BÖLÜM 1 YILDIZLARIN GÖZLEMĐ Astronomlar yüzyıllar boyunca yıldızların yalnız konumlarını çalıştı. O zamanlar Güneş’ in bile kimyasal yapısının bilinemeyeceği düşünülüyordu. Ancak, bugün Güneş dahil birçok yıldızın kimyasal yapısının yanında onların evrimleri bile araştırılabilir olmuştur. Işınım yeğinliğinin analizi ile yalnız yıldızlar değil gözlenebilir tüm evrenin yapısı anlaşılabilmekte, maddenin değişik soğurma ve salma işlemleri evrende bulunan maddenin durumunu ortaya koymaktadır. GÖRÜNÜR PARLAKLIK Çıplak gözle yapılan yıldız gözlemleri bazı yıldızların diğerlerinden daha parlak olduğunu göstermektedir. Bilinen en eski yıldız kataloğu, MÖ 150 yılında Hipparchus tarafından yapılmıştır. Bu katalogda 1080 yıldızın konumu ve parlaklıkları verilmiştir. Bu değerler 16.yy gözlemcileri için kaynak olmuştur. En parlak yıldızlar 1. kadirden (1m), en sönük yıldızlar ise 6. kadirden (6m) yıldızlar olarak isimlendirilmiştir. Bu sınıflandırmanın temeli bugün bile hala kullanılmaktadır. Bu ölçek Pogson (1856) tarafından gözlemsel bir temele dayandırılmıştır. 1. kadir yıldızdan aldığımız ışık 6. kadir yıldızdan aldığımız ışıktan 100 kat daha fazladır. Đki yıldız arasındaki 5 kadirlik (5m) fark bunlar arasındaki 100 katlık parlaklık oranına karşılık gelmektedir. Bu yüzden 1. kadirden yıldızlar 2. kadirden yıldızlardan 2.512 kat daha parlaktır. Eğer, yıldız daha parlak ise yıldızın parlaklığına karşılık gelen sayı daha küçüktür. Parlaklık değerleri çok dikkatlice ölçülmüş olan standart yıldızlar, bugün astronomların yaptıkları yeni gözlemlerde ayar yıldızları olarak kullanılmaktadır. Parlak yıldızlar için kadir değerleri negatif olabilir. Kadir tanımlaması bir yıldızın parlaklığının ölçümü için yapılır. Betelgeuse. Betelgeuse (α Orionis) Orion takımyıldızındaki en parlak ikinci yıldızdır. 650 ışıkyılı uzaklığında olup kırmızı bir süperdev yıldızdır. Yarıçapı, Güneş’ inkinden 800 kat büyük olmasına rağmen teleskoptaki görüntüsü hemen hemen nokta gibidir. Görüntüdeki farklı renkler farklı sıcaklıklı bölgeleri temsil etmektedir. Bir yıldızdan salınan enerji tüm tayf bölgesi için sabit değildir. Bu yüzden parlaklık ölçümü alıcının tayf duyarlığına bağlıdır. Parlaklık ölçümleri gözlemin türüne bağlı olarak da değişir, fotoğrafik ve fotometrik parlak-lık gibi. Fotoğrafik gözlemlerde, herbir yıldızın fotoğraf plağında yarattığı kararma, parlaklık ölçümüne dönüştürülür. Bu yolla elde edilen parlaklığa fotoğrafik parlaklık denir ve mpg ile gösterilir. Eğer, parlaklık ölçümünü bir fotoelektrik alıcı ile yapıyorsak, belli bir bant aralığı olan süzgeçler kullanarak ölçüm yapıyoruz demektir. Ölçülen bu parlaklıklar önceleri tekrenk parlaklıklar olarak sınıflandırılmıştı. 1 Son yıllarda parlaklıklar UBV sisteminde ölçülmektedir. Bu sistem üç bant içermektedir. Bunlar tayfın moröte (Ultraviolet), mavi (Blue) ve görsel (Visible) (sarı) bölgesine karşılık gelir. Bu sisteme 1950’ li yıllarda geçilmiştir. Bantların yarı maksimumdaki genişlikleri yaklaşık 80 Å’ dür. Herbiri maksimum enerjiyi sırasıyla 3600, 4200 ve 5200Å’ de geçirmektedir. En iyi bilinen fotometrik ölçüm sistemlerinin tayf aralıkları (1 nm = 10 Å). UBV sistemine ait süzgeçlerin duyarlık eğrileri gözün duyarlık eğrisiyle karşılaştırmalı olarak verilmektedir. Farklı dalgaboylarında ölçülen iki parlaklık farkından giderek bir renk ölçeği bulabiliriz. Özellikle U-B ve B-V renk ölçekleri yıldızların sıcaklık ve ışınım güçleriyle yakından ilişkilidir. Sıcak bir yıldız mavi (B) ışıkta, sarı (V) ışıktan daha fazla ışınım salar. Bunun sonucunda, onun B parlaklığı V parlaklığından daha küçük olacaktır (daha büyük kadir değeri daha az ışınım demektir). Soğuk bir yıldız için bu sonuç tam terstir. B-V farkları sıcak yıldızlar için negatif, soğuk yıldızlar için pozitiftir. Renk ölçeği olarak bilinen bu parametre yıldızın uzaklığından ve yüzey alanından bağımsızdır. Yalnız, yıldızın atmosferinden yayılan ışınımın doğasına bağlıdır. Renk ölçeği, sıcaklık cinsinden ayarlanabilir. Bir yıldızın parlaklığı onun uzaklığına bağlı olarak değişeceğinden bu parlaklığa görünür parlaklık (mv) denir. Tüm yapıları aynı olduğu halde farklı uzaklıklarda bulunan iki yıldızdan uzakta olanın parlaklığı daha az (kadir değeri daha büyük) görünecektir. Parlaklık ölçümleri, atmosfer dışına indirgeme yöntemleriyle, yer atmosferinin ışığı soğurucu etkisinden arındırılmalıdır. Bu ölçümler yıldızın konumuna, aletin duyarlılığına ve gözlemcinin yerine göre değişir. Ölçüm aletlerinin duyarlığına bağlı olarak, bir yıldızın görünür-deki parlaklığı o yıldızın toplam parlaklığının ölçümünü değil, yalnız tekrenk yeğinliğinin ölçümünü verir. Aynı yıldızın farklı tayf bölgelerin-deki görünür parlaklığı farklı değerlere sahiptir. Bir yıldız tara-fından tüm dalgaboylarında salınan enerjiyi tanımlayan görünür parlak-lığa tümışınım parlaklığı (görünür Renk ölçeği bolometrik parlaklık) (mbol) denir. Yalnız görünür bölgedeki akının ölçümüne karşılık gelen görünür görsel parlaklık (mv ) ile görünür bolometrik parlaklık arasındaki fark, yıldız ışığının özelliğine göre daha küçük veya daha büyük olabilir. Bu ışınım, özellikle yıldızın yüzey sıcaklığına bağlıdır. Bu iki parlaklık arasındaki farklar bolometrik düzeltme (BC) olarak adlandırılarak, yıldızların yüzey sıcaklıklarına 2 (daha doğrusu etkin sıcaklıklarına ) göre çizelgelenmiştir. Bolometrik düzeltme, çok yüksek ve çok düşük yüzey sıcaklıklı yıldızlar için çok önemlidir. Çünkü, bu yıldızlar enerjilerini uzak morötede veya kızılötede salarlar. Güneş gibi yıldızlar maksimum enerjilerini görsel bölgede yaydıklarından onların bolometrik düzeltmeleri çok küçüktür. Bolometrik Düzeltme Yıldızların Renkleri. En parlak yıldızlar çıplak gözle farklı renklerde görülebilir. Ancak, gözümüz sönük yıldızların renklerini ayırtedemez. Bu yıldızların bazılarının renklerini bir dürbün veya küçük bir teleskop kullanarak belirleyebiliriz. Renkler yıldız atmosferlerinin sıcaklığı hakkında bilgi verir. Örneğin, Antares (α Scorpii) bize kırmızı olarak görünürken Rigel (β Orionis) mavi olarak görünür. Antares’ in renk sıcaklığı 3000 K iken Rigel’ in sıcaklığı 20 000 K’ dir. Güneş'in batarken kırmızı görünmesinin nedeni ise onun yüzey sıcaklığındaki değişimden dolayı değil, Güneş’ ten salınan fotonların Yer atmosferindeki parçacıklarla etkileşmesinden dolayıdır. Işınımın bir kısmı atmosfer içinden geçip bize gelinceye kadar soğrulur ve saçılır. Bu saçılma mavi fotonları daha çok etkiler. Güneş çevrene yakın konumdayken, ışınımı daha kalın bir Yer atosferi katmanından geçerek bize gelir. Bunun sonuncunda da mavi fotonların büyük bir kısmı saçılır; mavi fotonların azlığı güneş diskinin kırmızı görünmesine neden olur. Bu mavi fotonlar Yer atmosferinin tüm doğrultularında saçılır ve gökyüzünün mavi görünmesine neden olur. Resimde bazı çift yıldızların renkleri görülmektedir (Angelo Secchi’ nin bir çalışmasından). IŞINIM GÜÇLERĐNĐN ÖLÇÜMÜ Bir yıldızın ışınım gücünü onun görünür bolometrik parlaklığından saptayabilmemiz için bize olan uzaklığını bilmemiz gerekir. Güneş’ in görünür görsel parlaklığı -26m.5 iken, gökyüzünde Güneş’ ten sonra en parlak yıldız olan Sirius’ un parlaklığı -1m.5 dir. Sirius’ un, Güneş’ ten 500 000 kat daha uzakta olduğunu bildiğimize göre şu sonuca varabiliriz: iki yıldız arasındaki görünür bolometrik parlaklık farklarına göre, Sirius’ un ışınım gücü Güneş’ inkinden 25 kat daha fazladır. Aslında, Güneş bize çok yakın olduğundan Sirius’ dan 10 milyar kat daha fazla akıya sahiptir. Güneş’ ten sonra bize en yakın olan yıldız Güneş’ e benzer. Fakat, görünür görsel parlaklığı -0m.1 dir. Aslında, Güneş’ in ışınım gücü gözlenen ışınım güçleri aralığının ortasına denk gelir. Bir çok yıldızın ışınım gücü Güneş’ ten 10 000 kat daha büyükken bir çoğunun da 10 000 kat küçüktür. 3 Işınım gücü en büyük olan yıldızlardan biri güney yarımküreden gözlenebilen η Carinae’ dir. Işınım gücü Güneş’ inkinden 3 milyon kat daha büyüktür. Yıldızların görünür parlaklıkları, yıldızlararası maddenin yaptığı soğurmadan etkilenmektedir. Fotonlar yıldızlararası madde bulutuyla karşılaştığında soğurma olur. Bu soğurma işlemi kırmızı fotonlara göre mavi fotonları daha fazla etkilemektedir. Eğer yıldızlararası madde olmasaydı, bir yıldız bize kırmızı renkte daha parlak olarak görünürdü. Bu olay yıldızlararası kızıllaşma olarak bilinir. AKI VE IŞINIM GÜCÜ Bir yıldızın ışınım gücü, birim zamanda tüm yüzeyden salınan toplam enerji miktarıdır. Işınım gücünün tanımı tüm tayf bölgelerinde yayılan enerjinin ölçümünü gerektirir. Gözlenebilir miktar ise akıdır (F); bakış doğrultusuna dik olarak yerleştirilmiş yüzeyin birim alanı tarafından birim zamanda toplanan enerji miktarına akı denir. Eğer alıcı, yıldızdan uzaklaşırsa akı azalır. F akısı cisme olan uzaklığın (d) kare-siyle ters orantılıdır (F=L/4πd2). Sonuç olarak, bir yıldızdan alınan akının ölçümünü ışınım gücünü belirlemekte kullanabiliriz. Örneğin,Güneş’in ışınım gücü = 3.82 x1026 watt = 3,9x1033 ergs-1 dir. F=σT4, L=4πR2F σ=5.7x10-5ergcm-2s-1K-4 R: Yıldızın yarıçapı(cm) Akı ve ışınım gücü SALT PARLAKLIK Yıldızların görünür bolometrik parlaklıkları arasındaki karşılaştırma onların ışınım güçleri hakkında bir veremez. Görünür bolometrik parlaklıklar uzaklığa bağlıdır. Bundan dolayı, bütün yıldızların 10 parsek (pc) uzaklıktaki parlaklıklarını alan bir parlaklık ölçeği kabul edilmiştir. Bu parlaklığa salt parlaklık denir. Böylece, yıldızların parlaklıkları onların ışınım güçleriyle doğrudan karşılaştırılabilir. Görünür parlaklıklar gibi, salt parlaklıklar da tüm tayf bölgesinin bir fonksiyonu olarak tanımlanabilir ve adına bolometrik salt parlaklık (Mbol) denir. Salt parlaklıklar görünür parlaklıklardan (m) kolayca ayırtedilebilsin diye M ile gösterilir. Eğer bir yıldızın salt parlaklığını herhangi bir yoldan belirleyebilirsek (örneğin, yıldızın tayfsal özelliklerinden), salt ve görünür parlaklıklarını karşılaştırarak o yıldızın uzaklığını bulabiliriz. m - M= - 5 + 5 log d (uzaklık modülü) d : uzaklık (pc biriminde) Ancak, görünür parlaklık yıldızlararası kızıllaşmadan arındırılmamışsa, bulunan uzaklık bir miktar hatalı olacaktır. 4 YILDIZLARIN IŞINIMI Seçilen bir yıldız için, belli bir dalgaboyu serisinde onun tekrenk görünür parlaklıklarının ölçümü, bu yıldızdan alınan akının dalgaboyunun fonksiyonu olarak belirlenmesine yardımcı olur. Eğer, yıldızın uzaklığı biliniyorsa dalgaboyunun fonksiyonu olarak enerji dağılımını bulabiliriz. Đdeal bir durum için tüm elektromanyetik tayfın ölçümleri aynı yıldız için yapılabilir. Ancak, yıldızlarda moröteden kızılöte bölgeye kadar olan ışınımı gözlemek daha kolay iken, diğer bölgelerden alınan enerji daha azdır. Bu bölgelerin gözlemleri de atmosfer dışına fırlatılan uydularla yapılabilir. Parlaklıktan akıya geçmek kolay değildir. Parlaklık ölçeklerinin gerçek enerji ölçümlerini temsil etmediği görülmüştür. Sonuç olarak, tekrenk parlaklık gözlemlerini yıldız ışınımının enerji dağılımına dönüştürmek için, enerji cinsinden ayarlar yapılmalıdır. Bu ayarlama, yalnız Yer atmosferinden kaynaklanan kayıplara değil, gözlemlerde kullanılan aletlerden kaynaklanan enerji kayıplarına da karşılık vermelidir. Đyi bir ayarlamanın temel ilkesi standart kaynak olan bir yıldızın ışınımıyla yapılacak olan karşılaştırmadır. Standart kaynak kara cisimdir. Yani tamamıyla donuk (opak), dışarıdan yalıtılmış (sıcaklığını koruyan ) bir cisim. Bu gibi bir cisimden alınan ışınımın tayfı yalnız sıcaklığa bağlı olur. Yeğinliği ise dalgaboyunun fonksiyonu olarak matematiksel anlamda Planck Yasası’ yla tanımlanır. KARA CĐSĐM IŞINIMI Herhangi bir cisimdeki atomlar hareket halindedir. Eğer, bir cisim tamamen yalıtılmış bir ortam içinde ısıtılırsa, termodinamik dengeye ulaşır. Böyle bir durumda, atomlar cismin her noktasında aynı ortalama kinetik enerjiye sahip olurlar. Bu enerji cismin durumunu karakterize eder. Eğer, cismi daha fazla ısıtırsak, atomların hareketi hızlanır ve ortalama kinetik enerjileri artar. Buradaki sıcaklık kinetik sıcaklıktır. Bu sıcaklık, cismin sıcaklığını veren yeni bir parametredir. Kara cisim ışınımı Mutlak sıfır üzerindeki sıcaklığa sahip tüm cisimler elektromanyetik ışınım salarlar. Termodinamik dengedeki bir cisim için, ışınım özellikleri tam olarak tanımlanabilir; özellikle enerji dağılımı Planck Yasası ile verilmektedir. Bu cisim artık bir kara cisimdir. Planck Yasası, belli bir dalgaboyunda, birim katı açı içine, belli bir doğrultuda, bir T sıcaklığındaki kara cismin birim 5 yüzey alanından, birim zamanda yayılan enerji miktarını tanımlar. Bu miktar, yalnız T sıcaklığına ve λ dalgaboyuna bağlıdır. Çünkü, kara cismin ışınımı izotropiktir. B(λ,T) değişimini tanımlayan eğriler kesişmez; belli bir dalgaboyundaki daha yüksek sıcaklıklar için B(λ,T) değerleri daima daha büyüktür. Bu eğrilerin herbiri için dalgaboyunun maksimum, λmax, olduğu yerde B(λ,T) değeri de maksimum olur. λmax ile T arasındaki ilişki Wien Yasası olarak bilinir. λmax.T = 0.2898 cmK Bir kara cismin maksimum B(λ,T) değerinin dalgaboyu gözleminden o cismin sıcaklığını söyleyebiliriz. Yüksek sıcaklıklarda maksimum daha kısa dalgaboylarına, düşük sıcaklıklarda maksimum daha uzun dalgaboyları olan kızılöte ve radyo bölgelerine doğru kayar. Bir kara cisim tarafından salınan toplam enerjiyi hesaplamak için tüm dalgaboylarından B(λ,T)' leri hesaplamak gerekir. Bir kara cisim tarafından salınan toplam güç (ışınım gücü) cismin yüzey alanı ve sıcaklığının dördüncü kuvvetiyle doğru orantılıdır. L = 4π πR2σT4 Işınım gücüyle sıcaklık arasındaki bu ilişki Stefan Yasası olarak bilinir. Eğer bir kara cismin ışınım gücünü ve yüzey alanını biliyorsak onun sıcaklığını, maksimum B(λ,T)' nin dalgaboyunu ve ışınım gücünü biliyorsak onun ışıma yapan yüzey alanını bulabiliriz. GÜNEŞ ATMOSFERĐNĐN SICAKLIĞI Bir yıldızdan alınan sürekli ışınımın tayfı kara cisiminkine benzer. Ancak, yıldızın atmosferi kara cisim değildir. Çünkü, yıldızların tayfında çizgiler görülür. Bir yıldızın T sıcaklığında bir kara cisim gibi ışınım yaptığını kabul edersek, yıldızın tekrenk ışınım gücü πB(λ λ,T)S ile verilir. Burada S, yıldızın yüzey alanıdır. Bu miktar yıldızın uzaklığı bilindiği takdirde ölçülebilir. Tekrenk akı πB(λ λ,T)S/(4π πd2) formülüyle verilir. (d, yıldızın uzaklığıdır). Bu miktarın dalgaboyuyla değişimi yıldızın enerji dağılımını verir. Bu iki ifade de B(λ,T) ile orantılıdır. Enerji dağılımını temsil eden eğrinin maksimum dalgaboyunun belirlenmesiyle yıldız atmosferinin karakteristik sıcaklığı saptanmış olur. Bu sıcaklık ışınım sıcaklığı olarak tanımlanır. Atmosfer dışından ve deniz seviyesin-den alınan Güneş ışınımının kara cisim ışınımıyla karşılaştırılması. Güneş’ in enerji dağılımını veren eğrinin maksimumu 4600 Å’ e (460 nm), bu da 6300 K sıcaklıklı kara cisme karşılık gelir. Güneş’ in atmosfer dışından ve deniz seviyesinden elde edilen ışınımları bu eğri ile karşılaştırıldığında bazı farklar görülür. Örneğin, deniz seviyesinden elde edilen eğride atmosferde çok görülen su buharı, soğurma bantları olarak görülmektedir. Sıcaklığı tanımlamak için bir kaç yöntem belirlenmiştir. Eğer, bir yıldız gerçekten bir kara cisim olsaydı, bu yöntemlerin hepsi aynı sayısal sonucu verirdi. Aynı dalgaboylarında bir 6 kara cisim tarafından salınan güç ile iki farklı dalgaboyunda yıldız tarafından salınan tekrenk gücün karşılaştırılması renk sıcaklığı adı verilen diğer sıcaklık türü ile belirlenir. Daha sık kullanılan diğer bir yöntemde ise, bir yıldızla aynı toplam gücü veren kara cisim bulunur. Bu kara cismin sıcaklığı yıldızın etkin sıcaklığını belirler. Bu sıcaklık Güneş için 5800 K dir. Bundan dolayı, bir yıldızın hatta yüzeyinin sıcaklığından söz etmek doğru değildir. Kara cisim için, Planck fonksiyonundan elde edilen sıcaklık cisimdeki atomların ortalama hızlarını tanımlayan sıcaklık ile aynı değere sahiptir. Bu iki sıcaklık yıldız atmosferlerinde aynı değildir, farklı değerlere sahiptir. YILDIZLARIN TAYFLARI Yıldızların yapılarını belirleyen önemli veriler hiçbir enerji ayarlamasına gitmeden tayfsal analizlerle basitçe elde edilebilir. Yıldız tayflarında görülen çizgilerin sürekli zemine göre yeğinlikleri bize bir yıldızın atmosfer yapısı hakkında bilgi kazandırır. Parlaklıklar fotografik veya fotometrik yolla belirlenirken tayf çizgileri tayfçeker kullanılarak elde edilir. Işıkölçüm (fotometri), belli dalgaboyu aralıklarından gelen ışınımın yeğinliklerini saptamamıza yardımcı olur. Tayfbilim ise tüm dalgaboylarında gelen ışınımın yeğinliğini belirlememizi sağlar. Bundan dolayı, dalgaboyunun fonksiyonu olarak ışınım yeğinliği değişiminin analizi bize daha ayrıntılı bilgi verir. Ancak, fotometrik analiz daha sönük yıldızların gözleminde daha çok fayda sağlar. Bu iki tür analiz aslında birbirini tamamlayıcı yöndedir. YILDIZLARDA TAYF OLUŞUMU Yıldızların ışınımını sürekli tayf ve soğurma çizgilerinden oluşmuş olarak görürüz. Bu ışınımın oluşumu için yapılan en basitleştirilmiş modelde, atmosfer tabanından gelen bir sürekli ışınım ve atmosferdeki gaz ile bu ışınımın etkileşmesinden kaynaklanan çizgiler görülür. Aslında iki ayrı bölge yoktur ve atmosferin herbir noktasında soğurma ve salma işlemleri eşzamanlıdır. Sürekli ışınım burada atmosferin en alt katmanındaki farklı renklerde bulunan foton topluluğunu temsil etmektedir. Yalnız bazı özel enerjili fotonlar soğurulabilir. Ancak, bir atom arka arkaya gelen iki erke düzeyi arasındaki enerji farkına eşit enerjiyi çok hızlı olarak soğurabilir ve salabilir. Yeniden salma doğrultusu gelişigüzeldir. Şimdi mavi fotonları düşünelim. Onlar atmosferdeki belli atomlarla etkileşebilirler. Bazıları gelen fotonun yönüyle aynı yönde ve diğerleri gelişigüzel yönlerde yeniden salınır. Aynı durum kırmızı fotonlar için de geçerlidir. Bazıları ise atmosferdeki hiç bir atomla etkileşemez. Farzedelim ki gözlemci iki yönde gözlem yapabilsin. 1 doğrultusu yıldızın doğrudan disk merkezini gördüğü doğrultu, 2 doğrultusu ise yalnız tutulma gözlemleri anında görülebilen yıldız diskinin kenarının görüldüğü doğrultu olsun. Yıldızlarda yalnız 1 doğrultusunun görüldüğü gözlem olasıdır. Çünkü, yıldızların görünür çapları çok küçüktür. 1 doğrultusunda, gözlemci atmosfer ile etkileşmeden geçip gelen tüm fotonları ve etkileşip yeniden aynı yönde salınan fotonları alır. Bunların sayıları, gelen fotonların sayılarından daha azdır ve soğurma çizgelerini görür. 2 doğrultusunda yapılan gözlemde, gözlemci soğurmadan sonra yalnız bu doğrultuda salınan fotonları gözler. Böylece, güneş tutulması sırasında görülebilen tayfa benzer salma çizgili bir tayf elde edecektir. YILDIZLARIN ATMOSFERLERĐ Bir yıldızın gözlediğimiz ışınımı onun atmosferi olarak adlandırılan en dış katmanından aldığımız ışınımdır. Atmosferin kesin bir sınırı yoktur. Dolayısıyla yıldızın yüzeyini saptayabilmek olanaksızdır. Atmosfer, yıldızın yoğun gaz yapısı ile yoğunluğu çok 7 düşük olan yıldızlararası ortam arasındaki geçiş bölgesidir. Gazın yoğunluğu merkezden dışarı doğru gittikçe azalır. Bir yıldızın atmosferi farklı özelliklere sahip çeşitli katmanlardan oluşmuştur. Örneğin, gördüğümüz güneş diski onun fotosferidir. Bu dış katmanın kalınlığı yaklaşık 500 km.dir. Fotosfer ve atmosfer terimleri sık sık karıştırılır. Fotosfer, kromosfer ve koronanın altında kalır ve tamamen farklı özelliklere sahiptir. Güneş’ in genişlemiş atmosfer katmanları olan kromosfer ve korona gözlemlerini doğrudan yapmak olası olduğu halde, diğer yıldızlarda bu durum geçerli değildir. Kromosfer ve koronanın varlığı ancak özel tayf çalışmalarından çıkarılabilir. Yıldızlara ait tayf oluşumu Bir yıldızın merkez bölgesinden termonükleer reaksiyonlar sonucunda salınan enerji ışınım formunda yüzeye ulaşırken bir çok etki-leşmeye uğrar ve yüze-ye varışı uzun zaman alır. Bu yüzden Güneş’ in merkezinde oluşan ışınım yüzeye gelinceye kadar 10 milyon yıl geçer. Gözlediğimiz ışı-nım, yıldızın atmosfe-riyle etkileşen ışınımdır. Yıldızların atmosferleri gaz halindedir; atomlar ayrıktır ve serbestçe hareket edebilirler. En soğuk yıldız atmosferlerinde ise birkaç molekül bulunabilir. Atmosferdeki atomlar ve moleküller aslında bir fotonla etkileşmek için her zaman hazır beklerler. Güneş için, fotosferin ortalama yoğunluğu 5x10-8 gcm-3 dir. Kromosfer ve koronada yoğunluk 10-9-10-14 gcm-3’ e kadar düşer. Yoğunluğun bu kadar düşük olduğu ortamda, fotonlar ile madde arasındaki etkileşimler çok azdır. Işınımın analizi atmosferdeki fiziksel koşulları bilmemize yardımcı olur. Bunlar sıcaklık, basınç ve kimyasal yapıdır. 8 Bohr atom modeli DĐKĐNE HIZ ÖLÇÜMLERĐ Hızın iki bileşeni Bir yıldızın V hızı, eğer onun iki bileşeni de belli ise saptanabilir. Yıldızın Vt teğetsel hızı, farklı tarihlerde alınan iki fotoğraftaki yıldız görüntüsünün görünürde yer değiştirmesine neden olur. Bu yer değiştirme genelde çok küçüktür, yıldızlar çok uzakta olduğundan saptamak zordur. Vr dikine hız bileşeni ise Doppler etkisinden dolayı kolayca saptanabilir. Binlerce yıldızın dikine hız ölçümleri yapılmış ve bunların -400 kms-1 ile +400 kms-1 arasında değiştiği bulunmuştur. (+) ve (-) işaretleri 9 Güneş’ ten uzaklaşma ve yaklaşmayı belirtir. Bununla beraber yıldızların mutlak dikine hız değerleri nadiren 100 kms-1' den daha fazla olmaktadır. Çoğunun değeri +50 ile -50 km.s-1 arasında değişmektedir. Bir yıldızın Güneş’ e göre dikine hızını saptamak için, Yer’ in Güneş etrafındaki hareketini de göz önüne almak gerekir. YILDIZLARIN YARIÇAPLARININ ÖLÇÜMÜ Eğer bir yıldızın açısal boyutunu ve uzaklığını biliyorsak yarıçapını saptayabiliriz. Ancak, bir yıldızın teleskoptaki görüntüsünü o yıldızın görünür yarıçapını bulmak için kullanamayız. Çünkü, Yer atmosferi görüntüyü bozar. Fotoğraflarda görünen farklı boyutlardaki yıldız görüntüleri, teleskobun fonksiyonlarına ve fotoğraf plaklarına ve hava durumlarına bağlı görüntülerdir. Bununla beraber, birçok yakın çift yıldızın görünür çaplarını, onların uzaklıklarını biliyorsak girişim ölçerleri kullanarak ölçebiliriz. Bir yıldızın açısal boyutunu tahmin etmede kullanılabilen diğer yöntem bir yıldızın Ay tarafından örtülmesini gözlemektir. Bu tekniğin ancak Ay’ ın hareket yolu üstündeki yıldızlara uygulanabileceği gayet açıktır. Yarıçap tahmininde diğer bir yol yıldız ışınımını analiz etmektir. Yıldızın bir kara cisim gibi ışıdığını kabul edersek, atmosfer sıcaklığını bulabiliriz. Eğer uzaklığını biliyorsak, yıldızın görünürdeki akı ölçümü onun ışınım gücünü bulmamıza yardımcı olur. Stefan Yasası’ ndan giderek ışınım gücü (L), yarıçap (R) ve sıcaklık (T) arasında bir bağıntı çıkarılabilir. Işınım gücü, yarıçapın karesi, sıcaklığın dördüncü kuvvetiyle orantılıdır. Yani, ışınım gücünü ve sıcaklığını biliyorsak yarıçapını bulabiliriz (L=4π πR2σT4). Yalnız örten çift yıldız gözlemlerinde yıldızın uzaklığının bilinmesine gerek yoktur. Đki yıldızın göreli hareketleri çiftin herbir üyesinin yarıçapını bulmamızı sağlar. Örten Çift Yıldızların Yarıçapları Yıldızların ölçülen yarıçap değerleri birkaç onda bir güneş yarıçapından 1000 R değerine kadar değişebilir. Saptanan yarıçaplar fotosfer olarak adlandırılan parlak diske ait yarıçaplardır. Güneş’ te diğer bölgeler fotosferden öteye genişlemiş olan bölgelerdir. Bu bölgeler (kromosfer ve korona) nispeten geçirgendirler. Bir yıldızın küresel şekli hızlı dönmeden dolayı bozulabilir. Hızlı dönme uçlakların basıklaşmasına neden olur. Bu etki Güneş’ te de gözlenmiştir. Bir çift sistemdeki bir yıldız, diğer bileşeninin çekiminden etkilenmektedir. Eğer iki yıldız birbirine çok yakınsa küreler bozulabilir ve bazı durumlarda birbirlerine değebilirler. Ancak, bu tür tahmin edilen şekiller henüz doğrudan gözlenememiştir. Anakol yıldızlarına ait yarıçap değerleri 0.1-15 R arasındadır. Dev ve süperdev yıldızlar çok genişlemiş atmosferlere sahip olduklarından 2000 R değerlerine sahip olabilirler. Öte yandan beyaz cüceler 0.01 R’ den daha az yarıçaplara sahip olabilirler. YILDIZLARIN KÜTLELERĐ Kütle, bir yıldızın belli kimyasal yapısına bağlı olarak onun yapısını ve evrimini belirleyen temel bir parametredir. 10 Kütlelerin doğrudan ölçümlerini veren tek yöntem çift yıldızların hareketlerini belirlemektir. Ancak, bir çift sistemin herbir bileşeninin kütleleri yalnız bu sistemlerin örten tayfsal çift veya bir görsel çift olmaları durumunda sağlanabilir. Yaklaşık 40 yıldızdan yapılan ölçümlerle yıldızların evriminde anahtar rol oynayacak bazı sonuçlar bulunmuştur. Işınım güçleri ve kütleleri bilinen yıldızlar kütle-ışınım gücü bağıntısına uyum sağlar. Bu yıldızlar Hertzsprung-Russell diyagramının anakolu üstünde bulunurlar. Bu yüzden kütleışınım gücü ilişkisi, bir çift sistemin üyesi olmayan bir anakol yıldızının ışınım gücünden giderek kütlesinin bulunmasını sağlar. Ayrıca, aynı grup yıldızlar için kütle-yarıçap ilişkisi de bulunmuştur. Yıldızların kütle aralığı nispeten küçükken (0.1-60 L) ışınım güçleri aralığı oldukça geniştir (0.01-100 000 000 L). Eğer bilinen kütle ve yarıçap değerlerini birleştirirsek ortalama yoğunluğu tahmin edebiliriz. Bazı yıldızların yoğunlukları Güneş’ inkinden daha büyüktür. Sirius (gökyüzündeki en parlak yıldız) bir çift yıldızdır. Bileşeninin kütlesinin 0.98 M olduğu, sisteminin hareketinden bulunmuştur. Işınım gücü ise Güneş’ inkinden 400 kat daha küçüktür. Sirius’ un bileşeninin yüzey sıcaklığına yanıt verebilecek yarıçap değerinin 10 000 km. olacağı tahmin edilmektedir. Bundan dolayı da onun yoğunluğu 100 kgcm-3 mertebesindedir. Bu yoğun yıldıza beyaz cüce denir. Yıldızlar için bir kütle sınırı var mıdır? Bu karmaşık soru hala araştırma konusudur. Çok büyük kütleli yıldızlar gözlenmiştir. Örneğin; HD 93250 yıldızı 120 M kütleli, O3 tayf türünden, 2x106 L ışınım güçlü bir yıldızdır. Gözlenen en küçük kütleli yıldızlar 0.08 M’ li Ross 614 B, 0.04 M’ li Luyten 7268B’ dir. Yıldızların çoğu 0.3-3 M kütle sınırı içinde kütlelere sahiptir. (U-B) - (B-V) (RENK-RENK) DĐAGRAMI UBV fotometrik sistem U-B ve B-V gibi iki renk ölçeğine sahiptir. Bunlar tayf türü ve ışınım gücü sınıflarıyla ilişkilidir. Bu ilişkiler bire bir değildir. Ölçeklerin herbiri her iki parametreye de duyarlıdır. B-V’ nin fonksiyonu olarak değişen U-B diagramı, HR diagramı gibidir. Fakat, yıldızların evrimi cinsinden yorumlanması kolay değildir. Çünkü, ışınım gücü sınıflarını ayırtetmek zordur. Öte yandan bu diagram yıldızların enerji dağılımını anlamamıza yardımcı olan güçlü bir kaynaktır. Bu diagram bize özel enerji dağılımlı yıldızları saptamamızı sağlar. Fotometrik ölçümler yıldızlararası sönükleşmeden etkilenmektedir. Yıldızlararası uzay boş değildir; yoğunluğu çok düşük gaz ve toz formunda bulunan madde ile kaplıdır. Bu madde, yıldız ışığının soğurulmasına neden olur. Soğurulma, tayfın farklı bölgelerinde farklı oranda olur. Yıldızlararası sönükleştirme tayfın moröte bölgesinde kırmızıöte bölgesinden daha çok olur. Yıldız bize kırmızı ışıkta ışık salıyormuş gibi daha yeğin görünür. Bu olaya yıldızlararası kızıllaşma denir. Bu gibi bir soğurma yıldızlararası gaz ile karışık toz parçacıklarının katkılarıyla olur. Gözlenen bir yıldızın enerji dağılımını doğru olarak saptamak için bu soğurmanın yeğinliğini bilmemiz gerekir. (U-B) ve (B-V) diagramı bu saptama için idealdir. 11 UBV fotometrisi kullanarak bir yıldızın tayf sınıfının “O” olduğunu gözleyelim. Yıldızlararası soğurma “U” rengini B ve V’ den daha çok etkileye-cektir. Bu yüzden ölçülen B-V ölçeği “A” tayf türünden bir yıldızınkine benzerken, yıldızın tayf çizgileri “A” yıldızına ilişkin tayf örneklerini vermeye-cektir. Yıldızlararası soğurma sürekli ışınımın yeğinliğini azaltırken, tayf çizgilerini yeniden düzenlemeyectir; yani, bu çizgileri yeniden görünür veya görünmez yapmayacaktır. Çizgilerin varlığı veya yoklu-ğunu ele alan sınıflama yıldız-lararası kızıllaşmadan etkilen-mezken, fotometrik sınıflama yıldızlararası kızıllaşmadan etkilenir. Belli bir ışınım gücü sınıfından bir O-türü yıldızın B-V ve U-B renk ölçekleri iyi saptanmış olsun. Beklenen ve ölçülen renk ölçekleri arasındaki fark, yıldızın doğrultusundaki yıldızlararası kızıllaşmanın yeğinliğini ölçmemizi sağlar. Kızıllaşma miktarı gökadamızın her yerinde aynı değildir. Bu gibi ölçümler gökada içindeki tozun dağılımı hakkında bilgi verir. Gökada düzleminde bulunan yıldızlar üzerine bir çalışma yaparsak 1000 pc kalınlığındaki bir yıldızlararası madde bulutunun 2m.2’ lik bir soğurmaya neden olduğunu buluruz. Yıldızlararası madde uzak cisimlerin araştırılmasını engeller. Đyi ki maddenin dağılımı düzgünlükten uzaktır. Yıldızlararası kızıllaşma, (U-B)-(B-V) diagramındaki dağılımı açıklar. Diagram, 46 084 yıldızın gözlem sonuçlarına göre oluşmuştur. Anakol yıldızlarını temsil eden kalın çizgi, kümelenmiş yıldızlar tarafından çok iyi bir şekilde görülmektedir. Bunlar kızıllaşmamış yıldızlardır. Kızıllaşmış yıldızları temsil eden noktalar bu çizgiye göre kaymıştır. Bu kayma yatay eksenle yaklaşık 30° yapacak şekilde sağ alta doğrudur. Kaymanın boyutu yıldızlararası kızıllaşma miktarına bağlıdır. Esas zorluk kızıllaşmamış olan noktadan bu kayma miktarını tahmin etmede yatmaktadır. Yıldızlararası kızıllaşmanın derecesi yıldızın uzaklığının bir fonksiyonudur. Daha çok toz, yıldızın ışığını daha çok soğuracaktır. Ancak, Güneş’ e yakın olup da, zengin bir toz bulutuyla çevrili olan yıldızların ışığı da kızıllaşacaktır. Bundan dolayı, yıldızların kızıllaşma haritasını yaparken yıldızların uzaklıklarını bilmemiz gerekmektedir. Genelde uzak cisimleri gözlemek zordur. Çünkü bakış doğrultumuz üzerindeki toz tarafından büyük bir soğurma yapılacaktır. Bu soğurma gökadamızın yapısını anlamamızı güçleştirecektir. 12 Çıplak Gözle Görülebilen En Parlak 17 Yıldız Yıldız Güneş Sirius (α α Cma) Canopus (α α Car) Rigil Kentaurus (α α Cen) Acturus (α α Boo) Vega (α α Lyr) Capella (α α Aur) Rigel (β β Ori) Procyon (α α CMi) Achernar (α α Eri) Hadar (β β Cen) Altair (α α Aql) Betelgeuse (α α Ori) Aldebaran (α α Tau) Acrux (α α Cru) Spica (α α Vir ) Antares (α α Sco) Görünür Parlaklık (m) Tayf Türü -26.7 -1.4 -0.7 -0.1 -0.1 0.0 0.1 0.1 0.4 0.5 0.6 0.8 0.8 0.8 0.9 1.0 1.0 G2 A1 F0 G2 K0 A0 G0 B8 F5 B5 B1 A5 M2 K5 B1 B2 M1 Işınım Gücü Sınıfı Anakol Anakol Süperdev Anakol Kırmızı dev Anakol Kırmızı dev Süperdev Anakol Anakol Süperdev Anakol Süperdev Kırmızı dev Anakol Anakol Süperdev Uzaklık (pc) 0.0 2.7 6 1.33 11 8.1 14 250 3.5 39 120 5 200 21 80 80 130 YILDIZLARIN UZAKLIK ÖLÇÜMLERĐ Trigonometrik paralaks yöntemiyle yıldızların uzaklık ölçümleri yalnız Güneş’ e çok yakın yıldızlar için olasıdır. Yer-konuşlu gözlemlerden 20-30 pc içindeki yıldızların uzaklıkları kesin olarak saptanabilmektedir. Diğer yıldızlar için dolaylı yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin kullanılması trigonometrik paralaks ölçümlerinden daha kolay yapılmaktadır. Yıldızların bünyesel ışınım güçleri ve renkleri veya tayf türleri ile fotometrik veya tayfsal paralaksları arasında kurulmuş ilişkiler vardır. Diğer bir yöntem, Cepheid ve RR Lyrae gibi yıldızların görünür ışınım güçlerindeki değişimleri araştırmakla ortaya konmuştur. Bu tür yıldızların parlaklıkları düzenli olarak değişir ve kolayca belirlenebilir. Magellan Bulutları’ ndaki Cepheid’ lerin (bütün yıldızların Güneş’ ten aynı uzaklıkta oldukları varsayılarak) değişkenliğini çalışarak onların ortalama bünyesel ışınım güçleri ile değişim dönemleri arasında olası bir ilişki kurulmuştur. Bizim gökadamızdaki Cepheid’ ler ile Magellan Bulutları’ ndaki Cepheid’ lerin aynı türden oldukları varsayımı yapılarak, onların dönemlerinde bünyesel ışınım güçleri bulunabilir. Görsel parlaklıkların ölçümünden giderek uzaklıklarını saptayabiliriz. Ancak, bu yöntem için uzaklıkları başka yöntemlerle bulunmuş yıldızları kullanarak ayarlama işlemleri yapılmalıdır. Bu yönteme dönem-parlaklık bağıntısı denir. Üçüncü yöntem, açık ve küresel yıldız kümelerin yıldızlarını kullanır. 13 BÖLÜM 2 HERTZSPRUNG-RUSSELL (HR) DĐAGRAMI Danimarkalı astronom Ejnar Hertzsprung 1911 yılında çeşitli açık yıldız kümelerine ait yıldızların renklerini ve ışınım güçlerini karşılaştırdı. Rengin bir fonksiyonu olarak görünür parlaklığın değişiminin bir eğri izlediğini ve diagramda noktaların saçılmadığını gördü. 1913 yı-lında amerikalı astronom Henry Russell aynı sonuca farklı yıldız türlerini inceleyerek ulaştı. Hertzsprung ve Russell’ ın çalışması yıldızların etkin sıcaklığı ile ışınım güçleri arasında bir ilişkinin varlığını deneysel olarak ortaya koyuyordu. Bu diagrama HertzsprungRussell (HR) diagramı adı verildi. HR diagramında herbir yıldızın yeri o yıldızın evrim yerine bağlı olarak değişir. Bu nedenle HR diagramı gökadamızın yapısı ve tarihi hakkında önemli ipuçları verir. HR diagramını belirleyen temel nitelikler farklı parametreler yoluyla ölçülebilir. Bu yüzden diagram farklı formlarda verilebilir. Klasik HR diagramı tayf türü (etkin sıcaklığı belirler) ve salt parlaklık üzerine çizilir. Diagramda tayf türü (yüzey sıcaklığı) yerine renk ölçeği (B-V) kullanıldığında, diagram renk-parlaklık diagramı olarak anılır. TAYF TÜRÜ Yıldız atmosferlerinin doğası hakkındaki tek bilgi kaynağımız onların tayf analizidir. Tayf analizinde iki yaklaşım kullanılır: nicelik yönünden ve nitelik yönünden yaklaşımlar. Nicelik içeren analiz, tayf çalışmasını esas alır. Yıldız atmosferini tanımlayan fiziksel parametrelerin saptanmasıyla son bulur. Böyle bir çalışma genelde çok uzun sürer ve yalnız belirli sayıda daha parlak yıldızlara uygulanır. Nitelik içeren analizde ise yıldızların tayfında çarpıcı görüntülere yer veren ve onları sınıflayan çalışmalar yapılır. Bu bir tayf sınıflamasıdır ve yalnız görsel bölgedeki tayf görüntüsünü baz alır. Soğurma çizgili tayfların morfolojisi üzerine temelinde hiçbir fiziksel neden aramaksızın yapılan bir çalışmadır. Örneğin; ilk tayf sınıflamasının temeli 1901 yılında Harvard College Rasathanesi’ nde atılmıştır. Buradaki on binlerce yıldız tayfı Antonia Maury ve Annie Cannon tarafından kullanılmış ve yıldızlar 7 ana sınıfa ayrılmışlardır: O, B, A, F, G, K ve M yıldızları Herbir sınıfın tayfları arasındaki görüntü farklılıklarına yanıt verebilecek alt türler oluşturulmuştur. Bundan dolayı, bir yıldızın tayf türü şu sembollerden biri ile temsil edilir : B0, B1, B2, .....B8, B9, A0, A1,...vb. Burada B9 yıldızının tayfı B0 yıldızınınkinden daha çok A0 yıldızının tayfına benzerlik gösterir. Annie Canon 1911 ile 1924 yılları arasında, Henry Draper (HD) kataloğundaki 225000 yıldızı tayf sınıflarına göre sınıfladı. 1925’ de bu sınıflamaya fiziksel bir yaklaşım getirildi. Meghnad Saha’ nın 1920’de iyonlaşmış atomlar yasasını bulması sınıflamaya yeni bir anlam kazandırdı. Yıldızların tayf sınıflamasının oluşturulmasında kullanılan tayf özellikleri, belirgin elementlerin çizgilerinin varlığı veya yokluğu üzerineydi. Çizgilerin varlığı veya yokluğu, yıldızların atmosferleri arasındaki kimyasal yapı farklılıklarını değil atmosferlerin sıcaklığındaki farkları yansıtır. Bu yüzden hidrojen (evrende en bol bulunan element, bütün yıldızlarda hemen hemen aynı miktarlarda bulunur) etkin sıcaklığı 10 000 K olan yıldızların tayflarında çok baskın olarak görülür. Çünkü, bu sıcaklıkta hidrojen atomları uyartılmış düzeydedir. 14 Hertzsprung-Russell (HR) diagramı. Bu diagramda yıldızlar tayf türlerine karşılık bünyesel ışınım güçlerine (salt parlaklıklarına) göre noktalanırlar. Bazı meşhur yıldızların da yer aldığı yukarıdaki diagramda yıldızlar daha çok anakol ve devler kolu üzerinde toplanmıştır. Parlak devler ve süperdevler tüm tayf türlerinde saçılmalı olarak yeralmaktadır. 15 Sıcak yıldızlardan soğuk yıldızlara kadar tayf örnekleri. Bir yıldızın sıcaklığı o yıldızın tayfında görülen karanlık soğurma çizgilerinden saptanır. Resimdeki tayf örnekleri gerçekmiş gibi görünse de bilgisayar yardımıyla oluşturulmuş bir modelin çıktısıdır (Roger Bell, University of Maryland). 16 Yıldız tayflarındaki baskın çizgiler. Hidrojen en sıcak yıldızların (O tayf türünden) atmosferlerinde hemen hemen tamamen iyonlaşmıştır. Bundan dolayı, soğurma çizgili tayflarda anlam-lı bir değişim görülmez. Soğuk yıldızların atmosferlerinde (K tayf türünden) hidrojen atomları nötr (iyonlaşma-mış hatta uyartılmamış veya temel düzeyde) halde bulunur. Çoğunlukla moröte bölgeye düşen çizgi tayfı Yer’ den gözlenemez. Hidrojen atomlarının görünür bölgede gözlenen çizgileri çok sönüktür. En sıcak O türündeki yıldızlar, tayflarında iyonlaşmış helyum çizgileri gösterirken, hidrojen çizgileri yoktur. B0’ dan A0’ a gidildikçe helyumun yeğinliği azalır. Sıcaklık şartları bu çizgi oluşumu için yeterli değildir. Buna rağmen, hidrojenin çizgi yeğinlikleri A0 civarında maksimum olur. Hidrojen çizgilerinin yeğinliği azalırken daha düşük etkin sıcaklıklara denk gelen yıldızlarda metal oranı artar. En soğuk yıldızlarda görülen molekül bantlarının bant özellikleri daha yeğindir. IŞINIM GÜCÜ (IŞITMA) SINIFLARI Tayf çizgilerinin ilk sınıflamalardaki görüntüleri aynı tayf sınıfından yıldızların farklı özelliklerini ayırtetmede yetersiz kalmıştır. Örneğin, Rigel (β Orionis) ve Regulus (α Leonis) her ikisi de B8 tayf türünden oldukları halde, Rigel’ in tayf çizgileri dar, Regulus’ unkiler daha geniştir. Bu farklılığa yanıt vermek için tayf sınıflamasında ikinci bir parametreye gerek duyulmuştur. 1913 yılından beri (Hertzspung ve Russell’ ın çalışmalarından sonra) yapılan çalışmalar sonucunda, bu farkların aynı etkin sıcaklığa sahip yıldızlar arasındaki farklı ışınım güçlerinden kaynaklandığı bulunmuştur. Dolayısıyla, bu fark yarıçaplar arasındaki farkı yansıtmaktadır. Bu ikinci parametre, bize bir yıldızın atmosferindeki fiziksel koşulların değişimini açıklayan bir ışınım gücü sınıfının varlığını ortaya koydu. Sıcaklık, bir tayfın özelliklerini belirlemede önemli faktör olmasına rağmen, yoğunluk gibi diğer nedenler boşlanabilir etkiler değildir. Bu yüzden iyonizasyon derecesi sıcaklığın bir fonksiyonu olmasına rağmen gazın yoğunluğuna da bağlıdır. Eğer, gazın yoğunluğu yüksekse parçacıklar birbirlerine daha yakın bulunur ve iyonlar ile elektronlar arasındaki yeniden birleşmeler kolaylaşır. Böylece belli bir andaki iyonlaşmış atom sayısı, aynı sıcaklıklı fakat düşük yoğunluklu bir ortamdakinden daha küçüktür. Bununla beraber, bir gazın yoğunluğu onun basıncıyla orantılıdır ve bu durum atmosferin ağırlığıyla değişir. Yani, yıldız atmosferindeki çekim şiddetiyle ilişkilidir. Çekim, yıldızın kütlesiyle doğru yarıçapın karesiyle ters orantılıdır. Yıldızların yarıçapları kütlelerine göre daha büyük aralıklarla değişir ve büyük farklar yaratır. Bu yüzden büyük yarıçaplı yıldız atmosferlerinde, elementler daha kolay iyonlaşır ve tayfları daha yüksek sıcaklıklı fakat daha küçük yarıçaplı yıldızlarınkine benzerler. 17 Işınım Gücü Sınıfları Karışıklığa neden olabilen bu benzerlik iyi ki tam değildir ve incelenen elementin fonksiyonu olarak değişir. Bu yüzden tayflardaki çeşitli elementlerin görsel çizgi analizleri bize o yıldızın genişlemiş atmosferli bir dev yıldız mı, yoksa daha yüksek sıcaklık gösteren daha sıkışık bir cüce yıldız mı olduğunu söyler. HR diagramında beş temel ışınım gücü sınıfı tanımlanmıştır: I. sınıf, süperdev yıldızlardır; iki alt sınıfa ayrılmışlardır. Ia (çok parlak yıldızlar) ve Ib (Ia ile aynı tayf türünden daha az ışınım güçlü yıldızlar) II. sınıf, parlak dev yıldızlardır; I. sınıftan biraz daha az parlak yıldızlardır. Fakat III. sınıf yıldızlardan daha parlaktırlar. III. sınıf, dev yıldızlardır. IV. sınıf, altdev yıldızlardır; III. sınıf ile V. sınıf yıldızlar arasındaki yıldızlardır. V. sınıf, cüce yıldızlardır; anakol yıldızlarıdır. Anakolun altına yer alan bazı yıldızlara ise VI. ışınım gücü sınıfından altcüceler denir. Beyaz cücelerin tayfları bu sınıflandırmaya katılmaz ve kendi özellikleri vardır. Bunlara bazen VII. sınıf yıldızlar denir. Anakol üzerindeki yıldızlar diğer yıldızlarla karşılaştırıldığında cüce yıldızlar olarak anılmaktadır. Bu terim anakolun üst ucundaki büyük kütleli, daha parlak ve Güneş’ ten daha büyük yarıçaplı yıldızlara bile uygulanmaktadır. Işınım gücü sınıfları aynı sıcaklıklı ve bundan dolayı da aynı tayf türlü yıldızları birbirinden ayırdetmektedir. 18 MK SINIFLAMASI Tayf türü ve ışınım gücü sınıflarını temel alan tayf sınıflaması bağımsız iki fiziksel parametre kullandığından iki-boyutlu tayf sınıflaması olarak adlandırılır. Tayf türü yıldızın atmosfer sıcaklığının (etkin sıcaklığının) bir göstergesidir. Işınım gücü sınıfı, atmosferin yoğunluğunu dolayısıyla yıldızın boyutunu veya yüzey çekimini yansıtır. Bugün daha çok kullanılan tayf sınıflaması MK sınıflamasıdır. 1943 yılında W.W. Morgan ve P.C. Keenan tarafından tanımlanmıştır. Bu sınıflamayla herbir yıldıza ait bir tayf türü ve bir ışınım gücü sınıfı belirlenir. Tayf sınıfları Harvard sınıflarına benzer ve aynı isimleri kullanır. Bu sınıflama tayfsal özellikleri kullanan tamamen deneysel bir sınıflamadır. Örneğin, Güneş’ in tayf türü G2, ışınım gücü sınıfı V’ dir. UZAKLIĞI BĐLĐNEN YILDIZLARIN HR DĐAGRAMI Uzaklığı bilinen yıldızların HR diagramı incelendiğinde yıldızların gelişigüzel dağılmadığı görülür. Bunların çoğu köşegenlemesine dar bir bant üstünde toplanmıştır. Bu banda anakol denir. Devler kolu olarak adlandırılan diğer bir grup yıldız anakol üzerinde yatay olarak ilerlemektedir. Devlerden daha büyük ışınım güçlü yıl-dızlar süperdevler ola-rak adlandırılırken ana-kol yıldızlarına cüce-ler adı verilir. Dev ve cüce sınıflandırmaları yalnız belli bir tayf türünden yıldızlar için daha önemli olmaktadır. Aynı tayf türünden biri anakol diğeri dev yıldız olan iki yıldız düşünelim. Bu iki yıldızın ışınım güçleri farklı Uzaklığı bilinen yıldızlar için HR diagramı. olacaktır. Bir yıldızın ışınım gücü, yüzey alanıyla (4πR2) ve etkin sıcaklığının dördüncü kuvvetiyle (Te4) doğru orantılı olarak değişir. Eğer, bu iki yıldız aynı tayf türünden iseler, aynı etkin sıcaklığa sahip olacaklardır. Işınım güçlerinde görülen fark onların yarıçaplarıdaki farktan gelmektedir. Örneğin, M tayf sınıfından olan iki yıldızı karşılaştıralım. Dev yıldızın ışınım gücü cüce yıldızınkinden 10 000 kat daha büyüktür. Bundan dolayı, yüzey alanı 10 000 kat daha büyük olmalıdır. Dolayısıyla dev yıldızın yarıçapı cüce yıldızınkinden 100 kat daha büyük olmalıdır. Diğer yıldızlar anakolun altında görülür. Çok küçük yarıçaplı olan bu yıldızlara beyaz cüceler denir. Küme yıldızları için çizilen bir HR diagramında, düşey eksende alınan salt parlaklık (Mv) yerine bütün küme yıldızları aynı uzaklıkta olduğu için görünür parlaklık (mv) kullanılabilir. Küme içindeki yıldızların evrimi ile ilgili yer değiştirmeden dolayı aynı küme yıldızları için HR diagramındaki noktalar da saçılma gösterir. 19 GARĐP YILDIZLAR MK sistemiyle sınıflandırması yapılmış tüm yıldızlar katologlarda verilmiştir. Bu verilerin ve analizlerin büyük bir kolleksiyonu Strasbourg Rasathanesi’ ndeki Yıldız Veri Merkezi’ nde bulunmaktadır. Michigan Üniversitesi’ nden N. Houck ve A.P. Cowley, Henry Draper kataloğundaki bütün yıldızları iki parametreli MK sisemine göre yeniden sınıflamışlardır. Bütün bu yıldızların % 90’ nı MK sisteminde sınıflanmıştır. MK sisteminde belirlenen standart yıldızlardan birine göre karşılaştırılamayan tayflara sahip olan yıldızlara garip yıldızlar denir. Diğer yıldızlar normal yıldızlar olarak adlandırılırlar. Yüzyılın başlarında Harvard sınıflaması M tayf sınıfından sonra yer alan R, N ve S sınıfları ile genişletilmiştir. R ve N sınıfları etkin sıcaklıkları G, K ve M yıldızlarınınkine yakın olan yıldızlar içerir. Fakat, tayfları karbondan dolayı çok yeğin moleküler tayfları gösterir. Bugün, bu yıldızlar C sınıfı olarak, tek bir sınıf altında karbon yıldızları olarak toplanmışlardır. Şu anda bu tür yıldızların sayısı 3000’ den fazladır. Hepsi çok yeğin CN, C2 ve CH molekül bantları gösteren dev yıldızlardır. Aynı etkin sıcaklığa sahip normal yıldızlardan dört veya beş kat daha büyük karbon bolluğu (oksijene göre) gösterirler. Bu yıldızların kökenini yıldızların evrimi cinsinden açıklayan çalışmalar yapılmaktadır. Olası sonuçlara göre, bunlar birkaç güneş kütlesindeki yıldızlardır. Merkezleri etrafındaki katmanlarda helyumu yakarak karbon üretirler. Isısal kararsızlıklardan dolayı oluşan çalkantılı hareketler sayesinde nükleer reaksiyonlar sonucunda oluşan elementler yıldızın yüzeyine taşınır ve karbon olarak gözlenir. S sınıfı yıldızları etkin sıcaklıkları M yıldızlarına yakın olan dev yıldızlardır. Fakat, tayflarında kuvvetli zirkonyum, yttrium ve baryumoksit bantları görülür. Bu elementlerin kökeni belki de karbon yıldızlarında olduğu gibi nükleosentezdir. Birkaç güneş kütleli bir yıldızda üretilen bu ağır elementler çekirdek etrafında helyum yakan bir bölgede nötron yakalama yoluyla oluşurlar. B5 tayf türünden F5 tayf türüne kadar büyük bir değişim aralığında bulunan ve birçok gariplik gösteren yıldızlar Ap ve Am yıldızları olarak adlandırılırlar. Bu yıldızlar anakol üzerindedirler ve gariplikleri evrim yerine atmosferik yapılarıyla ilişkilidir. Ap yıldızlarının tayflarında B5-A5 normal yıldızlarında görülen tayfların üzerine binmiş mangan, civa, silikon, krom, stronsiyum ve europium gibi yeğin metal çizgiler görülür. Bu elementlerin bollukları normal yıldızlardakine göre çok fazladır. Bu grup yıldızların önemli özelliği fotosferlerinde yeğin bir manyetik alanın varlığıdır. Bu yıldızların bazılarından alınan akı değişir ve bu değişim yıldızın yüzeyindeki elementlerin düzgün olmayan dağılımından kaynaklanır. Yıldız döndükçe, gözlemci farklı yapıda bulunan bölgeler ve dolayısıyla farklı ışınım güçleri gözler. Geniş bölgeler içinde bazı elementlerin yeniden dağılımı yıldız lekeleri olarak gözlenir ve bunlar güneş lekelerine benzer. Bunlar, yıldızın yüzeyinde bir manyetik alanın varlığını işaret eder. Genelde lekelerde gözlenen aşırı element bollukları yıldızın atmosferindeki yayılmaya katkıda bulunur. Bazı atomlar yıldızın yüzeyine yükselirken diğerleri atmosferin alt katmanlarına gömülür. Bu yüzden de gözlemciye görünmezler. Am yıldızlarının tayfı A0-F5 arası normal cücelerin tayfına benzerlik gösterir. Kalsiyum ve skandiyumun çok zayıf çizgilerini gösterirlerken demir elementinin çizgileri ve dünyada az bulunan element çizgileri daha kuvvetlidir. Bu yıldızların dönme hızları aynı sıcaklıklı normal yıldızlarınkinden daha düşüktür. Bu özellik yıldızın atmosferinde görülen yayılmaya izin verir. Bazı O ve B yıldızlarının tayfları da salma çizgileri gösterir. Bu tür yıldızları ayırtetmek için “e” eki yıldızın tayf türünün sonuna eklenir (Be gibi). Sıcak yıldızların %15’ inden fazlası böylesi tayf gösterir. Salma çizgileri yıldızı çevreleyen büyük bir gaz zarftan söz etmemizi sağlar. Çizgi yeğinliklerinde büyük değişimler gösterirler. Değişimlerin nedeni zarf yapının değişimine bağlanır. 20 HR diagramında anakolun altında yer alan yıldızlara alt cüceler denir. Bu yıldızların belli bir tayf türünden bir anakol yıldızına göre ışınım gücü daha azdır. Ancak, kimyasal yapıları anakol yıldızlarınınkinden tamamen farklıdır. Normalin altında metal bolluklarına sahiptirler ve Öbek II yıldızlarıdırlar. Simbiotik yıldızlar adlandırması, tayflarında hem soğurma hem de salma gösteren yıldızlar için yapılır. Soğurma çizgili tayflar M türü soğuk dev yıldızlarınkine benzer. Salma çizgili tayflar, bu izleri üreten kuvvetli uyartılmış atomların bulunduğu fiziksel koşulları gerektirir. Bu çizgilerin bazıları güneş koronasında da gözlenmiştir. Bu gruba ait yaklaşık 100 yıldız vardır. Üyeleri tayfsal özelliklere göre belirlenmiş olup, bu gruptaki yıldızların tayfları büyük değişiklik gösterir. Mekanizmayı anlamak, yıldız evrimi için önemlidir. Bu türden birçok tayf, yakın çift yıldızlarda görülür. Fakat, bu gibi tayfların hepsinin simbiotik yıldızlardan mı kaynaklandığı henüz ispatlanamamıştır. Çift yıldızlarda görülen tayf, K veya M türü normal bir dev yıldız ile çok sıcak, dış zarfı olan bir yıldızdan üretilmektedir. Sıcak yıldızın ışınımı kütle kaybı mekanizmasıyla gaz zarfı uyartmaktadır. Bu yüzden bazı nova türü yıldızlar simbiotik yıldızlar listesine girmektedir. Sonuçlara göre simbiotik yıldızlar çift yıldız evriminde bir basamak olmalıdır. Tayf Sınıflarının Temel Tayfsal Özellikleri Tayf Sınıfı Örnek Etkin Sıcaklık (K) Açıklama O 10 Lac 25 000 ve üzeri Tayfta birkaç soğurma çizgisi görülür. Helyumun birkere iyonlaşmış çizgileri, azotun iki kere iyonlaşmış çizgileri, silikonun üç kere iyonlaşmış çizgileri. B Rigel (β Ori) Spica (α Vir) 11 000 - 25 000 Nötr He çizgileri (B2’de maksimum), silikonun bir ve iki kere iyonlaşmış çizgileri, oksijen ve magnezyumun bir kere iyonlaşmış çizgileri, hidrojen çizgileri çok zayıf olarak görülür. Đyonlaşmış He çizgileri görülmez A Sirius (α CMa) Vega (α Lyr) 7 500 - 11 000 Çok yeğin hidrojen çizgileri (A0’da maksimum). Bir kere iyonlaşmış çizgiler: Mg, Si, Fe, Ti, Ca. Çok zayıf nötr metal çizgiler. F Conopus (α Car) Procyon (α CMi) 6 000 - 7 500 Hidrojen çizgilerinin yeğinliğinde azalma. Ca, Fe ve Cr bir bir kere iyonlaşmış çizgiler hala var. Metal çizgilerin yeğinliğinde artma. G Güneş Capella (α Aur) 5 000 - 6 000 Đyonlaşmış Ca. Birçok nötr ve iyonlaşmış metal çizgi, CH ve hidrokarbonların molekül bantları görünür. K Arcturus (α Boo) Aldebaran (α Tau) 3 500 - 5 000 Nötr metal çizgileri baskın, CH molekül bandı hala yeğin. M Betelgeuse (α Ori) Antares (α Sco) 3 500 ve daha az 21 Nötr metal çizgileri, TiO molekül bantları BĐR YILDIZIN IŞINIM GÜCÜ VE UZAKLIĞININ SAPTANMASI HR diagramı bize bir yıldızın ışınım gücünü bulmamız sağlar. Varsayalım ki uzaklığını ölçebildiğimiz tüm yıldızlardan bir kaynak HR diagramı oluşturduk. Eğer, herhangi bir yıldızı gözler ve tayf türünü (örneğin K0) ve ışınım gücünü (bir yıldızın ışınım gücü bize o yıldızın dev mi, anakol yıldızı mı olduğunu söyleyecek-tir) saptayabilirsek, kaynak HR diagramı o yıldızın salt parlaklığını (Mv) ve bundan dolayı ışınım gücünü ve uzaklığını bulmamıza yardım edecektir. HR DĐAGRAMINDA YILDIZLARIN KÜTLE DAĞILIMI Yıldızların kütleleri anakol üstündeki konumlarıyla ilişkilidir. Bu ilişki yıldızların iç yapısındaki mekanizmalardan kaynaklanır. Başlangıç kütleleri farklı olan yıldızlar devler koluna doğru evrimleştikçe kütle-lerin diagramdaki dağılımı karışır. Ev-rim boyunca yıldız-dan olan kütle ka-yıpları başlangıç kütleyi değiştirir. (Kütleler güneş küt-lesi birimindedir.) BĐR YILDIZIN YARIÇAPININ TAYF TÜRÜNE VE IŞINIM GÜCÜNE BAĞLI OLARAK DEĞĐŞĐMĐ HR diagramındaki herbir düz çizgi aynı yarıçaplı yıldızlara karşılık gelmektedir (R: Güneş yarıçapı biriminde kullanılmaktadır). Diagramda isimleri çok iyi bilinen bazı yıldızların konumları ek bilgi olarak işaretlenmiştir. 22 Dikkat edilirse, 10 R’ lik O tayf türünden bir yıldız anakol üstünde bir cüce yıldız olurken, tayf türü G ise bir dev yıldız olmaktadır. ÖBEK I VE ÖBEK II YILDIZLARI Bu HR diagramında Öbek I ve Öbek II’ye ait olan yıldızlar nokta-lanmıştır. Her iki öbek, gökada içindeki ko-numlarına, yaşlarına ve kimyasal yapılarına göre ayırtedilebilirler. Öbek I’in yıldızları gü-neşin kimyasal yapısı-na benzerlik gösterir. Açık yıldız kümelerinin yıldızları tipik örnekle-ridir. Öbek II yıldızları gökada halosunda bulunan küresel yıldız kümelerinin üyeleridir ve metalce zayıftırlar. HR diagramında kolların konumu iki öbek için farklıdır. Öbek II yıldızları gökadamız kadar yaşlı yıldızlardır. Yaklaşık 10 milyar yaşındadırlar. Ağır elementlerce zayıf ilkel yıldızlararası ortamdan oluşmuşlardır. Öbek I yıldızları ise daha genç yıldızlardır. Öbek II’ nin anakolu Öbek I’ in anakolundan daha kısadır. Çünkü, büyük kütleli yıldızlar anakoldan ayrılmışlar, devler bölgesine veya beyaz cüceler bölgesine ulaşmışlardır. 23 BÖLÜM 3 GÜNEŞ Güneş, gökadamız içindeki yüz milyarlarca yıldızdan biridir. Gökada merkezinden 8000 pc (8 kpc) uzakta, sarmal kollardan biri üzerinde bulunur (gökadamızın yarıçapı 15 000 pc’ dir). Yıldızların gökada merkezi etrafındaki dönme hareketine katılarak bir tam dönüşünü 200 milyon yılda tamamlar. Güneş merkezli 100 pc kenarlı bir küp içinde yaklaşık 100 yıldız vardır. Bunların arasından Proxima Centauri 1.3 pc ile (4.3 ışıkyılı) Güneş’ e en yakın yıldızdır. Bu yıldızlardan biri üzerinden Güneş’ e bakılsa, parlak bir nokta olarak görülür. Güneş, HR diagramında anakol üstünde bulunur. Betelgeuse ve Antares gibi dev yıldızlara göre (çapları 500 kat daha büyük) cüce yıldızlar katagorisine girer. Gökadadaki yerine, boyutuna ve ışınım gücüne göre fazla ilgi çekici olmayan bir yıldız olup, görünür çapı 32 yay dakikasıdır. Güneş, sıcak bir gaz küredir. Merkezindeki sıcaklık ve yoğunluk nükleer reaksiyonları başlatmaya yeterlidir. Güneş’ in enerji kaynağı hidrojendir. Füzyon işlemleriyle hidrojen çekirdeği helyum çekirdeğine dönüşür. Bundan dolayı, hidrojen çekirdeklerinin sayısı merkezine doğru azalır. Merkezden uzaklaştıkça hidrojen çekirdeklerinin sayısında çok hızlı artış olur. Güneş yarıçapının dörtte birinden sonra hidrojen, helyum ve daha ağır elementlerin karışım değerlerinde düzgün bir dağılım vardır. Güneş atmosferinin çeşitli katmanlarının farklı dalgaboylarında çekilmiş görüntülerininden elde dilmiş bir fotomontaj. 24 Tayf Türü : G2 V Yaş : ~ 4.5 milyar Yarıçap (R): ~ 700 000 km Kütle (M): ~2x1030 kg Ortalama yoğunluk(ρ): 1.4 g/cm3 Işınım gücü (L) : 3.9x1027 kw Etkin sıcaklık : 5770 K Görsel salt parlaklık : +4m.83 Güneş'in merkezinden yüzeyine kadar sıcaklık ve yoğunluk değişimi. Güneş bir gaz yapı olduğundan keskin sınırları yoktur. Hatta Güneş’in merkezinde yoğunluk bir metalin yoğunluğundan 10 kat daha büyük ve sıcaklık 15 milyon derece olsa bile madde hala gaz halindedir. Pratikte güneş ışığının hepsi fotosfer olarak adlandırılan ince bir katmandan salınmaktadır. Bu ışınım görsel dalgaboylarında salınır. Fotos-ferin hemen üzerinde 2000 km kalınlığında kromosfer bulunur. En dış katman ise koronadır. Tam güneş tutulması anında çıplak gözle görülebilen beyaz ışık halosudur. Üç milyon kilometre genişliğindedir. Güneş rüzgarı formunda gezegenler arası ortama kadar uzanır. Fotosfer, kromosfer ve korona katmanlarının hepsine Güneş’ in atmosferi denir. Güneş elektromanyetik tayfın tüm bölgelerinde ışık salar. Enerjinin %41’ i görsel bölgede, %52’ si kızılötede, %7’ si yakın morötede, %0.01’ i moröte ve X-ışını bölgesinde, %10-10’ u radyo bölgesinde sa-lınır. Herbir dalgaboyu bölgesi güneş atmosferinin bir katma-nıyla eşleştirilmiştir. 25 Meudon Rasathanesi’ nde bulunan güneş kulesi Bir radyohelyograf (sol) ve Güneş’ in merkezinden itibaren güneş atmosferinin parlaklık değişimi (sağ) 26 ĐÇ YAPISI VE EVRĐMĐ Güneş şu anda kütlesi, boyutu, ışınım gücü, yüzey kimyasal yapısı ve yaşı doğru olarak bilinen tek yıldızdır. Đleride, Güneş’ in nötrino akısı ve zonklama modları diğer yıldızlardan daha iyi belirlenebilecektir. Bu durum onu astrofizik için önemli bir cisim yapmaktadır. Güneş, yıldızların iç yapı modellerinin test edilmesine olanak tanır. Güneş, yıldız evriminin en uzun yaşamlı ve en basit evresindedir. Hidrojenini helyuma dönüştürmekte olan bir anakol yıldızıdır. Hassas fiziksel modeller yardımıyla derin katmanlarının yapısı çıkarılabilir. Araştırma sonuçlarına göre merkez çok yüksek sıcaklığa sahiptir. Bu yüzden Güneş kendi kendini kontrol eden büyük bir nükleer reaktördür. Bazı reaksiyonlarda protonların nötronlara dönüşmesiyle nötrinolar serbest kalır. Bu parçacıkların gözlemi güneş enerjisinin nükleer kökeni hakkında ilk onayı vermektedir. Güneş yalnız bir reaktör değil, bazen de bir gezegen gibi sakindir. Đç yapıya ilişkin binlerce salınım modu ölçülebilmektedir. Bu çalışma, heliosismoloji olarak adlandırılır. Şu andaki güneş modelini kullanarak salınım frekanslarını doğru olarak hesaplayabiliriz. Modellerde yapılan varsayımlar çok akla yatkındır. Güneş’ i tam bir küresel simetri olarak kabul eder, dönme ile manyetik alanların etkilerini boşlayabilir, hidrostatik denge ve enerji dengesinin varlığını kabul edebiliriz (yıldızın herbir noktasındaki ısı basıncı onu çekime karşı dengede tutar). Merkezde, yüzeyden kaybolan enerjinin yerini nükleer reaksiyonlardan açığa çıkan yeni enerji alır. Çekirdekte, bir foton etkileşmeden önce bir santimetreden daha fazla hareket edemez. Bir foton yüzeye ulaşmadan önce ortalama olarak 1020 kere etkileşir. Dolayısıyla fotonun yüzeye ulaşması milyonlarca yıl alır. Merkezdeki nükleer reaksiyonlardan yayılan gamma ışın fotonları etkileşmeler sonucunda enerji kaybederek görsel ışık olarak yüzeyden yayılır. Güneş yarıçapının üçte birlik dış bölgesinde sıcaklık derinliğe bağlı olarak değişir. Isı enerjisi burada mad-denin çalkantılı hareketlerine bağlı olarak konveksiyon yolu ile yüzeye ulaşır. Bu bölgenin altında radyatif denge vardır. Güneş’ in iç yapısı Güneş’ in yapısı, başlangıçta homojen ve belli bir kimyasal bileşimi olan, yüzeyin tayfsal gözlemlerine uygun yapılı 2x1030 kg’ lık bir yıldız için hesaplanır. Modelde iki serbest parametre vardır: başlangıçtaki helyum bolluğu (Güneş’ in yüzeyinde gözlenemez) ve konveksiyon bölgesinin derinliği. Bu parametreler yaşa uygun ışınım gücü ve yarıçap elde edilinceye kadar ayarlanır. Kimyasal yapının başlangıç değerleri olarak %70.5 hidrojen, %27.5 helyum ve %2 ağır elementler alınmıştır. Şu andaki Güneş modeli, sıcaklık ve yoğunluğun yarıçapla değiştiğini gösterir: merkezde T= 15.5x106 K, ρ=150 000 kg/m3; yüzeyde T=5800 K, ρ=10-9kg/m3 tür. Yarıçapın %26’ lık dış bölgesini kaplayan konveksiyon 27 bölgesi, yıldızın toplam kütlesinin yalnız % 1.2’ sini bulundurur. Bu bölgenin tabanında sıcaklık 2x106 K, yoğunluk 140 kg/m3’ tür. Yeraltındaki tanklarda yapılan Güneş’ in nötrino akı ölçümleri Güneş’ in temel yakıtı olan hidrojen miktarı merkezde sürekli azalmaktadır. Çünkü, 4 hidrojen çekirdeği 1 helyum çekirdeğine dönüşmektedir. Güneş’ in enerji kaynağı: Proton - Proton (pp) çevrimi 1. basamak: 1H +1H → 2H + e+ + nötrino (υ) 2. basamak :2H + 1H → 3He + foton (γ) 3. basamak :3He +3He → 4He +1H + 1H + foton Güneş’ e ait salınımlar. Güneş’ in değişik katmanları birkaç dakikadan birkaç saate kadar varan dönemlerle salınır. Resimdeki salınımlar kısa dönemlidir (4-15 dakika). Çeşitli katmanlardaki salınım hareketleri bir bilgisayar programı sayesinde yapılmış ve resimde gösterilmiştir. Mavi renkli bölgeler gözlemciye doğru olan hareketi, kırmızı renkli bölgeler ise gözlemciden uzaklaşan hareketi temsil etmektedir. 28 HR DĐAGRAMINDA GÜNEŞ’ ĐN EVRĐMĐ Yıldızların, yıldızlararası ortamda bulunan gaz ve toz bulutlarından oluştuklarına inanılır. Bulut belli koşullar altında çökerek ilkel yıldızı oluşturur. Zamanla gaz ısınır ve basınç ilkel yıldızın içini oluşturmaya başlar. Çekimsel çökme çok hızlı sürerken (milyon yıl mertebesinde), çekirdek hidrostatik dengededir ve tamamen konvektiftir. Sıcaklık nükleer reaksiyonları başlatacak kadar yüksek değildir ve yıl-dız yavaşça çöker. Güneş gibi yıldızlar nükleer reaksiyonları başlatıncaya ka-dar bu evrede milyonlarca yıl kalır. Bu evreye, ilk başarılı modeli oluşturan Japon astronomun anısına Hayashi evresi denilmektedir. Daha sonra yıldız T Tauri yıldızları olarak gözlenebilen bir evreden geçer. Yaklaşık 100 milyon yıl sonra anakola ulaşır ve merkezinde hidrojeni yakmaya başlar. Bu evre Güneş’ te yaklaşık 4.5 milyar yıl önce başlamış ve yaklaşık 5 milyar yıl sonra bitecektir. Güneş’ in hidrojen kaynağı tükendiğinde, çekirdek yalnız helyum içerecek ve çekirdek büzüldükçe zarfı (dış katmanlar) genişleyecektir. Kırmızı dev evresine girdiğinde, yarıçapı Mars’ ın yörüngesine kadar artacak ve kütlesinin bir miktarını kaybedecektir. Merkezindeki sıcaklık anakoldakinden farklı nükleer reaksiyonları (CNO reaksiyonları) oluşturabilecek bir düzeye gelir. Artık yıldız karbon, azot, ve oksijen çekirdekleri içermektedir. Güneş, kırmızı dev evresinin sonuna geldiğinde anakoldan ayrılalı bir milyar yıl geçmiş olacaktır. Çekirdek büzülmesi sürdükçe (kırmızı dev evresinin sonuna doğru) merkezi sıcaklık 100 milyon Kelvin’ den daha fazla olacaktır. Buna göre büyük bir merkezi basınç oluşacaktır. Bu şartlar altındaki madde yozlaşmış olur. Merkezi yoğunluk suyun yoğunluğundan 100 000 kat daha fazla olacaktır! Yozlaşmış madde ısıyı çok iyi iletir ve sıkıştırmak çok zordur. Bu yüzden çekirdeğin büzülmesi duracaktır. Çekirdek yalnız birkaç Yer yarıçapına sahip olacaktır. Çekirdek etrafında CNO çevrimiyle hidrojen yakan bir kabuk oluşacaktır. Bu evrede Güneş kararsız olacak ve uzun dönemli bir zonklamaya girecektir. Güneş anakol sonrası evrimini anakol üstündeki evrimine göre daha karasız geçirecektir. Helyum flaşın (merkezde helyumun tutuşması) bir sonucu olarak çekirdek hızla genişleyecek ve salınım yapmaya başlayacaktır. Bu hareket kırmızı devin genişleyen zarfı yardımıyla durdurulacaktır. Helyumu karbona ve karbonu oksijene çeviren merkez, hidrojen yakan bir kabukla çevrelenecektir. Helyum flaştan sonra yıldız yatay kol üstünde hareket eder. Aslında, yıldız yatay olarak zigzaglar çizerek ışınım gücünü arttırır. Bu evre yalnız birkaç yüz milyon yılda son bulur. Yıldız yatay koldan asimtotik kola doğru evrimleşir. Zigzaglar sırasında yıldız kararsızlık kuşağından geçerek, bir RR Lyrae yıldızı gibi zonklar. Asimtotik koldan sonraki evrimi önceden görmek oldukça zordur. Genelde yıldız çok kararsız ve çok parlak olur. Gaz zarfını fırlatarak gezegenimsi bulutsu olur. Yıldızın geri kalan çekirdeğini oluşturan madde 29 elektron yozlaşmasına sahiptir. Sonuç olarak daha fazla büzülemez ve beyaz cüce oluncaya kadar yavaşça soğur. Güneş’ in şu andaki kütlesinin yarısına sahip olan bir beyaz cüce olacağı tahmin edilmektedir. Anakol sonrası evrim boyunca, yüzey katmalarını fırlatacak, önce hızla soğuyacak ve sonra bu soğuma yavaşlayacaktır. Daha sonra beyaz cüce parlamayı durduracak ve bir kara cüce olacaktır. Güneş’imizin sonu soğuk-yozlaşmış maddeye sahip bir kara cücedir. FOTOSFER Güneş beyaz-ışıkta alınan fotoğrafta, merkezden kenara doğru parlaklığı azalan keskin sınırlı dairesel bir disk şeklinde görülür. Bu görünüşü açıklamak kolaydır. Merkez bölgelerde nükleer reaksiyonlarla üretilen enerji dışa doğru özellikle ışınım yoluyla olmak üzere değişik yollarla taşınır. Işınım çok opak (donuk) katmanlardan geçerken, fotonlar Güneş’ in akışkanlığını oluşturan yüksek dereceden iyonlaşmış atomlar tarafından soğurulur ve yeniden salınır. Işınım merkez bölgelerden dışa doğru giderken, her seferinde daha az yoğun ve daha az sıcak katmanlarla karşılaşır. Hatta, opaklık sonunda ışınımı serbestçe yıldızlararası uzaya kaçırabilecek kadar küçük olur. Bu yüzden, artık soğurmanın olmadığı, ışınım salan son katmanın görüntüsü sürekli korunmuş olur. Işınımın görüldüğü son katmana fotosfer adı verilir. Çünkü, fotosfer parlak ve dairesel olarak görünür. Güneş’ in beyaz ışıkta alınmış fotoğrafı Güneş diskinin merkezden kenara doğru kararması opaklığın azaldığını kanıtlar. Kenardan gelen ışık ışınları güneş atmosferini eğik olarak geçer. Merkezden gelenlere göre daha çok soğurmaya uğrar ve dolayısıyla Güneş’ in kenarlarının daha karanlık görüntüsü ortaya çıkar. Diskin merkez ve kenar çalışmaları Güneş’ in atmosferi hakkında bilgi verir. Tayflarda dalgaboyuyla değişen sürekli zemin üzerine binmiş Fraunho-fer çizgileri olarak Güneş atmosferinin kesiti adlandırılan birçok karanlık çizgi görülür. Bu çizgiler ışınım ile maddenin etkileşimi sonunda oluşur. Kolayca anlaşılacağı üzere karanlık çizgiler, sürekli ardalana karşı soğurmayı açıklar. 30 Tayf çizgileri maddenin fiziksel özelliklerini içeren bilgiler taşır. Herbir çizgi güneş akışkanı içindeki herbir elemente karşılık gelir. Çizginin şiddeti elementin bolluğuyla ilişkilidir. Bu yolla Güneş’ in kimyasal yapısı saptanabilir. Atom sayılarına göre % 92 kadar hidrojen, % 7.8 kadar helyum ve % 0.2 kadar helyumdan daha ağır elementler bulunur. Bir çizgi profilinin boyutu ve şekli, akışkanın sıcaklığı, basıncı ve çalkantılı hareketleriyle ilişkilidir. Bunların dalgaboyu kayması ise maddenin hızıyla doğrudan ilişkilidir (yaklaşma maviye kaymayı oluşturur). Bu etki Doppler etkisi olarak bilinir. Güneş’ in yüzeyinde görülen parlak noktalar veya granüller (bulgurlar) 1000-2000 km boyutlarına sahiptirler. Granüllerin merkezlerindeki yükselen hareketlerin hızı yaklaşık 1 km/s’ dir. Yaşam süreleri ise 10 dakikadır. Fotosferdeki granülasyon, konveksiyonun dışa doğru aktığının belirtecidir. Granülasyon üzerine binmiş yaklaşık 10 dakika dönemli salınım hareketleri vardır. Granülasyon fotosferdeki konveksiyon hareketleri ile üretilen tek olay değildir. Büyük ölçekli yapılar olan mesogranüller (5000 - 10 000 km) ve süpergranülasyonlar (30 000 km) da görülebilir. Süpergranülasyon, fotosferik maddenin merkezden kenara doğru olan yatay hareketleridir. Beyaz ışıkta görülen bulgurlanma Süpergranüler hareketler hapsedilmiş manyetik alanlardan sorumludur. Fotosferde aktif bölgelerin dışında da yeğin manyetik alanlar vardır. Onlar çok küçük yapılardır ve çok yüksek ayırma güçlü gözlemlerle görülebilir. Güneş’ te bulunan bazı elementlerin bollukları 31 KROMOSFER Ay’ ın kenarı, parlak fotosferi tam olarak örttüğü zaman, Ay renkli bir ışık halkası (chromosphere, renkküre, kromosfer) ile çevrelenmiş gibi görünür. (Ay’ ın Güneş fotosferini tam olarak örtmesinin nedeni her ikisinin de açısal çaplarının birbirine eşit olmasıdır.) Tayfsal analiz tutulma olmadığı zamanlarda gözlem yapmamıza olanak tanır. Bazı çizgiler çok karanlıktır. Çünkü, güneş maddesi bu dalgaboylarında soğurma yapar ve fotosferden daha ötedeki katmanları açıklar. Güneş’ in resmi darbant bir filtre kullanarak yeniden oluşturulabi-lirse, diskin fotosferden daha büyük bir çapa sahip olduğu görülür. Bu ise tutulmalar anındaki olayın görünme-sini açıklar. Bunun dışında, kromosferin ayrıntılı yapısı fotosferinkinden çok farklıdır. Özellikle hidrojenin kırmızı Hα çizgisinde görülen granüller daha basık, uzamış konveksiyon hücre yapıları olarak karşımıza çıkar. Güneş lekelerinin yakınında görülen Koronograf yardımıyla görülen güneş kromosferi bu yapılara fibril adı verilir. Bir mıkna-tısın iki uçlağı arasına düşen demir tarafından oluşturulan desenleri temsil ederler. Manyetik alan kromosferdeki yapıların saptanmasında önemli rol oynar. Kalsiyumun H ve K bantlarında (yakın morötede) elde edilen görüntüler farklı yapıyı biraz açıklar. Çünkü, bu bantlar sıcaklığa ve yoğunluğa farklı bir duyarlık gösterir. Bu bantlar kromosferik network olarak adlandırılan büyük-ölçekli bir network ağını açıklar. Bu ağ, çapları 30 000 km’ ye varan, granüllerden daha büyük boyutlu, konveksiyon bölge-sindeki hücrelerle ilişkilidir. Network ağının herbirinin kenarında manyetik alan yoğunlaş-ması vardır. Spikül adı verilen madde kaçışlarına neden olur. Spiküller birkaç 10 km/s’ lik kaç-ma hızlarına sahip olan ve birkaç dakika içinde son bulan jet Fibriller yapı-lardır. Hα’ da kolayca gözlene-bilen spiküller değişik yükseklik-lere ulaşırlar. Bunların sayısı kromosferin kenarının 32 düzensiz bir yapıda görülmesine neden olur. Diğer tayf bantları kromosferde kalsiyumun H ve K bantlarından daha yükseklerde oluşurlar. Örneğin, yaklaşık 280 nm' de görülen iyonlaşmış magnezyumun h ve k bantları ve 121.6 nm de oluşan hidrojenin rezonans çizgisi Lyman-alpha gibi çizgiler soğurma yerine salma çizgileri olarak görülürler. Hα’ da görülen filamentler Disk kenarında Hα’ da görülen dev alevlerin (prominence) güneşin dönüşü içinde disk üzerinde gösterdiği izdüşüm görüntü, karanlık filamentler Spiküller olarak görünür. Genelde bu filamentler diskin yüzeyinde manyetik uçlakların değişimi sonucunda oluşur. Bunların güneş meridyenine göre eğimleri diferansiyel dönme tarafından oluşturulan alan bozulmasından kaynaklanır. Görsel bölgedeki kromosferik tayf çizgileri özellikle karanlıktır. Ancak; bu durum sıcaklığın fotosferden kromosfere doğru sürekli azaldığını açıklamaz. Sıcaklık fotosferin üstünde 4300 K de minimum yapar ve kromosferde 10 000 K den daha fazlasına kadar yükselir. Çizgiler yoğunluk çok düşük olduğunda soğurma olarak görülür. Güneş’ in milimetre dalgaboylarında yapılan gözlemleri, kromosfer ışınımının yaklaşık kara cisim ışınımı olduğunu göstermektedir. Sıcaklıktaki artışa rağmen çizgilerin görünür bölgede disk üzerinde neden soğurma olarak göründüğünü anlamak nispeten kolay olmasına rağmen bu sıcaklık artışını açıklamak zordur. Olay kromosferin üstünde önem kazanmaktadır: koronadan kromosferi ayı-ran birkaç yüz kilometrelik bölgede, sıcaklık aniden milyon Fotosfer ve kromosferin sıcaklık değişimi derecelere ulaşmaktadır. Uzun süredir mekanik enerjinin aktarımına ilişkin görüşler ileri sürülmektedir. Fotosfer kaynaklı basınç dalgalarının dış sınırları, daha az yoğun katmanlarla karşılaştıkça, onların dalga genlikleri yükseklikle artar. Bu genlik ses hızına ulaştığında, şok dalgaları oluşur ve onların enerjisi ısı olarak yayılır. Bu senaryo kromosfer için kabul edilse de koronal sıcaklıkları açıklayamaz. Çünkü, akustik enerjinin akısı kromosferin üstünde zaten çok azdır. Astrofizikçiler şimdi manyetik alanın ince yapısına cevap verebilecek başka mekanizmalar üzerine çalışıyorlar. Aktif güneşle ilgili manyetik mekanizmaların çalışılmasıyla sakin güneşteki kromosferin ve koronanın yüksek sıcaklığının açıklanabileceğini ümit ediyoruz. 33 KORONA Korona, tam güneş tutulması anında Güneş’ in etrafında görülen beyaz ışık halosudur. Đç korona, diskin kenarından iki güneş yarıçapına kadar uzanır ve çok uzaklara kadar genişlemiş olan dış koronadan ayırtedilebilir. Korona, elektromanyetik tayfın X-ışınları bölgesinden radyo bölgesine kadar olan tüm dalgaboyu bölgelerinde gözlenebilir. Beyaz Işıkta Gözlemler Tam güneş tutulması anında beyaz ışıkta alınmış fotoğraflar veya koronograf yardımı ile alınmış görüntüler koronanın küresel yapıdan uzak, büyük değişiklikler gösteren yapısını a-çıklar. Bu görüntüler içinde en meşhur olanları büyük jet akıntılardır. Bunların herbiri 3-4 gü-neş yarıçapı uzaklara kadar uzar ve koronal madde uç kısımlarından süpersonik hızlarla ayrılır. Beyaz ışıkta alınmış korona görüntüsü Bunların dışında en karakteristik yapılar dev alevlerdir. Uçlak bölgelerinden çıkıyor gibi görünürler ve manyetik alan çizgilerinin görüntüsünü alırlar. Jetler ve dev alevler koronal manyetik alanın görünüşünü üretirler. Bundan dolayı bütün jetler aynı yapıdadır: hemen hemen paralel çizgiler formundaki açık alan çizgi yumağı altında, eğrilmiş tabanlı kapalı alan çizgileridirler. Dış korona gibi iç korona da Yer-konuşlu koronograflarla tekrenk görsel ışıkta gözlenmektedir. Disk kenarından 100 000 km uzaklara varan iplik sistemlerle düzgün olmayan bir yapı sergilemektedir. Sürekli korona gözlemleri koronanın aydan aya değil saatten saate bile değişim gösterdiğini ortaya koymaktadır. 34 Bazı jet yapılar birkaç ayda son bulurken, büyük jetler birkaç haftada evrimleşir. Dev alevler ise birkaç on saat kadar sürer. Genelde güneşin aktivitesiyle ilişkili olan bu yapılar evrimlerini manyetik alanlara göre ayarlar. Koronanın moröte görüntüsü. Renkler koronanın yoğunluğunu göstermektedir. Mavi renk en yoğun bölgeyi gösterirken sarı renk en az yoğun bölgeyi temsil etmektedir. Mavi renkli en yoğun bölgeler lekeli alanların üstünde yeralmaktadır. Uzak Moröte ve X-Işın Gözlemleri Beyaz ışıkta yapılan gözlemler Güneş diskinin ötesindeki koronanın yapısını açıklarken, uzak morötede alınan fotoğraflar, disk üzerinde izdüşüm olarak görülen korona hakkında bilgi verir. Tayfın bu bölgesinde fotosfer güçlükle görülürken, korona enerjisinin büyük çoğunluğunu burada salar. Daha kısa dalgaboylarında koronanın daha yüksek katmanlarını gözle-riz. Güneş’ in kenarı dış bölgelere göre daha az gözlenebilir. Dış katmanlar diskin merkezinden kenar-lara doğru gittikçe daha parlak olur. Bu parlama-nın nedeni basit bir geometrik etkidir. Bu tayf bölgesinde gazın opaklığı küçüktür. Dolayısıyla ışınım gücü salma yapan atomların sayısıyla orantıKoronanın X-ışınlarında alınmış görüntüsü lıdır. Diskin kenarına olan bakış doğrultusunun içinde 35 merkez doğrultusuna göre bu sayı daha fazladır. Uzak moröte tekrenk ışıkta alınan görüntüler bize kromosfer ve korona arasındaki geçiş bölgesini incelememizi sağlar. Bu görüntüler kromosferik network’ un, geçiş bölgesinin üstlerinde daha bulanıklaştığını ve korona içinde tamamen kaybolduğunu gösterir. Yapıdaki yüksekliğe bağlı olan değişimlerin manyetik alanlarla ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Đç koronanın X-ışın görüntüleri, X-ışın salmasının disk üzerinde belli bölgelerden salındığını gösĐç ve dış korona terir. En parlak bölgeler, beyaz ışık fotoğraflarında kenara yakın yerlerde görülen parlak bölgelerle uyum içindedir. Buna göre korona, ilmekbenzeri yapılar içerir ve bunların boyutu yakınındaki aktivitenin miktarına bağlıdır. X-ışın fotoğrafları daha önce koronada hiç görülmemiş yapıları da göstermektedir: Işığın bile kaçamadığı karanlık yarıklar veya deliklere koronal delikler denmektedir. Radyo Gözlemleri Elektromanyetik tayfın diğer ucu olan radyo bölgesinde de korona gözlemleri yapılmaktadır. Bu bölgede fotosfer tarafından salınan küçük miktardaki ışınım opak korona tarafından bloklanmaktadır. Güneş gazının opaklığı yoğunlukla ve daha alt katmanlardan gelen ışınımın dalgaboyuyla değişir (Radyo dalgaları daha uzun dalgaboylarıdır). Radyo dalgalarının yörüngelerini büken kırılma da opaklık gibi aynı rolü oynar. Yani belli bir frekanstaki dalga yoğunluğu iyi saptanmış bir atmosfer katmanından bize gelir. Uzak moröte bölgesinde olduğu gibi dış korona santimetreden metre dalgaboylarına kadar değişik yapılar sergilemektedir. "Radyo Güneş" fotosferik diskten daha büyüktür ve boyutu daha düşük frekanslarda artmaktadır. Yalnız santimetre dalgaboylarında gözlenen, diskin merkezinden kenarına doğru olan parlama geçiş bölgesindeki sıcaklık artışını yansıtır. Parlak noktalar Xışın koronasının parlak bölgeleriyle çakışmaktadır. Güneş’ in radyo salması değişkendir. Herbir aktivite merkezi radyo dalgalarının yoğunlaştığı kaynaktır. Bu kaynakların toplam radyo akısına katkısı onların evrimi ve dönmesiyle değişir. Jetler, ilmikler ve parlak noktalar güneş aktivitesinin koronal görünümleridir. Aktif güneş olayı kromosfer ve fotosferdeki gibi koronada yerel değildir. Bu da gerçek sakin koronanın ayırtedilmesini güçleştirir. Korona ve Geçiş Bölgesinin Fiziksel Özellikleri Tüm elektromanyetik tayfta korona tarafından salınan ışınım onun sıcaklığının kromosferden daha yüksek olduğunu göstermektedir. Sıcaklık, geçiş bölgesinde aniden 20 000 K den 500 000 K’ e yükselir. Bu sıcaklık artışı 1000 km den daha az bir kalınlık içinde olur. Đç 36 koronada 1.5 milyon K’ e ulaşırken ve dış koronada 1 milyon K’ de kalır. Güneş’ ten çok büyük uzaklıklarda yani yıldızlararası ortam içinde birkaç yüz dereceye yavaşça düşer. Güneş gazının yoğunluğu fotosferde hızla, korona da ise yavaşça düşer. Ortalama yoğunluk iç koronada cm3 başına yüz milyon (108) atom iken, diskin kenarından 4 güneş yarıçapı uzakta cm3’ de bulunan atom sayısı yüzbin (105) kadardır. Ortalama değerlerden sapmalar bazı koronal yapıların parlamasıyla açıklanır. Örneğin, koronal yoğunlaşmalarda, tüm dalgaboylarında en parlak görülen yapılarda yoğunluk cm3’ de on milyar (1010) atoma ulaşır. Böyle ortamlarda sıcaklık üç milyon Kelvin’ i aşar. Koronanın olağanüstü sıcaklığı ve çok düşük yoğunluğu ona ilginç özellikler kazandırır. Fotosfer ile ay-nı kimyasal yapıya sahip olduğu halde, atomları yüksek dereceden iyonlaşmıştır. Sıcaklık Kromosfer ve koronada sıcaklık dağılımı geçiş bölge-sinden itibaren yükseldikçe atomlar da elektronlarını kaybetmeye başlar-lar. Çoğu, korona içinde tüm elektronlarını kaybeder. Hidrojen ve helyum çekirdek olarak kalırken, oksijen sekiz elektronundan altı veya yedisini; demir yirmialtı elektronundan on ile onbeşini kaybeder. Sıcaklık her ne kadar çok yüksek olsa da koronada kaybolan toplam enerji miktarı çok küçüktür. Bir parçacığın ortalama enerjisi çok yüksek, fakat yoğunluk çok düşüktür. Dolayısıyla enerji yoğunluğu küçüktür. Korona tarafından özellikle X-ışınlarında (radyo ışınımı tamamen boşlanabilir) salınan enerji kromosfer tarafından salınan enerjiden yaklaşık 1000 kat daha azdır. GÜNEŞ RÜZGARI Güneş rüzgarı koronanın bazı kısımlarını süpersonik hızlarla gezegenlerarası ortama iten bir güneş olayıdır. Güneş tarafından sürekli beslenen bu rüzgar Yer’ i yaklaşık 400 km/s’ lik bir hızla geçer ve hatta daha ilerde güneş sisteminin kenarından yıldızlararası ortama karışır. Gezegenlerin ve kuyrukluyıldızların etrafından geçişte aradaki gazları buharlaştırır. Etkisi yıldızlararası ortamda bile hissedilirken Yer atmosferinde aurora olayını ve manyetik fırtınaları oluşturur. Güneş rüzgarının varlığı zaman içinde yavaşça anlaşıldı. Đlk 1896 yılında Norveçli fizikçi Olaf Kristian Birkeland tarfından saptandı ve Güneş’ ten Yer’ e ulaşan ışınlardan farklı bir formda olduğu bulundu. Aurorayı oluşturan elektrik yüklü parçacıklar olarak önerildi. Yer’ in manyetik alanı ile uçlak yakınında etkileştiği düşünüldü. Diğer bir olay olarak geomanyetik fırtınalar gösterildi. Bu fırtınalar telsiz ve telefon görüşmelerinde kesikliklere neden oluyordu. Daha sonraki Güneş ve geomanyetik gözlemler, bu fırtınaların görünümü ile Güneş patlamalarının görünümü arasında bir ilişki olduğunu (bir veya iki gün daha önce) açıkladı. 1930 civarında Sydney Chapman ve V.C.A. Ferraro, Güneş tarafından fırlatılan bir iyon 37 bulutunun saniyede 1000-2000 km gidebileceğini ve Yer’ e bir veya iki gün içinde ulaşabilece-ğini hesapladılar. Güneş’ den parçacık salmalarına ait üçüncü delil 1940’ lı yılların sonunda gökada içi kozmik ışın çalışmalarından geldi. Scott Ellsworth Forbush Yer’ e ulaşan kozmik ışınların Güneş aktif iken düşük yeğinliklere sahip olduğunu ve manyetik fırtınalar boyunca sık sık kesildiğini buldu. Güneş rüzgarının varlığına ait en çarpıcı delil 1950’ li yıllarda Ludwig F. Biermann’ dan geldi. Delil kuyrukluyıldızların kuyruğuydu. Bilindiği gibi kuyrukluyıldızların kuyruğu Güneş’ ten uzak tarafa doğ-ru yer değiştirir. Bu durum kuyrukluyıldızın yörüngesi üstündeki konumdan bağım-sızdır. Güneş rüzgarı şu anda 10 AB’ ye (Satürn’ ün yörüngesi) kadar etkili olGüneş rüzgarının varlığını gösteren en iyi delil: kuyrukluyıldızın kuyruğu maktadır. Koronadan çıkanların büyük çoğunluğu H ve He elektronları ve iyonlarıdır. Yer yörüngesinde onun yoğunluğu cm3 de 10 parçacıktan daha az olmaktadır. Hızı da 400 km/s den daha küçüktür. Güneş bu işlem sırasında saniyede 1 milyon ton hidrojen kaybetse bile, bu kayıp boşlanabilir. Güneş’ in tüm kütlesini gezegenlerarası ortama yayması 1014 yıl almaktadır. Ancak, Güneş’ in yaşı yalnız 15 milyardır. Güneş daha fazla kütleyi ışınım yoluyla kaybetmektedir. AKTĐF GÜNEŞ Aktif Bölgeler Fotosfer, kromosfer ve korona Güneş’ in soğan zarı gibi üst üste binmiş katmanlarıdır. Bu katmanlar homojen değildir ve zamanla değişen belli özellikleri olan yayılmış yapılar içerirler. 1611 yılında David Fabricius ve Galileo, Çinliler tarafından gözlenmiş olan güneş lekelerini belirlediler. 1843’ de, amatör astronom Samuel Heinrich Schwabe güneş çevrimini, 1859’ da ise Richard Christopher Carrington ve Richard Hodgson güneş patlamalarını buldu. Bu üç olay güneş aktivitesinin temel göstergeleridir. Güneş lekeleri en az aktivite gösteren yapılardır. Yakın bölgelerden yaklaşık 1700 K daha soğuk oldukları için “karanlık” görünürler. Umbranın merkez bölgelerinde sıcaklık 3000 K’ e düşebilir. Fakülalar, filamentler ve lekeler hiç değişmeden bir kaç güneş dönüşü içinde yaşamlarını sürdürebilirler. 1908 yılında George Ellery Hale bazı tayf çizgilerinin lekeler boyunca ikiye yarıldığını görmüştür. Zeeman etkisi olarak bilinen bu ikiye yarılma, salınan ışık üstünde manyetik alanın etkili olduğunu gösterir. Yarılmanın şiddeti Güneş’ in yüzeyinde 2500-3000 Gauss’ a (G) varan (Yer’ in alanından 6000 kat daha şiddetli) manyetik alan yeğinliğiyle doğru orantılıdır. Güneş’ in manyetik alanı bazen konveksiyonu bastıracak kadar yeğindir. Güneş atmosferinde lekelerin üstünde daha yukarılara çıkıldıkça daha değişik olaylarla karşılaşılır. Manyetik basınç gaz basıncından daha baskındır. Karanlık veya parlak filamentler kuvvet çizgilerinin şeklini alır. Lekenin merkezinde toplanırlar. 38 Güneş lekesi Bir aktif bölgenin manyetik haritası kuvvetli alanların lekelere özgü şeyler olmadığını gösterir. Manyetik alanlar parlak bölgeler olan fakülalarda da görülebilir. Fakülaların parlaklığı yüksek sıcaklıkla açıklanmaktadır. Fakülalar gibi parlak sıcak bölgelerin lekeler gibi karanlık soğuk bölgelerle nasıl aynı şiddette manyetik alana sahip olduklarını anlamak oldukça zordur. Eugene N. Parker’ a göre bu durum konvektif manyetik alanın değişen yapısından kaynaklan-maktadır. Hα filtresinde çekilmiş dev alev (prominence) 39 Güneş Patlamaları Güneş atmosferi, Yer’ den bile hissedilebilen büyük patlamalarla dönemli olarak çalkalanır. Bulunuşları leke gözlemlerinden ancak 200 yıl sonra olmuştur. Çünkü, beyaz ışıkta çok seyrek olarak görünürler. En iyi ve en sık gözlemler Hα’ da yapılmaktadır. Bir patlama 5 milyon km2’ lik bir alan üzerindeki ani parlaklık artışı ile karakterize edilir. Bu gibi bir bölgenin Hα çizgisi alt kromosferde görüldüğü için soğurma yerine, salma olarak kaydedilir. Alt kromosferin karakteristik moröte (UV) salma çizgilerinde de bozulmalar bulun-muştur. Aslında gamma-ışınlarından radyo dalgalarına kadar tüm elektromanyetik tayf aniden değişir. Sürekli zemin ve tüm çizgiler daha şiddetlenir. Patlamanın komşuluğundaki tüm katmanlar tedirgin olur. Patlamalı olayların geniş bir sınıflama aralığı vardır. Geometrisi, yaşam süreleri, tayf yapısından daha çok salma alanlarına göre sınıflanır. Ortak özellikleri olayın aniden olmasıdır: bir dakikadan daha kısa Moröte ışıkta kaydedilmiş dev alev bir zaman içinde çizgi şiddetindeki 10 kattan daha fazla artış olduğunda, bu evre “flash” evre olarak adlandırılır. Daha sonra birkaç on dakika veya saat içinde salma normal düzeyine geri döner. Patlama olayından sonra Güneş atmosferi nispeten tekrar sakin olur. Fakat daha sonra diğer patlamalar gelecektir. Bazıları eskilerle aynı yerde olur. Bunlar birbirine benzer patlamalar olarak adlandırılır. Maddenin bu gibi hareketleri görülmeye değer ve patlamanın ismine layık olan olaylardır. Her ne kadar daima güneş diskinin merkezinde görülmeseler de kenar üstündeki görüntülerinde ilmiklere ve kavislere rastlanır. Bir patlama anındaki gamma-ışınlarının yeğinlik değişimi 40 Đlmikler, zıt manyetik uçlaklı iki bölge arasındaki madde akışını sağlayan köprülerdir. Patlamalar bu gibi iki bölgenin birbirine geçtiği yerlerde sıklıkla olur ve çift filament patlama olarak isimlendirilir. Bir patlama anındaki çizgi profillerinin evrimi Patlama anındaki çizgi profillerinin karşılaştırılması a. Đyonlaşmış kalsiyumun K çizgisi genelde soğurma çizgisi olarak görünmesine rağmen salma özellikli olur. b. Đyonlaşmış magnezyumun k çizgisi çok daha yeğin, büyük ve tek uçlu bir salma çizgisi olarak görünür. Dikkat edilirse kanatlarda da bazı salma çizgileri oluşmuştur. c. Aynı olay Hidrojen Lyman-α‘ da da görülür. Sakin güneş profilinden (kesikli çizgiler) 10 kat daha yeğindir. d. Ca K, Mg k, Ly-α çizgilerinin ışık eğrileri. Herbir profildeki enerji hesaplanmış ve yeğinlik biriminden evrimi zamana göre çizilmiştir. Flash evre 20 s’ den daha kısa süre içinde başlar ve birkaç dakikada biter. Çizgilerin normal değerlerine dönmesi için geçen süreler Ly-α için 300 s, Mg k için 500 s ve Ca K için 1200s’ den daha fazladır. Bu üç atmosferik çizgi OSO-8 uydusu tarafından eş zamanlı olarak kaydedilmiştir. Hα’ da alınmış bir patlama 41 Flare sonrası oluşan ilmik sistemleri Güneş Çevrimi Güneş üstünde lekeler (sunspots), gözenekler (pores), fakülalar (faculae) gibi yeğin manyetik alan bölgeleri gözleriz. Bu alan atmosferin üst katmanlarına çıktıkça artan bir öneme sahip olur. Fakat bunlar nerede ve nasıl olur? Şurası açıktır ki atmosferin altında, 2x1030 kg’ lık büyük bir gaz topu dönmektedir. Hareket ettikçe elektronlar ve protonlar bir elektrik akımı ve dolayısıyla bir manyetik alan üretmektedir. O halde Güneş dev bir dinamodur. Şimdi bu dinamoyu daha yakından inceleyelim ve Güneş döndükçe ortaya çıkan olayların kökenini ve evrimini inceleyelim. Güneş’ in dönüşü ~27 günlük (sinodik dönem, Yer’ den ölçülen) bir döneme sahiptir. Fakat, eşlek bölgeleri diğer bölgelerden daha hızlı döner. Eşlek bölgesinde bir tam dönüşünü ~26 günde tamamlayan Güneş, 60° enleminde bu dönüşünü ~31 günde tamamlar. Bu nedenle dönme diferansiyeldir. Dönme dönemi ölçümleri, yüzeyde görülen özelliklerin (leke, dev alev) gözleminden veya güneşin kenarından elde edilen tayf çizgilerinin Doppler kayması ölçümlerinden yapılmaktadır. 2 km/s’ lik yüzey dönme hızı, 600 nm dalgaboyu bir çizgide 0.004 nm lik kayma yapar. Eğer, doğu kenarı gözleniyorsa, çizgi maviye doğru (kısa dalgaboylarına); eğer, batı kenarı gözleniyorsa, çizgi kırmızıya doğru (uzun dalgaboylarına) kayar. Bu diferansiyel dönme zayıf bir poloidal alan (uçlaktan uçlağa) ile kuvvetli bir toroidal alan (eşleğe paralel) oluşturur: hızlı eşleksel dönüş, alan çizgilerini büker. Konveksiyon yüzünden alan çizgileri birbirlerinin etrafına sarılır ve manyetik “halatlar” oluştururlar. Manyetik alanın kuvvetli olduğu yerde, manyetik basınç da kuvvetlidir ve yoğunluk daha düşüktür. Kaldırma kuvvetleri oradaki maddenin ağırlığından daha baskın çıkıp, manyetik bölgelerin doğmasına ve lekeler gibi diğer olayların da oluşmasına neden olur. Aslında, Güneş çok karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu büyük dinamo, dönemli değişimler gösterir: güneş lekeleri gözlemlerinden çıkan sonuçlara göre kabaca her 11 yılda bir (dönem 9 ile 12.5 yıl arasında değişir) manyetik alan yön değiştirir. Buna göre esas çevrim 22 yıllıktır. Güneş lekelerinin en fazla sayıda göründüğü ana güneş maksimumu denir. Böyle 42 anlarda Yer atmosferinde aurora olayında artış görülür. Yer’ in manyetik alanında bozulmalar, telsiz haberleşmelerinde ve hatta elektrikle çalışan güç kaynaklarında kesilmeler olur. Uzaydaki astronotlar tehlike içinde kalırlar. Alçak yörüngedeki uyduların yaşam süreleri kısalır. Güneş dinamosu ve iki uçlaklı bölgelerin oluşumu Bu etki çok eskiden beri var olduğu için, tarih içinde Yer’ de yaşanmış olaylar bize güneşin tarihi hakkında bilgi kazandırabilir. Güneş lekelerinin sayısının veya güneş çapınının ölçümü gibi doğrudan kayıtlar yalnız Galileo’ nun teleskobuyla başlamış ve farklı gözlemciler tarafından farklı yöntemler geliştirilmiştir. 1650 ile 1700 yılları arasında lekelerin hemen hemen görünmemesi (Maunder Minimum olarak adlandırılır) çok iyi belirlenmiş ve Avrupa’ da yaşanan soğuk iklimle eşleştirilmiştir. Güneş aktivitesinin Yer iklimine etkisi incelendiğinde, stratosferik ısınmayla Güneş maksimumu arasında bir ilişki görülmesine rağmen, son yüzyıl içindeki verilere göre ortalama global sıcaklık ile güneş çevrimi arasında özel bir ilişki bulunamamıştır. Manyetogramlar manyetik alanın yeğinliği ve yön değiştirmesi hakkında bilgiler verir: 11 yıl arayla iki maksimum arasında elde edilen manyetik haritalar iki yarıküredeki alanların tamamen yön değiştirdiğini gösterir. Ayrıntılı çalışmalar uçlaklardaki alanların güneş tam maksimumdayken işaret değiştirdiğini ortaya koymaktadır. Lekelerin göç hareketinden ve onların tekrarlı görüntülerinden 11 ve 22 yıllık dönemleri anlayabilir miyiz? Bunun bir açıklaması olmalıdır. Güneş lekeleri zıt işaretli bir çift olarak görünürler: leke çevriminin başlangıcında, dönme doğrultusunda önde giden leke bulunduğu yarıkürenin uçlağı ile aynı işaretlidir. Bu leke eşleğe doğru hareket ederken ve diferansiyel dönmenin etkisi altında onu izleyen lekeden uzaklığı artar, manyetik alanı 43 yavaşça azalır. Arkadan gelen lekenin alanı tam zıttır ve bulunduğu yarıkürenin işaretine ters işarete sahiptir. Etkin bir meridyenel sirkülasyondan dolayı uçlağa doğru sürüklenir. Bütün bu alanların toplamı maksimum anında sıfırlanır ve tersine döner. Bu anda Güneş birkaç lekeli alan ile minimumda olur. Kelebek Diagramı Eğer güneş lekeleri hergün sayılır, ortalaması (Wolf sayısı) alınır ve yıllara göre noktalanırsa yaklaşık 11 yıl dönemli bir değişim ortaya çıkar. Ancak, herbir çevrim aslında kendi içinde ve çevrimden çevrime düzensizlikler gösterir. Gözlenen lekelerin bulunduğu enlemler zamana göre çizilirse Kelebek Diagramı adı verilen bir değişim ortaya çıkar. Bu diagram bugüne kadar sistematik olarak gözlenerek toplanmış verilerin birleştirilmiş halini göstermektedir. Dikkat edilirse ~11 yıllık dönem ve iki karakteristik zaman vardır: bir maksimum ve bir minimum (yaklaşık 2-3 yıl sürer). Kelebek diagramı. Gözlenen güneş lekelerinin enleminin zamana göre noktalanması. Bu diagram çok zengin bir bilgi deposudur; 1. Kanatlar ±45° enleminden yukarı çıkmaz. Yani lekeler bu enlemlerin üstünde oluşmaz. 2. Kanatlar "V" şeklindedir. Lekeler önce 30° - 40° enlemlerinde görülürler ve eşleğe doğru hareket ederler. 3. Eşlek bölgesine uçlaklardan daha fazla iltimas geçilmemiştir. Yani, bu bölge de uçlaklar gibi lekesizdir. 44 BÖLÜM 4 YILDIZLARIN OLUŞUMU Gökadamızdaki yıldızlar geniş bir yaş aralığına sahiptirler. En yaşlı yıldızlar olan küresel kümelerdeki yıldızlar yaklaşık 10 milyar yıl yaşındadır. Đyonlaşmış hidrojen bulutsuları (H II bölgeleri) içindeki yıldızlar yaklaşık 10-20 milyon yıl yaşındadır. Bunlar en genç yıldızlardır. Ancak, yeni oluşan yıldızları gözlemek için kızılöte gözlemlere gerek vardır. Tüm deliller gökadamızdaki yeni yıldız oluşum bölgelerinin beşiği olan atom ve molekül bulutlarına (özellikle hidrojen) yönelmiştir. Gökadamızdaki yıldızlararası ortamın ortalama yoğunluğu yaklaşık cm3 de 1 atomdur. Bir yıldızın oluşabilmesi için yerel yoğunluğun 1024 atom/cm3 olması gerekir. Yalnız, çekim kuvveti büyük bir toplayıcı faktör olabilir. Çekim kuvveti büyük uzaklıklarda bile etkindir ve bu ortamda önemli rol oynar. Öte yandan moleküllerin ısısal hareketi ve yıldızlararası gazın çalkantılı hareketleri çekim kuvvetine karşı bir basınç üretir. Çekim kuvvetinin büyüklüğü karşısında bu denge bozulduğu anda bir yıldız veya bir yıldız grubu oluşabilir. Çok genel anlamda söylenecek olursa, yıldızlararası gaz bulutunun kütlesi belli bir kritik kütleyi aşarsa yıldız oluşumu görülür. Daha yüksek sıcaklıklı bulutlar daha yüksek kritik kütleye sahiptir. Bir bulut ne zaman çöker? • Eğer, küçük bulutların çarpışmasıyla bulutun kütlesi artar, fakat ortalama sıcaklık çok az artarsa. • Eğer, bulutun kütlesi sabit kalır, fakat sıcaklık düşerse. • Üçüncü örnek daha önceki iki senaryoyu aynı anda işler. Çoğu zaman hesaplamaların gösterdiğine göre 2000 M den daha büyük kütleler için daima çe-kim, basınç kuvvetini yener. Bulut çekimsel olarak kararsız olur ve daha hızlı çöker. Tipik bir yıldız kütlesinin 1000 kat daha küçük olduğunu bildiğimize göre, orjinal bulutun parçalanma işlemine girdiği düşünülür. Çok soğuk dev moleküler yapılar (sıcaklıkları 10 ile 90 K arasında değişir) yıldız oluşum yerleridir. Kütleleri milyon güneş kütlesine varacak kadar çok büyüktür ve düzgün olmayan yapıya sahiptirler. Rho (ρ) Ophiucus bulutu ve Orion moleküler bulutu içinde birkaç düzine yıldız saptanmıştır. Bu yıldızlar bulut içindeki tozdan dolayı optik astronomlar tarafından görülemezler. Ancak, kızılötede görüle-bilirler. Bulut içindeki toz parçacıklar yıldız oluşu-munda önemli rol oynarlar. Yıldız oluşum bölgelerini yakında bulunan yıldızların moröte ışınımından koru-yarak bulutun ısınmasını Son zamanlarda bulunan Barnard 5 isimli önlerler. Yoksa iç ısı artarsa bulutun çökmesi durur. gaz ve toz bulutundaki yeni bir yıldız oluşumu (okla gösterilen yer) 45 Büyük kütleli yıldızların oluşum mekanizması biraz farklıdır. H II bölgelerini uyartan dev O ve B yıldızları, moleküler yapıların çevresinde oluşur. Senaryoya göre: Birinci nesil büyük kütleli yıldızlar, dev moleküler bulutun yüzeyine yakın bir bölgede oluşur ve kuvvetli moröte ışınım akısı salarlar. Bu ışınım, bir H II bölgesi üretir. Bu bölge ışınım basıncının yardımıyla bir şok dalgası ile beraber sıkışmış maddeyi bulutun içine doğru ittirir. Bu sıkışma kütleli yıldızlardan yeni bir grup yıldızın oluşmasını tetikler ve bu işlem kendini sürekli yineler (Büyük Orion Bulutsusu’ nda moleküler bulutun yüzeyine yakın yerlerdeki H II bölgeleri gibi). Şu anda moleküler yapılarda çekimsel büzülmenin olup olmadığını söylemek çok zordur. Milimetre dalgaboylu astronomideki son gelişmeler, moleküler bulutların dinamik yapısına ve parçalanma işlemlerinin ayrıntı-sına yeni görüşler getirmiştir. Bok Küresel Bulutları olarak adlandırılan, küçük moleküler bulutlar bulunmuştur. Bunlardan bazılarında karbonmonoksitin 26 mm çizgi gözlemlerinden giderek çekimsel büzülmeler ortaya çıkarılmıştır. Bunların çöküş hızı 0.5 km/s’ ve yarıçapı 0.5 pc’ dir. Eğer, çöküş hızları yavaşlamazsa, bu küresel yapılar bir milyon yıl içinde yıldız ile dolu olacaktır. Bu yalıtılmış cisimler kuramsal yıldız oluşum modellerini örneklerle açıklar. Merkez bölge, yüksek dereceden sıkışmış ve çevresinden daha çok yoğun-dur. Etrafındaki tüm maddeyi çeker. Büyük kütleli yıldızların oluşum modeli 46 NGC 2264. Güneş’ ten 800 parsek uzakta bulunan bu küme yaklaşık iki milyon yıl önce oluşmuştur. Yalnız birkaç büyük kütleli O ve B yıldızı anakola ulaşmıştır. Resimde görülen yıldızların büyük çoğunluğu hızlı değişme gösteren T Tauri türü yıldızlardır. Kırmızı görüntü hidrojenin Hα salmasından dolayıdır; karanlık alan yeni yıldızların oluştuğu gaz ve toz buluttur (D.F. Malin, Anglo-Australian Telescope). 47 Bok Küreleri. Bu küçük karanlık bulutlar Samanyolu’ nun yıldızlarla dolu ardalanı veya gaz bulutsusu NGC 6520'nin parlak alanı üstünde görülebilir. Çok fazla miktarda toz içerdiklerinden görünür ışığa karşı opaktırlar. Bok kürelerinin radyo gözlemlerine göre bazılarında çekimsel büzülme görülmektedir. Yarıçapları 1 pc' den daha azdır ve kütleleri 1-200 güneş kütlesi arasında değişmektedir (D.F. Malin, Anglo-Australian Telescope). Çekirdek, toz parçacıklar tarafından salınan kızılöte ışınıma yavaşça opak olur. Sıcaklık yavaşça yükselir ve basınç çekirdeğin çökmesini durdurabilecek kadar yüksek olur. Ancak, yine de zarftaki tüm madde küçük küçük ilkel yıldızın üstüne düşer. Sıcaklık 10 48 milyon dereceyi aştığı anda termonükleer reaksiyonlar başlar ve yıldız HR diagramında görünür, Hayashi evrim yolunu izleyerek anakola yaklaşır. Yeni oluşan veya çok genç yıldızların gözlemi yıldız oluşum kuramlarına büyük katkı sağlamaktadır. Yıldızların oluşumu moleküler bulutun evrimiyle doğrudan ilişkilidir. Yıldız oluşumları hakkında bilgi edinmenin bir yolu da yakın gökadalardaki bu tür yapıları araştırmaktır. Bizim gökadamız gibi sarmal kollu gökadalarda, H II bölgeleriyle ilişkili O ve B yıldız gözlemleri yapılmaktadır. Bu genç yıldızlar gaz ve toz yapıların bulunduğu sarmal kollarda oluşmaktadır. Düzensiz gökadalar genelde bizim gökadamızdan ağır elementçe (karbon, azot, oksijen gibi) daha fakirdir. Bundan dolayı, onlarda çok az miktarda toz bulunur. Büyük Magellan Bulutu’ ndaki yıldız oluşumu bazı sorunlar taşımaktadır: 30 Doradus isimli bölgede 50 milyon Güneş kütleli bir nötr hidrojen bulutunda O ve B yıldızları gözlenmiştir. Bu bölgede ne toz ne de moleküler bulut saptanmamıştır. Bu da şunu göstermektedir ki; moleküler bulutlar üzerine yapılmış yıldız oluşum kuramları tüm yıldız doğumlarını açıklamamaktadır. ĐLKEL GEZEGENĐMSĐ SĐSTEMLER Astrofizik birçok alanda hızla ilerlemektedir. Kuazarlar, gökadalar, yıldızlar ve gezegenler gibi özel cisimlerin analizleri büyük bir dikkatle sürdürülmektedir. Ancak, bir alanda diğerlerine göre durgunluk devam etmektedir. Kozmogoni olarak adlandırılan bu alan gezegen sistemlerinin oluşumunu araştırır. Bu durgunluk diğer aday gezegen sistemlerinin kolay gözlenememesinden gelir. Diğer gezegen sistemlerinin çalışılmasını sağlayan iki yöntem vardır. Biri orantılı diğeri istatistikidir. Birinci durumda, eğer biz güneş sisteminin 4.5 milyar yıl önce nasıl oluştuğunu anlamak istiyorsak ya bu sistemin tüm elemanlarının (toz parçacıklarından Güneş’ e, gezegenlere, göktaşlarına, kuyrukluyıldızlara kadar) yapısına ilişkin ipuçlarını bulmalıyız ya da evrimlerinin farklı evrelerindeki diğer gezegen sistemlerini gözlemeliyiz. Bu yolla bir gezegen sisteminin oluşum tarihini yeniden oluşturmayı deneyebiliriz. Örneğin, bu çalışmalar yıldızlar için yapılmaktadır. Bir yıldızı evrimi boyunca milyonlarca yıl gözlemektense, farklı evrim basamaklarında olan milyonlarca yıldızı aynı anda gözlemek daha faydalıdır. Gözlemlerle kuramları karşılaştırdığımızda bir yıldızın yaşamı ortaya konur. Gözlemlerle gezegen sistemlere ait oluşum kuramlarının oluşturulması değişik mekanizmaların ortaya konmasında yeni bakış açıları kazandırmaktadır. Đkinci durumda (istatiksel bakış) bir gezegen sistemi oluşumunun olasılığı bilinmelidir. Burada, genelde kabul edilen yıldız oluşum kuramları gezegenler için de önerilir. Gezegenler, genç yıldızlar etrafında yoğunlaşan bir yıldızlararası ortamdan oluşur. Eğer bu kuram doğruysa, gezegen sistemleri birçok yıldızın etrafında olmalıdır. Eğer, yanlışsa gezegen sistemleri de çok nadir görülür. Herşeye rağmen gezegen sistemlerini saptamak oldukça zordur. Đki yöntem vardır; bizimkine benzer sistemleri araştırmak veya ilkel yıldızlararası bulut ile sonuç sistem arasında bulunan farklı evrim basamaklarındaki sistemleri araştırmak. Bizimkine benzer sistemler gezegenlerin varlığı ile açıklanır. Fakat, bunlar küçüksönük cisimlerdir, merkezdeki yıldızdan miyarlarca kere daha sönüktür ve yıldıza çok yakındırlar. Sonuçta, şu anda doğrudan gözlenemeden kalırlar. Ancak, çekimsel karasızlıklar merkezi yıldızın hareketinde bozulmalar yaratır. Bu bozulma çok küçük olsa da bir şekilde saptanabilir. Zor saptanabilen bu ölçümler uzun zaman dilimleri içinde yapılır. Merkezi yıldızın görünürdeki yer değiştirmesi yay saniyesinin yüzde mertebesindedir. Ancak, birkaç yıllık gözlem sonucunda saptanabilir. Peter van de Kamp büyük sabırla Güneş’ e yakın bazı yıldızların gözlemini yaparak bunların etrafında Jüpiter’ in birkaç katı kütlesinde dev gezegenlerin varlığını saptadı. Bu sonuçlar şu anda onay beklemektedir. Bizimkinden farklı bir evrim basamağındaki gezegen sistemleri için yapılan araştırmalar bir oluşum senaryosu 49 bilgisi istemektedir. Kuramsal modellerle daha önceki gözlemler karşılaştırıldığında, bu senaryo yeni kuramsal ve gözlemsel bakış açılarıyla sürekli yenilenmektedir. Kabul edilen en iyi senaryo: gezegen sistemi yıldızla aynı zamanda, bir yıldızlararası buluttan oluşur. Birçok araştırma son büzülme evresini gözlemeyi amaçlamaktadır. Bu evrede büyük bir gaz ve toz disk üretilir. Bu çalışmalar kızılöte ve radyo dalgaboylarında yapılır. Yalnız, bu dalgaboylarındaki ışık bu yoğun-opak bölgeden kaçıp gelebilir. Yıldız oluşup ışımaya başladığı zaman; toplanma diski, büyük gaz jetler, kuvvetli yıldız aktivitesi gibi birçok olay görülür. Bu etkilerin hepsi gözlenebilir. Bu evre genç yıldızların gözlem evresidir. Daha sonra, yıldız kararsız haldeyken anakola ulaşır, yıldızı çevreleyen disk evrimleşir ve toz burada yoğunlaşarak kuyrukluyıldızları ve gezegenleri oluşturur. Artık, gezegenler kendi evrimlerini sürdürürler ve bizim tarafımızdan bulunurlar veya tahmin edilirler. Örneğin, yıldızların %70’ inin bir çift sistemin üyesi olduğunu biliyoruz. Bu yüzden düşük kütleli yıldızların bileşen yıldızlarını araştırabiliriz. Bu yıldızlar en büyük gezegen değerlerine sahip bir sınır değerde olabilir. Bu küçük soğuk yıldızlar kahverengi cüceler olarak adlandırılır. Bunların bulunuşu çok önemli olmuştur. En düşük kütleli bir yıldızın aslında en büyük kütleli bir gezegen olabileceğini göstermiştir. Gezegen sistemlerinin oluşum senaryosu böyle bir buluşu kuvvetle etkilemiştir. Çalışmalara göre T Tauri yıldızları olarak adlandırılan çok genç yıldızların etrafında disk yapılar gözlenmiştir. Bu diskler merkezi yıldızı beslemeye devam etmektedir. Maddenin atmosferle etkileştiği noktalarda yeğin sürtünme bölgeleri oluşmaktadır. Bu disklerin gözlemleri milimetre dalgaboylarında radyo girişim ölçerleriyle yapılmaktadır. Diskin kütlesiyle yıldızın kütlesi birbirine çok yakındır. Yer-Güneş uzaklığının binlerce katı uzaklıklara kadar genişlemiş durumdadır. Bazı diskler dönme eksenleri boyunca iki uçlaklı jetler fırlatmaktadır. Jetler ile yıldızlararası ortamın etkileştiği gözlenmiştir. Bazen, bu genç yıldız sistemleri şiddetli patlamalar geçirmektedir. Bunlar sistemi aniden 100 kat daha parlak yapmaktadır. Bu olay George H. Herbig tarafından çalışılan ve ilkel tipi FU Orionis olan birçok sistemde olmaktadır. Bu büyük gelişim evresinden sonra toz hızla eşlek düzlemi yakınında yoğunlaşır ve gaz dağıtılır. Bir gezegen sisteminin bu gelişim evresi H.Aumann tarafından bulunmuştur. Disklerdeki toz soğuktur ve uzak kızılöte bölgesinde ışınım yayarken, merkezi yıldız sıcaktır ve görsel bölgede ışınım salar. Kızılöte artık gösteren yakın yıldızlar içinden yaklaşık on tanesinde yıldızları saran toz bulunmuştur. Bunlar içinde en iyi örneği β Pictoris vermektedir. Bu sistem şu anda belki de oluşma aşamasının en sonuna gelmiş bir evreye sahiptir. Değişik gezegen sistemlerindeki evrim belki de kahverengi cüce aşamasındadır. Bu çalışmalar birçok teknik gerektirmektedir. 1984 yılında Van Biesbroeck 8 yıldızı etrafında bir kahverengi cü-cenin bulunuşu tüm dikkatleri üzerine çek-miştir. Bu buluş bir çok çalışmayı ateşle-miştir. Yapılan kuramsal hesaplar β Pictoris etrafındaki toz disk 0.08 M kütlesinden daha küçük kütleli cisimlerin bir yıldız olamayacağını ortaya koymuştur. Bunlar nükleer reaksiyonları merkezlerinde başlatamayan ve gerçekte yıldız da olmayan cisimlerdir. Kütleleri birkaç Jüpiter kütlesini (yani Güneş’ in kütlesinin 0.001 katı) aşamaz. Bu yüzden en büyük gezegen ile en küçük yıldız arasında hiçbir gökcismine rastlanamamaktadır. Bu iki sınıf temelde birbirlerinden çok farklıdırlar. Astrofiziğin bu alanı gelişmeye çok açıktır. 50 BÖLÜM 5 YILDIZLARIN EVRĐMĐ Tüm yıldızlar ışınım yaptıkça yapıları değişecek ve evrimleşeceklerdir. Ancak, bu evrim çok yavaştır ve insan ömrüyle karşılaştırılamayacak kadar uzun sürer. Bu koşullar altında Güneş’ in ve diğer yıldızların evrimini nasıl tahmin edeceğiz? Yıldızlar da doğar, evrimleşir ve ölür. Đnsan ömrünün kısa aralığı içinde onların yaşlarını nasıl saptayacağız? Aslında bir botanik uzmanı olan Sir William Herschel ağaç-ların büyümesini araştırmak için, bir ormandaki ağaçları bir saat gözlemenin yeterli olduğunu gös-termiştir. Çünkü, ormandaki ağaç-lar yaşamlarının farklı evresin-dedir. Astronom da botanikçi ile aynı durumdadır: Gözleyemese bile evrimlerinin farklı evresindeki yıldızları görür. Fizik yasalarını kullanarak, bir model yıldız yapar ve onu evrimleştirir. Onların dış katmanlarının gözlenmesiyle iç yapıları hakkında bilgi elde ede-bilir. Bir yıldızdan salınan ışınımın analizi onun ışınım gücünü ve dış bölgelerinin sıcaklığını verir. Bazı durumlarda, çift yıldız hareketlerinin gözlemleri yıldızların kütle ve yarıçaplarını hesaplamamızı, fizik yasaları da iç yapıyı kurmamızı sağlar. Böyle bir model, yıldızın merkezinde üretilen enerjiyi saptamamızda temeldir. Bu enerji yüzeye birçok M16 (NGC 6611). Đki milyon yıl önce gaz ve toz bulutlarından ışınım-madde etkileşmeleriyle oluşmuş genç bir yıldız kümesi. Resimdeki pembe renk, hidrojenin özelliğidir. Yeni yıldızlar yakın bir gelecekte kümenin merkezine taşınır. Bir yıldızın yüzeyinden yakın karalık bölgede doğacaklardır. Herbir yıldızın gelecekteki salınan ışınım miktarını kuramsal evrimi kütlesine ve kimyasal yapıya bağlıdır. model yıldızla hesaplayabiliriz. (D.F. Malin, Anglo-Australian Telescope) Gözlenen miktar-lar kuramsal değerlerle karşılaş-tırılırsa modelin geçerliliği ortaya çıkmış olur. Eğer uyuşma zayıfsa yeni modeller üretilir. Bu işlem gözlemler ile kuramlar arasındaki uyuşma, uygun bir değere gelinceye kadar sürdürülür. Şimdi yıldızların evrimini anlamaya ve açıklamaya çalışalım. DENGEDE BĐR GAZ KÜRE Yıldızların iç yapı kuramında kullanılan fizik yasaları aşağıda söz edilen durumları matematiksel olarak açıklar. Yıldız dengede bulunan bir gaz küredir. Termonükleer reaksiyonlarla üretilen enerji yüzeye doğru yayılır ve ışınım olarak çıkar. Yer fiziği bir gaz kütlenin yayılacağını ve kullanabileceği tüm hacmi dolduracağını söylemesine rağmen, Güneş farklı davranır. Onun tüm gazı uzaya yayılmadığı gibi sınırlı bir hacim içinde saklı 51 kalır. Gaz parçacıkları yüksek sıcaklıklarda daha hızlı hareket eder. Bu hareket ısısaldır ve bir basınç kuvveti doğurur. Bu kuvvet, sıcaklık içerden dışarı doğru azaldığından dışa doğrudur. Sıcaklığın yüksek olduğu bu bölgelerde, fotonların da önemli bir kuvveti vardır ve ışınım basıncı olarak adlandırılır. Bu kuvvetin büyüklüğü sıcaklığın dördüncü kuvvetiyle orantılıdır. Şimdi, yıldız içinde küçük bir hacim elemanı düşünelim. Bu eleman birbirine zıt doğrultuda iki kuvvetin etkisi altında dengede kalacaktır. Bunlardan biri, çekim kuvvetinden dolayı onu yıldızın merkezine doğru çeker, diğeri basınçtan dolayı dışa doğru iter. Bu kuvvetler dengede kalamadığı zaman, yıldız kararsız olur. Anakol üstündeki yıldızların iç yapı modelleri. Bir anakol yıldızının iç yapısı, kütlesinin 1.5 güneş kütlesinin altında yada üstünde olmasına göre değişir. Soldaki diagram Güneş’ in şuandaki durumunu temsil etmektedir. Merkez bölgelerde hidrojen helyuma dönüştürülmektedir. Güneş’ in içinde nükleer reaksiyonlar tarafından üretilen enerji dışa doğru fotonlar yardımıyla aktarılır. Yüzeye yakın yerlerde ise konveksiyon baskın olur. Sağdaki diagram ise 9 M lik bir yıldızın iç yapısını göstermektedir. Merkezdeki yoğunluk Güneş’ inkine göre düşük olmasına rağmen sıcaklık çok fazladır. Çekirdekteki enerji aktarımı konveksiyon yoluyla olurken, zarfta ışınım yoluyla aktarım sözkonusudur. KARARLI BĐR TERMONÜKLEER REAKTÖR Đlkel yıldızın çekimsel büzülmesi, gazın sıcaklığının merkez bölgelerde 10 milyon Kelvin’ e kadar artmasına neden olur. Bu gibi sıcaklıklarda hidrojen, pozitif yüklü bir çekirdek (proton) ve negatif yüklü serbest bir elektrona sahiptir. Bu parçacıkların hepsi yüksek hızlarda hareket eder. Protonların birleşmesi bir helyum çekirdeğinin oluşmasına ve bir miktar enerjinin serbest kalmasına neden olur. Bu dönüşüm yalnız merkez bölgelerdeki, yüksek sıcaklıklarda oluşur. Üretilen enerji yıldızın yüzeyinden görünür ışık olarak kaçar. Güneş ve yıldızlar onların merkezlerindeki termonükleer reaktörü kontrol edebilecek ve yeterli enerjiyi sağlayacak kütleye sahiptirler. Yıldızlar kararlı nükleer reaktörlerdir. 52 MERKEZDEN YÜZEYE DOĞRU ENERJĐ AKTARIMI Yıldızların merkez bölgelerinde üretilen enerjinin ne kadarı yüzeye yayılır? Bu aktarımı görmenin en basit yolu, merkezden yüzeye doğru durmaksızın hareket edebilen bir parçacıkla açıklanabilir. Ancak, yıldız içindeki gaz yoğunluğu çok yüksektir ve parçacıklar birçok çarpışmaya uğrarlar. Bu çarpışma anında daha enerjik olan parçacık, bir miktar enerjisini kaybederek diğerine aktarır. Eğer bu ortamda elektronlar varsa, o zaman madde aktarımı iletim yoluyla olur. Foton-madde etkileşimlerinde aktarım ışınım yoluyla olmaktadır. Enerji aktarımı konveksiyon yoluyla da olabilir. Konveksiyon, bizim tüm bildiğimiz aktarım yollarıyla olur: bir kap içinde ısıtılan su alttan üste doğru yer değiştirir. Işınım yoluyla olan aktarım enerjinin yüzeye doğru aktarımıdır. Đletim normal yıldızlarda boşlanabilir; ancak, gaz yozlaştığı zaman etkili olur. Konveksiyon çok etkin bir aktarımdır. Fakat, aktarımın ışınım yoluyla zor olduğu durumlarda ön plana çıkar. Maddeler arasındaki çarpışmada, foton 1cm’ den daha fazla gidemez. Yeniden salınan foton, başlangıç fotonla aynı veya farklı enerjiye sahiptir. Bu yüzden, fotonun merkezden yüzeye varması yaklaşık 10 milyon yıl alır. Bu uzun dönem, yıldızın merkezinde termonükleer reaksiyonlar tarafından üretilen enerjideki herhangi bir değişikliğin on milyon yıl sonra gözlenmesini doğurur. Bundan dolayı, yıldızdan salınan ışınım merkezdeki reaktörde olan bilgiyi doğrudan vermez. Ancak, madde ile zayıf etkileşimli nötrinolar yıldızdan hemen ayrılır. Yıldızların merkez bölgelerindeki durumu test edebilecek doğrudan yöntem yoktur. BĐR YILDIZIN YAPISININ SAPTANMASI Bir yıldızın yapısının bilinmesi, sıcaklığın, enerji akısının, basınç ve yoğunluğun bilinmesine bağlıdır. Bu miktarlar matematik olarak eşitliklerde verilmiştir. Bu eşitlikler verilen bir anda bir yıldızın yapısını tanımlar. Eğer gazın kütlesi ve kimyasal yapısı biliniyorsa, tek çözüm vardır. Bu temel sonuca göre, bir yıldızın tüm tarihi yalnız bir temel parametreye bağlıdır: yıldızın başlangıç kütlesi. YILDIZ MODELLERĐ, EVRĐM YOLLARI Bir yıldızın kimyasal yapısı, yıldızın çekirdeğinde olan termonükleer reaksiyonların hızına bağlı olarak düzenlenir ve bundan dolayı iç yapıdaki değişimler zaman içinde görülür. Bu değişimler bir seri matematik modelle tanımlanır. Modellerin herbirinde model yıldızın etkin sıcaklığı ve ışınım gücü hesaplanır, elde edilen nokta HR diagramında işaretlenir. Bütün noktaların oluşturduğu küme, başlangıç kütlesi belli bir yıldız için diagramda bir evrim yolu olarak iz bırakır. Bu evrim yolu izlenerek başlangıç kütlesi ve kimyasal yapısı belli bir yıldızın etkin sıcaklığı ve ışınım gücü bulunabilir. TEMEL PARAMETRELERĐN SEÇĐMĐ: Kimyasal yapı ve kütle Modellerin başlangıç paramatreleri olan kimyasal yapı ve kütle gözlemlerden kolayca bulunabilir. Bununla beraber, gözlemler bize yalnız yıldızın dış bölgelerinin kimyasal yapısını ortaya koyar. Bir yıldızda maddenin merkezden yüzeye aktarımı tamamen konveksiyon hareketleriyle olmaz. Bundan dolayı, yüzeyin kimyasal yapısı yıldızın evrimi içinde değişmemelidir. Buna rağmen, bu basit şema içinde bazı istisnalar vardır. Belli durumlarda hidrojence zengin olan zarf, çok kuvvetli yıldız rüzgarlarıyla yıldızlararası ortama tamamen dağılır. Bu durum Wolf-Rayet türü yıldızlar için geçerlidir. Bu cisimler helyumca zengindir. 53 HR diagramındaki yıldızların evrim yolları. Bir yıldızın yaşamı bir seri iç yapı modeliyle temsil edilmektedir. Đki model (HR diagramındaki bir yıldızın yolu üstündeki iki nokta) arasındaki zaman aralığı evrimin evresine bağlıdır. Yukarıdaki diagramda değişik kütleli yıldızın evrim yolları verilmiştir. Başlama noktası olan 1 noktası, merkezde hidrojenin tüketilmeye başladığı andır. Birbirine paralel gibi duran iki çizgi arasında yer alan yıldızlar merkezlerinde hidrojenini tüketen yıldızlardır. 2 noktası, helyumun yanmaya başladığı noktadır. En az kütleli yıldızlar bu evreye ulaşacaklar fakat ötesine gidemeyeceklerdir. Buna karşılık, daha büyük kütleli yıldızlar daha ağır elementleri yakabileceklerdir. Bir yıldızın yaşamındaki temel evrelerin süreleri, kütlenin fonksiyonuyla değişir. Öbek I yıldızlarının yapısına göre 1 gramlık maddede 0.708 gram hidrojen, 0.272 gram helyum ve 0.020 gram diğer elementler bulunur. Gökadamızdaki yıldızların atmosferlerinin kimyasal yapıları belli bir düzgünlük gösterir. Gökada öbeklerine göre hidrojen, helyum ve ağır elementlerin dağılımı ayarlanmıştır. Bu durum komşu gökadalardaki yıldızlarda da aynıdır. Buna karşılık, başlangıç kütle aralığının belirlenmesinde hala sorun vardır. Yıldız doğumlarına neden olan yıldızlararası bulutların parçalandığında aldıkları alt ve üst limitler tam olarak iyi bilinmemektedir. Tahminlere göre en az 0.04 M’ lik kütle ile merkezde birkaç mil-yon Kelvin sıcaklık gerekmektedir. Öte yandan, bir yıldız oluşturabilecek en büyük kütleli yıldızlararası gaz bulutunun, en yüksek sıcaklığı bulutun çekimsel büzülmesinin sonucuna bağlı olacaktır. Sıcaklık artışı bulutun potansiyel enerjisine bağlıdır. 150 güneş kütleli bir bulutun parçalanmasından yalnız 35 güneş kütleli bir yıldız oluşur. Geri kalan kütle tekrar yıldızlararası ortama dağılır. Hesaplara göre en büyük kütleli yıldızlar için sınır değer 60 M’ dir. Bu kuramsal sınır değerden daha büyük kütleler, çift yıldızlarda ölçülmüştür. En büyük kütle sınır değerleri 60-140 M arasında değişmektedir. Başlangıç kütlesi 150-200 M arasında olan yıldızların da var olabileceği günümüzde düşünülmektedir. BĐR YILDIZIN YAŞAMI Şimdi yıldızın yapısına hakim olan kurnaz bir mekanizma düşünelim. Yıldız, yaşamı boyunca, çekim ve basınç kuvvetlerini dengelemeye çalışır. Yıldız ortamının opaklığı (donukluğu) ışınım enerjisinin aktarılımında temel bir rol oynar. Eğer, ortam geçirgense, enerji hızla kaçar; opaksa, enerjinin kaçması büyük zaman alır. Dolayısıyla, opaklık ortamın enerji akışını ve bu yüzden ışınım gücünü kontrol eder. Böylece aklımıza bir soru takılır: enerji akışı nükleer reaksiyonların hızına doğrudan bağımlı olmadığı halde, ortamın opaklığı 54 doğrudan ilişkilidir. Buna göre, sistemin bir anda enerjisinin dağılmasını engelleyen mekanizma nedir? Varsayalım ki, nükleer reaksiyonlar yıldızın dışarıya yaydığı ışınımdan daha fazlasını üretsin. O zaman çekim ve basınç arasındaki denge bozulacak ve yıldız genişleyecektir. Bu durumda yıldızın dış katmanlarının opasitesi düşecek ve fotonlar kolayca yıldızı terk edeceklerdir. Bu genişleme merkez bölgelerini de etkiler. Burada sıcaklık düşer, nükleer reaksiyonların hızı azalır ve sistem kararlı bir duruma geçer. Öte yandan varsayalım ki, nükleer reaksiyonlar çok küçük enerji üretsin: o zaman yıldız büzülmeye başlayacaktır. Gazın sıcaklığı yükselecek, termonükleer reaksiyonlardan çıkan enerji akışı hızlanacak ve denge yeniden kurulacaktır. Bu mekanizmanın temel bir önemi vardır. Çünkü, yıldız evrimi boyunca değişik zamanlarda bu tür genişleme ve büzülme reaksiyonlarıyla karşılaşılacaktır. Bir yıldızın yaşamı, doğum ve ölümünün dışında iki önemli evreden geçer: anakol ve kırmızı dev evreleri. Yıldızların oluşum ve sonraki evreleri iyi anlaşılmamış olsa bile anakol evresi oldukça iyi bilinmektedir. HR diagramında kuramsal evrim yollarının grafiği yıldızların dağılımını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Kütle, bir yıldızın yerini belirleyen temel parametredir. ANAKOL ÜSTÜNDEKĐ YILDIZLAR Nükleer reaksiyonlar büzülme evresinin sonuna hidrojen yakarak başlar. Yıldızın enerjisinin tümü nükleer reaksiyonlardan sağlandığı anda yıldız anakola oturmuş demektir. Bir yıldız anakol üstünde, çekirdeğindeki tüm hidrojeni tüketinceye kadar kalır. Yıldızın anakol üstündeki yaşam süresi başlangıç parametreleri olan kütle ve kimyasal yapıya bağlıdır. Kimyasal yapı çok değişmediğinden önemli bir rol oynamaz. Ancak, bu durum kütle için geçerli değildir. Daha büyük kütleli ve daha fazla çekimsel büzülmeye sahip yıldız, oluşumu boyunca gazın sıcaklığını yükseltecektir. Nükleer enerji üretiminin hızı sıcaklığın bir fonksiyonudur. Daha büyük kütleli yıldızların hidrojeni tüketme hızı daha küçük kütleli yıldızlara göre daha fazladır. Bundan dolayı daha parlak olurlar ve anakolun üst kısmında yer alırlar. Onların enerjileri CNO çevrimi ile üretilirken, proton-proton (pp) çevrimi boşlanabilir. Halbuki küçük kütleli yıldızlarda pp çevrimi daha baskındır. Yıldızlar kütlelerine bağlı olarak yaşamlarının büyük çoğunluğunu anakol üstünde harcarlar. Bu durum HR diagramında anakol üstünde neden daha çok yıldız bulunduğunu açıklar. Anakol üstündeki yıldızların özellikleri. Bu çizelgede verilen sayılar hidrojenini yakma evresine başlayan model yıldızlara göre hesaplanmıştır. Bu tür yıldızların kimyasal yapısı, H: %70; He: %27; ve ağır elementler: %3 olarak alınmıştır. 55 HR diagramında gözlemsel ve kuramsal anakol Gözlemsel ve kuramsal kütle-ışınım gücü ilişkisi DEV YILDIZLAR Bir yıldız çekirdeğinde hidrojeni tükettiği anda anakoldan ayrılır. Çekimsel büzülme dönemi başlar ve hidrojen, çekirdeği saran katmanda yanmaya devam eder. Büzülme, yıldıza ekstra bir enerji kaynağı kazandırır ve onun ışınım gücünü arttırır. Işınım basıncı artar ve zarfı dışarı doğru iter. Yıldızın yarıçapı başlangıç değerinin 50 katı kadar artabilir. Bu yüzden, yıldızın yüzey alanı artar. Işınım gücü artmasına rağmen, birim yüzeyden çıkan enerji azalacağından sıcaklığı düşer. Salınan ışık anakol evresinde çıkandan daha kırmızı olacağından yıldız artık bir kırmızı dev olmuştur. Bu evre boyunca, çekirdeğin özellikleri düşük kütleli bir yıldız için zarfınkinden çok farklıdır. Elektron gazı yozlaşmıştır ve ısıyı iyi iletir: sıcaklık merkez bölgesinde düzgün dağılmıştır. Sıcaklık 100 milyon Kelvin’ e ulaştığında yoğunluk 10 kg/cm3’ tür. Reaksiyonlar helyum çekirdekleri arasında başlar ve karbon ile oksijene dönüşür. Bir yıldızın yaşamındaki bu yeni dönem daha şiddetli olur. Yozlaşmış gaz aslında sıcaklık değişimlerine çok duyarsızdır, nükleer reaksiyonları kontrol etmekte yetersiz kalır ve “helyum flaş” evresi gerçekleşir. Bu evre, ışınım gücündeki 56 ani değişimi dışarıya yansıtmadan çekirdeği etkiler. Bu evre yaklaşık birkaç yüzyıl kadar kısa sürer. Yıldızda artık yeni bir denge kurulmuştur. Çekirdekte helyum yanarken, kabukta hidrojen tükenmektedir. Yıldızın ışınım gücü azalır ve yıldız kırmızı dev bölgesinden ayrılır. Yıldızın yapısında bir seri karmaşık işlemlerle karşılaşılır. Önce, çekirdeğin genişlemesiyle birlikte onu çevreleyen katmanlar büzülür. Daha sonra ters bir mekanizma gelişir. Bu salınımlar gözlenen ışınım gücünde değişimlere neden olur. Bir süre sonra, yıldız değişkenliğini bırakır ve tekrar kararlı hale döner. Bu arada, helyum merkez bölgede yavaş yavaş tükenmektedir. Dolayısıyla, içerde basınç azalır ve çekimsel büzülmeye karşı koyamaz olur. Evrimin bu yeni evresi, yıldızın anakoldan ayrıldığı noktadaki duruma uğrar. Yıldızın büzülmesi sıcaklık artışına neden olur ve karbon-oksijen çekirdeğini saran kabukta helyum yanmaya devam eder. Bu helyum katmanın etrafında da hidrojen yakan kabuk bulunur. Yıldızın ışınım gücü ve yarıçapı tekrar artar ve yıldız bir kere daha kırmızı dev olur. Gözlenen ve kuramsal kütle-yarıçap ilişkisi Yıldız kırmızı dev evresindeyken, kütle kayıpları artar. Yılda 10-9 ile 10-5 güneş kütlesi biriminde kütle kaybeder. Yıldızlararası ortama atılan bu fırlatmanın nedeni henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Genel düşünce, ışınım basıncının dış katmanlardaki çekim kuvvetinden daha fazla olmasıdır. Diğer bir varsayıma göre, fırlatmanın nedeni çalkantılı hareketlerdir. Çekirdekteki nükleer reaksiyonlar yıldızı daha uzun süre genişletemeyeceğinden, yıldız tekrar kararsızlık evresine girer. Yüzlerce günlük uzun dönemli zonklamalar gösterir. Yıldızın ışınım gücü değişir ve Mira türü bir değişen yıldız olur. Eğer, bu değişimler çok güçlü olursa hidrojence zengin katman 10 km/s’ lik hızlarla fırlatılır. Fırlatılan kütle başlangıç kütlesinin %10-30’ una varır ve yıldızlararası ortama yavaşça yayılır. Gezegenimsi bulutsu gözlemleri bu evreye karşılık gelir. Geriye kalan cisim bir beyaz cüce olarak erimleşir. Yıldızın yaşamında yeni bir dönem açılmıştır. DĐĞER YILDIZLARIN DURUMU Küçük kütleli bir yıldız (M< 0.5 M) yaşamı içinde yalnız hidrojenini tükettiği evreyi bilecektir. Kütlesi, helyumu tutuşturacak reaksiyonları başlatacak olan çekimsel büzülmeyi gerçekleştirmesine izin veremez. Dolayısıyla anakol yakınlarında kalır. Ne bir dev yıldız olabilir ne de bir beyaz cüce. Yaşam süreleri yaklaşık bir kaç milyar yıldır. Küresel kümelerin HR diagramındaki anakolun altında yer alan yıldızlar gibi çok parlak değildirler, fakat sayıları fazladır. 57 Eğer, yıldızın kütlesi 0.5 ile 2.25 M arasında ise, yıldızda hidrojen yanmasından sonra helyum yanması olur. Yıldızın çekirdeği kısmen yozlaşırsa, helyum yakma reaksiyonlarının başlaması daha güçlü olur. Bu evre helyum flaş evresidir. Yıldız, çekirdeğinde helyumu tüketinceye kadar kırmızı dev evresinde kalır. Ondan sonra gezegenimsi bulutsu evresini geçerek beyaz cüce olur. Bu yıldızların HR diagramındaki evrim yolları güneşinki ile karşılaştırılabilir. 2.25 M’ den daha büyük, fakat 4 M’ den (veya hatta 6 M) küçük kütleli yıldızlar da kırmızı dev evresini geçireceklerdir. Bu evreden sonra, çekirdeğin yeni büzülmeleri, helyum yanmasını izleyen yeni nükleer reaksiyonların başlamasına yeterli sıcaklık artışını dikkate almadan yozlaşmayı arttırmaya hizmet edecektir. Bu yıldızların evrim yolları kırmızı dev bölgesinde ilmikler yapar. Bu ilmikler, milyonlarca yıllık dönem üzerinden yıldızın yapısını değiştireceğinden gözlenemez. Bu bölge, HR diagramındaki kırmızı dev bölgesinin genişliğini belirler. Dikkat edilirse bu yıldızların gelişim yolları bir helyum flaş içermemektedir. Çünkü, çekirdekte hidrojen tükenmesinin sonunda bir elektron yozlaşması yoktur. Kimyasal yapının, anakolun HR diagramındaki yerine etkisi. Bu diagrama Hyades Kümesi’ ne ait yıldızların gözlemleri noktalanmıştır. SÜPERDEV YILDIZLAR En büyük kütleli yıldızların hepsi (M>8 M) anakolun üst bölümünde toplanmıştır. Bu yıldızlar nükleer yakıtlarını çok çabuk tüketirler. Birkaç milyon yıl içinde tüm evrelerden geçebilirler. Büyük kütleli bir yıldızın ışınım gücü onun evrim yolu içinde çok az değişir. Çekirdek sıcaklığı arttığı zaman nötrino oluşumu önemli olur ve foton formunda yayınlanan enerji azalır. Öte yandan, yarıçap güneşin 1000 katı fazlasına kadar ulaşır ve bu yıldızlar süperdev bölgesinde bulunur. Bu yıldızlarda hidrojen ve helyumdan sonra karbon yanmaya başlar. Daha sonra ise oksijen, silikon ve magnezyum gibi ağır elementler oluşur. Eğer, yıldızın kütlesi yeterince büyükse; reaksiyonlar demire kadar devam eder. Bu evre, nükleer reaksiyonların son ürünüdür. En dış katmanlarda hidrojen bulunurken, içeri doğru ayrı ayrı katmanlarda helyum, karbon, oksijen, silikon yanmaktadır. 58 HR diagramında 1 güneş kütleli bir yıldızın evrimi. 1. Yıldızın merkezinde hidrojen tutuştuğu anda ilkel yıldız evresi son bulur. Yıldız 10 milyar yıl kadar ömrünün büyük bir kısmını bu evrede geçirir; 2-3. Helyumca zengin çekirdek büzülmeye başlar. Sıcaklık artar ve enerji akışı hızlanır. Nükleer reaksiyonların hızı sıcaklığa çok duyarlı olur. Yıldızın ışınım gücü artar. Yıldızın iç yapısı kendisini denge konumuna getirir ve yarıçapını yavaşça arttırır; 4-5. Hidrojen merkezde tükenmiştir. Büzülme belirginleşir ve çekirdeğin etrafındaki bir katmanda hidrojeni yakacak kadar artar; 6-7. Çekirdeğin büzülmesi devam ettikçe zarf genişler. Yarıçap anakoldakinden 50 kat daha büyük olur. Işınım gücü artar ve etkin sıcaklık azalır. Yıldız artık bir kırmızı dev olmuştur. Onun enerjisinin tümü çekirdek etrafında yanan hidrojenden gelir; 8. Merkezi sıcaklık 108 K’ i aştığında, helyumu yakan reaksiyonlar büyük bir hızla tutuşur. Bu evre “helyum flaş” evresidir; 9. Helyum tüketimi çekirdekte kararlıdır. Zarf büzüldükçe iç katmanlar genişler; 10. Merkezi bölgeler karbon ve oksijenden oluşmuştur. Enerji çıkışı azalmıştır. Büzülmenin yeni dönemi başlamıştır. Yıldız tekrar yarıçapını arttırır. Hidrojen ve helyum çekirdek etrafında yanar. Yıldız yaşamını beyaz cüce olarak bitirir. Büyük kütleli bir yıldızın yaşamının sonu dramatik ve çok özeldir. Nükleer reaksiyonlara çok kuvvetli nötrino salmalarıyla eşlik edilmektedir. Bunlar, enerjiyi dışarıya doğru çabuk taşırlar. Çekirdeğin ani bir büzülmesi sonucunda sıcaklık 5 milyar K’ e yükselir. 59 Bu uç durumlarda demirin yok olması gündeme gelir. Soğurulan fotonlarda enerji tükenir. Bu hasarı ortadan kaldırabilmek için, çekirdek kararsız olur ve çöker. Yıldızın maddesi büyük değişikliğe uğrar: nötronlarca zengin olan bu ortamda enerji aktarımı çok büyük şiddetle olur. Artık yıldız bir süpernovadır. YATAY KOL Küresel kümelerin HR diagramları açık kümelerinkinden çok farklıdır. Anakol ve dev kolu kadar iyi bilinen kırmızı dev kol, yatay kol olarak adlandırılmıştır. Güneşten daha az kütleli yıldızlar bu kolda bulunmaktadır. Çok farklı kimyasal yapıları vardır. Bu yıldızlar güneşten daha az kütleli yıldızlar içerirler. Dolayısıyla ağır element bollukları daha azdır. Güneşten farklı olarak evrimleşirler. Yatay kol, çekirdekte helyum yakma evresine karşılık gelir. Yıldız, helyum flaş evresi boyunca kırmızı dev evresinde bulunduktan sonra bu yere ulaşır. Küresel kümelerin HR diagramındaki yatay kolun boyu ve konumu bize küme içindeki yıldızların başlangıç helyum miktarı hakkında bilgi kazandırır. Bu analiz gökadamızın kimyasal yapısının evrimi hakkında bilgi verir. Ağır elementlerce zayıf bir Öbek II yıldızının evrimi YILDIZLARIN EVRĐMĐ VE KARARLILIK Bir yıldızın yapısı evrimi içindeki değişiklikleri açıklar. Bir yıldız bir evreden diğerine geçerken, kararsız yapıya sahip olur ve zonklar. Dolayısıyla ışınım gücünde değişiklik olur. RR Lyrae yıldızları ve Cepheid’ ler gibi gerçek değişen yıldızların özellikleri arasındaki karşılaştırma ve kuramsal yıldız modellerinin sonuçları çok karışıktır. Cepheidler 3-16 güneş kütleli orta kütleli yıldızlardır. Kararsızlıklar sürdüğünde, bu yıldızlar çekirdeklerinde helyum tüketmektedirler. 60 Buna karşın, δ Scuti türü değişen yıldızlar 1.3 M’ den daha büyük kütleli hidrojen yakmakta olan yıldızlardır. β Cephei türü değişenler büyük kütleli yıldızlardır. Çekirdeklerinde hidrojeni tükettikten sonra büzülme başlamıştır. RR Lyrae yıldızları çok büyük kütleli değildir (0.5-0.8 M). Helyum tüketmeleri boyunca karasızlık evresinde kalırlar. Cepheid’ lerin ve RR Lyrae yıldızlarının araştırılmaları çok önemli kuramsal gelişmelere neden olmuştur. Cepheid’ ler gibi kütleli yıldızların evrim yolları Helyum yakma evresi boyunca kırmızı dev bölgesinde ilmikler gösterir. Bu evre çok kısadır ve bir yıldızın yaşam süresinin %10-20’ sinden fazla değildir. Yıldız, yaşamının %80’ nini anakolda harcar. RR Lyrae yıldızları ağır elementlerce zayıftır. Onların kararsızlıkları yatay kol evresi boyunca gelişir. Zonklama ve kütle atımını açıklamaktaki temel zorluk modellerde konveksiyonu yerleştirmekten geçer. KÜTLE KAYBI VE EVRĐM. ÇOK BÜYÜK KÜTLELĐ YILDIZLAR 100 M’ den daha büyük kütleli yıldızların varlığı yeni anlaşılmıştır. Moröte gözlemlerle bu yıldızlardan çıkan kütle kaybı olayı ortaya konmuştur. Kütle kaybı yıldızın evrimini değiştirir. 30 M’ lik bir yıldız yılda 10-6 M’ lik kütle kaybeder ve hidrojen tüketim evresinin sonunda kütlesi 24 M’ e iner. Kütle kaybının önemi anlaşılmadan önce, kütleli yıldızların evri-minin klasik fikri 60 M’ de durdurulmuştur. Bu sınır değerin ötesinde yıldız kararsız olduğu gibi, bu modeller HR diagramının üst kısmını doğru olarak temsil edemiyordu. Özellikle, anakolda olduğu halde Güneş’ ten milyonlarca kat daha parlak olan yıldız gözlemlerini açık-layamadı. Kütle kaybı gösteren yıldız evriminin kuramsal diagramları bu gözlemlerle iyi uyuşuyordu. Kütle kaybı göstermeyen (sol) ve gösteren (sağ) çok büyük kütleli yıldızların evrim yolları. 61 BÖLÜM 6 GEZEGENĐMSĐ BULUTSULAR Gezegenimsi bulutsular sıcak yıldızları çevreleyen daha çok dairesel şekilli gaz yapılardır. Gezegen benzeri disk yapılı görüntülerinden dolayı 18. yy’ da William Herschel tarafından bu isim verilmiştir. Merkezdeki yıldızdan çıkan ışınım etraftaki gaz zarfı uyartır ve parlak bir bulutsu olarak görünmesini sağlar. Zarfın atomları yıldızdan gelen moröte (UV) ışınımını soğurur ve görünür, kızılöte ve radyo ışık olarak yeniden salar. Merkezdeki yıldızın etkin sıcaklığı UV akısından dolayı çok sıcaktır. Genelde 30 000 K’ dir ve bazen 100 000 K’ e ulaşır. Öte yandan, bu yıldızların ışınım gücü yüksek değildir (Güneş’ ten biraz daha fazla ışınım salarlar). Bu durum, onların çok küçük yarıçaplara sahip olduğunu açıklar. Büyük çoğunluğu beyaz cüce olarak görünür. Bundan dolayı, gezegenimsi bulutsular daima Öbek II yıldızları veya yaşlı Öbek I yıldızları ile ilişkilidir. Bulutsuların kütlesi 0.1 ile 0.2 M arasında değişir. Gazın yoğunluğu çok düşüktür (10-20 g/cm3 ). Yapılar içinde toz da görülmektedir. Zarf, saniyede birkaç on km. hızla genişlemektedir. Bulutsunun gerçek boyutunu belirlemek çok zordur. Açısal boyutları nispeten kolay ölçülmesine rağmen, salt boyutlarını belirleyebilmek için önce uzaklıkların bilinmesi gereklidir. Gezegenimsi bulutsu NGC 6302. Merkezinde bir yıldız bulunamamasına rağmen karekteristik salmasından dolayı gezegenimsi bulutsu olarak sınıflandırılmıştır. Merkezdeki yıldız aslında garip bir özelliğe sahiptir. Özellikleri HR diagramında bulunan herhangi bir normal yıldızla karşılaştırılamaz. Bun-dan dolayı, uzaklığı kolayca saptana-maz. Gezegenimsi bulutsunun uzak-lığı; ancak, o bir kümenin üyesi ise elde edilebilir. Bazı durumlar için yarıçaplarının 0.5 ile 1 ışıkyılı arasın-da değiştiği bulunmuştur. Gezegenimsi bulutsunun gazı sürekli olarak yıldız tarafından desteklenmediğinden, geniş-leme yıldızlararası ortama yayılarak 100 000 yılda Helix gezegenimsi bulutsusu (NGC 7293). Bu cismin görünüraçısal çapı yaklaşık 30 yay dakikasıdır. Merkezdeki yıldız tamamlanmaktadır. He-men hemen deki bir beyaz cücedir. Kırmızı renk hidrojenden, iç kısımlardaki mavi-yeşil renk oksijen ve azottan kaynaklanmaktadır. 62 bin tane gezegenimsi bulutsu bilinmektedir. Aslında gezegenimsi bulutsu olayı düşük kütleli yıldızların (1-5 M) yaşamındaki nor-mal bir evredir. Kırmızı dev evresi (yıldız burada bir Mira değişenidir) ile final evre (beyaz cüce) arasında yer alır. Kırmızı devden gezegenimsi bulutsuya geçiş 1000-10 000 yıl kadar sü-rer. Gezegenimsi yapıdan beyaz cüceye geçiş de buna benzerdir. Daha büyük kütleli bir yıldız da çok büyük kütle kaybı sonucunda 1.4 M’ den daha az kütleye inebilirse bir beyaz cüce olabilir. Kırmızı dev evresi boyunca yıldız rüzgarları kütle kaybı için çok etkin bir mekanizmadır. Bu yüzden, büyük kütleli yıldızlar da beyaz cüce evresine ulaşabilir. Dış katmanları kaybolmuş olan yıldızın helyum, karbon ve azotça zengin iç bölgeleri gözlemci tarafından görülür. Gezegenimsi bulutsunun merkezindeki yıldızın kimyasal zenginlik göstermesinin nedeni budur. Zarfın patlama mekanizması bugün hala tam olarak bilinememektedir. Bulutsunun merkezindeki yıldızın tayfı ile genişleme gösteren bulutsulardaki yaşlı novaların tayfları arasında bazı benzerlikler görülmüştür. DQ Her 1934, buna bir örnektir. Ancak, tüm novaların gezegenimsi bulutsu olmaları olanaksızdır. Lyra takımyıldızındaki Ring gezegenimsi bulutsusu Dumbbell gezegenimsi bulutsusu. Bütün gezegenimsi bulutsular Ring gezegenimsi bulutsusu gibi simetrik şekilli görünmemektedir. Bu bulutsu 220 pc uzaklıkta Vulpecula takımyıldızında bulunmaktadır. Çapı yaklaşık 0.3 pc’ dir. Yapılan ışınım analizlerinden merkezde çok sıcak bir yıldız bulunmuştur. Bulutsu bu sıcak yıldız tarafından salınan UV akısıyla aydınlanmaktadır. 63 BÖLÜM 7 DEĞĐŞEN YILDIZLAR DEĞĐŞEN YILDIZLARIN SAPTANMASI Parlaklığında zamanla değişim gözlenen yıldızlar değişen yıldız olarak sınıflanır. Bu tanım, değişkenliği tamamen farklı orjinlere bağlı olsa bile tüm yıldızlar için yapılır. Bu değişimler yalnız görsel ışıkta değil, tayfın radyo ve X-ışın bölgelerinde de görülebilir. Değişen yıldızların saptanması aletin türüne ve kullanılan yönteme bağlıdır. Örneğin; bir yıldızın iki fotoğrafı karşılaştırıldığında poz süresi onun değişim zaman ölçeğinden daha fazlaysa yıldız sabit parlaklıkta görülecektir. Pulsarlar buna çok güzel bir örnektir. Bu cisimler saniyenin yüzde kesrinde dönemli parlaklık değişimi gösterirler. Normalde bir fotoğraf alıcısı bu gibi hızlı değişimleri saptayamaz. Radyo alıcısı ise bunların bulunmasında önemli rol oynar. Öte yandan, değişimin zaman ölçeği çok uzun ise (yıl mertebesinde) bu değişimleri kaydetmek çok zordur. Değişen yıldızların saptanmasının arkasındaki prensip onların türünden bağımsızdır. Farklı tarihlerde elde edilen bir yıldızın parlaklığı, parlaklığı sabit olduğuna inanılan yıldızlarla karşılaştırılır. Parlaklık ölçümleri fotoğrafik ışıkölçüm veya fotoelektrik ışıkölçümün kullanılan teknikleriyle elde edilmektedir. Küçük parlaklık değişimleri gösteren yıldızları saptamak zordur. Bazı yıldızların atmosfer hareketleri parlaklık değişimleri anında değişmekte ve bunlar ancak tayf çizgilerinin Doppler kaymasıyla açıklanabilmektedir. Eğer parlaklık değişimi, dış katmanların fiziksel özelliklerindeki değişimler tarafından oluyorsa, bu değişimler eş zamanlı yapılan fotometrik ve tayfsal gözlemlerle analiz edilir. Bu yüzden sabit olduğuna inanılan yıldızların aslında uzun dönemli ve küçük genlikli yıldızlar olduğuna inanılır. DEĞĐŞEN YILDIZLARIN SINIFLAMASI Değişen yıldızlar, değişkenliklerine göre sınıflandırılırlar. Farklı sınıflar içinde bazıları sabit genlikli, dönemli ışık değişimi gösterirlerken bazıları da düzensiz değişimler gösterirler. Bazıları da yalnız tek yönlü değişim gösterirler (çok önemli bir değişim). Burada yıldızın yapısı değişmektedir. Değişen yıldızlar iki gruba ayrılabilir: değişimleri geometrik etkiden ve bünyesel değişimden olanlar. Işınım gücü değişimi tamamen geometrik tutulmalardan kaynaklanan yıldızlar, örten çift sistemlerin üyeleridir. Yakın çift yıldızlarda iki yıldız arasındaki madde aktarımı sistemin görünür parlaklığını değiştirir. Bünyesel değişenler tamamen farklı kökene sahiptirler. Varsayalım ki bir yıldızın yüzey sıcaklığı düzgün olmasın. Yıldız döndükçe, farklı parlaklıktaki bölgeler gözlemcinin karşısına arka arkaya gelecektir. Bunun sonucunda yıldızın görünür parlaklığında değişimler görünecektir. Kuvvetli manyetik alanlara sahip pulsarlar ve yıldızlar değişen yıldız türüne örneklerdir. Kuvvetli manyetik alanlı yıldızlar B ve A tayf sınıfından anakol veya anakola çok yakın yıldızlardır. Bunların atmosfer yapıları düzgün yapılı değildir. Belki de yüzey manyetik alanı ve yayılma işlemlerinden dolayı, bazı elementler dış atmosferin belli alanlarında toplanmışlardır. Bu alanlar farklı sıcaklık ve kimyasal yapıya sahiptir. Bu alanlar gözlemcinin önünden geçerken yalnız parlaklıkta değil tayfta da değişim gözlenir. Bu tür yıldızlara “Garip Yıldızlar” denir. Bu değişimler yıldızın dönmesiyle ilgili olarak oldukça dönemli gözlenir. Değişim dönemleri yarım günden birkaç güne kadar değişir. Değişim moröteden kızılöteye kadar her dalgaboyunda görülmektedir. Tayfın görünür bölgesindeki ışık değişim genliği birkaç onda bir kadir iken morötedeki değişim 1 kadire ulaşabilir. Değişimler çok uzun veya genlikler çok küçük olduğunda genelde saptanamazlar. Bu yıldızlar böylesi durumlarda ancak tayflarında gösterdikleri garipliklerden anlaşılırlar. 64 Diğer tüm durumlarda, değişkenlik yıldızın zaman içindeki yapısında görülen değişimden kaynaklanır. Yıldızın yapısını değiştiren üç işlem vardır: karasızlıklar yıldız atmosferini değiştirebilir; madde bir yakın çift sistemin üyeleri arasında aktarılabilir; kararsızlık yıldızın çekirdeğinde olabilir. Bundan dolayı yıldızın tüm iç yapısı değişebilir. Değişen yıldızlar genelde ilişkin türe ait bulunan ilk yıldızın adıyla anılırlar. Bu sınıfların hepsi düzgünlükten uzaktır ve değişimlerinin nedeni henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Dönemli bir değişenin ışık eğrisi. Bir yıldızın, zamanın fonksiyonu olarak görünür parlaklıktaki değişiminin grafiksel temsiline ışık eğrisi denir. Bu eğri zaman içinde, düzgün bir seri gözlemden elde edilebilir. Maksimum, yıldızın maksimum parlaklığa ulaştığı zaman ışık eğrisindeki en üst noktadır. Parlalık sayısal olarak en küçük değeri bu noktada alır. Minimum, yıldızın en sönük ışınım gücüne ulaştığı anda ışık eğrisindeki en alt noktadır. Burada parlaklık sayısal olarak en büyük değere sahip olur. Dönem, arka arkaya gelen iki maksimum ya da minimum arasındaki zaman aralığıdır. Genlik, ışık eğrisi üzerindeki maksimum ile minimum noktaların parlaklıkları arasındaki farktır. SÜPERNOVALAR Bu cisimler, aniden 18 kadirden fazla parlaklık artışı gösterirler. Bu da milyonlarca kat Güneş’ in ışınım gücüne karşılık gelir. Bunlara süpernova denir. Bu büyük patlamadan sonra yıldızın yapısı tamamen değişir. KATAKLĐSMĐK DEĞĐŞENLER Bu sınıftaki yıldızların parlaklıkları bir kaç saat veya gün içinde orjinal ışınım güçlerinin yaklaşık yüzbin katına varabilecek kadar parlarlar. Parlaklıkları 7-16 kadir kadar değişebilir. Patlamadan sonra, parlaklık bir kaç ay içinde eski haline gelinceye kadar yavaş yavaş azalır. Bu büyük parlaklık değişimi tayf değişimleriyle de desteklenir. Bazı yıldızlar yüzlerce yıl boyunca tekrarlı değişimler gösterir. Bu ani parlaklık değişimleri yıldızların çift olmasıyla açıklanır. Hemen hemen hepsi çift yıldız sistemlerinin üyesidir. Bu sınıfa ait değişenlerin ışık eğrileri novalarınkine benzer. Bu tür yıldızlar U Geminorium ve Z Camelopardalis türü yıldızlardır ve cüce novalar olarak adlandırılırlar. R Coronae Borealis yıldızları hemen hemen ters novalardır. Bunların parlaklıkları yaklaşık 10m kadar aniden azalır. Daha sonra yavaş yavaş eski haline döner. Aslında bunlar kataklismik değişenler değildir. Ani sönme olayı, atmosferlerinin soğuk kısmında katı karbon oluşumundan dolayıdır. Bu yüzden yıldız bir is tabakası ile çevrelenir, daha sonra bu is yıldızdan çıkan ışınım ile uzaklaştırılır. 65 BULUTSULU PATLAMALI DEĞĐŞENLER Bu sınıfın yıldızları beklenmedik ve ani parlaklık artışı gösterirler. Işınım gücü genliklerindeki artış 3m dir. Çok düzensiz değişimler göstermelerine rağmen bazen bir kaç gün dönemli olabilirler. Bu sınıftaki yıldızların çoğu genç, anakol öncesi yıldızlardır. Yani HR diagramında henüz anakol konumlarına ulaşamamış yıldızlardır. Daima bir bulutsu içinde bulunurlar. Ana türleri: RW Aurigae, T Tauri, UV Ceti ve flare yıldızlarıdır. Flare yıldızları genç açık kümelerde bulunur. Onların parlaklıkları 24 saatlik dönem içinde bir çok kere aniden artar. Bu sınıf içinde yeni oluşmakta olan Herbig-Haro cisimlerini de buluruz. DÖNEMLĐ ZONLAYAN DEĞĐŞEN YILDIZLAR Burada, ışınım güçleri dönemli olarak değişen yıldızları göreceğiz. Bu değişimler yıldızın iç yapısındaki karasızlıklardan kaynaklanır. Yıldız aslında çekimsel olarak kararlı bir küre olmasına rağmen, içe-dışa doğru salınım yapar. Bu salınımları yapan, dış katmanların yapısını ayarlayan mekanizma zonklamadır. Karasızlığa neden olan mekanizma yıldızın zarfındaki helyumun iyonlaşmasıdır. Bu sınıfın değişen yıldızları HR diagramında karasızlık kuşağı içinde yeralır. Her yıldız, evrimi içinde belki de bu kuşaktan mutlaka geçecektir. Kararsızlıkların nedeni bittikten sonra, yıldız tekrar eski kararlı durumuna geri dönecektir. Dönemli zonklayan yıldızların çoğu benzer gözlemsel özelliklere sahip dört kategoriden birine aittir: Cepheid, W Virginis, RR Lyrae ve δ Scuti yıldızları. Bu yıldızların yalnız parlaklıkları değil, yarıçapları ve etkin sıcaklıkları da değişir. Bu üç parametrenin çalışılması bu yıldızların doğasının anlaşılmasını ortaya koymaktadır. Dikine (radyal) değişimler tayf çizgilerinin Doppler etkisinden dolayı dönemli yer değiştirmesinden saptanabilir. Gözlenen dikine hız değişiminin genliği saniyede birkaç on km’ dir. Bu da yüzde bir kaç yarıçap değişimine karşılık gelir. Etkin sıcaklığın değişimi tayfın görüntüsünü yani tayf türünü dönemli olarak değiştirir. Zonklayan yıldızların iki önemli sınıfının özelliklerini Cepheid’ lerde ve RR Lyrae yıldızlarında öğreneceğiz. CEPHEIDLER: DÖNEM-IŞINIM GÜCÜ ĐLĐŞKĐSĐ Cepheid ismi bu sınıfın ilk bilinen ismi olan δ Cephei’ den gelir. 1784 yılında Đngiliz astronom John Goodricke tarafından bulunmuştur. Cepheid’ ler değişen yıldızlar arasında çok büyük önemi olmasa da gökada yapısının çalışılmasında çok önemli rol oynar. Gökadamızda yakla-şık 700 Cepheid olduğu bilinmektedir. Kutup Yıldızı da bir Cepheid türü yıl-dızdır ve görünürdeki parlaklığı dört günde bir 2.5-2.6 kadir arasında değişir. Bu tür yıldızların en büyük önemi, onların ışınım gücü değişim dönemleriyle ortalama ışınım güçleri arasında doğrusal bir ilişkinin bulunmasıdır. Bu ilişki Amerikalı astronom Henrietta Leavitt tarafından 1912 yılında Magellan Bulutu’ nda bir kaç yüz Cepheid’ in gözlenmesiyle Dönem-ışınım gücü ilişkisi 66 bulundu. Magellan Bulutları yakın gökadalardır, ancak 1912 yılında henüz onay almamışlardı. Dönem-ışınım gücü ilişkisi uzaklık saptamada önemli bir uygulamadır. Cepheid’ ler, çok parlak yıldızlardır ve çok büyük uzaklıklarda bile gözlenebilirler. Cepheid’ lerin bizim gökadamız içinde uzaklık belirteçleri olarak kullanılması zordur. Çünkü, bunların çoğu gökada düzleminde yer almaktadırlar ve yıldızlararası madde tarafından görülmeleri engellenmektedir. Ancak bunlar, diğer 30 gökada da gözlenmişlerdir. Dönem-ışınım gücü ilişkisiyle gökada dışı uzaklık ölçekleri ortaya konmaktadır. Miss Leavitt’ in Magellan Bulutları’ nda yaptığı gözlemler Cepheid’lerin dönemleri ile görünür parlaklıkları arasında bir ilişkinin varlığını çıkar-mıştır. Fakat 1912 yılında Magellan Bulutu’ nun uzaklığı bilinmediğinden, Buluttaki tüm Cepheid’ lerin aynı uzaklıkta olduğu düşünülmüştür. Bu yüzden, görünür parlaklıklarıyla salt parlaklıkları arasındaki fark sabit olarak alınmıştır. Dönem-ışınım gücü ilişkisinin ayarlamaları 20.yy astronomi tarihi konularının en ilginçlerinden birisidir. Salt parlaklık cinsinden ayarlama, öncelikle bir kaç Cepheid’ in uzaklıklarının doğrudan belirlenmesine gerek duyar. Bu, zor bir projedir. Çünkü, bunların hiçbiri trigonometrik paralaks yöntemini kullanacak kadar Güneş’ e yakın değildir. Sorun, uzaklıkları bilinen bir kaç açık küme içindeki Cepheid’ lerin gözlemiyle çözülebilir. Cepheid’ lerin ışınım gücü aralığı 300-26 000 L arasında, yarıçapları ise 14-200 R arasında değişir. W VIRGINIS YILDIZLARI δ Cephei’ nin değişkenliği Öbek II üyesi olan bu yıldızlar, küresel kümelerde, gökada halosunda bulunurlar. Cepheid’ lere benzer değişimler gösterirler. Fakat, bu yıldızlar Cepheid’ lerinkinden farklı bir yıldız öbeğine dahildirler. Onlar, gökada tarihimizin başlangıcında bundan en az 10 milyar yıl önce oluşmuş yıldızlardır. W Virginis yıldızları da Cepheid’ lerinkinden farklı olan bir dönem-ışınım ilişkisine sahiptirler. RR LYRAE RR Lyrae yıldızları daima Öbek II yıldızları arasında gözlenmişlerdir. Gökada merkezi yakınlarında, gökada halosunda ve küresel kümelerde bulunurlar. RR Lyrae yıldızları için dönem-ışınım gücü ilişkisi yoktur. Bu yüzden Cepheid ve W Virginis değişen yıldızlarına göre daha düzgün bir sınıftır. Hepsi aynı salt parlaklığa sahip olduklarından ve gökadanın her yerinde bulunduklarından, Samanyolu’ nun yapısı çalışmalarında kullanılmaktadırlar. Bugün 4500’ den daha fazla olduğu bilinen RR Lyrae yıldızı bulunmaktadır. Küresel kümelerde olmayan RR Lyrae yıldızlarının gözlemleri gökada halosunun sınırlarını saptamada kullanılmaktadır. 67 Bu yıldızların yarıçapları 8.3 R’ dir. Bu yıldızlar özellikle küresel kümelerin HR diagramında çok iyi belirlenmiş bir bölgede yer alırlar. Bu bölgede yıldızlar çok az sayıda bulunur ve yatay kol üzerinde toplanmışlardır. Küresel kümelerdeki RR Lyrae yıldızlarının gözlemleri ve özellikle onların sayıları kümenin gelişim durumu hakkında ipucu verir. ZONKLAYAN DEĞĐŞEN YILDIZLARIN DĐĞER TÜRLERĐ δ Scuti ve AI Velorum yıldızları gibi diğer zonklayan değişenlerin ayrıntılı özelliklerini tartışmayacağız. β Canis Majoris veya β Cephei yıldızları olarak adlandırılan yıldızlar zonklayan yıldızlar arasında ayrı bir yer tutarlar. HR diagramındaki ko-numları diğer zonklayanlardan farklıdır. Anakola yakın bir yerde yer alan biraz evrimleşmiş erken-tür yıldızlardır. Bu yıldızların zonklamasının nedeni henüz bilinmemektedir. Çünkü, bu yıldızlar kararsızlık kuşağı içinde yer almamaktadırlar. Cepheid değişenlerine zıt olarak, onlar maksimum parlaklıklara yarıçap-ları minimumdayken ulaşır. DEĞĐŞEN DEV YILDIZLAR HR diagramında kararsızlık kuşağının sağ tarafında bir kaç değişen yıldız türü vardır ve bunlar iki ana sınıfta incelenirler. HR diagramında RV Tauri ve sarı yarı-düzenli değişenler kararsızlık kuşağı ile kırmızı değişenlerin kapladığı bölge arasında yer almışlardır. Tayf türleri G ve K sınıflarındandır. Çok düzensiz ışık eğrileri önce-den belirlenemeyen genliklere (3m’ e kadar) sahiptir. Dönemleri de 30-50 gün arasında değişmektedir. Bu sınıf fotometrik değişen özellikler gösterirken tayfsal değişimler de gösterirler. Sınıf için-de hem Öbek I hem de Öbek II yıldızları bulunmaktadır. Dört tür değişenin ışık eğrileri 68 Kırmızı değişen yıldızlar M, R, N ve S tayf sınıflarının dev ve süperdevleridir. Işık eğrileri düzenli, yarı-düzenli ve düzen-sizdir. Bu sınıfa ait en büyük genlikli yıldızlar Mira değişenleridir (Mira = ο Ceti). Dönemleri 30 günden 1000 güne kadar değişir. Genlikleri 1m 10m arasında bulunur. Işık eğrileri düzenli değildir. Çevrimden çevrime değişir. Bu alt sınıfın yıldızları Öbek II’ de olduğu kadar Öbek I yıldızları içinde de bulunur. Tayflarında moleküler soğurma bantları gözlenir. Parlaklıktaki değişimin nedeni zonklamaya dayalı kararsızlığa bağlanmaktadır. Ancak, burada helyumun rolünü moleküler hidrojen oynar. Bu yıldızlar genişlemiş atmosferlere sahiptir. Kuvvetli kütle kaybı gösterirler. Bu nedenle gezegenimsi bulutsuların önceki evresi olarak düşünülürler. Gökada yapısının araştırılmasında önemli rol oynarlar. SÜPERDEV YILDIZLAR Genelde en parlak yıldızlardır (en az 104 L). HR diagramının en üstünde toplanmışlardır. Parlaklıklarında, tayflarında ve dikine hızlarında düzensiz değişimler gözlenir. Işık eğrilerinin genlikleri yalnız birkaç onda bir kadirdir. Dönemleri çok büyüktür. Bu cisimlerin kararsızlık nedenleri henüz ortaya konamamıştır. Örneğin, zonklamaya neden olan mekanizmayla yıldız rüzgarları tarafından oluşturulan kuvvetli kütle kaybı arasında bir ilişki var mıdır? Şu andaki açıklamalara göre düzensizliklerin nedeni yıldızların dış katmanlarında görülen dikine olmayan zonklamalardır. Değişen yıldız araştırmaları yıldızların yapısını anlamamızda önemli rol oynamaktadır HR diagramında zonklayan değişen yıldızların konumları 69 BÖLÜM 8 BEYAZ CÜCELER Fizikçiler güneş sisteminde gözlenen yoğunluklardan daha yoğun bir maddenin fiziksel oluşumunun olasılığını yirminci yüzyılın başlarına kadar düşünemediler. 1920’ li yıllarda kuantum mekaniği maddenin daha iyi anlaşılmasını sağladı. Atomlarda, elektronlar çekirdeğe elektrostatik kuvvetlerle bağlı olarak bulunuyorlardı ve sürekli hareket halinde olan bu elektronlar, maddenin daha fazla sıkışmasını önleyecek basınç üretiyorlardı. Yasaklanma ilkesine göre, temel bir hücre içinde iki parçacıktan daha fazlası yer alamazdı. Bütün hücreler elektronlarla dolu olduğunda, madde yozlaşmış olarak kabul edilir ve yoğunluk cm3’ de 1 tona ulaşabilirdi. Yozlaşmış madde, temel hücrelerinin çoğu boş olan maddeye göre daha sıkıdır. Büyük kütleli bir gökcisminin çekim kuvveti, kendi maddesini elektronları yoğunlaşmış bir duruma sıkıştırabilir. Bu durum beyaz cüce olarak adlandırılan yıldızlarda görülür. Bir beyaz cücenin içi “soğuktur” (sıcaklık aslında bir milyon dereceye ulaşsa bile). Yıldızı çekimsel kuvvetlere karşı dengede tutacak olan kuvvetler, anakol yıldızlarında görülen ısısal hareketler değil, yozlaşmış elektronların uyguladığı basınçtır. Bu yüzden, bir beyaz cücenin içi gaz durumunda değil, yavaşça soğuyan dev bir kristaldir. Beyaz cüceler için bir kuram geliştiren Subrahmanyan Chandrasekhar, kütlelerin 1.4 M’ den daha büyük olamayacağını önermiştir (Chandrasekhar limiti). Bu değerin üstünde, elektronlar ışık hızına yakın hızlara sahip olurlar ve çekim kuvvetini dengeleyecek yeterince yüksek basınca sahip olamazlardı. Beyaz cüceler 1910 yılında gözlenmiş olmalarına rağmen, onların kökeni anlaşılamamıştır. Bunlar üzerine verilebilecek bilgi HR diagramındaki yerlerinden çıkarılabilir. Renkleri (veya yüzey sıcaklıkları) ile görünür parlaklıkları arasında bir ilişki kurulabilir. 40 Eridani B’ nin bulunmasıyla, astronomlar yüzey sıcaklığı yüksek (17 000 K) ve ışınım gücü de çok düşük olan bir yıldızı saptamışlardı. Bu durum, 40 Eridani B’ nin yarıçapının çok küçük olacağını (Yer boyutlarında) gösteriyordu. Bu tür cisimlerin varlığı hızla onaylandı ve 1917’ de iki yeni örnek daha bulundu: Sirius B (gökyüzündeki en parlak yıldız Sirius A’ nın bileşeni) ve van Sirius ve cüce bileşeni Maanen’ nin yıldızı. Van Maanen yıldızının görsel parlaklığı 12m.4, kütlesi 0.68 M ve yarıçapı Güneş’ inkinden 78 kat daha küçüktür. Bundan dolayı ortalama yoğunluğu 300 kg/cm3 tür. Bilinen beyaz cücelerin listesi her gün kabarmaktadır. Bugün, birkaç yüz tanesinin kimlikleri tespit edilmiştir. Daha binlerce yıldız adaydır. Bir beyaz cücenin merkez sıcaklığı 1milyon dereceden az olsa da, atmosferi normal bir yıldızınkinden daha sıcaktır. Beyaz cücenin tayfı, anakol yıldızlarınınkinden farklıdır. Tayf-larında çok geniş tayf çizgileri görülür. Bu genişlemenin bir çok etkileri vardır: atmosfer ba-sıncı, manyetik alan (bir beyaz cücenin manyetik alanı Güneş’ inkinden 1milyar kat daha faz-ladır) veya hızlı dönmedir (bir beyaz cücenin dönme dönemi 10 saniye olurken, Güneş’ 70 inki 1 aya yakındır). Anakol yıldızlarının sıcaklıklarına göre ayrılan B, A, F ve G tayf sınıfları gibi bunlar da DB, DA, DF ve DG (D, cüce anlamında) sınıflarına ayrılırlar. Sıcaklık aralığı 100 000 K ile 4000 K’ dir. Daha soğuk beyaz cüceler vardır, fakat gözlenememiştir. Bunlara kara cüce denir. Bir de DC olarak adlandırılan bir tayf türü vardır ki, tayfında yalnız sürekli zemin gösteren, hiçbir tayf çizgisi göstermeyen bir sınıftır. Bu gibi tayflar anakol yıldızlarında görülmez. Bir yakın çift yıldız sisteminde nova olayı Beyaz cücelerin saptanmasında kullanılan teknik onların tayf analizini kullanır. Çünkü, bu yıldızların bünyesel ışınım güçleri çok düşük olduğundan yalnız güneş sistemine çok yakın olanlar gözlenebilir. Bu gibi yakın yıldızlar büyük öz hareketlere sahiptirler. Beyaz cücelerin sayısı oldukça fazladır. Gökadamızdaki yıldızların %10’ unun beyaz cüce olduğu tahmin edilmektedir. Çünkü, bunlar, düşük kütleli yıldızların son evresidir. Bir anakol yıldızı nükleer yakıtını tüketmeye başladığı zaman, çekim etkisi altında çekirdeği büzülür. Bu büzülme genelde yozlaşmış elektron basıncıyla durur. Yıldız ondan sonra bir soğuma evresine girer. Sıcak beyaz cücelerden soğuk (gözlenemeyen) kara cücelere evrim başlar. Güneş de yaşamını böyle bitirecektir. Bir beyaz cücenin atası: Lyra takımyıldızında Ring Bulutsusu 71 BÖLÜM 9 NOVALAR Novalar, parlaklığında ani büyük artış gösteren yıldızlardır. Nova ismi, Latince’ de yeni yıldız “nova stella” anlamına gelmektedir. Parlaklık daha sonra yavaşça azalmaktadır. Süpernova durumunda olduğu gibi novalar patlamalı yıldızlardır. Ancak, novalar süpernovalardan kolayca ayırt edilebilirler: saldıkları enerji miktarı çok daha azdır. En güçlü olanlarından Nova Cygni 1975, bir süpernovadan 1000 kat daha az parlaklığa sahiptir. Süpernova sınıfına karşılık olarak, novalar tamamen farklı yıldız türlerine gruplandırılırlar. Nova Cygni gibi yıldızları nova olarak adlandırırken (10m den daha fazla parlayabilirler), U Geminorum veya Z Cameloperdalis yıldızlarını cüce nova olarak adlandırırız (parlaklıklarındaki artış 2m3m dir). Cüce novalar bir kaç ayda bir tekrarlayan pat-lama gösterirler. Ancak, bu patlamalar süpernovalarda olduğu gibi yıldızın hayatını etkileyecek cinsten değildir. Nova Cygni benzeri novalar bilinen geçmişleri içinde yalnız bir kere patlama göstermişlerdir. Ancak, her on bin yıl ya da yüz bin yılda bir patlayacakları sanılmaktadır. Tekrarlı novalar yukarıda tanımlanan iki uç örnek arasında yer alan daha az enerjik Nova Cygni 1975. 29 Ağustos 1975 gecesi Cygnus takımpatlamalarını her on ile yüz yıl arasında yıldızında yeni bir parlak yıldız görüldü. 31 Ağustos’ ta gösteren novalardır. Bir gökada da her maksimum parlaklığa (1m.8) ulaştı (üstteki fotoğraf). Işınım gücü o anda Güneş’ ten bir milyon kat daha parlaktı. Alttaki yıl bir kaç düzine kadar nova gözlenirken bir süpernova olayına 30-50 fotoğrafta yıldızın patlamadan önceki durumu (20m) görülmektedir. yılda bir rastlanmaktadır. Novalar süpernovalardan daha fazla sayıda olsalar bile, novalardan salınan toplam enerji miktarı daha azdır. Bir süpernova patlaması ortalama olarak bir nova patlamasından bir milyon kat daha fazla enerji üretir. Bir nova patlaması sırasında yıldızın yalnız dış katmanlarının etkilendiği görülmüştür. Fırlatılan madde miktarı 10-4 M kadardır. Bu madde birkaç yüz veya birkaç bin km/s lik hızlarla fırlatılır. Novalar aslında tamamen farklı cisimler içermelerine rağmen hepsinin tek bir ortak özelliği, yakın çift yıldız sistemlerinin üyeleri olmalarıdır. Bu durum patlama mekanizmasını açıklayan nedenlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bir çift sistem evrim basamağı içinde bileşenlerinden biri beyaz cüce ve bir soğuk yıldız olan bir nova sistemi içerebilir. Soğuk yıldızın dış katmanları belli bir yarıçapı (Roche limiti olarak adlandırılır) geçtiği zaman beyaz cüceye doğru çekilir. Bu olay beyaz cüce etrafında bir toplanma diski oluşturur. Bu disk, yüksek sıcaklığından dolayı tayfın moröte ve X-ışın bölgelerinde gözlenir. U Gem ve Z Cam gibi cüce novalarda patlama, toplanma diskinin üstünde sıcak bölgelerin oluşumundan dolayıdır. Bir yıldızdan diğerine madde aktarımı olağan bir şekilde sürmez. Aktarılan madde çok yüksek hızlara ulaştığından sıcaklığı çok yüksektir. Novaların kimyasal yapı gözlemlerinde karbon, azot ve oksijen gibi elementlerin yüksek bolluk değerlerine rastlanmaktadır. Beyaz cücenin yüzeyinde bileşen yıldızdan gelen madde yanmaktadır. 72 Patlama mekanizması en genel olarak aşağıdaki biçimde tanımlanabilir: çoğunluğu hidrojenden ve helyumdan oluşan soğuk yıldızdan gelen madde beyaz cücenin dış katmanları üstüne düşer. Yüzey üstünde yeterli madde toplandığında, katmanın tabanı sıkışır ve ısınır. Bu durum, beyaz cücenin dış katmanları ve düşen madde arasında karbon-azot-oksijen çevrimi reaksiyonla-rını başlatır. Kuramsal modellere göre bu çevrimin başlayabilmesi için sıcaklığın 100 milyon K’ e Cüce nova SS Cygni’ nin 1974 elde edilen ışık eğrisi. Her 50 günde ulaşması gerekmektedir. Bu gibi bir parlaklığı dört kadir kadar (12’ den 8’ e) artmaktadır. yüksek sıcaklıklarda hidrojen, helyum, karbon, azot ve oksijen içeren patlamalı nükleer reaksiyonlar ateşlenir; bir saatlik kısa zaman içinde dış katmanları patlatacak yeterli enerji üretilir. Bu patlama önemli bir madde miktarının uzaya bırakılmasını sağlar. Bir novanın etrafındaki toplanma diski 73 BÖLÜM 10 SÜPERNOVALAR Süpernova, bir yıldızda bulunan tüm maddenin uzaya yayıldığı patlama olayıdır. Bazı yıldızların evriminin son basamağını işaret eder. Böyle bir olay bizim gökadamızda otuz yılda bir olur. Gökadamızdaki çoğu süpernova patlamaları yıldızlararası toz yüzünden saptanamaz. Eski Çinliler’ in kayıtlarına göre Temmuz 1054’ de Taurus takımyıldızında bir süpernova gözlenmiştir. Daha sonraki iki süpernova kaydı 1572’ de Johannes Kepler ve 1604’ de Tycho Brahe tarafın-dan yapılmıştır. Çoğunlukla daha önceden varlığı bilinmeyen yıldız, patlama anında yaklaşık 15m parlar. Bir yıldızın evrimi onun kütlesine ve kimyasal yapısına bağlıdır. Đki tür süpernova vardır; Tür I süpernovalar, ağır elementlerce fakir (Öbek II yıldızları) nispeten düşük kütleli yaşlı yıldızların patlamasından kaynaklanır. Tür II süper-novalar, büyük kütleli genç yıldızların patlamasıdır. Bunlar ağır elementlerce zengin Öbek I yıldızlarıdır. Tür I süper-novalar maksimum ışıkta Tür II süpernovalardan yaklaşık üç kat daha fazla ışınım gücüne sahiptirler. Işınım gücü, maksimuma ulaştıktan sonra ilk bir kaç gün içinde 3-4 kadir azalır. Daha sonra, ışınım gücü bir kaç ay üssel olarak azalır. Patlamanın ilk anı içinde serbest kalan enerji 1044 joule’ dür. Bu inanılmaz enerji Güneş’ in 9 milyar yıl (Güneş yaklaşık 4.5 milyar yıl yaşında) içinde yaydığı toplam ışınıma karşılık gelir. Patlamada fırlatılan madde Tür I süpernovalarda hidrojence zayıf, Tür II’ lerde Cassiopeia A. Çok genç bir süpernova kalıntısıdır. 300 yıl hidrojence zengindir. Türe bağlı olarak önce patladığı sanılan bu kalıntı, gamma-ışınları, X-ışınla1-10 M kütlesinde gaz açığa çıkarırlar. rı, radyo dalgaları ve görünür ışıkta salma yapmaktadır. Bu kütle, süpernova öncesi toplam Gökyüzünde Güneş’ ten sonra en güçlü radyo kaynağıdır. (Üst resim: bulutsudaki sıcak gaz tarafından salınan radyo kütleye karşılık gelir. Yani, patlamadan dalgalarında alınmış görüntü (5 GHz); alt resim: kalıntının sonra geriye hiç bir şey kalmıyor. Ancak, X-ışınlarında alınmış görüntüsü.) biliyoruz ki 1968 yılında pulsarlar (hızlı dönen nötron yıldızları) bulunduğundan beri, patlamadan sonra geriye çok yoğun bir cisim kalmaktadır. Bir yıldızın çekirdeği olan bu cisim, birbirine değen nötronlardan oluşmuştur. Süpernova patlamalarına önerilen mekanizma bugün hala tartışılmaktadır. Çoğu kuramlarda enerji nükleer kökenlidir. Kuramlar yoğun bir çekirdeğin (pulsar) nasıl oluştuğunu ve nükleer enerjinin yıldızın dış katmanlarını uzaya fırlatacak kinetik enerjiye nasıl dönüştüğünü açıklayabilmelidir. 74 Cygnus takımyıldızında Veil Bulutsusu. Bir süpernova kalıntısının ileri evresinde bulunur. Çünkü, kalıntı maddesi yıldızlararası ortama yayılmış durumdadır. Kalıntının yaşı kararsızlıklara rağmen 30 000 yıldan fazladır. Genişleme hızı 120 km/s dir. Fred Hoyle ve William A. Fowler tarafından otuz yıl önce önerilen mekanizma enerji kaynağını açıklayan bir kuram olarak bugün hala çekiciliğini korumaktadır. Bu model, 10 M’ lik yıldızların yaşamları boyunca geçirdikleri nükleer reaksiyonlar çevriminin sonunda karşılaşılan, demirin fotoayrışması olayıdır. Süpernova öncesi yıldız soğan gibi katmanlı bir yapıya sahiptir. Hidrojenden oluşan yüzey katmanından sonra alt katmanlara inildikçe daha ağır elementlerle karşılaşırız. Bu katmanlar yıldızın yaşamı boyunca farklı nükleosentez evrelerinin ürünleridir. Daha ağır elementlerin oluşmasına izin veren reaksiyonlar artan sıcaklıklarda ortaya çıkar. Bu yüzden yıldızın merkezinde demir ve atomik kütleleri 50 ve 60 arasında değişen çekirdeklerin karışımı bulunur. Bu elementler en yüksek bağlanma nükleer enerjisine (yaklaşık 8.7 megaelektron volt/nükleon) sahiptir. Merkezi sıcaklık 5 milyar K’ e ulaştığı zaman, madde ve ışınım dengede kalır. Gamma-ışın fotonları (γ) çekirdekleri ayıracak ve nötronları (n) oluşturacak yeterli enerjiye sahiptir. Dolayısıyla aşağıdaki reaksiyonlar oluşur: γ + 56Ni → 14 4He γ + 54Fe → 13 4He + 2n γ + 56Fe → 13 4He + 4n Bu fotoayrışma işlemlerinin herbiri gazdan 100 MeV’ luk enerji alır. Böylece yıldızın merkezindeki ısısal ve hidrostatik denge bozulur ve yıldız çöker. Serbest kalan çekimsel enerji, alfa parçacıkları fotoayrışma yapıncaya kadar sıcaklığı arttırır. Nükleosentez işlemlerin tüm ürünleri bir anda yok olur. Artık gaz serbest nötronlar, protonlar ve elektronlardan oluşmuştur. Elektronlar kinetik enerjilerindeki büyük artışa maruz kalmadan sıkıştırılamazlar. Elektronların enerjisi hızla, bir protonu bir nötrona dönüştürecek olan enerjiden daha büyük olur. Bu noktada elektronlar, protonlar tarafından soğurulmaktadır. Gaz basıncının önemli bir kesrini oluşturan bileşenlerden biri yokolunca, yıldızın çekirdeği büyük bir hızla çöker. Sonuçta çökme, nötronlar arasındaki itici nükleer kuvvetler harekete geçtiği zaman durur. Artık, yıldız nötron yıldızıdır. Çökme başladıktan sonra, birkaç dakika içinde bu konuma gelir ve üstündeki tüm katmanları büyük bir patlamayla uzaya bırakır. 75 Crab Bulutsusu (M1, NGC 1952). Bu bulutsuyu oluşturan süpernova, büyük olasılıkla Tür I bir patlamadır. Bu kalıntı aynı zamanda Taurus A olarak da bilinen güçlü bir radyo kaynağıdır. Genişleme hızı 1500 km/s dir. Dönemi 33 milisaniye olan Crab pulsarı bu bulutsuyla ilişkilidir. BÜYÜK MAGELLAN BULUTUNDA BĐR SÜPERNOVA: SN 1987A Başından beri yakın bir tarihte süpernova gözlemek için 23-24 Şubat 1987 gecesini bekledik. Böyle bir patlama güney yarımküreden çıplak gözle tam ola-rak görülebilmiştir. Yılın ilk süper-novası olduğu için 1987 olarak adlandırılan bu süpernova, bizden 170 000 ışıkyılı (yaklaşık 50 kilo-parsek) uzakta uydu gökadamız Büyük Magellan Bulutu' nda, yıl-dızlararası tozun olmadığı bir doğrultuda patlamıştır. Süpernova-nın ilk görüntüsü Şubat 23.443 GMT' de (yani 23 Şubat, saat 10:38 de) alınmıştır. Süpernova, 30 Doradus yıldız oluşum bölgesinin 20 güneş kütleli bir süpernova için olası yapı m kenarında 6 .5 parlaklıkta görünmüş ve Robert M. McNaught tarafından fotoğraflanmıştır. Fakat, onu Şubat 24.23 GMT’ de Şili’ deki Las Campanas Rasathanesi’ nden alınan fotoğrafta ilk gören Ian Shelton’ dur. Aynı 76 rasathanede çalışan Oscar Duhalde aynı anda süpernovayı çıplak gözle görmüştür. Daha sonra Yeni Zellanda’ dan amatör astronom Albert Jones benzer bir gözlemi Şubat 23.27 GMT’ de rapor etmiştir. Süpernova 1987A. Bu iki fotoğraf LMC’ de Tarantula Bulutsusu (30 Doradus) yakınında patlamadan önce ve sonraki aynı yıldız alanını göstermektedir. Sanduleak -69 202 bir ok ile işaretlenmiştir. Süpernovanın Yer’ den yapılan optik tayf çalışmaları hidrojen ve helyumun ve, saniyede 30 000 km hızla yayılan gaz ortamın varlığını ortaya koyuyordu. Bu da bize patlamanın Tür II bir süpernova patlaması olduğunu söylüyordu. LMC’ nin bu bölgesi uzun süre araştırılmış aktif bir yıldız oluşum bölgesidir. Patlamanın kesin yeri (α= 5h 35m 49s.992, δ= -69° 17' 50".08) Sanduleak -69 202 yıldızının yeri ile çakışmaktadır. Bu yıldız B3 I tayf türünden bir mavi süperdevdir ve son yüzyıl içinde hiç bir aktivite göstermemiştir. 20 M kütleli bu yıldız Güneş’ ten 100 000 kat daha ışınım güçlüdür. Yüzey sıcaklığından (16 000 K) ve ışınım gücünden çıkarılan sonua göre çapı, 43 R’ dir. Kırmızı süperdev yerine mavi süperdev olması astrofizikçileri çok şaşırtmıştır. Genelde bu tür patlamalar kırmızı süper-dev yıldızlardan beklenir. Bu iki-lem, kimyasal yapıları başlan-gıçta ağır elementlerce zayıf olan büyük kütleli yıldızların evri-miyle çözülmüştür. Belki de LMC maddesinin kimyasal yapı-sı Güneş’ ten, ağır elementçe üç kat daha fakirdir. Bu durum iki etki yaratır: hidrojen yakma evresinde enerji üretim hızı önemli oranda azdır; düşük ağır element içeriği yıldızın içindeki gazın opaklığını düşürür. Bu etkiye yıl-dız rüzgarları da eklenince, yıldız mavi iken patlar (kırmızı dev evresinden 40 000 yıl önce). SN 1987A’ nın halkası (23 Ağustos 1990, HST) 77 BÖLÜM 11 NÖTRON YIDIZLARI VE PULSARLAR Büyük kütleli bir yıldız termonükleer yakıtını tükettiği zaman, kendi çekim kuvveti altında çökerek bir süpernova patlaması yapar. Eğer, büzülen madde 1.4 M den daha küçükse, çökme yozlaşmış elektron basıncı yardımıyla durur ve final evrede beyaz cüce kalır. Ancak, daha büyük kütleli bir yıldızın çekimsel büzülmesi sonucunda ne olur? 1934 yılı başlarında, kuramcılar kuantum mekaniğini kullanarak bir nötron yıldızının olabileceğini öngördüler. Çekim çok kuvvetli olursa, elektronlar atomik çekirdeklerin içine doğru itilir, protonlar nötrona dönüşür. Nötronlar tamamen yozlaştığında, iç basınç çökmeyi durdurur. Nötron yıldızı bir beyaz cücenin uç örneğidir. Yaklaşık aynı kütleli bir nötron yıldızı daha küçük bir yarıçapa sahiptir (∼15 km). Dolayısıyla yoğunluk daha fazladır (109ton/cm3). Bir nötron yıldızının sıcaklığı yaklaşık 10 milyon derecedir. Fakat, çok küçük boyutu yüzünden, böyle bir cismi optik olarak kaydetmek olanaksızdır. Bir nötron yıldızının kütlesi 3 M‘ i aşamaz. Bu değerin üstünde, çekim yozlaşmış nötron basıncına karşı gelir ve sonuçta yalnız kara delik olur. Bu çok yoğun yıldızların iki önemli özelliği, onların hızlı dönmesi ve kuvvetli manyetik alanlarıdır. Biliyoruz ki, yıldızların büyük çoğunluğu yavaş olmak üzere, hepsi döner. Yıldız çöktükçe dönme hızı artar. Bu yüzden bir nötron yıldızı saniyede bir çok kez dönebilir. Buna benzer olarak Yer’ de de olduğu gibi tüm yıldızların zayıf bir manyetik alanı vardır. Yıldız çöktükçe, alan şiddeti artar, çünkü manyetik alan daha küçük yüzey üzerinde yoğunlaşmaktadır. Nötron yıldızları 1012 G’ a eşit manyetik alan şiddetine sahiptir. Bu iki özellik nötron yıldızlarının Pulsarın mekanizması bir pulsar olarak saptanmasını sağlar. Đlk pulsar CP 1919 (anlamı Cambridge Pulsar, sağ açıklığı 19h 19m ) 1968 yılında Cambridge Üniversitesi’ nin Mullard Radyo Atronomi Rasathanesi radyo astronomları tarafından bulunmuştur. Bu pulsar çok düzenli zaman aralıklarında değişen yeğinlikte radyo pulsları salan bir cisim olarak görülmüştür. Dönemi 1.33730113 saniyedir. Bu olayın açıklaması için şu yorum getirilmiştir: Pulsar, belki de manyetik alan çizgileri manyetik eksen boyunca elektronları ivmelendiren bir nötron yıldızıdır. Bu alan çizgileri, yıldızla dönen 78 radyo dalgalarının ışın salmasına neden olur ve ışık, bakış doğrultumuzla çakıştığı anda bir deniz feneri gibi görülür ve puls vermiş olur. 1968’ den beri bir çok pulsar bulunmuştur. Bunlardan bazıları yalnız radyo bölgesinde değil, X-ışın ve γ-ışınlarında da salma yapabilir. 300’ den fazla pulsar bilinmekte, çoğu Güneş’ in birkaç kpc içindeki gökada düzleminde bulunmaktadır. Pulsar bulmak için araştırılması gereken yerler süpernova kalıntıları olmalıdır. Meşhur Crab Bulutsusu gerçekten içinde Crab Pulsarı PSR 0532 (PSR, pulsar anlamına gelen kısaltmadır)’ yi bulundurur. Son bilgilere göre, en hızlı dönen pulsarlardan biri olarak bilinir. Saniyede 33 kere döner. Bir pulsarın dönme hızı zamanla azalır. Bundan dolayı, genç pulsarlar yaşlılardan daha hızlı dönerler. Ölçülen dönemleri 1.56 milisaniye ile 4.3 saniye arasında değişmektedir. Ancak, milisaniye dönemli çok hızlı dönen bazı pulsarlar genç gibi görünmektedirler. Kuramcılar bu durum için bileşen yıldızdan nötron yıldızı üstüne madde aktarımını düşünmektedirler. Bir pulsarın ömrü bir kaç milyon yıldan daha azdır. BĐR NÖTRON YILDIZININ YAPISI Nötron yıldızının içinde olan fiziksel koşulları labaratuvarlarda yeniden elde etmek olanaksız olmasına rağmen ve çok çok yoğun bir maddenin özelliklerini hala çok iyi bilmememize rağmen, kuramcılar 16 km yarıçapındaki bir nötron yıldızının içini tahmini olarak beş bölgeye ayırmaktadırlar: • Çok kuvvetli çekim yüzünden, fotosfer yalnız 10 km kalınlığındadır. Maddenin özellikleri burada, sıcaklık (107 K) ve manyetik alandan çok etkilenir. • Dış kabuk, ∼1 km kalınlığındadır; yozlaşmış relativistik elektronlar denizidir. • Đç kabuk, ∼4 km kalınlığındadır. Nötronlar atomik çekirdeğin dışında varlığını hissettirir. Yani, madde elektronlar ve nötronlar denizinde gömülmüş kristal formda bulunur. • Akışkan nötronca zengin bölge, ∼10 km kalınlığındadır. Yıldızın en önemli katmanıdır. Çok büyük basınç etkisi altındadır. Süper akışkan yapıya sahiptir. Yani viskozite sıfıra yakındır. • Katı çekirdek, ∼1 km kalınlığındadır. Yoğunluk 5x1014g /cm3 olduğundan çok kuramsal bir kavramdır. Pratikte burada maddenin olası hiçbir hali bulunmamaktadır. Elementer parçacıkların bulunabileceği konusunda görüşler vardır (pion, quark gibi). 79 BÖLÜM 12 KARA DELĐKLER Hidrojen ve helyum gibi termonükleer yakıtın tamamı yıldızın çekirdeğinde tüketildiği zaman, çekirdek çekimsel büzülmeye uğrar ve yıldızın evrimi çok yoğun sıkışık bir cismin oluşumuyla son bulur. Beyaz cüceler ve nötron yıldızları bu tür cisimlere örnektir. Fakat, beyaz cücelerin kütleleri 1.44 M‘ i, nötron yıldızların kütleleri ise 3 M‘ i aşamaz. Daha büyük kütleler için, çekimsel büzülme elektronların veya yozlaşmış nötronların itme kuvvetlerinden dolayı daha uzun süre sıkışmaya devam edemez. Fakat, madde kendi üstündeki ezilmeyi sürdürerek kara deliği oluşturur. 1915’ de Einstein tarafından genel relativite kuramı yayınlandığından beri, çekimin uzayı bozduğu bilinmektedir. Bu bozulma, çekimsel kuyu olarak görselleştirilmektedir. Ortamda bulunan daha büyük kütleli ve daha yoğun cismin çekimsel kuyusu daha derin olur. Çekimsel çökmenin final evresi olan kara delik, içinden hiç bir şeyin (ne parçacık ne ışık) kaçamadığı derin bir kuyu ile karakterize edilir. Kara deliğin kuyusu içine düşen tüm madde gözlenebilir evren içinde gözlenemez duruma gelir. Maddenin bu kadar yoğun hali henüz doğrudan gözlenememiş olsa bile kara deliklerin varlığına dair kuvvetli deliller vardır. Kara delikler Đngiliz John Mitchell ve Laplace tarafından 18. yy’ ın sonunda düşünülmüştür. Astronomlar bu kavramla ancak, 1960’ lı yıllarda çok enerjik olayların gözlenmeye başlanmasıyla ilgilenir oldular. Bu çok enerjik olaylar, yıldızlar bazında incelenirse X-ışın çiftleri, gökada dışı kaynaklar bazında araştırılırsa aktif gökada çekirdekleri ve kuazarlar olmalıdır. X-ışın çiftleri, bir bileşeni çok sıkışık ve optik olarak görülmeyen, X-ışın salmaları yapan bir çift sistemdir. Bu tür çift sistemler, Uhuru, HEAO-1 ve 2 uydularıyla son yılların en büyük buluşlarını oluşturur. Daha büyük ölçekli incelemelerde, Seyfert, kuazar ve BL Lac gibi süperaktif gökadalar gözlenir. Bunlar normal gökadalardan çok daha büyük enerjiyi tüm dalgaboylarda salarlar. Önemli nokta; bu dehşetli olayların hepsi çok sıkışık cisimlerin varlığı ile ilişkilidir: örneğin, aktif gökada çekirdeklerindeki çok büyük kütleli yıldızlar veya dev kara delikler, X-ışın çiftlerinde nötron yıldızları veya kara delikler. Kara deliklerin yakınındaki enerjik HDE 226868-Cygnus X-1 sistemi. Bizim gökadamız içinde Uhuru tarafından bulunmuş en parlak X- olayları nasıl başlattığını anlamak zor değildir. ışın kaynaklarından biridir. Kaynak, optik olarak Yer yüzeyine düşen herhangi bir cisim bir ısı görülebilen HDE 226868 nolu, 20 M lik mavi bir verir. Eğer, aynı cisim bir beyaz cüce veya dev yıldızla ilişkilidir. Bu yıldız 10 M lik görünnötron yıldızının yüzeyine düşseydi, burada meyen bir bileşene sahiptir. çekim alanı çok daha kuvvetli olduğundan daha çok enerji açığa çıkardı ve ışık veya X-ışın olarak görünürdü. Sonuçta, eğer bu cisim çekim alanı çok daha güçlü olan kara deliğe düşerse açığa çıkan enerji, durgun kütlesinin enerjisine eşit olur ve E=mc2 ile verilir. Bu yüzden, bir kara delik bir cismin kütle-enerjisini elektromanyetik ışınıma dönüştürmek için kullanılabilir etkili bir alettir! 80 BÖLÜM 13 WOLF-RAYET YILDIZLARI Bu gruptaki yıldızların özellikleri ilk defa 1867 yılında Charles J. Wolf ve Georges A. Rayet tarafından belirlenmiştir. Bu sınıfın en parlak yıldızı 2m den yıldız γ2 Velorum’ dur. Gökadamızda yaklaşık 164 Wolf-Rayet yıldızı olduğu bilinmektedir. Tayf türleri O veya B olan çok büyük ışınım güçlü bu yıldızların ortalama salt parlaklıkları -5m dir. Kesin değerlerini saptamak zor olmasına rağmen etkin sıcaklıkları 30 000-50 000 K arasında değişen çok sıcak yıldızlardır. Tayfları çok özeldir. O veya B tayf türlerine karşılık gelen soğurma çizgileri arasında çoğunlukla helyum, azot, oksijen, silikon ve karbonun salma çizgileri görülür. Bu salma çizgileri, hızları 1000-3000 km/s’ ye ulaşan yıldız rüzgarlarıyla uzaya madde kaybını gösterir ve yıldızın etrafını saran genişlemiş bir atmosferin varlığını (fırlatılan madde ile dolu bir zarf) işaret eder. Yıldız rüzgarlarıyla kütle kaybı miktarı yılda 10-4 M‘ dir. Wolf-Rayet yıldızları parlaklıklarında çok ilginç değişimler gösterirler. Yakın çift sistemlerin üyeleridir. Bileşenleri Wolf-Rayet’ ten daha az ışınım güçlü, O veya B yıldızlarıdır. Wolf-Rayet yıldızlarının atmosferleri hidrojence zayıf, fakat karbonca ve azotça zengindir. Helyum en bol bulunan elementtir, fakat bolluğunu doğru olarak belirlemek zordur. Bazen bu yıldızlara Helyum Yıldızları adı da verilmektedir. Kütleleri yaklaşık 10 M veya daha azdır. Yarıçapları Güneş’ inkinden birkaç kat daha büyüktür. Bunların kökenleriyle ilgili varsayımlarda Wolf-Rayet’ lerin büyük kütleli yıldızlar oldukları, evrimleri içinde atmosferlerini kaybettikleri önerilmektedir. AtmosferWolf-Rayet yıldızlarının HR diagramındaki konumları lerinin yokluğu bize merkez bölgelerinin gözlenmesini sağlar. NGC 2359 bulutsusuyla çevrelenmiş bir Wolf-Rayet yıldızı 81 Wolf-Rayet yıldızları bize kütlesi büyük yıldızların evrimindeki bir evreyi göstermektedir. Bu evre bir kaç yüzbin yılda son bulur. Genç Öbek I yıldızlarıdırlar. Yaşamları, büyük kütleli yıldızlar daha çabuk evrimleştiği için kısadır. 60-100 M kütleli yıldızlar çok kuvvetli yıldız rüzgarlarına sahiptirler. Hidrojen yakma evreleri boyunca kütle kaybederler ve dolayısıyla helyumca zengin çekirdeklerini görebiliriz. Dış katmanlar yakın çift sistemin diğer bileşenine kaçmıştır. 82 Bir çift sistemde bir Wolf-Rayet yıldızının oluşumu ve evrimi. Bir Wolf-Rayet yıldızı büyük kütleli bir çift yıldızdan oluşabilir. Bu sistemlerin yörünge dönemleri bir kaç gündür. Sistem 20 M ve 8 M bileşenlerden oluşmuştur. Daha büyük kütleli yıldızın hidrojen yakma evresi yıldız rüzgarlarına neden olur. Bu maddenin bir kısmı yoldaş yıldıza iç Lagrangian noktasından geçer. Hidrojen yakma evresinin sonunda, başlangıçtan 6 milyar yıl sonra, kütleli yıldızın dış katmanları genişler ve Roche lobundan daha büyük olur. Kütle aktarımı 20 000 yıl kadar sürer. Yoldaş yıldızın kütlesi artar ve 22.6 M‘ e ulaşır. Baş yıldızın kütlesi artık 5.4 M‘ dir. Hidrojence zengin tüm zarfını kaybeder ve helyumca zengin çekirdeği görülür. Bu helyum yıldız artık bir Wolf-Rayet yıldızıdır. Bu evrede baş yıldızın yarıçapı yalnız bir kaç güneş yarıçapı kadardır ve yıldızın çekirdeğinde helyum yakma evresi başlar. Bu yıldız hidrojen zarflı normal yıldızın ışınım gücünden daha parlaktır. Yıldız rüzgarları bu evrede de hala devam eder. Yoldaş yıldız hidrojen yakan büyük kütleli mavi bir dev yıldızdır ve sistemin yörünge dönemi artmıştır. Bu Wolf-Rayet evre yaklaşık 580 000 yılda son bulur. Bundan sonraki evrimde baş yıldız bir süpernova olur. Çekirdeğinin çökmesiyle bir nötron yıldız veya kara delik oluşacaktır. Patlama anında bir olasılık, çift sistem dağılabilir. Yoldaş yıldız hızla sistemden ayrılabilir. Eğer sistem ayrılmaz ise yoldaş yıldız hidrojen yakma evresinde evrimini sürdürür. Daha kuvvetli yıldız rüzgarları üretir. Bu madde, nötron yıldızı veya kara delik etrafında toplanır ve X-ışını üretimi başlar. Sistem artık X-ışın çift yıldızı olarak adlandırılır. Yoldaş yıldız Roche lobunu doldurarak bir kırmızı dev olur. Şimdi madde ters yönde akmaya başlar. Kütlenin belli bir miktarı diğer bileşene geçer. Baş yıldız etrafında opaklık artar. X-ışın gözlemini engeller. Artık yoldaş yıldızda bir helyum yıldızı olmuştur. Bu ikinci kütle aktarımının sonunda X-ışın gözlemi yeniden yapılır. Đlginç bir cisim olan SS 433’ ün bu evrede olduğu tahmin edilmektedir. Đkinci kütle aktarımı tamamlandığında sistem tek bir Wolf-Rayet yıldızı olarak gözlenir. Nötron yıldızı olan baş yıldız, gözlenemez. Bu çift sistemin karekteristiği, ilk Wolf-Rayet evresinden farklıdır. Yörünge değişmiştir. Yörünge dönemi yalnız bir kaç saat kadardır. Kütlenin büyük bir kesri sistemden ayrılmıştır ve çift yıldız ortak bir gaz zarf ile çevrelenmiştir. Daha sonra, diğer X-ışın salma evresi yer alır: yoldaş yıldız bir süpernova olur ve sonuçta sıkışık cisim olarak kalır. Sistem bozulabilir, iki nötron yıldızı olarak kalabilir. Bu senaryo, büyük kütleli bir çift sistemin gerçek evriminin basitleştirilmiş bir modelidir. Fakat, iki büyük gözlemsel olayı açıklayabilir : Wolf-Rayet yıldızlarının ve çift X-ışın kaynaklarının varlığını. Diğer gözlemler, gerçek sistemlerin yukarıda söz edilenlerden daha karmaşık yapıda olduğunu göstermektedir. 83 BÖLÜM 14 ÇĐFT YILDIZLAR Đki yıldız gökyüzünde birbirlerine çok yakın görünüyorlarsa ya bunlar aynı doğrultuya denk gelen aslında birbirlerinden çok uzak iki yıldız olabilir ya da gerçekten uzayda aynı yerde bulunan iki yıldızdır. Đlk tür yıldızlara optik çiftler denir. Sayıları çok değildir. Çift görülen çoğu yıldızın gerçekten fiziksel bağımlılıkları vardır: bunlar gerçek çift yıldızlardır. Herbir yıldız diğerinin etrafında elips yörüngede dolanır. Optik çifti oluşturan yıldızların hareketleri ilişkisizdir. Birbirlerine yakın iki yıldızı gözlediğimizde, onların hareketlerinin özellikleri bu yıldızların optik çift mi yoksa gerçek çift yıldız mı olduklarına karar vermemizi sağlar. Ayrıca, en az üç yıldızlı çoklu sistemler de vardır. Karşılıklı çekim kuvvetleri diğer çekim kuvvetlerine baskın çıkar. Bu gibi sistemler birbirlerini tedirgin ederek yıldızların ikiye ayrılmasına neden olabilir. Bir yıldız gökadadaki tüm yıldızların çekimsel etkileşmelerinden de tedirgin olarak gökada merkezi etrafında bir yörünge hareketi yapar. ÇĐFT YILDIZLARIN BULUNUŞU Çift yıldız terimi ilk defa Claudius Ptolemy tarafından υ1 ve υ2 Sagittarii yıldızları için kullanılmıştır. Açısal ayrıklığı 14 yay dakikası olan bu yıldızlar aslında birbirlerinden bağımsız yıldızlardır. Çift yıldızların teleskopla ilk gözlemi 1643 yılında Đtalyan Giambattista Riccioli tarafından yapılmıştır. Riccioli, Mizar’ ın (ζ Çift yıldız Alpha Centauri. Alpha Centauri üçlü bir sistem Ursae Majoris) iki bileşene (ζ1 ve ζ2) olmasına rağmen resimde yalnız A ve B bileşenleri görülmeksahip olduğunu bulmuştur. 1803 tedir. Tayf türleri G2 ve K1 olan, V. ışınım gücü sınıfından cüce yılında William Herschel bir çiftin yıldızlardır. Bu X-ışın görüntüsü Einstein uydusuyla alınmıştır. birbirlerine göre hareketini gösteren Üçüncü bileşen Alpha Centauri C veya Proxima Centauri alanın dışında kalmaktadır. Sistem Güneş’ e 1.3 pc uzaklıktadır ilk gözlemleri yapmıştır. Bulduğu ve bize en yakın yıldızlardır. A ve B bileşenleri arasındaki sonuca göre bu hareket, iki yıldızın ayrıklık yaklaşık 40 AB dir. Birbirleri etrafındaki dolanma karşılıklı etkileşiminden kaynaklanıdönemleri 80 yıldır. yordu. 1827 yılında Felix Savay ζ Ursae Majoris çift yıldız sisteminin göreli yörüngesinin bir elips olduğunu ve yörünge döneminin 60 yıl olduğunu gösterdi. Bu sonuç, bilimsel düşüncenin evriminde önemli bir noktaydı: fizik yasaları ilk defa yıldızlara uygulanıyordu. Aletlerdeki gelişmeyle çift yıldızlar üzerine yapılan araştırmalar hızla gelişti. ÇĐFT YILDIZ GÖZLEMLERĐNDEN ÖLÇÜLEN PARAMETRELER Örten çift yıldızların ışık eğrisi şekillerinin analizi, sistemin yıldızlarına ilişkin atmosferlerin bazı fiziksel parametrelerinin belirlenmesini sağlar. Bir tam tutulma olduğunda, iki bileşenin etkin sıcaklıkları oranını saptayabiliriz; bileşenlerin yarıçapları hakkında bilgi edinebiliriz. Bu belirleme yalnız ışık eğrileri analizinden değil, yıldızların tayflarında görülen 84 dikine hız değişimlerinden de elde edilebilirse yarıçapların salt değerleri bulunabilir. Bu yolla yarıçap hesaplanması az sayıda yıldız için olasıdır. Girişimölçer kullanarak yapılan ölçümler yarıçapların doğrudan ölçülmesini sağlar. Bazı sistemler yalnız bileşenlerden birinin atmosferinin ayrıntılı çalışılmasına olanak tanır. Örneğin, ζ Aurigae, Güneş’ ten 245 kat daha büyük yarıçaplı tayf türü K olan bir dev yıldız ile tayf türü B olan bir anakol yıldızından oluşmuş bir sistemdir. Biz yalnız çok daha parlak olan B-tayf türünden olan yıldızın ışınımını gözleriz. Bu yıldız dönemli olarak dev yıldız tarafından örtülmektedir. Bu dev yıldız çok genişlemiş bir atmosfere sahiptir. Bu atmosfer yarı geçirgen olduğundan tutulma anında, B yıldızı K yıldızı arkasından belli bir anda bir miktar görünmez olur. B yıldızının K yıldızı arkasından yapılan tayf analizi K yıldızının atmosferi hakkında ayrıntılı atmosfer çalışması yapmamızı sağlar. Bazı çift yıldızların ışık eğrilerinin ayrıntılı analizleri örten yıldızların dönme hızlarının bulunmasına yardımcı olur. Çift yıldız çalışmalarından gözlem yoluyla yıldızların tek tek kütlelerini de bazen bulmak olasıdır. Bu ölçümlerden giderek kütle-ışınım gücü ilişkisi çıkarılabilir. Bu ilişki iç yapıyı belirleyen kuramsal modellerin test edilmesinde önemli rol oynar. Bütün sistemlerde bileşenlerin kütleleri saptanamaz. Gözlemler, yörüngenin şeklini ve dolanma dönemini bulmamıza yardım eder; çekim yasası, bu gözlenen parametreler ile etkileşen çiftlerin kütleleri arasında bir ilişki verir. Bu durumda sistemdeki yıldızların herbirinin kütleleri bulunabilir. ÇĐFT YILDIZLARIN SINIFLARI Çift yıldızlar değişik gözlemler yoluyla saptanabilir. Bundan dolayı sınıflama saptama tekniklerine göre yapılır. Bu yüzden çift yıldızları üç sınıfta toplayabiliriz: görsel çiftler, astrometrik çiftler, tayfsal çiftler. Eğer, bir görsel çift yıldızın uzaklığı biliniyorsa, yıldızlardan birinin diğerine göre göreli yörüngesi ve yörünge dönemi, iki bileşenin kütlelerinin toplamını hesaplamak için kullanılabilir. Eğer, bu bileşenlerin herbirinin hareketi, sistemin çekim merkezine göre saptanabiliyorsa, herbir bileşenin kütlesini saptayabiliriz. Bu yolla, Sirius ve bileşeninin kütleleri sırasıyla 2.27 M ve 0.98 M olarak hesaplan-mıştır. Đki yıldızın görünür akıları arasındaki çok büyük fark (oran yaklaşık 40 000) onların ışınım güçleri arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Çünkü, her ikisi de bizden aynı uzaklıktadır. Ancak, her ikisi de etkin sıcaklıklarından gittiğimizde yaklaşık aynı renge sahiptir. Anakol yıldızı olan Sirius’ un ışınım gücünden herbir yıldızın yarıçaplarını bulabiliriz. Sirius A nın yarıçapı 2.3 R tahmin edilirken Sirius B’ nin ki Güneş yarıçapının yüzde biri kadardır. O halde, Sirius B’ nin yoğunluğu Güneş’ inkinden bir milyon kat daha fazladır, yani bir beyaz cücedir. Astrometrik gözlemler 0.06 M’ den daha küçük kütleli yıldızların bulunma olasılığını arttırmaktadır. Çünkü, bu yıldızlar büyük kütleli yıldızın öz hareketinde bir tedirginliğe yol açmaktadır. Bu düşük kütleli yıldızlar, ışınım güçleri çok düşük olduğundan doğrudan gözlenememektedirler. Astrometrik ölçümler aynı zamanda merkezi yıldız etrafında dolanan gezegen sistemlerin varlığını da ortaya koyabilmektedir. Görünmeyen bileşenli bir yıldızın hareketindeki tedirginlik gözlemleri, kütlelerin doğrudan saptanması için yeterli değildir. Ancak, bu gözlemler sistemdeki herbir yıldıza ait kütlelerin tahmin edilmesini sağlayabilir. Paralaksın ve bileşenlerin toplam kütlesinin bilindiği durumlarda sonuca gidilebilir. Tayfsal çift yıldızlar büyük teleskoplarla bile tek bir yıldız olarak görünür. Fakat, tayf çizgilerinin konumunda dönemli kaymalara rastlanır. Bu da iki yıldızın varolduğunu kanıtlar. Tek çizgili tayfsal çift yıldızların gözlemi, yalnız bileşenlerin toplam kütlelerini bulmamızı sağlarken, çift çizgili tayfsal çift yıldızların iki ışık eğrisi analizi herbir bileşenin kütlesini yörünge eğimine bağlı olarak hesaplamamıza yardım eder. Eğer, bir çift yıldız aynı zamanda 85 bir görsel çift veya örten çift yıldız ise, yörünge eğimi saptanabilecektir. Ancak bundan sonra bileşenlerin kütleleri için gerçek bir değer verebiliriz. Ölçülmüş en küçük kütle değerleri görsel çift yıldız Ross 614 içindir. Bileşenlerinin kütlesi 0.114 M ve 0.062 M’ dir. Bu yolla saptanan en büyük kütleli yıldız V729 Cygni’ dir. Çift çizgili ve örten çift yıldız olan bu sistemin baş yıldızı 58.7±9 M kütlelidir. Yoldaş yıldız ise 13.7± 6.3 M kütle değerine sahiptir. GÖRSEL ÇĐFT YILDIZLAR Fotoğraf plakları üzerinde ölçüm yaparak veya teleskoplarla doğrudan bakarak çift olduğu saptanan yıldızlara görsel çift yıldızlar denir. Bu yıldızların gözlemi kullanılan aletin ayırma gücüyle sınırlıdır. Böyle bir çiftin saptanabilmesi için en düşük ayırma gücünün 1.5 yay saniyesinden daha büyük olması gerekir. Girişimölçer tekniğini kullanarak 0.5 yay saniyesine kadar ayrık olan cisimleri gözleyebiliriz. Bu yıldızlardan birinin diğerine göre göreli yörüngesi, iki yıldızın zaman içinde göreli konumlarının arka arkaya yapılan ölçümleriyle bulunabilir. Krüger 60 çift yıldızının 1908, 1915 ve 1920 yılında E. E. Barnard tarafından çekilen fotoğrafları, çiftin A ve B bileşenlerinin 12 yıllık dönem içinde göreli konumlarını göster-mektedir. Krüger 60 çift yıldızı Gözlenen göreli yörünge gerçek yörünge değildir. Bunun nedeni, gözlemcinin yörünge düzlemine genelde dik olarak bakmamasıdır. Bundan dolayı gözlemci, yörüngenin bakış doğrultusuna dik bir düzlem üzerindeki izdüşümünü görür. Geometrik kavramlar ele alınarak gerçek yörünge bulunabilir. Yandaki diagram ζ Bootis ile bileşeninin göreli yörüngesini göstermektedir. Herbir bileşenin kütle merkezine göre yörüngesinin (yani salt yörüngesinin) saptanabilmesi için bu bileşenlerin gökadamızdaki uzak yıldızlara göre tanımlanmış bir salt referans sistemine göre konumları-nın bilinmesi gerekir. Bu gibi çiftlerde bileşenler arasındaki karakteristik ayrıklık 1.2 AB’ den yüzlerce AB’ e kadar olabilir. Böyle sistemlerin dönemleri ise çok büyüktür: 1.7 yıl ile100 yıl arasında değişebilir. Lick Rasathanesi tarafından 1963 yılında yayınlanmış bir katalogda 62 246 görsel çift yıldız sistemine yer veril-miştir. Bunlardan ancak 700 sistemin yörüngeleri tam olarak saptanabilmiştir. 86 Zaman içinde kesik kesik yapılan gözlemler yörüngenin geometrik parametrelerini bulmamıza olanak tanımakta yalnız yıldızların fiziksel olarak ilişkili olduğunu belirtmektedir. ASTROMETRĐK ÇĐFT YILDIZLAR Bazı yıldızların konumlarına ait ölçümlerin tekrarlanmasıyla öz hareketlerde düzensizlikler bulunmuştur. Bu düzensizlikler, baş yıldızdan kolayca ayırtedilemeyen çok sönük ve çok yakın bir görünmeyen bileşenin varlığını göstermektedir. Bu şekilde 1844 yılında F. W. Bessel, Sirius’ un doğrusal olmayan bir hareket gösterdiğini buldu. Salınımları bir görsel çiftinkine uygunluk gösteriyordu. Buna göre Sirius’ un, ışınım gücü düşük olan ikinci bir yıldızın çekiminden etkilendiğine karar verdi. Sirius B’ nin parlaklığı 8.7 kadir iken Sirius A, 1.4 kadir parlaklığa sahipti. Aşağıdaki diagram Sirius A ve Sirius B’ nin yollarını göstermek-tedir. Yörüngeler salt bir referans sistemine göre noktalanmıştır. Bessel, Procyon yıldızı için de benzer gözlemler yapmış ve bileşeninin varlığını 1896 yılında bulmuştur. Ancak, bileşen yıldızlar daima gözlenebilir durumda olmayabilir. Artık biliyoruz ki yirmiden fazla astrometrik sistem vardır. Bu yöntem özellikle dönemi büyük olan (onlu yıllar) sistemlerin saptanmasında oldukça kullanışlıdır. Bazen çift yıldızın yörünge hareketlerinden düzensizlikler saptanmaktadır. Bu durum görünmeyen üçüncü bileşenin varlığını gösterir. O halde sistem üçlü bir sistemdir. 61 Cygni yıldızı böyle bir sisteme örnektir. Bilinen en iyi gözlenmiş astrometrik sistem belki de Barnad Yıldızı’ dır. Bu yıldız bize en yakın üçüncü yıldızdır. Tayf türü M5V olan yıldızın görsel parlaklığı 9m.5 dir. Sistemin dönemi 11.5 yıldır. Bileşeninin kütlesinin Jüpiter’ in kütlesine yakın olduğu tahmin edilmektedir. Aslında yapılan hesaplar Barnard yıldızının iki bileşeni olduğunu göstermektedir. Đkincisinin yörünge dönemi 26 yıldır ve kütlesi Jüpiter’ in 1.15 katına eşittir. Bu bileşenlerin merkezdeki yıldızdan uzaklıkları bir kaç AB olmalıdır; bu sonuçlar bize Barnard yıldızının bir gezegen sistemi olduğuna dair ip uçları taşır. Alcor ve Mizar optik çift sistemi. Mizar, küçük bir teleskopla görülebilen bir görsel çift yıldızdır. Herbir bileşen de aynı zamanda bir görsel çifttir. Hatta, Mizar B’ nin üçlü bir sistem olduğuna dair bulgular vardır. 87 TAYFSAL ÇĐFT YILDIZLAR Çift yıldız saptamak için diğer bir yol 1889 yılında Antonia Maury tarafından bulunmuştur. Maury, β Aurigae yıldızının bazen çift çizgili bir tayf gösterdiğini farketmiştir. Bu, bir plak üzerinde aynı anda görülen iki yıldız olduğunu ifade etmektedir. Çizgilerin konumları herbir bileşenin yörünge hareketleri yüzünden zamana bağlı olarak değişmektedir. Dikine hızdaki değişim dönemlidir. Dönem, yörünge hareketine ilişkindir. Bu gibi yıldızlara tayfsal çift yıldızlar denir. Diagram (a), yıldızların dönemli hareketlerinin dikine hızlarında nasıl bir değişim yaratabileceğini gösterir. Burada yörüngeler dairesel olarak kabul edilmiştir. Sistemin çekim merkezi G’ dir ve Yer, yörünge düzlemindedir. Yıldızlar birbirlerine çok yakın olduklarından, her ikisi de eşzamanlı olarak gözlenir ve tayfları aynı fotoğraf plağında görülür. Yıldızlar 1 ve 3 konumlarındayken dikine hızları sıfır olacaktır. Đki yıldızın çizgileri üst üste binecektir. Yıldızlar 1 konumundan 2 konumuna doğru gelirken, A yıldızı Yer’ den uzaklaşacak, B yıldızı Yer’ e doğru yaklaşacaktır. Bu konumda Doppler etkisinden dolayı çizgilerde kayma gözlenecektir. A yıldızı için kırmızıya kayma, B yıldızı için maviye kayma görülecektir. 3 konumundan 4 konumuna hareket boyunca, olayın tersi gözlenecektir. Đki yıldıza ait olan çizgiler aynı miktarda kaymayacaktır; B yıldızı, yörüngesi üzerinde A yıldızına göre aynı dönem içinde daha hızlı hareket edecektir. Çünkü, çekim merkezinden daha uzaktır. Yıldızların yörüngelerindeki bu dönemli hareketlerin sonucunda sinuzoidal dikine hız değişimleri elde edilir. Bu gibi yıldızların hepsine çift-çizgili tayfsal çift yıldızlar denir. Bazı durumlarda fotoğraf plağında yalnız bir tayfı görürüz. Çünkü, diğer bileşen çok sönüktür. Bu tür çiftlere de tek- çizgili tayfsal çiftler denir. Diagram (b) bu durumu açıklamaktadır. Önerilen kuramlar bir öncekinde olduğu gibidir. Genelde yörüngeler dairesel değil, elipstir. Dikine hız eğrileri dönemlidir, fakat sinuzoidal değildir. 88 Çok fazla sayıda tayfsal çift yıldız vardır. Tahminlere göre her dört yıldızdan üçü tayfsal çift yıldızdır. Gözlenen dönemler bir kaç saatten bir kaç yıla kadar değişebilir. Dikine hız eğrilerinin çalışılmasından, bir yıldızın diğerine göre eliptik yörüngesini tanımlayan parametreleri hesaplayabiliriz. Fakat, onun uzaydaki yörüngesinin oryantasyonunu bulamayız. Bununla beraber, yıldızlar tayfsal çift olmaksızın da dikine hızlarında dönemli değişimler gösterebilir. Aslında, onların yörüngelerinin özelliklerini saptayabilirsek, yörünge yarıçapının, bir yıldızın yarıçapından daha küçük olduğunu bulabiliriz! Bu değişimler yıldızın atmosferindeki hareketleri temsil eder. Örneğin, bunlar Cepheid türü değişenler olabilir. Bir tayfsal çift yıldız, yalnız yakın bir sistemin üyesi ise bulunabilir. Bileşenlerin yörünge hızı yüksektir. Dikine hızdaki değişimler ölçülebilecek kadar büyüktür. Bu yöntemin duyarlılığı Doppler etkisinin ölçümlerinin güvenilirliğine bağlıdır. Görsel ve astrometrik çift sistemler genelde saptanabilecek kadar küçük dikine hız değişimlerine sahiptirler. Çünkü, yıldızların yörüngedeki hareketi, yörünge daha büyük olduğunda daha yavaştır. ÖRTEN ÇĐFT YILDIZLAR Bir çift yıldızın yörüngesine tam kenardan veya çok büyük bir açıyla bakıldığı zaman yıldızlardan biri dönemli olarak gözlemcinin bakış doğrultusuyla diğer yıldızın arasına girer. Böyle bir durumda tutulmalar veya örtülmeler görülür. Örtülmeler yıldızların göreli çapları ve yörünge düzleminin bakış doğrultusuna olan eğikliğine göre parçalı (a) veya tam (b) tutulma olabilir. Bu çift yıldızlar sistemin görünür parlaklığındaki dönemli değişimlerden saptanabilir. Bu tür yıldızlar örten çift yıldızlar veya fotometrik değişen yıldızlar olarak adlandırılır. Bu türün gözlenen ilk yıldızı Algol (β Persei)' dur. Parlaklığındaki değişim 1670 yılında Geminiano Montanari tarafından göz-lenmiştir. Algol’ un ilk sistematik gözlemleri 1783 yılında John Goodricke tarafından yapılmış ve döne-minin 2 gün 20 saat 49 dakika 3 saniye olduğu bu-lunmuştur. John Goodricke bu değişimi açıklayan iki model önermiştir. Birinci önerisi, yıldızın üstünde dev lekelerin olduğu, diğeri ise Algol’ un etrafında dolanan ve tutulmalar yaratan büyük bir gezegenin varlığıdır. Şu anda 4000’ den fazla örten çift sistemin var olduğunu biliyoruz. Bu sistemlerin dönemleri genelde kısadır: birkaç saatten bir kaç on güne kadar değişebilir. Ölçülmüş en kısa dönemli yıldız WZ Sagittae: 1 saat 22 dakika ve en uzun dönemlisi ise 9883 gün veya yaklaşık 27 yıl ile ε Aurigae' dır. Sistemlerin parlaklıklarındaki değişim ölçümleri genelde fotoelektrik ışıkölçüm (fotometri) ile yapılır. Zamana bağlı parlaklık değişimine ışık eğrisi denir. Bu eğrinin şeklinin çalışılmasıyla yörünge parametreleri yeniden bulunur. Yanda şematik bir ışık eğrisi gösterilmiştir. Aslında, ışık eğrileri çiftlerin karşılıklı etkileşimlerin-den dolayı bozulmalar gösterir. Örneğin, bileşenler arasında oluşan yansıma etkileri, birinin veya diğeri-nin diskinde görülen parlaklık değişimi, karşılıklı çekim etkilerinden 89 dolayı yıldızların şekli değişir. Bir Çift Yıldız Sisteminde Lagrangian Noktaları ve Eşpotansiyel Yüzeyleri Bir çift sistemdeki iki yıldız (S1 ve S2) ortak çekim merkezi etrafında dolanırlar. Bu durum merkezkaç kuvvetine neden olur. Belirli noktalarda, bu merkezkaç kuvvet iki yıldızın toplam çekim kuvvetleri tarafından tam olarak dengelenir. Lagrangian noktaları olarak adlandırılan bu beş denge noktasından birinde bulunan bir cisim hareketsiz olarak kalır ve çift sistemle birlikte döner. Yandaki diagramda bu noktalar L harfiyle gösterilmiştir. Yalnız L4 ve L5 noktaları kararlı denge noktalarıdır: eğer, bir cismin yerini L4 ve L5 konumundan biraz değiştirirsek sonuç kuvvet, onu denge konumundan geriye doğru itecektir. Diğer üç nokta L1, L2 ve L3 kararsız denge noktalarıdır: eğer, bir cisim bu noktaların birinden biraz yer değiştirirse, cisim bu noktadan uzaklaşacaktır. Diagram aynı zamanda sistemin eşpotansiyel yüzeylerinin kesitini de gösterir. Herbir yıldızın etrafındaki hacim Roche Lobu olarak adlandırılır. Bir Çift Sistemde Yıldızların Şekilleri Eğer, herbir yıldızın hacmi Roche Lobundan daha küçükse, çift yıldız ayrık çifttir. Herbir yıldızın şekli eşpotansiyel yüzeyiyle belirleneceğinden, bileşenler küresel veya küresele yakın şekillere sahip olurlar. 90 Evrimleri boyunca yıldızlar genişlerler. Eğer, genişleme anında yıldızın hacmi Roche Lobunu taşarsa, büyük yıldızdan küçük yıldıza doğru iç Lagrangian noktası L1’ den bir kütle aktarımı başlar. Sistem artık yarı ayrıktır. Aktarılan madde doğrudan bileşenin üstüne düşemez ve yıldızın etrafında sarmal bir yapı oluşturur. Bu madde genelde yıldız etrafında bir toplanma diski meydana getirir. Eğer, her iki yıldız da genişler ve Roche Loblarını doldururlarsa, değen çift olurlar. Eğer, bu genişleme devam ederse, iki yıldızın maddesi daha büyük hacim kaplar ve maddeleri karışır. Dolayısıyla, iki yıldızın çekirdeğinin etrafını saran bir ortak zarf oluşur ve termonükleer reaksiyonlar bu zarfta devam eder. Hatta, sistem eğer çok büyürse L2 ve L3 noktalarından madde kaybetmeye başlar. Bu çift sistemin iki bileşeni arasında kütle aktarımı olası olduğu durumlarda bu tür sistemlere yakın çift yıldızlar denir. 91 Algol sistemi, bir yakın çift yıldız sisteminin evrimindeki ilk evreyi geçirmiştir. Başlangıçta sistem, 3 M ve 1.5 M kütleli ayrık yıldızlardan oluşmuştur. Daha büyük kütleli yıldız hidrojenini hızla yakmış ve merkezde hala yanma devam ederken dış katmanlarını yavaşça genişleterek Roche Lobunu doldurmuştur. Daha sonra kütle iç Lagrangian noktasından diğer bileşene aktarılmış, iki yıldızın kütleleri ve oynayacakları roller değişmiştir. Başlangıçta büyük kütleli olan yıldız 0.8 M’ lik kırmızı bir yıldız, bileşeni ise 3.7 M’ lik bir mavi yıldız olmuştur. Sistem şimdi yarı-ayrıktır. Bileşenleri arasında çok küçük bir madde akımı vardır. Yakın Örten Çift Sistemlerin Işık Eğrileri Yakın çift sistemler sık sık örten çift yıldızlar olarak da anılırlar. Böyle bir sistemin ışık eğrisi: yıldızların küresel şekilli olmamasından ve yansıma etkisinden dolayı etkilenir. Algol (β Persei) durumunda, sistemin daha büyük kütleli bileşeni aynı zamanda daha parlaktır. Roche Lobunu doldurmamış olduğundan yüzeyi çok az şekil değiştirmiştir. Böyle bir sistemin ışık eğrisi çok bozulma göstermez, yarı-ayrık bir sistemin ışık eğrisidir. β Lyrae durumunda daha parlak yıldız Roche Lobunu doldurmuştur. Işık eğrisi önemli oranda biçim değiştirmiştir. Bundan başka, bu yarı-ayrık sistemde, iki bileşen arasında çok kuvvetli madde akımı vardır. Dönemi 12.9 gündür. W UMa sistemi iki yıldızın birbirine değdiği, ortak zarflı ve kütle aktarımına sahip bir yıldız sistemidir. Işık eğrisi aynı derinlikli iki minimum gösterir. Minimumlar arasındaki ışık, kuvvetli etkileşim yüzünden çok bozulmuştur. U Geminorum ise parlak yıldızı Roche Lobunu doldurmuş ve etrafında toplanma diski bulunan beyaz cüce bileşenli diğer bir örten çift sistemdir. Bu diskteki kuvvetli hidrodinamik olay sistemi çok parlak yapar. Đç Lagrangian noktasından gelen madde akımı beyaz cücenin yakınındaki disk maddesine çarpar. Gaz akımlarının kinetik enerjisinin ışınıma dönüşmesiyle büyük bir enerji açığa çıkar. Sıcak leke olarak adlandırılan bu bölge sistemdeki yıldızlardan daha parlaktır. 92 BÖLÜM 15 GENÇ YILDIZ KÜMELERĐ Gökadamızdaki yıldızların çoğu uzayda gelişigüzel dağılmışlardır. Takımyıldızların şekilleri basit bir perspektif (Yer’den görüldüğü gibi) etkisi sonucu belirlenmiştir. Ancak, bazı yıldız gruplarının kökeni ortaktır. Örneğin, bunlardan en iyi bilineni Pleiades (Ülker)’ dir. Bu kümeler bir kaç yüz genç yıldız içerirler ve küresel kümelerden kolayca ayırtedilebilirler. Bilindiği gibi küresel kümeler, içlerinde yüzbinlerce yıldız içeren yaşlı yıldız kümeleridirler. Bu nedenle, genç yıldız kümelerine açık yıldız kümeleri denir. Açık küme yıldızlarının öz hareket çalışmaları, küme yıldızlarının hepsinin beraber hareket ettiğini göstermektedir. Bu da bize bu yıldızların bir fiziksel grup oluşturduklarını anlatır. Perspektiflik yüzünden, öz hareketlerinin doğrultusu gök küresinde belli bir noktaya doğrudur. Küme yıldızlarının dikine hız ölçümleri (tayf çizgilerindeki Doppler kaymasından) yapılarak bu noktanın yeri bir kaç açık kümenin uzaklığının saptanmasını sağlamıştır. Bu yöntem kullanılarak Güneş’ ten 43 pc uzaklıkta bulunan Hyades kümesinin uzaklığı en güvenilir biçimde saptanmıştır. Taurus takımyıldızının bir kısmında oluşan Hyades, bir açık yıldız kümesidir. Kümelerin uzaklıkları genellikle, içerdikleri yıldızların parlaklık ve renkleri Hyades’ in yıldızlarıyla karşılaştırılarak bulunur. Ancak, bu yöntemin duyarlılığı oldukça zayıftır. Pleiades (Ülker) açık yıldız kümesi. Resimde kümenin en parlak ve çıplak gözle de görülebilen yıldızları görünmektedir. Bu yıldızları saran bulutumsu yapı kümenin oluşumu aşamasındaki gaz bulutudur. Yaklaşık 250 yıldızı kimliklendirilmişse de daha fazla yıldız içermektedir. Bu küme yaklaşık 126 pc uzaklıktadır. 93 Açık kümeler, yıldızlararası maddenin ve genç Öbek I yıldızlarının bulunduğu gökada diskinde yoğunlaşmışlardır. Bu nedenle açık kümeler bazen galaktik (gökadaya ait) kümeler olarak adlandırılırlar. Güneş’ ten 3 kpc uzaklık içinde binden fazla açık küme olduğu bilinmektedir. Daha büyük uzaklıklardaki kümeleri, artan gökada yoğunluğuna karşın ayırt etmek zordur. Açık kümelerin en yakınlarından biri Ursa Major Kümesidir. Gökada düzleminden uzakta birkaç açık küme bulunmuştur. Bu özellik gökada düzlemimizin konumunu belirlememizde kullanılmaktadır. Güneş’ in etrafındaki açık kümeler tarafından kaplanan hacmin kalınlığı ve çapı arasındaki oranın binde birden daha az olduğu bulunmuştur. Gökadamız içinde ortak uzay hareketlerine sahip diğer yıldız grupları da bulunmaktadır. O veya B yıldızları içeren bu grup-lara OB oymakları denilmektedir. Bunlar hemen hemen yıldızlararası gaz ve toz yapıların yakınlarında bulunmaktadırlar. En iyi bilinen OB oymaklarından biri Orion takımyıldızı içinde yer almaktadır. Kümeler ve oymaklar, aynı yaşa ve aynı kökene sahip yıldızlarının gözlemini sağladıklarından astronomide büyük öneme sahiptirler. Bunların, aynı kimyasal yapıya sahip, homojen bir gaz buluttan oluştuklarına inanılır. Böylece, yıldızların evrim basama-ğını belirleyen üç bağımsız para-metreden (yaş, Açık ve küresel yıldız kümelerinin HR diagramı orjinal kimyasal yapı ve kütle) ikisi sabitleştirilmiş olur. Dolayısıyla aynı kimyasal yapıya ve aynı yaşa sahip yıldızların evrimine faklı kütlelerin nasıl etki yaptığı gözlenmiş olur. Küme evriminin sorunu aslında çok karmaşıktır. Bilindiği gibi bazı yıldızlar kütlelerin önemli bir kısmını yıldız rüzgarlarıyla kaybetmektedir. Bu olay beyaz cücelerin neden bazı genç yıldız kümelerinde bulunduğunu açıklamaktadır. Açık kümelerin ve oymakların yaşı, bize iki bağımsız tartışmayı başlatır. Her şeyden önce, açık kümelerdeki yıldızlar, küresel kümelerdekinin tersine birbirlerine zayıf çekimsel kuvvetlerle bağlıdır. Çünkü, bunların birbirlerine göre hareketleri çok küçük olduğundan kümenin çekim kuvvetini yenip kaçabilirler. Hesaplar ortalama kaçma hızının yüzbin yılda bir, 1 yıldız olduğunu göstermiştir. Bu dinamik tartışmalardan biri, bir kümenin yaşının yüz milyon yıldan fazla olamayacağını göstermektedir. Bu süre tüm küme yıldızlarının gökada diskine yayılması için geçen süredir. Yıldız evrim kuramını temel alan yöntemler, açık kümelerin yaşları için de benzer sonuçlar vermektedir. E. Hertzsprung ve H. N. Russell küme yıldızları üzerine çalışırlarken renk (sıcaklık) ve parlaklık (salt ışınım gücü) arasındaki ilişkiyi aynı zamanda buldular. Oluşturdukları diagram bugün bile hala astronomi ve astrofizik alanında kullanılmaktadır. HR diagramı olarak adlandırılan bu diagramda, bir açık kümede bulunan yıldızların çoğu köşegenlemesine dar bir bant (anakol) üzerinde bulunmaktadır. Anakoldan dönme noktası kümelerin yaş tayininde kullanılmaktadır. 94 BÖLÜM 16 KÜRESEL KÜMELER Küresel kümeler isimlerini küresel yapılı görüntülerinden alırlar. M13 (NGC 6205) Hercules takımyıldızında çıplak gözle görülebilen bir küresel kümedir, ancak tek tek yıldızlarını görebilmek için büyük bir teleskoba gereksinim vardır. Tipik bir küresel küme yüzbin ile bir milyon arasında yıldız içerir. Yıldızlar karşılıklı çekim kuvvetlerinden dolayı uzayda topluca dururlar. Bu kümelerin küresel şekli, çekim kuvvetlerinin izotropik özelliklerini gösterir. Birim hacimdeki yıldız sayısı kümenin dış bölgelerinden merkeze doğru artar. Merkez yakınında yıldız yoğunluğu parsek kübde bir kaç bin yıldızdır. Bu yoğunluk güneşin komşuluğundaki yıldız yoğunluğundan bin kat daha yüksektir. Yalnız bir kaç küresel küme elipsoid şekildedir. Omega Centauri (NGC 5139 ) çok basıklaşmış kümelerden biridir. Kümelerin çapları 7-120 pc aralığındadır. Omega Centauri’ nin çapı 20 pc’ dir. Küresel kümeler tüm türden ve boyuttan gökadaların civarında bulunurlar. Bizim gökadamızla ilişkili kümeler merkez etrafında küresel olarak dağılmışlardır. Gökada merkezi Güneş’ ten 10 kpc uzakta Sagittarius doğrultusundadır. Gökadamız içindeki kümeler 60 kpc çaplı bir küre içinde dağılmışlardır. Ancak, bir çoğu da dış kısımlardan ziyade gökada merkezi yakınında bulunmaktadır. Şu anda yaklaşık 200 küresel kümenin olduğu bilinmektedir. Herbir küme 200 milyon yıllık bir dönemle merkez etrafında basık bir yörüngede dolanmak-tadır. Bu dolanımları boyunca gökadamız düzlemiyle iki kez kesişirler. Bu gibi kesişimler kü-meler üstünde çekimsel etki üretir. Bir kümenin yörünge hızı gök-adanın toplam kütlesine bağlıdır. Gökada M13 küresel kümesi merkezinden R uzaklıkta bulunan bir küme (M/R)1/2 ile orantılı bir hıza sahiptir. Burada M, R yarıçaplı bir küre içindeki gökadanın toplam kütlesidir. Bu gibi ölçümlerden giderek düşük ışınım güçlü yıldızların gökadanın toplam kütlesine katkısı hakkında bir fikir elde edilebilir. Küresel kümeler gözlenebilen, Güneş’ ten en uzak galaktik gökcisimlerdir. Onların uzaklıklarını doğrudan saptamak olası değildir. Çünkü, 30 pc’ den daha uzak yıldızların trigonometrik paralaks yöntemi ile uzaklıklarını ölçemeyiz. Küresel kümelerin uzaklıkları ilk defa Henrietta Leavitt tarafından 1908 yılında dönem-parlaklık ilişkisinin bulunuşundan sonra Shapley tarafından elde edilmiştir. Bu ilişki Büyük Magellan Bulutu’ ndaki Cepheid değişenlerinin dönem ve parlaklıkları arasındaki doğrusal ilişkiyi verir. Shapley’ e göre birkaç küresel kümede gözlenen Cepheid’ ler aynı özellikleri göstermektedir. Bundan dolayı, Shapley kümelerin gökada merkezinden itibaren küresel dağılımlı olduğunu buldu ve çapını 80 kpc olarak belirledi. Đlerleyen yıllarda yıldızlararası sönükleştirmenin önemi açıklanmaya çalışılırken ve gökadamızdaki Öbek türleri bulunurken (Walter-Baade 1940) Shapley’ in 95 sonuçlarından yararlanıldı. Öbek II yıldızları, düşük ağır element (karbon, azot, oksijen, demir, vb.) bolluklarıyla karekterize olmuş yaşlı yıldızlardır. Öbek I yıldızları ise bunların tersine genç ve materyal yapıları daha önceki yıldız nesillerinin nükleosentez işlemleri sonucunda üretilen maddelerce zengindir. Buna karşıt olarak Shapley, küresel kümelerdeki Cepheid’ lerin salt ışınım güçlerinin aynı dönemli Öbek I Cepheid’ lerden dört kat daha az olduğunu varsaymıştı. Gökadamızın küresel kümeleri çok yaşlıdır. Bunların yaşı kuramsal yıldız evrimi modelleri temel alınarak hesaplatılan HR diagramlarıyla karşılaştırılarak saptanmıştır. Küme yıldızları olup aynı kimyasal yapılı farklı kütleli yıldızların kuramsal evrimleri, kümelerin HR diagramlarıyla eşleştirilerek yapılmaktadır. Kararsızlıkların tümüne yanıt veren yaşlar 10-15 milyar yıl arasındadır. Küresel kümelerin hepsi aynı ağır ele-ment bolluğuna sahip değildir. An-cak, hepsi en yaşlı açık kümeler-den ağır elementçe daha fakirdir. Çünkü, küresel kümeler gökada-mızda ilk oluşan yapılar oldukla-rından süpernova patlamaları ve nükleosentez Küresel kümelerin HR diagramı işlemleri sonucunda üretilen yıldızlararası maddeyi içermezler veya çok az içerirler. Küresel kümelerin yaklaşık üçte ikisi, Güneş’ ten yüz kat daha az ağır elemente sahiptir. Üçte birini oluşturanlar ise bu ilk gruptan 50 kat daha fazla ağır element bulundururlar. Bu tür gözlemlerle gökadamızın kimyasal evriminin ilk çağlarındaki önemli bilgi araştırılır. Diğer gökadalardaki küresel kümelerin gözlemleri de büyük önem taşır. Andromeda Gökadası (M31) etrafındaki küresel kümeler bizim gökadamızın kümelerinden ağır elementçe daha zengindir. Onların uzay dağılımı daha seyrektir. Aslında onların erken evriminin daha yavaş ve daha düzensiz olduğu önerilmektedir. Öte yandan Büyük Magellan Bulutu tüm yaşlardan küresel kümeler içerir. En gençleri 10 milyon yıl yaşındadır. Yıldız oluşum hızı bu gökada da yavaşlamıştır. Bizim gökadamızdaki küresel kümelerin nasıl oluştuğuna ait genel görüş, ilkel gökada bulutunun parçalanması biçimindedir. Düşük yoğunluklu bölgelerde yani, en uzaklarda oluşan kümeler belki de uzun zaman ölçeklerinde ancak oluşabilmişlerdir. Gökada merkezine yakın bölgelerde oluşanların oluşum bölgelerindeki yüksek gaz yoğunluğu kümelerin oluşumunu hızlandırmıştır. Kümelerin evrimi çok yavaş olduğundan günümüzde onların yaşamlarını bilgisayar simülasyonları ile temsil edebiliriz. Bir kümede bulunan yıldızlar uzun süre içinde birbirleriyle kesişecek şekilde düzgün yörüngelerde dolanırlar. Ancak, iki yıldızın birbirlerine çok yakın geçişleri sırasında karşılıklı çekim kuvvetleri birbirlerinin yörüngelerini tedirgin eder. Bazıları kümeyi terkederken bazıları küme merkezine doğru çekilirler. Merkez yakınlarında yıldız yoğunluğu parsek kübde bir kaç bin yıldıza ulaştığı zaman, yıldız çarpışmaları yakın çift yıldızların ve belki de bir kara deliğin oluşmasını sağlayacaktır. Pek çok küresel kümeye ilişkin X-ışın gözlemi de bu senaryoyu destekler. Küresel kümeler astronomide çok büyük rol oynamaktadır. 20.yy’ ın başlarında onların gökada dağılımlarının bilinmesi gökadamızın yapısını daha doğru tanımamızı sağlamıştır. Küresel kümelerin yaşları gökadamızın evrimi ve yaşı hakkında bilgi vermektedir. 96 BÖLÜM 17 YILDIZLARARASI ORTAM Gökadamız (Samanyolu) gibi bir gökadadaki yıldızlar arasında ortalama 2-3 parsek uzaklık vardır. Yıldızlar arasındaki uzay yayılmış madde ile doludur. Bu maddenin kütlesi kendi gökadamız için, yıldızların toplam kütlesinin onda biri kadardır. Yıldızlararası ortam (YAO) ve yıldızlar birbirinden çok ayrı iki bölge gibi düşünülemez. Çünkü, yıldızlar bu ortam içinde doğar ve evrimleşir. YAO bir yerden bir yere değişir ve bir çok formda gözlenir. Gözle görülmeyen karanlık bulutlar parlak Samanyolu arasında ancak belli olur. Gökyüzünün bu bölgelerinde yoğun yıldız bulutlarını görmemizi engelleyen büyük gaz ve toz kütleleri bulunur. Orion Bulutsusu (M42) Uzun bir süredir bilinen gaz bulutsular yıldızlararası gazın diğer bir görünüşüdür. Burada genelde sıcak yıldızlar bulunur. Bu yıldızlardan çıkan ışınım gazı iyonlaştırır (H II bölgeleri) veya ortamdaki tozun parlamasına yol açar (Yansıma Bulutsusu). Gözlemler, yıldızlararası gazın çoğu yerde yıldızlararası bulut formunda yoğunlaştığını ve çalkantılı hareketler gösterdiğini ortaya koymuştur. Yıldızlararası madde (YAM) sıcak yıldızların tayfında görülen soğurma çizgilerinden (Na, K gibi) giderek dolaylı yoldan da saptanabilir. Gözlemlere göre yıldızlararası gaz (YAG) dağınık bir yol izleyerek ortalama 10 km/s’ lik bir hızla hareket etmektedir. Bu sürekli hareket bulutların çarpışıp birleşmesine veya parçalanmasına neden olur. YAO üzerine en iyi bilgi edinmenin bir yolu da gaz tarafından salınan radyo dalgalarının gözlemidir. Hidrojen, düşük sıcaklık ve yoğunluklarda 21.11 cm dalgaboyunda ışınım salar. Uzayda her yüz atomdan doksanı hidrojen atomudur. 21.11 dalgaboyundaki gözlemler gökadamızın hidrojence zengin bölgelerinin haritasını çıkarmamıza olanak tanır. Bu gözlemler sonucunda hidrojenin, gökadanın diski yerine merkez bölgede ve dört sarmal kolda yoğunlaştığı görülmüştür. Nötr hidrojen (H I), kütlesi 0.1-1000 M aralığında bulunan bulutlara yayılmıştır. Bunların yoğunluğu çok düşüktür, cm3 de yaklaşık 50 parçacık bulunur. 97 Bu bulutların içindeki sıcaklık çok azdır. Salma yapan gazın radyo gücünden çıkarılan sonuca göre, sıcaklık 80 K (yaklaşık -200°C ) civarındadır. Bunların dışında daha büyük kütleli, daha yoğun ve daha soğuk olan moleküler bulutlar veya moleküler kompleksler de vardır. Milimetre dalgaboyunda yapılan gözlemler bunların varlığını ortaya koymaktadır. Bunlar moleküller içeren yıdızlararası gaz yapılardır. Đçlerinde 60’ dan fazla molekül ve radikal türü bulunmuştur. En bol bulunanı doğal olarak hidrojen molekülüdür (H2). Bazı moleküler yapıların kütleleri 500 000 M’ i aşarken merkez bölgelerindeki yoğunluk cm3’ de 10 000 parçacıktan daha fazla olabilir. Sıcaklık ise 10 K’ den daha düşüktür. Yaşları bilinmemektedir. Çok büyük kütle-lere sahip olduklarından kendi çekim kuvvetleri altında çökecek-lerdir. Kızılöte gözlemleri bu bölgelerde bugün yıldız oluşumla-rının olduğunu göstermektedir. YAO’ ın kütlesinin yarısı molekü-ler bulut formunda yoğunlaşmıştır. YAO içinde Bok Küreleri olarak adlandırılan daha küçük moleküler oluşumlar da bulunmak-tadır. Bunların boyutları genelde 1 pc’ den daha Barnard Đlmiği küçüktür ve kütle-leri yaklaşık 200 M’ dir. Bunlar yıldız oluşum bölgeleridir. GAZ BULUTSULAR Bulutsular, yıldızlararası uzaydaki maddenin varlığını gösteren en açık işaretlerdir. Gökadamızda yüzlercesi sayılmıştır. Gökada diskimizin yakınlarına dağılmışlardır. YAM’ ın çoğu burada toplanmıştır. Birbirlerinden ayrılan dört tür bulutsu vardır: H II bölgeleri olarak adlandırılan iyonlaşmış hidrojen bölgeleri, yansıma bulutsuları, gezegenimsi bulutsular ve süpernova kalıntıları. H II bölgeleri, çok büyük kütleli, çok sıcak ve çok yeğin moröte ışınımı salan O türü yıldızlar tarafından üretilir. Yeğin moröte akı gaz baloncuklarının sıcaklığını 10 000 K’ e kadar yükselterek ısıtır ve iyonlaştırır. Bulutun kalbinde bulunan bu sıkışık H II bölgeleri başlangıçta kendini göstermez. Genellikle sıcak tozdan salınan kızılöte ve radyo dalgalarıyla saptanabilir. Daha sonra baloncukların basıncı YAO’ ın basıncından daha yüksek olur ve iyonlaşmaya başlayarak optik olarak görünür. 98 Yansıma bulutsuları tamamen farklı bir kökene sahiptir. Bu bölgeler yıldızlararası tozca zengindir ve yakınlardaki parlak yıldızlardan gelen ışığı yayarlar. Mavimsi renkleriyle Trifid yansıma bulutsusu Aquila gezegenimsi bulutsusu karekterize olurlar. Mikrometrenin onda biri boyutlarına sahip toz parçacıkları mavi ışığı kırmızı ışıktan daha çok yansıtarak, daha kolay görünmelerine neden olurlar. Aynı neden, sigara dumanının dolaylı olarak aydınlatıldığı zaman mavi görünmesinde de geçerlidir. Fakat ışık, dumanın arasından geçirildiğinde sigara dumanı kırmızı renkte görünür. Vela süpernova kalıntısı 99 Gezegenimsi bulutsuların adı onların teleskoptaki disk-benzeri görüntülerinden dolayı verilmiştir. Aslında, H II bölgeleri gibi merkezlerindeki çok sıcak yıldız tarafından iyonlaştırılan gaz bulutlardır. Parlak gaz merkezdeki yıldızın iyonlaşmış yüzey katmanlarının fırlatılması sonucunda oluşmuştur. Gezegenimsi bulutsular H II bölgelerine karşıt olarak sarmal kollarda bulunurlar. Orta kütleli dev yıldızların evrimlerinin son basamaklarıdır. Pleiades Kümesi etrafındaki yansıma bulutsusu Süpernova kalıntısı (SNR) bir yıldızın ölümcül büyük patlamasının bir sonucudur. Kalıntı terimini kullanmak aslında hatalıdır. Çünkü, ışık salan bu bölge bir yıldızın kütlesinden daha büyük kütleli gaz içerir ve yeni yıldızların oluşumuna yarar sağlar. Patlama sonucu serbest kalan büyük enerji miktarı büyük hızlarla ilerleyen bir şok dalgası üretir. Bu durum genç bir kalıntıda sıcaklığın bir milyon Kelvin’ den daha fazla artmasına ve elektromanyetik tayfın her bölgesinde ışınım yaymasına neden olur. Yaşlandıkça, SNR soğur ve ortamla aynı sıcaklığa sahip olur. Bazı büyük boyutlu yaşlı kalıntılarda filament yapılı kabuklar görülür. Burada yoğunluk yüksektir ve filamentlerin optik olarak görünmesini sağlar. MOLEKÜLER BULUTLAR Moleküller YAO’ da ilk defa 1937 yılında F. Adams tarafından 400 nm dalgaboyunda parlak yıldızların tayfında CN, CH+ ve CH radikallerinden alınan soğurma çizgileri olarak gözlenmiştir. Bu çizgiler çok dardır ve ancak düşük sıcaklıklarda elde edilebileceklerinden gözlenen yıldızların genişlemiş atmosferlerinde bulunamazlar. Moleküllerin saptanması günümüzde radyo astronomi teknikleri kullanılarak yapılmaktadır. 1963 yılında Weinreb ve Barrett gökadamız merkez doğrultusunda hidroksil (OH) radikalini buldular. Çok yeğin ve çok dar olan radikalin çizgileri uyartılmış maser ışınım mekanizması yoluyla üretilmektedir. SiO ve H2O molekülleri de maser ışınım salar. Maser kaynakları genelde 3x10-4 pc’ den daha az boyutludur. Daha ziyade oluşum anındaki yıldızlarla ilişkilidirler. Dolayısıyla bu gibi yıldızların bulunmasını kolaylaştırırlar. Rho Ophiuchi karanlık bulutu 100 Yıldızlararası moleküller üzerine yapılan çalışmalar 1968’ den sonra yoğunluk kazanmıştır. Santimetre ve milimetre dalgaboylu gözlemlerle elliden fazla molekülün varlığı saptamıştır. Uzayda bulunan bir çok molekül (alkol, asit gibi) canlılarda bulunan moleküllerden daha az karmaşık yapıdadır. Moleküller daha çok büyük yıldızlararası bulutlar içinde çok bol olarak saptanmıştır. Dev moleküler bulut “Sagittarius B2” uzun bir süredir özel bir alan olarak incelenmektedir. Bilinen moleküllerin çoğu bu bölgeden oluşarak dışarı akmaktadır. Tahminlere göre şu anda, gökadamızdaki yıldızlararası gazın, yarı kütlesini moleküler formda içinde barındırmaktadır. Bu moleküllerden en bol olanı şüphesiz hidrojen molekülüdür. Ne yazık ki, bu molekül görsel, kızılöte ve radyo bölgesinde kolayca saptanabilecek kadar şiddetli bir çizgi değildir. Karbon monoksit (CO) molekülü kolayca saptanabilen H2 molekülünden 100 000 kat daha az bolluğa sahip bir moleküldür. Düşük sıcaklıklarda CO’ de görülen kuvvetli salma, molekülün kendi ekseni etrafında dönmesi sonucu etkilenen enerji düzeyleri arasındaki elektronik geçişlerden kaynaklanır. Moleküler gaz, üç değişik yıldızlararası toz türü içinde gözlenir: karanlık bulutlar, moleküler bulutlar ve dev moleküler kompleksler. Bu üç bulut da çok büyük miktarda yıldızlararası toz içerir. Merkez sıcaklıkları 5-10 K kadar düşük olup yoğunlukları nötr hidrojen bulutlarınınkinden daha büyüktür, cm3’ lerinde 5000 ya da daha fazla parçacık bulundururlar. Bir atomik hidrojen halo ile çevrilidirler. 1990’ lı yıllara kadar bulunan yıldızlararası moleküller, radikaller ve iyonlar YILDIZLARARASI TOZ YAM çoğunlukla gaz içermesine rağmen ince yapılı toz parçacıklara da sahiptir. Bu parçacıklar çok küçük ve YAM’ nin kütlesinin %1-2’ sinden biraz daha fazlasına sahip olmasına rağmen, astronomide önemli rol oynarlar. Aslında bunlar yıldızlardan gelen ışığı etkilerler ve evrende çok bulunan hidrojen moleküllerinin oluşum yerlerinde bulunurlar. Yıldızlararası toz ardalanda bulunan yıldızların ışığını engeller. Yıldızlararası sönükleştirme olarak bilinen bu soğurma olayı, toz parçacıkları tarafından ışığın kısmen soğurulması ve ışığın yayılma doğrultusunun değiştirilmesi, yani saçılmasıdır. Saçılma olayı aslında optikte bilinen ışığın kırılma olayıdır. Soğurma gibi yıldızdan gelen ışığın yeğinliğinin azalmasına neden olur. Bir yıldız tam bir toz bulutu arkasındaysa, yayılmış ışık bulutun bir kısmını aydınlatır. Buna daha önce de söz edildiği gibi yansıma bulutsusu (aslında saçılma bulutsusu adlandırılması daha iyidir) denir. 101 Atbaşı (Horsehead) Bulutsusu Yıldızlararası sönükleştirme astronomide çok can sıkıcı bir olaydır. Çünkü, Samanyolu’ ndaki toz simetri düzlemi yakınındaki uzak yıldızlardan gelen ışığı engeller. Bundan başka Samanyolu, karanlık toz bantlardan dolayı bölünmüş parçalar halinde görünür. Yıldızlararası sönükleştirme dalgaboyuna kuvvetle bağlıdır. Yakın kızılötede zayıf, uzak kızılötede ve radyo bölgesinde hemen hemen yok gibidir. Sönükleştirme daha ziyade görsel ve özellikle de moröte ışıkta çok belirgindir. Bundan dolayı, gökadamız kızılötede görsel ışıktan daha geçirgendir. Örneğin, gökada merkezini 2 mikrometre veya daha uzun dalgaboylarında gözleyebiliriz. Yıldız ışığı yıldızlararası engellemeden dolayı değişir ve kızıllaşır. Bu renk değişimi ölçümü “yıldızlararası kızıllaşma” olarak bilinir. Bizimle gözlenen yıldız arasındaki tozun miktarını tahmin etmemize yardım eder. Bu miktar genelde yıldızlararası gaz miktarıyla orantılıdır. Gökadaiçi yıldızlararası tozdan alınan kızılöte salma 102 BÖLÜM 18 GÖKADAMIZ: SAMANYOLU Samanyolu’ nun açık ve Ay’ sız bir gecede gökyüzünde görülen çok sayıda yıldızdan oluşmuş bir bant yapı olduğu 17. yüzyılın başından beri bilinmektedir. Gökadamız içinde çoğunluğu güneş türü olan yaklaşık 200 milyar yıldız bulunmaktadır. Gökadamız sarmal bir gökadadır. Yandan bakıldığında iç içe kapatılmış iki çukur tabak görüntüsü verir. Bu yüzden görüntüsü, merkez bölgesi şişimli bir disk yapı şeklindedir. Diskin boyutu 30 kpc’ dir. Dış bölgelerinin kalınlığı 300 kpc’ dir. Şişim (bulge) 6 kpc çapında 1 kpc kalınlığındadır. Şişimin çevresinde, yaklaşık küresel hacimli ince bir yıldız topluluğu bulunur ki adına halo denir. Gökadamızın üç bileşeni: disk, şişim ve halodur. Bunların herbiri farklı yoğunluklu YAO’ a ve farklı türden yıldızlara sahiptir. Şişim, diske göre daha fazla sayıda yıldız içerir. Halodaki madde yoğunluğu şişimdekinden daha az veya diskdekinden on bin kat daha fazladır. Üç tür yıldız öbeği bilinmektedir. Birincisi, küresel kümeler olarak bilinen yıldız kümelerindeki halo yıldızlarıdır. Halo yıldızları çok yaşlıdır. Gökada düzlemi dışında çok büyük hızlara sahiptirler. 15 milyar yıl önce oluştukları tahmin edilmektedir. Ağır elementlerce zayıf bollukları vardır. Küresel kümelerin küresel dağılımı, gökada merkezinin Güneş’ e göre yerinin belirlenmesinde kullanılır. Gökadamızın kesiti ve dışardan görüntüsü (bilgisayar simülasyonu) 103 Đkinci olarak bilinenler, disk yıldızları veya Öbek I yıldızlarıdır. Gökada diskinde bulunurlar. Nispeten düşük hızlara sahiptirler. Bunlar, oymakları ve kümeleri (galaktik küme) oluştururlar. En genç disk yıldızları 4.5 milyar yıl yaşındadır. Galaktik kümeler (açık yıldız kümeleri) küresel kümelerden daha az yıldız bulundurur. Diskin dış bölgelerinde daha fazla kütle bulunduğundan bu bölgedeki yıldızlar diskin iç bölgesinde bulunan yıldızlardan daha gençtir. Bu durum diskin baskın olarak mavi renkte görünmesine neden olur. Son grup, Öbek II yıldızları olarak bilinen düşük kütleli şişim yıldızlarıdır. Yaşları halodakilerle karşılaştırılabilir düzeydedir. Bu yıldızlar şişimin turuncu-sarı renge bürünmesine neden olur. Gökada kütlesinin %5-10’ nu içeren YAO, homojen olmayan bir yapıya sahiptir. YAO temelde hidrojen içerir. Aynı zamanda içinde birçok molekül bulundurur. Bunlar çok küçük (bir mikrometre’ den daha az) katı parçacıklardır ve yıldızlararası toz olarak bilinir. Disk içinde yıldızların yoğun olarak bulunduğu sarmal kollar ve yıldızlararası gaz vardır. Bu kollar iyonlaşmış hidrojenin varlığıyla karakterize olur. Gökadamız sarmal kolları ile birlikte gökada merkezi etrafında döner fakat bu dönüş katı bir cisim dönüşü değildir. Güneş gökada merkezi etrafındaki dolanımını 200 milyon yılda tamamlar. Gökadamızın kimyasal yapısı da düzgün dağılmamıştır. Halo, hidrojen ve helyumdan daha ağır elementleri fazla bulundurmaz. Oksijen ve azot gibi bazı elementlerin bollukları diskin dış bölgelerinden merkez bölgelerine gittikçe anlamlı bir şekilde artar. Gökadamızın sarmal yapısı. Bu yapı, iyonlaşmış hidrojen (H II) bölgelerinin dağılımından belirlenir. 104