Osmanlı İmparatorluğu`nun savaşa katılması

advertisement
1
18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ
3 Kasım 1914 - 18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazında yapılan Deniz
Savaşları ve Gelibolu Yarımadasında 25 Nisan 1915 - 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan
Kara Savaşları Türk Tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır.
Çanakkale Destanını yazarak tüm dünyaya duyuran ve bugünlere ulaşmamızı sağlayan
başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, onun Silah Arkadaşlarını; Vatanın bölünmez
bütünlüğü, Türk Milletinin huzur, güvenlik ve geleceği için canlarını feda etmekten
çekinmeyen Kahraman Aziz Şehitlerimizi minnet ve saygıyla anıyoruz.
TÜFAD İzmir Şubesi
Yönetim Kurulu Adına
Dr. Şaban ACARBAY
Başkan
18 Mart 2017 Cumartesi
Hasan ARAL
Genel Sekreter
2
3
Çanakkale Savaşı
Çanakkale Savaşı
I. Dünya Savaşı Osmanlı Cephesi
Saat yönünde: Anafartalar Cephesi'nde Mustafa Kemal ve
silah arkadaşları; Gelibolu'ya çıkarma yapan Anzaklar;
Gelibolu sırtlarındaki Anzak askerleri; Osmanlı
askerlerinin bulunduğu bir siper ve Çanakkale Boğazı'ndan
çekilen İtilaf Devletleri'ne ait savaş gemisi
Tarih
Bölge
Deniz: 19 Şubat 1915 – 18 Mart
1915
Kara: 25 Nisan 1915 – 9 Ocak 1916
Gelibolu Yarımadası
Osmanlı zaferi

Sonuç

İtilaf Devletleri
donanmasının geri çekilmesi
İtilaf Devletleri birliklerinin
geri çekilmesi
Taraflar
4
Britanya
İmparatorluğu

Birleşik
Krallık
Osmanlı

Avustralya

Yeni Zelanda
Alman İmparatorluğu

Britanya
Avusturya-
Hindistanı
İmparatorluğu
Macaristan İmparatorluğu

Newfoundland
Fransa
Komutanlar ve liderler
Enver Paşa
Horatio Herbert
Kitchener
Otto Liman von
Sanders
Ian Hamilton
Cevat Çobanlı
John de Robeck
Mehmet Esat Bülkat
Aylmer Hunter-
Mustafa Kemal
Weston
Atatürk
William Birdwood
Erich Weber
Alexander Godley
Vehip Kaçı
Henri Gouraud
Fevzi Çakmak
Kazım Karabekir
Maurice Bailloud
Selahaddin Adil
Çatışan birlikler
MEF
Doğu Seferi
5. Ordu
Kuvvetleri
Güçler
Britanya
İmparatorluğu:
İmparatorluğu:
489,000[1]
Fransa:
[2][3][4]
Osmanlı
79,000[1]
315,500[1][not 1]
5
Kayıplar
56.000 muharebede
ölen[1]
45.000-50.000 ölü bütün
21.000 hastanede ölen[1]
İtilaf Devletleri[2]
Toplam ölü: 77.000[1][5]
: 205.000 zayiat[1]
97.000 yaralı[1]
: 47.000 zayiat[1]
11.000 kayıp[1]
Toplam zayiat İtilaf
64.000 savaş dışı veya
Devletleri: 252.000[1]
hasta[1][not 2][5][not 3]
Toplam zayiat:
250.000[1][5][6][7][8][not 4]
Çanakkale Savaşı veya Çanakkale Muharebeleri:
I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda
Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.
İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale
boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal
yolu açmak, başkent İstanbul′u zapt etmek suretiyle Almanya′nın müttefiklerinden birini
savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale
Boğazını seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda
kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan ettiği 1 Ağustos 1914'ün
hemen ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma,
imparatorluğun eninde sonunda Almanya'nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri
safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir. Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi,
seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı savunmasının tamamlanmaması
gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi
için baskılarını sürdürmüştür. Bu baskılar, Akdeniz'de Britanya donanması önünden çekilen
Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul'a gelmesiyle bir oldu bittiye getirilmişti. Daha
sonra Osmanlı Donanması'na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz'e açılan bu gemiler 27 Ekim
1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan
etmiştir.
Birleşik Krallık Savaş Konseyi sektereri Albay Hankey Winston Churchill 'in de
desteğiyle, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek İstanbul'un
işgalini öngören bir planı savaş konseyine sunmuştur. Plan, çeşitli evrelerden geçerek
uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın
Boğaz'a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. Özellikle 19 Şubat 1915 ve 25
Şubat 1915 bombardımanları sonucu Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı giriş
tabyalarının geri hatta çekilmesi emrini uygulatmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü
uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekatından
vazgeçmek zorunda kalındı.
6
Deniz harekatıyla İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekatıyla
Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme
getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan Britanya ve Fransa kuvvetleri 25 Nisan 1915
şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. Britanya ve
Fransa çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları
oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman
giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar.
Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla
Koyu'na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9
Ağustos'ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen
karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı
ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conk Bayırı hattında yeni
bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. Britanya ve
Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise
Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız
kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir.
7
Harekât öncesi
1. Dünya Savaşı
Sanayi Devrimi'nden itibaren giderek büyüyen üretim bir yandan hammadde
gereksinimini sürekli artırırken diğer yandan yeni pazarları gerektiriyordu. Diğer yandan
giderek büyüyen sermaye birikimi, yeni yatırım alanları bulmaya yöneliyordu. Avrupa'nın
büyük devletleri 19. yüzyıl boyunca farklı hızlarda gelişmişlerdi ve gelişmelerini
sürdürebilmek için etki alanlarını genişletmek için sıkı bir rekabet içindeydiler. Birleşik
Krallık, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası farklı ilgi
alanlarına sahip olsalar da bu alanlar çok yerde iç içe girmektedir. Sonuçta bu rekabet, 20.
yüzyılın başlarında bir savaşı kaçınılmaz olarak gündeme getirmişti. Bu ülkeler arasında süreç
içinde oluşan ittifaklar da olası savaşın Avrupa çapında bir savaş olmasına yol açacaktır. Bu
dönemde netleşen bu ittifaklar, Birleşik Krallık, Fransa ve Çarlık Rusyası'nın oluşturduğu
İtilaf Devletleri ile Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve İtalya'nın oluşturduğu
İttifak Devletleri bloklarıdır.[11] Bu şekilde bir bloklaşma 1882 yılında Almanya, Avusturya
Macaristan İmparatorluğu ve İtalya arasındaki bir ittifakla, bir bloğu oluşturmuştu. Kısa süre
sonra 1894 yılında Fransa – Rusya, 1904 yılında Birleşik Krallık – Fransa, 1907 yılında da
Birleşik Krallık – Rusya arasında antlaşmalar yapılarak diğer blok şekillenmiştir. Birleşik
Krallık ve Fransa arasındaki 1904 yılı antlaşması ilginçtir. Birleşik Krallık, Fransa'nın "Kuzey
Afrika'nın en iyi parçalarını" almasına göz yumuyordu, Fransa ise Mısır'daki Britanya
varlığına karışmayacaktı. Birleşik Krallık ile 1907 yılında Çarlık Rusyası arasındaki antlaşma
da 1904 antlaşmasına benzer biçimde, esas olarak tarafların Avrupa dışı ilgi alanlarını
düzenliyordu. İran, Afganistan, Çin ve Tibet'teki iki ülkenin çıkarları arasındaki çekişmelere
çözüm getiriyordu. Tüm bunların ortaya koyduğu haliyle Avrupa'daki bu bloklaşmalar, esas
olarak Avrupa dışı paylaşımı konu almaktaydı. Dolayısıyla bu bloklaşmanın sonunda ortaya
çıkacak olan Avrupa çapındaki topyekün savaş, esas itibariyle Avrupalı büyük güçlerin,
Avrupa dışını yeniden paylaşımı mücadelesi olarak görülmektedir.
I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Balkanlar da iki kampa ayrılmıştı. Bir bakıma
İtilaf Devletleri'nin himayesinden olan Yunanistan, Romanya ve Sırbistan bir tarafı
oluştururken İttifak Devletleri'ne daha eğilimli görünen Bulgaristan diğer tarafı oluşturuyordu.
Dolayısıyla bu bölgeyle ilgili hesaplarda Bulgaristan'ın durumu hesaba katılmak zorundaydı.
Nitekim 1914 yılının Haziran ayında Bulgaristan yüklüce bir borç anlaşmasıyla de facto
İttifak Devletleri safına kaymıştır. Sonuç olarak özellikle Avrupalı büyük devletler arasında
oluşan bu bloklaşma, yerel bir çatışmanın bile Avrupa'nın en azından dört büyük devletinin
işe karşımasını gerektirecekti.
Sonuçta ortaya çıkan da bu oldu. Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahtı Franz
Ferdinand 28 Haziran 1914 günü bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Bunun üzerine
Avusturya Macaristan İmparatorluğu Sırbistan'a 48 saat süreli bir ültimatom vermiştir.
Sırbistan'ın tüm oyalama çabalarına karşın 28 Temmuz Belgrad'ı bombalamaya başlayarak bu
ülkeye savaş ilan etti. Ardından Çarlık Rusyası genel seferberliğe gitti. Ancak Almanya daha
önce Rusya'nın seferberlik ilanını, savaş ilanı olarak kabul edeceğini tüm devletler nezdinde
deklare etmiştir. Bunun üzerine 1 Ağustosta Rusya'ya, 3 Ağustosta da Fransa'ya savaş ilan
etti. Bu savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ederek Almanya – Avusturya
bloğundan ayrılmış, bir yıl sonra yeniden katılmıştır.
Almanya, geçmişten beri, daha net olarak Bismarck'tan beri iki cepheli bir savaştan
kaçınmaktaydı ancak bu değişmez kaderi gibi görünüyordu. Doğuda Çarlık Rusyası, batıda
8
ise Fransa gibi iki güçlü devlet vardı. Alman İmparatorluğu'nun 1891 – 1905 yılları arasında
Genelkurmay Başkanlığını üstlenen Schlieffen, bu tehlikeli durum için bir plan geliştirmişti
ve doğal olarak Schlieffen Planı olarak biliniyordu. Bu plan, Rusya'nın seferberliğini bir ay
içinde tamamlayabileceği hesabına dayanmaktadır. Almanya, tüm gücüyle batıya saldırarak
kesin sonuç elde edecek ve bunun üzerine seferberliğini anca tamamlamış olan Rusya'ya
saldıracaktı. Böylelikle iki cephede savaşma durumunda düşmekten kaçınacaktı. Almanya bu
stratejiyi uygulamak için 3 Ağustosta Fransa'ya savaş ilan eder etmez hiç vakit kaybetmeden,
bu ülkeye Belçika üzerinden saldırı hazırlığına girişmiştir. Belçika'dan geçiş için izin
istendiyse de olumlu yanıt alınmadı ve bunun üzerine Alman orduları 4 Ağustosta Belçika'ya
saldırdı. Ancak kısa süre içinde bu stratejinin uygulaması başarısız oldu ve Alman Orduları
Marne'de Salatalıık – Britanya savunmasını aşamadı ve 12 Eylülde Marne hattında
durduruldular. Artık Schlieffen Planı işlemeyecekti. Bu durumda Almanya yine iki cepheli
savaşla karşı karşıyaydı. Doğuda Rusya ile, batıda da Britanya ve Fransa kuvvetleriyle
çarpışmak durumundaydı. Ancak iki cephede de güçlü olamazdı, bir tarafa öncelik
vermeliydi. Güçlü olmayı seçtiği cephe Batı Cephesi'ydi, doğuda zayıf kuvvetlerle oyalama
muharebesi verecek, diğer deyişle savunmada kalacak, kuvvetlerinin büyük kısmını Batı'da
kullanarak burada kesin sonuç elde ettikten sonra esas kuvvetlerini Rusya Cephesi'ne
aktaracaktı.
Avrupa içlerindeki bu gelişmeler, Birleşik Krallık ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı
desteklemek zorunda bırakmıştı. Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı
yapamamaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla Britanya ve Fransa desteğine gerek
duyuyordu. Ancak Almanya'yı yenilgiye uğratabilmek için Rusya'nın muazzam insan
kaynaklarından yararlanmak gerekiyordu. Bunun için de Rusya mühimmat, silah ve mali
olarak desteklenmeliydi. Özellikle mühimmat yönünden bu zorunluydu. Çünkü Rus ordusu
mühimmat stoklarını büyük ölçüde tüketmiş durumdadır. Bu durumda ondan taarruzi bir
hareket beklenemezdi. Fransa ve Birleşik Krallık'ın bu desteği sağlaması için olası dört yol
vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük
bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir, Baltık Denizi ise
Alman Donanmasının denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise Alman
denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı İmparatorluğu’nun denetiminde bulunan
Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Sonuçta Rusya ile
müttefiklerinin irtibatı kesilmiştir. Sadece Rusya'ya yardım konusu değil, Rus buğdayının ve
petrolünün Avrupa'ya getirilmesi de artık olanaksızdır. Sonuç olarak Rusya ile tek bağlantı
boğazlardır. İtilaf Devletleri'nin Birleşik Krallık / Fransa ve Rusya olarak doğu – batı
parçaları arasındaki tek ulaşım hattı boğazlardı. Üstelik Rus savaş sanayi, savaş sırasındaki
mühimmat sarfiyatını karşılayacak kapasitede değildi ve mühimmat açığı her geçen gün
büyümekteydi.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ittifak arayışı
Osmanlı İmparatorluğu, 20. Yüzyıl'ın başlarında neredeyse 200 yıldır Gerileme
Dönemi'ndeydi. Bu süre boyunca uğranılan askeri yenilgilere 1912-13 yıllarında yaşanan
Balkan Savaşı eklenmiş, Balkanlar'daki toprakların bütün bütün elden çıkmış olmasının
ötesinde en iyi eğitimli ve en iyi teçhiz edilmiş ordular bu savaşta kaybedilmişti. Dahası
büyük miktarda silah ve mühimmat da terk edilmişti.
Avrupa devletleri I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun
tarafsız kalacağını varsayıyorlardı. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu savaşın ilk aylarında
"savaş dışı" durum ilan etmiştir. Bu durum İtilaf Devletleri arasında olumlu karşılanmıştır. Bu
9
sayede Boğazlar ticari deniz trafiğine açık kalacaktır. Osmanlı İmparatorluğu açısından da I.
Dünya Savaşı patlak verdiğinde en doğru politika tarafsız kalmak gibi görünüyordu. Ancak
"bu yeterli bir çözüm müydü? Bir de mümkün müydü?". Avrupalı devletlerin Osmanlı
toprakları üzerindeki niyetleri biliniyordu. Rusya, yüzyıllardır sıcak denizlere inebilmek için
Boğazlar'ı istiyordu. Birleşik Krallık, Hindistan yolunun güvenliği için Filistin'i, petrolü için
de Irak'ı istiyordu. Fransa, Lübnan, Suriye ve Kilikya'yı, İtalya ise Antalya'yı istemektedir.
Bunları bilen Osmanlı yöneticileri, söz konusu devletlerin bu emellerine ulaşmak için, savaş
sırasında ya da savaştan hemen sonra Osmanlıyı rahat bırakmayacaklarını rahatlıkla
seziyorlardı. Gerçekten de Avrupa'nın büyük devletleri arasındaki gerginliklerin bir Avrupa
savaşına varmasının nedenlerinden biri de Osmanlı toprakları üzerindeki emelleriydi ve
İmparatorluğun parçalanması sorunuydu. Diğer değişle her devlet, kendi ilgi alanının
rakiplerinden önce kontrol altına almak istiyordu.
Fakat Osmanlı İmparatorluğu için en vahim tehlike Rusya'nın durumuydu. Çarlık,
Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılması durumunda, savaş sonrasında İstanbul'u terk
etmek zorunda kalacaklarını hesaplıyor, şimdiden durumu sağlama bağlamayı gerekli
görüyordu. Bunun için dönemin Dışişleri Bakanı Sergey Sazonov, 1914 yılı ilkbaharında
İngiliz ve Fransız hükümetleriyle görüşmeler yaptı. Birleşik Krallık Hükûmeti'nin yanıtı
oldukça açıktır.
« Eğer savaş zaferle bitecek olursa İngiltere, kendilerinin Osmanlı İmparatorluğu arazisine ya
da başka yerlerdeki arazilere (özellikle İran) yapacakları taleplerinin olumlu karşılanması
kaydı ile İstanbul ve Boğazlar hakkındaki Rus taleplerini tasvip edecektir. »
Fransa ise bir süre Rus talebine karşı tutum takınmıştır. Ancak Akdeniz'de Alman
tehdidi ortaya çıktıktan sonra karşı çıkmaktan vazgeçmiştir. Osmanlı topraklarının İtilaf
Devletleri arasında gizli antlaşmalarla, savaşın sona ermesinden önce paylaşılmasının bir
diğer örneğini Fransa vermiştir. Fransa'nın Suriye ve Adana bölgesini alması, Birleşik Krallık
ve Rusya tarafından prensip olarak kabul edilmiştir. Daha sonraki görüşmelerde Doğu
Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Batı Karadeniz Bölgesi'nin Rusya'ya bırakılmasında anlaşma
sağlandı. Fransa'ya verilecek toprakların çerçevesi de genişletildi. Paylaşmanın bir diğer
uzantısı Britanya ile Haşimi Ailesi'nden Şerif Hüseyin arasında yapılan anlaşmadır. Birleşik
Krallık yönünden Şerif Hüseyin önemli bir kozdu, çünkü Peygamber ailesinden kabul
ediliyordu. Böylelikle Osmanlı Halifesi'nin İslam Dünyası üzerindeki otoritesini sarsacak
güçte kabul ediliyordu. Şerif Hüseyin de Arap Yarımadası'nı ve tüm Ortadoğu'yu içine alacak
bir krallığı olsun istiyordu. Görüşmeler sonunda Arap Yarımadası, Irak ve Suriye'yi kapsayan
bir krallık kurması üzerinde 1916 yılı Ocak ayında anlaşma sağlanmıştır. Ancak bu durum
Fransa'yı harekete geçirdi. Birleşik Krallık ile Fransa arasıda 9-16 Mayıs 1916 tarihlerindeki
bir dizi resmi mektuplaşmanın ardından Fransa'nın hakimiyet alanı yeniden belirlendi. Bu
mutabakat, 29 Nisan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ile resmileştirilmiştir.
Diğer tarafta Osmanlı yöneticileri de Batılı devletlerin bu emellerini seziyor ve
Rusya'nın en büyük tehlike olduğunu görüyorlardı. Bu durumda Osmanlı yöneticilerinin,
imparatorluğun güvenliği için bir desteğe ihtiyaçları vardı. En mantıklı görünen, hem savaşta
Rusya'nın ittifakı içinde olmak, hem de aynı ittifak içinde yer almakla Birleşik Krallık ve
Fransa'nın desteğini sağlamak gibi görünüyordu. Bu amaçla Maliye Bakanı Cavit Bey
Britanya makamlarıyla, Bahriye Nazırı Cemal Paşa ise Fransız makamlarıyla bir süredir
temas halindedir. Ancak ne Britanya tarafı ne de Fransız tarafı bu ittifak yaklaşmasına sıcak
bakmadılar. Rusya'nın da bu işe kesin olarak karşı olmasının da bu durumda payı olduğu
10
kabul edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun Britanya ile ittifak girişimine olumlu
yaklaşılmamasında, Jön Türk yönetiminin kısa sürede çökeceği yönündeki öngörü etkili
olmuştur. Jön Türkler yerine Alman yanlısı olmayan bir iktidarın Almanya'nın Ortadoğu'daki
tehdidini ortadan kaldıracağı hesap edilmektedir. Diğer yandan Almanya ve Avusturya
Macaristan İmparatorluğu da savaş öncesinde Osmanlıyı ittifaka almaya yakın değillerdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nun dış politikası, İkinci Meşrutiyet'in ilk yıllarından (1908)
itibaren Almanya'dan yavaş yavaş uzaklaşırken Birleşik Krallık'a yaklaşmıştır. Hatta Birleşik
Krallık ile bir ittifak kurulması yönünde İttihat Terakki Merkez Komitesi'nden Ahmet Rıza
Bey ve Nazım Bey, 1908 yılı içinde Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey ile bir
görüşme yapmışlardır. İzleyen yıllarda bir dizi olayın da etkisiyle, artık şekillenmeye başlayan
İtilaf Devletleri'ne yakınlaşma sürmüştür. İtilaf Devletleri'yle bir yakınlaşma arayışlarının bir
başka örneği de 1914 Mayıs ayında Mehmet Talat Paşa'nın Kırım'da Çar II. Nikolay ve
Dışişleri bakanı Sazanov'la görüşmesidir. Ancak Çarlık Rusyası, diğer müttefiklerinden ayrı
bir antlaşmaya yanaşmamıştır. Diğer yandan Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın Fransa
görüşmeleri de bir sonuç vermemiştir.
Almanya ile ilişkiler ise Balkan Harbi sonrasında bir kesiti dönemi geçirmiştir. Balkan
Harbi öncesinde bir dönem Osmanlı Ordusu Alman generali Von der Goltz düzenleme
desteğini alıyordu. Ancak yenilgi sonrasında Alman desteğine güven hırpalandı ve Osmanlı
Ordusu Kurmay Başkanlığı Yardımcısı görevinden ayrıldı. Bu ayrılmadan 1913 yılı Aralık
ayına kadar geçen süre içinde İstanbul'da etkili olacak bir Alman politik - askeri varlığı
olmamıştır. Bu ayda Liman von Sanders başkanlığında bir Alman subay grubu İstanbul'a
gelmiştir. Bu grubun yetkileri oldukça geniştir. Liman von Sanders bu yetkilere dayanarak üç
ay içinde Osmanlı Ordusu içinde büyük ölçüde hakim duruma gelmiştir.
Ancak İttihat Terakki'nin 1913 yılı Ocak ayında iktidara gelmesiyle Osmanlı dış
politikası yeniden Almanya'ya yakınlaşmaya başlamıştır. Zaten İtilaf Devletleri ile yapılan
tüm ittifak görüşmeleri boşa çıkmıştır. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu'nun, eğer Avrupa
Savaşı öncesinde bir ittifaka girmesine zorunluluk gözüyle bakılıyorsa, tek seçenek
Almanya'dır. Bir başka açıdan bakıldığında Enver Paşa'nın, Almanya'nın Avrupa'nın en güçlü
askeri gücüne sahip olduğu ve bir Avrupa Savaşı'nda kesin olarak kazanan taraf olacağına
güçlü bir inanç beslediği, genellikle kabul edilmektedir. Fakat esas önemlisi 1890'lı yıllardan
itibaren Osmanlı ekonomisinde Alman sermayesinin etkinliğinin artıyor olmasıdır. Özellikle
Bağdat Demiryolu inşaasının bir Alman firmasına ihale edilmesi, Osmanlı topraklarında
Alman sermayesinin Yakındoğu'ya uzanan güçlü bir rekabet durumu yaratmıştır. Bu arada
Almanya'nın özellikle İstanbul'daki Türkçülük hareketini, Osmanlı'nın Rusya ile
yakınlaşmasının önleyici bir manevra olarak desteklediği bilinmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılması
Sadrazam (Başbakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa Avusturya Macaristan
İmparatorluğu'nun Sırbistan'a savaş ilanından bir gün önce 27 Temmuz akşamı geç saatlerde
Alman Büyükelçisi'ni çağırtmış, iki devlet arasında Rusya'ya karşı bir savunma antlaşması
yapma teklifinde bulunmuştur. Yirmi dört saate kalmadan Almanya bu teklife olumlu yanıt
vermiştir. Bu mutabakat üzerine Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan
etmesinden bir gün sonra, 2 Ağustos 1914 günü Almanya ile bir ittifak antlaşması
imzalamıştır. Eylül sonları ve Ağustos başlarında İstanbul'daki Birleşik Krallık Büyükelçisi
izin kullanmaktaydı. Dolayısıyla Britanya'nın bu olaylar üzerine müdahalesi oldukça sınırlı
kalmış olmalıdır.[48] Antlaşmadan sadece Sadrazam (Başbakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim
11
Paşa'nın, Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın, Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın ve Meclis-i Mebusan
Başkanı Halil Bey haberdardır. Diğer meclis ve hükümet üyelerinin, dahası Sultan Mehmet
Reşat'ın dahi haberi yoktur.
Antlaşmanın imzalanmasında Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş hazırlıkları
tamamlanana kadar tarafsız görünmesine karar verilmiştir. Diğer deyişle antlaşma gizli
tutuldu, Osmanlı "silahlı tarafsızlık" ilan etti. Ertesi gün ise seferberlik hazırlıklarına
başlanmıştır.
Antlaşmanın ana teması Osmanlı İmparatorluğu'nun Avusturya ve Sırbistan arasındaki
çekişmede tarafsız kalması, bu çatışma Almanya ve Çarlık Rusyası arasında bir savaşa yol
açarsa Almanya yanında savaşa girmekti. Diğer yandan Almanya, Osmanlı İmparatorluğu'nun
toprak bütünlüğünü korumayı kabul etmektedir. Aslında bu antlaşma imzalandığında
Almanya ile Çarlık Rusyası zaten savaş durumuna geçmiş bulunmaktaydılar.
Ekim ayı başlarında Almanya'nın savaşta kısa süre içinde kesin sonuç alma umutları
sönmeye başlamıştı. Alman ordularının Batı Cephesi'nde durdurulmaları, Çarlık ordularının
Galiçya'da başarılı harekatları durumu sıkışık hale getirdi. Bu durumda Almanya, kilitlenmiş
durumu başka bir bölgedeki girişimlerle çözmenin yollarını aramıştır. Bu girişimlerin ip uçları
Yakın Doğu'da aranmaya başlandı. Alman İmparatoru Alman Üst Komutanlığı'na emri,
Osmanlı Kabinesi'nin oluru alınamazsa bile durum bir oldu bittiye getirilerek Osmanlı
İmparatorluğu'nun fiilen savaşa çekilmesinin sağlanması yönündedir. Sonuç olarak Almanya
ile ittifak antlaşması imzalandıktan hemen sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce fiilen
savaşa girmesi konusunda Alman baskıları başlamıştı. Bu baskılar aralıksız sürmüştü.
Örneğin Alman Krupp Fabrikaları'nda hazırlanan dört adet 28 cm.lik sahil topuna Alman
Denizcilik Bakanlığı el koyduğu 11 Eylül 1914 tarihli telgrafla İstanbul'a bildirilmiştir. Alman
Denizcilik Bakan Vekili'nin Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'le bir görüşmesindeki sözleri çok
nettir, "Süveyş'e hareket ediniz, sahil toplarını alırsınız"
Almanya'nın, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce savaşa fiilen girmesi yönünde
baskısının bir taktik nedeni de Kafkasya Cephesi'ndeki Osmanlı askeri tehdidinin
Almanya'nın Galiçya Cephesi kuvvetleri karşısındaki baskıyı hafifleteceğinin
hesaplanmasıdır. Ekim ayına gelindiğinde Birleşik Krallık ve Rusya'nın seferberlik
hazırlıkları tamamlandığı ve cepheye daha fazla kuvvet getirdikleri görülmektedir.
Almanya'nın kısa sürede Batı'da kesin sonuç elde etme planı bütünüyle başarısız olmuştur.
Buna bağlı olarak Osmanlı'nın savaşa girmesi yönünde baskılar artıyordu. Öte yandan
Britanya Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü garanti ediyor, kapitülasyonlar'ın
kaldırılmasına olumlu yaklaşıyor ve mali yardım öneriyordu. Osmanlı İmparatorluğu zaten 17
Ağustosta kapitülasyonları kaldırdığını ilan etmişti.
Almanya'dan, bir an önce savaşa fiilen girilmesi yönündeki baskılar, Enver Paşa
tarafından savaş hazırlıklarının henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle oyalanıyordu. Ancak iki
Alman savaş gemisinin girişimi, bir oldu bitti durumu yaratarak Osmanlı İmparatorluğu'nun
fiilen savaşın içine çekmiştir.
12
Goeben ve Breslau harekatı
Ana madde: Goeben ve Breslau'nun takibi
Almanya ile Osmanlı arasında ittifak antlaşması imzalandığında Alman Akdeniz
Filosu (tümeni) Komutanı Wilhelm Souchon elinde iki yeni, hızlı ve muharebe gücü yüksek
gemi vardır. Bunlar ağır kruvazör Goeben ile hafif kruvazör Breslau'dur. Antlaşmadan iki gün
sonra, 4 Ağustosta Amiral Souchon'a iletilen şifreli telgraf mesajında İstanbul'a hareket etmesi
emredilmiştir. Almanya, 4 Ağustosta Belçika'ya saldırmıştı ve Akdeniz'de bu iki gemi,
Britanya kontrolündeki Cebelitarık'tan ya da Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz dışına
çıkamazdı. İki gemiden açıkça daha güçlü olan Britanya ve Fransız filoları karşısında zor
durumdaydı. Ancak iki gün sonra İstanbul'a gitme emri iptal edildi. Buna karşın Britanya
zırhlılarının yakın durumundan endişelenen Amiral 8 Ağustosta İstanbul'a gitmeye karar
vermiştir. Emrindeki bir gemiyle İzmir'deki Alman deniz ateşesine, İstanbul'a giriş için izin
istenmesini bildirdi. Akdeniz'deki dokuz günlük bir kovalamanın sonunda gemiler 10
Ağustosta Çanakkale Boğazı önlerinde gelmiştir. Enver Paşa Çanakkale Müstahkem Mevkii
Komutanlığına "Akdenizde bulunan Alman zırhlılarının, İngiliz filosu ile muharebeye girmiş
olması muhtemeldir. Söz konusu Alman Zırhlılarının boğazdan geçişini sağlayınız." talimatını
vermiştir. Talimatın verilişi, bir bakıma alınışı, Başkomutanlık Vekaleti'nde göre yapan
Alman subayı Baron Kress von Kressenstein tarafından kaleme alınan anılarında
anlatılmaktadır. Baron von Kressenstein, Çanakkale Müstahkem Mevkii'nden gelen telgrafı
Enver Paşa'ya ilettiğini, Enver Paşa'nın gemilerin Çanakkale Boğazına girmesi için karar
verme yetkisi olmadığını ifade ettiğini anlatmaktadır. Bunun üzerine von Kressenstein itiraz
etmiş ve "gemiler içeri alınsın" talimatını almıştır. Daha sonra takipteki Britanya gemileri
Boğaz'a girmeye çalışırsa sahil bataryaları tarafından ateşle karşılanması yönünde emir
istemiş, Enver Paşa yine yetkisi olmadığını ileri sürünce yine itiraz etmiş ve ateş açılması
talimatını almıştır.
Uluslararası antlaşmalar gereği ya gemiler 24 saat içinde Osmanlı karasuları dışına
çıkacak ya da silahtan arındırılarak enterne edilecektir. Ancak Alman büyük elçisinin şiddetle
karşı çıkışı üzerine gemilerin Osmanlı İmparatorluğu'nca satın alındığının ilan edilmesi gibi
bir çözüme gidilmiştir. Gemilerin 80 milyon marka satın alındığı 11 Ağustosta ilan edilmiştir.
Gemilere Osmanlı bayrağı çekilir. Goeben'in adı Yavuz, Breslau'nun adı da Midilli olmuştur.
Bu iki Alman gemisi, bir bakıma Birleşik Krallık'ın el koyduğu Sultan Osman ve Reşadiye'nin
yerine alınmış olmaktadır.
Abluka
Sonuç olarak Almanya, ileride Karadeniz'deki Rus limanlarına karşı kullancağı ve
Osmanlı İmparatorluğu'nu bir oldu bitti ile fiilen savaşa sokacağı bu iki güçlü silahını
Karadeniz'e atmış bulunmaktadır. Bu durum İtilaf Devletleri nezdinde bir bakıma alarma yol
açacaktır.
Bu tarihe kadar Malta Üs Komutanı olan İngiliz Amiral Carden, 20 Eylül'de Abluka
Filosu Komutanlığı'na atanmıştır. Emrinde Britanya Indomitable ve Indefatigable muharebe
kruvazörleri, Dublin ile Glochester hafif kruvazörleri, Verite ve Suffren Fransız muharebe
gemileri ve 12 muhrip, üç denizaltı bulunmaktadır. Denizaltı sayısı daha sonra üçü Britanya
ve üçü Fransız olmak üzere altıya çıkmıştır.
13
Çanakkale Boğazı'nı ablukaya alan Britanya filosu, 27 Eylülde Boğazdan çıkan
Akhisar (Osmanlı torpidobotu)|Akhisar torpido botunun yolunu keserek Osmanlı savaş
gemilerine ateş açılacağını bildirmiştir. Bunun üzerine boğazlar tüm yabancı gemilere
kapatılmıştır. Artık ticari gemiler de boğazları kullanamayacaktır.
Yavuz ve Midilli Olayı
Bu iki güçlü savaş gemisinin Osmanlı Donanmasına katılması bir süredir zaten
Donanma'nın ve Osmanlı halkının hayaliydi. Osmanlı İmparatorluğu, halktan toplanan yardım
paralarıyla finanse edilen iki savaş gemisini Birleşik Krallık tersanelerine sipariş etmişti.
"Sultan Osman" adı verilen geminin inşası mayıs ayında tamamlandığında, parası ödenmiş
olan bu geminin teslimi, "Reşadiye" adı verilen diğer geminin teslimine ertelenmişti. Ağustos
ayına kadar ertelenen teslim, 3 Ağustos günü tümüyle iptal edilmiştir. Esasen bu iki gemi Ege
Denizi'nde Yunan deniz üstünlüğünü ortadan kaldıracağı gibi Karadeniz'de de Rus Karadeniz
Donanmasına karşı belirgin bir üstünlük sağlayacaktı. Britanya resmî tarihine göre Türkler
tarafından "haydutluk" olarak nitelendirilmiş olan bu Britanya tutumu, bir bakıma askeri
zorunluluktu, bu denli güçlü gemilerin "düşman eline geçmesine kesinlikle müsaade
edilemezdi" Sonuç olarak gemiler, Britanya'ya kadar gitmiş olan Osmanlı deniz müfrezesine
teslim edilmedi. İlginç bir denk geliştir ki aynı gün, 3 Ağustos'ta Goeben ve Braslau İstanbul
önlerine gelmiş bulunmaktadır.
Esasen Goeben ve Breslau, Almanya ile ittifak antlaşması imzalandığı 2 ağustostan
kısa bir süre sonra, 10 ağustosta Osmanlı karasularına girmişti ve hemen hemen aynı
tarihlerde Alman Üst Komutanlığı bu gemileri Karadeniz'de kullanmayı istediğini Osmanlı
makamlarına iletmeye başlamış, dahası baskı yapmıştır. Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'in 12
Ağustos 1914 tarihli şifreli telgrafından bu konu belirtilmektedir. Bir sonraki gün Enver
Paşa'nın Cemil Bey'e söyledikleri ise, "seferberlik bitmeden, Bulgaristan'la tamamiyle
anlaşmadan" diğer deyişle Çanakkale Boğazı savunması hazırlanmadan bu gemilerin
Karadeniz'e çıkmasına izin verilmeyeceği yönündedir. Enver Paşa, bu durumda Britanya
Donanması'nın Boğazı geçeceğini düşünmektedir. Enver Paşa'nın Bulgaristan konusundaki
tutumu da Berlin – Viyana – İstanbul ulaşım hattıyla ilişkilidir.
Bu oyalamalara karşın Amiral Souchon 9 Eylül 1914 tarihinde Osmanlı Donanma
Komutanlığı'na atanmıştır. Hemen ertesinde Marmara'da atış talimleri ve manevralar
başlatıldı. Öte yandan Karadeniz'de, İstanbul açıklarında Rus Donanması'na bağlı gemiler,
Çanakkale Boğazı dışında da Birleşik Krallık ve Fransa gemileri devriye gezmektedir. Bu
arada Amiral Souchon, tatbikatlara Karadeniz'de devam etmek üzere Osmanlı yetkililerine
baskı yapmaktadır.
Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu onbir parça gemiden oluşan bir Osmanlı
filosunun Amiral Souchon komutasında 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e açılması,
Osmanlı'nın fiilen savaşa girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu gemiler İstanbul Boğazı
açıklarındaki Rus gemilerine ateş açtıktan sonra Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki Odessa,
Sivastopol, (29-30 Ekim gecesi) Norvosiski ve Feodosya limanlarını bombalamışlardır. Bu
taarruz, Enver Paşa'nın 25 Ekimde Amiral'e verdiği yazılı emre dayanmaktadır. Esasen
Bakanlar Kurulu'nun aynı tarihli kararına aykırı olan bu emirde "Bütün filo Karadeniz'de
manevra yapmalıdır. Vaziyeti uygun bulduğunuz anda, Rus filosuna hücum ediniz.
Çarpışmaya başlamadan evvel, bu sabah size verdiğim gizli emri açınız." Gizli emirde ise
"Türk filosu Karadeniz'de zorla üstünlük sağlamalıdır. Rus filosunu arayınız. Nerede
bulursanız, harp ilan etmeksizin hücum ediniz."
14
Rusya'nın askeri tepkisi 1 Kasım 1914 günü Kafkasya üzerinden Osmanlı topraklarına
taarruz etmek olmuştur. Aynı gün Britanya gemileri İzmir ve Kızıldeniz'deki Akabe
limanlarını bombaladılar. İki gün sonra 3 Kasımda Britanya birlikleri Basra Körfezi'nde
Osmanlı topraklarına çıkarıldılar. Aynı gün iki Britanya ve iki Fransız savaş gemisi
Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı istihkâmlarını ateş altına aldılar.
Esasen Osmanlı Donanması'nın Karadeniz Rus limanlarını bombalaması, fiilen savaşa
girme yönündeki baskılara direnen Enver Paşa'yı bir oldu-bittiye getirme manevrası olarak
gürülmesi gerekir. Sonuç olarak Yavuz ve Midilli Olayı, Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşa
sokan olaydır.
Harekât
İtilaf Devletleri'nin Çanakkale Boğazı'na karşı bir askeri harekat kararı almalarına
varacak kilometre taşlarından biri Çar II. Nikola'nın Birleşik Krallık'a yönelik talebidir. Çar
bu talebinde –Boğazlardan söz etmeden- Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir askeri hareket ve
askeri malzeme yardımı talep etmiştir. Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener bu
soruların askeri harekat yanına olumlu yanıt vermişti. Çarlık'ın böyle bir askeri hareketten
beklentisi Osmanlı'nın Kafkasya'dan bir kısım birliğini çekmek zorunda bırakılması, bunun da
Rusya'nın bu cephedeki yükünü hafifleteceğidir. Diğer önemli bir kilometre taşı ise
Yunanistan Başbakanı Venizelos'un, bir çıkarma yapılması durumundan Yunanistan'ın bu
harekata askeri olarak katılabileceğini Britanya'ya bildirmesiydi. Venizelos, 19 Ağustos 1914
tarihinde Çanakkale Boğazı'na taarruz etmeye dayanan ayrıntılı bir planı Britanyalı yetkililere
iletmiş, bu taarruza Yunanistan'ın da birlik verebileceğini belirtmişti. Ancak Venizelos'un
planında Bulgaristan'ın da İstanbul'a saldırması koşulu vardı. Britanya askerî makamları planı
incelemiş ve fazla şarta bağlı olması dolayısıyla uygulanmasının olanaksız olduğu yönünde
rapor vermişti. Bulgaristan meselesi son derece akıllıca seçilmiş bir koşuldur. Osmanlı
Ordusu'na her türlü Alman desteği için kullanılabilir tek ulaşım yolu olan demiryolu
Bulgaristan üzerinden geçmektedir. Bu destek hattının kesilmesi, ancak Bulgaristan'ın İtilaf
Devletleri tarafına geçmesiyle olanaklıdır. Diğer yandan Birleşik Krallık'ın İstanbul
Büyükelçisi Sir Louis Mallet, Ağustos ayında Boğazların yabancı savaş gemilerine
kapatılmasının ardından Boğazların zorla geçilmesi yönünde bir öneriyi rapor etmiştir. Mallet,
donanmanın geçmesinden sonra Boğazların kara birliklerince işgal edilmesi gerektiği
görüşünü öne sürmekteydi. Bir yandan bu savaş planları yapılırken Birleşik Krallık Hükûmeti
Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşın dışında tutmaya çabalıyordu. Osmanlı savaşa girdiğinde ilk
askeri harekatının Süveyş Kanalı üzerine olacağı tahmin ediliyordu. Bu bölgeye Batı
Cephesi'nden o sıralarda birlik kaydırılmasına olanak yoktu. Müstemlekelerden kuvvet
aktarmak ise aylar alırdı. Diğer yandan Müslüman ülkelerin, ki birçoğu İngiliz
müstemlekesiydi, Müslüman halkında ayaklanmalar olmasından ciddi biçimde çekiniliyordu.
Bu endişelerin boşuna olduğunu zaman göstermiştir, Osmanlı davası uğruna müslüman
ülkelerden, hatta kendi tebaasından dahi kayda değer bir destek olmamıştır. Bütün bu
endişelerle Birleşik Krallık Hükûmeti, Osmanlı'nın savaş dışı kalması şartıyla bir kısım öneri
getirmiştir. Bu önerilere Fransa'nın, hatta Rusya'nın da desteği sağlanmıştı. Öneriler,
Çanakkale Boğazı'nın ticari gemilere açılması ve Alman askeri personelinin sınırdışı edilmesi
şartlarını içermektedir. Goeben ve Breslau üzerinde ısrar ediliyordu. Bu gemilere, Ege'ye
çıktıkları takdirde, eğer Alman askeri personeli taşıyorlarsa, Alman savaş gemisi işlemi
uygulanacaktı, yani ateş açılacaktı.
Çanakkale Boğazı'nın geçilerek İstanbul'un zorlanması fikrinin Birleşik Krallık
Parlementosunda ilk olarak 25 Kasım 1914 tarihindeki Birleşik Krallık Başbakanlık Toplantı
15
Salonu'ndaki olağan toplantıda Churchill tarafından ortaya sürüldüğü kabul edilmektedir.
Mısır'ın savunulması konusunda alınacak ek önlemlerin konuşulmasının hemen ardından söz
alan Deniz Bakanı (Denizcilik Birinci Lordu) Churchill, Mısır ve Süveyş Kanalı'nı yerinde
savunmanın pasif bir tutum olacağını öne sürerek konuşmasına başlamıştır. Bu bölgedeki
kuvvetlerin büyük bölümünü, Avrupa'dan bir kısım kuvvetle takviye ederek Osmanlı
İmparatorluğu'nun en zayıf noktasında saldırmanın daha uygun olacağını belirtmiş ve bu
noktayı, başkent İstanbul olarak işaret etmiş, Böylesi bir harekattan Churchill'in beklediği
amaçlar, Rusya'ya yardım edilmesi, Bulgaristan ve Romanya gibi tarafsız ülkeleri, hatta
Almanya yanında savaşa girmeye yaklaşan İtalya'yı ve taraf konusunda kararsız Yunanistan'ı
etkilemek, Fransa ve Rusya cephelerinde kilitlenmiş görülen savaşa, Balkanlar üzerinden bir
kuşatma ile çözüm bulmaktı. Diğer yandan Churchill, bol silah ve mühimmatla desteklenecek
Rus Çarı'nın, milyonluk nüfusunu savaşa sürerek, Almanya'yı bu insan seli karşısında
yıkacağını belirtmektedir. Bu ifadelere karşın o günkü toplantıda bu konu üzerinde bir
görüşme açılmamıştır. Sonraki toplantılarda Savaş Bakanı Lord Kitchener, Fransa Cephesi'nin
durumu nedeniyle Çanakkale için asker veremeyeceğini kesin olarak ifade etmiştir. Fransız
orduları Başkomutanlığı da Batı Cephesi'nden başka bir yer için asker alınmasına şiddetle
karşıdır.
Bu durumda Churchill Çanakkale Boğazı'nı kendi komutasında olan donanmayla
geçmenin yollarını aramıştır. Bunun üzerine 3 Ocak 1915'te Akdeniz'deki Amiral Sackville
Carden'e "Boğazları sadece deniz kuvvetleriyle zorlama" konusunda görüş soran bir mesaj
göndermiştir. Mesajda, mayın hatlarına kömür gemileri sürerek durumun
değerlendirilebileceği notu vardır. Ancak Amiral Carden bunu mümkün görmediğini, bunun
için büyük bir kuvvet gerekeceğini bildirmiştir. Churchill, bu kez "Tasarladığınız harekatın
niteliğini, istediğiniz kuvvetin miktarını ve bunu nasıl kullanmayı düşündüğünüzü lütfen
bildiriniz" içeriğinden bir mesaj göndermiştir. Amiral'in 11 Ocak'taki yanıtı ile bir görev
kuvveti şekillenmeye başlamıştır. İki gün sonraki, 13 Ocak'taki Yüksek Savunma Konseyi
toplantısında, Çanakkale Boğazı'nın sadece donanmayla zorlanması konusunda Deniz
Bakanlığı'na ön yetki verilmiştir. Churchill hazırlıklarını sürdürürken Fransız Hükümeti
tarafından, harekat için Amiral Guépratte komutasında dördü zırhlı, dördü denizaltı olmak
üzere 26 parçalık bir filo tahsis edileceği bildirildi. Churchill de Britanya gemilerini Amiral
Carden komutası altına girmek üzere bölgeye hareket ettirmiştir. Harekat için kesin karar ise
Konsey'in 28 Ocak 1915 tarihli toplantısında alınmıştır.
Harekat planı ve Amaçlananlar
Sonuç olarak denizden ya da karadan hareketle İstanbul'un alınması planlarının
dayandığı bir dizi amaç ortaya çıkmıştır. Bu amaçlar ana başlıklar halinde şu şekilde
görünmektedir.






Rusya'nın silah ve mühimmat gereksinimini karşılamak,
Rus petrolünü boğazlar üzerinden Avrupa'ya taşımak,
Balkanlar'daki devletleri İtilaf Devletleri safına çekmek,
Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır'a yönelik tehdidini ortadan kaldırmak,
Avrupa'daki savaşın, kanlı çatışmalara karşın kesin sonuç vermemesinin, Almanya'nın
müttefiklerinden birine saldırma fikrini çekici hale getirmesi
Osmanlı İmparatorluğu'nun savaştan çekilmesi ve İstanbul'un Britanya kuvvetlerince
işgal edilmesiyle Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu bloğu güneyden
kuşatılmış olacaktı
16




Birleşik Krallık savaşın sona ermesinden önce İstanbul'u fiilen ele geçirmekle,
Rusya'nın boğazlar üzerindeki istekleri karşısında güçlü bir durumda olacaktı.
İstanbul işgal edilerek Rusya'nın Almanya ile tek başına hareket ederek bir antlaşma
yapmasını güçleştirmek
Osmanlı'nın Kafkasya Cephesi'ne daha fazla kuvvet aktarmasının önüne geçilerek Rus
ordusunun tüm gücüyle Almanya üzerine yüklenebilmesine olanak vermek
Teşkilât-ı Mahsusa'nın Müslüman ülkelerde yürüttüğü "İttihad-ı İslam"
propagandasını durdurmak.
Esasen Birleşik Krallık'ın hesabı Rus petrol ve buğdayıdır. Karadeniz limanlarında
toplam 350 bin ton taşıma kapasiteli ticaret gemileri hareketsiz kalmıştır. Boğazlar açıldığı
takdirde bu gemiler Rus buğday ve petrolünü Avrupa'ya rahatlıkla taşıyacaktır.
Planlar ve kuvvetler
İtilaf Devletleri
İtilaf Devletleri ordusu değişik etnik ve dinsel gruplardan gelen askerlerden
oluşmaktadır. Bu orduda İngiliz, İskoç, İrlandalı, Fransız, Hint, Kuzey Afrikalı (Cezayirliler,
Zuaveler), Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerle Rum ve Yahudi gönüllüler
bulunmaktadır. Anzak askerleri her ne kadar gönüllü olarak orduya yazılmışlarsa da Birleşik
Krallık ile dominyonları arasında yapılan antlaşmaya göre bu askerlere günde altı şilinden
hesaplanarak ayda dokuz pound maaş ödeniyordu. Bu haliyle Anzak askerleri gönüllüden çok
paralı asker sayılmaktadır. Anzak birlikleri içinde başta Polinezya Adaları'ndan Maoriler
olmak üzere Okyanusya adaları yerlilerinden unsurlar da bulunmaktadır. Bu unsurlar da
Gurkalar gibi savaşçı gelenekleriyle lanse edilmiştir.<Burhan Sayılır, Sh.: 321</ref> Tüm bu
unsurlar üzerinde, Türklerin esirleri kestiği imajının, bir propaganda hedefi olarak
uyandırılmış olduğu, savaş esirlerinin kayda geçirilen ifadelerinden anlaşılmaktadır. Açıkça
kafalara sokulan "teslim olmaktansa intihar edindir”.
Askeri tarihte II. Dünya Savaşı'na kadar görülen en büyük çıkarma harekatıdır.
Savaşın Aşamaları
Deniz harekâtları
Su üstü harekâtları
Ana madde: Çanakkale Deniz Harekâtları
Birleşik Krallık denizaltısı E11, İstanbul Boğazında Osmanlı nakliye gemisi Stamboul
'a torpidoyla saldırırken, (25 Mayıs 1915, Illustrated London News)
17
İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı.
Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Sackville Carden
tarafından da desteklenince, Birleşik Krallık Donanması Komutanı Lord Fisher’in başarısını
şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Fisher, kara harekatınca
desteklenmeden deniz kuvvetlerinin "böyle bir maceraya atılmasının" hatalı olduğu
görüşündedir. İtilaf Devletleri Savaş Konseyi'nin 28 Ocak 1915 tarihli oturumunda harekat
karara bağlanmıştır. Konsey tutanağında harekat amacı şu şekilde tanımlanmıştı,
« Bahriye Nazırlığı hedef İstanbul olmak üzere, Gelibolu Yarımadası'nı döve döve zaptedecek
bir deniz harekatına Şubat ayında başlayacaktır. »
Zaten Birleşik Krallık Donanması'nın önemli bir kısmı Amiral Carden emrinde olmak
üzere Ege Denizi'nde toplanmaya 13 Ocak kararının hemen sonrasında başlamıştır. Harekata
geçme meselesi, Savaş Konseyi'nin kararına bağlıydı. Askeri tarihçi İbrahim Artuç,
Çanakkale Deniz Harekatları'nın "hemen hemen yalnız bir kişinin, Churchill'in yorulmaz
gayretlerinin eseri" olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte Savaş Konseyi kararındaki, bir
karanın, deniz topçusunca "döve döve" nasıl zaptedilebileceği çok açık değildir. Deneyimli ve
yetenekli Amiral Fisher'in de karşı çıktığı budur. İtilaf Devletleri’nin deniz harekatı 19 Şubat
1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın
tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman
kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını
gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir
gelişme elde edilememişti.
Birleşik Krallık'a ait HMS Ocean'ını alabora eden Seyit Ali Çabuk
İtilaf devletleri, kısa bir aranın ardından bir sonraki saldırıyı 18 Mart'ta
gerçekleştirmişlerdir. Hedef, Çanakkale Boğazı'nın sadece 1 mil genişliğindeki en dar
noktasıdır. Amiral John de Robeck komutasındaki aşağı yukarı en az 16 savaş gemilik dev
donanma Çanakkale'yi geçmeye kalkmıştır. Ancak her gemi Nusret Mayın Gemisi adlı
Osmanlı mayın gemisinin boğazın Asya tarafına yerleştirdiği deniz mayınları tarafından hasar
almıştır. Bazı balıkçılar, İngilizler tarafından mayın toplama işiyle görevlendirilmiştir; ama
Osmanlı ordusunun açtığı top atışlarıyla korkarak kaçmışlar, mayınlara dokunulmamıştır.
Yerinde kalmış bu mayınlar İngiliz HMS Ocean, HMS Irresistible ve Fransız Bouvet adlı üç
18
zırhlıyı batırmıştır. Ayrıca İngiliz Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve Gaulois çok
ağır bir şekilde hasar almıştır. 18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan
Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve
Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar
belirsizdi. Sonuç olarak, 18 Mart 1915'te, deniz mayınları ve kıyılardaki Osmanlı topçu
bataryalarının isabetli atışları denizden geçişin mümkün olmayacağını göstermiş, İtilaf
Devletleri Gelibolu Yarımadası'na asker çıkararak Boğaz topçu bataryalarını etkisiz hale
getirmeyi hedeflemiştir. + Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle
karşılaşacağını bilmiyordu. Gelibolu Yarımadasında Müttefik çıkarmaları yarımadanın güney
bölümündeki altı kumsala, iki cephede yapılmıştır. Seddülbahir Cephesi’ne Britanya 29.
Tümeni ile Fransız Kolordusu (Fransız Doğu Sefer Kuvveti) çıkarma yaparken Arıburnu
Cephesi’nde ise Anzaklar Kolordusu çıkarma yapmıştır. Bu beş tümene ek olarak bir hafta
içinde İskenderiye'den getirilecek olan Hint Tugayı, muhtemelen Seddülbahir Cephesi'nde
kullanılmak üzere ordu ihtiyatını oluşturacaktı. Plana göre; 18 Mart sabahı 2 deniz
tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1.
Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.
Birleşik Krallık Kraliyet Donanması'na ait HMS Queen Elizabeth, HMS Agamemnon,
HMS Lord Nelson muharebe gemileri ve HMS Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan ilk
tümen, saat 10:30'da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını
tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında HMS Queen Elizabeth'in hedefi Rumeli
Mecidiye Tabyası, HMS Lord Nelson'un hedefi Namazgah Tabyası, HMS İnflexible'nin hedefi
ise Rumeli Hamidiye Tabyasıydı. "A Savaş Hattı" olarak adlandırılan bu plan 11.30'da
uygulanmaya başlandı ve merkez tabyalarına ateş başlatılmıştı.
Bu arada düşman gemileri Kumkale'den gelen tedirgin edici ateş hattına da
girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk
bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli
Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte
komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle
Triumph ve Prince George adlı iki Britanya muharebe gemisinden oluşuyordu. Plana göre bu
tümen 1. Tümenin arkasından hareket geçti ve B hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş
yaklaşan gemiler Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli
yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam
ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine
yağıyordu. 3. Tümene ait olan iki Britanya gemisi Triumph ve Prince George A hattının kıç
omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi.
Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine
düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların
şehit olması ile devre dışı kalmıştı.
Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse
Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion,
Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B
Hattından son olarak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp mayın hatlarını
savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine
başlanacaktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2. Tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey
oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu
izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve
Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir
19
şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler.
Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi
sulara gömülmüştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı
terk ediyordu. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun
çabayla Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen Britanya gemileri, 3. Tümenin yerini aldığında bu
manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar.
Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat 15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da
Namazgah aldığı isabetle savaş dışına kalmıştı. Anadolu Hamidiye tabyası hasar görmemişti
ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat 15.14’de İrrisistible’ın yanında korkunç bir patlama
duyuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece
önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı
olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tümenin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri
çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli
muhripler tarafından boşaltıldı.
18 Mart'ta yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. HMS Lord Fisher gibi ordusuz bir
donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill gibi
hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul'a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları
doğuruyordu.
Denizaltı harekâtları
Ana madde: Çanakkale Savaşı Denizaltı Harekâtları
Kara muharebeleri
Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekâtı’na
çevirmişti.Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu
takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere Birleşik Krallık'a üç tümenlik bir kuvvet önermişti.
İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, Birleşik Krallık
Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini
bildirerek bu tasarıyı önledi.
Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5
Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, Donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine
inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu
rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Martda 29’ncu Tümenin Ege’ye
gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir Tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna
edeceğini ilave ediyordu.
Böylece Mısır’daki Anzac Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe
ayrılmış oluyordu.
Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı geçebileceğini
düşünenler vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın harekatını
geri bırakmasını, bu suretle Kara ve Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en
iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu.
20
O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli
olmayan Sefer Kuvveti’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu
komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian
Hamilton’du.
Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un birlikleri işe karışmayacaktı. Eğer
deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya
ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti.
Oradan İstanbul Boğazına çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.
Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini
tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlar’dan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu
zaferin ardından, İtilafların kaçınılmaz kara harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat
hazırlıklara başlamıştı. Gelibolu‘da 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman von
Sanders getirilmişti. Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor,
müttefiklerin her hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19.
İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan yarbay Mustafa Kemal'di.
Planlar ve kuvvetler
İtilaf Devletleri
"The Trumpet Calls (Trompet Çağırıyor)": Avustralya'da 1914-1918 arasında
kullanılan askere alma posteri (Norman Lindsay)
General Hamilton emrine verilen kuvvetler ve savaşçı mevcutları şöyledir.





Anzak Kolordusu 25.700
Britanya 29. Tümeni 17.000
Fransa 1. Tümeni 16.700
Britanya Kraliyet Deniz Tümeni 10.800
Anzak Tugayı 4.800
Böylece harekât için 75 bin kişilik bir kuvvet oluşturulmuştur.
21
General Hamilton, Gelibolu Yarımadasındaki çeşitli çıkarma alanlarına kuvvet çıkartarak
yarımadanın denetimini, böylece Osmanlı kıyı topçusunu etkisiz hale getirmeyi amaçlamıştır.
Bunun için iki ana çıkarma bölgesi belirlenmiştir. Bunlardan biri, yarımadanın en güney ucu
olan ve Seddülbahir olarak bilinen bölge, diğeri ise daha kuzeydeki Kabatepe-Küçük
Arıburnu arasındaki kumsaldır. Bu iki çıkarma bölgesinden Seddülbahir’e ağırlık verilmiştir.
Seddülbahir bölgesine ağırlık verilmesi üç taraftan da donanma topçu ateşiyle desteklenebilir
bir bölge olmasındandı.
General Hamilton Seddülbahir Cephesi çıkartmaları için Seddülbahir bölgesinde beş ayrı
kumsal belirlemişti.





Sığırini (Morto) koyu – Hisarlık Burnu
Ertuğrul Koyu
Tekekoyu
İkizkoyu
Zığındere
Bu kumsallar için iki İngiliz, bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayı tahsis etmiştir.
Arıburnu Çıkarması için ise iki tümenden oluşan Anzak Kolordusu tahsis edilmiştir.
Seddülbahir Cephesi’ne çıkarılan birliklerin hedefi, Gelibolu Yarımadası’nın güney
bölgesinin taktik derinliğindeki Alçıtepe bloğu’nun ele geçirilmesidir. Bu birliklerin ileri
harekâtı derinlikte birleşerek Kirte Köyü hattından Alçıtepe bloğu ele geçirilecek, Arıburnu
Cephesi’ne çıkan birlikler ise Conkbayırı-Kocaçimentepe hattından Maltepe bölgesinin ele
geçirilmesiyle Seddülbahir Cephesi’nin Osmanlı kuvvetlerince takviyesi önlenecektir.
Alçıtepe, ilk günün hedefi olarak belirlenmiştir, Seddülbahir’den 10 km. ve Zığındere’den
5 km. mesafededir.
Arıburnu Cephesi kuvvetlerine verilen taktik hedef ise Kocaçimen tepe üzerinden
Eceabat'ta sahile ulaşarak Seddülbahir Cephesi'ndeki Osmanlı kuvvetlerinin geri bağlantısını
kesmektir.
İttifak Devletleri
MG 08 ile donatılan Osmanlı makineli tüfek timleri.
22
Bir Alman havacı müfrezesi
Esat Paşa ve maiyeti
Deniz harekâtının başarısızlığı ardından (18 Mart 1915) bir kara harekâtına girişileceği
ve bu harekâtın Gelibolu Yarımadası’nı hedef alacağını öngörüsü, mantık gereği olarak bile
neredeyse kesinlik kazanmıştır. Kaldı ki 1915 yılının Nisan ayı başlarından itibaren
Hamilton’un kuvvetleri Mısır’da toplanmaya başladığında bölgedeki Osmanlı istihbaratı,
birliklerin mevcutları, komutanları, silah ve donanımları hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye
başlamıştır.
14 Aralık 1914 tarihinde 42 kişilik bir subay gurubuyla İstanbul’a gelen ve Enver Paşa
tarafından 1. Ordu Komutanlığı’na atanmış olan Alman Danışma Kurulu Başkanı Mareşal
Liman Von Sanders, yeni teşkil edilen ve bölgeyi savunmakla görevli 5. Ordu komutanlığına
24 Mart 1915 tarihinde atanmıştır. Dolayısıyla bölgenin savunmasından sorumlu olan 3.
Kolordu da Mareşalin emrine girmiştir.
Mareşal Sanders’in savunma planı, Hamilton’un taarruz planıyla örtüşmemektedir.
Mareşal Sanders, çıkarmaların Saros Körfezi kıyılarına yapılacağını hesaplamaktadır ve 5.
Ordu’nun ana kuvvetlerini bu bölgede toplamıştır. Saros Körfezi, Gelibolu Yarımadası’nın en
dar bölgesidir. Buradan yapılacak bir çıkarmanın, yarımadayı savunan Osmanlı birliklerinin
geri çekilme ve kara ikmal hattını kesmesi olasıdır. Ayrıca Mareşal Sanders’in savunma planı,
elindeki kuvvetlerin önemli bir bölümünü geride, yedekte tutarak çıkarma kuvvetlerine ileri
harekâtları sırasında taarruz etmeyi öngören, savunma ağırlıklı, temkinli bir plandır. Osmanlı
komutanları ise, çıkarmadan sonra, çıkarma kuvvetlerinin sahillerde elde edecekleri
köprübaşlarıyla yoğun olarak takviye alacaklarını, gerekli tahkimatı yapacakları, dolayısıyla
bu tahkimatlardan sökülüp atılmalarının çok güç olacağını düşünmektedirler. Onlara göre
etkin bir savunma, hemen sahilde, daha çıkarma harekâtı sırasında yapılmalı, karşı tarafın
kıyıda bir köprübaşı oluşturması önlenmelidir.
5. Ordu, üç tümenli 3. ve iki tümenli 15. kolordulardan oluşmaktadır. Ayrıca ordu
karargahına bağlı 19. Fırka, 1. Süvari Tugayı, bir piyade alayı ve dört Jandarma taburu
bulunmaktadır. Toplam savaşçı sayısı 84 bindir. Bu kolorduların bünyesindeki tümenler ve
komutanları şöyledir.

3. Kolordu: Komutanı Esat Paşa
23
5. Fırka: Saros bölgesi. Komutanı Yarbay Hasan Basri Bey.
7. Fırka: Bolayır bölgesi. Komutanı Albay Halil Bey.
9. Fırka: Gelibolu Yarımadası’nın güney bölümü. Seddülbahir ve Arıburnu
Cepheleri. Komutanı Albay Halil Sami Bey.
15. Kolordu: Komutanı General Weber
o 3. Fırka: Kumkale bölgesi. Komutanı Albay Nicolai.
o 11. Fırka: Beşige bölgesi. Komutanı Albay Refet Bey.
19. Fırka: Eceabat bölgesi. Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey. Bu birliğe ilk
komutan olduğunda görev yeri cepheden uzaktır. 25.2.1915 günü birlik cepheye
gönderilir. Bunun nedeni, 19 Şubat ve 25 Şubat günleri ard arda yapılan iki deniz
saldırısıyla işin çok ciddiye bindiğinin fark edilmesi olmalıdır.
o
o
o


Gelibolu Yarımadası’ndaki Osmanlı savunma kuvvetlerinin, Çanakkale Savaşları
süresince, kara ve deniz olmak üzere iki ana ikmal hattı vardır. Kara ikmal hattı, İstanbul’dan
bölgeye en yakın olan Uzunköprü’ye kadar yaklaşık 250 km.lik bir demiryolu hattı ve
devamında 165 km.lik bir stabilize yoldur. Osmanlı tarafına yeterli motorlu nakliye aracı
olmadığından, personel bu yolu yaya olarak geçmek durumundadır. Her türlü ikmal
malzemesi de öküz ya da at arabalarıyla taşınacaktır. Ayrıca bu yolun bir bölümü gündüz
saatlerinde Saros Körfezi’ndeki Birleşik Donanma’nın ateşi altına alınabilmektedir. Bu
nedenle yolun bu bölümü ancak günün karanlık saatlerinde geçilebilmektedir. Deniz ikmal
hattı ise Marmara Denizi’nden geçen 150 deniz millik bir hattır. Kara ikmal hattına oranla çok
daha kısa sürede geçilebilen bu ikmal hattı, Birleşik Donanma’nın suüstü gemileri yönünden
tehdit altında değildir. Ancak denizaltı faaliyetlerinin tehdidine açıktır. Nitekim 25 Nisan
1915 tarihinden itibaren Marmara’da en az bir denizaltı faaliyet halinde bulunmuştur. Mayıs
1915 ortalarından itibaren ise deniz ikmal yolu, artan denizaltı faaliyetleri yüzünden
bütünüyle kullanım dışı kalmış, ikmal ve takviye kara ulaşım hattına bağımlı olmuştur.
Çıkarmalar
Kalıcı olarak asker çıkartılan kumsallar, Seddülbahir bölgesindeki beş kumsalla,
Kabatepe kuzeyindeki Arıburnu bölgesidir.
General Sir Ian Hamilton, asıl çıkarmalar dışında iki farklı biçimde yanıltıcı
operasyonlar planlamıştı. Göstermelik çıkarmalar yapıldığı gibi, çıkarma yapılacak izlenimi
uyandırmak üzere sadece deniz topçusunun hazırlık ateşi açacağı hedefler de belirlenmişti.
25 Nisan sabahı Saros Körfezi açıklarına gelen Birleşik Donanma’ya bağlı Canopus
ön-dretnotu, Dartmouth ve Doris Kruvazörleri ile iki destroyer, Bolayır sırtlarını top ateşine
tutmuşlardır. Gün boyu süren bu ateşin ardından havanın kararmasına çok az bir süre kalan
içleri asker dolu sekiz büyük filika sahile doğru hareket ettiler. Sahile ulaşmadan hava
kararmıştı ve karanlıktan yararlanarak gemilere döndüler. Donanma ateşi ve geceye doğru
yapılan bu manevra, Osmanlı tarafına bu bölgede gece boyunca çıkarma yapılacağı izlenimi
vermiş, bu bölgedeki kuvvetlerini kaydırmaları en azından 24 saat engellenmişti. Esasen
planlanan harekât bu kadardı. Fakat gece yarısından sonra gönüllü bir İngiliz Yüzbaşı, sahile
iki km. kadar yaklaşan bir filikadan sahile kadar yüzmüş, üç ayrı noktada aydınlatma fişeği
ateşleyerek geri dönmüştür.
24
Seddülbahir Cephesi
Osmanlı 5. Ordusu'nun konumu (Nisan 1915)
Seddülbahir çıkartmaları
Savaştan sonra yarımadaya konuşlandırılmış İttifaklara ait ağır top, 1917. (Önceleri Alman
zırhlı kruvazörü Roon 'un topuydu)
Britanya gözleme noktasının bulunduğu Mavro Adası (Yenişehir Burnunun 6 mil
güneybatısı)'nı bombalayan Osmanlı topçusu.
Ana madde: Seddülbahir Cephesi
Seddülbahir Cephesi'ndeki Britanya ve Fransa birliklerinin ilk hedefi Kirte Köyü ve
hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur.
Birinci Kirte Muharebesi
Bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kirte Muharebesi,
28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol kanadında iki Britanya tümeni, sağ
kanadında ise bir Fransız tugayı taarruza katılmıştır. Osmanlı savunması Britanya taarruzları
karşısında tutunurken Fransız kesiminde yarılma noktasına gelmiştir. Cephe komutanı Albay
25
Halil Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma
topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri çekilme
emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı
taarruza geçerek müttefiklerin taarruz gücünü kırmıştır. Gün sonunda müttefikler, taarruz
başlangıç hatlarına geri çekilmişlerdir. Toplam zayiat Osmanlı tarafında 2.380, Britanya ve
Fransa tarafında ise 3.000 kadardır.
İkinci Kirte Muharebesi
Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kirte
Muharebesi'dir. 8 Mayıs'a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin "bağlantı noktası",
en soldan taarruz edecek olan bir Britanya tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun
bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle,
en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan
ileri harekâta girişememişlerdir. Osmanlı ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe,
donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Osmanlı
tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır. Balonlarla yapılan hava keşfi de Osmanlı
mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol
kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle kaşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin
sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı
yaklaşık 7000, Osmanlı kaybı ise 2.000'dir.
Üçüncü Kirte Muharebesi
Müttefik kuvvetlerin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kirte
Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği
hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Osmanlı cephesinin sol kanadından taarruz eden
Fransız birlikleri yer yer Osmanlı siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil
komutasındaki Osmanlı 12. Tümeni’nin karşı taarruzluyla bu siperlerden çekilmişlerdir. Sağ
kanatta ise Britanya birlikleri Osmanlı siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı
Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Osmanlı hatlarının
kırılması önlenmiştir. Osmanlı cephesi, Kirte Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir.
İzleyen 5 Haziran günü Osmanlı 9. Tümeni’nin saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde
Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki Osmanlı 2.
Tümeni'nin taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı
çatışmalarla geçmiştir. Üçüncü Kirte Muharebesi’nde Britanya kayıpları 4500, Fransız
kayıpları 2000, Osmanlı kayıpları ise 4.965 yaralı, 52 ölüdür.
Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutan H.
Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir hattan
taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir
cephede kuvvet merkezi (siklet merkezi) oluşturulacaktı. Planın ilk operasyonu, cephenin en
sağ (doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da başlayan
topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla
başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele
geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları 3200, Osmanlı kayıpları ise 6.000
kişidir.
26
Zığındere Muharebesi
Bir sonraki Zığındere Harekâtı, bu kez cephenin sol kanadından taarruzu
öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca üç tugayla ve Zığındere’nin
karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in
komutasındaki Osmanlı 11. Tümeni’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki
bölge ise Albay Halil Bey’in Osmanlı 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır. Her iki tümen
de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün
sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde
Osmanlı siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. Bombardıman sonrasında Osmanlı ön hat
siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır. 800 metre mesafedeki Kirte Köyü’ne
yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından Osmanlı karşı taarruzları
başlamıştır. siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş, sonunda
İngilizlerde kalmıştır. Zığın sırtının kuzeyinden 1 Temmuz 1915 günü iki kez yenilenen
Osmanlı taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay
Hasan Basri Bey’in Osmanlı 5. Tümen’inin Zığın sırtına ve Albay Nicolai’nin komutasındaki
Osmanlı 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç
alamamıştı.
Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde
taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 bin top mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi
ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür.
Hazırlık ateşi ardından başlayan Britanya taarruzu, hiçbir savunmacının sağ kalmadığı ilk hat
siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. Öğleden
sonra yedekteki İngiliz tugayının giriştiği saldırı, üçüncü hat siperlerine girmişse de Osmanlı
karşı taarruzlarıyla yeniden eski konumuna çekilmiştir. İkinci girişilen Britanya taarruzu,
Osmanlı topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç
siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Osmanlı siperlerinde
tutunmayı başarmışlardır. İki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800,
Osmanlı kayıpları ise 9.700’dür.
Bu muharebeler sonunda Seddülbahir Cephesi’nde Osmanlı kuvvetlerini atarak
ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton,
takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkarma yapmayı planlamıştır. Bu çıkarma
harekâtının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır
Harekâtı ile aynı tarihte uygulanmasına karar verilmiştir. Ayrıca Osmanlı savunmasının
dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz
planlanmıştı. Kirte Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı Britanya
birliklerinin taarruzuyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla
geri atılmışlardır. Taarruzun ikinci günü girişilen Britanya taarruzları, Kirte Köyü’nün güney
batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir.
Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan Britanya taarruzunun
bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine General Sır Ian Hamilton, Seddülbahir
Cephesi'nde hiçbir askeri harekâta girişilmemesi emrini vermiştir.
27
Arıburnu Cephesi
Ana madde: Arıburnu Cephesi
Anzak çıkarması
Australya 1. Tugay 4. Taburunun karaya çıkışı (Saat 8.00, 25 Nisan 1915)
Anzak Koyu (19 Haziran 1915, The War Illustrated)
Esat Paşa Arıburnu Cephesinde topçularla
Daha önce yabancı kaynaklardan ve Anzakların anılarından yapılan aktarmalarla nasıl
başlandığı ve ilk günleri açıklanan Arıburnu’ndaki Anzak Kolordusunun Nisan’da yaptığı
çıkarmanın temel amacı önce, Kabatepe ile KüçükArıburnu arasındaki kumsallık bölgeye
çıkmaktı. İlk aşamada Conkbayırı- Kocaçimentepe çizgisi denetim altına alınıp, oradan
Maltepe bölgesi ele geçirilecek, böylece, kuzeydeki Türk kuvvetlerinin Güneyde, Seddülbahir
bölgesindeki Türk birliklerine yardımı engellenmiş olacaktı.
25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateş
altında, Anzak Kolordusu’nun 1. Tugayından 1500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma
botlarının bir şekilde kuzeye kayması sonucu, saat 05.00’te, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu
kesimine çıkmak zorunda kalır. Bu noktada kıyı gözetlemesi yapan bir Türk takımının
direnişine karşın, karaya çıkan Anzak birlikleri belirli bir noktaya kadar ilerler. Diğer taraftan,
Bigalı’da bulunan ordu yedeği 19. Tümen, 24-25 Nisan gecesi Conkbayırı yönünde tatbikat
yapmakta idi. Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen
Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına
bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal, kıyıda çok zayıf
28
gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27.
Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi
ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar.
Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek,
57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek
üzere Conkbayırı’na çıktığında,, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını
ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür.
O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşme sırasında şöyle
anlatmaktadır.
“...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve
korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru
koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak:
-Niçin kaçıyorsunuz ? dedim.
-Efendim düşman dediler!
-Nerede?
-İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir
serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride)
bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye...Düşman da bu tepeye gelmiş...Demek ki
düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok
kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa
önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere:
- Düşmandan kaçılmaz, dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephaneniz yoksa süngünüz var,dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına
doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş
marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu
askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu
andır...”
Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca, karşı taraf ta mevzi alıp duraklar.
Böylece, 57. Alay Öncü Bölüğü'nün Conkbayırı’na yerleşmesi için gereken süre kazanılmış
olur. İşte bu an, Gelibolu Savaşı’nın kaderini belirleyen önemli anlardan birisidir. Bu husus,
Çanakkale Savaşları tarihiyle uğraşan Türk ve yabancı bütün uzmanlar tarafından doğrulanıp
vurgulanmaktadır.
29
Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri
de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57.Alay'a şu
emri verir :
“Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek
zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”
25 Nisan 1915 günü, vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi olan tümenin
sahile çıkışı da tamamlanmıştır. Ne var ki, 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı
saldırı ile süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş ve sahile çekilmişler,
kritik ve endişeli anlar yaşamaktadırlar. Gene de gün batarken, Anzak Kolordusu’nun sahile
çıkan Tümeni, Arıburnu’nun sarp yamaç ve tepelerinde yerleşme olanağı bulur. Bu tarihten
başlayarak harekat, 1915’in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, ConkbayırıKocaçimentepe-kabatepe bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan
süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçecektir. Bu
çarpışmalar sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır kayıplar vermişlerdir. Ağustos ile birlikte
ise savaş şiddetli çarpışmalara dönüşür. Tıpkı Seddülbahir’de olduğu gibi, Anzak ordusu da
taarruz hedeflerine varamamış, çıktıkları yerlerde 3–4 km.lik bir mesafe ilerleyip, boşaltmaya
kadar da o noktada kalmışlardır.
Anafartalar Cephesi
Ana madde: Anafartalar Cephesi
Mareşal Herbert Kitchener ve General William Birdwood, Yükseksırt'ta bir siperde (Kasım
1915)
Gelibolu'da bir sığınağın önünde Türk askerleri
30
Kanlısırt Muharebesi'nde 6 Ağustos günü öğleden sonra ele geçirilen bir Türk siperinde
Avustralyalılar (6-10 Ağustos 1915)
Çanakkale'de kullanılan bağlantı siperlerinden biri
Ertuğrul Koyu'ndaki Osmanlı siperleri
Birinci Anafartalar Muharebesi
Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında
cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzi harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç
elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak
gereği duymuştur. Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Osmanlı
kuvvetlerinin geri hattını kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi Küçük ve Büyük Kemikli
burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen Britanya 9. Kolordusu’nu
çıkartarak açmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu'na yapılan çıkarmayla Gelibolu
Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu'ndaki Anzak Kolordusu ile Suvla çıkarma kuvvetleri,
dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası'nın Müttefik kuvvetlerce
tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, yarımadanın güneyindeki Seddülbahir
Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır.
31
5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla/Anafartalar Ovası’na
hakim ilk kademe sırtlardaki üç Osmanlı taburu, çıkarma birliklerinin ileri harekâtını
durdurmayı başarmıştır.
İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihini
bulmuştur. 9. Kolordunun kaybettiği bu zaman içerisinde Osmanlı 7. ve 12. Tümenleri
cepheye yetişerek stratejik noktaları tutmuş, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki Britanya tümeni
taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu
başlamıştı. Osmanlı taarruzu, önlerindeki Britanya kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen
sonra Britanya 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına
sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir.
Ayrıca bakınız: Birinci Anafartalar Savaşı
Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi günü, 10 Ağustos 1915 sabahı Albay
Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi – Conk Bayırı hattına giderek burada yeni bir taarruz
yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve Yarbay Cemil Bey komutasındaki
9. Tümen’in taarruzlarıyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.
Bu bölgedeki Osmanlı taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, Britanya 53.
Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Sırtı yönünde taarruza
geçmişti. Yoğun topçu ateşleri ardından dört kez yenilenen taarruzlar gün boyu sürmüş olup
iki Osmanlı taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır.
Tekketepe Muharebesi
Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi'nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına
çekilmiş, Anafartalar Cephesi'nde ise Suvla Ovası'nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle
bu bölgede, hakim sırtlardaki Osmanlı mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik
kuvvetler üst komutanı General Sır Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini
oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir.
Bu amaçla sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu
tümenin bir taburunca 12 Ağustos 1915 tarihinde girişilen ve Tekketepe Muharebesi olarak
bilinen taarruz, Osmanlı savunması önünde ağır kayba uğrayarak sonuçsuz kalmıştır.
Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak
12. Tümen'i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve
Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak
Tekketepe'den çekilmek zorunda kalacak, bu yükselti bu suretle Britanya kuvvetlerinin eline
düşecektir.
Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu'na çıkarma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren
Bursa Jandarma Taburu ve Yüzbaşı Kadri Bey komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu
tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan Britanya birlikleri 15 Ağustos 1915 günü
taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara Yüzbaşı Kadri Bey'in ağır şekilde yaralanması da eklenince
tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe - Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri
bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Osmanlı kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir.
Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu
kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra Britanya birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.
32
Aynı gün, başarısız bulunan Britanya 9. Kolordusu komutanı General Stopford ve iki
tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden alınmıştır.
Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki Britanya 29. Tümeni Anafartalar
Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi. Bu
şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartalar Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir
taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa
Kemal’in sorumluluk bölgesinde, 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.
İkinci Anafartalar Muharebesi
Ayrıca bakınız: İkinci Anafartalar Muharebesi
Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir
taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu ve İngiliz 29. Tümeni'ne bağlı birlikler de
Bomba Tepe’ye (Hill 60) taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz
aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos
tarihine kadar sürmüş, İngiliz ve Anzak birliklerinin bazı Osmanlı siperlerini ele geçirmiş
olmasına rağmen tepenin zirvesi Osmanlı savunmasının elinde kalmıştır.
Kayacık Ağılı Muharebeleri olarak da bilinen Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale
Savaşının son büyük muharebesidir. Yarımada'da bu tarihten sonra ciddi bir çarpışma
yaşanmamış, muharebeler siper savaşı şeklinde devam etmiştir.
Tahliye
Tekke Koyu (W Beach) Seddülbahir
Savaş, İkinci Anafartalar Muharebesinden sonraki aylarda siper savaşları şeklinde
sürmüştür. İki tarafın da taarruz gücü kalmamıştı. Müttefikler açısından bu dönem bir
kararsızlık dönemidir. Onca kayıptan sonra Gelibolu’yu tahliye etmek kolay verilecek bir
karar değildir. Taarruz için de General Ian Hamilton’un değerlendirmelerine göre en az ellibin
askerlik bir takviye gerekmektedir. Ancak 14 Ekim 1915 günü Bulgaristan, İttifak Devletleri
safında savaşa girerek Sırbistan’a saldırmıştır. Bu gelişme müttefiklerin Çanakkale seferinin
varoluş nedenlerinden birinin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Çünkü bu sefere
kalkışılmasının nedenlerinden biri de Balkan ülkelerinin İtilaf Devletleri safında savaşa
girmesini teşvik etmekti. Üstelik Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti ile Müttefik olması, Alman
İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti arasında kara bağlantısını, dolayısıyla savaş malzemesi
nakliyatını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. Nitekim 29 Ekim 1915’de İstanbul’la Almanya
arasındaki demiryolu hattı İttifak Devletleri’nin kontrolüne geçmiştir. Bu demiryolu
33
bağlantısının ilk en acı belirtisi de Avusturya’dan gönderilen ve cephede 15 Kasım 1915
tarihinde ateşe başlayan 240 mm.lik top bataryasıdır.
Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General
Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de
Birleşik Krallık Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye
edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü
Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da Lord
Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye
edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General
Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Gelibolu
Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar
Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler, Selanik Cephesi’ne kaydırılacak, Seddülbahir
Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalacaktı.
Tahliye işlemleri 10 Aralık 1915 tarihinde başladı. Gizlilik sağlanması amacıyla
tahliye sadece geceleri yapılmıştır. Bir grup asker gündüzleri sahile çıkarılıyor, cepheye doğru
yürüyüşe geçiyorlardı, bu askerler geceleyin tahliye ediliyor ertesi gün yine sahile
çıkarılıyordu. Sahile indirilen boş cephane sandıkları katırlarla siperlere taşınıyordu. Son
birlikler, postallarının üstüne çorap giyerek siperlerinden ayrılıp sahile yürüdüler.
Götürülemeyen malzemeler sahilde ateşe verildi. Osmanlı siperleri altına kadar uzanan
tünellerde toplam bir ton kadar dinamit yerleştirildi ancak birkaç yer haricinde bu lağımlar
ateşlenmedi. 19 Aralık 1915 akşamı son asker de cepheden ayrıldı.
Anafartalar ve Arıburnu Cephelerinin tahliyesinin hemen ardından Lord Kitchener’in,
Seddülbahir Cephesi’ndeki birliklerin yerinde kalması yönündeki kararı, “ne amaçla kalması”
açısından sorgulanmaya başlanacaktır. Sonuçta, 27 Aralık 1915 tarihinde bu bölgenin de
boşaltılmasına karar verilir. Kuşkusuz bu hatalı bir gecikmeydi. 20 Aralık’tan itibaren
Osmanlı tarafı, hiç olmazsa Seddülbahir Cephesi’ndeki Müttefik askeri varlığını elden
kaçırmamak için mevcut kuvvetleri güney hattına kaydırmaya başlamıştır. özellikle
240 mm.lik ve daha sonra gelen 150 mm.lik top bataryaları Seddülbahir Cephesi’nde
konuşlanıp ateşe başlamışlardı. Yine de büyük bir ustalıkla sürdürülen tahliye işlemleri 9
Ocak 1916 sabahı, saat 03:20’de tamamlanmıştır. Otuzaltıbin asker, dörtbin nakliye hayvanı –
gemilere alınamayan yüzlerce at, kuzeyde olduğu gibi, öldürülmüştü- 127 top ve ikibin ton
ikmal malzemesinden taşınabilenler, gemilere yüklenmişti. Taşınamayan malzeme ise yine
kuzeyde olduğu gibi sahilde büyük yığınlar halinde ateşe verilmişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinin ertesinde, 6 Kasım
1918’de İngilizler Gelibolu’yu işgal ederek Merkez Tahkimatına el koymuşlardır.
Mareşal Liman Von Sanders, 25 Nisan akşamından itibaren diğer bölgelerdeki
Osmanlı birliklerini Arıburnu ve Seddülbahir Cephelerine kaydırmaya başlamıştı. 28 Nisan
1915 tarihinde Seddülbahir Cephesi’nde de tüm Müttefik askeri karaya çıkartılmıştı ve ileri
hareketleri Osmanlı birlikleri tarafından durdurulmuştu. General Sır Ian Hamilton’un elindeki
tüm kuvvet budur ve ihtiyatı da yoktur. Osmanlılar ise diğer bölgelerden kaydırdıkları
kuvvetlerce takviye edilmektedirler. Her geçen gün, Hamilton’un harekâtı başarıyla
sonuçlandırma olanağını sınırlamaktadır. Gerek İngiliz gerek Fransız üst rütbeli subayları,
Batı cephesinden kuvvet aktarılmasına karşı çıkmaktadırlar. Gelibolu harekât alanına, ikinci
34
öncelik verilmektedir. Ancak Lord Kitchener Gelibolu’daki birlikleri takviye etmeye karar
vermiştir. Mısır’daki 42. Tümen 28 Nisan da gemilere bindirilmeye başlandı. Fransızlar da 30
Nisan da General Bailloud komutasındaki 156. Tümen’i, Doğu Sefer Kolordusunun 2.
Tümen’i olarak Gelibolu’ya gönderme kararı almıştır. Oysa Alman Amiral von Tirpitz daha
gerçekçi değerlendirmelerde bulunmakta, “Çanakkale Boğazı düşecek olursa savaş
aleyhimize sonuçlanmış olacaktır” demektedir.
Müttefiklerin Gelibolu Seferi'ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına
karşın kara harekâtı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin
direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir. Bulgaristan'ın 14 Ekim 1915 tarihinde
İttifak Devletlerine katılmıştır. Almanya ile Osmanlı arasında Balkanlar üzerinden bir
demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye başlamıştır.
Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General
Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de
Birleşik Krallık Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye
edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü
Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da Lord
Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye
edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General
Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Gelibolu
Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar
Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış,
Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu cephedeki kuvvetlerin
tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı
tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle
sonuçlanmıştır.
Savaşın Sonuçları
Savaş sonrası Alman İmparatoru II. Wilhelm'in Çanakkale Ziyareti (soldan sağa:
Usedom Paşa, II. Wilhelm, Enver Paşa, Merten Paşa)
Çanakkale Cephesi'nin deniz harekatı, kuşkusuz sıradan bir askeri harekat ya da
muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz
kapısı, Çanakkale de Ege denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta
oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.
Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa'yı Asya'ya
bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden
Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerinden Atlas
okyanusu ve Hint okyanusu gibi büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş
anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de
korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima
odak noktası olmuşlardır.
Tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ülkeleri ve Asya ülkeleri arasında
başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar
bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek
35
görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur. Boğazların tarihin akışı
içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı
altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir
önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı
olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa,
bir göz atılmasını gerektirir Yine Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden
Almanya’nın, "Drang Nach Osten" (doğuya doğru) politikası, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma
emelleri; Birleşik Krallık'ın, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine
dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını
engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.
Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon "İstanbul bir anahtardır.
İstanbul'a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele
geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır" demekle, Fransa’nın
Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır. Rusya’nın görüşüyse,
Genelkurmay Başkanı Pyotr Kropotkin'in bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli
işinin, İstanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, boğazı
Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini
bulmaktadır. Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi
aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir. Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof,
Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm
Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu
durumun önlenmesi için, İstanbul’un alınmasını önermektedir. Öte yandan Kasım 1911’de
Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından
haberdar edilen İngiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir. Keza Rusya’nın bu ve
buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi,
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük
bir etken olmuştu. İşte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, İngiliz ve
Fransızları İstanbul’u almaya ve Ruslardan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve
Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı
sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.
Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya
koyarken, bu devletlerden İngiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol
aldığını da belirtmek doğru olur. Nitekim İngiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin
açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur. Gerçekten o, bu cephenin açılmasının
baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir
cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış
zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.
Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini
sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek,
büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de
beklemedikleri amansız cevabı aldılar. Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve
mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler. Anlaşma Devletleri’nin
Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında,
Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları
da şöylece özetlemek mümkün olur.
36
Savaşın Sonrası ve Etkileri
Toplumsal etkileri
Atatürk'ün Gelibolu Savaşı'nda Türk toprakları üzerinde ölen ve mezarları Türk
topraklarında bulunan Anzak asker analarına gönderdiği mesajın yer aldığı anıt, Gelibolu
Çanakkale Savaşları, ilgili bütün ulusları derinden etkilemiştir. Her yıl çıkarmanın yıl
dönümü olarak 25 Nisan'da Anzak Günü adıyla anma törenleri düzenlenir ve o gün
Avustralya ile Yeni Zelanda'da ulusal tatildir. Ayrıca Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar o gün
toplanarak Gelibolu Yarımadası'ndaki Anzakların (ANZAC: Australian and New Zealand
Army Company) çıkarma yaptıkları Anzak Koyu'na gelerek atalarının savaştıkları bu yeri
ziyaret ederler.
Çanakkale Savaşları, özellikle de Avustralya ve Yeni Zelanda'yı etkilemiştir. Bu
savaştan önce bu iki ülkenin vatandaşları Britanya İmparatorluğu'nun yenilmez
üstünlüğünden emindiler ve böyle bir imparatorluğun onları askeri seferlere çağrısından
büyük onur duymuşlardı.[109] Ancak Gelibolu Savaşı onların bu büyük güvenini derinden
sarsmıştır. Anzaklar için Gelibolu Savaşı'nın önemi çok büyüktür, Gelibolu'dan ayrılan
Anzaklar savaşın başka cephelerinde savaşmaya gönderilmişler ve gittikleri her yeri
Gelibolu'yla karşılaştırmışlardır. Avustralya Federasyonu 1 Ocak 1901'de kurulmuş,
Avustralyalılar on yıllık bir süreçte seçme ve seçilme ile temsil edilme haklarını elde
etmişlerse de ülkenin gerçek psikolojik bağımsızlığı Gelibolu olarak görülür.[109]
Canberra'da Kemal Ataturk Memorial[110] ve Yeni Zelanda'nın Wellington'un Tarakina
Koyu'nda Ataturk Memorial[111] adında anıtlar dikilidir. Yine Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra Britanya ve Fransa donanmalarının geri püskürtüldüğü 18 Mart tarihi,
"Çanakkale Şehitlerini Anma Günü" olarak ilan edilmiştir. Dünyada ise bu savaş, askeri
beceriksizlik ve felaket sembolü olarak sayılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934 Anzak
törenleri sebebiyle gönderdiği mesaj ülkeler arası dostluğu pekiştirmiştir:
« "Bu
Memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın
toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun
koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz.
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat
uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız
olmuşlardır."»
37
100. yıl törenleri
2015 yılında Çanakkale savaşının 100. yılı dolasıyla birçok etkinlik ve törenler
düzenlendi. 24 Nisan 2015 tarihinde 17 yabancı devlet başkanı ve 5 başbakanın da katıldığı
törenler düzenlendi. 1 Ağustos 2015 tarihinde 750 sporcunun katıldığı etkinliklte Anzak
Koyu'nun 1915 metre açığından yüzerek kıyıya Dünya barışı için yüzdüler.

Çanakkale Savaşı'nın 100. yılı anma etkinlikleri çerçevesinde Anıtkabir'de
gerçekleştirilen törenden bir enstantane.

Çanakkale Deniz Zaferi'nin 100. yılı dolayısıyla hazırlanan resmi logo

Çanakkale Savaşı'nı anlatan ya da Çanakkale'de hayatını kaybeden Türkler anısına
bestelenen türkülerden biriside sözlerinde Aynalı Çarşı'nın da geçtiği Çanakkale
Türküsü'dür.
Kültür alanına yansımaları
Edebi eserler








Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı "Çanakkale Şehitlerine" isimli şiiri
Turgut Özakman'ın yazdığı savaşı anlatan Diriliş - Çanakkale 1915 kitabı
Mehmed Niyazi Özdemir'in yazdığı savaşı anlatana Çanakkale Mahşeri kitabı
Adalet Ağaoğlu'nun "Dar Zamanlar" serisinin ilk romanı Ölmeye Yatmak
İhsan Ozanoğlu tarafından sözleri yazılan Çanakkale Türküsü
Tokat yöresine ait anonim halk türküsü Hey Onbeşli
Samih Rifat tarafından sözleri yazılan Gelibolu Marşı
Ersin Burak tarafından hazırlanan "Çanakkale Geçilmez" çizgi romanı
38
Medya



Günümüze dek yerli ve yabancı Çanakkale Savaşı ile ilgili film listesi
Çanakkale Savaşı hakkında yazılan şiirlerden oluşan Çanakkale Zaferin Yüzüncü Yılı
saygı albümü
Eric Bolge tarafından yazılan savaş karşıtı şarkısı "And The Band Played Waltzing
Matilda" bu savaşla ilgilidir.
Dipnotlar
1. ^ Çoğu İngiliz, Avustralyalı ve Amerikan kaynakları Osmanlı'nın asker sayısını 500,000
olarak gösterir fakat bu sayı İtilaf Devletleri tarafından kendi başarısızlıklarını örtbas etmek
için verilir. Liman von Sanders ve Türk kayıtlarına göre İtilaf Devletleri asker sayısı açısından
Osmanlı İmparatorluğu'na karşı hep üstünlük sağlamıştır. Çanakkale'de Osmanlı
İmparatorluğu'nun seferber edebildiği en yüksek asker sayısı Ekim 1915'te 310.000 er ve
5.500 subaya ulaşmıştır. (Kaynak bkz. yukarıda: Edward J. Erickson: Ordered to Die: A
History of the Ottoman Army in the First World War; sayfalar 94-95)
2. ^ Askerlik görevi yapamayacak durumda olanlar. Bir uzvunu kaybeden ya da zihnen
sakatlananlar. Ağır bombardımanın (özellikle donanma topçusunun) yarattığı şok
dalgalarından dolayı sağır olan ya da kalıcı olarak belleğini kaybedenler gibi.
3. ^ Harp Dairesi Başkanlığı kayıtları esas alınmıştır.
4. ^ Liman von Sanders'e göre Osmanlı zayiatı: 218.000 (66.000'i ölü). Zayiatlardan yaralı olan
ortalama 42.000 asker tedaviden sonra muharebeye geri dönmüş.(bkz. yukarıda: Edward J.
Erickson: Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War; sayfalar
94-95)
5. ^ I. Dünya Savaşı üzerine öngörüleri her ne kadar yanlış çıkmış olsa da Türkçe yayınların
tersine, Batılı kaynaklar Enver Paşa hakkında oldukça saygı ve takdir dolu ifadeler kullanırlar.
Birleşik Krallık resmî tarihi dahi Enver'den "büyük bir seciye kudreti ve hudutsuz bir kavrayış
kabiliyeti..." sahibi olarak söz etmektedir. Oglander, Sh.: 22
6. ^ Bazı kaynaklarda (Açasam) Osmanlı İmparatorluğu'nun bu tarihten itibaren seferberlik ilan
ettiği kaydedilmektedir.
7. ^ Maori savaşçıları inanılmaz derecede acımasız olarak tanıtılmıştır. Savaş tarzları, eğer
düşman hatlarını bozarlarsa kaçan düşmanlarından birini amaçlayıp peşinden ayrılmaksızın
koşmak, bir yerde yaralayıp yeni bir hedefin peşinden koşmaktı. Yaralanan düşmanın işi
geriden gelenlerce bitirilirdi. Burhan Sayılır, Sh.: 321 dipnot
1. Kaynaklar:








1915 Çanakkale Savaşı - İbrahim Artuç
Büyük Harbin Tarihi: Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı - General C. F. Aspinall Oglander (General Ian Hamilton'un karargah subaylarından)
Türk Kurmay Subaylarının Gözüyle Çanakkale Savaşı - Burhan Sayılır.
Alçıtepe'den Anafartalar'a Çanakkale Kara Muharebeleri - Tuncay Yılmazer
Çanakkale Savaşı Üzerine Bir İnceleme - Emekli Korgeneral, eski içişleri bakanı
Selahattin Çetiner
Mustafa Kemal - Anafartalar Muhaberatına Ait Tarihçe - Uluğ İğdemir - Türk Tarih
Kurumu Yayınları
Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi - 5. Cilt, Çanakkale Cephesi - Genelkurmay Harp
Tarihi Başkanlığı, Harp Tarihi Yayınları
Çanakkale Deniz Savaşları 1915 - Çanakkale Boğaz Komutanlığı 2008 Deniz
Basımevi Müdürlüğü
Vikipedi, özgür ansiklopedi
18 Mart 2017
Download