3A. I.Dünya Savaşı ve Çıkış Sebepleri XVIII. yüzyılın sonuna doğru buhar gücünün sanayiye uygulanması, Batı Avrupa'da ulaştırma ve sanayide büyük bir devrime yolaçtı. Çok miktarda üretilen ucuz sanayi ürünleri başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, birkaç batılı ülkeyi hammadde ve pazar arayışlarına, dolayısıyla da sömürgecilik faaliyetleri içine itmişti. Dünya birkaç sanayileşmiş ülke tarafından paylaşılırken, İtalya ve Almanya gibi birliğini geç kurmuş ve sanayi devrimine sonradan katılmış ülkeler ile Rusya da dünya hakimiyetinde pay sahibi olmak üzere, yeni yeni sahneye çıkıyorlardı. Almanya'nın sömürgecilik faaliyetlerine katılması ve dünya pazarının bir bölümüne sahip olması, özellikle dünya ticaretine egemen olan İngiltere ile sürtüşme ve yarışma içine girmesine yol açmıştı. Zaten, Birinci Dünya Savaşı'nı hazırlayan şartlar da, yukarıdaki gelişmeler ile birlikte 1871 Fransız-Alman Savaşı'ndan itibaren başlayan bir dizi gelişmelerin ürünü olarak ortaya çıktı. Bu savaşta Fransa'yı yenip Alsace-Lorraine (Alsas-Loren) bölgesini almakla yetinmeyen Almanya, Fransa'yla yaptığı barış anlaşmasına çok ağır bir savaş tazminatı maddesi de koymuştu. Milliyetçilik düşüncesinin anavatanı olan Fransa'da halk, süresinden önce bu tazminatı ödeyince, Almanya büyük telaşa kapıldı. Alman Başbakanı Otto von Bismarck, büyük bir dünya devleti olan Fransa'nın kaybettiği toprakları geri almak için, kendisine karşı ittifaklar içine gireceğini anladığından, Fransa'yı Avrupa'da müttefiksiz ve dünyada yalnız bırakacak bir politika izlemeye başladı. Almanya'nın bu politikası 1882'de Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya arasında Üçlü İttifak'ı (Üçlü Bağlaşma) yarattı. Wilhelm II 1888'de Alman İmparatoru olunca, Bismarck'ın politikası ile ters düştü. Wilhelm II Almanya'yı büyük bir dünya devleti haline getirmek istiyordu. Bu nedenle de Bismarck'ı istifaya zorladı ve 1890'da süresi dolmuş olan Alman-Rus Anlaşmasını yenilemedi. Bu durum Rusya'yı, Avrupa'da kendisine bir müttefik arayan Fransa'ya yönelttiÜçlü Bağlaşmaya dayanarak, Avrupa'da üstünlük kurmaya çalışan Almanya karşısında, 1894'te, Fransız-Rus, 1904'te Fransız-İngiliz, ve 1907'de İngiliz-Rus anlaşmalarıyla, Üçlü İtilaf (Üçlü Anlaşma) oluştu. Bu bloklaşmalardan sonraki sürtüşmeler, özellikle Balkanlar üzerinde yoğunlaştı. Haziran 1908'de yapılan "Reval Buluşması"ndan sonra, İngiltere'nin Ruslar'ı Ortadoğu'da ve Balkanlar'da serbest bırakması, AvusturyaMacaristan İmparatorluğu'nun işine gelmedi. Amacı Balkanlar'daki Slav topluluklarını nüfuzu altına almak olan Rusya, bu imparatorluk içindeki Slavları da etkilediği için, tehlike unsuru haline gelmişti. Rusya'nın Balkan siyasetinin aleti olan Sırbistan; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ndaki Slavlar'ın yaşadığı yerleri kendi topraklarına katmak istiyordu. Almanya, Sırbistan eliyle Balkanlar'a egemen olmak isteyen Rusya'ya karşı, Avusturya- Macaristan'ı daha fazla desteklemek zorunda kaldı. Fas Bunalımı ve Balkan Savaşları sırasında bir büyük savaşın eşiğine gelinmişti. Ancak bu gerginlikler özellikle İngiltere'nin araya girmesi sonucunda barışçıl yollardan çözümlenmişti. Fakat, bu uzlaşmanın bütün sorunları çözemediği kısa süre sonra anlaşıldı. 1914 yılına gelindiğinde; ekonomik çıkar çatışmaları ve güvenlik endişelerinin yarattığı siyasi gerilimin yanı sıra, Alcase-Lorraine'de üstünlük kurma, denizdeki rekabet, Fas buhranı, Almanlar'ın Bağdat Demiryolu'nu gerçekleştirerek İngiltere'nin Hindistan yolunu tehdit etmeleri ve Osmanlı pazarına girmeleri, Balkanlar'da Avusturya-Rusya çatışması, Balkan Savaşı'nın oluşturduğu ekonomik ve siyasi sorunlar, eskiden beri süregelen gerginliklerin artmasına neden olmuş ve artık savaşın çıkması için bir kıvılcımı bekliyordu. Bu da, "Saraybosna" olayı ile gerçekleşti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun tek veliahtı François Ferdinand (Fransua Ferdinand) karısıyla gittiği Saraybosna'da, 29 Haziran 1914'te bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Avusturya, Sırbistan ile girişeceği bir savaşa, Sırbistan'ı desteklemek amacıyla Rusya'nın da gireceğini bilmekteydi. Bu nedenle Almanya'ya, 1882 anlaşmasının koşullarına göre hareket edip etmeyeceğini sordu. Olumlu cevap alınca da, Sırbistan'a 48 saat süreli sert bir nota verdi. Notada; Avusturya karşıtı olanların Sırp ordu ve idaresinden atılması ile Sırbistan topraklarına kaçan sorumluların, Avusturya kuvvetleriyle birlikte aranmasını istemekteydi. Sırbistan, iç işlerine karışma anlamına gelen bu notayı, Rusya'ya danıştıktan sonra reddedip, seferberlik ilan etti. Bunun üzerine Avusturya, Sırbistan'a 28 Temmuz'da savaş ilan etti ve Belgrad'ı bombalamaya başladı. Avusturya'nın Sırbistan'a nota verdiği sırada İngiltere, sorunun bir Avrupa Savaşı'na yol açabileceğini anlamıştı. Bu nedenle de Almanya'ya başvurarak, uluslararası bir konferansta sorunun ele alınmasını istedi. Almanya, İngiltere'nin teklifini olumlu karşılamadığı gibi, Belçika'yı işgal etmeyeceğine dair bir güvence vermekten de kaçındı. İngiltere'nin diplomatik çabaları sonuçsuz kalınca, Rusya, 31 Temmuz'da seferberlik ilan etti. Fransa da Rusya'yı destekleyip seferberlik ilan edince, Almanya da her iki ülkeye de nota vererek seferberlik durumuna son vermelerini istedi. Bu iki ülkenin seferberlik çalışmalarını durdurmamaları üzerine, Almanya; 1 Ağustos'ta Rusya'ya, 3 Ağustos'ta da Fransa'ya savaş ilan etti. Almanya'nın Fransa'yla savaşabilmesi için, Belçika'dan geçmesi gerekiyordu. Belçika'dan ordularını geçirme izni alamayan Almanya, 4 Ağustos'ta Belçika'ya da savaş ilan etti. Almanya'nın Belçika'ya savaş ilan etmesi üzerine, 4 Ağustos 1914'te İngiltere'de Almanya'ya savaş ilan etti. 6 Ağustos'ta da Avusturya, Rusya'ya savaş ilan ettiğini açıkladı. Böylece Avusturya-Sırbistan savaşı bir Avrupa Savaşı haline dönüştü. Japonya ise, Asya'daki genişlemesini hızlandırmak için Avrupa Savaşı'nı bir Dünya Savaşı'na dönüştürmek için çaba gösterdi. İtalya, Bağlaşma Bloku içinde 1914 yılına kadar gelmiş, ancak bu blokun devletleriyle yaptığı anlaşmanın süresi Ağustos ayında sona erdiği için, tarafsızlığını ilan etmişti. Bu nedenle, 1915 yılına kadar savaşa girmedi. Yayılmacı emellerinin ancak Anlaşma Bloğu'na girmesiyle gerçekleşebileceğini gören İtalya, toprak istemlerinin yerine getirileceği konusunda Anlaşma Devletleri ile gizli Londra Anlaşması'nı yaptıktan sonra, 1915 yılı Mayıs ayında savaşa katılmayı kendi çıkarlarına uygun buldu. Birinci Dünya Savaşı, İttifak (Bağlaşma) Devletleri diye adlandırılan 4 devlete karşı, İtilaf (Anlaşma) Devletleri diye adlandırılan 25 devlet arasında geçti. Bağlaşma Devletleri ; Almanya, Avusturya-Macaristan Osmanlı Devleti ve Bulgaristan'dı. Anlaşma Devletleri'nin en önemlileri ise; Fransa, İngiltere, Rusya, Sırbistan, Belçika, Lüksemburg, Karadağ, Japonya, İtalya, Portekiz, Romanya, ABD, Yunanistan ve Brezilya idi. 3B. Osmanlı İmparatorluğu'nun Savaşa Girmesi 3B. Osmanlı İmparatorluğu'nun Savaşa Girmesi Birinci Balkan Savaşı'nda Osmanlı ordusunun, Balkanlı Devletler karşısında, birkaç hafta içinde ağır yenilgilere uğraması, ordunun yeniden düzenlenmesi ve güçlendirilmesi zorunluluğunu ortaya koymuştu. Bu nedenle de, donanmanın güçlendirilmesi işi İngilizlere, jandarmanın iyileştirilmesi İtalyan subaylarına, maliye ve gümrük işlerinin iyileştirilmesi ise Fransız subaylarına bırakılmıştı. Almanya'dan da kara ve topçu birliklerinin eğitilmesi için askeri uzmanlar istenmişti. Osmanlı Devleti bir yandan ordusunu güçlendirirken, bir yandan da, dış politikasını İngiltere ve Almanya'ya dayama amacı güdüyordu. İttihat ve Terakki Partisi önderleri, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra devletin uğradığı kayıpları, Osmanlı'nın hiçbir bloğa girememesinden kaynaklandığı görüşündeydiler. Bu nedenle de devlete bir dış destek sağlamak ve siyasal yalnızlıktan kurtulmak için, bazı ittifak girişimlerinde bulundular. İlk ittifak teklifi, geleneksel dost İngiltere'ye yapılmıştı. Maliye Nazırı (Bakanı) Cavit Bey tarafından daha 1911 Ekim'inde İngiltere Bahriye (Denizişleri) Bakanı Winston Churchill'e yapılan ittifak teklifi "şimdilik yeni siyasi bağlar altına giremeyiz" diyerek reddedilmişti. Aslında İngiltere, "Hasta adam" olarak nitelenen Osmanlı Devleti'nin mirasında pay almak ve kendi müttefiklerinden olan Rusya'yı gücendirmemek için, bu teklifi kabul etmeye yanaşmamıştı. Çünkü Rusya, Osmanlı topraklarından en çok pay almak isteyen devletti. Osmanlı Devleti Rusya'nın da içinde bulunduğu devletler arasında yer alırsa, bu amacını gerçekleştirmesi söz konusu olamazdı. Ayrıca İngiltere, İtalya'yı da kendi tarafına çekebilmek için, çaba harcamaktaydı. O yıllarda İtalya'nın da Kuzey Afrika topraklarında gözü olduğu düşünülürse, İngiltere'nin İtalya'yı kazanabilmesi için, Osmanlı'dan uzak durması gerekiyordu. İkinci ittifak girişimi, 1913 yazında Türk-Bulgar barış görüşmeleri yapılırken, Bulgarlar'dan gelmişti. Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı'nda kaybettiği adaları Yunanlılar'da bırakmamakta kararlı olduğundan, Bulgarlar'ın önerisini benimsemişti. Bulgarlar bu ittifaka, Almanlar'ı da sokmak istemişlerdi. Fakat Almanlar, o sıralarda Osmanlı Devleti ile ittifak yapmayı yararlı bulmadıklarından, bu isteği kabul etmediler. Bulgarlarla olan görüşmeler de uzayıp gitti ve sonuçsuz kaldı. Üçüncü ittifak teklifi, Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından Fransızlar'a yapıldı. Fransa da "hasta adam"ın sorumluluğunu almak istemediğinden, "Rusya razı olmadıkça bu ittifakın gerçekleşmeyeceğini" bildirmiş ve yapılan öneriyi reddetmişti. Dördüncü ittifak teklifi ise; Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Talat Paşa tarafından Osmanlı Devleti hakkındaki emelleri gayet iyi bilinen Rusya'ya yapıldı. Elbette ki, Rusya'nın böyle bir öneriyi kabul etmesi düşünülemezdi. Bu ittifaklar gerçekleşmeyince, İttihat ve Terakki'nin önderleri tekrar Almanya'ya yöneldiler. Almanya, Osmanlı Devleti ile ittifak içine yine girmek istememişti. Ancak Avusturya, Almanya'ya Osmanlı Devleti ile ittifak yapıldığında, çıkacak bir savaşta Rus kuvvetlerinin Osmanlı Devleti'ne de saldırarak, Avrupa'da kendilerini rahatlatacağını hatırlatınca, bu öneriyi kabul etti. Almanlar'ın Osmanlı ile ittifaka girmesinin en önemli nedeni şunlardır: Savaşta İngiliz ve Fransızlar'ın Boğazlar üzerinden Rusya'ya yardımda bulunmalarını önlemek, Halifenin dinsel gücünden yararlanarak,Ortadoğu'da ve Rusya'nın egemenliğinde bulunan Müslümanları ayaklandırmak, Süveyş Kanalı'nın Osmanlı Devleti'nin egemenliğine geçmesini sağlayarak, İngilizler'in Hindistan yolunu kesmek,böylece onların denizaşırı egemenliğine son vermek, Osmanlı ordusunun insan gücünden yararlanmak. 22 Temmuz 1914'te başlayan gizli Osmanlı-Alman ittifak görüşmeleri, 2 Ağustos 1914'te, yani tam Birinci Dünya Savaşı'nın çıktığı günlerde anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandıBu ittifaka göre; Almanya Avusturya-Sırbistan savaşına katılırsa, Osmanlı Devleti, Almanya'nın yanında savaşa girecek, katılmazsa Osmanlı bu savaş sırasında tarafsızlık politikası izleyecek, bir silahlı saldırı karşısında kalırsa Almanya Osmanlı'yı savunacak, bu anlaşma gizli tutulacak ve süresi 1918 yılına kadar devam edecekti. Osmanlı Devleti, bir savaş için kaynakları yeterli olmadığı gerekçesiyle, savaşa hemen girmedi ve tarafsızlığını ilan etti. Ayrıca, tek taraflı olarak kapitülasyonları da kaldırdığını açıkladı. İttihat ve Terakki yönetimi, eksikliklerini Almanya'nın da yardımı ile tamamlamayı planlamakta ve yapılmakta olan yeniliklerin iyi sonuç vermesi için, savaşa bir yıl sonrasında katılmayı düşünmekteydiler. Osmanlı Devleti'nin, Almanya ile anlaştığından haberi olmayan Anlaşma Devletleri, onun tarafsızlığını ilan etmesinden memnun olmuşlardı. Çünkü Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi demek, yeni cephelerin açılması ve Almanya ile Avusturya'ya karşı kullanacakları kuvvetlerin bir bölümünü Osmanlı Cepheleri'ne kaydırması demekti. Aynı zamanda, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmemesi İngitere'nin, Uzak Doğu sömürgelerine giden yolun güvenlik altına alınmasını da sağlayacaktı. Bu nedenle de Osmanlı Devleti'nin, kapitülasyonları tek yanlı olarak kaldırmasını kabul etmişlerdi. Oysa, Osmanlı Devleti'nin ittifak yaptığı Almanya bile, kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Almanya Genelkurmay Başkanı Schlieffen Planı'na göre, sekiz hafta içinde Fransa'yı dize getirecek bu arada ise, Avusturya Rusya'yı oyalayacaktı. Fransa yenildikden sonra da Almanya, bütün gücü ile Rusya üzerine yürüyecekti. Ancak, Almanya'nın bu planı, uygulamada başarısız oldu. Avrupa'daki savaşı planladığı gibi götüremeyen Almanya, Osmanlı Devleti'nin bir an önce savaşa girmesi için baskı yapmaya başladı. Alman hayranı olan Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Enver Paşa da, savaşı Almanlar'ın kazanacağını düşündüğünden, bir an önce savaşa girmek istiyordu Enver Paşa'nın amacı; Balkan Savaşı'nda kaybedilen yerleri geri almak ve Osmanlı Devleti artık batıda genişleyemeyeceğine göre, devleti doğuda genişletmek, büyütmekti. Yine ona göre; bu savaşta Osmanlı Devleti İngiliz-Fransız ekonomik baskısı ve kapitülasyonlardan kurtulacak, Rusya'da yaşayan Türklerle de işbirliği yapılarak Turancılık politikası uygulanacaktı. Osmanlı Hükümeti'nin diğer üyeleri ise, Bulgaristan savaşa katılıp, Almanya ile karayolu bağlantısı kurulmadıkça ve Romanya'nın tarafsızlığı sağlanmadıkça savaşa girmeye niyetli değillerdi. Seferberlik hazırlıkları bitirilemediği için Osmanlı Devleti savaşa girmeyince, Enver Paşa, Almanlarla yaptığı gizli görüşmelerde, devleti savaşa sokacak çareler aramaya başladı. Bu sıralarda, Akdeniz'deki İngiliz donanmasının takibinden kaçıp, Çanakkale Boğazı'na giren Goeben (Goben) ve Breslau (Breslav) adlı iki Alman savaş gemisi, Enver Paşa'nın bu isteğine ulaşmasını sağladı. Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan ettiği için, bu gemileri silahtan arındırıp, boğazın dışına bırakması ya da savaşın sonuna kadar alıkoyması gerekmekteydi. Ancak, Enver Paşa farklı bir uygulamaya gitti. Daha önce İngilizler'e, iki gemi sipariş edilmişti. Üstelik paralarını da peşin ödemesine karşın ne gemiler, ne de paraları geri alınabilmişti. Enver Paşa, Almanlar'la yaptığı görüşmeler sonucunda savaşa girmenin karşılığı olarak Goeben ve Breslau'nun Osmanlı Devleti'ne bedelsiz olarak verilmesini sağladı. Yavuz ve Midilli adları verilen bu gemilere hemen Osmanlı Bayrağı çekildi. Gemilerde görevli Alman askerlerinin başlarına da fes giydirilerek, görünüşleri de Osmanlı askerlerine benzetildi. Enver Paşa tarafından hazırlanan senaryonun bir devamı olarak, bu gemilerin komutanı Amiral Souchon (Şuson), "Osmanlı Karadeniz Donanması Kuvvetleri Komutanlığı"na atandı. 27 Ekim 1914 tarihinde Amiral Souchon'un komutasındaki Osmanlı Donanması, Karadeniz'e tatbikat yapmaya çıktı. Ancak, Enver Paşa'nın asıl amacı tatbikat değil, Osmanlı'yı savaşa sokmaktı. Bu gemilerin de yer aldığı donanma, Hükümetin diğer üyelerinin haberi olmadan, 29-30 Ekim 1914'te Karadeniz'in Kırım dolaylarındaki Rus Odessa ve Sivastapol limanlarını bombalamaya başladı. Osmanlı Donanması'nın bu limanları bombalamasının nedeni, Rus Karadeniz Donanması'nın bu limanlarda demirli olması ve buralarda gemi yapım tersanelerinin bulunmasıydı. Bu olay, Osmanlı Devleti'nin kaderini belirleyecek olan savaşa girmesi için yeterli oldu. Ruslar, 1 Kasım'da Kafkasya'dan saldırıya geçtiler. 5 Kasım'da da İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. Rusya ve İngiltere'ye ait sömürgelerdeki Müslümanları ayaklandırabileceğini zanneden Osmanlı Padişah'ı, Halife sıfatıyla, 7 kasım 1914'te "Cihad-Mukaddes" (Kutsal Savaş) ilan ederek, Türkistan, Hindistan, Afganistan ve Afrika Müslümanlarını; İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı yapılacak olan kutsal savaşa davet etti. Halife'yi, manevi lider olarak tanımayan İran, şii olması nedeniyle, cihad çağrısını olumlu yanıtlamadı. Afganistan ise, iç işlerinde serbest olmasına rağmen, dış işlerinde İngiltere'ye bağımlıydı. Askeri gücü de yoktu. Arap ve Hint müslümanları üzerinde ise, İngiltere aktif ve etkili bir politika izliyordu. Bu nedenle de Kutsal Savaş Fetvası, Osmanlı için hiçbir fayda sağlayamadı. Üstelik İngilizler'in kışkırtmasıyla Araplar, ilk iş olarak Kabe'yi beklemekte olan Halife Askerleri'ni öldürerek, İngilizler'in yanında savaşa katıldılar. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı'nda, çoğunluğu Hint Müslümanlarından oluşan 941 bin Müslümanı seferber etti ve bunların %80'ini de Türk cephelerinde kullandı. Bu müslümanlar'ın, başlarında fesleri ve yanlarında Kur'an-ı Kerim ile Halifelik'in başkenti olan İstanbul'un işgali için, emperyalizmin bayrağı altında savaşmaları, düşündürücüdür. Bu olay, Osmanlı Halifesi'nin Müslümanlar üzerinde ne kadar etkisiz kaldığının da bir somut kanıtı oldu. Kutsal Cihat Fetvaları'nın etkisiz kalışının nedenleri olarak, şunları gösterebiliriz: Müslüman topluluklar içinde, Hilafet makamının birkaç tane olduğunun kabul edilmesi, Milliyetçilik akımı nedeniyle, Halifelik'in Müslümanlar üzerinde artık manevi bir etkisinin kalmamış olması, Batılı emparyalist güçlerin İslam Dini'ni kendi çıkarlarına uygun olarak en akıllı biçimde kullanmaları, Toplumsal yapı ve kültür düzeyinin düşüklüğünden yararlanan batılı emparyalistlerin, bölgedeki emir ve şeyhleri bağımsızlık vaadiyle kandırmaları. Şeriatın, Müslüman olmayan bir devletle Müslümanların işbirliği içine girmesine izin vermemesi (Oysa Osmanlı Devleti, Almanya ve AvusturyaMacaristan ile işbirliği içinde savaşa katılmış bulunuyordu). 3C. Osmanlı İmparatorluğu'nun Savaştığı Cepheler Osmanlı Devleti, savaşın başından itibaren Kafkas, Kanal, Irak ve Çanakkale cephelerinden oluşan dört cephede ve savaşın ortalarında da müttefikleri için Galiçya Cephesi''nde savaşmak zorunda kaldı. Osmanlı Orduları, yalnızca kendi toprakları içinde çarpışmadılar. Müttefikleri, zorlandığı zaman da onlara yardım ettiler. Bu nedenle, Osmanlı Devleti'nin savaştığı cephe sayısı, giderek arttı. Osmanlı Devleti, 1916 Nisan'ı sonlarında Rusya karşısında güç duruma düşen Avusturya'yı desteklemek üzere, 33 bin askerini Galiçya Cephesi'ne göndermekten çekinmedi. Osmanlı Orduları, Romanya'nın savaşa girmesi üzerine, Bulgaristan ve Avusturya'ya yardım amacıyla Dobruca ve Bükreş ovalarında; Makedonya Cephesi'nin takviyesi için de Manastır ve Ustrumca'da büyük bir özveriyle ve kahramanca dövüştüler. 1.Kafkas Cephesi Bu cepheden "Başkumandan Vekili" olarak Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın beklentisi; Kafkasya'da, Rusya'ya sağlanacak askeri bir üstünlükle Orta Asya'yı ele geçirmek, yani "Turan" ülküsünü gerçekleştirebilmekti. Enver Paşa aynı zamanda Kuzey İran'a girerek, İngiltere'nin sömürgesi olan Hindistan'ı tehdit etmeyi ve Rusya'nın gücünü de bölerek, Avusturya'yı rahatlatmayı amaçlıyordu. Enver Paşa, Güney Kafkasya ve Kuzey İran'a girip, Rusları arkadan çevirmek için, 20 Aralık 1914'te 150 bin kişilik bir kuvvetle SarıkamışUrumiye yönünde saldırıya geçti. Saldırı, 19 Ocak 1915'e kadar devam ettiyse de; soğuk, açlık, donanım eksikliği, plansızlık ve tifüsten 90 bin kayıp verildi. Bunun üzerine, bu cephede üstünlüğü elde eden Ruslar, güneye sarkarak, Malazgirt-Van bölgesini aldılar. 1916 yılı başında tekrar saldırıya geçerek, Şubat ayında Erzurum'u, Nisan'da Trabzon'u, Temmuz'da da Erzincan ve Muş'u ele geçirdiler. Çanakkale Savaşı'ndan sonra, Doğu'daki XVI. Kolordu Komutanlığı'na atanan Mirliva(Tuğgeneral) Mustafa Kemal, 1916 yılında bir çevirme harekatı ile Muş'u ve Bitlis'i geri almayı başardı. 1917 yılında başlayan Bolşevik İhtilâli, Rusya'nın savaşı bırakmasına neden oldu. Ruslar, Kafkas Cephesi'nde 18 Aralık 1917'de imzaladıkları Erzincan Ateşkesi ile, her iki tarafın da, destek birlikleri getirmeksizin, oldukları yerde kalmasını kabul etmişti. Ama Rus askerleri, ülkelerindeki ihtilâli desteklemek amacıyla verilen emirleri dinlemeyerek, geri çekildiler. Rus askerlerinin oluşturduğu boşluğu, Çarlık rejiminin silahlandırdığı Ermeniler doldurdu. Erzincan Ateşkesi koşulları uygulanamayınca, bu cephede Osmanlı-Rus Savaşı'nın yerini Osmanlı-Ermeni Savaşı aldı. 12 Şubat 1918'de yeniden saldırıya geçen Osmanlı Ordusu, önce Erzurum'a, bir ay sonra da Erzincan'a girdi. Bu sırada Rusya, 3 Mart 1918'de Brest-Litowsk Barışı'nı imzalayarak kendi açısından savaşı tümüyle sona erdirdi. Bu barış anlaşmasına göre; Ruslar; Kars, Ardahan ve Batum'u, Osmanlı Devleti'ne geri vermeyi ve bütün Doğu Anadolu'dan çekilmeyi de kabul ediyorlardı. Ancak Brest-Litowsk Barışı'nı tanımayan Erivan'daki Ermeni Cumhuriyetidirenişini sürdürdüğünden, Osmanlı Kuvvetleri ileri hareketa devam ederek, 25 Nisan'da Kars'ı kurtardılar. Ermeniler gibi, Gürcistan Cumhuriyeti de Brest-Litowsk'u tanımak istememişse de, Nisan ortalarında Osmanlı Ordusu, Ardahan ve Batum'u geri almıştır. Bu gelişmeler olurken, Enver Paşa'nın Kafkas Ordusu,15 Eylül 1918'de Bakü'yü ele geçirmiş ve Orta Asya yolu açılmış görünüyordu. Osmanlı Orduları daha ileriye giderken, Bulgaristan'ın yenilmesi ve böylelikle İstanbul'un güvenliğinin tehlikeye düşmesi üzerine, bu cephedeki askerlerin bir bölümü batıya kaydırıldı. Oysa savaş, Doğu Cephesi'ndeTürklerin lehine gelişmeye başlamıştı. Ancak, aynı günlerde Bulgaristan'ın ateşkes ilan ederek savaştan çekilmesi, Anlaşma Devletleri'ne İstanbul yolunu açmıştı. İstanbul'u kaybetmek korkusu, 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkesi'nin imzalanmasına yol açacak gelişmelerin başlangıcı oldu. 2.Kanal Cephesi Bu cephenin açılmasını Almanlar istediler. Bu cephenin açılmasındaki amaç: Mısır başta olmak üzere, Ortadoğu'da Osmanlı egemenliği'ni yeniden sağlamak, Süveyş Kanalı'nı ele geçirerek, İngiltere'nin Hindistan, Avustralya ve Yeni Zellanda gibi sömürgelerine giden en yakın deniz yolunu kesmekti. Bu harekatı yürütmek üzere Bahriye Nazırı (Deniz İşleri Bakanı) Cemal Paşa görevlendirilmişti. Suriye'deki 4. Ordu Komutanlığı'na da getirilen Bahriye Nazırı Cemal Paşa, kara yoluyla Suriye üzerinden gitmeye kalkışınca, Kanal Bölgesi'ne gelinceye kadar askerin büyük bir bölümü susuzluktan ve açlıktan kaybedildi. Böylece bu harekat, daha başlangıçta büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı Çanakkale Savaşı sona erdikten sonra ikinci kez kanal harekatı denendiyse de, yine başarı sağlanamadı. Üstelik bu bölgede, Fransa'nın yardımıyla isyan çıkarmak için görevlendirilen 13 kişi idam edilince, Mekke Emiri Şerif Hüseyin, 5 Haziran 1916'da Hicaz'da Arap İsyanı'nı başlattı. Aslında bu isyanın arkasında İngiltere vardı. İngiltere Mekke Emiri Şerif Hüseyin'e Kilikya'dan Arap yarımadasının güney kıyılarına kadar uzanan bir Arap Devleti kurma sözü vermişti. İngiltere, Necd Emiri İbn-i Suud'a da, aynı topraklar için vaadde bulunarak, bütün Araplar'ı Osmanlı'ya karşı kullanacaktı. İngiltere, Sina yarımadası ve Ürdün'deki bedevi topluluklarını da gerilla biçiminde Osmanlı Devleti'ne karşı örgütledi. İngilizler, 1916 yılı sonlarında, Araplar'ın da yardımıyla, Sina Yarımadası'nı ele geçirince, Suriye sınırlarına dayandılar. 1918 Ekim'ine kadar İngiliz saldırıları hızlandı. Bu saldırılar sonucunda Amman, Beyrut ve Şam düştü. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra, Liman Von Sanders'in yerine Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'na getirilen Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'yu savunmak için kuvvetlerini Toroslar'a çekmeye başladı. Kısa bir süre sonra da İstanbul'a çağırıldı. 3. Irak Cephesi Bu cepheyi İngilizler şu üç amaçla açmışlardı: Abadan petrollerini korumak Kuzeye çıkıp Ruslarla birleşmek Osmanlı Kuvvetleri'nin İran'a girip Hindistan'ı tehdit etmesini önlemek İngilizler 1915 yılı Eylül ayında, Bağdat'ın 160 km güneyindeki Kut-el Amara'ya girdiler. 29 Nisan 1916'da ise, Osmanlı Orduları Kut-el Amara'da başlarında General Townshend olduğu halde, 15 bin kişilik bir İngiliz ordusunu tutsak aldılar. Irak Cephesi'ndeki başarı uzun sürmedi. Basra'ya yeni kuvvetler çıkaran İngilizler, 1917'de Bağdat'ı ele geçirdiler. 1918'de ise, Mondros Ateşkesi'nden hemen sonra, 3 Kasım'da Musul'u işgal ettiler. Osmanlı ordusu da bu bölgede hareketsiz kaldı. İstanbul'da uzun süre savaş tutsağı olarak kalan General Towshend'ın 1918 Ekim'inde, Mondros Ateşkes görüşmelerinde arabulucu olarak kullanılması düşünüldü ancak kendisinden, kendisinden beklenen yarar sağlanamadı. 4. Çanakkale Cephesi Bu cephenin açılmasını Anlaşma Devletleri'ne öneren İngiliz Deniz İşleri Bakanı Winston Churchill idi. O'na göre; Çanakkale Boğazı'nın donanma ile geçilmesi, üç yönden yarar sağlayabilirdi. Boğazlar ve İstanbul ele geçirilince, Osmanlı Devleti savaşı bırakmak zorunda kalır, Osmanlı'ya karşı kullanılan Anlaşma Kuvvetleri Avrupa'da; Almanya ve Avusturya karşısına kullanılabilirdi. Boğazları ele geçirerek Rusya'ya silah ve cephane yardımı yapılır, Rusya'nın tarım ürünleri de Avrupa'ya aktarılabilir ve boğazlar deniz trafiğine açık tutulabilirdi. Hangi taraf başarılı olursa, o tarafta savaşa girmek için bekleyen Balkan Devletleri'nin, Anlaşma Devletleri yanında yer almaları sağlanabilirdi. Bu amaçlara ulaşabilmek için, ortak bir İngiliz-Fransız donanması, 19 Şubat 1915'ten itibaren Çanakkale Boğazı'nın iki tarafındaki Osmanlı tabyalarını bombalamaya başladı. Amaçları, Osmanlı Devleti tarafından, 26 Eylül 1914 tarihinde bütün gemilere kapatılan Çanakkale Boğazı'nı açmaktı. 19 Şubat saldırısını, 18 Mart 1915 saldırısı izledi. Ancak, itilaf donanması, bir gece önce Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlar ve açılan topçu ateşi nedeniyle, 7 savaş gemisini kaybederek boğazdan geri çekilmek zorunda kaldı. Çanakkale Boğazı'nı, yalnızca deniz yoluyla geçemeyeceklerini anlayan İngiliz Kuvvetleri, 25 Nisan 1915'te Gelibolu Yarımadası'na, Fransız kuvvetleri de boğazın kıyısındaki Kumkale'ye çıkarma yaptılar. Ancak Türkler'in çok güçlü direnişiyle karşılaştılar. Anlaşma Kuvvetleri Sofya Ateşemiliterliği'nden gönüllü olarak kendisini 19. Tümen Komutanlığı'na atandıran Yarbay Mustafa Kemal karşısında Arıburnu'nda ve Anafartalar'da büyük bir başarısızlığa uğradılar. 19 Mayıs 1915'te Albay olan Mustafa Kemal, 100 bin kişilik bir düşman ordusunu da Conkbayırı ve Kireçtepe'de yendi. Seddülbahir-Morto limanının savunulmasında ve Çimentepe'ye yönelen düşmanın geri püskürtülmesinde de emrindeki askerlerle birlikte olağanüstü başarılar gösterdi. Özellikle Anafartalar'daki başarısı "Anafartalar Kahramanı" diye anılmasına neden oldu. Bu sıralarda, Osmanlı ve Alman yöneticilerin Bulgarlar'ı Bağlaşma Bloku'nda savaşa sokmak için yaptıkları görüşmeler de olumlu sonuçlandı. 13 Eylül 1915'te imzalanan anlaşma ile Meriç'in batısındaki Dimetoka, Bulgaristan'a verilerek, Almanya ile Osmanlı Devleti arasında karayolu bağlantısı kuruldu. Böylece Almanya'dan Osmanlı'ya silah akışı sağlanarak, itilaf devletlerine karşı daha büyük dirençle karşı konuldu. Aralık 1915'e gelindiğinde, itilaf kuvvetleri ne karadan, ne de denizden geçemeyeceğini anladığından, çekilmeye başladı. 9 Ocak 1916'ya gelindiğinde ise, bu savaşlardan sonuç alamayacağını anlayan işgalciler, yarımadayı tamamen boşalttılar. Bu savaşta Türk ordusu 57 bin şehit, 100 bin yaralı, 21.500 hastalıktan ölen, 64.000 hasta, 10 bin kayıp olmak üzere yaklaşık 252 bin kayıp verdi. Anlaşma Devletleri ise 55 bini ölü olmak üzere, yaralı ve esirler dahil yaklaşık 250 bin kayıp verdiler. 3D. Savaşın Sona Ermesi I. Dünya Savaşı'nın daha birinci yılında her iki blok da birbirine karşı üstünlük sağlayamadı. Bu nedenle savaş, büyük ölçü de bir siper savaşı niteliğine bürünmüştü. 1915 yılında Bulgaristan'ın Bağlaşma Bloğu'nda, İtalya'nın ise, Anlaşma Bloğu'nda savaşa girmesi de dengeyi değiştiremedi. 1916'da savaşın Anlaşma Devletleri lehine gittiğini düşünen Romanya, Anlaşma devletleri yanında savaşa girdi. Buna rağmen güç durumda kaldı ve 1917'de yenildi. Yunanistan ise, Venizelos'un çıkardığı ayaklanma sonrasında, Haziran 1917'de Anlaşma devletlerine katıldı. 1917 Ekim Devrimi ile Rusya'nın savaştan çekilmesi, Bağlaşma Devletleri'nin üstün konuma gelmesinde etkili oldu. Böylece hem Osmanlı, hem AvusturyaMacaristan, hem de Almanya için, Doğu Cephesikapanmış oldu. Ancak bu durum, Bağlaşma devletlerinin savaşı kazanması için yeterli değildi. Kara orduları üstünlüğü, Bağlaşma devletlerine geçmişti, ama denizlerde üstünlük hala Anlaşma devletlerinde idi. Özellikle denizlerde, İngiltere'nin tartışmasız üstünlüğü devam ediyordu. Üstelik sömürgeleri, bu devlete büyük bir hammadde ve insan gücü sağlıyordu. Savaşta sömürgelerini kaybeden Almanya'nın ise, hammadde ve insan gücü sınırlıydı. Bununla birlikte, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti hem ekonomik hem de askeri bakımdan Almanya'ya muhtaç idiler. Almanya ekonomisi, savaşın kilitlenip uzamasıyla çıkmaza girdi. Bunun üzerine, 1916'dan itibaren denizaltı savaşına başvurdu. Almanya denizaltıları ile, Anlaşma Bloku'na asker ve malzeme taşıyan gemileri batırmaya başladı. I. Dünya Savaşı'nın başında tarafsızlığını ilan eden ABD, özel firmaları aracılığıyla Anlaşma Devletleri'ne savaş malzemeleri satmaktaydı. Almanya bu durumu önlemek için, denizaltılarıyla ABD ticaret gemilerini batırmaya başladı. Almanya'nın, silah taşıyor bahanesiyle sivilleri taşıyan yolcu gemilerini de batırmaya başlaması, ABD ile Almanya'nın aralarının iyice açılmalarına neden oldu Öte yandan Almanya, 1917 yılında Meksika'yı ABD'ye karşı kışkırttı ve Japonya'ya da Bağlaşma devletlerine katılma önerisinde bulundu. Almanya'nın bu girişimleriyle ilgili yazışmaları ele geçiren İngiltere, durumu ABD'ye bildirince, zaten denizaltı savaşı yüzünden büyük zarara uğramış olan ABD, 6 Nisan 1917'de Almanya'ya savaş ilan ederek, Anlaşma Bloku'nda savaşa katıldı. ABD, ekonomik ve askeri bakımdan üstün gücüyle savaşın kaderini değiştirdi. Almanlar'ın Batı cephesi çökerken, Avusturya'da iç karışıklıklar çıktı. Suriye ve Irak'ta İngilizler daha da kuzeye doğru ilerleyerek, Osmanlı'yı tehdit etmeye başladı. Bulgaristan ise, İngiliz, Fransız ve Sırp kuvvetlerine yenilince, 29 Eylül 1918'de ateşkes imzalayarak, Bağlaşma Bloku'nda savaşı bırakan ilk ülke oldu. 3 Kasım 1918'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ateşkes imzaladı. İç durumu cephelerdeki durumdan farklı olmayan Almanya, 5 Ekim'de ABD Başkanı'na başvurarak, Wilson ilkeleri çerçevesinde barış yapabileceğini bildirdi. İç karışıklıklar, Almanya'da imparatorluğun yıkılmasına ve 9 Kasım 1918'de Cumhuriyet ilan edilmesine yol açtı. Almanya 11 Kasım 1918'de, Anlaşma Devletleri'yle I. Dünya Savaşı'nı bitiren ağır bırakışma şartlarını imzaladı. Bulgaristan'ın ateşkes imzalayarak savaştan çekilmesi, Osmanlı Devleti için Makedonya Cephesi'nde büyük bir boşluk doğmasına neden oldu. Makedonya'daki Anlaşma kuvvetlerinin İstanbul'a saldırıya geçeceği endişeleri, Osmanlı yöneticilerini İstanbul düşmeden bir ateşkes anlaşması yapmaya zorladı. Osmanlı Devleti ile Anlaşma Devletleri arasındaki ateşkes, 30 Ekim 1918'de, Limni adasının Mondros limanında demirli bulunan Agememnon zırhlısında imzalandı. Buna göre, bütün cephelerdeki askeri hareket, 31 Ekim saat 12:00'den itibaren durduruldu. 3E. Savaşın Sonuçları Birinci Dünya Savaşı, insanlık için ağır kayıplarla sonuçlandı. Aşağıdaki rakamlar bunu çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Anlaşma(İtilaf) Devletleri'nin savaşa soktuğu asker sayısı 42 milyonu aşıyordu. Bunun, 22 milyondan çoğu savaşta (ölü, yaralı, esir ve kayıp olarak) kaybedildi. Ekonomik giderleri ise; 125 milyar doları aşıyordu Bağlaşma(İttifak) Devletleri'nin savaşa soktukları kuvvet toplamı yaklaşık 23 milyonu buluyordu. Ölü, yaralı, esir ve kayıp toplamı ise,15 milyonu geçti. Ekonomik kayıpları ise; 60 milyar doları buldu. Osmanlı Devleti açısından baktığımızda ise; savaşa 3 milyona yakın insanını sokmuş, ölü, yaralı, esir ve kayıp toplamı 1 milyona yaklaşmıştır. Ekonomik kaybı ise, 1.5 milyar doları bulmuştur. Toprak kaybı ise çok büyük oldu. Hristiyan azınlıklardan sonra, Araplar da ayrılarak bağımsız devletler kurmaya başladılar. Mekke ve Medine'nin içinde bulunduğu Hicaz bölgesi, Suriye, Irak, Osmanlı egemenliğinden çıktı. Birinci Dünya Savaşı, İmparatorlukların da sonunu getirdi.Osmanlı İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalanarak çok sayıda bağımsız devlet kurulurken; Rus Çarlığı da tarihe karıştı. Ayrıca bu savaş, büyük ekonomik bunalımlara yol açtı. Dünya, yetişmiş, üretici ve aydın insan gücünün önemli bir bölümünü (yaklaşık 37 milyon) I.Dünya Savaşı'nda yitirdi. Fabrikalar ve üretim kurumları yokoldu, savaş sırasında ticaret ve üretim durma noktasına geldi. Bütün bunlar da göz önüne alındığı zaman, savaşın yalnızca Avrupa kıtasına maliyeti gerçekte 350 milyarı doları buluyordu. Birinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan Anlaşma Devletleri, Avrupa haritasını yeniden çizdiler. Yugoslavya, Polonyave Çekoslovakya adlarında yeni devletler kuruldu. Yendikleri devletlere çok ağır koşullar taşıyan barış anlaşmaları imzalattılar. Almanya'ya 28 Haziran 1919'daVersailles'ı (Versay); iki ayrı devlet haline gelen Avusturya'ya 10 Eylül 1919'da Saint Germain'i (Sen Jermen); Macaristan'a, 4 Haziran 1920'de Trianon'u (Triyanon); Bulgaristan'a ise, 27 Kasım 1919'da Neuilly (Nöyyi) Antlaşmaları'nı kabul ettirdiler. Osmanlı Devleti ile yapacakları anlaşma ise, en sona kaldı. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'dan elde ettikleri topraklarla yetinmeyen Anlaşma Devletleri, Türkler'in elinde kalan son toprakları da almaya kalkışınca, Mustafa Kemal'in önderliğinde Kurtuluş Savaşı başladı. 10 Ağustos 1920'de Osmanlı Devleti'ne kabul ettirdikleri Sevr Anlaşması'na, Türk Ulusu Kuva-yı Milliye hareketi ile başkaldırdı. Ulus, artık egemenliğin Osmanlı'da değil, kendisinde olduğunu bütün dünyaya gösterdiği gibi, I. Dünya Savaşı'ndan sonra galiplerin koyduğu koşullarla değil de, kendi gücüyle barış yapabileceğini kanıtladı. Sonuç olarak söylemek gerekirse, Osmanlı yönetimine zorla kabul ettirilen Sevr Antlaşması, kağıt üzerinde kalacaktı. 4A. Osmanlı Devleti'nin Paylaşılmasını Öngören Gizli Anlaşmalar Altıyüz yıldan fazla yaşayan Osmanlı Devleti, yükselme döneminde dünyanın en büyük ve en güçlü devleti olarak haklı bir ün yapmıştı. Ancak, Duraklama döneminden sonra başlayan gerileme devri ile dağılma sürecine de girmiş oldu. Avusturya Başbakanı Meternicht'in, 1815'te Viyana'da topladığı kongreye katılan Batı monarşilerinin temsilcileri "Doğu Sorunu (Şark Meselesi)" adı altında bir konuyu gündeme getirmişlerdi. Doğu Sorunu XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti'nde yaşayan gayrimüslimlerin, Müslümanlarla eşit haklara sahip olması şeklinde savunulmuştu. Gülhane Hattı Hümayunu ve 1856 Islahat Fermanı ile bu amaca ulaşıldı. Doğu Sorunu, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Müslümanların Avrupa'dan çıkarılması olarak daha geniş bir anlam kazandı ve 1913 Balkan Savaşı ile de bu amaç büyük ölçüde gerçekleştirilmiş oldu. Doğu Sorunu, XX. yüzyılın ilk çeyreğinde, Batı devletler tarafından "hasta adam" olarak adlandırılan Osmanlı Devleti'nin bütün topraklarının paylaşılması şeklinde daha geniş bir içerik kazandı. Bu politika, daha 1907 yılında, İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II. Nikolay'ın, Reval'de (Estonya'da bir kent) yaptıkları gizli görüşmede dile getirilmişti. 1914 yılında patlak veren Birinci Dünya Savaşı, emperyalist devletlerin bu tasarılarını uyğulamak için bir fırsat yarattı. Birinci Dünya Savaşı sürerken, 1915'te yapılan gizli İstanbul Antlaşması ile İngiltere ve Fransa, müttefikleri Rusya'nın Osmanlı Devleti'nden istediği toprakları bu ülkeye vermeyi kabul etmişlerdi. Buna göre; İstanbul, Boğazlar, Midye-Enez hattına kadar Trakya, Gelibolu Yarımadası, Sakarya nehrine kadar Kocaeli yarımadası ve Marmara Denizi, Rusya'ya bırakılacaktı. Büyük savaşın başladığı sırada tarafsızlığını ilan eden, ancak kısa süre sonra isteklerinin karşılanacağı sözü üzerine, Anlaşma Devletleri tarafında savaşa katılan İtalya'ya da, Londra (1915) ve St. Jean de Maurienne(1917) Antlaşmaları ile Rodos, Oniki ada, Antalya, Muğla, Konya ilinin büyük bir bölümü, İzmir ve Kuzey-batı Anadolu'daki toprakların verilmesi kabul edilmişti. İngiltere de, gizli Sykes-Picot Antlaşması'na göre; Bağdat ve Basra illerinin de dahil olduğu Güney Irak, Ürdün ve Kuzey Filistin'i alacaktı. Fransa ise, aynı antlaşmaya göre; Adana, Beyrut, Halep, Elazığ, Diyarbakır, Urfa, Antep, Maraş illerinin büyük bölümü ile Sivas ve Şam illerinin bir bölümünü alacaktı. Bu gelişmeler üzerine, kendi payının arttırılmasını isteyen Rusya ile de daha önceki payına, Erzurum, Van illerinin tamamı ile Trabzon ve Bitlis'in doğu kesimleri, Sivas, Elazığ ve Diyarbakır illerinin bir bölümünün katılması konusunda da anlaşmaya varılmıştı. Ancak daha sonra St. Jean de Maurienne Antlaşması ile İtalya'ya verilmesi öngörülen İzmir ve Kuzey-Batı Anadolu, İngiltere'nin çabalarıyla Yunanistan'a bırakıldı. Yukarıdaki gizli antlaşmalardan da anlaşılacağı gibi, Osmanlı Devleti, savaş sırasında paylaşılmış ve Mondros Ateşkes'i ardından genişletilen işgallerden sonra imzalanan Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920) ile varlığını kağıt üzerinde yitirmiş ve böylece de İtilaflarca, Doğu Sorunu'nun temelinden çözüldüğü sanılmıştır. Oysa,Osmanlı Devleti'ni bütünüyle ortadan kaldırmayı planlayan Sevr Antlaşması, savaş sırasında yapılan gizli paylaşma anlaşmalarının yürürlüğe konulmasından başka bir şey değildir ve gerçekleştirilemeyecekti.