2- Vacip: Allah`ın yapılmasını istediği, fakat farz kadar kesin olmayan

advertisement
İ Ç İ N D E K İ L E R
1-ÖZET DERS NOTLARI
2-DİN VE DİNİN KAYNAĞI
.YAHUDİLİK, HRİSTİYANLIK VE MÜSLÜMANLIK
3-MÜKELLEF VE GÖREVLERİ
4-NAMAZ, ABDEST, GUSÜL VE TEYEMMÜM
5- ALLAH İNANCI
ALLAH’IN SIFATLARI
ALLAH’I NİÇİN GÖREMİYORUZ?
6-MELEKLERE İMAN
7-KİTAPLARA İMAN
KURAN-I KERİM
8-PEYGAMBER İNANCI
9-AHİRET İNANCI
10-KADER İNANCI
11-ORUÇ
12-ZEKÂT
13-HAC VE KURBAN
4-İSLAMİ BİLGİLERİN ANA KAYNAKLARI
15-İNANÇ-DAVRANIŞ İLİŞKİSİ
16-AHLÂK
17-KANDİL GECELERİ
18-İSLAM DÜŞÜNCESİNDE SİYASİ-İTİKADİ YORUMLAR
.HARİCİLİK-ŞİİLİK-MUTEZİLE-MATURİDİLİK-EŞ’ARİLİK
19- İSLAM DÜŞÜNCESİNDE AMELİ-FIKHİ YORUMLAR
.CAFERİLİK-HANEFİLİK-MALİKİLİK-ŞAFİİLİK-HANBELİLİK
20-AİLE
21-TÜRKLER VE MÜSLÜMANLIK
.TÜRKLERİN İSLAMDAN ÖNCEKİ İNANÇLARI
22-İLAHİ DİNLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
23-TEFSİR-HADİS-FIKIH
24-ATATÜRK VE CUMHURİYET DÖNEMİ DİN HİZMETLERİ
.DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ KURULUŞU
.DİN GÖREVLİLERİ
.DİNİ YAYINLAR
.HUTBELERİN TÜRKÇE OKUNMASI
25-HZ. MUHAMMED(SAV)’İN HAYATI
26-İSLAM VE BİLİM
NOT:
9.SINIFLAR
SAYFA
( O R T A K )…………..……………..…....3
( O R T A K ) …………..…………………...4
( O R T A K ) …………..………………...5
(10. Ve 11.sınıf ) …………..…………..7
(10. Ve 11.sınıf ) …………..……..…….9
( O R T A K ) …………..……………….…..10
O R T A K ) …………..………………....12
( O R T A K ) …………..………………....13
(10. Ve 11.sınıf ) …………..……………..14
(11.sınıf ) …………..…………………………...17
( O R T A K ) …………..……………….…..21
( O R T A K ) …………..…………………...21
(10. Ve 11.sınıf ) …………..…………..…22
( O R T A K ) …………..…………….……..23
( O R T A K ) …………..…………………...24
( O R T A K ) …………..……………….…..25
( O R T A K ) …………..…………………...25
(11.sınıf ) …………..…………………………...26
(11.sınıf ) …………..……………………….…..27
( O R T A K ) …………..…………………...28
( O R T A K ) …………..………………....29
( O R T A K ) …………..……………….…..31
( 10.ve 11.sınıf ) …………..……………..32
( 11.sınıf ) …………..…………………………..33
( O R T A K ) …………..……………..36
( O R T A K ) …………..……………..41
 SADECE ( O R T A K ) YAZAN KONULARDAN SORUMLU OLACAKLARDIR
10.SINIFLAR

11.SINIFLAR İSE

( O R T A K ) VE (10.SINIF) YAZAN KONULARDAN SORUMLU OLACAKLARDIR
NOTLARIN TAMAMINDAN SORUMLU OLACAKLARDIR
1
2
DIN VE DININ KAYNAGI
DİN: İnsanları iyiye ve doğruya yöneltmek için Allah tarafından Peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen ilahi emir ve yasakların
tümüne birden din denir.
Dinler 2’ye ayrılır:
A-İlahi Dinler: Allah tarafından Peygamberler aracılığıyla bildirilen dinlerdir.
(Ör: Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık)
B-İlahi Olmayan Dinler: Değişik sebeplerle insanların kendi kafalarından uydurdukları dinlerdir. (Ör: Hinduizm,Şintoizm,Brahmanizm,Satanizm..)
DİNİN KAYNAĞI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER:
1-MAX MÜLLER’E GÖRE DİNİN KAYNAĞI NATURİZM (=TABİATA TAPICILIK)TIR. İlkel insanlar tabiat olaylarının bilimsel gerçekliğinden
uzaktılar. Olayları, bilinçle hareket eden varlıklar olarak düşünüyorlardı. Yıldırım , rüzgar, sel, ateş, deprem,
korkulması gereken varlıklardı. Bu korku,insanı tabiata tapar hale getirdi ve bir din duygusu oluşmaya başladı.
2-SPENCER VE TAYLOR’A GÖRE DİNİN KAYNAĞI ANİMİZM(=RUHÇULUK)TUR. İlkel insanlar, canlı ve cansız bütün varlıkların ruh taşıdıklarına
inanıyorlardı. Faydasını gördükleri varlıkları iyi ruhlu , zararını gördüklerini kötü ruhlu olarak kabul ediyorlardı.
Böylece tapınma ve bir din duygusu ortaya çıkmıştır.
3-EMİLE DURKHAİM’E GÖRE DİNİN KAYNAĞI TOTEMCİLİKTİR. Totem : Klan adı verilen ilkel toplulukların ortak olarak kutsallaştırdıkları
hayvan , bitki veya herhangi bir varlıktır. Böylece tapınma ve din duygusu ortaya çıkmıştır.
4-İSLAM’A GÖRE DİNİN KAYNAĞI ALLAH’TIR. Yüce Allah , ilk insan ve ilk Peygamber olarak Hz. Adem’i akılla donatıp yer yüzüne
göndermiştir. Böylece yer yüzünde gerçek bir din yaşanmaya başlamıştır.
İLKEL DİNLERLE İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR:
1-TOTEM:Kendinde birtakım gizli güçlerin bulunduğuna inanılan ve kutsallaştırılan hayvan , bitki ve diğer varlıklardır.
2-MANA:Totemlerde var olduğuna inanılan gizli güç.
3-TABU:Kendinde mana gücü bulunan totemlere dokunma yasağı.
4-ŞAMAN:Mana gücüne sahip olan ve dini törenleri idare eden rahiplerdir.
5-MİTOLOJİ:İnsanın ve evrenin oluşumu hakkındaki gerçek dışı efsanevi bilgilerdir.
YAHUDİLİK(=MUSEVİLİK)
Peygamberleri : Hz.Musa
Kutsal Kitapları : Tevrat
İbadet yerleri : Havra(=Sinagog)
Din adamları : Haham
Millileştirilmiş tanrıları : Yehova
Kutsal günleri : Cumartesi (=Sept günü)
Sembolleri : Altı köşeli yıldız ve Yedi kollu şamdan
HRİSTİYANLIK(=İSEVİLİK)
Peygamberleri : Hz.İsa
Kutsal Kitapları : İncil (Matta , Markos , Luka , Yuhanna)
İbadet yerleri : Kilise(=Katedral)
Din adamları : Papaz(=Rahip)
Kutsal Günleri : Pazar
Çarmıh : 4 Çivi demektir.  (Sözde HZ.isa’yı haça gerdiklerinde ellerine
Sembolleri : Haç
Vaftiz : Kutsal suyla yıkama
Teslis : Üçlü Tanrı inancı (Baba Allah-Oğul Allah-Kutsal Ruh)
Noel : Hz.İsa’nın doğum günü
Havari : Hz.İsa’ya inanan 12 talebeye verilen ad.
Endüljans : Cennet tapusu.
Aforoz : Dinden çıkarma
Mesih : Allah tarafından gönderileceğine inanılan ve beklenen kurtarıcı.
3
ve ayaklarına 4 çivi çakarak idam ettiklerini söylemektedirler).
MÜSLÜMANLIK=İSLAMİYET)
Peygamberimiz:Hz.Muhammed(SAV)
Kutsal kitabımız:Kuran-ı Kerim
İbadet yerimiz:Cami,Mescid
Kutsal günümüz:Cuma
Sembolümüz:Hilal
Mihrab: İmamın namaz kıldırdığı yer
Minber: Cuma günü hutbe okunan yer
Kürsü:Namazlardan önce vaaz veriler yer
İmam:Namaz kıldıran kişi
Müezzin: Ezan okuyan kişi
Minare:ezan okunan yer
Şerefe: Minaredeki balkonlu kısım
Vaiz:Camilerde dini konularda vaaz ve nasihatlerde bulunan görevli
Kayyum: Camilerin temizlik ve teknik bakımlarından sorumlu olan kişi
Musalla: Cenaze namazı için cenazenin konulduğu yer
Teneşir: Cenazenin yıkandığı yer
Saf: Cemaatle namazda oluşturulan her bir sıra
Salâ: Cenaze ve Cuma namazları için önceden okunan salatu selam
MÜKELLEF VE GÖREVLERİ
MÜKELLEF: Allah'ın emir ve yasaklarından sorumlu olan kişilere mükellef (=yükümlü) denir.
Dinen mükellef olmak için akıllı ve ergenlik çağına girmiş olmak gerekir.
Mükellefin görevleri :
1-Farz : Allah'ın kesin olarak yapılmasını emrettiği işlere denir. Farz ikiye ayrılır :
a)- Farz-ı Ayın: Herkesin bizzat yapması gereken farzlardır. (Namaz kılmak, Oruç tutmak , Büyüklere saygı gibi...)
b)- Farz-ı Kifaye : Müslümanlardan bazılarının yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalktığı farzlardır. ( Cenaze
namazı , Okunan Kuran’ın dinlenmesi, Hoca ve Doktor yetiştirilmesi gibi...) Bazı insanlar bu işleri yaparlarsa
diğerlerinden sorumluluk kalkar ; eğer kimse yapmazsa herkes Allah katında sorumlu olur.
2- Vacip: Allah'ın yapılmasını istediği, fakat farz kadar kesin olmayan hükümlere denir.(Bayram namazı, Vitir namazı,
Kurban kesmek gibi...)
3- Sünnet : Peygamberimiz’in söylediği sözlere, yaptığı işlere ve davranışlarına denir. Sünnet ikiye ayrılır:
a)-Sünnet-i Müekkede : Peygamberimiz (S.A.V.)’in çoğu zaman yaptığı, pek az terk ettiği sünnetlere denir.
(sabah ve öğle namazlarının sünnetleri, teravih namazı ve cemaatle namaz gibi...)
b)-Sünnet-i Gayrı müekkede : Peygamberimiz (S.A.V.)’in bazen zaman yaptığı, bazen terk ettiği sünnetlere denir.
(İkindi ve yatsı namazlarının sünnetleri gibi...)
ÜÇ TÜRLÜ SÜNNET VARDIR:
a)- Kavli Sünnet : Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in söylediği sözlere denir. Buna aynı zamanda HADİS adı verilir.
b)- Fiili Sünnet : Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in yaptığı işlere denir.
c)- Takriri Sünnet : Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in bir olay karşısındaki tutum ve davranışlarına denir.
4-Müstehab: Sözlükte : “Sevilen, beğenilen, hoşa giden” manalarına gelir. Yapılması istenen fakat yapılmaması yasaklanmayan
davranışlara denir. Bunlara mendup veya nafile de denir. (Nafile namaz kılmak, nafile oruç tutmak, fakirlere yardım etmek)
5- Mübah : İbadet niteliği olmayan günlük işlere denir. Yapılıp yapılmaması bize bırakılmıştır. (Yemek yemek , su içmek , uyumak gibi)
6-Helâl :Dinimizce yapılması uygun görülen, izin verilmiş (caiz) işlere denir. (Çalışarak para kazanmak, miras, öğrencinin hakkıyla
aldığı not gibi...)
7- Haram : Allah'ın kesin olarak yasakladığı işlere denir. (Adam öldürmek, yalan söylemek, içki içmek, kumar oynamak, zina etmek,
faiz yemek, hırsızlık yapmak, domuz eti yemek, rüşvet almak gibi... )
NOT: Haram olan bir şeyi yapan kişi günahkâr olur ; fakat bir haramın haram olduğunu inkâr ederse dinden çıkar.
8- Mekruh : Sözlükte “Beğenilmeyen, hoşa gitmeyen şey” manasına gelir. Dinen yapılması çirkin ve kötü görülen işlere denir.
(Abdest alırken suyu israf etmek gibi...)
9- Müfsid: Sözlükte “Bozucu, bozguncu” manalarına gelir. Başlanmış olan bir ibadeti bozan ve geçersiz hale getiren işlere denir. (Namaz kılarken gülmek,
oruçlu iken bilerek yemek-içmek gibi...)
4
NAMAZ
NAMAZ NEDİR VE NİÇİN KILINIR ?
NAMAZ : Değişik vakitlerde özel hareket ve okuyuşlarla yerine getirilen bir ibadettir.
►Namaz , Hicretten 18 ay önce Mi’rac gecesinde beş vakit olarak farz kılındı. Mi’racdan evvel de Peygamberimiz ve mü’minler namaz kılarlardı.
Fakat bu namaz henüz farz değildi ve günde iki vakit olarak kılınmaktaydı. (sabah-akşam)
►Namaz dinin direğidir. İslamın imandan sonra gelen en önemli emridir. Müslümanlığın temel taşıdır.
►Namaz , Allah'ın kudretini kavrayan ve büyüklüğüne hayran olan insanın bu hayranlığını en güzel söz ve hareketlerle dile getirmesidir.
►Namaz , bütün yaratıkların ibadet şekillerini bir araya toplayan özlü bir ibadettir.
Ayet : “Hiçbir şey yoktur ki , Allah'ı tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbih ve zikirlerini anlayamazsınız”. (İsra :44)
►Namaz , insanın günde beş defa Yaratan’ın huzuruna çıkması , divanına durması demektir. Arada hiçbir vasıta olmadan kul , bütün dilek ve
ihtiyaçlarını bizzat Allah'a arz eder. O’na sığınır.
NAMAZ KILMAYANLARIN ÖNE SÜRDÜĞÜ BAHANELER :
1-Namaz , ihtiyarlayınca yapılacak bir ibadettir. Gençlikte dünya için çalışmalıdır.
2-Günlük işlerin çokluğundan namaza vakit kalmıyor.
3-Günde 5 defa 5 defa bitmediğinden usanç ve bıkkınlık veriyor.
Bunların hiç birisi geçerli bir bahane değildir. Çünkü hayatın gayesi Allah’a kulluk yapmak ve ilahi buyrukları yerine getirmektir.
Nisa 103 : “Namaz , mü’minlerin üzerine , vakitleri belli olarak farz kılınmıştır.”
Hac 78 : “Namazı kılın , zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O sizin mevlanızdır. Ne güzel mevladır , ne güzel yardımcıdır.”
Tâhâ 14 : “Beni hatırlamak için namaz kıl.”
Ânkebût 45 : “Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl ; çünkü namaz çirkin ve kötü işlerden alıkor.”
Hadis : "Beş vakit namazı Allah kullara farz kıldı. Kim bu 5 vakit namazın hakkını vererek , eksiksiz olarak kılarsa Allah onu
cennete koyacağına söz vermiştir.” (Münzirî : Terğib..1/361)
Hadis : " Namaz dinin direğidir.” (Tirmizi : İman ;8)
Hadis : " Birinizin kapısının önünden bir ırmak geçse ve o kimse orada günde beş kere yıkansa bedeninde hiç kir kalır mı ?
İşte beş vakit namaz buna benzer , Allah namaz sayesinde günahları siler.”
Hadis : " Namaz mü’minin mi’racıdır.”
NAMAZIN İNSANA KAZANDIRDIKLARI :
1-Namaz , Allah'a olan imanımızı artırır. O’na karşı ibadet görevimizi yerine getirmiş oluruz.
2-Namaz , insanı gönül rahatlığına kavuşturur.
3-Günde beş defa namaz kılan bir insan başıboşluktan kurtulur ; insana yakışan sorumlu bir hayat yaşar.
4-Namaz , hayatımızı düzene sokar. Erken kalkma , günümüzü iyi değerlendirme , zamanı israf etmeme alışkanlığı
kazandırır.
5-Namaz , beden ve çevremizi temiz tutma alışkanlığı sağlar.
6-Her namazda omuz omuza gelen , cemaatle namaz kılan Müslümanların kardeşlik duyguları gelişir ; kin , nefret gibi
duygular ve düşmanlık yok olur. Toplum şuuru gelişir.
NAMAZA HAZIRLIK ŞARTLARI :
a)- ABDEST: İbadet niyetiyle bazı organlarımızın yıkanması suretiyle yapılan temizliğe abdest denir.
Namaz kılabilmek için abdest almak şarttır.
Maide 6 : “Ey iman edenler ! Namaz için kalktığınızda yüzünüzü , dirseklere kadar ellerinizi yıkayın , başınızı meshedin.
Ayaklarınızı da topuklarına kadar yıkayın.”
Abdestin farzı dörttür :
1-Yüzü yıkamak.
2-Elleri ve kolları dirseklere kadar yıkamak.
3-Başın dörtte birini meshetmek.
4-Ayakları topuklarla birlikte yıkamak.
Abdestin Alınışı :
Önce abdest için niyet edip ‘Euzu-Besmele’ ile ellerimizi yıkarız. Sonra sağ elimizle ağzımıza üç defa su veririz. Burnumuza da üç defa su verip sol
elimizle sümkürürüz. Yüzümüzü üç defa yıkarız. Önce sağ kolumuzu sonra da sol kolumuzu üçer defa dirseklerle birlikte yıkarız. Sağ elimizin içiyle
başımızın dörtte birini meshettikten sonra serçe parmaklarımızla kulağımızın içini , baş parmakla kulağımızın arkasını , geriye kalan üç
parmağımızla da ensemizi meshederiz. En son alarak da sol elimizle önce sağ sonra sol ayağımızı topuklarıyla birlikte yıkayarak abdesti bitiririz.
Abdesti Bozan Haller:
1-Büyük veya küçük tuvalet ihtiyacını gidermek.
5
2-Ağız dolusu kusmak.
3-Bayılmak.
4-Sarhoş olmak.
5-Uyumak.
6-Vücuttan kan , irin gibi bir sıvının çıkması.
7-Namazda iken duyulacak şekilde gülmek.
8-Yellenmek.
b)-BOY ABDESTİ (GUSÜL): Bütün vücudumuzu , kuru bir yer kalmayacak şekilde tepeden tırnağa kadar yıkamaktır.
Guslün farzları üçtür:
1-Ağzımıza dolu dolu su vermek.
2-Burnumuza dolu dolu su vermek.
3-Bütün bedenimizi hiç kuru yer bırakmadan yıkamak.
c)- T E Y E M M Ü M: Suyun bulunmadığı veya hastalık gibi bazı sebeplerden dolayı suyu kullanamayacağımız durumlarda toprakla alınan abdeste
teyemmüm denir.
Abdesti bozan her şey teyemmümü de bozan. Bunun yanında suyun bulunması veya suyu kullanma engelinin ortadan kalkması teyemmümü
geçersiz hale getirir.
NAMAZA HAZIRLIĞIN DİĞER ŞARTLARI:
NAMAZIN DIŞINDAKİ FARZLAR (ŞARTLAR):
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken şartlardır. Bunlar 6 tanedir ve şunlardır:
1-Hadesten taharet: Namazdan önce abdest almak demektir.
2-Necasetten taharet: Bedenimizin elbiselerimizin ve namaz kılacağımız yerin namaza engel olacak pisliklerden temizlenmesidir.
3-Setr-i Avret : Namaz kılarken vücudumuzun haram olan yerlerini kapatmak demektir.
(Erkeklerde göbek ile diz kapağı arası, kadınlarda ise el, yüz ve ayak hariç bütün vücut haram sayılmıştır)
4-İstikbal-ı Kıble: Namaz kılarken kıblemiz olan Kâbe’- ye doğru yönelmek gerekir.
5-Vakit: Her namazı kendi vakti içinde kılmak demektir.
6-Niyet: Kılınacak namaza niyet etmek demektir.
NAMAZIN İÇİNDEKİ FARZLAR (RÜKÜNLER):
Namaz kılıyorken uyulması gereken şartlardır. Bunlar da 6 tanedir ve şunlardır:
1-İftitah Tekbiri: Namaza “Allahu Ekber” diyerek tekbir alıp başlamaktır.
2-Kıyam: Namazda ayakta durmak demektir.
3-Kıraat: Namazda Kuran’dan birşeyler okumak demektir.
4-Rüku: Kıyamdan sonra elleri dizlere koyarak yere paralel olarak eğilmek demektir.
5-Sücud: Namazda secde yapmak demektir.
6-Ka’de-i Ahire: Namazın sonunda Tahiyyat okuyacak kadar oturmak demektir.
NAMAZA ÇAĞRI: EZAN VE KAMET:(Kitaptan çalışılacak)
NAMAZIN KILINIŞI: (Kitaptan çalışılacak)
NAMAZI BOZAN DURUMLAR:
1-Abdesti bozan hallerden birinin gerçekleşmesi.
2-Namazın farzlarından birini terk etmek.
3-Namazda göğsü kıbleden başka yana döndürmek.
4-Namazda bir şeyler yiyip içmek
5-Namaz dışındaki bir kişinin isteğine uymak.
( İleri- Geri , Sağa veya sola dönmesini istemek...gibi)
6-Namazda iki ayağını aynı anda yerden kaldırmak.
7-Namazda kendisi duyacak kadar gülmek.
(Başkaları da duyacak olursa abdest de bozulur)
8-Namazda konuşmak, ağlamak, “ah, of” gibi sesler
çıkarmak.
CEMAATLE NAMAZ:
Birden fazla Müslümanın bir araya gelerek beraberce namaz kılmaları demektir.
Vakit namazların cemaatle kılınması Peygamberimiz (S.AV.)'in emir ve tavsiyesi olduğu için müekked (=kuvvetli) sünnet kabul edilmiştir. Cuma ve
bayram namazlarının ise cemaatle kılınması şarttır.
Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 27 derece daha faziletlidir. İslam dini cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiştir.
Cemaate namaz kıldıran kişiye “İmam” denir.
Cemaatle kılınan namazlar, insanlar arasında birlik ve dayanışmanın sağlanmasına katkıda bulunur. İnsanların birbirlerinden haberdar olmalarını
sağlar. Camiye gelen Müslümanlar birbirleriyle görüşür, konuşurlar, sorunlarını tartışırlar ve çözüm yollarını araştırırlar. İbadet niyetiyle bir araya
gelen insanlar birbirleriyle kaynaşırlar. Aralarında kırgınlık ve dargınlık olanlar da aynı safta yerlerini alırlar. Bu durum onların dargınlıklarına son
vermelerine yardımcı olur.
YOLCULUKTA NAMAZ: Enaz 90 km. yol giden ve gittiği yerde en fazla 15 gün kalacak olan kişiler 4 rekatlı farz namazlarını 2 rekat olarak yani
kısaltılmış olarak kılarlar. Bu uygulama dinimizin kolaylaştırıcılığına bir örnektir.
6
ALLAH’A
IMAN
Hayatın hayatı ve özün özü hiç şüphesiz ALLAH’A İMAN’ dır.Allah inancından uzak olarak geçirilen bir hayat,hayat değil,sefalet,çile ve
ıztıraptır.Eğer bu inanç,hayatın temeline girse kırılmayan zorluk,aşılmayan güçlük,kalkmayan engel,çözümlenmeyen düğüm
kalmayacaktır.İnsanlık fert ve toplum olarak her derdine deva,her hastalığına şifa bulacaktır.Yüce Allah’a iman etme şerefinden yoksun olan bir
kişinin iç dünyası paramparçadır.Onun dünyada teselli için sığınacağı bir yeri,tutunacağı bir dalı yoktur.Böyleleri fırtınalı bir denizde kırık bir
sandalla seyahat eden kişi gibidir.Hayatı,her an deniz dalgalarıyla bir kayaya çarparak sona ermek tehlikesiyle baş başa bırakılmıştır.
İnsanlık tarihi bize gösteriyor ki en ilkel devirlerden beri her çağda yaşayan insanlarda ALLAH fikri ve tapınma düşüncesi,dolayısıyla bir din
inancı vardır. İlkel insanın inancı ile aydın ve olgun bir insanın inancı arasındaki fark,o üstün kudreti belirlemekte,ona verilen isimlerde ve
özelliklerdedir.Allah inancı her insanda yaratılıştan vardır.İnsan kendisini anladığı günden beri üstün ve her şeyi kuşatan bir yüce kudrete teslim
olmak,O’ndan yardım beklemek,hayır ve şer her ne olursa O’ndan bilmek duygusunu kendi içinde sezmiş, o kuvvetin sahibine (yani
Allah’a)korku ve ümit ile bağlanmış,O’nun önünde diz çökmüş,yalvarmış,kurbanlar ve ibadetlerle O’na yaklaşmak istemiş,kainattaki maddi
kuvvetlerin zararlarından korunmayı ve hayatın her türlü acılarına karşı koymayı Allah’a imanda bulmuştur.Öyleyse Allah’a inanmak insan için
bir ihtiyaçtır.
Allah ü Teala’ya iman demek,vücudunun niteliğini ve zatının nasıl ve ne şekilde olduğunu,hangi maddeden meydana geldiğini bilmek
açısından değerlendirilemez.Ancak zatının varlığını eserlerinden,sanatından anlayıp kainata hükmeden muhteşem bir kudretin varlığını görüp
onun sahibini bulmak,bilmek ve inanmaktır.Çünkü,maddesi insan aklı tarafından kavranılan şey basitleşir.Halbuki Allah’ın zatı insan aklının
kavrayabileceği kadar basit bir şey değildir.Öyleyse Allah’ın zatı da insanın kendisinden yaratıldığı toprak gibi her hangi bir maddeden meydana
gelmemiştir.
Allah’ın Varlığı ve Birliği
Allah’ın varlığıyla beraber birliği de vardır.Pozitif ilimlerin hakim olduğu asrımızsa inançsızlar güya akıl ve mantık delillerine bürünerek Allah’ı
inkar etmeye çalışıyorlar.Kainatta cereyan eden mükemmel olayları tesadüfe,sebeplere,tabiata ve kendi kendine oluşa veriyorlar.Eğer öyleyse
neyin araştırılması yapılıyor?Neden ilim gittikçe yerde ve gökte enteresan şeyler keşfederek hayretler içerisinde kalıyor?Duran bir cisim,bir
kuvvet uygulanmadıkça hareket etmezken acaba atomdaki elektronları döndüren kimdir?Aynı şekilde milyarlarca yıldızları ve dünyamızı
saniyede 30 km. hızla döndüren zat kimdir?Ekilen tohum ve çekirdekleri semaya doğru çıkarıp büyüten ve meyve özünü çeşitli yollarla dallara
gönderip salkım salkım meyveler yapan kimdir?İçinde yüz milyar galaksi ve her galakside yüz milyar yıldız bulunan şu muhteşem kainat ve dev
yıldızlar yoktan yaratıldı.Hayalimizi alıp onların arasına girdiğimizde bir kısmı dünyamızdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa süratli
dönen yıldızları direksiz düşürmeden idare eden kimdir?Aynı zamanda birbirine çarptırmadan,müthiş sesler çıkarıp rahatsız etmeden,yağsız
söndürmeyen,parlatıp semavatı süsleyen bir zat yok mudur? Bahsi edilen intizam ve düzen,büyük bir idareci kuvvetin(yani ALLAH’ın)varlığını ve
o devlere hükmedip tasarruf edeni göstermiyor mu?
Günümüzde akıllı insanlar tarafından vasıtalar kullanıldığı halde,devamlı trafik kazaları olurken şu ana kadar semavatta bir trafik kazasının
olmayışı,onları belirli bir intizamla bir yörüngede döndürüp çeviren birisini göstermiyor mu?
Sonra yeryüzü ile semavat ortasında muallakta durdurulan bulut,ihtiyaç anında bir sünger gibi zemin bahçesini sularken ve ab-ı hayat takdim
edip ihtiyacımızı giderip,bitkileri yeşertirken acaba haşmetli bir kudretin(Allah’ın) emri altında idare olduğunu bizlere ders verircesine
göstermiyor mu?İhtiyacımızı bilmeyen ve bizi tanımayan bu bulut,hangi düşünce ve merhamet içinde,bize ve bitkilere acıyor?Demek ki bizlere
merhamet eden bir Rahim’in rahmet eseri olarak hizmet ediyor.
Yine, yerçekimi kuvvetini belli bir noktada sıfıra düşürtüp,kurşun gibi gelmesi lazımken nazik çiçekleri incitmeden okşarcasına inip gül olarak
biten bu şefkat,bir zatın varlığını ve bize acıyan birisini bildirmiyor mu?Havadan inen yağmur damlalarını birleştirip zarar verici büyük su
kütleleri halinde indirmeyip,tane tane indiren kimdir?
Hiç bir sesin özelliğini diğeriyle karıştırmadan,bir anda binlerce muhtelif sesi nakleden, “bir çocuğun oldu”yerine, “bir çocuğun öldü”deyip
karışıklıklara ve üzüntüye maruz bırakmayan bu hava zerreleri hangi anlayış ve ilimle hareket ediyor?Kendi başlarına mı?Yoksa onları hareket
ettiren başka bir kuvvet mi var?Aynı şekilde insanın nefes almaya ihtiyacı olduğunu nereden biliyorlar?Keza,çiçeklerin rüzgar vasıtasıyla
aşılanacaklarını onlara kim öğretti?
Hayalimizi alıp,yavaş yavaş yere doğru iniyoruz.Yeryüzünde toprağa ekilen her bir tohum ve çekirdekten özelliğine göre
çiçek,gül,elma,portakal,domates v.s.yaptıran ve onları yetiştiren acaba akılsız, şuursuz ve aynı zamanda bu meyve özlerinden mahrum olan
toprak zerrelerimidir?Eğer toprakta bu meyve suyu olsaydı,Mersin’deki portakal bahçelerinden Edirne’ye kamyonlarla getireceğimiz
toprağı,fabrikada sıktığımız zaman meyve suyu elde etmemiz lazım gelecekti.O halde hazine-i rahmetten toprak perdesi altında geliyor.Ta ki
insanlar bunu yapanı idrak edebilsinler.Acaba o toprak zerreleri,hangi kimya fakültesini bitirdiler ki her tohumu ve çekirdeği özelliğine göre
yetiştiriyor.Gerekirse kırmızı-yeşil,gerekirse ekşi veya tatlı lezzetlerle donatıyor.Demek ki bir donatan var...
Aya çıkan astronotlar,oksijen tüplerini yanlarına alarak aya iniş yapıyorlar.Çünkü ayda insanın ihtiyacı olan hava,su,meyve,sebze,et,süt
yok.Siyah kayalıklardan oluşmuş bir yapıya sahiptir.O halde yer yüzünü insanların yaşamasına uygun bir şekilde tanzim edip hazırlayan zat
kimdir?
Dünya,güneşin uzaya saldığı enerjinin milyarda ikisini almaktadır.Milyarda üçünü alsa insanlık yanar kavrulurdu.O halde bizi,ne yakacak nede
donduracak şekilde güneşe karşı ayarlayıp en uygun uzaklığa ve yörüngeye yerleştiren kimdir?Aynı şekilde dünyamızı 23,5 derece eğik
döndürerek mevsimlerin meydana gelmesini sağlayan kimdir?Saati ayarlayan olur da dünyamızı bu şekilde hassas ölçülerle ayarlayan yok
mudur?
Bir harfin,bir kelimenin veya cümlenin,kendi başına katipsiz yazılması mümkün değilken,şu kainat kitabının katibi nasıl inkar edilebilir?
“ BİR HARF KATİPSİZ OLMAZ,BİR KÖY MUHTARSIZ OLMAZ,BİR İĞNE USTASIZ OLMAZ BİLİYORSUN.NASIL OLUYOR Kİ NİHAYET DERECEDE
MUNTAZAM ŞU MEMLEKET SAHİPSİZ OLUR?İŞTE BU KAİNATIN SAHİBİ DE YÜCE ALLAH’TIR.”
İnsan vücudunu okumakla bitiremeyen tıp ilmi,esrarını çözemediği birçok sırlarla beraber akıl onun yaratıcısını nasıl inkar edebilir?Kendi
ustasını inkar eden böyle bir insana acaba insan denilebilir mi?
7
Şu dünya sarayına gelen şuur sahibi her insan,gözünü açıp baktığında bütün kainatı,lambası
olan,güneşiyle,ayıyla,yıldızıyla,havasıyla,suyuyla,çiçeğiyle,gülüyle,sümbülüyle,elmasıyla,portakalıyla,kısaca her şeyiyle bir nimet sofrası olarak
hazırlanmış olduğunu görür.Acaba yeryüzündeki bu nimetleri insan için hazırlayan kimdir?diye düşündüğümüzde 4 ihtimalle karşılaşıyoruz:
1.İhtimal:HERŞEYİ SEBEPLER YAPIYOR:Yaratılan bütün mevcudat,107 element dediğimiz şuursuz,akılsız,cansız ve ruhsuz olan
unsurlardan yapılıyor.Aynı zamanda cansız ve ruhsuz olan bu elementler,ilimden ve gözden mahrumdurlar.O halde hiç mümkün müdür ki cansız
madde sebepler olarak güneşi,ayı,bitkiyi,hayvanları ve insanları yapabilsin.Cansızdan harika canlılar yaratmak ancak ALLAH’a mahsustur.Her
şeyi sebepler yapıyor dediğimizde o zaman bir binanın unsurları olan demirin,çimento ve kumun,tuğlaların bir yere yığılmasıyla aniden hiç
dokunmaksızın bu maddelerin akıllıca birbirleriyle anlaşarak hemen 10 katlı bir bina olması lazımdır.Bunu kabul edemeyen akıl elbette kainatın
yaratılışını sebeplere veremez.
2.İhtimal:KENDİ KENDİNE OLUYOR:Manalı bir kitap kendi kendine yazılmadığı gibi,bir bina dahi kendi kendine inşa edilemez.Bir kalem
kendi kendine yapılamadığı gibi,bir saat de kendi kendine yapılamaz.Bir ilaç (Mesela:Aspirin)kendi kendine yapılamazken ilaçları meydana
getiren bitkiler nasıl kendi kendine olabilir ki?Bir kağıdın üzerine çizilen bir resmin,gülün,çiçeğin ve üzüm salkımının kendi kendine çizilmesi ve
renk alması m mümkün değilken,mutlaka bir ressama ihtiyaç varken;aynı resimlerin canlı olarak,renk, koku ve tatlarıyla beraber kendi kendine
yapılmaları nasıl mümkün olabilir?Elbette böyle bir şey asla söz konusu olamaz.
3.İhtimal:TABİAT YARATIYOR:Tabiat dediğimiz şey,canlı ve cansız varlıkların tümüne birden verdiğimiz addır.Yerçekimi,sıcaklık ve
soğukluk da tabiat kanunlarındandır.Dünyada var olan her şey ya canlı yada cansızdır.O halde canlı ve cansızlar birbirini mi yarattı.Yani güneş
kalkıp öküzü,inek kalkıp ayı,yıldızlar da kalkıp insanları mı yarattı?Ne kadar tuhaf şeyler!..İnsan,aklıyla,ihtiyacı olan yiyecek maddelerini
yaratamazken,insandan bin derece akılsız ve şuursuz olan tabiat,nasıl kalkıp ta seni ve ihtiyacını uygun bir şekilde yaratabilsin?Zaten canlı ve
cansız tabiat olduğuna göre ortada tabiat denen bir şey kalmıyor ki.Demek ki tabiat sadece aslı olmayan bir hayalin adıdır.
4.İhtimal:ALLAH YARATIYOR:Bütün bu ihtimallerden sonra,kainattaki bu intizam ve harikuladeliği her şeye gücü yeten,atoma ve hücreye
sözü geçtiği gibi dev yıldızlara dahi hükmü geçen,her zerreye,söz dinletebilen,havaya,suya,dağa,taşa,toprağayere ve semavata hakim,kadir bir
zat tarafından yaratılmıştır. Çünkü ilmi ile ve kudreti ile her yerde hükümdar olan ancak ALLAH(C.C)’tır.Denizi bir hazine yapıp o acı sudan balık
yapan,çamurdan ve kupkuru ağaçtan lezzetli meyveler yaratan;tabiat kanunları denilen şuursuz şeyler olabilir mi?(Tabi ki asla olamaz)
Şimdi soruyoruz:Bu muhteşem kainatın içindeki mahlukatın yaratılışını sebeplere,tabiata,kendi kendine oluşa vermek mi akla daha
uygun,yoksa bunların bütününe hükmeden,bilerek yapan,kudret sahibi bir ALLAH’a vermek mi daha uygundur?Tercih sizindir!...
ALLAH’I NİÇİN GÖREMİYORUZ?
1)-Allah’ı bu dünyada gözümüzle göremediğimiz doğrudur.Acaba görsek daha mı iyi olurdu?Elbette olmazdı.Çünkü BU DÜNYA BİR İMTİHAN
MEYDANIDIR;DENEME VE SINAMA YERİDİR.Allah’ı gözümüzle görseydik O’na inanmanın bir imtihan olma değeri kalmazdı.Çünkü açıkça
göründüğü için,herkes ister istemez inanmak zorunda kalırdı.Aklımızı çalıştırarak,düşünerek,birtakım bilimsel yollardan O’na inanmanın hiçbir
önemi kalmazdı.
Her gece yıldızlar gökyüzüne ışıklı reklam levhaları gibi “ALLAH BİRDİR” yazsalardı,kim O’nu inkar edebilirdi ki.Herkes mecburen O’na
inanmak zorunda kalırdı.Fakat bu inancın,insanı deneme ve sınama değeri kalmazdı.Aynen şunun gibi:Ben sizi sınav yapıyorum.Siz daha
yazılıdayken ben cevapları tahtaya yazsam bu sınavın hiç “Başarıyı ölçme değeri”kalır mı?işte gözümüzle göremediğimiz YÜCE
YARATICI’yı,aklımızla anlamak,düşünce ve duygularımızla bulmak en önemli ve değerli bir ibadettir.
Nasıl ki bir elmanın tadını dilimizle,bir gülün kokusunu burnumuzla,bir kuşun cıvıltısını kulağımızla duyarsak, Allah’ın varlığını da
AKIL GÖZÜMÜZLE anlayabiliriz.
“AKLIMIZIN İLK GÖREVİ O AKLI BİZE VERENİ BULMAKTIR”
2)-Görme kapasitemizin sınırlı oluşu.Bu da Allah’ı görmemize bir engeldir.(Ör:Çayın içindekişekeri,sütün
içindekiyağı,duygularımızı,sıcaklığı,soğukluğu,elektriği v.s. göremediğimiz halde kimse bunların varlığından şüphe etmiyor.Bir de mesela
karıncanın okulumuzun büyüklüğünü o küçücük gözleriyle kavrayamayacağını örnek verebiliriz).
ALLAH’IN SIFATLARI
A)-Zati Sıfatlar:Sadece Allah’ın kendi zatını ilgilendiren(yani sadece kendi zatına ait olan sıfatlardır ve şunlardır;
1-Vücud:Allah’ın var olması
2-Kıdem:Allah’ın varlığının başlangıcının olmaması.
3-Beka:Allah’ın varlığının sonunun olmaması.
4-Vahdaniyet:Allah’ın varlığının bir ve tek olması.
5-Muhalefetün lil havadis:Allah’ın sonradan yaratılmış varlıklara benzememesi.
6-Kıyam bi nefsihi:Allah’ın varlığının kendinden olması.Var olmak için başka bir şeye muhtaç olmaması.
B)-Subuti Sıfatlar:Esası Allah’a ait olmakla birlikte kısmen diğer varlıklarda da bulunan sıfatlardır ve şunlardır:
1-Hayat:Allah’ın canlı ve diri olması
2-İlim:Allah’ın her şeyi bilmesi.
3-Semi’:Allah’ın her şeyi işitmesi.
4-Basar:Allah’ın her şeyi görmesi.
5-Tekvin:Allah’ın her şeyi yaratması.
6-İrade:İrade:Alah’ın dileme sıfatı.
7-Kelam:Allah’ın konuşma sıfatı.
8-Kudret:Allah’ın her şeye gücü yetmesi.
8
MELEKLERE IMAN
İslam’da iman esaslarından biri de Allah’ın meleklerine iman etmektir. Meleklere iman, İslam’ın amentüsü içinde en önemli şartlardan birini
teşkil eder. Çünkü Allah’ın vahyini peygamberlere ileten, kainatın nizamını yine Allah’ın emriyle sağlayan ilahi vasıtalar sadece meleklerdir.
O halde Allah’ın vahyini ve O’nun yüce peygamberlerinin varlığını anca Allah’ın melekleri sayesinde öğreniyoruz. Bundan dolayı
peygamberlere inanmadan önce onlara peygamberliği getiren meleğin varlığına inanmak lazımdır. Bunun için meleğin varlığına iman,
peygamberliğe iman demektir. Meleği inkar ise, Allah’ın peygamberlerini inkar anlamını taşır. İşte bu sebepledir ki meleklere iman Allah’a
imandan hemen sonra zikredilmiştir.
Gerçekten de Allah’a imandan sonra inanılacak ilk varlık meleklerdir. Çünkü Allah ile onun yarattığı insan nesli arasındaki haberleşmeyi
sağlayan Allah’ın melekleridir. Allah ilahi emirlerini meleklere bildirmiştir, melekler peygamberlere bildirmiştir, peygamberler de insanlara
tebliğ etmişlerdir. Bundan dolayı da ruhani varlık olan meleklere iman, Allah’a imandan hemen sonra zikredilmiştir.
DELİLLER (=İspatı)
Meleklerin varlığına en büyük delilimiz Kuran-ı Kerim’dir. Kuran-ı Kerim meleklerden çeşitli şekillerde bahsetmiştir:
1-(Bakara:34):Onu hatırla ki, meleklere “Adem’e secde edin” demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi. Ancak iblis secde etmekten yüz
çevirip kibirlendi.
2-(Nahl:69):Göklerde ve yerde olan canlılarla melekler, kibirlenmeyerek hep Allah’a secde ederler.
3-(Şura:5): Melekler, hamd ile Rablerini tesbih ediyorlar ve yeryüzünde bulunanlar için mağfiret diliyorlar.
Ayrıca Hz.Peygamber Efendimiz(s.a.v) de , melekleri gördüğünü beyan ederek onların varlığını bize haber vermiştir.
Gözümüzle göremediğimiz, laboratuara sokamadığımız şeylere inanmamak insan aklının kabul etmediği şeyler olduğu gibi, müspet ilimler de
bu işi uygun görmez. Çünkü gözümüzle görmediğimiz şeyleri inkar edecek olursak önce aklımızdan, ruhumuzdan inkara başlamamız
gerekecektir. Zira onları da gözümüzle göremiyoruz.
Netice olarak diyebiliriz ki ; melekler de, aklımız, ruhumuz, vicdanımız gibi vardır. Sadece bizim gözlerimiz onları göremez. Çünkü onlar
nurani varlıklardır. Fakat peygamberler görmüşler ve Cebrail’in elçiliği ile Allah’ın vahyine mazhar olmuşlardır.
MELEKLERİN ÖZELLİKLERİ:
Melekler nurdan yaratılmış varlıklardır. Erkeklik-dişilik, yemek-içmek, evlenmek, uyumak, yorulmak, usanmak, gençlik,
ihtiyarlık gibi insana ait hallerden uzaktırlar. Güzel kokulardan, güzel söz ve hareketlerden, Kuran dinlemekten, ilim meclislerinde Allah’ın
zikredildiği yerlerde bulunmaktan hoşlanırlar. Soğan, sarımsak... gibi kötü kokulardan hoşlanmadıkları, yapılan fena bir hareketin, söylenen kötü
bir sözün, dinin örtülmesini emrettiği bir tarafın açılmasının omlara eziyet verdiği hadisi şeriflerde bildirilmiştir.
Melekler, insanlar gibi hem iyilik hem kötülük yapabilecek kabiliyette olmadıkları için daima hayır üzeredirler.
(Tahrim:66): “Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler, neye de memur edilirlerse yaparlar”. Onların bu itaatları,
yaratılışlarındaki nuraniyet ve safiyetin icabıdır. Şerre ve kötülüğe kabiliyetleri yoktur.
Melekler, biran içinde en uzak mesafelere gidebilir, verilen vazife ne kadar ağır olursa olsun yaparlar ve diledikleri şekle girebilirler. Bütün
bunlar Cenab-ı Hakk’ın onları bu kabiliyette yaratması, izin ve müsaadesiyledir.
Meleklerin kanatları vardır. Fakat ruhani birer varlık olan meleklerin kanatlarını, kuşlara benzetmek yanlıştır. Meleklerin kanatlarının nasıl
olduğunu biz bilemeyiz.
Melekler gaybı bilmezler. Sadece Allah’ın kendilerine bildirdiği kadarını bilirler.
MELEKLERİN SAYISI
Meleklerin sayısını Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Bildiğimiz sadece pek çok oluşlarıdır.
MELEKLERİN GÖREVLERİ
1-Cebrail: Allah(c.c) ile peygamberleri arasında elçilik yapmaktır. Bütün kitaplar ve vahiyler Cebrail(a.s) vasıtasıyla İndirilmiştir.
2-Azrail: Eceli gelenlerin ruhlarının bedenlerinden alınması, yani öldürülmesi bu meleğe aittir
3-Mikail: Mahlukatın rızıkları, kainatta vaki olacak hadiseler, hastalık, şifa, rahmet, bereket ve benzerlerinin kullara ulaştırılması gibi işlerle
görevlendirilmiştir.
4-İsrafil: Önce kıyametin kopması, sonra da tekrar diriliş için olmak üzere iki defa sur üflemekle görevlidir.
5-Hamele-i Arş: Arşı taşıyan meleklerdir. (Mü’min;7: “Arşı yüklenen, bir de onun etrafında bulunan melekler, Rablerini hamd ile tenzih ve
hesbih ederler. Ona iman ederler. Mü’minlerin de bağışlanmasını isterler”.
6-Kiramen Katibin: İnsanların amellerini, kıyamette kendilerine sağdan, soldan veya arkadan verilecek defterlere yazmayla görevlidirler.
Bunlardan biri sağdadır sevapları yazar; diğeri soldadır günahları tespit eder. Sağdaki soldakinin amiri durumundadır. Bu melekler insanın her
9
yaptığını, her işlediğini tespit ederler. O kadar ki, kıyamette kitap dağıtımı neticesi, dünyada her yaptığını onda bulan insan. “Bu kitaba ne
olmuş, küçük-büyük hiç bir şey bırakmayıp saymış”, demekten kendini alamaz.
7-Hafaza Melekleri: İnsanları gözetleyip koruyan meleklerdir.
8-Münker ve Nekir Melekleri: Bu iki melek, ölen her insana kabirde sual sormakla mükelleftir.
Sualler: Rabbin kim?, Peygamberin kim?, Dinin nedir? Gibi...
9-Hazene-i Cennet ve Cehennem: Bunlar cennet ve cehennemin bekçileri durumundadırlar. Kafirler cehenneme vardıklarında onları bu
melekler karşılayacak ve “Size içinizden Rabbinizin ayetlerini karşınızda okuyan, sizi bu gününüze kavuşmakla tehdit eden peygamberler
gelmedi mi? diyeceklerdir. (Zümer:71)
Cennet bekçileri ise, cennete girenleri karşılayacak ve onlara: “Selam ve selamet size, tertemiz geldiniz. Artık hepiniz, ebedi kalmak üzere girin
buraya diyeceklerdir. (Zümer:73)
MELEKLERE İNANMANIN PRATİK HAYATTAKİ DEĞERİ
1-Meleklerin varlığına inanan kişi, yüce ve gizli kuvvetlerin gözetimi altında olduğunu, Kiramen Katibin adı verilen meleklerin, yaptığı her işi bir
film şeridi, bir teyp bandı gibi kaydettiklerini bilir ve bu şuurla sürekli iyi ve güzel şeyler işlemeye yönelir.
2-Melekleri kendisi için örnek alan kişi, onlar gibi olmaya gayret ederek Allah katındaki derecesini yükseltmeye çalışır. Melekleşmenin zevkine
erer.
3-Meleklere inanan şahıs, kendisini iyiliğe çağıran her sese kulak verir. Çünkü bu ses meleğin sesidir. Şeytan ise insanı kötülüğe çağırır.
Müslüman, şeytanın şüphe ve kuruntularından kurtulup, meleğin sesine kulak vermekle sorumludur.
4-Meleklere inanan kimse, meleklerin darlık ve sıkıntılı anlarda inananların yardımına yetişeceğini bildiğinden, sıkıntılı anlarında ümidini
kaybetmez.
5-Meleklere inanan kişi, sahip olduğu güzel ahlak ile insanlar arasında seçkinleşerek, Cenab-ı Hakk’ın yeryüzündeki “halifesi” olmanın şuuruna
varır.
MELEKLERLE İNSANLAR ARASINDAKİ ÜSTÜNLÜK
1-İnsanların peygamberleri meleklerin peygamberlerinden üstündür. Allah-ü Teala, insanlar arasından peygamberler seçtiği gibi meleklerden de
seçmiş, onları diğer meleklerden üstün kılmıştır. Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in ise yaratılmışların tamamının en faziletlisi olduğu hususunda
şüphe yoktur.
2-Allah Teala, insan için Kuran’da “halife” tabirini kullanmıştır.Halbuki melekler hakkında böyle bir şeref vaki olmamıştır.
3-Adem(a.s) bütün meleklerden daha bilgili idi. Bilgili olanın bilgili olmayana üstün oluşu hakkında ihtilaf yoktur. (Zümer;9: “De ki hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?”)
4-Bütün meleklere, Hz.Adem’e secde etmeleri Allah(c.c) tarafından emredilmiş ve bütün melekler bu emre uyarak Hz.Adem’e secde etmişlerdir.
Eğer melekler üstün olsaydı, kendilerinden daha aşağı olana hürmet ve ta’zim etmiş olurlardı.
5-Meleklerin en faziletlisi olan Cebrail(a.s),Allah Teala ile insan peygamberleri arasında elçilik vazifesi görmüştür. Elçi olanın ise elçi olarak
gönderilenden üstün olması düşünülemez.
6-Meleklerin peygamberleri insanların peygamber olmayanlarından üstündür. Çünkü onlar da peygamberdir. Peygamber olanla olmayan
arasında mutlaka bir derece farkı vardır.
7-İnsanların, Salih mü’minleri, müttakiler, sıddikler şehidler, ilmiyle amil olan alimler... meleklerin peygamber olmayanlarından üstün ve
efdaldirler.
8-Meleklerin peygamber olmayanları, insanların kafir, münafık, inanç yönünden bozuk, büyük günahlarda ısrar eden, amelsiz ve ahlaksız
olanlarından üstündür.
Kaynak: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Kaynak Kitabı (Uludağ Ün. İlahiyat Fak. Yayınları)
KITAPLARA IMAN
İman esaslarından üçüncüsü olan kitaplara iman , Allah Teala tarafından Peygamberlerine bir takım kitaplar gönderildiğini ve bu kitaplarda
bulunan şeylerin hepsinin doğru ve gerçek oldu- ğunu kabul etmek , inanmak demektir.
Bir insan , Allah’ın Peygamberlerine indirdiği ilahi kitaplara inanmadıkça Müslüman olamaz. Fakat bu ilahi kitaplardan bazı- ları ya tamamen
kaybolmuş , elimizde onlardan hiç bir eser kal- mamıştır. (Mesela : Hz. Adem ve Şit Peygamberlerin sayfaları gibi) ; veya elimizde bozulmuş ve
ilahi kitap olma özelliğini kaybetmiş olarak vardır.(Mesela :Tevrat , Zebur , İncil gibi) , veyahut ta Allah’ın vahyettiği şekilde orijinalliğini korumuş
, hiç bozulmadan günümüze kadar gelmiştir. (Mesela:Kuran-ı Kerim).
Öyleyse biz : Bozulmuş olan kitapların şu andaki şekillerine değil , Allah’tan gelen ve bozulmamış olan ilk
şekline inanıyoruz.
10
İLAHİ KİTAPLAR 2 KISMA AYRILIR:
A)-Küçük kitaplar : Bunlara “sayfalar” manasına SUHUF denir. Bunlar kitap denemeyecek kadar küçük boyuttadırlar. Toplam 100 sayfadır ve
dağılımı şöyledir:
1-Hz. Adem (A.S)’a  10 sayfa
2-Hz. Şit (A.S)’a
 50 sayfa
3-Hz. İdris (A.S)’a
 30 sayfa
4-Hz. İbrahim (A.S)’a  10 sayfa
B)-Büyük kitaplar: Dört tane büyük kitap vardır:
1-Tevrat  Hz. Musa (A.S)’a
2-Zebur  Hz. Davud(A.S)’a
3-İncil  Hz. İsa
(A.S)’a
4-Kur’an  Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz’e indirilmiştir.
Diğer İlahi Kitaplarla Kuran Arasındaki Farklar:
1-Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed(S.A.V)’e nasıl nazil olmuşsa , bugün elimizde öylece mevcuttur. Hiçbir harfi bile değişmemiş- tir. Halbuki diğer
kutsal kitaplar, daha peygamberleri zamanında bozulmuşlardır.
2-Kur'an - ı Kerim dinamik bir hüviyet taşır. Kuran’ın içinde nizami hükümler vardır. Her zaman ve mekanda tatbiki mümkün olan karakteriyle
Kuran daima canlıdır. Aynı canlılığı Tevrat ve İncil’de göremeyiz. Diğer ilahi kitaplarda aklın ve fikrin anlaya- madığı birçok hurafe , efsane ve
uydurmalar doludur. Kısaca Kuran-ı Kerim din ile dünyayı birleştiren , her ikisine de aynı değeri veren Allah kelâmıdır.
3-Kur'an - ı Kerim , dünyada hiçbir kitaba nasip olmayan bir metotla muhafaza edilmiştir . Bu metot ezberleme ve yazma metodudur.
Bugün bile Kuran-ı Kerim’in nüshaları biranda kaybolsa yeniden eski nüshasının aynısını meydana getirecek yüz binlerce HAFIZ mevcuttur. Bu
sadece Kuran’a mahsus bir özelliktir.
4-Kuran-ı Kerim vahy edilen Peygamberin hayatında uygulama olarak görülmüştür. Halbuki diğer din kitaplarının , Peygamber- lerinin önünde
tatbik edildiği görülmemiştir. Hz. Musa Filistin’e ulaşamadan ölmüş , Hz. İsa peygamberliğinin daha başında iken Yahudi saldırısına uğramıştır.
5-Kuran-ı Kerim , belli bir milletin , bir tek ülkenin kitabı değildir. O topyekün alemin , bütün insanlığın kurtuluşu için gelmiş olan Allah
kelamıdır. Halbuki hem Tevrat hem de İncil sadece Yahudilere gelmiş , sadece onlara hitap etmiştir. Böylece Kuran evrensel ,Tevrat ve İncil ise
daha çok ulusal bir mahiyet taşır.
6-Kuran-ı Kerim , hem sözcük olarak hem de mana olarak muci- zedir. O’nun karşısında topyekün edipler ve şairler acizliklerini itiraf etmişlerdir.
Onlara bir benzer yapmak isteyenler hep rezil olmuşlardır. Halbuki diğer Kutsal kitapları hep peygamberlerinin dışındaki şahıslar kaleme
almışlardır.
7-Kuran-ı Kerim , diğer kutsal kitaplarda olduğu gibi toptan değil zamanın ve olayların gereğine göre ayetler ve süreler halinde inmiştir.
8-Kuran-ı Kerim , en son kutsal kitaptır. Ondan sonra başka bir kitap gelmeyecektir. Getirdiği hükümler ve bu hükümlerin geçerliliği kıyamete
kadar sürecektir.
9-Kuran-ı Kerim’in taşıdığı yüksek gerçekler kıyamete kadar bütün insanların ve çağların ihtiyacını karşılayacak değerdedir. İlmin , ondaki
gerçeklerde çelişki bulacağı bir zamanın gelmesi düşünülemez.
10-Kuran-ı Kerim’in vahy edildiği Hz. Muhammed(S.A.V)’in hayatı , doğumundan ölümüne kadar birer birer tespit edildiği tarihi bir hakikattir.
Önceki Kutsal Kitapların Bozulmuş Olduklarının İspatı
1-Kutsal kitaplarda nüshalar arasında farklar vardır.
2-Eldeki kutsal kitapların hiç birinde ilahi kitaplara yakışacak bir dil ve üslup kullanılmamıştır. Onların insan elinden çıkma oldukları açıkça
görülmektedir.
3-Tevrat’ta Hz. Musa’nın , İncil’de Hz. İsa’nın vefatlarına dair geniş bilgiler vardır. Bu da onların sonradan yazıldıklarına delildir.
4-Bugün Tevrat’ın 3 , İncil’in ise 4 nüshası vardır. Her biri ayrı ayrı İncil ve Tevrat olarak kabul olunur. Halbuki Hz. Musa’ya bir adet Tevrat , Hz.
İsa’ya ise bir adet İncil verilmiştir.
5-Bu kitaplarda akıl ve mantıkla izah edilmeyen , din kitabına asla yakışmayan , Allah kelamı olması düşünülemeyen söz ve ifadeler vardır.
(Mesela : Allah’ın bir olmaması , yahut sadece İsrail oğullarının rabbi olması , peygamberlerin puta tapması, zina etmesi , ahlaksızca
hareketlerde bulunması gibi)
Önceki Kutsal Kitapların Bozulmalarının Sebepleri
1-Kuran 23 sene içerisinde bölüm bölüm indirildiği için ezberlenmesi kolay oluyordu ve her devirde yüz binlerce hafız tarafından
ezberleniyordu. Halbuki diğer kutsal kitaplar toptan indirildiği için onu ezberleyenler ya hiç yoktu veya birkaç kişiyi geçmiyordu. Bu sebeple
onların bozulmaya uğraması tabii idi.
2-Bu kutsal kitapların indirildiği toplumlar onları yüzünden okuyabilecek derecede bir bilgiye bile sahip olmayan bilgisiz kişilerden meydana
geliyordu. Üstelik bu kitaplar zamanında yeterince çoğaltılmadığı için nüshalarının sayısı da çok azdı. Halbuki Müslümanlar Kuran’ı öğrenmeye
ezberlemeye ve çeşitli maddeler üzerine yazmaya ellerinden gelen gayreti gösteriyor- lardı.
3-Bilhassa İsrail oğullarının karşılaştıkları esirlik , göç , düşman istilası gibi musibetler onların inanç esaslarını ve bu esasların yazılı olduğu kutsal
kitaplarını koruyamamalarına sebep olmuştur.
4-Yahudi ve Hristiyan din adamlarının hoşlarına gitmeyen yerleri kutsal kitaplardan çıkarmaları veya işlerine geldiği gibi değiştirmeleri de bu
kitapların bozulmalarının bir diğer sebebidir.
5-Bütün bunların üstünde Allah Tealâ , Kuran-ı Kerim hakkında ‘Kuran’ı biz indirdik onun koruyucuları da şüphesiz ki biziz’(Hicr:9) buyurarak
tanıdığı garantiyi diğer kutsal kitaplara tanımamıştır. Bozulma konusunda buda önemli bir sebeptir.
11
KURAN- I KERIM
S:1-Kur'an-ı Kerim’in taşıdığı hakikatler nelerdir ?
C:1- Kuran-ı Kerim’in Taşıdığı Hakikatler
1-Kuran, bütün insanları Allah’ın varlığına birliğine imana,yani TEVHİD inancına davet eder.
2-İnsanları putperestlik ve şirkten şiddetle men eder.Yalnız ve yalnız tek olan ALLAH’a ibadet etmeye ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmamaya
davet eder.
3-Kuran, insanları ilme, irfana, tefekküre çağırır. İnsanları gaflet içinde şuursuzca yaşamaktan men eder. Allah’ın kudret ve hikmetine dikkat
etmelerini, kainata ve hadiselere ibret gözüyle bakmalarını ister.
4-Kuran, bazı peygamberlerin ümmetlerini irşad ve tebliğ tarzları hakkında bilgi verir.Geçmiş ümmetlerin hallerinden ders almamızı söyler.
İnsanları son peygamber Hz. Muhammed(S.A.V)’e tabi olmaya çağırır.
5-İnsanların nefislerine esir olmamalarını, dünyayı ahirete tercih etmemelerini, dünyada her an imtihan içinde olduklarını unutmamalarını
bildirir.
6-İçtimai, iktisadi ve siyasi hayatta takip edilmesi gereken esasları ve saadet düsturlarını haber verir.
7-Allah’ın kainatta koymuş olduğu kanunların değişmeyeceğini, muvaffak olmak için bu kanunlara uymanın lüzumunu anlatır. İnsana kendi
çalışma ve gayretlerinden başka hiçbir şeyin fayda vermeyeceğini bildirir.
8-İslam’a uyanların cennete, uymayanların ise cehenneme gireceğini bildirir.Bu dünyanın ahiretteki ebedi cenneti ve saadeti kazandıracak
bir İMTİHAN MEYDANI olduğunu haber verir.
S:2-Ayet, süre, tefsir, tercüme, meâl ne demektir ?
C:2-Ayet: Kur'an-ı Kerim’in sürelerini oluşturan kısa veya uzun vahiy ifadelerine ayet denir.
Süre: Kur'an-ı Kerim’in değişik sayıdaki ayet topluluklarından meydana gelmiş bölümlerine süre denir.
En uzun süre 286 ayetli Bakara süresi
; En kısa süre ise 3 ayetli Kevser süresidir.
Tefsir :Kuran ayetlerini bütün ayrıntılarıyla açıklama ve yorumlama işine tefsir denir. Bu işi yapan kişilere Müfessir adı verilir.
Tercüme: Kur'an-ı Kerim’i kelime karşılığı olarak bir dilden başka dillere çevirmeye tercüme denir.
Meâl: Kuran ayetlerinin tercümeden biraz daha kapsamlı ve anlaşılır biçimde en uygun kelimelerle tercüme
edilmesine meâl denir. Türkçedeki Kuran çevirilerinin büyük çoğunluğu meâl şeklindedir.
S:3-Kur'an-ı Kerim’e karşı görevlerimiz nelerdir ?
C:3-Kuran-ı Kerim’e Karşı Görevlerimiz
1-Kuran’a karşı ilk vazifemiz onun taşıdığı hakikatlerin hak olduğunu TASDİK ETMEKTİR.
Daha sonra onu OKUMAK, MANASINI ANLAMAK VE EMİRLERİNİ TATBİK EDİP YAŞAMAKTIR.
2-Her müslümanın namazda okuyacak kadar Kuran’dan ezber bilmesi farz-ı ayındır.
3-Kuran’ı namaz dışında yüzünden okumak.(Bu iş ezbere okumaktan daha hayırlıdır)
4-Kuran’ı yüzünden abdestli olarak okumak farzdır.Çünkü Kuran’a abdestsiz el sürülmez
5-Okunan Kuran’ı dinlemek(Bu iş farz-ı kifayedir.Bazıları dinliyorsa dinlemeyenlerden sorumluluk kalkar).
6-Kuran okumak nafile ibadet yapmaktan,sesli okumak ise sessiz okumaktan hayırlıdır.
7-Kuran okumayı unutmamak.(Kuran okumayı öğrenmiş olan kimse sonradan unutursa günahkar olur).
8-Kuran’ı okumak gibi, onu başkasına okutmak,öğretmek de farzdır.
9-Yırtılmış,eski,kullanılmayan Mushaf,yakılmaz,temiz bir beze sarılıp toprağa gömülür.
S:4-Dört büyük ilahi kitabı ve indirildiği Peygamberleri yazınız.
C:4- Tevrat Hz.Musa (a.s.)’a ; Zebur Hz.Davud (a.s.)’a ; İncil Hz.İsa (a.s.)'a ; Kur'an-ı Kerim Hz.Muhammed (S.A.V)'e verildi.
S:5-Kur'an-ı Kerim’in iç düzeni hakkında bilgi veriniz.
C:5-Kur'an-ı Kerim : - 610-632 yılları arasında 23 senede indirildi
- Hz.Ebubekir zamanında kitap haline getirildi.
- Hz.Osman zamanında çoğaltıldı.
- 114 süredir.
- 14 secde ayeti vardır.
- 616 sayfadır.
- 6666 ayet vardır.
- Her sayfa 15 satırdır.
- Her cüzde 4 hizb vardır.
12
- 30 cüz vardır.
- Her cüz 20 sf. dır.
(Hizb: Kuranı kerimde 5 sayfalık bölüm)
S:6-Vahiy ne demektir ? Vahiy süreci hakında bilgi veriniz.
C:6-VAHİY: (Sözlükte):İşaret,gizli söz,ilham,gizli ve süratli olarak bir şeyi bildirmek).
Allah Tealâ’nın, insanlar arasından seçtiği peygamberlere manevi bir yolla dilediğini bildirmesi demektir.
Peygamberler, Allah’tan aldıkları hüküm ve hakikatleri vahiy yoluyla alırlar. Peygamberlerin hepsi de Allah’ın vahyine muhatap olmuşlardır.
Vahyin pek çok çeşitleri ve dereceleri vardır. Vahyin en yaygın şekli, vahiy meleği olan Cebrail (A.S) aracılığıyla peygamberlere ilahi
hükümlerin bildirilmesidir. Kuran’ın indirilişi böyle olmuştur. Cebrail’in vahyi getirmesinin de çeşitleri vardır. Melek, esas şekliyle
peygambere görüneceği gibi insan suretine girerek de gelir ve vahiy getirir. Bazen de hiç görünmeden çan sesi veya arı vızıltısı gibi bir sesle
gelir ve vahyi peygamberin kalbine bırakır.
Bazen de Allah Teala emir ve hükümlerini vasıtasız, doğrudan doğruya peygamberine söyler ve işittirir. Hz. Musa’nın Tur dağında,
Hz.Peygamber(S.A.V)’in Miraç’ta vahyi doğrudan doğruya Allah’tan almaları gibi.
Hz.Muhammed (S.A.V)'e vahiy geldikçe zaten onu ezberlemiş oluyordu. Sahabelerde hemen ezberliyorlardı.
Bunun yanında “ Vahiy kâtipleri ” denen kişiler tarafından Efendimiz(SAV)’in emriyle, o günkü şartlarda bulabildikleri deri parçası, develerin
kürek kemikleri ve beyaz taşların üzerine yazılıyordu.
PEYGAMBER INANCI
Allah’ın emirlerini ve yasaklarını kullarına bildirmek üzere elçi olarak seçtiği büyük insanlara PEYGAMBER denir.
Peygamberler de bizim gibi insan olmakla beraber ,onlar Allah’ın seçkin kullarıdır. İnsan çalışıp çabalamakla ,istemekle peygamber olamaz.
Peygamberlik Allah vergisidir.
Allah’ın insanlara elçi olarak gönderdiği peygamberlerini yine insanlar arasından seçmesi ,onların ,insanlara her hususta
rehberlik,örneklik,mürşitlik yapabilmeleri içindir. Meleklerden seçilseydi hiç şüphesiz bu netice alınamazdı. İnsanlara en iyi rehberliği yine
insanın yapabileceği açık bir gerçektir.
Resül Ve Nebi Arasındaki Fark
RESUL:Kendisine yeni bir din ve kitap verilen peygamberlere denir.
NEBİ:Yeni bir din ve kitap sahibi olmayıp kendinden önceki bir peygamberin kitabına uygun hareket etmekle vazifeli peygamberlere denir.
Peygamberlerin ortak sıfatları nelerdir? Birer cümleyle açıklayınız.
1-SIDK(DOĞRULUK):Bütün peygamberler,Allah’tan alarak verdikleri bütün haberlerinde doğru sözlüdürler. Onların yalan söylemeleri asla
düşünülemez.(Muhammed ül Emin denmesi...)
2-EMANET(EMİN VE GÜVENİLİR OLMAK):Peygamberler, Allah’ın kendilerine verdiği vazifeleri yerine getirme hususunda emin ve güvenilir
kimselerdir. Peygamberlerde asla hainlik hali görülmez.
3-TEBLİĞ(BİLDİRMEK):Peygamberler Allah’tan kendilerine vahyolunan şeyleri ümmetlerine,noksansız ve ilavesiz olarak aynen bildirirler,tebliğ
ederler. O haberleri gizlemeleri veya değiştirmeleri söz konusu olamaz.
4-FETANET(AKILLI VE ZEKİ OLUŞLARI):Peygamberler üstün bir akıl ve zekaya,kuvvetli bir hafızaya ve yüksek bir mantık ve ikna kabiliyetine
sahiptirler. Peygamberlerin,delilik,gafillik,cahillik gibi sıfatlarla uzaktan-yakından hiçbir alakaları yoktur.
5-İSMET(GÜNAHSIZLIK):Peygamberler gizli-açık her türlü günahlardan,kusurlardan,kötü hallerden,peygamberlik şerefiyle bağdaşmayacak
hareketlerden uzaktırlar.
İnsanlar niçin Peygamberlere muhtaçtır?
İnsanlar kendi akıllarıyla Allah’ın varlığını, birliğini anlayabilseler bile O’na mahsus sıfatları tamamen kavrayamazlar. O’na ne şekilde ibadet
edileceğini bilemezler. Ahiret işlerini,ahiretteki sorumluluğu idrak edemezler. Bütün bu hususları,Allah’ın kendilerine bildirip öğretmesine
muhtaçtırlar.
İşte
Allah,insanların bu ihtiyaçlarına cevap vermek üzere onlara peygamberler göndermiştir .Onlar vasıtasıyla,bilmeye muhtaç oldukları maddi
ve manevi her hususu insanlara öğretmiştir.
Eğer peygamberler gelmeseydi,insanlar Allah’ın varlık ve birliğini bilmenin dışında hiçbir dini hükümle mükellef tutulamazlardı
PEYGAMBERLERİN GÖREVLERİ.
1-Allah’ı insanlara tanıtmak.
2-Allah’tan aldıkları imani hükümleri ve ibadet şekillerini insanlara öğretmek.
3-İnsanlara ahlaki fazilet ve güzel huyları aşılamak.
4-İnsanın diğer insanlarla ve toplumla olan münasebetlerini en medeni ve adil ölçüler içinde tanzim etmek,aradaki sosyal bağları
kuvvetlendirmek.
Kısaca;maddi-manevi her sahada insanlara tam bir rehber olmak.
PEYGAMBERLERİN SAYISI
İlk peygamber Hz.Adem’den son peygamber son peygamber Hz.Muhammed(S.A.V)’e kadar arada birçok peygamber gelip geçmiştir. Kuvvetli
bir rivayete göre bu peygamberlerin sayısı 124.000, diğer bir rivayete göre de 224.000 kadardır. Bunlardan sadece 25 tanesinin ismi Kuran-ı
Kerim’de geçmektedir:1-Adem, 2-İdris, 3-Nuh, 4-Hud, 5-Salih, 6-Lut, 7-İbrahim, 8-İsmail, 9-İshak, 10-Yakup, 11-Yusuf, 12-Şuayb, 13-Musa, 14Harun, 15-Davud, 16-Süleyman, 17-Eyyub, 18-Zülkif, 19-Yunus, 20-İlyas, 21-Elyesa, 22-Zekeriyya, 23-Yahya, 24-İsa, 25-Hz.Muhammed
(Aleyhimusselam=Allah’ın selamı onların üzerine olsun)
13
AHIRET INANCI
AHİRET: Her şeyin sonu demektir. Sözlük manasıyla ilgili olarak dünyanın sonuna da ahiret denilmiştir.
Diğer bir tarife göre : İnsanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam edecek olan zamana ahiret denir.
Ahiret gününe inanmak,inanılması mecburi olan iman esasları- nın beşincisini teşkil etmektedir.
Nisa 136 : “Kim Allah’ı , meleklerini kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününü inkar ederek kafir olursa , mutlaka haktan çok
uzak bir sapıklıkla dalalete düşmüştür”
Hadis : “Kıyamet gününde Allah Tealâ , arada tercüman olmak- sızın sizin her birinizle mutlaka konuşacaktır. O zaman insan
sağına bakar, ancak dünyadan işleyip gönderdiği amellerini görür. Soluna bakar,yine işleyip gönderdiğinden başkasını göremez.
Önüne bakar,tam karşısında cehennemden başkasını göremez. O halde bir hurmanın yarısı kadar sadaka vermek suretiyle bile
olsa kendinizi cehennemden koruyun”
Ahiret ve ahiretteki durumlar, gayba ait konular olduğu için insan aklı ve pozitif bilimlerle açıklanamaz. Bu konuda da tek bilgi
kaynağımız vahiydir. Kuran-ı Kerim’de ve Hadis-i Şerif’ler- de bize nasıl haber verilmişse ona inanır ve onunla yetiniriz. Bunun
ötesinde akli bir yoruma gitmeyiz. Şu konuyu unutma- mak gerekir ki , ahiretteki durumlar , dünyadakilere uzaktan yakından
benzemez. Aralarında isim benzerliğinden başka bir benzerlik yoktur. Mesela: “İsrafil , sûru üfürecek , insanların amelleri
tartılacak , herkesin defterleri ortaya çıkacak”dediğimiz zaman , hatırımıza dünyada bildiğimiz bir boru , bir terazi, kağıt- tan bir
defter gelmemelidir. Biz onların var olduğuna inanır , ma- hiyeti ve niteliği konusunda bir yorum yapmayız.
Ahiret inancı , ilkel kavimler dahil Allah’ın varlığını kabul eden hemen hemen bütün din ve düşünce sistemlerinde mevcut olmakla
beraber, ölümden sonraki bu hayatın mahiyeti ve tasviri hakkında birbirinden farklı görüşler benimsemişlerdir.
İnsanı ilk defa yoktan var eden Allah , onun cismini kıyamet günü tekrar yaratacak , ruhunu ona döndürerek tekrar dirilte- cektir.
Bu dünyada yaptıklarından hesaba çekip ceza ve müka -fatını verecektir.
AHİRETİN GEREKLİLİĞİ
1-Ahirete inanmak , ilahi adaletin bir gereğidir. Çünkü bu dünya- da herkes işlediği suçun cezasını çekmemekte, bir takım haksızlıklar meydana gelmektedir. Fakat ahirette durum bunun aksine dir. Açık ve gizli her şey orada anlaşılacağından , Allah kötüleri
cehennem azabı ile cezalandıracak , iyilere de mükafat olarak cenneti verecektir. Böylece adaleti gerçekleştirmiş olacaktır.
2-Bu dünya bir imtihan yeridir,ahiretin tarlasıdır. Bu dünyada ne ekilirse ahirette o biçilecektir. Dünyada iyi işler yapanlar ahirette
güzel karşılıklar, kötülük işleyenler azap göreceklerdir.
Dünyada insana akıl ve irade verilmiş , peygamberler ve kitap- larla doğru ve eğri yollar gösterilmiş , iyi ameller işlediği taktir- de
saadete ulaşacağı , fenalıklar işlerse azaba uğrayacağı bildi- rilmiştir. Durum böyle olunca bir ömür boyu akıl ve iradesiyle serbest
olarak yaptıklarından hesap vermesi , verilen nimetin yerinde kullanılıp kullanılmadığının sorulması gerekir. Hz. Pey- gamber
Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Kıyamette insan ömrünü nerede tükettiğinden , ilmiyle ne yaptığından , malını nereden
kazanıp nereye harcadığından , vücudunu nerede es- kittiğinden soruluncaya (ve hesabını verinceye) kadar ayaklarını bir yere
kımıldatamaz”
3-Dünya , kuvvetlinin zayıfı ezdiği , haksızlıkların her fırsatta işlendiği , hesaba gelmez yolsuzlukların icra edildiği bir yerdir. Her
gün sayısız cinayetler işlenir, hırsızlıklar, namusa tecavüz- ler ve benzeri fenalıklar yapılır. Bunların hepsinin dünyada ceza- sını
çekmesi imkansızdır. Şayet bu dünya hayatını bir hesap ve ceza günü takip etmezse , zulümlerin cezasız kalması , mazlum- ların
hakkının alınmamış olması gerekir. Halbuki adalet , hakkın hak sahibine verilmesini icap ettirir. İşte dünyada iyilik işleyen- lerin
mükafatını alması , fenalık işleyenin cezasını bulması , ada- letin yerine gelmesi için bir ahiret hayatının varlığına ihtiyaç zaruridir.
4-Yaptığından hesap vereceğine inanan, fenalık işlerse ceza , iyilik yaparsa mükafat göreceğini bilen insan bu mesuliyetin hissi
altında hareketlerini daha iyi tanzim eder. Mesuliyet duygusu olmayan , ahiret duygusu bulunmayan bir insan- ın , inananlar
kadar düşünceli hareket etmesi mümkün de- ğildir. İmtihana girecek bir öğrenci ile onun yanında tesa- düfen bulunan bir
kimsenin aynı durumda olacağı düşünü- lemez. Biraz sonra amirinin yanına çıkacak bir askerle bir sivilin hareketleri arasındaki
intizam farkı açıkça bellidir. Konuştuğu sözler teybe alınacak ve üst makam tarafından dinlenecek bir memurun telaş ve düşüncesi
ile karşılıklı konuşan iki arkadaşın durumu bir olamaz.
5-Ahirete inanmak bir huzur ve sükun kaynağıdır. Her canlı ölümü tadacaktır. Ölümden kurtuluş imkanı hiç bir varlık için
tanınmamıştır. Oldukça zengin olan bir kimseye , mil- yonlarca liralık servetten , bütün bir ömür boyu kazanıp yaptırdığı güzel
binalardan , fabrikalardan ayrılmanın vere- ceği üzüntü ne ile giderilebilir? Ömrü hastalıklarla geçen , bir gün yüzü gülmeyen bir
14
insan , ahirette ebedi bir saadet bulacağına inanırsa sabreder ve istikbal ümidiyle kalbinde bir huzur duyar. Kısacası ; imanlı olan
bir insanın hayatı sabır ve şükür ile doludur.
AHİRETE İNANMANIN FERT VE TOPLUM HAYATI AÇISINDAN ÖNEMİ
1-Ahirete iman , her şeyden önce , insan hayatına bir hedef bir yön verir ; yaratılıştaki hikmet ve gayeyi öğretir.
“İnsan başıboş olarak bırakılacağını mı zannediyor.” (Kıyame:36)
2-Bu inanca sahip olan insan ve kişilerin oluşturduğu toplum, doğruluktan ayrılmaz. Kazancını doğru ve helal şeylerde arar. Hileye
, aldatmaya ve rüşvete yanaşmaz. Kendi hakkını bilir, başkalarının hakkını gözetir.
3-Bu inançtaki bir kişi,dini ve dünyevi görevlerini eksiksiz ve zamanında yerine getirir. Çünkü bir mükafat ve ceza gününün
varlığına iman , herkesin bu dünyadaki işinden dolayı Allah’ın huzurunda sorguya çekileceği inancı onun kalbinde yer etmiştir.
4-Milletler ve toplumlar arasındaki bağların ve ilişkilerin sağlam bir hale gelmesini kolaylaştıracak olan en büyük araç , ahirete
imandır. Bu inanç fertlerin kalbinde ne kadar kuvvetli olursa toplumlar arası ilişkiler de o derece sağlam olur. Çünkü herkesi kendi
sınırında durdurup , başkasının sınırına geçirmez.
5-Bu inanç insanların kalbine barış duyguları saçar. Çünkü barış duygusu , adaletin meyvesidir. Adaletle hareket eden kişi ise ilahi
adaletin ahirette eninde sonunda gerçekleşeceğinim şuurundadır.
6-Bu inanç insanın ümitlerini yeniler, acılarını hafifletir. Hayat boyu başa gelen zor durumlara katlanmasını sağlar.
7-Ahirete iman , insanı hayır işlemeye , kötülüklerden kaçınma- ya , kötülükleri terk ederek üstünlüklerle bezenmeye, hak ve
adaletten yana olmaya yöneltir.
8-Ahirete iman eden kişi , ölüm kendisine gelmek üzere iken geçmişini düşünüp, bu inancın gereği olarak geride iyi ve hayırlı
ameller işlediğini görünce huzur duyar. Çünkü onun için ölüm , yeni sonsuz bir saadetin başlangıcıdır.
9-Ahiret inancı, insanların dünya hayatına karşı aşırı bağlılık- larını önler, başkalarına iyilik ve hizmet etme fikrini geliştirir.
Dünyanın bir aldanmadan ibaret olduğu fikrini aşılar.
“Biliniz ki (ahireti kazanmaya yöneltmeyen)dünya hayatı,bir oyun bir eğlence,bir süs,aranızda bir övünme,mal ve evlatta bir
çoğalıştır”. (Hadid:20)
AHİRET HAYATININ DEVRELERİ
1-İnsan hayatı kaç safhada devam eder? Nelerdir?
İnsan hayatı 3 safhada devam eder ve şunlardır: 1-Dünya hayatı 2-Kabir hayatı 3-Ahiret hayatı
KABİR HAYATI : İnsan hayatı 3 safhada devam eder. Birincisi dünya hayatıdır ; ölümle son bulur. İkincisi ; kabir hayatıdır ;
öldükten sonra başlar , tekrar dirilmeye kadar devam eder. Üçüncüsü ; ahiret hayatıdır ; tekrar dirildikten sonra başlar ve devam
eder. Peygamberimiz en çok bu hayata yani ahiret hayatına ehemmiyet vermiştir. İnsanın dünya hayatını , bir ağacın altında
dinlenen , daha sonra kalkıp gidecek olan bir yolcuya benzetmiştir.
Her insan , ister ölerek toprağa gömülsün , ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvanın karnında bulunsun ,
yahut ta yanarak külü havaya karışsın , mutlaka kabir hayatını geçirecek ve kıyamet günü diriltilecektir.
Genellikle insanlar ölünce kabre konulduklarından, bu gibi durumlarda kabir hayatı ifadesi kullanılmaktadır.
İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek:”Rabbin kimdir? , Pey- gamberin
kimdir? , Dinin nedir?” diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri , bu sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet
kapıları açılır ve cennet kendilerine gösterilir. Kafirler ve münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da
cehennem kapıları açılır. Ora- daki azap kendilerine gösterilir. Kafirler ve münafıklar ka- birde azap görecekler, mü’minler ise
nimetler içerisinde sıkıntısız yaşayacaklardır.
2-Kıyamet ne demektir?
KIYAMET: (Sözlükte):Kalkmak , dikilmek , ayaklanmak , doğrulmak ve dirilmek anlamlarına gelir.
Terim olarak ise , Kıyametin iki anlamı vardır: 1-Kainatın düzeninin bozulması ve her şeyin alt üst edilerek yok olmasıdır. 2-Yok
olan ve ölen şeylerin yeniden diriltilerek ayağa kalkması, kıyamet gününde doğrularak ayaklanması ve mahşere doğru
yönelmesidir. Bu durumda kıyamet , ge- nel bir yok oluşu ve genel bir dirilişi kapsamaktadır.
Kıyametin kopması , aklın imkansız görmeyeceği bir hadi- sedir.Çünkü kainatın biricik sahibi olan Allah-ü Teala kâi- natı idare
eden düzeni geri çekince gök cisimleri yörünge- lerinden çıkarak birbirlerine çarpacaklar, kainat bir toz bu- lutu haline gelerek,
canlı hiç bir şey kalmayacaktır.
15
Kıyametin nezaman kopacağını sadece Allah bilir.Bu konu- da ne Hz Peygamber(S.A.V), ne O’na vahiy getiren Cebrail (A.S) , ne de
sura üflemekle görevli olan İsrafil (A.S) bir bilgi sahibi değildirler.
Kıyamet Alametleri: Duman Deccal
Hz İsa’nın inişi - Yer batması
Dabbetul Arz
- Hicaz’da ateş.
-
Güneşin batıdan doğması
- Ye’cüc Me’cüc -
3-Hesap nedir? Peygamberimiz mahşer meydanında hangi 5 şeyin hesabının sorulacağını bildirmiştir ?
HESAP:İnsanlar,amel defterlerini ellerine aldıktan sonra Allah Teala kendilerini hesaba çeker. O gün insanlara şu 5 şeyin
sorulacağını Peygamberimiz (S.A.V) haber vermiştir:
1-Ömrünü nerede tükettiği
2-Gençliğini nasıl geçirdiği
3-Malını nereden kazandığı
4-Malını nereye harcadığı
5-Bildiklerini uygulayıp uygulamadığı sorulacaktır.
4-Mizan ne demektir?
MİZAN:Sözlükte,terazi anlamına gelen mizan;terim olarak ahirette hesaptan sonra herkesin amellerini tartmaya mahsus ilahi
adalet terazisidir. Mahiyeti,iç yüzü ve niteliği bizce bilinmemektedir. Dünyadaki ölçü aletlerinin hiç birine benzemez. Tartıda
iyilikleri kötülüklerinden ağır gelenler kurtuluşa erecek;hafif gelenler ise cehenneme gideceklerdir. Cehenneme gidenlerden
mü’min olanlar işledikleri suçun karşılığı olan azabı çektikten sonra cehennemden çıkarılıp cennete girdirileceklerdir.
5-Sırat nedir?
SIRAT:Cehennemin üzerine kurulmuş bir köprüdür. Herkes buradan mutlaka geçecektir. Mü’minler,yaptıkları amellerine göre
kimi süratli,kimi daha yavaş olarak bu köprüyü geçecek,kafirler ve günahkarlar ise ayağı kayarak cehenneme düşeceklerdir. Sırat
köprüsünü dünyadaki köprülere benzetmek yanlıştır. Mahiyetini ve şeklini biz bilemeyiz.
6-Ba’s nedir? Bunun mümkün olduğuna ne gibi örnekler verilebilir?
BA’S (=Yeniden Dirilme):Kıyametin kopmasından sonra sur’a ikinci defa üfürülme ile bütün canlı yaratıklar hesap için tekrar
diriltileceklerdir. Bu diriliş hem beden hem de ruh ile olacaktır.
Yeniden dirilişin aklen mümkün oluşu şöyle izah edilebilir:
1-İlk yaratmayı yapan Allah, yeniden diriltebilir. (Çürümüş kemiklerin diriltilmesi).
2-Zor bir şeyi yaratan, kolay bir şeyi elbette yaratır.(Göklerin ve yerin yaratılışı).
3-Ölü bir durumda olan yeri canlandıran, insanı da diriltebilir.(İlkbahar).
7-Haşir ve Mahşer ne demektir?
HAŞİR VE MAHŞER:Haşr,sözlükte;toplanmak,bir araya gelmek demektir. Terim olarak ise:Allah Teala’nın insanları hesaba çekmek
üzere,ikinci dirilişten sonra bir araya toplaması demektir. İnsanların toplandıkları yere ise mahşer adı verilir.
8-Şefaat nedir? Kimler şefaat edebileceklerdir?
ŞEFAAT:Ahiret günü,günahı olan mü’minlerin günahlarının affedilmesi,günahı olmayanların daha büyük derecelere erişmeleri için
peygamberlerin ve Allah katında dereceleri yüksek olanların Allah’a yalvarmaları demektir. Kafir ve münafık olanlar için şefaat söz
konusu değildir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) de ümmetinden büyük günah işleyenlere şefaat edecektir.
Peygamberimiz(S.A.V)’in bir de genel ve kapsamlı bir şefaati olacaktır. Mahşerde bütün yaratıklar ıstırap ve heyecan içinde
bulundukları bir sırada bunların hesaplarının biran evvel görülmesi için şefaat edecektir.
İşte buna ŞEFAAT-I UZMA (Büyük şefaat) adı verilir.
Müslümanlara düşen görev, şefaate güvenip dinin gereklerini terk etmek değil, şefaate layık olmak için gayret sarf edip
çalışmaktır.
HADİS: ” Kıyamet günü 3 sınıf insan şefaat eder : Peygamberler , Alimler , Şehitler ”.
16
9-Sûr nedir? Nasıl anlamalıyız?
SUR,(Sözlükte):Boru,üfürülünce ses çıkartan boynuz ve seslenmek manalarına gelir. Terim olarak ise:Kıyametin kopuşunu
belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için,İsrafil (A.S)
tarafından üfürülen bir borudur. Fakat bu borunun nasıl bir boru olduğu bizce bilinmemektedir. Bizim sur hakkında
bildiğimiz,kendisine üfürüldüğünde kıyametin kopacağı ve insanların tekrar diriltileceğidir. İsrafil(A.S) Sura iki defa üfürecektir.
Birincisinde kıyamet kopacak,ikincisinde insanlar dirilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine doğru koşacaklardır.
10-Cennet nedir? Kuranda Cennet nasıl tasvir edilmiştir?
CENNET:Sözlükte,bahçe,bitki ve ağaçlarla örtülü yer anlamına gelen cennet;mü’minlerin içinde ebedi olarak kalacakları,çeşitli
nimetlerle bezenmiş olan ahiret yurdudur. Cennette hayat sonsuzdur. Orada ölüm yoktur. Orada sonsuz lezzet,sevinç ve
mutluluk vardır. Orada kin yoktur. Boş laf ve günaha sokacak her hangi bir söz işitilmez. Cennette altlarından ırmaklar akan
köşkler,türlü türlü meyveler ve çeşitli kuş etleri vardır.
Cennet nimetlerinin en büyüğü: “ALLAH’IN GÖRÜLMESİ”nimetidir. Allah,cennetliklere en güzel bir mükafat hazırlamıştır. O
gün Allah’a bakan yüzler parlayacak.(En’am:103). Cennete giremeyenler ise Rablerini görmekten mahrum kalacaklardır.
(Mutaffifin:15).
Cennetteki ağacın adı TUBA AĞACIdır.
11-Cehennem nedir? Kuranda Cehennem nasıl tasvir edilmiştir?
CEHENNEM:Ahirette;kafir,müşrik ve münafıkların sürekli kalacakları azap yeridir. Günahkar mü’minler de günahları ölçüsünde
orada cezalandırılırlar.
Kuran,günah işleyenlerin akıbetinin ateş olduğunu ortaya koyar. Kuran’da ateş için çeşitli adlar kullanılmıştır. Bunlar:
Nar:Ateş
Haviye:Düşenlerin çoğunun geri dönemediği uçurum.
Sair:Çılgın ateş ve alev
Leza:Dumansız ve katıksız alev
Cehennem:Derin ateş çukuru.
Bunların içinde en çok kullanılan kelime ise cehennemdir
Cehennemi ifade eden bütün kelimelerde hararet,yanma,sıcaklık ve ateş anlamlarını bulabiliriz.
Cehennemliklerin yiyecekleri sadece hiçbir tadı ve besleyici değeri olmayan ZAKKUM ağacıdır.
KADER INANCI
Kader, Kaza, Tevekkül, Ecel, İhtiyari fiil, Iztırari fiil ne demektir? Birer cümleyle açıklayınız.
Kader: Olacak olayların önceden Allah tarafından bilinmesi ve yazılması demektir.
Kaza: Kaderde yazılı olan şeylerin vakti geldiği zaman ortaya çıkması demektir.
Tevekkül: Her hangi bir konuda üzerimize düşeni yaptıktan sonra sonucu Allah’tan beklemek demektir.
ihtiyari fiiller: Kendi irademizle işlediğimiz fiillerdir.Yeme, içme, bakma, konuşma ...gibi.İnsanın sorumlu olduğu fiiller bunlardır.
Iztırari fiiller: Tamamen irademiz dışında meydana gelen fiillerdir. Bu fiiller için herhangi bir mükafat veya ceza söz konusu değildir. Bunlara misal
olarak; göz kapaklarımızın çalışması, kanımızın dolaşması, kalp atışımız, cinsiyetimiz ve ırkımız verilebilir.
Ecel: (Sözlükte: vakit,müddet,vaktin bitimi,müddetin sona ermesi) Her canlının hayatının kesin olarak son bulması için Allah Teala’nın ezelde
takdir etmiş olduğu belirli bir zamana ECEL denir.
17
KADER: (Sözlükte)Ölçü, miktar demektir...Mesela:bir elbisenin güzelliği terzinin kumaşı belli ölçülerle kesip biçtikten sonra yine belli ölçülere
göre dikmesiyle ortaya çıkar...İnsanın vücudu da bir ölçüye göre yaratılmıştır.
Kaderin her şeyi güzeldir. Mesela:Balığı suda en rahat şekilde yaşayabilecek bir keyfiyette yaratmıştır. Bir balık kendisi için yasaklanan hava
âlemine girse (yani kendisini sahile atsa )acı akıbetini kendisi hazırlamış olur. Şimdi bu balık ölümle pençeleşirken “Niçin Allah’u Teala benim
karaya çıkmama müsaade etti ve benim ölümümü bu tarzda taktir etti?” diyebilir mi?. Elbette diyemez.Çünkü ona sudan ayrılmamasını
emretmişti. Emri dinlemeyen cezasını çeker.
Görmemizin sınırlı oluşunda büyük hayırlar vardır. Yemek yerken kaşığımızdaki mikropları, karşımızdaki insanların iç organlarını ve
bağırsaklarının içindeki pislikleri görebilseydik hiç hoş olmazdı.
Duymamızın sınırlı oluşunda da büyük hayırlar vardır. Eğer her sesi duyacak olsaydık gece üzerimizden kayan yorganın sesinden çılgına döner,
karıncanın ayak sesinden rahatsız olurduk.
Bu kainatta kader proğramından çıkan her eserde ve her işte sonsuz hikmetler bulunduğunu her bir ilim ispat edip göstermiştir. Hiçbir ilim
kâinatın hiçbir yerinde bir noksanlık veya fazlalık bulamamıştır. Vücudumuzda da aynı şeyi görürüz.
Ana rahminde iken bize takılan organların dünyada ne işe yarayacağını bilemediğimiz gibi yüce Rabbimizin emrettiği namaz, oruç ve diğer
ibadetlerin âhiretteki neticelerini bu dünyada kavramamız mümkün değildir.
Allah’ın emrettiği her şeyde mutlaka bir fayda, yasakladığı her şeyde de mutlaka bir zarar vardır. Bu emirlere uymak mutlaka menfaat icabıdır.
Mesela; Bir babanın besleyip büyüttüğü, okula kaydettiği oğlunu mükafatlandırması ve cezalandırması çocuğun iyiliği içindir. Bir hocanın
talebesini cezalandırması da böyledir. Bir doktorun, hastasına bazı şeyleri yasaklaması yine hastanın menfaatinedir. (Örneğin, ameliyatlı hastaya
su verilmez. Verilirse dikişlerine zarar verir.)
Kim cehenneme giderse kendi hatasının neticesi olarak gidecektir. Biz kendimize ve diğer insanlara Yüce Allah’tan daha merhametli olamayız.
KADER: Varlıkların ve hadiselerin bütün özellikleriyle, varlık âlemine gelecekleri zaman ve mekânın Cenab-ı Hakk tarafından ezelde tayin
buyurulması ve bir tertip ile kaydedilmesi demektir.
KAZA: Ezelde takdir olunan her şeyin Cenab-ı Hakk’ın yaratması ve icadıyla varlık sahasına çıkması demektir.
Buna göre kader Allah’ın ilim sıfatına, kaza da kudret sıfatına dayanır. Kader, kazadan hem daha öncedir, hem de daha kapsamlıdır. Çünkü her
kaza olunan şey kaderde vardır, fakat her kaderde olan şey kaza olmamıştır.
Allah, dünya ve ahiret nimetlerinin bir takım SEBEPLERLE meydana gelmesini ezelde takdir etmiş ve şarta bağlamıştır. Öyleyse onların
SEBEPSİZ meydana gelmesini arzu etmek ilahi kanunlara zıttır.
Allah’tan herhangi bir nimeti istemenin yolu, onun sebeplerini yerine getirmektir.Cenab-ı Hakk, çocuk istemenin yolunu evlenmeye, meyve
istemenin yolunu ağaç dikmeye bağladığı gibi, CENNET istemenin yolunu da ilahi emirlere uymaya ve yasaklardan kaçmaya bağlamıştır.
Sebeplere tutunmamak o nimetten mahrum kalmayı netice verir.
İnsanla ilgili kaderi 2’ye ayırabiliriz:
Birincisi:İnsanın kendi irade ve kudretiyle giriştiği hareketlere bağlıdır.Meydana gelmesine insanlar sebep olmaktadır.Şöyle ki; Allah-u Teala
insanların ve toplulukların takip etmesi gereken yolu tayin ve taktir etmiştir. Bu yolda gidenler kaderlerinin mutlu olarak tayinine sebep olurlar.
Aksi halde felaket ve yoksulluğa düşerler...(Bir millet kendini bozmadan Allah onları bozmaz)..
İkincisi : İnsan iradesi ve gücü dışında meydana gelen hadise ve hallere aittir. Bunların sebepleri insanlar tarafından bilinmemektedir. Akıl
kaderin bu kısmına vakıf olamamaktadır. Mesela; Erkek ya da kadın olmak, şu zamanda şurada doğmak, falanın veya filanın çocuğu olmak, şu
kadar yıl ömrü olmak gibi. Bu meselelerdeki ilahi sırrı anlamaya uğraşmak, kişiyi helake götürür. Bu sırlar ahirette, Adalet Günü’nde bütün
incelikleriyle görülecektir.
İNSANIN İRADESİ: İrade , (sözlükte) : Kasdetmek, dilemek, istemek gibi manalara gelir. İnsanın bütün duyguları gibi iradesi de mahluktur, yani
yaratılmıştır. İnsanın bir işe başlamasından önce kendisinde mevcut olan iradesine KÜLLİ İRADE ; bu iradenin her hangi bir zamanda bir fiile
yönelmesine CÜZ’İ İRADE denir.
(Mesela: Bir insanın kendi iradesiyle okuma, yazma, oynama, uyuma, gezme, koşma, TV seyretme, namaz kılma, vb. gibi işlerden birini
yapabilecek durumda olduğundan iradesine külli irade denmiştir. Bir işe karar verip o işe yöneldiğinde iradesi cüz’ileşmiş olur. Yani irade,
kapsamlı ve genel durumdan belirli ve özel duruma geçmiş olur.)
İNSANIN KUDRETİ: Kudret, iradenin uygun görmesi üzerine,istenen şeylerde te’sir icra eden ve faile(özneye)bir işi işleme ve işlememe imkanı
veren bir kuvvettir.İrade için yapılan külli-cüz’i ayrımı kudret için de yapılabilir.İnsanın külli kudreti,bütün organlarının ve hislerinin vazife
görebilecek durumda bulunması demektir. İnsan bu durumda her hangi bir işe yönelebilir. (Mesela: Yürüyebilir, okuyabilir, dinleyebilir). Fakat
bunlardan birine, mesela okumaya karar vermesi halinde kendisinde bulunan kudreti cüz’ileşmiş olur. İnsanda belli bir işin yapılması için gerekli
olan kudret önceden bulunmuyorsa sorumlulukta söz konusu olamaz. (Mesela: Eli olmayan bir kimse abdest alırken elini yıkamakla mükellef
(sorumlu) değildir).
BÜTÜN İYİLİKLER, GÜZELLİKLER ALLAH’TAN;
BÜTÜN
KÖTÜLÜKLER
NEFİSTENDİR
Bu esası bilen hiç kimse kaderinin iyi yönleriyle gururlanamaz. Aynen arının bal ile, ağacın meyve ile, dünyanın insan ile gururlanamayacağı gibi.
Yine hiç kimse yaptığı kötülükleri kadere yükleyemez...Yaptığı kötülüklere sahip çıkmamak, onu inkar etmek veya başkasına yüklemek
çocuklar da bile görülen bir haldir. Kusurunu kabul etmeme hastalığı, bir insanda ilerledikçe sonunda onu “işlediği günahların sorumluluğunu
kadere yükleme” sapıklığına düşürür. Bu ise Allah’a iftira etmektir ve insanı küfre götürür.
İNSANIN FİİLLERİ İKİYE AYRILIR:
1)-İHTİYARİ FİİLLER: Kendi irademizle işlediğimiz fiillerdir.Yeme, içme, bakma, konuşma ...gibi.İnsanın sorumlu olduğu fiiller bunlardır.
2)-IZTIRARİ FİİLLER: Tamamen irademiz dışında meydana gelen fiillerdir. Bu fiiller için herhangi bir mükafat veya ceza söz konusu değildir.
Bunlara misal olarak; göz kapaklarımızın çalışması, kanımızın dolaşması, kalp atışımız, cinsiyetimiz ve ırkımız verilebilir.
18
İnsan cüz’i iradesiyle neyi isterse Allah onu yaratır.(Önemli misal: Padişahın asansörünün düğmesine basarak bodrum kata inen kişinin
durumu). Bize düşen tek şey TERCİHTİR(asansörün düğmesine basmak). İşin bundan sonrası Cenab-ı Hakka aittir.
ÖNEMLİ BİR SORU: Cenab-ı Hakk, ezelde,ilim ve iradesiyle her şeyi tespit ve taktir ettiğine göre, bir insanın hakkında şer işlemeyi
(kötülük yapmayı) taktir etmişse o kimse nasıl hayır işleyebilir ve bu durumda nasıl sorumlu tutulabilir?
CEVAP: “İlim maluma tabidir”. (İlim: işlediğimiz bütün amelleri Cenab-ı Hakk’ın ezeli ilmiyle bilmesi; malum ise işlediğimiz amellerdir)
Bu kaideyi şöyle ifade edebiliriz: İnsanlar ihtiyari fiilleri nasıl işleyeceklerse Cenab-ı Hakk ezelde öylece bilmiş ve takdir etmiştir (yani kaderine
yazmıştır). Yoksa, Yüce Allah öyle bildiği için insanlar fiilleri o tarzda işlemiş değildir.
ÖRNEKLER:1-Bizim gülü bilmemiz ve gülün şekli.
2-Güneş ve ay tutulması
3-Ahmet’in ismini bilmemiz ve onun isminin Ahmet olması
4-Tecrübeli öğretmen ve tembel talebenin itirazı.
5-Veli bir hakim ve hırsızlık yapmaya giden kişi.
6-Hz. Peygamber (S.A.V) ’ in İstanbul’un fethedileceğini
bilmesi.
Cenab-ı Hakk’ın ilmi ezelidir. Ezeli olan bu ilim, mazi, hal ve istikbaldeki; yani, geçmişteki, şimdiki ve gelecek zamandaki bütün hadiseleri
kuşatmıştır. Allah’ın ezeli ilmi için geçmişin ve geleceğin farkı yoktur.
( Örnek : Edirne’den Kars’a gitmekte olan 3 araba var.
Biri Edirne’de, diğeri Ankara’da, diğeri de Kars’da bulunuyor olsun. Bunlar birbirlerine göre mazi, hal ve istikbaldedirler. Fakat bunların bu
durumu güneşi bağlamaz. Çünkü o, bunların hepsini aynı anda görebilir. Çünkü o, arabaların geçtiği yollara bağımlı değildir.)
Hayır ve Şerrin Allah’tan Olması: Hayır olsun şer olsun bütün amelleri yaratan Cenab-ı Hakk’tır. Fakat insan, bunları kendi iradesiyle istediği
(yani cüz’i iradesiyle tercih ettiği)için sorumludur.
Hidayetin ve Dalaletin Allah’tan Olması: İnsanı hidayete erdiren ve dalalete düşüren yine Allah’tır. Fakat bu iş de insanın iradesine bağlıdır.
Bütün iyilikler Allah’tan, kötülükler ise nefistendir.
(Örnek: Padişahın, bir askerine: ”Al sana şu kadar para. Bununla şuraya okul, şuraya cami, şuraya yol, şuraya köprü yaptır”...demesi ve içkiye,
kumara ve israfa giden paralar...)
KADER VE ADALET:Cenab-ı Hakk, her şeye taşıyacağı kadar bir yük yüklemeyi taktir etmiştir.Varlıkları da o ilahi kadere göre yaratmakla bu
alemde adaletini tecelli ettirmiş ve göstermiştir.
SORU: Birisi Mekke’de, diğeri Moskova’da yaşayan iki insanın sorumluluk durumları nasıl izah edilebilir?
CEVAP: Her şeyden önce Cenab-ı Allah mutlak bir adalet sahibidir. Allah’ın rahmetinden fazla rahmet, gazabından fazla gazap edilemez. O
kişiye karşı en fazla merhametli olan Allah’tır... Mahşer meydanında hayvan insandan, kafir Müslüman’dan hakkını alacaktır. Yani o kadar
hassas bir mizan (ilahi terazi) kurulacaktır.
Şimdi Moskova’da yaşayan (yani Allah’tan, dinden, imandan hiç bir haberi olmayan) kişi, (Maturidi mezhebine göre) sadece kendini ve bu
kainatı Yaratan’ı BİLMEKLE sorumludur. Diğer iman ve islam esaslarından sorumlu değildir. (Eş’ari mezhebine göre: Allah’a inanmasa da
kurtuluşa erer, çünkü kendisine tebliğ edilmediği için sorumlu olmaz).
KULLARIN FİİLLERİ:Bu konuda 3 görüş vardır:
1-Ehli Sünnet mezhebinin görüşü: Kulun ihtiyari amellerdeki hissesi (yaptığı iş) sadece kesbdir (=kazanmak, elde etmek). Kul , o fiilleri işlemeye
ne mecburdur nede o fiillerin yaratıcısıdır.
2-Cebriye mezhebinin görüşü: Kul, rüzgar önünde sürüklenen bir çöp gibidir. İhtiyar (dileme) diye bir şey yoktur ve işlediği fiilleri yapmaya
mecburdur. (Yani kaderine mahkumdur).
3-Mutezile mezhebinin görüşü: Kul, işlediği fiilleri Allah tarafından verilen kudretle kendisi YARATIR.
Bunların içinde sadece Ehli Sünnet mezhebinin görüşü doğru, diğer 2 mezhebin görüşü ise yanlıştır.
Cebriye Hakkında Tenkitler:1-Allah zulümden münezzehtir(yani zulmetmez).Kimseye zorla kötülük işletip sonra onu sorumlu tutmaz.Kulun
kendi iradesiyle iş yapmadığına,her şeyi Allah’ın yaptırdığına inanırsak Firavunların,Nemrutların cinayetlerinden kim sorumlu
olacak?...Cebriyecilerin bu iddiası;elleri,ayakları bağlanarak denize atılan bir adama,”Kendini boğulmaktan kurtar ve ıslanmadan sahile çık”
demeye benzer. 2-Eğer insanların cüz’i iradeleri ve sorumlulukları olmasaydı kitap indirilmez ve peygamber gönderilmezdi. 3-Böyle bir inanç,
yaratılıştaki hikmetleri karanlık ve abes göstermektir. Dünya bir imtihan yeridir. Kulların ahiretteki makamları,Cennet ve Cehennem derece
derecedir.Bu da insanların irade,ihtiyar,şuur ve idrak sahibi olmalarına bağlıdır.Yoksa elmas ruhlularla kömür ruhlular birbirinden
ayrılamazlardı. 4-Aklen ve mantıken batıl olan bu inanç,vicdanen de batıldır(yani yanlıştır).Çünkü,her insanın vicdanı,kendisinde bir irade ve
ihtiyarın,bir kuvvet ve kudretin var olduğunu kesinlikle bilir.(Mesela:Benim kitap okumama ne engel olan var ne de bu konuda beni zorlayan). 5Allah Teala’nın, insanların bütün fiilerini ezelde taktir etmesi, bunların işlenmesinde bir baskı kaynağı değildir.Yani insanların cüz’i iradeleriyle
,işlediği fiileri Allah’ın ezelde bilmesi O’nun ilminin yüceliğindendir;yoksa bu bilme keyfiyeti,insanın iradesini ortadan kaldırmaz.(Bir
hatırlatma:İlim maluma tabidir).
19
Mutezile Hakkında Tenkitler :1-Allah’ın sıfatlarını kabul etmezler.2-Kaderi inkar ile,küfür,şer,zulüm ve sair isyanları Cenab-ı Hakkın taktir
buyurmadığını ve yaratmadığını iddia ederek “Kul kendi fiilinin yaratıcısıdır” derler. (Halbuyse ki hayır olsun şer olsun BÜTÜN FİİLLERİN
YARATICISI ALLAH TEALA’DIR.İnsanın cüz’i iradesine göre yaratacağı için de sorumluluk insana aittir). 3-Küfür ile imanın ortasında üçüncü bir
mertebenin daha bulunduğuna inanırlar. Onlara göre büyük günahlardan birini işleyen bir kimse, iman ile küfür arasında kalır, ne mü’min ne de
kafir olur.(Ehli sünnete göre ise;insan ne kadar büyük olursa olsun günah işlemekle imandan çıkmış olmaz). 4-Cemel ve Sıffin muharebelerinde
iki taraftan birinin mutlaka haksız olduğunu ve tayin etmemekle birlikte bu haksız tarafın fasık(=günahkar)olduğunu ileri sürerler.(İki Müslüman
grup arasında cereyan eden bu savaşlarda her iki tarafın niyeti de, doğru bildikleri hususu Allah rızası için müdafaa etmekti.Bu yüzden,bu
gruplardan birinin mutlaka suçlu olduğunu ileri sürmek doğru değildir). 5-Mutezilenin dediği gibi,kul kendi fiillerinin yaratıcısı olsaydı,o zaman
kendisine zarar verecek hiç bir işi işlemezdi.Halbuki insan işlediği amelin sonucunun bile ne olacağını bilemez. O halde insan, kendi fiilinin
YARATICISI değildir.
(Ehli Sünnet - Cebriye - Mutezile Arasında) M U K A Y E S E :
Cebriyeciler ifrat edip(=aşırı gidip)cüz’i iradeyi, Mutezileler ise tefrit edip (=aksi istikamette aşırı gidip)Kaderi inkar etmişlerdir.
Bu konuyu bir misalle açıklayıp konuyu tamamlayalım: Bir padişah kaptanlarını imtihan ediyor...Sağdaki adaya gitmelerini emrediyor,
soldaki adaya gitmelerini yasaklıyor. Daha sonra kaptanlar serbest bırakılıyor...Yollar açık...Bütün gemilerin yakıt ikmali padişah tarafından
yapılıyor...Sağdaki adaya gidenler lezzetli yiyeceklerle ve çeşitli mükafatlarla ödüllendiriliyor. Soldaki adaya gidenler ise vahşi hayvanların
saldırısına uğruyorlar ve görevli memurlar tarafından padişahın sözüne uymadıkları için tutuklanıyorlar.
(Şimdi bu örneği mezheplere göre değerlendirelim):
1-Cebriyecilere göre: Gemiye yön verme hususunda kaptanın hiç bir rolü yoktur. Gemi onun iradesi dışında hareket eder. Bununla fırtınaya
kapılan bir gemi arasında hiç bir fark yoktur.
2-Mutezileye göre: Kaptanın vazifesi sadece gemiye yön vermek değildir, kaptan aynı zamanda binlerce tonluk gemiyi hareket ettirecek bir
kudrete sahiptir.
3-Ehli Sünnete göre: Kaptanın yapacağı tek iş, gemiye yön vermek ve geminin gideceği adayı tespit etmektir.
(Bu misaldeki: Padişah=Allah, Kaptan=İnsan, Gemi=İnsan vücudu, Deniz=Dünya, O iki ada=Cennet ve Cehennem’dir)
TEVEKKÜL: Sözlükte: Güvenmek,dayanmak,vekil edinmek demektir)
Mü’minlerin, ulaşmak istedikleri gayeleri için gerekli olan bütün sebepleri hazırladıktan sonra neticeyi Allah’tan beklemeleri ve esas tesiri
O’ndan bilmeleri demektir.
(Mesela: Bir savaşta tevekkül; düşmana karşı en sağlam silahlarla donandıktan ve savaş kaidelerine harfiyyen riayet ettikten sonra zaferi Yüce
Allah’tan beklemek ve O’na güvenmektir...Bir çiftçinin yapacağı tevekkül, önce zamanında tarlasını sürüp ekime hazırlamak, tohumu atmak,
sulamak,
zararlı bitkilerden arındırıp ilaçlamak, gübrelemek, sonra da iyi ürün vermesi için Allah’a güvenip dayanmak ve
sonucu Allah’tan beklemek.
Diğer bir deyişle tevekkül; dünyaya ve ahirete ait maksatlarda Allah’ın koyduğu kanunlara uymak ve neticeyi Allah’tan beklemektir. (meyve,
çocuk, cennet...). Yani tevekkül; sebeplere riayet ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemektir. Yoksa, sebep ve şartları bir tarafa itmek İslam’ın
tevekkül anlayışıyla bağdaşmaz. (Mesela: Hz. Ömer’in, mescitte oturup ”tevekkül ediyoruz” diyen kişileri kovalaması.
Ne kadere inanmak, ne de tevekkül etmek, tembellik, gerilik, miskinlik demek değildir. Her Müslüman, tabii olayların, ilahi düzenin ve
kanunların çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içinde olup bittiğinin şuuru içinde olmalıdır. Yani tohum ekilmeden ürün elde edilemez, ilaç
kullanılmadan tedavi olunmaz. Allah’ın rızasına uygun ameller işlenmedikçe cennete girilmez. Öyleyse tevekkül; çalışıp çabalamak, çalışıp
çabalarken Allah’ın bizimle olduğu düşüncesini hatırdan çıkarmamak ve sonucu Allah’a bırakmaktır.
ECEL: (Sözlükte: vakit,müddet,vaktin bitimi,müddetin sona ermesi)
Her canlının hayatının kesin olarak son bulması için Allah Teala’nın ezelde takdir etmiş olduğu belirli bir zamana ECEL denir. Ecel birdir
değişmez. Hastalıklar ve diğer müdahaleler ölüm için ancak zahiri birer sebeptirler.
Soru: “Sadaka belayı def eder ve ömrü uzatır” hadis-i şerifini nasıl anlamalıyız?
Cevap : İnsanın ölüm vakti ve dolayısıyla da ömür müddeti Allah tarafından ezeli ilmiyle taktir edilmiş olup bunun değişmesi mümkün
değildir. (Mesela: Bir kimsenin, verdiği bir sadaka ile ömrünün 2 yıl uzadığını düşünelim. Bu şahsın ömrü, eğer sadakayı verirse 50 sene,
vermezse 48 sene şeklinde olsun. Cenab-ı Hakk o şahsın söz konusu sadakayı vereceğini bildiği için ömrünü 50 sene olarak takdir etmiştir. İşte
bu ecel değişmez.
Sadakanın ömrü uzatması hakkında 3 türlü görüş vardır:
1-Ömrün uzamasından maksat, ömrün bereketlenmesidir.(Maddi- manevi bol kazanç içinde geçmesi)
2“
“
“ huzur ve neşe içinde geçmesidir.
3“
“
“
ölümden sonra amel defterlerinin kapanmaması ve hayır-hasenatın devamlı kaydedilmesidir.(Sadakayı cariye).
ATÂ KANUNU: Atâ, bir şey hakkında verilen kararın iptali ve hükmün kaza edilmeden (yani yerine getirilmeden) affedilmesi demektir.
Cenab-ı Hakk’ın atâ kanunu denilince, özel olarak bazı kulları için uyguladığı bir AF KANUNU ’ dur. Hak ettikleri halde, onların bazı günahlarını
affeder. (Mesela : Şu suçu işleyene şu ceza verilir. Fakat tövbe ederse bu kanun bozulur ve ceza hafifletilebilir. TÖVBE ETMEK çok önemlidir.
…………………………………………………BİTTİ…………………………………………………………….
20
ORUÇ
ORUÇ :İbadet niyetiyle,tan yerinin ağarmasından, akşam güneş batıncaya kadar yeme,içme ve birtakım arzu
ve isteklerden uzak durmaya oruç denir.
İMSAK: Orucun başlama vaktine denir.
İFTAR: Orucun bitme vaktine denir.
SAHUR: Oruç niyetiyle gece kalkıp yemek yeme işine denir.
KEFFARET: Ramazan orucunu,bilerek ve zorunlu bir sebep olmaksızın bozan bir kişinin ceza olarak tutmak zorunda olduğu peş peşe 61
günlük oruca denir.
KAZA: Her hangi bir mazeretten dolayı Ramazanda oruç tutamayan veya niyetlendiği orucu bozmak zorunda kalan bir kişinin daha
sonra tutamadığı gün sayısı kadar oruç tutmasına kaza orucu denir.
ORUÇ HANGİ HALLERDE BOZULUR ? : Orucu bozan haller şunlardır:
1-Oruçlu iken bilerek bir şey yemek veya içmek.
2-Ağza giren yağmur ve kar tanelerini bilerek yutmak.
3-Sigara içmek.
4-Cinsi münasebette bulunmak.
5-Burun veya kulağa bir şey akıtmak.
6-Zorlama veya tehdit ile orucu bozmak.
7-Vakit ile ilgili bir yanlışlıktan dolayı orucun bozulması. (Yani iftar vakti veya imsak henüz girmedi zannederek yemek).
8-İsteyerek ağız dolusu kusmak.
ZEKAT
ZEKAT: (Sözlükte : temizlik , artma , çoğalma , bereket gibi manalara gelir).
Belirli bir malın belli oranda bir kısmını Allah rızası için emredilen yerlerden birine vermektir.
Zekat, mal ile yapılan bir ibadettir. Yılda bir defa, 1/40 (% 2,5) ölçüsü ile verilir.
KİMLER ZEKAT VERİR :
Zengin olan Müslümanlar zekat verir. Zenginliğin ölçü- sü ise yıllık ihtiyacından başka 80 gr. altın veya buna eş değerde ticarî malı olan insan zengin
sayılır. Bu miktara N İ S A P M İ K T A R I denir.
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR ? :
1-Hiçbir şeyi olmayan düşkünlere.
2-Dinimize göre zengin sayılmayan yoksullara.
3-Borçlarını ödeyemeyen borçlulara.
4-Yolda kalmış parasız yolculara.
5-Öğrenim yapmak isteyen fakat yeterli maddî imkanı olmayan fakir öğrencilere.
ZEKÂT NELERDEN VERİLİR :
Zekâtı verilmesi gereken mallar şunlardır: Altın, gümüş, para , koyun, keçi, sığır, manda, deve ve ticarî mallardan verilir.
ZEKÂTIN TOPLUMSAL YARARLARI :
1-Zekât dilenciliği önler.
2-Zengin ve fakir arasında yakınlaşmayı,karşılıklı sevgi ve saygıyı güçlendirir.
3-İnsanın başkalarını düşünme duygularını geliştirir.
4-Fakir ve muhtaç insanları sıkıntıdan kurtarır.
5-Zenginlerdeki cimrilik duygusunu yok eder.
6-Zekâtını veren kişi dinî görevini yapmış olur.
7-Zekât, toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın güzel ve canlı bir örneğini oluşturur.
21
HAC VE KURBAN
Hac Nedir ve Niçin Yapılır?
H A C : (Sözlükte: Kutsal yerleri ziyarete yönelmek demektir.)
Yılın belli günlerinde usulüne göre ihram giyerek Arafat’ta vakfe yapmak ve Kâbe’yi tavaf etmektir.
İslâm dininin 5 şartından biri de Hac ibadetidir. Hac, hem beden hem de malla yapılan bir ibadettir.
Şartları uygun olan Müslümanlara hac ibadeti fazdır.
Âli İmran 97: “ Oraya gitmeye gücü yeten herkese Allah için Kâbe’yi ziyaret edip haccetmek fazdır”.
Hadis : “ Ey insanlar ! Allah size haccı farz kıldı. O halde haccediniz”.
( Müslim , Hacc;412 )
Hacc ibadetini yerine getiren kişiye Hacı denir.
Haccın fazları kaçtır?
Haccın farzları üçtür: 1-İhram 2-Tavaf 3-Vakfe
Hac Kimlere Farzdır?
Bir kimseye haccın farz olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:
1-Müslüman olmak
2-Akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olmak
3-Hür olmak
4-Sağlıklı olmak
5-Hacca gidip dönebilecek ve hac süresince ailesinin giderlerini karşılayabilecek kadar paraya ve mala sahip olmak
6-Yol güvenliğinin tam olması. (Salgın hastalık veya savaş gibi durumların olmaması gerekir).
7-Hacca gidecek bir kadının yanında kocası, babası, kardeşi, oğlu, amca veya dayısı gibi bir yakınının bulunması gerekir.
Hac İle İlgili Kavramlar:
İhram:Hac veya umre yapmaya niyet eden bir kişinin, diğer zamanlarda helal olan bazı şeylerden bir müddet uzak kalmasına denir. (Tırnak
kesmek, avlanmak, tıraş olmak....)
Hacıların giydiği, dikişsiz iki parçalık havludan oluşan giysilerine de ihram adı verilir.
Mîkad: Hacılar Mekke’nin dışında belli noktalarda ihrama girerler. İhrama girilen bu yerlere Mîkad adı verilir.
Tavaf: Hacıların Kâbe'nin etrafında 7 kez dönmelerine tavaf denir. Her bir dönüşe ise Şavt adı verilir.
Haccın farzlarından olan tavaf, Kurban bayramının ilk 3 gününde yapılır.
Sa’y: Hacıların, Kâbe'nin doğusundaki Safa ile Merve tepeleri arasında 7 defa gidip gelmelerine denir.
[ Bu olay Hz. İbrahim’in karısı Hâcer’in, oğlu İsmail için su araması sebebiyle koşuşturmasını sembolize etmektedir.]
Vakfe: Kurban Bayramından bir gün önce yani arefe günü, öğle namazından sonra bayram günü şafak vaktine kadar belli bir süre
Arafat’ta durmaya denir. Vakfe zamanı Arafat’ta bulunamayan hacı, hac görevini yapmamış sayılır.
[Arafat dağı, Hz.Adem ile Havva’nın buluştuğu ve dualarının kabul edildiği yerdir.Burada yapılan dualar kabul edilir ve kul hakkı hariç
bütün
günahlar bağışlanır.Bunun için hacılar Arafat’ta toplanır ve bağışlanmaları için dua ederler.]
Hac İle İlgili Mekânlar
Kâbe: Mekke şehrinde bulunan ve “Allah'ın evi”(Beytullah) diye adlandırılan kutsal binanın adıdır. Yeryüzünde insanların ibadet etmesi
için yapılan ilk mâbed Kâbe'dir. Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri kıblesidir.
Taştan yapılmış dört köşe bir binadır. Bir köşesinde, Cennetten geldiğine inanılan “Hacerül Esved” adlı kutsal siyah bir taş bulunmaktadır.
Kâbe, Allah'ın emri üzerine Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından inşa edilmiştir.
Safa ve Merve: Kâbe'nin doğusunda bulunan iki tepenin adıdır. Hac ibadetini yerine getirmek için hacılar bu iki tepe arasında gidip
gelerek sa’y denilen ibadeti yaparlar.
[Hz ibrahim, oğlu Hz. İsmail ile karısı Hz. Hacer’i Mekke yakınlarına getirip bırakmış, onları Allah'a emanet ederek geri dönmüştü. Bir süre
sonra suyu biten Hz.Hacer küçük çocuğuna su bulabilmek ümidiyle bu iki tepe arasında 7 kez gidip gelmiş, sonunda Allah Hz. İsmail’in
yanından Zemzem suyunu çıkarmış, onlar da bu suyun etrafına yerleşmişlerdi. Böylece Mekke şehri kurulmuş oldu.]
Arafat Dağı: Mekke’nin 25 km. güneydoğusunda yer alan bir bölgedir. Haccın farzlarından biri olan vakfe, burada bulunan Arafat
Dağı’nda gerçekleşmektedir.
Müzdelife: Arafat ile Mina arasında bir bölgedir. Hacılar arefeyi bayrama bağlayan geceyi burada geçirirler ve burada vakfe yaparlar.
Mina: Müzdelife ile Mekke arasında bir bölgedir. Kötülükleri ve haksızlıkları protesto etmek amacıyla şeytan taşlanan yerdir. Aynı zamanda
22
hacılar kurbanlarını da burada keserler.
U M R E : Hac mevsimi dışında ihramlı olarak Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa’y etmek ve tıraş olmak şeklinde yapılan
ziyaret ve ibadete umre denir. Umre yapmak sünnettir. Umrede zaman şartı yoktur.
Umre şöyle yapılır: Umreye niyet edilir. Mîkat yerinde ihrama girilir. Mekke’ye kadar telbiye söylenir. Kâbe’ye gelince umre tavafı yapılır.
Umre tavafından sonra Safa ile Merve arası sa’y edilir. Tıraş olunarak ihramdan çıkılır ve umre bitmiş olur.
Medine'yi ve Mescid-i Nebi'yi Ziyaret :
Medine Peygamberimiz (SAV)'in hicret ettiği yerdir. Hicretten sonra buraya yerleşmiş ve burada vefat etmiştir. Mekke’li Müslümanlar
İslâm’ın güzelliklerini yaşamak ve insanlara duyurabilmek için buraya göç etmişlerdi.
Medine, Peygamberimiz’in ve onun arkadaşlarının hatıralarıyla doludur.
Hz.Muhammed (S.A.V)'in kabri Medine’dedir. Onun kabrini ziyaret etmek, mescidinde namaz kılmak, yaşadığı yerleri gezmek ve
görmek dinî duygularımızı güçlendirmesi bakımından önemlidir.
Hz. Ebubekir’in ve Hz. Ömer’in mezarları da Peygamberimiz’in kabrinin yanında bulunmaktadır.
Mescid-i Nebî, Kâbe’den sonra yeryüzündeki en kutsal mescittir. Hicretten sonra Peygamberimiz ve sahabeler birlikte yapmışlardır.
KURBAN
KURBAN:
(Sözlükte: Yaklaşmak, yakınlaşmak manasına gelir)
Allah'a yaklaşmak niyetiyle, belli günlerde kesilen hayvana verilen addır.
Kurban ibadeti Hz.İbrahim’den kalma bir sünnettir.
Kurban kesmek hicretin 2. yılında emredilmiştir.
Şu şartları taşıyanlara kurban kesmek vaciptir:
1-Müslüman olmak
2-Akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olmak
3-Mukim olmak, yani yolcu olmamak.
4-Belirli bir mali güce sahip olmak.
Kurban sadece, koyun, keçi, sığır, manda ve deve cinsinden olan hayvanlardan kesilir.
Tavuk, ördek, kaz gibi hayvanlar ve yabani hayvanlardan kurban olmaz.
Kurbanın kabul olması için dua edilir, tekbir getirilir ve “BİSMİLLAHİ
Besmele kasıtlı olarak söylenmezse o hayvanın eti yenmez.
ALLAHU
EKBER”
diyerek
kurban
kesilir.
İSLAMİ BİLGİLERİN ANA KAYNAKLARI
1-KİTAP :Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim’dir. Hz.Muhammed (SAV)'e vahiy yoluyla indirilmiştir. İslami bilgilerin temel kaynağıdır.
Temel hükümlerin ele alındığı tek kaynaktır. İman ve ibadet esasları,İslam’ın emir ve yasaklarını,aile ve toplum
düzenindeki ölçüleri Kuran’dan öğreniriz.Kuran-ı Kerim,inananlar için bağlanılması gereken en sağlam yoldur.
2-SÜNNET:Peygamberimiz (SAV)'in söz,fiil ve davranışlarına sünnet denir. Sünnet 3’e ayrılır:
a)-Kavli Sünnet : Peygamberimiz (SAV)'in söylediği güzel sözlere denir. (=Hadis)
b)-Fiili Sünnet : Peygamberimiz (SAV)'in yaptığı işlere denir.
c)-Takriri Sünnet: Peygamberimiz (SAV)'in bir olay karşısındaki tutum ve davranışlarına denir.
Kuran-ı Kerim’i en iyi anlayan, uygulayan, yorumlayan, problemleri çözen ve çözme yollarını gösteren
Hz.Muhammed (SAV)'dir. O adeta yaşayan canlı bir Kuran idi. Bu yüzden sünnet 2.ana kaynak olarak kabul edilmiştir.
3-İCMA : Dini bilgide uzmanlık seviyesine gelmiş kişilerin (yani İslam alimlerinin) herhangi bir konuda ortak görüşe varmalarına denir.
4-KIYAS :İslam alimlerinin var olan dini hükümlere bakarak olmayan konularda yeni hükümler ortaya koymalarına denir.
(Ör:İçkinin haram oluşu ve bira)
İcma ve kıyasın geçerli olabilmesi için Kitap ve sünnete uygun olması, ters olmaması gerekir.
23
İNANÇ-DAVRANIŞ İLİŞKİSİ
İMAN: (Sözlükte: İnanmak, Tereddütsüz inanmak, Yürekten inanmak )
 Allah’ın varlığına birliğine, Hz. Muhammed (S.A.V)’in Allah’ın Peygamberi olduğuna ve Allah’tan getirdiği hakikatlerin doğruluğuna
inanmaya iman denir.
İMAN bakımından insanlar 3 kısma ayrılır: 1- Mü’min: İnanan
2- Kâfir: İnanmayan
3- Münafık : İnanmadığı halde inanmış gibi görünen, iki yüzlü insan
İMAN 2 KISMA AYRILIR:
1-TAKLİDİ İMAN: İmanî meseleleri, hiç araştırmadan, düşünmeden ve akıl süzgecinden geçirmeden; sadece ‘öyle diyorlar’ diyerek yapılan
imana denir. Böyle bir iman çok zayıftır. En ufak bir dış tesirle yerini küfre bırakabilir.
2-TAHKİKİ İMAN: Düşünerek, araştırarak ve kabul ederek elde edilen imandır. Böyle bir imana sahip olan kişi neye, niçin ve nasıl inanması
gerektiğini bildiği için dış tesirlerle kolay kolay sarsılamaz. Bu imana Yakîn de denir.
Üç türlü Yakîn vardır: 1-İlmel Yakîn: İmani meseleleri delilleriyle bilmek ve inanmaktır.
2-Aynel Yakîn: Gözle görmüş gibi bilmek ve inanmak demektir.
3-Hakkel Yakîn: Görmekten de öte yaşayarak, içine girerek kabul ve idrak etmektir.
(Örnek: “Ateş yakıcıdır” cümlesini bu 3 cümleye uyarlayabiliriz.
İBDA:Cenab-ı Hakkın herhangi bir şeyi yoktan yaratması.
İNŞA:Cenab-ı Hakkın var olan şeylerden başka bir şey yaratmasına denir.
A’raf : 54 ve Yunus: 3  “Şüphesiz Rabbiniz Allah,gökleri ve yeri 6 günde yarattı.....”.
SORULAR:
1- Biz bu dünyaya nereden geldik?
2- Niçin geldik?
CEVAP: Ruhlar âleminden.
CEVAP: İman ve ibadet için (Ayet: “Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk yapsınlar diye yarattım”)
3-Bu dünyaya ne halde geldik?
CEVAP:
4-Ne zamandan beri Müslümanız ?
Müslüman olarak. (Hadis: “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar.
Daha sonra ana-babası onu ya Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir...”.
CEVAP: “Kalu belâ” dan beri.
5- “Kalu belâ” ne demektir? CEVAP:
Allah bütün ruhları yarattığında onlara sormuş: “Elestü birabbiküm(=Ben sizin Rabbiniz
değil miyim ?) diye sorduğunda bütün ruhlar “Belâ”(=Evet, Sen bizim Rabbimizsin) demişlerdi.
Daha sonra Yüce Allah bunları denemek için değişik zaman aralıklarında birer vücuda yerleştirip dünyaya göndermiştir.
6-Amel, imanın bir parçası mıdır ?
7-İman artıp eksilir mi ?
CEVAP: Değildir.
CEVAP:
İnanılan şeyler bakımından : HAYIR
İmanın kuvvetlenmesi veya zayıflaması bakımından : EVET
24
AHLÂK
AHLAK: (Huy,tabiat,alışkanlık,yaratılış,seciye).
Bir toplumun ortaya koyduğu , kabul ettiği ve uygun gördüğü davranışlara genel olarak ahlak denir.
Ahlakın Gayesi:İnsana hem dünya hem de ahiret mutluluğu kazandırmaktır.
İSLAM’A GÖRE AHLAKIN KAYNAĞI:Yüce dinimize göre ahlakın ilk kaynağı ve en önemli desteği D İ N ’ dir.
GIYBET:Bir adamın arkasından,işittiği zaman hoşlanmayacağı şeyler söylemektir. Buna“Arkadan çekiştirme”de denir.
Gıybet haramdır. (Hucurat:12)
HASED:Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini çekememek demektir.
GIPTA: Başkalarında görülen üstünlük ve fazileti , kıskançlık duygusuna kapılmadan takdirle karşılamak lazımdır. O üstünlüğün
kendisinde de bulunmasını istemek haset değildir. Buna GIBTA denir.
İFTİRA:İftira,bir kimseyi , yapmadığı bir kötülükle suçlamak veya kendisinde bulunmayan bir kötülüğü varmış gibi göstermek demektir.
YALAN:Başkalarını aldatmak amacıyla , bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylenen söze yalan denir. Yalan ; kişinin gerçeği saklayıp ,
bildiğinin aksini söylemesidir.
TEVAZU:Gururdan , kibirden ve başkalarına karşı büyüklük taslamaktan uzak durmaya tevâzu (alçak gönüllülük) denir.
KİN VE İNTİKAM: Bize karşı kusurları ve kötülükleri olan kimselere karşı duyduğumuz gizli düşmanlığa kin ;
öç alma duygusuna da intikam adı verilir.
VEFA:Verilen sözde durmak,dostluk ve sevgide kararlılık bağlılık göstermek,dostluğa ihanet etmemek demektir.
Verdiği sözde durmayan, dostluk ve iyiliğin kıymetini bilmeyen kişilere “vefasız” denir.
EDEP:Her hususta haddini bilip sınırı aşmamaya, terbiye ve nezaket kurallarının bütününe edep denir.
Başkalarına karşı nazik, kibar ve saygılı davranmayan kişiye de “edepsiz”denir.
MERHAMET Allah’ın yarattıklarına acımak,onların iyiliğini istemek ve kendilerine yardım etme duygusuna merhamet denir.
Merhametin en yüksek derecesine de şefkat adı verilir.
SABIR:Acıya, üzüntüye, sıkıntıya ve hoşumuza gitmeyen her türlü olaya karşı dayanmak ve direnç göstermektir.
ŞÜKÜR : Allah’ın bize bahşettiği sonsuz iyilikleri,verdiği sayısız nîmetleri tanımak,memnun olmak ve buna karşılık sevinç
ve teşekkürlerimizi belirtmek demektir.
TEVAZU ( ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK): Gururdan,kibirden ve başkalarına karşı büyüklük taslamaktan uzak durmaktır.
MÜSAMAHA (HOŞGÖRÜ) : İnsanın, şahsına karşı yapılan kusur ve kabahatleri, kabalık ve görgüsüzlüğü, bir daha tekrar edilmemesi şartıyla,
anlayışla karşılayıp affetmesi demektir.
Hoşgörü ; farklı düşünce ve davranışları anlayışla karşılamak ve bunlara saygı göstermektir.
Şu 5 şey dinimizce koruma altına alınmıştır :
Din , Akıl , Can , Mal , Nesil
KANDIL GECELERI
1-MEVLİD KANDİLİ: (12 Rabiül evvel) Peygamberimiz (SAV)'in doğum gecesidir.
2-REGAİB KANDİLİ: (Recep ayının ilk Cuma gecesi) Üçayların başladığı ilk Cuma gecesidir
3-MİRAÇ KANDİLİ: (Recep ayının 27. gecesi) Hz. Peygamber’in yüce Allah’ın katına çıktığı ve 5 vakit namazın farz kılındığı gecedir.
4-BERAT KANDİLİ: (Şaban ayının 15. gecesi) Samimi müminlerin bağışlandığı ve 1 yıllık kader planının yazıldığı gecedir.
5-KADİR GECESİ: (Ramazan ayının 27. gecesi) Kuran’ın inmeye başladığı ve bin aydan daha hayırlı olan gecedir.
ÜÇ AYLAR :
Ay takvimine göre yılın 7.,8., ve 9. Ayları olan Recep,Şaban ve Ramazan aylarına “Üç aylar” denir.
AŞURE GÜNÜ : Ay takvimine göre,yılın ilk ayı olan Muharrem ayının 10. gününe aşure günü denir. Yaygın inanışa göre :
-Hz.Adem’in tövbesi aşure günü kabul edilmiştir.
-Hz.Nuh’un gemisi,Cudi Dağı’na o gün oturmuştur.
-Hz.İbrahim o gün doğmuş ve Nemrut’un ateşinden o gün kurtulmuştur.
-Hz.Yakup Peygamber,oğlu Yusuf’a o gün kavuşmuştur.
-Efendimiz(SAV)’in torunu Hz.Hüseyin o gün şehid edilmiştir.
-Hz.Eyüp Peygamber,o gün hastalıklardan kurtulmuştur.
-Hz.Musa,Kızıldeniz’i o gün geçmiş ve Firavun o gün boğulmuştur
25
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE SİYASİ-İTİKADİ YORUMLAR
1-HARİCİLİK:İlk olarak Sıffin savaşında ortaya çıktı. Kur’an varken hakeme baş vurmak uygun değildir diyerek Hz.Ali’den ayrıldılar.
GÖRÜŞLERİ:
 Namaz ,oruç,doğruluk,adalet…gibi dini emirler, imanın ayrılmaz bir parçasıdır.
 Büyük günah işleyenler dinden çıkar
 Hz.Ali hakem olayını kabul ettiği için hata etmiştir.
 Halife olmak için Kureyş kabilesinden olmaya gerek yoktur.
Günümüzde bu görüşü savunan kimse kalmamıştır.
2-ŞİÎLİK: Şia: Sözlükte taraftar,yardımcı,birine uyan ve yardım eden, fırka gibi anlamlara gelir.
Dini terim olarak ise: Hz. Peygamberin vefatından sonra halifeliğin Hz.Ali’nin hakkı olduğu ve halifeliğin de onun soyundan olması
gerektiğine inananlara denir.
Şiilik,Hz.Peygamberin torunu Hz.Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesiyle ortaya çıkmıştır.
Bazı Müslümanlar, onların öcünü almak ve Ehl-i Beytin hakkını savunmak için bir araya gelip örgütlenmişlerdir.Bunlara Şİİ adı verilir.
Şiilerin belli başlı görüşleri:
1-Vasiyet:Halifelik,Hz.Ali ve onun soyundan gelenlerin hakkıdır. Hz. Peygamber (SAV) sağlığında HZ.Ali’nin halife olmasını vasiyet etmiştir.
2-İsmet: HZ.Ali ve ondan sonra gelen halifeler masumdur,her türlü günahtan uzaktırlar.
3-Gizli bilgi: İslam’ın gerçek anlamı,Kurandaki gerçek anlamların altında saklıdır. Bu gizli anlamları ancak imam açığa çıkarabilir.
4-Takiyye: İnsan,can ve malını kurtarmak için görüş ve inançlarını gizleyebilir.
5-Ric’at: Onikinci imam ölmemiş,kaybolmuştur.Bir gün ortaya çıkacak ve dünyayı adaletle idare edecektir.
3-MU’TEZİLE: Hasan Basrî’nin öğrencisi olan Vâsıl bin Atâ tarafından kuruldu.
Bir gün Hasan Basrî’ye “Büyük günah işleyen kişinin mü’min mi kâfir mi olduğu” soruldu. O düşünürken, öğrencisi Vâsıl bin Atâ
“Böyle biri ne mü’mindir ne de kâfir; ikisi arasında bir yerdedir” diye cevap verdi ve birkaç kişiyle ayrılıp bir köşeye gitti.
Bunun üzerine Vâsıl bin Atâ ve taraftarlarına “Ayrılanlar,uzaklaşanlar” anlamına Mu’tezile adı verildi.
Mutezilenin temel ilkeleri:
1-Tevhid: Allah birdir, eşi benzeri yoktur. Zat ve sıfatlarını birbirinden ayrı düşünmek tevhid anlayışıyla bağdaşmaz.
2-Adalet:Allah yalnızca güzel eylemleri gerçekleştirir.Zulüm ve haksızlığı Allah yaratmaz. İnsan fiillerinde tamamen hürdür.Kötü fiilleri Allah
yaratsaydı kulları bu fiillerden sorumlu tutmazdı.Çünkü bu adalet ilkesine aykırıdır.
3-El-Menziletü Beynel Menzileyn:Büyük günah işleyenler ne mü’mindir ne de kâfirdir.ikisinin arasında bir yerdedir.Bu günahı işleyenler fâsık olur.
4-El-Va’d vel Vaîd: Allah, adaletinin gereği olarak iyilik yapanları ödüllendirecek, kötülük yapanları da cezalandıracaktır.
5-Emri bil maruf nehyi anil münker:iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak her mü’minin görevidir.
- Mutezile mezhebi bir zamanlar Abbasi Devletinin resmi mezhebi olarak kabul edildi. Şimdi ise mensubu kalmadığından yok oldu.
4-MATURÎDİLİK: Büyük Türk bilgini olan İmam Maturidi, İslam bilgini , yaşadığı bölgede kelam ekolünün ilk ve önemli temsilcisidir.
*Mutezileden etkilenip ayetleri akılla tevil etmiştir.
ESERLERİ: “Te’vilatü’l- Kur’an ve Kitabu’t-Tevhid”dir.
GÖRÜŞLERİ: 1)Allah’ın varlığı,sıfatları,Hz.Muhammed’in nübüvveti(Peygamberliği),ahiret inancı gibi prensipler akılla kavranabilir.
Çünkü Kur’an’da aklı kullanmak ısrarla vurgulanır.
2) Büyük günah işleyen dinden çıkmaz ancak günahkâr olur.
*ÖNEMLİ: Ülkemizde Müslümanların büyük bir çoğunluğu ameli (pratikte) Hanefi mezhebini; İtikatta (inançla ilgili konularda)da Maturidi
mezhebini taklit ederler.
5-EŞ’ÂRÎLİK: Kırk yaşına kadar Mutezile görüşünü savunmuş, daha sonra Mutezilenin bir takım görüşlerine karşı çıkmış ve Peygamberin
hadislerine ağırlık veren bir oluşum içinde yer almıştır.
*Eş’arilik, akla fazla önem veren Mutezileye bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
GÖRÜŞLERİ: 1) Kendilerine dini tebliğ ulaşmayan kişiler Allah’ı akıllarıyla bulmak ve iman etmekle yükümlü değildir.
2) Allah’ın ahrette müminlerce görülmesi mümkündür ve görülecektir.(Ru’yetullah)
3) Bir şey Allah emrettiği için güzel,yasakladığı için de çirkindir.
4) İman,Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz.Muhammed ile bildirdiği dini hükümlerin tamamını kalp ile tasdik,dil ile ikrar etmektir.
5) Büyük günah işleyen dinden çıkmış sayılmaz. Bu kişinin durumu Allah’a kalmıştır. Dilerse affeder, dilerse ceza verir.
26
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE AMELİ-FIKHİ YORUMLAR
1-CAFERİLİK: Şianın en önemli fıkhi mezhebidir. İmam Caferi Sadık, on iki imamın beşinci si olan Muhammed Bakir’in oğludur.
Hadis ilminde otorite kabul edilir.Caferi Sadık fazilet ve takvada üstün özelliklere sahiptir.
*GÖRÜŞLERİ: 1) Kur’an birinci kaynaktır. Bunda tereddüt yoktur.
2) Sünnet;Hz. Peygamberin sünneti yanında on iki imamın da söz ve fiillerinden oluşur.
3) İctihat eden alim Kuran, sünnet, icma ve kıyasa hükmünü dayandırmalıdır.
4) Beş vakit namaz öğle ile ikindi, akşam ile yatsı, birleştirilerek üç vakitte kılınabilir.
5) Abdestte ayağı yıkamak değil mesh etmek farzdır.
6) Muharrem ayında yas tutulur
7) Kerbela toprağından yapılan (türbet’ ya da ‘mühür’ denen) bir parça üzerine secde ederler.
8) Caferilik İran’ın resmi mezhebidir.
9) Caferiler itikatta şiidir.
10) Muta nikahı vardır.
2-HANEFİLİK: Türk asıllı olup asıl adı Numan b.Sabit olan İmam-ı Azam’ın görüşleri etrafında oluşan bir mezheptir. Küçük yaşta Kuran’ı
ezberlemiş, ailesi Hz. Ali zamanında bir ilim ve fikir merkezi olan Kûfe’ye yerleşir.
Özellikle dönemin tanınmış alimi Hammad’dan ders alan İmamı Azam henüz 22 yaşında iken ilim merkezlerinin aranan kişisi olur.
Üstün zeka ve kavrayışı ile Azam (büyük) İmam unvanını almıştır.
*İmamı Azam ,Emevi ve Abbasi halifelerinin kadılık teklifini tüm baskılara rağmen geri çevirmiştir
*Fıkıhta yöntem olarak ;Allah’ın kitabına ,Sünnete,sahabe sözlerine bakar,yine çözümü bulamazsa kendi görüşü ile ictihat edip çözüm üretir.
*İmamı Azamın en meşhur eseri: ” FIKH-I EKBER” dir.
*GÖRÜŞLERİ: 1)Dini konularda ortaya çıkan meseleleri akli metotla çözüme kavuşturmayı esas almıştır.
2)Aklı kullanırken nakli(ayet ve sünneti) de ihmal etmemiştir.
3)Ebu Hanife de akılla Allah’ın varlığının kavranabileceğini savunur.
*Günümüzde;Türkiye,Türkistan,Pakistan,Kafkasya,Mısır,Kuzey Afrika ve Balkanlar’da yaygın olan bir mezheptir.
3-MALİKİLİK: İmam Malik b.Enesin görüşleri etrafında oluşmuş olan fıkhi bir mezheptir. İlim ehli bir ailedendir. Hafızlığını bitirip hadis
ilminde derinleşen İmam Malik, Zühri ve Cafer-i Sadık gibi hocalardan ders almıştır. *Hayatı nın tamamını Medine’de
geçirmiştir.Bu vesile ile hac için Mekke’ye gelip Medine’ye de uğrayan bir çok alimle görüşür.
*Uzun süre Mescid-i Nebi’de(Peygamber mescidi) imamlık da yapmıştır. *”MUVATTA” adlı eseri hadis alanının en önemli
eserlerindendir. İmam Malik fetva verirken acele etmez, iyice araştırır ondan sonra cevap verirdi.
*Fıkıhta yöntem olarak sırasıyla Kur’an , Sünnet, Sahabe sözlerini ve İcmayı (alimlerin ortak görüşünü) esas almıştır.
*Malikilerde;akli metotlardan çok ayet ve hadislerde geçen ifadeler öncelik taşır.
Kıyas yöntemiyle akıl yürütmek ancak ikinci derecede başvurulan bir yöntemdir.
GÖRÜŞLERİ: 1) Harama götüren her şey haram ; helale götüren şey de helaldir.
2)Medine halkının davranışları dinin anlaşılması ve yaşanmasında çok önemlidir.
**Malikilik, Mısır, Afrika, Endülüs, Fas, Sudan, Irak gibi bölgelerde yayılmıştır.
4-ŞAFİİLİK: Asıl adı Muhammed b. İdris olan İmam Şafi,küçük yaşta Kur’an’ı ezberlemiş, babasının vefatından sonra Mekke’ye yerleşmiş.
Dini ilimler yanında şiir ve Arap edebiyatı eğitimi de almıştır. Medine’de İmam Malik ile tanıştı ve ondan fıkıh dersleri aldı.
İmam Malik, “Muvatta” adlı eserini ezberleyen İmam Şafi’ye özel ders vermiştir.
*Bağdat’a gelerek İmam-ı Azam’ın öğrencisi İmam Muhammed’den de ders alır.
*İmam Malik’in önderliğindeki Hicaz ekolü ve İmam Muhammed’in öncülüğündeki Bağdat ekollerini birleştirerek kendi ekolünü kurmuştur.
Şafiilik Anadolu, Kafkasya, Suriye, Mısır, Irak, Filistin gibi bölgelerde yayılmıştır.
*İmam Şafi, üstün yetenek ve bilgisini kullanarak fıkıh alanında ilk eser olan “RİSALE” adlı eseri yazar.
Fıkıhla ilgili el Ümm Adlı eserini de daha sonra kaleme almıştır.
*GÖRÜŞLERİ: 1)Şafi,hüküm çıkarırken Kur’anla birlikte Hadisleri de esas almıştır.Bunun gerekçesi de;Kur’an’da namaz ,zekat ve hacca
dair hükümlerin nasıl yapılacağının Hz. Peygamberin sünnetinde açıklanmış olmasıdır.
2) Kuran, sünnet, icma ve kıyası delil olarak kullanır.
5-HANBELİLİK: Ahmet bin Hanbel; Bağdat’ta doğup yine burada vefat etmiştir. Kuran’ı ezberleyip,Arap dili ve edebiyatı eğitimini
tamamlayıp,Hadis ilmine yönelir.
*Önce İmam-ı Azam’ın öğrencisi Ebu Yusuf’un derslerine katılmış, ondan fıkıh öğrenmiş, daha sonra da İmam Şafi’ den ders
alıp onun hüküm çıkarma konusundaki başarısından çok etkilenmiştir.
* Ezberinde çok sayıda hadis olduğu ve bir kısmını “MÜSNED” adlı eserinde topladığı bilinir.
* GÖRÜŞLERİ: 1)İmam Ahmet b.Hanbel’in fıkıh usulü ilmindeki birinci kaynağı ayet ve hadislerdir.
2)Hanbelilere göre “hakkında haram olduğuna dair kesin bir hüküm bulunmayan şeylerde asıl olan helalliktir (ibahadır)”.
Bu kural Müslümanların günlük hayatına büyük açılım ve rahatlık getirmiştir.Haram mı helal mi tereddütleri olanlara bir
çıkış yolu sunmuştur.
3) Sünnetin her çeşidini delil kabul eder ve hadislere çok önem verirdi.4)Zaruri olmadıkça kıyasa başvurmaz ve ictihat
yapmazdı.
27
AILE
EVLENME:Evlilik,toplumun en küçük kuruluşu olan ailenin oluşması için atılan ilk adımdır. Bir milletin huzur ve mutluluğu, milleti meydana
getiren ailelerin durumlarına bağlıdır. Aile düzeni ne kadar sağlam olursa,milletin temelleri de o kadar sağ- lam olacaktır. Ailelerin sağlamlığı
da,evliliklerin sağlamlığına ve karşılıklı uyum içinde oluşuna bağlıdır. Bizleri yüzyıllardır ayakta tutan,sağlam kılan unsur ailelerimizin yapısıdır.
“Allah’ın emri,Peygamberimizin sünneti ” olarak kabul edilen evlilik,toplumumuzda bu kutsallık üzere yaşatılmaktadır.
Rûm 21 : “İçinizden kendisiyle huzura kavuşacağınız eşler yara- tıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi Allah’ın varlığının delillerindendir”.
Bakara 187 : “Onlar (kadınlar) sizin örtüleriniz , siz de onların örtülerisiniz”.
Hadis: “Sizin en hayırlınız,ailesine hayırlı olan,onunla hoş geçinendir. Ben de aileme karşı sizin en hayırlınızım”.
(Sahihi Müslim:Kitabül Edep;101 nolu hadis)
Evlilik,kutsal bir kurumdur. Bu kurumun oluşturulması,karşılıklı anlayış,güven ve hazırlık ister. Evlilik kurumunun önemi,dinimiz, törelerimiz ve
geleneklerimizde özellikle vurgulanmıştır. Yaşatılması için her türlü fedakârlık yapılmıştır.
Evlilik törenlerinde köy ve şehir hayatı arasında doğal olarak bazı farklılıklar arz eder. Köylerdeki törenler gelenekseldir. Şehirlerde
ise,geleneksel törenlerden ziyade , modern hayat tarzına uygun kutlamalar yapılmaktadır. Burada dikkat edilecek husus,düğün törenleri
sırasında İslam’ın prensiplerine aykırı bir uygulama içine girmemektir.
Evlenme , ülkemizde 3 yolla olmaktadır:
1-Büyükler,gençlere sormadan,uygun eşleri kendileri seçerler. Bu tip uygulama gittikçe azalmakta ve tarihe karışmaktadır.
Zaten bu uygula pek uygun görülmemektedir. Efendimiz(SAV),evlenecek kişilerin mutlaka birbirlerini görmelerini tavsiye etmiştir.
2-Aileler,evlenecek kişilerin görüşlerini ve tasviplerini alarak evlilik işini gerçekleştirirler.
3-Evlenecek kişilerin birbiriyle tanışmaları,anlaşmaları evlenmeye karar vermeleri ve ailelerin de iznini alma yoluyla yapılan evliliklerdir.
Kadın ve erkeğin gönül rızası , maddî-manevî hazırlık , aile büyüklerinin destek ve rızası ; bunlar evliliğin ön şartlarıdır. Gerekli hazırlıklar
tamamlandıktan sonra aile büyükleri , erkek tarafı olarak kız evine giderler. “Allah’ın emri ve Peygamberin sünneti üzerine istiyoruz” diyerek kız
istenir. Kız tarafı “evet” derlerse aileler arasında “söz kesilir”. Bundan sonra nişan töreni yapılır.
Bu tören genellikle kız evi tarafından düzenlenir.
Nişandan sonra sıra düğüne gelir. Önce düğünün zamanı belirlenir. Sonra nikâh hazırlığına başlanır............v e n i h a y e t d ü ğ ü n......
Yöreden yöreye bazı değişiklikler arz eden düğün törenleri , genellikle 3 gün sürer.Düğünün ilk gecesinde kızın evine gidilerek eğlenceler
düzenlenir. İkinci günün sabahında damat tarafı kız evine, düğünde ikram edilmek üzere çeşitli yiyecek ve içecekler götürür.[Tabii bu içeceklerin
alkollü içecek olmaması gerekir.Yoksa hem törelerimize hem de dinimize karşı saygısızlık etmiş oluruz]. Akşam,kına gecesi düzenlenir ve kız
evinde geline kına yakılır. Aynı gece oğlan evinde de damat ve arkadaşları beraber eğlenirler. Üçüncü günün sabahında gelin giydirilip süslenir.
Damat da kendi yakınlarıyla beraber kız evine gider. Dualarla birlikte kız , baba evinden ayrılır. Yörenin geleneklerine göre,at,araba,fayton v.b.
ile gezdirilir. Evliya türbeleri varsa buralar ziyaret edilerek dua edilir.
Gelin, oğlan evine geldiğinde, üzerinden para veya çerez atılır. Bu işlem, gelinin eve bolluk ve bereket getirmesi için yapılır. Daha sonra eve
dönülerek davetlilere düğün yemeği verilir. Düğün yemeğine “V e l î m e” adı verilir. Mevlid ve Kur’an okunur,dua edilir.
Bu güzel törenlerle evlilik başlamış,aile kurulmuş olur. İki kişi ile başlayan aile , çocuklarla genişler ve büyür.
Gönül rızası , karşılıklı anlayış , sevgi ve saygı ile temeli atılan aile , toplumumuzun temel direğidir. Bu direk olmadan,sağlıklı bir toplum kurmak
mümkün değildir. Mutlu ve huzurlu ailelerden oluşan toplum da elbette mutlu ve huzurlu olacaktır.
Hadis: “Kadın 4 şey için nikâhlanır : Malı – Soyu - Güzelliği - Dindarlığı . Sen bunlardan dindar olanını seç ki huzurlu olasın”.
(Buhari : Nikâh ; 15)
Hadis: “Evlenmek benim sünnetimdir. Benim sünnetimi yapmayan ben- den değildir. Evlenin ve çoğalın.
Zira ben, diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim”.
(İbn-i Mace : Nikâh ; 1 )
Hadis : “Gençler ! Ailesini geçindirecek kadar geliri olanlar derhal evlensin. Çünkü evlenmek,gözü haramdan daha fazla sakındırır.
Nefsi daha fazla korur. Evlenmeye gücü yetmeyenler oruç tutsun. Zira oruç şehveti kırar”. (Buhari : Savm ; 10 - Müslim : Nikâh ;1 – 3 )
Hadis : “Allah katında en sevimsiz mübah boşanmaktır”.
(Ebu Davud:Talak ; 3)
Hadis : “Nikâhı ilan ediniz”.
( Tirmizi : Nikâh ; 6 )
28
TÜRKLER VE MÜSLÜMANLIK
1.TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU
Mekke’de doğan İslam Dini Hz. Peygamberin vefatından önce bütün Arabistan yarımadasına yayılmıştı. Hz. Ömer döneminde Arabistan dışına
fetihler başlamıştı. Hz. Ömer döneminde İslam orduları Suriye, İran ve Mısır’a kadar ilerlemişti. Türklerin Müslümanlarla karşılaşması ilk defa bu
dönemde olmuştu. İran’ın fethinden sonra Maverâünnehir’e ulaşan İslam orduları burada Türklerle karşılaşmışlardı. Türklerin Müslümanlarla
karşılaşmaları İslam hakkında ilk bilgileri elde etmelerini sağladı. Emeviler döneminde Türklerin yaşadığı bölgelere seferler düzenlendi. Bu
seferler ve yapılan fetihler neticesinde Türkler İslamiyeti yakından tanımaya başladılar. Ancak Emeviler döneminde bazı keyfi uygulamalar
(özellikle Arap ırkçılığı) Türklerin İslamiyet girmelerini geciktirdi.
750 yılında Emevilerin yerine Abbasiler iktidara gelmişti. Abbasilerin iktidara gelmesinde Türklerin önemli etkisi olmuştur.
Abbasiler’in Çinlilere karşı yaptığı Talas savaşında Türkler, Abbasilerin yanında yer almışlar ve bu savaş büyük zaferle sonuçlanmıştır. Bu zafer
Türk tarihinde önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu savaştan sonra Çinliler Türkler üzerinde hakimiyet kurma düşüncesinden vazgeçmişlerdir.
Türkler ile Araplar arasında dostluk başlamıştır.
Abbasilerin Türklere sıcak davranması, Türklerin kitleler halinde İslam girmelerine sebep olmuştur. Türkler Abbasi devletinin önemli
kademelerinde görev almışlardı. Abbasilerin toprakları içersinde yaşayan Türkler arasında İslamiyet yayıldığı gibi başka Türkler arasında da
yayılmıştır. Bunda Türk topraklarına yapılan ticari faaliyetlerde önemli olmuştur.
Türkler İslamiyet’le tanışmadan önce çoğunlukla Şamanizm inancına sahiptiler. Bunun yanında Hıristiyanlık, Yahudilik ve Budizm inançlarının
yaygın olduğu Türk boyları da vardı. İslam dininin bazı öğeleri ile Türklerin eski inançları arasında benzerlikler vardı. Bu durum onların İslamiyeti
kolay kabul etmelerini sağlamıştı. Örneğin İslamiyetteki gibi Türklerde de tek tanrı inancı vardı. Yine Türklerin eski inançlarında ölümden sonra
yaşam, ruhun ölümsüzlüğü, cennet ve cehennem inançları vardı. İslamiyetin önem verdiği yoksullara yardım, fakirleri doyurma anlayışı
Türklerde de vardı. Türklerin ahlak esasları da İslamiyet uygundu. İslamiyet vatını korumak için savaşmayı emreder. Türkler de asker bir millet
idi. Türkler dürüst, mert ve özgürlüğüne düşkün bir millet idi. İslamiyet de bu kavramlara önem vermiştir. Bütün bu benzerlikler Türklerin
Müslüman olmalarını kolaylaştırmıştır.
2.TÜRKLERDE İSLAM ANLAYIŞININ OLUŞMASINDA ETKİLİ OLAN ŞAHSİYETLER
Türkler Müslüman olduktan sonra İslam medeniyetinin gelişmesi ve yayılması için büyük gayret göstermişlerdir. Türklerin İslam anlayışının
oluşmasında pek çok kişinin etkisi olmuştur. Bu kişiler Türk İslam toplumlarının din, kültür ve manevi önderleri olmuştur.
2.1. Ebu Hanife
Asıl adı Numan bin Sâbittir. 699’de Kûfe’de doğdu. Ticaretle uğraşan zengin bir ailenin çocuğu idi. Küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiştir.
Devrin seçkin alimlerinden Arapça, sarf, nahiv ve şiir dersleri almıştır. Hocası Hammad bin Süleyman vefat edince onun yerine ders vermeye
başladı. Yetiştirdiği öğrencilerin sayısı binlerle ifade edilmektedir.
Hanefi mezhebinin kurucusu sayılır. 760 yılında vefat etmiştir. Vefatından sonra fetvaları yazılmış ve sistemleştirilmiştir. Türkler’in büyük
çoğunluğu ile Irak, İran, Afganistan ve Pakistan’da yaşayan Müslümanların pek çoğu Ebu Hanife’nin (Hanefi) mezhebindendir. En önemli
eserlerinden biri, inanç esaslarının sistematik hale getirildiği “el-Fıkhu’l- Ekber” dir.
2.2 Mâturidî
862’de Semerkant’ta doğmuş ve 944’te aynı yerde vefat etmiştir. Türk bilginidir. İslam inançları alanında derinlik kazanmıştır. Mâturidîliğin
kurucusu olarak görülmüştür. Akıl ile vahiy arasında iyi bir denge kurmuştur. Kelâm, fıkıh ve mezhepler tarihi konusunda çalışmalar yapmıştır.
Hanefi mezhebindeki Müslümanlar inanç konularında Mâturidîliği benimsemişlerdir. En önemli eserleri “Kitâbu’t-Tevhid” ve “Te’vilâtu’l-Kur’an”
dır.
2.3. Şâfiî (767-819)
Şâfiî mezhebinin öncüsüdür. Filistin’in Gazze şehrinde doğdu. Küçük yaşta babasını kaybetti. Fakir bir hayat yaşayan annesi oğlunu Mekke’ye götürdü.
Küçük yaşta kendisini ilme verdi. 7 yaşında Kur’an’ı ezberledi. 10 yaşında İmam Mâlik’in “el-Muvatta” adlı hadis kitabını ezberledi. 15 yaşında fetva
verebilecek seviyeye gelmiştir. Daha sonra Medine’ye giderek İmam Mâlik’ten fıkıh ve hadis dersleri aldı. 810 yılında Bağdat’ta Ahmet bin Hanbel ile
görüştü ve “el-Hucce” adlı eserini yazdı. “er-Risâle” adlı eseri ise Fıkıh Usûlü dalında ilk eser sayılır. Kendi mezhebinin görüşlerini ihtiva eden kendi
mezhebinin görüşlerini içeren fıkıh kitabıdır. Şafiî, ilmi yanında takvası ve güzel ahlâkı ile de dikkatleri üzerine çekmiştir. Mezhebi, Mısır, Güney
Arabistan, Doğu Afrika, Doğu Anadolu, Seylan, Endonezya, Cava, Filipinler, Malaya, Maverâünnehir ve Horasan gibi yerlerde yayılmıştır.
2.4. Eş’arî (873 Basra- 935 Bağdat)
Küçük yaşta babasını kaybetti ve ilim tahsiline başladı. Devrin ünlü hocalarından dersler aldı. Mutezile mezhebine mensup hocalardan dersler
aldı ve gençliğinde bu mezhebin görüşleri doğrultusunda eserler yazdı. 40 yaşından sonra Mutezile’den ayrılıp Ehli sünnet anlayışını benimsedi.
Daha sonra kendisi Ehli Sünnet’in Eş’ariyye mezhebinin kurucusu olmuş ve Sünniliğe hizmet etmiştir. Eserlerinin sayısını bazı kaynaklar 300 e
kadar çıkarırlar. Kelâm, Cedel, tefsir, fıkıh dallarında eserler yazmış. Mutezile ve Şia’nın reddine, Mecûsiler’in, Yahudiler’in, Hristiyanların,
tabiatçıların ve çeşitli felsefi görüşlerin tenkidine dair eserler yazmıştır. “Makâlâtü’l-İslâmiyyîn” ve “el-Has ale’l-bahs” önemli eserlerindendir.
2.5. Ahmet Yesevî
Türkistan’ın Sayam kasabasında doğmuştur. Küçük yaşta hem annesini hem de babasını kaybetmiş ve ablasıyla birlikte Yesi’ye giderek oraya
yerleşmiştir. Orada Aslan Baba adlı alimden ilk ilmini aldıktan sonra Buhara’ya ilmini artırmak için gitmiştir. Orada devrin en büyük alimlerinden
olan Yusuf el-Hamedâni ile tanışmış ve ondan İslami ilimler ve tasavvuf ilmi öğrenmiştir. Sonra tekrar Yesi’ye dönmüş ve ömrünün sonuna kadar
ilim öğretmeye devam etmiştir. Ahmet Yesevî, özellikle göçebe Türkler arasında İslamın öğrenilmesi ve yaygınlaşmasında büyük etkisi
olmuştur. Yetiştirdiği öğrenciler, en uzak Türk topluluklarına kadar İslamı ulaştırmışlardır. Ahmet Yesevinin başlıca uğraşısı İslâm’ı Türklere
sevdirmek ve Ehli sünnet inancını yaymaya çalışmak olmuştur. Bu yüzden sayıları binleri bulan öğrenciler yetiştirmiştir. En önemli eseri “Divan-ı
Hikmet” tir. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında büyük emekleri olmuştur.
2.6. Ahi Evran
Ahi Evran, önceleri dericilik sanatında ün kazanmış, daha sonra ise Anadolu’daki bütün sanatları etkilemiş bir şahsiyettir. Asıl adı Nasreddin
Mahmuttur. 1172’de Horasan’da doğdu. Ailesi Moğol baskısı yüzünden Anadolu’ya göç eden Oğuz Türklerindendi. Önce Konya sonra Denizli,
29
sonra da Kayseri’ye gitmiş ve daha sonrada Kırşehir’e gitmiş ve orada vefat etmiştir. Dericilik dalında kendini geliştirmiş. Ahilik konularında Ahi
Mahmut’tan dersler almıştır. Usta olduktan sonra ahi şeyhi olarak görev almıştır.Kırşehir’de dericiliği yaygınlaştırmıştır. Daha sonra “ahi
Babalığa” yükselerek, teşkilatı zenginleştirmiş ve bütün Anadolu’da tanınmıştır. Ahi Evran oluşturduğu Ahi teşkilatı ile meslek ahlakının
oluşmasında etkili olmuştur. O bununla İslam ahlakının iş hayatına nasıl yansıdığının en güzel örneklerini göstermiştir. O, insanların bir sanat ve
bir sanat ve meslek sahibi olarak başkalarına el açmadan kendi kazançlarını sağlamalarını, halkın ekonomik durumunu yükseltmeyi kendisine
gaye edinmiştir. Esnaf ve sanatkarların işlerini titizlikle denetlerdi. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük emeği olmuş ve binlerce meslek
sahibi yetiştirmiş1262’de 90 yaşında ölmüştür. Kabri Kırşehir’dedir.
2.7. Hacı Bektaş Veli
Asıl adı Mahmut, Künyesi Bektaş’tır. Babası Horasan hükümdarı İbrahim es’Sâni Seyyid Muhammeddir. 1248’de Horasan’da doğdu. 1281 de
Anadolu’ya geldi. 1373’te Kırşehir’de vefat etti. Türbesi bugün Hacı Bektaş adıyla bilinen yerdedir. İlk öğrenimini Nişabur’da yatı. Hem dini hem
de müsbet ilimleri öğrendi. Anadolunun Müslümanlaşmasında ve Türklerin yurdu olmasında büyük payı olan erenlerden biridir. Selçuklu devleti
Moğol hakimiyetine girince Hacı Bekatş etrafındakilere birlik beraberlik öğütlemiştir. “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” demiştir.
Hacı Bektaş Veli, ilgisini kent merkezleri yerine köy ve kırsal bölgelerde yoğunlaştırmıştır. Farsça yerine Türkçeyi kullanmıştır. Böylece halk onu
kolayca anlamış ve bütün Anadolu’ya öğütleri yayılmıştır. Yeniçeri Ocaklarına da onun sevgisi ve öğretisi hakim olmuştur. İlme büyük önem
vermiştir. Onun “ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.” Sözleri bugün dahi bizlerin yolunu
aydınlatmaktadır.
2.8. Mevlâna
Mevlâna, 1207 yılında Belh şehrinde doğdu. Babası o şehrin ileri gelenlerinden “Bilginlerin Sultanı” olarak ün yapmış olan Bahâeddin Veled’dir.
12442’te Tebrizli Şems (Şems-i Tebrîzî) ile karşılaştı. Onun hayatında Şems’in önemli yeri vardır. Mevlâna, Şems’in cemalinde “tanrının
nurlarını” görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlana, Şems’in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi.
Mevlâna’nın en önemli eseri, Türk-İslam şaheserlerinden “Mesnevî” dir. Onun tüm eserlerinde akıcılık vardır. Uslûbu süslü fakat anlaşılır. Allah
ve peygamber sevgisini eserlerinde işlemiştir. Mevlâna’nın eserlerindeki aşk ilâhî aşktır. Ayetler ve hadisler hikayelerle açıklanmıştır. 1273
yılında vefat etmiştir. Türbesi Konya’dadır.
2.9. Yunus Emre
Yunus Emre’nin Eskişehir’de Sarayköy’de yaşadığı genel bir kanaat olmakla birlikte Anadolu’nun pek çok yerinde yaşadığına dair rivayetler
vardır.
Yunus emre Türk kültür ve dilinin en büyük değerlerinden biridir. Onun şiirleri asırlardır yaşadığımız topraklara ruh vermiştir. Türk dilini tüm
sadelik ve güzelliği ile ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiştir. Yunus’un şiirleri Türkçenin bir sanat, edebiyat, bilim ve felsefe
dili olacağının en büyük kanıtıdır. Şiirlerinde ahlâk, hikmet, aşk, sevgi, sabır, kanaat, cömertlik, erdemlilik konularını işlemiştir.
Yunus, insan sevgisini ilahi sevgi ile ilişkilendirir. “yaratılanı hoş gördük yaratandan ötürü” diyerek insanların din, mezhep, ırk, millet, renk, sınıf
farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak ettiklerini dile getirmiştir.
2.10. Hacı Bayram Veli
(İstanbul’u Fatih Sultan Mehmed’in fethedeceğini müjdeleyen büyük veli)
Asıl adı Numandır. 1352 yılında Ankara yakınlarındaki Zülfadl (Sol Fasol) köyünde doğdu. 1429’da Ankara’da vefat etti. Türbesi Hacı Bayram
Camisinin kıble yönündedir. Küçük yaşlarda ilim öğrenmeye başladı. Devrin önemli müderrislerinden tefsir, hadis fıkıh gibi dini ilimlerinin yanı
sıra müspet ilim dersi de aldı. Öğrenimi tamamladıktan sonra Ankaradaki Kara Medresede müderris oldu. Bu sırada Somuncu Baba lakabıyla
meşhur Hamideddin Velî’nin davetiyle Kayseri’ye giderek ondan ders alıp manevi ilimlerde yüksek derecelere ulaştı. Hocasının ölümü üzerine
tekrar Ankara’ya döndü. Ankara’da dinin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya ve onlara ilim ve feyiz dağıtmaya başladı. Akşemseddin,
Yazıcızade Muhammed ve Ahmet kardeşler, Hızır Dede, Muhammed Üftâde ve Eşrefoğlu Rûmî onun terbiyesinde yetişen önemli kişilerden
bazılarıdır. Anadolu’da dil ve kültür birliğinin sağlanması için Türkçe eserler yazılmasını tavsiye etmiş, kendiside halkın anlayacağı Türkçe eserler
yazmıştır. Onun en önemli özelliklerinden biri de öğrencileri, el emeği ile geçinmeye, toprağa bağlanmaya ve sanata yönelmeye davet etmiştir.
Orta Asya’dan gelen göçebe Türklerin yerleşik hayata geçmesinde ve Osmanlı devletinin medeniyet yolunda büyük aşama kaydetmesinde onun
bu davetinin önemi büyüktür.
3. TÜRKLERİN İSLAM MEDENİYETİNE KATKILARI
Türkler onuncu yüzyıldan itibaren topluluklar halinde İslam’ı kabul etmişler. Malazgirt zaferinden sonra Anadolu kapıları Türklere açılmış ve
Türkler asırlar boyu İslami değerlerin ve coğrafyanın koruyucusu olmuşlardır.
İslam medeniyetinin oluşmasında ve gelişmesinde Türklerin önemli katkıları olmuştur. Bunu, İslam medeniyetinin, bilim, sanat, felsefe, edebiyat
ve mimari alanlarında açıkça görmekteyiz. Türkler arasından dünya çapında büyük bilim, sanat ve tasavvuf adamları çıkmış ve medeniyet
tarihine mal olmuş eserler ortaya koymuşlardır.
İslam dünyasında medreseler Türkler tarafından kurulmuş eğitim kurumlarıdır. Buralarda, tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi islami
bilimlerin yanı sıra felsefe, astronomi, tıp gibi alanlarda yeni açılımlar sağlanmıştır.
Matematik, fizik, tıp, astronomi, coğrafya gibi bilim dallarında Harezmî, Bîruni, Ali Kuşçu ve Uluğ Bey gibi bilginler yetişmiştir.
Matematikte sıfır rakamını kullanan Harezmî idi, cebir bilimini ortaya koyan ilk Türk bilginidir. Coğrafya ile ilgili bilimsel çalışmalarda Bîruni
öncülük etmiştir. Bilim adamları 11. yüzyılı Bîruni çağı olarak adlandırmışlardır. Bîruni, başta coğrafya, matematik ve astronomi olmak üzere
fizik, tıp, eczacılık, doğa bilimleri, jeoloji, sosyoloji, felsefe, tarih, dinler tarihi ve dil bilimi dallarında pek çok eseri vardır. Ayrıca coğrafyada, Piri
Reis ve Seydi Ali Reis; matematik ve astronomi alanlarında ise Uluğ Bey ve Ali Kuşçu İslam medeniyetine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Zemahşeri, “Keşşaf” adlı eserini Arapça yazmıştır ve bu eser arap edebiyatını en üst düzeyde temsil etmektedir. Buhari ise “Sahih-i Buharî” adlı
eseriyle hadis alanında en önde gelen kişidir. Tanınmış hadis alimlerinden Tirmizî ve Nesâî de Türk asıllıdır.
30
Felsefe dalında Farabi ve İbni Sina önemli isimlerdir. İbni Sina fizik, astronomi ve felsefe dalında olmak üzere 150 civarında eser yazmıştır. “elKanun fi’t-Tıp” adlı eseriyle bütün dünyada hekimlerin piri ünvanını almıştır.
Yusuf Has Hacip’in Kutatgu Bilig adlı eseri ve Kaşgarlı Mahmut’un Divâ-ı Lügâtü’t-Türk adlı eserleri önemli edebi eserlerdendir. Türkler divan ve
halk edebiyatında önemli eserler meydana getirmişlerdir. Musikide de Dede Efendi, Itrî, Sadullah Ağa, Hacı Arif Bey gibi ünlü bestekarlarımız
yetişmiştir. Mimaride de Türklerin etkisini görürüz. Camiler, medreseler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar, imaretler, darüşşifalar ve
çeşmelerden çok sayıda yapılarak mimarimiz zenginleştirilmiştir. Bu alanda Başta Mimar Sinan olmak üzere çok sayıda dünyaca ünlü
mimarlarımız yetişmiştir. Türkler güzel yazı (hüsnühat), süsleme, tezhip ve minyatür alanlarında İslam medeniyetine önemli katkıda
bulunmuştur. Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Mustafa Rakım ünlü Türk hattatlarındandır.
TÜRKLERİN İSLAM’DAN ÖNCEKİ DİNİ İNANÇLARI
M.Ö.2.Y.Y.’a ait Çin kaynaklarından anlaşılabildiği kadarıyla Hun Türkleri tek tanrılı bir dine inanırlardı. Tanrılarına “Gök Tanrı”
adı verilmiştir.
Güneş ve ayı kutsal sayarlardı. Atalara saygıyı dini bir görev kabul ederlerdi. “Yer-Su” adı verilen kötü ruhlara inanılırdı.
Her yılın 5.ayında toplanır Gök Tanrı’ya, Atalarına ve Yer-Su’ya kurban takdim ederlerdi.
Görülüyor ki tarih boyunca Türklerin Gök Tanrı inancı çerçevesinde , kendilerine özgü bir dini inançları olmuştur.
Türkler X. y.y.’dan itibaren kitleler halinde İslamiyet’i seçmeye başladılar. Bunun en önemli sebebi ;Türklerdeki Tanrı inancı
ile İslam’daki Allah inancı arasında çok yakın benzerlikler bulunmasıydı. O dönemdeki Türkler,inandıkları Gök Tanrı’ya, “Allah”
manasına gelen “Tengri” diyorlardı.
Hatta İslamiyet’in kabulünden sonra da uzun bir süre “Tanrı”kelimesi kullanılmaya devam etmiştir.
Eski Türklerde dini törenler, “Kam” veya “Şaman” adı verilen bir din adamı tarafından idare edilirdi.
Bu yüzden bazı kaynaklar eski Türklerin dinini “Şamanizm” olarak adlandırırlar.
ALLAH ÂLEMLERİN RABBİDİR
RAB:Terbiye eden,besleyip büyüten,yetiştiren,koruyan,sahip ve malik gibi manalara gelir.
RUBUBİYET:Cenab-ı Hakk’ın,her zaman,her yerde,her mahluka muhtaç olduğu şeyleri vermesi,terbiye edip beslemesi
demektir.
ULUHİYET:Cenab-ı Hakk’ın ibadet ve itaat edilmeye sadece kendisinin müstehak ve layık oluşu demektir.
İslam’a göre Allah;bir milletin,bir sınıfın veya herhangi bir grubun değil,bütün alemlerin Rabbidir.
Eğer bir din,Allah’ın bir toplumu öteki toplumlardan ayırarak özel şekliyle koruyup gözettiğini öne sürüyorsa,böyle bir
dinin evrensel olduğu söylenemez. (Mesela :Yahudilik)
SORU:

CEVAP:
Yüce Allah niçin her topluma birer peygamber göndermiştir?
Kendisine giden yolu kolayca bulmaları ve olgunlaşmaları için.
(Rab isminin gereği olarak)
RUHBAN:Hristiyanlıkta manevi ve ruhani işlerle uğraşan sınıfa verilen addır.
İLAHİ (SEMAVİ) DİNLERDEKİ ORTAK YÖNLER
1-Her şeye gücü yeten tek bir ALLAH inancı.
2-Allah ile Peygamberler arasında iletişim kuran bir MELEK inancı.
3-İlahi mesajların insanlara bir PEYGAMBER vasıtasıyla ulaştırılma inancı.
4-İlahi vahiylerin kaydedildiği bir KİTAP inancı.
5-İnsanların yaptıklarının karşılıklarını görecekleri bir AHİRET inancı.
6-İyi veya kötü bütün işlerin Allah’tan olduğu ve Allah’ın hükmüne kimsenin karşı gelemeyeceği bir KADER inancı.
KISSA: Kuran-ı Kerim'de geçmişte yaşamış milletlerden ve Peygamberlerin hayatlarından bahseden haberlere kıssa denir.
Kıssaların gayesi , hikâye veya tarih değildir. Peygamberlerin görevlerini yaparken karşılaştıkları güçlükler, başlarına gelen
olaylar , çektikleri çile ve ıstıraplar , sıkıntıları aşmada gösterdikleri sabır ve kararlılık anlatılmakta ; Peygamberlerini
31
dinlemeyen toplulukların nasıl helak edildiği haber verilmekte ; sonuç olarak da geçmişte yaşanan olaylardan ibret almamız
istenmektedir.
TENASÜH (RUH GÖÇÜ)=REENKARNASYON : Hinduizm inancına göre , ölen varlıkların ruhları kendi bedenlerinden çıkıp ,
başka bir bedene girerek tekrar dünyaya dönebilirler. Buna tenasüh denir.
Budizm’de esas gaye ; Nirvana’ya ulaşmaktır.
NİRVANA:Ruhun kurtuluşa ererek hoşnut olması ve ıstırabın sona ermesi demektir.
Nirvana’ya ulaşmak için ; hayatın bir dert , bir ıstırap ve hastalık olduğu bilinmeli ve nefsin isteklerinden uzak durmalıdır.
TEFSİ R
TEFSİR:Uzmanlık derecesindeki İslam alimlerinin,Kuran ayetlerini bütün ayrıntılarıyla açıklama ve yorumlama işine tefsir
denir.
Bu işi yapan kişilere müfessir adı verilir.
Tefsir 2’ye ayrılır:
1-Rivayet Tefsiri: Daha çok ayet ve hadislere dayandırılarak yapılan tefsirlerdir.
2-Dirayet Tefsiri: Ayet ve hadislerin yanında akli ve felsefi açıklamalar getirilerek yapılan tefsirlerdir.
İslam dünyasındaki ilk müfessir Peygamberimiz (SAV)'dir. Çünkü o dönemdeki Müslümanlar anlaşılmayan bazı ayetleri O’na
soruyorlar,Peygamberimiz de onlara gerekli açıklamayı yapıyordu.
(Önce Arapça tefsirler yazıldı, daha sonra değişik dillerde tefsirler yazıldı ,Avrupa’ya da tercüme yoluyla tefsirler
gitmiştir).
En çok tanınan tefsirlerTaberi, Beyzavi, Zemahşeri ve İbni Kesir tefsirleridir. Bunlardan Zemahşeri Türk’tür.
Tefsirin Gayesi : İnsanların dini ihtiyaçlarını tatmin etmek; böylece dünya ve ahiret saadetini sağlamaktır. Çünkü insanlığın
kurtuluşunda Kuran-ı Kerim'in anlaşılmasının ve uygulanmasının büyük önemi vardır.
HADİ S
HADİS:Peygamber Efendimiz(SAV)’in sözlerine hadis denir.
İlk zamanlarda,Peygamber Efendimiz(SAV)’in hadisleri yazılmayıp sözlü olarak muhafaza ediliyordu. ( Niçin ? ).Daha sonra İslam toprakları
genişleyince hadis bilen insanlar da buna paralel olarak,bir çok yere dağılmış oldu. Bu arada bazı insanların menfaat gereği Peygamber
Efendimiz(SAV)’e ait olmayan sözleri, insanlara hadis diye anlattıkları görüldü. Bunun üzerine Peygamberimiz’in sözlerinin toplanarak bir
araya getirilmesi kaçınılmaz hale geldi.
O günkü İslam halifesi Ömer bin Abdülaziz’in emriyle Zühri adındaki İslam bilgini hadisleri resmen toplamaya başladı. Daha sonra
Mekke,Medine,Şam,Basra,Kûfe gibi merkezlerde hadis toplama işi hız kazandı. Şu an yeryüzünde Kütüb-ü Sitte denen 6 hadis kitabı meşhur
oldu. Bunlardan en meşhuru Buhari ve Müslim’dir. Diğerleri de Ebu Davud,Tirmizi,Nesai ve İbn-i Mace’dir.
Hadis ilmiyle uğraşan kişiye Muhaddis denir.
Kuran-ı Kerim'i en iyi yorumlayan Peygamberimiz (SAV) olduğu için, hadis de İslam’ın 2. temel bilgi kaynağı olmuştur.
FIKIH
FIKIH:Sözlükte iyi anlamak,bilmek,derin ve ince anlayış demektir.
İslami terim olarak ise; uygulamaya ilişkin konularda kişinin lehinde veya aleyhinde olan dini hükümleri iyice bilmesidir.
Peygamber Efendimiz(SAV) döneminde müslümanlar herhangi bir mesele ile karşılaştıklarında gelip Efendimiz(SAV)’e soruyorlar ve mesele
çözüme kavuşmuş oluyordu. Hicretin 3. Ve 4. asırlarında çeşitli mezhepler ortaya çıktı. Bunlardan 4’ü en meşhurlarıdır:
1-Hanefi Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Azam Ebu Hanife)
2-Şafii Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Şafii)
3-Maliki Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Maliki)
4-Hanbeli Mezhebi: (Kurucusu:Ahmed bin Hanbel)
32
ATATÜRK VE CUMHURİYET
DÖNEMİ DİN HİZMETLERİ
1. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1.1. KURULUŞU
Dinin insan ve toplum hayatında önemli bir yeri vardır. Din, insanlık tarihinin bütün dönemlerinde var olan ve bireyleri kutsal duygu ve ortak bilinç
etrafında birleştiren bir kurumdur. Toplumları yücelten ve onların gelişmelerini sağlayan etkenlerden biridir.
Dinin doğru anlatılması ve anlaşılması için din hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi gerekir. Bu nedenle din hizmetlerini organize eden çeşitli
kuruluşlar tarih boyunca var olmuştur.
Devletimiz, eğitimden sağlığa, ulaşımdan iletişime kadar pek çok alanda vatandaşa hizmet vermekte, onun ihtiyaçlarını karşılamak için çaba
harcamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, isteyen vatandaşlara dinî konularda da hizmet götürmektedir. Bu hizmet, ülkemizde Başbakanlığa bağlı bir
kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmektedir.
Osmanlı Devleti'nde din işleri Meşihat Makamı tarafından Şeyhül-İslam eliyle yürütülürdü.
1920 yılında Ankara'da kurulan Meclis Hükümetinde Meşihat, Şer'iye ve Evkaf Vekâleti adıyla bakanlık olarak yer almış, 1924'e kadar da bu durum
aynen devam etmiştir.
Atatürk'ün girişimiyle 3 Mart 1924'te Şer'iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI kurulmuştur.
Atatürk, dinin birey ve toplum açısından önemini iyi bilen bir devlet adamıydı. O, din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerektiğine
inanıyordu. Halkın, dinini hurafelerden uzak bir şekilde öğrenmesinin lüzumunu sık sık dile getiriyordu. Tüm bu nedenlerle kurduğu yeni devletin
bünyesinde Diyanet İşleri Başkanlığına yer vermiştir.
Atatürk, ilk diyanet isleri başkanı olarak Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi'yi atamıştır.
Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak günümüzde de varlığını devam ettiren Diyanet İşleri Başkanlığı; yurt içinde il ve ilçe müftülükleri, yurt dışında
ise vatandaş ve soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı ülkelerde din hizmetleri müşavirlik ve ataşelikleri şeklinde teşkilatlanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşundan günümüze kadar her türlü siyasî görüş ve düşüncenin dışında kalarak mezhepler üstü bir anlayışla Müslüman
toplumun her kesimine eşit olarak din hizmeti vermeye çalışmaktadır.
1.2. DİN GÖREVLİLERİ
Din görevlisi toplumda, bilgisi, güzel ahlakı, dürüstlüğü, güvenilirliği ile halkın saygınlığını kazanmış biri olmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı, din
hizmetlerini,bu özelliklere sahip değişik unvanlardaki görevlileri aracılığıyla yürütmektedir.
Başkanlığın en üst düzey görevlisi Diyanet İşleri Başkanıdır.
Başkan, Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanmaktadır. Teşkilatın tüm çalışmalarını kanunlar çerçevesinde düzenler, yürütür ve
denetler.
MÜFTÜler, görevli oldukları il ve ilçelerde dinî hizmetlerin sağlıklı yürütülmesinden ve diğer din görevlilerinin verimli çalışmasından
sorumludurlar.
VAİZler, belirli yer ve zamanlarda dinî konular üzerinde konuşur, nasihat ederler. Genellikle cuma namazı, bayram namazları öncesi ve kandil
gecelerinde halka vaaz ederek onları dinî ve ahlakî konularda bilgilendirirler. Ayrıca cezaevlerinde ve tutukevlerinde mahkûm ve tutukluları da din
konusunda bilgilendirirler.
İMAM: Cami hizmetlerini yürüten, cemaate namaz kıldıran görevlidir.
İmamın yerine getirmekle yükümlü olduğu başlıca görevler şunlardır:
• Cami ve mescitlerde vakit namazları ile cuma, bayram ve teravih namazlarını, gerektiğinde cenaze namazını kıldırmak.
• Başkanlık veya Müftülükçe hazırlanan yahut Müftülükçe incelendikten sonra okunması uygun görülen cuma ve bayram hutbelerini zamanında
usulüne uygun olarak okumak.
• Cami ve mescit içinde, müftünün izni ile cemaati dinî konularda aydınlatmak.
• İsteyen vatandaşlara, Müftülüğün izni ile uygun görülecek yerlerde ve müftülükçe belirlenecek esaslar çerçevesinde Kur'an-ı Kerim okumayı
öğretmek.
• Müftülükçe yapılacak bir program gereğince mukabele okumak, gerektiğinde dinî gün ve gecelerde düzenlenecek programlarda görev almak.
• Müezzin-kayyumun bulunmadığı hâllerde müezzin-kayyumluk görevlerini de yapmak.
• Görevli bulunduğu cami veya mescidin zamanında ibadete açılması ve huzur içinde ibadet edilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlamak.
• Belediye cenaze teşkilatı bulunmayan yerlerde, gerektiğinde cenaze teçhiz ve tekfin işlerini yapmak.
33
MÜEZZİN-KAYYUM : Namaz vakitleri geldiğinde ezan okuyan, caminin temizlik ve bakımını yapmakla sorumlu olan görevlidir. Eskiden camilerde hem
müezzin hem de kayyum bulunurdu. Bazı büyük camilerde ise camilerin bakım, temizlik ve korunmasından sorumlu olan birden fazla görevli vardı.
Günümüzde kayyum kadrosu bulunmadığından Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş kanununun ilgili maddesinde camilerin bakımı, temizliği, korunması ve
ibadet sırasında her türlü müezzinlik hizmetinin yerine getirilmesinde müezzin kayyumların görevli olduğu belirtilmektedir.
Müezzin-kayyumların başlıca görevleri şunlardır:
- Camiyi Müftülükçe tespit edilecek zamanlarda ibadete açmak ve kapalı tutulması gereken zamanlarda kapatmak.
-Namaz vakitlerinde ezan okumak.
-Farz namazlardan önce kamet etmek.
-Vakit namazları ile cuma, bayram, teravih ve gerektiğinde cenaze namazlarında ibadetin gerektirdiği her türlü müezzinlik hizmetini yapmak.
-Camide huzur içinde ibadet yapılabilmesi için müftü ve cami imam-hatibi tarafından yapılan düzenlemelerden, müezzin-kayyumlarca yerine
getirilmesi gerekli görülen işleri yapmak.
-Caminin ve çevresinin günlük, haftalık ve genel temizliğini yapmak.
-İmamın olmadığı durumlarda onun yerine belirli görevleri yerine getirmek.
-Kur'an-ı Kerim öğretiminde imama yardımcı olmak.
-İzinsiz olarak vaaz etmek, para toplamak veya kitap satmak isteyenlere engel olmak.
2. DİNÎ YAYINLAR
Dinî yayınların toplumu din konusunda aydınlatmada önemli bir yeri vardır. Halkı din konusunda aydınlatmak, İslam dininin esaslarını
kaynaklarından doğru olarak öğretmek, vatandaşlarımızı hurafe ve yanlış inançlardan koruyarak bunların yerine gerçek bilgileri vermek amacıyla Diyanet
İşleri Başkanlığı kuruluşunun ilk yıllarından itibaren dinî yayın faaliyetlerinde bulunmaktadır.
2.1. TÜRKÇE TEFSİR VE MEAL ÇALIŞMALARI
Atatürk, Türk halkının dinini ana kaynaklarından ve doğru bir şekilde öğrenmesini istiyordu. Bundan dolayı İslam'ın temel kaynağı olan Kur'an-ı
Kerim'in Türkçeye çevrilmesi ve tefsirinin yapılmasını gerekli görüyordu. Bu düşüncesini "Türk, Kur'an'ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini
anlamıyor, içinde neler var, bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın." şeklinde dile
getirmekteydi.
Atatürk, Kur'an-ı Kerim'in Türkçeye çevrilmesi düşüncesini ilk kez 14 Ağustos 1923'te devletin eğitim politikasını belirleyecek bilimsel bir heyet
onuruna verdiği çay toplantısında dile getirmiştir. Onun bu isteği, 21 Şubat 1925 tarihinde TBMM gündemine gelmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının
bütçesi görüşülürken eksik ve hatalı Kur'an çevirilerinin yayınlandığı, mevcut Türkçe tefsirlerinin de yetersiz olduğu ifade edilmiştir. Verilen bir
önerge ile;
- Kur'an-ı Kerim'in çeviri ve tefsirinin uzmanlardan oluşan bir heyet tarafından yapılması,
- Gerekli görülen İslamî eserlerin telif ve tercüme edilmesi,
- İslamiyet aleyhine yapılan yabancı yayınlara karşılık verilmek üzere dinî yayınların yapılması istenmiştir.
Bu istekler, Meclis üyeleri tarafından uygun görüldü. Kur'an-ı Kerim'in dilimize tercüme edilmesi ve Türkçe tefsirinin yapılmasına karar verildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı da tercüme görevini İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'a, tefsirin yapılması görevini de Elmalılı Muhammed Hamdi
Yazır'a verdi. Bir müddet tercüme işiyle ilgilenen Mehmet Akif, daha sonra bu işten vazgeçtiğini ilgililere bildirdi. Bunun üzerine Diyanet İşleri
yetkilileri, bu görevi de Hamdi Yazır'a teklif ettiler. di. Hamdi Yazır, 1926 yılından 1938'e kadar hem dinî ilimlerden hem de fen ve matematik
bilimlerinden faydalanarak "HAK DİNİ KUR'AN DİLİ" adındaki tefsiri hazırladı. Muhammed Hamdi Yazır'ın mealiyle birlikte 1935-1939 yılları
arasında 9 cilt olarak yayınlanan eseri, Türkçe yapılmış tefsirlerin en önemlilerinden biri kabul edilmektedir.
Cumhuriyet Döneminde birçok Kur'an çevrisi yapılmış ve tefsir yazılmıştır. Bunlardan birkaçını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Hulâsatü'l-Beyân fi Tefsiriİ-Kur'an, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi tarafından yazılmış, 1923-1927 yılları arasında 15 cilt hâlinde yayınlanmıştır.
1968-1969 yıllarında da Latin harflerine çevrilerek yeni baskısı yapılmıştır.
Türkçe Kur'an-ı Kerim Tercümesi, 1927 yılında İsmail Hakkı İzmirli tarafından 2 cilt olarak yazılmış olup 1932 yılında Latin harfleriyle yeniden
yayınlanmıştır.
34
2. 2. TÜRKÇE HADİS KİTABI ÇALIŞMASI
Kur'an-ı Kerim'den sonra İslam dininin en önemli kaynağı hadislerdir. Atatürk, Türk toplumunun İslam'ı
daha iyi anlayabilmesi için sağlam bir hadis kaynağına ihtiyacı olduğunu görmüştü. Bu nedenle hadislerin
Türkçeye tercüme edilmesi görevi Babanzade Ahmet Naim Efendi'ye verilmişti.
Ahmet Naim Efendi, Buhari'nin "el-Camiu's-Sahih" ( SAHİH-İ BUHARİ ) adlı kitabının ilk üç cildini
Türkçeye tercüme etti.
Ahmet Naim Efendi'nin vefatı üzerine eserin geri kalan tercümesi ise Kâmil Miras tarafından
tamamlanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığınca on iki cilt hâlinde "Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" adıyla
1932 yılında yayınlanan bu eser; iman, ibadet, ahlak, siyer vb. konularda eşsiz bir ilim hazinesidir.
Eser, Cumhuriyet toplumunun İslam'ı öğrenmesinde önemli bir paya sahiptir. Günümüzde de birçok cami ve
müftülüklerin kitaplıklarında bulunmakta olup imam, vaiz ve müftü gibi din görevlilerinin temel başvuru
kaynaklarından biri durumundadır.
3. HUTBELERİN TÜRKÇE OKUNMASI
İslam'da hutbenin büyük bir yeri vardır. Hutbe, halka hitap etmek, söz söylemek demektir. Terim olarak hutbe, cuma
namazı ve bayram namazlarında minbere veya yüksekçe bir yere çıkıp Allah'ı anıp Peygamber'e salavat getirerek toplumun
çeşitli konularda bilgilendirilmesidir.
Hutbe, dua ve öğüt olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Osmanlı'da olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında da hutbenin hem dua kısmı
hem de öğüt kısmı Arapça olarak okunmaktaydı.
Dinin insanlar tarafından anlaşılması ve uygulanması amacıyla gönderildiği gerçeğinden hareketle halkın büyük çoğunluğunun
anlamadığı bir dilde hutbe sunulması eleştiri konusu yapılmakta ve hutbelerin Türkçe okunması isteği dile getirilmekteydi. Atatürk
de yaptığı konuşmalarda hutbelerin Türkçe okunmasının gerekliliği üzerinde durmaktaydı.
Bu konudaki düşüncelerini 1 Mart 1922'de Meclis'te yaptığı konuşmada: "Camilerin mukaddes minberleri, halkın ruhi,
ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberden halkın anlayacağı dilde ruh ve beyne hitap olunmakla
Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur” diyerek dile getirmiştir.
Atatürk'ün kendisi de 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir'in Zağanos Paşa Camii'nde Türkçe bir hutbe okuyarak bu
konuda da önderlik etmiştir.
21 Şubat 1925'te TBMM'de Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin görüşülmesi esnasında hutbelerin Türkçe okunması
gündeme gelir. Meclis'te yapılan görüşmelerin sonucunda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Türkçe hutbe kitabı
hazırlatılması kararı alınır. 1926 yılı sonunda uzmanlarca hazırlanan Türkçe hutbe örnekleri, Diyanet İşleri Başkanlığına
sunulur. Zamanın Diyanet İşleri Başkanı M. Rıfat Börekçi bu hutbe örneklerini uygun bularak bir emirle imamlara gönderir.
Emirde hutbelerin dua kısmımın Arapça, öğüt kısmının ise sadece Türkçe olarak okunması istenmiştir.
35
Hz.MUHAMMED’İ N
HAYATI
İslam ’ dan Önce Arabistan’ın Durumu:
İslam’dan önce Arabistan’da putçuluk inancı hakimdi.İnsanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara
tapıyorlardı. Toplum ahlakı sıfıra
inmişti. İçki,ku mar,fuhuş,zina,faiz,rüşvet gibi kötü olaylar gün lük hayatın bir parçası haline gelmişti. Müşrikler yeni doğan kız çocuklarini
diri diri toprağa göme cek kadar vahşileşmişlerdi.İnsanlar kurtarıcı bir el bekliyorlardı. İşte bu döneme’ ’ C a h i l i y e D ö n e m i ’’denir
. Peygamberimiz’in doğumundan 52 gün önce cereyan eden Fil Vakası da insanları şaşkına çevirmisti.
Hz.Peygamber (s.a.v) ’ in Ailesi:
Babası;Kureyş kabilesi’nin Haşim Oğulları soyundan Abdülmuttalib’in oğluAbdullah,
Annesi;Kureyş kabilesinin Zühre Oğulları so yundan Vehb’ib kızı Amine’dir.
Doğumu:12 Rabiülevvel(20 Nisan) 571 Pazartesi günü sabaha karşı Mekke’de doğdu.
Doğduğu Gece Ortaya Çıkan Harikulade Olaylar:
1-İran Kisrasının sarayının burçlarının devril mesi,
2-Mecusilerin 1000 yıldır yanan kutsal ateşleri nin sönmesi,
3-Semave deresinin taşması,
4-Save gölünün yere batması,
5-Ünlü Mecusi bilgin Mudiban’ın gördüğü kor kunç rüya. (Rüyasında Kabe’deki putların yüzüs tü devrildiğini görmüş,dehşetle uyanarak o gece
doğan bir çocugun peygamber olacağını ve Kabe yi putlardan temizleyeceğini söylemişti.)
Çocuklugu: ( 8 yaşına kadar olan süre )
Hz.Peygamber(s.a.v)’in doğumundan 2 ay önce babası vefat etti.Doğumundan kısa bir süre sonra süt anneye verildi. Süt annesi Halime ve
kardeşi Şeyma,onu çok sevdiler. Daha ilk günden evlerine bereket getirmişti. 4 yaşına gelince Hz.Peygambe r’i annesi Amine’ye teslim
ettiler.(Şakkı sadr) 6 yaşina kadar annesinin yanında kaldı.
6 yaşında annesi ile birlikte babasının Medine’deki mezarını ziyarete gittiler. Dönerken annesi de vefat etti. 6 yaşından 8 yaşına kadar
dedesi Abdülmuttalib’in yanında kaldı.
Gençliği: ( 8 yaşından 25 yaşına kadar )
Hz.Peygamber 8 yaşındayken,dedesi Abdül muttalib vefat etmiş,vefatından önce de Efendimiz(s.a.v)’i amcası Ebu Talib’e emanet etmişti.
Ebu Talib ticaretle uğraşıyordu. Peygamberimiz, Ebu Talib’in evinde yakın bir ilgi ve alaka ile büyüyordu. Amcası onu çok seviyor,o da
amcasının bir dediğini iki etmiyordu. Ev işlerinde yardımcı oluyor,hatta onun koyun ve keçilerini otlatıyordu.
13 yaşına gelince,amcasıyla birlikte ticaret kervanlarına katılmaya başladı. İlk olarak,Suriye istikametine giden kervana katıldı. Şam’ın
güneyinde Busra denilen bir yerde Bahira adında bir rahiple karşılaştı. Bu rahip,Allah’ın bir olduğuna,Hz.İsa nın ilah olmadığına inandığı için
diğer Hıristiyanlar tarafından kovulmuştu. Bahira, kervanın üzerinde ilerleyen bulutu görmüş,son peygamberin bu kervanın içinde olduğunu
anlamıştı.Bunları yemeğe davet etti. Efendimiz(s.a.v)’le tanıştı.Amcasına onu derhal Mekke’ye geri götürmesini,çünkü onda beklenen son
peygamberin alametlerinin bu lunduğunu,Yahudiler bunu fark ederlerse onu öldürebileceklerini söyledi. Bunun üzerine Ebu Talib, Şam’a
gitmekten vazgeçti. Mallarını burada satıp geri döndü.
Hz.Peygamber Efendimiz(s.a.v), kervanlara katıla katıla iyi bir tüccar olmuş,artık tek başına kervan yönetecek hale gelmişti. Aynı
zamanda
ahlakı,dürüstlüğü,hile ve aldatmadan uzak oluşu ile de etrafındakilerin o kadar ilgisini çekmisti ki,onu ’’el-emin’’(güvenilir insan)
diye çagırmaya başladılar.
Evliliği : ( 25 yaşından 40 yaşına kadar olan süre)
Hz.Peygamber Efendimiz(s.a.v),25 yaşında iken zengin ve dul bir kadın olan Hz.Hatice’nin ticaret kervanını yönetmeye başladı.Kervan
Pey gamberimizin dürüstlüğü sayesinde büyük bir kârla geri döndü. Hz.Hatice bu dürüstlüğünden dolayı Peygamberimiz’e hayran kaldı. Ona
evlenme teklifi etti. Sonra büyüklerin araya girmesiyle nikahları kıyıldı ve mutlu bir yuva kuruldu. Bu sırada Hz.Peygamberimiz 25, Hz.Hatice
ise 40 yaşındaydı.
Çocukları: Hz.Peygamber’in, Hz.Hatice’den 2’si erkek,4’ü kız olmak üzere toplam 6 çocuğu oldu. Sırasıyla:
1-KASIM,
4-ÜMMÜ GÜLSÜM
2-ZEYNEP,
5-FATIMA,
3-RUKİYE,
6-ABDULLAH
Bunlardan,Kasım ve Abdullah küçük yaşta vefat ettiler. Kızları büyüdüler. Fakat Fatıma’nın dışındakiler Efendimiz’den önce vefat ettiler.
Kâbe Hakemliği: (605 yılı)
Hz.İbrahim ve oğlu Hz.İsmail(a.s) tarafından yapılan Kabe’nin duvarları yıpranmıştı.Tamir etmek için temeline kadar yıkıp yeniden
yapmaya başladılar. Ancak, cennetten indiğine inanılan ve kutsal bir taş olan ’’Hacerül Esved” ’e sıra gelince aralarında anlaşmazlık çıktı.Bütün
kabileler o taşı kendileri koymak istiyorlardı. Orada bulunan yaşlı birisi şöyle bir teklifte bulundu:’’Kabe’ye ilk gelen kişi hakem olsun.O ne
derse öyle yapalım ”.Bu teklif kabul edildi.Tam o sırada Peygamberimiz oraya gelince hepsi sevindi.’el-emin,el-emin” diye bağırmaya
başladılar.Çünkü Efendimiz hepsinin sevdiği bir insandı. Hırkasını yere serdi.Taşı üzerine koyup her kabileden bir kişiye hırkanın bir
ucundan tutturdu.Taşı yerine kadar taşıttı.Sonra taşı alıp kendisi yerine koydu. Böylece ciddi bir tehlike de önlenmiş oldu.
36
PEYGAMBERLIK DEVRI
Hira’da İnziva : Peygamberimiz hiç puta tapmamıştı.Hanif dinine (Hz.İbrahim’den gelen ve tek Allah’a ibadet edilen dine) inananlar gibi
Recep ayında Hira Nur Dağı’nda bir mağaraya çekilir,tefekkür ederdi.40 yaşlarına doğru Peygamberimize yalnızlık sevdirildi.Hira dağına çıkıp
günlerce orada kalıyordu.Yiyeceği bitince eve dönüyor,alıp tekrar çıkıyordu. Allah onu yavaş yavaş peygamberliğe hazırlıyordu. Zaman zaman
kulağına ‘’Sen Allah’ın elçisisin’’ diye sesler geliyor,fakat etrafta kimseyi göremiyordu. Giderken yolda taşlar ve ağaçlar ona selam veriyorlardı.
Gördüğü rüyalar aynen çıkıyordu. Bu hal 6 ay devam etti.
İlk vahyin gelişi: 610 yılı Ramazan ayının 27. Kadir gecesinde yine Hira’da tefekkür halindeyken,aniden ortalığı bir nur kapladı ve karşısında
vahiy meleği olan Cebrail’i gördü. Melek ona ‘’oku’’ dedi. Efendimiz ‘’ben okuma bilmem’’ diye cevap verdi. Bu hal 3 defa tekrarlandı. Sonra
Cebrail Alak süresinin ilk 5 ayetini okuyarak ilk vahyi getirmiş oldu.
Peygamberimiz bu olay karşısında çok heyecanlandı. Hemen eve gelerek Hz. Hatice’ ye “ Beni örtünüz! Beni örtünüz” dedi. Heyecanı
geçtikten sonra, olup biteni Hz. Hatice ‘ye anlattı ve “Kendimden korkuyorum” dedi. Hz. Hatice ona destek olarak, “Hiç korkma, sen
Allah’ın peygamberi olacaksın. Çünkü sen bütün insanları derin bir sevgi ile sevdin. Çevrene iyi davrandın. Akrabanı gözettin. Misafiri
ağırladın. Sıkıntıya düşenlere yardım ettin. Allah seni hiç utandırmaz.” Dedi ve onun peygamber olduğuna iman etti. Böylece
Efendimiz(sav) in peygamberliğine ilk inanan insan Hz.Hatice oldu.
Onun bu davranışı Hz. Peygamber’e büyük bir ümit kaynağı oldu. Daha sonra Hz. Hatice, Hz. Peygamber’i alarak amcasının oğlu Varaka b.
Nevfel’in yanına götürdü. O hanîflerdendi. Tevrat ve İncil’i okumuş, İbranice’yi ve eski dinleri biliyordu. Hz. Peygamber’i dinledikten sonra,
“Müjde sana ey Muhammed! Sen Hz. İsa’nın haber verdiği son peygambersin. Gördüğün melek de Cebrail’dir. Keşke genç olsaydım da
kavminin seni yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim”…
Bu olaydan sonra, birkaç ay hiç vahiy gelmedi. Yine birgün Hira dağından inerken Cebrail(a.s)’ ı gördü. Heyecanlandı. Evine gelerek örtülere
büründü. Bunun üzerine Cebrail(a.s), Müddesir süresinin ilk 5 ayetini getirdi:
“Ey örtüsüne bürünen peygamber ! Kalk, azap ile korkut.Rabbini yücelt. Elbiseni temizle. Kötü şeylerden sakın”.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, Allah’ın emrini yerine getirmek üzere kalktı. İnsanları puta tapmaktan alıkoyup Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine
(yani İslam dinine) davet etmeye başladı.Artık o bir peygamberdi.
İ L K M Ü S L Ü M A N LA R ( sı r a s ı y l a )
1-Hz. Hatice (eşi)
H
2-Hz. Ali (amcasının oğlu)
A
3-Hz. Zeyd (azatlı kölesi ve evlatlığı)
Z
4-Hz. Ebubekir (en yakın arkadaşı )
E
AÇIK DAVETİN BAŞLAMASI
Hz. Peygamber, ilk 3 yıl insanları gizlice İslam’a davet etti. Sadece çok
güvendiği insanlara söyleyebiliyordu. Bu 3 yıl
içinde Müslümanların sayısı ancak 30’a çıkabildi. Bunlar ibadetlerini evlerinde gizlice yapıyorlardı.
Peygamberliğin 4. yılında inen, “Sana emredilen şeyi açıkça ortaya koy Müşriklere (Allah’a ortak koşanlara) aldırma” ayeti gelince
Efendimiz açıkça İslam Dini’ ne davet etmeye başladı. Putperest müşrikler, Peygamberimiz’ in bu davranışından hoşlanmıyorlardı. Çünkü onlar
hayatlarını zulüm ve haksızlık üzerine kurmuşlardı. İnsanları bir eşya gibi alıp satmaya alışmışlardı. Haksız kazanç sağlamak, onların bir özelliği
haline gelmişti. Dolayısıyla İslamiyet’in getirdiği yeni düzen onların çıkarlarına ters düşüyordu. İşte bu sebepten dolayı, ne pahasına olursa olsun,
bu dinin doğmasına ve gelişmesine engel olmaya karar vermişlerdi. Fakat bu din Allah’ın seçtiği ve gönderdiği bir dindi. Onlar üfleyerek bu güneşi
söndürmeye çalışıyorlardı. Yüce Allah hepsinin emeğini boşa çıkaracaktı.
Açık davetin başlamasıyla Efendimizin(S.a.v), Safa ile Merve arasında bulunan,Erkam’ın evine taşındı.Orada insanlarla daha rahat diyalog imkanı
buldu. Birçok kişi bu evde İslam Dini’ne girdi.
Bu yüzden bu eve “ D a r ü l İ s l a m ” denmiştir.
M Ü S L Ü M A N L A R A Y A P I L A N İ Ş K E N C E L E R
(Aslında Müslümanlara yapılan eziyetleri:1-Alay etme, 2-Hakaret, 3-İşkence, 4-Boykot(ilişki kesme), 5-Memleketten kovma ve öldürme (şiddet
politikası) olarak 5 safhada ele almamız gerekirdi. Fakat zamanımız sınırlı olduğu için birkaç örnek olayla yetineceğiz)
1-Habbab b.Eret(Demirci):Kor halindeki kömürlerin üzerine yatırılmış, kömürler sönüp kararıncaya kadar göğsüne bastırılarak kıvrandırılmıştı.
2-Yasir:Bacaklarından 2 ayrı deveye bağlanıp,develer ters yönde sürülerek parçalanmıştı.
3-Sümeyye(Yasir’in karısı):Kocasının vahşice öldürülmesine dayanamayıp,müşriklere karşı kötü söz söyleyince Ebu Cehil’in attığı bir ok
darbesiyle öldürüldü.Sümeyye ,İslam tarihindeki ilk kadın şehittir.
***(Yasir’in İslam dinine girişi ve kırılan put)***
4-Bilal-ı Habeşi (Ümeyye b.Halef’in kölesi):Hergün çırıl çıplak kızgın kumlar üzerine yatırılıp,göğsüne kocaman bir taş koyularak saatlerce
güneşin altında bekletilirdi.Hz.Peygambere küfretmesi,Müslümanlığı terk etmesi isteniyordu.Birgün elleri ayakları sımsıkı bağlanıp,boynuna
bir ip geçirilerek sokak çocuklarının eline verilmiş Mekke sokaklarında süründürmüşler, sırtı yüzülüp kumlar içinde baygın yatan Bilal yine
“Ehad,Ehad” (Allah bir,Allah bir) diyerek davasından vazgeçmemişti.
37
H A B E Ş İ S T A N ’ A H İ C R E T
Artık Müslümanlar için Mekke yaşanmaz bir hal almıştı.İbadetlerini yapamıyorlardı.Bu yüzden Efendimiz(s.a.v)Müslümanların Habeşistan‘a
hicret etmelerine izin verdi.
İlk hicret ( 615 );12 erkek ,4 kadın,toplam 16 kişi gizlice gemi kiralayarak gittiler.Üç ay kaldılar.Asılsız bir haber üzerine Mekke’ye
döndüler…Baktılar ki ortam daha da kötü daha kalabalık bir grupla tekrar gittiler.
İkinci hicret ( 616 );77 erkek 13 kadın,toplam 90 kişi.
HZ.HAMZA’NIN MÜSLÜMAN OLUŞU: ( 616 ) [Anlat]
HZ.ÖMER’İN MÜSLÜMAN OLUŞU:( 616 - 3 gün sonra) [Anlat]
T A İ F Y O L C U L U Ğ U ( 6 2 0 ) [Anlat]
Azatlı kölesi ve evlatlığı Zeyd ile beraber Taife gitmişlerdi. Hem oradaki akrabalarını ziyaret ederek sıkıntısını gidermek, hem de onları
İslam Dini’ne davet etmek istiyordu. Peygamberimiz’in bu yıl hem amcası Ebu Talib,hem de çok sevdiği eşi Hz.Hatice vefat
etmişti.Efendimiz,bu olaydan sonra kendini büyük bir yalnızlık ve üzüntü içinde bulmuştu.Bu yüzden 620 yılı İslam Tarihinde “ H ü z ü n
l ı ” diye anılır.
Y ı
AKABE GÖRÜŞMESİ : ( 620 – Zilhicce )
Her sene olduğu gibi bu sene de Efendimiz (s.a.v) hac mevsiminde dışarıdan gelen hacılara İslam Dini’ni ,peygamberliğini anlatıyordu. Fakat
bu sene önceki yıllardan farklı olarak ,Medine’den gelen Hazreç’li 6 kişiyle Akabe denen yerde gizlice görüştü.
(Yahudilerin tarihi tehditlerini hatırladılar...”Ne duruyorsunuz”…)
Peygamberimizin tebliğini kabul ettiler ve yine gizlice ayrılıp Medine’ye geri döndüler.
1.AKABE BİATI : ( 621 – Zilhicce )
Bu 6 kişi,1 yıl boyunca hiç boş durmadılar.Etrafındaki insanlara anlattılar. Ertesi sene yine aynı yerde Efendimizle gizlice görüştüler.
Bu defa 12 kişi idiler.İslam’ı kabul edip Efendimiz’e biat ettiler.Onların arzusu üzerine Efendimiz de dini onlara öğretmesi için Mus’ab
b.Umeyr’i onlarla birlikte Medine’ye hoca olarak gönderdi.
2.AKABE BİATI : ( 622 – Zilhicce )
Bu sene Mekke’ye gelen 75 Medine’li Müslüman vardı. Yine gizlice buluştular. Efendimiz(s.a.v)’in amcası Abbas da geldi. Hz.Muhammed’i ne
pahası na olursa olsun koruyacaklarına dair onlardan söz aldı. Peygamber Efendimiz’i Medine’ye davet ettiler. Yine gizlice dağıldılar.
M İ R A Ç : (6 2 1 – R e c e p )
( Hicretten 19 Ay Önce)
Bir gece Peygamberimiz(s.a.v),Kabe’nin yanında Hatîm denilen yerde yatarken Cebrail (a.s)kendisine gelerek onu kaldırmış ve beraber yola
çıkmışlardı.Mekke’den Kudüs’e kadar Burak adlı bir binekle gittiler. Efendimiz,Mescid-i Aksa’da diğer peygamberlere namaz kıldırdıktan
sonra Miraç adlı bir aletle gökyüzüne yükseldiler. Her gök semasında bir Peygamberle karşılaştılar,selamlaşarak geçtiler.Nihayet Sidretül
Münteha denen yere geldiklerinde Cebrail(a.s): ’’Ey Muhammed ! Benim sınırım buraya kadar.Eğer bir adım daha atacak olursam yanar kül
olurum’’ dedi.Efendimiz(s.a.v) ilerledi. Arş-ı Azam’a varınca Allah-ü Teala ile buluştu , selamlaştı ve konuştular.
Burada Peygamber Efendimiz’e 3 şey hediye edildi:
1-Beş vakit namaz farz kılındı.
2-Bakara süresinin son iki ayeti(Amnerresülü)
3-Allah’a ortak koşmayanların cennete gireceği müjdelendi.
Daha sonra Efendimiz.Cebrail ile birlikte cennet ve cehennemin bütün tabakalarını gezdiler.
Efendimiz aynı gece geriye döndüğünde henüz yatağı bile soğumamıştı. Sabahleyin başından geçenleri etrafındakilere anlattı,Müşrikler bu
olaya kesinlikle inanmadılar ve Hz.Ebu Bekir’e giderek olayı anlattılar : ’’Görüyor musun senin arka daşın neler söylüyor. Bunlara da mı
inanacaksınız diyerek güya onu İslam’dan ve Peygamberimizden soğutmaya çalıştılar. Fakat Hz.Ebu Bekir: ’’Bunları O mu söyledi?’’ diye
sordu.’’Evet’’demeleri üzerine: ’’Eğer O söylediyse gerçektir. Sabah akşam gökten haber verse yine inanırım’’dedi.
İşte Efendi miz’in Miraç olayına hiç tereddüt etmeden inandığı için Hz.Ebu Bekir’e ‘’Sıddık’’ lakabı verildi.
Müşriklerin tepkisi...’’Kaç kapısı var...’’(Anlat).....
M E D İ N E ’ Y E
HİCRET : ( 6 2 2 )
2. Akabe Biatından 1 ay sonra Hicret başladı.
Muhacir:Mekke’den Medine’ye göç eden Mekke’li müslümanlara denir.
Ensar:Göç eden müslümanlara yardımcı olan Medine’li müslümanlara denir.
Hz.Ebu Bekir’le birlikte gizlice göç ediyorlar... Hz.Ömer Peygamberimiz’den 15 gün önce ve açıkça hicret ediyor..’’Karısını dul, çocugunu
yetim bırakmak isteyen peşimden gelsin’’...Hz.Peygamber (s.a.v)’in evi kuşatılıyor...Hz.Ali yatağa giriyor.. Peygamberimiz yerden bir avuç kum
alıyor...Bulana 100 deve mükafat...Hz.Ebu Bekir’e geliyor... Sevr mağarası’nda 3 gün kalıyorlar...Örümcek, Güvercin , Süraka... Büreyde... 8 gün
sonar Kuba köyünde ler.. 14 gün misafir kaldılar ve ilk mescidi inşa ettiler.Yola çıktılar...Ranuna’da ilk Cuma namazı kılındı… Medine’de
karşılama..Halid b. Zeyd’in evinde 7 ay misafir kaldılar...
38
BEDİR SAVAŞI : (624)
Ebu Süfyan’ın kervanı ... Mübareze…, Ubeyde,Hamza, Ali..
Müslümanlar 305 kişi  14 şehid
Kafirler
950 kişi  70 ölü , 70 esir
(Esirler;fidye ve okuma yazma ögretme karşilığı serbest bırakıldı)
Sonuç:Müslümanların zaferi.
UHUD
SAVAŞ I: (625)
Sebep : Bedir’in intikamı.
Müslümanlar  700 kişi  70 şehid
Kafirler
 3000 kişi  20 ölü
Yer:Uhud dağı etekleri
İstişare...Giyilen zırh...Okçular(50 kişi) söz dinlemiyor...Önce galibiyet sonra dağılma...Peygamber in ölüm haberi...Sümeyra...Ebu Süfyan ile
Hz.Ömer in konuşması..Hz.Hamza....Musab b. Umeyr....Müş riklerin kaçışı.
HENDEK
SAVAŞ I: (627)
Müslümanlar  3.000 kişi
Kafirler
 10.000 kişi
Müşriklerle Yahudiler birleşip 10.000 kişilik bir ordu kurdular...Selman-ı Farisi Efendimiz’e,şehrin etrafında hendekler kazarak savunma
harbinde kalmayı teklif etti...Medine kuşatıldı....Beni Kurayza Yahudileri antlaşmayı bozdu… Kuşatma 27 gün sür dü...İki taraf da
usandı...Şiddetli fırtına ortalığı birbirine kattı,moralleri bozdu.Ebu Süfyan geri döndü... Ordu dağılıp gitti...Bol ganimet kaldı...... Efendimiz
hemen Benî Kurayza’nın üzerine yürüdü ve onları Medine’den sürdü.
HUDEYBİYE
BARIŞI: (628)
MEKKE’Nİ N
FETHİ : (630)
Müslümanlar Kabe’yi ziyaret etmek istiyorlardı. Bu niyetle 1400 kişi sadece av kılıçlarıyla yola çıktı lar...Hz.Osman elçi olarak gitti.’’Niyetimiz
savaş değil’’dedi.Süheyl b. Amr ile antlaşma imzalandı. Şartlar çok ağırdı. Ebu Cendel zincirlerini sürükle yerek geldi....’’Biraz daha sabret...
’’Hz.Ömer dayanamadı...’’Kurbanlarınızı kesin ,traşlarınızı olun.... Ağırdan aldılar......
Bu anlaşma müslümanlar açısından bir zaferdi. Amr b. As ve Halid b. Velid bu esnada müslüman oldular. Karşılıklı görüşmeler ve
kaynaşmalar gerçeklesti. Elçiler.....Ebu Basîr sığınma istedi,Efendimiz anlaşmaya sadık kalarak bunu kabul etmedi. O da çöle kaçarak,300
kişilik bir çete ordusu kurdu. Müşriklerin kervanlarına saldırdı..Sonuçta bu maddeyi kaldırmak zorunda kaldılar.....2 yıl sonra Kureyşliler
anlaşmayı bozdular.
Hz.Peygamber 12.000 kişi ile yola çıktı.Bütün yollar kapatıldığı için Mekke’nin haberi olmadı.Mek ke’ye 16 km kala ordu konakladı,ateşler
yakıldı.... Ebu Süfyan yakalanarak Hz.Peygamber’e getirildi.
Ebu Süfyan müslüman oldu.Ordunun ihtişamını ve karşı koyulamayacağını anladı. Peygamberimiz ona iltifat etti: ’’Ebu Süfyan’ın evine sığınan
emniyettedir, evine giren emniyettedir,Kabe’ye sığınan emniyettedir” diye ilan ettirdi.
Hz.Peygamber orduyu 4 kola ayırdı...Devenin üzerinde secde eder gibi mütevazi bir şekilde Mekke’ye girdi.Kabe’deki 360 adet put kırılıp
atıldı. Fetih hutbesi okundu:Bütün kan davaları ayaklarımın altındadır.Hepiniz serbestsiniz...Bilal-i Habeşi.Kabe’nin üzerine çıkıp ezan
okudu.Öğle namazından sonra Mekke’liler grup grup gelerek Efendimiz (s.a.v)’e biat ettiler.(Bağlılık Yemini)
HUNEYN
SAVAŞ I: (630)
Hevazin kabilesi Mekke’nin fethi olayından mem nun olmadı.20.000 kişiyle Huneyn vadisinde Müslümanların önüne çıktılar.Müslümanlar ise
12.000 kişiydiler. Önce bozgun yaşandı.Kısa süre sonra Müslümanlar zafere ulaştılar.Peygamberimiz’in attığı bir avuç toprak düşmanların
gözüne girdi.....Bol ganimet kaldı...
Efendimiz,Mekke’nin fethinden 2,5 ay sonra tekrar Medine’ye döndü.
Her tarafa elçiler göndererek İslam’a davet etmeye başladı...
TEBÜK
S E F E R İ ( 6 3 0 – R E C E P)
Sebep:Hristiyan Bizanslıların Müslüman Araplara saldırma hazırlığı.
Yer:Medine-Şam arasındaki Tebük kasabası.
Düşman büyük -Yazın sıcağı-Tam meyve zamanı-Münafıklar yan çiziyor – Bazı Müslümanlar da onlara katılıyor 30.000 kişi sefere çıktı...Uzun
ve meşakkatli bir yolculuk Tebük'te kimseler yok ...20gün kaldıktan sonra geri döndüler...bu olay açıkça ilahi bir imtihandı.
(Ka'b b.Malik ve 2 arkadaşına 50 günlük ambargo...)
V E D A H A C C I:(632-Zilhicce)(25 Zilkade-14Zilhicce632)
Hz.Peygamber'in ilk ve son haccıdır...Yolculuk 10 gün sürdü...124.000kişi onunla birlikte idi...Usulüne uygun haccını yaptı...100 deve kurban
etti. Veda hutbesini okudu. Veda tavafını yapıp Medine'ye döndü. Hac 20gün sürdü.
39
VEDA HUTBESİNİN ÖZETİ VE ÖNEMİ:(9Zilhicce632)
Efendimiz kısaca şu mesajı verdi:
1)Benden sonra sapıtıp birbirinizi öldürmeyin
2)Faiz adeti ayaklarımın altındadır .Emaneti verin,borcunuzu ödeyin.
3)Kan davaları tamamen kaldırılmıştır.
4)Kadınların haklarını gözetin.Onlar size Allah’ın bir emanetidir.
5)Size bir emanet bırakıyorum. Ona sımsıkı sarılırsanız yolunuzu şaşırmazsınız ; O Allahın kitabı Kuran'dır.
6)Hepiniz Adem'densiniz,O da topraktandır.Kimsenin soy-sop üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır. (Takva =Allah korkusu)
7)Allah'tan korkun, 5 vakit namazınızı kılın . Ramazan orucunuzu tutun,zekatınızı verin. Böylece cennete girersiniz.
8)Yarın beni size soracaklar ne dersiniz?
(Cevap:"vazifeni yaptın,dinini tebliğ ettin"..."Şahid ol Ya Rab")
HZ . P E Y G A M B E R (S.A.V) ’ İ N V E F A T I (12 Rabiülevvel-632)
Veda Hacc'ından dönünce Uhud şehidlerini ziyaret edip cenazelerini kıldı...Medine'nin Cennetül Baki denen mezarlığını ziyaret etti ve o
gece hastalandı...Kızı Fatıma’ya gizlice bir şeyler söyledi.Fatıma ,önce ağladı sonra güldü...(Gerçekten 6 ay sonra o da vefat etti).
Hz.Peygamber(a.s)'ın hastalığı 13 gün sürdü...Vücudu ateşler içinde yanıyordu(Humma)...Mescide çıkamayınca yerine Hz.Ebu Bekir'i vekil
etti...Pazartesi sabaha karşı ateşi düştü rahatladı...Perdeyi kaldırıp mescidi seyretti...Öğleye tekrar ağırlaştı.Sık sık bayılmaya başladı.Elini
kaldırıp 3 defa "Allah'ım beni Refîki Âlâ'ya yülselt" diye dua etti ve mübarek eli düştü...Yüce Ruhu Rabbine kavuştu.
(12 Rablülevvel-632 M-8 haziran -11 H pazartesi)
…V E
SONRA:
Efendimiz'in vefatı süratla duyulmuş ve ashab arasında üzüntüye ve şaşkınlığa sebep olmuş.Herkesin nutku tutulmuş,gözler damla damla
keder ve hüzün akıtıyordu. Cesaret ve adalet örneği Hz.Ömer bile kendisini bu dehşetli anın tesirinden kurtaramadı ve şöyle haykırdı :
"Resulullah ölmemiştir ve sağdır. Kim öldü derse onu kılıcımla iki parça ederim".
Hz.Ebu Bekir,yürekleri dağlayan haberi duyar duymaz Hane-i Saadet'e geldi Efendimiz (sav)'ın mübarek yüzündeki örtüyü kaldırdı.Eğilip
saygı ve hürmetle 3 defa nurlu alnından öptü ve "Ölümünde hayatın gibi temiz ve güzel Ey Allah'ın Resulü"dedi.Daha sonra Mescid-i Şerif'e
giderek şu sözlerle halkı teskin etti.
"Kim Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki muhammed ölmüştür.Kim de Allah'a İbadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki Allah ölümsüzdür."
Daha sonra Efendimiz'in cenazesi Hz.ALi tarafından yıkandı.Önce erkekler ,sonra kadınlar daha sonra da çocuklar tarafından gruplar halinde
ferdi olarak cenaze namazı kılındı.
...ve Efendimiz ,vefat ettiği yerde , yani Hz.Aişe validemizin odasında
torağa verildi.
( R U H U N Ş Â D O L S U N E Y Y Ü C E N E B Î )
EHL-İ BEYT (PEYGAMBERİMİZ’'İN AİLE HALKI)
Sözlükte "ev halkı"veya "aile hakkı"anlamlarına gelen "Ehl-i Beyt" sözü İslam kaynaklarında Peygamberimizin ailesini ifade etmek
için kullanılır.
Hz.Fatıma hariç Peygamberimizin bütün çocukları kendisinden önce vefat etmişlerdir. Hz.Fatma peygamberimizin amcasının oğlu Hz.Ali ile
evliydi. Hasan ve Hüseyin adlı 2 çocukları vardı.
Efendimizin soyu olanlara devam etmiştir.
Ehli beyit'in kimler olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Fakat İslam alimlerinin çoğunluğuna göre
Ehli Beyt şu 5 kişiden oluşmaktadır.
1)Hz.peygamber
2)Hz.Fatıma (kızı)
3)Hz.Ali(damadı)
4)Hz.Hasan(torunu)
5)HZ.Hüseyin(torunu)
Rivayetlere göre Efendimiz bir sabah,sırtında siyah kıldan dokunmuş bir aba ile dışarı cıktı.O sırada kızı Fatıma yanına geldi.Onu abasının
altına aldı.Sonra damadı Ali geldi.Onu da abasının altına aldı.Son olarak torunları Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin geldiler.Onları da abasının altına
aldıktan sonra "Ey Allhım ! Bunlar benim Ehl-i Beytimdir.Onları günahlardan uzak tut "diye dua etmiştir. Buradan da anlıyoruz ki Ehl-i Beyit
sözü daha cok bu 5 kişiyi kapsamaktadır.
TÜRKLERDE
EHL–İ BEYT
SEVGİ Sİ
Ehl-i Beyt ,dindar halkımızın gözbebeği haline gelmiştir.Türk halkında Ehli Beyt’e karşı büyük bir muhabbet beslenmektedir.Onların
isimlerini sonsuza kadar yaşatmak için doğan çocuklarna da daha çok Muhammed,Ali,Fatma,Hasan,Hüseyin isimlerinin verildiğini görürüz.
Türklerde "Asker ocağ"ına "Peygamber ocağı", askere gönderdikleri cesur Türk gençlerine de " M E H M E T Ç İ K "adını vermişlerdir.
Cengaver ruhlu Türk milleti "Allah'ın Arslanı "olan Hz.Ali'yi kendine yiğitlik sembolü olarak seçti. Büyüklerimiz Hz.Ali'nin cenk hikayelerini
dinleyerek büyüdüler. Onun efsanevi kılıcı " Zülfikar " ı oğullarına isim olarak verdiler.
Ehli Beyt sözü İslamiyet sonrası Türk edebiyatının motifleri arasında sıkça rastlanan bir motif olmuştur.
Herşeye rağmen Ehli Beyt sevgisi gereğinden fazla abartılmamalıdır. Çünkü onlarda birer insandır. İlah değillerdir.Onlara karşı gösterilecek
aşırı sevgi bizi Hristiyanların düştüğü hataya düşürebilir. Zira onlar Hz.İsa'ya olan sevgilerinde aşırıya kaçarak onu ilahlaştırmışlardır ve
"Allah'ın oğlu " demeye kadar götürmüşlerdir. Nitekim bu konuda endişe duyan HZ.Ali şöyle deme gereğini duymuştur: "Benim yüzümden 2
tip insan helak olmuştur .Birincisi ,beni sevme konusunda ileri gidenler :ikincisi ise beni sevmeyip aleyhimde bulunanlardır."
40
İ SLAM VE
Bİ Lİ M
1. DİN-BİLİM İLİŞKİSİ
Din, farklı isimlerle de olsa, tarih boyunca, insanın oldu u her yerde var olmuş, insanlığın doğal akışını daima etkilemiş ve etkilemeye devam
etmektedir. Din, amacına uygun olarak anlaşıldı ı zaman, insanları kaynaştırmış ve toplumsal barışın güvencesi olmuştur. Doğru anlaşılmadığı
zaman da toplumları parçalamış ve her türlü gelişmenin önünde engel hâline gelmiştir.
Günümüzde değişim ve kültürler arası etkileşim hızlanmış; farklı dinlere mensup insanlar için, birbirlerini daha iyi tanıma ve anlama imkânı
doğmuştur. Bu durum, öz değerlerimizin evrensel boyutunun öne çıkarılmasını gerektirmektedir.
Allah Kuran'da insanları, göklerin, yerin, dağların, yıldızların, bitkilerin, tohumların, hayvanların, gece ile gündüzün meydana gelişinin, insanın
kendi doğumunun, yağmurun ve yaratılmış daha birçok varlığın üzerinde düşünmeye ve bu varlıkları incelemeye çağırmaktadır. Bunları
inceleyen insan ise tüm varlıklarda Allah'ın yaratış sanatını görecek, böylece kendisini ve tüm evreni yoktan yaratan Rabbini tanıyabilecektir.
Din, bilimsel araştırmaları teşvik ettiği gibi, dinin bildirdiği gerçeklere göre yönlendirilen bilimsel araştırmalar da çok hızlı ve kesin sonuçlar
getirir. Çünkü din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır. Dolayısıyla doğru bir
noktadan başlanarak yapılan araştırmalar, evrenin ve canlılığın var oluşuna ait sırları en kısa sürede, en az emek ve enerji harcayarak açığa
çıkaracaktır. 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Albert Einstein'ın da söylediği gibi "dinsiz bilim topaldır", yani
dinin yol göstermediği bilim ilerleme gösteremez, kesin sonuçlara ulaşması çok zaman alır ve hatta çoğu zaman sonuç alınması mümkün olmaz.
Bu gerçeği göremeyen materyalist ideolojiye sahip bilim adamları tarafından yönlendirilen bilimin ise, özellikle son iki yüzyıldır, ne kadar vakit
kaybettiği, bu yolda yapılan çalışmaların büyük bir kısmının heba olduğu ve harcanan trilyonlarca liranın nasıl boşa gittiği gözler önündedir.
İşte bu nedenle, insanların kesin olarak bilmeleri gereken bir gerçek vardır: Bilim ancak Allah'ın sonsuz kudretini, evrendeki yaratılış delillerini
araştırma amacını benimser ve bu amaç doğrultusunda çalışırsa doğru sonuçlara ulaşabilir. Rotası doğru çizilirse, yani doğru yönlendirilirse
bilimin gerçek amacına en kısa sürede ulaşması sağlanabilir.
2. İslâm’da Bilginin Kaynakları 3 tür
 1-A K I L
2-V A H İ Y
3-D U Y U L A R
2.1. Akıl
Bilimsel araştırmaların yalnız pratik alanında kalanlar, bu konuda her zaman her yerde yanlış açıklamalara düşmüşlerdir. Ancak hayatlarını
tamamen bilimsel araştırmalara vermiş olanlarındır ki, bu seziş ve ilham, kalplerine dolar ve ancak bu çapta adamlardır ki, binbir güçlüğe
rağmen bu aramalarına devam ederler. Onlar bu kuvveti din duygusundan alırlar. Bir çağdaşımız pek doğru olarak şöyle demiştir: Bizim
materyalist çağımızda en derin din duygusunu, pozitif bilim yolunun ilk arayıcıları sezmişlerdir
2.2. Vahiy
Din, insanlara evrenin ve canlılığın varoluşu ile ilgili en doğru bilgiyi veren ana kaynaktır. Ancak "din" dediğimizde esas alınması gereken tek
kaynak "Kuran"dır. Çünkü diğer dinlere ait Kutsal Kitaplar bozulmaya uğramışlar ve İlahi Kitap olma özelliklerini yitirmişlerdir.
Ancak Kuran tamamen Allah'ın sözüdür ve içinde hiçbir çelişki bulunmamaktadır. O, Allah'ın kullarına yol gösterici olarak indirdiği Kitabı'dır.
Allah, "Hiç şüphesiz, zikri (Kuran'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz." (Hicr Suresi, 9) ayetiyle Kuran'ın hak kitap olduğunu ve
korunduğunu bildirmiştir. Bu yüzden bilim, Kuran'ın gösterdiği yolda, onun yönlendirmesiyle hareket ederse, Allah'ın emrettiği yola uyduğu için
son derece hızlı ilerleyebilir. Dinin gösterdiği yolun aksi izlendiğinde ise bilim adamlarının, hem zamanı, hem de maddi imkanları israf olmakta,
bilimin ilerleme hızı kesilmektedir.
Her konuda olduğu gibi bilimsel alanda da uyulması gereken doğru yol, Allah'ın Kuran'da buyurduğu "yol"dur. Allah'ın bildirdiği gibi "Şüphesiz,
bu Kur'an, en doğru yola iletir..." (İsra Suresi, 9)
3. İslâm Aklı Kullanmayı ve Bilimi Teşvik Eder
Allah'ın varlığına ve büyüklüğüne iman eden bilim adamlarının dünyaya yönelik bir makam, mevki, ün veya para gibi hırsları olmadığı için,
bilimsel araştırmalarda gösterdikleri gayret de son derece samimi olur. Bu insanlar bilirler ki, evrenle ilgili olarak keşfettikleri her sır tüm
insanlara Allah'ı tanıtacak, insanlara Allah'ın sonsuz gücünü ve ilmini gösterecektir. Ve insanlara Allah'ın varlığını anlatmak, yaratılış gerçeğini
tanıtmak iman eden bir kişi için kuşkusuz önemli bir ibadettir.
Allah'ın Kudreti, Aklı ve Güzelliği hakkında, O'nun yaratışını sergileyen tüm deliller ve akılcı açıklamalar. Örneğin, hayvanlar, bitkiler ya da
madenler arasında Allah'ın yarattıklarının çeşitliliği ve oluşumları; sindirimin ve (yemekleri) dönüştürmenin detayları; insanın yaptığı tasarım
örnekleri ve diğer her türlü akılcı argüman; eski ve modern bilim ve sanat dalları ve tüm edebiyat...
41
DİN, BİLİMİN DOĞRU YÖNLENDİRİLMESİNİ SAĞLAR
Bilim, içinde yaşadığımız maddesel dünyanın deney ve gözlem yoluyla incelenmesine denir. Elbette bilim bu incelemeyi yaparken, deney ve
gözlem yoluyla elde ettiği verileri temel alarak, bu verilere bakarak sonuç çıkaracaktır. Ancak bunun yanı sıra, her bilim dalında, araştırma
öncesinden kabul edilen bazı temel kıstaslar vardır. Bu kıstasların tümüne birden bilim dilinde "paradigma" adı verilir.
Bu temel, yapılacak olan bilimsel araştırmaların "istikametini" belirler. Bilindiği gibi bilimsel araştırmalardaki ilk adım bir "hipotez" (varsayım)
belirlemektir. Bilim adamları inceleyecek oldukları konu hakkında ilk başta belirli bir varsayım ortaya atarlar. Daha sonra bu varsayım bilimsel
verilerle sınanır. Eğer yapılan deney ve gözlemler varsayımı doğrularsa, varsayım yani ¨hipotez¨, "teori" olma yoluna girmiştir. Eğer hipotez
yalanlanırsa, başka hipotezler denenir ve bu süreç devam eder
Müslümanların Bilim ve Medeniyete Katkıları
Müslümanlar, Abbasîler devrinden itibaren bilimsel çalışmalara ağırlık vermişler, ilmi ve felsefi eserleri kendi dillerine çevirmişler, Yunan ve
Roma kültürünü öğrenmişlerdir.
Orta Çağ Avrupası karanlık içindeyken Müslümanlar, ilim ve fenle uğraşıyor, geleceğin dünyasını kuracak teknik ve teknolojik icat ve keşifler
yapıyorlardı. Müslümanlar aynı zamanda, bu bilgileri isleyip hayata geçirerek, ilmî gelişmelerin merkezi olma özelliğini koruyordu.
Orta Çağda kilise, dünyanın döndüğünü söyleyen Kopernik (1473-1543) ve Galile (1564-1642) gibi bilim adamlarını cezalandırıyor, tabiat
olaylarım da akıl ve bilim dışı yollarla açıklıyordu. Halbuki, onlardan 500 sene evvel Beyrûni (973-1051), dünyanın yuvarlak olduğunu söylemiş,
güneş sistemi ile ayın hareketlerine dair bir eser yazmıştı.
İslam kültür ve uygarlığının balı dünyasına geçişini sağlayan çok çeşitli kanallar vardı. Her şeyden önce, Müslüman ülkelerde yaşayan ve İslam
kültürünü iyi bilen Yahudi ve Hıristiyan topluluklar bunların başında gelmekte idi. Bu toplulukların her türlü hak ve özgürlükleri, Müslümanlarca
özenle korunmakta idi. Bu durum, kültür alış verişinde sun derece yararlı olmuştur.
Batılılar, İslam dünyasına dindaşlarını ziyaret etmek veya ticaret yapmak için geldikleri zaman istedikleri yerde istedikleri kadar kalıyorlardı. Bu
da o bölgede bulunan İslam kültür ve medeniyetinin ürünlerim tanımaya vesile oluyordu.
Müslümanlar, özellikle deniz ticaretinde çok ilen bir noktaya ulaşmışlardı. İspanyalı Müslümanlar, kullanmak ve salmak için son derece lüks
giyim ve sus eşyası üretiyorlardı. Kurtuba'yı ve öteki şehirleri gezen batılılar, o sırada çok sık kullanılan bir deyimle, konforlu bir yaşama sanatına
şahit oluyorlar ve bundan da etkileniyorlardı.
Endülüs'le İslam kültürünün ürünlerini koruyan, öğreten ve zenginleştiren günümüzün üniversitesi niteliğinde olan medreseler vardı. Aynı
zamanda birer bilim merkezi olarak çalışan bu kurumlardaki bilgileri batıya aktarmak için İspanya’da, İtalya'da ve Güney Fransa'da okullar açıldı.
Medreselerde okuyan batılı öğrenciler, öğrendikleri bilgilen kendi ülkelerinde açılan okullarda uygulamaya çalışıyorlardı.
Müslümanlar tıp, fizik, kimya, matematik, cebir, geometri, astronomi gibi bilim dallarında da birçok önemli eserler vermişlerdir. Pratikte
kullanımı zor olan Romen rakamları yerine, bugün her alanda rahatça kullanılan rakamlar, sıfır ve ondalık sayı sistemi Müslümanlar tarafından
geliştirildi ve batıya aktarıldı.
Müslümanların tıp alanındaki hizmetleri her zaman takdir edilip örnek alınmıştır. Müslüman tıp bilginlerinin kitapları asırlarca batıda ders kitabı
olarak okutulmuştur. Ebu Bekir Razî, İbni Sina, Ibnu'n-Nefs batı dünyasını en çok etkileyen bilginlerimizdendir. Ebu Bekir Razi'nin, el-Havı isimli
t:p kitabının, batıda değişik dillerde defalarca baskısı yapılmıştır. Razi'nin çiçek ve kızamık hastalıkları hakkındaki eseri bir şaheserdir. İbnu'nNefs'in kan dolaşımını izahını doğru olarak yapması büyük bir doktor olduğunun göstergesidir.
Avrupalıların Avicenna (Avisenna) dedikleri İbni Sina'nın Kanun isimli eseri, tercümesi yapıldıktan sonra Avrupa tıp fakültelerinde yıllarca en
önemli ders kitabı oldu. Tıp ile ilgili bir diğer bilim dalı olan eczacılıkta da dünya bilimine Müslümanların büyük katkıları olmuştur. İlk drajeler,
Müslümanlar tarafından çıkarılmış, ilaç katalogları hazırlanmıştır.
Müslümanların tarih ve coğrafya dallarında da bilime katkıları olmuştur İdrisî'nin ve Pirî Reis'in dünya harı ulan günümüzde bile takdir
edilmektedir.
Müslümanların felsefe ve düşünce alanında da batıya etkileri büyüktür. İslam dünyasının filozoflarından Kindî’nin ve Farabî’nin eserleri
Latince’ye çevrilmiştir. İbni Sina'nın eserlerinin Latınceye çevrilmesi ve incelenmesi İbni Sînacılık denen bir akımın doğmasına yol açtı. Aynı
şekilde Latin dünyasında İbn Rüştçülük adı verilen bir felsefe akımı batıda yüzyıllarca etkisini korumuştur.
SON DÜZENLEME: 2 KASIM 2012 CUMA 17:45
42
Download