KENTLEŞME VE KENTLİLEŞME EROL KAYA İÇİNDEKİLER Kent Tanımı Tarihi seyri Kent ve mahalleler Kent ve sokaklar Kent kültürü Kentsel hizmetlerde nitelik-nicelik sorunu Kentte ikamet ve yapılaşma sorunu Kentlerde imar ve planlama Gecekondu Ulaşım Yayalaştırma Çevre Kentleşme Kentleşmenin sebepleri Kentleşmenin Olumlu Ve Olumsuz Etkileri Çarpık kentleşme Türkiye Cumhuriyeti döneminde kentleşme 1 Pendik örnekleminde kentleşme Kentleşme ve yerel yönetimler Kentlileşme Tanımı Kentlileşme süreci Kentlileşme sorunları Kentli davranış kalıpları Kentli hakları Kente uyum sorunu Kent olanaklarını koruma ve temel sorunlar Kentlilik bilinci Kentlilik bilincinde Pendik uygulamaları Kentlilik bilincini geliştirme projesi Mahalle meclislerinden kent meclislerine Sosyal belediyecilik Ekonomik kalkınma platformu Değerlendirme Kaynakça ÖNSÖZ Kent, topluluk olarak yaşayan insanların, ortak yaşamlarından doğan ve onların yaşam biçimleri ile şekillenen mekânlardır. Ancak kentler mekân olmanın ötesinde, tarihi, sosyal, kültürel, siyasi özellikleri de bünyesinde barındırır. Çünkü o çok karmaşık yapıya sahip olan insanın, kendisi gibi karmaşık eseridir. Kontrolsüz ve aşırı gelişen her olguda olduğu gibi, kentlerin de aşırı ve kontrolsüz gelişmeleri beraberinde birçok problemi getirmektedir. Bu gün, kent denildiğinde akla düzgün yapılanması, ferah sokakları, temiz havası, yeşil alanları, zengin kültürel fonksiyonları olan bir yerleşim yeri yerine trafik sıkışıklığı, çarpık yapılaşma, hava kirliliği, yeşile hasret mekânlar, oyun oynayacak alan bulamayan çocuklar ve benzeri olumsuzlukların kol gezdiği yerler geliyorsa, bunun sebebi kontrolsüz ve aşırı kentleşmedir. Kentlerimizin birçok problemi bulunmaktadır. Ama bu problemlerden belki de en önemlisi sahipsizliktir. Kentte bulunan her yapının, her tesisisin bir sahibi var. Özel kişiler, şirketler, kamu kurum ve kuruluşları ya da bizzat kamunun kendisi. Buna mukabil, bir bütün olarak kentlerimizin sahibi yok. 2 Sahipsiz kentlerimiz her geçen gün hızla harap olmakta, sorunlar çığ gibi artarak büyümektedir. Sonuçta bu kentte yaşayan bizler için kent yaşamı çekilmez bir hal almaktadır. Onun içindir ki, kentte bulunanların çoğu emekli olduklarında sakin bir kasabada yaşamayı düşler. Bu düşlerse çoğunlukla gerçekleşmez. Gerçekleşmemesinin tek sebebi ekonomik imkânsızlıklar veya aile bağları değildir. İnsan, kente kızsa da, kentte bunalsa da ondan uzun süre ayrı kalmaya dayanamaz. Kent medeniyet demektir. Ve insan medeniyetten uzak yaşamayı istemez. Belediyeler, kent yönetimidir. Belediye Kanunu, belediyeleri, “Belde halkının yerel mahiyette medeni ve müşterek ihtiyaçlarını” karşılamakla görevli kurumlar olarak tanımlamaktadır. Her ne kadar, kanun böyle tanımlıyorsa da belediyelerin ne yetkileri, ne de kaynakları kendi yönetmeye yeterli değildir. Buna rağmen belediyelerimiz kentlerine en iyi hizmeti sunmak için çalışmaktadırlar. Bu kitap, böyle bir gayretin sonucu oluşmuştur. İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan 22 belediyenin başkanları olarak her ay bir araya geliyor, bölgemizin problemlerini ve çözüm önerilerini değerlendiriyoruz. Bu kapsamda birçok konuda rapor ve tasarılar hazırlanmaktadır. Bu kapsamda Pendik belediyesi olarak bize verilen görev gereği “Kentleşme” isimli bir raporu hazırlayarak bu platforma sunduk. Kentleşme ve kentlileşme konularının günümüzde çok önemli kavramlar olması ve çalışma sonucu elde edilen bilgi ve verilerin daha geniş bir kitleye ulaşması amacıyla raporun genişletilerek kitap haline getirilmesi faydalı bulunmuş ve bunun gereği olarak da rapor yeni baştan ele alınarak kitap haline getirilmiştir. Bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen Dr. Yalçın Akdoğan, Dr. Salih Kenan Şahin ve Hulusi Şentürk’e ve ilçemize en güzel hizmeti sunmak için özveri ile çalışan tüm belediye personeline teşekkür ediyorum. Erol KAYA 3 KENT TANIMI İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsanların, karşılaştıkları ve tek başlarına çözemedikleri güçlük, sorun ve imkânsızlıkları toplum içinde gerçekleştirilen ilişkilerle çözümlemek ve ortadan kaldırmak isteği1 bir arada yaşama ihtiyacını ortaya koymaktadır. İhtiyaçlarını karşılamak için girişilen bu faaliyette yeni gereksinimlerinin doğması ve insanoğlunun bunları karşılamada yetersiz kalması onu kimi sosyal ilişkileri oluşturmaya iter. İnsanların bir arada yaşama zorunluluğu yerleşim olgusunun temelidir. Bu toplumsal karakterin neticesi de kentlerdir. Kentler insan doğasının bir ürünü olarak, doğaldır ve doğal hayatın bir parçasıdır. Kent tanımlanması oldukça zor ve karmaşık bir olgudur. Buna karşın Kent ve kentleşmenin anlaşılması, toplum ve toplumsal olayların anlaşılması ve değerlendirilmesi2 açısından önemlidir. Kent sözcüğü kavramsal olarak incelendiğinde; Orta Asya Türklerince Şehir karşılığı olarak kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Soğdça’dan Türklerin diline geçen "kend" sözcüğü yaygın olarak kullanılmış: "Yarkend", "Taşkend", "Semizkend" (Semerkant) örneklerinde olduğu gibi birçok büyük şehirler bu adlarla adlandırılmıştır3. Soğdlar, Doğu İran kavimlerindendir ve zamanla Türklerin içine karışmışlardır. Eski Türklerde daha önceleri şehir kelimesi karşılığı olarak “Balık” kelimesi kullanılmaktadır. Balık kelimesinin günümüzde kullanılan “Balçık” kelimesi ile yakın ilgisi vardır. Çünkü, eski Türk kentlerinde hâkim ve etkin unsur olan koruma amaçlı surlar balçıktan yapılmaktadır.4 Dilimize geçen şehir kelimesi de Farsça’da “şehr”5 kökeninden gelmektedir. Toplumumuzda Kent kavramı ile aynı anlamı ifade etmek üzere yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Arapça’dan dilimize geçen “vilayet” kelimesi; merkezî yönetimin, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara, kamu hizmetlerinin gereklerine göre, ülke üzerinde yayılmış, bir vali yönetimindeki en önemli bölümü6, “il” ile aynı anlamlıdır. İngilizce’de “city” ve “urban” kelimeleri kent ile benzer anlamlıdır. Kelime karşımıza İtalyanca’da “citta”, Fransızca’da “cite”, İspanyolca’da “ciudad”7 . Almancada ise “stad” şeklinde çıkmaktadır. Yunanca karşılığı ise“polis” kelimesidir Bakış açısı değiştikçe kent tanımı da değişmektedir. Sosyologlar, tarihçiler, şehir plancılar, iktisatçılar, antropologlar, edebiyatçılar v.b. her bir disiplinin kendi kavrayışı üzerine bina edilmiş kent tanımı vardır. Nüfus büyüklüğü, idari statü, nüfusun yapısı, iş bölümü ve uzmanlaşma, örgütlenme biçimi, işlev alanlarındaki farklılaşma, iş gücünün sektörel dağılımı, heterojenlik, fiziksel doku, üretimin yapısı gibi ölçütler kullanılarak bu 1 TUNA, K., “Şehirlerin ortaya çıkış ve yaygınlaşması üzerine sosyolojik bir deneme” S.75. 2 TUNA, K., a.g.e. S.2. 3 ERGÜN, M. “Türk eğitim tarihi”, s.3 4 BAYKARA, Tuncer, Prf. Dr., Sosyal yapı ve Şehir Hayatı, Yeni Türkiye Dergisi, Mayıs-Haziran 2002, sf: 426 5 http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP 6 http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP 7 http://www.tumbelsen.org/kentli_haklar.htm 4 tanımlamalar yapılmaktadır8. Kapsamlı bir modern şehir tanımı, şehrin hukuki, siyasi, iktisadi ve içtimai bir birim olduğunu belirtmek durumundadır9. Bir yerleşim biriminin kent niteliğini taşıması için, şu özellikleri taşıması gerektiği söylenebilir: *Belli bir nüfus büyüklüğüne ve nüfus yoğunluğuna erişmiş olması, *tarımsal üretimden daha ileri bir üretim düzeyi olan sanayi üretimine geçmiş olması ve bununla birlikte hizmet sektörünün gelişmiş olması, *yerleşim yerinin fiziksel altyapısının belli bir düzeye ulaşmış olması, *geleneksel aile yapısının çözülerek yerini çekirdek aile yapısına bırakmış olması, * nüfusun büyük oranda örgütlenmiş, karmaşık iş bölümüne ve yüksek uzmanlaşma düzeyine erişmiş olması, *yerel değerlerin yerini, ulusal değerlerin veya evrensel değerlerin almış olması, *geleneksel ilişkilerin (cemaat toplum tipinin) çözülüp bireysel ilişkilerin ya da bireysel çıkarların ön plana çıkmış olması, *eğitim düzeyinin kırsal kesimdeki eğitim düzeyinden yüksek olması ve çocuk bakım ve eğitiminde aile dışı kurumların gelişmiş olması, *sosyal normların yerini, resmi denetleme kurumlarının almış olması, *statülerin aileden gelmeyip, bireylerin kendi çabaları ile kazanılmış olmaları10. Nüfus büyüklüğü tek başına yeterli bir kriter olmasa da kent tanımı için önemlidir. Kentler kasaba ve köylere göre daha fazla insanın yaşadığı yerleşim birimleridir. Öyle ki, bazı küçük devletlerin nüfusundan daha fazla insanı barındıran şehirler vardır. Nüfusun miktarı kadar yoğunluğu da kent ayrımı için önemlidir. Nüfus kriteri ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Örneğin Japonya'da 30.000, Kore'de 40.000, A.B.D.'inde 2.50011 kişilik nüfus kriteri aranmaktadır. Ülkemizde kurumların bile kent tarifi için nüfus kriterleri farklıdır. Devlet istatistik Enstitüsü, 20.000 kişini yaşadığı yerleri şehir olarak kabul etmekteyken, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 10.000 kişilik yerleşme alanını şehir olarak kabul eder12. Ayrıca yerleşme bölgeleri ayırımında, nüfus yoğunluğu kriteri üzerinde de durulmaktadır. Örneğin Fransa'da km2'ye 500 ve daha fazla, Almanya'da 2.500 ve daha fazla nüfus düşen yerleşme bölgeleri kentleşmiş bölgeler olarak kabul edilmektedir13. Kentler, belirli bir yönetsel örgüt biriminin sınırları içinde kalan yerlerdir. Kamu otoritesinin daha güçlü olduğu, resmi ve gayri resmi tüm kurumların daha fazla gelişip, bürokratikleştiği birimlerdir. Bazı araştırmacılara göre bir yerleşimin kent sayılabilmesi için o yerleşmelerin belediye teşkilatına sahip olması gerekir. Bir başka deyişle o yerleşim yerinde beledi hizmetlerinin verilmesi gerekir14. 442 sayılı köy kanununun 1. maddesinde; nüfusu 2000 aşağı olan yerlere köy, 200020000 arası olan yerlere kasaba, 20000 den çok nüfuslu yerlere de şehir denmektedir. Nüfusu 2000 den az olsa da belediye teşkilatı olan merkezler kaza olarak kabul edilmektedir15. Şehirlerde iş bölümü ve uzmanlaşma gelişmiştir. Geçimini tarım ve hayvancılık dışı uğraşıların oluşturduğu ekonomik faaliyetler; ticaret, sanayi ve hizmet sektörleri gibi alanlarda yoğunlaşmıştır. Şehrin belirleyici özellikleri arasına “ticaretin çok yönlülüğü”nü 8 DİNÇER, Y., “Kent, yerel siyaset ve demokrasi”, s. 341-342 9 AYDOĞAN, A. “Şehir ve Cemiyet”, s,95 10 ERKAN, R., “Kentleşme Ve Sosyal Değişme”, s.18 11 SARI, M. “Kentleşme, Göç ve Sosyal Bütünleşme” 12 İSBİR, E. G., “Şehirleşme ve Meseleleri” s.7 13 SARI, M. “Kentleşme, Göç ve Sosyal Bütünleşme” 14 SARI, M. “Kentleşme, Göç ve Sosyal Bütünleşme” 15 İSBİR, E. G., “Şehirleşme ve Meseleleri” s.6 5 katmak zorunludur. Bununla birlikte, ticaretin egemen olduğu tüm birimleri “şehir” olarak adlandırmak da uygun değildir. Böylesi bir tanımlama, Asya ve Rusya’nın “ticaret köyleri” gibi aile bireylerinden oluşan ve pratik olarak da miras yoluyla geçen yalıtılmış bir ticari yapıya sahip “kent” kolonileri kavramını da içerecektir16. Kentler, insanın yaşamını sürdürdüğü ve yeryüzünden yararlandığı odak noktalarıdır. Çevresindeki bölgelerin bir ürünü olan ve buraları etkileyen kentler, ekonomik ve toplumsal gereksinimlere yanıt verecek biçimde gelişirler. Her kent, türlü yönlerden bakılırsa, kendine özgüdür; ancak işlev ve biçim açısından diğerlerine benzer17. Bir sanayi kenti, başkentten, ticaret, madencilik, balıkçılık, turizm, üniversite kentinden, toplumsal açıdan, önemli farklılıklar gösterecektir18. Yerleşim alanlarının kent statüsü kazanmasında fiziksel alt yapıdaki gelişmişlik önemlidir. Şehirler başlıca çok sayıdaki bina ile ulaşım yollarından oluşur19. Okulları, sosyal yardımları, acenteleri, hayırsever dernekleri, ibadethaneleri, müzeleri, sanat galerileri, locaları, siyasal partileri, parti ileri gelenleri, ticaret odaları, kredi kurumları, sendikaları, fabrikaları, makineleri, gazeteleri, hayvanat bahçeleri, oditoryumları, parkları, oyun alanları gecekonduları, nehir kıyıları ya da park bulvarları, ana caddelerin ve özel taksi şirketleri20 günümüzde kentten ayrı düşünülemeyen olgulardır. Geçmişte şehirlerin bir kısmı dini bir kurum ya da bir kalenin yakınında, bir kısmı da tamamen siyasal endişeler sonucunda kurulmuşsa da şehirlerin konumunu belirleyen birincil neden ulaşım olmuştur. Ulaşımdaki bir değişim, malların bir nakliyeciden başka bir nakliyeciye aktarımının ötesinde başka bir şey ifade etmese bile, birçok donanım ve hizmeti beraberinde getirir. Bundan dolayı şehir oluşumlarının belirlediği yerler nehirlerin ağız kısımları yâda kilit noktaları, ovalarla tepelerin buluşma noktaları ve buna benzer bölgelerdir21. Şehir, bir insanlar topluluğundan, kamu hizmetlerinden –caddeler, binalar, elektrik lambaları, tramvaylar, telefonlar, v.s.-, kurumlar ve idari aygıtlar toplamından –mahkemeler, hastaneler, okullar, polis ve muhtelif türde şehir görevlileri- fazla bir şeydir. Bilakis şehir, bir ruh halidir, gelenek ve göreneklerin, örgütlü tavır ve görüşlerin mecmuudur. Şehrin, kendine mahsus kültürü vardır22. Dolayısıyla şehir, bir mekanda yoğunlaşmış yapı ve insan demek değildir. Bu birliktelikten oluşan yeni bir kültür ve değer yargıları, kentlerin görünmeyen ama hissedilen özellikleridir. Bir çok dilde Kent sözcüğü ile uygarlık sözcüğü arasında köken ilişkisi görülmektedir. Türkçe’mizdeki “Uygar" sözcüğü yerleşik bir toplum hayatı süren Uygurlardan türetilmiştir.23 Arapça’da uygar gelen “Medenî” kelimesi kent anlamındaki “Medine” kelimesinden köken alır.24 Medeni kelimesi dilimizde de “kentlileşmiş, kırsallıktan kurtulmuş ve uygar”25 manasında kullanılmaktadır. Benzer şekilde uygarlık karşılığı olarak Fransızca “civilisation” ve İngilizce “civilization” ile İngilizce “city” kelimeleri Latince de yurttaşların oluşturduğu birlik anlamına gelen “civitas” kelimesinden türemiştir. “citizen” yine aynı dilde 16 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,102. 17 DURU, B., ALKAN, A., “20. Yüzyıl Kenti” s.55 18 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.83 19 İSBİR, E. G., “Şehirleşme ve Meseleleri” s.5 20 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,37 21 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,43 22 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,65-66 23 http://www.biltek.tubitak.gov.tr/dergi/01/kasim/kentler.pdf 24 Doç.Dr.Hüseyin ÇELİK,www.huseyincelik.net/koseyazilari 25 http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP 6 yurttaş manasında kullanılmaktadır. İngilizce de “polite”, yani “kibar” sözcüğü26 Yunancada kent karşılığı olan “polis” teriminden türetilmiştir. Kent kelimesi belli bir olgunluk seviyesini ifade etmektedir. Kalkınmayı, medenileşmeyi ve gelişmişliği yansıtır. Kentler, nüfus yapısı, kan bağı, etnik, dinsel, kültürel, eğitim seviyesi, gelenek, örf ve adetler açıdan farklılaşmanın olduğu yerleşim alanlarıdır. Kan bağı, cinsiyet ayrımcılığı, yaşa dayalı statü, etnik ve dini ayrımcılık yaklaşımlarını ortadan kaldırarak eşitlik idealini yaymaya çalışan ahlaki bir gelenek oluşturur27. Kent, yarışmayı, sıra dışılığı, yeniliği, verimliliği ve yaratıcılığı özendirerek oldukça farklılaştırılmış bir nüfusun ortaya çıkmasına neden olur. Kent, “farklı olma izni” anlamında “özgürlük adasıdır”28. İnsanların düşüncelerini ve fikirlerini açıkça söyleyebilecekleri yerleşim yerleridir. Kişinin davranışları ve hareketlerinden dolayı yadırganmayacağı, her giyim tarzından insanların bulunabileceği mekânlardır. Farklı bireylerin bir araya gelmesiyle oluşan yerlerde, bireysel farklılıkların kaybolması süreci de devreye girer29. Fakat bireysel farklılıkların kaybolması, tek tip insan oluşması değil, farklı bireylerden oluşan çok renkli bir topluluğun ortaya çıkması anlamındadır. Bireyler tek başlarına farklı olmakla beraber, bu farklılıklarıyla ortak yaşama kültürüne kavuşmuşlardır. Kentli birey, geniş ölçüde, ekonomik, siyasal, eğitimsel, dinsel ya da kültürel alanlardaki gönüllü örgütlerin etkinlikleri sayesinde, kişiliğini ifade eder, geliştirir, statü kazanır ve uğraş alanını oluşturan eylemleri sürdürebilir. Kent yalnızca, günümüz insanına daha büyük bir oranda iş ve yerleşim olanakları sunan bir yer değildir, aynı zamanda dünyanın en uzak yerlerini kendine çeken, türlü bölgeleri, insanları ve etkinlikleri bir düzene göre biçimlendiren, ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamın öncüsü ve denetleyicisi konumunda olan bir merkezdir30. Kent hayatının barbarlığına dair şimdiye kadar çok şeyler söylenmiştir. Ancak bunların hiçbiri insanları kentte yaşamaktan vazgeçirmedi. Kent hayatından ölesiye yakınanlar bile ancak birkaç günlüğüne uzaklaşmayı göze alabiliyorlar31. TARİHİ SEYRİ Her kentin kendi tarihi olmasına karşın, insanlığın tarihi büyük ölçüde kentlerin ve kentsel yaşamın tarihi olarak yazılabilir32. Dünya tarihi şehir tarihidir ve her kültür başkentinin tipine göre şekillenir33. İlk kurulan kentlerin nerede çıktığı hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Birçok bilim adamı ilk kentleri Yunan ve Roma kentleri olarak saymaktadırlar. Yunan-Roma kentlerinin anıtsallığından gözleri kamaşan kent bilimciler, daha eski kentlere az ilgi göstermişlerdir.34 Ama hâkim olan kanı ise ilk kentlerin “Mezopotamya, Meso-Amerika’da”35 ve “Nil, İndus ve Sarıırmak’da”36 ortaya çıktığıdır. 26 http://mhukuk.kolayweb.com/yaziyett.htm 27 BOOKCHİN, M., “Kentsiz Kentleşme” s.18 28 Tarık Demirkan, “Tarih Boyunca Kuşatılan Özgürlük Adaları; Kentler”, Cogito, 3.Baskı, Sayı:8, 1996, s. 17 29 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.97 30 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.78 31 ÖZDENÖREN, R., Kent ilişkileri s.31 32 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.27 33 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,68 34 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s. 15 35 SARI, M; Göç ve Sosyal Bütünleşme makalesi s.1 36 ORÇUN, İ., Gazi Üniversitesi, http://www.kentli.org/makale/catalhoyuk.htm 14.07.2003, 7 Kentleşme açısından bakıldığında ise “Filistin, Suriye, Anadolu, İran, Orta Asya ve İndus”37 kentleşmenin ilk göze çarpan yerleşim yerlerdir. Sonuçta ilk kentlerin doğuda kurulduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Bazı Yakındoğu (Musul, Halep, Şam, Beyrut, Kudüs) veya Mısır (Lusor, Asiyut, Heliopolis) kentlerinin kökeni milattan çok öncelere dayanmaktadır. Paris henüz iki bin yaşında değildir oysa Kudüs üçüncü bin yılı geride bırakmaktadır.38 Tarihi kayıtlara baktığımızda en eski yerleşik yerleşim birimlerin (belli aktivitelerin gerçekleşmesi; ticaretin yapılması gibi) ortaya çıkışı M.Ö. 6000-5000 yılları arasındadır. Eski yerleşim yerlerine göre gelişmiş sayılabilecek yerleşim yerlerinin ortaya çıkışı ise M.Ö. 4000 yılından itibarendir.39 4. binyıl sona ermeden önce, Yakındoğu kentleri, büyük boyutlu olmasalar bile, birbirlerine az veya çok benzeyen aile ocaklarının yan yana gelmesinden ibarettir.40 Kentleşme olgusu işte tam bu yıllardan sonra oluşmaya başlamıştır. Başta İbn-i Haldun olmak üzere bütün sosyologlar ve medeniyet tarihçileri, medeniyetin ortaya çıkısını ilk şehirlerin kurulmasıyla başlatırlar. İlk şehirlerin M.Ö. 4000-5000 yılları arasında Mezopotamya'da çıktıkları bilinmektedir. Orta-Amerika'da da çok eski dönemlere giden şehirlere rastlanmıştır. Bir yerleşim yerinin kent vasfı taşımasında ve kent olarak hayatını taşımasında değişik görüşler bulunmaktadır. Kimi bilim adamlarının ilk kentlerin oluşumunda toplumların örgütlü ve sınıfsal bir yapıda olması gerektiği görüşünü paylaştıkları görülür. Buna göre, bir yerin kent olarak sayılması için şu şartları yerine getirmesi gereklidir: yerleşim yerlerinin yeni boyutları, tam zamanlı çalışan uzmanların varlığı, üretim fazlasının varlığı, toplumun hiyerarşikleşmesi, devlet örgütlenmesi, mimarlık ve tarım alanlarında kamusal veya kolektif çalışmalar, uzun mesafeli değişimlere tanıklık, sosyal düzenin simgelerinin yaygınlaşmasını sağlayan sanatsal ifade biçimlerinde belli bir Standardlaşma, yazı biçimlerinin varlığı ve nihayet bilimin gelişmesi. 41 İlk yerleşik tarımcılar, ancak kendi gereksinmelerini karşılayacak kadar üretim yapıyordu. Avcılık yerine hayvancılık, toplayıcılık yerine evcilleştirdikleri türleri üretiyorlardı, ürettikleri besinler ancak kendilerine yetiyordu. İlk kentlerin ortaya çıkışında artı ürünün saklanması için bir mekana gereksinim duyulması arasında yakın bir ilişki vardır. Nitekim ilk kentler suyu bol ve toprakları verimli Mezopotamya ve Nil Deltasında ortaya çıkmıştır. Dokuz tarımcı ailesi on aileyi yaşatacak kadar artı ürün elde etmeye başlaması, beraberinde ürünün depolanması ve korunması gereğini ortaya çıkarmıştır. İlk kentlerin hemşerileri çoğunlukla bu ailelerden oluşuyordu. Zamanla üretimin verimini artırıp geleceğin kıtlık tehdidine karşı güvenceye kavuşup rahatladılar. Artı ürünün saklandığı ilk mekânlar tapınaklardı. Bu ürünün korunması için bir milis gücün oluşturulması ve doyurulması gerekmiştir. Üretmeden, üretimden pay alan bir zümre olarak doğan milis güce din adamlarının da eklenmesiyle artı ürünün korunması sürecinde bir yönetim birimi de ortaya çıkmış oluyordu. Zamanla kent artı ürünü yönetmeye başlayıp, ürünü topladığı alanları denetimi altına almıştır. Kentte ortaya çıkan yönetim yapısında din adamları ve milis sınıfı etkindi. Askerlik, yönetim, dinler, yazı, ticaret, para, sermaye, eğitim, bilim, sanat, felsefe ve hukuk bu tür küçük kentlerin eseri ve başarısıdır. 37 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s.13 38 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s. 12 39 SARI, M; Göç ve Sosyal Bütünleşme makalesi s.1 40 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s.34 41 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s. 42 8 Kentlerin oluşumunda güvenlik kaygısı etkin görülmekte ise de asıl etken ekonomidir.42 Kırsal alanlardan kentleri oluşturma süreçleri bize bu görüşün doğruluğunu göstermektedir. Kurulan kentlere baktığımızda ticari faaliyetlerin yüksek olduğu görülmektedir. Kentsel gelişmeler bulundukları yerler ve tarihe göre değişiklik gösterir. İlk önceleri tapınak çevresine kurulu Sümer kentleri vardı; daha sonraları Babil gibi meydanlar çevresine kurulmuş kentler ortaya çıktı; daha dinamik bir nitelik taşıyan eski Yunan demokrasilerinde, insanlar arsındaki etkileşimi teşvik eden kent meydanları yaşamın merkezini oluştururdu; ortaçağa ve daha yeni dönemlere ait olanlar ise pazaryerlerinin çevresine kurulmuştur.43 İlk kentlerde “tapınak, saray ve tahıl ambarı”44 önemli mekânlardır. Bu mekânlar önem sırasına göre şehir planları yapılmaktaydı. Örneğin; mevcut ülkenin dine verdiği önem oranında dini mekânlar en kolay ulaşılabilen yollar üzerine inşa edilmekteydi. Dini mekânlar merkezde yer alıyordu. Köklü kentler bir mabet ihtiyacı üzerine45 kurulur ve şehir planı ona göre yapılırdı. M. Weber’e göre kent tanımı için şu özellikler gereklidir; Tahkimat, pazaryeri, kendine özgü ve en azından kısmen özerk hukuku olan bir mahkeme, tutarlı bir birlik şekli, kısmen de olsa özerklik ve bağımsızlık46. Bu kriterlere göre ele alıp yaptığı değerlendirme sonucunda, sadece batı orta çağı şehirlerini kısmen gerçek bir şehir olma niteliğini gösterdiğini ifade etmektedir. M. Weber, kent tanımını batı kentlerinin özelliklerinden hareketle belirlediğinden tabii olarak bun kriterlere en uygun düşen de yine batı kentleri olmaktadır. Oysa, bir kentin ne gibi özelliklere sahip olması gerektiği sorusuna bir çok açıdan verilebilecek çeşitli cevaplar bulunacaktır. Buna mukabil, belli bir nüfus büyüklüğüne sahip olması, ekonomik yapısı ve idari sistemi ile diğer yerleşim birimlerinden farklılıkları temel özellikleridir. Bu özelliklere sahip yerleşim birimleri ise ortaçağ Avrupa’sından çok önce bulunmaktadır. Ortaçağ kentlerinin toplumsal olarak “kendine özgü yasa, yönetim ve hukuk bilimine sahip bir ticaret ve sanayi toplumu olduğu”47 görülmektedir. Kentlerde zamanla yasa, ticaret ve sanayii gelişmektedir. Evlilik, veraset, haciz, borç ipotek özellikle de iş hukuku ve kan davaların yerini adli mercilerin alması yasalar konusunda ortaçağ kentlerinin belirli bir gelişmişlik seviyesine geldiklerini gösterir. Ama kentlerdeki cezalara baktığımızda ise cezaların çok ağır olduğu görülür: “asma, kafa kesme, kısırlaştırma, uzuv kesme gibi.”48 Ortaçağda kentlerde kaleler ve kuleler yükselmeye başlayarak olabildiğince en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Bunların yüksekliği hem şehre görkemlilik katıyor hem de uzaktan kentin görülmesini sağlıyor. Kaleler ilk olarak 10. yüzyılda prenslerin bulundukları etrafın koruması için baş göstermeye başlamış ve kentler bu kaleler çevresinde yükselmeye başlamıştır. “Bunların duvarları çevresinde kentler biçimlenmeye”49 başlamıştır. Bu kale kentlerin çevresinde tüccarlar, zanaatçılar ve köleler zamanla kent nüfusunu oluşturmuştur. Ortaçağ kentleri kırsal alanın kentsel alandan ayrılmasıyla gerçek manada bir kent olgusuna dönüşmüştür. Kırsal bölgeler kentlerin beslenme gereksinimi karşılıyor, buna karşılık kentlerde onlara ticari mallarla mamul eşya sağlıyordu50. Zanaat ve ticaretin kentlerde yoğunlaşması ve belirgin bir hal alması ve kentlerde ahlaki, sanatsal, mimari ve dini alanlarda 42 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.46 43 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.33 44 BUMİN, K., Demokrasi arayışında kent, s.27 45 Kent İlişkileri, Özdenören, Rasim - İz yayıncılık- İstanbul 1998 s.122 46 TUNA, K.,Şehirlerin ortaya çıkışı ve yaygınlaşması, s.37 47 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.155 48 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.146 49 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.61 50 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s. 80 9 yönelimlerde artması bugünkü manada kent anlayışının yerleştiğini gösterir. Ayrıca endüstrinin gelişmesi tüm bu etkenlere bir katalizör görevi yapmıştır. Zamanla kırsallığın kentlerden belirgin çizgilerle ayrılması yine bu döneme rastlar. Sermaye artık kentlerden kırsal alanlara doğru akmaktadır. Ortaçağ Avrupa’sında kentlerde ticaret hızla artmıştır. Bu hızlı artış kentlere yeni bir kimlik kazandırmıştır. Bu yeni kimlik kentlerle beraber köyleri de değiştirmiştir. Kırsal alanlarda bulunan sanayi artık kendine yeni yer olarak kentleri bulacaktır. Ortaçağ kentinin gerçek özelliği sermaye ve hürriyettir. Sermayeni artırımı ticaretle olmuştur. Ticaretin artması liman kentleri olgusunun ortaya çıkmasına, ticaret için elverişli yerlerin daha da önem kazanmasına ve hızlı bir kentleşme sürecine girmesine ve kentler arası münasebetlerin artmasına neden olmuştur. Bu dönemde, kentlerin oluşmasında en önemli özellik denize yakın olmasıdır51. Ortaçağdaki kentlerin büyük kısmı birer devlet durumundaydılar. Bu devletlere kentdevletler denilmekteydi. Bu “devletlerin ortaya çıkışındaki en önemli etmen, bu yerleşimlerdeki toplumun tabakalara bölünmüş olmasıydı52.” Bu toplumsal farklılaşma, halkı tabakalara ayırmakta ve yerleşim alanlarında farklılıkların doğmasına neden olmaktadır. Hatta günümüzdeki toplumsal parçalanmaların nedenleri ortaçağa kadar gitmektedir diyebiliriz. Floransa örneğinde olduğu gibi, bir tarafta kumaş boyayarak geçinen aşağı tabaka (“mavi tırnaklılar”), diğer tarafta ise kaliteli mallar üreten kibirli zanaatkârlar yer alıyordu53. Bu dönem kentlerinde özgürlük ve yenilikler genellikle kentlerde gözlemlenen durumdur. Nitekim “Kent havası insanı özgürleştirir54.” ortaçağ vecizesinin bu dönemde söylenmesi kentlerin özgürlük manasında kırsal kesimden ayrılmasına örnektir. Ortaçağda özgürlüğün kanıtlarından biri de kölelerin özgürlüğüne kavuşmaları için kentlerde yaşamaları yeterli olması idi. Kent sınırları içinde bir yıl bir gün yaşayan her köle, kesin bir hak olarak özgürlüğe sahip oluyordu55. Kentlerin yönetimine baktığımızda ortaçağın ilk zamanlarında Roma’dan kalma nüfuza sahip piskoposların kent idaresinde büyük bir öneme sahipti. Din kentler için büyük bir öneme sahiptir. Kentlere inşa edilen görkemli kiliselerin kenti anlatan ve yansıtan yapılar olması, uzaklardan o yerin kent olarak nitelendirilmesine neden olur. Daha sonraları ise konsüller ve halk meclisleri yoğunlukta idi. 11. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan özel mahkemeler kentlilik bilincini taşıyan ve yaşatan önemli bir etmendir. Ama zamanla “babadan oğla geçen krallıkların ortaya çıkışı” kimi yerlerde halk meclisleri olmuş olsa da genelde söz sahibi bir kısım krallar ve yakınları olmaktaydı. Bu dönemde gücü elinde bulunduran kişiler söz sahibi olmuştur: kimi zaman tüccarlar, kimi zaman krallar, kim zamansa kilise yönetimi. Genel itibariyle bakıldığında kimi kentlerde halk kurulları oluştuğu halde kimi kentlerde ruhban sınıfı ve krallar veya yakınları egemendi. Bu egemenlik yerleşim yerine ve zaman göre değişmektedir. Ortaçağda kentleşmenin artışı büyük bir nüfus artışına sebep oldu. Bu olgu özellikle derebeylik sistemine önemli darbeler vurmuştur. Derebeylik rejimi artan nüfusa uzun süre dirense de nihayetinde yıkılmıştır. Özellikle 11. yüzyılda kent nüfuslarının artması ile kentlerde farklı insan tipleri ortaya çıkmıştır: Başıboş dolaşan, manastırlardan aldıkları sadakalarla günü gününe yaşayan, harman zamanı kendilerini başkalarına kiralayan, savaş zamanı ordulara giren, fırsat düşünce de, çapulculuk, yağmacılık yapan serseriler. Bu 51 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.101 52 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.332 53 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.332 54 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.139 55 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.42 10 dönemde ticaret yavaş yavaş geliştiği için kentlerde başıboş ama “yabancı dil bilgisi iyi olan ve çeşitli ülkelerin töre ve gereksinimlerini iyi ”56 bilen bir sürü insan vardı. Kent nüfusunun artması ile paralel olarak değişik alanlarda taleplerin doğmasıyla beraber, bu insanlar da kentte fırıncı, kasap, demirci gibi yeni iş kollarını oluşturdular. On birinci yüzyıldan itibaren Venediklilerin Müslümanlarla başlattıkları ticarete, diğer İtalyan şehirleri de katıldı. Kahire, Şam, Halep, Bağdat gibi büyük şehirlerin pazarlarına Müslümanların ihtiyaç duyduğu malları getiren Avrupalı tüccarlara bazı ayrıcalıklar bile tanınmıştı. Avrupalı tüccarlar yüksek kar elde edebilmek için uzak ülkelere yöneldiler ve daha fazla kazanç elde etmeye başladılar. Dış ticaretin gelişmesiyle beraber sermaye birikimi de oluşmaya başladı. Bu gelişme, ticaret burjuvazisinin doğmasını sağladı. Bu sınıfın güçlenmesi ile Avrupa kentlerinde söz sahibi olma mücadeleleri sonucunda, kentler yeni bir özellik kazandılar. Varlıklarını devlet yönetiminden elde ettikleri güç üzerine bina etmeyen bu sınıf, şehrin ilk sahibiyle yerine göre savaşarak, yerine göre anlaşarak bağımsızlık mücadelesi verdi. Sonunda şehirler merkezi yönetimin kontrolü dışında, bağımsız yargılama ve yönetme hakkı olan özerk birimler haline geldiler. Şehirlerden başlayan bu mücadele merkezi yönetimi de etkiledi ve demokratikleşme sürecine soktu. Türklerde şehirleşme her ne kadar Uygurlar ile başlamakta ise de, onlardan önce Göktürkler ve hatta Hunlar zamanında da kentler kurulmuştur.57 Hun Türkleri, Kale-Şehirler inşa etmiştir. Buna karşılık, görkemli ve büyük şehirlerin kurulması Uygurlar ile başlar. Uygur hakanının kurduğu Bay-Balık yeni bir Türk kentidir.58 Türklerin günlük hayatında at çok önemli bir rol oynadığından, Türk kentlerinin en önemli özelliğinden biri, kent meydanında yer alan alandır. Türklerin İslam dinini kabul etmeleri ile kentte ikamet etme önem kazanmaya başlamıştır. Yeni ele geçirilen topraklarda bulunan eski şehirler ikamet merkezi olurken, aynı zamanda yeni şehirler de kurulmaktadır. İslamiyet’in doğduğu Mekke ve ilk devletini kurduğu Medine önemli birer ticaret merkeziydi. Toplumun iktisadi, sosyal ve hukuki açıdan İslami esaslara göre yeniden düzenlenmesiyle şehirler kırsal alanlara hâkim oldu ve Müslümanlar şehirlerde oturmayı daha fazla tercih ettiler. Kısa sürede İslam egemenliğine giren Suriye, Mısır, İran, Kuzey Afrika ve Endülüs’te eskiden beri varolan ya da yeniden kurulan şehirlerde içine kapalı eski ilişkiler kırılarak, ticaret ve imalata dayalı bir iktisadi canlılık sağlandı. Yarı yerleşik bir çevrede ilk meyvesini veren İslamiyet birkaç yüzyıl sonra Hindistan’dan İspanya’ya kadar uzanan topraklar üzerinde, kara ve deniz yoluyla her türlü ticari mal, bilgi, fikir ve kültürlerin akışını sağlayan büyük metropoller kurdu. Hazreti Ömer zamanında kurulan Basra 30 yılda 200 bin, Mansur zamanında kurulan Bağdat 40 yılda 2 milyon nüfusa ulaştı. Üretim ve tüketim ilişkileri, eğitim ve sağlık merkezleriyle İslam şehirleri o çağda başka toplumlarda rastlanmayan kültürel ve ekonomik zenginliğe sahipti. Yeni yapılan kamu binalarının saray, medrese ve camilerin inşaatlarında çalışmak için gelenlerle Bağdat’ın nüfusu 2 milyona, Kahire yarım milyona, Şam ve Kurtuba üç-dört yüzbine ulaşmıştı. İslam dünyasında şehir hayatının böyle ön plana çıkması nedeniyle dokuz, on ve onbirinci yüzyıllara “Şehirleşmede İslam Dönemi” denilmiştir.59. İslam kenti formunda kır ve kent alanları arasında kesin bir ayrım yoktur. Mahalleler, dış mahalleler, komşu köyler kesin sınırlarla birbirinden ayrılmamıştır. Kır kent arasında 56 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.89 57 SEÇKİN, Nuri, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Türk Şehirciliği, Yeni Türkiye Dergisi, Mayıs-Haziran 2002, sf: 463 58 BAYKARA, Tuncer, a.g.e., sf: 434 59 AKYÜZ, V., “Şehir ve yerel yönetimler” c.2. s.303 11 coğrafi ve ekolojik olarak süreklilik vardır60. Kenti, Kale, Saray ve üst kademe yöneticilerinin oluşturduğu, yönetim işlevinin sürdürüldüğü yapıların oluşturduğu yönetici merkez, - Cuma camisi, hanlar, bedestenler ve açık pazaryerlerinin oluşturduğu kent merkezi, Mahalleler (yoğun konut alanları), Dış mahalleler oluşturur. Geleneksel yapı içinde mekânsal olarak en küçük bölüm mahallelerdir. Her mahalle kendi heterojen cemaati ve küçük pazarıyla belirlenmektedir. Mahalleler arasındaki sosyal dayanışma kimi zaman hemşerilerinin dini kimlik aramalarını yansıtmaktadır. Etnik mahalleler, yapılan zanaat türüne göre isimlenmektedir. Mahalleler içinde bulunan konutlar sıkışıktır61. Kentlerin gelişiminde sanayi devrimi yeni bir dönemi başlatmıştır. Kentlerin nüfuslarında patlama yaşanmış, yüzbinlerle ve milyonlarla ifade edilen rakamlara ulaşmıştır. Kent tarihçileri ile kent plancıları ve şehirciler köylerden kentlere doğru yaşanan akışa kent devrimi adını veriyor. Kent devrimleri, üretim ekonomisinde gerçekleşen iki büyük teknoloji devriminin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Birinci kent devrimi, günümüzden binlerce yıl önce gerçekleşen neolitik devrimidir. İkinci kent devrimi ise, çok daha yakın zamanlarda, 1750'lerde Britanya Adalarında görülen Sanayi Devrimi'nden sonra Avrupa'ya, Amerika'ya ve Uzak Doğu'ya yayılmıştır. Endüstri Devrimi, bir enerji devrimi oldu. Tarımcı, yalnız kas gücüyle evcilleştirdiği bitki ve hayvanların organik enerjisinden yararlanırken; sanayici, yeraltından çıkarılan bitki (kömür) ve hayvan fosillerinin (petrol) enerjisinden yararlanarak, tarımcı ve hayvancı atalarının üretim verimini ona katladı. 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, gelişmiş endüstri ülkelerindeki bir tarımcı aile, yaklaşık on aileye yetecek kadar artı ürün elde ediyordu. Tarım ürünlerinin verimi yaklaşık 100 kat artmıştı. Endüstri Çağı adı verilen büyük devrim budur. Topraktan ve rençberlikten kurtulan köylüler, kentlere göç ettiler, günümüzün kültürlerini oluşturdular. Kentlileşen nüfus, işbölümü yoluyla farklılaştı, uzmanlaştı; bilimde, teknolojide, sanatta ilerledi; sağlık ve eğitim alanlarında büyük atılımlar yaptı; ortalama ömür beklentisini ikiye katladı. Yaşlanan nüfus yapısı, kentlerin yapısını, dokusunu, kurumlarını kökten değiştirdi. İkinci kent devrimi denilen olgu budur. 62 Bugünkü anlamıyla kentleşme, sanayi devrimi ile başlayan bir olgudur. 18. yüzyılda Batı Avrupa'da başlayan sanayi devriminin birçok etkisinin yanı sıra üç önemli sonucu olmuştur. Bu sonuçlar, bir arada ve karşılıklı (fonksiyonel) etkileşim içerisinde gelişmiştir.63 Bunlar; üretimde yenilik, sosyal yapıda farklılık ve nüfus mobilitesinde hızlılık olarak tespit edilebilir. Sanayileşme ile birlikte öncelikle üretim tarzının niteliği değişmiştir. Üretim, Evden/küçük imalathanelerden fabrikalara taşınmış, yani geleneksel üretim kollarından modern üretim kurumlarına bir geçiş yaşanmıştır. Yavaş ve tekil üretimden hızlı ve seri üretime geçilmiştir. Bu unsur artı değer (kar), verim, kalite ve kapasitede önemli artışlara ve değişikliklere neden olmuştur. Üretim tarzının niteliğinde ve niceliğinde meydana gelen bu değişimler, siyasal ve ekonomik düzende yeni yapılanmalara yol açmış; milliyetçilik ve ulus devlet modeli, bu yapılanmaların önemli sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Bu da yeni sınıfların, çelişkilerin ve çatışmaların başlangıcı olmuştur. Sanayileşmenin ikinci önemli etkisi sosyal yaşamda meydana getirdiği değişikliklerle kendini göstermiştir. Bu değişikliklerin en önemlileri, Sosyal yapıda farklılaşma, (yani hemojen toplum yapısından heterojen toplum yapısına geçiş); iş bölümü ve uzmanlaşmada görülen artış ve çeşitlenmedir. Bu nedenle eğitimin ve öğretimin önemi artmış; bununla birlikte doğuştan kazanılan statülerin önemi azalmıştır. Bu uygulama ile birlikte toplumdaki 60ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.77 61ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.78 62 YILMAZ, Ç., “Çağdaşlık”, geocities.com/cetinyilmaz_2000. 63 ÖZER, A., “Güneydoğu’da kentleşme(me) dramı-Diyarbakır”. tüsiad.org 12 binlerce kurum, statü ve rol arasındaki ilişkileri bir düzene bağlayan sistem, bürokrasi olarak ortaya çıkmış ve şekillenmiştir. Geleneksel geniş aile, kentsel çekirdek aileye dönüşmüş, orta sınıflaşma artmış, sosyal hareketlilik hızlanmıştır. Sanayileşmenin en önemli üçüncü sonucu ise, nüfus mobilitesinin fiziki mekânlarda ve çevrede yarattığı değişikliklerdir. Diğer bir deyişle kentleşmedir. Sanayileşme ile birlikte kırdan kente yoğun göçler yaşanmıştır. 64 Kentlerin nüfus emme kapasiteleri (fabrikalar) giderek artmış. Nüfus emme kapasiteleri bir yandan gelen nüfusu absorb etmeye ve dönüştürmeye çalışırken; öte yandan kitle iletişim ve ulaşımındaki yeniliklerin de etkisiyle yeni göçler için çekim alanları haline gelmiştir. Kentler eski yapılarından kopmuş hem fiziki hem de yoğunluk ve işleyiş açısından yeni görünümler almıştır. 65 Weber de insanların kentlerde yoğunlaşmasının nedenleri arasında öncelikle ekonomik olanları vurgulamaktadır. Sanayi Devrimi ile birlikte ekonomik güçlerin şehirleşmeyi ürettiğini düşünen Weber bu güçleri şöyle tanımlıyordu: Buhar ve makine, ticaret, modern ulaşım sorunlarının halli, tarımın sanayileşmesi ve verimliliğin artması, ticari merkezlerin büyümesi, ulaşım, sanayileşme ve fabrika sistemi. 66 Son yüzyılda batı ülkelerinde kentler, sanayileşme ile paralel olarak büyürken, Türkiye gibi sanayileşme dönemine geç girmiş ülkelerde kentler sanayileşmeden daha hızlı bir büyüme sürecine girmiş ve bunun sonucunda da gelen nüfusun kentsel ihtiyaçlarının karşılanamadığı, plansız ve kontrolsüz bir kent büyümesi ortaya çıkmıştır. Bu durum, kentleşme başlığı altında ayrıca incelenecektir. Sanayi devri öncesi yavaş bir büyüme trendi izleyen kentlerin sanayi devrimi sonrası hızlı bir büyüme göstermeleri, kentlerin değişimini de beraberinde getirmiştir. BU değişim sonucu geleneksel kent ve modern kent sınıflandırması yapılmaktadır. Geleneksel kent ile modern kent birçok yönden birbirinden farklılık göstermekte ise de, bu farkları şu şekilde özetlemek mümkündür: 1-Klasik kentler, 10.000’lerle ifade edilen nüfusa sahip iken, modern kentler ise milyonlarla ifade edilen nüfusa sahiptir. 2-Geleneksel kentler 2-4 km çapında alanlarda yoğun yerleşmelere sahne olurken, modern kentlerdeki yerleşmeler çapı 10’larca km. ile ifade edilen alanlara sahiptir. 3-Geleneksel kentlerde mabetler ve ticaret yerleri şehrin merkezinde yer alırken modern kentlerde ise bu fonksiyonlar şehrin değişik yerlerine dağılmış durumdadır. 4-Geleneksel kentlerde mahalle ve sokak önemli sosyal ve kültürel özellikler taşıyan yerleşim yerleri iken, modern kentlerde önemini yitirmiştir. 5- Geleneksel kentte, toplumsal ilişkilerde yüz yüze ilişki biçiminin önemli rolü varken ve toplumsal birliktelik güçlü iken, modern kentlerde bireysel yaşam ve mesafeli ilişkiler hakimdir. 6-Geleneksel kentte, yaşayanlar ile kent arasında duygusal bağlar vardır. Kent halkı, kentini benimsemiş ona sahiplik duygusu ile bağıdır. Modern kentlerde ise bu duygular kalmamış, kentlerde yaşayanlar için kentin özel anlamı yitirilmiştir. Bunun sonucunda da sahipsizlik hakim olmuştur. KENT VE MAHALLELERİ Şehri oluşturan ve kendine has özelliklere sahip önemli bir sosyal ve mimari birim67 olan mahalle, ülkemiz yönetim sisteminde en küçük birimi ifade etmektedir. Kentlerdeki en 64 ÖZER, A., “Güneydoğu’da kentleşme(me) dramı-Diyarbakır”. tüsiad.org 65 ÖZER, A., “Güneydoğu’da kentleşme(me) dramı-Diyarbakır”. tüsiad.org 66 Don Martindale. “Önsöz”, Şehir, Modern Kentin Oluşumu. Max Weber. Çev: Musa Ceylan. S.14, İstanbul: Bakış Yayınları, 2000. 67 TAŞKÖMÜR, Hikmet, Osmanlı mahallesinde Beşeri Münasebetler, Şehir ve Yerel Yönetimler, İlke Yayınları, İstanbul 1996, c.1, s: 439 13 küçük yerel birim, kentin en küçük idari ünitesi olarak tanımlanabilen mahalle, kentte fiziksel ve sosyal mekân gelişiminin en başta gelen belirleyicilerindendir.68 Türü, büyüklüğü, nüfusu, alanı, bulunduğu yer, yer aldığı ülkeler farklı da olsa mahalle birimi, başlangıçta tüm toplumlarda toplumsal iletişimi, organizasyonu, kontrolü ve düzeni sağlamak, yani yönetim amacıyla oluşturulmuştur.69 Osmanlı’da mahalleler, cami veya mescit etrafında teşekkül eden bir yapıdır. Bu özelliğinden dolayı mahalleyi “Bir camii etrafında toplanan cemaat” olarak gören değerlendirmeler de yapılmıştır.70 Mahalle oluşumunda camilerin öneminden dolayı, bazı mahalleler, camiyi yaptıranların ismini almıştır. Örneğin; Ahi çelebi Camii Mahallesi, Akşemşeddin Mescidi Mahallesi gibi. Osmanlı mahalleleri cami veya mescit etrafında teşekkül etmesine rağmen ibadethane mahallenin tek ortak mekânı değildir. Çeşme, hamam gibi yapılar da mahallenin temel unsurlarındandır.71 Osmanlı dönemi mahalleleri, sınıfsal değil, etnik ayrışmanın hâkim olduğu, aynı dine mensup farklı gelir gruplarından insanların bir arada olduğu yerlerdir. Etnik ve dinsel türdeşliğin getirdiği kültürel benzerlik, mahalle içi dayanışma ve katılımın yüksek olmasını sağlıyordu. Bu mahalleler ibadethanesi, çarşısı, dar sokakları ile fiziksel türdeşliğin yanı sıra toplumsal anlamda da bir bütünlük sergiliyordu.72 Fiziksel ve sosyal birliktelik mahalle sakinleri arasında dayanışmayı geliştiriyor, ekonomik yönden güçlü kişilerin varlığı sosyal dayanışmanın ekonomik boyutunda önemli bir rol oynuyor ve bu özellikler de ortak bir kimliğe sahip toplulukların oluşumuna imkan veriyordu. Osmanlı mahalle yapısı Cumhuriyet döneminde de 1950’li yıllara kadar kısmen de olsa özelliklerini koruyarak gelmiştir. Bu yıllarda hızla artan iç göç neticesinde mahallelerin nüfuslarında da kısa sürede çok büyük artışlar görülmeye başlanmış, içe kapanık yapılaşmalar olan mahalleler bu baskı karşısında hızla açılmaya başlamıştır. Kent sakinleri arasındaki etnik ve dinsel türdeşlik ortadan kalkarken, ekonomik yönden daha iyi durumda olanların başka mahallelere taşınmasıyla da belirli refah düzeyinin hakim olduğu mahallelere dönüşmüştür. Mahallelerde yaşanan bu dönüşüm sonucu, birliktelik ve dayanışma hızla erozyona uğramış, sosyal yardımlarda önemli rol üstlenen ekonomik sınıfını yitiren mahallelerde bu tür çalışmaların mali boyutu daralmıştır. İç göç sadece mevcut mahalleleri dönüştürmekle kalmamış, yeni mahallelerin de oluşumuna sebep olmuştur. Yeni kurulan mahalleler, kentin hakim olan imar yapısına aykırı, genelde gecekondu türünde oluştuğundan, beraberinde bir çok sorunlar da getirmiştir. Gecekondulara gelen insanlar, yeni girdikleri toplumda güvenlik problemi çektiklerinden, genellikle aynı kentte gelenler birbirlerine yakın yerlerde ikameti tercih etmişlerdir. Bunun neticesinde de mahalleler içinde daha alt ölçekte mahalleler oluşmaya başlamıştır. Alt ölçek mahalleler kendi içlerine kapanık bir yapı sergilediklerinden ortak mahalle kültürü gelişememiş ve toplumsal birlik atomize olmuştur. Özellikle çok katlı binaların yapımıyla birlikte atomize olma durumu daha ileri safhalara ulaşmış ve yan yana iki çok katlı binanın sakinleri arasında bile toplumsal ilişkiler gelişmemiştir. Yaşanan bu olumsuz süreç sonucunda günümüzde mahalleler artık ortak birlikteliklerin mekânı olmaktan tamamen uzaklaşmışlardır. Öyle ki, özellikle nüfusu 10.000’lerle ifade edilen mahallelerde, mahalle sakinlerinin önemli bir bölümü mahalle yönetiminin başı olan muhtarı bile tanımamaktadır. 68 SURİ, Leyla, Mahalle-Belediye Bağlamında İstanbul ve Pendik, İstanbul Dergisi, sayı: 40, Ocak 2002 69 ÜNÜVAR, Kerem, İstanbul’da Göç Kondu: Nöbetleşe Yoksulluk, s:127 70 BAŞARAN, Sermet, Kentleşmenin Tarihsel ve Sosyo Ekonomik Temelleri, Mahalli İdareler Dergisi, Haziran 1996, sf:74 71 TAŞKÖMÜR, Hikmet, a.g.e. sf: 439 72 DANIŞ, Aslı Didem, Bahçeşehir Bir Mahalle mi? İstanbul Dergisi, Sayı:133 14 Mahallelerde yaşanan bu süreçte üzerinde durulması gereken bir başka husus ise, nüfus artışının sonucunda mahalle tanımının sorgulanması gereğidir. Nüfusu 10.000’lerle ifade edilen yerleşim birimleri geleneksel dönemin kent yerleşimlerine nüfus açısından tekabül etmektedir. Bu kadar yüksek nüfusa sahip yerleşim birimlerinin mahalle olarak kabulü, mahallenin sosyal ve kültürel özelliğini göz ardı eden, onu sadece mekansal yerleşim ve yönetim birimine indirgeyen bir yaklaşımdır. KENT VE SOKAKLAR Sokaklar, alışveriş, gezme, öğrenme, araştırma aktiviteleri ve halkın diğer insanlarla ilişkilerinin yaşandığı toplumsal mekânlardır. Toplumsal yaşam ve paylaşım sokaklarda başlar. Yirminci yüzyılın başına kadar, yayaların kullanımında egemen olduğu, halkın yaya olarak yaşamlarının büyük bir kısmının geçtiği sokaklar; otomobilin icadı ve otomobilin teknolojik gelişmelerinin getirdiği avantajlar sonucu, yayalardan çok otomobillere hizmet etmeğe başlamıştır. Otomobil, insanları evlerine ya da işlerine, kısa sürede ve doğrudan ulaştırmayı hedeflese de, otomobili günlük yaşamda kullanan insanların sokaklara olan katılımından alıkoyduğu söylenebilir. Günümüzde Ulaşım mühendisliği ulaşım ile ilgili kararlar üretirken bu kararlarla da kent formunun etkili bir yönlendiricisi olmaktadır. Halkın ulaşım hızını artırmak, bu yönden ilgiyi ve yatırımları yönlendirmek ulaşım mühendisleri tarafından öncelikle ele alınmaktadır. Bunun sonucu olarak, halkın sokakta geçirdiği zaman ve toplum içindeki sosyal hareketlilik azalmaktadır. Sokak ekonomisi küçülmekte, market ekonomisi büyümektedir. Sokaklardaki halkın hareketliliği ve sokakta geçen zamanın azalması, geleneksel sokak alışveriş ekonomisinin ve sermayenin halkın içinde dönüşümünün azalmasına yol açmaktadır. Perakende alışverişte dönen sermaye artık, market ekonomisinin büyümesine yol açan ve her geçen gün sürekli sayıları artan hipermarketlerde kendini göstermektedir. Bu durum toplumsal yaşam açısından sakıncalı bazı faktörlerin öne çıkmasına yol açmaktadır.73 1- Ekonomik açıdan; piyasada halk içinde karşılıklı olarak dönen sermaye, artık hipermarketler vasıtasıyla, halktan bankaya şeklinde tek taraflı olarak dönmeye başlamıştır. Paranın bankadan halka geriye dönüşü ise, kredi şeklinde faizi ile birlikte halkı borçlandırarak olmaktadır. 2- Sokakların en önemli sosyal faktörlerinden biri olan toplumun her kesiminin hür ve demokratik olarak, zengin ya da fakir birbirleri ile alışveriş yapan ve her statüden aynı mekanları paylaşabilme özgürlüğüne sahip halkın hipermarketlerin artması ile; girişte ve alışveriş sırasında sürekli gözlenen ve denetlenen; alışverişte satıcılarla değil, mallar ve malların bulunduğu raflarla, fiyatları belirten etiketlerle yüz yüze geldiği soğuk, tek taraflı yalnız ve edilgen bir ortama itildiği sosyal mobilitenin en aza indirgendiği ortamlar yaratılmaktadır. İnsanların en azından pazarlık edebilme bahanesiyle satıcı ile direkt ilişki kurabilmeleri ortamı ortadan kalkmaktadır. Kişiler sürüler halinde kasalar önünde sıraya girerek ödeme yapmakta, neredeyse robotlaşmış bir şekilde sadece kasiyerler ile muhatap olmaktadır. 3- Sokak ekonomisinde halk doğrudan üreticiden mal satın alabilmekte iken, market ekonomisinde halk malı, ikinci, üçüncü elden olabilmekte, yerli üretimden ziyade ithal üretim mallarına halkın talebini yönlendirmektedir. Bu da sokak ekonomisindeki üreticiden tüketiciye doğrudan ilişkiyi ortadan kaldırarak, üreticinin zayıflamasına ve sayısının 73 TURAN Bülent, Demokratik Sokaklar, fisek.com.tr/makaleler 15 azalmasına, halkın daha ucuz ve birinci elden malı satın alabilmesine olanak tanımamaktadır.74 4- Sokak ekonomisinde farklı statülerde olsalar dahi, o ekonominin içinde bulunan kişiler, birbirleriyle iletişim kurabilmekte, en azından toplumsal bir ilişki düzeyi yaratılabilmektedir. Ancak market ekonomisinde böyle bir ilişki yaşanmamaktadır. Marketlerin hitap ettiği ekonomik sınıflara göre müşterileri de farklılaşmakta ve gruplaşmaktadır. 5- Sokakta perakende alışverişinizi çeşitli yerlerden yaparak evinize gidebilirken, marketlere otomobil ile gidiş geliş özendirilmekte, marketten ihtiyacımız olmayan malları da almamızı teşvik etmektedir. Bu durum aynı zamanda otopark ve trafik yoğunluğu problemini artırmaktadır. Ayrıca imar planlarında farklı fonksiyonlara sahip alanlar, plan tadilatı ya da oldu bittiler ile bir anda hipermarket alanlarına dönüşmekte; bundan ötürü plan elde edilirken saptanan öngörüler ve kapasiteler aşılmaktadır. İmar planlarında üniversite alanı olarak ayrılan alanlar, katlı otoparkların zemin katları, fuarın içindeki yeşil alanlar, fabrika ve depo alanları, hatta rekreasyonal ve yeşil alanlar da hızla hipermarketler ile dolmaktadır. Ekonomik potansiyelin gelişmesi, sermayenin kent halkı içinde dönüşümü, halk içinde sosyal mobilitenin artırılması, insancıl ilişkilerin gelişmesi gibi amaçlar için, kenti yönetenlere ve plancılara düşen görev; kenti, sokakları, yeniden keşfetmeye çalışmak, kent merkezleri ve kent sokaklarının yaya merkezli olarak halka tekrar kazandırılması amacıyla daha büyük ilgi ve araştırma gayreti içine girmeleridir. Bu amaçla kentlerimizde bazı yöntemler kullanılmakta; ancak çoğunda başarısız olunmaktadır. Otomobil merkezli planlama anlayışı sonucu ikinci plana itilen yayalar, yeniden sokaklarına kavuşturulmak için bazı formüller oluşturulmaktadır.75 Bunları şöylece sıralanabilir: 1-Yayalaştırılmış Sokaklar Kesin olarak otomobil trafiğine kapatılan yollar tamamen yayalara tahsis için düzenlenmektedirler. Ancak yapılan düzenlemeler bazı durumlarda hem o sokakta işyeri olanları, hem o sokakta ikamet edenleri, hem de o sokağı kullanan yayaları tedirgin etmektedir. Hele, hele yayalaştırılmış bazı sokaklar, artık açık otopark alanlarına dönüşmüştür. Araçların arasından yayalar bile zorla geçebilmektedir. İtfaiye ve servis araçları bu sokaklara girememektedirler. Bu sokaklarda yaşayan hasta, yaşlı, yada özürlüler, mağdur olmakta, araçlara zorlukla ulaşabilmekte, yada ulaşamamaktadırlar. Kapatılan bu sokaklara yakın yerlerde otopark düzenlemeleri yapılmadığı için, Otopark sorunu gittikçe artmaktadır. Bu sokaklardaki yeni yapılarda Belediye otopark zorunluluğu aramakta, otopark giriş ve çıkışı istemekte, ancak özel otopark olarak yapılan bu alanlar sonradan yayalaştırılmış yol üzerinde olduğu için otopark amaçlı olarak kullanılamamaktadırlar. 2- Yaşanabilir Sokaklar Sosyal ilişkileri daha yoğun, özellikle ikamet ağırlıklı, daha emniyetli, daha güvenli, trafik hızının bariyerler yâda farklı zemin kaplamaları ile azaltıldığı, sokak oyunları ile sosyal aktivitenin artırıldığı, oturma ve komşuluk mekanlarının ortak kullanıldığı sokaklardır. 3- Kapalı Sokaklar Tamamen yayalara ayrılmış, kapalı mekânlar haline dönüştürülmüş kapalı çarşı benzeri sokaklardır. Burada girişte seçici emniyet personeli vardır. Halkın içeri girişi kontrol altındadır. Bu tip merkezler ve sokaklar, alt merkezlere ve diğer sokaklara olan ilgiyi azaltırlar, odak noktası oluştururlar. Buralarda, markalı butikler fastfood zincirler ve lüks restoranlar da yer almaktadır. Bu tip çarşılar ve sokaklar alış veriş gücüne göre toplumun 74 a.g.e. 75 a.g.e. 16 sınıflaşmasına yol açması nedeniyle eleştirilmektedirler. Geleneksel, alış veriş alanları komşuluk alanları, ikamet alanları yoktur. Sosyal ve ekonomik çeşitlilikler yoktur. 4- Demokratik Sokaklar Sokak demokrasisi ve toplumculuk kavramının gelişmesi temeline dayalı olarak oluşturulurlar. Demokratik sokakların bazı özellikleri şunlardır: - Tarihselliği içinde barındırır. Anıların yok olmasına izin vermez. - Sosyal ve ekonomik çeşitliliği içerir. Sosyal ve ekonomik hareketliliği artırır. Sosyal adaleti yansıtır. - Ekolojik olarak canlıdır, havası temiz, gürültü azdır. Görsel kirliliği barındırmaz. - Otomobili dışlamaz, fakat sokağın diğer kullanıcıları olan yayalar ve bisikletliler ile daha eşit bir paylaşımı sağlayarak, araçlar için de yeterli mekânı barındırır - Toplumun çeşitli kesimlerine açıktır. Otokontrolü dolayısıyla güvenlidir, konforludur. Özel mülkiyet kullanıcısı, önündeki sokağın bakımı ve denetimini yaparak kent yönetimine katkı koyar. Katılımı özendirir. Bu ortam değişim ve yenilikler için fırsat yaratır. - Halk içindeki kullanıcı uyumluluğunu, kullanıcı yönetimini ve değişim içinde gelişimi teşvik eder. - Anlam ve sevgi yüklüdür. Geçmişle gelecek arasındaki bağları yansıtır. Modern toplum anlayışı içinde kişisellik kavramı çok iyi geliştirilmiş, teşvik edilmiş ve yasalarca korunmuştur. Buna karşıt olarak toplumculuk kavramı, halk mekânlarına herkesin serbestçe girebilme ve kullanabilme hakkını tanır. Toplumculuk, sokak demokrasisinin temelidir, gerçek kent kültürü gelişmesinin çerçevelerini oluşturur. Sokaklar, insanların birlikte yaşamaya başladığı, toplumsal yaşamın benimsendiği zamandan bu yana ortak yaşamın, paylaşım, ulaşım ve hareketliliğin ortaya çıktığı kamusal mekânlardır. Sokak kelime anlamı ile kamusal mekânı genel olarak betimleyen bir kelimedir. Sokak kelimesinin altında, cadde, meydan, yol, ...vb. gibi diğer kamusal mekânları da görebilmekteyiz. Sokaklar, kent karakterini ve kent kimliğini de belirleyen önemli unsurlardandır. Mekânsal etkilerinin ve sosyal olayları içinde barındırmasının yanı sıra sokaklar, ayrıca ulaşım akslarıdırlar. Bir noktadan diğerine ulaşmak için genellikle sokaklar kullanılır. Evinizden dışarı attığınız ilk adımla birlikte gerek ulaşım amacıyla, gerekse de diğer amaçlarla olsun kendinizi sokakta bulursunuz. Yürümek insan için en bağımsız, iradesine bağlı, serbestçe kendisini yönlendirebileceği bir hareket biçimidir. Özel mülkiyet ve özel dünyanın bittiği noktada sokak ve sokak yaşamı başlar. İnsanın sosyalleşme sürecinin önemli mekânlarıdırlar. Sokak karakterleri toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya göre farklılaşırlar. İnsanlar sokaklarda toplumu oluşturur. Demokrasi sokakta başlar. Çocuklar sokaklarda hayatı öğrenir, deneyim kazanırlar. Hatta sokakla ilgili bazı deyişler, gerek demokrasi gerekse de sokakların toplum içindeki önemi açısından önemli bir açılım da yaparlar: 142 “Sokaklar yürümekle aşınmaz !” Sokaklar sizi yönlendirir. Gideceğiniz yere ulaşmak için sokakları kullanırken, sokakların biçimine, geometrisine uygun olarak hareket etmek durumundasınız. Sokaktan herhangi bir bahçeye sıçrayarak, diğer bir mekâna ulaşmak yerine, sokakların izlerini takip ederek gideceğiniz yere varırsınız. Bu da insanların toplumda uyum içinde yaşamaları için bazı izlere, biçimlere uyması gerektiğini belirler. Hatta bu izler ve biçimler insanları ulaşılması hedeflenen noktalara, mekânlara, yapılara götürür. Orta Avrupa kentlerinde çoğu sokakların sonunda kiliseler vardır ve sokak boyunca siluetini görürsünüz. Bazı toplumlarda da sokak dokusu içinde sokağın bitimini göremezsiniz. Sokak, sokağı takip eder. Sokaklarda hareket vardır. Yayalar, satıcılar, işyerleri, taşıtlar sokaklarda sürekli bir hareketin nedenleridir. Durağan bir sokak oluşumu düşünülemez bile. Sokaklar toplumlara, coğrafyaya göre farklılıklar gösterir demiştik. 17 Türk toplumunun geleneksel sokak yapısı organiktir. Geniş sokaklara pek rastlanmaz. Sokakların bir kısmı geniş saçaklarla örtülüdür. Rüzgâr gibi tabiat şartlarına kapalı mikroklimatik yapıları vardır. Geometrisi yumuşaktır. Arap toplumunun sokak yapısı daha da farklıdır. İçe kapalıdır. Dardır. Sokağı çevreleyen fiziksel yapıda farklılıklar görünür. Antik çağ Anadolu kentlerinde sokaklar grid sistemde tasarlanmıştır (Priene, Milet,...) . Düzgün geometrisi vardır. Sokaklar üzerinde kentsel kullanım yapıları ağırlıklıdır. Roma koloni kentleri de bu anlayışta biçimlenmiştir (Aosta, Timgad,...). Özellikle Güney Amerika kentlerindeki panayırlar, sokakta başlar, sokakta sürer, sokakta biter. İnsanlar günlerce sokakta yaşar. Akdeniz kıyı kentlerinde de sokak yaşamları canlıdır. Kıyı bantları, meydanlar sürekli yaşayan mekânlardır. Sokak genellikle yürünerek hissedilir. Yürüme ile sokakta özgürsünüz. İstediğiniz yöne, istediğiniz hızla gidebilir, durabilir, oturabilirsiniz. Yürüyerek sokak dokusunu olşturan döşeme kaplamasını hissedersiniz (sert, yumuşak, kaygan, eğimli,...vb). Sokaklar simgelerle doludur. Heykeller, çeşmeler, tabelalar, trafik işaretleri, reklam panoları, duraklar,...vb. anlam yüklü işaretler sokağı kullanan insanları etkiler ve yönlendirir. Sokak, kullanan kişiyi toplumsallaştırma amacıyla bir noktaya kadar edilgen kılar, ya da bunun için çaba harcanır. Bunun yanında ağaçlar, bitkiler, malzeme cinsi ve dokusu, su elemanları da mekânsal hissin oluşmasında önemli rol üstlenirler. 143 Bazı kentlerde sokak kavramı o kente özgüdür. Örneğin Venedik kentinde sokaklar yerine kanallar ağırlıklıdır. Gondollar bu kanallarda ağırlıklı olarak ulaşım görevini görürler. Evlerin kapıları doğrudan kanallara açılır. Her evin iskelesi, kanala bakan kapısıdır. Bu kanallar sık sık yaya köprüleri ile kesilir. Küçük meydancıklar, kanallar ve sokaklar arasındaki mekânsal dengeyi sağlar. Paris, sokaklarından ziyade bulvarları ile tanınır. Geçen yüzyılda işçi sınıfının kullandığı labirent tipi dar ve pis sokaklara alternatif olarak burjuvaların yaşam mekanları olarak oluşturulan geniş bulvarlar, Paris kentindeki işçi sınıfı ile burjuva sınıfı arasındaki ayrımın belirginleştiği yerlerdir. Ekonomik gelişme sonucu soylu olmayan burjuva sınıfı oluşunca, kendine ait kültürün yansıması bulvarlar üzerinde tiyatrolar, restoranlar, barlar olarak kendini bulmuştur. Bir yerde bu bulvarlar, soylu sınıfı, burjuva sınıfı ve işçi sınıfının yüzleşmekten kaçındıkları mekânlar olarak tanımlanır. Soylu sınıfı daha ziyade kent dışında yerleşiktir ve bu sokakları ancak ulaşım amacıyla kullanmaktadırlar. Dolayısıyla bu bulvarların ardındaki karmaşık sokaklardaki işçi sınıfı ile yüzleşme olanağı ortadan kalkmıştır. Sokakları çevreleyen bina yüksekliklerinin sokakların algılanması ile yakından ilişkisi vardır. HABİTAT II Türkiye ulusal raporu ve Eylem Planı’nda yaşanabilirliğin nitelikleri konusunda kent kimliğinin korunarak gelişmenin öne çıkarıldığı görülmektedir: “Yeterli altyapı, hava ve su kalitesi, gürültü kontrolü, temizlik gibi, yeterli sağlıklılık koşulları ve çevresel niteliklerin sağlanması ile insanların yaşam ve sağlık hakkının korunuyor olması olması; Evde, işyerinde ve kamusal alanda, her daim başta kadın ve çocuklar olmak üzere, tüm insanların emniyet ve güvenlik içinde olması, İnsanların zaman ve mali bütçelerinin etkili kullanımının randımanlı kent formu, kent ve işyerleri arasında anlamlı mesafeler, nitelikli ulaşım ve kamu taşımacılığı ile sağlanıyor olması; yolların araçların egemenliğine terk edilmemesi, yaya önceliklerinin korunmuş olması; Sağlık, eğitim, ulaşım ve iletişim alanlarını da içermek üzere, kamusal alan mal ve hizmetlerinin, başta özürlü, korunmasız ve mahrum kalmış bireyler olmak üzere tüm insanlar için kolay ve hakça erişilebilirliğin ve varlığının sağlanıyor olması; Dinlenme, eğlenme ve spor amaçlı yeterli alan ve olanakların kolay ve hakça erişilebilirliğinin ve varlığının sağlanıyor olması; 18 Manevi, tarihi ve kültürel anlamı bulunan yapı, bölge ve yaşam pratiklerinin korunması; Yerleşim estetiğinin, sanat, mimari, kent tasarımı ve planlaması alanlarındaki geleneksel, yerel, modern ve diğer stillerdeki gelişmeleri dikkate alan ve bunlar arasında müzakere sonucu oluşmuş bir dengeyi gözeten bir yöntemle oluşması; Sosyal bütünleşmeyi güçlendiren ve yaşam biçimlerine, farklılıklara, kültürel kimliklere ve diğer insanların haklarına saygıyı geliştiren, insanlar arasında ve o yerleşim ile dünya arasında etkileşimi sağlayan şebekelerin artırılması ve geliştirilmiş olması. KENT KÜLTÜRÜ Kentler sadece insanların bir arada yaşadığı fiziksel mekânlar değildir. Günlük hayatlarındaki davranış kalıpları, düşünce biçimleri, politik tercihleri, sosyal ilişkileri gibi kente özgü sosyal, siyasal ve kültürel özellikler olduğu gibi, fizikse yapı da mimarisiyle, estetiğiyle, kente özgü hız ve ölçeği ile ayrı özellikler taşır. Kentler nüfus ve ekonomik büyüklüğü sebebiyle doğal olarak “etkileyen” konumundadır. İçine aldığı kişileri az ve ya çok ama mutlaka bir surette etkiler.. Dolayısıyla kent yalnızca günümüz insanına daha büyük bir oranda iş ve yerleşim olanakları sunan bir yer değildir. Aynı zamanda dünyanın en uzak yerlerini kendine çeken, türlü bölgeleri, insanları ve etkinlikleri bir düzene göre biçimlendiren, ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamın öncüsü ve denetleyicisi konumunda olan bir merkezdir.76 Kent, insani özellikleri ve özgürlük kavramını genişletmekle kalmayıp, kan bağı, cinsiyet ayrımcılığı, yaşa dayalı statü, etnik ayrımcılıklar gibi dar görüşlü bağları ortadan kaldırmakta77, yeni sosyal yapıyı ortaya çıkarmaktadır. Kültür; insan ve insan dünyasıyla ilgili her türlü ürünü, yaratıyı içerir bunun yanısıra kültür insan ilişkilerini ve birbirleriyle olan etkileşimlerini de kapsar. Bu anlamda kültür bir toplumun maddi ve manevi değerlerinin toplamını ifade eder. Günümüzde çağdaş demokratik rejimleri baz alarak yaptığımız kent kültürü tanımında siyasal, dinsel, sanatsal, hoşgörü ve özgürlükleri barındıran demokratik, bilimsel bilgi ve nesnellikten oluşan yapıları anlıyoruz.78 Kent kültürü denildiği zaman, günümüz batı ülkeleri kentlerinde olduğu gibi kentleşmenin dinamosu olan sanayileşmenin ürettiği kültürden de bahsediyor sayılırız. Kent kültürü önemli ölçüde sanayi toplumunun özellikleriyle yoğrulmuştur. Çünkü kentlerin bu günkü yapısına gelmesinde en önemli unsur sanayi devrimidir. Buna karşılık, ithal sanayi ile kalkınmaya çalışan ülkelerde sanayi kültürün bir öğesi olmadığından, ne tam olarak sanayi toplumuna geçilebilmiş, ne de yeni bir şehir kültürü üretilebilmiştir. Hele, ülkemizde olduğu gibi, kentlerin sanayileşme sonucu değil, tamamen ülkenin sosyo-ekonomik ve siyasal şartlarından kaynaklanan sağlıksız kent büyümelerinin olduğu yerlerde, kentler sanayi devriminin getirdiği kültürel özellikleri taşımazlar. Her kentin kendine özgü yönleri ya da ayırıcı vasıfları ona belirli bir kimlik kazandırır. Her kentte mimari yapılar, kurumlar, yollar, kanalizasyon ve planlama gibi temel unsurlar vardır. Fakat gerek fiziki çevrenin gerekse bu unsurların örgütlenmesi ve yapılanması, her yerde aynı değildir. Sözgelimi geleneksel dönemlerde, genellikle şehrin merkezinde bir "tapınak" vardır. Şehir, bu tapınak etrafında kurulmuş ve şekillenmiştir. Burada tapınak bir simgedir. Bu simge, geleneksel toplumların Tanrı-merkezli inanç ve toplum yapısını ifade 76 WİRTH, Louis, Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentleşme, 20.Yüzyıl Kenti, Derleme ve Çeviri: DURU, Bülent, ALKAN, Ayten, İmge Kitabevi, Ankara 2002, sf: 78 77 BOOKCHİN, Murray, Kentsiz Kentleşme, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999, sf: 18 78 GÜNEŞ, İsmail, Kent Kültürü ve Dünya Kenti Olmak, http://www.sonbaski.com/aralik2005ismail.html 19 eder. Modern şehirlerde bunların yerini parlamento, belediye, hükümet konağı, opera, merkezi postane ve tren garı gibi değişik kamusal hizmetlerin yürütüldüğü anıtsal binalar aldı. Şehirlerin kimliğini belirleyen en önemli faktörler kültür ve tarihtir. Her şehrin bir "hikayesi" vardır. Bu hikaye, onun tarihsel geçmişini ve bu süreç içindeki kimlik gelişiminideğişimini sergiler. Şehre, tarihsel bir açıdan yaklaşmak, şehrin tarih içinde geçirdiği evreleri; yani dinamik yapısını daha iyi kavramamızı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda onun kimlik değişimini de gözler önüne serer79. Büyük, iddialı ve kozmopolit şehirler çoğulcu bir kültürel kimlik sergilerler. Şehirde var olan alt kültürlerin çokluğu o şehre bir dinamizm kazandırır. Heterojen yapı zengin bir kültür üretebilir. Modern şehirlerde tek tip anlayışların, mimarinin, yaşam biçiminin veya kent ideolojisinin üretilmek istenmesi bu kültürel çoğulculuğu törpüleyen bir durum haline gelebilmektedir. Her şeyi benzer hale getiren, tek tipleştiren mekânlar, ideal bir kültür ve medeniyet merkezi olamazlar. Beşeri zenginlikler, bölgesel ve coğrafi farklılıklar, şehrin başka bir değerle değiştirilemeyecek kadar kıymetli hazinesidir. Kent kültürü demokratik, uzlaşmacı ve toleransa açık ve çok renkli bir yapı olmak durumundadır. Farklılıkların olduğu kentlerde homojen bir kent kültürü üretme çabası kent içinde gettolaşma ve kamplaşmalara sebep olabilir. Asıl olan bir kentte yaşayan insanların aynı kültürel değerleri paylaşması değil, kent kültürünü paylaşmasıdır. Kentlilik bilincini ve kent kültürünü özümseyen bir bireyin kültür dünyasında farklılıklarını koruması bir tezat olarak görülmemelidir. Türkiye’de, özellikle İstanbul gibi yerlerde kent nüfusunu oluşturanların kişilerin önemli bölümü, birinci nesil göçmendir. Batıda 200 yılda sağlanan kentleşme, kent nüfusunda birinci nesil oranının düşük olmasını sağlarken, bizde bunun tam tersi olmuştur. Bunun neticesinde de, bu gün kentlerimizde bulunan nüfusun önemli bölümü halen geldikleri köylerin kültürünü muhafaza etmektedir. İnsanların köken itibarı ile ait oldukları köylerin kültürünü korumaları elbette güzel gir hadisedir ve bu kültürü terk etmelerini istemek sağlıksız ve çarpık bir yaklaşımdır. Buna mukabil kentin kendine özgü kültürünün de benimsenmiş olması gerekmektedir. Bu durum kimlik sınıflandırılması biçiminde algılanmalıdır. Herkesin kökeninden kaynaklanan bir kimliğinin, örneğin Sivaslı, Erzincanlı, Tokatlı, Trabzonlu gibi kimliğinin bulunması ve bu kimliğini muhafaza etmesi normaldir. Normal olmayan, bu kişilerin yaşamakta oldukları kentle ilgili bir başka kimliğe sahip olmamalarıdır. İstanbulluluk kimliği, mevcut diğer kimliklerini inkâr etmeden sahip olmaları gereken bir başka ortak kimlik olmalıdır. Hızlı ve çarpık kentleşme Türkiye toplumunda bir dizi sosyal ve kültürel soruna sebep olmaktadır. Kentleşmenin kültürel boyutunun ihmal edilmesi ve sosyal anlamda kentleşmenin gerçekleştirilememesi kültürel çarpıklığa, boşluğa veya bunalıma sebep olmaktadır. Kırsal alanlardan büyük kentlere göçen milyonlarca kişi için, kırsal kültür işlevini kaybetmektedir. Ancak bu kişiler kentsel kültürü de yeterince benimseyememektedirler. Ortaya çıkan bu "kültür boşluğu", hızla oluşan bir "kuralsızlık" doğurmakta, toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamımızda ortaya çıkan "anarşi"nin temeli olabilmektedir. Özellikle aile kurumunda yaşanan değişim, kuşaklar arası çatışmayı doğurmakta ve ciddi problemlere sebep olmaktadır. KENTSEL HİZMETLERDE NİCELİK-NİTELİK SORUNU Birleşmiş Milletler’in ‘Kentsel Binyıl olarak nitelediği yeni binyıl kentleşme konusunda da yeni dinamikleri beraberinde getirmektedir.80 Bunun ilk ipuçlarını geçtiğimiz 40-50 yıllık süreçte aldık. Buna göre yoğun kentleşme deneyimini geride bırakmış gelişmiş ülkeler, 79 CANATAN, K., Geleneksel şehirlerden modern kentlere, kent kimlikleri, 80 ÇALIŞKAN, olgu, Türk Planlama Sorunsalına Genel Bakış ve Yapısal Çözüm Önerileri1, aydinlanma1923.org 20 dönüşüm, yenileme gibi konuları kent gündemine taşırken; azgelişmiş güney ülkeleri, artan nüfusun eşlik ettiği hızlı kentleşmenin yol açtığı sorunlara çözüm aramaktadır. Kentsel hizmet sunumuna yönelik olarak günümüzde ortaya çıkan husus asıl olanın gelişim değil yenileme olduğudur. Kentsel hizmetlerde artık belirleyici nicelik değil, nitelik olmaktadır. Örneğin eskiden olduğu gibi birincil sorun okul sayısındaki yetersizlik değil, varolan okullardaki eğitim kalitesidir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, sözü edilen koşullar daha çok gelişmiş kentler için geçerlidir. Zira özelleştirme politikaları ile hızla üretimsizlik sürecine itilen ve ‘kaybedenler’ grubunda ele alınan birçok küçük Anadolu kenti için kentsel ekonomiyi ayağa kaldırıcı politikalar önemini korumaktadır. Bu durumda yerel koşullara göre farklılaşması gereken kentsel politikalar büyük önem kazanmaktadırlar.81 İstanbul’un birçok ilçe ve mahallesinde en temel hizmetlerin ve altyapı gereksinimlerinin ideal anlamda karşılanmadığı düşünüldüğünde hizmetlerin sayısal artışının halen önemini koruduğu görülebilir. Ancak kentin kalitesinin arttırılması bir yandan da mevcut hizmetlerin ve fiziksel donanımların niteliksel olarak dönüştürülmesini de gerekli kılmaktadır. Mevcudu yenileme de bugün için bir ihtiyaç olarak görülebilir. Birleşmiş Milletlerin Yayınladığı Kent Yenileştirme Raporu’na göre de mimari bir değer taşıyan konutlar ve mahalleler için söz konusu olduğu gibi kentlerin mevcut yapılarını da kentsel düzenleme kavramı içinde yenileştirmeye, onarmaya, yeniden canlandırmaya ve korumaya giderek daha çok önem verilmektedir.82 Her şeyden önce kent yenileştirme operasyonlarının geniş çaplı yapı yıkma ve yeniden kurma projelerinden ibaret olmadığı genel olarak biliniyor. Günümüzde, kent yenileştirme operasyonları özellikle onarım ve yenileştirme işlerinde biçim kazanıyor ve belirli gereksinimleri karşılamak olanağı veriyorlar. Yine genel olarak biliniyor ki, yenileştirme girişimi kentsel çevrenin ve topluluğun tüm görüntülerini kapsayacak bir eşgüdümlü birliktelik stratejisine dayanmak zorundadır ve onarma işi yapıları bozmaktan sakınmayı hedefleyen kesintisiz bir süreç olmalıdır. 83 Kent yenileştirme kentin dokusal yaşamının tamamını bütün olarak korumak ve güncel yaşam düzeyiyle uyuşanları yeniden kazandırmak amacıyla bir kentin eski mahallelerini yeniden düzenleme veya genel bir kesintisiz düzeltme olgusudur. Bu operasyon yalnız yenileştirme mahallesinin fonksiyonları açısından değil bölgenin ve kentin diğer mahalleleri açısından da düşünebilmelidir.84 Planlanan kent yenileştirmesini global kent düzenleme sürecinin bir elemanı gibi düşünmek önemlidir ki, yenileştirme bazı ülkeler için bölgeyi bütüne yeniden bağlayabilecektir. Bir kent yenileştirme eylemi gerektiren mahallelerin belirgin nitelikleri; ülkede onaylanan genel yaşam koşullarına uymayan maddesel ve sosyal koşulların yetersizliği ve çevrenin bozulmuş olmasıdır. Bu tür yerlerdeki konutlar çoğunlukla bakımsız durumdadırlar ve basit konfor unsurlarından yoksundurlar; sağlıkla ilgili koşullar ve oturanların genel sağlık durumu eksiktir ve bazı ülkelerde, bu tür mahallelerin yerleşimcilerinin pek çoğu çok düşük bir gelire ve meslek kategorilerinden elverişsiz olanlarına sahiptirler ve işsizliğe iyice yenilmişlerdir. Kent yenileştirme kesintisiz bir operasyondur ve uygun düşen bölgesel ve takım planlara bağlı olarak tüm mahalleyi uzun vadede dönüştürür. Konutların iyileştirilmesini; ulaşımı, kamusal teknik ağları ve kolektif ekipmanları yerleştirmeyi; servislerin ve enerji kaynaklarının akılcı kullanımını; çevreye zararlı faktörleri toptan veya kısmen dışarıda bırakmayı, yeşil alanlar ve kamusal (açık) alanları düzenlemeyi kapsar. 81 Aynı 82 Avrupa Ekonomik Komisyonu Raporu, Kent Yenileştirme ve Yaşam Kalitesi, Çev: ÇAĞLAYANDERELİ Mustafa, Birleşmiş Milletler, New York, 1981 83 AKŞİN, Selçuk Somel, Yerel Tarih Araştırmacıları İçin Kılavuz, Bilkent.edu.tr 84 Kent Yenileştirme ve Yaşam Kalitesi 21 Kentleri ‘içeriden’ (yani, kent merkezlerinin oturmaya ayrılmış mahalleleri ve karma bölgelerinde yapıldığı gibi kentleri de merkezden) yenileştirmek özellikle önemlidir, zira bu bölgeler genellikle geniş çapta spesifik karakterli yığınları ortaya çıkarmışlar ve aynı zamanda aşırı zorlanma nedeniyle bozulmaya uğramışlardır. Kent yenileştirme hem uyum hem de karşıtlığı dile getirir. Geleneksel yapı metodlarını uygulayarak eskiyi sevmek ve gerekenleri korumak kaygısının dışında modern yapının teknik ve modellerine ve de çağdaş mimarinin öğretilerine başvurulur. Kentlerin karakteristik görünümlerini korumak kaygısı ve onların özgülükleri ile bugünkü toplumun olanak ve gereklilikleri çapında uzaysal biçimleri kabul etmek atbaşı gider. Yenileştirilen bölgelerin güzelleşmesine ve değerlerinin yumuşaması için iyileştirilmelerine; konutlar, fıskiyeler, bitkiler, banklar, zemin duvarlarının hoş bir şekilde sıvanması, yeni bir aydınlatma ve benzeri şeyler katkı sağlar. Tarihsel kültürel değerler ve kentin gürünüm ve yapısının yeni ayırt edici nitelileri diğer aydınlatıcı şeylerle birlikte mahalle sakinlerinde korunur ve açığa vurulurlar.85 KENTLEŞMENİN İKAMET VE YAPILAŞMA BOYUTU Modern dönemde ortaya çıkan ikamet türleri kentleşmenin sosyal ve mimari boyutunu ilgilendirmektedir. Mekân yüzyılı olarak adlandırılan 20. yüzyılda estetiğin mimarlık kuramları üstündeki etkisi azalırken, yararcılığın ve işlevselliğin önemi çoğalmıştır. Yapının taşıyıcı strüktürünü önde tutan, onu vurgulayan yapımcılığa önem verilmiştir. Süslemelerden, tarihsel göndermelerden arınmış, soyut formlar üzerine kurulu, işlevsellik ve teknolojinin gereği olma amaçlarına sahip bir mimarlıktır modern mimarlık.86 Rasyonel, bilimsel tasarım çağrılarının yapıldığı, işlevin yapıyı son noktasına kadar belirlemesi gerektiği inancının bütün tasarım sürecini belirlediği modern mimarlık döneminde çok katlı binalar önem kazandı. Tek katlı ev eskiyi, konfor koşullarına yönelik sorunları, toplumun dışında kalmış olmayı simgeliyor, yalnızca arsasının getireceği kat adedi ile değer buluyor. Apartman ise yeniyi, çağdaşlığı, konforu, çağın gereğini, toplumsal yaşamı simgeliyor.87 Bir toplumun kültürel sürekliliğini tehdit eden en önemli faktör, insan yerleşimlerinin artık bir "üretim süreci"ne bağlanmış olmasıdır. Üretilen her mamul gibi, seri konut üretiminde de kültürel ve estetik öğeler bir kenara itilir; kaba veya başka bir ifadeyle "yalın barınma" faktörü öne çıkar. Yalın barınmanın modern kentteki karşılığı tam olarak "konut"tur; konut ise hiçbir zaman insanın kozmik düzendeki koruyucu yuvası olan "ev" veya "mesken" değildir. Mesken, insanın kendisinde "sükun" bulduğu anlamlı yuvasıdır; modern kentin hızı giderek artan temposunda ne sükun ne arza sapasağlam basma demek olan yerleşme hali söz konusudur.88 Bu süreçte bırakın Avrupa standartlarının öngördüğü kişi başına 7 m2 lik yeşil alan oranını korumak, bir süre sonra “yeşil” denen bir alan bulmak bile mümkün olmaktan çıkar.89 Modern dönemin en önemli özelliği yapılaşmanın seri üretime bağlanması ve konut ile kullanıcı arasındaki duygusal bütünleşenin en aza inmesidir. Geleneksel dönemin evsahibinin kişiliğini, kültürünü, zevkini yansıtan evler modern dönemin konutlarıyla türdeş, sıradan ve kimliksiz bir boyut kazanmıştır. Sosyal konut alanında, bilmedikleri insanlar için tastamam evler yapma düşüncesi mimar ve mühendislerin her zaman saplantısıdır. Bu mevkiini 85 Aynı 86 AKTAŞ, Cihan, Bakü Mimarisine Sosyalizmin Etkileri, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 75 87 GÜZER,Avni, Apartmanın nlenemez Yükselişi, 21com.tr 88 NİCHOLAS Wilkinson, Mekan İnşası İçin Dizayn, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 124 89 BULAÇ, Ali, İstanbul, Göç ve Şehirlilik Kültürü, İstanbullu Dergisi, İstanbul 1999, sf:14 22 bilmeden bina yapmaya benziyor. ‘Bilinmeyenler için evler’ kamusal konut projelerine atfedilebilecek bir kavramdır.90 İkametgâh biriminin tasarımında ve topluluğun planlanmasında orada yaşayan sakinlere en geniş tercih imkanı sağlanmalıdır. Tercihler, muhtelif beğenilerin, aile büyüklüğü ve bileşimlerinin, yaş, cinsiyet ve gelir düzeyinin ihtiyaçlarını karşılamalıdır.91 Sosyal ve kültürel mahrumiyet bölgeleri yaratan birimleri ile Batının izlediği hazır konut anlayışından ziyade sadece fiziki altyapıyı temin ve inşa eden yardımcı mimar ve mühendislik anlayışı önerilmektedir.92 Yüksek yapılaşma, onyıllar boyunca dünyanın hemen her yerinde yüksek nüfus artışı ve hızlı şehirleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Mekansal ve çevresel sınırlılığı aşmanın yolu olarak görülen yüksek binalar yeni sosyal ilişki biçimleri de üretmiştir. Yüksek yapılaşmanın çok ciddi psikolojik ve sosyal tahribat doğurduğunu ve toplumsal dejenerasyona yol açtığı iddia edilmektedir. Bu yüzden yüksek yapılaşma batı dünyasında gözden düşmüştür. ABD’nin Missouri eyaletinin St. Louis şehrinde 1950’lerde yapılan bir toplu konut sitesi olan Pruitt Igoe, burada iskan edilen fakir zenci halkta giderek artan davranış bozuklukları göstermeleri sonucu 1972 yılında yıkılmıştır.93 Çok katlı binalar komşuluk ilişkilerini ve sosyal hayatı olumsuz etkilemektedir. Çok katlı binalarda hastalık şikâyetlerinde artış görülmüş, apartmanlarda çocuk yetiştirmek için uygun ortamlar değildir.94 Okul çağına kadar apartman çocukları ebeveynlerine daha bağımlı, müstakil ev çocukları ise daha serbest ve kendilerinden sorumlu olmakta, gençlik yıllarından itibaren ise müstakil ev çocuklarının ebeveynlerine daha bağımlı olmalarına mukabil apartman çocukları daha başlarına buyruk olmakta, ev dışında daha fazla vakit geçirmektedir.95 Christopher Alexander’a göre yüksek binalar görüntüyü bozar, sosyal hayatı tahrip eder, suçu arttırır, çocukların hayatını zorlaştırır, bakımları masraflıdır, etraflarındaki açık alanları tahrip ederler, ışık-hava ve manzarayı menfi yönde etkilerler.96 Çevrenin davranışları engelleyici veya kolaylaştırıcı bir rol oynadığı bilinmektedir.97 Çok sayıdaki çevre psikolojisi araştırması göstermektedir ki, belirli mimari formlar bir takım davranışları kolaylaştırmak veya onlara çanak tutmakla kalmamakta onları telkin etmektedir.98 Şehir psikolojisi üzerine yapılan çalışmalar şehir ortamında yaşayan insanlarda dayanışma duygusunun azalmakta olduğunu, beşeri münasebetlerde sathiliğin, egoizmin ve karşılıklı güvensizliğin arttığını, davranışlarda saldırganlığın geliştiğini ortaya çıkarmaktadır.99 Kentte sosyal hayat dakiklik, kestirilebilirlik ve kesinlik üzerine kuruludur. Kesinliği ve dakikliği ilerleten ve onları en yüksek bir gayri şahsilik yapısına dönüştüren aynı faktörler, genellikle şahsi bir subjektifliğe de teşvik etmektedir.100 Kent yaşamının ürettiği bireysellik 90 NİCHOLAS, a.g.e. sf:124 91 FARAHAT, Abdulmuhsin, İskan Projelerinde Seçilmiş Tabii ve Beşeri Faktörler Ortadoğuda Örnek Çalışmalar, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 159-179 92 NİCHOLAS, a.g.e. sf:127 93 CEBECİ, M. Numan, Yüksek Yapılarda Psikolojik ve Sosyal Problemler, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 132-139 94 CEBECİ, a.g.e. sf:135 95 KUMOVE, Leon, A Preliminary Study of the Social İmpications of Neighborliness in Apartment Building, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, Bahar 1975 96 ALEXANDER, Chriptoher, A Pattern Language, New York, Oxford Pres, 1977 97 RAPAPORT Amos, Human Aspects of Urban Form, Pergamon Pres, 1090 98 LAUGHLİN, Herbert Mc, The Architect’s Urban Choices and Attitudes, Architectural Record, February 1976 99 PERİN, Constance, With Man in Mind-An İnterdisciplinary Prospectus for Environmental Desing, Massachusetts, M.I.T. Pres 1973 100 MARTİNDALE, Don, Önsöz: Şehir ve Mdern Kentin Oluşumu, Max Weber, Çev: CEYLAN, Musa, Bakış Yayınları, İstanbul 2000, sf:34 23 sosyal ilişki biçimlerini de derinden etkilemektedir. Metropoliten insanının başkalarına yönelik davranışı, genelde resmiyet ve çekingenlik göstermektedir. Bu çekingenlik bireye, başka her türlü koşul altında imkânsız olan bir kişisel özgürlük kazandırır.101 Şehir insanı düzgün mekânlarda ritmik yürüyüşe alışkındır; adım atışları belli bir ritme tabidir, adımları belli ölçüler içindedir, adımlarında bir düzensizlik göremezsiniz. Köylü insanın adımları düzensiz, ritimden yoksun, ölçüsüz ve daha hesaplıdır. Köylük mekanlarda yaşayanlar doğal ortamda ve hayatın gerçekliğiyle iç içe yaşamaktadırlar. Bundan dolayı da onların davranışlarında bir abartı, bir yapaylık, gereksiz ayrıntı görmek mümkün değildir, hayat neyi gerektiriyorsa onlar yapılmakta tabiatla yüz yüze ve iç içe yaşanmaktadır. Oysaki şehir insanının davranışlarında tam tersi bir form egemendir. Aslında şehir başlı başına bir yapaylığın eseridir. Şehir bir tasarının, aklın ve hesabın ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Caddeler, sokaklar, binalar, yollar, kaldırımlar, ağaçlandırmalar, parklar, eğlence yerleri, dinlenme yerleri, alış-veriş merkezleri hepsi birer tasarımın ürünüdür.102 Netice olarak konutla ilgili yol gösterici ilkeler şöyle sıralanabilir: Konutta bireyin mahremiyetinin olması, Her insan ve ailenin; güvenli, sağlam bir konut edinme hakkı, Yerel yönetimlerin, konutta seçenek, çeşitlilik ve ulaşabilirliği arttırması, Sosyal ve ekonomik olanakları kısıtlı olan kişi ve ailelerin haklarının, yalnızca Pazar mekanizması koşullarına terk edilmemesi, Yerel yönetimler tarafından, ev sahibi olabilme ve kullanım süresi güvencesinin sağlanması, Eskimiş konut dokusunun yenilenmesinin bedelinin burada oturan, sosyo-ekonomik seviyesi düşük gruplara yüklenmemesi.103 KENTLERDE İMAR VE PLANLAMA Le Corbusier, mimarlık alanında 20. yüzyılın en büyük isimlerinden biriydi. İsviçre asıllı Fransız Le Corbusier, gençliğinde Avrupa’yı dolaşa dolaşa 1911’de İstanbul’a varır. O zaman ki haliyle, İstanbul, genç mimari adeta büyüler. Karşısındaki bu şehir, tüm dünya kentlerine örnek olabilecek bir kettir. Le Corbusier yazılarında İstanbul’u devrin diğer büyük şehirleriyle karşılaştırır. Bu karşılaştırmalar hep İstanbul lehine sonuçlanır. Bir yazısında şöyle der: “Şimdi New York ile İstanbul’u karşılaştırırsak diyebiliriz ki, birincisi kıyamettir, ikincisi ise bir yeryüzü cenneti. Bir Türk atasözü der ki, “Ev kuran, önüne ağaç dikmeli.” Oysa biz (yani, Avrupalılar) ise söküp duruyoruz ağaçları. İstanbul bir meyve bahçesidir, bizim kentimiz ise taş ocakları. Geleceğin büyük kentleri ağaçlıklar içine kurulabilir.” Gerçekten de, İstanbul o yıllardan beri büyümekle kalmadı, Le Corbusier’in aklını alan özelliklerden büyük bir kısmını da yitirdi. Şehir ekolojisi denilince, kentin yaşanacak yer olarak kalitesi akla gelir, estetik ile fonksiyon bir arada ele alınır. Şehircilik açısından, “yaşam kalitesi” kavramını, hem mimari ve estetik anlamında; hem de havası, suyu, yeşil alanları ile şehirli vatandaşın çevre sağlığı anlamında kullanıyoruz104. Eski İstanbul’un, büyüleyen düzen ve güzelliğinden, günümüzün bu şehirlerine nasıl geldik? Yapılan şehir planları neden uygulanamıyor? Arsa spekülasyonu neden önlenemiyor? Şimdi vereceğimiz örnek, bu sorular hakkında çok şey söylüyor. Ankara şehri için 1928’de açılan imar planı yarışmasını Alman Prof. Jansen kazanmış, Atatürk ile yaptığı ilk görüşmeyi Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabında şöyle aktarıyor. 101 MARTİNDALE, a.g.e., sf:35 102 DURSUN, Davut, Göçlerin Bunalttığı Şehirler, İstanbullu Dergisi, s: 32, sf: 28-33 103 ARAPKİRLİOĞLU, Kumru, YENER, Zerrin, Avrupa Kentsel Şartı, Ada Kentliyim Dergisi, Haziran-Ağustos 1998 104 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.123 24 “Jansen tercümanla konuşmakta idi. Arkasından bir sual sordu : - Bir şehir planı tatbik edebilecek kadar kuvvetli bir iradeniz var mıdır ? Atatürk kızdı. Koca memleketi yedi düvelin elinden kurtarmışız. Bir ortaçağ saltanatını yıkarak yerine bir yeniçağ devleti kurmuşuz, bunca devrimler yapmaktayız. Bütün bunları başaran bir rejimin, bir şehir planını tatbik edebilecek kuvvette olup olmadığı nasıl sorulabilirdi? Biraz sertçe cevap verdi. Dikkafalı Prusyalı : Belki sizin hakkınız var, dedi. Biz Almanya da bile türlü güçlüklere uğruyoruz da, onun için sormuştum.” Atay daha sonra, tüm iyi niyet ve çabalara rağmen, Ankara’da birçok arsanın daha baştan nasıl spekülasyoncuların eline geçtiğini, nüfuz ticareti yolu ile imar planı değiştirilip, nasıl milyonlar vurulduğunu anlatıyor. Ülkemizin ilk çevrecilerinden olan Atay, bu devirde imar komisyonu başkanıymış, dolayısıyla olup biteni birinci elden görmüş. Hikâyesini şöyle bağlıyor. “Bizim polislerin elinden bir yankesici kaçamaz. Fakat bir ev, bir mahalle, bir şehir kaçabilir.” Atay’ın deneyimine göre, bir şehir planı uygulamak, düşmanı kovmak ve devrimler yapmaktan bir bakıma çok daha zordu105. Sadece Ankara’da değil, genelde her yerde, arsa fiyatlarındaki değer artışını kamu yaratır. Örneğin, Ankara’nın başkent yapılması kararı, toprağın birden değerlenmesine neden olmuştu. Tüm yatırımlar –yollar, okullar, getirilen su ve elektrik- yatırım yapılan çevrenin değer kazanmasıyla ve spekülasyon baskısının artmasıyla sonuçlanıyor106. İMAR VE PLANLAMA PROBLEMLERİ Bir belediyeci ya da şehir planlamacısı açısından düşününüz. On dört yılda nüfusu iki katına çıkan bir şehrin ulaşımını, suyunu, çöpünü, kanalizasyonunu, yakıtını nasıl planlayıp yetiştirirsiniz? Gerekli para, insan gücü, yetişmiş eleman, enerji kaynaklarını nereden bulacaksınız? On yılda, bu şehrin yarı nüfusuna yetecek kadar konut, okul, sağlık merkezi, park nasıl ortaya çıkaracaksınız? Geceleri uykularınızı kaçıran bu şehrin, İstanbul kadar büyük olması da şart değil. Yüz binlik bir şehir, hatta on binlik bir ilçe de olabilir. Olanaklarınız da ona göre dar olacak. İşte bu şehrinizin, on dört yılda iki katına artışını planlayacaksınız ve bu şehir yaşanabilir bir yer olacak107! Hiç de kolay bir iş değil bu. İşte bu nedenle, bugün ülkemizde şehircilik hizmetleri genellikle aksıyor. Trafik tıkanık ve ulaşım zor. Çöpler zamanında kalkamıyor. Sokaklar iyi temizlenemiyor. Devamlı yeni mahaller eklendiğinden, içme suyu ve atık suyolları, elektrik şebekesi, havagazı boruları ya tamirde, ya da kopuk veya patlak. Fazla yüklemeden elektrik kesiliyor. Şehir suyu ihtiyaca hep yetersiz. Yeni bir baraj ya da diğer su kaynağı devreye girene kadar geçen zaman içinde, bakıyorsunuz şehrin nüfus artışı, uğraşıp başardığınız gelişmeleri silip süpürmüş. Sıfırlamışsınız108! Kentleşmenin çarpık ve dengesiz olmasında popülist politikaların payı büyüktür. 1950’lerden günümüze imar planlaması, devlet eliyle, belirli yasal standartlar ve yöntemlerle yürütülmüş ve bugünkü kentsel çevremizin oluşumunda önemli rol oynamıştır. Kentlerin planlamasında, dolayısıyla biçimlenmesinde katılıma yer verilmemiştir. İmar planları yerel ve merkezi yönetimin aldığı kararlarla, kentli toplumun büyük bir kesimi dışlanarak gerçekleştirilmiştir. Oysa bugünkü kentsel sorunlarımızın giderilmesinde bu mekanizma önemli rol oynayabilirdi. Sorunların temelinde, planlama, arsa ve konut konularında kentleşmenin getireceği sorunların üstesinden gelebilecek bir planlamanın gerçekleştirilememiş olması yatmaktadır. Hepsinden öte, sorunların yerinde çözülebilmesi 105 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.133-134 106 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.134 107 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.133 108 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.133 25 için, demokratik, etkin ve merkezi yönetimin sıkı denetiminden uzak bir yerel yönetim geliştirilememiş olmasının payı büyüktür109. Bu dönemde kentlerin karşılaştıkları önemli sorunların bir nedeni de, demokratik bir süreç içine girilmesine karşın belediyelerde bu yönde bir gelişmenin olmamasıdır. Çok partili sisteme geçiş belediyelerin kentleri biçimlendirmesi ve düzenlemesi konusunda olumlu bir ilave yaklaşım getirmemiştir. Belediyeler, merkezi yönetimin müdahalesi dışında kalarak iş yapmayı oldukça geç öğrendiler. Yerel yönetimlerin merkezi yönetime bağlılığının en üst düzeyde olmasından dolayı, kentlere sahip çıkacak demokratik bir yerel yönetim anlayışının başlaması da gecikmiştir110. Çarpık yerleşme ve büyümenin ortaya çıkardığı sorunların çözümünde sorumluluğun tamamen yerel yönetimlere bırakılmamaktadır. Kentleşme sürecinde, planlama, arsa ve konut gereksinimini karşılama, altyapı sorunlarının çözümlerine katkıda bulunma, destek olma ve kırsal alanın iticiliğini azaltmak için gerekli önlemleri alma görevleri merkezi yönetimin sorumluluğundadır111. Merkezi yönetimde bayındırlık ve iskan hizmetleri ile ilgili görevler, 1983 yılında bu iki hizmet grubunun aynı örgütsel yapı altında bütünleştirilmesi yoluyla örgütlenen Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın (BİB) sorumluluğunda bulunmaktadır. Anılan Bakanlığın genel ilgi alanını; ülkenin altyapı gereksinimleri doğrultusunda karayolu, konut, imar planlaması, kamu yapıları, yer altı ve üstü suları, yapı gereçleri ve afet işleriyle ilgili konular oluşturmaktadır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın yukarıda anılan konularla görevli birimleri; Yapı ve Afet İşleri ile, Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlükleridir. Daha önce bu bakanlığına bağlı olup daha sonraları Maliye Bakanlığı'na bağlanan Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü de plan yapma yetkisi olan ve kentsel arsa üretme sorumluluğu olan bir genel müdürlüktür112. “Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, gerekli görülen hallerde, kamu yapıları ile ilgili imar planı ve değişikliklerinin, umumi hayata müessir afetler dolayısıyla veya toplu konut uygulaması veya Gecekondu Kanununun uygulanması amacıyla yapılması gereken planların ve plan değişikliklerinin, birden fazla belediyeyi ilgilendiren metropoliten imar planlarının veya içerisinden veya civarından demiryolu veya karayolu geçen, hava meydanı bulunan veya havayolu veya denizyolu bağlantısı bulunan yerlerdeki imar ve yerleşme planlarının tamamını veya bir kısmını, ilgili belediyelere veya diğer idarelere bu yolda bilgi vererek ve gerektiğinde işbirliği sağlayarak yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye ve resen onaylamaya yetkilidir". "Bakanlık birden fazla belediyeyi ilgilendiren imar planlarının hazırlanmasında kabul ve onaylanması safhasında ortaya çıkabilecek ihtilafları halleder ve gerektiğinde resen onaylar..... Kesinleşen planlar ilgili belediyelere ve valiliklere tebliğ edilir. Bu planların uygulanması mecburidir". Bayındırlık ve İskan hizmetleri bütünlüğü içinde, en önemli konulardan birisini "PLANLAMA" oluşturmaktadır. Ancak, günümüzde makro ölçekte bölge ve kentleri yönlendirecek planlar ya bulunmamakta, ya da var olanlar güncelliğini yitirmiş bulunmaktadır. Bölge Planlama hizmetleri etkili olarak yürütülememekte, dar çerçeveli ve katı bir anlayışla plan beklentileri gerçekleşememekte, özel sektörün yatırım kararları ile uygulayıcı bakanlıkların yatırım kararları ile kentleşme ilkeleri arasında gerekli uyum sağlanamamaktadır. Bu planları hazırlamakla görevli Bakanlık, bu planlama çalışmalarını yetersiz teknik kadro ve parasal kaynaklar nedeniyle gerçekleştirememektedir113. 109 http://www.geocities.com/yereldemokrasi/makale/makale4.htm#_ftnref1 110 http://www.geocities.com/yereldemokrasi/makale/makale4.htm#_ftnref1 111 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım, 112 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım, 113 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım, 26 İmar Yasası'nda "Bölge Planları" başlığı altında ; "Sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve altyapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır." denilmekte ve DPT'ye de görev vermektedir114. Yönlendirici üst ölçekli planların bulunmaması nedeniyle, özellikle Belediye sınırları dışında ya parçacı (mevzi/yerel) planlar devreye girmekte, ya da plan dışı (kaçak/yasal olmayan) gelişmeler kent çevrelerini sarmaktadır. Özellikle ana yollar boyunca ve denetimsiz kamu arazileri üzerinde bu gelişmeler gözlenmektedir. Kıyılarda ve orman alanları içindeki gelişmeler zaten son yıllarda bir kanser gibi bütün ülkeyi sarmıştır. İçme suyu kaynakları, göller ve sulak alanlar, verimli tarımsal araziler ve meralar da tehdit altındadır115. İmar Yasası'nda "İmar Planları" başlığı altında; "Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise Bölge Planı ve Çevre Düzeni Plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır, belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer" denmektedir. Metropoliten ölçeğe ulaşmış kentlerde (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Antalya, Konya, Kayseri vb) makro ölçeklerde (1/50 000, 1/25 000, 1/5000) planlama çalışmaları 3030 Sayılı Yasa uyarınca oluşturulmuş Büyükşehir Belediyeleri tarafından sürdürülmektedir. Bu planlar; yönetsel sınırlar nedeniyle yakın çevredeki Belediyeleri ve Beldeleri ya içermemekte, ya da yaptırımı olmayan kararlar getirmektedir. Ayrıca bu planlar, dava konusu edilerek belirsiz sürelerle uygulanması engellenebilmektedir. Uzun sürelerde ve büyük emeklerle hazırlanan Nazım Planlar; sürekli değiştirilebilmektedir. Makro plan kararlarına ve kentsel gelişmelere aykırı İlçe ve Belde Belediyeleri karar ve uygulamaları ile, gene yasa/plan dışı (kaçak) uygulamalar bu planları kısa sürede yeniden ele alınması gerekli hale getirmektedir. Büyükşehir Belediyeleri ile İlçe / belde Belediyeleri arasında politik, teknik ve yaklaşım farklıklarından oluşan çekişmeler, Kent ölçeğinde ortaklaşa uygulanması gerekli makro plan kararlarını yer yer uygulanamaz hale getirmektedir. Belediyelerin makro ölçekteki planları uygulamadaki karşılaştıkları teknik, parasal ve örgütsel zorluklar da konunun önemli bir boyutunu oluşturmaktadır116. Varsa yürürlükte bulunan Nazım Plan doğrultusunda İlçe/Belde Belediyeleri tarafından hazırlanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planları, klasik imar planı sisteminde (çizim/gösterim tekniği ve anlayışı) hazırlanmakta ve uygulamada mimarlar, peyzaj mimarları, altyapı mühendisleri tarafından çok değişik boyutlarda eleştirilmektedir. Bu eleştirilerin başında planların donmuş, statik, dinamik olmayan günün gerçeklerine göre esnekliği az, yapı ve çevre tasarımcılarını sınırlayan, ada ve parsel sistemine hapsolmuş bir düzenek (araç) olmasıdır. Uygulama imar planlarının bir başka eleştirilen özelliği, kentsel ve çevresel tasarıma hemen hiç yer vermemesi, hemen her yörede aynı tarzda yasal belirli rakamsal gerekleri (sosyal donatı, yeşil alan vb) gerçekleştirmeye çalışmasıdır. Bu da; yaşamı ve çevreyi tasarlayan bir sistemin "Tasarım" boyutunu dışlaması gibi anlamsız bir sonuç doğurmuştur. Planlar, mekanik/görsel bir sistem olarak ele alınmakta, matematiksel bazı hesapları yerine getirdikten sonra onanmaktadır. Bir başka eleştirilen konu da; askı süreci (plana itiraz) süreci dışında genel olarak planların kullanıcılarının katılımına hemen hiç yer vermeden (sorgulamalar /anketler dışında) katılımcı bir süreç yaşanmadan hazırlanmasıdır. 114 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım, 115 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım, 116 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım, 27 Bu da planların, gerçekçilikten uzak, yaşamı/yöreyi pek de tanımayan bir şekilde hazırlanması sonucunu getirmekte ve uygulamada sorunlara yol açmaktadır117. PLANLAMADA YAŞANAN SORUNLAR Türkiye’de planların uygulamada etkisiz kalması temelde iki mekanizmayı olmuştur. Bunlardan birincisi mevzii planlar yoluyla planın aşılmasıdır. İkincisi ise kaçak yapılaşmadır. Mevzii planlar planı aşmayı daha başlangıçta meşrulaştırırken, kaçak yapıların oluşturduğu alanlar imar aflarıyla meşrulaştırılmaktadır. Bu iki süreç kısa bir süre sonra planları anlamsızlaştırmaktadır.118 Plan yapılırken, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, politik ve sosyal şartlar gözardı edildiğinde, kentlerin gelişim hızları ile ilgili isabetli değerlendirmeler yapılamamakta ve bir süre sonra öngörülen planlar ketin ihtiyacını karşılayamaz konuma gelmektedir. Kent planlarının kimin tarafından yapılacağı konusunda yaşanan karmaşa problemin bir başka boyutudur. Bilindiği gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan Nazım İmar Planları “Yetkisizlik” gerekçesi ile devre dışı kalmıştır ve İstanbul nazım planları olmayan bir kent konumundadır. Merkezi idare ile yerel idare kademeleri arasında yaşanan planlama yetkisinin bir an önce sağlıklı olarak çözümü gerekmektedir. 1990’larla birlikte de kaçak yapılaşmayı teşvik yöntemi olarak imar affı kapsamına girmeyen yerleri belediye ilan etme, belediyeciliği yepyeni bir boyuta sokuvermiştir.119 Hızlı kentleşmenin gerektirdiği ölçüde imarlı arsa üreterek topluma arz edemeyen yerel yönetimler ve planlama süreçleri sonucunda oluşan yüksek mutlak rantlar, tek parsel üzerinde tek mal sahibinin konut yapabilmesi kuralıyla bir araya gelince orta sınıfların konut sahibi olmasını olanaksız hale getirmesinin yarattığı krizin aşılması apartmanlaşma ve kat mülkiyetinin olanaklı kılınmasıyla olmuştur. Bunlardan biri yapsatçı diye adlandırılan bir küçük girişimcilik formu, diğeri konut kooperatifleri olmuştur.120 Planlama konusunda bu açmazı ortadan kaldırabilecek, kamusal denetimi etkin kılacak yegane çözüm hala ‘katılım’ olarak görülmektedir. Bu noktada katılım beş ayrı başlıkta değerlendirilmektedir. Buna göre ilki, tek yönlü bilgi akışı ile halkın desteğini, almaktır. İkinci yaklaşım, katılım yoluyla plancının bilgilenmesi yönündedir. Üçüncüsünde planlama siyasal bir süreç haline gelerek halkın ‘karara katılımı’ sağlanmaktadır. Dördüncüsü ise bölüşüm değil, kaynak yaratma temellinde bir katılım tarzı iken, son katılım türü, İ. Tekeli’nin ‘kritik rasyonalizm’ olarak nitelediği eleştirel akılcı katılım tarzıdır. Burada özellikle ilk ikisinde baskın olan pozitivist araçsal rasyonalizm bir kenara bırakılarak sorgulamaya dayalı bir katılımcı planlama anlayışı benimsenir. Üçüncüsünde olduğu gibi uzlaşmanın yarattığı her türlü sonuca da razı olma gibi bir durum ise söz konusu değildir. 121 Türkiye’de genel olarak imar disiplinin sağlanamadığı, bunun için de sık sık imar afları yapıldığı gerçeğin bir yüzüdür. Ama buna karşın bazı kentlerin modernist planlama yaklaşımlarını başarıyla uygulayabildiği bilinmektedir. Konya bu bakımdan en çok üzerinde durulmuş örneklerdendir. 1965 yılında açılan bir kent planlanması yarışmasından sonra, plan müellifinin önerileri doğrultusunda, başarılı bir kentsel toprak politikası izlenerek kentin gelişmesine yeterli arsa üretilmiş ve kenti yönlendirecek, konut alanları, organize sanayi bölgesi, küçük sanayi siteleri, otogar, fuar ve kültür parkın yapımı gerçekleştirilmiştir.122 117 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım, 118 Habitat II Türkiye Ulusal raporu ve Eylem lanı, sf:64 119 TMMOB Şehir Plancıları Odası, Yer Seçimleri Kimin Meslek Alanı?, Haber Bülteni, Ocak 2000 120 Habitat II Türkiye Ulusal raporu ve Eylem Planı, sf:63 121 TEKELİ ,İlhan, Kent Planlaması ve Katılım zerine Düşünceler, Planlama, Aralık 1990 122 Habitat II Türkiye Ulusal raporu ve Eylem Planı, sf:63 28 İstanbul’un ülke içindeki önemine rağmen, karşılaştığı problemleri gidermek üzere yapılan birçok planlama çalışması ne yazık ki kentin gelişmesini olumlu yönden etkilememiştir. Bunun nedenleri arasında 10 milyonu aşkın nüfusu bünyesinde barındıran İstanbul’un çok dinamik bir yapıya sahip olması, her yıl büyük sayıda göç alması ve gelişiminin devamlı suretle planlama çalışmalarının önüne geçmesi sayılabilir.123 Şehre yeni gelen nüfusun yerleştirilmesi için yapılacak altyapı harcamaları da şehrin evvelce yerleşmiş nüfusunun ödediği vergilerle karşılanacak, şehirliye verilecek hizmet için toplanan vergiler yeni nüfusun sorunlarını çözmek için harcanacaktır. Bugüne kadar yeni gelen nüfusun şehrin merkezindeki iktisadi, sosyal ve idari faaliyetlerin büyümesine sebep olması, bu merkezlerde gayrımenkul değerlerinin yükselmesini ve bu değer artışlarının şahıslara hiçbir üretim yapmadan kar olarak transfer edilmesini mümkün kılmış, böylece plan bir rant ve gayrimeşru kar transfer aracı olmuştur.124 Bu bağlamda, uygulamayı ve yatırım kararlarını yönlendiren, alt ölçekli planların yapımına ışık tutan ve stratejik bir plan olan 1/50000 ölçekli İstanbul Metropoliten Alan Alt Bölge Nazım Planı’nın hayata geçirilmesine ivme kazandıracak öncelikli projelerin de ivedilikle ele alınması gerekmektedir. Bu kapsamda, özellikle kentin tarihi, kültürel ve doğal değerlerinin yer aldığı Tarihi yarımada, Tuzla – Pendik ve Küçük Çekmece bölgelerindeki uygulama projelerinin yapılması öncelik kazanmaktadır; Tarihi Yarımada silüet ve peyzaj çalışması kentsel tasarım projesi, Haliç kıyıları kentsel tasarım planı araştırması, Pendik 3. derece merkez alanı ketsel tasarım projesi, Tuzla Orhanlı bölgesinde (sanayi-hizmetüniversite) ihtisas yönetim ve uygulama modeli projesinin geliştirilmesi, Tuzla bölge parkı projelendirilmesi, K. Çekmece fuar alanı ve bölge parkı projelendirilmesi v.b.125 Konut alanlarının Anadolu yakasında % 4’ü, Avrupa Yakasında % 5’i eski yerleşme bölgeleridir. Toplam alan, İstanbul genelinde, 1029,5 ha, konut alanı ise 284,5 ha’dır. Emsal 0,28 olup, konut alanı İstanbul konut alanının % 0,7’si kadardır. Bulunduğu ilçeler Eminönü, Fatih, Eyüp, Beyoğlu, Beşiktaş, Sarıyer, Bağcılar, Üsküdar, Beykoz ve Adalar’dır. Bu konut alanında 205,427 kişi yaşamaktadır. Bu alanlar için koruma imar planı yapılması gerekir.126 İstanbul Metropoliten Alan Planlamasındaki temel amaç 2010 yılına kadar olan süreçte İstanbul’un evrensel düzeyde taşıdığı tarihi, kültürel, doğal özdeğerlerine sahip çıkılarak; tarihi, kültürel kimliği ile özdeş, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir dünya kenti statüsü kazandırmak üzere ülke ve bölge kalkınmasıyla uyumlu büyümesi ve gelişmesi sağlanırken; dünyadaki ekonomik gelişme sürecinde dünya metropoller kademeleşmesi içinde yerini alarak dünya ve bölge ülkelerinin ekonomik yapılarıyla bütünleşen bölgesel fırsatları iyi kullanan ve bu yapılanmada öncü rol üstlenen tarih, kültür, bilim, sanat, siyaset, ticaret, hizmet ağırlıklı bir metropoliten kent olarak koruma ve gelişme dengesinin kurulmasıdır127. Bu amacın sağlanabilmesi için geliştirilen hedeflerden biri ülkenin istihdam politikasına uygun olarak metropoliten çalışma alanlarının dengelenmesi, hizmet sektöründe gelişme ve ihtisaslaşma sağlanmasıdır. Bu hedefe yönelik politikalardan en önemlilerinden birisi de büyük ve kirletici sanayi ile düşük verimli sanayilerin metropoliten alt bölgede desantralize edilerek bu alanların hizmet sektörüne dönüştürülmesinin planlar ve yatırımlarla teşvik edilmesidir128. 123 BÖLEK,Sinan, YZER, Şebnem, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Stratejik Plan Hedefleri ve Politikaları, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Planlaması-Kent Zirvesi 1, İ.B.B. Yayınları İstanbul 1998, sf:16 124 a.g.e.sf: 24 125 Aynı 126 ÇELİKHAN, Seniha, ATASAYAN, Öncü, ERYILMAZ, Yaşasın, Geçmişten Geleceğe İstanbul’da Konut Politikaları ve Sınırlayıcıları, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Planlaması-Kent Zirvesi 1, İ.B.B. Yayınları İstanbul 1998, sf: 47-71 127 ÖZBEK, R., İstanbulun sanayi yapılaşması sorunları ve çözüm önerileri 128 ÖZBEK, R., İstanbulun sanayi yapılaşması sorunları ve çözüm önerileri 29 Artan nüfus baskısı ve bunun doğurduğu arsa talebinin çok büyük boyutlarda olması nedeniyle ek rantlar oluşmuş, bu gelişme de sanayi yatırımlarına alternatif olarak gerçekleşmiştir129. KAÇAK YAPILAŞMA Kendisine ait olan arazi ve arsalar üzerinde, tapulu dahi olsa imar ve yapı mevzuatına aykırı olarak, arsa yapılan yapılar “kaçak yapılaşma” olarak adlandırılır. Kaçak yapılaşma, özellikle İstanbul gibi kentlerimiz için en büyük problemlerdendir. Kaçak yapılaşma, imar planlarında öngörülen nüfus kriterlerinin hızlı biçimde aşılmasını gündeme getirdiğinden, kentlerin alt yapıları yeni nüfusu karşılayamamaktadır. Çünkü kent planları yapılırken öngörülen nüfusun ihtiyacını karşılayacak şekilde yollar, parklar, eğitim ve sağlık tesisi alanları gibi donatılara yer ayrılmaktadır. Su, elektrik gibi hayati öneme sahip alanlarda da öngörülen nüfusa göre yatırımlar yapılmaktadır. İmar parsellerinin ruhsatlandırılmasında, planlarda öngörülen yapılaşma esas alınır. Fakat, imara aykırı olarak yapılan yapılar, planlara göre kendilerinin hakkı ola yapılaşmanın çok üstünde bir yapılaşma ile gerçekleştirildiğinden, öngörülen nüfusun üzerine çıkılır. Örneğin, bir yerleşim planında nüfus 10.000 olarak belirlemiş ve buna göre 2.500 bağımsız bölümden oluşan bir yapılaşma esas alınmışsa fakat kaçak yapılar sonucunda bağımsız bölüm sayısı 4-5.000’leri bulmuşsa, bu yerleşim biriminde park, otopark, ulaşım, yeşil alan, okul, sağlık tesisi gibi alanlarda sıkıntı yaşanması kaçınılmazdır. NEDENLERİ 1.Konut Arzında Yetersizlik Göçle hızla artan nüfusa karşın, konut arzı eksikliği, Nitelikli konut eksikliği 2.Arsa Sorunu İfrazlı arsa eksikliği Kadastro problemleri 2B alanları Arsa arazi mafyasına göz yumulması Arsanı önemli bir yatırım aracı olması nedeniyle fiyat spekülasyonları Arsa ofisi ve belediyelerin yeterince arsa üretememesi Kamulaştırma maliyetlerinin yüksekliği 3.Planlama Problemleri Nazım imar planlarının olmayışı Uygulama imar planı eksiklikleri Planlama stratejisi eksiklikleri Sık yapılan plan değişiklikleri Mevcut plan ve lejantlar ile fiili durumun çakışmaması İleriye dönük nüfus değişimi tahmin edilmeden imar planlarının yapılması Hali hazır durumun dikkate alınmadan imar planlarının yapılması Plan yapım esnasında yapılaşmanın durdurulmaması Planların gecikmesi Plan olmaksızın birçok bölgenin yapılaşmasını tamamlamış olması 4.Mevzuattan Kaynaklanan Nedenler İmar kanunun verdiği 60 güne yakın ruhsata bağlama süresi içinde, bina tamamlanmakta, 129 http://www.geocities.com/yereldemokrasi/makale/makale4.htm#_ftnref1 30 İskan edilen binanın tahliyesinde hukuki zorluklar Verilen para cezaları Ruhsat maliyetlerinden az, Yapıların alınıp satılması engellenemiyor, 5.Bürokratik Nedenler İmar mevzuatı imarlı yapı üretimini zorlaştırıyor Kamu arsalarıyla ilgili idare arasında koordinasyon eksik Kaçak konuta hizmet ulaşması mümkün 6.Ekonomik Nedenler Dar gelirlilerin konut edindirilmesi ile ilgili yetersiz politikalar İmar ruhsat harçları yüksek Harçlar peşin isteniyor 7.Politik Nedenler Seçim dönemlerinde artan politik baskı Sık çıkan af yasaları 8.Sosyal Bilinç Eksikliği Ortak kullanım bilincinin olmayışı Arsa ve konutun en önemli yatırım aracı olması ÖNERİLER Göç kontrol altına alınmalıdır Belediyelerin yeterli arsa üretebilmeleri için gerekli yasal yetkilerle donatılmalıdır Belediye mücavir alanındaki tüm kamu arazileri tek elde ( belediyece) olmalıdır İmar planları gelecek sosyal ve teknik projeksiyonlarını içermelidir Planlamanın hızla tamamlanması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır Şuyulandırma işlemleri ivedilikle tamamlanmalıdır İnşaat ruhsat işlemleri bürokrasisi azaltılmalıdır Proje ve yapım maliyetlerini düşürücü çalışmalar yapılmalıdır İmar harçları konut iskan dildikten sonra taksitle ödenebilmelidir Koruma kurullarının karar süreleri kısaltılmalıdır İnşaata ruhsata bağlama süresi yetkisi belediyede inşaata göre değişebilen sürede olabilmelidir Mühürden sonra devam eden inşaat eklentileri belediye başkanı oluru ile yıkılabilmelidir. Ruhsatsız inşaat yapanların hapisle cezalandırılması sağlanmalıdır Ruhsatsız binaları alım ve satışı engellenmeli belediyeler tapuya şerh koyabilmelidir Bütün Yönetim kademeleri kesin kararlı davranmalıdır Kaçak yapılara altyapı verilmemeli yada yüksek maliyetle verilmelidir GECEKONDU 2. dünya savaşından bu yana özellikle 3. dünya ülkeleri olarak adlandırılan az gelişmiş ülkelerde görülen hızlı nüfus artışı ile ortaya çıkan kentleşme sürecinde "gecekondu " olgusu gündeme gelmiştir. 19. yüzyılda Paris'te ve Londra'da konut sıkıntısı nedeniyle ortaya çıkan gecekondu kavramı, ülkemizde 1940'lı yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’de 1950’lerden sonra görülmeye başlayan iç göçler ve hızlı kentleşme hareketinin özellikle büyük kentlerimizde konut açığı sorununa ve gecekondulaşma gibi olumsuz bir yapılaşmaya neden olduğu bilinmektedir. Şehre göç edenlerin ilk durağı gecekondu olmaktadır. Ancak yavaş sanayileşme ve güvenli yüksek ücretli iş azlığı gecekondu bölgelerini geçici alanlar olmaktan çıkarmakta, kesin kalıcılık sağlamaktadır. Ülkemizde kentleşme, gecekondulaşma ile çağrışım içindedir. Çarpık kentleşmenin en önemli özelliği gecekondudur. Gecekondu 31 kanunu 2. maddesi gecekonduyu "imar ve yapı mevzuatına aykırı olarak, kendisine ait olmayan arazi ve arsalar üzerinde, arsa sahibinin rızası alınmadan yapılan yapılar" olarak tanımlar130. Günlük yaşantımızda devamlı şahidi olduğunuz şehircilik sorunları, Türkiye’ye özgün değildir. Örneğin, gecekondu sorunu aşağı yukarı tüm Üçüncü Dünya ülkelerinde değişik derecelerde var. Kırsal alanlardan devamlı akıp gelen insanlar, şehirlerimizin her yıl %8 oranında büyümesine neden olmakta. Böyle hızlı nüfus artışı sonucu, şehirler gecekondu mahalleleriyle çevrelenmekte; şehir nüfusunun büyük bir kısmı,gaz tenekesi ile çöpe atılmış çeşitli yapı malzemesinden inşa edilmiş derme çatma konutlarda barınmaya çalışmakta. Gecekondu mahallelerinin sefaletini ve bu sefaletin getirdiği büyük çapta sorunları çözümlemekte belediyeciler çoğu zaman aciz kalıyor. Yüksek nüfus yoğunluğunun barındığı yerlerde, içme suyunun sağlanması gibi temel sağlık hizmetlerinin yetiştirilmemesi türünden sorunlar ortaya çıkıyor. Bunlardan başka, hemen akla gelmeyen sorunlardan biri, gecekondu nüfusunun çoğu kez iskana uygun olmayan yerlerde yaşamasıyla ilgili. Örneğin, sel ve toprak kayması gibi felaketlere maruz alanlarda boş yer bulunup yerleşiyor. Birbiri üstüne kurulmuş yapılar, birde yangın tehlikesi yaratıyor. Nitekim Hong Kong’da 50 bin kişiyi etkileyen, böyle kesif gecekondu nüfusu barındıran yerleri, “eli kulağında felaket bölgeleri” olarak niteliyorlar131. Gene hemen akla gelmeyen sorunlardan biri, çevre kirliliğinin sağlığa etkisiyle ilgili olarak ortaya çıkıyor. Sadece gelişmiş ülkelerde değil, tüm dünyada sanayi bölgeleri şehirlerin çevresine kurulur. Ama hızlı şehirleşmenin sürdüğü ülkelerde şehir, kısa bir süre sonra bu sanayi bölgelerinin ötesine yayılır. Çoğu kez doğru dürüst hava ve su kirlenmesi kontrolü de bulunmayan bu farikalar, bir süre sonra kendilerini şehrin içinde, gecekondu mahallesinin ortasında buluyorlar. 1984 yılında Hindistan’ın Bhopal kentinde fabrika ile içli dışlı yaşayan gecekondulular bir depo valfının bozulması sonu çevreye yayılan gazdan zehirlendiler, kaza 2.500 kişinin ölümü ile sonuçlandı. Tarım ilacı (sevin) yapan bu fabrika, olaydan sadece yedi yıl önce inşa edilmişti. Ölümlere neden olan gazın, tarım ilacı hammaddelerinden biri olduğuna ve kazadan farikanın sorumlu olduğuna şüphe yok. Ama bu kadar çok sayıda insanın, sızan zehirli gazdan kaçmayıp ölmesi, ancak fabrika çevresinde yaşayan yoğun gecekondu nüfusunun varlığıyla açıklanabilir. Toksik kimyasal, metil izosiyanit, nispeten az bir zararla boş bir alana dağılacağına, binlerce kişinin yaşadığı tıklım tıklım mahallelere yayılmış oldu. Fabrikayı kuran çokuluslu kumpanya, başlangıçta elbette bir gecekondu bölgesinin ortasını seçmemişti. Ama bir miktar işyeri açan yeni fabrika, pek çok yerde olduğu gibi, şehre yığılmış işsiz insanları mıknatıs gibi çekmişti132. Bazı ülkelerdeki tenekelerle, paçavralarla örtülü, bir – iki metrekarelik bir alandan oluşan gecekondular yanında, ülkemizdeki çoğu gecekondular çok daha iyi durumda. Sağlam yapı malzemeleriyle kurulmuş, minik bahçesi, temel ihtiyaçlarının bazıları karşılanmış gecekondular mevcut. Pek çok gecekondumuz, bazı yüksek fiyatlı blok apartman dairesi sakinlerini imrendirecek nitelikte. Türkçe’de ki “gecekondu” deyimi kadar yaratıcı olmasa bile, tüm dünya dillerindeki bu deyimin karşılığı bulunuyor133. Türkiye kırdan kente kitlesel göç olgusu ile tanıştığı 1950’li yıllarda, bu sürecin beraberinde getirdiği sarsıntılarla baş edebilmesini sağlayacak bir dizi mekanizma da geliştirmiştir. Çoğu toplumun kendiliğinden geliştirdiği bu mekanizmalar sayesinde Türkiye, bu köklü dönüşüm sürecinde çok önemli sorunlarla karşılaşmamıştır.Kitlesel göç olgusunun sarsıcı etkilerini hafifleten belki de en temel kurum gecekondu olmuştur. 130 HANCI, H., Gecekondulaşma ve çocuk suçluluğu 131 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.135 132 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.137 133 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.134-135 32 Gecekondulaşma, kırdan kente göçen kitlelerin temel konut edinme biçimi olarak Türkiye kentleşmesinin ilk aşamalarında ortaya çıktı ve 1950 ’lerde de kurumsallaştı. Bu dönem gecekonduları, tam da toplumun kendine taktığı adı hak edecek bir süreç ile üretilmekte ve kullanılmaktaydı. Bu dönem gecekondularının temel özelliği, kırdan göçenlerin kamu arazisi üzerinde esas olarak kendi emekleri ile yapım sürecini gerçekleştirmeleridir. İlk kuşak gecekonduların temel özelliği konut sahibi ile yapımcı ve kullanıcı arasında ayrışma olmamasıdır. Bir diğer özelliği ise kullanıcının gereksinimlerine göre zaman içinde genişletilebilmesidir. Bu gecekondular piyasada satılmak üzere değil de, belirli bir kullanıcının gereksinimlerine yanıt vermek amacıyla üretilmiştir. Başka bir anlatımla ilk dönem gecekondularda kiracılık kesinlikle istisnadır. Bu aynı zamanda çevre kalitesinin diğer az gelişmiş ülke kentlerindeki benzer yerleşimlere oranla daha yüksek olmasının nedenlerinden biridir. Bu özellikleriyle gecekondular, köyden kente göçen kitleler için çok önemli bir işlev görmüş, kentte bir anlamda ilk deneyimlerini edindikleri bir mekân haline dönüşmüştür. Öte yandan özellikle kente göçün ilk yıllarında kırsal kesimle yoğun olarak sürdürülen ilişkiler, gecekondulaşmanın niteliği üzerinde önemli ölçüde etkili olmuştur134. Kırdan kente göç aşamalı ve belirli ilişki ağları içinde gerçekleştirilen bir süreçtir. Kırdan göçen kişi çoğunlukla kendinden önce göç etmiş hemşerileri ile ilişkiye girmekte ve işgücü piyasasında kendine bir yer bulabileceğinden emin olarak kente gelmektedir. Öte yandan en azından belirli bir süre kırsal kesimle ilişkiler sürdürülmekte bu sebeple kente göçün yaratabileceği olası toplumsal sorunlar kolaylıkla atlatılabilmektedir. Tüm bu özellikleri dikkate alındığında kentleşme sürecinin bu ilk evresini bütünleştirici ya da yumuşak kentleşme olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır135. Birinci kuşak gecekondulaşmaya ilişkin bu söylenenlerin 1970’li yıllardan itibaren ortaya çıkan ikinci kuşak gecekondular için büyük ölçüde geçerli olmadığı söylenebilir. Eskiden olduğu gibi kent yakın çevresindeki kamu arazilerinin kullanıcılar tarafından, üzerinde gecekondu yapmak amacıyla işgal edilmesi arsa elde etmenin tek yolu olmaktan çıkmış, kent çeperindeki arsalar bu kez sahipleri tarafından parsellenip satılmaya başlanmıştır. Noter tarafından onaylı bir belgeye dayalı olarak yapılan, ancak tapuya tescil edilemeyen bu hisseli arsa satışlarının tarihi eskilere gitse bile, 1970 ’lerde büyük kentlerde görülen hisseli satışların öncekilerden önemli farkları vardır. Öncelikle bu satışlarda satışa sunulan arsalar son derece küçük ve doğrudan gecekondu yapımına yöneliktir136. 1970’li yıllarla birlikte değişen, sadece gecekondu yapımına yönelik arsa edinme süreçleri değil, aynı zamanda gecekondu yapım sürecinin kendisidir. İlk kuşak gecekonduların temel özelliklerinden yapımcı – konut özdeşliği giderek ortadan kalkmış ve gecekondular başka gruplar tarafından inşa edilip, kullanıcılara satılan bir meta haline dönüşmüştür. Sonuçta da salt gecekondulara hizmet eden bir arsa piyasasına ek olarak, gecekondulara özgü bir inşaat piyasası da gelişmiştir. Bu gelişmenin inşaat malzemeleri piyasası için de geçerli olduğu öne sürülebilir. Gecekondu alanlarında bir kişinin birden fazla konut sahibi olması yaygınlaşmış ve gecekondu alanlarında kiracılık belirgin bir biçimde artmıştır. İkinci kuşak gecekondu alanları ile birinci kuşak gecekondu alanları arasındaki en belirgin fark, ikincilerde çevre kalitesinin düşüklüğüdür. 1980’li yıllarda yapılan bir dizi araştırmada da gecekondulaşmanın bu değişen niteliği açık bir biçimde ortaya konmuş, gecekondu alanlarında kiracılık oranları da ruhsatlı konut stokundakilere yaklaşmıştır.137 134 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291 135 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291 136 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291 137 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291 33 Gecekondu alanlarındaki asıl çarpıcı dönüşümün başlatıcısı, 1980’li yıllarda çıkartılan af yasaları olmuştur. 1980’lerde dört kez kaçak yapıların affına ilişkin yasa çıkartılmıştır. Mart 1983 tarihli 2805, mart 1984 tarihli 2981, Haziran 1986 tarihli 3290 ve Mayıs 1987 tarihli 3366 sayılı yasalar. Bu yasa, öncekilerin tersine kaçak yapıların yasalar karşısında bağışlanması ile kısıtlı kalmamış ve mevcut gecekonduların hazırlanan ıslah imar planlarında öngörülen modele göre dönüşümüne zemin hazırlamıştır. Bu sayede tek katlı kaçak yapılardan, çok katlılara dönüşüm sağlanmış, daha önceleri istisna durumunda bulunan çok katlı kaçak yapılaşma kural haline gelmiştir138. Artık 1990’ların Türkiye’sinde 1960’lı yıllarda olduğu gibi, kullanıcının işgal yoluyla elde ettiği arsası üzerinde tek katlı gecekondusunu inşa etmesi kesinlikle söz konusu değildir. Bugün artık gecekondu olarak adlandırılması yanlış olan kaçak yapılaşma esas olarak kullanıcı dışındaki gruplarca ve doğrudan doğruya, çok katlı yapılar şeklinde gerçekleştirilmektedir. Kullanıcılarına sağladığı yüksek rantlar nedeniyle gecekondular, artık kırdan kente göçün bir sonucu olmak yerine neredeyse nedeni haline gelmiştir139. Türkiye'de yerel yada genel her seçim öncesi seçime endeksli imar affı , hatta daha ileri gidilerek gecekondu affı söylemlerine tanık olunmaktadır. Oy uğruna kaçak yapıya taviz verilip, hazine arazilerinin yağmalanmasına çanak tutulmaktadır. Özellikle yerel yönetimlerin seçim çekişmeleri gecekondu bölgeleri ile ilgili olarak daha gevşek ve hoşgörülü olmaya itmiştir. Denetim mekanizması gevşemekte ve bu gidişin farkında olanlar da fırsatı değerlendirmektedir. İmar mevzuatına uygun olarak ruhsatlı yapılaşan yurttaşlar bu durumlarda cezalandırılmış olurken, oy avcılarının hedef kitlesini teşkil eden kaçak yapı sahipleri nasıl olsa af çıkacak söylentisiyle teşvik edilmektedir. Kenti yağmalayarak kent suçu işleyenler ödüllendirilecekmiş gibi bir hava yaratılmakta, her seferinde kentler taammüden katledilmektedir. Sonraki yıllar için örnek teşkil eden İmar affı yasaları nedeniyle; güvenirliği olmayan, sürekli değiştirilen ve en önemlisi uyulmaması halinde cezalandırılmayacağı umudu ile kasden çiğnenen imar mevzuatına ilişkin hükümler, sürekli af beklentisi içinde olan yerel yönetimler ve valilik makamlarınca uygulanamamaktadır. Af kapsamını sürekli genişletmek suretiyle değiştirmek ile imar mevzuatına aykırı yapılaşmalar ve bu arada gecekondulaşmanın engellenebileceğini düşünmek iyimserlik olacaktır. Başka bir ifadeyle af olasılığının yüksek olduğu bir ortamda, otoritenin tesisi ve devamını sağlamak zor görünmektedir. İzmir’de yapılan bir çalışmada Gecekonduların % 25,6 sı 1 hafta-15 gün , %34,5 i 15-30 gün , %19,8 i 30-90 günde yapılmıştır. Bu sürenin kısa olmayışı, yapım sırasında durdurulma korkusunun hiç yâda az olmasından kaynaklanmaktadır140. Gecekonduların niteliğindeki dönüşüme paralel olarak, gecekondu sakinleri hakkında kamuoyunda var ola algılama da değişmiştir. Önceleri fakir halkın mekânları olarak algılanmakta idi. Öyle ki, yardım yapmak isteyen hayırseverler bu amaçla gecekondu bölgelerine gelirlerdi. Fakat zamanla gecekondu sakinleri hakkındaki bu algı, yerini “rantçı, yağmacı, gaspçı”141 algılamalarına bırakmıştır. Çünkü gecekonduların önemli bölümü kamu arazileri üzerindedir ve bu araziler kamunun ortak malıdır. Tüm kamunun menfaatlenmesi gereken arazilerin birkaç kişinin menfaatine tahsisi, kamuoyunda tepkiler doğurmaktadır. Gecekondulaşma kentlerimizin önemli problemi olmakla beraber, bu alanda alınan tedbirler yetersizdir. Bu güne kadar sadece polisiye tedbirlerle yetinilmiş ama bu alanda da 138 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291 139 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291 140 HANCI, H., Gecekondulaşma ve çocuk suçluluğu 141 ERDEN, Sema, Prof. Dr. Kentsel Gelişme ve Kentsel Hareketler: Gecekondu Hareketi, “Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, WALD-Demokrasi Kitaplığı, İstanbul 1999, sf: 296 34 önlemler eksik kalmıştır. Sadece gecekonduya göz yuman ya da gerekli tedbiri almayan yerel yönetimler sorumlu tutulurken, bu gecekonduyu yapan, onlara malzeme temin eden ve taşeronluğunu yapanlara yönelik tedbir yoktur. Oysa gecekondu inşaatındaki iş hacmi çok önemli boyutlardadır ve buna yönelik tedbirler alınmalıdır. Gecekondulaşmaya karşı alınması gereken en önemli önlem ise, dar gelirliler için imarlı, alt yapısı tamamlanmış ve uygun ödeme koşullarında arsa üretilmesi ve bunlara satılmasıdır. ULAŞIM İnsanın veya eşyanın bir noktadan başka noktaya transferi olan ulaşım, günümüzde kentlerin en büyük kabusu haline gelmiştir. Kentlilerin günlük hayatlarının önemli bir bölümü yollarda geçmektedir. Özellikle İstanbul’un en önemli probleminin ulaşım olduğu konusunda toplumun büyük bölümü hemfikirdir. Yapılan araştırmalarda en büyük problem olarak ulaşım görülmektedir ve oranı da % 70’ler seviyesinde seyretmektedir. Ulaşımda temel ilkenin yolcunun ulaşımı olması gerekirken, yanlış politikalar sebebiyle araçların ulaşımı esas alınmış ve kentler bu günkü çıkmaza sürüklenmiştir. Yolcunun ulaşımını esas alan bir politika, ister istemez toplu taşımaya ağırlık verecektir. Bu da günümüzde raylı sistemlerin ve deniz ulaşımının ön plana gelmesi demektir. Oysa bunun tersi politikalar takip edildiği için kentlerimiz geniş yollarla örüldükleri halde ulaşım her geçen gün büyüyen problem olarak güncelliğini korumaktadır. Kentlerimizde ulaşıma yönelik çalışmaların, yolcunun değil, hatta toplu taşıma araçlarının değil otomobillerin ulaşımına yönelik sürdürülmesi neticesinde, ulaşım adeta otomobillerle özleşmiş bulunmaktadır. Bu da sadece trafiği çözülemez problem haline getirmekle kalmamakta, ekonomik ve çevresel çok ciddi olumsuzluklara yol açmaktadır. İstanbul’da trafiğe çıkan araçlar ve bu araçlarla taşınan günlük yolcu sayılarının incelenmesi, ulaşımda gelinen noktanın yanlışlığını göstermektedir. ARAÇ SAYISI VE ULAŞIMDAKİ PAYLARI 142 TÜRÜ ARAÇ SAYISI GÜNLÜK TOPLAM İÇİNDE ORTALAMA PAYI % İETT 2.587 1.500.000 14.8 ÖHO 1.229 800.000 7.9 KARAYOLU Otomobil 1.628.367 3.100.000 30.7 TAŞIMASI Minibüs 5.860 2.000.000 19.8 Dolmuş 590 70.000 0.7 Taksi 17.416 750.000 7.4 Servis 32.000 1.050.000 10.5 TOPLAM 1.688.049 9.270.000 91.8 Banliyö 101 124.104 1.2 Metro 32 130.000 1.2 Hafif 60 158.000 1.7 Tramvay 45 144.000 1.5 RAYLI TAŞIMA metro 142 Ulaşım Raporu, Pendik Belediyesi, Yayınlanmamış Rapor, 2001 35 Nostaljik 3 5.000 0.0 Tünel 2 13.000 0.1 TOPLAM 243 574.000 5.7 TDİ 59 160.000 1.7 İDO 25 19.000 0.1 Deniz 391 72.000 0.7 475 251.000 2.5 1.688.767 10.095.000 100.0 Tramvay DENİZ TAŞIMASI Motorları TOPLAM TOPLAM GENEL TAŞIMA TOPLAM Karayolu araçları 1.688.049 olup, arka arkaya dizseniz 16.000 km uzunluğa erişir. Trafik seyir halinde ise bu mesafe 50.000-60.000 km’ye çıkar. Bu rakamlar da, araç sayısındaki fazlalığın ne kadar dehşet boyutlarda olduğunu göz önüne sermekte ve İstanbul’un trafik yoğunluğunun sebebini ortaya koymaktadır. Tablodan görüldüğü gibi, özel otomobillerin kara taşıtları içinde oranı % 97 iken, karayolu taşıması içinde oranı ise sadece % 30.7’dir. DDY (Banliyö Hatları Günlük Yolcu Taşıma Trendi) 1990 223.000 1991 222.400 1992 221.100 1993 246.400 1994 199.400 1995 171.200 1996 163.500 1997 175.900 1998 172.300 1999 143.300 2000 126.600 En önemli yolcu taşıma araçlarından olan demiryolu taşımacılığı her geçen gün küçülmektedir. Gelişmiş ülkelerde yolcu taşımacılığı raylı sisteme dönerken, İstanbul’da bunun tersi bir trendin izlenmesinin yanlışlığı ortadadır. Tren yolculuğunun tercih edilmemesinin başlıca sebepleri a-Can mal güvenliği b-Fiyat politikası: Kısa hatlarda ücretler cazip kalmıyor. c-Konfor yokluğudur. TDİ (DENİZ ULAŞIMI- Günlük Yolcu Taşıma Trendi) 1990 281.000 1991 283.000 1992 260.000 36 1993 237.000 1994 207.000 1995 205.000 1996 211.000 1997 220.000 1998 207.000 1999 185.000 2000 176.600 Demiryollarında yaşanan olumsuzluğun benzeri üç tarafı denizle çevrili İstanbul’da da yaşanmaktadır ve bunun başlıca sebepler de a-Gemilerin ulaşım süresinin uzunluğu b-PİK saatler dışında sefer aralığının fazla oluşu c-Konfor eksiğidir. 21. Yüzyılda artık çok daha bütüncül ve demokratik, toplumdaki insanları birbirine yakınlaştıran bir kent resmi çizilmektedir. Bu bağlamda, otomobile olan bağımlılığı en aza indiren, yaya hareketini ve bisiklet kullanımını artıran, hava kirliliğini ve enerji harcamalarını en aza indiren gelişmiş bir toplu ulaşım modeli ile kolay erişilebilir, her şeyi bir araya getiren, endüstriyi değil ama konutu ve çalışma yerlerini, alışveriş alanlarını, toplumsal, rekreatif ve eğitimle ilgili işlevleri yakınlaştıran çözümler beklenmektedir. Ne var ki, kentsel yoğunluk ile ilgili kararlar alınırken, doğaya ve yeşile olan gereksinme göz ardı edilmemelidir. Doğa ile bütünleşme, ekolojik sürdürülebilirliğin en önemli bileşenidir143. Ulaşım sorununun başka bir boyutu da kentlerdeki iletişimle ilgilidir. Kent her şeyden önce insanlar için bir buluşma ve toplumla karşı karşıya gelme yeridir. Her ne kadar teknolojik gelişmeler evde çalışmayı olanaklı kılsa da, insanlar hala karşılaşmak ve yüzyüze iletişim kurmak gereksinmesindedirler. Kent, aynı zamanda pek çok kurumu bir araya getiren bir çerçevedir. Kent parçalandığında ve yayıldığında, bu kurumların kenti bütünlemedeki rollerini yerine getirme potansiyeli zarar görür. Sonuç olarak, kent toplumu, insanların ve etkinliklerin çok büyük mesafelere saçılması nedeniyle zayıflar. Buna bağlı olarak, bir zamanlar kentsel yaşamın kalbi olan mekânların sahipliği yitirilmektedir. Unutulmamalıdır ki, kentin kendisini ilk sunduğu yer, kentsel yaşamı, yerel kültürü ve gündelik söylemi yansıtan kamusal mekânlardır. Cadde ve sokaklardan, meydanlardan, parklardan, bunları çevreleyen binaların içine kadar uzanan bu çerçeve kentlerin ve diğer yerleşimlerin en önemli bileşenidir144. Çevreciler ve planlamacılar, daha fazla alan ve enerji kullanımı ile, istenilen ulaşım rahatlığının bir türlü sağlanmadığını, alışagelmiş çözümlerin sürdürülebilir nitelikte olmadığını anlamış durumdalar. Dolayısıyla, çeşitli yeni önlemler öneriyorlar. Yeni otoyol yapımını durdurmak, benzin fiyatlarını yükseltmek, toplu taşıma vasıtalarına tercihli (tahsisli) şerit ayırmak (bu uygulama İstanbul ve Ankara’da var), şehir merkezini kullanan otolardan ek vergi almak, en kalabalık saatlerde köprü ve paralı otoyol ücretlerini arttırmak, dolu olarak yolculuk eden otolardan daha az ücret almak, şehir merkezinde bazı bölgelerde otarlı tamamen yasaklamak (bu uygumla pek çok Avrupa kentlerinde mevcut) Dikkat edilirse, tüm bu önlemler, eksilten geri bildirimlere dayanan ekolojik çözümler niteliğinde. Şehir merkezinde trafik mi sıkıştı? Yeni yollar, köprüler açmak gibi semptomlara yönelik çözümler 143 OKTAY, D., Geleceğin kenti, 144 OKTAY, D., Geleceğin kenti, 37 yerine, sorunun kökenine inen çözüm olarak, şehir merkezindeki oto sayısını azaltmayı planlarız145. Yayalaştırılmış, ayrılan bölgeler kurma, yerleşimin kalitesini iyileştirmeye katkı sağlar. Alış-veriş yapılan ana caddelerde, merkezi meydanlarda ve diğer sosyal yaşam merkezlerinde trafik kazaları riski düşer. Gerektiğinde toprak altından biraz yararlanma, yayalara ayrılan bölgelerden çevre alanlara taşıma sorunlarını çözmeye yardım eder. Park yeri ve trafiği bir düzene bağlamak için önlemler alınabilir. Bu tür yerlerde gürültü ve kirlilik çok azalır. Alan kullanımıyla ilgili önemli bir ilke de, kentte (özellikle kent merkezindeki kamusal mekânlarda) sürekli kullanım ve yaşanabilirlik kazandırılmasını ve doğa ile yeniden barışılmasını sağlamak yönündedir146. Özellikle eski kentlerde merkezin yayalaştırılması, ikamet ve çalışma mekânlarını düzenlemeyi kolaylaştırır. Kentlerin merkez bölgelerinin, gece terkedilmiş hüviyetinden ya da yalnız yaşayanlar bölgesi olmaktan kurtarılmasının, istenen canlılığa kavuşturmanın ve yaşanılabilir kılmanın da etkili bir yoludur. Bunun gerçekleştirilmesiyle, kentsel yaşamdan kopmak istemeyen meslek sahiplerini ve genç nüfusu buraya çekmek mümkün olabilir. Böylece tarihsel kültürel değerler ve kentin gürünüm ve yapısının yeni ayırt edici nitelikleri diğer aydınlatıcı şeylerle birlikte mahalle sakinlerince korunurlar. Yayalara ayrılan bölgelerde, özellikle yapılar yenileştirildiğinde ve alan düzenlemesi yapıldığında, alış-veriş ve diğer uğraşlar oldukça kolay yapılırlar. Bununla birlikte, eski yapılara yeni işlev verilmesi ve yaşanılabilir kılınması, gelişmiş Batı ülkelerinde çok yaygınlaşan, ülkemizde de örneklerini gördüğümüz bir yaklaşımdır. Özellikle tarihi değeri olan yapıların korunmasında ve böylece geçmişten geleceğe kent kimliğinin sürdürülmesine katkısı açısında bu tür uygulamaların da önemi büyüktür. Yeniden düzenlenen bölgelerin güzelleşmesine ve iyileştirilmelerine; yontular, fıskiyeler, bitkiler, banklar, zemin duvarlarının hoş bir şekilde sıvanması, yeni bir aydınlatma katkı sağlar147. YAYALAŞTIRMA Kamu hizmetlerinde niteliksel dönüşümü sağlayarak kaliteyi arttırmak için gündeme getirilen konuların başında yayalaştırmalar gelmektedir. Yayalara ayrılan bölgeler kurmak yerleşimin kalitesini iyileştirmeye ve eski kentlerde merkezin özellikle kritik bir bölgesinde çalışma yerlerini düzenlemeye katkı sağlar. Yayalara ayrılmış bölgeler kurmak, aşağıdaki türden sonuçlara eriştirir: - Alış-veriş yapılan ana caddelerde, merkezi meydanlarda ve diğer sosyal yaşam merkezlerinde trafik kazaları düşüktür. - Gerektiğinde toprak altından biraz yararlanma, yayalara ayrılan bölgelerden çevre alanlara taşıma sorunlarını çözmeye yardım eder; park yeri ve trafiği bir düzene bağlamak için önlemler alınabilir. 73 - Bu tür yerlerde gürültü ve kirlilik çok azdır. - Yayalara ayrılan bölgelerde, özellikle yapılar yenileştirildiğinde ve bunlardan bir kısmı yeniden dağıtıldığında, alış-veriş ve diğer uğraşlar oldukça kolay yapılırlar. ÇEVRE İnsanoğlu varolduğu günden bu yana, hem çevresindeki olaylardan etkilenmiş, hem de çeşitli etkinlikleriyle çevresini etkilemiş, tahrip etmiş, kirlenmesine ve bozulmasına neden olmuştur. Çevrenin bozulması demek, insanın yaşaması için gerekli olan ortamın bozulması demektir. 145 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.138-139 146 OKTAY, D., Geleceğin kenti, 147 ÇAĞLAYANDERELİ, M., Kent yenileştirme ve yaşam kalitesi, 38 Dünyamızda; nüfus artışı sürmekte, enerji kaynakları tükenmekte, kirlenme (hava, su, toprak, kentsel katı atık, gürültü kirliliği) gittikçe yayılmakta, çarpık kentleşme ve yeşil alan yetersizliği artmakta, gelişmiş ile gelişmekte olan ülkeler arsındaki uçurum derinleşmekte, içme suyu zor bulunmakta, besin maddeleri güç ve ancak pahalı olarak sağlanabilmekte, ormanlar kaybolurken çölleşme artmakta, kaybolan yarım milyon hayvan ve bitki türü ekolojik çeşitliliği ve sürekliliği tehdit etmekte, gittikçe sancılı ve gergin bir dünyada, çatışma riskleri, şimdiye kadar görülmedik derecede büyümüş bulunmaktadır. Yaşadığı biyolojik, kültürel ve toplumsal çevreden kendisini sorumlu tutan insan, doğal varlıkların korunması ve geliştirilmesi bakımından gelecek kuşaklara karşı sorumlu olduğunu unutmamalı ve çevreyi korumak için ne yapabilirim deyip, insanca yaşam için gereken önlemleri almalı ve bir an önce uygulamaya geçirilmelidir.148 Çevre sorunlarının doğal yaşamı ve insanlığı tehdit edici noktaya gelmesi, sorunun yaşamsal önemini de ortaya koymuştur. Böylece çöp sorunundan su kirliliğine, erozyondan iklim değişikliğine kadar uzanan çevresel sorunlar, konuya bütünsel ve çevre bilimsel bir yaklaşımla çözüm getirme gereğini de tartışılmaz kılmıştır. Sürekli kar anlayışına dayanan bir kalkınma modelinin ve çılgın bir tüketim toplumu olma arayışının sonuçları, geri dönüşümü olanaksız bir çevre yıkım ve ekolojik kriz olarak karşımıza çıkmıştır. İnsanların hayatî ihtiyaçlarını karşılamak dışında, bu zenginliği ve çeşitliliği azaltmaya hiçbir hakları yoktur. İnsan dışı dünya üzerindeki insan müdahalesi hâlihazırda aşırı ölçüdedir ve durum hızla bozulmaktadır.149 Çevreyi koruma sorununun temelinde insanın hayata ve kâinata bakış açısı ve felsefesi de yatmaktadır. İnsan tabiatın bir parçasıdır ve komşumuz olan insanlar da tıpkı soluduğumuz hava gibi bizim çevremizin bir parçasıdır. Dünyanın birçok bölgesinde- hem çevresel, hem de kişisel anlamda- kirlilik, temelli bir yeniden değerlendirmeyi gerektiren bir çıkmaza girmiş durumdadır. Aslında içimizdeki çevrenin kirlenmesinden kaynaklanan çevre krizini, basit sosyal mühendisliğin çözemeyeceği yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmaktadır. Ekolojik problemlerimiz, modern felsefe ve bilimin batılı perspektiflerinin insana getirdiği insan ve dünya felsefesinin doğrudan bir sonucudur. Bunun sonucu olarak, insan kendisini varolan her şeyin ölçüsü olarak görmekte ve dünya hayatında ulaşabileceği mutluluğun tek ölçüsünün ihtiyaçlarını ve arzularını gerçekleştirmek olduğunu düşünmektedir. Oysa bir tür yok edilirse, fakirleşecek olan bizden başkası olmayacaktır.150 (1) Yeryüzünde, insan ve insan dışı varlıkların yaşamının refahı ve gelişimi, kendinde bir değerdir. Bu değerler, insan dışı dünyanın insanın amaçları için taşıdığı yararlılıktan bağımsızdır. (2) Yaşam biçimlerinin zenginliği ve çeşitliliği bu değerlerin gerçekleşmesine katkıda bulunur ve dolayısıyla bunlar da kendinde değerdir. (3) İnsanların hayatî ihtiyaçlarını karşılamak dışında, bu zenginliği ve çeşitliliği azaltmaya hiçbir hakları yoktur. (4) İnsan yaşam ve kültürünün gelişmesi, insan nüfusunun özlü bir şekilde azalmasıyla bağdaşır türdendir. İnsan dışı yaşamın gelişmesi böylesi bir azalmayı gerektirmektedir. (5) İnsan dışı dünya üzerindeki insan müdahalesi halihazırda aşırı ölçüdedir ve durum hızla bozulmaktadır. (6) Dolayısıyla siyasî yönelimlerimizi iktisadî, teknolojik ve ideolojik yapılar düzleminde köklü bir şekilde değiştirmek gerekmektedir. Böyle bir işlemin getireceği sonuç, şimdiki durumdan derinlemesine daha farklı olacaktır. 148 GÜNERHAN, Hüseyin, Doğa İle Barışık Kent, Termodinamik, Aylık Bilimsel Sektör Dergisi, Aralık 1997 149 ŞAHİN, Yusuf, Çevreyi Çevrecilerden Kurtarmak, liberal-td.org.tr 150 MOORE, Terry, Geleneksel Değerler ve Tabi. Çevre, Habitat Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, sf: 245-257 39 (7) İdeolojik değişiklik, durmaksızın daha yüksek bir yaşam düzeyini hedeflemek yerine, öncelikle yaşamın niteliğini değerli kılma olgusundan ibarettir.151 Çevrenin giderek tahrip edilmesi ve yeni yerleşimlerde çevresel gelişeme yeterli önemin verilmemesi sağlıksız şehirler doğmasına sebep olmaktadır. Yeni şehirler doğadan ve doğal olandan tamamen kopuk bir şekilde betonlaşmış yerleşimlere dönüşmektedir. Yeşil alanların yetersizliği çevrenin sonunu gösteren önemli belirtilerdendir. Yine kullanılan ortak mekânların, açık alanların ve doğal ortamların azalması da çevreye verilen önemin azlığını göstermektedir. DİE tarafından 1987 Gelir ve Tüketim Harcamaları anketinden aritmetik ortalama olarak hesaplanan oturulan konutta kişi başına kullanılabilir alan, kentlerde 20,29 m2, kırsal alanlarda 16,41 m2, Türkiye ortalaması ise 18,25 m2 dir. 1991-1992 yılında yapılmış olan göstergeler tespitinde İstanbul için belirlenen kişi başına alan 17 metrekaredir. İstanbul’da konut stoku içinde gecekonduların oranının yüksek olması nedeniyle İstanbul için belirlenen ortalamanın Türkiye ortalamasından daha düşük olduğu düşünülebilir. Bu oranlar, Stockholm’de 40.00, Londra’da 31.93, Atina’da 24.50, Madrid’de 24.40, Budapeşte’de 23.50, Rio de Janerio’ da 19.35, Tokyo’da 15.79, Beijing’ de 9.34, Karachi’ de 7.10, Honkong’ da 7.10, Tunus’ta 6.46 metrekaredir.152 Kentte hava ve gürültü kirliliğini kent içindeki trafik hareketleri ile sağlıksız yapılaşmadan kaynaklanan etkenler oluşturmaktadır. Özellikle hava kirliliği kış aylarında ve rüzgarın az olduğu zamanlarda daha da etkili olmaktadır. Bu sorunların çözümü için, Toplu taşım araçları ile ulaşıma önem verilmelidir. Otoyollarda zemin kotu düşük yapılarak topraktan bir perde oluşturulmalı, bu mümkün değilse prefabrik malzemelerden imal edilmiş ses yalıtım perdeleri yapılmalıdır. Eksoz gazı emisyonlarını azaltmak için araçlara katalitik konvektör takılmalıdır. Yeni taşıtlar bu alet olmaksızın üretilmemelidir. Şehir içinde müzik yayını yaparak satış yapan pazarlamacılara izin verilmemelidir. Kent içinde yeterli otopark alanı oluşturmalı ve otoparkların kullanımı zorunlu tutulmalıdır. Otopark yatırımı için gerekli mali kaynak, aracı olanlardan karşılanmalıdır. Kirlilik ve trafik yoğunluğunun arttığı dönemlerde özel otoların kullanımı kısıtlanmalı ve ortak kullanım özendirilmelidir. Eksoz gazı emisyon ölçümleri periyodik olarak yapılmalı ve teknik olarak uygun olmayan araçlar trafiğe çıkarılmamalıdır. Kentte trafik sıkışıklığına yol açan noktalar tespit edilerek gerekli altyapı çalışmaları gerçekleştirilmelidir. Konutlar projelendirilirken yapı elemanları; içerisinde yaşayanı gürültüden koruyacak malzemelerden seçilmeli ve bu konudaki yasal önlemler alınmalıdır. Kurşunsuz benzin kullanımı özendirilmeli ve kullanım yaygınlaştırılmalıdır.153 Hava kirliliği temelde sanayi ve ısıtma amaçlı fosil yakıt kullanımıyla, ulaşım araçlarından kaynaklanmaktadır. Türkiye de, ısıtma ve sanayide kullanılan linyit kömürleri hem düşük kaloridir, hem de yüksek oranda sülfür ihtiva etmektedir.154 Bina düzeyinde enerji gereksinmesinin, dolayısıyla hava kirletici etkilerin en aza indirilmesi, binaların minimum yapma ısıtma ve iklimlendirme sistemleri olarak tasarlanması ile olanaklıdır.155 151 ŞAHİN, Aynı 152 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, sf: 122 153 TMMOB, 1994-1995 Yıllar 16. Dönem Çalışma Grup Raporları, Makine Mühendisleri Odası, İzmir Şubesi Yayınları, İzmir 154 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, sf: 122 155 a.g.e. sf:123 40 Bu çerçevede yapılabileceklerden bazıları şunlardır: 1- Kirlenmenin kaynağında zarara yol açmadan önlenmesi, 2- Kirletenin faturaya ödemesi için çıkarılan yasalardaki yaptırımların caydırıcı olacak derecede ağırlaştırılması, 3- Demokratik kitle örgütleri ile kent yaşamında örgütlenmiş sosyal grupların kent ve çevre sorunları karşısında ortak hareket etmeleri ve bu konuda merkezi ve yerel yönetimler üzerinde baskı oluşturulacak şekilde ortak platformlar oluşturmaları. 210 Ayrıca pencere, duvar, izolasyon, doğal havalandırma gibi bina unsurlarının üretiminde çevreye dost standartlar geliştirilmelidir.156 Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı Habitat II. Kent Zirvesi’nin (3-14 Haziran 1996, İstanbul) değindiği en önemli noktalardan biri “İnsanlar için yaşanabilir çevre” idi ve şunlar önerilmiştir: 1.Madde: İnsanın; hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır. İnsanın, bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek için ciddi bir sorumluluğu vardır. 2.Madde: Bugünkü ve gelecek nesiller için ihtiyaca göre özenli planlama veya yönetim ile dünyanın doğal kaynakları, hava, su, toprak, flora ve fauna dahil, özellikle de doğal ekosistemleri temsil eden örnekler korunmalıdır. 3.Madde: Dünyanın, hayati yenilenebilen kaynaklarını üretme kapasitesi, sürdürülmeli ve mümkün olduğu hallerde yenilenmeli ve iyileştirilmelidir. 4.Madde: Şu anda zararlı unsurların bileşimi ile ciddi tehlikede olan, yaban hayatı neslini ve habitatını akıllıca yöneterek sürdürmek, korumak, insanın özel sorumluluğudur. Dolayısı ile ekonomik kalkınma planlamasında yaban hayatı dahil doğanın korunmasına önem verilmelidir. 5.Madde: Dünyanın yenilenemeyen kaynakları, onları gelecekte tükenme tehlikesine karşı koruyacak şekilde kullanılmalı ve bu kullanımın yararlarının bütün insanlıkça paylaşılması sağlanmalıdır. 6.Madde: Ekosistemlere ciddi, onarılamaz zarar verilmemesi için, toksik ve diğer maddelerin deşarjı, ısının, doğanın onu zararsız kılabileceği kapasitesi aşacak miktarda ve yoğunlukda bırakılması engellenmelidir. Bütün, devletlerin kirliliğe karşı haklı mücadelesi desteklenmelidir. 7.Madde: Denizlerin, insan hayatını tehlikeye atabilecek maddelerle kirlenmesini önleyecek, canlı yaşama, denizde hayata zarar verecek, güzellikleri bozacak veya denizlerin diğer yasal kullanımını olumsuz etkileyecek şekilde kirlenmesini önlemek için ülkeler bütün olanaklarını kullanacaktır. 15.Madde: Çevreye olan olumsuz etkileri önlemek, maksimum sosyal, ekonomik ve çevre faydaları sağlamak için yerleşmelere ve kentleşmelere planlama uygulanmalıdır. Bu açıdan kolonial ve ırkçı hakimiyet için yapılan projeler iptal edilmelidir. 16.Madde: Temel insan haklarına ön yargısız olarak, ilgili hükümetlerce uygun bulunan demografi politikaları, çevre veya kalkınma üzerinde olumsuz etkileri olan nüfus artış hızı veya aşırı nüfus yığılmaları ile düşük nüfus yoğunluğunun insan çevresinin gelişmesini veya kalkınmayı engelleyebileceği bölgelerde uygulanmalıdır. 17.Madde: Çevre olaylarında eğitim; genç nesil kadar yaşlılar için de; korunmaya muhtaç gruplara özel önem verilerek, bireylerin, teşebbüslerin ve toplumların çevreyi koruma ve geliştirmesi için insan boyutu açısından bilinçli görüşü genişletmek ve sorumlu icraatı sağlamak için şarttır.157 156 MALİK, Eyüp, Çağdaş Kentler ve Çevre, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru-Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 147 157 Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı Stockholm Deklarasyonu, Yeni Türkiye Dergisi, s: 5, 1995 41 BM Çevre ve Kalkınma Rio Deklerasyonu’nun 3. ilkesi mevcut ve gelecekteki nesillerin kalkınma ve çevre ihtiyaçlarının eşit olarak karşılanabilmesi için kalkınma hakkının tamamlanması gerektiğini vurgulamaktadır.158 KENTLEŞME Kentleşme, çok değişik tanımları bulunan bir kavramdır. Sosyolojik, ekonomik ve demografik açılardan yapılmış birçok tanımlar bulunmaktadır. Bu tanımların her biri konuyu belirli bakış açılarından ele almaktadır. Oysa kentleşme, bütün bu bakış açılarını bünyesinde bulunduran bir gelişe olduğu için, kısıtlı bakış açıları ile yapılacak her tanımlama beraberinde eksiklikleri de bulunduracaktır. Kentleşme konusunda yapılan başlıca tanımlar şunlardır: Çeşitli nedenlerle kırsal kesimlere yönelen göç sonucunda, bir taraftan mevcut kentlerin nüfus ve alan itibarıyla büyümesi, diğer taraftan da köy, kasaba, vb. yerleşim birimlerinin giderek büyümesi sonunda kente dönüşüp, mevcut kent sayısının atmasıdır.159 Milli gelir ve istihdam yapısında, ağırlığın tarımdan hizmetlere ve sanayiye kayması ile ilgili evrensel ve sayısallaştırılabilir bir süreçtir.160 “Bazı yoğunluk ve büyüklük değerlerinden başlayarak nüfusun alansal yığılması; kent kültürü olarak tanımlanan bir dizi değer yargısı, davranış ve eğilimin yayılması.”161 Kentleşme dar anlamda kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını ifade etmektedir.162 Fakat kentleşme sadece demografik bir olgu olmayıp, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel bir sürecin ifadesidir. Kentleşme sadece insanları kent olarak adlandırılan yerlere çekme sürecini belirtmekle kalmamakta, insanların kentin yaşam biçimini benimsemesi anlamına da gelmektedir.163 Oysa kentleşme toplumun ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümüdür. Hem kırsal bir toplumun kentsel bir topluma dönüşme süreci hem de kentsel mekânın ve toplumsal pratiğin değişme ve evrimleşme sürecidir164. Dolayısıyla kentleşmeyi; “sanayi ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bu günkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim süreci”165 olarak tanımlayabiliriz. Kentleşme, sanayi devrimi ile başlayan, sanayileşme ve modernleşmenin yarattığı toplumsal bir olgudur. Sanayi devriminin birçok etkisinin yanı sıra üç önemli sonucu olmuştur. Üretimde yenilik, sosyal yapıda farklılık ve nüfus mobilitesinde hızlılık olarak tespit edilebilir166. Sanayileşme ile birlikte öncelikle üretim tarzının niteliği değişmiştir. Üretim, evden/küçük imalathanelerden fabrikalara taşınmış, yani geleneksel üretim kollarından modern üretim kurumlarına bir geçiş yaşanmıştır. Yavaş ve tekil üretimden hızlı ve seri üretime geçilmiştir. Bu unsur karlılık, verimlilik, kalite ve kapasitede önemli artışlara ve değişikliklere neden olmuştur. Üretim ve istihdamda ağırlık tarımdan sanayi ve hizmet 158 Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Rio Deklarasyonu, Yeni Türkiye Dergisi, s: 5, 1995 159 NADAOĞLU, Halil, ve diğerleri, Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılması, TOBB, İstanbul 1996 160 BAL, H., Kent Sosyolojisi, Fakülte Kitabevi, Isparta 2002, sf: 51 161 DİNÇER, Yüksel, Doç. Dr., Kent, Kentleşme ve Kent Planlaması, Sivil Toplum İçin Kent, Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Demokrasi itaplığı-WALD Yayınları,İstanbul 1999, sf:343 162 ERKAN, Rüstem, Yrd. Doç. Dr., bilim adamı Yayınları, Ankara 2002, sf:19 163 DURU, Bülent, ALKAN, Ayten, 20. Yüzyıl Kenti, İmge Kitabevi, Ankara 2002, sf: 81 164 BAL, H.,kent sosyolojisi, s.52 165 KELEŞ, Ruşen, Kentleşme Politikası, İmge Kitabevi, Ankara 1992, sf: 22 166 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1 42 sektörüne kaymakta, tarım toplumları yerine endüstri toplumunu ve gelecekte de bilgi toplumunu oluşturmaktadır. Sanayileşmenin ikinci önemli etkisi sosyal yaşamda meydana getirdiği değişikliklerle kendini göstermiştir. Üretim tarzının niteliğinde ve niceliğinde meydana gelen bu değişimler, siyasal ve ekonomik düzende yeni yapılanmalara yol açmış; milliyetçilik ve ulus devlet modeli, bu yapılanmaların önemli sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Bu da yeni sınıfların, çelişkilerin ve çatışmaların başlangıcı olmuştur. Bu değişikliklerin en önemlileri, Sosyal yapıda farklılaşma, (yani hemojen toplum yapısından heterojen toplum yapısına geçiş); iş bölümü ve uzmanlaşmada görülen artış ve çeşitlenmedir. Bu nedenle eğitimin ve öğretimin önemi artmış; bununla birlikte doğuştan kazanılan statülerin önemi azalmıştır. Bu uygulama ile birlikte toplumdaki binlerce kurum, statü ve rol arasındaki ilişkileri bir düzene bağlayan sistem, bürokrasi olarak ortaya çıkmış ve şekillenmiştir. Geleneksel geniş aile, kentsel çekirdek aileye dönüşmüş, orta sınıflaşma artmış, sosyal hareketlilik hızlanmıştır. Sanayileşmenin en önemli üçüncü sonucu ise, nüfus hareketliliğinin fiziki mekânlarda ve çevrede yarattığı değişikliklerdir. Diğer bir deyişle kentleşmedir. Sanayileşme ile birlikte kırdan kente yoğun göçler yaşanmış, Kentlerin nüfus emme kapasiteleri (fabrikalar) giderek artmıştır. Nüfus emme kapasiteleri bir yandan gelen nüfusu absorb etmeye ve dönüştürmeye çalışırken; öte yandan kitle iletişim ve ulaşımındaki yeniliklerin de etkisiyle yeni göçler için çekim alanları haline gelmiştir. Kentler eski yapılarından kopmuş hem fiziki hem de yoğunluk ve işleyiş açısından yeni görünümler almıştır167. Kentleşme sanayi toplumlarının bir ürünüdür. Aynı zamanda sanayileşme de kentlerin bir ürünüdür. Kentleşme ve sanayileşme birbirlerini üreten geliştiren olgulardır. Kentleşme toplumsal değişmenin hem nedeni hem de bir sonucudur168. Sanayileşme olgusu toplumsal yapıyı bütünüyle değiştirdi. Bireyler sosyal hareketlilik içinde yetenek ve başarıları ölçüsünde yüksek statülere ulaşma hakkını elde ettiler. Ekonomi serbest pazarın doğasına uygun olarak yarışmacı ve üretken hale geldi. Teknolojik ilerlemeler üretimin ulusal ve uluslar arası pazara dönük olmasını sağladı. Mal ve hizmetlerin üretiminde uzmanlaşma arttı. Eğitim kentte yaşayan tüm yurttaşlar için organize edildi. Kitle iletişim sistemi sözlü iletişimden daha etkili oldu. Tüm bunlar, sanayi toplumunun kentlerini ortaya çıkardı. Bu kentlerin oluşturma sürecine kentleşme diyoruz169. Kentleşmenin şekli boyutunu nüfus hareketliliği oluşturmaktadır. Demografik dönüşümle kitlelerin kırsal kesim dışında bir yerleşim biriminde öbekleşmesi kentleşmenin sadece bir ayağını oluşturur. Şekilsel kentleşme tek başına yeterli değildir. Kentleşme, üç farklı dönüşümü içermektedir. Demografik açıdan kentleşme, özellikle kırdan kente yaşanan göçlerle beslenen nüfus yoğunluğunu ifade eder. Sosyal açıdan kentleşme, farklılaşma, uzmanlaşma, örgütlenme sürecini kapsayan bir dönüşümü ve davranış biçimini içermektedir. Ekonomik açıdan kentleşme, tarım dışı faaliyetlerin (sanayi ve hizmetler sektöründe) yoğunlaşmasıdır. Kentleşmenin tam olarak gerçekleşmesi sosyo-kültürel ve ekonomik dönüşümle mümkündür. Kentleşmeden söz etmek için bu üç unsurun bir arada asgari düzeyde gerçekleşmiş olması gerekir. Bu koşullardan birinin (veya ikisinin) gerçekleşmiş olup, diğerlerinin gerçekleşmemesi durumunda, tam ve doğru anlamıyla bir kentleşmeden bahsetmek söz konusu değildir170. 167 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1 168 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,13 169 BAL, H.,kent sosyolojisi, s.61 170 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1 43 Demografik açıdan kentleşme Sanayi öncesi başkentlerin nüfusları günümüzün ortalama büyüklükteki kasabaları kadardır. O dönemlerde şehirlerin nüfusunun iki-üç yüz bine ulaşabilmesi Roma, Bağdat, Paris, İstanbul, Petersburg, Pekin gibi büyük imparatorluklardan birine başkentlik yapma şansına bağlıdır. Sanayileşme ve teknolojik gelişmeler, insanların zamanın şartlarına uygun çalışma bölgelerine göçmelerine neden olduğu gibi, şehirlerde de toparlanmalarının başlıca sebebidir. Gerçekten de gelişmiş ülkelerin şehirleşmesi incelendiğinde, bu ülkelerde sanayileşmenin başlamasıyla şehirleşmenin de hız kazandığı görülecektir. İngiltere sanayileşmenin etkilerini 18. yüzyılın sonlarına doğru göstermeğe başlarken, Fransa, Almanya ve Amerika’da bu etki daha sonra kendini göstermiştir. Gelişmiş ülkelerde yerleşme alanları genellikle sanayi bölgelerinde veya çevrelerinde ortaya çıkmaktadır171. Gelişmiş Ülkelerde Şehirleşme Oranı172 1900 1950 İngiltere % 77 %81 Almanya % 56,1 % 71 Fransa % 41 % 52 A.B.D. % 39,7 % 64 Sanayi toplumlarında kentleşme genellikle kalkınma ile birlikte yürümüştür. Gelişmekte olan ülkelerde ise sanayileşme kentleşmeyi yavaş bir hızla arkadan izlemektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısında sanayide çalışan nüfus gelişmiş ülkelerde kentli nüfusun 2-3 katı iken, bugünün gelişen ülkelerinde bunu tam tersi olan bir ilişki görülmektedir173. Bir bölge veya ülke, sanayi ve iktisadi açıdan gelişmediği halde, nüfusun % 30'u 100 binin üzerindeki kentlerde toplanmışsa o bölge veya ülke "sanayi dışı aşırı kentleşme" ile karşı karşıya demektir. Doğum artış hızı ile birlikte, net nüfus artışının yüksek olması aşırı kentleşmenin diğer faktörleridir. Bu türden bölge ve ülkelerde, tarım alanında çalışan nüfusun oranı yüksektir. Dışarıdan alınan göçler bu olguyu etkilemekte ve hızlandırmaktadır. Arjantin, Venezüella, Uruguay, Meksika, Küba, Mısır, Suriye, Kore ve Türkiye bu kentleşme biçiminin örnekleri olarak sıralanabilir174. Göçle önce köylerden şehirlere sonra da şehirlerden şehirlere akan nüfusun kentlerde birikmesi sosyolojik açıdan bir kentleşmeye tekabül etmemektedir. Bu durum demografik şişme, nüfus büyümesi, nüfus yığılması, aşırı nüfus birikmesi gibi kavramlarla açıklanabilir. Bir kentin nicelik olarak artması/birikmesi, ekonomik ve sosyal açıdan niteliksel bir dönüşüm geçirmemesi süreci, kentleşme değildir. Böyle bir durum kentleşmeye tekabül etmediği gibi, bünyesinde kentlileşme sürecini de taşıyamaz175. Sosyal açıdan kentleşme Kentleşme, birbirinden anlamlı ayrımlar gösteren bir süreci ifade etmektedir. Tıpkı göçten önce olduğu gibi göçten sonra da nüfus, kent içinde sürekli olarak yerleşinceye kadar 171 İSBİR, E.G., Şehirleşme ve meseleleri s.19 172 İSBİR, E.G., Şehirleşme ve meseleleri s.19 173 KELEŞ, R., Kentleşme Politikası s.26 174 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1 175 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1 44 bir yer değiştirme süreci geçirmektedir. Bu süreç içinde yeni kentliler, değişik evrelerden geçerek kentin sürekli yerlileri haline gelmektedirler. Diğer yandan kentleşme, genel çizgileriyle geleneksel topluluklardan çağdaş kent topluluğuna geçiş sürecinin de bir ifadesidir. Yani kentleşmenin en belirgin özelliği bir toplumsal değişme olayı olmasıdır. Nüfus, gelenekçi bir yapının egemen olduğu kesimlerden çağdaş örgütlenmenin belirlediği bir kent merkezine yerleşmektedir. Böylelikle yeni kentliler, yeni çevreleri ile uyumlu ilişkiler geliştirmek zorunda kalmaktadırlar. Söz konusu çevreler arasındaki derin farklılaşma, kentleşme sürecinin kısa sürede ve kolaylıkla tamamlanmasına engel olmaktadır. Sosyal mobilizasyonun, dinamizmin, işbölümü ve ihtisaslaşmanın ön planda olduğu kentleşmenin sosyal boyutu gelişmiş ülkelerde şu şekilde işlemektedir: Eski geleneklerin yerine yenilerinin yer alması, Kentin, sosyal değişmenin merkezi olması, Sosyal değişmenin kentten dışarıya etki etmesi, Kentlerin, içinde yaşayan insanların davranışları üzerinde etkili olması, Alt yapı hizmetlerinin derecesi ve kalitesinin artması, Kentlileşme ile birlikte kent ve kentli kültürü birey ve kurum ilişkilerine hakim olması176. Sosyal açıdan kentleşememiş yerleşim birimleri her ne kadar demografik açıdan kent sayılsalar bile, bunlar ancak çarpık kentleşmenin birer örneğini oluşturmaktadır. Ülkemizdeki kentlerin tamamına yakınında ise bu durum gözlenmektedir. Çünkü, ülkemiz batı ülkelerinin birkaç yüzyılda gerçekleştirdiği kentleşme sürecini, onlardan birkaç yüz yıl sonra yani 1950’lerden itibaren yaşamaya başlamış ve 25-30 yıl içinde nüfus açısından gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmıştır. 1950’de kent nüfusu toplam nüfusun % 25’i seviyesinde iken bu rakam 1985’te % 53’e ve 2000 yılında da % 65’e yükselmiştir. Ekonomik açıdan kentleşme 18. ve 19. yüzyılda modern sanayi teknolojisine, işgücünün üretim sürecindeki rolünün genişlemesine ve sermaye yatırımını üretken hale getirmek için gerekli, programlı ve becerikli işgücü talebine uygun olarak kentler de çehre değiştirdi. Endüstrinin gelişmesiyle birlikte varolan sanayi dalları eskiden kurulmuş olan kentlerin dışında hammaddenin, enerji kaynaklarının, ulaşım araçlarının, insanın ucuz ve kolay olduğu yerlerde kuruldu. Ve böylece de sanayileşmeyle kentleşme ayrılmaz bir bütün olarak birbirlerine bağlandı177. İşgücünün sermaye açısından böyle önemli bir role oturması ortak tüketim araçlarının yani kamu kaynakları ve hizmetin rolünün artırılması sonucunu doğurdu. Varolan işgücünden en yüksek verimi elde etmek isteyen sermaye, üretim için işgücünün, sermaye içinse üretimin zorunlu olması itibarıyla konut, eğitim, sağlık, kültür, ulaşım gibi hizmetlerin yaygınlaşmasını sağladı178. Kentleşmenin ekonomik ayağının ideal anlamda gerçekleşmemesi yani ticaret ve sanayinin kentsel özellik taşımaması kentte biriken halk kitlesinin kentli olmayan bir sosyal kimlik geliştirmesine sebep olur. Bu durum kültürel yabancılaşma veya arabesk kültür şeklinde tezahür eder; sanayileşmenin yarım-yamalak geliştiği yerlerde ise çarpık kentleşme ve kültürel geri kalmışlıktan söz edilebilir. Sosyal ekonomiyle ilgilenenler şehirleri şu topluluklarca oluşturulmuş mekanlar olarak görmektedir: 1.Tarım şehirleri, balıkçılık, madencilik ve kerestecilik topluluklarından oluşmaktadır. 2.Ticaret şehirleri, temel maddeleri toplayıp dağıtım işlevi gören topluluklarca oluşturulmaktadır. 176 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1 177 http://adimdergisi.virtualave.net/1/14.html 178 http://adimdergisi.virtualave.net/1/14.html 45 3.Sanayi şehirleri, endüstriyel üretime geçen toplulukların yönlendirmeleriyle oluşmuştur. 4.Turizm ve eğitim merkezli şehirler; dinlenme, eğlenme, eğitim görme gibi amaçlar merkezinde toplulukları kendine çekmektedir.179 Ticaret serbestliğini teşvik eden kanuni düzenlemeler, göç etme serbestisini kolaylaştıran yasalar, kişileri şehir merkezinde toplayan merkezi yönetim ve toprağı elde tutma ve kullanma özgürlüğünün gelişmesi. Kentlerin büyümesinin nedenlerindendir180. Eğitim, eğlence yerleri, daha yüksek bir yaşam standardı, entelektüel toplulukların çekiciliği, kendi ortamına alışma, ve şehir yaşamının değerlerine ilişkin olumlu yönde yaygınlaşan kanaat, şehrin büyümesindeki toplumsal nedenlerdendir181. KENTLEŞMENİN SEBEPLERİ Ne tek başına sanayide ve teknolojide yaşanan gelişmeleri, ne ülkenin siyasal yapısı ve ne de diğer sosyal ve kültürel gerekçeler, kentleşmenin tek sebebi olarak algılanamaz. Her ne kadar batı ülkelerinde kentleşmenin temel nedeni sanayi devrimi ile başlayan süreç ise de, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ya da gelişmemiş ülkelerde yaşanan kentleşmenin birçok sebebi bulunmaktadır. Kentleşmenin sebepleri başlıca aşağıda belirtilen şekilde gruplandırılabilir. 1-Kırsalın iticiliği: Kentleşmede kırsalın nüfusu tutamaması ve kendi dönüşümünü sağlayamaması önemli bir faktördür. Kırsaldaki nüfus adeta kentlere doğru itilmektedir. Bunda etkili olan hususlardan birisi tarımda yaşanılan teknolojik dönüşümdür. Traktör ve biçer-döver gibi araçların tarımda kullanılmaya başlaması gizli işsizlik doğurmuş, açığa çıkan nüfus kentlere yönelmiştir. Toprak yetersizliği ve toprağın miraslarla parçalanması veya Karadeniz Bölgesindeki gibi toprağın mevcut nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamaması kırsalın iticiliğini arttırmaktadır. Yine kırsal kesimdeki durağan yaşam ve aşırı nüfus artışı bu yörelerin nüfus ihracına sebep olmaktadır. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için kırsalın iticiliği kentleşme açısından çok önemli bir etkendir.182 Az gelişmiş ülkelerde, tarımın verimliliği ve kişi başına düşen tarımsal gelir, köylülüğü köyünde tutmaya yetmeyecek kadar düşüktür. Ekonomik nedenlerden dolayı köyünde beslenemeyen, gelecek için güvence bulamayan nüfusu kent merkezlerine çeken nedenlerdir183. 2-Çekici sebepler ve kent olanakları Kentler fırsat, imkân ve olanak açısından kırsaldan zengindir. Eğitim, sağlık ve kültür alanında çok çeşitli alternatif ve kaliteli hizmet kentlerde mevcuttur. Yaşam kalitesinin, gelir seviyesinin ve konforun yüksek olması kentleri cazip mekânlar haline getirmektedir. Kentler ticaret, turizm ve sosyal yaşamın gelişmiş olduğu yerlerdir. Büyük sanayi kuruluşları ulaşım, iletişim ve altyapı yeterliliği sebebiyle büyük kentlere yakın yerlerde kurulmaktadır. Bu da istihdamın kentlerde yoğunlaşmasına sebep olmaktadır. Kentler çocuklarına iyi eğitim vermek isteyen, kaliteli sağlık hizmeti almak isteyen veya iş bulma umudunda olan insanları kendine çekmektedir. 179 MARTİNDALE, Don, Önsöz: Şehir, Modern Kentin Oluşumu, Max Weber, Çev: CEYLAN, Musa, Bakış Yayınları, İstanbul, 2000, sf: 5-68 180 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,44 181 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,44-45 182 KONGAR, Emre, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul 2001, sf: 551 183 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.68 46 Türkiye nüfüsunun yaklaşık beşte birini barındıran İstanbul, sadece ülkenin değil, bölgenin de çekim merkezidir. Ticaret, sanayii, finans, kültür ve her türden beşeri mübadele İstanbul'un zengin ve hareketli mekânlarında sürmektedir. Sanayileşmekte olan toplumlarda, kentlerdeki iş olanakları, köylük yerlere oranla daha hızlı çoğalır. Ekonomik gelişmeyle birlikte kişi başına düşen gerçek gelir yükseldikçe, kentlerde üretilen mal ve hizmetlere duyulan istem, tarım ürünleri istemine oranla fazla olur. Ayrıca üretim sürecinin ussallaşması sonucunda, eskiden köylerde görülen birtakım hizmetler kentlerde görülmeye başlanır. Bunun, uzmanlaşma (ile yakından ilgisi vardır. Kentin çekiciliğinin bir nedeni de marjinal sektör olarak adlandırılan iş kollarının varlığıdır. Bu durum nüfusun önemli bir bölümünün marjinal işler olarak adlandırılan alanlarda istihdama yol açmıştır. Marjinal sektörler işportacılık, hizmetçilik, değnekçilik, hamallık ve benzeri gibi örgütlenmiş bir ekonomik yapıdan çıkarılıp atılacak olursa ekonominin işlerliğinde her hangi bir aksamaya yol açmayacak işler olarak tanımlanır. Türkiye’de köyden kente göçü cazip hale getiren nedenlerin biri de kente gelen nüfusun marjinal işler sayesinde kendine bir yaşam alanı oluşturmasıdır.184. 3-Teknolojik Nedenler Daha önce de vurgulandığı gibi kentleşmenin en önemli etkeni sanayi devrimi olmuştur. Sanayi devrimi ile başlayan teknolojik gelişmeler sonucu üretimin görülmedik oranda artması ve maliyetlerin düşmesi ile birbiri ardına sanayi tesisleri kurulmaya başlanmıştır. Bu tesisler, malların satış noktalarına ulaştırılması kolaylığı ve sanayi için gerekli alt yapının kentlerde bulunması nedeniyle kentlerde kurulmaya başlanmıştır. Kentlerde kurulan sanayi tesisleri, beraberinde büyük ölçekte iş gücü talebini doğurmuş ve bu talep de kentte karşılanamadığı için kırsaldan kente göçler nüfus akımı başlamıştır. Sanayinin gelişmesi beraberinde ekonomik gelişmeyi ve nüfus artışını da getirdiğinden, bu da yeni iş kollarının doğmasına ve mevcut iş kollarının da artmasına yol açmıştır. Zincirleme biçiminde yaşanan bu gelişmeler neticesinde, kentlerin nüfusu büyük artışlar göstermeye başlamıştır. Sanayi devrim ile birlikte ortaya çıkan yeni üretim yapısı, kırsal alalarda emek yoğun olarak üretilen birçok malzemenin kentlerde kurulan sanayi tesislerinde daha seri ve ucuz üretilmesini sağladığından, kırsaldaki işyerleri hızlı bir kapanma süreci yaşamış, ortaya çıkan işsizler de kente yönelmiştir. Ayrıca teknolojik gelişmeler, ulaşım ve iletişim alanında büyük yenilikler getirmiştir. Ulaşım tekniklerindeki gelişmelere şehirleşmeyi iki yönden etkilemiştir. Her şeyden önce yetersiz ulaşım sebebiyle, sadece çevresi için üretim yapan küçük sanayi kuruluşlarıyla, mahalli ticaret alanları, ulaşımdaki ilerlemeler dolayısıyla büyük üretim ve ticaret merkezleri haline gelmiştir. Diğer taraftan ulaşımın kolay ve ucuz olması, insanların hareket edebilme imkânlarını artırmıştır. Böylece, kentlerden köylere ulaşım kolaylaşmış, bu hem kentle ilişkiyi artırmış hem de göçü kolaylaştırmış. Fikirlerin, bilgilerin ve tecrübelerin insanlar arasında yayılması ve değiştirilmesi hizmet üretiminin esaslı unsurlarından biri olmuştur. Diğer bir açıdan şehirler, bu fikir ve bilgilerin hem geliştirildiği hem de yayıldığı merkezlerdir. Aracı faktörler olarak da değerlendirilen bu açılımlar, kentleşme sürecinde rol oynayan diğer faktörlerle beraber göz önünde bulundurulduğunda, özellikle bu dönemde gelişen bilişim teknolojileri sayesinde bireylerin kentlere katılımında çaplı bir değişimin taşıyıcısı durumuna gelmiştir. Ulaşım alanındaki değişmeler, insanların kolay yer değiştirmelerini sağlamakla birlikte; kırsal kesimin ekonomik açıdan pazara açılmasını da kolaylaştırmıştır. Bu da kentle 184 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.68 47 etkileşimin artmasına yol açmıştır. Ulaşım ve haberleşme alanında sağlanan ilerlemeler kentleşmeyi etkileyen önemli bir öğedir.185 4-Siyasal sebepler Kentleşmenin önemli nedenlerinden birisi de siyasi alanda yaşanan gelişmelerdir. Merkezi idare bazen kentleşmeyi teşvik etmiş, bazen ise bu konuda istekli olmamıştır. Örneğin Cumhuriyet dönemizde ilk yıllarda merkezi idare kırdan kente nüfus akışı sağlayacak ekonomik ve sosyal değişikliklerden rahatsız olduğu için, nüfusun ağırlıklı olarak köylerde yaşaması yolunda politika takip etti. Buna mukabil kırsal kesimde önemli oranda destek elde eden Demokrat Parti, seçmen tabanının talepleri doğrultusunda kentleşme yolunda politika takip etmiştir. Ülkemizde kentlerin hızlı gelişimi de 1950’li yıllarda başlamıştır. Osmanlı’da köyden kente göçü zorlaştıran yasalar bulunmaktaydı.186 Köyde yaşayanlar, köyü terk ettiği takdirde bir bede ödemekle yükümlü tutulmaktaydılar. Bu da kentleşmenin önünde önemli bir engel teşkil etmekteydi. Yine ülkemizde özellikle 1980 sonrası Güneydoğu bölgesinde yaşanan gelişmeler neticesinde merkezi idare eliyle bu bölgede kentleşme mecbur tutulmuştur. Bir yandan mezralar ve küçük köyler daha merkezi yerlere toplanırken, diğer yandan da bu köylerde ve ilçelerde bulunan nüfusun da kent merkezlerine akmaları teşvik edilmiştir. Bunun neticesinde de başta Diyarbakır gibi iller olmak üzere bir çok kentin nüfusu kısa sürede önemli oranda artış göstermiştir. Gezme, yerleşme ve ticaret özgürlüklerini kısıtlayan yasaların kaldırılması da, kentleşme üzerinde etki yapar. Bunun gibi, yönetimde özekçiliğin, kentleşme üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Paris, Berlin, Moskova, Buenos Aires, devlet sistemindeki güçlü özekten yönetim geleneğinin ürünüdür. Ayrıca, kimi kentlere, siyasal kararlarla başkent statüsü verilmesi de, yalnız o kentlerin değil, bulundukları tüm bölgenin kentleşmesini hızlandırır. Ankara, Canberra ve Brasilia kentleri bunun en yeni örnekleridir. 1920'de 20 bin nüfuslu bir kasaba olan Ankara, başkent olmasının bir sonucu olarak, 50 yılda 2 milyona yakın nüfuslu bir anakent (metropol) olmuştur. İç Anadolu'nun kentleşme derecesinin, 1947'de % 11'den, 1997'de % 65.6' ya çıkmış olmasında da, Ankara'nın orada bulunmasının, dolayısıyla başkent yapılmasına ilişkin siyasal kararın rolü azımsanamaz187. Kentleşmede siyaset, toprak mülkiyeti, tarım ve sanayi politikaları, uluslar arası anlaşmalar gibi sebeplerle de etkin olmaktadır. Örneğin ülkemizde tarım alanına gereken önem verilmemesi neticesinde, bu alanda yaşana sıkıntılar kente göçü hızlandırırken, sanayileşme politikasında yaşanan çarpıklıklar da (tarım arazilerinin sanayiye açılması gibi) aynı etkiyi göstermektedir. Tarım arazilerinde mülkiyetin belirli ellerde yoğunlaşması, çok geniş bir nüfusun ise çok küçük parçalarda toprak sahibi olması da kırsalda iticiliğe yol açmaktadır. 5-Sosyopsikolojik Nedenler Sosyopsikolojik etmenler, koy ve kent yasam biçimleri, ölçütleri arasındaki ayrımlardan kaynak alır. Bunlara genellikle, kentlerin çekici özellikleri gözüyle bakılır. Gerçekten, kentlerin sahip bulunduğu birçok toplumsal ve kültürel olanaklar ve hizmetler çok çekicidir. Kentlerin özgür havası, daha geniş bir kümenin üyesi olma duygusu, kentli olmanın gururunu paylaşma, bu etmenlerin başlıcalarıdır. Kimi yerlerde ise, köyden kente göç etmeye, belirli bir toplumsal aşağılık duygusunu ortadan kaldıran bir "yükseliş" gözüyle bakılır. 185 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.70 186 KELEŞ, Ruşen, Kentleşme Politikası, sf:32 187 KELEŞ, R., Kentleşme Politikası s.31 48 Kimi yazarlar 19. yüzyılın baslarında Amerikan kentinin, herkesin şansını bir kez denediği bir yer olduğuna değinmektedirler. Bunun gibi, "Istanbul'un taşı, toprağı altın" sözü de büyük kentin çekiciliğini anlatan bir deyim olarak dilimizde yer etmiştir. Bunun gibi, birçok köylü çocuğu öğrenimlerini tamamladıktan, askerliklerini yaptıktan sonra kentlerde yerleşirler. Yurtdışına işçi gönderilmeye başlanan son 35 yılda, yurda donen işçilerde de, çoğunlukla aileleriyle birlikte büyük kentlerde yerleşme eğilimi vardır. Askere alman erlerin ailelerine yapılan parasal yardımın, Türkiye’de koydan kente göçü artırıcı bir nitelik taşıdığı da ileri sürülmüştür. Sosyo-psikolojik nedenler, kentleşme hareketini oluşturan diğer nedenlerin arasına karışarak onarı hızlandırıcı ya da ağırlaştırıcı bir etkide bulunur. Günümüzde medya, sosyopsikolojik nedenleri oluşturan en önemli faktördür. Televizyonun yaygın kullanımı ve kolay ulaşılabilirliği, ayrıca kente daha önce göç etmiş olanların kırsal kesimle ilişkilerin belli bir ölçüde devam etmesi, kentlerin yaşam biçiminin kırsal alanda iyi bilinmesine yol açmaktadır. Televizyonun yaygınlaşması ve kırsal alanda da hemen hemen her eve girmiş olması, insanların başka yaşam biçimlerinden haberdar olmalarını sağlamıştır. Bu durum da kentleşmenin sosyo-psikolojik nedenlerini hazırlayan ve göçe kaynaklık eden bir faktör olmuştur188. Kentleşmenin Olumlu Ve Olumsuz Etkileri İnsanların bir arada, ortak mekânlarda yaşamalarını sağlayan kentleşme bir takım imkanları paylaşma veya sorunlara ortak çözümler üretme açısından da bir avantaj olarak görülebilir. Kentleşmenin olumlu olarak nitelenebilecek yönleri şunlardır: 1.Daha Fazla Yaşam Alanı Sağlaması: Kentleşme yatay değil dikey gelişmeyi ifade eder. Kentleşme sonunda kentlerde yapılan yüksek katlı binalar bunun tipik örneğidir. Daha dar alada daha fazla nüfus yaşadığı için, aynı nüfusu tek ya da iki katlı binalarda barındıracak yerleşim şekillerine göre daha az yer işgal edildiğinden, donatı alanlarının oluşmasına imkan tanımaktadır. 2.Enerji Etkinliğinin Yükselmesi: Kentsel gelişme çeşitli açılardan enerjide etkinliğin artmasına neden olabilir. Örneğin müstakil bir evin ısınmasında harcanılan enerji bir apartmanı ısıtmak için harcanılan enerjiden çok daha fazladır. 3.Etkili Katı Atık Yönetim Sistemleri: Kentlerde oluşturulan geri dönüşüm merkezleri, çöpleri belirli bir alana yaymaktansa geri kazanma yollarını araştırarak ulusal kaynakların israfını önleyebilmektedir. 4.Daha İyi Sosyal Olanaklar: Eğitim seviyesinin yükselmesi kentleşmenin önde gelen faydaları arasındadır. 5.İş İmkânı: Kentleşme bireylere iş bulmada da daha iyi olanaklar sağlayabilir.189 Kentler bir takım olumsuzluklar da üretmektedir. Kentleşmenin yol açtığı olumsuz etkileri şöyle sıralayabiliriz: 1.İklim Üzerindeki Etkiler: Kentleşme sonucu ortaya çıkan yapılanma aşırı ısınmaya neden olmaktadır. Örneğin; yollar, binalar, kaldırımlar gün boyu depoladıkları enerjisi geceleyin serbest bırakarak iklimin aşırı ısınmasına neden olmaktadır. 2.Hava Kirliliği : Hava kirliliği kentlerin temel sorunlarından birisidir. 3.Su Kaynakları Üzerindeki Etkiler: Kentleşme sonucunda ortaya çıkan en önemli problemlerden biri de su kaynaklarının kirlenmesi ve azalmasıdır. Özellikle büyük kentlerde yaşanan aşırı su tüketimi su kaynaklarını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Kentlerde yaşanan çarpık yapılanma suyun hidrolojik döngüsünü de bozmaktadır. Suyun kirlenmesine neden olan en büyük etken ise lağım sularıdır. 188 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.116 189 AKDOĞAN, Y., Kentleşme Raporu, s.10-11 49 4.Topraklar ve Kır Arazileri : Günümüzde, dünyadaki toplam arazinin yaklaşık %1’ini kentler kaplamaktadır. Kentsel genişlemenin bugünkü hızıyla devam etmesi dünya üzerindeki yaşanabilir yerlerin azalmasına neden olacaktır190 ÇARPIK KENTLEŞME Kavafis bir şiirinde “Bu şehir arkadan gelecektir”191 der. Türkiye’de birçok şehir arkadan gelmiştir. Önce nüfus hareketi ve istihdam, arkasından bu nüfusa yaşanabilir bir kent oluşturma çabası görülmüştür. Bu durum çarpık, plansız ve karmaşık kentlerin oluşması anlamını taşımaktadır. Büyük ekonomik ve toplumsal değişimlerle birlikte kaçınılmaz olarak, dünyanın her yanında, Türkiye’den önce veya sonra pek çok ülkede hızlı bir kentleşme temposu gündeme gelmiştir. Bunun olağan sonucu olarak kentleşmenin hızlanması öncesinde hiçbir kurumun ve toplumsal kuruluşun öngöremediği veya öngörse de tedbir alamadığı bir denetimsiz değişim dönemi başlamıştır. Çünkü, bu değişimi yaşayan hemen her toplumda kır-kent dengesi o çağa kadar görülmedik oranda radikal bir biçimde altüst olmaktadır. Temposu ülkeden ülkeye farklılaşsa da, nüfusunun yaklaşık %10-15'i kentte yaşayan toplumlar sözü edilen bu süreçte, neredeyse yüzyılı aşmayan bir tarihsel aralıkta, nüfuslarının % 80, hatta 90'ları kentte yaşayan toplumlara doğru evrilmişlerdir. Hiçbir ülkede mevcut kentler bu yüksek değişim temposunu sorunsuz, yani "çarpık olmayan" bir biçimde kaldırmayı sağlayacak nitelikte örgütlü değildir.192 Dünyanın en hızlı gelişen 20 kentinin yarısı Asya’dadır. Önümüzdeki 30 yıl içinde dünya nüfusuna eklenecek 2-3 milyar insanın 3/5’inin Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki azgelişmiş ülke kentlerinde toplanması beklenmektedir.193 Küreselleşme süreciyle bugün, sözü edilen güney ülkeleri, azgelişmiş ülkelerdeki metropolitenleşme sürecini son derece kontrolsüz bir şekilde yaşamaktadırlar. Buna göre; merkez ülkelerde düzenli büyüklük kademelenmesi ve karşılıklı ilişki temelinde oluşan metropoliten alan, güney ülkelerinde çevresindeki yerleşimlerin küçülmesi pahasına gelişen ‘tek hakim şehir’ şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yani, gelişmişlerde kentleşme eşit bir şekilde gerçekleşirken azgelişmişlerde serbest ticaretin de etkisiyle, kentsel yığılmalar oluşmaktadır. Öyle ki, 33 milyonluk Mısır nüfusunun 20 milyonu İskenderiye ve Kahire’de toplanmıştır.194 Nüfusun belli merkezlerde toplanması çarpık kentleşmeye davetiye çıkarmak anlamına gelmektedir. Çünkü ülkelerdeki demografik hareketler çoğunlukla uzun vadeli olarak kestirilemeyen, planlanamayan ve yönlendirilemeyen bir boyut taşır. Çarpık kentleşmede ya belli sanayi merkezleri etrafına nüfusun öbekleşmesi şeklinde yeni bir kentin doğması şeklinde ortaya çıkmakta ya da varolan eski bir kentin aldığı yoğun göçle istiap hacmini aşması şeklinde gerçekleşmektedir. Küçük üreticilerin gelişmesiyle sanayileşme yolu ele alındığında, kent merkezi etrafında toplanmış bulunan küçük üreticiler başarıya ulaşıp orta ölçeğe geçmeye başlayınca kentin çevresine sıçramaktadır. Kentin merkezi çevresindeki bu küçük üreticiler alanı küçük girişimcileri geliştiren bir kuvöz işlevi görür. Ticarette sağlanan birikimden sanayiye geçiş Türkiye de sık rastlanan bir yoldur. Ticarette orta boy sanayi kurabilecek birikimi sağlayan girişimciler kentin yakın çevresinde sanayi kurma eğilimi göstermektedir. Devlet sanayileri ise büyük ölçeklidir. Kentin çevresinde toplanan orta ve büyük sanayi çevresinde ucuz emeği 190 AKDOĞAN, Y., Kentleşme Raporu, s.11 191 BEYHAN, Berna, Tarih Kırılgandır, Zipİstanbul, s:6, 26 Nisan-2 Mayıs 192 TANYELİ, Uğur, İçeriksiz Doğrular1, Çarpık Kentleşme, 21.com.tr 193 KAFAOĞLU, A.B., Habitat Metinlerinden Çare Beklemek Hayal, Türkiye Mühendislik haberleri, Mayıs 1996, sf:44 194 a.g.e., sf:64 50 çekmektedir. Bunlar Türkiye bağlamında kentin çevresinde gecekondu kuşaklarının oluşması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Kent içi ulaşım hizmetlerinin örgütlenme biçimi kentin yapılaşmış kesiminden kopmaya olanak vermemektedir. Bu durumda kent yüksek yoğunluklu olarak, bir yağ lekesi gibi büyümektedir. Kent merkezlerinde yık-yap süreçlerinin işleyişine, dolayısıyla tarihsel ve kültürel değerlerin tahrip edilmesine, sürekli olarak yoğunluk artışına ve yeşil alanların yok oluşuna, sosyal altyapıların yetersiz kalışlarına neden olmaktadır. Kentin büyüme biçimi sürekli olarak yaşam kalitesini düşürücü sonuçlar doğurmaktadır.195 İngiliz sanayileşmesinin ve kentleşmesinin Türkiye’ninkinden iki yüzyıl önce zirve noktasına ulaşmış oluşu, orada üretilmiş tedbirleri, yöntemleri ve yasal altyapıyı aynen alıp uygulanabilmesini sağlamıyor. Çünkü her toplum başkalarınınkiyle önemli benzerlikler taşısa da, kendi özgül kentleşme sürecini yaşıyor. Türkiye’nin kentleşme sürecine bakıldığında, bunun kentlerin işgücü ihtiyacından kaynaklandığı söylenememektedir. Buna karşılık, Türk toplumunda var olan sosyal dayanışma ve karşılıklı bağımlılık gibi hususlar İngiliz toplumu için bire bir aynı değildir. Oysa, kentleşme her ne kadar nüfus ve mekansal büyüme temelinde gelişen bir olgu ise de, gerçekte içerik itibarı ile sosyal bir vakıadır. Sosyal konularda ise her toplumun özellikler farklıdır ve bu farklılıklar üzerine çözümlerin bina edilmesi gerekmektedir. Kentleşme sürecinde bir kentin diğerlerine göre daha hızlı büyümesi, ülke dengelerini çok ciddi oranda olumsuz etkilemekte ve ileri aşamalarda çözümü de adeta imkansızlaştırmaktadır. Örneğin, İstanbul’un aşırı büyümesi ve finans, ticaret merkezi haline dönüşmesinin sonucu olarak, yatırımcılar için de öncelikle tercih edilen bir yer almasını sağlamaktadır. 10 milyon nüfusun çok dar bir alanda bulunduğu Pazar varken, çok daha geniş alanda ve çok daha az nüfus cazip bir azar olarak görülmemekte ve girişimciler büyük pazarı tercih etmektedir. Netice olarak çarpık kentleşmeyle ilgili şu hususlar vurgulanabilir: - Kentler birçok yerde en verimli tarım arazileri üzerine kurulmaktadır. Örneğin, ülkemizin tarım topraklarının % 3’ünü teşkil eden birinci sınıf tarım toprakları kentleşme sürecinde yok edilmiştir.196 İstanbul’un 1950’li yıllarda bostan olan alanları bu gün çok katlı binaların yükseldiği yerlerdir. - Rasgele gelişme sonucu parklar, kamuya açık dinlenme ve eğlence yerleri ve doğal manzaralar yok olmaktadır. Yine kamuya ait olması gereken sahil kesimleri binalar tarafından işgal edilmekte ve kent sakinleri için adeta yasak bölgeler haline gelmektedir. - İnşaatla dolan alanların yeniden açık hale getirilmesi mümkün olamamaktadır. - Sonradan götürülen su, kanalizasyon, ulaşım ve diğer kamu hizmetleri daha pahalıya mal olmaktadır.197 Özellikle aşırı büyük ve yoğun kentlerde bu problem daha da artmaktadır. Örneğin, İstanbul’un dar alanda sıkışmış nüfusunun ihtiyacının karşılanabilmesi için çok pahalı teknolojilerin kullanılması gerekmektedir. Yeni ulaşım yollarının açılmasında, fiziki yatırımın çok üstünde kamulaştırma giderleri söz konusu olmaktadır. - Gecekondulaşma ciddi bir hukuksuzluk ve kontrol edilemeyen bir keyfilik ortamı üretmektedir. - Nüfusun kent alanında süratle ve büyük yoğunlukla metropol alanlara doğru kayması, yatırım olanaklarının kısıtlı olduğu, eğitim yetersizliği gibi nedenlerle vasıfsız iş gücü arzı büyük boyutlara ulaşmakta, işsizlik oranı ise kırsal kesimlerin 2.5 katını aşmasına neden olmaktadır. Kentlere göç sırasında kırsal alanda ücretsiz aile işçisi olarak aktif gözüke 195 Habitat II Türkiye Ulusal raporu ve Eylem Planı, sf:26 196 CANSEVER, Turgut, Habitat II Vesilesi İle İnsan, Konut ve Şehirleşme, yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, sf: 89 197 GÜRÇINAR, Yusuf, 21. Yüzyıla Girerken Adana’nın Konut Sorununun Çözümü İçin Stratejilerin Geliştirilmesi, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İBB Yayınları, 1998, sf: 217 51 kadınların büyük bölümü işsiz konuma gemlete ve kadınların kentlerde iş gücüne katılma oranları % 17 civarında kalmaktadır.198 - Aşırı kentleşme, sürdürülebilir kentleşmeyi engelleyen bir özellik göstermektedir. Bilindiği gibi, “Sürdürülebilir kentler” kavramı, insan gereksinimlerine günümüz kentlerinden daha iyi yanıt veren kentlerin oluşturulmasının yanı sıra, kent sistemlerinin gelecek kuşakların gereksinimlerinin kısıtlanmasını engellemeyecek biçimde geliştirilmesi gerekliliğini tanımlamaktadır.199 Oysa, aşırı ve çarpık büyüyen kentlere doğal kaynaklar hızla yok olmakta, doğa, bir daha dönüştürülemeyecek biçimde tahrip edilmektedir. Bu konularda özetle alınabilecek tedbirler şöyle sıralanabilir: - Kentleşmenin yönlendirilmesinde ve kentsel alanların düzenlenmesinde kırsal alanlar ile karşılıklı etkileşim ve dengeler göz önünde tutulmalıdır. - Yakın kırsal alan ile ucuz ve düzenli bir ulaşım ağı oluşturularak, şehre yerleşmeden şehrin imkanlarından faydalanma olanakları oluşturulmalıdır. - Uzak kırsal alan ile şehir arasında en azından ekonomik göçü kontrol altına alabilecek tampon sanayi bölgeleri kurulmalıdır.200 - Mevcut imarsız konut stoku için yasal bir zemin oluşturmak, halihazırdaki sosyal donanımlar (okul, sağlık ocağı, çocuk parkı, cami vs.) ve teknik altyapıdaki (su şebekesi, kanalizasyon, drenaj, yol) eksikliklerini gidermek olmalıdır. Mülkiyet sorunu çözülmelidir. - Kendi evini kendin yap mantığı çerçevesinde vatandaşlara (arsa, proje, teknik konular ve finansman gibi konularda) yardımcı olunmalıdır. - Dar gelirli aileler için uygun bedel ve ödeme kolaylığı sağlanmalıdır. - Mevcut yerleşim alalarının ıslahı ve dönüşümü için çaba göstermenin yanı sıra, yeni yerleşime açılacak alanlarda, dünya standartlarına uygun donatı alanları hazırlanmalı ve bu yerlerin alt yapı hizmetleri yapılaşma başlamadan önce bitirilmelidir. - Kaçak yapı ve gecekondulara karşı daha caydırıcı önleler alınmalı, sadece göz yuman kamu yönetimine değil, yapanlara da ciddi cezalar getirilmelidir. TÜRKİYE’DE CUMHURİYET DÖNEMİ KENTLEŞME Modern Türkiye bir anlamda. iç ve dış göçler ile inşa edilmiştir. Ulusal inşa döneminde, yeni ülkenin sınırları dışında kalmış bazı Türk ve Müslüman kökenli topluluklar getirilmiş ve yeni Türk ulusunun temellerine eklenmiştir. Gerek bu toplulukların ülke içindeki yerleşmeleri, gerekse de sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan kırdan kente göç olgusu bu topraklarda sürekli bir göç olgusu ile birlikte yaşama zorunluluğu getirmiştir. Hızlı toplumsal değişimin bir sonucu olarak ortaya çıkan göç, paralelinde hızlı bir toplumsal değişime de neden olmuştur201. Aşağıdaki tabloda ülkemizdeki kentli nüfusun nasıl hızlı bir şekilde büyüdüklerini açık bir şekilde göstermektedir. Nüfusu 20.000 Ve Daha Fazla Olan Yerleşmelerde Yaşayan (Kentli) Nüfus Oranı YIL Toplam Nüfus Kent Nüfusu* Kent Nüfus Oranı (%) Kır Nüfusu Kır Nüfus Oranı (%) 198 PEYRCİOĞLU, Nevin, ÜSTÜNIŞIK, Belma, Habitat II’ye Doğru Yerelleşme-Konut, Altyapı, Yerel Yönetimler ve İstanbul Örneği, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, sf: 129 199 ERTÜK, Hasan, Sürdürülebilir Kentler, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, sf: 174 200 GÜRÇINAR, Yusuf, 21. Yüzyıla Girerken Adana’nın Konut Sorununun Çözümü İçin Stratejilerin Geliştirilmesi, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İBB Yayınları, 1998, sf: 218 201 TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç s.207-208 52 1970** 35.605.176 10.221.530 28,7 25.383.646 71,3 1975** 40.347.719 13.271.801 32,9 27.075.918 67,1 1980** 44.736.957 16.064.681 35,9 28.672.276 64,1 1985** 50.664.458 23.238.030 45,9 27.426.428 54,1 1990** 56.473.035 28.958.300 51,3 27.514.735 48,7 2000*** 67.420.000 39.815.727 59,1 27.604.273 40,9 2001*** 68.529.000 40.881.741 59,6 27.647.259 40,4 2002*** 69.626.000 41.953.824 60,2 27.672.176 39,8 20003*** 70.712.000 43.033.989 60,8 27.678.011 39,2 (*) Kent, 20.000 ve daha fazla nüfusu olan yerleşmedir. (**) Sayım tarihi İtibariyle (***) Yıl ortası itibariyle tahmin Kaynak: 9.Kalkınma Planı(2007–2013) Yerleşme Kentleşme Özel İhtisas Komisyonu Raporu Şubat 2006 s.18. 1970 ve 2000 arasında, 20 bin ve üzerinde nüfusa sahip kentsel yerleşmelerde yaşayan nüfusun toplam nüfus içindeki payının yaklaşık %30’dan (10,2 milyon kişi), %60’a (40.8 milyon) yükseldiği görülmektedir. Türkiye’de kentlerin çekiciliğinin sebeplerini şöyle sıralayabiliriz. 1.Kentlerdeki iş olanakları, iş gücü artış hızının çok altında gelişmekle birlikte, yine de sanayideki yüksek ücretler çekicilik konusunda önemli bir yere sahiptir. 2.Özellikle büyük kentlerde, “marjinal sektör” diye adlandırılan bir sektörün gelişmiş olması dolayısıyla göç eden insanları bu alanlarda, çalışarak yaşamlarını sürdürebilirler. 3.Kentlerde ister sanayi alanında ister hizmet alanında istihdam edilsin, sigortalı çalışma oranı daha yüksektir. Bu da insanları geleceklerini güvence altına almak isteğinden dolayı kente göçü teşvik etmektedir. 4.Her ne kadar kentlerde gerek eğitim gerekse sağlık olanakları yeterli düzeyde değilse de kırsal kesime göre oldukça ileri düzeydedir. Özellikle eğitim konusunda aileler çocuklarının kendilerinden daha iyi bir eğitim almalarını istemektedir. Bu istek de kentlerin çekiciliğini artırmaktadır. 5.Toplumun kültürel değerleri de kente göçü hızlandırmaktadır. “boğulursan büyük denizde boğul”, “İstanbul’un taşı toprağı altındır.” Gibi halkın arasında yaygın olarak kullanılan deyimler de kentlerin cazibesini artırmaktadır. 6.Hem kırsal alanın iticiliği hem de kentlerin çekiciliği çerçevesinde değerlendirilebilecek güvenlik sorunudur. Eskiden kan davası gibi nedenlerde kaynaklanan göç, son 10 – 15 yıldan beri özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da terör ve güvenlik nedeniyle yaşanmaktadır202. 7.İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan Marshall yardımı sonucu kırsal bölgelerde sağlık koşullarında iyileşmenin ve bebek ölümlerinin azalması ve bunun sonucu olarak nüfusun % 2.8 oranında artması.203 GÖÇ TÜRLERİ 1. Geçici Göçler 202 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.117-118 203 VERGİN, ur, Din, Toplum ve Siyasal Sistem, Bağlam Yayınları, İstanbul 2000, sf: 134 53 - Mevsimlik - Günlük ve kısa dönem 2. Transferler; Tayin ve görev nedeni ile göç edenler 3. Uzun dönem göçleri - İş /çalışma nedeni ile göç edenler - Hayat-boyu göçmenler - İskân ve çeşitli nedenlerle göç ettirilenler 4. Göçmen olmayanlar - Hiçbir zaman göç etmeyenler - Potansiyel göçmenler 1950’lere kadar devlet düzeyindeki kimlik öne çıkmıştır. Özellikle 1920’ler ve 1930’larda gerçekleştirilen devrim veya “inkılâp”larla devlet yeni bir birey ve toplum modeli inşa etme sürecine girişmiştir. Kentte dönüşüm süreci tamamlanmadan göç baskısı istenmemiş, köy enstitüleri gibi uygulamalarla halkın köyünde tedrici dönüşümü sağlanmaya çalışılmıştır. 2. Dünya savaşı sürecinde güvenlik arayışı, kentlerin cazibesini azaltmıştır. Genelde dünya sistemi ile eklemlenmesi hızlanan Türkiye'deki toplumsal oluşum içinde tarımın makineleşmesi ve modernleşmesi, geleneksel toprak sahipliği rejiminin değişmesi, topraksızlaşma ya da toprakların belirli ellerde toplanması, ulaşım koşullarındaki gelişmeler gibi etkenlerle kırsal alanlarda yaşayan nüfus kentsel alanlara doğru hızla hareketlenmiştir. Bu hareketlenme 50'li ve 60'lı yılların içgöçünü ortaya çıkarmıştır. Burada göçe ivme veren etkenler arasında nüfus artışı, tarımdaki düşük üretkenlik ve kırsal alandaki artan işsizlik ve eğitim nedeniyle kentlere yönelme de sayılabilir. Bu dönem köyden ve köylülükten hızla uzaklaşma dönemidir. Daha sonra 60'lı yılların sonları, 70'li yıllar ve 80'lerin başına kadar daha çok kentsel alanlardaki dönüşümün belirleyiciliği, bir anlamda "çekiciliği" ile anlatılabilir. 1980'li ve 90'lı yıllar içinde ise, içgöç olgusu ve süreçleri modernleşme temelindeki toplumsal dönüşümün yeni iletişim teknolojileri ile daha da yoğunlaşması sonucu ve toplumsal "hareketliliğin her anlamda "iletici" etkenlerin daha da artması ile yeni bir döneme girmiştir. Doğu ye Güneydoğu'dan hem can-mal güvenliği olmadığı hem de savaş-ben-zeri durum nedeniyle yer değiştirmeye zorlanmaları sonucu önemli oranda bir nüfus, önce daha güvenli görünen civar illere, sonra da İstanbul, İzmir, Adana, Bursa, Mersin başta olmak üzere, Batı ve Orta Anadolu'ya göç ederek, söz konusu yerleşim yerlerinin zaten varolan kentsel sorunlarını daha da yoğunlaştırdı. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde zorunlu bir göç süreci yaşandığı bilinmektedir. Bir önceki dönemde bütünleştirici kentleşme terimi ile ifade edilen süreç, bu yeni dönemde yerini daha gergin ve dışlayıcı bir kentleşme sürecine bırakmıştır. Bu zorunlu göç sürecinin 1990’ların kentlerinde silinmez izler bıraktığı ve kent içinde yaşanan gerilimi arttırıcı bir rol oynadığı rahatlıkla söylenebilir. Bu göç eden kitle, öncekilerin tersine kendi isteği dışında göç etmek, kırsal kesimdeki tüm mal varlığını bırakmak zorunda kalmıştır204. Bir önceki dönemde kent ile bütünleşmenin bir yolu olan hemşerilik ilişkileri ve bu ilişkiler üzerinde kurulan dayanışma ağları, bu kez tam tersi bir işlev görmekte ve kentlerde içe kapalı cemaatlerin oluşumunu hızlandırmaktadır. Varoşlar, arka mahalle gibi terimlerle ifade edilen kente küskün, hemen hiçbir gelecek umudu olmayan bu kitledir. Bu kutuplaşmanın mekânsal olmanın da ötesinde boyutlar kazandığı, kent içinde yaşayan kesimlerin gündelik yaşamlarının hemen her aşamasını birbirine dokunmayan ağlar türünde örgütledikleri, bu grupların örneğin farklı ulaşım araçlarını kullandıkları, farklı eğitim ve 204 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291 54 sağlık kurumlarından yararlandıkları, kısacası birbirinden hızla kopmakta oldukları da gözlenmektedir.205. Sürekli göç yolunun seçilmesi ve köyün giderek boşalması, terk edilmiş köyler oluşturmaktadır. Bu köyler genç ve orta yaşlı çiftçilerin köyü terk etmesiyle, önce yaşlıların ve çocukların oturduğu köyler haline gelmekte daha sonra ya tamamen boşalmakta veya emekli olanların gelip oturduğu köy haline dönüşmektedir206. Yüzyıllardan beri 40-50 bin insanın yaşadığı kasabalar, kısa sürede milyonluk merkezlere dönüştür. Şehirlere sonradan gelen insanlar, yerli nüfustan kat kat fazla olunca, etkileme tersine döndü. Artık azınlıka kalan şehirler, köylüleri değil, köylüler şehirlileri etkilemeye başladı. Şehirler köyleşti, şehir kültürü istilacı köylülerce dejenere edilip, tamamen yok olma tehlikesiyle karşılaştı. Şehir kültürünün uğradığı bu yıkım, kendi yerli sanayini kurabilen Batı ülkelerinde kısa sürede tamir edildi. Bu ülkelerde sanayi zaten kültürün bir öğesi olarak geliştiğinden, kısa sürede sanayi toplumuna özgü yeni bir şehir kültürü üretildi. Farklı çevrelerden gelen milyonlarca insanın bir arada yaşamasını sağlayan bu kültür, belli ölçülerde eski kültürün izlerini de taşıyordu. İthal sanayi ile kalkınmaya çalışan ülkelerde ise bir an önce Batıya yetişmenin telaşıyla kültür konuları ihmal edildi. Bu ihmalden doğan boşluk, teknolojiyle birlikte giren batı kültürünce dolduruluyordu. Ancak, bu konuda hiçbir hazırlık olmadığından, batı kültürünün de yeterince anlaşılarak alındığı söylenemez207. Göçün köyde kalanları da köyden gidenler kadar değiştirdiğini çarpıcı olarak göstermiştir. Köyde kalan hanenin, kente giden üyeleri ile birlikte bütünleştirilmiş kırsal kentsel genişletilmiş hane oluşturduğunu ve ataerkil aile reisinin yeniden dağıtımcı bir yaklaşımla bu yeni kurumu yönettiğini göstermiştir. Aile reisinin ölümüyle, bu birlik dağılmaktadır; hatta daha sonraki dönemlerde aile reisi sağken bile kentteki evlat evlenip çocuğu olunca, köye para göndermemeye başlamakta ve giderek bütünleştirilmiş kırsalkentsel hane dağılmaktadır. Köyde kalan evlat, yavaş yavaş "köyde istikbal yok", "kente gidenin istikbali var" algılamasına doğru gitmekte, ancak yaşlı anne-babayı bırakıp kente gidememektedir.208. Türkiye’de göç olgusu iş imkânlarıyla önemli oranda doğrudan ilgili ise de, bu konuda da ilginç bir çarpıklık yaşanmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre 2000 yılı itibarıyla kentlerde işsizlik oranı % 8.9 iken, kırsal alandaki işsizlik oranı ise % 3.7’dir. Bir başka ifade ile, kentlerdeki işsizlik oranı kırsaldaki işsizlik oranının 2.4 katıdır.209 Kentlerde işsizlik oranının kırsal kesime göre çok fazla olması, kırsal alandan ketlere göçün sebebinin ekonomik olmadığı sonucunu göstermekte ise de, aslında konuya daha yakından bakıldığında böyle olmadığı görülecektir. Yine DİE verilerine göre 1994 yılında kentte yaşayanların kişi başına geliri 47.7 milyon iken, kırsal alanda kişi başına gelir 24.9 milyon liradır. Bu da göstermektedir ki, her ne kadar kırsalda işsizlik oranı düşük ise de, emeğin ücreti de ciddi oranda düşüktür. 21994 yılında Kentte aylık 80 milyon olan çalışan kişinin geliri, kırsal alada 45 milyon liradır. Dolayısıyla, kırsal alanda her ne kadar işsizlik oranı az görünüyorsa da, aslında iş sahibi görünenlerin önemli bölümü gizli işsizdir ve geliri çok düşüktür. Bu olumsuzluk, geçim problemini hat safhaya çıkarmakta ve insanlar bir ümit olarak şehirlere akmaktadır. 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre Türkiye’nin toplam nüfusu 67.803.927, il ve ilçe merkezlerinin nüfusu 44.006.274, bucak ve köylerin nüfusu ise 23.767.653 olarak 205 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291 206 TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç s.28 207 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.121 208 TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç s.32-33 209 DİE, Devlet İstatistik Yıllığı, 2001, 55 belirlenmiştir. Ülkemizde Cumhuriyetin ilanından 1950 yılına kadar olan dönemde, ölüm hızının azalması ve doğum hızının artması ile yıllık nüfus artış hızı yükselmiştir. 1923 ve 1955 yılları arasında Türkiye’nin nüfusu, yaklaşık iki kat artarak 13 milyondan 24 milyona ulaşmıştır. Nüfus artış hızının en yüksek olduğu dönem binde 28.5 ile 1955-60 dönemidir. 1950’li yıllardan sonra doğurganlık azalmaya başlamıştır. Ancak, doğurganlıktaki azalma hızı, ölüm hızlarında meydana gelen azalmadan daha az olduğu için nüfus büyümeye devam etmiştir. 1955 ile 1985 yılları arasında, nüfus yeniden ikiye katlanarak 24 milyondan 51 milyona ulaşmıştır. 1985 yılından sonra nüfus artış hızı düşme eğilimine girmiştir. Yıllık nüfus artış hızımız; 1980-1985 döneminde binde 24.9, 1985-1990 döneminde binde 21.7 iken 1990-2000 döneminde bu hız binde 18.3’e düşmüştür. Nüfusumuz yaklaşık son 75 yılda yedi kat artmıştır. 2000 Genel Nüfus Sayımı Türkiye’nin 1990-2000 dönemindeki yıllık nüfus artış hızı binde 18.3, il ve ilçe merkezlerinin yıllık nüfus artış hızı binde 27.0, bucak ve köylerin yıllık nüfus artış hızı binde 3.9 olarak gerçekleşmiştir. 81 il içinde en fazla nüfusu olan ilk üç il sırasıyla İstanbul, Ankara ve İzmir’dir. 2000 yılında İstanbul’un nüfusu 10.018.735, Ankara’nın nüfusu 4.007.860 ve İzmir’in nüfusu 3.370.866 olarak gerçekleşmiştir. 81 il içinde nüfus artış hızı en yüksek olan ilk üç il sırasıyla Antalya, Şanlıurfa ve İstanbul’dur. 1990-2000 döneminde Antalya’nın yıllık nüfus artış hızı binde 42.2, Şanlıurfa’nın yıllık nüfus artış hızı binde 36.1 ve İstanbul’un yıllık nüfus artış hızı ise binde 33.2 olarak gerçekleşmiştir. 81 il içinde nüfus artış hızı en düşük olan ilk üç il sırasıyla Tunceli, Ardahan ve Sinop’dur. 1990-2000 döneminde Tunceli’nin yıllık nüfus artış hızı binde -35.6, Ardahan’ın yıllık nüfus artış hızı binde -20.2 ve Sinop’un yıllık nüfus artış hızı binde –16.2 olarak gerçekleşmiştir. 56 NÜFUS ARTIŞ HIZI (Yüzde) 6 TÜRKİYE İSTANBUL 5,49 5,14 5 4,48 4,09 4,18 Nüfus Artış Hızı (%) 4 3,96 3,45 3 2,85 2,52 2,5 2,89 2,5 2,2 2,46 2 2,1 1,51 1 0 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1997 Ülkemizdeki yedi coğrafi bölgeye göre nüfus artış hızı en fazla olan bölge Marmara Bölgesi, en az olan bölge ise Karadeniz Bölgesidir. 1990-2000 döneminde Marmara Bölgesindeki yıllık nüfus artış hızı binde 26.6, Karadeniz Bölgesindeki yıllık nüfus artış hızı binde 3.6 olarak tespit edilmiştir. 1927’den 1950’ye tam yirmi üç sene içerisinde şehirli nüfustaki artış sadece %0.82’lik bir büyüklüğe tekabül etmektedir. Bir başka ifade ile yirmi üç sene içinde köylerde yaşayanlardan çok az bir miktarı şehirlere göç etmiştir. Bir bakıma herkes doğduğu yerlerde kalmış, orada hayatını kazanmaya çalışmıştır. Son derece statik, donuk bir toplum yapısıyla karşı karşıya olduğumuz ve toplumsal hareketliliğin çok yavaş seyrettiği söylenebilir. Çok partili siyasal hayatın başlaması ve liberalleşme eğilimlerinin belirmesiyle birlikte Türkiye’de toplumsal hareketliliğin de giderek artmaya başladığı, şehirli nüfusun genel nüfus artışından daha yüksek oranda arttığı, köylük yerlerde yaşayanların oransal olarak giderek gerilediği gözlenmektedir. 1955 nüfus sayımına göre şehirli nüfusun genel nüfus içindeki oranı % 28.79, 1960 sayımına göre de % 31.92’ye yükselmiştir. 1950’den 1955’e kadar beş yıllık dönemde 25.04’ten 28.79’a yükselmiş olması son derece önemli bir göstergedir. Yirmi üç yılda gerçekleşenin nerede ise dört misli büyüklüğünde bir artış beş yıl içinde gerçekleşmiştir. Bir başka ifade ile yirmi üç yıl içinde köylerden şehirlere gelenlerin birkaç misli beş yıl içinde gelmiştir.210 Altmışlı yıllarda bu eğilimin daha da hızlandığı ve 1970’te şehirli nüfusun % 38.45’e ulaştığı tespit edilmiştir. 1975’te bu oran % 41.81’e, 1980’de % 43.91’e, 1985’te %53.03’e, 1990’da % 59.01’e, 2000’de ise % 64.9’a ulaşmıştır. Bu durumda özellikle yetmişli yıllarda köylerden şehir merkezlerine çok hızlı bir göç yaşanmıştır; bu eğilimin doğal sonucu olarak bir yandan şehir merkezlerinde nüfus yığılması ve kontrolsüz bir büyüme gözlenirken diğer 210 DURSUN, Davut, Göçlerin Bunalttığı Şehirler, İstanbul Dergisi, s:32, sf:28 57 yandan köylük yerlerin boşalması ve köylü nüfusun oransal olarak hızla gerilemesi söz konusu olmuştur. 1965’te % 35’lerde seyreden şehirli nüfus tam otuz yıl sonra ikiye katlanmış bulunmaktadır. Bunu tersinden değerlendirdiğimizde bu zaman zarfında köylük yerlerde yaşayanların oranında tam yarı yarıya bir gerileme yaşanmıştır.211 İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, hem nüfus hem gelirdeki paylarını artırma bakımından bir büyüme kutbu niteliği taşımaktadır.212 Ülkenin en büyük yerleşmesi olan, İstanbul metropoliten alanın nüfusu 1950’de 975.000 iken, 1990’da 7.521.000’e yükselmiştir. Kırk yıllık dönem ele alındığında kent her on yılda nüfusunu ikiye katlamıştır. Bu çok yüksek bir büyüme hızıdır. 1985 –1990 döneminde metropoliten alanın büyüme hızı yılda binde 46,3 olmuştur. Bu artışın üçte biri doğal artışının 500.000’i doğal artıştan, 1.000.000’u net göçten kaynaklanmıştır.213 2000 yılında Türkiye nüfusu 67.884.903, İstanbul’un nüfusu 10.033.478 olduğu için İstanbul’un Türkiye nüfusuna oranı % 14.78 şeklinde gerçekleşmiştir. YILLARA GÖRE TÜRKİYE VE İSTANBUL NÜFUS DEĞERLERİ YILLAR TÜRKİYE NÜFUSU İSTANBUL NÜFUSU İST/TÜRKİYE ORANI (%) 1950 20.947 188 1.166.477 5.57 1955 24.064.763 1.533.822 6.37 1960 27.754.820 1.882.092 6.78 1965 31.391.421 2.293.823 7.31 1970 35.605.176 3.019.032 8.48 1975 40.347.279 3.904.588 9.68 1980 44.796.957 4.741.890 10.60 1985 50.664.458 5.842.985 11.53 1990 56.473.035 7.309.190 12.94 2000 67.835.315 10.018.735 14.77 İstanbul’da nüfus artışı halen devam etmekte, ancak, nüfus artış hızı oranı düşmektedir. Bu da iç göçün giderek azaldığının bir ifadesidir. Örneğin, 1950-665 yılları arasında şehirsel nüfusun yıllık artış hızı % 5,9 iken 1997-2000 arasında bu oran yıllık % 2,2’ye düşmüştür. Nüfusun Dağılımı 106 Avrupa Yakası Anadolu Yakası 1950’de % 80 % 20 1980’de % 70 % 30 1985’te % 68,2 % 31,8 1990’da % 69,5 % 30,5 1997’de % 69,2 % 30,8 211 a.g.e. sf:29 212 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, sf:21 213 a.g.e.sf: 22 58 2000’de % 63,4 % 36,6 Türkiye’nin nüfusu içinde İstanbul’un payı, kapladığı yüzölçümü ile orantılı olmayacak şekilde artmıştır. Türkiye nüfusu içinde İstanbul ilinin payı 1927-1950 arasında % 5’ler civarında seyrederken, 2000’de % 14.77’ye yükselmiştir. Türkiye’nin yüzde birinden az (%0,71) bir alan üzerine kurulmuş olan İstanbul, ülke nüfusunun yedide birini barındırmaktadır. Buna mukabil İstanbul şehri, iktisadi ve finansal parametreler açısından, ülkenin yaklaşık üçte bir değerine sahip bulunmakta, kültür, medya vs. alanlarda bütün Türkiye’ye tesir etmektedir.214 İstanbul’un tabii nüfus artışı azalmakta, buna mukabil dıştan gelen göçlerle, nüfusu artmaktadır. Türkiye’nin batısı ile Marmara bölgesinde ve tahsisen İstanbul’da 1960’tan bu yana uygulanan nüfus ve aile planlaması politikaları, değişen sosyo-ekonomik ve kültürel yapının da tesiriyle sonuçlarını vermiş ve nüfus artış hızı azalmıştır. Fakat yatırımların ve iktisadi faaliyetin cazibesi sebebiyle İstanbul’a göç dalgaları 1950-1990 arasında artmıştır.215 1950-2000 arasında Türkiye’nin nüfusu 3.2 kat artarken, İstanbul’un nüfusu 8.6 kat çoğalmıştır. İstanbul’un nüfus yapısında İstanbul doğumlular azınlıktadır. 2000 sayımına göre, İstanbul nüfusunun 5 37’si İstanbul doğumludur. Yani, birkaç nesilden bu yana İstanbul’da yaşayanları bir tarafa bırakalım, halen İstanbul’da doğmuş olanlar azınlıkta olup nüfusun 5 37’sini teşkil etmektedir. İstanbul’da Türkiye genelinden farklı olarak şehirli nüfus oranı çok yüksektir (%90.6). Bucak ve köylerde yaşayanlar azınlıktadır. Fakat, bu oran 1985 yılında % 95.17 iken, 2000’de % 90.6’ya düşmüştür. İstanbul şehrinin nüfus dağılım yapısı değişmiş, merkez ilçeler boşalırken, göç edenler çevre ilçelere yönelmiştir. Fatih, Eminönü, Beşiktaş ve Beyoğlu nüfus kaybederken, Bakırköy, Kartal, Pendik, Ümraniye ve Gaziosmanpaşa gibi ilçeler büyümüştür. İstanbul’un bu yapılaşmasında sanayileşmenin ve iktisadi politikaların tesiri büyüktür. 1923-1950 arasında sanayide devlet yatırımlarının hakim olduğu dönemde, İstanbul’a hemen hiçbir (KİT) yatırımı olmamıştır. 1950’den sonra özel sektör yatırımları başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere yöneldiği için İstanbul’da sanayileşme ile birlikte göçler de artmıştır. Nazım Planlar ve Bölge Planlama çalışmalarıyla bu durumun düzenlenmesine çalışılmışsa da başarılı olunamamıştır. 1996’da tamamlanan İstanbul’un onbeş yıllık büyük Nazım Planı perspektifinde, şehir nüfusunun on üç milyon civarında tutulması esas alınmış, buna dayalı bir strateji İstanbul’un bir sanayi şehri olmaktan çıkarılması hedef ittihaz edilmiştir. Gaye, İstanbul’un kültür, sanat, tarih ve turizm ağırlıklı bir ticaret merkezi olmasıdır.216 İstanbul’un aile yapısı Türkiye ortalamasından küçüktür. Türkiye toplamında hane halkı büyüklüğü 4.5 iken bu oran il merkezlerinde 4, ilçe merkezlerinde 4.6 ve köylerde 5.2’dir. İstanbul’da ise 3.9’dur.217 İstanbul nüfusunun doğum yeri olarak değerlendirmesi yapıldığında ilk sırayı % 3.75 ile Sivaslıların, ikinci sırayı % 2.64 ile Kastamonuluların, üçüncü sırayı % 2.45 ile Giresunluların ve dördüncü sırayı da 2.44 ile Orduluların aldıkları görülmektedir.218 Yapılan aran araştırmalarında İstanbul’a gelenlerin geliş nedenlerinin aşağıdaki gibi olduğu görülmüştür.219 214 ZAİM, Sabahattin, Takdim, İstanbul Külliyatı Cumhuriyet Dönemi İstanbul İstatistikleri 1, İstanbul Araştırmalar Merkezi, İB.B. Yayınları, 1997 215 a.g.e. 216 a.g.e. 217 DİE, 2000 Genel Nüfus Sayımı-Türkiye, Ankara 2003; DİE, 2000 Genel Nüfus Sayımı-İstanbul, Ankara 2002 218 a.g.e. 59 İstanbul’a niçin geldiğiniz? Frekans Yüzde 1993 59,6 435 13.0 427 12.8 194 5.8 73 2.2 47 1.4 45 1.3 39 1.2 24 7 69 2.1 3346 100.0 Tablo incelendiğinde İstanbul’a göçün en büyük sebebinin ekonomik nedenler olduğu görülmektedir. “Taşı toprağı altın” olarak değerlendirilen İstanbul, bu özelliği ile sürekli nüfus almaktadır. Birkaç nesildir İstanbul’da olanlar hariç tutulduğunda ikinci sırayı evliliklerin aldığı görülmektedir. Bu oran aslında kontrolsüz ve aşırı kentleşmenin sosyal bir yönüne ışık tutmaktadır. Kentlere göçen aileler, köyleri ile bağlantılarını koparmak istememekte ve evliliklerinde köylerinden, geldikleri yerlerden eş seçmeyi tercih etmektedir. Bu tercih, İstanbul’un hızlı nüfus artışında çok önemli bir unsurdur. Eğitim bir başka önemli unsurdur. Kendi eğitimi ve çocuğunun eğitimi için İstanbul’a gelenlerin toplam oran % 7.1’dir. Bu oran da ülkemizde özellikle yüksel öğrenimde izlenen yanlış politikanın sonucu yüksek öğrenimin İstanbul başta olmak üzere birkaç büyük kentte yoğunlaşmasının kentlerde sebep olduğu nüfus artışıdır. Tayinlerde rastlanan % 7’lik ciddi bir oran da yine bu anda yaşanan yanlış politikaların sonucudur. İstanbul gibi toplumun her kesiminden insanların yaşadığı kente başta memur tayinleri olmak üzere değişik illerden tayinlerin yapılması, İstanbul açısından önemli bir problem doğurmaktadır. İnsanları kendi doğdukları topraklarda görevlendiremeyen yönetim anlayışının sonucu hem İstanbul,Ankara gibi ilere ciddi nüfus akmaktadır. Ekonomik sebeplerden Evlilik Birkaç nesildir İstanbulluyuz Kendi eğitimim için Zorunlu göç Anavatana dönmem Çocuğumun eğitimi Ailem akrabalar dolayısıyla geldim Tayin Diğer PENDİK ÖRNEKLEMİNDE KENTLEŞME Nüfus ve Gelişim İstanbul’un nüfus artış hızı yüksek olan ilçelerinden olan Pendik, Tuzla ile birlikte İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı mahiyetinde olduğundan yoğun bir göç almış ve kentleşme sürecinde yaşanılan birçok olumsuzluğu yaşamıştır. Bu bölümde Pendik ilçesinin kentleşme serüveni ve Pendik Belediyesi’nin kent kültürünü geliştirmeye yönelik uyguladığı Kentlilik Bilincini Geliştirme Projesi’ne vurgu yapılacaktır. 389 bin nüfusa sahip olan Pendik’te yaklaşık 133 bin daire vardır. Gecekondu sayısı ise 8.300’dür. (Bu rakam 1994 yılında 9.881 idi. Aradan geçen süre içinde yeni gecekondu yapımına müsaade edilmediği gibi,1.800 civarında gecekondu ya tasfiye edilmiş ya da tapu problemi çözülerek gecekondu vasfından çıkarılmıştır.) 5 köy ve 30 mahalle bulunan ilçenin özellikle 1980 sonrasında hızlı bir göç akımına maruz kalması kentleşme sürecini olumsuz etkilemiş; kamusal hizmetlerin talebe karşılık vermesi zorlaşmıştır. 1985 yılında 55.525 kişinin yaşadığı Pendik’in nüfusu 1990 yılında 200.907’ye ve 2000 yılında da 389.657’ye çıkmıştır. Dolayısıyla ilçenin nüfusu 20 yılda 7 kat artmıştır. Pendik ilçe sınırları itibariyle güneyde Marmara Denizi kuzeyde Şile, Ümraniye (Ömerli havzasının bir kısmını da kapsayan orman alanları), doğuda Tuzla, batıda Kartal ve Sultanbeyli ile sınırlanan 203 km2.lik alana sahiptir. 219 Genar Araştırma, Sosyal Doku Projesi, İ.B.B. Yayınlanmamış Rapor, 2001 60 Pendik’te Anadolu’nun çok farklı illerinden vatandaşlar yaşamakta, bazı mahalleler Karadenizlilerin, Boşnakların, Bileciklilerin veya diğer illerden gelen halkın yoğunlaşmasına sahne olmaktadır. Bu çok parçalı demografik yapı ilçe düzeyinde bütünleşme, entegrasyon ve ortak bilinç gelişmesini de olumsuz etkilemektedir. Günümüzde Pendik sınırları içinde bulunan Ankara asfaltının kuzeyindeki Dolayoba, Yayalar, Kurtköy, Şeyhli köylerinde 1955-1960 döneminde yüksek oranda nüfus hareketliliği gözlenmektedir. Osmanlı döneminde Anadolu’dan gelenlerin kurduğu köyler, bu yıllara değin sürdürdüğü kırsal yaşamdan farklı bir yapıyla tanışmaktadır. Anadolu kökenli yeni nüfus daha çok çevredeki sanayide çalışmaktadır.220 1966’da yol istikamet planı karakterinde hazırlanan Kurtköy-Şeyhli-Yayalar Sanayi Bölgesi Planı ile sanayi yapılaşması kontrol altına alınmak istenmişse de yakın çevresindeki konut alanları ile iç içe plansız sağlıksız yerleşimler ortaya çıkmıştır. 1955’e değin durgun olan nüfus bu yıldan sonra İstanbul ortalamalarını geçmiş, Dolayoba’da 1960’ta 1955’e göre %401 nüfus artışı kaydedilmiştir. Aynı dönemde Şeyhli’de % 84, Yayalar’da % 30, Kurtköy’de % 27 artış görülür. 1955-1960 döneminde Orta Mahalle’nin, 1970’te Çınardere Mahallesi’nin,1971’de Kurtuluş(1981’de Dumlupınar Mah. olarak değiştirildi. Mahallesi’nin kurulduğu Dolayoba 1971’de çevre belediyeleri arasına girmiştir. 1968’de bölünerek Fevziçakmak Mahallesi oluşturulan Yayalar ise 1976-1978 döneminde çevre belediyesi statüsündedir. 1980’e kadarki dönemde kuzey yerleşimlerinin nüfus ve mahalle hareketliliği açısından en aktif bölgesi Dolayoba’dır. Dolayoba’da 1960-1970 arasında yıllık ortalama nüfus artışı İstanbul ortalamalarının 10 katına ulaşmış, 1970-1975 döneminde % 10’a düşmüş, 19751980’de hızı kesilmesine rağmen gene de İstanbul ortalamasının iki katına yakın artış değeri kaydetmiştir. Nüfus yapısındaki hareketlilik mahalle sakinlerine de yansımış, mahallelerin ilk sakinleri olan göçmen nüfusun ve Osmanlı dönemindeki Anadolulu nüfusun yerini iç göçle kırsaldan gelen Anadolu nüfusu almaya başlamıştır. 1965’e kadar durgun olan Yayalar’da bu yıldan sonra önemli nüfus artışları görülmektedir. 1965 sonrasında İstanbul ortalamasının altı katını aşan nüfus artış oranı, yerleşim hareketinin doğuya ve kuzeye doğru yönlendiğini göstermektedir. Diğer taraftan Kurtköy’de 1970-1980’de İstanbul ortalamasının beş katı, Şeyhli’de 1975-1980’de İstanbul ortalamasının dokuz katı nüfus artışı kaydedilmiş, kuzeydeki sanayi odağının çevresinde yeni yerleşim alanları oluşturulmuştur. 1982’de Pendik Tersanesi’nin hizmete girmesiyle, Doğu Mahallesi önceki dönemde nüfus kaybederken bu dönemde hızla nüfus çekmeye başlamıştır. Kaynarca’da da belirgin bir nüfus hareketi görülmekte, her iki mahalledeki nüfus artışı İstanbul ortalamasının iki katını geçmektedir. Yeşilbağlar’da % 5 ile seyreden nüfus, Batı Mahallesi’nde düşmekte, diğerlerinde durağanlık sürmektedir. Ankara asfaltının kuzeyindeki kırsal alanlarda nüfus artışı devam etmektedir. Önceki dönemin sonuna hızla büyümeye başlayan Yayalar ve Kurtköy, nüfus artış hızları düşmesine rağmen bu dönemde en fazla nüfus alan mahallelerdir. Nüfus artışı Yayalar’da %22, Kurtköy’de %19’dur. Şeyhli (%15), Çınardere (%12) ve Velibaba (% 8) da İstanbul ortalama değerlerinin üzerinde nüfus almaya devam etmektedir. Diğer bölgelerde durgunluk söz konusudur. Kaçak yapılanma hız kesmiştir, ancak dönemin sonuna doğru yürürlüğe giren İmar Affı Yasası (2981) ile 02.06.1981’den sonra yapılan gecekondular ve 01.10.1983’ten sonra inşasına başlanan imar mevzuatına aykırı yapılan af kapsamına alınmıştır. Buna göre yerleşme teklifi 1964’te yapılan ancak 1980 yılında onaylanan İstanbul Metropoliten Alan Nazım Planı (1/50000)’na göre “koruma alanı” kapsamındaki bölgelerde yapılan yapılar da af kapsamına girmiştir. Bölgenin güneyinde ve kuzeyindeki mahallelerde oturan nüfusun sosyoekonomik yapısı arasında önemli farklılık 220 SURİ, Leyla, Mahalle-Belediye Bağlamında İstanbul ve Pendik, İstanbul Dergisi, Ocak 2002 61 bulunmakta, plansız büyüyen kuzey yerleşmeleri sosyal ve teknik altyapı yönünden de büyük yatırıma gereksinim duymaktadır. Birbiri ile bağlantılı yerleşmeler arasında ikili bir yapı ortaya çıkmıştır. Pendik merkezi ve köy merkezlerindeki ilk sakinlerin oranı düşmüştür. İç göçle gelen nüfus, İstanbul nüfusu içindeki oranı nedeniyle İstanbul yönetiminde de söz sahibidir. Plansız gelişen bölgelerin bayındır hale getirilmesinin maliyeti ise planlı gelişmenin birkaç kat üzerindedir. Bu dönemde kuzeye doğru büyüme su kaynaklarına ulaşmamakla birlikte, orman, tarım, mera alanlarına doğru yayılmaktadır. 1984 yerel seçimlerinde günümüz Pendik belediye sınırları içindeki mahalleler 16’ya ulaşmıştır. Ankara asfaltının kuzeyinde ise, Şeyhli Mahallesi’nin (%19), Velibaba (%12), Ertuğrulgazi’nin (%10) yıllık nüfus artış ortalamaları yüksek değerdedir. Kurtköy’de nüfusun düşmesi, yeni mahallelerin ayrılmasından kaynaklanmaktadır. Bu mahallelerde ve Şeyhli’deki nüfus artışlarında, adı geçen bölgelerde planlı gelişmeyi sağlama üzere hazırlanan “toplu konut” anlarında uygulamaların tamamlanması ve yerleşime açılmasının da etkisi bulunmaktadır. AhmetYesevi, Güllübağlar, Fevziçakmak ve Dumlupınar’daki ortalamalar da %5-6 değeriyle İstanbul ortalamasının üzerindedir. Çamçeşme nüfus kaybederken diğerleri durma noktasına gelmiştir.221 Pendik’te E-5 çevreyolunun güneyinde kalan mahalleler kuzeydekilere kıyasla görece gelişmişliğe sahiptir. Göç ve yerleşim hareketliliğin kuzeydeki mahallelerde yoğunlaşması buralardaki hizmet beklentisinin mahiyetini değiştirmektedir. Güneyde bulunan veya daha eskiye dayanan mahallelerde hizmetlerde niteliksel dönüşüm beklenirken, kuzeyde bulunan veya daha yeni dönemlere dayanan mahallelerde hizmetlerin nicelik (sayısal) olarak gelişimi beklenmektedir. Kamusal hizmetlerin veya şehir kaynaklarının kullanımı veya kent kültürünün gelişmesi açısından da mahalleler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Belli yörelerden insanların öbekleştiği mahallelerin kentin genel havasıyla bütünleşme noktasında olumsuz bir özellik taşıdığı ve kısmen izolasyona uğradığı söylenebilir. Örneğin görece gelişmiş olan ve merkeze yakın mahallelerden Batı, Doğu, Kaynarca Mahallelerindeki park ve oyun gruplarının çok az gördüğü ve kullanım sürelerinin daha uzun vadeli olduğu görülmektedir. Buna rağmen Ertuğrulgazi, Harmandere, Ahmet Yesevi ve Fatih Mahallelerindeki park ve oyun gruplarının her yıl tamir görmektedir. Yoğun göç alan ve gelişmesini tamamlamamış mahallelerde salıncakların zincirleri koparılmakta, tahteravalli oturakları kırılmakta, oturma banklarının ahşap kısımları sökülerek çalınmakta, yeşil alanlardaki fidanlar kırılmakta, park etrafındaki çitlerin telleri yırtılmaktadır. Tarihi bir görüntü vermek için mahallelere yapılan Osmanlı tipi çeşmelerin muslukları çalınmakta, seramik ve mermerleri tahrip edilmektedir. Kent kaynaklarını kullanma kültürünün gelişmediği ve kente sahiplenme bilincinin yeterince oluşmadığı mahallelerde çeşme muslukları yılda 5 kez değişmekte, ortak kullanıp alanları daha yoğun olarak kirlenmektedir. KENTLEŞME VE YEREL YÖNETİMLER Kentlerin doğuş sebepleri insanların toplumsal bir varlık olmalarıdır. İnsanlar varlıklarını diğer insanlarla bir arada sürdürme eğilimindedir. İnsanların bir arada yaşamalarının sonucu toplumlar ve toplumların büyümesi sonucu da ketler oluşmuştur. Dolayısıyla kentler toplumsal karakterin neticesidir. İnsanların toplum olarak bir arada yaşamalarının neticesi sadece kentlerin doğması değildir. Bir arada toplum olarak yaşayan insanların ortak güvenliklerini sağlama ve ihtiyaç duydukları ortak hizmetlerin gerçekleştirilebilmesi için bir organizasyonun kurulması gerekmiştir. Adına devlet denilen bu organizasyon insan topluluklarının siyasi örgütlenmesi 221 a.g.e. 62 olup, ülke sınırları içinde yaşayan insanların ortak ve genel sorunlarını çözmek ve bu alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamakla görevlidir. Devlet değişik kurumlardan oluşan bir yapıdır ve devleti oluşturan kurumlara Kamu Tüzel kişilikleri ve verdikleri hizmete de kamu hizmeti denir.222 İnsanların toplum olarak bir arada yaşamasından kaynaklanan her türlü ihtiyacın (İç ve dış güvenlik, adalet, sosyal güvence, sağlık, eğitim, ulaşım, temizlik, kentsel planlama, kanal, su, elektrik, vb) etkin olarak karşılanabilmesi için kamu yönetiminin iki ayrı yapıda örgütlenmesi kaçınılmaz olmuştur. Toplumsal ihtiyaçların hızla gelişmesi ve çeşitlenmesi, bütün hizmetlerin merkezi idare tarafından gerçekleştirilmesini imkansız kıldığından, kamu yönetimi merkezi ve yerel olmak üzere iki ayrı organizasyona bölünmüştür. Bu gelişmenin neticesi olarak doğan yerel yönetimler, yerel halkın yerel ve ortak ihtiyaçlarını karşılamakla görevli kamu tüzel kişilikleridir. ,Ülkemizde yerel yönetimler köy, İl özel İdaresi ve Belediyeler olmak üzere üç ayrı yapıdan meydana gelmekte olup, belediyeler, kentlerin ve kent halkının yerel ve ortak ihtiyacını karşılamakla görevli kamu tüzel kişileridir. Yukarıda belirtilen açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, kentlerin de yerel yönetimlerin de doğuş sebepleri aynıdır. Dolayısıyla kent ve yerel yönetim kavramları birbirinden ayrı düşünülemez. Yerel yönetimlerin yapısı, yetkileri, kaynakları ve idare ediliş yöntemleri, kentleri ve kent halkını doğrudan ilgilendirmektedir. Bu gün kentlerimizde yaşanan temel sıkıntı, belediyelerin kent yönetiminde etkili ve yetkili tek aktör olarak geliştirilmemesinden kaynaklanmaktadır.223 Kentlerin problemleri incelendiğinde, bunların iki ayrı kategoride özetlenebildikleri görülmektedir. Bunlar ülke genelindeki gelişme ve değişmelerden kaynaklanan, dolayısıyla merkezi idareyi ilgilendiren sebepler (Göç, ekonomik gelişim, vb) ile kentlerin kendi içinden kaynaklanan ve bu sebeple yerel yönetimleri ilgilendiren (plansız yapılaşma, trafik, rekreasyon, temizlik, vb.) sebeplerdir. Pendik’in 1994 başlarında durumu şu şekildedir. 1994 yılında tahmini nüfusu 320.000 civarında olan ilçenin asfaltı yapılmış ana arter yolların toplam uzunluğu sadece 4 km.dir. Mevcut cadde ve sokakların ise % 19’unda asfalt bulunmaktadır. Mahalleler arası ulaşım, dar ve çoğu asfaltsız yollarla sağlanmakta ve özellikle kuzey ve batı mahallelerine ulaşım şartları çok kötü durumdadır. İstanbul genelinde olduğu gibi Pendik’te de su en önemli problemlerden birisidir. İlçenin % 49’unda su şebekesi döşenmiş olup, diğer bölgelerde tankerlerle su gelmektedir. Su durağı levhası bir espri değil, 1994 öncesi Pendik’in çiler acısı halinin göstergesidir. Su şebekesi olan bölgelerde ise İSKİ’den kaynaklanan sürekli su kesintilerinin yanı sıra, basınç olmadığı için, su şebekesi bulunan çok katlı binaların üst katlarında da susuzluk yaşanmaktadır. İlçenin % 39.49’unda atık su kanalı bulunmaktadır. Geri kalan bölgelerde fosektif kuyuları ve bu kuyularda biriken atıkları toplayan vidanjörler bulunmaktadır. Mevcut dere yataklarından su yerine fosektif akmakta, halk sağlığını ciddi anlamda tehdit etmektedir. İlçenin yerleşim alanı olan deniz ile TEM arasındaki bölgenin % 60’ı planlıdır. Dolayısıyla % 40’lık alanda plan bulunmadığından, kontrolsüz yapılanma için uygun şartlar bulunmaktadır. Pendik’in en önemli problemlerinden birisi de gecekondulaşmanın yüksek oluşudur. Hazine arazileri hızla işgal edilmiş ve ilçe gecekondu kenti görünümüne bürünmüş olup, 9881 gecekondu bulunmaktadır. İlçenin güneyi Marmara Denizi, doğusu Sabiha Gökçen Hava Alanı ve Kuzeyi de TEM ile doğal olarak sınırlandırıldığından, kontrolsüz yapılaşma Aydos Ormanlarının bulunduğu 222 Erol KAYA, Belediyelerde Toplam Kalite Yönetimi ve ISO 9001, İlke Yayıncılık, İstanbul 2003, sf: 18 223 ERYILMAZ, Bilal, Kentleri Yönetilebilir Kılmak, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, sf: 185 63 batı bölgelerine ve TEM’in güney batısında yer alan 2.5 milyon metrekarelik mera alanına doğru yayılmaktadır. Aydos ve Esenyalı bölgeleri, şehir gelişmişliğinin çok gerisinde kalmış, adeta içine kapanık yerleşim bölgeleri halinde yapılaşmaya sahne olmuştur. Bu bölgelerin gerek ilçe içi ve gerekse diğer ilçelerle bağlantısı bulunmadığı gibi, alt yapı yatırımları da yok denecek seviyededir. İlçenin içinde ama ilçeden kopuk bu yerleşim alanlarında yaşanan yoğun problemler bölgelerin hassaslaşmasına ve sosyal-toplumsal huzursuzlukların kolaylıkla gelişebileceği potansiyel şartların oluşmasına sebep olmaktadır. 1994 yılında yönetime gelen yeni kadro bu şartlar altında şehrin acil problemlerini şu şekilde belirlemiştir. 1-Alt yapı yatırımları süratle tamamlanmalıdır. 2-Gecekondulaşmanın yaşandığı kuzey-batı bölümüne yönelik tedbirler alınmalıdır. 3-Aydos ve Esenyalı bölgelerinin ilçe içi ve diğer ilçelerle ulaşımı sağlanmalıdır. 4-Şehrin merkezine yönelik yığılmanın önlenmesi ve gelişimin diğer mahallelere yayılması için çalışmalar yapılmalıdır. 5-Şehirde yoğun yaşanan sosyal sıkıntıların giderilmesi için bu alanda yoğun çalışmalar yapılmalıdır. Bu kararlar kapsamında yapılan başlıca çalışmalar şunlardır. 1-Alt yapı: İlçenin su problemi tamamen çözülmüş ve diğer alt yapı hizmetlerinde de % 95’leri aşan tamamlanma oranına erişilmiştir. 2-Kontrolsüz yapılaşma: Aydos ormanlarına doğru ilerleyen ve mera alanında yoğunlaşan gecekondulaşmanın önlenmesi ve buraların potansiyel gecekondu alanı olmaması için Yayalar Toplu Konut Alanı Projesi yapılmıştır. Bu kapsamda, öncelikle arazinin mera vasfından çıkarılarak hazine adına tescili sağlanmıştır. Hazineye geçen alan ardından Arsa Ofisine geçmiştir. 2.5 milyon metrekarelik alanda 8.000 dairelik Toplu Konut planları yapılmış ve ardından bu arazinin bir bölümü bir milyon Dolara Arsa Ofisinden belediyece satın alınmıştır. Belediyece alınan yerler yapı kooperatiflerine satılmak suretiyle 9 milyon Dolar gelir elde edilmiştir. Bu çalışma sayesinde; a-İşgal ve gecekondulaşma durdurulmuş, b-Belediye 8 milyon Dolar kaynak elde etmiş, c-Dünya standartları üzerinde donatı alanına sahip yeni bir kent doğmuştur. Yeşil alan oranı % 19.4, toplam donatı alanı oranı ise % 54 seviyesindedir. 3-Aydos ve Esenyalı bölgeleri anaarter yollarla ilçe merkezine ve diğer mahallelere bağlanırken, aynı zamanda yakın oldukları diğer ilçelere de bağlanmış ve böylece kendi içine kapanık yapılaşma kırılmıştır. Bu bölgelerde alt yapı çalışmaları süratle devam ederken, diğer yandan da kentsel dönüşümün gerçekleştirilmesi için 1.200 dairelik Hilal konutları yapılmıştır. 4-İlçe merkezindeki yığılmamanın kanatlara çekilebilmesi ve diğer mahallelerde de gelişimin sağlanabilmesi için her mahallede “Prestij Caddeleri” uygulaması başlatılmış, her türlü alt yapının bulunduğu bu caddeler, mahallelerin yeni cazibe alanları olarak, önemli değişim geçirmişlerdir. İnşaat malzemeleri, hurdacı ve benzeri işyerlerinin yerini kaliteli malların satıldığı ticarethaneler alamaya başlamıştır. 5-İhtiyaç sahiplerine yönelik yoğun yardım kampanyaları düzenlenirken, belediyece yapılan Aşevi sayesinde her gün 1.500 kişiye sıcak yemek verilmiştir. Bütün bu çalışmalar yapılırken, yeni gecekondu yapımına kesinlikle müsaade edilmediği gibi, İmar Uygulamaları yoluyla tapulandırma ve yapılan sosyal konutlar ve gecekondu önleme bölgeleri ile de gecekondu sayısında 2.500 civarında azalma gerçekleştirilmiştir. 64 Pendik belediyesi tarafından geçekleştirilen bu çalışmalar da göstermektedir ki, kent yaşamında önemli yetki ve sorumluluğu bulunan belediyeler, içinde bulundukları her türlü olumsuz şartlara rağmen kentlerin gelişiminde ve kent halkının sorunlarını azaltmakta önemli çalışmalar yapabilirler. KENTLİLEŞME Tanımı: Kentlileşme tanımında ortak bir yaklaşım bulunmamaktadır. Kentlileşmeyi mekânsal ağırlıklı bir süreç olarak tanımlayanlar bulunmakta ise de, sosyal, kültürel ve ekonomik özellikler yönüyle tanımlayanlar da vardır ve bu tanımlama daha uygundur. Mekânsal ağırlıklı tanımlamaya göre kentlileşme; kente göç ile birlikte başlayan nüfus dinamiğinin kentin belli bir kesiminde kararlılık kazanmasına kadar süre gelen bu aşama “kentlileşme” olarak adlandırılabilir. Bu kente göç eden nüfusun yeni koşullara uygun ilişkiler biçimi geliştirerek kentin bir öğesi olma, toplumsal değişme, uyum ve bütünleşme sürecidir224. Görüldüğü gibi, tanım her ne kadar sosyal ve kültürel özellikleri de kapsamakta ise de, temel vurgu mekana ilişkindir. Oysa, kentlileşme, sadece kentte yaşama ya da kentin belli bir kesiminde yaşamaya karar kılma ile sınırlı değildir. Hatta bu süreç, kentlileşmenin temel zeminini oluşturmakta ise de, asıl özellikleri kültürel-sosyal boyutlarda ortaya çıkmaktadır. Sosyo-kültürel açıdan kentlileşmenin tanımını, kente göç edenlerin ve kente yasayanların, kent toplumunun değer-norm sistemini, kentli insanın düşünme, davranış biçimlerini ve giderek yaşama biçimini”225 benimsemesidir. Kentlileşme, ekonomik ve sosyal olmak üzere iki ana boyutludur. Ekonomik bakımdan kentlileşme kişinin geçimini tamamen kentte ve kente özgü işlerde sağlıyor duruma gelmesiyle gerçekleşir. Sosyal bakımdan kentlileşme ise kente özgü tavır ve davranış biçimlerini benimsemesi ile gerçekleşir226. Kentlileşme, kente göç eden bireyin ya da kentte ikamet eden nüfusun değişim süreci sonucu geldiği konumdur. İnsanlar, kırsal alanlarda daha değişik ekonomik ve sosyo-kültürel yaşam biçimine sahiptir. Daha çok tarım veya hayvancılığa dayalı ekonomik hayatın bir parçasıdır. Sosyal ilişkiler ise aile ve komşuluk üzerine bina edilmiştir. Toplumsa ilişkiler karşılıklı iş birliği çerçevesinde sürdürülmekte, kişiler kendi inançlarının dışındaki inançlara karşı daha az müsamahakâr yapıdadır. Kırsal alanda yaşayan kişilerin, ortak sahip oldukları her türlü değere karşı sorumluluk hissi daha gelişmiş düzeydedir. Ortak mekân ve tesisler, istedikleri gibi kullanacakları yerler değil, korumak, saygı duymak zorunda oldukları yerlerdir. Bireysel özgürlükler değil, özellikle aile içi bağlılıklar ön plandadır. Ortak karar alma ve bu karara uyma geleneği söz konusudur. Kentlerde ise bu özellikler önemli oranda farklılaşmaktadır. Dolayısıyla, Kentlileşme kentli insan davranışlarının bireyde, ailede ve diğer sosyal gruplarda gelişmesi sürecini anlatır. Bunlar ekonomik, sosyal, siyasal, psikolojik, inançsal ve estetik olmak üzere en az altı boyutta gözlenebilir. Ekonomik davranışlar; Geçimini tarım dışı alanlarda yani sanayi ve hizmet sektöründen karşılar. İşgücünün nitelikleri yükselir. Serbest piyasa koşulları içinde örgütlü olmayı amaç edinir. Sosyal davranışlar; Aile kurumunu önemser. Aile içi ilişkilerde demokratik değer ve tutumları geliştirir. Kadın-erkek eşitliğinin gereğini yapar. Eğitime daha çok pay ayırır. Toplumda bir statü (mevki) elde etmenin kişisel başarıyla ilişkili olduğunu bilir ve buna göre kendini 224 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.20 225 BAL, H., Kent Sosyolojisi; s:64 226 BAL, H.,kent sosyolojisi, s.62 65 geliştirir. Farklılaşmaları doğal karsılar. Patronaj türü ilişkilerden sakınır. Serbest zamanını kişisel ve toplumsal faydaya donuk olarak kullanır. Siyasal davranışlar; Siyasal toplumsallaşmayı önemser. Hakların ve sorunlulukların bilincindedir. Oy vermeyi yurttaş olmanın gereği sayar. Siyasi kurumları demokrasinin yerleşmesinde vazgeçilmez yapılar olarak görür. Sivil topluma özgü organizasyonları destekler. Yerel yönetimlerin yetki, olanak ve hizmet düzeylerinin yükseltilmesini ister ve sorumluluk alır. Ulusal ve insanlığa ilişkin sorunlara karsı duyarlıdır. Psikolojik davranışlar; Yüreğinden çok aklıyla karar verir. Ölçülebilir başarıları amaçlar, empati yapmasını (kendini ötekinin yerine koymasını) bilir. Zamanı bilinçli kullanır. Öz güvenini geliştirir. Kendine ait fikirleri önemser ve geliştirir. Bilgi kaynaklarının güvenirliğine ve çeşitliliğe dikkat eder. Geçmişi değerlendirir geleceği önemser ve planlar. Kendini kentli / modern olarak değerlendirir. Toplumsal normlara genellikle uyar. İnançsal davranışlar; Diğer grupların inanç ve pratiklerine saygı duyar. Dinin evrensel mesajlarını anlamaya çalışır. Batıl inançları sorgular. Estetik davranışlar; Oturduğu konutun, yasadığı kentin çirkinliklerinden rahatsız olur ve güzelleştirmek için çaba harcar. Dilini özenle kullanır. Argo ve yabancı unsurlardan uzak durur. Beden sağlığını önemser, beden bakımını düzenli yapar. Sanata ve sanatçıya saygı duyar, sanatsal etkinliklere ilgilenir 227. Sanayi öncesi şehirlerin ekonomik imkanları sınırlı olduğundan, kırsal alanlardan şehre gelenler çok azdır. Bu az sayıdaki insan kısa sürede şehir kültürü içerisinde eritilerek, şehirli tutum ve davranışları benimsemesi mümkün olmuştur. Kentlerin etkinliğini ve denetleme gücünü yitirdiği durum ve zamanlarda; kentlileşemeyen kentliler (gecekonducular veya varoşlar ve işsizler) kendi sorunlarını kendi bildikleri gibi çözümlemeye başladılar228. Köylü nüfusun kente gelmesi ve emeğini arz etmesi ve hatta iş bulması onun kente uyumu için yeterli olmamaktadır. Kültürel bir değişim geçirmesi kentli yaşam kalıplarını benimsemesi, kentin fırsatlarını değerlendirebilmesi gerekmektedir. Bu kısa sürede gerçekleşen bir olgu değildir. Birkaç nesil içinde gerçekleşmektedir. Bu sorunlar alanına kentlileşememek, ikili kent yapısı, bütünleşmemiş kentler vb. kavramlar kullanılarak yaklaşılmaktadır229. KENTLİLEŞME SÜRECİ Kentlileşmenin gerçekleşmesi için gereken aşamalar vardır. Bunların ilki, kente gelen nüfusun, burada karar kılmasıdır. Kentte kalıcı olmayı düşünmeyen kişilerin, kentli olma, kentli davranış kalıplarına sahiplenme gibi bir gayret ve arzusu olmayacaktır. Kentte karar kılınması için ise, kişilerin gelecekleri açısından kentin onlara ümit vaat etmesi gerekmektedir. Geleceğinin köyünde değil, geldiği kentte olduğuna inanan kişiler, kendilerini kent ile bütünleştirme ihtiyacını hissetmeye başlarlar. Kentlileşmenin bir başka aşaması da ekonomiktir. Kişinin kentte yaşamasını anlamlı kılacak bir iş sahibi olması ve bu işin de kentli tarafından olumlu görülmesi gerekmektedir. İsportacılık, değnekçilik ve benzeri işler, kişinin kentle uyumuna engeldir. Bireylerin kentlileşebilmesinin önemli unsurları arasında eğitim ve kültür düzeyi de yer almaktadır. Bunlarsa uzun bir süreç sonunda elde edilebilen özelliklerdir. Dolayısıyla özellikle ilk nesillerde kentlileşmeyi beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bireyin, kente özgü davranış kalıplarını edinmesi, kentlileşmenin son aşamasıdır. Bu aşama da bir nesilde gerçekleşemeyecek kadar uzun bir süreç gerektirmektedir. İnsan davranışları alışkanlıkları sonucu edinilir ve bu edinimler de çok zor değiştirilebilir. Kırsal 227 BAL, H.,kent sosyolojisi, s.65-66 228 YILMAZ, Ç., “Çağdaşlık”, geocities.com/cetinyilmaz_2000. 229 TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç s.17 66 alanda, kırsala ait davranış kalıplarını edinmiş kişilerin kent davranış kalıplarını edinmesi hayli zordur. Bireyin kente özgü davranış kalıplarını edinmesi, kültürel ve sosyal dünyasında kente özgü gelişmelerin yaşanabilmesi için, sosyal aktivitelere dahil olması önemli bir unsurdur. Kentler bireysel ilişkilerin değil örgütlü birlikteliklerin alanıdır. Bu alada yer alamayan birey, kendini dışlanmış hissetmeye ve buna karşı savunma mekanizmaları geliştirmeye başlar. Bu ise, kentleşmenin önündeki en önemli engellerden birisidir. Kentlileşme, özellikle kırsaldan gelen nüfus açısından uzun bir süreci ve hatta birkaç nesil geçmesini gerektirdiğine göre, kentlileşmeden önce kentlilik bilincinin kazanılmasına önem verilmesi gerekmektedir. Bundan sonraki bölümde inceleneceği gibi, kentlilik bilinci, kişinin kendini kente karşı sorumlu ve kenti de kendisine ait hissetme durumudur. Bu bilinç, kentlileşme sürecini hızlandıran bir olgudur. KENTLİLEŞME SORUNLARI Göç sıradan bir toplumsal olay değildir. Göçle birlikte hem göç veren, hem de göç alan yerde son derece karmaşık sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan yoğun toplumsal sorunlar davranışlar, kurumlar ve yapılar üzerinde kalıcı ve köklü tesirler meydana getirmekte dinamik bir toplumsal hareketliliğe yol açmaktadır230. Köyden şehre gelenlerle birlikte kamu kurumlarından hizmet talebinde yoğun bir patlama ortaya çıkmaktadır. Köyde yaşayan bir kişinin devletten talep ettikleri son derece sınırlı ve sayılı hizmetlerdir. Köyün yolu yoksa yol istemekte, okuluna öğretmen, camisine imam, elektrik, su, telefon ve benzeri sayılı hizmetleri talep etmektedir231. Bu kişi şehre geldiğinde kamudan talep edeceği hizmetlerde bir patlama yaşanmaktadır. Öncelikle konut istemekte, iş istemektedir. İnsanlar caddeler, su ve kanalizasyon sistemleri, evinde suyun düzenli akmasını, her gün çöpünün alınmasını istemekte, polis koruması, yangın emniyeti, parklar ve oyun alanları, meydanlar, çocuğuna iyi okul istemekte, kütüphaneler, sinema, tiyatro istemekte, işine gitmek için şehir içi ulaşım aracı, ulaşım sistemleri, yerel hizmetlerin aksamadan verilmesini talep etmekte, tam bir talep patlaması ortaya çıkmaktadır. Endüstri devrimine eşlik emsalsiz bir kentsel büyüme hızı, tüm bu konularda, daha önce görülmemiş birçok sorunu da beraberinde getirdi232. Bütün bu taleplere cevap vermek durumunda olan yerel ve merkezi idare birimleri, bu talep patlaması karsısında bunalmakta, hizmet üretmede yetersiz kalmakta, finans. eleman, kaynak, araç-gereç sıkıntısı içine düşmekte, Mühendislik, hukuk, finans ve toplumsal huzura ilişkin birbirleriyle bağlantılı sorunları ele alacak daha karmaşık bir idare sistemini zorunlu hale getirmektedir. Otuz yıl içinde nüfusun yarısı köylerden şehirlere geldiklerine göre şehirlerdeki hizmetlerde ve buna bağlı olarak bir hizmet artışının olması gerekirdi. Yeni kurumlar tesis edilmeli, kaynaklar bulunmalı, elemanlar yetiştirilmeli, toplumdaki bu hareketliliğe uygun olarak kamusal hizmet üreten birimler gelişmelere ayak uydurmalı idi. Ama bunun böyle olduğunu söylemenin ne kadar zor olduğu açık. Kamu kurumlarının toplumdaki gelişmelere adapte olması pek kolay olmamakta, araçla ciddi bir zaman farkı ortaya çıkmaktadır. Devlet her zaman olayların arkasından gitmektedir233. KENTLİ DAVRANIŞ KALIPLARI Göç olayının maddi planda yarattığı sorunlar, karmaşalar ve sonuçlar bir dinamizm kaynağı olmakla birlikte kaosun ve çöküşün de sebebi olabilmektedir. Aslında göçün en 230 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.30 231 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.30-31 232 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,40 233 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.31 67 önemli neticesi, onun birey ve toplumsal davranışlar, tutumlar ve eğilimlerde meydana getirdiği köklü değişmeler ve dönüşümlerde gözlenebilir234. İnsan davranışlarının içinde yaşanan toplumsal ortamdan bağımsız olmadığı, mevcut şartların büyük bir etkisinin bulunduğu, toplumsal ortamın değişmesiyle birlikte davranış şekillerinde de önemli değişmelerin ortaya çıktığı acık bir husustur235. Kent insanı , zorlu bir hayatı yaşamaya davet ediyor236. Gerçekten de köyden şehre gelen insanın davranışlarında, eğilimlerinde ve tutumunda nasıl köklü değişmelerin meydana geldiğini günlük gözlemlerimizle tespit etmek mümkündür. En basitinden şehirli insanın yürüyüşü ile köyden daha dün gelen insanın yürüyüşü bile farklılıklar göstermektedir. Şehir insanı düzgün mekanlarda ritmik yürüyüşe alışkındır; adım atışları belli bir ritme tabidir, adımları belli ölçüler içindedir, adımlarında bir düzensizlik göremezsiniz. Köylü insanın adımları düzensiz, ritimden yoksun, ölçüsüz ve daha hesaplıdır. Çünkü onun adım atışları düz bir mekânda değil düzensiz bir yerde cereyan etmektedir. Attığı her adımda ayağını nereye basacağını hesaplayarak, ölçerek ve emin olarak atmaktadır. Bundan dolayı vücudu tabiat şekillerine ve şartlarına uygun şekilde hareket kazanmıştır. Mevcut tabiat şartları adeta köylü insanın davranışlarını belirlemekte, onu belli şekillerde davranmak zorunda bırakmaktadır237. Köylü insan için yağmur, kar, tipi vb. tabiat olayları hayatın bir parçasını oluşturmakta ve hayat onlarla anlam kazanmaktadır, Onun geceleri gökyüzünde yıldızları seyretmesi, ilkbaharda tabiatın canlanışını sonbaharda sararmayı gözlemesi kozmosla devamlı yüz yüze olmasına imkân vermektedir. Köylük mekânlarda yaşayanlar doğal ortamda ve hayatın gerçekliğiyle iç içe yaşamaktadırlar. Bundan dolayı da onların davranışlarında bir abartı, bir yapaylık, gereksiz ayrıntı görmek mümkün değil; hayat neyi gerektiriyorsa onlar yapılmakta, tabiatla yüz yüze ve iç içe yaşanmaktadır238. Oysaki şehir insanının davranışlarında tam tersi bir form egemendir. Aslında şehir başlı başına bir yapaylığın eseridir. Şehir bir tasarının, aklın ve hesabın ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Caddeler, sokaklar, binalar, yollar, kaldırımlar. ağaçlandırmalar. Parklar, eğlence yerleri, dinlenme yerleri, alışveriş merkezleri hepsi birer tasarınım ürünü. Bütün bunlar insan aklının ve çabasının bir başarısı elbette, ama yine de doğal değil. İnsanı doğal alandan, kozmostan, daha doğrusu hayattan koparmakta onu yapay bir ortamda, bir bakıma fanus içinde yasamaya mahkum etmektedir. Şehrin yapay ve tasarım ürünü olan ortamında yasamak zorunda bırakılan şehir insanının davranışları da yapay, doğallıktan uzak ve çoğu kez yapmacık. abartılı olmaktadır. Şehir insanı için ayrıntılar, "medeni" ritüeller. adap, erkan, yapmacıklık, anlamsız denilecek davranış formları çok önemlidir. Kişinin kendisinin bir davranışı anlamlandırması o kadar önemli değil, muhataplarının, başkalarının, daha doğrusu şehirlilerin onu nasıl gördükleri, nasıl bir anlam formuna yerleştirdikleri önemlidir239. Şehirler her şeyden önce en yüksek düzeyde ekonomik iş bölümünün gerçekleştiği mekanlardır. Şehir hayatının doğayla yaşam için mücadeleyi, insanlar arası bir kazanç mücadelesine dönüşmüştür. Çünkü uzmanlaşma sadece kazanç için bir rekabetten değil fakat aynı zamanda temeldeki, satıcının ayartılan müşterinin yeni ve farklılaşmış ihtiyaçlarını celbetmeye çalışması gerektiği gerçeğinden kaynaklanır. Henüz tüketilmemiş bir gelir kaynağı ve kolaylıkla değiştirilemeyecek bir fonksiyon bulmak için birisinin hizmetlerinde uzmanlaşmak gerekir. Bu süreç kamu ihtiyaçlarının fazlasıyla çeşitlenmesini, seçkinleşmesini 234 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.31 235 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.31 236 ÖZDENÖREN, R., Kent ilişkileri s.81 237 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.3 1 1 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.3 1 238 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.3 239 68 dolayısıyla farklılaşmayı teşvik eder ki, bu da kaçınılmaz olarak bu toplum içinde gelişen farklılıklara yol açar240. Kentlerin hızla gelişmesi ile paralel olarak, birbirlerini yakından tanıyan insan birlikteliği ortadan kalkar. Herkes kendi iç dünyasında özel bir yaşam biçimi geliştirir. Mahalleler, aşırı büyüme ile anlamını kaybeder. Artık birbirini tanıyan mahallelinin yerini, komşusunu bile tanımayan insan tipi alır. Kazanç ve refah düzeyini yükseltmek, birinci öneme sahip amaç olduğundan, insanların hayatı evlerinden ve arkadaş ilişkilerinden çok iş yerinde geçmeye başlar. Akraba ve komşuluk yerini iş arkadaşlığına bırakır. Fakat burada da samimi dostluklar yerine rekabet hâkimdir. Bu da ilişkilerde güvensizliği doğurur. Kentli insanın ilişkileri sürekli bir güvensizliğe dayalı yüzeysellik taşır. İş dünyasının ağırlığı altında zamanın ya çok az ya da neredeyse hiç ayrılmadığı evler, huzur ve birliktelik mekanları olma vasfını kaybeder. İnsanlar aynı evin farklı odalarında bireysel yaşamlarını sürdürürler. Kent kültüründe, insanın yaşadığı kente ait sorumluluk hissi çok düşüktür. Kenti ancak kendi çıkarı söz konusu olduğunda koruma meylindedir. Kente karşı işlene suçlara karşı ilgisizdir. Tepki duysa bile bunu aleni yapmaz. Kentli insanların davranış kalıplarında siyasetin önemli etkisi vardır. İlişkiler, siyasi kimlikler çerçevesinde yoğunlaşır. Aralarında duygu ya da duyarlılık bağları olmayan bireylerin birbirlerine çok yakın bir biçimde yaşayıp beraber çalışması, rekabetin, ilerleme güdüsünün ve karşılıklı sömürünün artmasına yol açar. Bireylerin sorumsuzca davranmasını önlemek ve olası bir düzensizliğin önüne geçmek için biçimsel denetime başvurma eğilimi vardır. Saat ve trafik ışıkları, kentsel dünyadaki toplumsal düzenimizin birer simgesidirler. Aralarında büyük toplumsal farklılıklar bulunan insanların birbirleriyle sürekli yakın fiziksel ilişki kurmak zorunda kalmaları, birbirlerine bağımlı olmayan çok sayıda insanın durumunu ortay koyar ve kentteki diğer olanaklara başvurulmadıkça yalnızlığın artmasına katkıda bulunur. Kalabalık bir yerde yaşayan insanların çok sık hareket etmeleri türlü anlaşmazlıkların çıkmasına ve bireylerin sinirli olmasına yol açabilir. Yoğun nüfuslu alanlarda yaşanmak zorunda kalınmasının getirdiği hızlı tempo ve karmaşık teknoloji bu tür kişisel öfkelerden kaynaklanan gerilimi daha da artırır241. İnsan en tarafgir özellikleri, metropole özgü tuhaf konuşma, geçici heves ve aşırı özenti gibi aşırılıkları benimsemeye zorlanır. Bu aşırılıkların anlamı bu tür bir davranışın muhtevasında değil fakat onun “farklı olma”, “Ön planda” yer alma, yoğun ve çarpıcı bir biçimde karakteristik görünme arzusu ve böylelikle alakayı celbetme biçiminde beklentisinden açığa çıkar242. Şehir, bir ölçüde taşranın en zeki insanlarının pek çoğunu cezbeden bir etkiye sahiptir. Şehirde doğum oranları düşerken evlilik ve ölüm oranları yükselir. Ahlaki ölçülerin şehirde zayıflaması muhtemeldir. Pek çok suç, özellikle şehir yaşamıyla birlikte anılır: kalpazanlık, yalancı şahitlik, zimmet, irtikap ve dolandırıcılık özellikle kente ait suçlardır243. Kentten sıkıldığını sanarak tabiata sığınmaya teşebbüs eden birinin eylemi aslında bir çelişki üzerine kurulmuştur. Kentten kaçarak sığındığı tabiatta yeni bir kent inşa etmenin hazırlığı içine girmiş olmaktadır. O hiçbir zaman ne ise o olmakla yetinecek yaratılışta değildir. O, kendi halini sürekli bir durumdan ötekine değiştirip durur. Bir kenti arkasında 240 AYDOĞAN, A. “Şehir ve Cemiyet”, s, 180-181 94-95 241 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s. 242 AYDOĞAN, A. “Şehir ve Cemiyet”, s,181 243 AYDOĞAN, A. “Şehir ve Cemiyet”, s, 96 69 bırakırken onun bir benzerini inşa etmeye durmuştur. O, kendini de bir halden ötekine değiştirip durur244. KENTLİ HAKLARI Kentleşmenin önemli bir boyutunu sosyolojik dönüşüm oluşturmaktadır. İnsanların sosyolojik olarak kentli olabilmeleri kültürel ve eğitimsel bir süreci gerektirmektedir. Kent halkının kente uyumu deyince vurgulanan hususlardan birisi kentin fiziki ve doğal yapıyla insan unsurunun bütünleşmesidir. Diğer bir husus ise kent halkının kent kültürü edinerek birbiriyle entegre olabilmesidir. İnsanların yaşadıkları kentle ve kent halkıyla bütünleşebilmeleri kentleri koruma ve geliştirme açısından önemli bir noktadır. Bugün homojen toplumlar üreten, ideolojik ve kültürel yayılımı hızlandırarak dünyayı küçülten gelişmelerle karşı karşıyayız: Uluslararası ulaşım, ticaret ve finans; uluslararası modalar, tüketim malları ve yaşam biçimleri; aynı programları yayınlayan televizyon kanaları, bilişim teknolojisi ve internet. Bir kentte kökü olduğu ve o kente ait olduğu duygusunu bireyin kaybetmesi, yerel hüner ve sanatların kayboluşu ve nihayet komşuluğun ve güvenin yitilişi. Bundan dolayı insanlar kaybedilen bu kent duygusunu toplumsal bütünlük ve dayanışmayı, yerel renk, dil ve anlamıyla yitirilen mekan duygusunu yeniden tesis edebilecek çözüm yolları aramaktadırlar.245 Hızla değişen ve küresel yaşam biçimlerine şartlanan yerel kent kültürlerinin korunması ve özgünlüğünü muhafaza etmesi, diğer yandan kente yeni gelen insanların mevcut kent kültürüne uyum sağlayabilmesi günümüzde çözüm aranan sorunlardır. Son 40 yıldır süregelen köyden şehre göç olgusu sonucunda Türkiye'deki şehirli nüfusun toplam ülke nüfusuna oranı neredeyse % 74'e dayanmıştır. Bu %74'lük oranın büyük bir bölümü, geçtiğimiz 20-30 sene içinde şehirlere yerleşmiştir. Esas olarak daha iyi geçim koşulları umuduyla şehirlere yığılan bu insanlar, içinde bulundukları gecekondu ve varoş ortamı dahilinde gerçek anlamda şehirli bir nüfusa dönüşememektedirler. Bir yandan kırsal toplumsal değerlerini büyük ölçüde yitiren, ancak öte yandan kentsel yaşam biçimiyle gereği gibi tanışamayan ve uyum sağlayamayan bu vatandaşlar, içine düştükleri toplumsal anomi, değersizlik ve yabancılaşma şartlarında şehirli kimliklerini geliştiremediklerinden dolayı toplumsal aidiyet arayışı içinde ya bölgesel kimliklerine sarılmakta ve bölgecilik dayanışmasını geliştirmekte ya da aşiret, din, mezhep kaynaklı kimliklere eğilim göstermektedirler. Bu insanlar açısından şehirler dar anlamıyla bir kazanç ve tüketim kapısı kimliğine sahip olup, gelip yerleştikleri kentlere genellikle anlamlı bir kültürel bütünlük gözüyle bakmamaktadırlar. Bu bağlamda, Türkiye'nin büyük kentlerindeki nüfusun çoğunluğunu oluşturan gecekonduluların ve varoşluların içinde bulundukları şehre bir anlamda yabancı kaldıkları rahatlıkla söylenebilir. Böylelikle karşımıza bir toplumsal ve kültürel entegrasyon problemi çıkmaktadır. Şehre ailesiyle birlikte henüz küçük yaşta gelenler ile gecekondu ve varoşlarda doğan ikinci ve üçüncü kuşak kırsal kökenli şehirlilere kentli kimliği kazandırmanın yollarından biri hiç şüphesiz ki, bu kişilerin bulunduğu kenti benimse Kendini bir yere ait olarak duyumsamak, ancak o yeri kültürel özellikleriyle ve geçmişiyle tanıyıp sevmekle mümkün olabilir. Yetiştiği kentin yerel ve toplumsal tarihini bilen bir birey açısından içinde yaşadığı mekân çok farklı anlamlar taşıyacaktır; eğitim gördüğü ve geçimini sağladığı kent onun için daha anlamlı ve estetik bir kültürel bütünlük olarak görünecektir. Bu tür bir bakış kazanan bireyler, içinde yaşadıkları şehri daha kolaylıkla benimseyecekler ve kendilerini o şehrin bir hemşehrisi olarak hissedeceklerdir. Öte yandan bu bakış değişimi, o bireylerin hepsinde olmasa bile hiç olmazsa bazısında, bulunduğu kentin 244 ÖZDENÖREN, R., Kent ilişkileri s.78 245 MALİK, Eyüp, Çağdaş Kentler ve Çevre, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf:145 70 tarihi ve estetik dokusunu koruma bilincini geliştirecektir. Bu tür bir kentlilik duygusu, vatandaşlık ve yaşanan ortama sahip çıkma bilincinin altyapısını teşkil etmektedir.246 Bu açıdan şehre özgü bir tarihsellik oluşturulmalıdır. Ortak tarih şuuru kent insanının ortak hafızası olarak bir tutkal vazifesi görebilecektir. Bu yüzden şehrin ve şehir sosyolojisinin tarihi oluşturulmalıdır. - Aile tarihi, - İkamet edilen binanın tarihi, - Şehirdeki mekânsal ortamların, yani tarihi yapıların (cami/kilise/havra), caddelerin, kamusal kurumların (muhtarlık, okul) veya ekonomik birimlerin (işletme, dükkân, pastane, kahvehane, hamam, basımevi, yerel gazete vs.) incelenmesi, - Şehirdeki derneklerin tarihi, - Şehirdeki insan topluluklarının (köyden şehre göçenler, eski yerliler, farklı kültürel gruplar vs.) araştırılması, - Yerel gelenek ve göreneklerin incelenmesi önerilebilecek birkaç noktadır. Toplumsal kimlik topluluk bilinci, kişilik ve kültür bütünlüğüdür; bu haliyle de Durkheim’in kolektif bilinç kavramıyla yakından ilgilidir. Toplumların kolektif bilinçaltlarında var olan kent bellek şemalarının kurgulanmasında kent referans noktaları/imgeleri (kenti belirletici bölgeler, merkezi iş alanı, mahalleler, semtler; bölgeleri ayıran kenarlar, yol boyları, surlar, kıyılar; ulaşım ağları, yollar,sokaklar, meydanlar, çarşılar, spor tesisleri, fuar alanları) ve kent peyjazı önemli rol oynamaktadır. Bu imgelerin tekrarlarının kentli zihninde yarattığı hayaller/tasarımlar, giderek bir “kent algısı” oluşturmakta, bu ise “ortak bellek” denilen kent belleğini ortaya çıkarmaktadır.247 Şehirlerde aşırı derecede bir hareketlilik, sirkülasyon, yer değiştirme olduğu için ortak bir değer , ortak bir kültür, ortak bir tarih birliği gelişmesi zor olmaktadır. Kentlerin yeni kimlik arayışlarının, kolektif bilinçaltının derinliklerindeki birikimin canlanması, dışarıya vurulması olduğu belirtilmektedir.248 Günümüzün insanı bir yandan daha kaliteli bir yaşamın özlemini duyarken, öbür yandan böyle bir yaşam düzeyine ulaşma umudunun yitirilmesi ikilemini yaşamaktadır. Özellikle büyükşehirlere göç eden yeni kentliler beklentilerini gerçekleştiremedikleri zaman tam bir ruhsal boşluk içine düşmektedirler. Köylerinden büyük ümitlerle şehirlere gelen insanların hayal kırıklığına uğramaları, şehrin devasa yapısı içinde hiç tanımadıkları yeni bir çok sorunla karşılaşmaları ve köylerine tekrar dönme iradesini gösterememeleri şehirde yaşanan uyumsuzluğu arttırmakta; bu uyumsuzluk ise sosyal ve psikolojik sorunların ötesinde asayiş sorunları sebep olabilmektedir. Kente uyum sağlayamayan veya kentin yoğunluğunu taşıyamayan insanların aşırı stres yaşamaları da vurgulanması gereken bir durumdur. Stresin bir kent hastalığı olduğunu söylemek abartı olmamalıdır. Stres insanda öfke ve kızgınlık duygusu yaratır. Sürekli stres altında olan insanlarda giderek düşmanca duygular gelişir, şiddet ve saldırganlık görülebilir. Stresle karşılaşan insan, durumun üstesinden gelebileceğini anlarsa stresle baş etmeye çabalar, kendisini yetersiz bulduğu durumlarda ise savunmaya yönelik tepkiler geliştirir. Uzmanlaşmış örgütler, anonim ilişki kanalları ve özgün eğitimle, topraktan kopmuş köylüleri hoşgörülü insancıl bir kent yaşamına hızla katmak mümkündür. Kentsel yaşama katılan grupların karşılaştığı sorunları hafifletmeye, çözmeye çalışan mekanizmalar, himayecilik ilişkilerinde olduğu gibi grupların izolasyonunu sürdürücüdür. Kent yönetimleri çatışmalı bir kentle karşılaşmak istemiyorlarsa izolasyonist değil, değişik grupların bir birini 246 AKŞİN, Selçuk, Yerel Tarih Araştırmacıları için Kılavuz , Bilkent.edu.tr 247 ERSES, Selma Mine, Mahalle Kimliği, İstanbul Dergisi, Ocak 2002 248 GÜVENÇ, Bozkurt, Türk Kimliği, Remzi Kitabevi, İstanbul 1996 71 etkilememesine olanak veren etkileşimli bir çoğulculuk anlayışına sahip olmalıdır.249 Bu çerçevede özellikle büyükşehirlerde bulunan hemşehri dernekleriyle ilişkilerin yaşanılan kentin lehine bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Kente uyumu teşvik etmek yerine, kişileri yaşadıkları değil, doğdukları yerlere şartlandıran dernekler izolasyonu arttırmaktadır. Bu derneklerin dinamizmi ve örgütlülüğü kullanılarak kent kültürünün geliştirilmesi ve şehre ait bir üst kimlik geliştirilmesi gerekmektedir. Kentsel gelişmenin temeli, özerk ve mali bağımsızlığı olan yerel yönetimlere halkın doğrudan katılımının sağlanmasıdır. İnsanların yaşadıkları şehre uyum gösterebilmesi ve aidiyet hissedebilmesi şehir yönetimine katılmasıyla güçlenebilir. İnsanlar içinde oldukları süreçlere daha fazla sahip çıkmaktadırlar. Bu noktada Kentli insanın hakları ve sorumlulukları da önem taşımaktadır. 1992 de Avrupa Konseyi’nce kabul edilen Avrupa Kentsel Şartı’nda Avrupa Kentli Hakları Deklarasyonuyla geliştirilmiştir. 198 Deklerasyon, “Yerleşmelerde daha iyi yaşam” sloganıyla şu konulara ağırlık vermektedir: Fiziki kent çevresinin iyileştirilmesi, Mevcut konut stoklarının iyileştirilmesi, Yerleşmelerde sosyal ve kültürel olanakların oluşturulması, Toplum kalkınması ve halk katılımının özendirilmesi, Avrupa Kentsel Şartı, kenti; “toplum hayatının temel çekirdeği ve karakterini oluşturan tarihi ve yasal bir oluşum”ken, günümüzde “ortak çıkarları olan insan topluluklarının bir araya geldiği, özerk idari birimler” ve düzenli yapılaşmış, kamu hizmetleri sunan ve kendi kendini yönetebilen yaşam merkezleri” olarak tanımlar. Avrupa Kentsel Şartı kentli haklarını yalnız bir deklarasyon olarak belirtip bırakmaz. Kent kavramını irdeleyerek kent ve yakın çevresi, ideal kent, geleceğin kenti, yerel demokrasi ve kentsel politika kavramlarına da içerik kazandırır.250 KENTE UYUM SORUNU “Türkiye’nin bir yanı İsviçre, diğer yanı Hindistan” gibi benzetmeleri devletin en yüksek kademelerindeki devlet adamları tarafından bile öyle sık dile getirilmektedir ki, bölgesel dengesizlik gerçeği artık kanıksanması gereken bir yazgı olarak algılanmaya başlanmıştır. Ancak bu duyarsızlık gün geçtikçe tehlikeli boyutlara ulaşan bölgesel eşitsizlik olgusunu ortadan kaldırmamaktadır. Ulusal ve uluslararası istatistik enstitülerince ortaya konan rakamlar durumun vahametinin ve ihmal edilmişliğinin boyutunu gözler önüne sermektedir: · 2000 tarihli UNICEF raporuna göre, Türkiye genelinde halkın % 14.2’si yoksulluk sınırının altında yaşamakta. Bu oran, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da %44.7’ye ulaşmaktadır (UNICEF, 2000). · Marmara, toplam hane sayısının %26.6’sını barındırmasına karşın üretilen toplam ulusal gelirden aldığı pay %38.6’dır. · Kocaeli’nde kişi başına düşen gelir 7350 dolarken, Muş, Ağrı ve Bitlis gibi yoksul kentlerde bu miktar 600-700 dolar civarındadır. · 1995 verilerine göre Türkiye’deki 910 ilçe arasındaki en zengin 100 ilçenin ulusal gelirdeki payı %65. En yoksul 100 ilçenin aldığı pay ise yalnızca %4. Bu ilçelerden 40’ı Orta Anadolu, 35’i Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve 20’si Karadeniz ilçeleridir. 249 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, sf:91 250 ARAPKİRLİOĞLU, Kumru, YENER, Zerrin, Avrupa Kentsel şartı, Ada-Kentliyim Dergisi, Haziran-Ağustos 1996 72 · İllerin %24’ünün ulusal gelir içindeki payı artarken geri kalan %76’sının payı gelişenler lehine azalmaktadır. İlk gruptakilerden üç il dışında tamamı ülkenin batı bölgelerine aittir. · Ulusal gelirin %49.1’i yalnızca altı ilde toplanmakta. Bunlar, İstanbul, İzmir, Ankara, Kocaeli, Bursa ve Adana’dır251. İlk bakışta birçoğumuz bu istatistiklerin doğal olduğunu; çünkü ülke genelinde üretken yatırımların batıda yoğunlaştığını, dolayısıyla gelir dağılımının batı bölgeleri lehinde bir dağılım göstereceğini savlayabilir. İşte, asıl sorun da buradan kaynaklanmakta. Bölgesel eşitsizlik, ekonomik faaliyetlerin ve buna bağlı nüfusun az sayıdaki kentsel alanda yığılması sonucu oluşur. Tarihsel süreç sonucunda göreli avantaja sahip bölgeler gelişime uğrarken bu üstünlüklere sahip olmayan bölgeler atıl kalarak devre dışı bırakılırlar. Ancak, bu süreç asla kendiliğinden gelişen, doğal bir süreç olarak kabul edilmemelidir. Türkiye deneyimi göstermişti ki bu konuda gelinen sonuç, üst ölçekli ekonomik ve politik tercihlerin eseridir. Bu tercihler, bölgesel dengesizliğin panzehiri olan ‘bölge planlamayı’ reddederek yaşanan gerçekliğin sorumlusu olagelmişlerdir. Türkiye, İstanbul, Ankara, Adana otoyolunun batısında ve güneyinde kala kesimi ile bu otoyolun doğusu ve kuzeyinde kalan kesimi arasında büyük farklılıklar gösteren bir ülkedir. Yani dikdörtgenimizi bir ucundan öbürüne doğru iki üçgene ayırdığımız zaman, sol tarafta kalan müreffeh Türkiye, sağ tarafta kalan yoksul Türkiye’dir. Birincisi göç ala Türkiye, ikincisi göç veren Türkiye’dir.252 Bir başka sorun ise büyük kentlerdeki gecekondu alanlarının en olumsuz yanıyla yaşadıkları ‘kentsel gerilim’ gerçeğidir. Özellikle İstanbul’daki büyük gelir uçurumu mekansal eşitsizliğin de temelini oluşturmakta. Veriler İstanbul’da nüfusun en zengin %10’unun kentte üretilen gelirin %52’sine, geri kalanların %48’le yetindiğini; en yoksul %20’nin ise bu gelir pastasının ancak %6’sına sahip olduğu yönünde. Kentte tüketilen gelirin %37.1’ni ise rant gelirleri oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalar, İstanbul’daki iktisaden aktif nüfusun büyük bölümünün esnek istihdam bloğunda yoğunlaştığını göstermektedir ki bu oran yakın gelecekte her türlü sosyal sigortadan yoksun bir kentli kitlenin habercisidir. Tüm bu göstergeler İstanbul’un sosyal olarak patlamaya hazır bir kent olduğunu vurgulamaktadır. Mevcut ekonomik eşitsizlik ise kentsel mekana da yansımakta ve bir tarafta sterilize zengin gettolarıyla, diğer tarafta kurtarılmış bölgeleriyle (moda ismiyle varoş) ‘mekansal cemaatleşme’ sürecini beraberinde getirmektedir. Gecekondulardaki durumu sınıfsal çözümlemelerle de açıklayabilmek mümkün değildir. Kente eklemlenme sürecinde kentsel kurumların yetersizliği, göçen grupları enformel ilişki ağları ve mekanizmaları kullanma zorunluluğunda bırakmakta; bu durum kentsel gerilimi artırmaktadır.253. Nüfusun kaynağından hareket ederek büyük bir kent merkezine yerleşmesi şeklinde gerçekleşen kentleşme, her şeyden önce bir yer değişikliği anlamı taşımaktadır. Ancak nüfusun kaynaklandığı yerleşim yerlerinin, göç edilen merkezden çok farklı özelliklere sahip olmasından dolayı, kentleşme aynı zamanda bir çevre değişikliği niteliği de taşır. Bunun temel nedeni göç eden nüfusun kökenini oluşturan, başta kırsal çevre olmak üzere Kentleşme, genel çizgileriyle geleneksel topluluklardan çağdaş kent topluluğuna geçiş sürecinin bir ifadesidir. Yani kentleşmenin en belirgin özelliği bir toplumsal değişme olayı olmasıdır. Nüfus, gelenekçi bir yapının egemen olduğu kesimlerden çağdaş örgütlenmenin belirlediği bir kent merkezine yerleşmektedir. Böylelikle yeni kentliler, yeni çevreleri ile uyumlu ilişkiler geliştirmek zorunda kalmaktadırlar. Söz konusu çevreler arasındaki derin 251 ÇALIŞKAN, O., Türkiye planlama sorunsalına genel bakış. 252 YAZAN, Ümit Meriç, Sosyoloji Konuşmaları, Timaş Yayınları, İstanbul 1999, sf:340 253 ÇALIŞKAN O., Türkiye planlama sorunsalına genel bakış. 73 farklılaşma, kentleşme sürecinin kısa sürede ve kolaylıkla tamamlanmasına engel olmaktadır254. Türk toplumu hızlı kentleşmenin getirdiği bir kültür şoku yaşamaktadır. Kırsal alanlardan büyük kentlere göçen milyonlarca kişi için, kırsal kültür işlevini kaybetmektedir. Ancak bu kişiler kentsel kültürü de yeterince benimseyememektedirler. Ortaya çıkan bu "kültür boşluğu", hızla oluşan bir "kuralsızlık" doğurmakta, toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamımızda ortaya çıkan "anarşi"nin temeli olabilmektedir255 . Bu süreç aynı zamanda şehirli nüfusun homojenliğini ortadan kaldırarak heterojen bir yapıya kavuşturmuştur. Aslında şehirde saf bir nüfus bütünlüğü ve homojenliği zaten olamaz, ama sözünü ettiğimiz göçlerle tam bir kozmopolit nüfus bileşimi ortaya çıkmıştır. Bir bakıma büyük şehirler Türkiye'nin küçültülmüş bir maketi görünümü kazanmışlardır. Şehirlerdeki mekansal yerleşimlerin hemşerilik faktörü üzerinde oturtulması belli mahalle ve bölgelerin belli yerlerden gelen insanlar tarafından iskan edilmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. İstanbul'da. Ankara'da. Bursa'da taşradan gelenlerin oluşturdukları mahalleler öne geçmiştir. Rizelilerin. Sivaslıların. Tuncelilerin. Mardinlilerin, Giresunluların yerleştikleri mahalleler bellidir. Bu gelişme aynı zamanda şehir mekânının insanı yalnızlaştıran, kimsesiz bırakan, sorunlarla yüz yüze koyan niteliğinin yarattığı sorunları en aza indirmek için geleneksel dayanışma motifiyle aşılması amacına dönük bir çaba olmuştur. Dünün köylüleri şehir mekânlarında da dayanışma, işbirliği ve birbirini koruyup kollama geleneğini sürdürmeye özen göstermektedirler256. Kültür değişmelerini ve bu değişimlerin yarattığı kültür ihtilaflarını suçun doğrudan veya dolaylı etkeni sayan görüşler geniştir. Köyden kente gelenler gecekondu bölgesinin olumsuz şartlarını kendi köyü ile karşılaştırmakta ve yinede yaşantısını daha iyi, memnuniyet verici bulmaktadır. Bu nedenle köyden gelen nüfus geri dönmeyi düşünmemektedir. Ancak kuşaklar değiştikçe gecekondu bölgesinin insanı kıyaslamayı köyle değil yaşadığı şehrin gelişmiş bölgeleriyle yapmaktadır. Kültür çelişkisi köyden gelen insanca kavrandığında, kültür itilafları ortaya çıkmakta, kültür değişiminin yaratacağı ceza adaleti sorunları daha açık ve kesin olarak belirmektedir. Gecekondu köyden de kentten de farklı kültüre sahiptir. Buna geçiş kültürü de denilebilir. Kişiler köydeki eski tek sesli müzikten zevk alamamakta, kentteki yeni müzik türlerine uyum gösterememektedir. Arabesk geçiş toplumu müziği olarak karşımıza çıkmaktadır. Gecekonduda yaşayanlarla kentte yaşayanlar arasında çağı gerektirdiği yaşam düzeyi arasındaki uçurum giderek derinleşmekte, kültürel farklılaşma ve şehre uyum güçlüğü meydana gelmektedir. Gecekonduda oturanlar zamanla ekonomik olarak düze çıkmaktadır, ama bu atılım kültürel ve sosyal alanlara taşınamamıştır257. KENT OLANAKLARINI KORUMA VE TEMEL SORUNLAR İnsanların yaşamı kent içinde idame ettirmesi, o kentin ve kendisinin olanakları ile eş orantılıdır. Kentin imkânları sınırsız değildir. Coğrafi sınırlar, doğal kaynaklar itibari ile kentlerinde bu istihab haddi bulunmaktadır. Bu had aşıldığında kentin olumsuzlukları ortaya çıkmaktadır. Yeterince hizmet verilememekte ve megapollerde birden fazla yaşam türü ortaya çıkmaktadır.258 Kentte yaşayanların kent olanaklarını korumamaları, kentsel hizmetlerin maliyetini önemli oranda artırmaktadır. Parklar, çeşmeler, banklar ve benzeri donatım ve ekipmanlar 254 PEKTAŞ, E.K., Büyük kent belediyelerinin eğitim ve kültür hizmetleri, 255 PEKTAŞ, E.K., Büyük kent belediyelerinin eğitim ve kültür hizmetleri, 256 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.3 1 257 HANCI, H., Gecekondulaşma ve çocuk suçluluğu 258 ÖZFATURA, Burhan, İç Göç Makro Tedbirler Paketi İle Önlenmelidir, Göç, Sorunlar ve Çözümler, İzmir B.B Yayınları, İzmir, 1996, sf: 21 74 tahrip edilmekte, çevre hızla kirletilmektedir. Yani, kentte yaşayanlar kente karşı suç işlemektedirler. Kente karşı işlenen suç denildiğinde ilk akla gelen kentte yaşayanların kent olanaklarına karşı tahripkâr girişimleridir. Kentli insanlar, yaşadıkları ve imkânlarından yararlandıkları ve hatta kendileri için sunulmuş hizmetlere, tesislere ve ekipmanlara karşı niçin tahripkâr davranışlar sergiler. Konunun bu boyutunun incelenmesinden önce, İlhan tekeli’nin konuyu bir başka boyutta ele alan yaklaşımının irdelenmesi gerekmektedir. Tekeli, kentlilerin kent olanaklarına karşı tahripkâr tutumunu kent suçu olarak değil, kentli haklarının gaspı olarak değerlendirmektedir.259 Dolayısıyla konu, fiziksel bir mekâna işlenmiş suç değil, temel haklardan olan insan hakları bağlamına oturtulmaktadır. Bu gün kamu hizmeti gören yerel yönetimlerin en önemli problemi yatırımlar için kaynak temin etmek değil, yapılan ya da yapılacak olan hizmetlerin nasıl korunacağı konusudur. Örneğin, Pendik belediyesi olarak ilçenin değişik mahallelerinde yapılan 35 çeşmenin korunması önemli bir problem olmuştur. Bu çeşmelerin muslukları sürekli kırılmakta ya da çalınmaktadır. İETT otobüslerinin, banliyö tren vagonlarının koltukları kesilmekte, delinmekte, tahrip edilmektedir. Piknik alanları, piknikçilerin arkalarında bıraktıkları çöplerle kirletilmekte, insanlar sanki buraları yine kendileri kullanmayacakmış gibi tavırlar sergilemektedirler. Köylerinde köy çeşmesini titizlikle koruyan bir insan kente geldiğinde, mahallesindeki çeşmeye karşı niçin düşmanca tutum sergiler? Pendik Belediyesinin çeşmelerde yaşanan tahribi önlemek için geliştirdiği çözüm metodu, aslında kente karşı işlenen suçların ya da diğer değimle kentli haklarına karşı işlenen suçların temelinde yatan sebebin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Pendik Belediyesi, çeşmelerini koruyabilmek amacıyla, her çeşmeyi yakında bulunan bir esnaf ile ilişkilendirmiştir. Esnaflarla yapılan görüşmeler sonucu, her çeşme için bir esnaf sorumlu olarak gösterilmiştir. O çemenin bakımı, muhafazası ilgili esnafa ait olacaktır. Bu yöntem sonuç vermiş ve çeşmelere yönelik tahripler önemli oranda azalmıştır. Bu da göstermektedir ki, kentlere karşı işlenen suçların temelinde aidiyet yatmaktadır. Kentin kendisine ait olduğuna inanmayan insanlar, kent olanaklarının da kendisine ait olduğunu düşünmemekte ve onu tahrip edebilmekte veya tahribi karşısında ilgisiz kalabilmektedir. Kente ait suçların önlenebilmesi, polisiye tedbirlerle değil, kentlilerin kentlilik bilincine ulaşması ile mümkündür. Kentli, her şeyden önce, kentli olmanın sorumluluklarını taşıyan kişidir. Kentinin, kent olma niteliklerini yitirmesini önlemek için elinden geleni yapan, onu yağmacılara, bilinçsizlere karşı savunan, sahip çıka kişi kentlidir.260 KENTLİLİK BİLİNCİ Bir şehrin gerçek sahibi o şehirde yaşayan, kentle bütünleşen ve kendisini kente ait hisseden kişilerdir. Kentlilik binci kavramı ile ifade edilmek istenen da, kentte yaşayanların kentle bütünleşmesi, kedini kente ait hissetmesi ve dolayısıyla kente karşı sorumluluk duygusu taşımasıdır. Bir başka ifade ile kentlilik bilinci, kentte yaşayanların var olan değişik kimliklerinin (Müslüman, esnaf, sanatkâr, Rizeli, Adanalı gibi) yanı sıra bir de içinde yaşadıkları şehirle özdeşleşebilen bir kimliğe sahip olmalarıdır. Daha açık bir ifade ile, İstanbul’da yaşayanların aslen ait oldukları memleket kimliklerinin yanında kendilerini İstanbullu olarak da tanımlayabilmeleri gerekmektedir. 259 TEKELİ, İlhan, Modernite Aşılırken Kent Planlaması, İmge Kitabevi, Ankara 2001, sf: 170-178 260 BEKTAŞ, Cengiz, Kentli Olmak ya da Olmamak, Erensen basım Yayın, İstanbul 1999, sf:108 75 İstanbul ve benzeri büyük ölçekli, hızla büyüyen kentlerde bu anlayışı görmek adeta imkânsızlaşmıştır. İnsanlar, aynı kentte yaşamalarına ve kentin kaderini ortak paylamalarına rağmen kendilerini o kentle özdeşleştiren bir kimlik taşıma gereği duymamaktadırlar. İnsanların kendilerini yaşadıkları ketle özdeşleştirmemesi, kendisini o kente ait hissetmemesinin sonucu olarak kente karşı bir sorumluluk duygusu da oluşmamaktadır. Bu olumsuzluğun sonucunda da sahipsiz kentler oluşmaktadır. Sahipsiz mekanların sonucu ise tahrip olmak, hor kullanılmak ve gelişememektir. Kentlilik bilincinin gelişmesi için ortak bir kentte yaşamak yeterli bir özellik değildir. Bir şehirde yaşayan insanların yaşadıkları şehre karşı ait olma duygusu taşımaları ise o şehri korumaları, geliştirmeleri, şehrin imarı ve yönetimine katılmalarıyla mümkün olabilmektedir. İnsanlar kendilerinin içinde oldukları olguları daha kolay sahiplenmektedirler. Kentlilerin kentine sahip çıkabilmeleri için kenti algılamalarının doğru olması gerekmektedir. Kentleri “yalnızca kendisinden çıkar sağlanacak bir nesne olarak gören çevrelerin”261, kente karşı hassas olmaları beklenemez. Bu anlayıştan korunmanın yolu da, kenti tanımak, kentle bütünlemek ve kentli kimliğini kazanmaktan geçer.262 İnsanların şehri koruması, sahiplenmesi için öncelikle o şehrin içinde olmaları gerekmektedir. Şehrin içinde olmak ise mekânsal bağlamda sabit değil, sosyal, kültürel ve siyasal anlamda aktif bir süreçtir. İnsanlar kentin yönetimine katılabildikleri oranda kendileri ile kent arasında anlamlı köprüler kurabilir ve kentlerini sahiplenirler. Tabii, kentin yönetimine katılmak ta tek başına yeterli bir unsur değildir. İnsanlar kentte kendi geleceklerini bulabilmelidirler. Kendi geleceği ile kentin geleceği arasında anlamlı köprüler oluşturan kişiler, kentin geleceği ile daha yakından ilgilenmeye ve kendi gelecekleri için kentin geleceğini önemsemeye başlarlar. Dolayısıyla, kentlilik bincinin gelişebilmesi için kentin insanlara gelecek vaat etmesi gerekmektedir. Kente karşı öfke hislerine sahip kişilerin kenti sahiplemesi mümkün değildir. Kentlerle kişiler arasında öfke yer almamalıdır. İnsanlar yaşadıkları kente karşı niçin öfke duyarlar? Bunun birçok nedeni bulunursa da, temelde yatan neden beklentilerinin olumlu olmaması ve kentin imkânlarından eşit yararlanamadıkları, dışlandıkları duygusudur. İstanbul gibi, hızla gelişen kentlerde, kentlilerin sosyal ve kültürel yapısı da değişmekte, ayrılıklar artmaktadır. Kente yeni gelenler, kentin imkânlarından yararlanamayınca kente yabancılaşmaya başlarlar. Kentte ikamet edecek yer bulamayan, kentte iş sahibi olamayan ve kentin doğal, kültürel özelliklerinden yararlanamayan insanların kente yabancılaşması ve bu yabancılaşmanın öfkeye dönüşmesi tabii bir süreçtir. Bir kesimin sahil boyunca kamuya açık olan alaları özel kullanımlarıyla kapattıkları, diğer kentliler denizi uzaktan seyrederken, kendilerinin denizle iç içe olmalarının ortaya çıkaracağı sosyal ve psikolojik refleksin yabancılaşma ve öfke olması doğaldır. Ya da birleri son derece lüks ikametgâhlarında yaşarken, kendisinin başını sokacak bir evi bile olmayan insan şehre niçin sahip çıksın ve ona karşı iyi duygular beslesin? Aile kurumunun henüz gücünü yitirmediği toplumlarda, oluşan sosyal ve psikolojik tepkiler aile kurumu içinde önemli oranda azaltılır. Fakat kentleşme ile birlikte aile kurumunda yaşanan çözülme ve ebeveynin evlatları üzerindeki etkisinin azalması, tepkilerin yumuşatılmasını da engellemektedir. Özellikle kete yeni gelen ailelerin genç nesilleri bu anlamda daha duyarlı olmakta ve kete karşı büyüyen bir öfke ile büyümektedirler. Aile ortamından kopmuş, günümüzde “Tinerci, sokak çocuğu” gibi isimlerle anılan kişilerin kentlerde sebep oldukları tahribat ortadadır. 261 BUMİN, Kürşat, Demokrasi Arayışında Kent, İz Yayıncılık, İstanbul 1998, sf:14 262 ÇUKURÇAYIR, M. Akif, Siyasal Katılma Ve Yerel Demokrasi, Yargı Yayınevi, Ankara 2000, sf:128 76 Kentlerimizin problemlerinin çözümünün en önemli şartı, kentlerimizin sahiplerinin ortaya çıkmasıdır. Burada da temel soru, kentin gerçek sahiplerinin kim olduğudur? Bu sorunun cevabı birçok açıdan incelenebilirse de, gerçek sahibinin o kentte yaşayanlar olduğu çok açıktır. Peki ama kentin sahipleri, gerçekten o kentin sahibi olabiliyorlar mı? İnsan, sahibi olduğu kentin yönetiminde, geleceğinin şekillendirilmesinde söz sahibi değil ise, hukuken ya da teorik olarak o kentin sahibi görünmesinin ne anlamı vardır? Kentin sahiplerinin gerçek anlamda söz konusu olabilmelerinin yolu, onların kent yönetimine katılımlarından geçmektedir. Bir insan, kentin yönetimine katılabilir ise onu sahiplenme duygusu da gelişecektir. Bu gün şehirlerimizin temel problemlerinden birisi de demokratik olmayışlarıdır. Halkın katılımını 4-5 yılda bir yapılan seçimlerle sınırlayan bir anlayışın yeterli olmadığı, olamayacağı ortadadır. Öyle ise yapılması gereken ik iş, halkın kent yönetimine daha etkin katılımını sağlamaktır. Günümüzde katılımcı demokrasi olarak tanımlanan yeni yönetim anlayışı, kentlerimizde hayata geçirilmelidir. 1580 sayılı belediye kanunu, hemşehrilerin “belediye işlerine iştirake” hakları olduğunu belirtmektedir. Fakat uygulamada bu hükmün fazla bir anlamı olmamıştır. Çünkü bu konuda ikincil mevzuat hazırlanmamıştır. Ancak 2005 yılında yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanunu bu hükmü aynen korumakla beraber Kent Konseyleri çalışmasını zorunlu hale getirerek hemşehrilerin kent yönetimine katılımı ile ilgili bir adım atmıştır. Pendik Belediyesi ve bazı belediyelerde başlatılan halk meclisleri ve kent meclisleri uygulamaları, halkın kent yönetimine katılımını artırıcı uygulamalardır. Bu uygulamaların geliştirilmesi ve etkinliğinin artırılması sağlanmalıdır. Kentlilik bilinci aynı zamanda bir kültür konusu olduğu için eğitimde önemlidir. Özellikle genç nesillerin bu alanda eğitilmeleri ve yönlendirilmeleri gerekmektedir. Bir yerleşim yerinin kentleştiğinin önemli bir göstergesi burada yaşayan insanların sosyal tavırları, ilişkileri ve bilinç durumlarıdır. Yaşadığımız kentin sorunlarına yönelik ne derece hassasiyet sahibi olduğumuz, çevremizde yaşanılan olumsuzlukları gidermeye yönelik bir çabamızın olup olmadığı gibi hususlar kentlilik bilincinin seviyesini de göstermektedir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptırdığı Sosyal Doku Araştırmasında ortaya konulan bulgular kent kültürüne uygun olmayan davranışları ve bu olumsuzluklara karşı gösterilen tavırları vurgulamaktadır: Günlük hayatınızda; Yerlere tükürenlerle, sümkürenlerle karşılaştınız mı? Frekans Yüzde Karşılaştım 3276 Karşılaşmadım 298 3574 91,7 8,3 100,0 Karşılaştıysanız ikaz ettiniz mi yahut karşılaşsanız ikaz eder misiniz? Frekans Yüzde Her zaman 1442 40,4 Bazen 975 27,3 77 Çok nadir 465 13,0 Hiçbir zaman 683 3565 19,2 100,0 Çevreye çöp atanlarla karşılaştınız mı? Frekans Yüzde Karşılaştım 3320 Karşılaşmadım 254 92,9 7,1 3574 100,0 Karşılaştıysanız ikaz ettiniz mi yahut karşılaşsanız ikaz eder misiniz? Frekans Yüzde Her zaman 1605 45,0 Bazen 1049 29,4 Çok nadir 393 11,0 Hiçbir zaman 518 3565 14,5 100,0 Yasak yerlerde sigara içenlerle karşılaştınız mı? Frekans Yüzde Karşılaştım 2617 Karşılaşmadım 953 3574 73,3 26,7 100,0 Yasak yerlerde sigara içenleri ikaz ettiniz mi/eder misiniz? Frekans Yüzde Her zaman 1362 38,3 78 Bazen 876 24,7 Çok nadir 489 13,8 Hiçbir zaman 825 3552 23,2 100,0 Park, şehir mobilyaları, otobüs durakları, toplu taşıma araçları gibi şehir ortak mallarına zarar verenlerle karşılaştınız mı? Frekans Yüzde Karşılaştım 2492 Karşılaşmadım 1077 3569 69,8 30,2 100,0 Park, şehir mobilyaları, otobüs durakları, toplu taşıma araçları gibi şehir ortak mallarına zarar verenleri ikaz ettiniz mi/ eder misiniz? Frekans Yüzde Her zaman 1472 41,5 Bazen 989 27,9 Çok nadir 426 12,0 659 18,6 3546 100,0 Yukarıdaki grup sorularda olduğu gibi, tasvip etmediği halde, tenkit etmeme tavrı şehir mobilyaları söz konusu olduğunda da karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar şehri henüz kendilerinin bulmadıkları için % 70 oranında ortak mallara zarar verenleri gördükleri halde “her zaman” ikaz ederim oranı % 41,5’tir. Hiçbir zaman sesini çıkarmayanlarsa % 19 kadardır. Bazen ve çok nadir şıklarını da şehri benimsememe göstergelerine dahil edersek, şehrin herkese ait olan mallarını benimsemeyenlerin oranı % 60’lara yükselir ki bu şehirlilik bilincinin İstanbul’un hemşehrilerinde henüz çok düşük bir yüzdeye ulaşabildiğini gösterir. 263 Hiçbir zaman Bir şeyler satın alırken günaydın, hayırlı sabahlar, iyi günler, iyi akşamlar, nasılsınız, teşekkür ederim gibi şeyler der misiniz? 3152 88,1 Her zaman Frekans Yüzde 380 10,6 Bazen 263 Sosyal Doku Projesi, Genar Araştırma, İ.B.B. Yayınlanmamış rapor, İstanbul 2001 79 Çok nadir 36 1,0 Hiçbir zaman 9 3577 3 100,0 Şehir hayatında duymaya hasret kaldığımız bu nazik ifadelerin kullanılması gerektiği konusunda deneklerin en azından belli bilince ulaştığı ifade edilebilir. Toplu taşıma araçlarında sıraya dikkat eder, yaşlılara,hamile kadınlara veya sakatlara yer verir misiniz? Frekans Yüzde Her zaman 2875 80,5 Bazen 479 13,4 Çok nadir 112 3,1 74 2,1 3573 100,0 Aynı şey geleneksel değerlerimizin bir devamı olan yaşlı ve hamilelere sakatlara dikkat konusunda da karşımıza çıkmaktadır. Hanımlar genç delikanlıların kendilerine pek değer vermediğini bilmekte, soru kendilerine tevcih edildiğinde ise evet demektedirler. Hiçbir zaman Apartman dairesinde oturuyorsanız komşularınızı rahatsız etmemek için ailece evinizde gürültü yapmamaya dikkat eder misiniz? Frekans Yüzde Her zaman 3111 87,3 Bazen 354 9,9 Çok nadir 60 1,7 Hiçbir zaman 31 9 Apartman dairesinde oturmuyorum 7 2 3563 100,0 Komşuları rahatsız etmemek de geleneksel terbiyemizin bir devamıdır ve gürültüsüz yaşamaya dikkat etme konusunda gösterilen % 87,3’lük dikkat de bir çok değerlerin şehirde yaşamaya devam ettiğini göstermektedir. Yani insanlarımız kendi çevrelerinden kopup, büyükşehre gelmişlerdir ama gelirken kendi değerlerini de şehre taşımışlardır. Değişirken devam etmenin bir ifadesi olan bu tespit bir başka soruya verilen cevapla devam ederken değişmek hakikatına dönüşmüştür. 80 KENTLİLİK BİLİNCİNDE PENDİK UYGULAMALARI Pendik Belediyesinin kentlilik bilincini oluşturma çabalarının temelinde, ilçenin fiziksel kayıplarının geri alınması yatmaktadır. Önceki bölümlerde belirtildiği gibi 1994 tarihi itibarı ile Pendik kelimenin tam anlamıyla çarpık kentleşme örneği sergilemektedir. Plansızlık, gecekondulaşma, aşırı hızla artan nüfus, susuzluk, alt yapı eksiği ve benzeri problemlerin yanı sıra son derece yetersiz park, oyun ve spor alanı ve benzeri donatı eksiği ile Pendik, fiziksel yatırım alanında çok ciddi sıkıntılar içindedir. Fiziki alt yapısı kabul edilebilir seviyeye getirilmemiş ilçede, kentlilik bilincini geliştirme çalışmalarının başlatılmasını beklemek yerinde olmayacaktır. Bundan hareketle belediye bir yandan fiziksel kayıpların geri alınması için yoğun çaba sarf ederken diğer yandan bütün bu çalışmalar esnasında halkın katılımını en üst seviyeye çıkarmaya çalışmıştır. Mahalleler arası hizmet dağılımında mevcut olan aşırı farklılıklar sebebiyle her mahalleye eşit hizmetin gitmesi mümkün değildi. Çok geri kalmış mahallelere ağırlık verilmesi ama bu arada nispeten iyi olan merkeze yakın mahallelerde de dönüşümün başlatılması gerekiyordu. Bütün bu çalışmalar yapılırken, gerçeklerin halka anlatılması, yapılmak istenenlerin ve yapılanların ne olduğu ve niye yapıldığı konusunda da halkın bilgilendirilmesi gerekiyordu. Bunun için de Mahalle Meclisleri organize edilmiş ve gerek mahalle ve gerekse ilçe ile ilgili problemler, çözüm önerileri bu mekanlarda tartışılarak ortak karara ulaşılmasına gayret gösterilmiştir. KENTLİLİK BİLİNCİNİ GELİŞTİRME PROJESİ Pendik Belediyesi Kaymakamlık ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü işbirliğiyle Kentlilik Bilincini Geliştirme Projesi olarak adlandırılan bir eğitim çalışması gerçekleştirdi. Nisan ve Mayıs aylarında 8 ilköğretim okulu ve 8 lisede binlerce öğrenciye eğitim verildi, öğretmenlere ise iki günlük seminer programı düzenlendi. Projenin amacı kent kültürünü geliştirmek, kentlilik bilincini oluşturarak Pendik ilçesini yaşanabilir, modern ve çağdaş bir şehir haline getirmekti. İlçe halkının yaşadığı şehri koruması, geliştirmesi ve şehre aidiyet bilinci hissederek sahip çıkması kültürel ve eğitsel bir dönüşümün koşulu olduğu gibi bireysel ve toplumsal düzlemde de bir sorumluluk bilincinin gelişmesini gerektirmektedir. Bu projeyle şehirde yaşayan tüm bireylere yönelik kamuoyu oluşturma ve yönlendirme çalışması yapılması, öğretmenlere konuyla ilgili gerekli bilgi aktarımının sağlanarak konunun öneminin vurgulanması ve öğrencilere ders ve seminer tarzında kent bilincini kavrayabilecekleri bir eğitimin verilmesi amaçlanmaktaydı. Proje kapsamında eğitim veren öğretim üyeleri isimleri ve verdikleri derslerin başlıkları şunlardır: - Prof. Dr. Mehmet Karpuzcu, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Çevrecilik Bölüm Başkanı: Çevrecilik ve Kentte Çevre Bilinci dersi. - Prof. Dr. Edibe Sözen, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi eski Dekan Yardımcısı: Kent ve Kentlilik Kültürü Dersi. - Prof. Dr. Musa Taşdelen, Sakarya Üniversitesi, Sosyoloji Bölüm Başkanı: Şehir Ortamında Sosyal İlişkiler dersi. - Prof. Dr. İbrahim Baz, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi Dekanı: Şehircilik ve şehir olanaklarını kullanma, paylaşma ve koruma dersi. Proje kapsamında eğitim verilen okullar şunlardır: - Anadolu Denizcilik Meslek Lisesi, - Kurtköy Ticaret Meslek Lisesi, - Gülizar Zeki Obdan Lisesi - Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi - Faruk Nafiz Çamlıbel Lisesi - Tarık Buğra Lisesi 81 - Alparslan Lisesi - Kazım Karabekir İlköğretim okulu - Yıldırım Bayezit İlköğretim okulu - Atatürk İlköğretim okulu - Mustafa Karuşağı İlköğretim okulu - Osmangazi İlköğretim okulu - Orhan Sinan Hamzaoğlu İlköğretim okulu - Prof. Dr. Erol Güngör İlköğretim okulu - 700. Yıl İlköğretim okulu Proje süresi: - Öğrencilerin eğitimi 12 Nisan günü başlayıp, 24 Mayıs günü tamamlandı - Öğretmenlerin seminerleri 22 Mart ve 29 Mart tarihlerinde iki grup şeklinde gerçekleştirildi. Kentlilik Bilinci Anketi Kentlilik Bilincini Geliştirme Projesi kapsamında eğitime katılan ve katılmayan öğrenciler üzerinde bir de anket çalışması gerçekleştirildi. Öğrencilerin kent tasavvurları, kentlilik ve kent kültürü hakkındaki görüşleri ve verilen eğitimle ilgili düşüncelerinin analiz edildiği anketin bulguları değerlendirilmektedir. Kentlilik Bilinci Forumu Uygulanan eğitim projesi kapsamında ilçede bulunan kurum ve kuruluşlar ile siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katıldığı bir forum gerçekleştirildi. Pendik Kaymakamı, Belediye Başkanı ve eğitim veren öğretim üyelerinin konuyla ilgili bilgi aktarımının ardından tüm sivil toplum kuruluşu (hemşehri dernekleri) temsilcileri söz alarak Kent kültürünü geliştirme ve Pendik’e sahip çıkma teması etrafında konuşmalar yaptılar. Önce Pendik sloganının işlendiği forumda Pendik Deklerasyonu başlıklı ortak bir metin oluşturuldu. Hemşeri Dernekleri ile İşbirliği Pendik belediyesi tarafından organize edilen kentlilik bilinci çalışmalarında hemşehri derneklerine özel bir önem verilmiştir. Her ne kadar hemşehri derneklerinin ortak kimlik bilinci oluşturulmasında olumsuz etkileri olduğu da düşünülmekte ise de bu dernek ve vakıflar hem üyelerinin fazlalığı ve hem de gördükleri işlev bakımında önem verilmesi gereken oluşumlardır. Ülkemizin içinde yaşadığı hızlı kentleşme ve ekonomik krizlerin doğurduğu sıkıntıların hafifletilmesinde hemşehri dernekleri azımsanmayacak roller üstlenmişlerdir. Köyünden kente gele insanlar, kentin karmaşası ve zor hayat şartları içinde mücadele ederken bu derneklerin yardımını görebilmektedir. Hemşeriler arasında var ola bağlar, dar günlerde birbirlerine yardım elini uzatmalarını sağlamaktadır. Olumlu yönlerinin yanı sıra, hemşeri derneklerinin aslen geldikleri yerlere endeksli olmaları da kentte bulunanların kendini o kentle özdeşleştirmesinde olumsuz etki yapabilmektedir. Fakat burada asıl olan, onların aslen ait oldukları kökenlerine ait kimliklerini terk etmelerini istemek değil, bu kimliğe saygı duyarak, ayrıca içinde yaşadıkları kente ait ortak bir kimlik oluşumu için de çalışmalarıdır. Ülkemizde en çok dernekleşme hemşehri dernekleri sınıfında yaşanmaktadır. Örneğin, İstanbul’da Sivaslıların kurduğu 614 dernek bulunmaktadır.264 Bu kadar yoğun ve yaygın bulunan derneklerin, İstanbul ile ilgili yapılacak çalışmalarda göz ardı edilmesi doğru olmayacaktır. Aynı şartlar benzer biçimde Pendik için de geçerlidir. 264 Zaman Gazetesi, 03.05.2002 82 Pendik kentlilik Bilinci çalışmaları çerçevesinde, kentlilik bilincinin önemi ve gereği hemşeri derneklerinin temsilcilerine anlatılmış ve bu çalışmalara aktif katılımları istenmiştir. Hemşeri derneklerinin bu davete cevapları olumlu olmuş ve proje onların da desteği ile daha güçlü olarak gerçekleştirilmiştir. Hemşeri derneklerinin desteği katılımı ve dolayısıyla da projenin başarı grafiğini yükseltmektedir. Hemşeri dernekleri ile yapılan işbirliği, her türlü sosyal ve kültürel çalışmalarda da sürdürülmüş ve bu çalışmaların hem katılımı hem de boyutunun büyümesi sağlanmıştır. MAHALLE MECLİSLERİNDEN KENT MECLİSLERİNE Pendik Belediyesi, gerçekleştirdiği 125 adet Mahalle Meclisi çalışmalarını, ilçenin fiziki kayıplarını geri alması üzerine bırakmış ve bu sefer ilçe bütününde geleceğin şekillendirilmesi, mevcut çalışmaların gelecek projeksiyonu içinde kararlaştırılması için Kent Danışma Meclisleri’ni başlatmıştır. Bu uygulama kent konseylerinin kanuni zorunluluk olmasından çok önce başlamıştır. Kent danışma meclisleri, belediye, merkezi idare, yerel basın ve sivil toplum örgütleri temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen, çalışma komisyonları bulunan, yapılan her çalışmanın kayda alınarak, yazılı doküman haline getirildiği organizasyonlardır. Bilindiği gibi, günümüz yönetim anlayışı “Sosyal paydaş” kavramı üzerinde şekillenmektedir. Sosyal paydaşları ile sağlıklı iletişim ve birliktelikler kurabilen kurumlar kalıcı, başarılı ve etkin olabilmektedirler. Sosyal Paydaş, bir kurumun başarı ya da başarısızlığından etkilenen herkestir. Bu tanımdan hareketle, kent yönetimi olan kurumun yani belediyenin sosyal paydaşlarını da tüm kent halkı olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü belediyenin başarısı ya da başarısızlığı kent halkını doğrudan ilgilendirmektedir. Bir başka problem ise belediyelerin saygınlığıdır. Toplumda saygınlığı olmayan kurumlar etkin de olamamaktadırlar. Oysa kentlerin sağlıklı yönetilebilmesi için kent yönetimi olan belediyelerin etkin kurum, dolayısıyla saygınlığı olan kurum olmaları gerekmektedir. Kent halkının yani sosyal paydaşlarının desteğini ardına alan belediye, kent problemleri üzerine daha cesaretle gidebilir ve köklü çözümler üretebilir. Pendik Belediyesi de, ilçenin mevcut problemlerinin değerlendirilmesi ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi, gelecekte nasıl bir Pendik görmek istenildiğine karar verilmesi ve alınan kararlar doğrultusunda çalışmaların koordine edilmesi için Kent Danışma Meclisi çalışmalarını başlatmıştır. SOSYAL BELEDİYECİLİK Sosyal Belediyecilik, mahalli idareye sosyal alanlarda planlama ve düzenleme işlevi yükleyen bir modeldir.265 Bu çerçevede; - kamu harcamalarını konut, sağlık, eğitim ve çevrenin korunması alanlarını kapsayacak şekilde sosyal amaca kanalize eden; -işsiz ve kimsesizlere yardım yapılması, sosyal dayanışma ve entegrasyonun tesis edilmesi ile sosyo – kültürel faaliyet ve çalışmaların gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan altyapı yatırımlarının yapılmasını öngören; bireyler ve toplumsal kesimler arasında zayıflayan sosyal güvenlik ve adalet mevhumunu güçlendirmeye yönelik olarak mahalli idarelere sosyalleştirme ve sosyal kontrol işlevleri yükleyen bir modeldir. 265 AKDOĞAN, Yalçın, “Ulusal Soruna Yerel Çözüm:Sosyal Belediyecilik”, Eminönü Bülteni, Şubat Sayısı, İstanbul 2002 83 - Sosyal belediyecilik kavramı altında mahalli idarelere sosyal alanlarda planlama – düzenleme işlevleri yükleyerek, onları sosyal amaca kanalize eden; sosyal dayanışma ve entegrasyonu sağlayarak belediyelerin sosyal güvenlik ve adalet mevhumunu geliştirici sosyalleştirme ve sosyal kontrol işlevlerini önplana çıkaran bir çalışma yapılmalıdır. - Sosyal belediyeciliğin temeli tüm vatandaşların topluma kazandırılması için toplumsallaştırma misyonu ile birlikte toplumsal kesimleri yönlendirme, onlara rehberlik etme anlayışının geliştirilmesidir. - Muhtaç, çaresiz ve güçsüz vatandaşların (öksüz, sokak çocuğu, özürlü, yaşlı, açlık sınırında olanlar gibi) yaşam şartlarını kolaylaştırıcı yardımları yapmak ve her türlü sosyal fonksiyon için altyapı yatırımlarını gerçekleştirmek sosyal belediyeciliğin ana amacıdır. - Sosyal belediyeciliği geliştirmenin önşartı yerinden yönetime geçilmesi, yani mahalli idarelerin merkezi yönetim karşısındaki yetki ve özerkliğinin genişletilmesi, yetkilerin merkez ile taşra arasında paylaştırılması şeklinde yerel yönetimlerin yetki ve imkan olarak güçlendirilmesidir. - Türkiye konjonktüründe yerel yönetimlerin serbest piyasa ortamındaki kimi hizmetlerden tamamen elini çekmesi inandırıcı olmayacağı gibi, büyük tahriplere de yol açabilir. Belediyelerin her halükarda denetleme, koordinasyon, planlama, teşvik ve tespit görevlerini yerine getirmelidir. - Belediye Kanununda belediyelere yüklenen sosyal fonksiyonlar için gerekli kaynak tahsis edilmemekte, ulusal düzeydeki hizmetlerin izdüşümlerinin gerçekleştirilmesine ve politika belirlenmesine olanak sağlanmamaktadır. Örneğin sosyal hizmetler belediyelerin üzerine yıkılırken, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma kaynakları Kaymakamlar kanalıyla dağıtılmaktadır. Bu çarpıklığın giderilebilmesi, yerel hizmetlerin yerel yönetimler eliyle gerçekleştirilebilmesi için söz konusu kaynakların belediyelere aktarılması amacıyla gerekli mevzuat değişiklikleri yapılmalıdır. Bu konuda başta siyasiler olmak üzere toplumun tüm kesimlerine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. - Bizim anlatmak istediğimiz ya da bir başka ifade ile belediyelerimizin gündemine taşımak istediğimiz husus yaşanan gelişmeler karşısında belediyelerimizin sosyal ve kültürel alanlara daha fazla eğilmelerinin gerekliliğidir. Pendik Belediyesi bu kapsamda birçok çalışmayı gerçekleştirmiştir. Örneğin her gün 1.500 kişinin sıcak yemek aldığı Aş Evinin yanı sıra kuru erzak, yakacak, giyim, kırtasiye yardımları, burslar gibi yardım faaliyetleri yapılmaktadır. Bu faaliyetler sadece belediye imkânları ile gerçekleştirilmemekte, hayrı sahibi vatandaş ve kuruluşların yardımları da organize edilmektedir. İnsanların meslek sahibi olarak kalifiye iş gücünün oluşturulması ve böylece iş bulma imkânının artırılması amacıyla meslek edindirme kursları devam etmektedir. EKONOMİK KALKINMA PLATFORMU Belediyeler beldenin ve belde halkının mahalli mahiyette medeni ve müşterek ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla oluşturulmuş kamu tüzel kişileridirler. Ülkemizde belediyelerin görev ve yetkileri 1930 tarihinde çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu’nda düzenlenmiştir. Söz konusu Kanun’da belediyelerin bir çok vazifesi sayılmakta ve bunların arasında ekonomik-ticari anlam taşıyan görev ve yetkiler de bulunmakta ise de, gerek daha sonra çıkarılan kimi kanunlar (Sosyal Güvenlik, Sanayi, Ticaret ve benzeri alanlardaki kanunlar) ile bu görev ve yetkilerin bir kısmı merkezi idareye aktarılmış ve gerekse de her ne kadar Belediye Kanunu’nda belediyelerin kuruluş amacı “yerel mahiyette medeni ve müşterek ihtiyaçların karşılanması” olarak ön görülmüşse de, ekonomik- ticari ihtiyaçlar kapsam dışı kabullenilmiştir. Günümüzde belediyeler sadece yol, su, kanal, park, imar, planlama gibi çalışmalarla yetinmemektedir. Özellikle son yıllarda birbiri ardına yaşanan ekonomik krizler neticesinde 84 belediyeler sosyal alanlarda da ciddi çalışmalar içerisine girmişlerdir. Belediyelerin sosyal ve kültürel alanlarda yoğunlaşmaya başlayan çabaları, günümüzde “Sosyal Belediyecilik” anlayışını ön plana çıkarmıştır. Özellikle 17 Ağustos Depremi ve son yıllarda yaşanan ekonomik krizlerin toplumsal patlamalara yol açmamasında, belediyelerin yaygın ve etkin sosyal faaliyetlerinin önemli bir rolü bulunmaktadır. Kentlerimizin yerel problemleri arasında en önemlilerinden birisi de kentte yaşayanların kentlerine sahip çıkmamalarıdır. Bu olumsuzluğun kültürel ve sosyal olduğu kadar, ekonomik sebepleri de vardır. Yaşadığı kentte insanca yaşama imkânına ulaşamayan, kent imkânlarının kendisine refah sunamadığı yerlerde, insanların bu kentlere sahip çıkmalarını beklemek gerçekçi değildir. Ekonomik yönden gelişemeyen kentlerde kültürel faaliyetlerin istenilen seviyelere ulaşması, yaygınlaşması mümkün değildir. Bunun yanı sıra, ekonomik yaşam savaşı veren toplum kesimleri, kentlere yönelik kimi çalışmalara tepki göstermektedir. Özellikle prestij çalışmaları bu konuda toplumsal öfke ile karşılanabilmektedir. Sağlıklı ketleşebilmenin ve dolayısıyla yerel yönetimlerin başarılı olmasının şartlarından birisi de bu kentlerin ekonomik gelişimidir. Bu gelişimin yetersiz olduğu kentlerde yerel problemler çözüme kavuşturulamayacaktır. Bu sebeple, belediyeler, fiziksel ve sosyal-kültürel alanlara önem vermelerinin yanı sıra kentin ekonomik gelişimi ile de ilgilenmek zorundadırlar. Günümüzde “Yönetişim” olarak adlandırılan, konu ile ilgili olanların ortak yönetim anlayışı sergilemelerini savunan gelişme, “Paydaşların yönetime aktif katılımını” gerektirmektedir. Kentlerin paydaşları da bu kentte yaşayanlar ve bu kente hizmet sunan kurum ve kuruluşlardır. Bir başka ifade ile, kent yönetiminin başarı ya da başarısızlığından etkilenen herkes, o kentin paydaşıdır. Dolayısıyla “Yerel Yönetişim”, kent paydaşları arasında sağlıklı ilişkilerin tesisi ve paydaşların mutluluğunu esas almalıdır. Bu da fiziksel, sosyal ve kültürel alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da “Birlikte Yönetim” anlayışını gerektirmektedir. Günümüzde gelişmiş batı ülkelerinde yerel yönetimlerin kentlerin ekonomik gelişiminde aktif rol almaları anlayışı benimsenmeye ve hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. Ülkemizde ise daha çok “Şehir Vakıfları” yolu ile sivil girişimlere rastlanmaktadır. Belediyelerin yerel ekonomik gelişmede etkin rol almaları gereğinden hareketle geliştirilen “Yerel kalkınma Projesi”nin Pendik’te uygulanmasına başlanmıştır. Bu kapsamda Sabancı Üniversitesi ile iş birliği arayışları olumlu sonuç vermiş ve bu kitabın hazırlıklarının yapıldığı sırada da İSO, TO, TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD ve benzeri meslek teşekkülleri ile görüşmeler başlamış bulunmaktadır. YEREL KALKINMA PROJESİ “PENDİK YEREL KALKINMA PLATFORMU” A- AMAÇ: Pendik’te ekonomik hayatı geliştirilmesi yoluyla; a-İstihdamın artırılması b-İlçenin ekonomik seviyesinin artırılması c-Sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesi d-Toplumsal barılın güçlendirilmesi B-YAPILANMA a- PENDİK EKONOMİ MECLİSİ -Bölge milletvekilleri -Belediye temsilcileri -Merkezi İdare temsilcileri 85 -Üniversite temsilcileri -İSO temsilcisi -İTO temsilcisi -TÜSİAD temsilcisi -TOBB temsilcisi -MÜSİAD temsilcisi -KOBİ temsilcileri -Esnaf Odaları temsilcisi -Sanayicilerin temsilcileri -Ticaret erbabı temsilcileri -Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileri b-KOMİSYONLAR -Eğitim Komisyonu -Kurumlar Arası Koordinasyon Komisyonu -Dış Ticaret Komisyonu -AB Komisyonu -Esnaf Komisyonu -KOBİ’ler Komisyonu -Sanayi ve Ticaret Komisyonu c-YÜRÜTME HEYETİ -Belediye Başkanı -Belediye temsilcisi -Üniversite temsilcisi -Sanayiciler temsilcisi -Ticaret erbabı temsilcisi -Esnaf temsilcisi -Milletvekili (2 kişi) d-SEKRETERYA Pendik Belediyesi C-ÇALIŞMA ALANLARI a-MEVCUT DURUM TESPİTİ -İş kolları -Kapasiteleri -Sorunları b-GELİŞİM PLANLAMA -Ağırlık verilecek iş kollarının tespiti -Kapasite artırım çalışması -Alternatif pazarlar çalışması -Proje destekleme çalışmaları (Proje Çalışma Merkezi) -Bilgi Destek Çalışması (Ar-Ge Merkezi) -Eğitim Çalışmaları Finans Yönetimi Pazarlama Yönetim Genel Mevzuat AB Mevzuatı DışTicaret İş planlama Proje Yönetimi -Mevzuat değişiklik taslak çalışmaları 86 -Pendik Vizyonu doğrultusunda planlama ve projelendirme çalışmaları c-KURUMLAR ARASI İLETİŞİM -Sorunlarla ilgili merkezi ve yerel idarelerle iletişim -Koordinasyon-Bilgilendirme Toplantıları d-PROJE TANITIM ÇALIŞMALARI -Sanayici, ticaret erbabı ve esnaflara projenin tanıtımı -Meslek teşekküllerine projenin tanıtımı -Merkezi ve yerel idarelere projenin tanıtımı -Kamu oyunun bilgilendirilmesi D- İLÇEDEN BÖLGEYE GELİŞİM Pendik’te pilot uygulaması yapılacak çalışmanın tüm Anadolu Yakasını kapsayacak biçimde yaygınlaştırılması E-FİNANS Meclis üyelerinin aidatı Mesleki teşekküllerin katkısı Sponsorlar DEĞERLENDİRME Kentler, insanın toplumsal varlık olmasının sonucu olarak doğmuş mekânlardır. Tarihi, insan tarihi kadar eski olmasa bile, insanlığın medeniyet tarihi kadar eskidir, Çünkü medeniyet kentle başlar. Her toplumun kentlerinin kendisine özgü özellikleri vardır. Bu da doğaldır, çünkü kentler toplumun eseri olduğuna göre, ait olduğu toplumun özelliklerini yansıtacaktır. Dar anlamıyla, dünya üzerinde kentlerin sayısının ve mevcut kentlerin nüfusunun hızla artması olarak tanımlanan kentleşme, son yüzyıla damgasını vurmuş bir gelişmedir. Sadece ketlerin sayı ve nüfusunun artması değil, bu artışla beraber yaşanan sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi dönüşümler ve bütün bunların doğurduğu sonuçlar, günümüzde toplumun e önemli problemleri arasındadır. Gelişmiş batı ülkelerinin 200-300 yılda gerçekleştirdiği kentleşmeyi Türkiye gibi gelişmekte ola ülkelerin 20-30 yıl içinde gerçekleştirmeleri, bu ülkelerde kentleşme probleminin kronikleşmesine sebep olmuştur. Çarpık kentleşmenin her türlü olumsuzluğu bu ülkelerde yaşanmaktadır. Kentlerimizin en önemli problemlerinden birisi de, kentte yaşayanlar ile kent arasındaki bağların zayıflaması, hatta kopmasıdır. Bunun sonucunda zaten hızlı nüfus artışının getirdiği problemlerle boğuşan kentlerimizin bir de sahipsiz kalmasından kaynaklanan sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Kentlerimizin yaşadıkları problemlerin çözümü için merkezi ve yerel idarelerin almaları gereken birçok önlem bulunmaktadır. Ama asıl görev ketlerde yaşayanlar olarak hepimize düşmektedir. Kentlerimize sahip çıkmak, onunla aramızda güçlü ilişkiler tesis etmek ve onun geleceği ile kendi geleceğimiz arasında anlamlı köprüler oluşturmak. Bunun yolu ise katılımcı olmaktan geçmektedir. Kentler, birlikte yaşadığımız, geleceğimizi bina ettiğimiz, hatıralarımız ve hayallerimizle dolu mekânlardır. Bu mekânların yaşanılabilir kılınması bizim kendimize, evlatlarımıza ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzdur. Kentler, sadece bu gün üzerinde yaşadığımız toprak parçası ile onun üzerinde bulunan evlerimizden, iş yerlerimizden ve diğer yapı ve tesislerden oluşan fiziki yapı değildir. Kentler, insanlık tarihinin uzun yıllar süren tecrübesi sonucu şekillenmiş, onların gelişimine tanıklık etmiş şahitlerdir. Kentler, ümit kapısıdır. İçinde barınan herkes ondan bir şey bekler. Kentler, özgürlüktür, demokrasidir. 87 Ama aynı kentler, -Gelecek nesillerin bizlere emaneti olan doğaya karşı işlediğimiz suçların delilidir. -Çarpık kentleşmenin sonucu öfkemizin yöneldiği karabasanlarımızdır. Öyle veya böyle, kentler bizim eserimizdir. Yanlışıyla, doğrusuyla onu biz inşa ettik ve dolayısıyla sonucundan da bizler mesulüz. Kentlerimizi içinde yaşamaktan huzur duyulan mekânlar haline dönüştürmekte yine bizlerin elindedir. Yapmamız gereken, kendimize saygı duymaktır. Kendine saygı duyan kentine de saygı duyar. Yapmamız gereken geleceğimizi sağlıklı şekillendirmektir. Geleceğini sağlıklı şekillendirmek isteyen kentinin sağlıklı gelişimini dert edinir. Bilmemiz gereken, kent ile aramızda var olan güçlü bağ ve karşılıklı bağımlılıktır. Dolayısıyla, sahiplenmediğimiz kent, kendimize yapacağımız en büyük kötülüklerdendir. Sağlıklı, huzur dolu, yaşamaktan onur duyduğumuz kentlerin özlemi ile….. KAYNAKÇA AKDOĞAN, Yalçın, “Ulusal Soruna Yerel Çözüm:Sosyal Belediyecilik”, Eminönü Bülteni, Şubat Sayısı, İstanbul 2002 AKŞİN, Selçuk Somel, Yerel Tarih Araştırmacıları İçin Kılavuz, Bilkent.edu.tr AKTAŞ, Cihan, Bakü Mimarisine Sosyalizmin Etkileri, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, AKYÜZ, Vecdi., “Şehir ve yerel yönetimler” c.2. İlke Yayıncılık, İstanbul 1996 ALEXANDER, Chriptoher, A Pattern Language, New York, Oxford Pres, 1977 ARAPKİRLİOĞLU, Kumru, YENER, Zerrin, Avrupa Kentsel şartı, Ada-Kentliyim Dergisi, Haziran-Ağustos 1996 Avrupa Ekonomik Komisyonu Raporu, Kent Yenileştirme ve Yaşam Kalitesi, Çev: ÇAĞLAYANDERELİ Mustafa, Birleşmiş Milletler, New York, 1981 AYDOĞAN, Ahmet, Şehir ve Cemiyet, İz Yayıncılık, İstanbul 2000 BAL, H, Kent Sosyolojisi, Fakülte Kitabevi, Isparta 2002, BAŞARAN, Sermet, Kentleşmenin Tarihsel ve Sosyo Ekonomik Temelleri, Mahalli İdareler Dergisi, Haziran 1996, BAYKARA, Tuncer, Prf. Dr., Sosyal yapı ve Şehir Hayatı, Yeni Türkiye Dergisi, Mayıs-Haziran 2002 BEKTAŞ, Cengiz, Kentli Olmak ya da Olmamak, Erensen basım Yayın, İstanbul 1999 BEYHAN, Berna, Tarih Kırılgandır, Zipİstanbul, s:6, 26 Nisan-2 Mayıs 88 Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Rio Deklarasyonu, Yeni Türkiye Dergisi, s: 5, 1995 Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı Stockholm Deklarasyonu, Yeni Türkiye Dergisi, s: 5, 1995 BUMİN, Kürşat, Demokrasi Arayışında Kent, İz Yayıncılık, İstanbul 1998, BOOKCHİN, Murray, Kentsiz Kentleşme, Ayrıntı yayınları, İstanbul 1999 BÖLEK,Sinan, YÜZER, Şebnem, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Stratejik Plan Hedefleri ve Politikaları, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Planlaması-Kent Zirvesi 1, İ.B.B. Yayınları İstanbul 1998, BULAÇ, Ali, İstanbul, Göç ve Şehirlilik Kültürü, İstanbullu Dergisi, İstanbul 1999, CANATAN, K., Geleneksel Şehirlerden Modern Kentlere, Kent Kimlikleri, CANSEVER, Turgut, Habitat II Vesilesi İle İnsan, Konut ve Şehirleşme, yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, CEBECİ, M. Numan, Yüksek Yapılarda Psikolojik ve Sosyal Problemler, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, ÇAĞLAYANDERELİ, M., Kent Yenileştirme ve Yaşam Kalitesi, ÇALIŞKAN, Olgu, Türk Planlama Sorunsalına Genel Bakış Ve Yapısal Çözüm Önerileri1, Aydinlanma1923.org ÇELİKHAN, Seniha, ATASAYAN, Öncü, ERYILMAZ, Yaşasın, Geçmişten Geleceğe İstanbul’da Konut Politikaları ve Sınırlayıcıları, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Planlaması-Kent Zirvesi 1, İ.B.B. Yayınları İstanbul 1998, ÇUKURÇAYIR, M. Akif, Siyasal Katılma ve Yerel Demokrasi, Yargı Yayınevi, Ankara 2000, DANIŞ, Aslı Didem, Bahçeşehir Bir Mahalle mi? İstanbul Dergisi, Sayı:133 DİE, 2000 Genel Nüfus Sayımı, Ankara 2003 DİE, 2000 Genel Nüfus Sayımı-İstanbul, Ankara 2002 DİE, Devlet İstatistik Yıllığı, 2001 DİNÇER, Yüksel, Doç. Dr., Kent, Kentleşme ve Kent Planlaması, Sivil Toplum İçin Kent, Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Demokrasi Kitaplığı-WALD Yayınları,İstanbul 1999, Hüseyin ÇELİK, Doç.Dr., www.huseyincelik.net/koseyazilari MANTİNDALE, Don. “Önsöz”, Şehir, Modern Kentin Oluşumu. Max Weber. Çev: Musa Ceylan., İstanbul: Bakış Yayınları, 2000. DURSUN, Davut, Göçlerin Bunalttığı Şehirler, İstanbullu Dergisi, s:2, DURU, Bülent, ALKAN, Ayten, 20. Yüzyıl Kenti, İmge Kitabevi, Ankara, 2002 ERDEN, Sema, Prof. Dr. Kentsel Gelişme ve Kentsel Hareketler: Gecekondu Hareketi, “Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, WALD-Demokrasi Kitaplığı, İstanbul 1999, ERGÜN, M. “Türk Eğitim Tarihi”, ERKAN, R., “Kentleşme Ve Sosyal Değişme”, Erol KAYA, Yerel Yönetimler Reformu ve Belediyelerde Yeniden Yapılanma; İlke Yayıncılık, İstanbul 2003, Erol KAYA, Belediyelerde Toplam Kalite Yönetimi ve ISO 9001, İlke Yayıncılık, İstanbul 2003, ERSES, Selma Mine, Mahalle Kimliği, İstanbul Dergisi, Ocak 2002 ERTÜK, Hasan, Sürdürülebilir Kentler, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, ERYILMAZ, Bilal, Kentleri Yönetilebilir Kılmak, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, 89 FARAHAT, Abdulmuhsin, İskan Projelerinde Seçilmiş Tabii ve Beşeri Faktörler Ortadoğuda Örnek Çalışmalar, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, Genar Araştırma, Sosyal Doku Projesi, İ.B.B. Yayınlanmamış Rapor, 2001 GÜNERHAN, Hüseyin, Doğa İle Barışık Kent, Termodinamik, Aylık Bilimsel Sektör Dergisi, Aralık 1997 GÜRÇINAR, Yusuf, 21. Yüzyıla Girerken Adana’nın Konut Sorununun Çözümü İçin Stratejilerin Geliştirilmesi, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İBB Yayınları, 1998, GÜVENÇ, Bozkurt, Türk Kimliği, Remzi Kitabevi, İstanbul 1996 GÜZER, Avni, Apartmanın nlenemez Yükselişi, 21com.tr Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, HANCI, H., Gecekondulaşma ve Çocuk Suçluluğu HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, http://adimdergisi.virtualave.net/1/14.html http://mhukuk.kolayweb.com/yaziyett.htm http://www.biltek.tubitak.gov.tr/dergi/01/kasim/kentler.pdf http://www.geocities.com/yereldemokrasi/makale/makale4.htm#_ftnref1 http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP http://www.tumbelsen.org/kentli_haklar.htm IŞIK, Oğuz, 1980’lerden 2000’lere Türkiye’de Kentsel Gelişme: Yeni Dengeler, Yeni Sorunlar, Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi, “Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, WALD-Demokrasi Kitaplığı, İstanbul 1999 İSBİR, Eyüp G., Şehirleşme ve Meseleleri, Ankara 1991 KAFAOĞLU, A.B., Habitat Metinlerinden Çare Beklemek Hayal, Türkiye Mühendislik haberleri, Mayıs 1996, Kent İlişkileri, Özdenören, Rasim - İz yayıncılık- İstanbul 1998 KIŞLALIOĞLU, Mine, BERKES, F.ikret Çevre ve Ekoloji, Remzi Kiitabevi, İstanbul 1990 KOÇDEMİR, Kadir, Hizmette Vatandaşa Yakınlık İlkesi ve Sosyal Hizmetler, Türk İdare Dergisi, Mart 2002, KONGAR, Emre, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul 2001, KUMOVE, Leon, A Preliminary Study of the Social İmpications of Neighborliness in Apartment Building, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, Bahar 1975 LAUGHLİN, Herbert Mc, The Architect’s Urban Choices and Attitudes, Architectural Record, February 1976 MARTİNDALE, Don, Önsöz: Şehir ve Modern Kentin Oluşumu, Max Weber, Çev: CEYLAN, Musa, Bakış Yayınları, İstanbul 2000, MOORE, Terry, Geleneksel Değerler ve Tabi. Çevre, Habitat Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, NADAOĞLU, Halil, ve diğerleri, Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılması, TOBB, İstanbul 1996 NİCHOLAS Wilkinson, Mekan İnşası İçin Dizayn, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, OKTAY, D., Geleceğin kenti, ORÇUN, İ., Gazi Üniversitesi, http://www.kentli.org/makale/catalhoyuk.htm 14.07.2003, ÖZBEK, R., İstanbul’un Sanayi Yapılaşması Sorunları Ve Çözüm Önerileri ÖZDENÖREN, Rasim, Kent İlişkileri, İz Yayıncılık, İstanbul 1998 ÖZER, A., “Güneydoğu’da kentleşme(me) dramı-Diyarbakır”. tüsiad.org 90 ÖZFATURA, Burhan, İç Göç Makro Tedbirler Paketi İle Önlenmelidir, Göç, Sorunlar ve Çözümler, İzmir B.B Yayınları, İzmir, 1996, PEKTAŞ, E.K., Büyük Kent Belediyelerinin Eğitim Ve Kültür Hizmetleri, PERİN, Constance, With Man in Mind-An İnterdisciplinary Prospectus for Environmental Desing, Massachusetts, M.I.T. Pres 1973 PEYRCİOĞLU, Nevin, ÜSTÜNIŞIK, Belma, Habitat II’ye Doğru Yerelleşme-Konut, Altyapı, Yerel Yönetimler ve İstanbul Örneği, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, PİRENE, Henrı, Ortaçağ Kentleri, İletişim yayınları, İstanbul 2002 RAPAPORT Amos, Human Aspects of Urban Form, Pergamon Pres, 1090 SARI, M. “Kentleşme, Göç ve Sosyal Bütünleşme” SEÇKİN, Nuri, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Türk Şehirciliği, Yeni Türkiye Dergisi, Mayıs-Haziran 2002 Sosyal Doku Projesi, Genar Araştırma, İ.B.B. Yayınlanmamış Rapor, İstanbul 2001 SURİ, Leyla, Mahalle-Belediye Bağlamında İstanbul ve Pendik, İstanbul Dergisi, sayı: 40, Ocak 2002 ŞAHİN, Yusuf, Çevreyi Çevrecilerden Kurtarmak, liberal-td.org.tr TANYELİ, Uğur, İçeriksiz Doğrular1, Çarpık Kentleşme, 21.com.tr DEMİRKAN, Tarık, “Tarih Boyunca Kuşatılan Özgürlük Adaları; Kentler”, Cogito, 3.Baskı, Sayı:8, 1996, TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç TAŞKÖMÜR, Hikmet, Osmanlı mahallesinde Beşeri Münasebetler, Şehir ve Yerel Yönetimler, İlke Yayınları, İstanbul 1996, c.1, TEKELİ ,İlhan, Kent Planlaması ve Katılım zerine Düşünceler, Planlama, Aralık 1990 TEKELİ, İlhan, Modernite Aşılırken Kent Planlaması, İmge Kitabevi, Ankara 2001, TMMOB Şehir Plancıları Odası, Yer Seçimleri Kimin Meslek Alanı?, Haber Bülteni, Ocak 2000 TMMOB, 1994-1995 Yıllar 16. Dönem Çalışma Grup Raporları, Makine Mühendisleri Odası, İzmir Şubesi Yayınları, İzmir TUNA, K., “Şehirlerin Ortaya Çıkış Ve Yaygınlaşması Üzerine Sosyolojik Bir Deneme” TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım, TURAN Bülent, Demokratik Sokaklar, fisek.com.tr/makaleler Ulaşım Raporu, Pendik Belediyesi, Yayınlanmamış Rapor, 2001 ÜNÜVAR, Kerem, İstanbul’da Göç Kondu: Nöbetleşe Yoksulluk, WİRTH, Louis, Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentleşme, 20.Yüzyıl Kenti, Derleme ve Çeviri: DURU, Bülent, ALKAN, Ayten, İmge Kitabevi, Ankara 2002, YAZAN, Ümit Meriç, Sosyoloji Konuşmaları, Timaş Yayınları, İstanbul 1999, YILMAZ, Çetin, “Çağdaşlık”, geocities.com/cetinyilmaz_2000. ZAİM, Sabahattin, Takdim, İstanbul Külliyatı Cumhuriyet Dönemi İstanbul İstatistikleri 1, İstanbul Araştırmalar Merkezi, İB.B. Yayınları, 1997 Zaman Gazetesi, 03.05.2002 91