T. C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Hukuku Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi MUHAMMED TÂHİR BİN ÂŞÛR’UN İSLAM HUKUK FELSEFESİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ Yusuf BULUTLU Tez Danışmanı Doç. Dr. Abdüsselam ARI İstanbul 2016 I ÖZ M. TÂHİR BİN ÂŞÛR’UN İSLAM HUKUK FELSEFESİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ Yusuf BULUTLU İslam’ın hukuki yönünü araştıran ve normların konulma gayelerini temellendiren ilim dalı İslam hukuk felsefesidir. Bu ilim dalı önceleri klasik fıkıh usulü ilminin bir kısmını oluşturuyordu; Şatıbi’nin etkisiyle fıkıh usulünden ayrılarak müstakil bir ilim dalı altında incelenmeye başlandı. Şâtıbi, bu ilmi müstakil bir eserde ele alıp konuyu bütün yönleriyle işlemiştir. Fakat o makasıdı, fıkıh usulüne alternatif değil yardımcı ve tamamlayıcı bir ilim olduğunu kabul etmiştir. Şâtıbi ’den sonra İbn Âşûr Makâsıdu’ş-Şerîati’l-İslamiye eserini kaleme almış ve makâsıdı fıkıh usulünden ayrı bir ilim dalı olarak kabul etmiştir. Makâsıdı her fakîhin bilmesi gerektiğini, avamın ise bilmesine gerek olmadığını belirtmiştir. O, makâsıd fikrini geliştirmiş ve fıkıh usulü ilmine alternatif kabul etmiştir. Ona göre usul ilmi dinin gayelerini bilme noktasında bir fayda sağlamamaktadır. Çünkü usul ilmi, naslardan çıkarılan normların belirlenmesi için gerekli olan lafız, tearuz ve tercih bahsini ve istinbat yollarını açıklayan bir ilimdir. Makâsıd ise Şâri’in normları koymadaki hedef, gaye ve hikmetini araştıran bir ilimdir. İbn Âşûr hukukun gayelerini temel alıp tüme varımla gayelerin ortaya konması ve bunlar üzerinden ihtilafın azaltılması gerektiğini söyler. Bu gayelerin kat ‘î gayeler olduğunu savunarak makâsıdın usulden ayrı bir ilim dalı olması yönünde çaba gösterir. Bu ilim sayesinde eksik olan gaye merkezli anlayışın kemale ulaşması sağlanır. İbn Âşûr fıkıh usulünü fıkhî delillerin ele alındığı ilim kabul edip kendi haline bırakmanın uygun olacağını söyler Anahtar kelimeler: İbn Âşûr, Makasıd, Maslahat, Hukuk Felsefesi Gaye Norm ilişkisi II ABSTRACT M. TAHIR B. ASHUR 'S VIEWS ON ISLAMIC JURISPRUDENCE Yusuf BULUTLU The Purposes ( )مقاصدof Sharia is a branch of Islamic studies which investigates the reasons and objectives of the provisions of Islamic laws which result from detailed evidences. At the beginning, this branch of science was dealing with the study and conditions of the reasons. Later in the eight century, Imam Shatibi wrote his book 'Al Muwafakat', where he divided purposes according to human needs. He emphasized that the Study of Purposes is a concomitant to the study of Jurisprudence, and the Purposes of Sharia is only better understood through a solid understanding of the Purposes ( )مقاصدof Sharia, and he emphasized the importance of this branch of science. After Shatbi, this branch of Islamic studies had witnessed no development up until the twentieth century. In the twentieth centruy, Muhammed bin Taher bin Ashur wrote a book titled The Study of Purposes ( )مقاصدof Islamic Sharia. He studied most of the literature available on this branch of this science and developed new theories influenced by such western values as Eqalutiy, freedom and spontaneity. Bin Ashur claimed that this branch is conclusive; thereby, it would end the conflicts between Mezahibs ‘islamic sects’, and unifiy the Islamic Nation He claims that the Study of Purposes ( )مقاصدof Sharia is to replace the science of Fiqh roots. Keywords: M. Tahir b. Ashur, Purpose, Benefit, Legal Philosophy III مختصر مقاصد الشريعة اإلسالمية عند محمد طاهربن عاشور يوسف بولوتلو إن علم المقاصد يبحث في علل األحكام الشرعية وغاياتها المستنبطة من األدلة التفصيلية .هذا العلم كان يتناول في كتب األصول بمباحث العلل .وبعد القرن الثامن جاء اإلمام الشاطبي وألف كتابه المشهور يس ّمى الموافقات .وقعّد المقاصد وقسمه في هذا الكتاب إلى اقسام عديدة بحسب احتياجات البشر .وأكد الشاطبي أن المقاصد علم مك ّمل ألصول الفقه وأن مقاصد الشرع ال تفهم بشكل صحيح إال بواسطة علم المقاصد. وأعطى الشاطبي أهمية كبيرة لهذا العلم .ولكن بعد الشاطبي توقف تتطور علم المقاصد إلى أن جاء في القرن العشرين محمد طاهر بن عاشور وألف كتابا في المقاصد وسماه مقاصد الشريعة اإلسالمية وتناول في كتابه معظم مباحث هذا الفن وجاء بنظريات جديدة نتيجة تأثره بالغرب مثل المساواة والحرية والفطرة .وادعى ابن عاشور أن علم المقاصد قطعي وبه تقل الخالفات بين المذاهب وتتوحد األمة .بناء على هذا القول قال بحل علم المقاصد مكان أصول الفقه. IV ÖNSÖZ İslam hukuk felsefesi hicri beşinci asırdan itibaren gelişmeye başlamıştır. Hicri sekizinci asra gelindiğinde İbrahim eş-Şâtıbi (ö.790) İslam hukuk felsefesini müstakil bir ilim olarak eserinde işlemiştir. Fakat daha sonra bu alandaki araştırmalar kesintiye uğramıştır. Bu ilmi yeniden ihya eden ve farklı bakış açıları katarak geliştiren hiç şüpesiz M. Tahir bin Âşûr’dur. İbn Âşûr modern dönemde yaşamış olması ve İslami ilimlerdeki yetkinliği, onun İslam hukuk felsefesine yeni ve özgün öneriler sunmasında etkili olmuştur. İbn Âşûr’un İslam hukuk felsefesini konu alan (Makasidu’ş-Şeria) eseri bağlamında izlediği yöntem, kendine özgü bakış açıları ve ortaya koymak istediği yeni gayelerin neler olduğunu tezde arz edilmeye çalışıldı. Tezin giriş kısmında İbn Âşûr’un yaşadığı dönemi, hayatını, eserlerini ve hukuk felsefesinin tarihsel gelişimi incelenmeye gayret edildi. Birinci bölümde daha çok İbn Âşûr’un makasıd ilmine getirdiği yeni öneriler ve ortaya koyduğu taksimatlar ele alındı. İkinci bölümde ağırlıklı olarak İslam hukukunun genel gayelerine ve maslahatın çeşitlerine değinildi. Üçüncü kısımda ise İslam hukukunun tekniği ve uygulanmasının makasıd açısından önemi ve gerekliliği konuları ortaya konulmaya çalışıldı. Yetişmemde büyük emekleri olan anne ve babama minnet ve şükranlarımı sunarım. Yine bu çalışmama maddi ve manevi katkı sağlayan eşim Qamar Homsi’ye ve saygıdeğer arkadaşım M.Fatih Albayrak’a teşekkür ederim. Değerli vaktinden feragat ederek nitelikli eleştirileriyle tezimizin ortaya çıkmasında büyük katkısı olan değerli hocam, Sayın Doç. Dr. Abdüsselam Arı Bey’e en içten saygı ve hürmetlerimi sunar, çalışmanın bu sahadaki araştırmalara ışık tutmasını temenni ederim. Yusuf BULUTLU Bursa 2016 V KISALTMALAR a.g.e Adı geçen eser Ank. Ankara A.Ü.S.B.E Atılım Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Bkz. Bakınız b. Bin İbn c. Cilt çev. Çeviri d. Doğum DİA Diyanet İslam Ansiklopedisi h. Hicri md. Madde m. Miladi M.Ü.S.B.E Marmara Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü ö. Ölümü s. Sayfa sy. Sayı S.Ü.S.B.E Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü TDV. Türkiye Diyanet Vakfı ty. Tarih yok terc. Tercüme thk. Tahkik yay. Yayınlayan VI İÇİNDEKİLER ÖZ ............................................................................................................................ II ABSTRACT ........................................................................................................... III مختصر...................................................................................................................... IV ÖNSÖZ .................................................................................................................... V KISALTMALAR ................................................................................................... VI GİRİŞ KONUNUN ÖNEMİ KAPSAMI TAKİP EDİLEN YÖNTEM VE KAYNAKLARI İBN ÂŞÛR’UN HAYATI VE ESERLERİ Konunun Önemi Amacı ve Kapsamı ........................................................................... 2 Araştırmada Takip Edilen Yöntem ve Kaynaklar ........................................................ 3 I-MUHAMMED TAHİR BİN ÂŞÛR’UN YAŞADIĞI ÇEVRE ................................ 7 A-TUNUS’TA SİYASİ HAYAT ............................................................................. 7 B-KÜLTÜREL HAYAT .......................................................................................... 9 II- M. TAHİR B. ÂŞÛR’UN HAYATI ..................................................................... 11 A-DOĞUMU VE NESEBİ .................................................................................... 11 B- ÂŞÛRİYE AİLESİ ............................................................................................ 11 C- EĞİTİM HAYATI ............................................................................................. 12 F- YAPTIĞI GÖREVLER ..................................................................................... 13 G- EVLİLİĞİ ÇOCUKLARI VE VEFATI ............................................................ 14 III- İBN ÂŞÛR’UN İLMİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ ............................................... 15 A- İLMİ KİŞİLİĞİ ................................................................................................. 15 VII B- İBN ÂŞÛR’UN ESERLERİ .............................................................................. 16 IV- İSLAM HUKUK FELSEFESİNİN TANIMI KAPSAMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ .................................................................................................................. 18 A- TANIM VE KAPSAM ................................................................................ 18 B- MAKÂSID FİKRİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ ......................................... 21 BİRİNCİ BÖLÜM TÂHİR BİN ÂŞÛR’DA İSLAM HUKUK FELSEFESİ (MAKÂSIDU’Ş-ŞERÎA) .................................................................................................................................... 27 I-İBN ÂŞÛR’UN FIKIH USULÜ VE MAKASID DEĞERLENDİRMESİ ............. 28 II –HUKUKUN NORM KOYMADA GAYELERİ BULUNDUĞU DÜŞÜNCESİNİN TEMELLENDİRİLMESİ ............................................................ 31 A- MAKASIDI BİLME VE İSTİNBATIN KISIMLARI ................................ 32 B- MAKASIDI BELİRLEME YÖNTEMLERİ............................................... 34 1- Makasıdı Kur’an’ın Açık Delaletleri ile Belirleme ..................................... 35 2- Makasıdı Mütevatir Sünnet ile Belirleme.................................................... 37 3- Tümevarım Yoluyla Belirleme .................................................................... 38 4- Sahabilerin İçtihatları İle Belirleme ............................................................ 39 C- HÜKÜMLERİN TA‘LİLİ VE TA‘ABBUDÎ OLUŞU ............................... 40 1- Kelam ve Usulde Ta‘lil ............................................................................... 40 2- İbadet ve Muamelatta Ta‘abbudîlik............................................................. 42 III- MAKÂSIDIN BELİRLENMESİ VE DERECELERİ ........................................ 45 A- MAKASIDIN BELİRLENMESİ ................................................................ 45 B- MAKASIDIN DERECELERİ ..................................................................... 46 1- Kat ‘î Gayeler .............................................................................................. 46 2- Zannî Gayeler .............................................................................................. 46 IV- MAKÂSIDIN ÇEŞİTLERİ ................................................................................ 47 VIII A- GERÇEK MAKSADLAR (EL-MA’ÂNİ’L-HAKİKİYE) ......................... 48 B- GENEL NİTELİKLİ ÖRFÎ MAKSADLAR (EL-MA’ÂNİ’L- ÖRFİYYE’L- ÂMME) .................................................................................................................. 48 İKİNCİ BÖLÜM İBN ÂŞÛR’DA İSLAM HUKUKUNUN NİTELİKLERİ VE GENEL GAYESİ .................................................................................................................................... 50 I-İSLAM HUKUKUNUN TEMEL NİTELİKLERİ.................................................. 51 A- FITRAT VE FITRÎ AKIL ........................................................................... 52 B- İ’TİDAL VE KOLAYLIK .......................................................................... 54 C- EVRENSELLİK .......................................................................................... 55 1- Zaman Açısından Evrensellik ..................................................................... 55 2- Mekân Açısından Evrensellik ..................................................................... 57 D- EŞİTLİK VE EŞİTLİĞE ENGEL DURUMLAR ....................................... 58 1- Yaratılışla ilgili Engeller ............................................................................. 59 2- Hukuki engeller ........................................................................................... 59 3- Sosyal Engeller ............................................................................................ 59 E- HÜRRİYET VE TASARRUF HÜRRİYETİNİN SINIRLARI .................. 60 II- İSLAM HUKUKUNUN GENEL GAYESİ (MASLAHAT)................................ 62 A- MASLAHATIN HUKUKİ DAYANAĞI ................................................... 62 1- Maslahat ve Mefsedet Kavramı ................................................................... 63 2- Maslahatı ve Mefsedeti Birbirinden Ayıran Ölçütler .................................. 65 B- HUKUKTA MASLAHATIN ARANMASI ............................................... 67 C- GEREKLİLİK AÇISINDAN MASLAHATIN TÜRLERİ ......................... 69 1- Zarûrî Maslahatlar ....................................................................................... 70 2- Hâcî Maslahatlar .......................................................................................... 71 3- Tahsîni Maslahatlar ..................................................................................... 72 IX D- ÜMMET AÇISINDAN MASLAHATLAR ................................................ 72 1- Küllî Maslahatlar (el-Mesâlihü’l-Âmme) ................................................... 72 2- Cüz’î Maslahatlar (el-Mesâlihü’l -Hâssa) ................................................... 73 E- SAĞLANMASINA DUYULAN İHTİYAÇ AÇISINDAN MASLAHATLAR .................................................................................................. 73 1- Kat’î Maslahatlar ......................................................................................... 74 2- Zannî Maslahatlar ........................................................................................ 74 3- Vehmî Maslahatlar ...................................................................................... 75 F- MAKÂSID VE VESÂİL ( GAYELER VE VESİLELER) ............................ 75 1- Gayeler (Maksadlar) .................................................................................... 75 2- Vesâil (Vesileler) ......................................................................................... 77 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İBN ÂŞÛR’DA İSLAM HUKUKUNUN TEKNİĞİ VE UYGULAMASI I-İSLAM HUKUK TEKNİĞİ VE MAKASID .......................................................... 80 A- İSLAM HUKUKUNUN NORM KOYMADAKİ GAYESİ ....................... 80 1- Tağyir (Değiştirme) ..................................................................................... 80 2- Takrir (Onaylama) ....................................................................................... 81 B- NORMLARIN İLLET VE VASIFLARA BAĞLANMASI ....................... 82 C- GAYELER DİKKATE ALINARAK HUKUK NORMLARINDA KIYAS YAPMA İMKÂNI .................................................................................................. 83 D- TEŞRÎDE DÜZENLİ VE BELİRLİ HÜKÜMLERİN GETİRİLMESİ ...... 84 E- TEŞRÎ SIRASINDA AYRINTIDAN KAÇINMA ..................................... 85 III-HUKUKUN UYGULANMASI VE MAKASID ................................................. 87 A- HUKUKUN ETKİN YÜRÜRLÜĞÜ VE GAYELERİ .............................. 87 B- HUKUKUN YÜRÜRLÜĞÜNÜ SAĞLAYAN YAPTIRIMLAR .............. 88 1- Fıtrî Cibillî Yaptırımlar (özdenetim) ........................................................... 88 X 2- Dini Yaptırımlar .......................................................................................... 89 3- Devlet Gücüne Dayalı Yaptırımlar (Maddi Yaptırımlar) ............................ 89 C- RUHSAT VE ZARURET TÜRLERİ ......................................................... 90 1- Zaruret Türleri ............................................................................................. 90 a- Genel ve Sürekli Zaruretler ......................................................................... 90 b- Özel ve Geçici Zaruretler ............................................................................ 90 c- Genel ve Geçici Zaruretler .......................................................................... 91 D- MAKÂSIDI İHLAL ETMESİ YÖNÜYLE HİLE-İ ŞER’İYYE ................ 92 1- Hile Türleri .................................................................................................. 93 2- Hilenin Eleştirisi .......................................................................................... 94 E- SEDD-İ ZERİA ........................................................................................... 96 SONUÇ...................................................................................................................... 98 KAYNAKÇA ...................................................................................................... 100 XI GİRİŞ KONUNUN ÖNEMİ KAPSAMI TAKİP EDİLEN YÖNTEM VE KAYNAKLARI İBN ÂŞÛR’UN HAYATI VE ESERLERİ 1 Giriş Konunun Önemi Amacı ve Kapsamı Önemi: İslam hukuku diğer hukuklar gibi zamanla gelişmiş ve kendi içerisinde usul ve füru olmak üzere iki ana kısma ayrıldı, usul hukukun metodolojik yönünü oluştururken füru ise hukukun uygulama yönünü oluşturdu. Usul ilmi hicri II. asırdan sonra teşekkül ederken füru daha I. asırda teşekkül etti. Usulün fürudan daha sonra teşekkül etmesi, bu ilmin fetvalarda takip edilen metotların ışığında gelişmesine sebep oldu. Bu durum usul ilminin tam bir metodolojik ilimden ziyade füru fıkhı temellendirmeye çalışan bir doktrin olmasına yol açtı. Usul ilmi füruyu temellendirmeye çalışırken aynı zamanda da kıyas ve istihsan nazariyesi ile yeni meselelere çözüm üretmeye çalıştı. Bu süreç devam ederken Cüveynî’nin maslahata önem atfetmesi, Gazali’nin maslahat mefhumunu açıklayıp çeşitli taksimata ayırması, İz bin Abdüsselam’ın makasıd hakkında eser yazıp dinin tamamının maslahattan ibaret olduğunu söylemesi, Şatıbi’nin de bu alanda müstakil bir eser kaleme alıp etraflı olarak incelemesi makasıda ilgiyi artırdı. Ancak bu dönemden modern döneme kadar bu alanda ciddi bir gelişme kaydedilemedi. Fakat Müslümanların Avrupa karşısındaki yenilgileri ve oradan gelen modern yaşam tarzı Müslümanları çeşitli ideolojilere ve söylemlere yöneltti. Yönelinen ve revaç bulan bir ideoloji veya söylem de, dini nasların yeniden gözden geçirilip insan aklına ve maslahatına uygun şekilde yorumlanmasıydı. Bu söylemler âlimler arasında maslahat ve makasıdı yeniden gündeme getirdi. İbn Âşûr da makasıd hakkında müstakil bir eser kaleme alarak bu konuyu işlemiş ve birçok yeni öneri öne sürmüştür. İbn Âşûr ile aynı dönemde yaşayan Allâl-el-Fâsî de bu alanda bir eser yazmış ve böylece makasıd yeniden Müslümanların gündemine gelmiştir. Önemine binaen son yetmiş yılda bu konuyla doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili birçok eser yazıldı. Şüphesiz bu eserler içinde en önemlisi İbn Âşûr’un eseridir. Çünkü bu eser, modern dönemde yazılan ilk eserlerden olup mütekâmil ve sistematik olarak makasıdı işlemiş aynı zamanda fıkıh usulünü eleştirmiş ve fıkıh usulünü fıkhî delillerin ele alındığı ilim kabul edip kendi haline bırakmanın uygun olacağını söylemiştir. İbn Âşûr’un makasıd hakkındaki eleştirileri ve söylemleri çok önemlidir. Çünkü on üç asırdan beri İslam 2 hukuku usul ilmi ile temellendirilip onunla açıklanmıştır. Bu ilmin yerine makasıdı getirerek yeni olaylara, makasıd ile çözüm aramak istemesi İslam hukuk sistemi için ciddi problemler doğuracağı açıktır. Buna binaen makasıd hakkındaki bu yeni görüşlerin incelenmesi büyük önem arz etmektedir. Amacı: Yukarda zikredilen söylemlerin önemine binaen İbn Âşûr’un makasıdı konu alan eseri “Makasıdu’ş-Şeria”nın incelenmesi amacıyla bu konuyu seçtik. Amacımız İbn Âşûr’un kitabında ortaya koymuş olduğu görüşleri aktarıp bu görüşleri değerlendirmektir. Konunun Kapsamı: İbn Âşûr’un “Makasıdu’ş-Şeria” adlı eseriyle sınırlı olup İbn Âşûr’un makasıd hakkındaki görüşlerini yukarıda zikredilen eser bağlamında incelenmesidir. Araştırmada Takip Edilen Yöntem ve Kaynaklar Yöntem: İbn Âşûr’un İslam hukuk felsefesini konu alan (Makasidu’ş-Şeria) eseri bağlamında izlemeye çalıştığımız önce yazarın görüşlerini özet bir şekilde aktarıp daha sonra bu görüşleri çeşitli yönlerden değerlendirmek, bazı yerlerde önemine binaen Şatıbi’nin görüşlerini aktarıp İbn Âşûr’dan farklı yönlerini belirtmektir. İbn Âşûr’un getirdiği kendine özgü bakış açıları ve ortaya koymak istediği yeni gayelerin neler olduğunu araştırmamızda arz etmeye çalıştık. Tezin giriş kısmında İbn Âşûr’un yaşadığı dönemin siyasi ve kültürel durumunu, hayatının önemli merhalelerini, ıslah ve yenilik hakkındaki görüşlerini, kaleme almış olduğu önemli eserlerini ve hukuk felsefesinin tanımını, kapsamını ve tarihsel gelişimini incelemeye gayret ettik. Birinci bölümde daha çok İbn Âşûr’un fıkıh usulü eleştirisi, makasıdı bilmenin gerekliliği, hükümlerde ta ‘liliğin esas olduğu, makasıd ilmine getirdiği yeni öneriler ve ortaya koyduğu taksimatları ele aldık. İkinci bölümde ağırlıklı olarak İbn Âşûr’a göre İslam hukukunun genel gayelerine, maslahatın çeşitlerine, İbn Âşûr’un modern dönemde gündeme gelen hürriyet, evrensellik ve müsavatı makasıdın önemli konularından kabul etmesinin nedenlerini ve bunlara yüklediği manaları inceledik. Üçüncü bölümde ise İslam hukukunun tekniği ve uygulanmasının makasıd açısından önemi ve gerekliliğini, İbn Âşûr’un sedd-i zeria ve hîle hakkındaki görüşlerini açıklamaya çalıştık. 3 Kaynaklar: Araştırmamızın giriş kısmında İbn Âşûr’un hayatını incelerken en çok faydalandığımız eser Muhammed Habib İbnü’l-Hoca’nın kaleme aldığı Şeyhu’lİslâm el-İmamu’l-Ekber Muhammed et-Tâhir İbn Âşûr ve Kitabuhu Makâsıdü’şŞeriâti’l-İslamiyye adlı eseri ile Bilkasım el-Gâlî’nin Şeyhu’l-Câmi’l-A ‘zam Muhammed Tâhir b. Âşûr Hayatuhu ve Asaruhu adlı eseridir. Diğer birçok eser ve tezlerin aktardığı bilgilerin genelde bu iki eserden derleme olduğunu gördük. Bu sebeple bu iki eseri birincil kaynak olarak verdik diğer tez ve eserleri ikincil kaynak olarak kullandık. Bu iki eseri tercih sebebimiz, İbn Âşûr’un hayatını detaylı şekilde ele almaları ve İbn Âşûr hakkındaki bilgileri doğrudan birinci elden aktarmalarıdır. Makasıd hakkında araştırma yaparken XX. Yüzyılda İbn Âşûr dışında konuyla ilgili birçok çalışma ortaya konulduğunu gördük. Bu çalışmalar arasında önemli gördüklerimizin ilki, Allâl el-Fâsî’nin Makâsıdu’ş-Şeria ve Mekarimuhâ adlı eseridir. Allâl-el-Fâsî, kitabının başında dinlerin hukukla ilişkisi ve farklı medeniyetlerde hukukun gayeleri vb. konuları çok geniş bir şekilde ele almıştır. Bu nedenle makasıd konusunun dışına çıkmış ve konuyla ilgisi olmayan birçok meseleye kitabında yer vermiştir. Giriş konularının ardından da makasıd ilmine değinmiştir.1 Bu alanda önemli bir diğer çalışma da Ramazan el-Buti’nin Davabitu’l-Maslaha eseridir. Butî bu eserini Ezher’e doktora tezi olarak sunmuştur. Buti, eserinin girişinde, müsteşriklerin İslam’ı içerden vurmak için İslam hukukunun temel prensibi olan maslahat teorisine müracaat ettiklerini söyler.2 Buti bu konuda maslahat teorisinin daima bazı vasıflarla sınırlandırıldığını ifade eder. Buti eserinde maslahatın mahiyetine, sınırının ne olduğuna, ne zaman hangi tür maslahatın takdim edileceğine de değinmiştir.3 Yine XX. Yüzyıl çalışmaları arasında zikredilmeye değer bir diğer eser de Muhammed Mustafa Şelebi’nin Ta ‘lilü’l-Ahkâm adlı eseridir. Bu eser nasların ta ‘lili olup olmadığı, usul ve füruda ta ‘lilin varlığı tartışmalarına ışık tutması Bkz. Allâl-Fâsî, Makâsıdu’ş-Şeria ve Mekarimuhâ, (thk. İsmail el-Haseni) Kahire, Daru’s-Selam, 2011. 2 Ramazan el- Buti, Davabitu’l-maslaha, Dimaşk, Daru’l-fikr, 2010, s. 15-20 3 Buti, Davabitu’l-maslaha, s. 25-63. 1 4 açısından önemli bir eserdir. Çünkü Şelebi eserinde önce ta ‘lilin hakikatini anlatıp tarihsel süreçlerini, daha sonra her asırda nasıl yorumlandığını ve işlevini incelemiştir.4 Klasik makâsıd kitaplarını inceleyen tezlerden önemli bir kaçı şunlardır: Ferid Ensârî Mustalahâtu’ş-Şatıbi,5 bu eser Şatıbi’nin Muvafakat’ta kullanmış olduğu kavramların manalarını, Şatıbi’nin bu kavramlara yüklediği başka manaları açıklamıştır. Yine Ahmed Reysuni’nin Nazariyetü’l-makâsıd inde’ş-Şatıbi6 adlı tezi Şatıbi’nin makasıd görüşlerini değerlendirmesi açısından önemlidir. Reysuni’nin yine el-Medhal ila-Makasıd7 eseri de makasıda giriş açısından önem arzeder; yazar eserinde özetle makasıdı, ilkelerini ve kaidelerini açıklamaktadır. İsmail el-Haseni’nin Nazariyetü’l-Makâsıd inde İbn Âşûr8 eseri ile Yusuf Âlim’in el-Makâsıdu’l-âmme lişŞeriati’l-İslamiyyesi9 de kayda değer çalışmalardandır. Kahire’de bulunan el-Furkan Makasıd Araştırma Merkezinin de bu sahada bazı önemli çalışmaları vardır. Bu çalışmaların en önemlisi M. Kemaleddin İmam editörlüğündeki on ciltlik Delilu’l-İrşâd ila Makasıd10 (kitap, makale, araştırma) eseridir. Bu eser geçmişten günümüze makasıd alanında yazılmış kitap, dergi, makale vb. çalışmaları sırayla inceliyor. Her kitap ve makaleyi özetlenerek değerlendirmesi yapılıyor. Bu eser makasıda dair eserleri bir araya toplayıp değerlendirmesi bakımından son derece önemlidir. Makasıd alanında Türkçe birçok eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerin çoğu akademik çalışmalardır. Bu çalışmalar arasında önemli olanlardan bazıları şunlardır: Talip Türcan İslam Hukuk Biliminde Norm Amaç İlişkisi11 ile İslam Hukuk Biliminde Muhammed Mustafa Şelebi, Ta ‘lilü’l-Ahkâm, Beyrut, Daru’n-Nahda, 1981. Ferid Ensârî, Mustalahâtu’ş-Şatıbi, Kahire, Daru’s-Selam, 2010. 6 Ahmed Raysûnî, Nazariyyetu’l-Makâsıd ınde’l-İmam eş-Şâtıbî, Herndon, el-Ma‘hadu’l-Âlemi lil fikri’l-İslami, 1995. 7 Ahmed Raysûnî, Melhal ila Makasıd, Kahire, Daru’s-Selam, 2010. 8 İsmail el-Haseni, Nazariyyetu’l-Makâsıd ınde Tahir b. Âşûr, Herndon, el-Ma‘hadu’l-Âlemi lil fikri’l-İslami, 1995. 9 Yusuf Âlim, el-Makâsıdu’l-âmme liş-Şeriati’l-İslamiyye, Herndon, el-Ma‘hadu’l-Âlemi lil fikri’lİslami, 1994. 10 M. Kemaleddin İmam, Delilu’l-İrşâd ila Makasıd, Kahire, el-Furkan Araştırma Merkezi, 2011. 11 Talip Türcan, İslam Hukuk Biliminde Norm –Amaç İlişkisi, Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2009 4 5 5 Hukuk Normu ( Kavramsal Analiz ve Geçerlilik Sorunu)12 Bu eserlerin ikiside akademik tezlerdir. Türcan bu iki eserinde hukukçu yönünden dolayı İslam hukuk felsefesinde kullanılan kavramları, modern hukuk felsefesi çerçevesinde değerlendirmektedir. Türcan norm amaç ilişkisini incelerken de bu kavramların hukuksal boyutunu inceleyip daha sonra bu iki kavramın uyum –uyumsuzluk sorununa değinmektedir. Yine bu alanda Ali Pekcan’nın ela aldığı İslam Hukuku Usulünde Zaruriyyat Haciyyat Tahsiniyyat Meselesi13, Makasıd Teorisine Giriş,14 Makasıd Literatürüne Dair15, eserleri bu sahada kaleme alınmış önemli eserlerdendir. Ertuğrul Boynukalın’nın doktora tezi olarak sunduğu “İslam Hukukunda Gaye Problemi”16 istifade ettiğimiz önemli tezlerden biridir. Ahmet Yaman editörlüğünde “Makasıd ve İçtihat” eserinde bir araya toplanan makaleler de konuya katkı sağlayan güzel bir çalışmadır.17 Talip Türcan, İslam Hukuk Biliminde Hukuk Normu, Ankara, Ankara okulu yayınları, 2003 Ali Pekcan, “İslam Hukuku Usulünde Zaruriyyat Haciyyat Tahsiniyyat Meselesi,” Konya, S.Ü.S.B.E.(basılmamış doktora tezi), 1999. 14 Ali Pekcan, Makasıd Teorisine Giriş, Konya, Hikmetevi yayınları, 2013. 15 Ali Pekcan “Makasıd Literatürüne Dair” İslam hukuku araştırmaları dergisi, sy.11 2008. 16 Ertuğrul Boynukalın, “İslam Hukukunda Gaye Problemi,”(basılmamış doktora tezi) İstanbul, M.Ü. 12 13 S.B.E. 1998. 17 Ahmet Yaman, Makasıd ve İçtihad, İslam Hukuk Felsefesi Araştırmaları, İstanbul, Rağbet, 2010 6 I-MUHAMMED TAHİR BİN ÂŞÛR’UN YAŞADIĞI ÇEVRE İnsan yetiştiği çevrenin sosyal, kültürel ve siyasi durumundan doğrudan etkilenir. Bu etkileşim insanın fikrî ve ilmî şahsiyetine etki eder. Bundan dolayı büyük şahsiyetlerin fikirlerinden önce hayatlarını incelemek, doğru tespitler yapabilmek için gereklidir. Bu açıdan M. Tahir b. Âşûr’un yaşadığı çevre hakkında ilk olarak siyasi duruma kısaca değinip daha sonra Tunus’ta kültürel durumun nasıl olduğu, Fransız kültürünün buradaki etkileri, Zeytune eğitim kurumunun bundan ne kadar pay aldığını ele alacağız. Üçüncü olarak Tunus’ta ilmî ortamın nasıl ve ne durumda olduğu, hangi meşhur eğitim kurumlarının bulunduğu, Zeytune eğitim kurumunun eğitim kurumları arasındaki yerinin ne olduğu sorularına cevap arayacağız. A-TUNUS’TA SİYASİ HAYAT Tunus zaman zaman farklı devletlerin yönetimi altında kaldı. Bunların en etkili olanları hiç şüphesiz Emevi, Abbasi ve Osmanlı devletleridir.18 Tunus bu üç devletin kültürel, sosyal ve ilmî hayatından doğrudan etkilendi. Bu etkileşim kendisini mimaride, sosyal hayatta, özellikle de ilmî sahada gösterdi. Nitekim İbn Âşûr’un eğitim gördüğü kurumların ders programları yukarıda sayılan devletlerin ilmî geleneğini yansıtmaktadır.19 İbn Âşûr’un dünyaya geldiği dönemde Tunus’ta siyasi ve sosyal hayat çalkantılıydı. Devlet dairelerinde rüşvet yayılmış, dış borçlar artmış, halkın sırtına ağır vergiler yüklenmiş, güven ve emniyet kaybolmuştu. Milli servetin çarçur edildiği, dış mihrakların Tunus’a nüfuz ettiği, halk içinde ve devlet yönetiminde yolsuzlukların yayıldığı bir ortam mevcuttu. Bu dönemde vezir Mustafa bin İyâd’ın halkın mallarını yanına alarak Fransa’ya kaçması, ülkenin durumunu özetlemekteydi.20 Batılı devletler bu ortamı bahane ederek ekonominin iyileştirilmesi, dış borçların ödenebilmesi, İsmail Göksoy Çağdaş İslam Ülkeleri Tarihi, Isparta, Fakülte kitabevi, 1997, s. 37. Sabri Hizmetli, “Osmanlı Döneminde Tunus ve Cezayir’in Eğitim ve Kültür Tarihine Genel Bir Bakış”, AÜİFD. 1953, c. 32 s. 15. 20 Bilkasım el-Gâlî, Şeyhu’l-Câmi’l-A ‘zam Muhammed Tâhir b. Âşûr Hayatuhu ve Asaruhu, Beyrut, Dâru İbn Hazm, 1996, s. 17-18. 18 19 7 refahın yükseltilmesi ve işsizliğin azaltılması bahaneleriyle ülkeyi işgal ettiler. Bu işgal sorunları daha da kötüye götürdü ve herhangi bir iyileşmeye de sebep olmadı.21 Tunus’taki bu olumsuzluklar siyaset adamlarını reforma ve birtakım değişikliklere zorladı. İlk reform hareketi 1837-1855 yılları arasında Ahmet Bey22 dönemine aitti. Bu dönemde eğitim alanında, askeri ve iktisadi alanda reformlar yapıldı. Ahmed Bey batı yaşam tarzını ve modernizmini benimsedi, ülkedeki yabancılara iyi davrandı, teknik ve askeri okullar açtı. Ahmet Bey Osmanlı devletiyle de ilişkilerini güçlendirdi. Fakat bu reformlara rağmen ülkede kötüye giden ekonomik durumu düzeltemedi.23 Ahmet Bey yönetiminin Tunus’u modernleştirme adına izlemiş olduğu siyaset, Tunus’ta kültürel ve ilmî açıdan bazı değişimlere yol açmıştı. Bu değişimlerden biri de Zeytune’deki eğitim programının yenilenmesiydi.24 Tunus’ta ikinci önemli reformu Mehmet Paşa’nın veziri Hayrettin Paşa yapmıştır. Hayrettin Paşa ülkedeki harcamalarda tasarrufa gitti. Halk üzerindeki adaletsiz vergi alımını düzenledi. Modern dini eğitim kurumları kurdu. Halka yapılan haksızlıkları en aza indirmeye gayret etti. 1857’de devlet adamlarının yetiştirilmesi için Sâdıkıyye okullarını kurdu. O bir takım önemli gelişmelere ve reformlara imza attı. Bütün bu gayretlerine rağmen 1877’de çeşitli bahaneler ileri sürülerek görevinden alındı. Tunus’ta XIX. yüzyıldaki en geniş ve ileri reformları Hayrettin Paşanın yaptığını söylemek mümkündür.25 Öyle ki günümüzde Tunus yöneticileri ve ilim adamlarının birçoğu onun kurduğu Sadıkiye eğitim kurumlarından yetişmiş ve ülkenin gelişmesinde önemli katkılara imza atmışlardır. Avrupa’nın Tunus’a baskıları ve içişlerine müdahil olması, ekonominin Fransa’nın eline geçmesi, ülkeyi iflasın eşiğine getirdi. Fransa 1884’de birtakım bahanelerle ülkenin yönetimini ele aldı. Ülkedeki okulları, kısmen yargıyı ve ekonomiyi Avrupa tarzı kurumlara çevirdi. Fransa’nın yapmış olduğu bu müdahale Gâlî, Şeyhu’l-Câmi’l-A ‘zam, s.18. Ahmed Bey ö. (1806-1855) Osmanlı Devleti yönetimindeki Tunus’ta 1705-1881 yılları arasında hüküm süren Hüseynî hânedanının onuncu beyidir. (1837-1855). 23 Ahmet Kavas, “Tunus”, DİA, İstanbul, 2012, c. XLI, 390. 24 Hizmetli, “Osmanlı Döneminde Tunus ve Cezayir’in Eğitim ve Kültür Tarihine Genel Bir Bakış”, s. 19. 25 Bkz. Mehmet Maksutoğulu “Ahmed Bey”, DİA, İstanbul,1989, c. II, 48. 21 22 8 kültürel olarak Tunus’ta eğitimden sanata birçok alanda Fransız kültürünün yerleşmesi sonucunu doğurdu.26 Bununla ilgili olarak İbn Âşûr Arapçanın Tunus’ta istilaya uğradığını belirtmiş ve Arap diline önem atfetmesine neden olmuştur. Birçok elit tabakanın çocukları Fransa okullarında eğitim aldı. Bu kesim bir zaman sonra Tunus’ta bağımsızlık mücadelesi verenlerin öncüleri oldu. I. Dünya savaşından sonra, Düstur Partisi mücadele için halkı örgütledi. Bu mücadeleler uzun süre devam etti. Fakat Fransa radikal kabul ettiği Düstur Partisi yerine daha çok Tunus milliyetçiliğini ve laik sosyalist yapıları destekledi. 1930’lara gelindiğinde batıda eğitim almış modern kültüre sahip bir gençlik yetişmiş oldu.27 Bunlarla Fransa, ülkedeki İslami muhalefeti engellemeyi başardı. Laik ve milliyetçi aydınlar kitlesi himayesinde 1956’da Ülkenin bağımsızlığı ilan edildi.28 Tunus’un siyasi ayağını halen bu gençlik oluşturmaktadır. Zamanla İslami örgütlenme gelişmeye başlamış fakat aşırı baskılar yüzünden yurt dışında faaliyet yürütmek zorunda kalmışlardır.29 B-KÜLTÜREL HAYAT Tunus Kuzey Afrika’daki konumundan dolayı yüzyıllarca kültürel geçiş noktalarından biri olmuştur. Batı mağribin başlangıcı doğu mağribin bitişi, aynı zamanda Kuzey Afrika’nın batıya açılan kapısı olması Tunus’u tarih boyu önemli kültür merkezlerinden biri yapmıştır.30 Bu konumu nedeniyle Tunus doğu batı kültür sentezi ve eski Yunan kültürünün etkisi altında kalmasına sebep olmuştur. Tunus, Emevi, Endülüs, Abbasî, Fatımi ve Osmanlı kültürlerinden doğrudan etkilenmiştir.31 Fakat İbn Âşûr’un yaşadığı dönemde en çok Osmanlı ve Fransız kültürlerinin etkili olduğunu söylemek mümkündür.32 Çünkü Fransız ihtilali 26 Bkz. Tunus Dil ve Tarih Kurumu Resmi Web Sitesi http://www.sis.gov.eg/newVR/acadmy/html/acadmay01.htm 27 Ruhat Gülşah Erdem, “Tunus’ta İslamcı Hareketlerin Yükselişi; en-Nahda Örneği”, (basılmamış yüksek lisans tezi) Ankara, A.Ü.S.B.S. 2014 s. 26. 28 Ahmet Kavas, “Tunus”, DİA, İstanbul, 2012, c. XLI, 390. 29 Erdem, “Tunus’ta İslamcı Hareketlerin Yükselişi; en-Nahda Örneği”, s. 56-65 30 Feridun Bilgin, “Osmanlı Hâkimiyetindeki Tunus’a Endülüs Müslümanlarının Göçleri,” Akademik İncelemeler Dergisi, 2013, sayı 1, s. 29. 31 İsmail Yiğit, “Tunus”, DİA, İstanbul, 2012, c.XLI, 393. 32 Hizmetli, “Osmanlı Döneminde Tunus ve Cezayir’in Eğitim ve Kültür Tarihine Genel Bir Bakış”, s. 10 9 başladığında iki yaşlarında olan İbn Âşûr gençliğinde bilfiil kültürel etkileşime şahit olmuştur. İbn Âşûr’un doğumundan önceki üç asır boyunca Osmanlı kültürünün hâkim olması İbn Âşûr’a iki kültürü de tanıma, doğu ve batı kültürleri arasında karşılaştırma yapabilme imkânı vermiştir. İbn Âşûr döneminde ülke birçok gelişmeye sahne oldu. Fransız ihtilali ülkede siyasi, sosyal, kültürel ve fikri çalkantılara kapı araladı. Fransızların acımasız ve yıkıcı işgaline karşı, halk ayaklanmaları, gösteriler, isyanlar gerçekleşiyordu. 1884’te Fransızlar tarafından işgale uğrayan Tunus’ta işgal sonrası kültür, siyaset ve ekonomi alanlarında gözle görülür değişiklikler olmuştu. Dışarıdan ve içeriden gelen çağrıların bir sonucu siyasi ve sosyal bilimler alanlarında batı tarzı eğitim vermek üzere Sâdıkıyye ve Halduniye eğitim kurumları açıldı. Diğer taraftan Zeytuniye eğitim kurumlarında ıslah çalışmaları başladı.33 Böylece farklı kolektif bir ıslah çalışması başlamış oldu. Birçok düşünür aydın ve ileri gelen, bu durumun sebepleri üzerine kafa yormaya ve yeni arayışlara girdiler.34 Bu gelişmelere kafa yormaları beraberinde fikrî gelişimi, pratik düşünceyi ve entelektüel birikimi artırdı. İbn Âşûr’un yetiştiği dönemde basın yayında da önemli gelişmeler oldu. ElHâdira ve ez-Zehra gazeteleri yayın hayatına1888’de girdi. Bunları müteakip Sebilü’rReşad gazetesi Abdülaziz es-Seâlibi idaresinde yayına başladı.35 Bu gelişmeler zamanla ülkedeki ıslahçı şahsiyetlerin yetişmesinde etkili oldu. İbn Âşûr döneminde Tunus’ta dil ve edebiyat alanındaki gelişmelerde, fikri uyanışın artması ve yayılmasında şu unsurlar önemli rol oynamıştır: Sâdıkıyye Eğitim Kurumunun kurulması. Zeytune Eğitim Kurumunun programındaki düzenleme ve ıslah çalışmaları. Abdaliye Kütüphanesinin kurulması. Basın ve yayıncılığın teşvik edilmesi.36 Bkz. Erdem, “Tunus’ta İslamcı Hareketlerin Yükselişi; en-Nahda Örneği”, s. 8-27 Muhâmmed Habib İbnü’l-Hoca, Şeyhu’l-İslâm el-İmamu’l-Ekber Muhâmmed et-Tâhir İbn Âşûr ve Kitabuhu Makâsıdü’ş-Şeriâti’l-İslamiyye, Tunus, Daru’l Arabiyye, 2008, s. 48. 35 Gali, Şeyhu’l-Câmi’ l-A ‘zam, s.32. 36 İsmail Yiğit, “Tunus”, DİA, İstanbul, 2012, c. XLI, 394. 33 34 10 Özellikle Abdaliye kütüphanesinde ilmiye sınıfı fikrî tartışmalar ve karşılıklı ilmî münazaralar yapıyorlardı. Bu maarif meclisleri ve Tunus’ta yayımlanan gazeteler, ıslah hareketleri ve toplumsal gelişmeler; İbn Âşûr’un görüşlerinin oluşum aşamasında önemli etkiler bırakmış ve onu ıslah düşüncesine itmiştir.37 II- M. TAHİR B. ÂŞÛR’UN HAYATI A-DOĞUMU VE NESEBİ M. Tahir b. Âşûr Akdeniz kıyısına 20 km uzaklıktaki Tunus ilinin kuzeyine düşen Mersa köyünde h.1296-m.1879 yılında dedesinin sarayında dünyaya geldi. Tam adı Muhammed bin Tahir bin Muhammed bin Muhammed bin Tahir bin Muhammed bin Muhammed Şâzeli bin Abdulkadir bin Muhammed bin Âşûr’dur. Annesi ise Fatıma binti Şeyh vezir Muhammed Aziz bin Muhammed bin Habib bin Muhammed Tayyib bin Muhammed bin Muhammed bin Bu’tûr’dur.38 B- ÂŞÛRİYE AİLESİ Endülüs’ün Sela şehrinde dünyaya gelen İbn Âşûr’un dedesi Endülüs’ten dinini korumak, zulümden ve Hristiyanlaştırılmaktan kurtulmak amacıyla Fas’a göç etmiş ve orada vefat etmiştir. Dede Âşûr, ilim ehlinden olup kadılık, müftülük, müderrislik, şura meclisi üyeliği gibi önemli görevler üstlenmiştir.39 Aynı zamanda birçok telif, haşiye ve şerh yazmıştır. Bunlardan birkaçı şunlardır: Haşiye ala Katrun-Neda, eş-Şerhu ala’l- Bürde lil-Bûsıri, Haşiye ala’l- Mahalli ala Cem`il-Cevâmi` , Haşiye ala İbn Said ala’l- Eşmûnî. İbn Âşûr’un babası da önemli bir şahsiyettir. Kendisi özellikle idari ve toplumsal yönlerde ileri bir zattır. Âşûriye ailesi Tunus’ta, ilim irfan ve fazilet saçan bir aile olarak tanınmıştır. Bu ilmi ortamın İbn Âşûr’un ilim tahsiline yönelmesine büyük etkisi olmuştur. Gali, Şeyhu’l-Câmi’l-A ‘zam, s.33-35. Muhammed İbrahim el-Hamd, Teracimu Tis`atu’z-Zeytuniyye, Tunus, 2007, s. 153. 39 Ahmet Coşkun, “İbn Âşûr”, DİA, İstanbul, 1999, XIX, 333. 37 38 11 C- EĞİTİM HAYATI İbn Âşûr’un ilim yolculuğu, ahlak ve terbiyenin kendisini çevrelediği bir ailede başladı. İlk ilim tahsilini aile içinde baba ve dedesinden alarak altı yaşında hafız oldu. Eğitiminde Muhammed b. Âşûr40 (ö.1920) ve Muhammed b. Ebu Butur’un41 (ö.1907) önemli yerleri vardır. İbn Âşûr ilkokula Ebu Hadid medresesinde başladı.42 Medresedeki üstün başarısı ve kabiliyeti ile diğer öğrenciler arasında temayüz etti; okulunu bitirince de lise eğitimi için Zeytune külliyesine kaydoldu.43 Geniş ders müfredatına sahip bu külliyede âlet ilimleri yanında temel İslam ilimleri de veriliyordu. Âlet ilimlerinden: nahiv, sarf, belagat, aruz, mantık, temel İslam ilimlerinden: Tefsir, kıraat, hadis, mustalahül- hadis,(hadis terimleri ve usulü) kelam, fıkıh usulü, fıkıh, miras gibi dersler okutuluyordu.44 Yedi yıllık bu eğitimin ardından 1899\1317’de diplomasını Zeytune Üniversitesinden aldı.45 İbn Âşûr’un Zeytune ’de aldığı eğitim onu temel İslam bilimlerinde yetiştirmiş, aynı zamanda ilmî ve fikrî altyapısının oluşmasına da katkı sağlamıştır. İbn Âşûr’un böyle bir ilmî ortamda yetişmesi ve eğitim alması, onu akranlarına göre öne çıkarmıştır. Bu eğitim sayesinde o, İslam sanat ve edebiyatına, İslam fıkıh ve tefsirine geniş perspektiften bakabilmiştir. İbn Âşûr eğitim ve öğretim süresi içinde çeşitli eğitim dallarında görev yapmıştır. İslami ilimleri detaylı ve etraflı bir şekilde okumuştur, daha sonra bunları başkalarına aktarmıştır, böylece o bütün dini ilimlerde yetkinliği artmıştır. Bu sayede o, bütüncül ve engin bir bakışla eserlerini kaleme almıştır. Medrese eğitim sisteminde okutulan dersleri hem okumuş hem de okutmuştur. Bu da ona realiteye daha uygun daha gerçekçi bir bakışla, gerçek bir eğitim sistemi ortaya koyabilme imkânı vermiştir. Muhammed b. Âşûr İbn Âşur’un baba tarafından dedesi olur. Muhammed b. Ebu Butur İbn Âşur’un anne tarafından dedesi olur. 42 Gali, Şeyhu’l-Câmi’ l-A ‘zam, s.37-39 43 Bkz. Hizmetli, “Osmanlı Döneminde Tunus ve Cezayir’in Eğitim ve Kültür Tarihine Genel Bir Bakış”, s. 14 44 İbn Hoca, Şeyh’ul-İslâm el-İmamu’l-Ekber, s.148-152 45 Coşkun, “İbn Âşûr”, DİA, c. XIX, 333 40 41 12 F- YAPTIĞI GÖREVLER M. Tahir b. Âşûr Zeytune’ den mezun olduktan sonra aynı okulda 1925 yılında icra edilen müderrislik imtihanını kazanarak öğretim görevlisi kadrosuna atandı.46 Zeytune’ de sekiz yıl süren eğitim öğretim faaliyeti boyunca tecrübesi arttı ve ilmî melekeleri gelişti. Tefsir dersinde ince ve engin anlayışıyla Kur’an’ı tefsir eder, bilinmeyen kelimeleri açıklar, ayetler üzerinde geniş analizler yapar, bu dersleri de makale şeklinde Zeytune dergisinde yayınlardı.47 İbn Âşûr hayatının önemli kısmını akademik, kültürel, ilmi ve dini müesseselerde görev yaparak geçirmiştir. İbn Âşûr, idari ve toplumsal görevler de üstlenmiştir. Bu görevler şunlardır: 1905’de Halduniyye Derneği’nin yönetim kuruluna üye oldu. Kitaplara ve el yazma eserlere merakıyla bilinen İbn Âşûr, aynı sene üye sıfatıyla 1905’de Sâdıkıyye kütüphanesinin fişlenmesi çalışmalarında görev yaptı.48 1907’de İlmiye nâzırı yardımcısı sıfatını aldı. 1908’de eğitim öğretim müfredat oluşturma programı kurulunda, eğitimin genel durumu ve materyalleri üzerine geniş bir rapor hazırladı. Bu raporda temel İslam bilimleri müfredatının ilkokul seviyesine uyarlanmış halini önerdi.49 İbn Âşûr daha sonra 1909’da Milli Eğitim kuruluna üye olarak atandı.50 İbn Âşûr 1910/1327 tarihinde Sâdıkıyye Kütüphanesi başkanı seçildi. 1911’de Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olarak atandı.51 İbn Âşûr otuz iki yaşında bu kurula üye olarak tayin atanması onun derin bir ilme, keskin bir zekâya, ince bir anlayışa sahip olduğunun en güzel göstergelerinden biridir. İbn Âşûr’un yine idari birimlerde görev alması da onun çok yönlü ve aktif bir âlim olduğunu göstermektedir. İlmi ve fikrî yönden iyice olgunlaşan İbn Âşûr yavaş yavaş eğitim hayatının yanında fetva ve şer’i mahkemelerde görevlere tayin edilmeye başlandı. Bunlardan en Coşkun, “İbn Âşûr”, DİA, c. XIX, 334. Faruk Vural, “Tahir b. Âşûr et-Tahrir vet-Tenvir İsimli Eseri”, (yüksek lisans tezi) M.Ü.S.B.E. 2002, s. 75 48 Mehmet Zülfi Cennet, Tahir b. Âşûr ve Nesih Anlayışı, s. 36. 49 Erdem, “Tunus’ta İslamcı Hareketlerin Yükselişi; en-Nahda Örneği”, s. 26-29 50 İbn Hoca, Şeyh’ul-İslâm el-İmamu’l-Ekber, s.160. 51 Coşkun, “İbn Âşûr”, DİA, c. XIX, 334. 46 47 13 İstanbul, önemlileri, Mâliki mezhebinin kadısı olarak Şer’i kurula atanması ve Tunus müftülüğüne getirilmesidir. İbn Âşûr bir yıl görev yaptıktan sonra Tunus müftülüğünden alındı. Onun bu görevden alınmasında ıslah projesine engel olmak isteyen Zeytune ulamasının eli vardır. Onlar İbn Âşûr’un tecnis52 fetvasını verdiği yönünde yaygara çıkardılar. Hâlbuki İbn Âşûr o fetvayı vermemiştir. İftirayı ona yamamak isteyenlerin kastı, halk nazarında itibarını zedelemek, idareci nezdinde küçük düşürmekti.53 Tunus müftülüğüne 1945’de tekrar getirildi ve 1952’ye kadar devam etti. Tunus’un bağımsızlığa kavuşmasından sonra 1956’da Zeytune Üniversitesine rektör olarak atandı.54 G- EVLİLİĞİ ÇOCUKLARI VE VEFATI Muhammed b. Âşûr Tunus’un önde gelen ailelerinden birinin kızı Fatıma binti Mustafa Muhsin ile evlendi55. Bu birliktelikten üç erkek iki kız çocuğu dünyaya geldi. Erkeklerin adları, el-Fadıl, Abdülmelik ve Zeynel Abidin, kızların adları ise Ümmü Hâni ve Safiye’dir. Muhammed Tahir b. Âşûr 13 Recep 1393/12 Mart 1973’te Tunus’ta bir Pazar günü 94 yaşında vefat etti. Zellâce kabristanına ilk oğlu Muhammed Fadıl’ın yanına defnedildi.56 Fransa’nın Tunus’lulara vatandaşlık vermesi üzerine milliyetçi yazarlar bu durumu boykot ettiler. Bu boykot olayı Fransa’yı dönemin Din İşleri Yüksek Kurulundan vatandaşlık almanın caiz olduğuna dair fetva almaya yönetti. İşte bu fetva tecnis fetvası ismiyle yaygınlık kazandı. 53 Bkz. Fransa Dışişleri Bakanlığı 19.04.1933 tarihli Tecnîs meselesi raporuna Fransa’nın Tunus temsilcisi tarafından dava sunulmuştur, Trc. Hamadi es-Sahili, Resmi belgeler, rakam, 4, Tunus, Milli Akademik Merkezi bilimsel ve sanatsal belgelendirme bölümü, 1984. 54 Coşkun, “İbn Âşûr”, DİA, c. XIX, 333 55 İbn Hoca, Şeyhu’l-İslâm el-İmamu’l-Ekber, s.162. 56 Gali, Şeyhu’l-Câmi`l-A ‘zam, s.68. 52 14 III- İBN ÂŞÛR’UN İLMİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ A- İLMİ KİŞİLİĞİ M. Tahir b. Âşûr XX. asırda Tunus’un önde gelen ilim ve fikir adamlarından biridir. Tunus’un meşhur eğitim kurumlarından Zeytune’ de öğrenim görmesi ve uzun yıllar burada ders vermesi ona ilmî açıdan büyük bir donanım kazandırdı. Öğrenim süresi boyunca gördüğü sistematik eğitim onun ilmî kişiliğinin oluşmasına önemli katkı sağladı. Zeytune’ ye önce öğrenci, sonra öğretici olarak devam etmesi, ona ciddi bir eğitmenlik vasfı kazandırmıştır. Öte yandan İbn Âşûr’un bu kurumda öğretim kadrosuna geçmesi kendi eğitim hayatında iken görmediği birçok açık ve eksikliği gösterme, çektiği sıkıntı ve eksikliklerle, ders verirken karşılaştığı problemleri birlikte değerlendirme imkânı vermiştir. Bu değerlendirme sonucu İslami ilimlerde ıslah çalışması yapma gereği duymuştur. İbn Âşûr’un İslami ilimlere objektif olarak bakması, bu ilimlerin teorisini taassuba da düşmeden tenkit etmesi, onun ilmî bir şahsiyet ve akademik bir karakter kazandığının göstergesidir. İbn Âşûr yenilikçi bir ilmi kişiliğe sahip olduğunu eğitim ve sosyal hayata dair kaleme aldığı eserlerden anlaşılmaktadır. Yine İbn Âşûr bilimsel eleştiriyi sıkça yapan kendisini eleştirenlere saygı duyan bir şahsiyete sahiptir. İbn Âşûr ilmi çalışmalarına ciddiyetle yaklaşan ve vaktinin önemli kısmını ilmi çalışmalara ayırmıştır. Kendisi sorgulayıcı bir şahsiyete sahiptir. Bundan dolayı tefsirinde ve makasıd kitabında klasik usulü sorgulamaktan, yeri geldiğinde bazı usullleri kabul etmemekten geri durmamıştır. 15 B- İBN ÂŞÛR’UN ESERLERİ M. Tahir b. Âşûr kendisinden sonraki nesillere birçok telif eser bıraktı. Farklı bilim dallarında önemli eserler yazdı. Yazdığı eserler büyük yankı uyandırdı. Başlıca eserleri: - Tahrîru’l-ma’ne’s-Sedîd ve Tenvîru’l Akli’l-Cedîd min Tefsiri’l-Kitabi’l-Mecid: İbn Âşûr daha sonra bu ismi muhtasar hale getirmiş ismini “et-Tahrir ve’t-Tenvir mine’t-Tefsir” şeklinde değiştirmiştir.57 Tefsiri otuz dokuz yıl devam eden bir sürede yazmış ve ilk cildi 1956’da Tunus’ta basılmıştır. Tefsirinde özgün dilsel analizler yapmıştır. Güncel fıkıh meselelerini ayetlerle açıklamaya çalışmıştır. İbn Âşûr bazı güncel konulardaki görüşlerini ayetlerle desteklemiştir.58 Bu eser modern dönemde yazılan en önemli eserlerden biridir.59 - Makâsıdu’ş-Şerîati’l-İslamiyye: İslam hukuk felsefesi ile ilgili bu eser, İbn Âşûr’un tefsirinden sonraki en önemli eseridir. Bu eseriyle o makasıd ilminde ikinci üstat olarak anılmaya başlanmıştır. Eser birçok defa basılmıştır.60 - Usul’un-Nizam el-İçtimai fî’l-İslam: bu eserinde İslam sosyal hayat sistemini ve İslam’ın ictimai yönünü ele almıştır. Modern dönemde Müslüman toplumların nasıl olması ve ne yapması gerektiği, İslam toplumunun temel değerleri vb. konuları da işlemiştir.61 - Eleyse’s-Subhu bi Karîb: Bu onun eğitim ve öğretim alanındaki ıslahatçı görüşlerini ve İslami ilimlerdeki gerilemeyi ve sebeplerini anlattığı kitabıdır.62 Müellifin diğer eserleri şunlardır: el-Vakfu fi’l-İslam, Keşfu’l-Muğatta mine’lMeâni ve’l-Elfaz el-Vâkia fi’l-Muvatta, Kıssatu’l-Mevlid, el-Havâşi ala’t-Tenkıh elKarafi (Fıkıh Usulü), Reddun ala Kitabi el-İslam (Ali Abdurrezak), Fetvalar ve fıkıh Muhammed el-Hamd, Teracimu Tis ‘atu’z-Zeytuniyye, s.155. Coşkun, “İbn Âşûr”, DİA, XIX, 334. 59 M. Tahir İbn Âşûr, et-Tahrir ve’t-Tenvir mine’t-Tefsir, Tunus, Daru’l-Tunusiyye lin-Neşr. 1984. 60 M. Tahir İbn Âşûr, Makâsıdu’ş-Şerîati’l-İslamiye, Beyrut, Daru Lübnan littibaa ve’n-neşr, 2011/1432 61 M. Tahir İbn Âşûr, Usulu’n-Nizami’l-İctimâi, Tunus, eş-Şerikatu’t-Tunusiyye, 1985. 62 M. Tahir İbn Âşûr, Eleyse’s-Subhu bi- Karîb, Tunus, 1988. 57 58 16 risaleleri. et-Tevdîh ve’t-Tashih fi Usul Fıkıh. en-Nazaru’l-Fesih inde Madayıkı’lEnzar fi’l-Cami es-Sahih. M. Tahir b. Âşûr büyük bir dil bilimci, bir şair ve belagat âlimidir. Arap dil bilgisi ve edebiyatı alanlarında da birçok eser vermiştir. Bu eserler şunlardır:63 Usulu’l-İnşa ve’l Hitabe, Mucezu’l-Belağa, Şerhu Kasidetil-Â’şâ, Şerhu Divani Beşşar, El-Vâdih fi Müşkilâti’l-Mütenebbi li-bni Cinnî, Surukat el-Mütenebbi, Şerhu’l-Mukaddimeti’l Edebiyye li-Merzuki ala Divan el-Hamâse, Tahkik Fevaidi’il-Akyan li-Fethi bin Hakan, Divan en-Nâbiga ez-Zübyâni, Tahkik Mukadime fi’n-Nahv (Halef el-Ahmar), Teracim li-Ba’zı’l-A’lam, Tahkiku Kitabi ‘l-İktidab (li’Betlusi), Cem’u ve Şerhu Divan Sehîm, Şerhu Muallakâtu İmri’il-Kays, Tahkik li’şerhi’ l-Kuraşî ala Divani’ lMütenebbi, Garâibu’l-İsti‘mal, Tashih ve Talik ala’l- İntisar li’Hakim b. Züheyr ve Şerh Divan b. el-Hashâs’dir. 64 63 64 İbn Hoca, Şeyhu’l-İslâm el-İmamu’l-Ekber, s.455. Muhammed el-Hamd, Teracimu Tis ‘atu’z-Zeytuniyye, s.153 ; Gali, Şeyhü’l-Câmi`el-A`zam, s.70. 17 IV- İSLAM HUKUK FELSEFESİNİN TANIMI KAPSAMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ A- TANIM VE KAPSAM Felsefe, Grekçe “sevgi” anlamına gelen fila ile “hikmet” anlamına gelen sofia ve “hikmet sevgisi” kelimelerinin birleşmesinden filasofia terimi Arapçaya felsefe şeklinde geçmiştir. Felsefe, varlık bilgi ve değerler alanıyla ilgili problemleri akılcı, tenkitçi yöntemlerle inceleyen ve temellendiren sistemli fikrî faaliyetler bütünüdür. Başka bir ifadeyle felsefe, varlığı tümel anlamda derinliğine ve bütün boyutlarıyla inceleyen tümel bilgiler sistemine denir.65 Felsefe varlığı önce ontolojik olarak inceler sonra bu varlığı ele alıp ve bu tanımlamayı epistemolojik olarak yapmaya çalışır. Bu tanımlama onun varlığı tanıma ve anlayışını yansıtır. Bu aşamadan sonra artık varlığı bir değerlendirmeye yani aksiyolojik olarak, bilgi değer ilişkisini inceleyen ve varlığı bir değerlendirmeye tabi tutan ilimdir.66 Hukuk, ‘hak’ kelimesinin çoğulu olup kâide, salahiyet ve iktidar manalarına gelir. Terim olarak ise toplum hayatında şahısların birbirleriyle ve toplumla olan ilişki ve alakalarını tanzim eden ve uyulması kanun gücüyle desteklenmiş bulunan toplumsal kurallar bütünüdür.67 Hukuk ve felsefe terimlerini tanımladıktan sonra hukuk felsefesi kavramını açıklayabiliriz. Hukuk felsefesi: Normların gayelerini, konulma hikmetlerini, hukukun nihai hedefinin ne olacağını araştıran ilim dalıdır. Hukukun kanun koymada hangi ilkeleri gözeteceğini, hukukun kaynaklarını ve gelişimini hukuk felsefesi araştırır.68 Hukukta asıl olanın ne olduğu ‘hak ve adalet’ kavramlarının gerçekleştirmek istediği, gayenin ne olduğu yine hukuk felsefesini ilgilendiren bir konudur. Buradan yola çıkarak hukuk Mahmut Kaya, “Felsefe”, DİA, İstanbul,1995, c. X11, 311 Nigel Warburton, Felsefeye Giriş, Terc. : Ahmet Cevizci, İstanbul, Paradigma Yayınları, 2000, s. 1 67 Necip Bilge, Hukuk Başlangıç Dersleri, Ankara, Ank. Üniv. huk. Fak. Yayımları, 1975, s.6. 68 Yasemin Işıktaç, Hukuk Felsefesi, İstanbul, filiz kitabevi, 2006, s.15. 65 66 18 felsefesini şöyle tanımlayabiliriz: Hukuk felsefesi, hukukun mahiyetini inceleyen, nihai amacını ve gayesini araştıran bir bilim dalıdır.69 İslam hukuk felsefesi İslam Hukuk’unda değişik adlar altında yer almıştır. Bunlar: Hikmetu’ş-Şeri’a: Hukuki normların konulmasındaki gaye, hikmet, hedef ve sebepler demektir. İslam hukuk tarihinde az da olsa bu isim kullanılmıştır. Mehmet Erdoğan hikmetüş-şeria’yı şöyle tanımlıyor: “Şâri Teâlâ’nın kullarının dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak için koymuş olduğu hükümlerin gayelerini, umde, esas ve ilkelerini kavrama ilmidir. Bütün hükümlerin nihai amacı insanın fıtrî yapısını koruyarak, fert ve toplum olarak onu mutlu kılmaktır. Onun bu mutluluğunu hem dünyada hem de ahirette sürdürmek ve duyabileceği her türden ihtiyaçları meşruiyet çerçevesi içinde karşılamaya çalışmaktır. Bu itibarla cüz’i hükümlerin bu bütünlük içerisinde, asıl maksadı gerçekleştirici mahiyette değerlendirilmesi gereği vardır. İşte bu ve benzeri konuları ele alan ilme makâsıdu’ş-şerîa veya hikmetu’ş-şeri’a denmektedir.”70 Felsefetü’ş-Şeri’a: İslam hukuk felsefesi kavramının tam tercümesi ve Arapça karşılığı bu terimdir. Bu terimin Şâri’in koyduğu normların asıl gayesinin ne olduğu üzerine kafa yorma, düşünme anlamına geldiği söylenebilir. Bu terim, bu yüzyılda türemiş ve İslam dünyasına modern dönemde hukuk felsefesinin karşılığı olarak geçmiştir.71 Makâsıdu’ş-Şeri’a: Makâsıd,( )مقاصدmaksıd مقصد kelimesinin çoğuludur. ِ Makasıd قصدfiilinden türemiş olup niyet, gaye, hedef, sebep anlamlarına gelmektedir. ( )قصدkasd: Bir şeyi hedeflemek bir yola gitmeye niyet etmek, yönelmek manalarına gelmektedir.72 Yukardaki manalardan yola çıkarak makasıd için şöyle bir tanım yapılabilir. Makâsıdu’ş-Şeri’a, hüküm ve kanunların sırrı ruhu mantığıdır. Başka bir Niyazi Öktem, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Dersleri, İstanbul, 1987,s.4-5. Murat Şimşek, “Şah Veliyullah Dehlevi’nin İslam Hukuk Felsefesi ile İlgili Görüşleri (makâsıd’uş-şeri’a)” (basılmamış yüksek lisans tezi), Konya, S.Ü.S.B.E, 2002, s.28. 70 Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Rağbet,1998, s. 338. 71 Öktem, Hukuk Felsefesi, s.38. 72 İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, Beyrut, ty. Dâru Sadır, “ksd” md.; Zebîdî, Tâcu’l-Arus min Cevâhiri’l-Kâmûs, (thk. Ali eş-Şîrî) , Beyrut 1994, “ksd” md. 69 19 ifadeyle, Şâri’nin hükümleri koyarken korumaya çalıştığı gözettiği ilkeler, umdeler, maksatlar, gayeler, hedeflerdir diyebiliriz. Makâsıd terimini Şatıbi çokça kullandığı halde tanımlamamış veya tanımlama gereği duymamıştır.73 İbn Âşûr Makâsıd’ı tanımlarken bunu genel makasıd ve özel makasıd olarak ikiye ayırmıştır. Makâsıd: Hukuk normlarının bütününde veya çoğunda Şâri tarafından göz önüne alınmış nitelik ve hikmetlerdir.74 Bu tanımlar arasında zamanla yaygınlık kazanan ve terimselleşen hiç şüphesiz ki makâsıd kavramıdır. Makâsıdu’ş-Şeri’a terimi Türkçeye İslam hukuk felsefesi şeklinde tercüme edilmiş, zamanla bu kullanım yaygınlık kazanmaya başlamıştır. İslam Hukuk felsefesi teriminin, İslam hukukunda modern hukuktaki Hukuk felsefesi manasında kullanılmasına Talip Türcan şöyle itiraz etmektedir. “İslam hukuku alanında hukukta amaç sorununu konu edinen Makâsıdu’ş-Şeria türü çalışmaların tamamına yakını, mevcut normlar (şer’i ameli hükümler) bütününden hareketle, onlar aracılığı ile gözetilen amaçların tespit ve tasnifine adanmıştır. Sözü edilen çalışmaların, benimsenen yöntem nedeniyle, yaygın kullanımın aksine, kanımızca birer hukuk felsefesi incelemesi olarak nitelenmesi yerinde görülmemektedir. Zira bu çalışmalarda olması gereken amaçlar araştırılmamakta, tümüyle mevcut normlar çerçevesinde kalınarak, onlar yoluyla gözetilen maslahatların tespit ve tasnifi konu edinilmektedir. Hukuk felsefesinde takip edilen yöntemin aksine, olması gereken amaçlardan hukuka değil, olan hukuktan amaçlara gidilmektedir.”75 Talip Türcan’nın itiraz ettiği nokta Makâsıdu’ş-Şeria’nın modern hukuktaki hukuk felsefesinin karşılığı olduğu iddiasınadır. Bu itiraz önemlidir, çünkü makasıdı nasların üzerinde tuttan çevrelerin makasıdın bir hukuk felsefesi olduğu iddiasıyla hareket ediyorlardı. Bu iddia ile de makasıdı klasik usule altarnatif kabul ediyorlardı. Ebu İshak İbrahim eş-Şatıbi, el-Muvafakat, (thk. Meşhur b. Hasan âli Süleyman Hubra) Dâru ibn Affan, 1997, c.2,s.17. 74 Muhammed Tahir b. Âşûr, Makâsıdu’ş-Şerîati’l-İslamiye, Beyrut, Dar Lübnan littibaa ve’n-neşr, 2011-1432, s.191. 75 Türcan, İslam Hukuk Bilimende Norm –Amaç İlişkisi, , s. 10-11. 73 20 B- MAKÂSID FİKRİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ İslam hukuk felsefesi (makâsıd) terimlerinin tanımını verdikten sonra makâsıd teriminin ilk kullanımı ve ilk oluşumu, daha sonra gelişimi ve bu aşamalarda hangi âlimlerin öncü olduğunu ve son dönemlerde ortaya çıkan yeni eserlerin makasıd ilmine katkılarını ele alalım. Makâsıd terimini sözlük anlamında ilk kullananlardan birisi Hakîm-i Tirmizi (ö.III-IV asır)’dir. O, bu terimi es-Salâtu ve mekasıduhâ eserinde zikretmiştir. Mâturidi ise (ö.333/930) Meâhizu’ş-Şeria eserinde bu terimi sözlük anlamında kullanmıştır. Bâkıllânî’nin (ö.403/1010) eserlerinde de bu kullanım görülmektedir. Sözü edilen eserlerin bazıları kayıp bazıları ise doğrudan makâsıd hakkında yazılmamış olup sadece bu lafızları sözlük manasıyla kullanmışlardır. Makâsıd lafzının terimsel manada ilk belirgin kullanımı Kaffâl eş-Şâşî’ye (ö.365/973) aittir. İmam Kaffal Mehâsinu’ş-Şeria’sının başlarında maslahat, makâsıd, terimlerini açıklaması makâsıd kelimesinin terimleşmesinde başlangıç aşaması kabul edilebilir.76 Fakat makasıd ve maslahat terimlerini tanımlarken açık ve belirgin şekilde kullanan İmam Cüveynî’dir. (ö.478/1085) Cüveynî usul âlimlerinden doğrudan makâsıd’a değinen ilk usulcü denilebilir. Çünkü Cüveynî usul ilmine dair “el-Burhan” adlı eserinde dinin makâsıdını vurgulamış ve ahkâmın belirli gayelere yönelik olduğunu idrak edemeyenlerin basiretten uzak olduğunu söylemiştir.77 Makâsıdu’şşerîa’yı beş ana gayeye ayıran ilk bilgin de Cüveyni’dir. Cüveyni’nin ardından öğrencisi Gazâlî (ö.505/1122) makâsıtta hocası Cüveynî’den etkilenmiştir. Nitekim Cüveynî’nin beşli sınıflandırmasını zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât78 olmak üzere üç kısma indiren Gazâlî olmuştur.79 Gazâlî’nin Şifâ’ul-ğalil adlı eseri de başlı başına ta ‘lil meselesini ele alması yönüyle makasıd açısından önemlidir. Gazâlî makâsıd veya 76 Ebû Bekr Muhammed b. Ali Kaffal Şâşî, , Mehâsinu’ş-Şerîa fî Furûi’ş-Şâfiiyye Kitabun fî Makâsıdı’ş- Şerîa ( thk. Muhammed Ali Samak ) , Beyrut, Dâr’ul-Kütüb’ül-ilmiyye, 2007, s.18-41. 77 Ebu’l-Meali Abdulmelik bin Abdullah el-Cüveynî, el-Burhan fi usuli’l-fıkh, Kahire, Dar’ul-Ensar, h.1400, s.295. 78 Gazâlî, Mustasfa, c.II, 481. 79 Ömer Yılmaz, “Makâsıd Düşüncesinin Ortaya Çıkışı ve İlk Kaynakları”(Basılmamış doktora tezi) İstanbul M.Ü. S.B.E 2010, s.14. 21 maslahat terimlerini zararın def’i, maslahatın celbi şeklinde tanımlar. O bir şeyin makâsıd veya maslahat kapsamında sayılabilmesi için küllî beş makâsıdı muhafaza etmesi gerektiğini belirtir. Bu beş makasıdı muhafaza eden her şeyi maslahat, bunları ihlal eden her şeyi ise mefsedet kapsamında görür.80 Burada Şatıbi’nin makâsıdla ilgili birçok konuda Gazâlî’den etkilendiğini de söylemek mümkündür.81 Gazâlî’den sonra gelen İz bin. Abdisselam (ö.660/1262), makâsıdın temelini oluşturan maslahat teorisini müstakil bir eserde, sistematik olarak işlemiştir. “Kavaidu’l-Ahkâm (el-Kübrâ) fi Istılahı’Masalihi’l-Enâm82 isimli eserinde ibadet ve muamelata dair faydaları ve zararları ortaya koyup insanları zarar ve fayda bağlamında iyi amellere teşvik etmiş kötü amellerden sakındırmış ve ikisi çatıştığında hangisinin tercih edilmesi gerektiğini beyan etmiştir.83 Yine İbn Abdüsselam Şeriatın tamamının nasihat olduğunu belirtir. Ayetlerin kötülükten sakındıracağını veya iyiliğe teşvik edeceğini belirtir. O, يا أيها الذين آمنواdiye başlayan ayetleri duyan kişi, ya rabbinden hayra koşmasını veya şerden uzak durmasını isteyen bir nasihat duyacağını belirtir. İbn Abdüsselam Kavaidu’l-Kübra adlı eserinin haricinde İslam hukuk felsefesinin esaslarından olan maslahat ve gaye konusunu incelediği bir eser daha kaleme almıştır. Bu da “Kavaidu’s-Suğra”, el-Fevaid fi Muhtasari’l-Makâsıd’ adlı eserdir. Bu eserde “el-Kavaidü’l-Kübra” eserini özetlemiş ve burada maslahat ve makâsıdla ilgili kaideleri ve misalleri toplamıştır.84 İbn Abdüsselam’ın öğrencisi Şihâbuddin el-Karâfi (ö.684/1286) Usul ilmine dair kaleme aldığı Nefâisu’l-Usul85 eserinde sistematik bir şekilde olmasa da yer yer makasıdın öneminden ve kısımlarından bahsetmiştir. Yine 80 Gazâlî, Mustasfa, c.II-482. Ahmed Raysûnî, Nazariyyetu’l-Makâsıd ınde’l-İmam eş-Şâtıbî, Herndon, Mahadu’l-Âlemi li Fikri’l-İslami, 1995,s. 31-37 82 Bu eser Külliyati’l Ezheriye baskısında “Masalih” şeklinde isimlendirilmiş fakat eserin yazma nüshalarında “ıslah ve ıstılah şeklinde geçmektedir.(Kavaid Kübra) Daru’l-kalem baskısının muhakkik mukaddimesi Dimaşk, 2000, c. I-35 83 İzzeddin bin Abdusselam, Kavaidu’l-Kübra fi Istılahı’l-Enâm, Dimaşk, Daru’l-Kalem, 2000 c.I36. 84 Bkz. İzzeddin bin Abdusselam, el-Kavaidu’s-Suğra (el-Fevaid fi Muhtasari’l-Makâsıd), Dimaşk, Daru’l-fikr, 1996. 85 Şihâbuddin el-Karafi, Nefâisül-Usul fi Şerhi’l-Mahsul, (thk. Adil Abdulmevcud, Muhammed Muavvat) Mekke, Mustafa Bâz, 1995. 81 22 el-Furuk adlı eseri de fıkha dair önemli bir çalışmadır. Karâfi az da olsa el-Furuk eserinde bazı meseleleri açıklarken makasıda değinmiştir.86 İz bin Abdüsselam’dan sonra İbrahim eş-Şatıbi, (ö.790/1388) İslam hukuk felsefesini el-Muvafakât adlı eserinde kapsamlı şekilde ilk ele alan âlimdir. O Muvafakatı kaleme alırken klasik usul kitaplarından farklı bir yol izlemiştir. Fıkıh usulünü ortaya koyup ahkâm-ı şeriyyenin gayelerini açıklamıştır. Fakîhin hükmün makâsadına vâkıf olmasının içtihatta doğru hüküm verebilmek için gerekli olduğunu söylemiştir. Bu sebeble kitabının üçüncü bölümünü makâsıd ilmine ayırmıştır. Fıkıh usulü kitaplarında kıyasın illet bahsi işlenirken ve içtihat bölümünde kısmen makâsıd ve dinin asıl hedeflerine yer verilmişken, Muvafakâtta makasıd konusu bağımsız olarak ele alınmış ve sistematik bir incelemeye tabi tutulmuştur. Şatıbi’nin bu kıymetli eseri yaygınlık kazanmakla birlikte hak ettiği şöhreti XIX. Yüzyılda bulmaya başlamıştır. Bunun sebebi ise İslam âleminin gerilemesi, bu gerilemenin dini anlayış ve din metodolojisindeki gelişmenin durması olduğu fikri, Muvafakât’ı meşhur etmiştir. Muhammed Abduh bu kitabın farkına vardığında şiddetle tavsiye etmiştir. Ardından öğrencisi Abdullah Dıraz87 bu eseri haşiye tarzında tahkik ederek bastırmıştır. Böylece o, zamanla bu konuda kaynak eser haline gelmiştir.88 Şatıbi Muvafakatı beş bölüme ayırmıştır. Bu bölümler, mukaddimeler, hükümler, makâsıd, ictihad ve taklîd diye isimlendirilmiştir. Şatıbi makâsıda usul ilminin alternatifi olarak bakmamış, makâsıdı daha çok tamamlayıcı unsur ve müçtehidin gafil olmaması gereken bir gaye konusu olduğuna vurgu yapmıştır. Dolayısıyla makâsıdı bağımsız bir ilim olarak değil usul-i fıkıh konuları arasında ele almıştır. Şatıbi hakkında birçok eser yazılmıştır. Bunlar içinde Dr. Ahmed Raysuni89 Bkz. son basımı için Şihâbuddin el-Karafi, el-Furuk, (thk. Ömer Hassan Kiyyam) Dimaşk, Müessesetü’r-Risale, 2003. 87 Ebu İshak eş-Şatıbi, Muvafakat, (thk. Abdullah Dıraz,) Beyrut, Daru’l-ma’rife, 1416/1996. 88 Ebu İshak İbrahim eş-Şatıbi, el-Muvafakat, (thk. Meşhur b. Hasan âli SüleymanHubra) Dâru ibn Affan, 1997, 89 Ahmed Raysûnî, Nazariyyetu’l-Makâsıd ınde’l-İmam eş-Şâtıbî, Herndon, Mahadu’l-Âlemi li fikri’l-İslami, 1995. 86 23 tarafından kaleme alınan Nazariyyetü’l-makâsıd inde’ş-Şatıbi ve Dr. Ferid Ensari90 tarafından yazılan Mustalahâtü’Şatıbi en önemli eserlerden sayılabilir. Şatıbi’den sonra modern döneme yakın Şah Veliyullah Dihlevi (ö.1176/1762) Meşhur Hüccetullahi’l-Baliğa adlı eseri ile İslam hukuk felsefesi alanına katkı sağlayan âlimlerden sayılmıştır. Dihlevi makasıd konusuna farklı bir şekilde yaklaşmıştır. Makâsıd meselesini ‘irtifak’ kavramıyla ortaya koymaya çalışmıştır.91 Dihlevi eserinde dini hükümlerin hikmetlerine yer vermiştir. Ona göre din mefhumu hikmet mefhumuyla açıklanabilir. Dinin gayeleri anlaşıldıkça insanlar İslam toplumunun maslahatının korunacağını belirtir. Maslahatın temel kaidesi olan ‘celb-i menafi ve def-i mefâsid’ onun düşünce sisteminde önemli bir yer tutar. Sahabe, tabiin ve müçtehit imamların hükümleri maslahatla ta‘lil edegeldikleri ve fukahâ arasındaki ihtilafların değerlendirilmesinde maslahatın büyük öneme sahip olduğunu belirtir.92 Dihlevi Şeriatın hikmet ve gayesini iki temelde toplamıştır. İyilik ve kötülük anlayışı (el-Birr ve’l-İsm) Şer’i Siyaset ( es-Siyâsetu’l-Milliyye).93 Dihlevi’den sonra İbn Âşûr makâsıd ilminin modern dönemde en önemli temsilcisi ve bu ilmi yeniden gündeme getiren âlimdir, denilebilir. İbn Âşûr’dan önce makasıd hakkında birkaç makale yazılmıştır. XX. Yüzyılda kitap olarak ise sadece Muhammed Emin et-Trablusi’nin h.1326 yılında basılan el-A‘mal ve’l-Masalih eseridir. Muhammed Emin et-Trablusi İbn Âşûr’dan daha önce makasıd konusunu ele almıştır. Fakat o, bu sahada şöhret bulamamıştır. İbn Âşûr’un eseri ise bu sahada meşhur olmuştur. Bu şöhretin nedenleri arasında şunlar sayılabilir. Makâsıdı müstakil bir ilim kabul edip kitabına bu ismi vermesi. Ferid Ensârî, Mustalahâtu’ş-Şatıbi, Kahire, Daru’s-Selam, 2010. Bkz. Şimşek, “Şah Veliyyullah Dihlevi İslam Hukuk Felsefesiyle İlgili Görüşleri,”(Basılmamış Yüksek lisans Tezi) S.S.B.E s.7-8 92 Şah Veliyullah Dihlevi, Huccetullahi’l-Baliğa, Beyrut 1990, c. I. s.38. 93 Dihlevi, Huccetullahi’l-Baliğa, c. I, 46 90 91 24 Makâsıd ilminin kat‘îliğini ve bir ilim dalı olduğunu temellendirmeye çalışması. İbn Âşûr’un hem bir fakih hem de müfessir ve dilbilimci olması ve İslami ilimlerdeki birikimi. Makâsıd ilmini bütün yönleriyle sistematik olarak işlemesi. İbn Âşûr Şatıbi’den sonra modern dönemde yeniden makâsıd fikrini ortaya koyan önemli şahsiyettir. Meşhur kitabı, ‘Makâsıdu’ş-Şerîati’l-İslamiye’ makâsıdı bir ilim dalı olarak ele almıştır. Ona göre usul ilmi dinin gayelerini bilme noktasında bir fayda sağlamamaktadır. Çünkü usul ilmi, normların ortaya konması için gerekli olan lafız, tearuz ve tercih bahsini ve istinbat yollarını gösteren bir ilimdir. Makâsıd ise Şari’nin normları koymadaki hedef gaye ve hikmetini araştıran bir ilimdir. Bu yönüyle fakîhin idrak etmesi gereken en önemli ilimdir. Bu ilim sayesinde eksik olan gaye merkezli anlayışın kemale ulaşması sağlanır. İbn Âşûr makâsıdı üç ana bölüme ayırmıştır. 94 Hukukçunun hukukun gayelerini bilme ihtiyacı ve bu ihtiyacın dereceleri. Hukukun umumi gayeleri. Muamelat (kamu hukuku ve özel hukuk) türlerinin gayesinin bilinmesi. İbn Âşûr, hukukun gayelerini temel alıp tümevarımla gayelerin ortaya konması ve bunlar üzerinden ihtilafın azaltılması gerektiğini vurgular. Bu gayelerin kat‘î gayeler olduğunu savunarak makâsıdın bir ilim olması yönünde çaba gösterir. XX. Yüzyılda İbn Âşûr dışında makâsıdla ilgili birçok çalışma ortaya konmuştur. Bu çalışmalar arasında en meşhur olan Allâl el-Fâsî’nin Makâsıdu’ş-Şeria ve Mekarimuhâ adlı eseridir. Allâl el-Fâsî kitabının başında dinlerin hukukla ilişkisi ve farklı medeniyetlerde hukukun gayeleri gibi, uzunca bir giriş yapmıştır. Giriş konularının ardından makasıd ilmine değinmiştir. Fâsî’nin eseri birçok defa basılmıştır.95 Bu alanda başka bir çalışma da Ramazan el-Buti’nin Davabitu’l- 94 İbn Âşûr, Makâsıd, s.122. Bkz. Allâl el-Fâsî, Makâsıdu’ş-Şeria ve Mekarimuhâ, (thk. İsmail el-Haseni) Kahire, Daru’sSelam, 2011. 95 25 Maslaha adlı eseridir. Butî bu eserinde maslahatın sınırının ne olduğu, ne zaman hangi tür maslahatın takdim edileceği konusunu incelemiştir.96 Yine XX. Yüzyıl çalışmaları arasında zikredilmeye değer bir eser ise, Muhammed Mustafa Şelebi’nin Ta‘lilü’lAhkâm isimli eseridir. Şelebi eserinde önce ta‘lilin hakikatini anlatıp tarihsel süreçlerini, daha sonra her asırda nasıl yorumlandığını ve işlevini incelemiştir.97Klasik makâsıd kitaplarını inceleyen tezlerden önemli bir kaçı da şunlardır: Ferid Ensârî Mustalahâtu’ş-Şatıbi,98 Ahmet Reysuni’nin Nazariyetü’l-makâsıd inde’ş-Şatıbi99, İsmail el-Haseni’nin Nazariyetü’l-Makâsıd inde İbn Âşûr100 tezi ve Yusuf Âlim’in elMakâsıdu’l-Âmme liş-Şeriati’l-İslamiyyesi101 kayda değer çalışmalardandır. Ramazan el- Buti, Davabitu’l-Maslaha, Dimaşk, Daru’l-fikr, 2010 Muhammed Mustafa Şelebi, Ta ‘lilü’l-Ahkâm, Beyrut, Daru’n-Nahda, 1981. 98 Ferid Ensârî, Mustalahâtu’ş-Şatıbi, Kahire, Daru’s-Selam, 2010. 99 Ahmed Raysûnî, Nazariyyetu’l-Makâsıd ınde’l-İmam eş-Şâtıbî, Herndon, Mahadu’l-Âlemi li fikri’l-İslami, 1995. 100 İsmail el-Haseni, Nazariyyetu’l-Makâsıd ınde Tahir b. Âşûr, Herndon, Mahadu’l-Âlemi li fikri’lİslami, 1995. 101 Yusuf Âlim, Makâsıdu’l-Âmme liş-Şeriati’l-İslamiyye, Herndon, Mahadu’l-Âlemi li fikri’lİslami, 1994. 96 97 26 BİRİNCİ BÖLÜM TÂHİR BİN ÂŞÛR’DA İSLAM HUKUK FELSEFESİ (MAKÂSIDU’Ş-ŞERÎA) 27 I-İBN ÂŞÛR’UN FIKIH USULÜ VE MAKASID DEĞERLENDİRMESİ Giriş bölümünde İbn Âşûr’un yaşadığı ülkenin siyasi, sosyal durumunu ve onun ilmi yönünü incelemeye çalıştık. İslam hukuk felsefesinin tanımını, kapsamını ve İslam hukuk tarihi içinde gelişim sürecini ve bu gelişime katkı sağlayan öncü âlimlerin makâsıd alanındaki görüşlerini kısaca aktardık. Bu bölümde İbn Âşûr’un İslam hukuk felsefesi alanındaki görüşleri tahliledecek, onun bu alandaki meşhur eseri Makâsıdu’ş-Şeria bağlamında görüşlerini ortaya koymaya çalışacağız. İbn Âşûr makasıdı önemine, kesinliğine, tespit edilip edilememesine göre çeşitli kısımlara ayırmıştır. Bu kısımları sırası geldikçe inceleyeceğiz. İbn Âşûr’un yeni bir metedoloji kurma gayretinde olduğunu söylemek mümkündür. Bu yeni metedolojiyi ortaya koymadan önce onun önemini anlatıp önceki klasik metedolojiyi (fıkıh usulü) eleştirme gereği hissetmiştir. Bu eleştiriyi kitabının girişinde yapmıştır. Önce usul ilminin ihtilafları bitirecek, füruda son sözü söyleyecek konumda bir ilim olmadığı vb. konularadeğinmiş, daha sonra kendisini makâsıd meselesini ele almaya iten sebepleri ortaya koymuştur. Ardından bu sebepler içinde en önemlisinin fıkıh usulü ilminin istenilen gaye ve hedefi gerçekleştirmede yetersiz kaldığını belirtmiştir. Müellifin fıkıh usulüne getirdiği ilk eleştiri, usul ilminin, İslam hukukunun hikmetlerine ve gayelerine hizmet etmediğidir. İbn Âşûr usulcüleri Şâri’nin naslarından bazı kaideler aracılığıyla norm çıkarma konusuyla ilgilendiklerini, gayeleri ise ihmal ettiklerini belirtir. Ona göre fıkıh usulü kaideleri sahibine lafızlardan hüküm çıkarma veya bu lafızların işaret ettiği bazı illetlere ulaşmaya imkân verir. Böylece lafızlarla kastedildiğine kanaat getirdikleri illetlere, birçok füru‘a kıyas ederler.1 Böyle bir usul, daha çok fıkıh ilmini temellendirmek ve mezheplerin fıkhi istinbatlarını teyit etmek için faydalı olabilir. Fakat usul ilminin Şâri’nin kanunlardan 1 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 122. 28 gözettiği gayenin, ibadet ve muamelatın hikmetinin ne olduğu sorularını, hukukun temel ve özel gayelerini açıklamaktan uzaktır. Usul sadece lafız yorumları üzerinden norm çıkarma ve bu normları diğer küllî çıkarımlarla karşılaştırmaya gitmiş, normların konulma hikmet ve sebebi üzerinde kafa yormamıştır.2 Fıkıhta açık naslara aykırı bir durum olmadığı sürece, içtihadi meselelerde ihtilafın mümkün olduğu bilinen bir gerçektir. Usul âlimleri fıkıhtaki ihtilafları en aza çekmek için, çeşitli küllî kaideler ve usul ilminde yer verilen dilsel mantıksal ve anlamaya ilişkin kaideler koymuşlardır. İslam hukukçuları arasında usulün kat’iliği üzerine çeşitli tartışmalar olmuş ve birçok usul âlimi bu ilmin kat’iliğini çeşitli yollarla ispat etmeye çalışmışlardır. Bu anlamda usulde kesinliği öngören âlimler amaçta birleşirken bu amacı gerçekleştirecek araçta birleşmemişlerdir3. İbn Hazm(ö.456), lafız dışındaki aklî çıkarımları kesinliğe aykırı bulmuş ve kıyası, maslahatı, istihsanı inkâra gitmiş ve bunların zannî olduğunu söylemiştir. Haberi vahidin ise kesin olduğunu ileri sürmüş ve bunu aklî değil, naklî yoldan temellendirmeye çalışmıştır. Sünnetin, Allah tarafından korunduğunu ve bunun da Allah’ın korumayı vadettiği “zikir” kelimesine dâhil olduğu, başka diğer ayetleri de delil getirerek kesinliğe zahiri bir yaklaşımla ulaşmaya çalışmıştır.4 Tufi (ö. 715) ise aynı amaca(kesinliğe), lafızların delaletlerinin çokluğunu, maslahatların ise makul ve kesin olduğunu ileri sürerek aşırı maslahatçı görüşüyle ulaşmaya çalışmıştır.5 Fıkıh usulü külli kaidelerinin kat’î olduğu konusunda Ebu’l-Hüseyn el-Basrî (ö.436),6 Bakıllani (ö.403), Cüveynî (ö.478), Karafi (ö.684), Şatıbi (ö.790) gibi usulcü ve makâsıd alanında kafa yoran âlimler görüş birliği içindedirler. Bu âlimler kat‘î olmayan delilleri usul ilminin konusu olarak görmezler. Onlara göre usul ilmine konu İbn Âşûr, Makâsıd, s. 123. Ertuğrul Boynukalın, “İslam Hukukunda Gaye Problemi,”(basılmamış doktora tezi) İstanbul, M.Ü. S.B.E. 1998, s. 25. 4 İbn Hazm Endelusi, El-İhkam fi Usuli’l-Ahkâm, (thk. Ahmed Şakir.) Beyrut, Daru’l-âfaku’l-cedide, ty. c. I, 104-108 5 Bkz.Necmeddin et-Tufî, et-Ta ‘yin fî Şerhi Erbaîn-(Riâyetü’l-Maslaha), (thk. Ahmed Sayih), Beyrut, 1993, s. 283. 6 Ebu’l-Hüseyn el-Basri, Mutemed, thk. Muhammed Hamidullah, Dımaşk, Mahadu’l-âli Fransi, 1964,c. II, 205. 2 3 29 olan birçok zannî delil, cumhurun bunları hüccet kabul etmesiyle kat‘î duruma gelir. Kıyas, haber-i vahid, umum, husus gibi deliller böyledir. İbn Âşûr’un makâsıd ilmini kat‘î sayarak, fıkıh usulünü ise fıkhî delillerin ele alındığı ilim olduğunu fakat zannî olduğundan kendi haline bırakmanın uygun olacağını söyler. Böylece usulün kat’iliğini tartışmaya sevk etmiştir. İbn Âşûr başta Cüveyni ve Şatıbi’yi usulü kat‘i görmelerinden dolayı eleştirmiştir. O Kur’an, mütevatir sünnet, dini, malı, nesli, aklı, canı, koruma dışındaki fıkıh usulü kaidelerinin kat‘î olmadığını savunmuştur. İbn Âşûr, Şatıbi’nin eserinin birinci cildinde zikrettiği usulün kat‘iliği konusunda yeni bir şey getirmediğini söylemiş ve usul ilminin kat‘î olmaması gerektiğini vurgulamıştır.7 İbn Âşûr’a göre, usulcülerin delillerin kat‘îliği konusunda ihtilaf etmelerinin sebebi ise fıkıh usulünü kelam ilmi gibi kat‘î yapıp yapmamak arzusu arasında kalmalarıdır. İbn Âşûr fıkıh usulünün kat‘î olmadığını ve ihtilafları azaltmayacağını belirtir. Fıkıhtaki ihtilafları azaltacak ve herkesin de kabul edeceği kat‘î bir metodoloji ilminin gerekliliğiden yola çıkarak usul ilminin bu ihtilafları bitiremeyeceğini iddia eder. İbn Âşûr, dini tam olarak anlamak için kat‘î kaideler ortaya koyak istediğimizde, belli başlı fıkıh usulü meselelerine dayanmamız gerekir, der.“Usul ilmine bulaşmış olan yabancı unsurları ayıklayarak, fıkıh ve nazar delillerinden tutarlı ve kat‘î olanı bir yana koyulması icap eder. Ardından bu ilmi yeniden şekillendirerek onu “hukukun gayeleri ilmi “(İlmu Makâsıdi’ş-Şeri’a ) olarak isimlendirmemiz gerekir.” İbn Âşûr fıkıh usulünü ise fıkhî delillerin ele alındığı ilim kabul edip kendi haline bırakmanın uygun olacağını söyler. İbn Âşûr, “Bu ilmin meselelerinden bizim hukukun gayelerini ortaya koyma hedefimizin çerçevesine girenleri alarak onları ‘Hukukun Gayeleri İlminin hareket noktaları kabul etmemiz gerekir, der.”8 İbn Âşûr, ortaya kesin kaideler koymaya çalışmanın ihtilafı azaltacağını söylemekte ve bunun da makâsıd ilmi ile olacağını belirtmektedir. O makâsıda bu fonksiyonu yüklemiştir. Fakat bunun mümkün olmadığının farkına varmış olmalı ki İbn Âşûr, Makâsıd, s.127. Tahir b. Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, (çev. Mehmet Erdoğan, Vecdi Akyüz) İstanbul, Rağbet 2013, s. 32. 7 8 30 daha sonra makâsıdı kat ‘î ve zannî olmak üzere iki kısımda ele almıştır.9 Şu bir gerçektir ki, ihtilafın ortadan kalkmasına ne Kur’an, ne sünnet nasları, ne de sosyal yapı izin vermemektedir. Çünkü Arapçanın yapısından kaynaklanan eş anlamlı lafızların çokluğu ve mecazın yaygınlığı ihtilafa kapı aralamaktadır. İşte bu yüzden ihtilafın sebebi fıkıh usulünün yetersizliği değildir. Bu çerçeveden baktığımızda ortaya kesinlik ifade eden kaidelerin konularak ihtilafın biteceği tezini her ne kadar İbn Âşûr dillendirse de bu realitede karşılığı olmayan bir iddiadır. Onun ortaya koymaya çalıştığı, makâsıdın usulden daha kat‘î olduğu tezi, bize göre söz konusu değildir. Çünkü makasıd daha çok aklî ve istinbat merkezli olduğundan gayelerin ispatı meselesi illet meselesi gibi zannîdir. Ancak mansûs makâsıdlar bunun dışındadır. Bize göre usul ilmi lafız ve mananın ve bu lafzı kullanan Şâri’nin muradının ne olduğunu ortaya koymaya çalışır. Makâsıd ilmi ise bu lafızların genel gayesini ortaya koymaya çalışır. Usul ilmi, cüz’i lafızları inceleyip onlar üzerinden külli kaideler koyarken makâsıd ilmi ise genele hitap eden normların tümevarım yoluyla hikmet ve illetlerini inceleyerek dinin umumi prensiplerini belirler. Bu yönüyle bakıldığında makâsıd ilmi, usul ilminin bir fer‘idir. Daha çok illet- münasebe, mesalihu’l-mürsele ve istihsan bahislerinde ortaya çıkan bir ilimdir. Usul ile makâsıd arasında umum husus ilişkisi vardır. Makâsıd, dinin gayelerini belirlemede başvurulacak ilim, aynı zamanda fıkıh usulünü tamamlayan bir disiplin olarak kabul edilebilir. II –HUKUKUN NORM KOYMADA GAYELERİ BULUNDUĞU DÜŞÜNCESİNİN TEMELLENDİRİLMESİ Hukuk felsefesi, hukukun gayelerini araştıran bir ilim dalıdır. Bu ilim dalı daha çok normların koyulma gayelerini araştırıp, nihai amaca ulaşma çabasındadır. Hukukçunun ona olan ihtiyacı açıktır. Her hâkim, avukat, kâdı, kazasker ve fakîh, Kur’an naslarından ve normlarından gayenin ne olduğunu anladığı ölçüde, verdiği kararların doğruluk ve adalet mefhumunu gerçekleştirici nitelikte olacağı söylenebilir. İnsanlar için konulan bütün hukuk normlarının Şâri tarafından gerçekleşmesi istenen bir takım gayeleri bulunduğundan kimse şüphe edemez. Çünkü Allah hiçbir şeyi 9 İbn Âşûr, Makâsıd, s.177. 31 gereksiz yaratmamıştır. Hukuk sistemleri ve özellikle İslam hukuku, insanların dünya ve ahiret esenliği için var olmuştur. İslam getirmiş olduğu normlarda şüphesiz bir gaye gözetmektedir. Bu gayelerin varlığından söz edebilmek için hukuk felsefesinin temellendirilmesi gerekmektedir. Çünkü hükümlerin yöneticiler tarafından muhafaza edilebilmesi, bu hükümlerin genelin kabul etmesi oranında mümkündür. A- MAKASIDI BİLME VE İSTİNBATIN KISIMLARI İbn Âşûr, “mükellefin hukukun gayelerini bilmesi gerekmez. Çünkü bu, gerçekten uzmanlık isteyen bir alandır. Sıradan birine düşen görev, hukuku ve gayeyi bilmeksizin benimsemektir. Çünkü o, bunları kavrayacak ilmi birikime sahip değildir. Âlime düşen gayeleri anlayıp kavramaktır. Âlimler, belirttiğimiz üzere, bu konuda nasipleri ve anlayışları ölçüsünde birbirinden farklı durumdadırlar,” der. 10 İbn Âşûr burada makâsıd ilmini âlimlerin bilmesi avamın ise bilmesinin zorunlu olmadığından bahsediyor. Bu, ‘halkın mezhebi müftünün mezhebidir’ kaidesine yakın bir manadır. Bu ibarelerden İbn Âşûr‘un mezhep mefhumunun gerekliliğine inandığını söyleyebiliriz. Fakat ilim ehlinin ilimde ileri seviyelere ulaşıp dinin zirvesi olan makâsıd ilmini de öğrenerek vereceği fetvalarda dinin maksadı ile fetvanın uyumunu gözetmesini ve dinin maksadı dışına çıkmamasına vurgu yapmıştır. İbn Âşûr’a göre makasıdı bilmeye her hukukçunun ihtiyacı vardır. Fakat bazılarının bilme ihtiyacı diğerlerinden daha fazla olabilir. İbn Âşûr bu bilme ihtiyacını ve İslam hukukunda hüküm istinbat etme eylemini beş kısma ayırmıştır. Birinci kısım: Usul ilmindeki lafza ait kaideler aracılığıyla lafızların sözlük anlamları, şeriatın yüklediği hukuki manaları ortaya koyma ve buna göre ifadelerini anlama ve sözlerin verdiği mefhumları ortaya çıkarmadır. Bu işlevi daha çok fıkıh usulü ilmi yerine getirmektedir. Hukukun gayelerini bilme ihtiyacı, lafzın hukuki ve teknik manaya nakledilmiş olmasını belirlemeye yönelik bir ihtiyaçtır. İbn Âşûr bu kısmı, bir nevi 10 İbn Âşûr, Makâsıd, s.137. 32 usul ilminin üstlendiğini söyler. Bundan dolayı usul ilmi onun için fıkhî delillerin ele alındığı ilim olup kendi haline bırakmanın uygun olacağını söyler İkinci kısım: Bu kısımda hukuk normlarının gayelerini bilmeye olan ihtiyaç daha çoktur. Çünkü çelişkiyi iyice araştırıp belirlemeye götüren dürtü, önündeki delili inceleme sırasında bu delilin, bu haliyle Şâri’nin maksudu olmaya elverişli bulunmadığı şeklinde içine doğan şüphe oranında kuvvet kazanır veya zayıf düşer.11 Çelişkiyi kavrayamaması durumunda bunu araştırmaya son vermek suretiyle bu şüphesi oranında da kanaati oluşur. Üçüncü kısım: Fakîh, fıkıh usulü ilminde bahsi geçen mesaliku’l-illet (illeti bilme yolları) gözönüne alarak, Şâri’nin naslarında hükmü bulunmayan meseleyi bulunana kıyas etmelidir. Bilindiği gibi kıyas, illetlerin ispatına dayanır. İlletlerin ispatı ise münasebette, yani tahricu’l-menât’ta, tenkîhu’l-menât ve ilgâu’l-fârık’ta12 olduğu gibi hukukun gayelerini bilmeye ihtiyaç gösterir. Nitekim hukukçular, illetin hikmeti gerçekleştirecek nitelikte olmasını şart koşmak suretiyle bize, gayenin bir parçası olan hukuki hikmetlerin çeşitli yönlerini araştırma görevini yüklemiştir. İbn Âşûr yukarıda kısır döngüye düşmüştür. Yukarda, birincisinde illetin bilinmesinde makâsıd gerekli diyor, ikincisinde makâsıdın bilinmesinde ise illetlerin esas olduğunu söylüyor. Dördüncü kısım: Fakîhin bilgisine göre edille-i şeriyyede hüküm veya kıyas edilecek benzeri bir hüküm yoksa ve hükmü bilinmeyen bir olay çıkarsa makâsıd ile hüküm verilmelidir. Bu kısımda makasıdı bilme ihtiyacı çok açıktır. Çünkü o, İslam hukukunun kıyamete kadar hükümlerin geçerli olacağını ve onun her yeni olaya hüküm koyacak kabiliyette olduğunu bilir. İbn Âşûr bu dördüncü kısma yönelik örnekler vermekte ve İbn Âşûr, Makâsıd, s.138 Tahrîcu’l-Menât: Müçtehidin münasib vasfı (hukukun gayesine uygun niteliği) bulup ortaya çıkarmasıdır. Tenkîhu’l-Menât: Fiilin içerdiği bir takım yabancı nitelik ve durumları bir yana bırakıp, hükmün illetini bunların dışında bir nitelik olarak seçmektir. İlgâu’l-Fârık: Tenkîhu’l-menât yollarından birisi olup, farklı olanın elenmesi anlamına gelir.(İbn Âşur, İslam Hukuk Felsefesi, s. 51) 11 12 33 şöyle demektedir. İşte bu noktada İmam Malik masalih-i mürseleyi delil olarak kabul etmiştir. İmamlar zarûrî şer’i külliyatları ve bir derece altta olan haciyatı ve tahsiniyatı mesalik’i-illet bahsinde işlemişlerdir. Ehli re’y istihsanı kullanmış, ehli hadis ise bu uygulamaya karşı çıkmıştır. Çünkü onların ellerinde yeterli rivayet bulunmaktaydı. Beşinci kısım: Müçtehid şeriatın belirttiği hükümlerin bazılarının illet veya hikmetlerini bilemediğinde, şeriatın illet ve hikmetlerini anlamadığı noktada nefsini yetersizlikle suçlar ve bu hükümleri ta’abbudî olarak isimlendirir.13 İbn Âşûr hukukçunun, hukukun gayelerini bilmesi için çalışması gerekeceğini söyler. Bu çalışma ile elde edeceği bilgi ölçüsünde bilgisizliği de azalır. Ayrıca hukukçu, sünneti kabulde, sahabe ve önceki hukukçuların görüşlerini almada ve istidlal işlemlerinde hukukun gayelerini bilmek zorundadır.14 İbn Âşûr makâsıd ilminin yanında fıkıh usulü ve hadis ilminin de önemli olduğunu söylemiştir. Hadislerin kabulü konusunda bir nevi makâsıd ilminin etkili olması gerektiğine işaret etmiştir. Aslında haber-i ahadin kabulüne benzer bir uygulama Hanefi 15ve Maliki mezheplerinde vardır. Hadisin külli kaidelere (makasıda) muhalif olmaması şartını, iki mezhep getirmiş ve fıkıh usulü kaidelerinde bu kuralı uygulamışlardır. Buna Hanefilerin ve Malikilerin musarrâ hadisini kabul etmemelerini örnek verilebiliriz. B- MAKASIDI BELİRLEME YÖNTEMLERİ İslam hukuk felsefesinin önemli başlıklarından biri makâsıd kaidelerinin nasıl belirleneceği meselesidir. Bir teori ortaya atıldığında o teorinin nasıl belirleneceği ve ispatı meselesi önemli bir mevzudur. Çünkü bir ilmin önce varlığının nasıl belirleneceği, daha sonra da kendisi ele alınır. Şatıbi, makâsıd kaidelerinin nasıl belirleneceğinden ilk söz eden kişidir.16 Şatıbi bu bahsi makasıd bölümünün sonunda ele almıştır. İbn Âşûr ise kitabının giriş bölümünde yer vermiştir. Bu da kanaatimizce İbn Âşûr, Makâsıd, s.135-138. İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.51. 15 Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed es-Serahsi, Usulü’s-Serahsi, Thk, Ebu’l-Vefa el-Afgani, Haydarabad, Daru’l-maârif en-Nu’maniyye, ty. c. I, 341. 16 Şatıbi, Muvafakat, c. III, 132. 13 14 34 isabetli olmuştur. Çünkü bir ilim önce nasıl belirleneceği ortaya konulmalıdır ki belirlenenin ne olacağı bilinebilsin. İbn Âşûr, gayeleri belirlemenin fukahâ arasında ittifakı sağlayacağını ön görmektedir. Çünkü o, bu gayelerin ihtilafı engelleme noktasında ileri bir adım olacağını düşünmektedir. İttifak edilen belirleme metodu için, makasıdı belirleme yöntemlerini temellendirmeye nasıl ulaşılacağının önemli olduğunu belirtir. İbn Âşûr hukukun gayelerini ortaya koyma yöntemi konusunda şöyle der: “Biz fıkhın delillerini ve ihtilaflı meselelerini incelerken klasik istidlal yolunu izlemeyeceğiz. Çünkü klasik istidlalde kesinlik veya güçlü zan ifade eden bilgi bulunması imkânsız gibidir. Zira bu deliller lafzı mütevatir olan Kur’an’dan olursa, bunların çoğu delaleti-zahirdir, nassa yakın birtakım deliller de vardır. Şayet hukukun gayelerine ilişkin deliller sünnetten olursa, bunların hemen hemen hepsi âhâd haberlerdir. Âhâd haberler ise, kesin veya kesine yakın zannî bilgi ifade etmezler”.17 İbn Âşûr’un mütevatir dışındaki sünneti makasıdı belirleme yönteminde delil olarak kabul etmemesi ve sünnetin zannî olduğunu söyleyip bunun makasıdın temelini oluşturmayacağı görüşünü ileri sürmesi, aslında bir tenakuzdur. Kendisi kitabının birçok yerinde âhâd sünnetle ortaya konulan hükümlerin illetleri üzerinden özel makasıdı ispat etmeye çalışmıştır.18 Yine İbn Âşûr sünnette ve fıkıh usulünde kat‘îlik olmadığından dolayı makasıdın ispatı bölümünde bunları nazarı itibara almamaktadır. Hâlbuki ilerideki bahislerde, kendisi makasıdı zannî ve kat ‘î olarak ikiye ayırmıştır. Bu da göstermektedir ki âhâd sünnetlerin tamamını makasıdın ispatında kullanmama metodolojik açıdan doğru değildir. Zaten İbn Âşûr’un eseri dikkatlice incelendiğinde haber-i vahidi kullandığı da görülmektedir. 1- Makasıdı Kur’an’ın Açık Delaletleri ile Belirleme İbn Âşûr, hukukun gayelerini belirlemede takip edeceği yolun Kur’an’ın zâhir nasları olduğunu belirtir. Ona göre Kur’anda illetleri bilinen hukuk normlarını tek tek inceleyerek hukukun gayelerini bilmek mümkündür. Kur’an’da sarih bir dille aktarılan 17 18 İbn Âşûr, Makâsıd, s.141. Bkz. İbn Âşûr, Makâsıd, s.329. 35 illetler kat‘î olacağından, bu illetlerden çıkarılan gayeler de kat‘î olacaktır. Kur’andaki illeti belirtilen hükümler üzerinden varılan gayeler kat‘î olduğundan dolayı ümmetin ihtilafı da azalacaktır. Kur’an’ın lafzı mütevatir ve sübutu kat‘î olduğu için, içeriğinin Şâri’ye ait oluşu kesindir. Ancak Kur’an delaleti zannî naslar barındırdığından, ikinci mananın zayıf olduğuna açık bir delile ihtiyaç duyar. Kur’andaki hükümlerin sarih illetleri üzerinden varılan hukuki gayeler, fıkıhta tartışma sırasında ihtilafı ortadan kaldırabilecek bağlayıcılığa sahip olur. Böylece Kur’andan bağlayıcı küllî makasıd kaideleri istidlal edilebilir. Nitekim Yüce Allah’ın şu ayetleri çıkarılan hukuki gayelere örnektir. “ وهللا ال يحب الفسادAllah bozgunculuğu sevmez.”19 يَا َأيُّهَا ا َّلذِينَ آ َم ُنوا َال ت َْأ ُك ُلوا َأ ْم َوا َل ُك ْم بَ ْينَ ُك ْم بِا ْلبَا ِط ِلEy inananlar! Mallarınızı, birbirinize haksızlık yaparak yemeyin.20 از َرةٌ ِو ْز َر ُأ ْخ َرى ِ َو َال ت َِز ُر َو Hiç kimse başkasının günah yükünü taşımaz.21 ضا َء َ اوةَ َوا ْلبَ ْغ َ َ إ ِ َّن َما ي ُِريدُ ال َّش ْي َطانُ َأ ْن يُوقِ َع بَ ْينَ ُكمُ ا ْلعَد َّ صدَّ ُك ْم عَ ْن ِذ ْك ِر َص َالةِ َفهَ ْل َأ ْنتُ ْم ُم ْنتَ ُهون َّ َّللا ِ َوعَ ِن ال ُ َ فِي ا ْل َخ ْم ِر َوا ْل َم ْيس ِِر َويŞeytan şüphesiz içki ve kumar َّ ُ ي ُِريدAllah yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister.22َّللا ُ ب ِ ُكمُ ا ْليُ ْس َر َو َال ي ُِريدُ ب ِ ُكمُ ا ْلع ُ ْس َر size kolaylık ister zorluk istemez.23 َو َما َجع َ َل عَ َل ْي ُك ْم فِي الدِّي ِن ِم ْن َح َرجAllah dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.24Bu ayetlerin lafız ve delaletleri kat‘î olduğundan içerdikleri manalar ve ifade ettikleri gayeler herkesi bağlayıcıdır.25 Bu şekilde Kur’an’ın bütününden çıkarılan kat‘î gayeler genelin kabul edeceği ilkeler olacaktır. Bu ilkeler ile İslam toplumunun ihtilaf ettiği veya sonradan ortaya çıkan meselelere çözüm üretilebilir. Burada şunu belirtmeliyiz ki zaten mezhepler genel ahlaki ve toplumsal erdemler konusunda ihtilaf etmemiştir. Mezheplerin ihtilafı daha çok cüz’i meselelerdedir. Makasıd ilminin de cüz’i meselelerde ihtilafı azaltmayacağı, aksine daha da keyfiliği öne çıkaracağı açıktır. Çünkü makasıd genel erdemler ve küllî kâidelere dayanmaktadır. Cüz’î meselelerde ise maslahat kullanıp akli istinbatlara gidileceğinden mezhepler arası ihtilaf daha da artacaktır. 19 Bakara, 2/205. Nisa, 4/29. 21 En’am, 6/164. Zümer, 39/7 22 Maide, 6/91. 23 Bakara, 2/185. 24 Hac, 22/78. 25 İbn Âşûr, Makâsıd, s.144. 20 36 2- Makasıdı Mütevatir Sünnet ile Belirleme İbn Âşûr’un makasıdı belirlemede bir yöntem olarak ortaya koyduğu “mütevatir sünnet ile gayeleri belirleme” aslında üzerinde durulması gereken bir başlıktır. Daha önce İbn Âşûr’un makasıd ilmine yüklediği rolden biri, makasıdın ihtilaflı meselelerde çıkış yolu sağlayacak bir üst merci ve nihai olarak herkesin ona boyun eğeceği bir ilim olması gerektiğini söylemişti. Bu düşünceyle mütevatir sünnet makasıdı tespit ederken kat ‘î veya kat ‘îye yakın yollar ve yöntemler koymaya çabalama örneğidir. İbn Âşûr’un ortaya koymaya çalıştığı bu yöntem kesin bilgi kat‘î makasıd çıkarma kaygısı, onu mütevatir olmayan sünneti almamaya itmiştir. İbn Âşûr mütevatir sünneti manevi ve amelî olarak iki kısma ayırmıştır. Manevi Mütevatir: Bütün sahabenin, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bir uygulamasını görmesi sonucu ortaya çıkan habere manevi mütevatir denir. Bu sayede bütün görenlerin eşit olduğu bir hukuk normunun varlığına dair bilgi doğar. Dinin zaruretle bilinen kısmı ve zarurete yakın bir şekilde bilinen hukuk uygulamaları bununla bilinir. Buna bayram hutbelerinin namazdan sonra okunması örneği verilebilir. İbadetlerde buna çokça rastlanılır. Amelî Mütevatir: Bütününden hukuki bir gayenin çıkarılacağı şekilde Hz. Peygamber’in (s.a.v) uygulamalarını defalarca görmekten dolayı, sahabenin her biri için meydana gelen ameli tevatürdür.26 İbn Âşûr makasıdı belirlemede eksik bir yöntem olarak mütevatir sünneti esas almıştır. Belki sahih sünnet denilseydi daha uygun ve kapsayıcı olurdu. Çünkü her ne kadar genel gayeleri belirlemede mütevatir sünnet yeterli gibi gözükse de özel gayeleri belirlemede kesinlikle mütevatir sünnet yeterli değildir. Aslında mütevatir sünnetin azlığı sebebiyle tümevarım yapılması bile doğru olmaz. Çok kısıtlı sayıda mütevatir hadis ile dinin genel gayelerini belirleme bile sağlıklı görünmemektedir. 26 İbn Âşûr, Makâsıd, s.145. 37 3- Tümevarım Yoluyla Belirleme Tümevarım hakkında ilk konuşan Cüveynî iken tümevarım yoluyla ortaya konulan gayelerin kat‘îlik derecesine ulaşabileceğinden ilk söz eden İmam Gazâlîdir.27 Şatıbi’nin tümevarımı çok kullanmasına rağmen genel gayelerin tespiti bölümünde tümevarımı saymamıştır. Raysunî, Şatıbi’nin neden tümevarımı makasıdı belirleme yollarından biri saymadığını anlamadığını ifade etmiştir.28 Belki Şatıbi genel makasıd olarak canın, aklın, dinin, neslin, malın ve ırzın korunmasını benimsediğinden tümevarımı makasıd belirlemede kullanmaya ihtiyaç duymamış olabilir. İbn Âşûr tümevarımı en önemli yöntemlerden kabul etmiştir. İbn Âşûr makasıdı ortaya koyma yöntemleri başlığı altında tümevarım yolunu ikiye ayırıp nasıl gerçekleşeceğini açıklamıştır. Bu itibarla tümevarımı ilk defa doyurucu şekilde açıklayan müellif İbn Âşûr’dur. İlletlerin tümevarım yoluyla incelenmesi: Bu yolla makasıdın belirlenmesi illetlerin tek tek incelenmesiyle gerçekleşir. İlletlerin incelenmesiyle, hukukun gayelerini bilme daha da kolaylaşır. Zira biz aynı hikmeti hedefleyen çok sayıda ve benzer illetleri tek tek incelediğimizde, ondan bir hikmet çıkarma imkânı bulup, bunun hukukun bir gayesi olduğunu benimseriz. Örnek, kuru ve yaş hurmanın değiş tokuşunun yasaklanmasının illeti ivazlardan birinin meçhul olmasıdır. Kilogramı belli hurma ile kilogramı belli olmayan hurmanın mübadelesi de aynı illetle haram kılınmıştır. Alışverişte aldanmayı engellemek için Peygamberimiz (s.a.v.) “ اذا بايعت فقل ال خالبةAlış veriş yaparsan aldatmak yok de”,29 buyurmasından da ivazlar arasında eşitsizlik illetine binaen bu satışın haram olduğunu anlıyoruz. İşte bütün bu illetleri bir arada değerlendirdiğimizde ivazlı akitlerde ‘garar’ın haram oluşunun şer’i bir gaye olduğu ortaya çıkmış olur. Ebu Hamid el-Gazâlî, Şifâu’l-Ğalil fi Beyani’ş-Şebehi vel-Muhil ve Mesaliku’t-Ta ‘lil,(thk. Hamdi el-Kebîsi) Bağdat, Matbaatu’l-İrşad, 1971, s.238. 28 Reysuni, Nazariyye, s.251. 29 Buhari, Buyu, 48, no:2117, isti’zan,2407, husumet, 2414,/ Müslim, Buyu,48, no:1533,hiyel, no:6964, Ebu Davut, Buyu,66,/ Tirmizi, Buyu, 28,/ Nesei, Buyu, 51,/ Malik, Muvatta Buyu, 98,no:1381. 27 38 Delillerin tümevarım yoluyla incelenmesi: Söz konusu illetin Şari’nin hedeflediği bir gaye olduğunu kesin olarak anlayacağımız şekilde aynı illette birleşen normların delillerini (hükümlerin kaynaklarını) incelemedir.30 Örnek olarak, köle ve cariye azat etme ile ilgili birçok emir ve teşvik eden nasların bulunması bizlere hürriyete ulaşmanın mefhumunun şer’i bir gaye olduğunu gösterir. 4- Sahabilerin İçtihatları İle Belirleme Sahabe içtihadı veya sahabe kavli meselesi usulcüler arasında tartışılmıştır. Hanefiler nasla çatışmadıkça, hadis ve ayet bulunmadığında, kıyas ile anlaşılamayacak konularda sahabe kavlini delil kabul etmişlerdir.31 Hanefilerin bunu delil kabul etmesi elbette sahabenin ayetlerin inmesine, hükümlerin uygulanmasına, Peygamberin makasıdı gözetmesine, Allah’ın muradının uygulanmasına şahit olmalarındandır. İbn Âşûr bu hakikati idrak ettiğinden sahabenin tümevarımla elde ettiği maksatların delil olduğunu “ameli mütevatir sünnet” kısmında bahsetmiştir. Bu konuda Makasıdu’şŞeriati’l-Âmme yazarı Yusuf Âlim de kitabında bahis açmıştır.32 İbn Âşûr makasıdı belirleme yolları arasında sahabilerin içtihadını saymamıştır. Fakat konunun akabinde başka bir başlık açarak sahabe içtihatlarının makâsıda ulaşmada yardımcı olacağını belirtmiştir. O, bu konuda şöyle diyor, “hukukun gayelerine başvurmada ve hukukun gayesi olmaya elverişlilik durumunun belirlenmesinde selefin yolu konusu, aslında hukukun gayelerini temellendirme yollarından birisi olarak ele alınmalıydı. Ancak ben selefin her görüşünde bir delil görmediğim için, konuyu işlerken bunları o yollar arasında saymadım. Çünkü bazı görüş belirtenler, görüşleri de gayeyi gözettiğini açıklamamışken bazısı açıklamış veya buna yakın bir ifade kullanmıştır.”33 Sahabeden hükümler hakkındaki görüşlerini açıklayanların hükümlerin ta ‘lili olduğunu kabul İbn Âşûr, Makâsıd, s.142-143 Bkz. Molla Hüsrev, Mirâtu’l-Usul Şerhi Mirkâtu’l-Vusul, (thk. İlyas Kaplan et-Türki) Beyrut, Daru sâdır, 2011/1432, s. 313. 32 Bkz. Yusuf Âlim, Makasıdu’l-Âmme, s. 119. 33 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 61. 30 31 39 ettikleri açıktır. Fakat görüşlerini açıklamayanlar için tâlîlî reddettiklerini söylemek yanlış olacaktır. Bu konu hakkında sonraki âlimlerin görüşlerine bakalım. C- HÜKÜMLERİN TA‘LİLÎ VE TA‘ABBUDÎ OLUŞU Hükümlerin ta‘lili ve ta‘abbudî şeklinde ikiye ayrımı ve nelerin ta‘lilî olduğu konusu makasıd açısından önemlidir. Çünkü makasıd ilmiyle hükümlerin gayelerini bilebilmek için normların ta‘lilî olması gerekmektedir. Hükmün ta‘lilî oluşu ise şu demektir: Yaratıcı yaratılandan uymasını istediği normları bir sebep ve gaye için koyduğunu belirtmiş olur. Böylece normlar üzerinde çalışma yapılarak bu normların gayelerine ulaşma imkânı doğar. Fakat ta‘abbudî kabul edilen normların hangi sebepleri ve gayeleri barındırdığını bilmek zorlaşır. Çünkü Yaratan bizatihi bu normlarla kullarından mutlak itaat beklemektedir. Yaratan kullarından hiçbir sebep ve illeti araştırmadan “amenna ve saddakna” demelerini istemektedir. Bu durumda gayeleri belirlemek mümkün olmayacağından bu normlar üzerinden makasıda ulaşmak imkânsızdır. Bu hakikati, makasıdı savunan âlimler bildiğinden, kelam ve usulde ta‘lilî ve ta‘abbudîliği kabul etmişlerdir. 1- Kelam ve Usulde Ta‘lil İslam tarihinde ilk dönemlerde ta‘lil meselesinde âlimler arasında yaygın bir tartışma yoktur. Mutezile’nin Allah’ın fiillerinin ta‘lil edileceği “husun-kubuh ve salah-aslah” konularındaki görüşlerinin bârizleştiği dönemlerde, ta‘lil konusunda şiddetli tartışmalar başlamıştır. Kelamî mezhepler arasında bu konuda uzun tartışmalar yaşanmıştır. Kelamda tartışılan ta‘lil, Allah’ın fiillerinin sebeplere bağlanması (muallel oluşu) olayıdır. Bu anlamdaki ta‘lil filozofların da kabul ettiği ta‘lildir. Ehl-i sünnetin Mutezileyi eleştirmesi bu manadaki ta‘lile yöneliktir. Çünkü Allah’ın mutlak yaratıcı olduğu kabul edildiğine göre o, hiçbir sebebin olmaması durumunda bile yaratma kudretine sahip olmalıdır. Allah’ın fiilleri sebepler dairesine indirildiğinde, irade sahibi varlıkların fiillerinin, sebepler dairesinde cereyan ettiği kabul edilmiş olur. Bu kabul ise insanın fiillerinin Allah’ın fiillerinden bağımsız olabileceği tezini destekler. Bu sakıncasından dolayı kelamcılar bu manadaki ta‘lilî şiddetle reddetmişlerdir. Usul ilmindeki ta‘lil ise, Allah’ın koyduğu hükümlerin gayelerini tanımaya yardımcı olan alametlerdir. Usuldeki ta‘lil, hükmün varlığını gerekli 40 kılmayıp var olan hükmün tanınmasına yardımcı olur. Ramazan Buti Kelamda reddedilen illetin filozofların söyledikleri kendi başına tesir eden illet olduğunu, fıkıh usulünde kabul edilen illetin ise Allah’ın, hükümleri kendilerine bağladığı belirli vasıflar olduğunu ve bunların tesir edici olmayıp sadece hükümler için birer alamet olduklarını belirtmiştir.34 Kelamcılarda ağırlıklı olarak ta‘lil yapılamayacağı görüşü yaygın iken usulcüler arasında bunun aksi genel bir kabul vardır.35 Bu konuda İbn Subkî kelamcılar ve usulcüler arasında çelişki olduğunu söylemektedir. Fakat bu çelişkinin aslî çelişki olmadığını söyleyip durumu şöyle tevil eder. Usulcülerin kullandığı illet terimi, insanların fiillerinin illeti ve sebebi anlamında olduğunu belirtmektedir. Örnek olarak hayatın muhafazası, bir insan fiili olan kısas için illettir. Fakat Şer’i hükmün illeti değildir. Çünkü Allah o illete ihtiyaç duymadan nefisleri koruyabilir. Lakin kısas nefisleri korumaya vesile olduğundan illet ona taalluk etmiştir.36 Kelamî mezheplerden Mutezile Allah’ın fiillerinin muallel ve kulları için aslah olanı seçmesinin gerekli olduğu görüşündedir. Eş’arî kelamcılar Allah’ın fiillerinin muallel olmadığını söylemişlerdir. Bu konuda Razi gibi Eşarî âlimlerin kelamda bunu söylemelerinin sebebi, i’tizali görüşlere sevk edecek mantıkî gerekliliklerden kaçınmaktır. Özellikle salah-aslah meselesinde Razi daha çok felsefecilerin illet anlayışına karşı çıkmıştır. Fakat usulde şiddetle ta‘lili savunmuştur.37 Zahiriler bu konuda hem kelamdaki hem de usuldeki ta‘lili inkâr etmişlerdir.38 Fakat usul âlimlerinin çoğuna göre ta‘lil vardır. Bu konuda çok rivayet olduğu da bilinmektedir. Sahâbe ve tabiin dönemlerinde bunun devam ettiğini gösteren birçok rivayet vardır.39 Eş’arî, Maturudi ve Mutezile gibi kelamî mezhepler fıkıh usulündeki ta‘lil meselesini kabul etmektedirler. Bu konuda İmam Şafii’nin er-Risale M.Said Ramazan Buti, Davabitu’l-Maslaha fi Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut,1986, s.96-98. Taceddin b. Ali es-Subki, İbhac fi Şerhi’l-Minhâc, Beyrut, Dar’ul-Kutubu’l-ilmiyye, ty. c. III, 41. 36 Es-Subki, a.g.e. c.III, 41-42. 37 Fahrettin Razi, el-Mahsul fi İlmi Usuli’l- Fıkıh, Riyad 1981, c. II, 237-242. 38 Bkz. İbn Hazm İbtalu’l –Kıyas, s.10-15. 34 35 39 Bkz. Şelebi, Ta ‘lil, Birinci bölüm. 41 eserini yazdıktan sonra neredeyse bütün usul eserlerinde illet ve türleri kıyas bölümünde ele alınmıştır. İbn Âşûr da dâhil makasıdı savunan âlimler hem kelamda hem de usulde ta‘lili kabul etmişler ve bunun gerekliliğini vurgulamışlardır. Şatıbi makasıd bölümünde açıkça Allah’ın kullarının maslahatını gözettiğini ve bu konuda ne Razi ne de diğerleri ile tartışmaya girilmeyecek kadar tümevarımla ta‘lilin sabit olduğunu ve birçok ayette de zikredildiğini belirtir. Peygamberlerin kulların maslahatını koruma ve insanlığın felahı için gönderilmesi bu kabildendir.40 2- İbadet ve Muamelatta Ta‘abbudîlik Fıkıh ta‘lil edilebilirlik ve edilmezlik yani ta‘abbudî ve gayri ta‘abbudî şeklinde taksim edilmiştir.41 Faydası insanlar tarafından idrak edilen hükümlere, ma‘kulu’l-mana hükümler denilmiştir. Faydası insanlar tarafından idrak edilemeyen hükümlere de ta‘abbudî hükümler denilmiştir. Şatıbi İslam hukukunda genel bir kâide olarak ibadetlerde asıl olanın ta‘abbudîlik muamelatta asıl olanın ta‘lilîlik olduğunu,42 ancak bazen muamelatta ta‘abbudî hükümlerin, ibadette ise ta‘lillî hükümlerin olabileceğini de belirtir. Şatıbi bu kuralın tümevarımla elde edildiğini, genel olarak İslam hukuk normlarına bakıldığında bunun görüleceğini söyler. Mustafa Şelebi, Şatıbi’nin muamelatta ta‘abbudî hükümlerin olabileceği meselesine karşı çıkar.43 Fakat Şelebi’nin miras gibi zamanla değişmeyen hükümlerin ta‘abbudî olduğunu belirtmesi onun tenakuza düştüğünü göstermektedir.44 İmam Cüveynî makasıda göre illetleri ayırmış ve bunun üzerinden hangi hükümlerin illetlerinin bulunup, hangilerinin bulunamayacağını tespit etmiştir.45 Cüveynî, zarûrî ve hâci maslahatla ilgili hükümlerin illetlerinin tespit edilebileceği, tahsîni maslahatla ilgili hükümlerin ise illetlerini tespit etmenin zorluğunu ifade eder.46 Şatıbi, Muvafakat, c. II, 11-12. İbn Âşûr, Makâsıd, s.184. 42 Cüveynî, el-Burhan, c. II-926; Gazâlî, Şifa’ul-galil, s. 203; Şatıbi, Muvafakat, c.II, 513. 43 Şelebi, Ta ‘lil, s. 299. 44 Şelebi, Ta ‘lil, s. 300. 45 Cüveynî, el-Burhan, c. II, 891-920. 46 Cüveynî, el-Burhan, c. II, 956. 40 41 42 İbn Âşûr, “illeti olmayan veya bilinmeyen ta‘abbudî hükümler bulunabileceğini kabul etmekle birlikte, bunlar mali ve cinâî muamelat bapları dışında olabilir”, der. Bu ikisinde ta‘abbudî ahkâm olacağı düşüncesinde olmadığını söyler. O, kamu ve özel hukukta normların ta‘lili olması gerektiğini vurgular. Ta‘lili olmaması durumda sosyal hayatta birçok zorlukları beraberinde getireceğini ifade eder. 47 İbn Âşûr ibadette ve muamelatta nelerin ta‘abbudî nelerin de ta‘lili olduğu konusuna pek değinmemiştir. Onun daha çok değindiği şey hukukçunun ta‘lili ve ta‘abbudî normlarda nasıl davranacağıdır. İbn Âşûr hukukçunun, illetleri ve gayeleri kapalı görünen ahkâmın izlerini iyice incelemesi ve durumunu belirlemesi, hukuki gayeyi belirlemek için herhangi bir çıkış yolu bulamazsa, çeşitli rivayetleri inceleyerek, hükmün illeti ve gayesini ortaya koyması gerektiğini; aynı şekilde hukukçu, ümmetin bu rivayetlerin ortaya konulduğu sıradaki umumi durumlarına da bakması gerektiğini ifade eder.48 İbn Âşûr, hükümlerin açık veya kapalı illetlerini ve gayelerini hukukçuların tanıması gerektiğini ifade eder. Bazı asırlarda, bir kısım veya bütün ulema, bunlardan herhangi bir şeyi kavramaktan âciz kalırsa, bu, bundan sonra da âciz kalınacağı anlamına gelmez. Şayet Şâri’in muradı halen ortaya çıkmazsa, bu hikmetlerde Şari’den nakledilen miktarı aşmamaları ve ona bakarak hüküm çıkarımında bulunmamaları, kıyas yapıp da ondan bir illet veya kural çıkarmamaları gerekir. Çünkü kıyas yapmayı engelleyen farklılık durumları, illet bilinemeyince kapalı kalır. Farklılıkların bir kısmı hükümlerde etkili iken, bir kısmı etkili olmayabilir.49 İbn Âşûr bu konuda hukukçuların bakış açılarının farklı olduğunu belirtir. Fakat kendisi de dâhil ta‘lil ve kıyas işine girişen hukukçuların, ta‘lil açısından hukuk normlarını üç kısma ayırmış olduklarını söyler. Bu kısımlar şunlardır: İbn Âşûr, Makâsıd, s. 187. İbn Âşûr, Makâsıd, s.187. 49 İbn Âşûr, Makâsıd, s.188. 47 48 43 Kesin kabul gören mu’allel kısım: Bunlar illeti ayetlerde belirtilmiş veya işaret edilmiş, bunlara benzer şekilde olan hükümlerdir. Kısaca illeti bilinen ve belirlenebilenlerdir. Sadece ta ‘abbudî olan kısım: Bunlar illeti ve hikmeti belirlenemeyen normlar. Mu’allel ve ta ‘abbudî olup olmadığı belli olmayan kısım: Buna örnek olarak hadislerde aynı cins ürünün satışında ancak eşit satılacağını belirttiği, altı sınıf üründe (buğday, arpa, kuru üzüm, tuz, pirinç vb.ürünler50) fazlalığın (ribe’lfadl) faiz kabul edilmesi verilebilir. Bu örnekteki gibi illeti kapalı olup âlimlerin uygun illet çıkardığı fakat görüş ayrılığına düştüğü hükümlerdir. İbn Âşûr normların ta‘abbudî olduğu ortaya çıktığında, hukukçunun onu olduğu gibi bırakması ve ona hiçbir ilave yapmaması gerektiğini ifade eder. İbn Âşûr hükümleri gayeleri bilinip bilinmeme açısından üç kısma ayırdıktan sonra şu eleştiriyi yapmıştır. Şâri’nin lafzının zahirine veya mansûs illete sıkıca bağlanan hukukçuların birçoğu, hukuk normlarını ta‘abbudî saymada Zahiriler ’in aşırı nas merkezci durumuna düşmüşlerdir.51 İbn Âşûr ta‘lili reddeden Zahirileri eleştirmiş ve bu inkârlarının onları çıkmaza sürüklediğini belirtmiştir. Onların bu yaklaşımı Şari’den bir rivayet bulunmadığında hüküm ortaya koyamama tehlikesiyle karşılaşacaklarını belirtmiştir. 50 51 Ebu Davut, Büyu, no: 3349(3/248). İbn Mace, Ticaret, no: 2272-75 (2/25). İbn Âşûr, Makâsıd, s.184. 44 III- MAKÂSIDIN BELİRLENMESİ VE DERECELERİ İbn Âşûr makasıd ilmini tasnif ederken hakiki ve örfî manalar, genel ve özel maksatlar, zannî ve kat ‘î makasıd şeklinde ayırımlar yapmıştır. Çeşitli yönleri itibara alarak yaptığı bu ayırımları sırası geldikçe açıklayacağız. Ta‘lil ve ta‘abbudîlik meselesinden sonra konu bütünlüğü açısından ve İbn Âşûr’un bu başlığı öne almasından dolayı önce makasıdın belirlenmesi konusunu inceleyelim. A- MAKASIDIN BELİRLENMESİ Fıkıh usulü ilminin kat‘îliği ve zannîliği meselesini işlerken genişçe değindiğimiz kat‘îlik meselesini, müellif kitabının girişinden sonra bir defa daha ele almıştır. Fakat bu defa ki ele alma, daha çok yeni bir üst kavram temellendirmesi için geçiş niteliğinde olmuştur. O da fıkıh usulü ilminin zannîliğinden, makasıdın kat‘îliğine geçiş meselesidir. İbn Âşûr fıkıh usulünün zannî olduğunu ortaya koyduktan sonra makasıdı ispat ve ortaya koymak üzere şunları söylüyor: “Bir hukukçu hukuki gayeyi ortaya koyarken, uzun sure inceleme yapmalı ve araştırmasını derinleştirmelidir. Bu konuda kolaycılıktan ve acelecilikten sakınmalıdır. Çünkü küllî veya cüz’i bir hukuki gayenin belirlenmesi, birçok delil ve hüküm doğacak bir olaydır. Burada yapılacak bir hata büyük bir tehlikeye sebep olabilir. Araştırmacı hukuki gayeleri, çıkarmak istediği Şâr’î’nin hükümlerini istikra yoluyla incelemelidir. Böylece makasıdın ortaya konulmasında daha doğru tespitler yapılabilir.”52 İbn Âşûr’a göre bu süreçte araştırmacının önüne iki durum çıkacaktır. Birincisi: Bir şeyin hukuki bir gaye olduğunu ortaya koyarken onun kat‘îliği konusunda açık nasların çokluğudur. İkincisi: Bir şeyin hukuki gaye oluşunu ortaya koyarken nasların kıtlığı ve zanniliği ve manaya delaletlerinin kapalılığıdır. Araştırmacının birinci durumda kesin maksatlara ulaşması mümkünken, ikincisinde kesin maksatlara ulaşması çok zordur. İkinci durumda belirlenen maksatlar, doğrudan zannîlik derecesine düşecektir. 52 İbn Âşûr, Makâsıd, s.177. 45 B- MAKASIDIN DERECELERİ 1- Kat ‘î Gayeler İbn Âşûr’a göre kat ‘î gayeler, mecaz ve abartma ihtimalini ortadan kaldıracak şekilde tekrar eden Kur’an normlarından alınan prensiplerdir.53 Bu prensipler küllî gayeleri oluşturacaktır. Bu gayeler kat‘î olacağından ihtilaf durumunda başvurulacak kaideler haline gelecektir. Mesalâ, Şâri’nin gayelerinden birinin teysir/ kolaylaştırma oluşunu belirlemeye َّ ُ ي ُِريدAllah size kolaylık çalışalım. Yüce Allah, şöyle buyurur:َّللا ُ ب ِ ُكمُ ا ْليُ ْس َر َو َال ي ُِريدُ ب ِ ُكمُ ا ْلعُس َْر ister, zorluk istemez.54 Allah’ın “kolaylık ister” ifadesinden hemen sonra, “size zorluk istemez” ifadesi ile tekid elde edildikten sonra ayetin delalet derecesini nassa yaklaştırmıştır. “ َما َجع َ َل عَ َل ْي ُك ْم فِي الدِّي ِن ِم ْن َح َرجDin hususunda size hiçbir zorluk yüklememiştir.55 Rasulullah’ın (s.a.v) şu hadisi bu manayı destekliyor. Hoşgörülü Haniflik üzere gönderildim.56 Yine, Bu din kolaylıktır, zorluk değildir.57 Muaz b. Cebel ve Ebu Musa el-Eşâri’yi Yemen’e gönderirken söylediği, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.58” hadisleri bu ayetlere ilave edilir. Böyle bir tümevarım hukukun gayelerinden birinin ‘kolaylaştırma’ olduğunu belirleme imkânı verir. Çünkü bu konudaki delillerin hepsi tekrar eden genel ilkelerdir, hepsinin Şari’e nispeti kesindir.59 2- Zannî Gayeler Kur’an veya mütevatir nasların cüz’i meseleler hakkında olması ve bu gayelerin şümullü olmaması ve üstelik şümullü gaye örneklerinin haber-i vahid yoluyla gelmiş olması, İbn Âşûr açısından bir zannîllik ifade eder. Çünkü ona göre haber-i vahid zannî olması hasebiyle, makasıdı belirleme yöntemleri arasında yer almaz. Bu kısma Şatıbi’nin zikrettiği örneği vermiştir. İbn Âşûr, Makâsıd, s.180. Bakara, 2/185. 55 Hacc, 22/78. 56 Benzeri için bkz. Ahmed, Müsned, 1/236, 5/266, 6.116.233,/ Buhari el-Edebü’l-müfred, yay. Kemal Yusuf el-Hut, Beyrut, 1985, s.109, no:287/ Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 8/216, no:7868. 57 Buhari, İman,29,no:39,/ Nesai, İman,28,no:5034/ Ahmed, Müsned,5/69. 58 Buhari, Edep, 80, /Müslim, Cihat, 5. 59 İbn Âşûr, Makâsıd, s.181. 53 54 46 Mesela, Rasulullah’ın (s.a.v) “ ال ضرر وال ضرارZarar vermek ve zarara karşılık zarar vermek yoktur”,60 hadisi böyledir. Zira zarar ve karşılık olarak zarar vermenin yasak oluşu, hukukun tikel olaylarında ve tümel kaidelerinde yaygın bir şekilde yer alır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ض َرارا ِلت َ ْعتَد ُوا ِ “ َو َال ت ُ ْم ِس ُكوه َُّنO bayanları, haklarına tecavüz ederek zarar verecek şekilde tutmayın.61” Cana, mala, namus ve şerefe tecavüzün, gaspın, zarar vermek ve karşılık olarak zarara uğratmak anlamındaki bütün durumların yasaklanması bundandır. Şüphesiz bu hukukun hedeflediği genel bir gayedir. Şatıbi’nin açıklamasında gösterilen deliller, her ne kadar çok sayıda olsa da bunlar tikel delillerdir. Bu konudaki genel delil Hz. Peygamber’in (s.a.v) “Zarar vermek ve zarara karşılık zarar vermek yoktur” hadisidir. Bu kesinlik ifade etmeyen haber-i vahittir.62 İbn Âşûr hukukun gayelerini belirlemede de bahsettiği üzere haber-i vahidi makasıdı ortaya koymada delil kabul etmediğinden burada bunu kat‘î gaye saymayıp zannî kısımda zikretmiştir. İbn Âşûr’un bu kaidesi birçok genel maksadın açıklamasında zorluk çıkaracak ve kat‘î olması gereken gayeler zannî kılacaktır. Bu ise İbn Âşûr’un ortaya koymak istediği asıl amaca hizmet etmeyecektir. Çünkü o, makasıttan hilafı bitirecek veya herkesin boyun eğeceği bir ilim olarak bahsetmişti.63 IV- MAKÂSIDIN ÇEŞİTLERİ İbn Âşûr’un makasıdı işlerken ortaya koymak istediği bir diğer önemli ayırım ise hakiki, örfî ve vehmî maksadlar şeklindedir. İbn Âşûr bu ayırım ile itibar edilecek gerçek maksatların olduğunu, şâri tarafından gözetildiğini ve toplum düzenine uygun olduğunu belirtmiştir. Örfî maksadlar ile toplumlar tarafından tecrübe edilmiş ve yararlı olduğu ispat edilmiş maksadları kastetmiştir. İbn Âşûr örfî manaları, Şari’nin maksadına uygunluğunun toplumların tecrübesiyle ortaya konulmuş olduğunu belirtmiştir. Vehmi manalar ile insanların farkında olup veya olmadan kapıldıkları gerçek dışı şeyleri kastetmiştir. Malik, Muvatta, Kada, 26; İbn Mace, Ahkâm, 17. Bakara, 2/231. 62 İbn Âşûr, Makâsıd, s.182. 63 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.111. 60 61 47 A- GERÇEK MAKSADLAR (EL-MA’ÂNİ’L-HAKİKİYE) İbn Âşûr gerçek64 maksadları şöyle tanımlamaktadır: Adaletin yararlı, hakları çiğnemenin zararlı, zalime mani olmanın toplum düzeni için yararlı oluşunu bilmek gibi, selim akılların genel bir yarar sağlayacağını veya zarar vereceğini, başka bir delile ihtiyaç duymadan kavrayabileceği gerçek maksadlardır.65 İbn Âşûr bununla kısmî olarak hüsün - kubuh meselesine temas etmiştir. Çünkü Mutezilede saf aklın hüsnü kavrayacak durumda olduğunu dolayısıyla vahiy olmadan da aklın bunu idrak edebileceğini söyler. İbn Âşûr buna yakın bir söylem kullanarak insanlığın selim akıl ile tespit edebileceği gayeleri gerçek maksadlar olarak ifade etmiştir.66 Akl-ı selim ile tespit edilen maksadların dini maksadlardan sayılacağını belirtmiştir. Fakat o aklıselim ile ortaya konulan maksadlara mükellefler tarafından uymanın gerekliliği konusuna değinmemiştir. Akl-ı selimle elde edilen maksadların şer’i maksadlar olduğu, ifadesine bakıldığında bu maksatlara uymanın dini bir vecibe olduğu görüşündedir, diyebiliriz. B- GENEL NİTELİKLİ ÖRFÎ MAKSADLAR (EL-MA’ÂNİ’LÖRFİYYE’L- ÂMME) İbn Âşûr genel nitelikli maksadları şöyle tanımlıyor: Çoğunluğun yararına uygun olduğu tecrübeyle sabit olmuş, kitlelerin gönüllerinin âşina olduğu ve güzel bulduğu tecrübelerdir. İyiliğin ümmet tarafından uygulanması, gerektiğinde suçluyu cezalandırmanın, suçu işleyeni aynı suça dönmekten caydırıcı olduğunu, aksinin ise bunlara aykırı sonuçlar doğurduğunu; pisliğin temizlenmeyi gerektirdiğini bilmek, böyle maksadlardandır. 67 İbn Âşûr genel nitelikli örfî maksadların taksimatını yaparken fıkıh usulündeki örf anlayışını benimsemiş ve toplumun benimsediği faydalı örfî uygulamaların dinin maksatlarından sayılabileceğini söylemiştir. Ayrıca bu örfî maksadlara bazı şartlar Burada “gerçek” lafzından kastedilen, felsefedeki anlamı, yani dışarıda ve gerçekte var olandır. İtibari (zihindeki) duruma karşılık olan değildir. Aslında burada kastedilen itibari durumları da içeren bir anlamdır. (İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.116.) 65 İbn Âşûr, Makâsıd, s.191. 64 67 İbn Âşûr, Makâsıd, s.192. 48 getirerek kat‘îliği de yakalamak istemiştir. Gerçek ve örfî maksadların kat‘îlik kazanması için, illet bahsinden esinlenerek usulcülerin illet için koydukları şartları örf için ileri sürmüştür. Bu şartlar şunlardır. Sübut: Bu maksatlların kesin veya kesinliğe yakın bir zanla sabit olmasıdır. Zuhur: Hukukçuların ihtilafa düşmeyecekleri derecede açık olması ve karışıklığa sebep olmamasıdır. İnzibat: Kurala bağlanabilirlik, mananın aşmayacağı ve geride de kalmayacağı kabul görmüş bir sınırı olmasıdır. İttirâd: (süreklilik/düzenlilik) Mananın bölge, kabile, millet ve asrın durumlarının değişmesiyle değişiklik gösteren nitelikte olmamasıdır. Maksadlar, bu şartlarla birlikte bulunduğunda hukukun gayeleri olduğuna dair kesin bilgi ifade ederler. İbn Âşûr insanların kuruntularını, kişilerin kapıldıkları gerçekte bulunmayan maksadlar olarak tanımlamıştır. Ona göre hukukçu evhamlar dairesine düşmemeye gayret etmelidir. İmgelemler onu sürüklememelidir. Çünkü hukuk ya gerçek maksadlar ya da örfî maksadlara dayanır.68 Birinci bölümde İbn Âşûr’un fıkıh usulüne yaptığı eleştirileri, makasıd ilmine ihtiyaç olduğu iddiası, makasıdın nasıl tespit edileceği, Allah’ın fiillerinin talili olup olmadığı gibi konulara değindik. Şimdi ise İbn Âşûr’un İslam hukukunun niteliklerini nasıl ortaya koyduğunu ve ona göre İslam hukukunun genel gayesinin ne olması gerektiğini inceleyelim. 68 İbn Âşûr, Makâsıd, s.194. 49 İKİNCİ BÖLÜM İBN ÂŞÛR’DA İSLAM HUKUKUNUN NİTELİKLERİ VE GENEL GAYESİ 50 I-İSLAM HUKUKUNUN TEMEL NİTELİKLERİ Modern dönemde ortaya çıkan yenilik ve ıslahat düşüncesi Tunus’ta da yankı bulmuştu. Zeytune uleması da bu yenilik ve ıslahat düşüncesinden etkilenmiş ve dinin temel kavramları üzerine yeni yorumlar yapmaya başlamışlardı. Bu durumdan İbn Âşûr da kısmen etkilenmiş ve batıda dillendirilen hoşgörü, eşitlik ve hürriyet gibi kavramları yorumlamıştır. Bu yorumlamayı yaparken dinin bu kavramları barındırdığını, dolayısıyla bu kavramların İslamda var olduğunu, ispata da gerek olmadığını belirtmiştir. İbn Âşûr bu kavramların dinin temel niteliklerinden olduğunu dolayısla da normlar konulurken hoşgörü, eşitlik ve hürriyet gayelerinin gözetildiğini söylemiştir. Şimdi İbn Âşûr’un bu kavramları nasıl tanımladığını görelim. 1. İnsan fıtratı:1 İslam hukukunun en önemli niteliği2 hiç şüphesiz insan fıtratına uygun olması ve bu fıtratın hem usulde hem de füruda korunmasıdır. 2. Hoşgörü ve affetme: İslam hukuku bu iki hususu dinin ahlak esaslarından kabul etmiştir. Buna binaen maktulün varislerine, katili affetme hakkı tanınmıştır. Şâri bütün normları koyarken hoşgörü esasını gözetmiş, insanlar için hükümlerin kolaylığını esas kabul etmiştir. 3. Evrensellik: İslam hukuku bu yönüyle diğer hukuk sistemlerinden ayrılır. Bu evrensellik hem mekân açısından hem de zaman açısındandır. İbn Âşûr bu açıdan makasıd ilminin önemli bir işlev görmesini ümit ederek makâsıd eserini kaleme almıştır. Çünkü İslam hukukunun bütün zamanlara ve mekânlara uygulanabilir olması, onun her asırdaki sorunları çözebilecek niteliği taşıdığını göstermektedir. Sayısı sınırlı naslar ile sayısız hâdiselere cevap vermek için, nasların maksadlarını belirleyip maksadları gözeterek hâdiselere cevap verebilmek gereklidir. Geniş bilgi için bkz. Şeyma Arslan, Din Eğitimi Açısından Fıtrat, (Doktora tezi) M.Ü.S.B.E. İstanbul, 2008. 2 Bkz. Yusuf el-Kardavi, Temel Nitelikleriyle İslam, (çev. İbrahim Sarmış) Konya, 1986. 1 51 4. Eşitlik: İslam hukukunda hiçbir kul kanunlar önünde ayrıcalığa sahip değildir. Çünkü İslam hukukunda ilah Allah’tır, insanların tamamı da kuldur; kullar da diğer kullar üzerinde bir ayrıcalığa sahip değildir. 5. Hürriyet: İslam hukukunda hürriyet, ibadetin ve akitlerin ilk şartıdır. Bu nedenle bütün ibadetlerde ve akitlerde mükellefin hür olması esası getirilmiştir. Yine İslam hukukunda, birçok kefarette kölelerin hürriyete kavuşturulmak istenmesi, bir tür ceza olarak uygulanmıştır. Böylece köle azadı teşvik edilmiştir. İslam hukukunun bu özelliklerini İbn Âşûr birer temel gaye olarak almış ve her birini teker teker işlemiştir. İbn Âşûr bu nitelikleri makasıdın temelleri arasında ilk defa sayanlardan biri olmuştur. Şimdi bu kavramları İbn Âşûr’un nasıl yorumladığını görelim. A- FITRAT VE FITRÎ AKIL İnsanlık gaybi bir güce bağlanma, yani ona kulluk etme ihtiyacını, her yerde ve dönemde hissetmişse bu fıtri bir duygudur. İslam dini de bu ihtiyacı en doğru şekilde karşılamak için gelmiştir.3 Bundan dolayı İbn Âşûr makâsıd ilminde fıtratı önemli bir konuma taşımış ve makasıdın temellerinden biri saymıştır. İbn Âşûr’un fıtratı bu şekilde makasıdın temel gayeleri arasında sayması, onun çok farklı bir yaklaşımını göstermektedir. Bu yaklaşım aynı zamanda onun akla nasıl önem verdiğini ortaya koymaktadır. Çünkü ona göre şeriat fıtrat üzerine bina edilmiştir. Fıtrat ile akıl arasında bir gereklilik vardır. Ayetlerde ikisi arasında bir varlık yokluk, sebep sonuç ilişkisi kurulmuştur.4 Ayetlerdeki bu ilişki insanın şeriatın maksatlarını gerçekleştirmede bütün imkânlarını kullanmasını ister. Çünkü insanın yaratıldığı fıtrat nizamı ile İslam’ın nizamı birbirine uygundur. Bu uygunluğun esası, insan fıtratının, insana yüklediği aklî ve bedeni gerekliliklerin İslam şeriatı tarafından da yüklenmiş olmasıdır. 3 4 Boynukalın, Gaye Problemi, s. 43. Bkz. Bakara,2/213; el-Maide,5/48; Rum,30/30. 52 Kur’an’da ve sünnette fıtrat kelimesi birçok defa geçmiş, tefsirlerde hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bu kelime Arapçada şu manaya gelmektedir: “Allah’ın insan türünü ilk yarattığı hal üzere olmak, فطر هللا الخلق يفطرهم أي يخلقهمAllah fıtrat etti demek yani yarattı, halk etti, ilk hal üzere yarattı”, demektir.5 Fakat âlimler terim manasında ihtilaf etmişlerdir. İbn Haldun’a göre: “İnsanın fıtratı, cibilliyetinde hayra ve şerre yönelecek kabiliyette olmasıdır. Fakat hayra yönelmesi akıl fıtratı olmasından dolayı daha baskındır.”6 Fahrettin Razi, fıtratın anlamı konusunda şunları söylüyor: “Allah daha sonra “fıtratellah” yani Allah’ın fıtratına sarılmak, buyurur ki o tevhiddir. Çünkü Allah insanları tevhit üzere yaratmıştır… Denilir ki: Allah’ın yaratışında değişme yoktur, yani içlerine yerleşmiş vahdaniyette, hiçbir değişiklik yoktur.”7 Beyzavî’ye göre ise “fıtratellah” “Allah’ın yaratışı, onların hakkı idrak edebilecek özellikleri ya da millet-i İslam’dır. Çünkü insanlar yaratılışı üzere bırakılsalar bu onları İslam’a götürür.”8 Modern dönem makasıdcılarından Allâl el-Fâsî’ de fıtratı şöyle yorumluyor: “İslam’ın fıtrat dini oluşu, insanın akıl melekesi, medeniyete yatkınlık, öğrenme ve itaat etme yeteneği gibi, onun ihtiyaçlarını karşılamada kendisine yardımcı olan ve yaratılıştan gelen özellikleriyle uyum içinde olması anlamını taşır. Dolayısıyla İslam’ın getirdiği hükümler insana yakışır bir medeniyetin oluşturulması için gereken ihtiyaçları karşılamak zorundadır. Bu nedenle İslam hukukunda insan fıtratına ters düşen hiçbir hüküm yoktur.”9 İbn Âşûr’a göre ise fıtrat, Allah’ın yarattığı, mahlûkatta meydana getirdiği sistem ve düzendir. İnsanın fıtratı onun bedeni ve aklî yaratılışıdır. İslam’ın fıtrat dini olması, İslam’ın insanoğlundaki aklî melekelere uygun olmasıdır. Nitekim İslam dininin inanç esasları ve şer’i hükümleri aklî konulardır.10 Yine İbn Âşûr, İslam İbn Münzir, Lisan’ul-Arab, فطرmd. Abdurrahman b. Muhammed İbn Haldun, el-Mukaddime, Beyrut, Daru’l-Fikr, ty. s.106. 7 Fahrettin Razi, et-Tefsiru’l-Kebir/Mefatihu’l-Gayb, Beyrut, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1990, c.1325/105. 8 Abdullah b. Ömer Beyzavî, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, Beyrut, DKİ, 1988 c.2-220. 9 Allâl-Fâsî, Makâsıd, s.179. 10 İbn Âşûr, Makâsıd, s.199. 5 6 53 hukukunun genel gayesi, fıtratı koruma ve onun bozulan yanlarını onarma olarak da açıklanabileceğini belirtir.11 İbn Âşûr, İbn Sina’nın fıtratla ilgili görüşlerini serd etmiştir. İbn Sina: “Fıtratın anlamı, insanın kendini birden meydana gelmiş, akıllı olmakla birlikte hiçbir görüşü duymadığını, hiçbir doktrine inanmadığını, hiçbir milletle yaşamadığını ve hiçbir siyaseti tanımadığını vehmetmesidir. İnsan varlıkları gözlemledikten sonra zihnine takılan birtakım şeylerden şüphelenir. Şüphe duyulan şey iyice belirirse, fıtrat o şüpheyi tanır ve şüpheyi araştırma gereği hisseder, işte bu fıtratın gereğidir. İnsan fıtratının gerektirdiği her şey doğru bir hükümdür denilemez. Doğru olan, akıl diye isimlendirilen bil kuvve fıtratıdır.”12 İbn Sina’nın açıklamalarını eşsiz bularak bu değerlendirmelerinde ona katılan İbn Âşûr’a göre sonuç olarak insan manevi fıtratı, aklının bozuk adetlerle karışmadan önce, yaradılış üzere olduğu durumdur. Bu anlamdaki insan fıtratı iyilik ve güzelliği doğuracak bir yapıdadır.13 “Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra da onu aşağıların en aşağısı bir duruma getirdik. Ancak iman eden ve sâlih ameller işleyenler bunun dışındadır”14 mealindeki ayetler bu gerçeğe delalet etmektedir. İbn Âşûr: Fıtri esaslar, Allah’ın dünyanın imar edilmesi için ortaya koyduğu esaslardır. Bunlar da, bu dünyanın düzeltilmesi için Allah’ın iradesi olan İslam’ın içerdiği esasların bilinmesidir.15 B- İ’TİDAL VE KOLAYLIK İbn Âşûr’a göre itidal ve kolaylık, hukukun birinci niteliği ve maksadların en önemlisidir. Çünkü adalet ve orta yolu tutmak Şâri’in emirlerindendir. İbn Âşûr itidali şöyle tanımlar: İfrat ve tefrit uçları arasında orta yolu tutmaktır. Çünkü itidal olgunlukların kaynağıdır. Yüce Allah, bu ümmeti nitelerken, şöyle buyurmaktadır:16 İbn Âşûr, Makâsıd, s.202. İbn Sina, Kitabu’n-Necat fi Hikmeti’l-Mantıkıyye ve’t-Tabi’iyye ve’l-İlahiyye, (yay. Macid Fahri) Beyrut, Daru’l-Afakı’l-Cedide,1985, s.99. 13 Boynukalın, Gaye Problemi, s.41. 14 Tin,95/4-6. 15 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 200-201. 16 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.137-138. 11 12 54 “Böylece sizi, insanlara şahit ve örnek olmanız için orta yolu tutan (vasat) bir ümmet kıldık.”17 Ebu Said el-Hudri Peygamber’den naklen (s.a.v) “vasat” ın adalet, yani ifrat ve tefrit arasında itidal anlamına geldiğini rivayet eder.18 İtidal ve adalet şüphesiz kolaylık ve müsâhayı gerektirir. İslam’da bu ikisini emrettiğinden kolaylığıda emretmiştir. Bu emir ayetlerde şöyledir: “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.19 Yine yüce Allah, Dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.”20 Yine ayeti kerimede, “Allah sizin zorluğa düşmenizi istemez”21 buyurmuştur. İbn Âşûr’a göre itidal ve kolaylığın İslam hukukunun gayeleri arasında olduğu ayet ve hadislerle sabittir. O, bu konuda Şatıbi ile aynı fikirde olduğunu belirtir ve onun görüşünü aktarır. Şatıbi zorluğun ümmetin üzerinden kaldırıldığını gösteren deliller kesinlik derecesine ulaşmıştır.22 İbn Âşûr, itidal ve kolaylığı dinin en büyük gayesi olduğunu belirtmiştir. Fakat bu umumi kaide kesin olsa da bunun sınırlarının belirlenmesi bundan ayrı önemli bir meseledir. Çünkü kolaylığın umumu kat‘î olmakla birlikte sınırının ne olacağı zannîdir. Bu konuda çok çeşitli hadisler vardır ve uygulamada da ihtilaflar belirgindir. C- EVRENSELLİK 1- Zaman Açısından Evrensellik İslam’ın genel (evrensel) olduğu ve insanların hepsini kendisine uymaya davet eden bir din olarak geldiği, dini bir zarûret olarak bilinmektedir. Çünkü İslam dini, dinlerin sonuncusudur. Şüphesiz bu durum onun genel olmasını, dünyanın diğer bölgelerine ve diğer zamanlarına da uzanmasını gerekli kılmıştır. Kur’an ayetlerinden ve manevi tevatür derecesine varacak şekilde sahih sünnetten buna dair deliller çoktur.23 Yüce Allah Şöyle buyuruyor: “Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların pek çoğu bunu bilmez”.24 17 Bakara,2/143. Buhari, Tefsiru’l-Kur’an, no:4487. Ahmed bin Hanbel, Müsned, 3/32, 19 Bakara,2/185. 20 Hacc,22/78. 21 Maide,5/6. 22 Şatıbi, Muvafakat, c.I-520. 23 İbn Âşûr, Makâsıd, s.245. 24 Sebe, 34/28. 18 55 İbn Âşûr’un belirttiği bu gerçek bütün âlimlerin kabul ettiği bir durumdur. Buradan yola çıkarak İbn Âşûr, fıtratın evrensellik ile bağlantısı olduğuna işaret eder. Çünkü fıtrat bütün insanların buluşabileceği bir platformdur. Herhangi bir zamana has bir adet ve duruma göre inen normların evrensel olup olmadığı, fıtrat üzerinden değerlendirilerek ortaya konulabilir. Bunu, İbn Âşûr şu şekilde ifade eder: “Dinin evrensel oluşunun gerektirdiği en önemli sonuçlardan birisi, ahkâmının (normlarının) kendisine uyan diğer milletler için mümkün olduğu ölçüde eşit (aynı, benzer) olmasıdır.”25 İbn Âşûr dinin evrensel olduğundan hareket ederek şunu ifade eder: Kesin olarak benimsiyoruz ki, bir kavmin âdetlerini sırf o kavme has âdetler olarak aldığımızda, hukuki olarak başka kavimlerin ve hatta sahiplerinin bu adetlere zorlanması doğru değildir.26 Nitekim kadınların peruk takması, kaşlarını aldırması, cilde dövme yaptırmaları,27cilbab28 giymeleri, Araplara has adet olduğu, bunu başka toplumlara zorlamanın yanlış olacağını belirtmiştir. Burada İbn Âşûr kısmen tarihsellik benzeri mekânsallık meselesine düşmüş oluyor. Bu ise önü açık bir mesele olup sınırlarının belirlenmesi neredeyse mümkün değildir. Örnek olarak cilbab ayette belirtilmiş ve bunun toplumlardaki fuhuş yollarının kapatılarak neslin ve insanın saygınlığını korumak amacıyla Allah özelde Araplara, genelde ise bütün insanlığa gerekli bir hüküm kılmıştır.29 Buna rağmen, İbn Âşûr bunu yerel adet kabul ederek cilbabın diğer toplumlara farz olmadığını savunmuştur. Bu tür makasıd ilmi adı altında yapılan istidlal, dinin birçok cüz’iyatının rahatlıkla ilga edilmesine kapı açacaktır. Bu tür bir evrensellik anlayışı kat‘î normları bile ilga edeceği açıktır. Bu yönüyle makasıd ilmi İbn Âşûr’un iddia ettiği gibi ihtilafı bitiren, ümmeti birleştiren bir ilim olmayıp bilakis dinin normlarını ilga eden bir ilim haline gelecektir. İbn Âşûr, Makâsıd, s.247. İbn Âşûr, Makâsıd, s.249. 27 Bkz. Buhari libas, no:5931. Müslim libas, no:2125. Tirmizi, libas, no:1759. 28 Ahzab, 33/59. 25 26 56 2- Mekân Açısından Evrensellik İbn Âşûr İslam’ın çeşitli asırlarda diğer insanlar için evrensel olduğu konusunda Müslümanların icma ettiğini belirtir. İslam’ın evrensel oluşu yanında, her zaman ve her yerdeki insanlara da elverişli olduğunda icma etmişlerdir, der. İbn Âşûr İslamın evrensel ve fıtrat dini olması, onu bütün zamanlara ve mekânlara elverişli kıldığı görüşündedir. O bu elverişliliği iki şekilde açıklar. İslam hukuku, zorluk ve sıkıntıya düşülmeden uygulanabilecek normlara ve hukuki yapıya sahiptir. İslam hukuku, çeşitli asırlarda yaşayan milletlerin hayatlarına uygulanabilecek kolaylık ve esnekliği barındırır. İbn Âşûr, İslam’ın bu iki duruma elverişli olduğunu söyler ve şunu ekler.30 Dinin insanlara meşakkat yükleme gayesi olmadığından, toplumların ona uyması zor değildir. Kur’anı Kerim’de şöyle buyrulur: “Allah dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.”31 Bu ayeti Muhammed Esed şöyle açıklıyor: “İslam dininde zorluğun, güçlüğün olmamasını birkaç yönden değerlendirmek gerekiyor”: “İslam Kur’an’î öğretinin anlaşılmasını zorlaştıracak yahut sağduyuyla çelişebilecek dogmatik ve mistik unsurlardan uzaktır. Günlük hayatı gereksiz sınırlamalarla güçleştiren karmaşık, törensel ve biçimsel yükümlülükler yahut tabusal sistemler içermemektedir. İnsan tabiatına kaçınılmaz biçimde ters düşen, kendine eziyetçi, çileci, tüm yaklaşımlara kapalıdır.”32 Esed’in bu açıklaması İslam’ın evrenselliği açısından önemlidir. İbn Âşûr’un koymak istediği evrensellik vasfının önemli direklerinden olan kolaylığa ve mekânca evrenselliğe Esed önemli bir açıklama getirmiş oluyor. İbn Âşûr sonuç olarak, cüz’i normların bir kavme ait olduğu dolayısıyla diğer kavimlerin bu normları uygulamada zorlanamayacağı, bununsa dinin bütünsel ve evrensel ilkesine ters olacağını belirtir. İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.156. Hac,22/78. 32 Muhammad Esed, Kur’an Mesajı, c. II, 686. 30 31 57 D- EŞİTLİK VE EŞİTLİĞE ENGEL DURUMLAR İslam hukuk felsefesinde eşitliği dinin gayeleri arasında sayan en önemli hukukçu Tahir b. Âşûr’dur. Aralarında İbn Âşûr’un da bulunduğu İslam hukukçularından bazıları, batı modernizminin bayraklaştırdığı söylemlerin aslında İslami kaynaklarda dağınık bir şekilde işlendiğini ve uygulandığını ifade ederler. İbn Âşûr’un eşitlik meselesini, makasıddan sayması ve bunu İslam fıtratına dayandırıp, eşitliğe uymayan durumları da avârız olarak kabul etmesi, onun batı modernizminin söylemlerinden etkilendiğini göstermektedir. İbn Âşûr’a göre Müslümanların eşitliği, İslam’ın evrensel olmasının doğal bir sonucudur.33 İslam’ın fıtrat dini olması Müslümanların eşit olmalarını gerektiği, fıtraten farklı oldukları yönlerde ise Şâri adaleti yerine getirecek normlar ihdas ederek eşitliği sağlayacağını ifade eder. İbn Âşûr, eşitlik durumunun yargı ve hükümlerde olduğunu, fakat fazilet yönünden eşitliğin söz konusu olmayabileceğini belirtir. Tıpkı Mekke’nin fethinden önce Allah yolunda mallarını harcayan ve savaşanlar ile daha sonra savaşan ve harcama yapanların bir olmadığı gibi.34 İbn Âşûr insanlar arasında farklılıkların hâci maslahatlarda ortaya çıkağını belirtir. Zarûrî maslahatlarda ise insanlar arasında farklılık görülemeyeceğini ifade eder. Farklılıklar, ancak eşitliliğin geçerliliğini engelleyen muteber unsurların bulunması halinde ortaya çıkacağını ifade eder. İbn Âşûr teşride eşitliğin asıl olduğunu, varlığına değil yokluğuna delil aranacağını belirtir. Kaldırıldığında baskın maslahatın gerçekleşeceği ya da yürürlükte kaldığı sürece önemli zararlar doğuracağı arîzî hallerde eşitliğin kaldırılabileceğini ifade eder. İbn Âşûr, eşitliği ortadan kaldıran engellerin ya o işin doğrudan mana ve mahiyetiyle veya hukuk politikası ile ilişkili olduğunu belirtir.35 İbn Âşûr’a göre eşitliği ortadan kaldıran engeller şunlardır. İbn Âşûr, Makâsıd, s. 255. Hadid, 57/10. 35 Bkz. M. Tahir b. Âşûr, Usulu’n-Nizami’l-İctimâi, Tunus, eş-Şerikatu’t-Tunusiyye, 1985, s. 62-156. 33 34 58 1- Yaratılışla ilgili Engeller Bazı engeller yaratılıştan gelen özellikler ve insan tabiatının gerektirdiği kabiliyetlerden dolayıdır. Yine kişinin çalışması ve emek vermesinden doğan kazanılmış haklar da cibilliyetten sayılır. Mesela kadının erkekten zayıf olduğu durumlarda erkeğe eşit olmaması; küçük çocukların terbiye hakkının kadına tanınması; erkeğin kazanç sağlamakla yükümlü tutulması nedeniyle kadının nafakasını onun yüklenmesi vb. durumlar cibilliyetten sayılan sıfatlardır.36 2- Hukuki engeller İslam’da sınırsız eşitlik yoktur. Eşitlik hedeflenen gayeleri ihlal etmediği sürece esastır. İslam, eşitliği, insan onurunu ve insanlar arası adaleti sağlamayı gaye edinmiştir. Ancak eşitlik uygulandığı takdirde İslam’ın temel gayelerinden biri ihlal edilecek olursa bu durumda eşitlik uygulanamaz. Örnek olarak eşitliği sağlama açısından çok eşlilik erkek için mubah kılındığı gibi kadın için de mubah kılınması gerektiği tezi, İslam hukukunca kabul edilemez. Çünkü bu eşitlik kadınlar için de sağlanmış olsaydı İslam’ın önemli gayelerinden nesli koruma ilkesi çiğnenmiş olacaktı.37 3- Sosyal Engeller Bu engellerin çoğu, toplum maslahatının korunması esasına dayanır. Bir kısmı makul engeller iken, diğer bir kısmı insanların benimseyip âdet edinerek içlerinde kök salan duygularıyla ilgilidir. Mesalâ ümmetin maslahatını belirlemede, cahilin âlime eşit olmayışı, şahitliğin kabulünde kölenin hür kişilerle eşit olmaması sayılabilir.38 Böylece İbn Âşûr, eşitlik bulunmayan bazı ahkâmın İslam hukuku çerçevesinde bir takım kaidelere oturtulduğunu ve bunun İslam siyaseti açısından uygun olduğunu öngörür. Bu açıklama modernistlerin bu normları, eşitliğe uymadığı gerekçesiyle reddetmelerinden daha makul ve ilmî sayılabilir. İbn Âşûr, Makâsıd, s. 259. İbn Âşûr, Makâsıd, s. 260. 38 Bkz. Fakîhlerin görüşlerine, Abdulgâni Meydani, el-Lübab fi Şerhi’l-Kitab, Beyrut, Mektebetu’lİlmiyye, 1980,c.IV-54. 36 37 59 E- HÜRRİYET VE TASARRUF HÜRRİYETİNİN SINIRLARI İbn Âşûr, hürriyet konusuna temas etmiş fakat bu bölümde daha çok köleliğin neden kaldırılmadığı üzerine yoğunlaşmıştır. Fakat günümüzde önemini koruyan, düşünce, ticaret, mülk edinme hürriyetlerinin makâsıd açısından ne gibi sınırları olmalıdır. Sorularının cevaplarına değinmemiştir. Buna rağmen konuyu makasıd açısından incelemesi önem arz etmektedir. İbn Âşûr, hürriyetin makasıd içinde yer almasını, fıtrat ve eşitlik ilkesinin gereği görür ve bu konuda Hz. Ömer (r.a) şu sözünü aktarır. متى استعبدتم الناس وقد ولدتهم . أمهاتهم أحراراNe zaman insanları köleleştirdiniz? Hâlbuki anneleri onları hür olarak dünyaya getirmiştir.39 İbn Âşûr hürriyet kelimesinin iki manasına dikkat çekmiştir. Birincisi köleliğin (ubudiyet) zıt anlamı olan hürriyettir. Bu hürriyet, asaleten işlerini yürütebilecek hukuki sorumluluk sahibi olma durumudur. İkincisi ise mecaz yoluyla birincisinden türemiştir. Bu ikinci anlamdaki hürriyet, kişinin kendisi ve işleri hakkında, hiçbir hukuki engel olmadan, istediği gibi tasarrufta bulunabilmesidir.40 İbn Âşûr insanların İslam hukukunda şahsi tasarruf haklarına sahip olduğunu belirtir. Bu haklar: insanların inanç, ifade ve hareket özgürlükleridir. Tasarruf hürriyeti kişinin asîl olarak kendi işlerini, vekil olarak da başkalarının işlerini yürütebilmesi yetkisini kapsar. Kişinin kendi işleriyle ilgili tasarruf hürriyeti, her türlü mubahın istenilmesi çerçevesine girer. Çünkü ibâha, tasarruf hürriyetinin uygulandığı en geniş alandır. Başkalarına zarar vermiyorsa bu alanda kişiye izin verilmiş demektir. İbn Âşûr İslam hukukunun geçerli olduğu yerlerde, İslami yönetim altındaki halka tasarruf hakkı ve inanç hürriyeti tanındığını ifade eder.41 Bazı bölgelerde sapık inançların kaldırılmasında güzel bir üslupla mücadele edilmesini, fakat bu arada zorlamadan kaçınılması gerektiğini vurgular.42 İbn Âşûr bunun dışında yine, düşünce Ali el-Müttaki, Müntehabu Kenzi’l-Ummal fi Süneni’l-Akval ve’l-Ahval, Beyrut, Daru ihya’itTürasi’l-Arabi, 1990, c. 4-577. 40 İbn Âşûr, Makâsıd, s.309. 41 İbn Âşûr, Makâsıd, s.313. 42 Geniş bilgi için, Bkz. İbn Âşûr, Usulu’n-Nizam, 78-156. 39 60 hürriyetinin gerekliliğinden bahseder ve hukuk sistemine zarar vermeyecek sınırlara kadar buna izin verilmesi gerektiğini aktarır. İbn Âşûr hürriyet konusunda kölelik meselesine de değinir ve Şâri’nin daima hürriyeti yeğlediğini söyler. O, bu konuda İslam hukukunun en önemli gayesinin kölelik müessesesini kaldırmak olduğunu belirtir. İslam’ın neden köleliği tamamıyla kaldırmadığını ve daha çok kaldırmaya yönelik teşvik edici önlemler aldığını genişçe açıklar.43 43 İbn Âşûr, Makâsıd, s.311-312. 61 II- İSLAM HUKUKUNUN GENEL GAYESİ (MASLAHAT) A- MASLAHATIN HUKUKİ DAYANAĞI İslam Şeriatının en genel gayesi, hiç şüphesiz insanların dünyevi ve uhrevi mutluluklarını sağlamaktır. Bu maslahat, İslam hukukunun en genel gayesidir.44 Makasıdın en önemli konusu da hiç şüphesiz maslahattır. Normların mu’allel oluşunu kabul eden İslam hukukçuları, genel anlamda şer’i normların insanların faydalarını temin etme gayesiyle konulduğu hususunda müttefiktirler.45 İslam hukukunu delilleriyle öğrenmiş âlimlerin yeni bir hadise ve mesele ortaya çıktığında ümmete ilişkin maslahatı ve mefsedeti itibara almanın lüzumu konusunda ihtilafa düşmelerinin doğru olmayacağını belirtir. Şayet yeni bir mesele cereyan ederse âlimler, sadece hükümleri doğrudan nasla veya nassa kıyas yoluyla sabit olan maslahatlar bulmayı gözetmez, bilakis hükümleri nasla veya nassa kıyas yoluyla sabit olmamış maslahatları da dikkate alarak meselenin çözüme kavuşturulması gerektiğini savunur.46 İbn Âşûr maslahat kavramını açıklamaya geçmeden, dinin en büyük maksadının maslahatı muhafaza etmek olduğunu ispat etmeye çalışır. O İslam hukukunun delillerini tek tek incelediğimizde, bütün bu delillerin külliyatı ve cüziyyatından hukukun gayesinin, ümmetin düzenini korumak olduğunu belirtir. Bu düzenin devamı (salâhı) ona egemen olan insanın devamı ve salahıyla doğrudan bağlantılıdır. Onun salâhı, aklının, amelinin, yaşadığı âlemdeki varlıkların salahını gerektirir.47 İbn Âşûr İslam hukukunun, akide, amel ve günlük hayatta dinin maslahatlarını gözettiğine dair çok sayıda ayet zikretmiştir. Burada umum ifade eden ayet ve hadislerden bir kaçını zikretmekle yetineceğiz. Yüce Allah Şuayb’ın diliyle şöyle buyurmuştur: Gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir dileğim yoktur. Başarım ancak Allah’tandır.48 Allah Şuayb’ın (s.a.v) halkına indirilen mukaddes metinler hakkında şöyle buyurur: İnsanların eşyasını eksik vermeyin, ıslah ettikten Geniş bilgi için bkz. el- Buti, Davabitu’l-Maslaha, s. 73-74 Şatıbi, Muvafakat, c. II, 9. 46 Günay, İbn Âşûr’un Makâsıd Anlayışı, s. 511. 47 İbn Âşûr, Makâsıd, s.209. 48 Hud,11/88. 44 45 62 sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkartmayın.49 Buna benzer bir diğer ayette şöyle: Bozgunculuk yaparak yeryüzünde fesat çıkarmayın.50 Yine maslahatı en geniş anlamıyla şu ayet içeriyor: Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin davranışları, kötülüğü ve zulmü yasaklar Allah sizlere düşünmeniz için öğüt verir.51 Hz. Peygamber (s.a.v) “Dikkat ediniz! Vücutta bir et parçası var ki, o iyi olduğunda bütün vücut iyi, o kötü olduğunda bütün vücut kötü olur. Dikkat edin! İşte o kalptir.52 Yine bilginler de insanı “organlarını aklının hizmetine verilmiş bir varlık” şeklinde tanımlamışlardır.53 1- Maslahat ve Mefsedet Kavramı Maslahat sözlükte “doğru, nizamlı, düzgün, eksiksiz olma, iyilik, uygunluk” gibi anlamlarına gelen salah kelimesinden türetilmiştir, çoğulu mesâlihtir.54 Terim olarak maslahat: İnsanlar için faydanın gözetilmesi, zararın ise bertaraf edilmesidir. Şâri’nin en nihai gayesi faydanın celbi zararın defi olunca, diğer bütün gayeler bu maslahatı gerçekleştirmek için konulmuştur. Bu kadar önemli olmasından dolayıdır ki İslam hukukçuları maslahat kavramını çok farklı tanımlamışlardır. İbn Âşûr maslahatı şöyle tanımlar: Maslahat, kendisinde üstün bir salah (iyilik) bulunan şeydir. Bu manada kök anlamından ziyade bulunduğu yerin ismini gösteren “mef’ale” sığasından türetilmiştir. Buradaki mekân anlamı mecazîdir.55 Buradan hareketle maslahatı, “kendisiyle salahın doğduğu fiil” şeklinde tanımlayabiliriz. Yani, toplum ve bireyler için devamlı veya galip yarar bulunan fiildir. A’raf, 7/85. Hund, 11/85. Şuarâ, 26/183. 51 Nahl,16/90. 52 Buhari, İman, 52. 53 Müslümanların yükselişlerinde bu anlayışın yeri için, Bkz. İbn Âşûr, Eleyse’s-Subhu bi-Karîb, Tunus, 1988, 129-130. 54 İbn Münzir, Lisânü’l-Arab, md.“slh”. Zebîdi, Tâcü’l-Arûs, md, “shl”. 55 İbn Âşûr, Makâsıd, s.213. 49 50 63 Adududdin el-Îcî maslahatı : “Lezzet ve onun türevleri, mefsedet ise elem ve onun türevleridir. Her ikisi de nefsi ve bedenidir, dünyevî ve uhrevîdir.56 Çünkü akıllı kişi, maslahatı seçer, mefsedeti bırakır”, şeklinde tanımlamıştır.57 Ebu Hamid el-Gazâlî de maslahatı şöyle tanımlar: “Maslahat, aslında yararın sağlanması veya zararın def edilmesinden ibarettir. Fakat şer’î maslahat bu değildir. Çünkü yararın sağlanması ve zararın def edilmesi, insanların maksadlarıdır. İnsanların salahı, maksadlarına erişmektedir. Bizim maslahattan kastettiğimiz, şerîatın maksadlarını muhafaza etmektir.58 İslam hukukunun koruduğu temel maslahatlar ise, din, hayat, akıl, nesep ve maldır. Bu beş temel esasın korunması zaruret derecesindedir.”59 Bu açıklama ile İmam Gazâlî şeriatın temellerinin korunmasını maslahat altında görmektedir. Gazâlî hukuk normlarının uygulanması ile şeriatın maslahatlarının gerçekleşeceğini belirtiyor. Şatıbi’ye göre maslahat, insan hayatının idame ettirilmesi, insandaki fıtri güdü ve aklî vasıfların muhafaza edilmesi demektir. Şüphesiz bu faydaların zahmetsiz elde edilemeyeceğini, beşeriyet tecrübesinin bunu izhar ettiğini ifade eder. Fakat şeriat faydanın fazla olduğu yerlerde faydanın teminini emretmiş ve zararın az olan yerlerde zararı yok saymıştır. Zararın fazla olduğu yerlerde de zararın izale edilmesini emretmiş ve az faydayı yok hükmünde saymıştır. Dolayısıyla şer’i hükümlerin maksadı olan maslahatlar mutlaktır. Bunun gereği olarak şer’i hükümler ebedi ve evrensel niteliktedir.60 Şatıbi’ye göre normlarda maslahatın tespiti, sadece dünyevi faydaların teminine yönelen nefsi isteklere göre değil, dünya hayatının ahiret hayatı için yaşandığı gerçeği göz önünde bulundurularak tespit yapılmalıdır. Çünkü şer’i normlar insanları nefsi isteklerden uzaklaştırarak Allah’a kul olmalarını sağlamak için konulmuştur. Ayeti kerimede: “Eğer gerçek, onların arzularına uysaydı gökler, yer ve içlerindeki her şey bozulurdu; aslında biz onlara kendilerini şerefli kılacak bir şey getirdik ama onlar Adududdin Îcî, Şerhu’l-Adud, Beyrut, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 2000, s. 320. Adududdin Îcî, el-Mevakıf fî İlmi’l-Kelam, Beyrut, Âlemu’l-Kütüb, ty. s. 324. 58 Gazâlî, Mustasfa, c. II, 481. 59 Gazâlî, Mustasfa, c. II, 482. 60 Şatıbi, Muvafakat, c. II, 44-46 56 57 64 kendilerini şerefli kılacak şeyden yüz çeviriyorlar,” buyrulur.61 Aklıselim insanlar İslam hukuku vazedilmeden önce de faydanın temini için nefsi arzularının bir kısmını terk etmişlerdir. Ancak bu hususun tamamen açıklığa kavuşması ve dünya hayatının ahiret için yaşanması gerektiği bildirilerek bundan insanların sorumlu tutulması ilahi hukukun vahiy edilmesiyle birlikte gerçekleşmiştir.62 İbn Âşûr, maslahat mefhumunu incelerken dünyevi ve uhrevi diye ayırıma gitmemiş, Şatıbi’nin aksine maslahatları sadece dünyevi maslahatlar olarak ele almıştır. Çünkü ona göre maslahat, insanların sosyal düzenini sağlayan yararlar silsilesidir. İbn Âşûr hukuku dünyaya hasretmiştir. Dolayısıyla maslahatı ele alırken sadece dünyevi olarak ele almıştır. Mefsedet kavramını İbn Âşûr, yarara zıt olan; “kendisiyle fesadın doğduğu fiillerdir,’’ yani toplum veya bireyler için daima veya ekseriyetle zararlı olan şeydir, diye tanımlar.63 Bazen mefsedet, mazarrat şeklinde de kullanılıyor. Yukarıdaki tanımlardan yola çıktığımızda maslahattan kastın sadece insanların dünyevi kazanç, rahatlık ve nefsi dürtülerini tatmin etmek değil; bilakis insana yakışır şekilde şerefli bir varlık olarak yaşam sürecek hayatını idame ettirecek durumların sağlanmasıdır. Buna kişinin dini ve dünyevi hayatı, ahlaki ve ruhsal boyutu da girer. Çünkü insan sadece bedeni değil; bilakis ruhu ve aklı ile düşünebilen varlıktır. İşte bu sebeple maslahat mefhumunu sadece seküler bakış açısıyla değerlendirmek yanlış olacaktır. 2- Maslahatı ve Mefsedeti Birbirinden Ayıran Ölçütler İbn Âşûr’a göre saf yarar ve saf zarar her ne kadar mevcut olsa da yararla zararı karışık olana oranla nadirdir. Dolayısıyla kendisiyle bir vasfın maslahat ve mefsedet sınırının belirlenmesi, çalışma, araştırma ve bu yolda yorulmayı gerektiren bir meseledir. Bununla birlikte zihin ve düşünce planında bu sınırı tayin etmek daha kolaydır.64 Çünkü makasıd melekesine ulaşmış bilginler bu ayrımı zihinlerinde kolayca yapabilirler, fakat topluma ve başkalarına ispat etmede zorlanırlar. 61 Müminin, 23/71. Şatıbi, Muvafakat, c.II-63-65; Boynukalın, Gaye problemi, s.88. 63 İbn Âşûr, Makâsıd, s.214. 64 H. Mehmet Günay, “M. Tahir b. Âşûr’un makasıd anlayışı (makasıd ve içtihat) İslam hukuk felsefesi araştırmaları,” Yay. Ahmet Yaman, İstanbul, Rağbet, 2010, s.504. 62 65 İbn Âşûr maslahatın hukuki dayanağını ve tanımını açıkladıktan sonra maslahatın neye göre tespit edileceği, muteber maslahatın hangi şartları taşıması gerektiği, maslahat ile mefsedetin nasıl ayırt edileceği gibi bir takım şartlar ve ölçütler getirmiştir. Bu şart ve ölçütler şunlardır. Yarar veya zararın kesin(muhakkak) ve sürekli (muttarid) olması Havadan, güneşin ışığından, çok sıcakta gölgeden faydalanmak, kesin yararlara örnek verilebilir. Muteber yararlarda (maslahatlarda) kimseye zarar vermek söz konusu değildir. Sahibini bilmeksizin ve intikam söz konusu olmaksızın yalnızca itlaf kastıyla ekinin yakılması, kesin zarara örnek verilebilir.65 Zararın yarardan çok olması Buna örnek olarak, şarap içmenin açık zararları, aklı gidermesi, husumet ortaya çıkarması ve malı itlaf etmek verilebilir. Aynı zamanda şarap içmenin cesareti artırmak, cömertlik ve kederden uzaklaştırmak gibi faydaları var. Ne var ki, biz, onun yerine zararlarını düzeltecek niteliğin gelmediğini, faydaları için ise güzel öğüt ve beliğ şiirlerle iyiliğe teşvik gibi şarap içmenin yerini tutan şeylerin bulunduğunu görüyoruz.66 Yarar ya da zararın zıddıyla eşit olduğu durumlarda bunlardan birinin tercihini gerektiren başka delille desteklenmiş olması: Kasten bir malı itlaf edenin, itlaf ettiği malın değerini tazmin etmekle yükümlü tutulması böyledir. Çünkü bu ödemede, malı itlaf edilenin yararı, telef edenin zararı vardır ve bu ikisi eşittirler, ancak önceliğine akıl ehli ve bilgelerin tanıklık ettiği adalet ve insafın desteklenmesiyle yarar üstün tutulur.67 Birinin düzenli / istikrarlı(munzabıt) ve kesin, diğerinin düzensiz (muztarib) olması: Muvattada Ebu Hureyre’den rivayet edilen hadisin yasakladığı, Müslümanın kardeşinin evlenme teklifi üstüne teklifte bulunmak, pazarlığı üstüne pazarlık yapmak böyledir.68 Çünkü ilk önce evlenme teklifinde bulunan İbn Âşûr, Makâsıd, s. 216. İbn Âşûr, Makâsıd, s. 217. 67 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 218. 68 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 219. 65 66 66 kişinin atmış olduğu adım istikrarlı ve kesindir. Bu teklif sonuçlanmadan başka birinin teklif sunması ilk teklif sunan kişiyi manevi zarara uğratacaktır. Yine bir malı satın almak için pazarlık yaparken başka birinin bu esnada pazarlığa dâhil olması da ilk pazarlık yapanı maddi zarara uğratacaktır. Bu iki durumda da kişilerin maslahatı olumsuz etkilenecektir. İşte bundan dolayı İslam hukukunda evlenme teklifi üzerine teklif, pazarlık üzerine pazarlık yasaklanmıştır. İbn Âşûr bu tasnifi yaptıktan sonra der ki, bütün anlattıklarımızdan şöyle bir sonuç çıkar: Yararların sağlanmasına yönelik teşride herhangi bir zararın gelmesi, zararların kaldırılmasına yönelik teşride herhangi bir yararın kaybedilmesi söz konusu değildir. Bilakis teşrinin bütünü yararların sağlanmasına yöneliktir. B- HUKUKTA MASLAHATIN ARANMASI İbn Âşûr’a göre hukuk, gayelerin ümmetin genelinde güçlük ve zorluğa sebep olmadan nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğini araştırır. Hukukçu, yükümlükleri ve kanunları birlikte yürütmek elverişli olduğu sürece, gayelerin muhtelif yanlarını bir arada toplamaya çalışır ve durumların izin verdiği ölçüde, gayelerin çeşitli yönleriyle ilgili olarak aşağıdan yukarıya doğru sıralama yapar. Şayet bu mümkün olmadığında, zordan kolaya doğru bir sıralama yaparak maslahatı öne alır.69 İbn Âşûr, bu şekilde şeriatın hayatta her şeyi hukuksal olarak ilzam etmediğini belirtir. Ancak insanlığın hayat düzenini tehdit eden durumlarda, normlarla bu düzeni tehdit eden durumları engellemeye çalışmıştır. Böylece hayatın mihenk taşları ve maslahatları korunmuş olur. İbn Âşûr maslahatı, haz bulunup bulunmaması açısından ikiye ayırmıştır. Bu tür bir ayırıma gitmesinin sebebi, şeriatın hangi maslahatı teşvik edip hangi maslahatı teşvik etmeyeceğini belirlemektir. Bu kısımlar şunlardır: İnsanların yaratılışında, apaçık haz bulunan maslahatlar: Hayatı sürdürmek için yemek yenmesi, elbise giyinilmesi ve kadınlarla ilişkiye girilmesi bu 69 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 229. 67 kabildendir. İbn Âşûr apaçık haz bulunan maslahatların (evlenme, yeme, içme, gezme vb.) hukuk tarafından teşvikine gerek olmadığını belirtmiştir. Çünkü bu tür maslahatlar tabiatı gereği istenilen ve insanlar tarafından talep edilen maslahatlardır.70 Hukukun bu maslahatları teşvik etmesi doğru değildir. Hukuk sadece insanların tabiatı gereği ulaşmak istediği maslahatları engelleyici durumları bertaraf etmekle ilgilenir. Mesalâ insanın tabiatında evliliğe meyil vardır, hukuk bu evliliği engelleyen unsurları yasaklar. Yine insanların gıda ihtiyacı bedensel ihtiyaç olup insan içgüdüsü ile zaten elde etmek için hareket edecektir. Hukuk burada sadece birilerinin buna engel olmasını yasaklamalıdır. Fakat yönetici apaçık haz bulunan maslahatları külliyen terk edeni cezalandırabilir. Çünkü bu genel maslahatı tehdit edeceğinden böyle bir terk cezayı celp eder.71 Hukuk, her insanın mala karşı meyli olduğunu göz önünde bulundurduğundan daha çok alım satım mübadelesindeki haksızlıkları yasaklar. İnsanlar için açık haz bulunmayan maslahatlar: Yolların genişletilmesi ve düzenlenmesi, gece güvenliğin sağlanması, han köprü vb. hizmetlerin yapılması örnek olarak verilebilir. İbn Âşûr’a göre hukuk, bu kısmı oluşturan ve içerisinde açık şekilde haz bulunmayan maslahatları sağlam bir şekilde düzenlemeye çalışır. Şâri hakkın çiğnenmesine cezai müeyyide koyar ve maslahatın durumuna göre bazılarını herkese (farzı-ayn) diğer bazısını da belli kişilere (farz-kifayet) gerekli kılar. Nefsin korunmasında olduğu gibi, yararı ancak herkes tarafından yapılmasıyla gerçekleşen normlar farz-ayn’a örnek verilebilir. Boğulanı kurtarmak, eve sirayet eden ateşi söndürmek farzıkifaye’ye örnek verilebilir. İbn Âşûr’a göre hukuk, kamu ve özel hakkı korumaya daima hafife alınan maslahatla başlar. Hafife alınan maslahatın kamu maslahatı veya özel maslahat olması önemli değildir. İki maslahat çatıştığında, üstün olanı yeğler. İşte bu sebeple kısas, can dokunulmazlığından önce gelir. Ebu Talha bu kural gereği, Uhud savaşında 70 71 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 225. İbn Âşûr, Makâsıd, s.227. 68 Peygamberin (s.a.v) hayatını kendi hayatına yeğlemiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v) hem ordu komutanı hem de davanın devamını sağlayan aktördür. Ölümü Müslümanlar için yenilgidir. Fakat Ebu Talha’nın ölümü her ne kadar büyük bir kayıp olsa da onsuz da dava ve savaş kazanılabilir. Bu açıdan, Ebu Talha kendi hayatını Peygamberin hayatı için tehlikeye atmıştır. İşte bu, tümünü elde edemediğimizde bir kısım yararları, tümünü savamadığımızda ise bir kısım zararları dikkate almamızı gerektirir.72 C- GEREKLİLİK AÇISINDAN MASLAHATIN TÜRLERİ Hicri beşinci asırda maslahat kavramı ıstılahî olarak usulcüler tarafından oluşturulmaya başlanmıştır. Özellikle İmam Cüveynî, ardından Gazâlî maslahat kavramını tanımlayıp farklı ayırımlara gitmişlerdir. İmam Cüveynî “Burhan” adlı eserinde maslahatı gayeleri açısından 1- Zarûrîyyat 2- Haciyyat 3- Vacip olan güzel ahlak 4- Mendup olan güzel ahlak 5- Ta ‘abbudî olmak üzere beş kısma ayırmıştır.73 Yukarıdaki beşli taksimatı Gazâlî üç kısıma indirmiş, mendup ahlakı, vacip ahlaka eklemiş, ta’abudi kısmını da yok saymıştır. Gazâlî: Zarûrîyat, ihtiyaç (hâciyat), güzellik (tahsîni) olmak üzere üçe ayırmıştır.74 Onun bu taksimatı genel kabul görmüştür. İbn Âşûr da bu taksimatı kabul ederek makasıdın türlerini şöyle açıklamıştır. “Maslahatın türlerini açıklamaktan maksadımız, Şâri’nin gözettiği çeşitli türdeki yararların çoğunu bilmek, bu bilgimizle söz konusu bu maslahat türlerinden küllî şekillere dair yakîn (kesin bilgi) elde etmektir. Şâri zamanında karşılaşılmayan bu olayları, o küllî şekiller kapsamına nasıl ele alacağımızı öğrenerek onlar hakkında İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.215. Cüveynî, Burhan, c. II, 923. 74 Gazâlî, Mustasfa, c.II, 481. Gazâlî, Şifa’ul-Galil, s.161-208. 72 73 69 külliyatı için belirlenenlerin benzeri hükümler veririz ve bu konuda İslam’a uygun normlar ortaya koyduğumuza dair kanaat sağlarız”.75 1- Zarûrî Maslahatlar Zarûrî maslahatlar, toplum ve fertlerin varlığı ve intizamı için gerekli olan ve kaybedildiğinde toplum düzeninin bozulup hayatın alt üst olacağı unsurlardır. Bu maslahatların zarûrîliği hususunda birçok delil vardır. Bunların bir kısmı küllî bir kısmı da cüzî deliller olup manevi tevatürle sabittir. İbn Âşûr, Gazâlî, İbn Hacip ve Şatıbi’nin de 76içinde bulunduğu âlimler, dinin, canın, aklın, malın, neslin korunmasını zarûrî maslahatlardan saymışlardır.77 İbn Âşûr ümmetin fertlerini koruması açısından bu maslahatların önemli olduğunu ifade eder ve bunları şöyle açıklar. Canın korunması: Bu ilke Toplum ve birey olarak canın teleften korunmasını ifade eder. Çünkü toplum, tek tek bireylerden meydana gelmiştir. Her fertte ve toplumda kamu düzeninin bir kısmının sağlandığı özellikler vardır. Kısasın meşruiyeti, intiharın haram kılınması, adam öldürmenin ağır cezalara çarptırılması bunlardandır. Aklın korunması: İnsanların akıllarının bozulmaktan korunmasıdır. Çünkü aklın bozulması, tasarrufun disiplinsizliğinden dolayı büyük bir fesada sebep olur. Aklın bozulması fertleri ve toplumları birbirine düşürür. Şeriatın içkiden, eroinden, öfkeden ve aklı örten durumlardan kaçınılmasını emretmesi bundan dolayıdır. Malın korunması: Ümmetin mallarının telef olmaktan, ümmetten başka milletlere milli servetin karşılıksız olarak aktarılmasından ve dokunulmazlığı olan malların karşılıksız olarak telef olmaktan korunması demektir. Haksız para kazanma, faizin haram kılınması, hırsızlığa had cezası uygulanması, fert ve toplumun maddi çıkarını korumak içindir. Nesep ve neslin korunması: Neslin genetik olarak muhafazası ve devamını sağlamaktır. Aynı şekilde çocukların terbiye, nafaka, sağlıklı yaşam, İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.233. Şatıbi, Muvafakat, c. II,18-20. 77 İbn Âşûr, Makâsıd, s.232. 75 76 70 vücudunun ve aklının tam gelişimini sağlama, neslin muhafaza edilmesi kuralına dâhildir. İbn Âşûr’a göre ırzın zarûrî maslahat kısmına dâhil edilmesi doğru değildir. Ona göre ırzın korunması hâci maslahatlar arasındadır.78 Bu konuda İbn Âşûr nesebin korunmasını zaruri’den çıkarıp haci maslahata dâhil etmiştir. İbn Âşûr, İslam hukukunun zarûrî maslahatlar üzerinde fazla tafsilata gitmediğini ve üzerinde durmadığını belirtir. Çünkü beşeriyet eskiden beri bu konuda kendileri için gerekli olan tedbirleri aldığını ve dolayısıyla da yeni düzenlemeye fazla gerek duymadıklarını ifade etmiştir. 2- Hâcî Maslahatlar İbn Âşûr, Hâciyat: Gözetilmediğinde toplum düzeninin bozulmayacağı, ancak toplum düzeninin sistemli ve düzgün de işlemeyeceği maslahatlar olarak tanımlar. Başka bir ifadeyle ümmetin yararlarını sağlamak ve işlerinin güzel bir şekilde devam etmesi için ihtiyaç duyduğu yararlardır. Haci maslahatlar zarurî yararlar derecesine ulaşamamıştır. Çünkü varlığı veya yokluğu toplumun varlığını veya yokluğunu etkilemeyecektir. Şatıbi ise hâci maslahatlar hakkında şöyle demiştir: Hâci maslahat, genişliğin, zorluğun ve güçlüğün kaldırılması açısından ihtiyaç duyulan maslahatlardır. Eğer dikkate alınmaz ise, mükellefler zamanla güçlük ve zorluğa düşebilirler. Yalnız sonucu, umumi maslahatların kaybında olduğu kadar ağır değildir.79 İbn Âşûr hâci yararları iki kısma ayırmıştır. Birincisi, zarurî yararların tamamlayıcısıdır. Bu da hukukun uygulanması maksadıyla bazı kötülük yollarının kapatılmasını sağlar. Hâkim, müfettiş ve emniyet birimlerinde görev yapacak kişilerin tayini birinci kısma örnektir.80 İbn Âşûr, Makâsıd, s.236. Şatıbi, Muvafakat, c. II, 21. 80 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 231. 78 79 71 İkincisi ise az önce saydığımız beş zarurî külliyat içerisine girmektedir. Ancak bunlar zaruret derecesine ulaşamamışlardır. Kur’an ve sünnetteki hukuk normlarının hâci yararlarla ilgilenmesi, zarûrîlere yakındır. Bu sebeple, bazı türlerinin çiğnenmesi halinde had cezası konulmuştur. Kâzif81 haddi bu türe örnek verilebilir. 82 3- Tahsîni Maslahatlar Tahsini maslahatlar toplumun temel ihtiyaçları dışında kalan maslahatlardır. Bu maslahatlar, diğer milletlerin gözünde, İslam toplumunun görüntüsünün çekici olacak şekilde düzeninin en güzel durumda olmasını sağlayan yararlardır. Böylelikle, İslam ümmetine katılma veya yakınlaşma arzusu artar. Beşeri yüksek anlayışların dikkate alındıkları hususlar bu tahsîni maslahatlardır. İbn Âşûr, maslahatın bu şekilde zarurî, hâci, tahsîni şeklindeki ayırımını kendisi de aynen makâsıd kitabında aktarmıştır. Bu taksimatlar konusunda geleneği takip etmiş, yeni ve özgün bir taksime gitmemiştir. D- ÜMMET AÇISINDAN MASLAHATLAR İbn Âşûr maslahatı zarurî, hâci, tahsîni diye ayırıma tabi tuttuktan sonra ayrıca fert ve toplumu ilgilendirmesi yönüyle de taksimata tabi tutmuştur. Ümmetin bütünü veya bireyleri açısından maslahatı “küllî (maslahatü’l-âmme) ve cüz’i (maslahatü’lhâssa) şeklinde ikiye ayırmıştır. Hukukçuların terminolojisine göre, “külli”den bütün ümmeti eşit bir şekilde, ümmetin büyük bir grubunu veya bir bölgeyi ilgilendirenler kastedilirken, “cüzî” den bunun dışındakiler kastedilmiştir.83 1- Küllî Maslahatlar (el-Mesâlihü’l-Âmme) İmam Gazâlî maslahatı küllî ve cüz’i diye iki kısma ayırıp küllî maslahatı şöyle tanımlamıştır. Küllî maslahat, insanın hayvandan ayrılarak sadece heva ve heveslerine göre davranmasını engellemek ve belli bir sistem ve nizam içinde ahlak ve takva ölçülerine göre hareket etmesini sağlayan maslahatlardır.84 Kâzif: İffetli bir bayana zina iftirasında bulunan kişidir. (Mahmud bin Ahmed el-Aynî, el- Binaye fi Şerhi’l-Hidaye, Dimaşk, Dar’ul-Fikr, 1990 c.VI, 326.) 82 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 237. 83 İbn Âşûr, Makâsıd, s.242. 84 Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazâlî, Fedaihu’l-Batınıyye, Kahire, 1964, s. 99. 81 72 İbn Âşûr ise küllî maslahatları, kamu yararı olarak ele almakta ve şöyle tanımlamaktadır: Ümmetin hepsinin veya çoğunluğun salahı bulunan yararlardır. Bu durumlarda, ferdi yararlara ancak ümmet topluluğunun üyeleri olmaları açısından bakılır. İbn Âşûr zarurî ve hâci maslahatların bir kısmı, ümmetin tümünü ilgilendirmesi yönüyle küllî maslahatlardan sayılacağını söyler ve şu örneği verir. Malların yakılması veya denize atılması felaketleri bu türdendir. Çünkü bu malların elde bulunmasında menfaat ve maslahat vardır. Öyle ki, bu mallardan yararlanmaya ihtiyaç duyanlar, onları kanuni yollarla elde edebilirler. Bu malların denize atılması ve yakılması genelin maslahatını ortadan kaldırır.85 2- Cüz’î Maslahatlar (el-Mesâlihü’l -Hâssa) İmam Gazâlî, cüzî maslahatları “her bir norm veya meselede bulunan hikmettir” şeklinde tanımlar.86 İbn Âşûr ise, her birinden fiillerin meydana gelmesi itibariyle bireylerin çıkarı bulunan şeylerdir der. Bireylerin ıslahıyla, bireylerin oluşturduğu toplumun salahı da elde edilmiş olur. Bu cüz’î maslahatlarda, öncelikle bireyler dikkate alınır, toplum ise ikinci derecede yer alır. Başka bir ifadeyle cüzî maslahat, bir tek bireyin veya az sayıda bireylerin maslahatlarıdır. Bunlar çok çeşitli ve derecelidir. Muâmelâtla ilgili hukuk normları, bu tür maslahatların korunmasını üstlenmiştir. Kur’an’daki hukuk normlarının bir kısmı, sünnettekilerin ise çoğunluğu özel yararlarla ilgilidir. Savurgan olan kişiye gereksiz harcama süresince, hacr edilmesiyle mal israfının korunması buna örnektir.87 E- SAĞLANMASINA DUYULAN İHTİYAÇ AÇISINDAN MASLAHATLAR İbn Âşur zararın def edilmesi veya yararın sağlamasına duyulan ihtiyaçlar açısından maslahatları; kat’î, zannî ve vehmi olmak üzere üç kısma ayırmıştır. İbn Âşûr, bilginin kesinliğinden yola çıkarak böyle bir taksimi mantıksal bir taksim olarak yapmıştır. Çünkü her bilgi ya kesinlik ya zan ya da vehim bildirir. İbn Âşûr maslahatın İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.196. Gazâlî, Fedaihu’l-Batınıyye, s.99 87 İbn Âşûr, Makâsıd, s.214. 85 86 73 açık belirtilmişse kat’î, kapalı belirtilmişse zannî, hiç belirtilmemişse vehmi olarak tanımlamıştır. 1- Kat’î Maslahatlar Açık ve tevile gerek kalmadan anlaşılan naslarla ifade edilen maslahatlar kat’î maslahatlardır. İbn Âşûr bir maslahatın sağlanması ve kesin olmasını iki yönden ele alıyor. Bunlardan biri o maslahatın ümmet için zarûrî olması, ikincisi nasla açıkça belirtilmesidir. Kat’î maslahat muhkem ayetler, akıl sahiplerinin ittifak ettiği prensipler ve tümevarımla belirlenebilen maslahatlardır.88 2- Zannî Maslahatlar İbn Âşûr, zannî maslahatların birinci kısmının akli olduğunu söylemektedir. Buna örnek olarak Kayravan’da anarşinin yayıldığı zamanda meskûn bölgede bulunan evlerde bekçi köpekleri edinilmesi böyledir. Ebu Muhammed b. Zeyd89 evi için köpek edinmişti. Kendisine, “İmam Malik meskûn yerde köpek edinilmesini mekruh görüyor” dediklerinde “İmam Malik böyle bir zamanı görseydi, evinin kapısında bir aslan bağlardı” cevabını vermiştir.90 İbn Âşûr bu birinci kısımda bazı maslahatların akılla bilineceği fakat açık olmadığından buradaki maslahatın zannî olacağı kanısına varmıştır. İkinci kısım, zannîlikle nitelenen maslahattır. Mesalâ “Hâkim, öfkeli olduğu sırada hüküm veremez”91 hadisi böyle bir delildir. Hadiste geçen meseledeki yararı zannî yarar saymasının nedeni hâkimin öfkeliyken hüküm vermesinin maslahata ters olmasıdır. Fakat buradaki maslahatın tam olarak ne olduğu veya ne gayeyle söylendiği mansûs olmadığından kat’î saymamıştır. İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.241. Ayrıntı için bkz. Ahmed b. Muhammed ez-Zervak, Şerhu Risaleti İbn Ebi Zeyd el-Kayravanî, Beyrut, Daru’l-Fikr, 1407/1987 c. IV, 441-442. 90 Ayrıntı için bkz. Ali b. Abdüsselam et-Tesûllî, el-Behce fi Şerhi’t-Tuhfe, Beyrut, Daru’l-Marife, 1397/1977, c. II, 46. 91 Buhari, Ahkâm, 13, no:7158./ Müslim, Akdiye,16, no:1717./ Ebu Davud, Akziye, 9, no:3588./ Tirmizi, Ahkâm,7./ Nesaî, Kudât, 32./ İbn Mace, Ahkâm, 4. 88 89 74 3- Vehmî Maslahatlar İbn Âşûr vehmî maslahatları, ilk anda salah ve hayır olduğunu düşündürse de, dikkatli incelendiğinde aslı itibariyle zarar olduğu anlaşılan maslahatlardır. Afyon, haşhaş, kokain, eroin gibi uyuşturucuların kullanılıp, kullananlara fayda sağlamadığı halde hoşlarına gitmesinde olduğu gibi, ya zararın gizliliği ya da “Sana içki ve kumarı sorarlar. De ki içinde, hem büyük günah(zarar) ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları(zararları)ise faydalarından daha büyüktür…92 ayetinin haber verdiği gibi, zararla karışık olması dolayısıyladır.93 F- MAKÂSID VE VESÂİL ( GAYELER VE VESİLELER) İbn Âşûr, ümmet arasındaki muamelelerle ilgili hukuk normlarından hangisinin birinci, hangisinin ikinci derecede yer verilmesi gerektiğini bilmek için maslahatları iki kısma ayırmış ve iki kısmı “Gayeler ve vesileler” şeklinde isimlendirmiştir. İbn Âşûr, bu konunun önemli olduğunu, fakat önceki âlimlerin buna gereken önemi vermediklerini, ayrıntılara giremediklerini, sadece sedd-i zerî’a bahsinde değindiklerini, ancak istenilen ölçüde de incelemediklerini ifade etmiştir.94 1- Gayeler (Maksadlar) İbn Âşûr, maksadları Allah hakları ve kul hakları diye ayırır ve Allah haklarından kastının, “umumi menfaatin teminini içeren kamu hakları veya korumaktan âciz olan kişilerin hakları” olduğunu belirtir. Allah’ın bu hakları koruduğu ve korunmasını öğütlediğini ve bu hakların İslam hukukunun genel gayesini koruyan haklar olduğunu vurgular. İbn Âşûr’a göre makasıd bizatihi gaye güdülen işler ve tasarruflardır. Bu tür amel ve tasarrufların elde edilmesi için çaba sarf etmeye insanın fıtratı meyillidir. İbn Âşûr makasıdı “Şâri’nin gayeleri ve insanların gayeleri” olarak ikiye ayırmıştır. 92 Bakara, 2/219. İbn Âşûr, Makâsıd, s. 243. 94 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 331. 93 75 Şâri’in Gayeleri: Şari tarafından her türlü tasarrufla ilgili hükümlerin ortaya konması esnasında gözetilmiş olan bütün hikmetler bu kısma girer. Örnek olarak; rehin akdinde hapis hakkının tanınması ile teminatın, nikâh akdinde ev ve aile düzeninin kuruluşunun, talâkın meşru kılınması ile devamlılık arz edecek bir zararın kaldırılmasının amaçlanması, gibi hikmetler bu kabildendir.95 İnsanların Gayeleri: İnsanların tasarrufları göz önünde bulundurarak akitleri, karşılıklı alış-verişte bulundukları, borçlandıkları, ödemelerde bulundukları, sulh yaptıkları hikmetler insanların gayelerine girer. İbn Âşûr bu kısmı ikiye ayırır.96 Üst Seviyedeki Gayeler: Bu gayeler, bütün akıl sahiplerinin veya çoğunluğun, sosyal hayatlarının normal akışı için uygun görmeleri dolayısıyla üzerinde anlaştıkları tasarruf çeşitleridir. Bunlar alım-satım, kiralama vb. tasarrufların mahiyetlerinin gerçekleşmesi için gerekli bulunan, dolayısıyla bizatihi amaçlanmış olan hükümlerdir. Mesela kiralama akdinde tevzi,97 selem akdinde sürenin bulunması gibi hükümler, bu türdendir. Alt Seviyedeki Gayeler: Bu kısım daha aşağı mertebede olan gayelerdir. İnsanlardan bir gurubun veya fertlerin özel hallere uygunluğu, dolayısıyla tasarruflarında gözettikleri gayelerdir. Umrâ98 ve ariyye99 gibi tasarruflar bu kabildendir. 100 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 333. Şatıbi, Muvafakât, c. II, 7-8. 97 Yani ücretin zaman içinde gerçekleşen menfaate göre gerçekleşmesi ve akdin süre içinde yenilenmesidir. Geniş bilgi için bkz. Burhaneddin b. Ebubekir el-Merğinânî, el-Hidaye Şerhu’lBidaye, (thk. Muhammed Tâmir-Hafız Âşûr) Kahire, Daru’s-Selam, 2012, c. III, 1267. 98 Bir kimsenin başkasına ev, arazi veya sığır için “ömrün olduğu sürece bunun menfaatı senin, ölümünden sonra tekrar benimdir” şeklideki tasarruftur. 99 Arâyâ çoğul olup, muhtaç bir insana o yıl üstündeki meyveleri kendinin mülkünde olmak kaydıyla, sahibi tarafından iâre olarak verilen hurma ağacıdır. Geniş bilgi için bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’lMüctehid, c. III, 301-304. 100 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.337. 95 96 76 2- Vesâil (Vesileler) İbn Âşûr’a göre vesileler başka hükümlerin gerçekleştirilmesi veya ortaya konulması kendilerine bağlı olan hükümlerdir. Bunlar, bizzat amaçlanan hükümler olmayıp, başka hükümlerin en uygun ve istenilen şekilde gerçekleştirilmesi için meşru kılınmışlardır. Çünkü bu hükümler olmadan belki gaye gerçekleşmeyecek veya gerçekleşse bile eksik ve çözülmeye yüz tutacak şekilde meydana gelecektir. Buna göre nikâh akdinde şahitlik ve mihir, bizzat amaçlanmış olmayıp nikâhı, fuhuş şâibelerinden arındırmak için vesile olmaları gayesiyle meşru kılınmıştır. İbn Âşûr, vesilelerin de Allah hakkı- kul hakkı şeklinde ikiye ayrıldığını belirtir. İbn Âşûr vesilelerin gayelerden sonra geldiğini belirtir ve şu kaideyi söyler; “Gaye ortadan kalkarsa, vesile dikkate alınmaz”. Bu kaideyi daha çok Şatıbi kullanmış ve temellendirmiştir.101 İbn Âşûr bazen tek bir gayeye ulaştıracak vesilelerin, birden çok olabileceğini bu durumda hukukun asıl gayeyi tam, yerli yerinde, hemen ve en kolay bir biçimde ortaya koyabilecek nitelikte olan vesilenin öne alınacağını söyler. Yine üstteki vesilenin, kendinden daha alt seviyede olan diğer vesilelerden öne alınması gerektiğini belirtmiştir. İbn Âşûr bu konunun çok geniş bir saha olduğunu ve bu konuya dikkat çeken olmadığını ifade eder. İbn Âşûr, gayeye tam anlamıyla ulaştırmada aynı seviyede bir birinden farklı vesilelerin bulunması durumunda hukuk, bunlardan her birini eşit olarak dikkate almış ve mükellefi bunlardan herhangi birini tercihte hür bırakmıştır. Çünkü vesileler bizzat amaçlanmış değillerdir. Buna örnek olarak “Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu ispat edecek aranızdan dört şahit getirin, şayet şahitlik ederlerse ölünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutunuz,”102 ayetini verebiliriz. Burada hitap bütün insanlaradır. Gaye ise, bu cezanın uygulanmasıdır. Bu cezanın kadının kocası veya hâkim tarafından uygulanması arasında fark yoktur, çünkü hepsi eşittir.103 Geniş bilgi için bkz. Şatıbi, Muvafakât, c.II, 24-30. Nisa, 4/15. 103 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 342. 101 102 77 Bu bölümde İbn Âşûr’un modern dönemde gündeme gelen kavramları nasıl değerlendirdiğini, bu kavramları makasıdın ana konuları arasında neden işlediğini ve İslam’ın en yüce gayesi olan maslahatın da eşitlik, hoşgörü ve hürriyet kavramlarını barındırdığı vb. konuları inceledik. Şimdi üçüncü bölümde İbn Âşûr’un İslam hukukunun tekniği hakkındaki görüşlerini ve hukukun uygulanmasının makasıdın gayeleri arasında olduğu ve bu uygulamanın nasıl olacağı hakkındaki görüşlerine bakalım. 78 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İBN ÂŞÛR’DA İSLAM HUKUKUNUN TEKNİĞİ VE UYGULAMASI 79 I-İSLAM HUKUK TEKNİĞİ VE MAKASID Hukuk, insanların sosyal varlık olarak yaşarken zamanla koymuş oldukları prensiplerdir. Bu prensipler yaptırım gücüne dayalı olduğunda hukuk, yaptırım gücüne ulaşmış olur. Fakat hukukun yaptırım gücüne ulaşması adaletin sağlandığı anlamına gelmemektedir. Bu açıdan adaletin sağlanması için konulan hukukun yeterli ve hakları gözetecek yapıya sahip olması gerekir. Hukukun yapısı ve içeriği adaleti sağlayacak seviyeye ulaşmışsa artık norm ve gaye arasındaki bağ sağlıklı bir şekilde kurulmuş demektir. Bundan sonra hukukun konulduğu bölge ve inançlara göre şekillenmesi nedeniyle bölgenin ve inancın şekillendirdiği hukuk, diğer hukuklarla değerlendirilir. Bu değerlendirmenin ardından doğru kabul edilen hukuk sisteminin genel tekniği incelenir, bu doğrultuda hukukun en önemli aşaması olan uygulama kısmına geçilir. Hukukun doğru ve sağlıklı uygulanması için de o hukukun tekniğini iyi bilmek gerekir. Bundan dolayı İbn Âşûr da makasıd eserinin bir kısmını hukukun tekniği ve uygulamasına ayırmıştır. Biz de bu bölümde İbn Âşûr’un bu konudaki görüşlerini ele alacağız. A- İSLAM HUKUKUNUN NORM KOYMADAKİ GAYESİ 1- Tağyir (Değiştirme) İslam hukukçularının çoğuna göre Şâri insanların durumlarını değiştirmek (tağyir) gayesi güder. Oysa gerçekte İslam hukukunun iki özelliği vardır. Birincisi kötü durumların değiştirilmesi (tağyir), ikincisi ise yararlı durumların iktibası (takrir) dır.1 َّ Bu iki duruma işaret eden birçok ayet vardır, bunlardan bazısı şöyle: ي ا َّلذِينَ آ َم ُنوا ُّ َّللا ُ َو ِل ت إ ِ َلى ال ُّنور ِ “ ي ُْخ ِر ُج ُه ْم مِنَ ال ُّظ ُل َماAllah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.”(…)2 سبُ َل ِ َوي ُْخ ِر ُج ُه ْم مِنَ ال ُّظ ُل َما.السالم ُ ور بِإ ِ ْذنِ ِه َويَ ْهدِي ِه ْم يهدى به هللا من ا ّتبع رضوانه ِ ت إ ِ َلى ال ُّن ص َراط ُم ْستَ ِقيم ِ “ إ ِ َلىAllah rızasını gözetenleri kitapla، selâmet yollarına eriştirir ve onları، izniyle، karanlıklardan aydınlığa çıkarır، onları، doru yola iletir”.3 İbn Âşûr bu açıklamadan sonra bu iki durumu açıklamaya önce tağyiri ikiye ayırarak başlar. Kötü durumların değiştirilmesini “Ağırlaştırma (teşdîd) yönünde tağyir”, “kolaylaştırma İbn Âşûr, Makâsıd, s.263. Bakara, 2/257. 3 Mâide, 5/16. 1 2 80 (tahfif) yönünde tağyir” şeklinde ayırır. Bu ayırımdan sonra tağyiri şöyle açıklar: Tağyir (değiştirme) bazen yararlarını gözetmek üzere insanlara şiddetle (ağırlaştırma yönünde) olur, bazen de aşırılıklarını kaldırmak üzere tahfifle (kolaylaştırma yönünde) olur4. Buna örnek kocası ölen kadının bir yıllık iddet bekleme süresinin kaldırılıp dört ay on gün beklemeyle değiştirilmesidir.5 İbn Âşûr, ifrat ve tefritten korunma, değişimin hikmetindendir, der. Çünkü ona göre umursamazlık, ifrata ve tefrite yol açar. Tağyir (değiştirme), hükümlerin daha ağırlaştırılması yönünde olursa, insanlar hile yaparak kaçma yolu ararlar. Değiştirme hükümlerin hafifletilmesi yönünde olursa da, insanlar açısından farklı noksanlık yaratacaktır.6 2- Takrir (Onaylama) İbn Âşûr “ يأمرهم بالمعروفOnlara marufu emreder.7” ayetindeki marufun “iyi ve doğru olan prensip ve adetler” olduğunu söyler. İbn Âşûr bunu şöyle açıklar: “İnsanların eskiden beri yapageldiği ve medeniyetin temelleri üzerine bina ettiği şeyleri araştırısanız, bunları, insanlığa yerleşinceye kadar ataların, öğretmenlerin, terbiyecilerin, peygamberlerin, bilginlerin ve âdil yöneticilerin öğütleri miras olarak alınmış, bu sayede pek çok yararlı ve faydalı âdet ve prensipler yerleşmiştir. İmdat dileyene yardım, saldırgana karşı meşru müdafaa, ülkenin korunması, evlenme, küçüklerin korunması gibi güzel adetler buna örnek verilebilir.”8 İbn Âşûr’a göre takririn sözlü bir delile dayanması da gerekli değildir. Aksine vehmin zail olmasına, bir sorunun cevap bulmasına veya bir meselenin açığa kavuşturulmasına yönelik sözlü beyan gerekmedikçe Şâri’nin sükûtu, insanların o konudaki uygulamalarını takrir sayılır. Bundan dolayı şeriatın normlarının büyük çoğunluğunu mubahlar meydana getirmektedir.9 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 248. Geniş bilgi için bkz. M. Emin b. Ömer ibn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr alâ Durri’l-Muhtâr (Hâşiyetü İbn Âbidîn, Beyrut, Daru’l-Ma’rife, 2011, c.V, 190. 6 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 249. 7 A’raf, 7/157. 8 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 266. 9 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 265. 4 5 81 İbn Âşûr takririn sadece Arapların durumlarının değiştirilmesi veya iktibas edilmesi değil, bilakis Arap olsun veya olmasın bütün insanların durumlarının değiştirilmesi ya da kabul edilmesi olduğunu söyler. Çünkü ona göre insan toplulukları, şeriatların ve güzel öğütlerin veya sağduyunun birleştiği olayların kalıntıları olan iyi durumları benimserler. İbn Âşûr, faziletlerin ve iyi şeylerin, bütün milletlerde ve kabilelerde eşit ölçüde yaygın olmadığını, dolayısıyla genel olma iddiasındaki bir hukukun bunlarla ilgili vücup, nedb ve ibâha gibi hükümlerini açıklamak ve hukukun kendi çerçevesine giren hükümlerinin bağlandığı ölçüleri belirlemek suretiyle bu durumların ele alınması gerektiğini söyler.10 B- NORMLARIN İLLET VE VASIFLARA BAĞLANMASI İbn Âşûr’a göre İslam hukuku herhangi bir durum veya fiil için hüküm koyarken hükümlerin içerdiği fayda veya zarar gibi neticeleri meydana getiren maksatları dikkate alır. İbn Âşûr maksatların dikkate alınmasının esas olduğunu belirtir ve şöyle uyarır: “Sakın ola ki hükümlerin sadece eşyanın hukuk tarafından göz önünde bulundurulan maksatları tam içermeyen isim veya dış şekillere bağlanmış olduğu anlayışına kapılıp da hatalara düşmeyesiniz.” İbn Âşûr’a göre fakîh, normun konulma döneminde kavramlara, asaleten verilen isimlere ve hüküm için ele alınan şekillere, bu isim ve şekillerin bizi normun konulması sırasında Şâri tarafından gözetilen niteliğe ulaştıran birer yol olmaları açısından bakmalı ve buna göre değerlendirmeye tâbi tutmalıdır. İbn Âşûr, sadece isimleri itibara alan bazı fakihlerin hataya düştüklerini ve bu konuda dikkatsiz olduklarını belirtir. İbn Âşûr der ki hukukun kullandığı isimler, hukuki ıstılah olarak kullanılmaları sırasında kendilerine isim olarak verilen şeylerde (müsemmeyât), hukuk tarafından göz önünde bulundurulan vasıflara uygunluk göstermesi durumunda dikkate alınır. Şayet müsemmâ değişir veya daha önce göz önünde bulundurulan vasıflarını kaybederse, sadece ismin bulunmasının dikkate alınmayacağını belirtir.11 10 11 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.250. İbn Âşûr, Makâsıd, s. 268 82 C- GAYELER DİKKATE ALINARAK HUKUK NORMLARINDA KIYAS YAPMA İMKÂNI İbn Âşûr kıyası reddedenlerin cehaletten değil taassuptan reddettiklerini ifade eder. Kıyası kabul etmeyenlerin naslarda ve nakledilen hükümlerde tümevarım yaptıklarında kendileri bile farkına varmadan kıyası kullanacaklarını söylemektedir. İbn Âşûr kıyas sistemini mantıkçılar, matematikçiler gibi fakîhlerin de kullandığını belirtmektedir. Yine kıyası üstün akıl sahipleri için uyulması gereken ideal bir yol olarak tanımlamaktadır. İbn Âşûr, vasıflar cüzî (tikel) ve yakın vasıflarsa, sarhoşluk verme (iskâr) örneğinde olduğu gibi, bunlara “illet” adını vermektedir. Şayet illet küllî (tümel) vasıflardan ise, aklın muhafazası gibi “yakın gayeler” ismini vermektedir. Eğer âlikülli(yüce-genel) vasıflardan ise, bunlara “âlî maskadlar ismini vermektedir. İbn Âşûr fakihlerin kural belirleme ve benzer hükümleri ortaya koyma konusunda sadece eşbâha, nezâire ve cüzî meselelere kıyas etme yoluna gittiğini belirtir. Fakat yakın küllî manaları (vasıfları) araştırmaya ve âli-küllî maksadların, yani maslahat ve mefsedetin varlığına yönelik bir araştırmaya yönelmediklerini ifade etmektedir.12 İbn Âşûr’a göre Şâri tarafından itibar olunan vasıflar bulunduğu sürece bütün hukuk normlarında ilke (asıl), kendilerine kıyas yapılabileceğidir. Böylece kıyas yapılamayacak hüküm çeşitleri oldukça az olacaktır.13 İbn Âşûr fakîhlerin istikra (tümevarım) yoluyla şeriatın uygulamalarını araştırdıklarında kıyasın benzer hükümlerde tecelli edeceğini belirtir. Sahabe devrinden başlayarak kıyas vasıtasıyla benzer hükümler bir biriyle eşleştirildiği ve yeni hadiselere hüküm verildiğini ifade etmektedir. 12 13 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 271. İbn Âşûr, Makâsıd, s. 272. 83 D- TEŞRÎDE DÜZENLİ VE BELİRLİ HÜKÜMLERİN GETİRİLMESİ İslam hukuku, hükümlere ümmetin uyması ve uygulanması konusunda kolaylaştırma esasını benimsemiş olduğundan, gözetmiş olduğu mana ve vasıfların varlığını apaçık ortaya koyacak bir sınırlamaya ve belirlemeye yönelmiştir. Hukuk normlarının gözetilen mana ve vasıfları göstermesi için âlimlerin anlayabileceği birtakım alâmet ve işaretler koymuştur. Bu belirleyici alamet ve kurallar, âlimlerden daha alt derecede bulunanların, kapalı mana ve vasıflardan Şâri’nin gayesinin ne olduğunu az da olsa anlayabilme seviyesine yükselmelerini sağlar. Fakîhler kıyasın ta ‘lili (illetini belirleme) konusunda, zâhir ve munzabıt (kurala bağlanabilir) vasıflarla illeti belirleme yolunu takip etmişlerdir. Onlar, hikmet ya da maslahatın celbi veya mefsedetin def’î denilen başka bir mananın bulunabileceğini bilmelerine rağmen sadece zahir ve munzabıt olan illetleri dikkate almışlardır.14 İbn Âşûr yaptığı araştırma sonucunda, hukuk normlarının belirli ve sınırlı hale getirilmesi için altı yol bulunduğunu tespit ettiğini ifade ediyor. Bu yollar kısaca şunlardır. Mahiyet ve kavramların belirlenmesi (İnzibat): Karışıklığa meydan vermeyecek şekilde, mahiyet ve kavramların kendine has özelliklerinin ve doğacak sonuçların belirlenmesi şeklindedir. Niteliğin gerçekleşmesi: İsmin konulduğu şeyin (müsemmâ) yalnızca gerçekleşmiş olmasıdır. İçki konusundaki haddin (ceza), içkiden bir yudum içilmiş olmasına bağlanmış olması böyledir. Sayıca belirleme (takdir): Toprak mahsullerinde, altın ve gümüşte zekât miktarının belirlenmesi, birden çok kadınla evlenilmesi durumunda buna bir sınır getirilmesi gibi örnekler verilebilir. Süre belirleme (tevkît): Çeşitli malların zekâtında, üzerinden bir yıl geçmiş olması, bu zekâtların nisap miktarına bağlanması bu kabildendir. 14 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 291-293 84 Akit konusunun belirlenmesi: Akdin konusunu, mahiyetlerini belirleyen niteliklerin gösterilmesidir. İcârede, akit konusu olan işin tayin edilmesi; nikâhın gayr-i meşru ilişkilerden farklılığının ortaya konulması için mehrin15 belirlenmesi ve veli şartlarının konulması bu kabildendir. Çerçeve ve sınırını belirleme: Ölü toprağın ihyasında, ihya edilecek toprakların meskûn bölgelerden, dumanın ulaşamayacağı kadar bir uzaklıkta olmasının şart koşulması buna örnektir.16 E- TEŞRÎ SIRASINDA AYRINTIDAN KAÇINMA İbn Âşûr teşri anında ayrıntıdan kaçınmayı hukukun gayesi olarak kabul etmektedir. Bu kabulünü İslam’ın evrensel ve ebedi olarak geçerli olmasıyla izaha çalışmaktadır. Bundan dolayı hukukun en önemli gayesi çeşitli normlar konulup ayrıntıdan kaçınılmasıdır. Konulan bu normların gerektiği takdirde çeşitli niteliklere ve vasıflara bağlanması önemlidir. Böylece belirli vasıflara bağlanan normlar, gereksiz ayrıntılardan kaçınmayı sağlayacaktır.17 İbn Âşûr ayrıntıya girilmeme gayesine bağlı olarak, Kur’an’daki muamelatla ilgili hükümlerin küllî karakterde ortaya konulmasını şu hadisle destekler: Allah miras18 hükümlerini Kur’an’da ayrıntılı olarak açıklayınca Hz. Peygamber (s.a.v.) “Allah farz olan payların taksimini, bizzat kendisi üstlendi.” buyurmuştur.19 İbn Âşûr Peygamberin sahabeyi din hakkında gereksiz soru sormamaları hususunda da uyardığını belirtir ve şu ayet ve hadisi zikreder. يَا َأيُّهَا ا َّلذِينَ آ َم ُنوا َال تَ ْس َأ ُلوا عَ ْن ٌ سؤْ ُك ْم ُ َ“ َأ ْشيَا َء إ ِ ْن تُ ْبد َ َل ُك ْم تEy iman edenler size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın”.20 Allah sahabeyi her şeyde hüküm sormanın onlara sorumluluk Mehir şartı Malikilere göredir. Hanefilere göre ise belirlenmeyen mehir akide engel değildir. Fakat mehr-i misil olarak kocanın zimmetinde borç sabit olur, akit ise sahih olur. Geniş bilgi için bkz. Kemaleddin b. Abdulvahid İbn Hümam, Fethu’l-Kadîr Şerhi’l-Hidaye, Beyrut, Daru’l-Kütübü’lİlmiyye, 2003, c. III, 304. 16 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 293 17 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 319. 18 Bkz. Miras ayetleri için Nisa, 4/7-14. 19 Darukutnî, Sünen, 13 (2-4/52-3) 20 Mâide, 5/101. 15 85 yükleyeceğini bu ayette açıkça ifade edip uyarıda bulunmuştur. Yine Allah Resulü şöyle buyurmaktadır. إن هللا فرض فرائض فال: (قال رسول هللا صلى هللا عليه وسلم: عن أبي ثعلبة، عن مكحول،داوود بن أبي هند رحمة لكم، وسكت عن أشياء من غير نسيان، ونهى عن أشياء فال تنتهكوها، وحدّ حدودا فال تعتدوها،تضيعوها .فال تبحثوا عنها “Davud İbn Ebi Hind Mekhûl’den o da Ebu Salebe’den: Allah resulü (s.a.v) şöyle buyurdu; Allah birtakım hükümleri sizlere farz kıldı onları terk etmeyin. Allah size bazı sınırlar koydu bu sınırları da aşmayın, bazı şeyleri de yasakladı onları da yapmayın, diğer bazılarını da unutmadı fakat sizlere rahmet babından bunlar hakkında sükût etti, bu sükût edilen meseleleri de araştırmayın”.21 İbn Âşûr İslam ahkâmının indiği dönemde ayrıntıya girilen konuları araştırdığını ve teşride ayrıntıya en çok ibadet ahkâmında girildiğini ve dikkatle incelendiğinde hadis kitaplarının en hacimli bölümünü ibadet bölümünün oluşturduğunu söylemektedir. Ona göre bunun sebebi, ibadetlerin belli gayelere dayanıp ruhsat halleri dışında bütün insanlık için her asırda sürekli ve bağlayıcı olmasındandır. Muâmelâtta ise durum böyle değildir. Zaman ve mekânın değişmesiyle birlikte, muâmelatla ilgili ayrıntı sayılan normların da değişmesine ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, muamelatla ilgili konularda sabit hükümler getirmek, ümmetin geneli için büyük bir zorluktur. İşte bu yüzden, ibadetlerde kıyas çok az yapılmıştır. Buna mukabil muamelatta ibadetlere oranla daha çok kıyas yürütülmüştür.22 İbn Âşûr, muamelata getirilen ayrıntılı normların iki gayeye yönelik olduğunu belirtir. Birincisi -ribânın haram kılınmasındaki gibi- insanlara sürekli bir hükmü göstermedir. İkincisi ise insanlar arasında uyuşmazlığı çözme mahiyetinde olduğunu ifade eder.23 Hâkim, Müstedrak, 4/115; İbn Recep el-Hanbeli, Câmi’ul-Ulûm ve’l-hikem, s. 300. İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 274. 23 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 321. 21 22 86 III-HUKUKUN UYGULANMASI VE MAKASID A- HUKUKUN ETKİN YÜRÜRLÜĞÜ VE GAYELERİ İbn Âşûr, İslam hukukunun en büyük gayelerinden biri olarak şeriatın tenfîzinin (etkin yürürlüğünün) olduğunu söylemektedir. Ona göre, bu cihetle İslam şeriatının uygulanmasıyla hâsıl olacak gayelere ulaşılır. Çünkü sosyolojik anlamıyla yürürlükte olmadığı sürece, hukuktan beklenen fayda sağlanamayacağı için ümmetin hukuka itaat etmesinin önemli gayelerden biri olduğunu ifade eder. Buna benzer bir görüşü Gazâlî de Mustasfada maslahatı tanımlarken söylemiştir.24 İbn Âşûr’a göre “hukuka saygı gösterilmesini ve uygulanmasını sağlayacak en önemli etkenin İslam hukukunun Yüce Allah’tan ümmete yönelen hitap olmasıdır. Bu sebeple Müslümanlar gönlünden kopan bir duygu ve kendi seçimleriyle yöneldikleri itikadî bir durum olarak hukuka uyacaklardır. Çünkü Müslümanlar bu tavırlarıyla, rablerini razı edecek, dünya ve ahirette onun rahmetini kendilerine çekecekler ve kurtuluşlarını sağlayacaklardır.”25 İbn Âşûr’a göre Allah rasulünden gelen hukuk normlarının (Ahkamu’ş-Şerîa) tamamı Allah’tan vahiydir. Bu görüş ile İbn Âşûr modernistlerden ayrılmıştır. Modernistler, peygamberin teşri makamında değil, sadece beyan makamında olduğunu, dolayısıyla peygamberin norm koyamayacağı görüşündedir. İbn Âşûr dinin şahsi görüşlere değil, vahye dayandığını belirtir.26 İbn Âşûr, İslam hukukunun sosyolojik yürürlüğü sağlamak için iki yolu izlediğini belirtmektedir. Bunlar şöyle sıralanabilir. Hukukun uygulanması konusunda kesin kararlılık: İslam hukuku sakındırma (terhîb) ve öğüt verme (mev’iza) yoluyla bunu hazırlamıştır. Yüce Allah’ın “ Bunlar, Allah’ın yasalarıdır, onları çiğnemeyin. Allah’ın yasalarını çiğneyenler, ancak zalimlerdir”. تلك حدود هللا فال تعتدوها ومن 24 Gazâlî, Mustasfa, c. II, 481. İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.279. 26 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 295. 25 87 27 . يتعدَّ حدود هللا فأولئك هم الظالمون, ayeti buna örnektir. İbn Âşûr’a göre hukuk gayelerinin ihmal edilmesinin uygun olmayacağı, bu konuda işi oluruna bırakmanın da ümmet içerisinde hukuk normlarının çoğuna uyulmaması sonucunu doğuracağını belirtir. Bu yüzden, hukukta gözetilen gayeler ortadan kalkmadığı sürece Şârî koyduğu hükümleri koruduğunu ifade etmektedir. Kolaylaştırma ve rahmet yolu: İbn Âşûr’a göre hukuk, insanların kolayca kabul edebilmeleri esası üzerine kurulmuştur. Çünkü hukuk, fıtrata uygun ve hoşgörülü olup, daha önce de belirtildiği gibi28, dayanılması güç olan bir yük ve sıkıntı değildir. O, insanlığı maslahatların sağlanmasına yöneltmekte ve bunda mümkün olabilecek en son noktaya kadar kolaylık ve rahmet göstermektedir. Zira hukukun sadece uygulanması durumunda yararı vardır.29 B- HUKUKUN YÜRÜRLÜĞÜNÜ SAĞLAYAN YAPTIRIMLAR Yeryüzündeki bütün hukuklar yürürlüğe sokulması için konulmuştur. Hukuk, konulduğu gayeyi etkin bir şekilde yürütüldüğü takdirde gerçekleştirir. İnsanlar tarafından konulmuş olan hukuklardan modern batı hukuku, İslam hukukunun aksine daha çok devlet gücüne dayalı yaptırımlarla uygulanır. İslam hukuku ise temelde üç yaptırıma dayanmaktadır: 1- Fıtrî Cibillî Yaptırımlar (özdenetim) İbn Âşûr’a göre hukuk, bu konuda ilk önce fıtri yaptırımlara (beşerî fıtrî dürtülere) dayanmıştır. Bunlara dayanma, insan nefislerinin ısrarla istediği menfaatler için emredici, mefsedetlerden alıkoyacak mahiyette sakındırıcı normlar koymak suretiyle, işi uzatmaya girmeden maksat hâsıl olmuştur. Beslenme, giyinme, nesli ve eşleri koruma dürtüleri böyledir. Buradan hareketle normlarda eşlerin korunmasını gerektiren tavsiyeler bulunmaz.30 Yine, çocukların korunması ile ilgili ayetler nadiren toplumların ihmaline binaen az sayıda indirilmiştir. Tıpkı kız çocuklarının gömülmesi 27 Bakara, 2/229. Tezimizin ikinci bölümü fıtrat bahsine bakınız.(s. 57-58) 29 İbn Âşûr, Makâsıd, s.297 30 İbn Âşûr, Makâsıd, s.303. 28 88 meselesinde olduğu gibi. Allah (c.c) şöyle buyurmuştur. “Çocuklarınızı, yoksulluk korkusuyla öldürmek, şüphesiz büyük bir günahtır”.31 2- Dini Yaptırımlar İbn Âşûr dini yaptırımların cezasını belirterek sakındırmak ve suçların aşağılık bir davranış olduğunu ortaya koymak suretiyle, fıtrî dürtü haline dönüştürülmesinin zor olmadığını belirtir. Çünkü fıtrî nitelikte gözüken pek çok iş, aslında dini emir ve tavsiyelerden başka bir şey değildir. Avret yerlerinin örtülmesi, baba ve oğulların mahrem olması buna örnek verilebilir. İbn Âşûr dini/hukuki tavsiye ve emirlerin çoğunluğunun dini yaptırımlara bağlandığını söylemektedir. Emir ve yasakların uygulanmasının ise kendilerine hitap edilenlerin dindarlığına bırakıldığını söylemektedir.32 3- Devlet Gücüne Dayalı Yaptırımlar (Maddi Yaptırımlar) İbn Âşûr Kur’an’daki ayetlerin birçoğunda ümmete hitap edilmesinin ve hukukun uygulanmasında ümmetin sorumlu tutulmasının devlet gücüne delalet etmekte olduğunu söyler. Herhangi bir zaman veya toplumda dini yaptırımlar zayıfladığında, ya da çoğu kişilerde hukuk kurallarını çiğnemeye götüren durumların dini dürtüye üstün gelmesi söz konusu olduğu hallerde devlet gücüne dayanan yaptırımlara başvurulur. Nitekim Hz. Osman “Kur’an’la yola gelmeyeni, Allah sultanla (devlet otoritesiyle) yola getirir” demiştir. İbn Âşûr’a göre her ne zaman hukukun bir hakkın korunmasını emanetine verdiği kişinin, bu görevi gereğince yürüttüğü noktasında şüpe ortaya çıkarsa, bu durumda yetkinin kamu kurumlarına bırakılması doğru olur. İbn Âşûr’a göre dini duyguların zayıfladığı veya cehaletin yayıldığı dönemlerde, hukuk normlarının uygulanmasında güven duyulan kişilerin emanet ve diyanetlerine bırakıldığı konular gerektiğinde bunların yetkisinden alınabileceğini belirtir. İbn Âşûr bu üç durumu şöyle değerlendirir: “Bilinmelidir ki, dini motivasyon, motiflerin her iki türünde de dikkate alınmaktadır. Çünkü devlet gücüne dayalı 31 32 İsra,17/31. İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.293-294. 89 yaptırım dini yaptırım, cibillî yaptırım da dini yaptırım için bir ön hazırlık niteliğindedir. Bu yüzden kamu idaresini yürütenlerin, dini motifi ihmal etmekten kaçınmaları gerekmektedir. Şayet ihmalinden veya suistimalinden korkulursa, devlet gücüne dayalı yaptırımların uygulanması zorunlu hale gelir.”33 C- RUHSAT VE ZARURET TÜRLERİ Ruhsat hakkında klasik fıkıh usulü kitaplarında çeşitli tanımlar yapılmıştır. Bu tanımlar bir birine yakın olup farklı ibarelerle ifade edilmiştir. İmam Pezdevi ruhsatı, “asıl hükmün aksine belirli geçici durumdan dolayı cevaz verilen hükümdür” diyerek tarif eder.34 İbn Âşûr ruhsatı, cevaz verilen hükmün belirli maslahatın celbi veya mefsedetin def’i olarak tanımlamıştır. Ona göre ruhsat, zaruretten dolayı zorluktan kolaylığa doğru bir değişiklikten ibarettir. İbn Âşûr, fertlere yönelik zaruret nedeniyle ruhsat verilen hükümlere örneklerin klasik kitaplarda çokça mevcut olduğunu belirtir. Üzerinde düşünüldüğünde, ruhsatın meşakkat ve zaruretin ortaya çıkmasıyla ilgili olduğunu, burada zaruretin genelliğine ve özelliğine bakılmadığını ifade eder.35 1- Zaruret Türleri a- Genel ve Sürekli Zaruretler Zaruretlerden bir kısmının genel ve sürekli olduğunu ve bunların menedilmesi gereken bazı tasarrufların genel kurallardan istisna edilmek suretiyle meşru kılınmasına bir sebep teşkil ettiği görülmektedir. Selem, muğarese ve musakat böyledir. Aslında bu akitlere, ümmetin aşırı ihtiyacı olmasaydı cevaz verilmezdi. Çünkü zarar görme ve malın zayi olma ihtimali mevcuttur. Hâciyattan olmasından dolayı sürekli olmak üzere mubah kılınmıştır. b- Özel ve Geçici Zaruretler Zaruretlerin bir kısmı da özel ve geçicidir. Kur’an ve sünnet bu tür zarureti açıkça ortaya koymuştur. Zaruret durumunda domuz eti ve buna benzer yiyeceklerin İbn Âşûr, Makâsıd, s. 307. Alaeddin Abdulaziz el-Buhari, Keşfu’l-Esrar an Usuli Fahri’l-İslam el-Pezdevi, Daru’l-Kütübü’lİlmiyye, Beyrut, 1997/1418, c, II, 433. 35 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 299. 33 34 90 yenilmesi bu kabildendir. Geçici zaruretin ortadan kalkmasıyla hükmün haram sıfatı yeniden aslına döner. Bu geçici zaruretlere ruhsat verilmesi dinin yaşanabilirliğini göstermektedir. Bu kısımda usul eserlerinde şu kaide kullanılır. الضرورات تبيح المحظوراتZaruretler haramları mubah kılar. Fakat bu zaruretin miktarı başka kaide ile sınırlandırılmıştır ki suistimal edilmesin الضرورات تقدر بقدرهاZaruretler, kendi miktarınca takdir olunur. c- Genel ve Geçici Zaruretler Bu kısım ümmetin selameti, kuvvetinin sürdürülmesi ve benzeri hukuk gayelerin gerçekleştirilmesi için yasak olan bir fiilin mubah kılınmasını gerektirecek tarzda zaruret halinin ortaya çıkması durumudur. Bir taraftan genel oluşu, diğer taraftan geçici oluşu, yukarıdaki her iki gruptan da farklı oluşuna hükmetmeyi gerektirmektedir. Hiç kuşkusuz, böyle bir zaruretin söz konusu olması durumunda dikkate alınması gerekir. Bu kısmı dikkate almak özel zaruretlerin dikkate alınmasından daha önemli ve daha gereklidir. Bu tür zaruretler, ortaya çıkmış oldukları durumlar için konulmuş olan hukuk normlarının değiştirilmesini gerektirir. Bu türden olan ruhsatlar azdır. Buna binaen vakıflarda müebbet kira meselesine Endülüs âlimlerinden İbn Serrac36 ve İbn Manzûr fetva vermişlerdir.37 Yine Hanefilerden Buhara âlimlerinin bey’ bi’l vefaya cevaz vermeleri bu cinsten bir zarurettir.38 İbn Âşûr’a göre bu durumlardan daha şiddetli zaruret ortaya çıkabilir. Bu durumda, söz konusu bu zaruretin dikkate alınıp uygun hükmün verilmesi gerektiğini belirtir.39 Muhammed bin Muhammed el-Gırnatî; Gırnata müftüsü. Bkz, Ahmed bin Yahya el-Venşirisî, el-Mi’yaru’l-Mu’rib, Fas, Vezâratu’l-Evkaf ve’ş-Şuûni’lİslamiyye, 1401/1981, c. VII, 137-138, 153-154 (İbn Serrac)156-159(İbn Manzur). 38 Geniş bilgi için bkz, Vehbe Zuhayli, Fıkhu’l-Hanefi Muyesser, Dimaşk, Daru’l-Fikr, 2010, c. I, 473. 39 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 301. 36 37 91 D- MAKÂSIDI İHLAL ETMESİ YÖNÜYLE HİLE-İ ŞER’İYYE Hile kelimesi sözlükte gayeye ulaşıncaya kadar karar değiştirmek, değişmek, çare, kurnazlık manalarına gelmektedir.40 Terim olarak hile şekil bakımından hukuka uygun bir işlemi vasıta kılarak yasaklanmış bir sonucu elde etmek amacıyla yapılan muamele anlamındadır.41 İbn Âşûr ise şöyle tanımlıyor: Hile, hukuka karşı sorumlu olmaktan kaçmak için gözetilen bir gayeden ötürü, hukuken muteber sayılmayan bir fiilin muteber sayılan bir fiil şeklinde ortaya konulmasıdır. İbn Âşûr, Şatıbi’nin hile konusundaki görüşlerine katılmaktadır. Şatıbi’ye göre hükümlerin, insanların maslahatlarını temin için indirildiği malumdur. O zaman bu hükümlerden birinin indirildiği gayeyi ihlal edecek bir hilenin caiz olmadığı açıktır.42 İbn Âşûr da hilenin yasak olduğunu ve bunu yasaklayanın bizatihi Şâri olduğunu ifade eder. Burada İbn Âşûr’un haram dediği hile yukarıda da tanımı yapılan terim manasındaki hiledir. Yoksa hilenin sözlük manası olan belli bir hukuki vasıta ile gerçekleştirilen hile bu kapsama girmez. Bu türden hileyi İbn Âşûr şöyle tanımlar, izin verilmiş bir neticeye kendi aslî şeklinden başka bir suretle veya vesilelerini ortaya koyma yoluyla ulaşmaya sözlük manasındaki hile denilmektedir. İbn Âşûr bu türü hileye başvurma saymayıp tedbir, hırs veya takva (vera) saymaktadır. İbn Âşûr Şatıbi’nin hile konusundaki sözlerini şöyle özetliyor: Bütün ameller birtakım sebeplere ve illetlere bağlıdır. Sebep ve illetler ise Şar’i tarafından varlığı varlığına, yokluğu da yokluğuna alamet olma esasına bağlanmıştır. Bu illetler bir takım hikmet ve maslahatlar barındırdığından alamet sayılmıştır.43 Şayet amel, illetinde gözetilen hikmetten soyutlandığında o amelin sağlaması gereken hikmet gerçekleşmemiş olur.44 İbn Munzir, Lisanu’l-Arap, ح ولhvl md. Saffet Köse, “Hiyel”, DİA, İstanbul, 1998, c. XVIII, 170. 42 Şatıbi, Muvafakat, c. III, 120-124. 43 Geniş bilgi için bkz. Şatıbi, Muvafakat, c. III, 106-124. 44 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 277. 40 41 92 1- Hile Türleri İbn Âşûr hileyi, hükümlerin gayeleri ortadan kaldırılıp kaldırılmaması üzerinden bir ayrıma gitmiştir. Ardından gayelerin tümünün veya bir kısmının kaldırılması üzerinden bir ayırıma gitmiştir. İbn Âşûr araştırmaları sonucunda hilelerin beş kısma ayrılması gerektiğini söylemiştir. Bu kısımlar şunlardır:45 1- Normların gayesini tümüyle kaldırıp onun yerine başka gaye ikame etmeyen hileler: Hukuki bir sonucun meydana gelmesini önleyecek bir engelin ortaya konmasıyla olur. Bu hile, işlenen fiilin bir sebep şeklinde değil de bir mâni olarak kullanılması demektir. Bu tür hilenin batıl olduğunu, şayet farkına varılırsa işleyenin gayesinin tam tersine amel etmenin farz olduğu hususunda hiç şüphe yoktur. Mesela, kişinin zekât vermemek için senenin dolmasına bir gün kala malını birisine hibe etmesi ve ertesi gün hibe ettiği kişiden tekrar geri alması örneği verilebilir. 2- Meşru başka bir duruma dönüştürülecek biçimde, meşru olan bir şeyin kaldırılması için başvurulan hileler: Bir hükümden mutlaka başka bir hükme intikal edilir, bir gaye kaldırılmışsa mutlaka başka bir gaye meydana gelir. Zekât azaltacağından korkarak birikmiş parayla ticaret yapmak buna örnektir. Bu türden olan hileler genel olarak caizdir. Çünkü bu tür tasarruflarda, misallerin farklılığını dikkate almadan bakıldığında meşru bir hükümden mutlaka başka meşru bir hükme intikal edilmiştir. 3- Vazgeçilen hükümden daha hafif gelen meşru bir hükmü işleyerek meşru bir işin iptali için başvurulan hileler: Şâri’nin koyduğu ruhsatlardan yararlanarak daha hafif gelen hükümlerden faydalanmaktır. Yaz günlerindeki orucun ağır gelmesi sebebiyle yolculuğa çıkarak ramazan orucunu başka bir vakitte kaza etmek buna örnek olabilir. Bu vazgeçilen hükümden kişiye bir güçlük doğuyorsa, ruhsatın geçerli olduğu bir durumdur. 4- Şâri’nin aradığı âli manaları içermeyen amellerde başvurulan hileler: Birisinin eve girmeyeceğine veya şu elbiseyi giymeyeceğine dair yemin etmesi buna örnek verilebilir. Bu tür hileler, ulemanın içtihadına açıktır. Bu yüzden 45 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s.303-304. 93 de, bunların şekilleri ve ayrıntıları konusunda âlimler arasında pek çok ihtilaf olmuştur.46 5- Gayeye ters düşmeyen, başkasının hakkına veya mefsedetine yönelik hileler: Başkasına zarar vermesi veya bizatihi fiilde mefsedet bulunması bu türdendir. Talakın sınırlandırılmadığı devirde, kadının iddetini uzatmak için başvurulan hile buna örnektir. Bu tür hile başkasına zarar verme kastı veya mefsedet bulunduğundan dolayı batıldır. İbn Âşûr bu taksimatı ilk defa kendisi koymuş olup kısmen Şatıbi’den etkilenmiştir. Klasik fıkıh usulü kitaplarında daha farklı taksimatlar yapılmıştır. Fakat usul kitaplarında gayeleri göz önüne alarak bir taksimat yapılmamıştır.47 2- Hilenin Eleştirisi İbn Âşûr hile hakkında bilgi verip kısımlara ayırdıktan sonra hangi hilelerin caiz, hangilerinin caiz olmadığını belirtmiştir. Bu girişten sonra normların gayesini ihlal eden hilelerin caiz olmadığını, böyle bir hileye başvurmanın dinin ulaşmak istediği maksatlara engel teşkil ettiğini belirtir. İbn Âşûr daha sonra klasik bazı fıkıh kitaplarındaki hile benzeri meselelere cevaz verenlerin hilenin geniş ve dar anlamını ayırt etmediklerini ve hile hakkındaki delilleri kavramadıklarını ifade eder. İbn Âşûr İslam hukukunun başlangıç yıllarında tanınan bazı ruhsatların hile şeklinde anlaşıldığını hâlbuki bunların hile değil, zaruret durumunda hukukun saygınlığını korumak amacıyla tanınan ruhsatlar olduğunu belirtmiştir.48 İbn Âşûr yukarıda zikredilen ve hile zannedilen ruhsatlara örnek olarak şunu verir. Evlatlık müessesesi kaldırıldığında Salim, Ebu Huzeyfe’nin evlatlığı idi. Sehle bintu Süheyl Hz. Peyganber’e (s.a.v) gelerek “Ya Nebi! Ebu Huzeyfe’nin azatlısı ve evlatlığı Salim yanımıza girip çıkıyor. Fakat üstüm başım açık bulunduğum zamanlar oluyor, tek bir odadan başka evimiz de yok” dedi. Hz. Peygamber de “Onu emzir, kendisine haram olursun” buyurdu. Sehle “Koskoca adam olduğu halde, onu nasıl emzirebilirim?” dedi. Hz. Peygamber güldü ve “Onun koskoca adam olduğunu İbn Âşûr, Makâsıd, s.279. Geniş bilgi için bkz. Köse “Hiyel”, DİA, c. XVIII, 178. 48 İbn Âşûr, Makâsıd, s.281. 46 47 94 biliyorum” dedi. Peygamberin zevceleri “Vallahi, biz bunun sadece Salim’e tanınan bir ruhsattan başka bir şey olduğunu kabul etmiyoruz” demişlerdir.49 İbn Âşûr, bu hadiseyi aktarıp herhangi bir fakîhin bu ruhsatın evlatlık müessesi aniden kaldırıldığından dolayı verilmiş olduğundan şüphe eder mi? sorusunu sorar. Bu konuda izin şeklinde verilen ruhsat, görünürde bir çıkış yolu aramak kaydıyla verilmiştir. Böylece, hukukun ilk yıllarında gösterilen bir yumuşaklıkla hukuk normuna saygının meydana gelmesi için hukuki bir hükmün şeklen meydana gelmesi birlikte düşünülmüştür. Henüz işin başlangıcında özel cüz’i bir meselede, konulan hükme yapılan muhalefetin o hükme saygı süsü verilmek suretiyle değişik bir biçim alması istenmiştir.50 İbn Âşûr şer’î hükümlerde hile yapmaya sahabe tarafından şiddetle karşı çıkıldığını ifade eder ve şu örneği verir. Hz. Aişe Hz. Erkam’ın veresiye satılan köleyi 800 dirheme alıp kölenin sahibinin tekrar bunu peşin 600 dirheme aldığını duyunca bu konuda Hz. Erkam’ı şiddetle uyarmıştır. İbn Âşûr bu tür hileler üzerine kıyasta bulunmayı da gaflet addediyor ve bu konuda şöyle diyor. “Hilenin, kendisine kıyası sahih kılacak mana ve hikmeti içermediği kesin olarak ortada olmasına rağmen, bunların kıyas için asıl (makîsun aleyh/ büyük önerme) yapılması mümkün değildir. Zira biz hilenin hükme aykırı davranış olduğunu, gayeyi ortadan kaldırdığını kavramış, bu yüzden de ona “hile” denildiğini anlamış bulunuyoruz. Şimdi nasıl olur da onu kendisine kıyasta bulunacağımız bir şeye asıl yapabiliriz? Ruhsatlara kıyas yapılmasına karşı çıkanlar nasıl olur da hileleri asıl kabul ederek onlara benzer hükümleri “nezâir”den” sayabilirler? diyerek hileyi meşru görenlere eleştiri yöneltmiştir.51 49 Malik, Muvatta, Rada 13, no:1284. Müslim, Rada 26, no:1453-1455. Darimî, Nikâh 52. İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 311. 51 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 312. 50 95 E- SEDD-İ ZERİA Sedd-i zeria52 iki kelimenin birleşiminden oluşan murakkeb bir isimdir. Sözlükte sedd ( ) سدkapamak, engellemek manalarına gelmektedir. Arap dilinde ( )الذرائعise ( )ذريعةkelimesinin çoğulu olup kökü ذرعdır. Zeria vasıta, vesile, araç, hedefe ulaştıran anlamlarına gelmektedir.53 Bu ikisinin birleşimiyle oluşan bu kavram fıkıh usulü ilminde: Şer’an haram ve sakıncalı neticelere götürmesi kat’î veya güçlü bir kanaat verdiğinde hükmün gayesine uygun olacak şekilde yasaklanmasına denir. İbn Âşûr sedd-i zeriayı şöyle tanımlamaktadır: Mefsedete yol açan fakat kendisinde herhangi bir mefsedet bulunmayan amellerin iptal edilmesi için kullanılan bir tabirdir. İbn Âşûr hile ile zeria arasında fark olduğunu şöyle ifade ediyor “ hile bahsiyle zeria bahsi arasında yakınlık vardır. Şöyle ki, hilede, bazı insanların kendi özel durumlarıyla ilgili hususlarda, hukukça muteber olan bir şekil ortaya koyarak, hukuka karşı sorumlu duruma düşmekten kendisini kurtarmaya çalışma gayesi vardır. Zeriade ise, ister insanlar bunların fesada sebep olmalarını kastetsinler, isterse böyle bir gayeleri bulunmasın, mefsedete götüren şeylerdir. Buna göre hile ile zeria arasında üç açıdan fark bulunmaktadır. Hilenin özel, zerianin genel oluşudur. Hilede kasıt unsurunun bulunuşu, zeriada ise kasıt unsurun bulunmayışıdır. Hile, mutlaka hukukî bir gayenin ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşir. Zeria ise bazen salâhı içeren bir gayeyi ortadan kaldırabileceği gibi, bazı durumlarda da böyle bir gayenin ortadan kaldırılmasını içermeyebilir. İbn Âşûr’a göre kötülüklere yol açacak fiilleri yasaklama gayesi önemli bir hukukî gayedir. Bu gaye hükümlerin konulması sırasında, milletlerle ilgili tasarrufların siyaset ve Şâri’in gözettiği gayelerin gerçekleştirilmesi konusunda hukukun ortaya koyduğu tasarrufların incelenmesinden (istikrâ) çıkarılmaktadır.54 Bkz. İbrahim Kâfi Dönmez, “Sedd-i zerâi”, DİA, İstanbul, 2009, c. XXXVI, 277. İbn Manzur, Lisanu’l-Arap, ذرعmd. si; Firuzabâdi, Kamus, ذرعmd. si. 54 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 286. 52 53 96 İbn Âşûr sedd-i zerianın iki kısım olduğunu ifade etmektedir. Bu kısımlar şunlardır: Fesada sebep olma özelliği, sürekli (muttarid) olarak bulunacak şekilde kendisinden hiç ayrılmayan, yani mefsedetin, mahiyetinin bir özelliği olarak ortaya çıktığı kısım. Bu kısmın önlenmesi, hukukun temel ilkelerindendir. Şarabın haram kılınması, Kur’an ve sünnetteki pek çok hüküm bu esasa dayanmaktadır. Mefsedete sebep olması az veya çok gecikebilen zeriadir. İbn Âşûr zerianın iki kısmından kısaca bahsetmektedir. Birincisi Sedd-i zeria: Mefsedete (kötülüğe) yol açan amellerin yasaklanmasıdır. İkincisi feth-i zeria: Maslahata (iyiliğe) yol açan amellerin önünün açılmasıdır. İbn Âşûr, sedd-i zeria ve türlerini açıkladıktan sonra zeria ile dinde aşırılık arasındaki ince farkı ortaya koymuştur. Böylece sedd-i zerianın dini aşırılıkta delil olarak kullanılamayacağını belirtmiştir. İbn Âşûr’a göre dinde aşırılık ile zeria arasındaki fark incedir. Sedd-i zerianın ortaya konmasının sebebi, mefsedetin bulunmasıdır. Dinde aşırılıkta ise, mubah olan bir şeyi, Şâri’nin muradını gerçekleştirmede kusur gösterme gerekçesiyle kendisinden istediği şekilden daha ağır ve külfetli bir şekilde ortaya koymak için aşırı gitme ve iyice derine dalma durumlarında söz konusudur.55 55 İbn Âşûr, Makâsıd, s. 289. 97 SONUÇ İslam dünyası son iki asırdan beri Batı dünyasının askeri, siyasi ve kültürel baskıları altında ezilmektedir. Zamanla bu eziklik Müslümanlar arasında aşağılık kompleksinin yayılmasına sebep olmuştur. Özellikle I. ve II dünya savaşıyla birlikte Müslümanlar, kendilerinin geri, Batılıların ise medeniyetçe ileri oldukları düşüncesine kapıldılar. Bunun neticesi olarak, Müslümanlar kendilerine galip gelen batı medeniyetinin bilimsel gelişimi ve ileri teknolojiyi nasıl yakaladıklarını araştırmaya başladılar. Birçok Müslüman aydın, batı medeniyeti gibi İslam âleminin de klasik din, eğitim, idare ve hukuk anlayışlarını bırakıp modern metotlara geçiş yapmaları gerektiği sonucuna vardılar. Bunun bir tezahürü olarak entelektüeller, âlimler ve siyasiler kendi kültürlerine ait birçok siyasi, dini ve ilmi geleneği inkâr edip yeni arayışlara girdiler. Tunus’ta Fransızların işgali altında yaşayan birçok âlimden biri olan İbn Âşûr da bu yeni arayış içine girenlerdendi. Bu arayış onu yeni bir hukuk metodolojisi geliştirme fikrine itti. Bu fikrini İbn Âşûr “Makâsidu’ş-Şeria” isimli eserinde ortaya koymaya çalıştı. İbn Âşûr, hızla değişen modern yaşam tarzına klasik fıkıh usulünün çözüm üretebilecek bir yapıya ve metodolojik esnekliğe sahip olmadığını, dolayısıyla yeni bir hukuk felsefesi geliştirmenin gerekli olduğunu eserinde dillendirdi. Ona göre değişimin önünü açacak ve yeni meselelere çözüm sunabilecek ilim makasıttı. Çünkü fıkıh usulü, lafızları anlama ve onlar üzerinden hüküm çıkarma esasına dayanırken makasıd ilmi, hükümlerin gayelerini anlama ve bu gayeler ile hüküm çıkarma esasına dayalıydı. İbn Âşûr bu söylemini bir başka argümanla da desteklemiştir. O da fıkıh usulünün mezhepler arası ihtilafı artırdığını bununsa ümmetin zaafa düşmesine ve düşman karşısında bozguna uğramasına sebep olduğudur. İbn Âşûr bu argümanlardan yola çıkarak ihtilafları bitirmek için makasıd ilmini kat’î delillerden oluşturmaya çalışmış ve hatta makasıd ilminin kat’î bir ilim olduğunu, usul ilminin ise kat’î olmadığını söylemiştir. Buna binaen usul ilmine kat’î diyen âlimleri kitabının giriş kısmında eleştirmiştir. Tezimizde de değindiğimiz gibi makasıd ilmini daha çok müçhehitlerin genel yarar görmeleri durumunda hüküm vermesine bağlayan İbn Âşûr’un bu ilmin kat’î olduğunu ve ihtilafları biteceğini söylemesinin bizce tutarlı bir söylem olmadığını belirttik. İbn Âşûr makasıd ilmini temellendirirken kat’î delillere 98 dayandırmaya gayret etmiş ve mümkün mertebe zannî deliller olarak kabul ettiği ahad hadisleri de delil saymamaya dikkat etmiştir. Bu makasıdın belirlenmesinde sadece mütevatir hadisi kabul etmesinden anlamaktayız. İbn Âşûr klasik fıkıh usulü terimlerinden büyük oranda faydalanmıştır. Fakat birçoğuna yeni manalar yükleyerek onları kendisinin oluşturmak istediği makasıd ilmi bağlamında yorumlamıştır. Bu terimlere baktığımızda maslahatın öne çıktığını görüyoruz. O maslahatı tamamen usul ilmindeki manasından çıkararak daha çok dünyevi faydalar sağlamak şeklinde yorumlamıştır. Bu yorumu değişen yaşamın problemlerine makasıdın çözüm üretebilmesi için gerekli görmüştür. Yine İbn Âşûr’un kitabında sadece muâmelatın gayelerine değinip ibadet gayelerine değinmemesinden onun hukuk metodolojisi oluştururken sadece dünyevi bir hukuk oluşturma gayesi güttüğünü anlıyoruz. İbn Âşûr kitabında oluşturmak istediği ilmin temellerini dört ana düşünceye dayandırmaya çalışmıştır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir. Makasıd kaidelerinin tümevarımla küllî ve cüzî olarak ortaya konulması Akıl sahiplerinin üzerinde ittifak ettiği evrensel makasıdî değerler belirlenmesi Makasıd kaidelerinin fıtrat, evrensellik, eşitlik, hürriyet evrensel değerleri gözetecek şekilde belirlenmesi Toplumların maslahatının dini maslahatlar içinde değerlendirilmesi İbn Âşûr, fıkıh usulünün kendi haline bırakılması, yerini ise makasıd ilminin alması, fıkıh usulüne ise sadece lafızları yorumlarken ihtilafa düşülürse müracaat edilmesi gerektiğini iddia eder. Şatıbi’nin böyle bir görüşte olmadığını İ’tisam eserinden anlıyoruz. Ona göre makasıd fıkıh usulü ilmini tamamlayan yardımcı bir ilim dalıdır. Şatıbi’nin bu görüşü daha makul gözükmektedir. Çünkü fıkıh usulünü bir tarafa bıraktığımızda bütün bir sistemin yeniden temellendirilmesi gerekecektir. Fakat makasıd yardımcı ilim kabul edildiğinde hem modern dönemin problemleri çözülebilir, hem de yeni olayları klasik dönemdeki benzer hükümlere kıyas ederek çözüm üretebilir. 99 KAYNAKÇA Âlim, Yusuf: Makâsıdu’l-Âmme liş-Şeriati’l-İslamiyye, Herndon, Mahadu’l-Âlemi li fikri’l-İslami, 1994 Arslan, Abdurrahman: Modern Dünyada Müslümanlar, İstanbul, İletişim yayımları, 2012 Arslan, Şeyma: Din Eğitimi Açısından Fıtrat (doktora tezi) M.Ü.S.B.E. İstanbul, 2008 el-Aynî, Mahmud bin el- Binaye fi Şerhi’l-Hidaye, Dimaşk, Dar’ul-Fikr, ty. Ahmed: el-Basri, Ebu’l-Hüseyn: Mutemed, (thk. Muhammed Hamidullah) Dımaşk, Mahadu’l-âli Fransi, 1964 el-Beyzavi, Abdullah b. Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, Beyrut, Daru’l- Ömer: Kütübü’l-İmiyye, 1988 Bilge, Necip: Hukuk Başlangıç Dersleri, Ankara, Ank. Üniv. huk. Fak. Yayımları, 1975 Bilgin, Feridun: Osmanlı Hâkimiyetindeki Tunus’a Endülüs Müslümanlarının Göçleri, Akademik İncelemeler Dergisi, 2013, sayı 1 Boynukalın, Ertuğrul: “İslam hukukunda Gaye Problemi” (basılmamış doktora tezi) İstanbul, M.Ü.S.B.E, 1998 el-Buhari, Muhammed bin el-Edebü’l-Müfred, yay. Kemal Yusuf el-Hut, Beyrut, İsmail: 1985 el-Buhari, Muhammed b. el-Cami’us-Sahih, Riyad, Dar’us-Selam, 1999 İsmail: 100 el-Buhari, Alaeddin Keşfu’l-Esrar an Usuli Fahri’l-İslam el-Pezdevi, Abdulaziz: Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1997/1418 el-Buti, M.Said Ramazan: Davabitu’l-Maslaha fi Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut, 1986 Cennet, Mehmet Zülfi: “Tahir b. Âşûr ve Nesih Anlayışı” (Basılmamış yüksek lisans tezi), Van,Y.Ü.S.B.E, 2010 Coşkun, Ahmet: İbn Âşûr, DİA, İstanbul, 1999 el-Cüveyni, Ebu’l-Meali el-Burhan fi Usuli’l-Fıkh, Kahire, Dar’ul-Ensar, Abdulmelik bin Abdullah: h.1400 ed-Darimi, Abdullah b. Sünen, Kahire/Beyrut, Dar’ur-Reyyan/Daru’l-Kitabi’l- Abdurrahman: Arabi, 1987. ed-Darukutnî, Ebu Hasen es-Sünen, Beyrut ty. Ali b. Ömer b. Abdullah: Dihlevi, Şah Veliyullah: Huccetullahi’l-Baliğa, Beyrut 1990 Dönmez, İbrahim Kâfi: Seddi-Zerai, DİA İstanbul, 2009 Esed, Muhammed: Kur’an Mesajı, ty. Ensarî, Ferid: Mustalahatu’ş-Şatıbi, Kahire, Daru’s-Selam, 2010 el-Endelusi, İbn Hazm: İbtalu’l –Kıyas ve’r-Ray ve’l-İstihsan ve’t-Taklid ve’t-Ta ‘lil, thk. Said Afgani,(yay. İbn Temim ezZahiri) Beyrut, Dar’ul-fikr, 1969/1389 el-Endelusi, Muhammed İbn el-İhkam fi Usuli’l-Ahkâm, (thk. Ahmed Şakir.) Hazm: Beyrut, Daru’l-âfaku’l-cedide, ty. el-Eş’as, Ebu Davud, Sünen, Sayda/Beyrut, Mektebetu’l-Asriyye, 1995 Süleyman : 101 Erdoğan, Mehmet: Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Rağbet,1998 Erdem, Ruhat Gülşah: Tunus’ta İslamcı Hareketlerin Yükselişi; en-Nahda Örneği, (basılmamış yüksek lisans tezi) Ankara, A.Ü.S.B.S., 2014 Fâsî, Allal: Makâsıdu’ş-Şeria ve Mekarimuhâ, (thk. İsmail elHaseni) Kahire, Daru’s-Selam, 2011 el-Gâlî, Bilkasım: Şeyhü’l-Câmi‘l-A‘zam Muhâmmed Tâhir b. Âşûr Hayatuhu ve Asaruhu, Beyrut, Dâru İbn Hazm, 1996. el-Gazâlî, Ebu Hamid Fedaihu’l-Batınıyye, Kahire, 1964. Muhammed: --Mustasfa, thk. Dr. Hamza Hafız, Medine, ty. --Şifâu’l-Ğalil fi Beyani’ş-Şebehi vel-Muhil ve Mesaliku’t-Ta ‘lil (thk. Hamdi el-Kebîsi), Bağdat, Matbaatu’l-İrşad, 1971 Göksoy, İsmail: Çağdaş İslam Ülkeleri Tarihi, Isparta, Fakülte kitabevi, 1997 Günay, H. Mehmet: “M. Tahir b. Âşûr’un Makasıd Anlayışı” (makasıd ve içtihat) İslam hukuk felsefesi araştırmaları, Yay. Ahmet Yaman, İstanbul, Rağbet, 2010 el-Hafîd, Muhammed bin Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesıd, Rüşd: Beyrut, 1416/1995 Hallâf, Abdulvehhab: İlmu Usuli’l-Fıkıh, Kahire, Daru şebâbu’l-Ezher, ty. 102 el-Hanbeli, İbn Receb: Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem, Beyrut, Mektebetü’lAsriyye, ty. el-Haseni, İsmail: Nazariyyetu’l-Makâsıd ınde Tahir b. Âşûr, Herndon, Mahadu’l-Âlemi li fikri’l-İslami, 1995 Hâkim, Ebu Abdullah en- Müstedrak ala’s-Sahîhayn, Haydarabad, ty. Daru’l- Nîsâbûrî:. Marifet,1407/1987 Hacak, Hasan: İrtifak, DİA, İstanbul, 2000 el-Hamd, Muhammed Teracimu Tis`atu’z-Zeytuniyye, Tunus, 2007 İbrahim: Hizmetli, Sabri: “Osmanlı Döneminde Tunus ve Cezayir’in Eğitim ve Kültür Tarihine Genel Bir Bakış”, AÜİFD, 1953 Hüsrev, Molla: Mirâtu’l-Usul Şerhi Mirgâtu’l-Vusul,(thk. İlyas Kaplan et-Türki) Beyrut, Daru sâdır, 2011/1432 Işıktaç, Yasemin: Hukuk Felsefesi, İstanbul, filiz kitabevi, 2006 İbn Abdusselam, İzzeddin: el-Kavaidu’s-Suğra (el-Fevaid fi muhtasari’lMakâsıd), Dimaşk, Daru’l-fikr, 1996 İbn Abdusselam, İzzeddin: Kavaidu’l-Kübra fi Istılahu’l-Enâm, Dimaşk, Daru’lKalem, 2000 İbn Âbidîn, M. Emin b. Reddu’l-Muhtâr alâ Durri’l-Muhtâr(Hâşiyetü İbn Ömer: Âbidîn, Beyrut, Daru’l-Ma ‘rife, 2011 İbn Âşûr, M. Tahir: İslam Hukuk Felsefesi, (çev. Mehmet Erdoğan, Vecdi Akyüz) İstanbul, Rağbet 2013 İbn Âşûr, M. Tahir: et-Tahrir ve’t-Tenvir mine’t-Tefsir, Tunus, Daru’lTunusiyye lin-Neşr. 1984. 103 İbn Âşûr, M. Tahir: Eleyse’s-Subhu bi- Karîb, Tunus, 1988 İbn Âşûr, M. Tahir: : Usulu’n-Nizami’l-İctimâi, Tunus, eş-Şerikatu’tTunusiyye, 1985 İbn Âşûr, M. Tahir: Makâsıdu’ş-Şerîati’l-İslamiye, Beyrut, Daru Lübnan littibaa ve’n-neşr, 2011/1432 İbn Haldun el-Hadramî, el-Mukaddime, Beyrut, Daru’l-Fikr, ty. Abdurrahman b. Muhammed İbn Hanbel, Ahmed: Müsned, Beyrut, el-Mektebu’l-İslami, 1985 İbn Hibban, Muhammed: Sahihi İbn Hibban Tertibu İbn Beleban, (yay. Şuayb Arnavut), Beyrut, Müessetü’r-Risale, 1993 İbn Hümam, Kemaleddin b. Fethu’l-Kadîr Şerhi’l-Hidaye, Beyrut, Daru’l- Abdulvahid: Kütübü’l-İlmiyye, 2003 İbn Mâce, Muhammed b. Sünen, yay. M. Fuad Abdulbaki, Mısır 1954. Riyad Yezid: 1984 İbn Manzur, Muhammed bin “K s d” Lisânu’l-Arab, Dâru Sadır, Beyrut, ty. Mekrem: İbn Manzur, Muhammed bin “Z r a” Lisânu’l-Arab, Dâru Sadır, Beyrut, ty. Mekrem: İbnü’l-Hoca, Muhâmmed Şeyh’ül-islâm el-İmami’l-Ekber Muhâmmed et- Habib: Tâhir İbn Âşûr ve Kitabuhu Makâsıdü’ş-Şeriâti’lİslamiyye, Tunus, Darul arabiyye lil-kütüb, 2008 İmam, M. Kemaleddin: Delilu’l-İrşâd ila Makasıd, Kahire, el-Furkan Araştırma Merkezi, 2011 Îcî, Adududdin: el-Mevakıf fî İlmi’l-Kelam, Beyrut, Alemu’l-Kütüb, ty. 104 Îcî, Adududdin: Şerhu’l-Adud, Beyrut, Daru’l-Kütüb el-İlmiyye, 2000 el-Karafi, Muhammed b. Sa İmam Muhammed Tahir b. Âşûr ve Menhecehu fi ‘d b. Abdullah: Tevcih’il-Kıraat min Hilali Tefsirihi et-Tahrir ve’tTenvir, Mekke (Ümmü’l-Kura Ünv. Usulliddin Fak. Yayımları) h.1427 el-Karafi, Şihâbuddin: Nefâisül-Usul fi Şerhi’l-Mahsul (thk. Adil Abdulmevcud, Muhammed Muavvat) Mekke, Mustafa Bâz, 1995 el-Karafi, Şihâbuddin: El-Furuk (thk. Ömer Hassan Kiyyam) Dimeşk, Müessesetü’r-Risale, 2003 el-Kardavi, Yusuf: Temel Nitelikleriyle İslam (çev. İbrahim Sarmış) Konya, 1986 Kavas, Ahmet: Tunus, DİA, İstanbul, 2012 Kaya, Mahmut: Felsefe, DİA, İstanbul, 1995 Köse, Saffet: Hiyel, DİA, İstanbul, 1998 Malik b. Enes: Muvatta, M. Fuad Abdulbaki, Mısır 1951. Kahire, Daru’l-Hadis, 1992 Maksutoğulu, Mehmet: Tunus, DİA, İstanbul, 1989 el-Merğinânî, Burhaneddin el-Hidaye Şerhu’l-Bidaye, (thk. Muhammed Tâmir- b. Ebubekir: Hafız Âşûr) Kahire, Daru’s-Selam, 2012 el-Meydani, Abdulgâni el-Lübab fi Şerhi’l-Kitab, Beyrut, Mektebetu’lİlmiyye, 1980 Misâvi, Muhammed Cevheru’l-İslam Dergisi”, 1963 sayı I, 105 Müslim, Müslim b. Haccac: es-Sahih, yay. M. Fuad Abdulbaki, Mısır 1955-56; Beyrut, 2001 el-Müttaki, Ali: Müntehabu Kenzi’l-Ummal fi Süneni’l-Akval ve’lAhval, Beyrut, Daru ihya’it-Türasi’l-Arabi, 1990 Nesâî, Abdurrahman Ahmed Sünen, Mısır, 1964; yay. Abdulfettah Ebu Gudde, b. Şuayb: Halep, Metbûati’l-İslamiyye, 1986; --es-Süneni’l-Kübra, yay. Hasan Abdulmun’im Şelebi, Beyrut, Müessetü’r-Risale, 2001 Öktem, Niyazi: Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Dersleri, İstanbul, 1987 Pekcan, Ali: İslam Hukuku Usulünde Zaruriyyat Haciyyat Tahsiniyyat Meselesi, Konya, S.Ü.S.B.E.(basılmamış doktora tezi), 1999 Pekcan, Ali: Makasıd Teorisine Giriş, Konya, Hikmetevi yayınları, 2013 Pekcan, Ali: Makasıd Literatürüne Dair, İslam hukuku araştırmaları dergisi, sy.11 2008 er-Razi, Fahrettin: et-Tefsiru’l-Kebir / Mefatihu’l-Gayb, Beyrut, Daru’lKütübü’l-İlmiyye, 1990 er-Razi, Fahrettin: el-Mahsul fi İlmi Usuli’l- Fıkh, Riyad 1981 Raysûnî, Ahmed: Nazariyyetu’l-Makâsıd ınde’l-İmam eş-Şâtıbî, Herndon, Mahadu’l-Âlemi li fikri’l-İslami, 1999 -- Medhal ila Makasıd, Kahire, Daru’s-Selam, 2010 es-Serahsi, Ebu Bekir Usulü’s-Serahsi, (thk Ebu’l-Vefa el-Afgani), Muhammed b. Ahmed: Haydarabad, Daru’l-maârif en-Nu’maniyye, ty 106 es-Subki, Taceddin b. Ali: İbhac fi Şerhi’l-Minhâc, Beyrut, Dar’ul-Kutubu’lilmiyye, ty eş-Şâşî, Ebû Bekr Mehâsinu’ş-Şerîa fî furûi’ş-Şâfi ‘iyye Kitabun fî Muhammed b. Ali Kaffal: Makâsıdı’ş- Şerîa (thk. Muhammed Ali Samak), Beyrut, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye 2007 eş-Şatıbi, Ebu İshak el-Muvafakat, (thk. Meşhur b. Hasan âli İbrahim: Süleyman)Hubra, Dâru ibn Affan, 1997 eş-Şatıbi, Ebu İshak: Muvafakat, (thk. Abdullah Dıraz,) Beyrut, Daru’lma’rife, 1416/1996 Şelebi, Muhammed Mustafa: Ta ‘lilü’l-Ahkâm, Beyrut, Daru’n-Nahda, 1981 Şimşek, Murat: Şah Veliyullah Dehlevi’nin İslam Hukuk Felsefesi ile İlgili Görüşleri(makâsıd’uş-şeri’a)(basılmamış yüksek lisans), Konya, S.Ü.S.B.E, 2002 et-Taberani, Ebu Cerir: el-Mu ‘cemu’l-Kebir, yay. Abdulmecid Selefi, Mektebetü’l-ulum ve’l-Hikem, 1988 et-Tesûllî, Ali b. el-Behce fi Şerhi’t-Tuhfe, Beyrut, Daru’l-Marife, Abdüsselam: 1397/1977 Türcan, Talip: İslam Hukuk Bilimende Norm –Amaç İlişkisi, Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2009 el-Venşirisî, Ahmed bin el-Mi’yaru’l-Mu’rib, Fas, Vezâratu’l-Evkaf ve’ş- Yahya: Şuûni’l-İslamiyye, 1401/1981 Vural, Faruk: “Tahir b. Âşûr et-Tahrir vet-Tenvir İsimli Eseri”, (basılmamış yüksek lisans tezi) İstanbul, M.Ü.S.B.E. 2002 107 Yaman, Ahmet: Makasıd ve İçtihad, İslam Hukuk Felsefesi Araştırmaları, İstanbul, Rağbet, 2010 Yılmaz, Ömer: “Makâsıd Düşüncesinin Ortaya Çıkışı ve İlk Kaynakları”(Basılmamış doktora tezi) İstanbul M.Ü. S.B.E 2010 Yiğit, İsmail: Tunus, DİA, İstanbul, 2012 ez-Zervak, Ahmed b. Şerhu Risaleti İbn Ebi Zeyd el-Kayravanî, Beyrut, Muhammed: Daru’l-Fikr, 1407/1987. Zebîdî Murtaza Tâcu’l-Arus min Cevâhiri’l-Kâmûs, (thk. Ali eş-Şîrî), Beyrut 1994 Zuhayli, Vehbe: Fıkhu’l-Hanefi Muyesser, Dimaşk, Daru’l-Fikr, 2010 Warburton, Nigel: Felsefeye Giriş, (çev. Ahmet Cevizci) , İstanbul, Paradigma Yayınları, 2000. NOT: Arapça isimlerde bulunan “el” takısı sıralamada itibara alınmamıştır. 108