HEKİMİN HUKUKİ SORUMLULUĞU Hekimin hukuki sorumluluğu Hekimlik mesleği uzun bir bilimsel ve akli geçmişe, geleneğe dayanmaktadır. Tıbbın konusu insandır ve hekimliğin temelinde iyileştirme amacına yönelik yardım bulunmaktadır. Tıp mesleğinin profesyonelleşmesi ve hekimlerin gitgide artan ölçüde hekim olmayan uzmanların yardımına ihtiyaç duyması. Hastalık yönetimi: Burada hastanın tedavisine katılan bütün unsurların bir ağ haline getirilmesi söz konusudur. Bu sistemde, hekim önemli kararları tek başına değil, birçok uzmandan oluşan bir ekip halinde almaktadır. Hekimin faaliyet alanında günümüzde büyük gelişme ve farklılaşma söz konusudur. Hekimin hukuki sorumluluğu Hekimlik mesleği hukuksal normların kapsamı altındadır. Hekimlere yönelik davaların artması savunmacı tıbba yol açmıştır. Birçok hasta, basında çıkan hekimlere yönelik davalarda başarıya ulaşıldığına ilişkin haberlerle birlikte, artık hastalığını bir kader olarak görmeyip, mahkemede dava açma yoluna gitmektedir. Teşhis ve tedavi aşamasında meydana gelen kaçınılmaz sonuçlara katlanmak yerine, bunları dava etmeyi tercih edenlerin sayısı da artmaktadır. Hekimin temel yükümlülüğü mesleğini etik ve hukuksal kurallara göre icra etmektedir. Hekimin Mesleğini Icra Ederken Göz Önünde Bulundurması Gereken Hukuki Yükümlülükler 1.Özen yükümlülüğü 2.Kişisel edim yükümlülüğü 3.Öykü alma yükümlülüğü 4.Muayene yükümlülüğü 5.Teşhis yükümlülüğü 6.Tedavi yükümlülüğü 7.Reçete yazma yükümlülüğü 8.Tıbbi teknik kullanma yükümlülüğü 9.Tedaviyi kesme yükümlülüğü Hekimin Mesleğini Icra Ederken Göz Önünde Bulundurması Gereken Hukuki Yükümlülükler 10.Kayıt tutma yükümlülüğü 11.Sır saklama yükümlülüğü 12.Organizasyon yükümlülükleri 13.Kullanılan ürün ve ilaçlarla ilgili yükümlülükler 14.Bilirkişilik yapma yükümlülüğü 15.Ölümle ilgili yükümlülükler 16.Mesleki bilgisini geliştirme yükümlülüğü 17 . Kimlik tespiti yapma yükümlülüğü Hekimin Özen Yükümlülüğü Borçlar Kanunu’ nun 506/ 2. maddesine göre, vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Öğretide hekim, avukat, mimar gibi meslek gruplarının özen yükümlülüklerinin daha fazla olduğu kabul edilmektedir. Bunun nedeni, devletin diploma ve ruhsat vermek için aradığı şartların, özel hukuka yansıyan bir garanti niteliği taşıması ve bu meslek gruplarının topluma karşı sahip bulundukları özel güven durumudur. Hekimin özen yükümlülüğü, bütün yükümlülüklerinin temelini oluşturmaktadır. Hekimin Kişisel Edim Yükümlülüğü Hekimlik sözleşmesi gereğince hekim, tedaviyi şahsen yapmak zorundadır. Hekim, teşhisi de bizzat yapmak durumundadır. Hekim hastanın durumu hakkında bizzat kendisi bir fikir oluşturmalı, üçüncü kişilerin bu konuda vereceği bilgileri ise denetlemeden üstlenmemeli, önemli bulguları da kendisi tespit etmelidir. Kişisel edim yükümlülüğü hekimin, hekimliğin gerektirdiği tedbirlerin alınmasını bir üçüncü kişiye bırakmasını kural olarak yasaklamaktadır. Yardımcı sağlık personelinin faaliyeti, tıbbın, hekimin bizzat kendisine bıraktığı çekirdek alana ilişkin olmamalıdır. Yardımcı sağlık personeli kural olarak ancak hazırlayıcı, destekleyici, tamamlayıcı veya müşterek olarak etkide bulunucu faaliyetlerde hekim tarafından görevlendirilebilir. Hekimin Kişisel Edim Yükümlülüğü Bu noktada ele alınması gereken konu, eğitim hastanelerinde eğitim amacıyla asistan hekimlerin ne ölçüde poliklinik ve servis hizmeti verebileceğidir. Burada asıl olan, hastaya sağlanması gereken tıbbi standarttır. Bu nedenle, hasta açısından uzman hekim standardı sağlanmalıdır. Bu durumda asistan hekimin yapabileceği tıbbi müdahaleler bakımından pratisyen hekim olduğu esas alınacaktır. Böylece asistan hekim, pratisyen hekimin yapabileceği müdahaleleri tek başına yapabilecek uzman hekim müdahalesinin gerektirdiği müdahaleleri ise ancak uzman hekim gözetimi altında gerçekleştirilebilecektir. Asistan hekimin kıdeminin artması ile beraber, kendisine bırakılabilecek tıbbi müdahaleler de artabilir. Ancak uzman hekim oluncaya kadar, asistan hekim olarak hukuksal sorumluluğa tabi olduğu unutulmamalıdır. Hekimin Kişisel Edim Yükümlülüğü Kişisel edim yükümlülüğü bütün faaliyetlerin bizzat yapılması anlamına gelmemekte olup, bazı yardımcı faaliyetler başkaları tarafından yerine getirilebilir. Tedavinin niteliği gereği elverişli bir bölümünün yardımcı sağlık personeline devredilmesi mümkündür. Laboratuvar faaliyetleri, sonda değişimi, basit sargı ve bandajın değiştirilmesi, radyolojik faaliyetler genel olarak temsil edilebilir edimler arasında sayılmaktadır. Türkiye’ de hastaya enjeksiyon yapılması, vücuttan kan alınması veya vücuda kan verilmesi, serum verilmesi de yardımcı sağlık personeline bırakılabilecek edimlerden sayılmaktadır. Hekimin Kişisel Edim Yükümlülüğü Ancak bu edimlerin, faaliyetlerin temsil edilebilir olup olmadığının somut olaya göre belirlenmesi gerekmektedir. Mevzuatta açıkça belirli bir sağlık personeli tarafından yapılması gerektiği yönünde hüküm bulunması halinde, bu edimlerin bizzat o personel tarafından yerine getirilmesi gerekir. Tehlikeli olmaları, zorlukları veya muhtemel öngörülemez reaksiyonları dolayısıyla hekimin uzmanlık bilgisini şart koşan ve bu nedenle bizzat hekim tarafından yerine getirilmesi zorunlu olan faaliyetler hekim dışındaki kimseler tarafından yapılamaz. Hekimin Kişisel Edim Yükümlülüğü Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinin 16. maddesi “tabip ve diş tabibi, bir kimsenin sıhhi durumu hakkında, ilmi metotları tatbik etmek suretiyle bizzat yaptığı muayene neticesinde edindiği vicdani ve fenni kanaate ve şahsi müşahedesine göre rapor verir” hükmünü içermektedir. Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının 23. maddesinde muayenesiz tedavi yasağından söz edilmekte, hekimin hastasını bizzat muayene etmeden tedavisine başlayamayacağı ifade edilmektedir. Öykü Alma Yükümlülüğü Hastalığın ve şikayetlerin türüne göre çeşitli öyküler söz konusu olabilir. Kural olarak, hastalığın öyküsü olarak “hasta öyküsü” yeterlidir. Ancak eski hastalıkların da araştırılması gerekebilir. Bu yönüyle de ilaç öyküsü önem arz etmektedir. “Sosyal öykü”, hastanın mesleki geçmişi, şu anki faaliyeti, aile durumu ve sosyal çevresini tespite yönelik olup, daha çok bulguların açık olmaması durumunda veya çevre ve davranış bozukluklarında ve psikomatik hastalıklarda gereklilik arz etmektedir. Hastanın öyküsünün alınmaması veya eksik alınması veya etkili olmayan bir öykü tekniğinin kullanılması tıbbi uygulama hatasıdır. Öykü Alma Yükümlülüğü Hekim hastayla hastalık öyküsü hakkında konuşmaması durumunda ve bunun sonucu olarak da teşhise yönelik esaslı imkanların kullanılmaması ve dolayısıyla tedaviye başlanmaması veya zamanında başlanmaması halinde, hekim bu kusurlu ihmalinden ötürü tazminatla yükümlü olur. Hekim, hastayı daha önce muayene etmiş hekimlerin bulgularından da yararlanabilir, ancak sadece bunlara dayanarak teşhis ve tedavi uygulayamaz. Gerekli durumlarda hekim, ayrıca hasta yakınlarından da bilgi istemelidir. Acil durumlarda başlangıçta öykü almak mümkün olmayabilir. Ancak bu hallerde dahi mümkün olduğu takdirde hasta yakınlarından öykü almak gerekmektedir. Muayene Yükümlülüğü Tedavi sözleşmesi dolayısıyla hekim, bulguları belirlemek ve doğru bir teşhisi sağlayabilmek için, hastayı modern teşhis araçlarıyla ve imkanlarıyla muayene etmek zorundadır. Muayene teşhisin bir parçasıdır ve hekimin ana yükümlülüklerindendir. Genel nitelikli hekim muayenesi dışında bazı özel nitelikli muayeneler de vardır: Teşhis muayenesi, önleyici muayene, erken tanı muayenesi, kontrol muayenesi. Teşhis muayenesi: Hekim, gerekli tedavi yöntemini belirleyebilmek için öncelikle teşhis koymak durumundadır. Bu amaçla da hastanın muayenesi, röntgen filmlerinin çektirilmesi, laboratuvar tetkiklerin istenmesi gibi birtakım faaliyetler yapılır ve bunlar açısından hekimin sorumluğu genel hükümlere tabidir. Muayene Yükümlülüğü Önleyici muayene: Hastalıkları önleme amacına yönelik olarak, hastalıkların kötüleşmesine, hastalığın büyümesine ve varlığından şüphe edilen hastalıklara karşı zamanında tedbir alınmasıdır. Erken tanı muayenesi: Mevcut veya işaretlerini vermekte olan bir hastalığı mümkün olduğunca çabuk teşhis etme amacı ile yapılır. Kontrol muayenesi: Hastanın kontrol ve gözetim altında tutulmasını, sonraki muayeneleri ve rehabilitasyonu içermektedir. Bu kapsamda ayrıca bir tedavinin sona erdirilmesinden sonra oluşan hekimin koruma yükümlülüğü de vardır. Teşhis Yükümlülüğü Teşhis, bir hastalığın tanınması demektir. Teşhis, hastalığın ve nedenlerinin kesin olarak belirlenmesi demek değildir. Teşhis, tıbbi bir görüş ve değerlendirmedir ve esasen nisbidir. Acil hallerde teşhis için çok kısa bir sürenin bulunacağı göz önünde bulundurulmalıdır. Uygulamada mahkemelerin yerleşmiş içtihadı, teşhis hatalarının başka hiçbir koşul aranmaksızın uygulama hatası olduğu yönündedir. Aynı şekilde teşhisin eksik olması da uygulama hatası olarak kabul edilmektedir. Teşhis Yükümlülüğü Teşhis türleri; ilk muayeneden sonra konulan «geçici teşhis» il «kesin teşhis» ayrımı yapılmalıdır. Olayların %60’ın da geçici teşhis ile kesin teşhisin aynı olduğu görülmüştür. “Sevk teşhisi”, bir hastayı hastaneye sevk eden hekimin teşhisidir. Hastanedeki hekim bu teşhisi hiçbir şey yapmadan direkt esas alamaz. Taburcu olan hastaya ise “taburcu teşhisi” verilir. Hekimlik sözleşmesi, hekime teşhis koyma yükümlülüğü getirmektedir. Seçilecek tedavi yönteminin isabetliliği, iyi bir teşhise bağlıdır. Yargıtay, hekimin, hastasına tetkik yaptırmadan reçete yazmasında kusurlu olduğuna karar vermiştir. Teşhis Yükümlülüğü Hasta, teşhis için, tıbbi bilinenler düzeyine göre uygulanması mümkün ve elde bulunan bütün kaynakların kullanılmasını isteyebilir. Fakat hekimden, teşhisin güvenilir olmasına yönelik bütün kaynakları tüketmesi istenemez. Hekim de teşhisten sonra uygulanabilecek bir tedavi imkanı mevcut değilse, bütün teşhise yönelik muayene ve tetkikleri yapmak zorunda değildir. Birçok teşhis imkanının bulunması durumunda, hekim, hasta için en iyi sonuç verebilecek ve bunun yanı sıra hastaya en az zarar verebilecek yöntemi seçmek zorundadır. Riskin bulunmadığı veya daha az olduğu yöntemlerle teşhisin mümkün olması halinde, hekim, risk içeren yöntemlerden kaçınmak zorundadır. Teşhis Yükümlülüğü Teşhis bakımından hekimden mutlaka başarı beklenmemekte, hekimin uzmanlığının gerektirdiği şekilde hareket etmesi yeterli görülmektedir. Teşhis uygun bir tedavi veya ameliyat için en önemli şart olduğu için, bizzat yapılması ve ondan önce de hastanın öyküsünün alınması gerekmektedir. Klinik bulgular, teşhisi destekliyor ve semptomlar da belirli bir hastalığa işaret ediyorsa, hekimin başkaca işlemler yapmasına gerek bulunmamaktadır. Teşhis için gerekli olan testleri yaptıran, muayeneyi yapan ve elde edilen bulguları özenle takdir eden hekim bakımından teşhisin yanlış çıkması doğrudan sorumluluğunu gerektirmez. Teşhis Yükümlülüğü Bir teşhis hatası, teşhisin tamamıyla savunulamayacak hatalı edim olması halinde veya esaslı tetkiklerin değerlendirilmemesinin bir sonucu olması veya ilk teşhisin tedavi sürecinde kusurlu olarak ihmal edilmesi halinde hekimin sorumluluğuna yol açar. Bir teşhis konulamaması durumunda; hekim röntgen, laboratuvar, mikroskobik tetkikler gibi bütün kaynakları tüketmek durumundadır. Teşhis yükümlülüğü, teşhisin zamanında yapılması yükümlülüğünü de içermektedir. Bunun içinde, başka bir hekim veya hekim olmayan personele havalenin zamanında yapılması gerekebilir. Teşhis Yükümlülüğü Teknolojinin ön plana çıkması ve hekimlerin yanlış teşhis korkusu, çoğu kez fazladan tetkikler yapılmasına yol açmaktadır ki, bu tetkiklerden hasta için riskli olanların bulunması halinde, bunlar da hekimin teşhis hatasının kabulüne sebep olabilir. Uzaktan muayene gibi, uzaktan teşhis de yasaktır. Bununla beraber, hekim acil durumlarda kendisi gelinceye kadar alınması gereken tedbirler konusunda telefonla talimat verebilir. İnternetten veya televizyondan hekimlerin yaptığı önerilerin, tedavi yerine geçmeyeceği, doğru teşhis için hastanın bizzat görülmesi gerektiği konusunda mutlaka uyarılar yapılmalıdır. Aksi takdirde sorumluluk söz konusu olabilir. Teşhis Yükümlülüğü Doğum öncesi teşhis olanakları geliştikçe, anne‐babaya sunulan perspektifler de genişlemektedir. Ceninin gelişimi takip edilmek suretiyle, cenindeki en küçük kusur bile belirlenebilmekte ve ebeveyne hamileliğe devam mı edilmeli, yoksa sona mı erdirilmelidir kararı alma olanağı sunulmaktadır. Hekim 10 haftalık süre içinde, hatalı davranışıyla, ceninin durumunu fark edemeyerek olası bir kürtaj operasyonunun gerçekleşmesini engellemiş bulunursa, ebeveyne karşı sorumlu olur. Hekimin hatalı bir genetik danışma neticesinde, ebeveynin genetik olarak özürlü bir çocuk yapmaları durumunda da hekim sorumlu olur. Teşhis Yükümlülüğü Hekim hastaya veya yakınlarına teşhise ilişkin çabalarınının sonuçları hakkındabilgi vermek zorundadır. Esasen tedavi veya ameliyata rıza bakımından, hastanın teşhisi bilmesi bir ön koşuldur. Hekim başlangıçtaki teşhisini tedavi süresi içinde devamlı olarak denetlemek, kesinleştirmek ve gerekirse bu teşhiste değişiklik yapmak zorundadır. Başlangıçtaki teşhisin bilahare kontrol edilmeyerek değişen hastalık görüntüsüne uydurulmaması halinde “sözleşme ihlali” söz konusu olur. Hekim, laboratuvar bulgularının teşhise uygun olup olmadığını kontrol etmekle yükümlüdür. Hekim, hastasına teşhisi bildirmek zorunda olduğu gibi, yanlışlığı anlaşılan teşhisi düzeltmek ve bu düzeltmenin sonucunu da hastasına bildirmekle yükümlüdür. Tedavi Yükümlülüğü Tedavi; bir insanın vücudunda gerçekleştirilen ve hastalıkları, acıları, vücuttaki zararları, vücuttaki şikayetleri veya ruhsal bozuklukları önlemek, tespit etmek, iyileştirmek veya azaltmak amacına yönelik olarak bütün müdahaleleri ve aldığı tedbirlerdir. Hekim, mesleğinin icrasında serbesttir; tedaviyi reddedebilir. Esasen hiç kimse, hiçbir mesleği yapmaya zorlanamaz. Anayasanın tanımış olduğu hareket özgürlüğü de hekimin tedaviyi üstlenmesi veya reddetmesi konusunda özgür olmasını gerektirmektedir. Genel olarak bir hekim, bir tedaviyi üstlenip üstlenmemeye serbestçe karar verebilir. Acil durumlar haricinde, tedaviyi üstlenmeyi reddedebilir. Ancak hekim, hastanın tedavisini üstlendikten sonra, tedavi yükümlülüğünün gereklerini yerine getirmek zorundadır. Hekim, üstlendiği tedaviyi sürdürmekle de yükümlüdür. Hekim, tedaviyi haklı bir neden olmadığı müddetçe, tek taraflı olarak sona erdiremez. Tedavi Yükümlülüğü Hekimin Hastayı Reddetmesi: Hekim, değişik sebeplerle hastayı ret edebilir. Örneğin, özel olarak çalışan hekim bakımından hastanın daha önceki muayenelerin ücretini ödememiş olması, randevulara gelmemesi veya önerilen tedaviyi uygulamaması ret sebebi olabilir. Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinde de ifade edildiği gibi, kamu görevlisi hekimler ancak haklı sebeplerle ve hastanın aynı gün ve aynı yerde tedavisini garanti edebildikleri takdirde tedaviyi üstlenmeyi reddedebilirler. Örneğin, önceki muayene sırasında hekime sözlü veya fiili saldırıda bulunmuş bir hastayı tedaviyi, hekim reddedebilir. Ancak bu takdirde aynı uzmanlık alanındaki bir başka hekimin hastayı tedavisi sağlanmalıdır. Tedavi Yükümlülüğü Kamu görevlisi olmayan hekim, başlangıçta tedavisini kabul ettiği hastayı tedaviden bilahare vazgeçebilir. Ancak bu durumda somut olaya göre şu ayrımları yapmak gerekir: i. Başlangıçta hastaya randevu veren hekim, fikrini değiştirdiği takdirde, hastanın durumunun göz önünde bulundurulması gerekir. ii. Hekim, sonradan hastalığın kendi kapasitesi veya uzmanlığı dışında olduğunu fark etmişse, bu takdirde bir başka hekime sevk etmesi gerekir. Genel kurallar gereğince, hekim, örneğin hastanın parasının olmaması nedeniyle tıbbi müdahaleyi reddedebilir. Bu konuda sosyal güvenlik hukuku ile getirilen düzenlemeler saklıdır. Ancak, acil hallerde ne hastane, ne de hekim tıbbi müdahaleyi reddedemez. Tedavi Yükümlülüğü Acil durumlarda tedavi yükümlülüğü, hastanın acil olma durumu ortadan kalkıncaya kadar devam eder. Hastaya ilk müdahalenin yapılması tek başına yeterli değildir. Hekim, hastasını tıbbi gerekliliklere uygun olmak zamanında tedavi etmelidir. Zaman eksikliği veya hatta sonu dinlenme gereksinimi gibi hususlar, acilen yapılması gereken bir müdahaleyi ertelemek için geçerli görülecek sebepler değildir. Uzaktan teşhis yasağı gibi, uzaktan tedavi de yasaktır. Hekim, tedaviyi bizzat uygulamak durumundadır. Hekim ve hasta arasındaki “güven ilişkisi” tedavinin hekim tarafından bizzat yürütülmesini gerekli kılmaktadır. Tedavi Yükümlülüğü Bizzat tedavi yükümlülüğü, uzaktan tedavi yasağı anlamına gelmektedir. Hekim, hastanın problemlerinden bizzat bir tasavvur oluşturmalı, önemli bulguları bizzat kendisi belirlemeli ve tedaviyi de direkt gerçekleştirmelidir. Tele‐ tıp; hastalara uzaktan, telekomünikasyon ve bilgisayar teknolojilerini kullanarak teşhis ve tedavi uygulamak anlamına gelmektedir. Tele‐tıp, işitsel ve görsel konferans olarak gerçekleşebileceği gibi, elektronik posta yoluyla da gerçekleştirilebilir. Bu çerçevede tıbbi görüntülerin ve hastanın tıbbi kaydının aktarılması da söz konusu olabilmektedir. Tedavi Yükümlülüğü Tele‐tıp uzaktan teşhis ve tedavi yöntemi olmamalı veya en azından esas itibariyle uzaktan teşhis ve tedavi yönü ağır basmamalıdır. Tele‐tıp, “konsültasyon yöntemi” olarak hukuksal açıdan herhangi bir problem oluşturmaz. Buna karşılık, hastayı görmeden doğrudan teşhis ve tedavi uygulamak, uzaktan teşhis ve tedavi kabul edilerek bir takım hukuksal problemlere yol açabilir. Tele‐tıp uygulamaları, sağlık personeli tarafından gerçekleştirilmelidir. Tedavi Yükümlülüğü Yurtdışı ile yapılan bağlantı ile gerçekleştirilen tele‐tıp uygulamasında, Türkiye’deki hasta üzerinde yapılan tıbbi müdahale bakımından TCK hükümleri uygulanabilmektedir. Özel hukuk bakımından ise ortada sözleşmeden kaynaklanan biz zarar varsa, dava Türkiye’ de açılabilecektir. Haksız fiilden kaynaklanan bir tazminat davası açılacaksa, bu takdirde de, neticenin meydana geldiği yer olan Türkiye’ de dava açılabilecektir. Tele‐tıp uygulamalarında dikkat edilmesi gereken bir husus da hasta bilgilerinin gizliliğine riayet edilmesidir. Tedavi Yükümlülüğünün Sınırları Tedavi yükümlülüğünün temel sınırı, hastanın tedaviyi reddetmesidir. İstisnai durumlar: a) Hastanın kendi geleceğini belirleme hakkı b) Hastanın tedaviyi ret hakkı c) Ağır özürlü yeni doğan bebekler bakımından tedavi yükümlülüğünün sınırları d) Bulaşıcı hastalıklarda tedavi yükümlülüğü e) Hekimin kürtajı ret hakkı Hastanın kendi geleceğini belirleme hakkı Hastanın kendi geleceğini belirleme hakkı, en üst değerdeki haklardandır. Bu nedenle, rıza olmaksızın yapılan tıbbi müdahaleler hem özel hem de ceza hukuku açısından hukuka aykırıdır. Hastanın Tedaviyi Ret Hakkı Hukukumuzda tedaviyi ret hakkı tanınmıştır ve kanunlarda yer alan ve genel sağlığın korunması veya ceza yargılaması amacıyla yapılan tıbbi müdahaleler dışında herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmamıştır. Tedaviyi reddin ölüme yol açabilecek olması, bu bakımdan bir farklılık yaratmaz. Mevzuatta bireyin rızası olmaksızın tıbbi müdahaleye katlanmak zorunda olduğu belirtilen hallerde, rıza olmaksızın yapılan tıbbi müdahale hukuka uygun olacaktır. Nitekim Anayasa’ nın 17/2. maddesi de “kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğü dokunulamaz” demek suretiyle, yasalarda öngörülen hallerde hukuka uygun bir tıbbi müdahalenin söz konusu olacağını açıklamış bulunmaktadır. Hastanın Tedaviyi Ret Hakkı Mevzuatta bireyin rızası olmaksızın tıbbi müdahalede bulunulabildiği durumlar, kişinin kendi geleceğini belirleme hakkının önüne geçen başka hukuksal yararlara, özellikle toplum menfaatine hizmet eden durumlardır. Hastanın tedaviyi yarıda bırakmayı talep etmesi veya tıbben gerekli bir tedbir veya ameliyata müsaade etmemesi durumunda, hekimin bundan sonraki görevi, sadece hastanın acılarını dindirmeye yönelik tedbirleri almakla sınırlıdır. Hasta tedaviyi ret hakkını baştan kullanabileceği gibi, tedaviye başlandıktan sonra da kullanılabilir. Hastanın Tedaviyi Ret Hakkı Tıbbi müdahaleye rızadan farklı olarak, tıbbi müdahalenin reddi durumunda, bu rettin örtülü bir beyanla yapılması söz konusu olamaz, açık bir irade beyanı şarttır. Bazı hastalar müdahale iznini sınırlı verebilir. Bu durumda ameliyatta buna riayet edilmelidir. Bununla beraber, hekim ameliyatın riskli olabileceği gerekçesiyle, haklı olarak da reddedebilir. Hekim, hastanın kararının tıbbi mantığa aykırı olduğunu iddia ederek ameliyata girişemez. Ağır özürlü yeni doğan bebekler bakımından tedavi yükümlülüğünün sınırları Bu konudaki prensipleri şu şeklide özetleyebiliriz; i. Yenidoğan bir bebek ne kadar ağır özürlü olursa olsun, bir yetişkin veya ağır hasta kişi kadar yaşam hakkına sahiptir. ii. “Bütün yaşamların eşit değerde olması” prensibinin bir sonucu olarak, hekim, yenidoğan ağır özürlü bir bebeğin tedaviye alınmasında veya tedavisinin sonlandırılmasında, yetişkinlerin tedavisine ilişkin kuralları göz önünde bulundurmak durumundadır. iii. Yenidoğan bebeğin hayatının aktif bir hareketle sona erdirilmesi veya kısaltılması, hukuka ve etiğe aykırıdır. Bu sonuç, hekimin iyi niyetle hareket etmiş olması halinde dahi geçerlidir. Hekimin iyi niyetle hareket etmesinden kasıt, bebeğin acı çekmesini önlemek veya ilerideki yaşamındaki güçlükleri düşünerek hareket etmesidir. Bulaşıcı hastalıklarda tedavi yükümlülüğü Her ne kadar hekimin sözleşme özgürlüğü bulunuyorsa da bir hekimin bulaşıcı hastalık taşıyan hastasını mazur görülebilir bir sebep olmaksızın reddetmesi haklı görülmemektedir. Meslekten kaynaklanan bir enfeksiyon tehlikesi kural olarak hiçbir zaman virüs taşıyan kimsenin tedavisini reddetmeyi gerektirecek kadar ağır görülmemektedir. Mesleğin doğal riskleri karşısında hekimin tedaviyi reddetmesi ondan beklenemez. Hekimin kürtajı ret hakkı Hekim, yasal koşulları gerçekleşmiş kürtajı yapmakla yükümlü tutulup tutulamayacağı konusu tartışmalıdır. Hekim, tedavi özgürlüğüne, hastasını seçme hakkına sahiptir. Fakat burada sorun, daha çok kamu hastanelerinde ortaya çıkabilir. Bir kamu hastanesinde tek kadın doğum uzmanı olan hekim, kürtaj talebiyle gelen ve yasal koşullarını gerçekleşmiş hastayı reddedebilir mi? Kamu hastanelerinde, başka hekiminde seçilmesi olanağının bulunmadığı durumlarda, hekimin kürtaj talebini reddetme hakkı bulunmamaktadır.