kolordu cephesine gitmek üzere harekete geçen Enver Paşa ilk önce Bardız’a ardından da akşamüzerine doğru Norşin’e vardı. Buradan 11. Kolorduya verdiği emirde; 32. Tümenin taarruza başladığını ve Sarıkamış’taki düşmanın da Kars istikametine çekildiğini bildirerek bu kolordunun biran önce hareket etmesini istedi. Enver Paşa’nın Sarıkamış önlerinde yaşanan gelişmelerden haberi yoktu. Hâlâ düşmanın geri çekildiğini zannediyordu. Oysa aynı saatlerde 9. Kolordu bütün mevcuduyla düşmana esir olmuş, 10. Kolordu ise şiddetli düşman taarruzu altında geri 522 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 513-514. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 324. 524 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 97. 525 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 186. 523 181 çekilme hazırlıklarına başlamıştı.526 Buna karşılık 11. Kolordu cephesinde sükûnet hâlâ devam ediyordu. Kolordu Komutanı bugün için birliklere verdiği emirde; tümenlerin Kötek-Altınbulak-Mecingert hattında müdafaada kalmalarını istedi. Balcı, 11. Kolordunun birkaç günden beri bulunduğu hatta kalmayıp 10 km ilerlemesi halinde Sarıkamış’a ciddi bir etki yapabileceğini, hiç olmazsa 9. Kolordu’nun esir edilmesini engelleyebileceğini söylemektedir.527 Bugün Rus kuvvetlerinin elde ettiği başarı büyük bir sevinçle kutlandı. Sarıkamış Grubu Komutanı General Berhman, Başkomutan’a gönderdiği 4 Ocak tarihli ve 1052 sayılı mesajında bugün elde edilen başarıyı bildirdi. Messajda; 9. ve 10. Kolorduların kesin olarak bozguna uğratıldığı, 9. Kolordu nun kolordu, tümen ve kurmay subayları dâhil olmak üzere tamamen esir edildiği ve 10. Kolordunun ise çekilmekte olduğu ifade edildi.528 Rusların amacı III. Ordu’yu tamamen yok etmekti. Bu amaçla 5 Ocak günü için verilen emirde General Penjevalski ve General Baratof’un süvari birlikleri ile Çermik’e doğru çekilen 10. Kolordu’nun takip edilmesi kararlaştırıldı.529 Çatak-Kesmesor üzerinden 11. Kolorduya gitme niyetinde olan Enver Paşa, 5 Ocak’ta Hafız Hakkı Paşa’ya gönderdiği emirde; Sol Cenah Ordusu’nun bulunduğu mevzileri müdafaa etmesini istedi. Ayrıca Divik-Çermik-Bardız yolunun açık olduğunu bildirdi. Böylelikle geri çekilme durumunda bu yolun kullanılabileceğini ima ediyordu.530 Rapordan anlaşıldığı üzere Enver Paşa’nın Sol Cenah Ordusu’nun uğradığı felaketten haberi yoktu. Ordunun bulunduğu mevziiyi savunmasından bahsediyordu. Çermik’te bu raporu alan Hafız Hakkı Paşa, Hedik’te bulunan Enver Paşa’ya bir rapor yazarak felaketi haber verdi. Hafız Hakkı Paşa bu raporda; iki cenahı bulunan Sol Cenah Ordusunun ne sebat edecek hali ne de ricat edecek yolu bulunmadığından 4/5 Ocak gecesi Çermik istikametinde orduyu kurtarmaya karar verdiğini söylüyordu.531 526 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 185. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 234. 528 Nikolsky, Sarıkamış Harekâtı, 57-58. 529 Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 140. 530 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 516. 531 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 187. 527 182 Sol Cenah Ordusunun takibi için görevlendirilen General Perjavalski ve General Baratof’un süvari birlikleri bugün akşama kadar Türk birliklerini takip ettiler. Ancak bu birliklerle sıcak temas sağlayamadılar.532 11. Kolordu bugün Kötek-Altınbulak-Ağviran hattında, kolordu karargâhı ise Hedik’te bulunuyordu. Kolordu cephesinde kısmen sessizlik hâkimdi. Enver Paşa’nın Zivin’de 33. Tümen Karargâhında bulunduğu esnada 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa’dan bir rapor geldi. Kolordunun 21 Aralık’tan bugüne kadar yaptığı faaliyetleri anlatan bu raporda; kolordu cephesinde durumun sakin olduğunu, ancak mevcudun bir tümen teşkil edemeyecek kadar az olduğunu bildiriliyordu. Enver Paşa gerek Sol Cenah Ordusunun gerekse 11. Kolordunun içine düştüğü vaziyetten artık III. Ordunun savaşma gücünün kalmadığına kanaat getirdi ve cepheyi takviye etmek amacıyla İstanbul’a bir telgraf göndererek 1. Orduya bağlı 5. Kolordunun mümkünse derhal trenle Ulukışla’ya, oradan da Kayseri-Sivas üzerinden Erzurum’a gönderilmesini istedi. 533 Ancak Enver Paşa’nın bahsettiği yoldan bu kuvvetin Erzurum’a gelmesi bir aylık zaman gerektirirdi ve artık taarruz hareketi için kullanılması imkânsızdı. Enver Paşa’nın bu hususu dikkate aldığı düşünülürse, bu takviyeyi istemesindeki amacının taarruza geçen düşmana karşı Erzurum Kalesi’ni savunmak olduğu söylenebilir. 6 Ocak’ta Hedik’te bulunan Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın 5 Ocak’ta gönderdiği raporu aldı ve felaketten haberdar oldu. Bu haberden sonra Hafız Hakkı Paşa’ya gönderdiği emirde; 11. Kolordunun bulunduğu mevzide kalacağını, Sol Cenah Ordusunun kıtalarının Norşin’de toplanmasını ve Bardız’ı işgal etmelerini istedi. Ayrıca 32. Tümen’in de tekrardan Hafız Hakkı Paşa’nın emrine verildiğini bildirdi.534 Hafız Hakkı Paşa, henüz bu emir kendisine ulaşmadan harekete geçmişti. İlk olarak düşmanın hareketini anlamak için Bardız-Norşin-Yeniköy istikametine 30. Kolordudan 10 atlı ile Yüzbaşı Hamit Bey’i, 31. Tümen’den de 10 atlı ile İbrahim Efendi’yi gönderdi. Kolordunun bu akşamki mevcudu 2500 tüfek ile 16 toptan ibaretti. Ayrıca 32. Tümenin de 1000-1200 mevcudu bulunuyordu.535 Bu şekilde hazırlıklarını tamamlayan Sol Cenah Ordusu Bardız’a girerek akşama kadar burada teşkilatını tamamladı. Bu arada Kosor Müfrezesi Komutanı Yarbay Vasıf Bey, Hafız Hakkı’ya rapor göndererek 532 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 518. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 516-518. 534 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 331. 535 Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 182. 533 183 Kosor’da bulunan sahra bataryalarının Oltu’ya iade edildikten sonra 2000 kişilik kuvvetle 8 Ocak’ta Bardız’a geleceğini bildirdi.536 6 Ocak günü Ruslar esaslı bir takip hareketi yapamadılar. Süvari ve piyade birliklerinden bir araya gelen bir müfreze ancak Çermik’e kadar ilerleyebildi.537 11. Kolordu cephesinde de sükûnet devam ediyordu. Bugün sadece Mecingert yolu civarında bulunan Rus birlikleri püskürtüldü. 7 Ocak günü için kolordunun bulunduğu mevzileri koruması emredildi.538 7 Ocak günü bütün cephelerde sessizlik hâkimdi. Dün verilen emir gereğince mevziler savunuluyordu. 10. Kolordu Bardız’dan 6/7 Ocak gecesi gönderdiği raporda iki piyade taburu, iki süvari bölüğü ve bir batarya kuvvetinde olan düşmanın Başköy üzerinden Çermik’in batısına kadar ilerlediğini ifade etmişti. 10. Kolordu ise Bardız’da toplanmış buranın yüksek sırtlarını işgal etmişti. Raporda kolordunun mevcudunun 2500 tüfekten ibaret kaldığı buna karşılık enkaz haline dönen 9. Kolordudan ise 100 erin toplanabildiği belirtilmişti.539 Artık cephede kalmasına hiçbir neden kalmayan Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa ilk defa İstanbul’a dönmek niyetinde olduğunu ifade etti.540 Bu nedenle Hafız Hakkı Paşa’ya, kolordusunun komutasını yetenekli bir subaya bırakarak, Hedik’e gelmesini emretti. Amacı III. Ordunun komutasını ona devretmekti. Bu hususu İstanbul’a çektiği telgrafta da dile getirdi. Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına atanacağını bildiren ve ayrıca Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekâtı’nın sonucunu ne şekilde değerlendirdiğini anlamak bakımından önemli olan bu telgraf şöyledir: ‘’Ruslara karşı başlamış olan harekât, Rus Ordusu’nun kesin surette yenilgisiyle sonuçlanmadıysa da düşmanın sınır dışına çıkarılmasına ve düşman arazisinin bir kısmını ele geçirmeye ve düşman ordularının iyiden iyiye sarsılmasına imkân verdi. 15 gün devam eden taarruz muharebeleri sonucunda, yorulmuş olan orduyu dinlendirmek ve hem de ileri harekât için hazırlanmakla uğraşılacaktır. 536 Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 240. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 188. 538 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 520-521. 539 ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-25. 540 Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 188. 537 184 Ben de ordunun komutasını Hafız Hakkı Paşa’ya bırakarak İstanbul’a hareket ediyorum. Bununla beraber bu bilgilerin ve hareketimin gizli tutulmasını istirham ederim.’’541 Rapordan anlaşılacağı üzere Enver Paşa, Ruslar karşısında kesin yenilgiyi kabul etmemekte ve Sarıkamış önlerinde adeta eriyip yok olan Türk ordusunu durumunu ‘’yorulmuş’’ şeklinde iyimser bir ifadeyle ortaya koymaktadır. Yine Enver Paşa, Rus ordusunun iyiden iyiye sarsıldığını ifade etmektedir ki bu durum Türk ve Rus harp tarihi yazarları tarafından doğrulanmaktadır. Enver Paşa aynı gün III. Ordunun toparlanması ve bugüne kadar yaşanan haberleşme eksikliğinin giderilmesi için ciddi önlemler almıştır. Erzurum Müstahkem Mevzi Komutanlığına verdiği bir emirde; Höyükler mevziinin tahkimatına devam edilmesini istemiştir. Ayrıca Narman ve Oltu bölgesindeki kaçak erlerin toplatılması için gerekli tedbirlerin alınmasını emretmiştir. Menzil Müfettişliğine verilen emirde ise Erzincan’da bulunan iki telsiz cihazından birinin Oltu’ya diğerinin ise Ordu Karargâhına gönderilmesini istedi.542 Böylelikle III. Orduda Enver Paşa devri bitiyor Hafız Hakkı Paşa devri başlıyordu. Sarıkamış Harekâtı’nın sona erdiği ve ordunun artık kademeli bir şekilde geri çekilerek savunmaya geçtiği bu yeni dönemde, Hafız Hakkı’nın ana faaliyeti, orduyu yeniden toparlamak ve bir takım sağlık tedbirlerinin alınmasına yönelik olacaktır. III. Ordunun Sarıkamış’ta verdiği toplam zayiatla ilgili birçok görüş mevcuttur. Ancak bu görüşler çoğu zaman birbirini tutmamaktadır. Gerek coğrafi etkenler, gerekse firari olayları, belge imhası ve Sarıkamış Harekâtı’nın hemen sonrasında uygulanan basın sansüründen dolayı toplam zayiatla ilgili kesin bir yargıya ulaşmak oldukça güçtür. Yukarıda bahsedilen görüşleri ilgili eserlerde bulmak mümkündür. Burada ise Hafız Hakkı Paşa’nın bu konuyla ilgili görüşleri aktarılacaktır. Hafız Hakkı Paşa 22 Ocak 1915’te Enver Paşa’ya gönderdiği cevabi bir telgrafta; harekâtın başladığı 22 Aralık tarihinden bugüne kadar savaş meydanında ölenler hariç olmak üzere sağlık tedbirlerinin yetersizliğinden dolayı 15.000 şehit verildiğini ve bir o kadar da yaralının bulunduğunu ifade etmektedir. Aynı telgrafın sonunda ise bu kez harekâttan bugüne meydan muharebeleri de dâhil olmak üzere toplamda 30.000 şehit verildiği kaydedilmektedir. Bu bilgilerden hareketle, Hafız Hakkı Paşa’ya göre sadece savaş 541 542 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 522-523. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 333-334. 185 meydanında şehit olanların sayısı 15.000 kadardır. Bunların ne kadarının çatışma esnasında, ne kadarının ise donarak şehit olduğu ifade edilmemiştir. Yine Ruslara verilen esirlerin sayısından da bahsedilmemektedir. Sonuç olarak yaralılar da dâhil olmak üzere 45.000’lik bir zayiattan bahsedilmektedir ki Sarıkamış Harekâtı sonrasında III. Ordunun toplamda 10.000 ile 12.000 arasında mevcudunun kaldığı hesaba katılırsa Hafız Hakkı Paşa’nın verdiği bu sayıyı biraz iyimser olarak kabul etmek gerekir.543 3.7. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN III. ORDU KOMUTANLIĞI’NA TAYİNİ Enver Paşa 7 Ocak 1914’te Hafız Hakkı Paşa’yı Hedik’e çağırmıştı. Amacı III. Ordunun idaresini ona devrederek İstanbul’a dönmek ve bu arada yapılacak işlerle ilgili fikir alış verişinde bulunmaktı. Ancak Hafız Hakkı Paşa bilinmeyen sebeplerden bu çağrıya cevap vermedi. Bunun üzerine Enver Paşa, 8 Ocak 1914’te Hafız Hakkı Paşa’ya şu emri göndererek III. Ordu Komutanlığına tayin edildiğini bildirdi: ‘’Sol Kanat ve 10. Kolordu Kumandanı Hafız Hakkı Paşa’ya; III. Ordu Kumandanlığına atandınız. 11. Kolordu, durumu hakkında size yazdı. Ben yarın İstanbul’a hareket ediyorum. 10. Kolordu Kumandanlığına Süvari Tümen Kumandanı Yusuf İzzet atandı. Buna göre ne düşünüyorsanız hemen bildiriniz. İstanbul’dan İran’a gitmek üzere yola çıkan dokuz tabur ve iki dağ bataryalı bir tümenin Bitlis’e doğru hareket ederek III. Ordu emrine girmesini emrettim. Bundan başka İstanbul’da V. Kolordu, Ulukışla yoluyla Sivas üzerinden Erzurum’a hareket emri aldı. 11. Kolordu Erzurum’dan şimdiye kadar 5.000 ikmal eri aldı. Genel kuvvet 10.000 tüfektir. Beni görmek ister misiniz? Yoksa gideyim mi?’’544 Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına tayin edilmesiyle Kafkas Cephesi’nde yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemde Hafız Hakkı Paşa’nın ana mesaisi; birlikleri zayiata uğratmadan geri çekmek ve çevreden ve İstanbul’dan takviye kuvvetler alarak orduyu yeniden teşkilatlandırmak yönünde olmuştur. Ayrıca yaralı ve muhacirlerin sorunlarıyla da yakından ilgilenmiş ve hastanelerdeki fiziki şartların 543 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 108-111. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 336. Ayrıca Bkz. BOA. 28 Kanun-ı Evvel 1330. Dosya No: 4331 Gömlek No: 324795 Fon Kodu: BEO. 544 186 iyileştirilmesi için yoğun çaba sarf etmiştir. Sarıkamış Felaketi’nin tüm olumsuz etkilerine rağmen Hafız Hakkı Paşa’nın umut, azim ve cesaretinin kırılmadığı ve bu yeni dönemde dahi hâlâ Kafkasya’yı istila düşüncesinde olduğu görülmektedir. Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına tayin edildiğini bildiren Enver Paşa, Bronsart ve maiyeti ile birlikte 9 Ocak 1915 günü saat 07: 00’de İstanbul’a gitmek üzere Hedik’ten yola çıktı. Enver Paşa’nın görüşme talebine cevap vermeyen Hafız Hakkı Paşa ise aynı günün akşamı Hedik’e gelerek ordunun komutasını üzerine aldı.545 Hafız Hakkı Paşa Hedik’e vardığı gece Köprüköy’de bulunan Enver Paşa’ya şu raporu gönderdi: ‘’Ben bugün Hedik’e geldim. Kumandayı sorumluluğuma aldım cephede Rus taarruzları üzerine kısmı bir değişiklik olmuştur. Ordu Komutanı olarak ilk isteklerim; 1) Stanke Bey Müfrezesi’nin Ardahan’da kalabilmesi askeri ve siyasi açıdan pek önemli olduğundan orada kalmasını emrini verdim. Hızlıca İstanbul’dan deniz yoluyla gönderilecek bir alayla takviye edilirse ihtimal başarı artar. 2) Kafkasya’nın istilası yolunda atılacak adımları tam atmak için genel durum uygun olursa V. Kolordu ile beraber bir kolordunun daha gönderilmesi gereklidir. 3) Ordu Kumandanlığının gücünü arttırmak için terfiler hemen yapılmalı, Ordu Kumandanlığına 15 bin kuruş para, bir miktar değerli subay gönderilmeli.’’546 Bu raporda en dikkat çekici nokta, Hafız Hakkı Paşa’nın hâlâ Kafkasya’yı istila fikrinde olmasıdır. Bu amaca ulaşmak için V. Kolordunun yanında bir kolordunun daha III. Orduya gönderilmesini istemektedir. Ancak bu iki kolordunun da bölgeye gelmesi mümkün olmamıştır. Hafız Hakkı ile Enver Paşaların arasında yazışmaların yapıldığı bu sıralarda ordu cephesinde çatışmalar devam ediyordu. Üstün Rus kuvvetleri karşısında III. Ordu adım adım geri çekiliyor, bin bir güçlükle elde edilen mevziler düşmana terk ediliyordu. Enver Paşa her ne pahasına olursa olsun ele geçirilen mevzilerin savunulması istiyor ve mevzilerin çatışmadan düşmana terk edilmesine şiddetle karşı çıkıyordu. 10. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Bey’in 9 Ocak’ta III. Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa’ya 545 546 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 542. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 339. 187 gönderdiği rapor vaziyeti bütün gerçekçiliği ile ortaya koyuyordu. Bu raporda düşman kuvvetlerinin Tuzla’ya kadar ilerlediği ancak burada Tuzla Müfrezesi tarafından geri püskürtüldüğü bildiriliyordu. Tuzla, Hafız Hakkı’nın harekâtın ikinci gününde işgal ettiği Oltu’ya oldukça yakın bir yerdi.547 10 Ocak’ta Ruslar, Bardız’daki 10. Kolordu öncülerine saldırarak Bardız’ı aldılar. 2. Süvari Tümeninin Maksutçuk-İslamsor hattının doğusunda yaptığı saldırı ise Rusların takviye kuvvetlerle yaptığı karşı taarruz neticesinde püskürtüldü ve tümen belirtilen hattan geri çekildi.548 Hafız Hakkı Paşa 10 Ocak için 10. Kolorduya verdiği emirde; bu kolordu karşısındaki Rus birliklerinin zayıf olduğunu ifade ederek Bardız ve Oltu bölgeleriyle, Oltu’nun kuzey ve doğusundaki geçitleri korumalarını ve Stanke Bey Müfrezesi ile de irtibata geçilmesini istedi. Bu sıralarda Stanke Bey Müfrezesi Ardahan’ı boşaltmış ve Ardanuç’a doğru çekilmekteydi. İrtibat eksikliğinden dolayı Hafız Hakkı Paşa hâlâ bu müfrezenin Ardahan’ı elinde tuttuğunu zannediyordu. Ancak daha sonradan vaziyeti öğrendi. Hafız Hakkı Paşa aynı emirde; depo taburlarının Erzurum’a gönderilmesini istedi.549 11. Kolorduya verdiği emirde ise bu kolordu mevzilerinin müdafaa için uygun olmadığını ifade ederek daha geride bir mevziinin seçilmesini, şimdiki mevzide ise ileri karakol birlikleri bırakılmasını emretti.550 Öte yandan Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa ile irtibat kurmaya devam ediyordu. 9/10 Ocak gecesi gönderdiği raporuna cevap alamayan Hafız Hakkı Paşa, Erzurum’dan İstanbul’a gitmekte olan Enver Paşa’ya 11 Ocak günü yeni bir rapor gönderdi. Hafız Hakkı Paşa bu raporunda; cephedeki durumdan bahsederek, düşmanla vuruşmaların devam ettiğini, ancak parlak neticeler alınamadığı için 32. Tümen’in Çatak bölgesine çekildiğini, 11. Kolordunun parça parça ezildiğinden dolayı daha elverişli bir bölgede mevzi aldığını, Tuzla civarındaki müfrezenin Oltu’ya ve Satnke Bey Müfrezesi’nin ise üstün Rus kuvvetleri karşısında tutunamayarak Şavşat’tan Ardanuç’a ve Artvin’e geri çekildiklerini bildirdi. Raporun devamında önceki isteklerini yineleyen Hafız Hakkı Paşa ayrıca orduya faydadan çok zararının dokunduğunu iddia ettiği Ordu Kurmay 547 ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-31. Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 101. 549 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 543. 550 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 303. 548 188 Başkanı Felix Guse’nin görevden alınarak yerine Vasıf Bey’in atanmasını istedi. Ancak bu rapora da Enver Paşa’dan herhangi bir cevap gelmedi.551 11 Ocak günü raporda da belirtildiği üzere kısmi geri çekilme devam etti. Stanke Bey Müfrezesi, yoğun Rus taarruzuna maruz kaldı. Ordu komutanına gönderilen raporda müfrezenin toplam kuvvetinin 1200 erle, iki dağ topu ve makineli tüfekten ibaret olduğunu bildirildi. Müfreze, Ardanuç ve Artvin ‘e geri çekilmeye devam ediyordu. Ruslar, Batum bölgesinde bulunan Rıza Bey Müfrezesi’ne de baskılarını arttırmışlardı. Bu baskı sonucunda Türk erlerinin çoğu dağıldığından, mevziler korunamayacak durumu geldi. Buradaki durumdan etkilenen Trabzon Valisi Cemal Bey, 12 Ocak’ta Başkumandanlık Vekâletine bir telgraf göndererek, bölgeye bir alayın gönderilmesini ve müfrezenin donanma ile desteklenmesini teklif etti.552 Bu arada Hafız Hakkı Paşa’nın Ordu Kurmay Başkanlığına getirilmesini istediği Yarbay Vasıf Bey’in komutasındaki birlikler ise Tuzla’da düşmana mağlup olarak Oltu’ya çekilmek mecburiyetinde kaldılar.553 12 Ocak günü Başkumandanlık Vekâletine III. Ordunun durumunu ayrıntılı bir raporla bildiren Hafız Hakkı Paşa, aynı gün ayrıca orduya verdiği emirde; Rusların sınır hattında ve Aras’tan Bardız’a kadar olan bölgede bulunduklarını bildirerek, ordunun bulunduğu mevzilerde kalarak düşmana direnmesini, 2. Süvari Tümeninin 11. Kolordunun sağ cenahını temin etmesini, 11. Kolordunun önceden verilen emir gereğince hareket etmesini ve 10. Kolordu’nun ise Oltu ve Narman güneyindeki geçitlerle Kaleboğazı’nı elinde bulundurmasını istedi. Abdülkadir Bey Müfrezesi’ne verilen emirde ise bu müfrezenin III. Ordu sağ cenahına gelmesi ve Eleşkirt Ovası’yla Kılınç Gediği’nde yalnız III. İhtiyat Tümeni ile sınır taburlarının kalmasını emretti..554 13 Ocak günü Aşkale’de bulunan Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’ya bir telgraf göndererek III. Ordu’ya gönderilmesine karar verilen Halil Bey Tümeni (5. Kuvve-i Seferiyye) nin 7 Ocak günü Urfa’dan yola çıktığını ve Bekir Sami Bey komutasında Diyarbakır’a yaklaşmış olduğunu bildirdi. Tümen Komutanı Halil Bey, Enver Paşa tarafından Ulukışla’da görüşmeye çağırıldığından dolayı tümene Bekir Sami Bey komuta ediyordu. Öte yandan ordu cephesinde bugün, Ruslar üstün kuvvetlerle 10. 551 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 340-341. Genelkurmay…, 32üncü Ordu Harekâtı, I, 547-548. 553 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 102. 554 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 304-305. 552 189 Kolorduya taarruz ettiler. Kolordu yaptığı tüm savunmaya rağmen geri çekilmek zorunda kaldı. 11. Kolordu cephesinde ise çarpışmalar boğuşma halini aldı.555 Hafız Hakkı Paşa 14 Ocak için orduya verdiği emirde; 2. Süvari Tümeninin 11. Kolordu’ya bağlandığını, 11. Kolordunun mevziini müdafaa etmesini, bunun mümkün olmaması halinde Zivin Deresi’nin sağ sahiline çekilerek burayı muhafaza etmesini ve Oltu ile Narman bölgelerinin düşmana karşı savunulmasını istedi. Aynı emirde 11. Kolordunun toplam mevcudunun 2840 kişiden ibaret kaldığı bildirildi.556 Bugünkü çarpışmalarda 11. Kolordu yukarıdaki mevziini müdafaa edemedi. Yoğun düşman baskısı sonucunda Hafız Hakkı Paşa’nın öngördüğü şekilde Zivin Deresi’nin batı sahiline çekildi. Fethi Bey ise ani bir baskın yaparak Ruslarda 5 top aldı. Ancak askerler dağıldığı için geri çekilmek zorunda kaldı. Oltu Ruslar tarafından işgal edildi. Bunun üzerine 10. Kolordu Yeniköy-Kaleboğazı hattını savunmak üzere geri çekilmeye başladı.557 Bugün ayrıca Hafız Hakkı Paşa, karargâhını Hedik’ten Zanzak’a nakletti.558 Cephedeki genel durum kritikti. Ruslar Yeniköy Boğazı’nı sıkıştırmışlar ve 32. Tümen’i zor durumda bırakmışlardı. Ayrıca Rusların Narman-Ekrek-Yeniköy doğrultularında ilerlemeye başlamaları halinde III. Ordunun gerisinin tehlikeye düşme ihtimali söz konusu idi. Ayrıca acilen cepheye kuvvet nakli gerekiyordu. Bu şartlar altında ordunun selameti için genel bir geri çekilmeyi uygun gören Hafız Hakkı Paşa, bu düşüncesini Erzincan’da bulunan Enver Paşa’ya 14/15 Ocak 1915 gecesi çektiği şu telgraf ile bildirdi: ‘’11. Kolordu cephesinde altı günden beri kanlı vuruşmalar devam ediyor. Bazı günler kayıplar 1000 eri geçiyor ve tüfek mevcudu 2000’e inen bu kolordu gece HedikZivin hattının batısına çekiliyor. Bugünlerde yine subay zayiatı pek fazladır. Evvelki gün 53. Alay ve 98. Alay’dan ancak altı subay sağ kaldı. Geri kalan subayların tümü yaralandı veya şehit oldu.18. Tümen Kurmay Başkanı şehit, 33. Tümen Kurmay Başkanı yaralandı. 555 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 548. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 305-306. 557 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 102-103. 558 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 306. 556 190 Oltu dün düştü. Fethi Bey Müfrezesi düşmana verdiği bir baskında beş top zapt ettikten sonra ne yazık ki askeri kalmadı. Bu müfreze ile 10. Kolordu Yeniköy Boğazı ile Kaleboğazı-Narman bölgesinin savunmasına gönderildi. Bu vaziyette ordunun toplam mevcudu 4.000 tüfek. Elde kalan son çekirdeği mahvederek Anadolu’yu büsbütün boş bırakmaktansa ordunun evvela Köprüköy hattına ve bu hattında pek geniş olması sebebiyle Ruslar takip ederlerse Erzurum’a çekilmesini uygun görüyorum. Durumun düzeltilmesi, hatta Erzurum’da tutunabilmek taze kuvvetin gelmesine bağlıdır. Taze kuvvetten maksat da yazdığım gibi hızlıca Trabzon’a çıkarılacak piyade tümeninden ibarettir. Erzurum’da işitilecek top sesleri asker için yeterlidir. Bu tümenin topçusu İstanbul’da başka amaçlar için kullanılabilir. Ordu karargâhı Zanzak’tadır.’’559 Hafız Hakkı Paşa bu raporunda, Enver Paşa’dan özetle, orduyu önce Köprüköy ardından da gerek görülürse Erzurum’a çekmesine müsaade istiyordu. Artık taarruzlara dayanmak söz konusu değildi. Elde kalan 4.000 mevcutlu kuvvetle geri çekilmek bir zaruret haline gelmişti. Ancak bu da bin bir güçlükle elde edilen toprakları tekrardan düşmana teslim etmek anlamına geliyordu. Bu yüzden Hafız Hakkı Paşa acilen İstanbul’dan yola çıkarılacak topsuz bir tümenin Trabzon üzerinden Erzurum’a getirilmesini istiyordu. Aksi takdirde elde bu kadar az kuvvetle Anadolu’nun toptan Rus istilasına maruz kalması gibi bir durum söz konusu olabilirdi. Aynı gün Zanzak’ a gelerek Hafız Hakkı Paşa ile görüşen Erzurum Valisi Tahsin Bey, III. Ordunun içinde bulunduğu vaziyeti ve acil kuvvet ihtiyacını görerek dehşete kapılmış ve ‘’müstacel ve tehiri gayri caiz’’ sıfatıyla Dâhiliye Nezaretine şu telgrafı göndermiştir: ‘’ Hafız Hakkı Paşa ile hudutta görüştüm. Süratli bir surette hiç olmazsa bir fırka Trabzon tariki ile gönderilmediği halde Erzurum’un sukutu muhtemel bulunduğu anlaşılmakla arz olunur.’’560 Hafız Hakkı Paşa’nın Enver Paşa’ya sürekli olarak gönderdiği telgrafların yanı sıra Tahsin Bey’in de vaziyeti bizzat görerek Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e baskı yapmaya çalışması kuvvet sevki meselesinin ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. 559 560 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 554. BOA. 01 Kanun-ı Sani 1330. Dosya No: 457 Gömlek No: 94 Fon Kodu: DH. ŞFR. 191 Söz konusu raporuna da cevap alamayan Hafız Hakkı Paşa, 16 Ocak 1915’te Refahiye’ye ulaşmış olan Enver Paşa’ya yeni bir rapor göndererek geri çekilme düşüncesini yineledi: ‘’Bugün 10. ve 11. Kolorduların toplam mevcudu 4.000’i geçmiyor. Son bir gayret ve üstün fedakârlıkla, adım adım çekilmek zorunda kalınarak düşmanın durdurulabilmesi ve özellikle ordunun ilkbaharda yapacağı taarruzlar için pek elverişli olan Horum-Narman hattının elde bulundurması kesin olarak yakınlarda buraya taze ve toplu bir kuvvetin gönderilmesine bağlıdır. Allah korusun bozgunluk bütün cephede tekrarlanır ve yayılırsa Erzurum hattının muhafazası için toplu bir tümenin bulunması zorunludur. Bekir Bey Tümeni Erzurum civarına 3-4 haftadan evvel gelemeyeceğinden, dakika kaybetmeden, İstanbul’dan V. Kolordunun bir tümeni sırf piyade olarak gönderilmelidir.’’561 Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın raporlarında ileri sürdüğü geri çekilme teklifini 16/17 Ocak 1915 gecesi Suşehri’nden gönderdiği şu emirle yanıtladı: ‘’Sınırdaki mevziin kesin zorunluluk yokken bırakılarak geri çekilmek fikrine katılmıyorum. Rusların taarruzu püskürtüldükten sonra birliklerin geri çekilmeleri düşmanın moralini arttırır ve askerimizin moralini kırar. Zorunlu neden olmadan daha çok geri çekilmeyiniz. Şimdi size birkaç depo ve takviye taburları geliyor. Bunlarla kıtaların noksanlarını tamamlayınız. Diyarbakır’dan Bitlis-Malazgirt yoluyla gönderilen Bekir Bey Tümeni’ni en kısa yoldan Muş-Hınıs üzerinden 11. Kolorduya çekebilirsiniz. 5. Kolordunun bir tümeninin piyadelerini denizden donanma desteği ile hemen gönderilmesi emrini 1. Orduya verdim. Tümenin topçusu İstanbul’da kalacaktır. Bu iki tümen gelinceye kadar mevcut kuvvetlerimizle görevinizi yapmaya çalışınız. Rusların fazla takviye getirmiş olduklarını sanmam, olsa olsa bölgedeki muhtelif kuvvetlerini toplayıp getirmişlerdir. Herhalde Rusların hali de bizimkinden iyi değildir. 10. Kolordu’nun evvelce bıraktığı toplar ne oldu?’’562 Hafız Hakkı Paşa, 17 Ocak günü Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın Suşuhri’nden gönderdiği ve geri çekilme hareketini şiddetle eleştirdiği bu emrine şu telgrafla cevap vermiştir: 561 562 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 343. Ayrıca Bkz. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 96. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 556-557. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 99. 192 ‘’Emin olunuz ki III. Ordu kesin bir zorunluluk olmadan bir adım bile çekilmemiş ve çekilmeyecektir. Hedik-Zivin hattının kuzeyinde son günlerde meydana gelen muharebeler her gün yüzlerce insana mal olmuş ve savunmanın son derecesine kadar gayret ve metanet gösterildikten sonra her taraftan askerin bozulmasının üzerine 11. Kolordu da Zivin Deresi batısına çekilmek zorunda kalmıştır. 10. Kolordu bölgesinde dün gece Samikale köyünü işgal eden düşmanı karşı taarruzla püskürtülerek köy geri alınmıştır. Bugün dahi bu bölgede şiddetli muharebeler oluyor. Askerimiz mevzilerini başarı ile savunuyor. 10. Kolordunun bıraktığı topların ne olduğu soruluyor. Bunların hangi toplar olduğunu anlayamadım. Başköy ve Kosor’da bırakılan toplar ise bunlar salimen Erzurum’a gönderilmiştir.’’563 Aynı gün Enver Paşa, daha önceden I. Ordu ve Donanma Komutanlıklarına gönderdiği ‘’5. Kolordunun bir tümeninin donanmanın desteği ile Trabzon’a çıkarılması emri’’nin cevabını aldı. Liman Paşa Von Sanders’in etkisiyle Amiral Suschon tarafından gönderilen bu cevapta; Donanmanın ne Trabzon’a ne de Giresun’a birlikleri taşıma himayesini üstlenemeyeceğini kesin bir dille ifade etti.564 Bu kesin cevap üzerine Enver Paşa’nın da adı geçen birliğin donanmanın himayesinde Trabzon’a çıkamayacağına kanaat getirmesine rağmen önceden verdiği emri geri almadı. Henüz bu durumdan haberdar olmayan Hafız Hakkı Paşa ise 18 Ocak 1915’te Sivas’ta olduğunu düşündüğü Enver Paşa’ya şu telgrafı gönderdi: ‘’Zat-ı devletlerine özel olarak Tofeney (Thevveney) Bey’den şimdi alınan şifrede Halil Bey Tümeninin Diyarbekir’e yaklaştığı ve on günden beri emir beklediğini bildirdiği ve Kâzım Bey Tümeninin de Halep’e girmek üzere bulunduğu bildirilerek bunlara verilecek emri istirham eyliyor. Halil Bey Tümeni, Bekir Sami Bey kumandasında olarak kolbaşı Diyarbekir’i az geçmiştir. Diğer Kâzım Bey Tümeni orduya bağlı olmadığından emri devletleri rica.’’565 Hafız Hakkı Paşa her ne kadar kuvve-i seferiyelerin emir beklediğini bildirse de esasen bu kuvvetlere daha önceden Enver Paşa’nın bilgisi dışında Talat Bey ve Karargâh-ı Umumi Başkan Vekili Thevveney tarafından emir verilmişti. Hafız Hakkı Paşa’nın Harbiye Nezaretine gönderdiği şifrelerde sürekli olarak kuvvet sevki için müracaatta bulunması üzerine Harbiye Nazırı Vekili ve Dâhiliye Nazırı Talat Bey, 563 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 344. Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 104. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 309. 565 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 345. 564 193 mesuliyeti üzerine alarak bugünkü vaziyet içinde İran mefkurelerini abes saymıştı. 5 Ocak 1915’te ise 5. Kolordunun Erzurum’a sevki hakkında Enver Paşa tarafından verilen emri, Liman Paşa’nın bu kolordunun Erzurum’a naklinin aylar süreceği, bu esnada İngilizlerin ve Rusların Boğazlara karşı bir tecavüz hareketine geçmelerinin muhtemel olduğu ve bu yüzden 5. Kolordunun Boğazları savunması için İstanbul’da kalması yönündeki mütalaası üzerine uygulamaya koymamıştı. Talat Bey, gerek bu mütalaayı gerekse Hafız Hakkı Paşa’nın takviye isteği yönündeki ısrarlı feryatlarını dikkate alarak İran’a sevk edilmekte olan kuvve-i seferiyyelerden ikisinin III. Ordu bölgesine sapması yönünde Enver Paşa’nın haberi olmaksızın emir vermişti. Bu halde Hafız Hakkı Paşa’nın, Enver Paşa’ya kuvve-i seferiyyelerin kendisinden emir beklediğine dair telgrafı iletmesi tamamen nezaket icabıydı. Enver Paşa bu durumdan ancak Sivas’a vardığında haberdar olmuş ve çok kızmıştı. Bu olay üzerine Sivas’tan bütün komutanlara gönderdiği emirde; kendisinin özel bir fikir ile yaptığı tertipleri bozmak ve kıtalara emir vermek hakkının ancak kendisine ait olduğunu, vekillerin bu gibi konularda asilin onayın almak mecburiyetinde olduklarını ve kıtaların kendisinden başkasının vereceği emirleri yerine getirmeyerek kendisine bilgi arz etmeleri lazım geldiğini tebliğ etti. Bu emir doğrudan doğruya Talat Bey ile Hafız Hakkı Paşa ve Thevveney’i hedef alıyordu ve böylelikle sert bir dille eleştirilmişlerdi. Nitekim Rusların taarruz etmediklerini ve III. Ordu cephesinde sessizliğin hâkim sürdüğünü gören Enver Paşa, İstanbul’a geldikten sonra Diyarbakır tarafına parça parça hareket etmekte olan 1. Kuvve-i Seferiyyeyi yeniden Musul üzerine sevk etti. 5. Kuvve-i Seferiyye ise Diyarbakır’a sevk geldikten sonra Erzurum’a gönderildi. Bu kuvve-i seferiyye Erzurum’a nakledilmesi zaten Enver Paşa tarafında kararlaştırılmıştı. Enver Paşa’ya müracaatının yanı sıra Talat Bey’den de sürekli olarak kuvvet istediği anlaşılan Hafız Hakkı böylelikle önemli bir kuvvetten yoksun kalıyordu. Bu halde Hafız Hakkı Paşa’nın istediği kuvvetlerden sadece 5. Kuvve-i Seferiyye Erzurum’a nakledilmiş oluyordu. 5. Kolordu’nun Erzurum’a naklinden ise birkaç gün sonra vazgeçilecekti.566 566 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 308-310. Öte yandan ordu cephesinde durum şöyleydi; 18 Ocak günü 11. Kolordu, mevziine giren Rusları karşı saldırıyla uzaklaştırmasına rağmen düşmanın yoğun bir şekilde baskıyı arttırması üzerine gece Azap’ın doğusu-Ardos’un batısı-Kalender-Mollamelik hattına çekildi. 10. Kolordu cephesinde ise fazlaca bir hareketlilik görülmedi. Kolordu, Lansor üzerinden ilerleyen düşmanı az bir kuvvetle durdurmayı başardı. (Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 104. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 99). 194 Hafız Hakkı Paşa, Suşehri’de bulunan Enver Paşa’ya kuvve-i seferriyelerin emir beklediğini bildirdiği telgrafının ardından 18/19 gecesi bu kez cephedeki olayları anlatan yeni bir telgraf gönderdi. Bu telgrafta; 11. Kolordunun düşman taarruzu sonucunda Azap’ın doğusuna çekildiği, 10. Kolordu cephesinin kısmen sesiz olduğu ve Bekir Sami Bey Tümeni’nin Palu-Kiğı üzerinden Erzurum’a yürümekte olduğunu haber verdi.567 Hafız Hakkı Paşa, 19/20 Ocak gecesi düşman taarruzlarının iyiden iyiye artması üzerine Ordu Karargâhını Hasankale’ye nakletti. 20 Ocak’ta Enver Paşa, Hasankale’deki Ordu Karargâhına bir telgraf çekerek 11. Kolordunun durumunu ve ordunun neden bu kadar geri çekildiğini sordu. Ayrıca 5. Kolordunun iki alayı denizden, bir alayı ve cebel taburu karadan olmak üzere yalnızca bir tümeninin geleceğini bildirdi. Hafız Hakkı Paşa bu telgrafa verdiği cevapta; geri çekilmenin nedeni olarak son zamanlarda cephe ve cephe gerisinde (hastane ve yollar) verilen zayiatın çokluğunu gösterdi. 5. Kolordu’nun yalnızca bir tümeninin gelmesini ise yarım bir tedbir olarak görüyordu.568 Aynı gün Enver Paşa’nın raporda belirttiği 5. Kolorduya ait 15. Tümenin bir alayının Haydarpaşa Garı’ndan trene bindirilmesi için hazırlıklar yapılmıştı. Diğer iki alayın ise vapurla Trabzon’a gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak bunların hazırlığı iki günde bitirilebildi. 22 Ocak günü bu birlikler vapurlara yüklenmeye başlandı. Aynı gün trenle İstanbul’a varan Enver Paşa ilk olarak yükleme işinin akşama ertelenmesini emretti. Daha sonra Karargâh-ı Umumi erkânından, Liman Paşa’dan ve Amiral Suschon’dan Boğazlara ve İstanbul’a karşı yönelen tehlike hakkında bilgi aldıktan sonra fikri değişti ve bu birliklerin İstanbul ve çevresine daha yararlı olacağı kanaatine vararak vapurlara bindirilen askerlerin tekrardan karaya indirilmesini ve yeni bir emre kadar sevk işinin durdurulmasını emretti.569 Enver Paşa bu karar değişikliğinden sonra aynı gün Hafız Hakkı Paşa’yı yoklayıp yeni durum hakkında düşüncesini öğrenmek istedi. Hafız Hakkı Paşa, günlüklerinde söz konusu mesele hakkında Enver Paşa ile arasında yapılan yazışmaları şöyle aktarmaktadır: 567 Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 345-346. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 102. 569 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 311. 568 195 ‘’Enver- Bu günkü şifreli malumatınızdan başka yeni bir şey var mı? Ben- Vaziyet sakindir. Hatta İd tarafında bizimkiler biraz ilerledi. Enver- Vaziyete göre denizden göndermeyi düşündüğüm şeyleri karadan göndersem olur mu (yani iki alay)? Çünkü donanmanın başka işi var. Eğer buna muvafakat ederseniz, Hopa’ya da muavenet kabildir. Seri kruvazörler oraya gelebilirler. Hem de daha henüz eşya hareket etmediğinden herhalde denizden de kara kadar… kalacaktır. Bekir Bey daha çabuk gelir. Bir de buradaki vaziyet mümkün mertebe buradan kuvvet almamayı icap ettiriyor. Bu halde buna göre yalnız Kâzım ve Bekir kuvvetleriyle iktifa edilmesi pekiyi olacak. Ben- Denizden gayr-ı kabil ise o halde çare yok, bırakılır. Orada emval-i umumiye icbar ediyorsa karadan kuvvet sevkinden de sarf-ı nazar edilebilir. Fakat bunun için esaslı düşünülmek lazımdır. Enver- O halde deniz sevkiyatını tehir ediyorum. Karadan bu kuvvetten büsbütün sarf-ı nazar hakkında fikrinizi de akşama bildiriniz. Ben- Bu akşama kadar İstanbul’da kuvvet bırakılmasını icap ettiren esbab-ı mücribe hakkında malumat lütuf buyrulursa ayrıca teşekkür ederim. Enver- Bahren Sevkiyatı Ruslara karşı himaye edecek kuvvet hafif olduğundan gidecek kuvvet için tehlike büyüyecektir. Bunun için bahren sevk ettirmemek daha emindir. Sonra bunu karadan göndermek mümkün, fakat şifre ile söyleyeceğim gibi bu kuvvet ilkbahara daha ziyade lazım olacak. Hülasa ben şimdi bahren sevkinden sarf-ı nazar edeyim mi? Evvela buna cevap ver. Ben- Bu mesele mühimdir. Akşam şifre ile arz ederim. Enver- Fakat denizden sarf-ı nazar etmek için şimdi karar vermek lazımdır. Ben- Eğer orada vaziyet cidden hiçbir kuvvet sevkine müsaade etmiyorsa o halde denizden sarf-ı nazar ediyorum. Eğer muayyen kuvvet olsun sevk edilebilecekse denizden sevkiyatı tercih ederim. Tekrardan arz ediyorum ki, bu kadar mühim bir mesele için 3-5 saat düşünmek ve mütalaatım esasınca arz etmek isterim. Yoksa acele kararda vaziyetin ehemmiyet-i azimesi nispetinde hata edilmek ihtimali var. Arada irade buyrulursa Babıali şifresiyle cevap vereyim. 196 Enver- Şimdi karar lazımdır. Ben- Denizde kesin tehlike varsa sarf-ı nazar ediyorum. Kara için bu akşam tafsilen mütalaatımı yazarım.’’570 Enver Paşa söz konusu ettiğimiz yazışmada, denizden gönderilmesi kararlaştırılan kuvvetlerin sevkinden vazgeçmesi için Hafız Hakkı Paşa’yı yoklamış, karadan gönderilecek kuvvet için de aynı şekilde karar alınıp alınmaması yönünde III. Ordu Komutanının fikrini öğrenmek istemişti. Ancak Hafız Hakkı Paşa’nın fikrini beyan etmesini beklemeksizin III. Ordu Komutanlığına çektiği ikinci bir telgrafta; ‘’ilkbaharda burada ziyade kuvvetlere ihtiyaç olacağı anlaşıldığından buradan gerek berren, gerekse bahren kuvvet göndermeyi münasip bulmadım. Siz orasını elinizde bulunan kuvvetlerle idare ediniz. Bu halde şimdi ileri hareketinize de lüzum görmüyorum. Bu husustaki mütalaatınızı bildiriniz’’ demek suretiyle karadan gönderilmesi düşünülen kuvvetin sevkinden de vazgeçtiğini bildirmiştir. Hafız Hakkı Paşa ise bu telgrafa verdiği cevapta, uzun uzadıya cephedeki durumu anlattıktan sonra, sitemkâr bir dille Kafkasya ve İstanbul’un önemine binaen şunları söylemiştir: ‘’Bu devlete Kafkasya, Rumeli’den alınacak parçaya nispeten yüz defa daha mühimdir. Devletin Kafkasya’yı ihmal ederek yine Rumeli’ye ehemmiyet vermesi Kanuni devrinden beri başlayan felaketleri temadi ettirmek demektir. Devlet Anadolu’da ve Rumeli’de aynı zamanda taarruza geçemez. Rumeli’de İstanbul ve Boğazların müdafaası için azami dört kolordu kâfidir. Mütebakisi kâmilen Kafkasya’ya tahsis edilmeli ve bu kuvvet şimdiden sevk edilmeye başlanarak ilkbaharda buradan büyük bir tevafukla Kafkasya istilası başlamalıdır. Bilakis, İstanbul üzerine pek mühim düşman kuvvetleri yürümek tehlikesi varsa burası kâmilen ihmal edilmek ve ilk sefer planında olduğu gibi tekmil kuvvetleri o cihete tahsis eylemek ve binaenaleyh derece-i lüzuma göre bu kerre Kâzım Fırkasını şimdiden İstanbul’a celp etmek lazımdır. 5. Kolordu’nun Rumeli’den infikakına mani esbap-ı mücbire yok ise mütemadiyen müdafaada kalmayıp bilahare taarruza geçebilmek üzere 5. Kolordu’nun kâmilen buraya gönderilmesi hususunu esbap-ı atiyeden dolayı lüzumlu görüyorum. İlkbaharda taarruza geçmezsek Ruslar kendilerini faik addedecek ve taarruza geçeceklerdir. Ruslar Osmanlı arazisini istila ettikleri vakit Ermeni ve Kürtleri isyana 570 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 107-108. 197 teşvik edebilirler. Rus arazisine biz girecek olursak orada İslam ahaliyi ayaklandırmaya muvaffak olabiliriz. İran’daki muvaffakiyetler bize iyi ümitler veriyor. Baladaki esbaptan dolayı taarruzun daha büyük faideleri temin edeceği ve mütemadiyen müdafaada kalmak hususunun yanlış olacağı istihraç olunur. Seri bir muvaffakiyet istihsaline lüzum yok. Yavaş yavaş ileri harekat bile…muharebe tesirini husule getirecektir. Biz bidayette taarruzi bir tarzda Rus arazisine dâhil olmaya az ehemmiyet verdik. Bu defa da bu husustaki müşkülatı izam etmemelidir. Binaenaleyh bidayetteki fikr-i alileri gibi buraya tam bir kolordu gönderilecek olursa taarruzi bir tarzda muharebe icrasını da mümkün bulurum. Herhalde Rumeli cihetinde fevkalade tehlike yok ise bir kerre başladığımız ve yalnız son ay içinde meydan muharebeleri dâhil olmak üzere 30.000 şehit gömdüğümüz topraklarda şimdiden faik kuvvetlerle esaslı bir istila ordusu hazırlanması lüzumunu devletin istikbal nokta-i nazarından ben son derece elzem görüyorum. Mamafih bilmediğim bazı esbap-ı mühimme var da irade buyrulduğu gibi buranın eldeki kuvvet ile idaresi lazımsa, Ruslar ne getirirse getirsin ve eldeki kuvvet ne olursa olsun, ordunun namusuna zerre kadar leke sürdürmeyeceğime emin olunuz. Fakat tabiatım icabı taarruzi bir harpte kullanılmaklığım ordu için daha faideli hidemat teminine yarayacağımı zannetmekte olduğum maruzdur.’’571 Hafız Hakkı Paşa bu telgrafında Kafkasya’nın çok büyük bir öneme sahip olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre bu bölge Rumeli’den daha önde tutulmalıdır. Bu yüzden gerekli takviye kuvvetler gönderilip, yarım kalan iş tamamlanmalı, Kafkasya’ya girilmeli ve Müslüman ahali ayaklandırılmalıdır. Sarıkamış Harekâtı öncesinde de bu gayeyi güden Hafız Hakkı Paşa’nın bu büyük felakete rağmen hâlâ ısrarla bu fikri savunması onun gerçekten inatçı, cesur ve kararlı bir yapıda olduğunu göstermek bakımından iyi bir örnektir. Ancak Hafız Hakkı Paşa İstanbul’a büyük bir tehlikenin görülmesi halinde bu planı ertelemekte ve takviye kuvvet talebinden vazgeçerek, elinde bulunan kuvvetlerle Ruslara karşı koyacağını ve ordunun namusuna leke sürmeyeceğini ifade etmektedir. Hafız Hakkı Paşa’nın ilkbaharda taarruza geçilmemesi halinde kendini üstün kabul eden Rusların taarruza geçerek, önce Anadolu’yu istila edip daha sonra Ermeni ve Kürt unsurlarını isyana teşvik edebileceği yönündeki beyanının ilerleyen dönemlerde kısmen gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bu arda Hafız Hakkı Paşa 571 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 108-111. 198 her iki telgrafında da İstanbul’da kuvvet yığmayı gerektiren durumları Enver Paşa’dan sormuşsa da herhangi bir cevap alamamıştır. Nitekim eski Karargâh-ı Umumi Reis-i Sânîsi Hafız Hakkı Paşa, hükümet üzerinde nüfuzu olan önemli bir ittihatçı olması hasebiyle devletin merkezinde dönen olaylardan ve alınan kararlardan haberdar olmak istemektedir. Sıradan bir ordu komutanın bu tarzda bilgi talep etmesi söz konusu değildir. Son olarak Hafız Hakkı Paşa’nın, telgrafın sonunda, tabiatı icabı taarruzi bir savaşta hizmet vermeye uygun olduğunu belirtmesi, çeşitli kereler ifade edilen atılgan karakterini doğrular niteliktedir. Hafız Hakkı Paşa’nın III. Orduya takviye kuvvet gönderilmesi yönünde yoğun bir talebi vardı. Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya çekiği telgraflarda bu hususu sıklıkla gündeme getiriyordu. Hafız Hakkı Paşa, söz konusu ettiği kuvvetlerin yetişmemesi halinde, taarruza geçen Rusların ilk önce Erzurum Kalesi’ni düşürmesi ardından da bütün Anadolu’yu istila etmeleri tehlikesi olduğundan haberdardı. Esasen Enver Paşa ve kurmayları da bu tehlikenin farkında olmakla birlikte fedakârlık yapmaları gerektiğine inanıyorlardı. Elde tek bir yama bulunuyordu. Bu yama iki yırtıktan birini kapatacaktı. İstanbul, imparatorluğun ve İslam âleminin baş şehri olması hasebiyle birinci derecede önemliydi. İstanbul’un düşmesi, Hafız Hakkı Paşa’nın savaş planlarında da ifade ettiği gibi gerek Osmanlılık gerekse Türklük ve İslamlık açısından çok kötü sonuçlar meydana getirebilirdi. Erzurum Kalesi’nin düşmesi ise Rusların Anadolu’yu istilasının önünü açardı ki bu İstanbul’un işgaline göre daha küçük bir olay olup, telafisi bir dereceye kadar mümkün olabilirdi. Bu halde iki paşa arasında yapılan yazışmalardan çıkan anlam şudur; Enver Paşa İstanbul’un selameti için Hafız Hakkı Paşa ile pazarlık yapmakta ve bu pazarlık gereği Erzurum feda edilmektedir. Sonuç olarak; harekât boyunca sebep olduğu birçok hata ile Sarıkamış Harekâtı’nın kaderiyle oynayan ve başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olan Hafız Hakkı Paşa, III. Ordunun komutasını üzerine aldıktan sonra, tüm bu hatalarını telafi etmek istercesine canla başla ordunun yeniden teşkilatlanmasına çalışmıştır. Sarıkamış Harekâtı sonunda 11. Kolordunun 10.000 civarında bir mevcudu kalmıştı. Ancak bu sayı Rusların aksamadan devam eden şiddetli taarruzları sonucunda 10 gün içerisinde 2.000 civarına düşmüştü. Hafız Hakkı Paşa’nın acımasızca verdiği şiddetli cezalarla firarı önlemesi, bölgeye dağılan erlerin toplatılması ve diğer kaynaklardan sağlanan takviye birliklerin bölgeye gelmesiyle bu kolordunun sayısı 7.000’e yükseltildi. 10. 199 Kolordu’da da durum hemen hemen aynıydı. Hafız Hakkı Paşa 2 Şubat 1915 günü Harbiye Nezaretine yazdığı bir raporda; halen ordunun muharip personel mevcudunun, 9. Kolordu da dâhil olmak üzere 12.000’e yükseldiğini, bu mevcudun Mart sonlarında 25.000’i bulacağını bildirerek ordunun tam mevcuda çıkarılması için düşünce ve planlarını ayrıntılı olarak arz etmiş ve bu arada kolorduları 1/3 seferi mevcuda çıkarabilmek için 50-60 bin ere ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir. Böylelikle Hafız Hakkı Paşa’nın sert tedbirleri sayesinde III. Ordunun teşkilatında ve mevcudunda gözle görülür bir iyileşme olmuştur. Ancak Hafız Hakkı Paşa’nın ömrü, orduyu yeniden teşkilatlandırma sürecini tamamlamaya yetmemiştir. Tifüs hastalığına yakalanması sonucu 12 Şubat 1915’te Erzurum’da vefat etmiştir.572 3.7.1. Sarıkamış Harekâtı Sonrasında Hafız Hakkı Paşa’nın Psikolojik Durumu Sarıkamış Harekâtı sonrasında ordunun içinde bulunduğu kötü durumun ve imkânsızlıkların Hafız Hakkı ve Enver Paşaların sinirlerini oldukça bozduğu görülür. Bu yüzdendir ki birbirlerine gönderdikleri telgraflarda kullandıkları üslup sertleşmeye başlamıştır. Bu ruh hali Hafız Hakkı Paşa’nın günlüklerinde de kendisini açıkça göstermektedir. Sarıkamış Harekâtı sebebiyle 28 gün boyunca defterini hiç açmayan Hafız Hakkı Paşa, 16 Ocak 1915’te yeniden not tutmaya başladığı günden itibaren daha ilk satırlarında Enver Paşa’yı şiddetle eleştirmeye başlamıştır. Bugüne ait notlarında felaketin sorumlusu olarak gördüğü Enver Paşa ile ilgili şunları söylemektedir: ‘’Muhacirler meselesi bir felaket. Topların nakli için zavallıların öküzlerini de almışlar. –Keşke Rus elinde olup şehit olsa idik!- diye bağıranlardan gece gündüz kadın, çocuk vaveylası! Ah Enver! Bu kış seferini tacil etmek, sonra da bu parlak taarruzda 9. Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla yüz bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin.’’573 Hafız Hakkı Paşa gerek kış mevsiminde harekâtın yapılabileceğine dair Erzurum’dan olumlu raporlar göndermesi, gerekse harekâtın icrası sırasında yaptığı birçok askeri hata ile Sarıkamış Harekâtı’nın felaket ile sonuçlanmasında birinci derecede rol oynamasına rağmen Enver Paşa’yı bu denli eleştirmesi gerçekten ilginçtir. Bu satırlar şüphesiz ki Hafız Hakkı Paşa’nın tarih önünde kendisini aklama çabasından 572 573 Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 564-566. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 93-95 200 başka bir anlam ifade etmemektedir. Nitekim harekât sebebiyle verilen uzun bir aradan sonra günlüklerine satır aralarına sıkıştırdığı bu eleştiriyle başlaması bunun en büyük kanıtıdır. Hafız Hakkı Paşa bununla da yetinmeyip yer yer Enver Paşa karşısında kendini övmeyi ve masumiyetini yinelemeyi ihmal etmemiştir. Bu tarz ifadelerinden 17 ve 19 Ocak tarihlerine ait olanlar şöyledir: ‘’Maatteessüf bugün hava güzel. Sabahleyin Yusuf İzzet’ten bir haber; benim şanlı 10. Kolordum bu gece taarruza devam ederek düşmanı Sami karyesinden tard etmiştir. Bu bir avuç askerin gece de taarruza devam edebilmesi hep benim ektiğim muzafferiyet tohumunun semeresidir.’’… ’’Yarabbi! Ben bu sefalete sebep olmadım, ben bu harbi tehir için çalıştım. Ben bu muzafferiyeti tam yapmak için uğraştım. Olsun! Bu felaketleri de tamire çalışacağım ve elbette muvaffak olacağım.’’574 Hafız Hakkı Paşa, Sarıkamış Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasında Enver Paşa’nın yanı sıra milletin yetişmemiş olmasının da büyük bir etken olduğunu söylemekte ve bu düşüncesini şu sözlerle ifade etmektedir: ‘’Ah millet, millet yetişmemiş olmaz. Böyle yetişmemiş milletle cihangirlik sevdaları boştur. Şu harpten hayırlısıyla bir çıkalım da her şeyden evvel bunu yetiştirelim.’’575 Bu günlerde son derece asabi bir ruh haline bürünen Hafız Hakkı Paşa, 14 Ocak 1915’te III. Ordu Komutanı sıfatıyla Erzurum, Van, Bitlis, Elaziz, Diyarbekir, Halep, Sivas, Musul, Ankara, Konya ve Trabzon gibi III. Ordu’nun menzil bölgesinde yer alan vilayetlere çektiği telgrafta oldukça sert bir üslup kullanmıştır. Bağdat Valisi Süleyman Nazif Bey ile arasının açılmasına neden olan bu telgrafın sureti şöyledir: ‘’1) Seferberlik ilanından itibaren bilumum memurin-i mülkiyenin de memurin-i askeriye gibi cihet-i askeriyeden verilen her türlü evamiri bilakaydüşart icraya mecbur oldukları bedihidir. 2) Bu emrin tebliği anından itibaren gerek benim tarafımdan ve gerekse menzil müfettişliği ve kolordular tarafından verilecek her türlü emirleri icrada zerre miktarı tereddüt gösteren memurin-i mülkiyeyi rütbesi her ne olur ise olsun derhal azil ile Divan-ı Harbe tevdi ettirilecek.’’ Bu telgrafın yanlışlıkla III. Ordu Menzil Müfettişliğinin dışında kalan ve Irak Mıntıka Komutanlığına bağlı olan Bağdat 574 575 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 96. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 111. 201 vilayetine de gönderilmesi üzerine, Bağdat Valisi Süleyman Nazif Bey ile Hafız Hakkı Paşa arasında çok sert bir tartışma meydana gelmiştir. Süleyman Nazif Bey bu telgrafa verdiği cevapta; Bağdat vilayetinin kendilerinden ve menzil müfettişliğinden emir almaya mecbur olmadığını ifade ederek, telgrafın ikinci kısmında yer alan tehditkâr sözler karşısında duyduğu üzüntüyü dile getirmiş ve Hafız Hakkı Paşa’yı sözlerini geri almaya davet etmiştir. Aksi takdirde kendisinin de aynı lisan ile karşılık vereceğini de eklemiştir. Süleyman Nazif Bey’in bu cevabına oldukça öfkelenen Hafız Hakkı Paşa, konuyu derhal Enver Paşa ve Talay Bey’e intikal ettirmiştir. Bu sıralarda Sivas üzerinden İstanbul’a gitmekte olan Enver Paşa, Talay Bey’e çektiği bir telgrafta; Süleyman Nazif Bey’in hadsizlik yaptığını ileri sürerek Divan-ı Harpte yargılanmasını teklif etmiştir. Ancak meselenin büyümesini istemeyen Talat Bey, Süleyman Nazif Bey’e bir telgraf çekerek Hafız Hakkı Paşa’dan özür dilemesini istemiştir. Netice bu özür telgrafının çekilmesiyle mesele halledilmiştir.576 Yine Hafız Hakkı Paşa’nın sürekli olarak asker ve memurun arasında dolaşarak teftişlerde bulunması ve ihmalini gördüğü kişilere karşı gerçekten çok sert cezalara başvurması bu ruh halinin sonucudur. Çünkü Hafız Hakkı Paşa’nın sivil hayatında çok hoş görülü ve sakin bir karaktere sahip olduğu bilinmektedir. 3.7.2. Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu’nun Sıhhi Durumunun İyileştirilmesine Yönelik Aldığı Bazı Tedbirler III. Orduda seferberliğin ilanından beri sağlık koşulları iyi gitmiyordu. 234 olan hekim sayısı 5 Ekim 1914’te bin bir güçlükle 425’e yükseltilebilmişti. Ancak bu sayı yine de yetersizdi. Erzurum’da ki hastanelerin toplam yatak sayısı 900 kadardı. Oysa bazı günlerde bu şehre 15 bin civarında hasta ve yaralı geliyordu. İlaç ve tıbbi malzeme ihtiyacı karşılamıyordu. Gerek hastane ve çevrenin kirliliği, gerekse askerin beslenme ve giyinme eksikliğinden dolayı daha Sarıkamış Harekâtı başlamadan önce dahi orduda tifüs, lekeli humma, dizanteri ve hummayı racia gibi salgın hastalıklar baş göstermişti. Harekâttan sonra ise durum daha kötü bir hal aldı. III. Ordu’nun büyük bir kısmının erimesiyle sonuçlanan bu seferin ardından Hasankale, Pasinler Ovası’ndaki köyler, Erzurum ve Erzurum Ovası’ndaki köyler hasta, yaralı ve bitkin askerlerle dolmuştu. 576 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 123-131. 202 Mevcut hastanelerin yaralı ve hastaları almasının imkânı yoktu. Bunun yanı sıra birçok hastanede hekimler ve idare memurları dahi salgın hastalıklara tutulmuştu. Kısa zamanda salgın, ahali arasında da yayılmaya başladı. Erzurum’da günde 20-30 kişi lekeli tifodan ölmekteydi. Salgın Erzurum’la da sınırlı kalmadı. Tebdili hava için cephe gerisine gönderilen hastalar ve kaçak erler hastalığı cephe gerilerine yaydılar. Böylelikle Doğu Anadolu ve Karadeniz’de salgın hastalıklar halkın baş belası oldu. Denilebilir ki tifüs, dizanteri ve lekeli humma gibi bulaşıcı hastalıklar, Sarıkamış’tan sonra III. Ordu’nun ve bu arada halkın ikinci felaketi olmuştur.577 III. Ordudaki bu durumu yakından gören Hafız Hakkı Paşa’nın, askeri harekâtın yanı sıra yoğun bir şekilde yaralı ve hastaların durumuyla ilgilendiği ve hastanelerin fiziki şartlarının iyileştirilmesine yönelik önlemler aldığı görülmektedir. Hastanelerin içinde bulundukları kötü vaziyetin ıslahı için ciddi önlemler almaya çalışan Hafız Hakkı Paşa, bu konuda gevşeklik gösterenlere ve idarede usulsüzlük yapanlara karşı çok şiddetli ve sert muamelelerde bulunmuştur. 19 Ocak 1915’te günlüğüne kaydettiği şu olay Hafız Hakkı Paşa’nın şiddetinin derecesini anlamak bakımından iyi bir örnektir: ‘’Hastaların yemekleri ve hali bir türlü düzelmiyor. Bugün yine birçok adam dövdüm ve zannederim, artık düzeliyor derken yine bir felaket karşısında bulundum. Hastane yanında bir hastamız titreyerek ayaklarıyla matarasını doldurmaya gidiyor! ‐ Niçin gidiyorsun? Sordum. ‐ Ne yapayım efendim, para ile su satıyorlar. Benim param yok! ‐ Kim satıyor? ‐ Dirk ‐ Dirk kim? ‐ Hademe ‐ Haydi göster Yürüdük. Zavallı cenaze gibi. 250 metreyi beş dakikada kat etti. Hastane denilen ahıra girdik. Yine iki ölü var idi. İçeride bir telaş! Su değil ekmek satılıyordu. İri yarı bir çavuş 60 para- 5 kuruşa ekmek satıyordu. Öldüresiye dövdüm. Taşla kafasını ezdim. 577 Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, TTK, Ankara 2005, 172-190. 203 Firara koyuldu. Yanımda küçük Münir (mülazım) yetiştim. Münir herifi altına aldı. Bir kasatura buldum, kafasını gözünü parçaladım. Hastalar ağasını da berbat ettim.’’578 Hafız Hakkı Paşa, hastanelerdeki durumun iyileştirilmesi hakkında Menzil Müfettişliği ve Erzurum Valisi Tahsin Bey’e gönderdiği emirde şiddetinin derecesini daha da fazla arttırmıştı. Bu emirde Hafız Hakkı Paşa, mülkiye memurlarına tebligat yapılmasını, hastane namıyla maktel görülen yerlerde nokta komutanı ile mutasarrıf ve ya kaymakamı mutlaka astıracağını, hastaneleri teftiş edeceğini ve buna göre hazırlanılmasını istedi. Emrin ikinci kısmında ise bakımsızlıktan sonra hastanelerdeki en büyük ikinci sıkıntının açlık olduğunu belirten Hafız Hakkı Paşa, yaralılara her gün muhakkak çay, çorba, pilav veya etli yemek verilmesi gerektiğini bildirdi. Ayrıca hastanelerdeki personel eksikliğini gidermek için Tekâlif-i Harbiye Kanunu gereğince ahaliden yaşı 45’in üstünde olan erkeklerden ve her yaşta kadınlardan seçilecek kişilerin hizmetçi olarak hastanelere tayin edilmelerini ve görevinden kaçanların idam edilmelerini emretti. 20/21 Ocak gecesi 10. ve 11. Kolordu Komutanlıklarına yazdığı emirde de aynı önlemleri yineleyen Hafız Hakkı Paşa, yaralıların düzgün bir şekilde sevk edilememesinden dolayı vatan evlatlarının ölümüne sebebiyet veren komutanların şiddetle cezalandırılacağını bildirerek, askere özellikle sıcak yemek verilmesini tebliğ etti. Hastaneler gerçekten çok fena bir durumdaydı. Doğru düzgün bakılamayan yaralı ve hasta askerler bir başlarına ölüme terk ediliyorlardı. Hafız Hakkı Paşa’nın verdiği bilgilere göre; savaş zayiatı hariç günlük 420-450 civarında er yollarda ve hastanelerde şehit olmaktaydı. Bunların sayısı 1 Ocak’tan 20 Ocağa kadar geçen sürede 9.000’i bulmuştu. 579 Hafız Hakkı Paşa gece verdiği emire ek olarak 21 Ocak’ta verdiği emirde; hastanelerde salgın hastalığa yakalanmış hastalar ile yaralıların ayrılmasını istemiştir. Aynı gün Menzil Müfettişliğine verdiği başka bir emirde ise; depoda bulunan 11 bin kaput, 5 bin kundura ve çorap, 6 bin pamuklu ve pamuksuz mintan ile binden fazla eldivenin kolordulara dağıtılmasını emretmiş, bunların bir hafta içinde son nefere kadar dağıtılmaması halinde alay komutanlarının divan-ı harbe verileceğini ifade etmiştir. Ayrıca Hasankale Kışla Hastanesi’nin 700 yatağa ve doktorların sayısının dörtten yediye çıkarılmasına karar vermiştir. Hafız Hakkı Paşa aynı günlerde yoğun bir şekilde 578 579 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 100. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 101-103. 204 bölgedeki hastaneleri teftiş etmeye başlamıştır. Bu ziyaretler sırasındadır ki yaralı ve hasta askerlerle yakın temasta bulunması sonucunda tifüs hastalığına yakalanmıştır. Hafız Hakkı Paşa’nın tüm çabalarına rağmen III. Ordunun sıhhi durumunun tam manasıyla düzeldiği söylenemez. Nitekim Hafız Hakkı Paşa’nın Ölümünden sonra Mahmut Kamil Paşa, ordu komutanlığını devraldığında başlıca mesaisi yine bu yönde olacaktır. 3.8. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN TİFÜSE YAKALANMASI VE ÖLÜMÜ Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına tayin edildiği dönem Sarıkamış Harekâtı’nın hemen sonrasına denk geliyordu ve yukarıda da belirtildiği üzere bu dönemde salgın hastalıklar had safhaya ulaşmıştı. Pek muhtemeldir ki Hafız Hakkı Paşa bu sıralarda, hastalara gösterdiği yakın ilgi sonucunda ordu içinde çok yaygın olan tifüs hastalığına yakalanmıştır. Nitekim Ali İhsan Bey de bu görüştedir. Hafız Hakkı Paşa’nın günlükleri bu hastalığa yakalanma süreciyle ilgili bizlere önemli bilgiler vermektedir. Hastane teftişlerinin en büyük etken olduğu bu süreçle ilgili günlüklerde şu ifadeler yer almaktadır: ‘’21 Ocak- Asker pek pis, olduğu yeri silmiyor. Bugün hastaları gezerken kaç defa istifra edecektim… Bu pislik, pis kokular yüzünden mütemadiyen iç bunaltım devam etti. Kapalı kızak da bunu arttırdı. Bu akşam bari hastalanmasam. 22 Ocak- Dünkü sersemlik hala baki. Başım dönüyor. Otomobil ile Höyükler mevziine gideceğim. Posseld, Avni Paşalar ile Tahsin Bey oraya gelecek. Bakalım bizim son hat-ı müdafaa nasıldır ve ne var! 23 Ocak- Hava güzel, ben hastayım. Derece-i hararetim 37,5. Her tarafım ağrıyor.’’580 Buna göre Hafız Hakkı Paşa’nın hastalığının ilk belirtisi 21 Ocak günü kendini göstermiştir. 23 Ocak’ta ise şiddetli bir hale gelmiş ve bu tarihten sonra günlük yazmaya son vermiştir. Hafız Hakkı Paşa, daha önce de Balkanlarda Bulgar eşkıyasıyla mücadele ettiği dönemlerde, bir keresinde Yenice Gölü’nün içerisindeki adalara sığınan 580 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 105-111. 205 Bulgar çetesini imha etmek için göğsüne kadar göle girmesi sonucu tifüse yakalanmış, ancak kısa sürede bu hastalığı yenmişti. Bu yüzden bu hastalığın belirtilerini biliyordu. Hafız Hakkı Paşa tifüse yakalandığı sıralarda III. Ordu Karargâhı Hasankale’de bulunuyordu. Hastalığının ilk zamanlarında Hükümet Konağı’nda oturmaktaydı. Ancak daha sonra Rus taarruzlarının tamamen durması üzerine Hükümet konağı yakınlarında bir eve çıktı. Hastalığı bu evde geçiyordu. Hastalığına rağmen günlük yaşamına devam ediyordu. Askeri hareketi ilgilendiren meselelerde herhangi bir kimseye vekâlet vermiş değildi. Muhtemel Rus taarruzuna karşı Höyükler hattını tahkim ettiriyordu. Rusları burada durduracağına inanıyordu. Özellikle askerin bozulan moralini yerine getirmek için yoğun çaba sarf etmekteydi. Onları eğlendirmek ve Sarıkamış Felaketi’nin getirdiği psikolojik buhranı bir nebze olsun dağıtabilmek için İstanbul’dan bir sinema kumpanyası istemişti.581 Aziz Samih Bey’in aktardığına göre ise bir gün alay mızıkalarının siperlere giderek hava çalmasını ve askeri neşelendirmesini emretmişti. Ancak büyük bir felaketten çıkan ve vaziyetleri gün geçtikçe daha da kötüleşen askerlerin eğlenceyi düşünecek halleri yoktu. Bu sıralarda Hasankale’de bulunan Aziz Samih Bey, Hafız Hakkı Paşa’nın son günlerini şöyle anlatmaktadır: ‘’Hafız Hakkı Paşa 3 Şubat’ta dedi ki –bakınız, ben bugün hastayım. Fakat yemek yiyeceğim ve yatmayacağım. Hastalığı tepeceğimHakikaten de öyle yaptı. Akşam yemeğinde yine nöbeti vardı. 4 Şubat’ta hasta hasta hayvana binere Hasankale kasabasının üzerindeki kaleye çıkmış, Mülazım Kadri Bey’le beraber fotoğraf aldırmış. Akşam geldiği vakit hastalığı ziyadeleşmiş idi. Sertabip İbrahim Tali Bey’in tavsiye ve tedbirlerini dinlememekte ısrar ediyordu. 5 Şubat sabahı ikametgâhının önünde gördüm. Dedi ki –ben hasta oldum fakat yatmadım, Erzurum’a gidiyorum. Tahsin Bey’de birkaç gün istirahat edeceğim. Üç gün sonra gelirimKendisine afiyet temenni ettik. İbrahim Tali Bey’le beraber Erzurum’a gittiler. 8 Şubat’ta İbrahim Tali Bey geldi. Paşa’nın ve Yaver Halil Bey’in hastalığı tifüs imiş.’’582 Hafız Hakkı Paşa hasta olarak yatmayı içine yediremiyordu. Bu yüzden gezintiye çıkmak ve fotoğraf çektirmek gibi sağlıklı insanlara has işler yaparak hastalığın psikolojik etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Ancak gün geçtikçe rahatsızlığı depreşmekteydi. Bunu kendi de anlamış olacak ki Erzurum’a gitmek istedi. Erzurum, 581 582 BOA. 06 Ra 1333. Dosya No: 15 Gömlek No: 22 Fon Kodu: DH. EUM. KLU. Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 34-35. 206 donanımlı hastanelerin olduğu bir şehirdi. Ayrıca Hafız Hakkı Paşa’nın Balkan günlerinden beri tanıdığı yakın dostu Tahsin Bey, Erzurum Valisi idi ve onun yanında rahat edebileceğini düşünüyordu. Dr. İbrahim Tali Bey’inde onunla gitmesi hastalığının ciddi bir boyuta geldiğini gösteriyordu. Hafız Hakkı Paşa, Aziz Samih Bey’in de belirttiği üzere 5 Şubat 1915’te Erzurum’a gitti. Erzurum Valisi Tahsin Bey, aynı gün Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e telgraf çekerek Hafız Hakkı Paşa’nın Erzurum’a geldiğini, hasta olduğunu ve burada tedavisine başlandığını bildirdi.583 Vaziyetten haberdar olan devlet erkânı, Hafız Hakkı Paşa’nın sağlık durumuyla yakından ilgilenmeye başladı. Dâhiliye Nazırı Talat Bey, 6 Şubat 1915’te Tahsin Bey’e bir telgraf çekerek Hafız Hakkı Paşa’nın durumunu sordu.584 Tahsin Bey, bu telgrafa tedavisinin iyi gittiği yönünde bir cevap yazdı. Ancak 7 Şubat’ta Hafız Hakkı Paşa’ya Tifüs tanısı koyuldu. Tahsin Bey bugün için Dâhiliye Nezareti’ne verdiği raporda Hafız Hakkı Paşa’nın Tifüse yakalandığını, ateşinin 39,5 dereceye yükseldiğini, ancak genel durumunun iyi olduğunu ve hava değişikliğine ihtiyaç duyduğunu bildirdi. 585 Ancak bir gün sonra Hafız Hakkı Paşa’nın hastalığı ciddi bir boyuta geldi. Artık iyileşebileceğine dair hiçbir emare görülmüyordu. 8/9 Şubat gecesini ağrılar içinde geçirdi. Ateşi 39 derece dolaylarında idi. Nabzı ise 134’e yükselmişti. Tahsin Bey 9 Şubat’ta Dâhiliye Nezaretine telgraf göndererek Hafız Hakkı Paşa ile birlikte diğer hastaların içinde bulundukları kötü durumu ifade etti ve bir takım tıbbi malzemenin gönderilmesini istedi. Doktor ve ilaç eksikliği Tahsin Bey’i feryadın eşiğine getirmişti. Telgrafında kullandığı ifadeler bunu açıkça gösteriyordu: ‘’Cenab-ı Hak şifa versin. Artık bu millete acıyın. Vaziyet-i umumiye bizi cidden düşündürüyor.’’586 11 Şubat’ta umutlar iyice tükendi. Tahsin Bey’in bugünkü raporunda Hafız Hakkı Paşa’nın daha kötüye gittiği bildirildi.587 583 ‘’Hafız Hakkı Paşa ağırca hastalandığından bugün Erzurum’a geldi. İstirahat ve tedavisine son derece çalışılıyor. Şimdi yanında idim. İstirahatini ve rahatsızlığını arz etmekliğimi söylediler. ‘’ (BOA. 23 Kanun-ı Sani 1330. Dosya No:460 Gömlek No: 51 DH. ŞFR). 584 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 117. 585 ‘’Hafız Hakkı Paşa’nın hastalığının maatteessüf tifüs olduğu tahakkuk etti. Derece-i harareti otuz dokuz buçuktur. Ahval-i umumiyesi iyidir. Tedavisine pek ziyade itina ediliyor. Tifüsten kurtulanlar pek çokça istirahate muhtaç bir hal gösteriyorlar. Paşa’nın ifakatından sonra muhtaç-ı tebdil-i hava ve istirahat olması tabidir. Bu cihetle şimdiden Enver Paşa Hazretlerine arz lazımdır. Şimdi yanından geldim. Arz-ı ihtiram ediyor.’’ (BOA. 25 Kanun-ı Sani 1330. Dosya No: 460 Gömlek No: 91 Fon Kodu: DH. ŞFR. 01). 586 BOA. 27 Kanun-i Sani 1330. Dosya No: 460 Gömlek No: 91 Fon Kodu: DH. ŞFR. 02. 587 BOA. 29 Kanun-ı Sani 1330. Dosya No: 461 Gömlek No: 22 Fon Kodu: DH. ŞFR. 02. 207 Hafız Hakkı Paşa’nın son günleri hakkında önemli bilgiler edindiğimiz Aziz Samih Bey, Paşa’nın vefatını şöyle anlatır: ‘’11 Şubat’ta Tali Bey Erzurum’dan telefonla görüştü. Paşa’nın hastalığı ziyadeleşmiş. Tali Bey’i ümitsiz gördüm. Akşamüzeri 11. Kolordu Kumandanı, Ordu Komutanlığı Vekâletine geldi. 11/12 Şubat gecesi beni uyandırdılar. Telefona gittim. Menzil müfettişi Avni Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın alaturka saat iki buçukta vefat ettiğini ve nereye defnolunacağını Galip Paşa tarafında Enver Paşa’ya sorulmasını istedi. Galip Paşa’nın odasına giderek uyandırdım. Söyledim. Pek müteessir oldu, ağladı. Hâlbuki Hafız Hakkı Paşa’ya epeyce kızgın olduğunu biliyordum. 12 Şubat’ta merhumun Erzurum’da defnolunması için Enver Paşa’dan cevap geldi. Galip Paşa ve ekser karargâh zabitanı ile Erzurum’a gittik. Karskapısı’nda toprağa tevdi ettik. Siyah kaplı hatıra defteri vardı. Karargâhta buna her gün bir şeyler yazdığını görüyordum. Bu defterin Karargâh Kumandanı Yüzbaşı Cemal Bey tarafından zevcesi sultana götürülmesini vasiyet etmiş olduğunu söylediler.’’588 Hafız Hakkı Paşa’nın cenazesinin ilk olarak İstanbul’a gönderilmesi düşünülmüşse de bunun zorluğu dikkate alınarak vazgeçilmiş ve Enver Paşa’nın emriyle Erzurum’da defnolunmasına karar verilmiştir.589 Na’şı, Erzurum Hükümet Konağı önünde Ruslardan ele geçirilen bir top arabasına koyularak, Erzurum halkı, valilik çalışanları ve III. Ordu subaylarının katıldığı görkemli bir geçit töreninin ardından Karskapı Şehitliği’ne getirildi. Burada dini gerekleri yerini getirildikten sonra toprağa verildi. Bugün Karskapı Şehitliği’nde Hafız Hakkı Paşa’nın yanı sıra Mehmet Ali Paşa, Fosfor Mustafa Sıtkı Paşa, Cemal Paşa ve Gırebeneli Bekir gibi yakın dönemin önemli şahsiyetlerinin kabirleri bulunmaktadır.590 Hafız Hakkı Paşa’nın ölümüyle III. Ordu’ya kısa bir süreliğine 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa vekâlet etti. Daha sonra ordu komutanlığına Hafız Hakkı Paşa’nın sınıf arkadaşı Mahmut Kamil Paşa getirildi. Mahmut Kamil Paşa 15 Mart 1915’te Hasankale’ye gelerek göreve başladı.591 Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden bir yıl sonra karşı taarruza geçen Ruslar 16 Şubat 1916’da İslam âleminin kilidi sayılan Erzurum’u ardından da Trabzon ve Erzincan gibi doğunun önemli vilayetlerini işgal ettiler. 588 Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 35. BOA. 08. R. 1333. Dosya No: 71 Gömlek No:10 Fon Kodu: DH. EUM.2.Şb. 590 Konukçu, İki Mezar, 37. 591 Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 106-107. 589 208 Böylelikle Hafız Hakkı Paşa’nın defalarca önlem alınması gerektiğini ifade etiği tehlike gerçekleşmiş bulunuyordu. 3.8.1. Hafız Hakkı Paşa’nın Ölümünün Yakın Çevresinde Meydana Getirdiği Yankılar Hafız Hakkı Paşa’nın ölümü yakın arkadaşları ve ailesi arasında derin üzüntülere yol açmıştır. İTC’ye girdiğinden beri tanıdığı ve Meşrutiyet’in yeniden ilanı için ortak mesaide bulunduğu dava arkadaşı Talat Bey, 16 Şubat 1915’te Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalik Bey’e çektiği bir telgrafta, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden duyduğu üzüntüyü şu sözlerle dile getirmiştir: ‘’Hafız Hakkı Paşa’nın gaybubet-i ebediyesi meziyet-i şahsiye ve hamiyet-i askeriyesi itibariyle vatan için gayr-ı kabil-i telafi zayiattan ma’duttur. Ordunun o afüvv, cevval ve kıymettarının, o muazzez kardeşimizin ziyaına ağlamamak, müteessir olmamak elde değildir. Ancak biz ölmeliyiz ki millet ve memleket yaşasın.’’592 Diğer bir arkadaşı Ali İhsan Bey ise Sarıkamış Felaketi’ne sebep olması itibariyle Hafız Hakkı Paşa’ya kızmakla birlikte onun genç yaşta ölümüne oldukça üzülmüş ve bu üzüntüsünü şöyle ifade etmiştir: ‘’Sadece vatanın yükselmesi feragatle çalışmış, fakat yanılmış olan bu kıymetli, vatansever, temiz, mefkûreci ve bir kahraman gibi ölmüş şehidi hürmetle anmak borcumuzdur. Erzurum, bu şehidin mezarını aguşunda tutmakla iftihar edebilir. Çünkü o, askerine yardım ederken feragatle çalışmış ve bu yolda şehit düşmüştür. Mukadderat, ona ezeli düşmanımızla çarpışırken askeri arasında şehit olmayı nasip etmiştir.’’593 Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünün eşi Behiye Sultan’a duyurulup duyurulmamasıyla ilgili tereddüt yaşanmıştır. Enver Paşa 16 Şubat 1915’te Erzurum Vilayeti ’ne gönderilmek üzere kaleme aldığı şifrede, ‘’Hafız Hakkı Paşa’nın ziyaından mütevellit teessürüm pek azimdir. Müşarünileyhin ziyaını şimdiden Sultan Hazretlerine ihbar eylemek münasip olmadığından şimdilik şu sırada biraz rahatsız bulunduğu ve on-on beş gün sonra da rahatsızlığının arttığı yolunda cevaplar verilmek ve bir-bir buçuk ay sonra da münasip veçhile keyfiyet-i vefatı ihbar edilmek muvafıktır ona göre ifayı icabı temenni olunur’’ demek suretiyle hem Harp Okulunda aynı sıraları paylaştığı dava 592 593 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 118. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 316-317. 209 arkadaşı Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirmiş hem de bu durumdan bir-bir buçuk ay sonra eşi Behiye Sultan’ın haberdar edilmesini istemiştir. Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın ölüm haberi ile birlikte Sarıkamış Felaketi’nin İstanbul’da duyulacağından endişe duyarak böyle bir tedbire başvurmuş olabilir.594 Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünün ardından Ordu Komutanlıklarına gönderdiği Tamimde ise bu üzüntüsünü şu sözlerle dile getirmektedir: ‘’Üçüncü Ordu Kumandanı Hafız Hakkı Paşa mevki’-i harbde, vazifesi başında hastalanarak vefat etti. Fart-ı zekâ ve dirayetini, şecâat ve fedakârisini, vatanına muhabbetini her vesile ile ispat etmiş, nezaket ve tevazuuyla, mezaya-ı ahlâkiyesiyle kendisini herkese sevdirmiş olan Hafız Hakkı Paşa’nın vefatıyla Osmanlı ordusu cidden mühim bir ziya’ karşısında bulunuyor. Müşarünileyhin vatanına daha pek ali hizmetler ifa edecek bir çağda, hayatının en cevval bir devresinde uful-i nagehani ve ebdiyesiyle pek müteessir bulunuyorum. Kendisinin fırat-ı mümtazesini, iktidar ve şecia’atını görüp işitmiş, ne müstesna bir cevher-i fetanet ve deha olduğunu idrak eylemiş olan her Osmanlı zabitinin de bu güzide kumandanın irtihalinden mütevellid teessüratıma pek samimi bir suretde iştirak edeceğinden eminim. Tarih-i askerimiz menakıb-ı askeriye ve vatan-perveranesini ahlafa e’azım-ı eshab-ı seyf arasında hiç şüphesiz Hafız Hakkı Paşa’ya da bir mevki-i tazim ve ihtiram tahsis edecek ve bu şehid-i muhteremin hatıra-i mübeccelesi Osmanlı ordusunda ebediyyen takdir ve sitayişlerle yâd olunacaktır. Vatanı uğrunda fedayı can ederek silah arkadaşlarına müessir bir numune-i imtisal ihzar eden müşarünileyhin ruh-ı muazzezine karşı medyun bulunduğumuz hürmet ve tazimi göstermek için bilcümle kıtaat ve mevakii askeriyede süre-i Yasin-i Şerif tilavet mesubatının ruh-ı müşarünileyhe ihda ve ithaf ve rahmet ve gufran-ı İlahinin isticlab olunmasını tavsiye ederim.’’595 Behiye Sultan’ın, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünü kesin olarak ne zaman öğrendiği bilinmemektedir. Kaynaklardan anlaşıldığı üzere Hafız Hakkı Paşa’nın ölüm haberi ilk önce Sultan Reşat’a iletilmiş, Sultan Reşat da bir muhasip aracılığı ile birkaç gün veya Enver Paşa’nın öngördüğü şekilde birkaç ay sonra Behiye Sultan’ı durumdan haberdar 594 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 119. Harp Mecmua’sı (Kasım 1915-Haziran 1918), Çeviriyazı: Faruk Önal-Selman Soydemir-Kemal Erkan-Ahmet Temiz-Ömer Faruk Yılmaz-Ahmet Uçar, TTK, Ankara 2015, 30. 595 210 etmiştir. Behiye Sultan’ın yeğeni Şehzade Ali Vasıb Efendi, bu haberin kendilerine tebliğini ve bunun karşısında Behiye Sultan’ın verdiği tepkiyi şöyle anlatmaktadır: ‘’Pek az bir zaman sonra eniştem, Erzurum hastanelerini ziyaret ediyor. Bu binlerce insanı öldüren lekeli hummaya tutuluyor ve nihayet Şubat 1915’te Erzurum’da vefat ediyor ve orada medfundur. Vefatından birkaç gün evvel kendisinden telgraf almıştım. Telgrafında bana –inşallah gelirsiniz ve Kafkasya’yı gezdiririm- yazılıydı. Bu haber-i elimi alında hepimiz pek müteellim olmuştuk. Sultan Reşat, Behiye Halama bir muhasip aracığı ile eniştemin vefatını tebliğ etti. Halam teessürün şiddetiyle, hissi buhranı neticesi, yıldırımla vurulmuş gibi bir hale geldi. Siyahlara bürünüp odasının bir köşesinde ağzını açmayarak ve bir kelime söylemeden dalgın dalgın günlerce, haftalarca yemek yemeği istemedi. Sadık doktorumuz Avni Bey sabahtan akşama kadar halamın yanında olanca kuvvetiyle halamı depresyondan kurtarmaya çalışıyor ve zor ile bazen birkaç lokma bir şey yedirebiliyordu. Peder, büyükannem ve ben de arada gidip halamın karşısında oturuyorduk.’’596 Yine Şehzade Ali Vasıb Efendi’nin aktardığına göre Talat Bey, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden sonra, yakın arkadaşının hatırasına hürmeten sık sık Behiye Sultan’ı ziyaret etmekteydi. Bu ziyaretler haremlik-selamlık şeklinde gerçekleşiyor ve bir aracı vasıtasıyla selamlar iletildikten sonra Talat Bey evin erkekleri ile sohbet ediyordu. Talat Bey’in Behiye Sultan’ı son ziyareti Mondros Mütarekesi’nden hemen önce olmuş ve mütareken sonra da Dâhiliye Nazırlığının ardından geldiği Sadrazamlık makamından istifa edip yurt dışına gitmiştir.597 596 597 Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 83. Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 83. 211 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ESERLERİ VE HAKKINDA YAZILANLAR 4.1. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ESERLERİ Hafız Hakkı Paşa yetenekli ve cesur bir asker olduğu kadar ayrıca iyi bir yazar ve hatiptir. ‘’Şurayı Ümmet’’ ve ‘’Tanin’’ gazetelerinde ‘’Vicdani’’ takma adı ile veya imzasız olarak kaleme aldığı askeri ve milli içerikli makaleleri bulunmaktadır. Bunların sayısı oldukça azdır. Yoğun bir şekilde orduyu gençleştirme düşüncesinin propagandasının yapıldığı bu makalelerin dışında birkaç eseri daha bulunmaktadır. Bilinen ilk eseri ‘’Şanlı Asker (Ali Çavuş)’’dir. 1911 yılında kaleme alınan bu eser, hikâye türündedir ve askere öğüt niteliği taşımaktadır. Bir diğer eseri ‘’Bozgun’’ ise Balkan Savaşlarının hemen sonrasında 1913 yılında basılmıştır. Bu eserde; askeri bozgunluğun tarihi, sebepleri ve çözümleri üzeri üzerinde durulmaktadır. Bunların dışında bir de günlüğü bulunmaktadır. 26 Ekim 1914-23 Ocak 1915 tarihleri arasını kapsayan ve yakın tarihimizin önemli olayları ve meseleleri üzerinde aydınlatıcı bilgiler veren bu günlük, Gazeteci-Yazar Murat Bardakçı tarafından yayına hazırlanarak 2014 yılının Aralık ayında okuyuculara sunulmuştur. Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden sonra devlet ilginç bir şekilde bu günlüğünün peşine düşmüştür. Talat Bey 20 Şubat 1915’te mahrem sıfatıyla Erzurum Vilayeti ‘ne bir telgraf çekerek 40 sayfalık muhtıra adıyla bahsettiği bu günlüğün postaya mı verildiğini yoksa vilayet nezdinde mi muhafaza edildiğini sordu. Bu telgrafa ne şekilde cevap verildiği bilinmemektedir.598 Talat Bey ve diğer devlet erkânının, kendileri ile ilgili olumsuz bir söz ve ya devletin mahremiyetini ifşa edecek herhangi bir bilginin mevcut olduğunu düşünerek bu günlüğün peşine düşmüş olmaları muhtemeldir. Ancak bu günlüklerde birçok meselesiyle ilgili önemli bilgiler bulunmakta birlikte devlet erkânını kaygıya sevk edecek herhangi bir olumsuz ifade yer almamaktadır. Nitekim daha sonra Talat Bey de bu gerçeğin farkına varmış olacak ki günlüklerin peşine düşmeyi bırakmış ve Hafız Hakkı Paşa’nın özel eşyalarıyla birlikte günlüklerinin de ailesine iadesi için gerekli çalışmaları başlatmıştır. 598 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 122. 212 Bu günlüğün varlığından sadece Talat Bey haberdar değildir. Şerif Bey 1922 yılında kaleme aldığı ‘’Sarıkamış’’ adlı eserinde o gün için nerede olduğu bilinmeyen bu günlükten bahsetmekte ve ortaya çıkması halinde Osmanlı Devleti’nin savaşa girişiyle ilgili birçok muğlak noktanın aydınlığa kavuşacağını bildirmektedir. Şehzade Ali Vasıb Efendi de hatıralarında böyle bir defterin var olduğundan, ancak halası Behiye Sultan’ın bu defterin bir kısmını zayi ettiğinden bahsetmektedir.599 Behiye Sultan’ın bir kısmını tahrip ettiği defterin Murat Bardakçı tarafından yayınlanan ‘’Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü’’ adlı eser olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Aynı defterin olması halinde bugün elimizde mevcut olan eserin eksik olduğu söylenebilir. Bu halde hangi kısımlarının neden yok edildiği merak konusudur. Eğer bahsedilen başka bir defter ise bu sefer Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğünün dışında hatıra ve ya yine günlük türünde bir eserinin daha olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. İki defterden meydana gelen günlüklerin Behiye Sultan’a intikal şekli kesin olarak bilinmektedir. Aziz Samih Bey hatıralarında, Hafız Hakkı Paşa’nın ölmeden önce Karargâh Komutanı Yüzbaşı Cemal Bey’e defterini Behiye Sultan’a götürmesi için vaziyette bulunduğunu yazmaktadır. Günlük defteri bu kanalla Behiye Sultan’a ulaşmıştır.600 Nitekim bu bilgiyi arşiv belgeleri de doğrulamaktadır. Erzurum Valisi Tahsin Bey 21 Şubat 1915’de Dâhiliye Nezareti’ne çektiği telgraf şöyledir: ‘’Merhum müşarünileyhin vasiyeti mucibince iki hatıra defteri Yüzbaşı Cemal Efendi’ye bil teslim ailesi Sultan hazretlerine verilmek üzere bir hafta evvel İstanbul’a gönderilmiştir.’’601 Bununla birlikte Hafız Hakkı Paşa, Bozgun adlı eserinde bugün mevcudiyeti bilinmeyen iki eserinden daha bahsetmektedir. Bunlar; ‘’Dertler ve Devalar Trakya Darü’l Harbinde’’ ile ‘’Yiğitlik ve Birlik’’ adlı eserleridir. Ordunun hali kısmında (*) işareti ile verilen dipnotta şu bilgiler yer almaktadır: ‘’Bu hususta Yiğitlik ve Birlik adlı eserimde etraflı izahat olduğundan burada kısa geçilecektir. Eser, zaman müsait olursa, yakında neşrolunacaktır.’’602 Bu bilgilerden eserin yayınlanmadığı sonucu çıkmaktadır. Dertler ve Devalar-Trakya Darü’l Harbinde adlı eserin ise bir külliyat olduğu ifade edilmektedir. Bozgun’un ‘’Seferberlik’’ bahsinde verilen şu dipnottan bu eserin 599 Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 83. Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 35. 601 BOA. 08 Şubat 1330. Dosya No: 462Gömlek No:48 Fon Kodu: DH. ŞFR. 01. 602 Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, 95. 600 213 yayınlandığı anlaşılmaktadır: ‘’Dertler ve Devalar külliyatının Trakya Darü’l Harbinde eserime bak.’’603 Hafız Hakkı Paşa’nın Harp Mecmuası’nda yer alan kısa biyografisinde Yiğitlik ve Birlik adlı eserin Bozgun’a ek olarak yazıldığı ve basılmadığı ifade edilmektedir.604 Yakın dönemin aydın şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilen Hafız Hakkı Paşa eserlerinde gayet sade ve anlaşılır bir dil kullanmaktadır. Bunun yanı sıra eserlerini kaleme alırken birçok yerli ve yabancı yazarların kitaplarından faydalanmıştır. Bunlar daha çok askeri tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe ve antropoloji alanlarında kaleme alınmış eserlerdir. 26 Şubat 1909’da Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakını protesto için Sultan Ahmet Camisi’nin avlusunda düzenlediği mitingde yaptığı ateşli konuşma ise hatip kişiliğinin açıklanması bakımından iyi bir örnektir.605 Hafız Hakkı Paşa 1913’ün sonlarında Harbiye Nezaretince yasak gelmesi üzerine Şurayı Ümmet ve Tanin gazetelerindeki makale yazımlarına son vermek zorunda kalmıştır. Bu sıralarda genç bir gazeteci olan Falih Rıfkı (Atay) daha sonradan kaleme aldığı ‘’Zeytindağı’’ adlı eserinde bu olaya temasla şunları söylemektedir: ‘’Tanin Gazetesinde çalışıyordum. İzzet Paşa, Harbiye Nazırı, Cemal Bey İstanbul Muhafızıdır. Her şeyi büyük ve yeni bir Osmanlı Ordusundan ve orduyu kendi gençliğinden bekliyorduk. Az süren bir Tanin gençliği vardır. Hafız Hakkı’nın, ‘Ordu ve Gençlik’ yazıları, parti gazetesinin işte o politikacılık günlerinde çıkmıştır. Bir gün Harbiye Nezaretinden ‘Vicdanı’ imzalı ‘Ordu ve Gençlik’ makalelerini yasaklayan bir emir geldi. Son müsveddesini çantasına koyarak bize veda eden Hafız Hakkı –kalemle yapamadıklarımızı silahla yapacağızdiyordu. Arkasından ve şevk ile bakakalmıştık. O zamanın gençliği, çabuk sever, çabuk inanır ve bağlanırdık.’’606 603 Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, 153. Harp Mecmua’sı, 11. 605 Konukçu, İki Mezar, 55. 606 Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Pozitif Yayınevi, İstanbul 2008, 32. 604 214 4.1.1. Şanlı Asker (Ali Çavuş) Kurmay Binbaşı Hafız Hakkı Bey’in I. Kolordu Kurmay Başkan Vekili Görevinde bulunduğu sırada kaleme aldığı Şanlı Asker (Ali Çavuş)607 ilk kez 1911 yılında ‘’Tanin Matbaası’’ tarafından Osmanlıca olarak basılmıştır. O yıllarda birçok baskısı çıkan eser günümüz Türkçesine ise Mehmet Açıkgözoğlu tarafından aktarılarak, 1973 yılında Sinan Yayınevi’nden çıkan baskısıyla yeniden okuyuculara sunulmuştur. Ardından 1975 yılında Bedir Yayınevi ve 1994 yılında ise Genelkurmay Basımevi’nden birer baskısı daha çıkmıştır. Zaten sade bir dille yazılmış olan eserde çok fazla bir değişiklik yapılmamıştır. Balkan Savaşlarının hemen öncesinde hikâye türünde kaleme alınan bu eserin ana teması ‘’itaat ve cesaret’’ kavramlarıdır. Hikâyenin başkahramanı Manastırlı Ali Çavuş’tur. Eserde 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumeli Cephesi ağırlıkta olarak anlatılmaktadır. Anadolu Cephesi’ne de kısmen değinilmiştir. Eserin kaleme alınmasında güdülen temel gaye savaşta uyulması gereken birçok askeri kuralı okuyuculara aktarmaktır. Bu yüzden yazar eserinin özellikle askerler tarafından okunup, anlaşılmasını istemektedir. Tüm bu kurallar usta bir Osmanlı askeri olan Ali Çavuş’un Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki tecrübelerine dayandırılmış ve birinci bölümde olaylar onun ağzından anlatılmıştır. Eserin dili oldukça sadedir. Cümleler kısa ve açık, ancak anlatım sıkıcıdır. Hikâyenin ana karakteri dışındaki karakterler sınırlı ve siliktir. Mekân tasviri oldukça azdır. Yine durum tasviri ve psikolojik tahlillere de pek yer verilmemiştir. Eser çok basit kurgular üzerinde şekillenmiştir. Kuvvetli bir anlatımdan yoksundur. Eserde baş düşman olarak görülen Ruslara karşı duyulan nefret defalarca dile getirilmiştir. Buna karşı Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş devri padişahlarına karşı aşırı bir saygı ve sahiplenme durumu söz konusudur. Eser kısa bir girişin ardından yayıncı ve yazara ait iki farklı önsöz ve iki ana bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde; Hafız Hakkı Paşa’nın kısa bir biyografisi verilerek, eser hakkındaki olumlu izlenimler aktarılmıştır. Özellikle bir asker olan Hafız Hakkı Paşa’nın yazar yönü üzerinde durulmuş ve diğer eserleri hakkında bilgi verilmiştir. 607 Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker (Ali Çavuş), Yay Haz: Mehmet Açıkgözoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1975. 215 Yayıncının algısında Hafız Hakkı Paşa, donanımlı bir asker olduğu kadar iyi bir yazar ve hatiptir. Yayıncıya ait önsözde; yeni neslin ecdadını tanıması ve her zaman düşmana karşı uyanık olması gerektiği vurgusu yapılarak, eserin bu hususları öğrenip anlamaya yönelik olduğu ifade edilmiştir. Yayıncı özellikle ezeli Türk-Rus düşmanlığına temas ederek, tarih boyunca Türk toprakları ve Türklük üzerinde kötü emelleri olan Rusların hiçbir zaman Türklere dost olamayacağını belirtmiş ve eserin Latin alfabesiyle yeniden basıldığı yıllarda Türkiye için büyük bir tehdit olan Komünizm tehlikesine karşı gençleri uyarma gayretine girmiştir. Bu akıma tabi olanlara karşı ise ağır ithamlarda bulunarak milliyetçi-mukaddesatçı bakış açısını ortaya koymuştur. Yazara ait önsözde ise eserin ana teması olarak ifade edilen itaat ve cesaret kavramları üzerinde durulmuştur. Yazar bu iki özelliğin aynı anda bir askerde olması gerektiğini vurgulamaktadır. İkisinden birinin eksik olması halinde diğerinin tek başına mevcut olmasının hiçbir anlam ifade etmediğini belirtmektedir. Bu kısımda bu iki kavram hakkında sarf edilen şu sözler dikkat çekicidir ve aynı zamanda eserin özeti niteliğindedir: ‘’Askerlik ruhu itaat ile cesarettir. İtaat, barışta, savaşta tereddütsüz itaat. Şarapnel, kurşun altında sessizce bir itaat. Amirin iyi, kötü her emrine itaat. Kanuna, nizama, talimnameler hükümlerine yalnız kışlada, yalnız talim meydanlarında değil düşman karşısında mermiler altında tam bir itaat. Benim itaat sözünden anladığım işte budur. Şanlı Osmanlılığın kanındaki itaat da budur. Cesaret, barışta, savaşta hakiki gayenin temini hususunda mesuliyeti, ölümü küçük görerek, iyi iş görmek için lazım gelen çelikten bir dimağ ve demirden bir kalp. Kurşun yağmuru altında ateşi daha ileri götürmek, biran evvel kılıcı düşmanın kafasına vurmak, süngüyü düşmanın böğrüne saplamak, şanlı bayrağımızı düşman mevkiine dikmek için ateşli bir arzu.’’ Bu bölümde yazar son olarak kitabın kısa bir tanıtımını yapmıştır. Kaç bölümden oluştuğu, konusu ve geçtiği mekânlarla ilgili bilgi vermiştir. Ayrıca yazar ‘’bu kitapta takip ettiğim emel, milletimizin zaten kanında bulunan bu iki kuvveti faydalı bir surette temenni etmektir. ‘’ demek suretiyle kitabı yazış amacını ortaya koymuştur. 216 Birinci bölümde; Süleyman Paşa ordusu ile 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na katılan Ali Çavuş’un ağzından Zağra ve Şıpka Savaşları anlatılmaktadır. Ali Çavuş, yazarın tasviriyle; Manastır’ın Lera Köyü’nden uzun boylu, aksakallı, nur yüzlü, geniş omuzlu, aslan gibi bir Osmanlıdır. Osmanlı-Rus Savaşı’nda otuz-otuz beş yaşlarında iken orduya girmiş, Zağra ve Şıpka Savaşlarında onbaşı ardından da çavuş olarak bulunmuştur. Yazarın Ali Çavuş ile ahbaplığı Manastır’da eşkıya ile mücadele ettiği dönemlere tesadüf eder. Ali Çavuş her hafta pazara gelirken sabahleyin talim meydanına uğrar ve eğitimleri yakından takip eder. Yazar tamamıyla gerçek bir karakter olduğunu ifade ettiği Ali Çavuş ile bu sayede tanışır ve fırsat buldukça 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na dair hatıralarını dinlemeye ve kaydetmeye başlar. Yazar dürüst ve sözüne güvenilir bir kişi olarak nitelediği Ali Çavuş’un anlattıklarıyla hap okulunda öğrendiği askeri kuralları bir araya getirerek askere öğüt niteliği taşıyan bu eseri kaleme alır. Eserde güdülen temel gaye, barışta ve seferberlikte askerin uyması gereken kuraları en faydalı şekilde anlatmaktır. Akılda daha iyi kalmasını sağlamak için eser hikâye türünde kaleme alınmıştır. Temel vurgu daha önce de ifade edildiği gibi itaat ve cesarettir. Bu özellikler sayesinde geçmişte büyük zaferler elde etmiş olan Osmanlı ordusu, bugünde ancak cesaretin mevcudiyeti ve erlerin kayıtsız şartsız komutanların verdikleri emirlere itaat etmeleri ile yeni zaferler elde edilebilir. Ali Çavuş her yönüyle mükemmel bir Osmanlı askeri olduğu için hikâye onun ağzından anlatılmıştır. Bu bölümün ilk kısmında seferberlikten önce ve seferberliğin ilan edildiği sırada askerin uyması gereken kurallar üzerinde durulmuştur. Buna göre bir Osmanlı askeri her zaman fiziken ve ruhen savaşa hazır olmalıdır. Savaşta kendisine lazım olacak olan iç çamaşırlarını, kıyafetlerini ve potinlerini hazır tutmalıdır. Seferberlik ilan edildiği andan itibaren ise bir an bile beklemeden ve hatta yakınlarıyla dahi vedalaşmadan hemen çağrıya kulak vermeli, birliğine gitmelidir. Aksi takdirde düzensizlik olur ve ordu daha sefere çıkmadan mağlup hükmüne girer. İkinci kısımda ise seferberlikte askere lazım olan teknik bilgiler ve bir Osmanlı askerinde bulunması gereken ahlaki özellikler sıralanmıştır. Askerin rakamları bilmesinin önemi, kullandığı tüfekle ilgili teknik detaylar, taarruz, yürüyüş ve gece muharebelerinde dikkat edilmesi gereken hususlar, salgın hastalıkların çıkış şekli ve bu hastalıklara yakalanmamak için alınması gereken önlemler, grup halinde yürümenin önemi, cephanenin boşa harcanmaması, atış yöntemleri vb. konular üzerinde ayrıntılı 217 bilgiler verilmektedir. Ayrıca savaş hukuku üzerinde de özellikle durulmaktadır. Cephede yaşananlar Ali Çavuş’un ağzından anlatılmaktadır ve tüm bu kurallar onun askerlik hayatı boyunca edindiği tecrübelerine, çıkarımlarına ve komutanlarından öğrendiklerine dayandırılmaktadır. Askerin ahlaki özellikleri üzerinde ise ayrıca durulmaktadır. Yazara göre bugünün Osmanlı askeri ‘’şanlı babalarımız’’ şeklinde tabir ettiği atalarına benzemelidir. Tüm zorluklara rağmen düşman karşısında ilerlemekten çekinmemelidir. ‘’ileri, daima ileri’’ sloganı defalarca tekrarlanmaktadır. Yazara göre; geri çekilen asker ahlaki bakımdan noksandır ve her türlü cezaya müstahaktır. Ele geçirilen mevzi asla terk edilmemelidir. Ancak ve ancak komutanın emriyle geri çekilmek söz konusu olabilir. Komutan her ne emir verirse muhakkak doğrudur anlayışı hâkimdir. Bunun yanı sıra komutanlarda bulunması gereken özellikler de sıralanmıştır. Buna göre; savaş sırasında subaylar askerleri cesaretlendirmeli, onların savaş şevkini arttırıcı sözler söylemeli ve askerine baba şefkati ile yaklaşmalıdır. Komuta asla boş bırakılmamalıdır. Komutanın şehit olması halinde çavuşlar, çavuşlarında aynı akıbete uğraması halinde onbaşılar ve nihayet cesur erler komutayı devralmalıdırlar. Eserde Ali Çavuş’un yanı sıra Mülazımıevvel Halil Efendi adında bir şahıs zikredilmektedir. Halil Efendi, Ali Çavuş’un komutanıdır. Henüz on dokuz-yirmi yaşlarında bir Osmanlı subayıdır. Ancak sahip olduğu meziyetler bakımından tecrübeli bir komutandan farksızdır. Halil Efendi bütün komutanlarda bulunması gereken ahlaki ve teknik donanımlara sahiptir. Nitekim askeri önünde kahramanca düşmana taarruz ederek şehit olmuştur. Yazar muhtemelen Halil Efendi adındaki kahramanı babası Mülazımıevvel Hacı Halil Efendi ile özleştirmiştir. Nitekim isim ve rütbe itibariyle iki şahıs da örtüşmektedir. Birinci bölümün sonunda itaat ve cesaret sahibi olan Osmanlı askeri tüm zorluklara rağmen Zağra ve Şıpka Savaşlarından galibiyetle çıkar ve savaş boyunca en önde giderek büyük kahramanlıklar sergileyen Ali Çavuş (bu zamana kadar onbaşı) bizzat Başkumandan tarafından gümüş nişanla ödüllendirilir ve çavuşluğa terfi ettirilir. Böylelikle en zor dönemlerde dahi itaat ve cesaret sahibi askerlerle büyük zaferler kazanılabileceği yapılmaktadır. ve kahraman askerin muhakkak ödüllendirileceği vurgusu 218 İkinci bölümde ise 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı içinde önemli yeri olan Plevne Müdafaası, Lofça ve Arabakonak Savaşları ile Anadolu Cephesi’nden kısaca bahsedilmektedir. Ali Çavuş bu bölümde ortadan kaybolmaktadır. Olaylar bizzat yazarın ağzından anlatılmaktadır. Bunun dışından verilmek istenen mesaj ilk bölümdekiyle aynıdır. Öğüt verme ve askeri kuralları sıralama anlayışı devam etmektedir. Bu bölümde tarihi olaylar hakkında bilgi verilmekle birlikte tarih metoduna özen gösterilmemiştir. Oldukça yüzeysel ve dağınık bir anlatım söz konusudur. Çoğu kez olaylar tarih verilmeden anlatılmıştır. Olayların genel seyrinden çok bunların içinden öğüt çıkarılacak hadiselerin aktarılmasına özen gösterilmiştir. Bunun içindir ki askeri tarih yazımlarında görülen birliklerin vaziyeti, mevcudu ve komuta kademesine dair bilgiler bu eserde yer almamaktadır. Bununla birlikte bu bölümde eser hikâye vasfını kaybederek bir tarih kitabı olma özelliğine kavuşmaktadır. Bu da eserin genel türünü ortaya koymayı zorlaştırmaktadır. Bu bölümde; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yıldızları parlayan Gazi Osman Paşa ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa, askeri ve ahlaki yönlerden övülerek ideal birer komutan olarak tasvir edilmektedir. Savaş Ruslar tarafından kazanılmasına rağmen, yazar eserinde sadece Türklerin galip geldiği çarpışmalardan bahsetmektedir. Masa başındaki yenilgiye değinilmemektedir. Bu yüzden eseri okuyan bir kimse savaşın Türkler tarafından kazanıldığını düşünebilir. Bu bölümde ayrıca Arnavut ve Boşnak gibi farklı unsurların hizmetlerine değinilerek ‘’Osmanlıcılık’’ vurgusu yapılmaktadır. Yazarın son vurgusu ise askerin kesinlikle din ve devlet işlerine karışmaması, dinine hürmet etmesi ve devletine körü körüne bağlı olması yönündedir. Eser, Aziziye Tabyaları’nda yapılan kahramanca çarpışmalar sonucu Rusların Erzurum’dan çekilmesi hadisesiyle biter. Çok ilginçtir ki yazar, ismini tarih kitaplarından bildiği bu bölgeye kısa bir müddet sonra bizzat gitmiş ve örnek bir kumandan olarak tasvir ettiği Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın düşmanla mücadele ettiği bu topraklarda ilk önce kolordu ardından da ordu komutanı olarak yine aynı düşmana karşı mücadele vermiştir. Diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserinden de Hafız Hakkı Paşa’nın dünya görüşüyle ilgili birçok bilgi edinmekteyiz. Asker olduğu kadar yazar ve hatip kişiliği ile de ortaya çıkan ve yakın arkadaşları tarafından ahlakı ve bilgisi sıklıkla övülen Hafız Hakkı Paşa, şiddetle Osmanlı toplumunun ilerlemesini ve hak ettiği seviyeye yükselmesini istemektedir. Bu yüzdendir ki Osmanlı Devleti’nin bütünlüğüne kast eden 219 düşmanlara karşı yoğun bir nefret beslemektedir. Bunların başında ‘’Moskoflar’’ olarak tabir ettiği Ruslar gelmektedir. Hafız Hakkı Paşa kendisinin de ifade ettiği üzere son üç yüz yılda meydana gelen Türk-Rus savaşlarına dair birçok eser okumuş ve bir takım çıkarımlarda bulunmuştur. Hayatını bu ezeli düşmanı bir gün mağlup etmeye ve Rusların esareti altında bulunan Türkleri ve Müslüman olan diğer kavimleri hürriyetlerine kavuşturmaya adayan Hafız Hakkı Paşa bu fırsatı Sarıkamış’ta yakalamış ancak başarılı olamamıştır. Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Seferi’ni ısrarla istemesi ve bu yönde Erzurum’dan olumlu raporlar göndermesinin ardında yatan temel gerçek Ruslara karşı duyduğu bu derin nefret duygusu olsa gerek. Bu eserden Hafız Hakkı Paşa adına çıkarılabilecek diğer özellikler, tarihe olan ilgisi ve atalarına karşı duyduğu derin saygı ve özlemdir. Türkçü-İslamcı bakış açısıyla meselelere bakan Hafız Hakkı Paşa tarihe oldukça meraklıdır. Eserin içinde Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ne ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına değin birçok tarihi olay ana çizgileri ile aktarılmış ve özellikle kuruluş ve yükseliş devri padişahlarına karşı yüceltici ifadeler kullanılmıştır. Son olarak bu eserden Hafız Hakkı Paşa’nın memleket özlemine dair bir takım çıkarımlar yapmak mümkündür. O gün için hala Osmanlı idaresinde bulunan ancak kısa bir süre sonra elden çıkan, doğup büyüdüğü şehir olan Manastır’ı şöyle tasvir etmektedir: ‘’Manastır, esir Rumeli’nin göbeğinde büyük kışlaları, camileri, çağlayanları, zümrüt gibi yeşil ovalarıyla pek güzel bir Türk şehridir.’’ Hafız Hakkı Paşa, eserin çeşitli yerlerinde Rumeli’nin bir kısmının elden çıkışından duyduğu üzüntüyü dile getirmiş ve bu toprakların düşman işgalinden kurtulmasını sonraki nesillere en birinci ödev olarak bırakmıştır. 4.1.2. Bozgun Erkânıharp Binbaşısı Hafız Hakkı Bey’in Balkan Savaşlarının hemen sonrasında kaleme aldığı Bozgun608 ilk olarak 1913 yılında Tüccarzade İbrahim Hilmi Efendi’nin naşirliğinde Matbaa-i Hayriye ve Şürekâsı tarafından Arap harfleriyle olarak basılmıştır. Tercüman yayınları tarafından ise günümüz alfabesine aktarılarak, 1001 Temel Eser serisi içerisinde günümüz okuyucularına sunulmuştur. 608 Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, Tercüman Yayınları, İstanbul 1972. 220 Askere öğüt niteliği taşıyan bu eserde; askeri bozgunluklar, tarihi örnekleri ve nedenleri ile birlikte anlatılmaktadır. Bozguna uğrayan erlerin ve birliklerin ruh hallerini çok iyi tahlil eden yazar aynı zamanda toplum psikolojisi ve toplumda görülen bozgunlukları da eserinde incelemektedir. Yazar, gelişmiş, geri kalmış bütün toplumlarda görülen bozgunun tam manasıyla engellenmesinin imkânsız olduğunu belirtmekle birlikte bunu asgari seviyeye indirmenin mümkün olduğunu ifade etmektedir. Eser bu amaca hizmet etmek için kaleme alınmıştır. Derin bir tarih bilgisi ve entelektüel birikimle kaleme alınan bu eserde, yazar iyi bildiği birkaç yabancı dil sayesinde Avrupalı yazarların eserlerinden faydalanmıştır. Darwin’in ‘’İnsanın Türeyişi (İnsanın Menşei)’’, Gustave Le Bon’un ‘’Kitleler Psikolojisi (Ruhü’l Cemaat)’’, II. Mahmut döneminde Osmanlı Devleti’nde görev yapmış olan Alman Helmuth Von Moltke’nin ‘’1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’’, Herbert Spencer’in ‘’A system Of Synthetic Phliosophy’’, Miralay Emil Pekoloyf’un ‘’Harpte Panik’’ ve Bronsart Von Schellendorff’un ‘’Japon Ordusunda Altı Ay’’ ve General Martinof’un ‘’Rus Hezimetlerinin Sebepleri’’ gibi eserler incelenmiş ve yer yer bu eserlerden alıntılar yapılmıştır. Bunların yanı sıra Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın ‘’III. Kolordu’nun Muharebatı’’, Mehmet Arif Bey’in ‘’Başımıza Gelenler’’ vb. yerli eserlerden de faydalanılmıştır. Eserde metodolojiye dikkat edilmemiştir. Konu bütünlüğü söz konusu değildir. Bu durumun farkında olan yazar ‘’eserde usulden çok faydanın amaç edildiğini’’ söyleyerek bu açığı örtmeye çalışmaktadır. Eserin dili oldukça sadedir. Bu yüzden elimizdeki baskısında çok fazla bir sadeleştirme gayretine girilmemiştir. O dönemlerde yeni yeni filizlenmeye başlayan öz Türkçe hareketine sahip çıkan yazar, Arapça, Farsça ve diğer yabancı dillerden dilimize girmiş olan kelimeleri oldukça az kullanmaya dikkat etmiştir. Söz gelimi yazar, o dönemlerde eserlerin giriş kısımlarını belirtmek için kullanılan ‘’Medhal’’ kelimesi yerine öz Türkçe olan ‘’Başlangıç’’ kelimesini kullanmıştır. Eser bir başlangıç kısmı ile sekiz ana bölüm ve ekler kısmından oluşmaktadır. Ayrıca yayıncıya ait bir giriş kısmı ve eserde adı geçen şahısların kısa biyografilerine yer veren bir bölüm daha bulunmaktadır. Giriş kısmında; Tercüman Yayınlarının yayın faaliyetlerinden ve adı geçen eserin basılış amacından bahsetmektedir. Bu kısımda 221 ayrıca yazarın kısa bir biyografisi yer almakta ve yazar tarafından ‘’son bozgun’’ olarak nitelendirilen Balkan Savaşları üzerinde kısa durulmaktadır. Başlangıç kısmında; yazar, çok akıcı bir şekilde doğup büyüdüğü ve yıllar önce kardeşini mezara koyduğu Manastır şehrini tasvir etmekte ve Manastır’la birlikte bütün Rumeli’nin kaybedilmesinden duyduğu hüznü dile getirmektedir. Yazarın sanatını konuşturduğu bu bölümden birkaç örnek vermek gerekir: ‘’Rumeli’nin ortasında, Perister’in yalçın eteklerinde, çağlayanlar, ormanlar, bahçeler, yeşillikler içinde bugün düşman ayakları altında sevimli bir Türk şehri vardır. Orada beyaz bir caminin, ince beyaz minaresinin dibinde, dallarına sarı güller sarılmış, küçücük bir servinin gölgesinde yirmi sene evvel biricik kardeşimi gömdüğüm, sarı saçlarını, ela gözlerini, uçuk yüzünü, narin zayıf endamını bir daha görememek üzere kara topraklara bıraktığım zaman, gözümün önünde cihan zindan kesilmiş idi.’’ ‘’Şimdi Manastır’a benzeyen Bursa’nın zümrüt ovaları, ince uzun kavakları bana Manastır ovalarını hazin hazin hatırlatıyor. Şimdi bana Kızıl Irmak’ın uğultusu, birçok kadınlara, kızlara, ihtiyarlara mezar olan Vardar’dan bir sürü şühedanın müşterek ah-ı vahı gibi geliyor.’’ ‘’Altın mehtaplar, gümüş çağlayanlar, zümrüt ormanlar, güzel göller, çiçekler, şakıyan bülbüller, cıvıldayan kuşlar, bana hep Osmanlılığın sevgili Rumeli’sini acı acı düşündürüyor. Yüreğimde Anadolucuğumuza büyük bir şefkat, mübarek Rumeli’yi çiğneyenlere pek ateşli fırtınalı bir husumet uyandırıyor.’’ Birinci bölümde; yazar son felaketimiz dediği Balkan Savaşları’nda gördüğü bozgunluğu aktararak, konuya en yakın örnekle giriş yapmaktadır. Ardından dünya tarihinden örnekler vermekte, bozgunun eski Yunan savaşlarından beri mevcut olduğunu, iyi, kötü, eğitimli, eğitimsiz her askere musallat olabileceğini ve bozgunluk sırasında askerin dini, namusu, ülkesi ve şerefi adına hiçbir şey düşünemeyeceğini vurgulamaktadır. Yazar ayrıca bozgunun gelişmiş, geri kalmış her millette görülebileceğini, ancak tedavisinin kısmen mümkün olduğunu bildirmektedir. Eski tarihlerin sadece şan ve şerefi göstermesi sebebiyle gerçeği aktarmaktan uzak olduğunu ifade eden yazar, galip gelinen savaşlarda dahi bozgunlukların muhakkak araştırılması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu bölümün sonunda ise eserin kaleme alınmasındaki amaç şu sözlerle ifade edilir: ‘’Bu yazılarda maksat, bozgunlukların meydana getirdiği 222 yılgınlığı gidermeye çalışmak ve eski tarih sahifeleri ile son felaketimizin bazı sahifelerini karşılaştırmak suretiyle bozgunluk derdini ortaya dökmek ve mümkün mertebe devasını bulmaktır.’’ İkinci bölümde; Osmanlı tarihinde bozgunluklardan örnekler verilerek, bozgunluğun sebeplerinin muhakkak araştırılması gerektiği vurgusu yapılmaktadır. Yazar Osmanlı Devleti’nde bozgunluğun kuruluş ve yükseliş dönemlerinden beri var olduğunu, Kosova, Niğbolu ve Varna savaşlarında görüldüğünü, ancak güçlü teşkilatlar sayesinde yıkıcı etki yapmadığını ifade etmektedir. Bu dönemlerdeki bozgunluk, sağlam bir vücuda girmek isteyen, ancak barınamayıp yok olan hastalık mikroplarına benzetilmektedir. Yazar Osmanlı Devleti’nde asıl bozgunun II. Viyana Kuşatması’ndan itibaren başladığını ve devletin zayıflamasına paralel olarak artış gösterdiğini kaydetmektedir. Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti ile sonuçlanan 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı ise kırılma noktası olarak gösterilmekte ve bu mağlubiyetten sonra bozgunun iyice ordunun içinde yayıldığı ifade edilmektedir. Yazara göre bozgunluk, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla önlenmiş gibi gözükse de 1853-1856 Kırım ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarında yeniden canlanmıştır. Bu bölümde son olarak Osmanlı Devleti gibi asırlardan beri bozgunun acısını çeken bir devlette bu konuyla ilgili araştırma yapılmaması eleştirilmekte ve son asrı zaferlerle dolu olmasına rağmen bozgunlukla ilgili yüzlerce araştırma yapmış olan Almanya örnek olarak gösterilmektedir. Üçüncü bölümde; bozgunun psikolojik sebepleri ve çeşitleri üzerinde durulmuştur. Yazar bozgunu şöyle tanımlamaktadır: ‘’Her dilde panik denilen ani bozgunluk, insanların hakiki ve ya hayali bir ölüm tehlikesi karşısında, birden bire öteye beriye koşuşmasıdır.’’ Yazara göre bozgunun ardında yatan gerçek insanın yaratılıştan gelen korunma hissidir. İnsanın belli başına bir ruh hali olduğu gibi toplumun da ortak bir ruhu vardır ve bozgun özellikle topluluk halindeyken meydana gelir. Yalnız başına iken bir insanı etkilemeyen bir olay topluluk içinde bozguna sebebiyet verebilir. Bu bölümün ikinci kısmında; sıradan bir toplumda görülen bozgun ile belirli bir amaç için bir araya gelen askeri birliklerde meydana gelen bozgunun derecesi kıyaslanmaktadır. Gustave Le Bon’un ‘’Kitleler Psikolojisi (Ruhü’l Cemaat)’’ eserinden 223 alıntı yapan yazar, askeri birliklerin alelade ortak ruhlu bir toplum olmadıklarını, düzenli bir şekilde bir araya gelmiş bir toplumun ruh halini gösterdiklerini ve böyle bir topluluğun sıradan bir amaç için bir araya gelen toplumlara kıyasla daha sağlık davranışlar sergilediğini ifade etmektedir. Bu görüşe göre; sıradan bir toplum içinde ülkü birliği olmadığından dolayı herhangi bir kötü olay karşısında bozgunluk daha çabuk etkisini gösterir. Ortak bir ülkü etrafında toplanan askeri birlikler ise her an tehlikeyle karşı karşıya kalabileceklerini bildikleri için bozguna karşı daha dayanıklıdırlar. Bu konuda yazar ayrıca Darwin’in ’İnsanın Türeyişi (İnsanın Menşei)’’ adlı eserini referans göstererek, düzenli orduların, düzensiz bir topluluğa karşı daha üstün olduğunu ve bunun her bir askerin arkadaşlarına ve üstlerine olan emniyet ve itimat duygusundan kaynaklandığını belirtmektedir. Bu bölümde yazar, psikoloji bilimin derinliklerine kadar inerek bu alana ne kadar vakıf olduğunu göstermektedir. Dördüncü bölümde; savaştan önce görülen bozgunluğun sebepleri üzerinde durulmaktadır. Yazar bu bölüme şu sözlerle başlamaktadır: ‘’Nöbetler geçiren bir hastanın, vereme yakalanan bir vücudun uğradığı hastalıklar, ekseriya daha evvelce vücudun bu afetlere müsait olacak bir hale gelmesindendir.’’ Yazara göre bozgunun belirtileri savaştan önce görülür ve sebebi devletin içinde bulunduğu sosyo-iktisadi şartlar ile milli eğitimin kalitesiyle ilgilidir. Bu bölümde Osmanlı Devleti’nin o gün içinde bulunduğu sosyo-iktisadi yapısına ve eğitim sistemine ciddi eleştiriler sarf edilmektedir. Yazar Osmanlı halkının içinde bulunduğu vaziyeti şöyle tasvir etmektedir: ‘’Bir kere sefalet içinde yüzen, köylüsü gıdasızlıktan, havasızlıktan çürüyen, şehirlisi esrar kahvelerinde sararıp solan, pamuklar içinde kadınlaşan bir milleti düşünelim. Bir de insanca yaşayabilen, yiyeceği, evi olan, refah ve saadet içinde bulunmasıyla yüzleri kızarmış, beli doğrulmuş köylüleri, boş vakitlerini kahve pekelerinde değil evde, at üstünde, cirit oyunlarında, sporlarda vakit geçiren şehirlileri ile dinç, tam erkek bir milleti göz önüne getirelim. Şüphesiz ki köylüleri çürümüş, beli bükülmüş, şehirlileri kadınlaşmış millet, diğerinden bin kat daha ziyade bozgunluğa maruzdur.’’ Ardından eğitim konusuna temas eden yazar, ordu bozgunluğunun ilk temelinin sıhhati ve sinirleri bozuk anaların kucağında başladığını ifade etmektedir. Maddeten ve manen sağlıklı nesiller yetiştirilmesi gerektiğini vurgulayan yazar, bunun mektepte başladığını, mekteplerde zihinleri yoran derslerden çok çocukları ruhen ve bedenen dinlendiren ve onların sağlıklı birer fert olmalarına imkân veren derslerin okutulması gerektiğini 224 belirtmektedir. Özellikle izcilik, atıcılık ve dağcılık gibi derslere önem verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Beşinci Bölümde; fedakârlık hissi ve bu hissin toplumda gelişmesi için aydınlara düşen görevlerden bahsedilmektedir. Yine burada da eğitim konusuna temas edilmiş ve devrin aydın kesimine karşı ciddi eleştiriler yöneltilmiştir. Yazara göre galibiyetin birinci şartı fedakârlıktır. Yetişmemiş bir millette Allah korkusu ve iman kuvveti zayıf olduğu için fedakârlık hissi de noksandır. Yazar kendi toplumunda, topluma yön verecek ve fedakârlık hissini geliştirecek rehberlerin hocalar ve mektep mezunları olması gerektiğini belirtmektedir. Ancak bu iki grubunda rehber olma vasfına ve bozgunluğun önüne geçecek azim ve iradeye sahip olmadıklarını ifade etmektedir. Özellikle hocalara karşı şiddetli bir eleştiri sarf edilmektedir. Hocalar, medrese köşelerinde senelerce çürüyen, ilmi ve fikri bir program takip edemeyen ve en büyük mükâfatları askerlikten kurtulmak olan faydasız kimseler olarak tasvir edilir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve Balkan Savaşları’ndan örnekler verilerek bu görüş desteklenmeye çalışılmıştır. Bu savaşlarda hocaların hiçbir işe yaramadıkları gibi zaman zaman cepheden kaçtıkları iddia edilmektir. İdadi ve ali mezunlarına karşı da aynı eleştiriler yöneltilmektedir. Bu gençlerin cesaret ve azimden noksan oldukları ifade edilerek, ayrıca o dönemlerde yeni yeni Osmanlı Devleti içinde dillendirilmeye başlayan Sosyalizm akımı ve bu akıma tabi olan gençler eleştirilmektedir. Bunun yanı sıra ilkokulda okutulan dersler ve öğretmenler üzerinde durulmaktadır. Öğretmenleri, askerliğin zorluğunu ve tehlikelerini bilmemekle itham eden yazar, ilkokuldan itibaren çocuklara muhakkak askerlikle ilgili temel teknik bilgilerin verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu bölümde asıl eleştiri Türk aydınlarına yöneltilmektedir. Yazar, Türk aydınlarının Fransız İhtilali’nden Amerika’nın fikri ve ekonomik gelişimine kadar birçok konuda entelektüel yorumlar yapacak kadar birikime sahip olduklarını ifade etmekle birlikte aynı aydınların milletin ruhunu takviye etmek ve halk ile Mehmetçiği aydınlatmak bakımından eksik olduklarını iddia etmektedir. Aydınların savaşlarda cepheden uzak kalmalarından ve kendi toplumlarına yabancı bir çizgide bulunmalarından özellikle şikâyet edilmektedir. Yazar Balkan Savaşları’nda askere moral vermesi gereken aydınların gazete köşelerinde yazdıkları makalelerde, tam aksine 225 savaşın gereksizliğine dair yorumlar yaparak askerin moralini kırdıklarını ifade edilerek, bu tarz sahte aydınların savaşın kaybedilmesinde büyük etkileri olduklarını belirtmektedir. Buna karşılık ‘’dünkü yoğurtçular’’ olarak tabir ettiği Osmanlı’dan ayrılan Balkan milletlerinin aydınlarının ve din adamlarının, ülkelerinin bağımsızlığı ve sosyo-iktisadi gelişimi için canla başla çalıştıklarını ifade ederek teessürlerini bildirmektedir. Yazar ülkenin içinde bulunduğu aciz duruma çözüm olarak şunları söylemektedir: ‘’Şimdi dini ve milli ideale sahip hocalar, gençler yetim Rumeli’ye, perişan Anadolu’ya koşmalı, binlerce münevver gençler oralarda köylerde karanlık kulübelerde senelerce çalışmalı, millete sabır, sebat ve fedakârlık örneği göstermeli. Bu sebatlı ve fedakâr muallim ve hocaların çerçevesi içinde istikbalde vuku bulacak bir harpte orduda bozgunluğun yok derecesine ineceğini şimdiden temin ederim.’’ Yazara göre bir ülkenin içinden 50’de bir ve ya 100’de bir oranında gerçek aydının çıkması belirtilen gayeyi sağlamak için yeterlidir. Yazar ayrıca bütün eğitim kurumlarının ortak ideali temin edecek bir program takip etmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu anlamda tevhit-i tedrisatı savunduğu söylenebilir. Bu bölümün ikinci kısmında; bölümün genel akışından ilgisiz bir şekilde farklı etnik grupların askerlik meselesi ele alınmış ve bu grupların askere alınmaması yönünde görüş beyan edilmiştir. Ayrıca II. Abdülhamit dönemindeki asker eğitimi eleştirilerek, bu devirdeki itaatin riyakâr ve korkak bir itaat olduğu ifade edilmiştir. Son olarak ise askerin her türlü zorluğa nasıl alıştırılmasıyla ilgili yine genel akışa uymayan teknik bilgiler verilmiştir. Altıncı bölümde; ordudaki emir-komuta zincirinin bozukluğunun bozgunluğa etkileri üzerinde durulmaktadır. Savaşı bir fen meselesinden çok ruh meselesi olarak gören yazar, moral bozukluğunun bozgunu doğuran en önemli sebeplerden biri olduğunu kaydetmekte ve bunun temelde subay kadrosundaki bozukluktan kaynaklandığını ifade etmektedir. Ayrıca orduyu gençleştirme politikasının yoğun bir propagandasının yapıldığı bu bölümde yazar, yaşın bir subayın kalitesini ölçmek için kıstas olmadığını ve çoğu zaman genç subayların yaşlı subaylara kıyasla daha iyi işler başarabileceğini belirtmektedir. Bir orduya ve ya birliğe komuta edecek subayın kıdem ve yaşından çok karakter ve bilgisinin ön planda tutulması gerektiğini ifade edilmektedir. Bu konuda genç yaşında büyük işler başaran ve paşalığa yükselen Gazi Ahmet Muhtar Paşa örnek gösterilmektedir. Yazar bir komutanın ne kadar deha olursa 226 olsun ancak tarih okuyarak başarılı bir komutan olabileceğini ve tecrübesini idari işlerde çalışmaktan çok ateş hattında, savaş meydanlarında bulunarak kazanabileceğini vurgulamaktadır. Yazarın ordunun gençleştirilmesi meselesiyle ilgili sarf ettiği şu sözler dikkat çekicidir: ‘’Makedonya ihtilallerinden, İtalya Harbi’nden, son felaketli sefere kadar üç mühim tecrübe geçirdik. Buralarda azmi, iktidarı, askerlikte isabet fikri ve cesareti ile kendini gösterenler bir dereceye kadar göründü. Şimdi orduyu kurtarmak için yegâne çare böyle kendini kabul ettirmiş kimseleri iş başına geçirmek; bunlardan bir kumanda heyeti vücuda heyete getirmek, bunlar vasıtasıyla bu harpte kendilerini göstermiş ve bundan sonra da gösterecek olan cesur, ateşli, metin gençleri, istikbal kumandanları olarak yetiştirmektir.’’ Bu propaganda söylemlerinin ardından yazar bir subayda olması gereken özellikleri sıralayarak bu bölüme son vermektedir. Yedinci bölümde; seferberlikte dikkat edilmesi gereken noktalar üzerinde durulmaktadır. Askerlerin, cephanenin ve hayvanların cepheye nakli ve erlerin birliklerine yerleştirilmesi gibi meseleler hakkında bilgi verilmektedir. Sekizinci bölümde; ordunun savaş öncesinde toplanması sırasındaki psikolojik durumu üzerinde durulmuştur. Yazar toplanma anında bulunan bir askerin henüz savaşa hazırlanmadığını ifade ederek, bu durumda düşman taarruzuna uğranılması halinde bunun ağır bir bozguna sebebiyet verebileceği belirtmektedir. Ayrıca hazırlıksız savaşı kabul etmemek için geri çekinilmesi halinde askerin bunun mantığını anlamayarak moralinin bozulacağı ve bunun kötü sonuçlara yol açabileceği ifade edilir. Yazar bu muhtemel bozgunlara çözüm olarak barış zamanında toplanma mıntıkalarının daha dikkatlice seçilmesini tavsiye etmektedir. Ekler kısmında; acemi, bölük ve tabur talimnamelerinden bazı maddeler sıralanmıştır. 4.1.3. Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü Gazeteci yazar Murat Bardakçı tarafından Sarıkamış Harekâtı’nın yüzüncü yılında yayınlanan Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü609 Hafız Hakkı Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı ve özellikle Kafkas Cephesi’ne ait notlarını içermektedir. Olayları ilk elden değerlendirmesi açısından büyük bir öneme sahip olan bu eser iki defterden 609 Murat Bardakçı, Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014. 227 meydana gelmektedir. Birinci defter ‘’Harb-i Umuminin Muhtelif Safhalarına Ait Hatıralarım’’ başlığını taşımakta ve 26 Ekim 1914-23 Kasım 1914 tarihleri arasındaki notları içermektedir. ‘’Şark Harekâtına Ait Hatıralar’’ başlığını taşıyan ikinci defter ise 12 Aralık 1914 tarihinde başlamaktadır. 18 Aralık 1914’ten sonra günlük tutmaya bir müddet ara veren Hafız Hakkı 16 Ocak 1915’te ‘’hatıra defterimi tam yirmi sekiz gündür açmadım’’ sözüyle yeniden yazmaya başlamıştır. Defter 23 Ocak 1915’te son bulmaktadır. 18 Aralık ile 16 Ocak arasındaki devre Sarıkamış Harekâtı’nın en şiddetli günlerine denk gelmektedir ve bu günlere ait notların bulunmaması gerçekten büyük bir talihsizliktir. Bununla birlikte eserde Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girişi ve Sarıkamış Harekâtı’nın ardından III. Ordunun içinde bulunduğu durum hakkında önemli bilgiler yer almaktadır. Nitekim bahsettiğimiz dönemlerde yazarın sırasıyla Karargâh-ı Umumi Reis-i Saniliği, 10. Kolordu Komutanlığı ve en son olarak III. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulunması eserin değerini ortaya koymaktadır. Eser tüm bu yönleriyle bu dönemle ilgili yapılacak araştırmalara kaynaklık edecek niteliktedir. Eserde iki defterin transkripsiyonunun yanı sıra, yayıncıya ait ön söz, yazarla ilgili arşiv belgeleri ve albüm bölümleri bulunmaktadır. Kitabın sonunda ise defterlerin tıpkıbasımı verilmiştir. Önsözde; ilk olarak Sarıkamış Harekâtı’nda 9. Kolordu Kurmay Başkanı görevinde bulunan Emekli Yarbay Şerif Bey’in 1922 yılında Akşam Gazetesinde tefrika ettirdiği ve daha sonra kitap olarak yayınlanan ‘’Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan Muharebesi’’ adlı eseri tanıtılmaktadır. Yayıncı bu kitabı gerek Sarıkamış üzerine yazılan ilk eser olması, gerekse Hafız Hakkı, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekatı’na dair birçok söylentiye yer vermesi bakımından önemli görmektedir. Yayıncı adı geçerin eserin yazıldığı dönemin siyasi atmosferine dikkat çekerek esere nasıl yaklaşılması gerektiği konusuna dair okuyucuları uyarmaktadır. Nitekim bu eser Enver Paşa’nın Anadolu’ya girme ihtimalinin olduğu bir dönemde bu ihtimali bertaraf etmek amacıyla bizzat Ankara Hükümeti’nin yönlendirmesiyle kaleme almıştır. Bu yönüyle Şerif Bey’in eseri bir propaganda kitabıdır. Bu yüzden eserde Enver ve Hafız Hakkı Paşalar başta olmak üzere Sarıkamış Harekâtı’na yol açtığı düşünülen İttihat ve Terakki erkânına karşı ağır eleştiriler ve hatta hakarete varan ifadeler yer almaktadır. Şerif Bey’in eserinin en önemli özelliklerinden biri de bolca dedikodulara yer vermesinin yanı sıra 228 Enver ve Hafız Hakkı Paşaların karakterlerine dair yorumlarda bulunmasıdır. Her ikisinin karakterinin mukayeseli olarak tasvir edildiği ve genellikle olumsuz ifadelerin yer aldığı bu kısım magazinsel olması sebebiyle önsöz kısmına eklenmiştir. Önsöz kısmında ayrıca Hafız Hakkı Paşa’nın kısa bir biyografisi verilerek özellikle Enver Paşa ile arasındaki yakın arkadaşlığı, kader ortaklığına ve rekabete temas edilmiştir. Daha sonra eserin kısa bir tanıtımı yapılarak günlüğün yayıncıya nasıl intikal ettiği ile ilgili bilgi verilmektedir. Birinci defter 26 Ekim 1914’te Hafız Hakkı’nın Almanya’ya gittiği sırada saat 07: 44’te Tırnova’da tren vagonunun içinde yazılmaya başlanmıştır. ‘’Almanya Karargâh-ı Umumisi ’ne Azimet’’ ara başlığını taşıyan bu kısımda Hafız Hakkı Almanya’ya gidiş sebebini ‘’devletin sipariş ettiği bir takım askeri malzemenin temini hakkında görüşme’’ olarak kaydetmiştir. Seyahat boyunca görülen memleketlerle ilgili kıyaslamalı bilgiler verilmiş ve ayrıca bir zamanlar Osmanlı Devleti’ne ait olan bu toprakların kaybedilmesi karşısında duyulan üzüntü dile getirilmiştir. Bu teessürü ifade eden şu sözler dikkat çekicidir: ‘’Balkanlar’ı geçiyorum. Büyük demir yürekli babalarımızın, mukaddes kemikleriyle yükselen, hala bu karanlık gecelerde mübarek ruhları uçuşan koca Balkanlar’ı görmek için sabahleyin erken uyandım. Şıpka’da rediflerden, müstahfızlardan mürekkep bir ordu ile Türk kahramanlığının büyük misalleri gösterilen bu kanlı geçidi sisler arasında seçmek pek kolay değildi. Saat altıya doğru büyük, kartal gibi dik kayaları, korkunç ormanlarıyla biraz görebildim.’’ Yazar özellikle Bulgaristan’dan geçerken, Osmanlı Devleti’nden henüz ayrılan bu devletin kısa zamanda gösterdiği kalkınma hamleleri karşısında takdirlerini saklamayarak, halada yerinde sayan Osmanlı Devleti’ne karşı ciddi eleştiriler saf etmiştir. Osmanlı Devleti’nde bir türlü başlatılamayan kalkınma hamlelerinin önemine binaen şunları söylemektedir: ‘’Orduyu seferber etmek içi her türlü istidadı yapıyoruz da, neden her köyde iyi bir mektep açmak, her köye yeni bir hayat, yeni harman makinesi vermek, mühim yolları biran evvel açmak, uzak yerlerin mahsulatını otomobillerle nakletmek için büyük himmet göstermiyoruz?’’ Bu gözlemler Berlin’e varıldıktan sonra daha da yoğunluk kazanmıştır. Hafız Hakkı Almanların her bir karış topraklarını özenle işlediklerini ifade ederek, tüm bu faaliyetleri gerçekleştirmek için gerekli olan servetin önemine değinmiştir. Buna karşılık İstanbul ve diğer Osmanlı memleketlerinin Ziya Paşa’nın dediği gibi ‘’harap 229 kâşanelerden’’ ibaret olduğunu söylemektedir. Avrupa’da kadına verilen değere ayrıca değinen yazar, yine şark toplumlarına kıyasla şunları söylemektedir: ’’Yanımda Bronsart Paşa’nın Yaveri Fişer, hemşiresine görüşmek için bir mektup yazıyor. Fişer’in kızkarındaşı bakteriyoloji tahsil etmiş, bilgini arttırmış. Stuttgart’ta büyük bir bakteriyoloji müessesi açmış, şimdi ordu için çalışıyor. Bu halde Türk kadınlarına yalnız ev hizmetçiliği veren kara cahillerden iğreniyorum, nefret ediyorum. Ben eminim ki beşeriyet ancak bir nısfı diğer nısfına tamamen müsavi saydığı zaman mesut olacaktır. Ben eminim ki Türklük ve İslamlık, kadınlarına insanlığa mahsus bilumum hakları vermedikçe hiçbir zaman bahtiyar olmayacaktır.’’ ‘’Bizde erkek arkasında aciz, sefil, kadın bırakıyor. Burada ise hayatlarını yurtlarını kazanan kadınlar sefil kalmak şöyle dursun, o erkeklerin yerlerine vatan için çalışıyorlar.’’ ‘’Yok yok! Kadınlara erkekler gibi yaşamak ve iş görmek hakkı verilmedikçe memleketimizde ve bütün şarkta refah ve saadet, hürriyet ve istiklal kalmayacağına emin olmak lazım gelmiştir, geçmek üzeredir.’’ Hafız Hakkı Alman Karargâh- ı Umumisinde yaptığı görüşmelere neredeyse hiç değinmemektedir. Almanya bahsinin devamında, Alman insanının vatanperverliği övülmekte ve burada yaptığı diğer gözlemler aktarılmaya devam edilmektedir. Yazarın Almanya seyahati Karadeniz Olayı ile son bulmuş ve bu olayı haber alır almaz İstanbul’a dönmüştür. Birinci defterin ikinci kısmı ‘’Harp Nasıl Başladı’’ başlığını taşımaktadır. Bu kısımda; Osmanlı Devleti’nin savaşa giriş şekli ve Kafkasya Cephesi’ndeki ilk askeri faaliyetlerle ilgili önemli bilgiler verilmektedir. Bu sıralarda Karargâh-ı Umumi Reis-i Sanisi olan Hafız Hakkı Osmanlı Devleti’nin savaşa girişiyle ilgili bir takım mütalaalarda bulunarak, Donanma Komutanı Amiral Suschon’a verilmek üzere kasasında tutulan emrin, Berlin seyahati öncesinde Enver Paşa tarafından istenerek amiral Suschon’a verildiği ve Suschon’un bunu kendi kafasına göre açarak Osmanlı Devleti’ni vakitsiz bir savaşa sürüklediği iddia etmektedir. Söz konusu emir şöyleydi: ‘’Rus donanmasını mahvederek Karadeniz hâkimiyetini kazanmak’’ 3 Kasım 1914 tarihinde itibaren ise Kafkas Cephesi ile ilgili bilgiler verilmektedir. Hafız Hakkı’nın yoğun bir şekilde bu cephe ile ilgilendiği, Ordu Komutanlığına iaşe, 230 cephane ve harekât tarzıyla ilgili bir sürü emir yağdırdığı görülmektedir. Köprüköy Savaşları döneminde sürekli olarak cepheden güzel haberlerin gelmesi onu sevindirmektedir. Bu sevincini dile getirdiği bir ifadesi şöyledir: ‘’III. Ordu haber veriyor; 2. Nizamiye Fırkası yaman cenk ediyor. Muvaffakiyetle düşmanı tevkif ediyor (Köprüköy’de). Badehu gece geri alıyor. Bakayım bugün III. Ordu ne yapacak. İnşallah düşmanı mahvedersin dedik, yani kaçırmasın.’’ Ancak III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın elde ettiği başarılara rağmen cephane ve iaşe noksanlığını sebep göstererek Köprüköy’ün doğusuna çekilmesi karşısında tavrı değişmiş, bu geri çekilişi ve dolayısıyla Hasan İzzet Paşa’yı eleştirmeye başlamıştır. Bu kısımda bir diğer dikkat çeken husus, Hafız Hakkı’nın Kars-Ardahan-Batum’un zaptı ile Kafkasya’nın istilasına dair arzusunu ortaya koyan ifadeleridir. Bunlardan bazıları şöyledir: ‘’Ah! Şu Hasan İzzet Paşa bu Rus kolordusundan birkaç bin esir, 10-20 top alarak mahvı perişan etse de bu kış seferini Kafkasya’da yapsak ve bu kış Kafkasya’yı zapt edebilsek.’’ ‘’Ordu, Kars-Ardahan-Batum mıntıkasını ele geçirirse Batum-Ardahan 140 kilometre, yani Trabzon yolunun yarısından az. Batum Limanı tam liman Trabzon açık bir şehir. Binaenaleyh yalnız menzil noktasının Batum’a nakli ile ordunun iaşesi üç-beş misli kolaylaşır.’’ ‘’Binaenaleyh ordu süratle taarruz etmeli ve behemal şu bir iki ay içinde yani memleket erzakı bitmeden Kars-Ardahan-Batum’u zapta çalışmalıdır.’’ ‘’Batum’un zaptı bir şeref için, bir şarlatanlık için değil, III. Ordunun harekât-ı harbiyesi içindir ve Batum’un zaptı III. Ordunun ilerleyişine talik etmek değil, hemen harekât-ı taarruz bu cihetten başlamalı ki düşman Batum cihetinden III. Orduya asker gönderemesin. III. Ordunun harekât-ı taarruzuyesi suhulet peyda etsin. Eğer Batum’un zaptı III. Ordunun ilerlemesine tabi ise III. Ordunun ilerlemesinin teşrii, Batum hareketinin biran evvel başlamasına tabidir.’’ 23 Kasım 1914’te son bulan bu defterde ayrıca Sarıkamış Kuşatma Harekâtı’nın planının ilk şekline ve diğer cephelerdeki hazırlıklara dair bilgiler yer almaktadır. Bunun yanı sıra Bronsart ve Suschon başta olmak üzere bazı alman subaylar ve bunlara tabi olduğu iddia edilen Enver Paşa’ya karşı ağır eleştiriler sarf edilmektedir. ‘’Şark Harekâtına Ait Hatıralar’’ başlığını taşıyan ikinci defter 12 Aralık 1914 tarihinden itibaren başlamaktadır. Birinci defterin son bulduğu 23 Kasım’dan bu güne 231 kadar geçen 19 günlük sürede deftere herhangi bir not kaydedilmemiştir. Bu zaman dilimi içinde Hafız Hakkı, Hasan İzzet Paşa’nın III. Orduyu geri çekmesi üzerine Karargâh-ı Umumi ’deki görevinden ayrılarak, geri çekilmenin sebeplerini araştırmak üzere Erzurum’a gelmiştir. Burada yaptığı incelemeler sonucunda mevsimin kış olmasına bakmaksızın harekâtın yapılabileceğine dair İstanbul’a olumlu raporlar göndermiştir. Ardından 10. Kolordu Komutanı olarak atanmak suretiyle bu taarruz hareketini gerçekleştirecek olan III. Ordu içinde önemli bir mevkii ele geçirmiştir. İkinci defter iki kısımdan oluşmaktadır. 12-18 Aralık 1914 tarihlerini kapsayan birinci kısımda Hafız Hakkı’nın 10. Kolordu Komutanlığına ait notları bulunmaktadır. 16-23 Ocak 1915 tarihlerini kapsayan ikinci kısımda ise bu kez III. Ordu Komutanı olarak karşımıza çıkan Hafız Hakkı’nın Sarıkamış Harekâtı sonrasında III. Ordu üzerindeki gözlemleri ve ordu komutanı olarak yaptığı faaliyetler yer almaktadır. Birinci kısım Sarıkamış Harekâtı’nın hazırlık evresi diyebileceğimiz bir zaman dilimini kapsamaktadır. ‘’10. Kolordu Komutanlığına Ait Hatıralarım’’ başlığını taşıyan bu kısımda Hafız Hakkı’nın harekât öncesinde yaptığı arazi incelemelerine ait bilgiler ile kolordusunun iaşe, cephane ve hareket tarzıyla ilgili emirler yer almaktadır. Burada Hafız Hakkı’nın savaşın kazanılmasına dair beklentileri dikkat çekicidir: ‘’Biz kazanırsak başımız dik olarak 30-40 sene sulh içinde göstereceğimiz faaliyet ile bütün şarkı sefaletten kurtaracağız. Biz batarsak yüz milyonlarca zeki, masum şarklılar, Türkler, İslamlar uzun esaret ve sefalet devirleri geçirmeye mahkûm olacaklardır. Allah adildir, maksadımız pek büyüktür, azmimiz meziddir, tedabirimiz mümkün olduğu derecede iyidir. Binaenaleyh muvaffakiyetimiz emindir.’’ Birinci kısmın 18 Aralık 1914’te son bulmasının ardından 16 Ocak 1915’e kadar tam 28 gün boyunca deftere herhangi bir not kaydedilmemiştir. Bu süre içerisinde Sarıkamış Harekâtı bozgun ile sonuçlanmış ve Enver Paşa III. Ordunun idaresini Hafız Hakkı’ya bırakarak İstanbul’a dönmüştür. III. Ordunun başına gelen Hafız Hakkı Paşa ise artık taarruz kabiliyeti kalmayan ve döküntü erlerden oluşan orduyu Hasankale’ye çekmiştir. 16 Ocak’tan itibaren yeniden not tutmaya başlayan Hafız Hakkı Paşa daha ilk satırlarında itibaren III. Ordunun içine düştüğü kötü vaziyeti tasvir etmekte ve Enver Paşa’yı bozgunun sorumlusu olarak göstermektedir: ‘’Muhacirler meselesi tam bir felaket. Topların nakli için zavallıların öküzlerini de almışlar. Keşke Rus elinde şehit olsa idik! Diye bağıranlar gece gündüz kadın, çocuk vaveylası! Ah Enver! Ah! Bu kış 232 seferini tacil etmek, sonrada bu parlak taarruzda 9. Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla yüz bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin.’’ Cephedeki durumun yanı sıra bu kısımda en çok temas edilen konular; yaralıların durumu ve hastanelerin fiziki şartlarıdır. Sarıkamış Felaketi’nden sonra oldukça asabi bir ruh haline bürünen Hafız Hakkı Paşa, sürekli olarak hasta ve yaralıları ziyaret etmekte ve çok kötü vaziyette bulunan hastanelerin fiziki şartlarının iyileştirilmesine yenlik ciddi faaliyetlerde bulunarak bu konuda ihmali olanları ağır şekilde cezalandırmaktadır. Felaketin birinci sebebi olarak milletin yetişmemiş olmasını gösteren Hafız Hakkı Paşa hala Kafkasların istilasına dair düşüncelerini muhafaza etmektedir. 22 Ocak 1915’te Hasankale’den Enver Paşa’ya gönderdiği ve metnini defterine kaydettiği telgrafında bu düşüncesini açıkça ortaya koymaktadır: ‘’Bu devlete Kafkasya, Rumeli’den alınacak parçaya nispeten yüz defa daha mühimdir. Devletin Kafkasya’yı ihmal ederek Rumeli’ye ehemmiyet verilmesi Kanuni devrinden beri başlayan felaketleri temadi ettirmek demektir.’’ 23 Ocak 1915’te son bulan defterde ayrıca Sarıkamış Harekâtı boyunca ve sonrasında verilen kayıp sayısı ve Hafız Hakkı Paşa’nın tifüse yakalanması süreciyle ilgili önemli bilgiler yer almaktadır. Belgeler bölümünde; Hafız Hakkı Paşa’nın 10. Kolordu ve arından III. Ordu Komutanlıklarına tayinleri, ölümü, ölümü sonrasında adının yaşatılmasına dair bir takım teşebbüsler ve Bağdat Valisi Süleyman Nazif Bey ile yaşadığı bir tartışmaya ait Başbakanlık Osmanlı Arşivinden alınan 13 adet belge bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Hafız Hakkı Paşa’nın annesi Habibe Hanım’ın, oğlunun ölümünün ardından kendisine maaş bağlanması üzerine Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e yazdığı teşekkür mektubu ve eşi Behiye Sultan’ın son Halife Abdülmecit Efendi ve bazı hanedan mensuplarına maddi meselelerden dolayı gönderdiği dört adet mektup bulunmaktadır. Albüm bölümünde; Hafız Hakkı Paşa ve Behiye Sultan’a ait birkaç resim ile Amiral Suschon’a verilen donanma emrinin Almanca orijinal metni bulunmaktadır. Eserin sonunda ise defterlerin tıpkıbasımı koyulmuştur. 233 4.2. HAFIZ HAKKI PAŞA HAKKINDA YAZILANLAR Yakın dönemi konu alan eserlerde Hafız Hakkı Paşa ile ilgili birçok yoruma rastlamak mümkündür. Özellikle kişiliğinin ele alındığı bu yorumlarda Hafız Hakkı Paşa’nın çoğu zaman zekâsı ve aydın yönü üzerinde durulmaktadır. Cesareti ve ateşli kişiliği özellikle övülmektedir. Bununla birlikte zaman zaman eleştirildiği de görülmektedir. Hafız Hakkı Paşa hakkında kanaatini bildirenlerin başında Şerif Bey gelmektedir. Şerif Bey ilk defa 1922 yılında basılan ‘’Sarıkamış’’ adlı eserinde Hafız Hakkı ile ilgili birçok yoruma yer vermiştir. Bunların arasında en çok dikkat çeken Hafız Hakkı ve Enver Paşaların kişiliklerinin mukayese edildiği ve genellikle olumsuz kanaatlerin dile getirildiği şu kısımdır: ‘’Kişilikleri yönünden ne Enver’e ne de Hafız Hakkı merhuma kin ve nefret besleyecek durumdayım. Her ikisini de bana sevgisi ve hele yüce makamları işgal ettikleri zamana kadar diyebilirim ki içten bir de saygıcıkları vardı. Nedeni hemşerilik ve benim yaşça onlardan büyük oluşumdur. Hafız Hakkı merhumla ana sınıflarından beri birlikte okuduk. Hatta Hafızlığı Köprülü’de kazanmış idi ve adı bir süre Hafız İsmail Nuri iken daha sonra Hafız İsmail Hakkı oldu. Enver’le de Manastır’dan yine okuldan başlayan ilişkimiz var. Daha sonra hiçbir olay aramıza karşılıklı nefret sokmadı. Emekliliğimi ben istedim ve görevde kalmak için Enver Paşa’nın bir şartını bile kabul etmedim. Özetle benim ne birine ne de öbürüne kişisel kinim olamaz. Yüce Tanrı bir kuluna ne kadar nasip etti ise o kadar tarafsızca söyleyeceğimi de burada kendime söz veriyorum. Enver çocukluğundan beri azimkâr ve inatçı bir yapıda idi. Yaradılışında hakseverlik, insaf ve erdemlik pek azdır. Düşünsel eğitimi için okuduğu eserleri – bilimsel, askeri, felsefi ne olursa olsun- kendi düşüncesine uydurarak anlardı. Çünkü kendine güveni çoktu. Hiçbir gün –acaba benim görüşüme aykırı olan şu yargı doğru olmaz mı?- dememiştir, diyemezdi. Bu nedenle düşünsel ve bilimsel eğitimi sınırlı bir daireden dışarı çıkmamıştır. Enver sabit fikirlerle örülmüş, tıpkı sert bir ceviz gibi çetin ve küçük bir beyin sahibi olarak kaldı. Gözü bir şeyden yılmaz, eşsiz bir kişisel cesarete sahip, önemli sorunlarda kendi benliğinden başka kimseye güven duymaz, ayrık ruhlu bir ucubedir. Gördük ki bu ucube, o garip özellikleriyle bu âlemde ancak ve ancak büyük bir diktatör olabilirdi. Askeri değeri arkadaşlarından geri idi. 234 Hafız Hakkı merhum çok temiz ve saf yaradılışta, zeki ve belleği çok kuvvetli bir subaydı. Hafız Hakkı bu toprağı bir köylü aşkıyla ve saflığıyla severdi. Yaradılış bakımından Enver’in büsbütün karşıtı, kalender meşrep, geniş yürekli idi. Enver’e göre şu iş yalnız bir biçimde çözümlenir. O da Enver’in akılına esen biçimidir. Hafız Hakkı’ya göre aynı iş bin biçimde çözümlenebilir. Dünyada her şey olabilir. İşlerin belirli bir gidiş yolu, belirli bir yasası yoktur. Öyle de olur, böyle de. Fazla düşünmek zahmetine değmez. Enver anlayışı kısar ve sınırlandırırdı. Hafız Hakkı’nın görüşüne göre kavrayış, gökyüzü kadar sonsuzdur. Biri işi sımsıkı bir yularla bağlayıp kendi kafasına hapseder. Öbürü kendi anlayış ve kavrayışına sınır tasarlayamadığı için işi bütün kimliği ile kendisine mal etmez. Sözün kısası Enver dar görüşlü bir inatçı, Hafız Hakkı ise geniş düşünceli bir ilgisizdi. Bu özelliklerin her ikisi de devlet işlerinde beyinsel bir eksiklik, birer hastalık değil midir? İşte 1914’te orduların alınyazısı bir şanssızlık sonucu şu iki hastanın eline kalmıştı. Yetiştikleri aile kucağı ve baba ocağı bakımından her ikisi çocukluktan beri aydın bir mürebbi veya mürebbiyeden bilgi ve eğitim almış değillerdi. Tüm beyinsel ve bilimsel birikimleri –yüzde doksanımız gibi- okul sıralarında başlamış, Harp Akademisi dershanelerinde amaçlanan sınıra ermişti. Kurmay sınıflarının dersleri arasında ne ekonomik ve mali ne de devlet yönetimine ait bir satır yazı bile görülmezdi. Enver ve Hafız Hakkı merhumun yaradılışları –birinin inatçı, öbürünün ilgisiz ve her ikisinin birden büyüklük komplekslerinin etkisiyle- ateşemiliterlikte geçirdikleri yaşam sırasında pek fazla bir şey öğrenmelerine uygun olmamıştı. Demek ki özetle, her ikisi öbür sınıf arkadaşlarında bilimsel değer ve kavrayış bakımından faklı bir şey değillerdi. İşte bu nedenle hem biri öbürünü çekemedi hem de yakın çevrelerinde rütbe düşkünü olan subaylar tarafından haklı olarak rakip gibi görüldüler.’’610 Şerif Bey’in eseri akşam Gazetesinde tefrika edilirken birçok polemiğe neden olmuştu. Kendisine yöneltilen eleştiri yazılarına verdiği bir cevapta Hafız Hakkı ve Enver Paşa ile ilgili şu sözleri sarf etmiştir: ‘’Ben ne yapabilirim? Mademki ölmüştür, hayırla anınız diyorsunuz. O, bugün toprak altında çürümüş gitmişse cinayet ortağı 610 İlden, Sarıkamış, 105-107. 235 olan Enver hala sarayında hükümran mıdır sanıyorsunuz? Hayır, azizim, bu iki şahsiyetin ikisi de ölmüştür. Enver, Sarıkamış Faciası’nda yalnız değildir. Suç ortağı vardır. O da Hafız Hakkı’dır. Siz, ben, o sahnede kimler oynatılmışsa doğru dürüst gördüğümüzü ve bildiğimizi hiç tereddüt etmeyerek söylemeli ve eleştirmeliyiz.’’611 Eserin ilerleyen bölümlerinde yine eleştirel bir dille Hafız Hakkı Paşa’nın askeri kıymeti üzerinde durulmaktadır: ‘’ Hafız Hakkı Bey’in azminin şiddeti takdire değer. Fakat her özveri istenen sonuçla uyumlu olmalıdır. Deneyimli, daha ağır başlı ve sorumluluğun bilincinde olan bir komutan hiçbir zaman süslü projelerle kendi benliğini aldatmaz. İşlerin doğası pek sade düzenlemelerin yapılmasını tercih ettirir. Bugünkü komutanlık başlangıcıyla Albay Hafız Hakkı Bey bizzat kanıtladı ki kendisi belki deneme uğruna gözden çıkarılması uygun olabilecek bir süvari alayına iyi bir komutan olabilirdi. Fakat ona bir piyade alayını teslim etmek bile sakıncadan uzak olmazdı.’’612 Şerif Bey özellikle Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Harekâtı’nın icrası esnasında yaptığı hataları şiddetle eleştirmektedir. ‘’Eğer 9. ve 10. Kolordular 12 Aralık (25 Aralık)’ta asıl kuvvetleriyle Çatak-Bardız hattında bulunsalardı Rusları bir gün sonra Kesmesor-Yeniköy hattının güneyinde savaşa zorlamak mümkün olacaktı. Zaten düşünülmüş ve hareketin başlangıcında benimsenmiş olan plan da buydu. Fakat merhum Hafız Hakkı Bey pek doğru adlandıramadığım kaba kuruntusu ve bilimsel görüşten uzak, kısır strateji anlayışı, arasında gözlerini önemli işlerin doğasına çevireceği yerde, yanlış haritaların çifte çizgili yollarına dikti. Enver ise işlerden pek anlamaz ve kıt anlayışlı idi.’’613 Şerif Bey’in, Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordunun başına getirilmesi ve ölümü ile ilgili yorumu ise şöyledir: ‘’Her şey bitti diyordu. Bitirenlerin şan ve şerefiyle birlikte. Hafız Hakkı Bey, Paşa olmuştu. Dediler ki Enver’in amacı, batırdığı ordunun enkazını Hafız Hakkı’nın tuğgenerallik apoletleri üstüne yükletip sürükletmekti. Bu ağır yükü sürüklemek namuslu bir adamın zaten borcuydu. Rütbe kabul etmeye gereksinim var mıydı? Hafız Hakkı Paşa yine o batırılan ve öldürülen ordunun yolunda yaşam hazinesini, sefil ve perişan bir durumda, tüm hısım akrabasından uzak ve ayrı olarak 611 İlden, Sarıkamış, 3. İlden, Sarıkamış, 166. 613 İlden, Sarıkamış, 181. 612 236 sona erdirdi. Allah gani gani rahmet etsin ve kusurlarını bağışlasın. Ölen Hafız Hakkı’yı hepimiz acırız fakat komuta eden Hafız Hakkı’nın adını tarih hırpalarsa bunu da anlayışla karşılamalıyız.’’614 Sonuç olarak Şerif Bey, Hafız Hakkı’nın temelinde iyi ve saf bir insan olduğunu düşünmekle birlikte onun askeri, siyasi ve strateji yönünden eksik olduğunu ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde ona verilen makamı hak etmediği ifade etmektedir. Ayrıca Hafız Hakkı’yı Sarıkamış Felaketi’nin suç ortağı görerek bu ağır ve tarihi mesuliyeti onun omuzlarına yüklemektedir. Ancak Şerif Bey’in bu eseri kaleme aldığı tarih ve dönemin siyasi atmosferini hesaba katacak olursak gerek Hafız Hakkı’ya, gerekse Enver Paşa’ya karşı yönelttiği eleştirilerin birçoğunu yersiz kabul etmek gerekir. Ali İhsan Sabis’in hatıralarında da Hafız Hakkı Paşa ile ilgili oldukça geniş bilgi yer almaktadır. Nitekim Hafız Hakkı Paşa’nın Karargâh-ı Umumideki faaliyetlerinin önemli bir kısmını Sabis’in altı cildik ‘’Harp Hatıralarım’’ serisinin ilk iki cildinden öğrenmekteyiz. Bu eserde Hafız Hakkı Paşa’nın askeri ve idari faaliyetlerinin yanı sıra kişiliği üzerinde de oldukça durulmaktadır. Ali İhsan Bey, Karargah-ı Umumiden amiri ve arkadaşı olan Hafız Hakkı için iki ayrı profil çizmektedir. İlk profilde Hafız Hakkı, Oesmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na vakitsizce girmesini engellemeye çalışan ve Alman çıkarlarına boyun eğmeyen dik duruşlu bir Türk erkânıharbidir. Nitekim bu meseleler üzerinde Hafız Hakkı, Ali İhsan ve Kâzım Beyler arasında tam bir uyum mevcuttur ve Karargah-ı Umumideki Türk görüşünü yansıtmaktadırlar. İkinci profilde ise Karadeniz Olayı’ndan sonra birden bire fikri değişen, bir takım kişisel çıkarlarını düşünerek savaşa taraftar olan ve nihayetinde kış mevsiminde Kafkaslarda bir taarruz hareketinin yapılabileceğine dair olumlu raporlar vererek Sarıkamış Felaketi’ne sebebiyet veren muhteris bir Hafız Hakkı karakteri karşımıza çıkmaktadır. Ali İhsan Bey, Hafız Hakkı’nın bu ani değişikliğini şiddetle eleştirmektedir. Ali İhsan Bey’in bu eleştirilerinden biri şöyledir: ‘’İstanbul’dan hareket ettiği zaman kadar, Kafkas Cephesi’nde taarruz için 1915 ilkbaharını beklemek ve Karadeniz’de üstünlük temin olunduktan sonra, iki kolordunun Batum civarına naklini ve karaya çıkarılmasını zaruri saymak fikrine inanmış görünen Hafız Hakkı, Kafkas Cephesi’ne vardıktan sonra ve ya giderken bu kanaatini birden bire değiştirmiştir. Bu değişikliği mucip olan sebepler meçhuldür. Acaba o da mı zafer, Turan fütuhatı hülyalarına dalmıştı. Cemal Paşa, 614 İlden, Sarıkamış, 230. 237 birkaç gün evvel Mısır yolunu tutmuştu, şimdi Hafız Hakkı da Turan yolunu mu tutuyordu? Hülyalar güzeldi. Fakat realite ile bu hülyaları uzlaştırmak imkânı yok.’’615 Hafız Hakkı’nın Turan hülyalarına kapıldığını iddia eden Ali İhsan Bey’in bir diğer eleştirisi şu şekildedir: ‘’Hafız Hakkı’nın III. Ordu Cephesine giderek yapacağı tetkikler neticesinde vereceği raporların insaflı ve makul olacağını ümit etmekle ne kadar yanılmış olduğumu anladım. Kendi kendime bu mübarek adam, oraya gitti, sathi bir tetkik ile işi tersine çevirecek galiba… Aynı zamanda kendisine iki kolordunun kumandanlığını temin etmeye çalışıyor. Henüz daha bir fırkaya ve ya bir kolorduya kumandan olmamış iken, böyle iki kolorduluk bir grubun başına geçerek, belki ordu kumandanlığına basamak hazırlamayı düşünüyor; 9. ve 10. Kolorduların kumandanları Ahmet Fevzi ve Ziya Paşaların rütbeleriyle Albay Hafız Hakkı’nın rütbesini uydurabilmek için hemen Mirlivalığa terfi edilmesi lazımdır diye teessürle düşündüm.’’616 Ali İhsan Bey’in Hafız Hakkı Paşa’nın ölümü üzerine yaptığı değerlendirmede de bir takım olumsuz eleştirilere rastlanılmaktadır: ‘’İlahi adalet pek çabuk tecelli etmişti. Hafız Hakkı, hatasının bedelini canıyla ödemiş oldu. Gerçi mezar taşına Ordu Kumandanı Hafız Hakkı Paşa diye yazıldı. Fakat bu paşalıktan ve ordu kumandanlığından ne kendisi istifade edebildi ve ne de kendisini sevenlerin ve kumandası altında bulunanların yüzü güldü. Esasen böyle bir felakete mümkün olduğu kadar mani olabilmek için İstanbul’da iken bizzat çok çalışmıştı. Fakat Alman entrikası onu Karargâh-ı Umumi ’den uzaklaştırınca, mukadderatın hâkim eli, Erzurum’da Hafız Hakkı’yı hayal peşinde koşturdu. Evvelki muvazeneli hesapları unutarak, kışın karlı dağlardaki ileri hareket zorluklarını hiçe sayarak, bahtım ve talihim belki Turan yolundadır diyerek o zamanki Türkiye’nin takati haricinde hülyalara kapıldı. Eğer merhum, akıl ve bilgiye uygun olarak Erzurum’dan menfi raporlar göndermiş olsaydı, belki Başkumandan Vekil’ini daha hesaplı düşünmeye mecbur ederdi. Nihayet Hasan İzzet Paşa gibi çekilse ve bu hesapsızlığa iştirak etmeseydi, yine belki bu felaketi sergüzeşte mani olabilirdi.’’617 615 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 222-223. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 222-223. 617 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 316. 616 238 Olaylara tarafsız bir gözle bakmaya çalışan Ali İhsan Bey, tüm bu eleştirilerine rağmen yeri geldiğinde Hafız Hakkı’nın bilgi ve liyakatini övmekten çekinmemiş ve bunu da aynı eseri içerisinde dile getirmiştir: ‘’Gençleştirilmiş olan ordumuzun, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümüyle kıymetli bir uzvunu kaybettiğine şüphe yoktu. Herkes asker ve subay olabilirdi. Fakat bunların arasında kaç tanesi bilgili ve liyakatli, azim ve metanet sahibi, seciyeli bir kumandan olabilirdi. Bunun için yüksek zekâ ve kudretleri nadir yetiştiren hilkatin bu imsaki karşısında bunlardan birinin göçmesi, millet ve memleket, hülasa vatan namına herkesi keder ve eleme duçar eder. Bizim gibi yakın dostlar ve arkadaşlar ise herkesten daha çok üzülürler. Merhum, Sarıkamış Seferi’nin kışın yapılmasında inkâr edilemeyecek derecede zararlı bir rol oynamış olmakla beraber, vakitsiz ölümü vatan için çok ağır bir kayıp idi… Sarıkamış Felaketi’ndeki acı tecrübelerle piştikten sonra memlekete daha faydalı olabilirdi.’’618 Alman Askeri Heyeti’nin Başkanı Liman Von Sanders, Hafız Hakkı Paşa hakkında görüş bildiren bir diğer isimdir ve bir yabancı gözüyle onu değerlendirmesi açısından görüşleri önemlidir. Sanders’in Hafız Hakkı’yı birçok yönüyle tasvir ettiği ve özellikle Şerif Bey’in değerlendirmesine kıyasla olumlu ifadeler kullandığı yorumu şöyledir: ‘’Hafız Hakkı Paşa, Türk Genelkurmayının seçkin askerlerinden biriydi. İşlek bir zekâsı ve çabuk kavrama özelliği vardı. Kararını hemen ortaya koymaz, ileri sürülebilecek düşünce ve görüşlere karşı bir cevap ve fikir saklardı. Almanların düşüncelerini açıkça söylemelerini pek akıllıca bir hareket saymazdı. Bende doğunun iyi yetişmiş tipik insan örneği izlenimi bıraktı. Son altı hafta içinde yarbaylıktan Genelkurmay Şube Müdürlüğü görevine, buradan da generalliğe ve ordu komutanlığına yükselmişti. Enver, onun yeteneğini takdir ediyor, ama İstanbul’dan uzak kalmasını istiyordu.’’619 Sarıkamış Harekâtı sırasında 29. Tümen Komutanı olan Albay Arif Bey (Baytın), Erzurum’a gelişine kadar pek tanımadığı Hafız Hakkı Paşa hakkındaki kısa düşüncelerini ve henüz İstanbul’da iken onunla yaşadığı bir anısını şöyle anlatmaktadır: ‘’Bay Hafız Hakkı ile yakında muarefemiz olmamakla beraber zekâsı ve halisiyeti malumumuz idi. Umum Erkan-ı harbiye III. Şube Müdürlüğünden 29. Tümen Komutanlığına naklim üzerine İstanbul’dan ayrılacağım sırada usulen umum erkânı 618 619 Sabis, Harp Hatıralarım, II, 222-223 Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, 58. 239 harbiye riyasetinde bulunan Bronsart Paşa’ya veda ziyaretinde bulunmuştum. Odaya girince Paşa’yı üzeri bez bir masanın önünde kalpak ve sarı eldivenlerini çıkarmamış bir halde karşısında Bay Hafız Hakkı ile beraber buldum. Yeni vazifemi bildirerek hareket üzere olduğumu arz ettim. Hakkı Bey söylediklerimi tercüme ettiler ve mukabeleten başarılar ve selametler dilediler. Ve uzattıkları eldivenli ellerini sıkarak ayrıldım. Tümen karargâhında Bay Hafız Hakkı ile bir kere daha buluşmamız bu tabloyu canlandırmış oluyordu.’’620 Yakın tarihimizin önemli edebiyatçılarından ve aynı zamanda İTC’nin meşhur simalarından olan Hüseyin Cahit Yalçın, Hafız Hakkı Paşa hakkında kanaatlerini bildiren bir diğer şahıstır. 31 Mart İsyanı sırasında asilerin hakkında idam kararı verdiği Hüseyin Cahit Bey yurt dışına kaçmayı düşünmüş ve Hafız Hakkı burada ataşemiliter olduğu için Viyana gitmeye karar vermiştir. Hüseyin Cahit Bey hatıralarında Viyana’ya kaçma kararını ve bu arada Hafız Hakkı Paşa hakkındaki düşüncelerini şöyle anlatmaktadır: ‘’Viyana’ya gitmeği tasarlamıştım. Çünkü orada Hafız Hakkı ataşemiliterdi. Vicdani imzasıyla Tanin’e askeri makaleler yazıyordu. Bu münasebetle kendisini birkaç kez görmüştüm. Benim için tam inkılapçı, fedakâr, vatansever bir asker tipiydi Selanik Cemiyeti Merkeziyeye mensup olduğunu zannediyorum. Herhalde hiç tanımadığım bir Avrupa şehrinde yapayalnız kalmaktansa Viyana’da Hafız Hakkı’nın yanına gitmek çok uygundu.’’621 Tanin Gazetesinin bir dönem başyazarlığını yapmış olan, eğitimci, yazar, çevirmen ve siyasetçi kimliği ile ön plana çıkan İTC’nin meşhur simalarından Muhittin Birgen hatıralarında birkaç yerde Hafız Hakkı Paşa üzerinde durmuş ve özellikle kişiliği açısından değerlendirmelerde bulunmuştur. Hafız Hakkı Paşa’nın aydın kişiliğini ön plana çıkardığı yorumu şöyledir: ‘’İlk defa kendisini (Enver Paşa’yı) Hafız Hakkı ile birlikte Merkez-i Umumi ’de görmüştüm ve bu alelade bir takdim, birkaç kelime teatisinden ibaret bir aşinalık tesirinden ibaret kalmıştı. Münevver bir erkânıharp olan Damat Hafız Hakkı ile arada sırada Tanin’de yazı yazması vesilesiyle hayli sık temaslarımız olurdu.’’622 620 Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 58. Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasi Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlar, Baskıya Hazırlayan: Rauf Mutluay, İstanbul 1976, 97. 622 Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene, 125-126. 621 240 Birgen Kafkas Harekâtı bahsinde ise Hafız Hakkı Paşa için şu yorumda bulunmaktadır: ‘’Bu taarruz için lazım gelen hazırlıkları yapmak üzere Enver Paşa o zaman umumi erkânıharbiye ikinci reisi olan Miralay Damat Hafız Hakkı Bey’i memur etmişti. Hafız Hakkı’yı tanırım. Ateşli, münevver, eli kalem tutar, genç bir zabitti. Ne dereceye kadar haris idi, bilmem. Daha doğrusu onu ciddi olarak iş üzerinde tecrübede görmeye vakit kalmadan öldü. Enver Paşa’nın harbiye nazırlığına gelmesi için en çok propaganda yağmış olan kendisi idi. Şen yüzü, zeki bakışları, tatlı dili, zekâsı, kalemi ile kendisini İttihat ve Terakki muhitine sevdirmişti. Onu İttihat ve Terakki’ye sevdiren en başlıca kuvvet de ateşli bir insan olması idi. İnkılapçılar ateşli insanlardan hoşlanırlar. Bunun için onu sevmişlerdi.’’623 Behiye Sultan’ın yeğeni Ali Vasıb Efendi ise, Hafız Hakkı Paşa’yı şöyle tanımlamaktadır: ‘’Eniştem Hafız İsmail Bey bilahare 1914 harbinde paşa oldu, iyi kalpli, değerli, malumatlı, zeki ve hoş bir zat idi. Her zaman sınıfın birincisi olmuş, basit bir aile çocuğu olmakla beraber çok haysiyetli bir zat idi. Behiye Halama büyük hürmet ve muhabbet gösterirdi. Halam da kendisine büyük bir muhabbet ve şefkatle bağlandı.’’624 Sonuç olarak Hafız Hakkı Paşa için yapılan yorumların genelde olumlu olduğu ve özellikle zeki, aydın ve iyi kalpliliği üzerinde durulduğu söylenebilir. Böylelikle Hafız Hakkı Paşa’nın dönemin politikacı, asker ve aydın kesimi tarafından oldukça sevilen ve saygı duyulan bir şahıs olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. 623 624 Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene, 281. Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 43. 241 SONUÇ Bu çalışmada Hafız Hakkı Paşa’nın 36 yıllık kısa ömrü üç ayrı döneme ayrılarak incelenmeye çalışıldı. İlk olarak doğumundan Balkan Savaşlarının sonuna kadar olan dönemi gün yüzüne çıkarılmaya gayret edildi. Ardından Karargâh-ı Umumideki konumu üzerinde duruldu ve son olarak Erzurum’a gelişinden Sarıkamış Harekâtı’nın sonuna kadarki faaliyetleri aktarıldı. Ayrıca kaleme aldığı eserleri tanıtılarak fikir dünyası hakkında bilgi verilmeye çalışıldı. Bu çalışma sonucunda Hafız Hakkı Paşa’nın yakın tarihimizin siyasi ve askeri konjonktüründe çok önemli bir konumda bulunduğuna ancak bunun günümüzde pekte bilinmediğine kanaat getirildi. Özellikle onun genç yaşta sona eren hayatı, hakkında bazı noktaların muğlak kalmasına sebep olmuştur. Hayatının ilk dönemlerine ait bilgilerimizin eksikliği çoğunlukla bu durumdan kaynaklanmaktadır. Buna rağmen eldeki mevcut bilgilerle Hafız Hakkı Paşa’nın hayatının ilk dönemlerine dair belli başlı çıkarımlarda bulunulabilir. Söz gelimi II. Meşrutiyet’in ardından İstanbul gazeteleri tarafından Enver, Niyazi ve Eyüp Sabri Beyler gibi isimlerle birlikte ‘’Hürriyet Kahramanı’’ ilan edilmesi onun genç yaşında ulaştığı şöhretin seviyesini anlamak bakımından iyi bir örnektir. Bu unvanının çok az sayıda kişiye verildiği düşünülürse bunu elde etmenin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Şüphesiz bu şöhrete ulaşmasının bir arka planı vardır. Bu arka planı Makedonya’da Bulgar çetecileri ile giriştiği mücadelelerde elde ettiği başarılar ve Meşrutiyetin yeniden ilanı için yaptığı fedakârlıklar oluşturmaktadır. 1906 yılının sonlarında girdiği İttihat ve Terakki Cemiyetinde kısa bir süre sonra zekâsı, yeteneği ve ateşli kişiliği ile öne çıkarak cemiyetin dâhili merkezinin yönetim kadrosu içerisine girmesi eriştiği yüksek konumun anlaşılması bakımından başka bir örnektir. Nitekim bu yönetim kadrosunun kısa bir süre sonra devletin idaresini ele aldığı görülmektedir. Yine 31 Mart İsyanı’nın bastırılmasında ve Balkan Savaşlarında gösterdiği fedakârlıklar yıldızının parlamasına sebep olmuştur. Hafız Hakkı Paşa bu süre içerisinde askeri faaliyetlerinin yanı sıra gayri resmi olarak siyasete de dâhil olmuştur. Özellikle Sultan Abdülhamit döneminden kalan devlet adamlarının tasfiye edilmesi için büyük gayret göstermiştir. Yine ordunun gençleştirilmesi konusunda yaptığı çalışmalar bu yönüne bir diğer örnektir. Nitekim bu 242 konulardaki arzuları bir bir yerine gelmiştir. Hafız Hakkı Paşa siyasete karışan asker profilinin yakın tarihimizdeki tipik bir örneğidir. Hafız Hakkı Paşa, bilgisi, zekâsı, yeteneği ve cesareti ile bu dönemde Enver Paşa’ya rakip olabilecek isimlerin başında gelmiştir. Nitekim yakın dönemi konu alan bazı hatıra türü eserlerde de bu konuya sıklıkla temas edilmiş ve Enver Paşa ile Hafız Hakkı Paşa arasında çok ciddi bir rekabetin var olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte Hafız Hakkı ve Enver Paşaların hayatları müthiş bir paralellik göstermektedir. Geçirdikleri bütün aşamalar neredeyse aynıdır. Harp Okulunda, III. Orduda, Makedonya’da çetecilerle mücadelede, İttihat ve Terakki Cemiyeti saflarında, Balkan Savaşlarında, Genelkurmayda ve son olarak Sarıkamış’ta hep birlikte olmuşlar ve omuz omuza ortak davaları uğruna mücadele vermişlerdir. Hatta damatlıkta dahi birbirlerini takip etmişlerdir. İkisi de birer hanım Sultan ile evlenmek suretiyle saraya damat olmuşlardır. Ancak özellikle Balkan Savaşlarından sonraki dönemde Hafız Hakkı Paşa ikinci planda kalmış bu da Enver Paşa’ya karşı olumsuz bir tavır takınmasına sebep olmuştur. İkinci olarak Hafız Hakkı Paşa’nın Karargâh-ı Umumideki konumunu değerlendirildi. Hafız Hakkı Paşa’nın bu kurumda Enver Paşa’dan sonra gelen en etkili Türk subayı olduğuna kanaat getirildi. Gerek kaleme aldığı savaş planları ile gerekse üst düzey bir amir sıfatıyla çeşitli kuruluşlara dikta ettiği emirlerle Birinci Dünya Savaşı’ndaki Osmanlı seferberliğini tanzim ettiği görüldü. Bu kurum içerisinde özellikle Alman çıkarlarına karşı Türklerin haklarını savunduğu ve Osmanlı Devleti’ni Almanların oyuncağı yapmamak için çok yoğun bir mücadelenin içine girdiği müşahede edildi. Sarıkamış bahsinde ise üç aşamalı olarak Hafız Hakkı Paşa incelendi. İlk olarak Erzurum’a gelişi ve buradaki faaliyetleri değerlendirildi. Osmanlı Devleti’nin ilkbahara kadar ciddi bir askeri harekâttan kaçınması yönünde defalarca görüş bildiren Hafız Hakkı Paşa’nın Erzurum’a geldikten sonra bu konudaki düşüncesinin değiştiği görüldü. Mevsimin kış olmasına rağmen geniş çaplı bir askeri harekâtın yapılabileceğine dair Erzurum’dan merkeze olumlu raporlar göndererek Sarıkamış Harekâtı’na sebep olduğu sonucuna ulaşıldı. İkinci olarak 10. Kolordu Komutanlığına tayini ve Sarıkamış Harekâtı’ndaki faaliyetleri değerlendirildi. Burada özellikle sebep olduğu askeri 243 hatalardan bahsedilerek Sarıkamış Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasında birinci derecede etkili olduğu görüşü ortaya atıldı. Böylelikle Enver Paşa merkezli olumsuz Sarıkamış algısı değiştirilmeye çalışıldı. Ayrıca harekâtın genel seyri içerisindeki eylemlerine değinildi. Son olarak Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına tayininden ölümüne kadar olan süreç değerlendirildi. Burada özellikle Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Harekâtı boyunca yaptığı hataları telafi edercesine canla başla çalışarak orduyu yeniden toparlamaya çalıştığı vurgusu yapıldı. Bu kapsamda III. Orduya takviye kuvvet gönderilmesi yönündeki talepleri ve faaliyetleri aktarıldı. Ayrıca Hafız Hakkı’nın harekâttan sonra büründüğü ruh hali ile ilgili günlüklerinden yola çıkarak bir takım tasvirler ortaya koyuldu. Daha sonra ordunun sıhhi durumunun düzeltilmesine yönelik aldığı tedbirlerden bahsedildi. Son olarak ölümünden ve ölümünün ailesi ve yakın arkadaşları arasında meydana getirdiği yankılardan bahsedilerek devletin Hafız Hakkı Paşa’nın adını yaşatmaya yönelik faaliyetleri anlatıldı. Burada devlet nezdinde Hafız Hakkı Paşa’nın çok büyük bir önem arz ettiği vurgusunu yapıldı. Son olarak Hafız Hakkı Paşa’nın yazar ve hatip kişiliği üzerinde durarak kaleme aldığı eserler tanıtıldı. Böylelikle fikir dünyası okuyuculara aktarılmaya çalışıldı. II. Meşrutiyet döneminin temel tartışma konuları olan eğitim, devlet yönetimi, kadın hakları ve ekonomi gibi sahalardaki görüşleri ifade edildi. Eserlerinin daha çok içeriği üzerinde duruldu. Sınırlı ölçüde de üslup ve metodolojik yönlerden değerlendirmeye tabi tutuldu. Bu değerlendirmelerden Hafız Hakkı Paşa’nın, dönemin aydın simalarından biri olduğu sonucuna ulaşıldı. Bu konulardaki görüşlerinin Batıcı ve Türkçü aydınlara yakın olduğu görüldü. Ayrıca dönemin meşhur simalarından bazılarının Hafız Hakkı Paşa hakkındaki düşüncelerini aktarıldı. Bu yorumların ortak yönlerini değerlendirilerek kişiliği ile ilgili çıkarımlarda bulunmaya çalışıldı. Bu çıkarımlardan Hafız Hakkı Paşa’nın asker vasfının yanı sıra bir de aydın vasfına sahip olduğu ve zekâsı, bilgisi, yeteneği, ateşli kişiliği ve iyi kalpliliği ile ön plana çıktığı sonucuna varıldı. 244 KAYNAKÇA Arşivler: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi Arşivi (ATASE) Telif Eserler A-Kitaplar Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Nehir yayınları, C.1, İstanbul 1992, s.195. Akbay, Cemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun Siyasi ve Askeri Hazırlıkları ile Harbe Girişi, Güncelleyenler: Alev Keskin-Fatma İlhan, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 2014. Aksoy, Şerif, ittihat ve Terakki, Noktakitap Yayınları, İstanbul 2013. Aksun, Ziyanur, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2008. Akşin, Sina, Türkiye Tarihi, Cem Yayınevi, C.IV, İstanbul 2002. Akşin, Sina, 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1980. Alkan, Necmettin, Mutlakıyetten Meşrutiyete II. Abdülhamit ve Jön Türkler (18891908), Selis Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2009. Allen, W.E.D – Muratoff, Paul, 1828-1921 Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi (Kafkas Harekâtı), Gnkur. Basımevi, Ankara 1966. Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyet’in İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi: II. Abdülhamit’in Son Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Bey’in Fezlekesi, Yayına Hazırlayan: Faik Reşit Unat, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991. Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı-Vatan ve Menfada Gördüklerim ve İşittiklerim, Yay Haz: Osman Selahaddin Osmanoğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005. Alşan, Songül, Sarıkamış Kuşatma Harekâtı ve Şehitlikleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2014. 245 Alparslan, Teoman, 31 Mart Ayaklanması, Kamer Yayınları, İstanbul 2015. Altınanıt, Hasan İzzet, Ülkem Ateş Çemberi İle Kuşatılmışken Sarıkamış, Yay Haz: Bingür Sönmez, Babıali Kültür Yayınları, İstanbul 2006. Arar, İsmail, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1986. Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım yayınevi, İstanbul 2010. Aydemir, Şevket Süreyya, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970. Atay, Falih Rıfkı, Zeytindağı, Pozitif Yayınevi, İstanbul 2008. Aziz Samih, Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları Zivinden Peteriçe, Büyük Erkânıharbiye Matbaası, Ankara 1934. Babacan, Hasan, Mehmet Talat Paşa (1874-1921), TTK, Ankara 2014. Bardakçı, Murat, Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014. Bardakçı, Murat, Enver, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015. Bayur, Y. Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, TTK, C.1-III, Kıs.II, Ankara 1983. Baytın, Arif, İlk Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, Vakit Matbaası, İstanbul 1946. Belen, Fahri, XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti, Remzi Kitapevi, İstanbul 1973. Belen, Fahri, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1914 Yılı Hareketleri, Gnkur. Basımevi, Ankara 1964. Benazus , Hanri, Sarıkamış Faciası, Toplumsal Dönüşün Yayınları, İstanbul 2006. Bleda, Mithat Şükrü, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, s.72. Birgen, Muhittin, İttihat ve Terakki’de On Sene, Yay Haz: Zeki Arıkan, C.1, İstanbul 2006, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Kafkas Cephesi III. Ordu Harekâtı, C.1, Gnkur. Basımevi, Ankara 1993. 246 Çakmak, Fevzi, Büyük Harp’te Şark Cephesi Harekâtı, Yay Haz: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011. Cavit Bey, Meşrutiyet Ruznamesi, Yay Haz: Hasan Babacan-Servet Avşar, TTK, Ankara 2014. Cebesoy, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk (Okul ve Genç Subaylık Hatıraları), İnkılap Yayınevi, İstanbul 1981. Cemal Paşa, Hatıralar, Yay Haz: Alpay Kabacalı, Türki İş Bankası Yayınları, İstanbul 2006. Cengiz, Halil Erdoğan, Enver Paşa’nın Anıları 1881-1908, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015. Erickson, Edward J, Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, Çeviren: Mehmet Tanju Akad, Kitap yayınevi, İstanbul 2011. General Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, Çev: Mütekait Kaymakam Nazmi, Gnkur. Matbaası, Ankara 1935. Görgülü, İsmet, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, TTK, Ankara 2014. Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, Tercüman Yayınları, İstanbul 1972. Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker, Yay Haz: Mehmed Açıkgözoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1975. Hanioğlu, M.Şükrü, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul 1989. Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan-Ömer Çakır, İstanbul 2004. Harp Mecmuası (Kasım 1915-Haziran 1918), Çeviriyazı: Faruk Önal-Selman Soydemir-Kemal Erkan-Ahmet Temiz-Ömer Faruk Yılmaz-Ahmet Uçar, TTK, Ankara 2015, s.30. Hasan Basri Efendi, Bir gemi Kâtibinin Esaret Hatıraları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009. İlden, Köprülü Şerif, Sarıkamış, Yayına Hazırlayan: Sami Önal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014. 247 İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Sadrazamlar, C.II-III, Dergâh Yayınları, İstanbul 1982. İrtem, Süleyman Kani, Meşrutiyetten Mütarekeye (1909-1918), Yay Haz: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul 2004. Karabekir, Kâzım, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014. Karabekir, Kâzım, Birinci Dünya Savaşı Anıları-Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2011. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devri ( 1876-1907 ), TTK, C. VIII, Ankara 1988. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (19081918), TTK, C. IX, Ankara 1996. Kılıç, Selami, Türk-Alman Arşiv Belgeleriyle Ermeni Sorunu ve Almanya, TTK, Ankara 2015. Konukçu, Enver Konukçu, Erzurum’da Kars Kapı Şehitliğindeki iki Mezar ‘’ Hafız Hakkı ve Cemal Paşalar (1915-1922) ‘’, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum 2010. Kuran, Ahmet Bedevi, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yayınları, İstanbul 2000. Kuran, Ahmet Bedevi, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, Çeltüt Matbaası, İstanbul 1959. Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus İlişkileri (1978-1919), TTK, Ankara 2011. Larcher, Maurice, Büyük Dünya Savaşı’nda Türk Cepheleri ( Kafkas Harekâtı), Çev: Can Kopyalı, Yay Haz: Bingür Sönmez, İstanbul 2010. Lütfi Simavi, Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim, Örgün Yayınevi, İstanbul 2004. Mahmut Muhtar, Maziye Bir Nazar, Ötüken yayınevi, Yay Haz: Erol Kılınç, İstanbul 1999. 248 Mühlman, Carl, imparatorluğun Sonu 1914 Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi, Timaş Yayınları, Çev: Kadir Kon, İstanbul 2009. Nikolski, Sarıkamış Harekâtı (12-24 Aralık 1914), Çev: Emekli Kaymakam (Yb) Nazmi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1990. Öğün,Tuncay, Kafkas Cephesi’nin I. Dünya Savaşı’ndaki Lojistik Desteği, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1999. Okday, İsmail Hakkı, Yanya’dan Ankara’ya, Sebil Yayınevi, İstanbul 1975. Özdemir, Hikmet, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, TTK, Ankara 2005. Özdemir, Yavuz, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü (Sarıkamış Harekâtı), Erzurum Kalkınma Vakfı Yayınları, Erzurum 2003. Öztuna, Yılmaz, 93 ve Balkan Savaşları-Avrupa Türkiye’sini Kaybımız–Rumeli’nin Elden Çıkışı, İstanbul 2006. Pekmen, Mahir Said, 31 Mart Hatıraları, İsyan Günlerinde Bir Muhalif, TTK, Yay Haz: Hasan Babacan-Servet Avşar, Ankara 2013. Pomiankowski, Joseph, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 2014. Sabis, Ali İhsan, Harp Hatıralarım, Nehir Yayınları, C.1-II, İstanbul 1990. Şakir, Ziya, İttihat ve Terakki-II Nasıl Yaşadı?, Akıl Fikir Yayınları, İstanbul 2014. Sander, Oral, Siyasi Tarih 1918’den Günümüze, İmge Kitapevi, Ankara 2010. Sanders, Liman Von, Türkiye’de Beş Yıl, C.1-II-III, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 1999. Şirokorad, A.B, Rusların Gözünde 240 yıl Kıran Kırana Osmanlı-Rus Savaşları (KırımBalkanlar-93 Harbi ve Sarıkamış), Selence Yayınevi, İstanbul 2009. Sorgun, Taylan, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e Bitmeyen Savaş (Halil Paşa’nın Hatıraları), İstanbul 1997. Sorgun, Taylan, İmparatorluktan Cumhuriyete (Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor), Kum Saati Yayınları, İstanbul 2004. Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 1998. 249 Taşyürek, Muzaffer, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, Hazine Yayınları, İzmir 2007. Toker, H-Aslan, N, Birinci Dünya Savaşına Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 2009. Turfan, M. Naim, Jön Türklerin Yükselişi, Alkım Yayınevi, İstanbul 2013. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Birinci Dünya Harbi İdari Faaliyetler ve Lojistik, C. X, Gnkur. Basımevi, Ankara 1985. Uğurlu, Nurer, Rumeli Yağmalanan İmparatorluk (Mahmut Şevket Paşa-Hafız Hakkı Paşa), Örgün yayınevi, İstanbul 2009. Uzdil, Mahmut Beliğ, Balkan Savaşı’nda Çatalca ve Sağ Kanat Ordularının HarekâtıSavaşın Siyasi ve Psikolojik İncelemeleri, C. I, II, III, Yay Haz: Özlem Demireğen-Nurcan Aslan, Gnkur. ATASE Yayınları, Ankara 2006. Uzer, Tahsin, Makedonya’da Eşkıyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, TTK, Ankara 1979. Ülman, Haluk, I.Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, İmge Kitapevi, İstanbul 2002. Wallach, Jehuda L, Bir Askeri Yarsımın Anatomisi, Çev: Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara 2008. Yarbay Selahattin, Kafkas Cephesi’nde 10. Kolordu’nun Birinci Dünya Savaşı’nın Başlangıcından Sarıkamış Muharebelerinin Sonuna Kadar olan Harekâtı, Yay Haz: Zekeriya Türkmen, Alev Keskin, Fatma İlhan, Gnkur. Basımevi, Ankara 2006. Yalçın, Hatice, Harp Ceridesi Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi (Ştanke Bey Müfrezesi Harp Ceridesi), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Tokat 2008 Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasi Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlar, Baskıya Hazırlayan: Rauf Mutluay, İstanbul 1976. Yergök, Ziya, Sarıkamış’tan Esarete (1915-1920), Yay Haz: Sami Önal, Remzi Kitabevi, İstanbul 2007. 250 B-Makaleler: Aydemir Mustafa, ‘’Ret ve İnkârın Kıskacında Nihilist Karakterler: Bazarov ve Suat’’, Turkish Studies-İnternational Periodical For Languages, Litarature and History Of Turkish or Turkic Volume 8/8 Summer 2013, p. 123-138, ANKARA-TURKEY. Çeliker, Fahri, ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Askeri Heyetlerinin Balkan Harbi ve Birinci Dünya Harbindeki Tutum ve Etkileri’’, Dördüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Gnkur. ATASE Başkanlığı, (Mayıs 1989) Ankara, s. 136147. Dursun, Davut, ‘’Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin Çizgileri Arasında Siyaset’’, Yeni Şafak, 17 Ağustos 2004. Guse, Felix, ‘’Büyük Harpte Kafkas Cephesindeki Muharebeler’’, Askeri Mecmua, Çev: Kaymakam Hakkı, Sayı: 20, İstanbul 1 Kanunnusani 1931. Hanioğlu, M. Şükrü, ‘’İttihat ve Terakki Cemiyeti ’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1988, C.22, s.476-484. Kılıç, Selami, ‘’I. Dünya Savaşı’nda Türk-Alman Cihat Politikasına Bir Bakış’’, 100. Yılı Münasebetiyle I. Dünya Savaşı’nda Kafkas (Doğu) Cephesi Uluslararası Sempozyumu, 25-27 Eylül 2014/ Erzurum, Yay Haz: Merve Uğur, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015, s.139-189. 251 EKLER EK 1. HAFIZ HAKKI BEY’İN 4 EYLÜL 1914 TARİHLİ BİRİNCİ SAVAŞ PLANI Planda şu esaslar üzerinde durulmuştur; 1) Bulgaristan’a yardım etmek, 2) Boğazları ve İstanbul’u karadan ve denizden savunmak, 3) Bunların hepsinden önce genel savaşın iyi sonuçlanması için olabildiğince etkili bir şekilde yardım etmek, 4) Savaşta Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna yardım etmek 1) Bulgaristan’a Yardım Etmek Muhtemel bir Balkan Harbi’nin savaşın sonucunu en az ve en geç etkileyeceği düşünülmüştür. Bulgaristan’a yardım Sırp ve Yunan ordularına karşı galibiyeti sağlayacak şekilde olmalıdır. Sırp ordusu Avusturya ile meşgul olduğu için Bulgaristan’a karşı kuvvetli bir ordu gönderemez. Bulgaristan’ın mevcut ordusuna iki kolordu gönderilmesi durumunda Yunanistan’a karşı başarıyla savunulabilir. Bunlar 2’nci ve 6’ıncı kolordular olmalıdır. Nispeten daha iyi durumda olan diğer kolordular ise daha güçlü bir düşman olan Ruslara karşı gereklidir. Bulgaristan cephesi kesin sonuç alınacak bir cephe olarak düşünülmemiştir. Bu sebeple buraya az miktarda kuvvet göndermek yeterli görülmüştür. 2) Boğazları ve İstanbul’u karadan ve denizden savunmak İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale Boğazı’nı zorlaması durumunda; bu ya karaya asker çıkarmak ve denizden zorlamak ya da yalnız denizden zorlamak suretiyle olur. Boğaz’ın ağzındaki tabyalar ezildikten sonra içeri girerek asıl büyük istihkâmların tahribine engel olmak için Almanya’dan birkaç ağır obüs bataryası getirmeye çalışmak ve Boğaz’ın içine bolca serseri mayın yerleştirmek çok faydalı olur. Düşman Boğaz istihkâmlarının arkasına karaya asker çıkarmak suretiyle Boğaz istihkâmlarını düşürmeye çalışabilir. Her ne kadar Fransa, Alman ordularıyla meşgul olurken ve İngiltere Mısır’da sınırlarını bekliyorken Boğaz’ın arkasını alabilecek önemli bir kuvvet ayırması zor ise de İstanbul’un ele geçirilmesi özellikle İslam âlemi üzerinde 252 ve Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya taarruz planında büyük etki yapması bakımından her halde muhtemel bir harekettir. İngiliz donanmasının İstanbul önüne gelmesi, Osmanlı Devleti’ni savaştan alıkoymazsa da Odesa taarruzunu imkânsız kılar ve Kafkasya taarruzunu güçleştirir. Her halde Çanakkale’nin savunması da son derece önemli bir konudur. Üçüncü kolordu bu savunmayı yapmaya yeterlidir. 3-4) Savaşın iyi sonuçlanmasına etkili bir şekilde yardım etmek ( Müttefiklere yardım etmek) Fransa açısından bir yardım yapamayız. Bununla birlikte uğraşacağımız düşman iki tanedir. Bunlar; 1) İngiltere 2) Rusya 1) İngiltere’ye karşı: a) 8’nci kolordu ile Mısır’a taarruz, b) Yemen kolordusuyla Aden’e taarruz, c) Basra Körfezi yönüne taarruz, d) Savaşı sonlandırmak için İngilizlerin inadını kırmak. Bu savaşta maddeten en az zarar İngilizler görüyor. Bu nedenle savaşın uzamasında inat etmek en çok İngilizler için uygun ve faydalıdır. Ancak İngilizlerin manevi kuvvetlerini kıracak bir husus vardır. O da Asya’da İslam Hilafetinin arka arkaya kazanacağı şanlı zaferlerle İslam âleminin heyecana gelmesidir. Bu zaferler Afganistan ve Hindistan’a yakın oldukça manevi etkisi de büyür, maddi etkisi de yakınlaşır. İngilizlerin can evine (Hindistan) karşı en şiddetli bir tehdit olur. Bunun için Osmanlı Devleti’nin bütün ordusuyla Kafkasya ve İran’a yürüyerek Rusları burada biran evvel mahvedip Hazar Denizi’ne Afgan sınırlarına dayanması lazımdır. 253 2) Rusya’ya karşı: Yukarıdaki fikir kabul edilmeyerek Avrupa savaşını doğrudan doğruya etkilemek açısından düşünülürse her halde Anadolu sınırında tüm Osmanlı memleketlerinin Rus işgalinden korunması için 9’uncu, 10’uncu ve 11’inci kolorduların bırakılması gerekir. Mevcudu toplamda 100 bine varan bu kolorduların Kafkas Rus ordusuna karşı iyi bir savunma yapabilmesi her halde kolay değildir. En az 60 bin erlik bir kuvvet fazlalığına sahip Rus ordusu savaşın uzaması durumunda tüm Doğu Anadolu’yu ve hatta merkezi Anadolu’yu işgal eder. Böyle bir durumda ise tüm Osmanlı ve İslam âlemi üzerinde yapacağı ezici etki çok büyüktür. Buna mukabil kalan 1’inci, 4’üncü ve 5’inci kolordularla şayet doğruca Rus ordusu üzerine etki etmek istenirse bu durumda Karadeniz sahilinde karaya çıkılacak en uygun yer Odesa’dır. Ancak bu hareket donanmamızın durumu, Bulgaristan’ın hazırlanması ve Avusturya-Macaristan ordusunun Rus ordusu karşısındaki durumuna bağlı olduğu için uzar ve gereksiz bir tehlikeye atılmaktan başka bir şey değildir. Burada elde edilen küçük bir faydaya karşılık Rusların Kafkasya yönünde üstün olarak Anadolu’yu işgal etmiş olmasının İran, Afganistan, Hindistan ve Osmanlılık üzerinde yapacağı kötü tesir ile ve bu kolay kazanılan Rus başarısının Rusya’yı ve İngiltere’yi mukavemete teşvik için yapacağı etkiler çok zararladır. Bununla birlikte savaşın sonucunu çok etkilemek için Osmanlı ordusunun bütün kuvvetleriyle Kafkasya’ya taarruz etmesi gerekir. Bunun için dört şık mevcuttur. Bunlar; 1) Azerbaycan-Erivan istikametleri 2) Erzurum-Kars istikametleri 3) Ardahan istikameti 4) Batum istikameti Bunların arasında en uygun düşen Batum istikametidir. Bu ancak donanmamızın Rus donanmasını mahvettikten ve ya savaş dışı bıraktıktan sonra mümkün olur. Bu durumda 1’nci ve 4’üncü kolorduların ilk kademesi İstanbul’dan Batum istikametine hareket eder. Savaş ilanıyla birlikte Rusların Erzurum istikametin den taarruzları muhtemel olduğu için savaş ilanından önce 9’uncu kolordunun büyük kısmını Bayburt’a, 11’inci kolorduyu ise Karadeniz’e göndermek gerekir. 13’üncü kolordu ise Van jandarma Tümenini ve aşiretleri alarak Azerbaycan üzerinden Kafkasya’nın 254 güneyine saldıracak. Eğer Ruslar buradan çekilirse Azerbaycan ve Karabağ üzerine gidilecek. Bu çıkarmanın ardından Osmanlı ordusu Batum ve Poti’yi tahkim ederek Tiflis genel istikametinden Rus ordusuna taarruz eder. Rus ordusunun Erzurum, Erzincan, Van ve Musul istikametlerindeki hareket ve başarı şansı ne olursa olsun ordumuzun genel taarruz istikameti Tiflis olmalıdır. Çünkü açık denize ve sağlam bir hareket bölgesine dayanan ordumuz bu istikamette hiçbir düşman kalesine uğramadan düşmanın tek hareket bölgesini keser ve onu en nihayet üzerine çeker ve ters cephe ile açıkta savaşa mecbur eder. Bu istikamette seri olarak ilerlenerek Rus ordusuna kuzeyden gelecek imdat kuvvetlerini parça parça yok etmeyi başarır. Muhtemel bütün kış sürecek olan bu savaş sonucunda Rus ordusunu mahvetmeyi ve çözmeyi başarır ve ordumuz Kafkasya dağlarıyla Hazar Denizi’ne dayanır. Kuvvetli müfrezelerimizle süvarilerimiz Tahran’a girerse bu başarının ilkbahara Rus orduları gerilerinde, Afganistan’da ve Hindistan’da etkileri savaşın sonuçlandırılması için çok büyük olur. İmza: Hafız Hakkı 255 EK 2. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ADININ YAŞATILMASINA YÖNELİK YAPILAN FAALİYETLER: KÜTÜPHANE, ÇEŞME VE ABİDE YAPIMI DÜŞÜNCESİ Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünün ardından 3 Mart 1915’te annesi Habibe Hanım’a ‘’Hıdemat-ı Vataniyye’’ tertibinden 400 kuruş maaş bağlanmıştır. Bu maaşın tahsisine dair Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde birçok belge bulunmaktadır. Aynı tertipten 31 Mart Hadisesi’nin bastırılmasında şehit düşen Binbaşı Muhtar Bey’in kız kardeşine de maaş bağlandığı görülmektedir. Bu ince harekete oldukça sevinen Habibe Hanım, 15 Mayıs 1915’te Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e bir mektup yazarak teşekkürlerini bildirmiştir.625 Öte yandan Enver Paşa, Talat Bey ve Erzurum Valisi Tahsin Bey, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden sonra onun adını yaşatmak için yoğun bir çabanın içine girmişlerdir. Başbakanlık Osmanlı Arşivinden temin edilen belgelerden Hafız Hakkı Paşa’nın hatırası için Erzurum’da çeşme, kütüphane ve abide yapılmasıyla ilgili İstanbul ile Erzurum arasında yoğun bir yazışmanın yapıldığı görülmektedir. Bunlardan çeşmenin yapılmakta olduğuna dair bilgi olmakla birlikte, tamamlandığı ve bugün mevcut olup olmadığı bilinmemektedir. Abide yapımı ise savaş sebebi ile sonraya bırakılmış ve zamanla unutulup yapılmamıştır. Yine kütüphane yapımının akıbeti de bilinmemektedir. Ayrıca Sivas vilayetinin Toros kasabasının iki mahallesinin adı değiştirilerek ‘’Hafız Hakkı Paşa’’ isminin verilmesiyle ilgili bir karar çıkmıştır. Bu teşebbüslerin çoğu yarım kalmakla birlikte, devletin Hafız Hakkı Paşa’ya verdiği değeri anlamak bakımından önemlidirler.626 625 Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 120. Hafız Hakkı Paşa’nın annesi Habibe Hanım’a maaş bağlanması ve tahsisi için Bkz. BOA. 24. Ş. 1333. Dosya No: 198 Gömlek No: 79 Fon Kodu: MV. BOA. 16. R. 1333. Dosya No: 196 Gömlek No: 141 Fon Kodu: MV. BOA. 12. Ca. 1333. Dosya No: 239 Gömlek No: 37 Fon Kodu: MV. BOA. 626 BOA. 07. C. 1333. Dosya No: 79 Gömlek No: 9 Fon Kodu: DH. İ.UM. BOA. 08. R. 1333. Dosya No: 50 Gömlek No: 77 Fon Kodu: DH. ŞFR. BOA. 07. C. 1333. Dosya No: 52 Gömlek No: 84 Fon Kodu: DH. ŞFR. BOA. 19. C. 1333. Dosya No: 48 Gömlek No: 08 Fon Kodu: DH. İ.U.M. 256 2 EK 3. RE ESİMLER Hafız Ha akkı Paşa Hafız Ha akkı Paşa 257 2 Hafız Ha akkı Paşa Hafız Ha akkı Paşa 258 2 Hafız Ha akkı Paşa Hafızz Hakkı 259 2 Hafız Hakk kı Paşa (sağd dan ikinci), Erzurum’da askerin attış talimindee. Hafız Haakkı Paşa (ön nde) Erzuru um atış talim mi yaparken n; yanında E Erzurum Va alisi Tahsin Bey. B 260 2 Haffız Hakkı Paaşa, Harekett Ordusu Ko omuta Heyeeti ile. s doğru A Ali Paşa, Ma ahmut Şevkeet Paşa ve H Hüseyin Hüssnü Paşa. Ön sıraada sağdan sola Arka sırrada soldan ikinci İsmeet Bey (İnönü), sağında Hafız Hakkkı Bey (Paşa)) ve onun s ağında Enver Bey (Paşa a). 261 2 Hafız Hak kkı Paşa, birr takım devllet erkânı vee yakın arkaadaşları ile. Ön sıradaa Hafız Hakk kı Bey (sağd dan ikinci), Meclis-i M Meebussan Reissi Ahmet Rıza (ortada) vee Talat Bey (soldan ( ikin nci). Arka sıırada İttihatt ve Terakkii Cemiyeti Genel G Sekreteri Mithat Şükrü (en sağda) s ve E Enver Bey (solan ( ikincii). 262 2 ( sağda), 331 Mart isya anının bastırılmasındann sonra kom mutanlık Hafız Hakkı Bey (en binasının önünde Harreket Ordussu Heyeti ilee. Enver Beyy (en solda) n olduğu Maanastır Askeeri İdadisi. Hafız Hakkı Paşa ve Mustafa Keemal Atatürrk’ün mezun 263 2 Errzurum Karrskapı Şehittliği 264 2 apı Şehitliği’’ndeki meza arları Haffız Hakkı ve Cemal Paşaaların Erzurrum Karska 265 2 Bozzgun 266 2 Şanlı Askerr (Ali Çavuşş) 267 2 Hafız H Hakkı Paşa’n nın eşi Behiy ye Sultan 268 2 Behiye Sultan (oturan)) 269 2 EK 4. AR RŞİV BELG GELERİ Hafız Hak kkı Bey’in Viyana V Ataşeemiliterliği’n ne tayinine dair. d BOA. 221. 10. 1324 4. Dosya No: 3472 Göömlek No: 351 3 Fon Kod du: BEO. 270 2 Avusturyaa İmparatorru tarafındaan Viyana Ateşemiliteri A Hafız Hakkkı Bey’e veriilen üçüncü rütbe Frransuva Jozzef nişanının n kabul olun nduğuna daiir. BOA. 27.. M. 1329. Dosya D No: 3852 Göömlek No: 850 8 Fon Kod du: BEO. 271 2 umiye İkincci Reis-i Sani niliği’ne tayin nine dair. Hafız Haakkı Bey’in Erkan-ı Haarbiye.i Umu B BOA. 13. S. 1332. Dosyaa No: 4247 Gömlek G No: 318514 Fonn Kodu: BEO O. 272 2 İttifak k görüşmelerri için Sofyaa’ya giden Hafız H Hakkı Bey’in B Enveer Paşa’dan talimat talebine dair. d BOA. 09. 0 09. 19144. Dosya No:: 879 Gömlek No: 40 Foon Kodu: HR R. SFR.04. 273 2 u Komutanlığı’na tayiniine dair. BO OA. 19. M. 1332 1 Dosya Hafız Haakkı Bey’in 10. Kolordu No: 4325 G Gömlek No: 324332 3 Fon Kodu: BEO O. 274 2 nı Miralay Haafız Hakkı Be ey’in Mirliva alığa terfiine dair. BOA. 2 25 Kanun‐ı 10. Kolorrdu Komutan Evvel 13 330. Dosya N No: 4331 Göm mlek No: 324757 Fon Koodu: BEO. 275 2 10. Koloordu Komuttanı Hafız H Hakkı Paşa’n nın III. Ord du Komutannlığı’na tayin nine dair. BOA. 28 2 Kanun-ı Evvel E 1330. Dosya No: 4331 Gömleek No: 3247995 Fon Kodu: BEO. 276 2 Hafız Hakkı Paşa’nın n hastalığın ndan dolayı Erzurum’a E geldiği ve teedavisine ba aşlandığına dair. BO OA. 23 Kanu un-ı Sani 13330. Dosya No: N 460 Göm mlek No: 51 Fon Kodu: DH.ŞFR. 277 2 Hafız Hak kkı Paşa’nın n hastalığının n tifüs olduğ ğuna dair. BOA. B 27 Kannun-ı Sani 1330. 1 Dosya No: 460 G Gömlek No: 91 9 Fon Kodu u: DH.ŞFR.. 278 2 Merrhum Hafız Hakkı Paşaa’nın annesii Habibe han nımın kendiisine maaş tahsis edilmesin nden dolayı Dahiliye Naazırı Talat Bey’e B yazdığ ğı teşekkür m mektubu. BO OA. 28. C. 1333.. Dosya No: 64 Gömlek No: 22 Fon Kodu: DH.. KMS. 279 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Adı Soyadı Pir murat SİVRİ Doğum Yeri ve Tarihi Trabzon/19.02.1991 Eğitim Durumu Lisans Öğrenimi Atatürk Üniversitesi Y. Lisans Öğrenimi Atatürk Üniversitesi Bildiği Yabancı Diller İNGİLİZCE Bilimsel Faaliyetleri İş Deneyimi Stajlar Projeler Çalıştığı Kurumlar İletişim E-Posta Adresi Tarih