Alman İslam Konferansı (AİK): “Gençlerle Önleyici Çalışma” Çalışma Grubunun Çalışmaları Hakkında Ara Rapor AİK’nın 2. genel kurul toplantısı için taslak 29 Mart 2011 Berlin İçindekiler 1. Giriş Sayfa 2 2. Müslüman Düşmanlığı Sayfa 2 3. Müslüman Gençler Arasında Antisemitizm Sayfa 5 4. İslamcılık/Müslümanlar Arasında Din Gerekçeli Aşırılık Sayfa 7 1 1. Giriş AİK, ikinci aşamasında aşırılığın, radikalleşmenin ve toplumsal kutuplaşmanın önlenmesini ağırlıklı konularından biri olarak belirledi. AİK’nın buradaki amacı, tüm devlet kurumlarının ve Almanya’da yaşayan Müslümanların temsilcilerinin uyumlu bir işbirliği içerisinde, huzurlu ve saygılı bir ortak yaşam için pratik iyileştirme önerileri oluşturmaktır. AİK, Bu konu grubunun AİK’nın çalışma programında somutlaştırılan çeşitli yönlerini ele almak için “Gençlerle Önleyici Çalışma” çalışma grubunu kurdu. Bu grup, konuyu aşamalı bir süreçte ele aldı ve önce Müslümanlara karşı yabancı düşmanlığı/”İslam düşmanlığı”, Müslümanlar arasında antisemitizm ve “İslamcılık”/Müslümanlar arasında dini aşırılık fenomenleri için ortak bir anlayış arayışına girişti. Daha sonra bu çalışmanın sonucu, belli ölçüde genişletilmiş bir sözlüğe aktarıldı. Seçilen fenomen tarifleri her türlü başka bağlama uygulanabilen, genel geçer tarifler ya da hatta söz konusu fenomenin nihai tanımı olma iddiasında bulunmuyor. Bunlar daha çok “Gençlerle Önleyici Çalışma” adlı çalışma grubunun daha sonraki çalışmalarında, gençler arasında aşırılığın önlenmesi ve hoşgörünün teşvik edilmesi alanında var olan deneyimleri dikkate alarak bu fenomenlerle ilgili olarak ikinci bir adımda gençlik çalışmaları için somut, önleyici uygulamaları başlatma ve bunlara eşlik etme olanağı vermesi istenen bir temel oluşturuyor. 2. Müslüman Düşmanlığı1 Almanya’da insanlar, zaman zaman (gerçek ya da bazen de sadece zannedilen) İslami dini aidiyetleri nedeniyle kendilerini çoğunluk toplumu tarafından reddedilmiş hissediyorlar. Bu reddediş, bilinçaltındaki önyargılardan yoğun önyargılara dayanan yoğun hoşnutsuzluğa, doğrudan dışlamaya ya da hatta sözlü, münferit vakalarda da fiili saldırılara kadar varabiliyor. Bu durum özellikle okul ya da meslek ortamında hissediliyor ama örneğin internette de açıkça ifade ediliyor. Farklı algılanan tavırlar ve duruma göre bununla bağlantılı eylemler ancak uygun şekilde ayrıntılandırılan bir kelime hazinesiyle adlandırılabilir. 1 ÇG’nin 6 Eylül 2010 tarihli toplantısının sonuçları. 2 Buna rağmen, ana sendromu genel olarak ifade etme olanağı veren ve diğer belirleyici kavramlarla ilişkilendirilebilen bir üst kavram aramak mantıklıdır. Alman İslam Konferansı’nın “Gençlerle Önleyici Çalışma” adlı çalışma grubu bununla ilgili olarak farklı teklifler sundu ve bunların avantajlarını ve dezavantajlarını tartıştı. “İslamofobi” kavramının avantajı, uluslararası tartışmada büyük ölçüde kabul görmüş olmasıdır. Ancak buna karşılık iki dezavantajı bulunuyor: “Fobi” bileşeni, yalnızca patolojik bir fenomenin söz konusu olduğu izlenimini uyandırabilir. Ayrıca bu kavramla tanımlanan olumsuz tavrın, din olarak İslam ile mi yoksa mağdur insanlar olarak Müslümanlarla mı ilgili olduğu çok net değil. İki yaklaşım arasında birçok kesişme noktası olduğu halde, bunları konsept açısından birbirinden ayrı tutmak önemini koruyor. Çünkü seküler hukuk devleti genel olarak teolojik sorularla ilgili beyanda bulunamaz; din olarak İslam ile ilgili izlenimlerin hangilerinin “gerçek”, “daha az gerçek” ya da hatta çarpıtılmış olduğu konusunda karar verme yetkinliğine sahip değildir. Buna karşılık burada yaşayan insanlara sahip çıkmak ve genelleyici olumsuz atıfları – bunların aşılması hedefiyle – alenen söz konusu etmek asli görevlerinden biridir. “İslam düşmanlığı” kavramı hakkında Almancada hayli yaygın olduğu söylenebilir. Dil açısından, geniş bir fenomen alanını tarif edebilen “yabancı düşmanlığı” kavramına yakınlığıyla algılanıyor. Ancak İslamofobi kavramında olduğu gibi, olumsuz tavrın asıl olarak din olarak İslam’a mı yoksa somut olarak insanlara mı yönelik olduğu belirsiz kalıyor. Yalnızca ikinci durumda seküler hukuk devleti harekete geçmeye yetkilidir ve buna teşvik edilmektedir. “Müslüman karşıtı ırkçılık" kavramının avantajı, en baştan itibaren bununla bağlantılı sorun göstergesinin bir dine değil, somut olarak insanlara (yani Müslümanlara ya da Müslüman olduğu varsayılan insanlara) yönelik olduğunu netleştirmesidir. Bununla mücadele kuşkusuz, devletler hukuku açısından da toplumdaki ırkçılığın her türüne karşı önlem almakla yükümlü olan seküler hukuk devletinin asli görev alanına giriyor. İslam söz konusu olduğunda ağırlıklı olarak “biyolojik” bakış açısının konuya dahil edilmemesi, ırkçılık kavramının kullanılmasına karşı bir argüman değildir. Çünkü ırkçı dışlama, bu sayede “kendinden” ve “yabancı” arasında adeta bir duvar oluşursa, sözde ya da gerçek “kültürel” farklılıklara dayanabilir. Bununla birlikte “Müslüman karşıtı ırkçılık" kavramı, yalnızca söz konusu olumsuz tavırların “sert türleri” için kullanılabilir. Bu kelimenin aşırı kullanımı, yalnızca kamusal tartışmanın umutsuzca kutuplaşmasına yol açmakla kalmaz, aynı zamanda olayı tanımlamak açısından da uygunsuz olur. Müslümanlara karşı yaygın olarak rahatsızlık hisseden birçok insan, en başından ırkçılığın yakınına yerleştiriliyor olmayı mutlaka bir haksızlık olarak görecektir. 3 Buna karşılık “Müslüman karşıtı hoşnutsuzluk” konsepti, çok geniş bir fenomen alanını ifade etme olanağı sunuyor. Ancak bu kavramın dezavantajı, sorunun aciliyetini yalnızca kısıtlı bir şekilde ifade etmesidir. Bu durum, “Müslüman karşıtı tavır” ya da “Müslüman karşıtı görüş” gibi kavramlar için benzer şekilde (hatta belki de daha fazla) geçerli, çünkü bunlarda “hoşnutsuzluğun” duygusal bileşeni ortadan kalkıyor. “Müslüman karşıtı nefret” ya da “nefret propagandası” gibi kavramlar, “Müslüman karşıtı ırkçılık” kavramıyla kıyaslandığında yoğunluk derecesinde yeni bir artışı temsil ediyor. Bu nedenle bunlar yalnızca (muhtemelen cezai açıdan önem taşıyan) uç eylemler için kullanılabilir ama genel sendromu ifade etmek için uygun değildir. Çalışma grubunun katılımcıları uzun tartışmalar sonunda, çalışma kavramı olarak “Müslüman düşmanlığı” üzerinde anlaştı. Bu kavramın kamusal tartışmada şimdiye kadar henüz yerleşmemiş olması, dezavantajdan çok avantaj olarak görülüyor. Kavrama yüklenmiş anlamlar bulunmadığı gibi merak uyandırma potansiyeli beraberinde geliyor. Daha önce yerleşmiş olan “yabancı düşmanlığı” kavramı gibi (karş. örneğin siyasi motivasyonlu suçlar alanındaki yabancı düşmanı suçlarının açıkça tescil edilmesi) geniş bir fenomen alanını kapsıyor. Bir yandan kulağa “Müslüman karşıtı hoşnutsuzluk” kavramından çok daha sert geliyor ve bu şekilde açıkça siyasi bir soruna işaret ediyor. Diğer yandan da yukarıda açıklanan nedenlerle yalnızca büyük dikkatle kullanılabilecek olan “Müslüman karşıtı ırkçılık” kavramından daha yumuşak. Sonuçta “Müslüman düşmanlığı” kavramının, en baştan bir dine karşı beslenen hoşnutsuzluğu değil, belli bir insan grubuna karşı düşmanca tavrın söz konusu olduğunu netleştirmek gibi bir avantajı da var. Bu nedenle seküler hukuk devleti söz konusu tavırların aşılmasına katkıda bulunabilecek durumda ve bununla yükümlüdür. “Müslüman düşmanlığı" ana konsepti altında da adı geçen diğer kavramlar anlamlarını korumaya devam ediyor. Dolayısıyla münferit fenomen konusundaki uygun tutuma ulaşmak için genel Müslüman düşmanlığı sendromu içerisinde münferit fenomenlerin çeşitliliği doğru kavramlarla ifade edilebilir ve edilmelidir. 4 - “Müslüman karşıtı hoşnutsuzluk” ya da “Müslüman karşıtı tavırlar” daha çok Müslümanlara karşı yaygın bir rahatsızlığı tanımlıyor. Bunun arkasında bulunan, çok sayıda insan tarafından paylaşılan korkuların, kararlı bir şekilde giderilebilmek için masaya yatırılması gerekiyor. Bu nedenle yaygın hoşnutsuzluk yaşayan insanların, kaygılarını açıkça ifade etmek için cesaretlendirilmeleri gerekir. - Buna karşılık “ırkçılık” zaten meşru bir fikir alışverişinin sınırını aşıyor. Irkçı damgalamaların cesaretlendirilmemesi, reddedilmesi gerekir (ve uç durumlarda gerekirse cezai yaptırımlara da yol açmalıdır). Ancak ırkçılık kavramının tam da bu nedenle kesinlikle aşırı kullanılmaması gerekir. - “Müslüman karşıtı nefret propagandası“ da cezai yaptırımlar gerektiriyor. Bu nedenle asıl burada söz konusu suçlamaların yalnızca uç vakalarda uygun olduğu kuralı geçerlidir. Bunun dışında çalışma grubunda, her din gibi İslam eleştirisinin, yani dinin eleştirisinin özgürlükçü bir toplumda kabul edilmesi ve duruma göre fikir alışverişi için bir çağrı olarak anlaşılması gerektiği konusunda uzlaşmaya varıldı. 3. Müslüman Gençler Arasında Antisemitizm2 Antisemitizm ve İsrail nefreti hem çoğunluk toplumunda hem de göçmen kökenli gruplarda görülüyor. Bu nedenle antisemitizm Müslümanlara özgü bir sorun oluşturmuyor. Antisemitik pozisyonların ve İsrail nefretinin çok daha çeşitli kaynakları ve motifleri bulunuyor. Antisemitizmin modern türlerinin başlıca ve evrensel unsurları arasında örneğin modernizm karşıtlığı ve topluluk ideolojisi olarak işlevi bulunuyor. Bu türler, Avrupa’da yaklaşık olarak 19. yüzyılda milli devletlerin ortaya çıkmasıyla eşzamanlı olarak oluştu. Modernizm karşıtı tutumlar ve görünüşe göre Yahudilere karşı düşmanca bir duruşu olan bir birlik fikri, Müslümanlar arasında da antisemitik tavırların çekirdek motiflerini oluşturuyor. Burada gençler ve genç yetişkinler arasında şu sıralarda Almanya’nın genel nüfusuna oranla görece daha sık görülüyor. Aşırı İslami akımların taraftarları, antisemitik pozisyonlarının meşrulaştırılması için belli dini kaynaklara atıfta bulunsa da Arap, Türk ya da başka Müslüman kökenli göçmenler arasındaki antisemitizmin nedeni İslam değildir. 2 ÇG’nin 22 Kasım 2010 tarihli ikinci toplantısının sonuçları. 5 Antisemitik klişeler için bağlantı noktaları sunan genelleyici İsrail karşıtı tutumların harekete geçirilmesinde ve bunların yeniden üretilmesinde (meşru İsrail eleştirisinden farklı olarak), Müslümanlar arasında daha çok Ortadoğu sorunu önemli bir rol oynuyor. Yabancı medya bu bağlamda önemli kanaat önderleridir. Ancak “Yahudilere” ya da İsrail devletine karşı öfke ve nefret, Ortadoğu sorunuyla doğrudan teması olmayan Müslüman gençler arasında da görülüyor. Ortak düşman figürü olarak İsrail ya da “Yahudiler”, gençlere ve genç yetişkinlere grup aidiyeti duygusu verebiliyor. Bu özellikle, yeterince kabul görmediklerini hissettiklerinde geçerlidir. Günlük hayatlarında kendilerini zayıf hisseden gençler ve genç yetişkinler, başkalarını (burada: Yahudileri) kınayarak ve küçümseyerek kendilerini daha güçlü hissediyorlar. Sonuçta kendilerinin üstlendiği bir mağdur perspektifi, bazen kendi konumlarını açıklıyor ve affettiriyor ve kendi sorumluluklarını ortadan kaldırıyor. “Yahudiler” günah keçisi işlevini gizli ve açık antisemitik klişe geleneği var olduğu zaman yerine getirebiliyor. Yukarıda anılan işlevin yerine getirilmesiyle, Müslüman gençler arasındaki Antisemitizm, diğer gençlik çevrelerindeki Antisemitizmden ayrılmıyor. Bilimsel verilere göre Müslüman gençler arasında sağlam bir antisemitik dünya görüşü aslında nadiren bulunuyor. Dolayısıyla Antisemitizme karşı pedagojik müdahale ve önleyici yaklaşımlar olarak şunlar düşünülebilir: - eleştirel medya yetkinliğinin teşviki; - Ortadoğu sorununun çoklu bakış açısıyla tartışılması; - Topluluk ideolojilerinin, yani “biz” ve “onlar” düşüncesinin eleştirel ve genel olarak ele alınması; - Müslüman gençlere dini yönden hitap edilmesi – din de düşman figürlerini ortadan kaldırmaya ve hoşgörülü bir dünya ve insan görüşüne kapılar açmaya yardımcı olabilir; - Gençlerin kabul görmesi gerekliliği ile antisemitik ve başka insanları aşağılayan tutumların dışlanması/bunlarla yüzleşme arasındaki pedagojik karşılaşmada bir denge yaratmak; - pedagogların buna uygun olarak meslek eğitimi ve meslek içi eğitim alması. Alman İslam Konferansı’nın “Gençlerle Önleyici Çalışma” adlı çalışma grubu, antisemitizm fenomenlerini ele alması çerçevesinde ayrıntılı olarak "İslami Antisemitizm" ya da "Müslümanlarda Antisemitizm”, “islamileştirilmiş Antisemitizm” ve “göçmen toplumunda Antisemitizm” kavramlarının da üzerinde 6 durdu. Alman İslam Konferansı, Müslüman gençler arasında Antisemitizmi engellemek amacıyla, özgün nedenleri dikkate alan projelerini ve inisiyatiflerini başlatmak amacıyla Antisemitizm konusunu ele aldığından, sonuçta çalışma grubunun tarif edilen fenomenle ilgili çalışmaları için “Müslüman gençler arasında Antisemitizm” kavramı en uygun çalışma başlığı gibi görünüyor. 4. İslamcılık/Müslümanlar Arasında Din Gerekçeli Aşırılık3 Fenomen Dini gerekçeli aşırılık belli bir dinle sınırlı değildir. AİK’nın “Gençlerle Önleyici Çalışma” adlı çalışma grubunun çalışması bu alanda İslami kaynaklı aşırılığın biçimleri üzerine yoğunlaşıyor. Anayasamızın etkili olarak korunmasının önkoşulu, hangi keyfiyetlerin Alman hukuk ve anayasal düzenine aykırı olduğunun ve hangilerinin izin verilenler çerçevesinde bulunduğunun ve toplumsal fikir alışverişinin konusu olması gerektiğinin mümkün olduğu kadar kesin bir şekilde tanımlanmasıdır. Bu, din olarak İslam ile İslam’ın özel bir yorumuna dayanarak devletimizin özgürlükçü, demokratik anayasal düzenine karşı çıkan ve hedefi tüm devlet ve toplum düzeninin yerine, İslam’ın bu özel yorumunu temel alan totaliter bir düzen koymayı hedefleyen, siyasi açıdan uçtaki bir ideolojinin aracı haline getirilmesi arasında çizilecek sınır için de geçerlidir. Bu ideolojinin temel belirtisi, taraftarlarının dini meşruiyete dayandırdıkları mutlak hakimiyet iddiasıdır. Bunların dini ve siyasi alanların birliği anlayışı (“al İslam din wa daula”) anlayışına göre, İslam’ın öğretileri özel ve kamusal yaşamın tüm sorularına cevap vermektedir ve dolayısıyla tüm toplum ve devlet düzenini de belirlemelidir. İslam hukukunun (“şeriat”) yasamanın temel kaynağı olması gerektiği öne sürülmektedir. Bu bağlamda, “şeriatın” İslami din ve hukuk normlarının karmaşık sistemi olarak, Alman anayasal ve hukuk sistemiyle uyumlu olan birçok içeriğe sahip olduğuna işaret etmek gerekiyor (örneğin genel geçer din özgürlüğünden yararlanan dini uygulamalar). Ancak aynı zamanda bizim anayasamızla çatışan yorumlar da mevcuttur. 3 ÇG’nın 24 Ocak ve 28 Şubat 2011 tarihli üçüncü ve dördüncü toplantılarının sonuçları. 7 Bu nedenle “şeriat" sözcüğünün kullanımı açısından, somut olarak kast edilen içeriklerin ve temel alınan yorumların Alman hukuk ve anayasa düzeni çerçevesinde mi kaldığının, yoksa bunlara karşı mı çıktığının dikkatle incelenmesi gerekir. Dini meşruiyete dayandırılan bir hakimiyet sistemi kurma hedefini güden bu ideoloji, Federal Anayasa Mahkemesi tarafından ayrıntılı olarak tanımlanan anayasanın özgürlükçü, demokratik anayasal düzenine ters düşmektedir. Bu ideolojinin taraftarları, her şeyden önce halkın egemenliği, kuvvetler ayrılığı ve temel, yine anayasada somutlaştırılan insan hakları gibi temel anayasal ilkeleri reddediyor ve bunların ortadan kaldırılmasını amaçlıyor. Yukarıda tarif edilen ideoloji, kendi içinde heterojendir ve her durumda şiddet uygulanmasıyla bağlantılı değildir. Yelpazesi terörist faaliyetlerden, uzun vadede hakimiyet ilişkilerinin değiştirilmesini amaçlayan ve bu arada önce yasal olanakları kullanan “meşruiyetçi” İslamcılığa kadar uzanmaktadır (genel olarak kavramlar için bkz. altta). Çalışma grubunun bundan sonraki çalışmaları açısından aşağıdaki – örnek olarak anılan – fenomenlerin hangilerinin bu ideolojinin türleri olduğu ve hangilerinin bunun türleri olmadığı konusunda ayrım yapmak önemlidir. Bu ayrım örneğin “İslami köktencilik” gibi kavramlarla bağlantılı olarak ya da hem siyasi olmayan hem de siyasi belirtilere sahip olan, sonuncusu kısmen terörizme de varan, “Selefiliğin” çok çeşitli akımları açısından da önemli görünüyor. Böylece taraftarları, aktivistler olarak özgürlükçü, demokratik bir anayasal düzene aykırı olarak topluma nüfuz etmeyi amaçladıklarında, Selefilik de yukarıda tanıtılan ideolojinin bir belirtisini temsil ediyor. Elbette her dini topluluk münhasır bir gerçeklik iddiasında bulunabilir. Ancak toplumsal ortak yaşam için münhasır bir hegemonya iddiasında bulunan ve bunu kabul ettirmeye çalışan belli bir din anlayışına dayanan eylemler, anayasada tanımlanan anayasal düzen çerçevesinde kabul edilemez. İslami normların yüzyıllardır yerleşmiş bir yorumlama uygulamasına sıkı sıkıya bağlı olan İslami “gelenekçiliğin” çeşitli biçimleri, yukarıda açıklanan ideolojinin sonuçları değildir, çünkü devlet erki talep etmezler ve mevcut hukuk ve anayasa düzenine saygı gösterirler. 8 Kavram AİK içerisinde İslami kaynaklardan türetilen davranış şekillerinin hangilerinin hukuk devletiyle ilgili nedenlerden dolayı kabul edilemez olduğu konusunda büyük ölçüde bir uzlaşma sağlanmışken, bunların uygun şekilde tanımlanması konusunda şimdiye kadar bir uzlaşmaya varılamadı. Özellikle devlet tarafında ve bilimin ve kamunun büyük bölümlerinde, açıklanan ideoloji için son yıllarda “İslamcılık” kavramı kendini kabul ettirdi ve yaygın bir şekilde yerleşti. Sıkça eşanlamlı olarak “İslami” ya da “İslamcı aşırılık” kavramları da kullanılıyor. Aynı zamanda bunun “İslamcılık” ideolojisi ile İslam dini arasında belirgin bir ayrım yapılmasını sağladığı söyleniyor. Bunun farklılaştırılmış olarak kullanılması durumunda Müslümanların da işine yarayabileceği düşünülüyor. “İslamcılık” kavramı özellikle Müslümanlar arasında tartışmalı ve kısmen kesin bir şekilde reddediliyor. Bunlara göre kavram kamuda ve medyada yeterince farklılaştırılarak kullanılmıyor. Ayrıca “-cılık” ekinin yalnızca ideolojileri değil, örneğin dinleri de ifade ettiği söyleniyor. Bunun ötesinde kavramın, İslam kavramını – kendi din anlayışlarının aksine – aşırılık ve şiddetle bağdaştırdığı ifade ediliyor. Bunun yerine çalışma grubunun Müslüman katılımcıları, özellikle İslami Dernekler tarafından “Müslümanlar arasında dini gerekçeli aşırılık” kavramı öneriliyor. Sonuç Çalışma grubunun katılımcıları arasında, yukarıda anlatılan ideolojinin fenomenleri ve tanım içerikleri konusunda uzlaşma bulunuyor. Böylece “Gençlerle Önleyici Çalışma” adlı çalışma grubunun bundan sonraki çalışmaları için önemli bir temel oluşturuldu. Bu açıdan bakıldığında, ideolojinin tanımı konusunda şimdiye kadar bir uzlaşmaya varılamamış olması, tali bir sorun gibi görünüyor. 9