İnönü Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi Güzel Sanatlar, ISSN: 2147-0936 Cilt. 2, Say. 1, 2013, 1-22. www.inijoss.com Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin Oluşum Süreci ve Çağdaş Kent Sorunsalı Yüksel GÖĞEBAKAN İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, Resim Bölümü, 44280, Malatya/Türkiye yuksel.gogebakan@inonu.edu.tr Özet İnsan, binlerce yıl boyunca doğadaki diğer canlılarla aynı kaderi paylaşmış, onların yaşamında ne tür etkenler önemli rol oynamış ise, O’nun yaşamında da benzer hususlar etkili olmuştur. Nitekim diğer canlılar gibi uzun bir zaman diliminde avlanarak, deniz canlılarını tutarak, diğer canlılar gibi ağaç dallarından meyveler toplayarak, yahut ağaç gövdelerini kazıyarak, bazen de kendi hemcinslerini yok ederek besin elde etmeye çalışmıştır. İlk Çağ insanları ne yemek ve ekmek hakkında herhangi bir bilgiye sahiplerdi, ne taşımacılığı biliyorlardı, ne de herhangi bir kıyafeti yapmak ellerinden geliyordu. Bütün temel ihtiyaçlarını doğadaki diğer canlılarla aynı yöntem ve teknikleri kullanarak karşılıyor; geceleri diğer canlılar gibi, kendilerinin yapımına hiçbir katkıda bulunmadıkları, ağaç kovuklarını ve mağaraları konaklama mekanı olarak kullanıyorlardı. Ancak zamanla insan ve diğer canlılar arasındaki bu kader birlikteliği zayıflamaya başladı. İnsan, aklının vermiş olduğu ayrıcalıkla birçok şeyi değiştirmeye, yaşamını daha kolay bir hale getirmeye çalıştı ve bunu Sorumlu yazar. Yüksel Göğebakan 2 da başardı. Yaşanan bu değişimlerin ve gelişimlerin en önemli yansımalarından birisi de onun yaşadığı mekanda ve daha genel anlamada ise kentte oluşmaya başladı. Yaşam biçimi ve kültürel yapıda yaşanan değişimler kendini mimari ve kent ölçeğinde de göstermiştir. Yapılan bu çalışmada; insan yaşamındaki kültürel değişimlerin kent ölçeğindeki yansımaları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Kent, Kentleşme, Çağdaş Kent JEL Sınıflama Kodları: R00 The Formation Process of the Cities in the Framework of Cultural Change and the Problem of Modern City Abstract People shared the same fate with the other living things in nature for thousands of years; what kind of factors played an important role in their lives, similar matters are effective in his life. In fact, he tried to obtain food by hunting in a long timeframe as other living things, by hunting sea creatures, picking fruit from tree branches like other living beings, or by scraping tree trunks, or sometimes by killing their fellow. First Age people have any knowledge about neither food nor bread, and neither they knew transportation nor they knew how to make clothes. They met all their need by using the same methods and techniques with the other living things and they used hollows and caves which they didn’t make any contribution to their construction as a place of accommodation at nights. However, over time, this fate association between Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… 3 humans and other living things began to weaken. Human with his privileges of his mind tried to change a lot of things, and made the life easier and succeeded to do it. One of the most important reflections of these changes and developments began to come about in the place he lived and more generally in the city. The changes in lifestyle and cultural structure have shown itself in the architectural and urban scale. In this study, we tried to put forward the reflections of the scale of the city cultural changes in human life. Keywords: Urban, Urbanization, Contemporary Urban JEL Classification Codes: R00 1. Giriş İnsanoğlunun yeryüzünde görülmeye başlaması ile, onun yaşamış olduğu tarihsel süreç hakkındaki bilgi bakımından büyük bir zaman farklılığı bulunmaktadır. Günümüzdeki teknolojik koşulların da etkisiyle, arkeolojik alanda önemli gelişmeler yaşanmasına rağmen; ancak insanlık tarihinin %1’i hakkında bilgi mevcuttur. Yani insanlık tarihinin %99’u hakkında her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Bilinen bu %1’lik zaman diliminde ise ancak belli bir dönemden sonra kentler kurulmaya başlamış ve bu başlangıç da uygarlığın göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla kentlerin inşası aynı zamanda uygarlığın göstergesi olarak da kabul edilmiştir. İlkel insanlar mağaralarda ve ağaç kovuklarında sürmüş oldukları yaşamlarını, önce küçük kulübelere ve daha sonra ise kargir yapılar inşa ederek kale, konut, dini ve saray mimarisine taşımışlardır. İnşa edilen bu yapılar tek tek bir araya gelerek de kentleri oluşturmuştur. Oluşan bu kentler, hem tarımsal hem de tarımın dışındaki üretimin denetlendiği, ekonomisi çoğunlukla tarım dışı bir üretime sahip olan, teknolojik gelişmelerin yaşandığı, yönetimsel açıdan bir teşkilatlanma ve her alanda uzmanlaşama ve işbölümünün oluştuğu, toplumsal bütünlük ve iletişimin yaşandığı önceki dönmelere göre çok daha hareketli bir yaşamın gerçekleştiği alanlar olmuştur. İlk Yüksel Göğebakan 4 köy yerleşmelerinin görüldüğü Neolitik Devrimini (Bazı araştırmacılar dünyada iki büyük devrim yaşandığını belirtirlerken, birinci devrim olarak bu dönemi göstermektedirler) sulu tarımın yapılmaya başlaması, artı ürünün ortaya çıkması, para ve pazar ekonomisinin görülmesi, yazının ve matematiğin icadı, mülkiyetin ve eğitimin kurumsallaşması, hukukun, yönetimin, bilim ve düşünce ve inançların sistemleştirilmesi ile çanak çömlek yapımı ve dokumacılık izlemiştir [6]. Yaşanan bu değişimler sonrası ortaya çıkan yeni yapılaşmayı; kentin topografyası, mikrokliması, doğa yapısı, flora ve faunası gibi doğal çevre öğeleri ile; kentleri oluşturan sokak dokusu, meydanlar, panoramik bakış noktaları, vista noktaları, anıtsal yapılar (han, cami, bedesten, kilise, medrese vb.) gibi insan yapısı çevresel öğeler şekillendirmiştir. Aynı zamanda bu kentsel dokunun oluşmasında coğrafi ve iklimsel özellikler kadar kültürel ve sanatsal eylemler de önemli bir role sahip olmuştur. Nitekim kentlerin gerek anıtsal yapılarında gerekse sivil örneklerinde bu kültürel unsurları görmek mümkündür. Kültürel değişimlerin ortaya çıkmasıyla büyük bir başkalaşım yaşamaya başlayan kentler, özellikle sanayi devrimi ile birlikte binlerce yıllık var olan durumlarını da terk etmeye başladılar. Birçok alanda büyük değişimler yaşanmaya başladı ve bu değişimlerden kentlerde yaşayan insanlar ne kadar etkilendi ise kentlerin kendileri de o kadar etkilenmiştir. Churchill’e göre “önce insanlar kentleri yarattı; sonra ise kentler insanı”… Sağlığını ve sosyalleşmesini yitiren kent insan, teknolojik gelişmelerin de etkisiyle bir çıkmaz içerisine girmiştir. Yapılan bu çalışmada bir taraftan kentlerin ortaya çıkma süreci ve bu süreçteki kültürel unsurların kent inşası üzerindeki etkisi ortaya konulmaya çalışılırken, diğer taraftan da çağdaş kent yapılanması ile başlayan oluşumların kent bireyi ve toplumu üzerindeki etkisi üzerinde durulmuştur. 2. Kentlerin Ortaya Çıkışı Eski taş çağında insanlar, çakıl taşı ve çekirdek aletlerle avcılık ve toplayıcılık yapıp; yonga ve dilgi teknolojisini kullanılmışlardır. Orta taş çağında 5 Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… (Mezolitik) yani buzul çağı sonrasında avcılığın güçlenmesiyle toplayıcılık ve balıkçılık gelişirken ok, yay, zıpkın, dikiş aletleri icat edilip, köpek evcilleştirilmiştir. Taş yontma, bazı silahları imal etme, ulaşım araçlarını yapma gibi yeni teknik ve marifetler, keşfetmeye yönelik yenilikler, toplayıcılığa dayanan ekonomi çevresinde kalıyordu ve vahşi hayvan avlamalarından, balık tutmalarından ve hemcinslerin öldürülmesinden başka bir işe yaramıyordu. Nitekim insan hayatının bilinen süresinin neredeyse tamamına yakını ilkel düzeyde kalmıştır [21] [20]. Bu dönemde hayvanları evcilleştirmenin daha bilinmediği, tarımın ve dolayısıyla üretimin yapılmadığı bilinmektedir [25]. İnsanlar vahşi hayvan avcısı ve yabani meyve sebze toplayıcısı olarak bir yaşam sürmüştür. Bu yapılanma yeni taş çağında hızla devam etmiş, bitki ve hayvanlardan yararlanma iyice artmış, yıllık besin depolanması artırılıp, matematik, takvim bilgisi, madencilik, çömlekçi tezgahları ve tekerlekli araçlar üretilmiştir. Eski taş çağında 20 ya da 30 kişilik küçük gruplar halinde avcı ve toplayıcı olarak ortak bir yaşam mücadelesinde besin paylaşımı yapılıyor, grup üyeleri akraba olup bir klan sistemi oluşturuluyordu. Orta taş çağında ise topluluklar büyümeye başlamış, çadırlı konaklar, ahşap ve kerpiç evler, barınaklar inşa edilmiş ve yerleşik hayatla benzerlik içerisinde aile hayatı daha düzenli bir hale gelmiştir. Aile biriminin güçlenmesiyle cinsler arası iş bölümü başlamış, ortaklık, eşitlik ve paylaşma yerine rekabetçilik önem kazanmıştır [16] [21] [20]. Eski taş çağında kuvvetli avcıların toplumu yönetmesi, orta taş çağında yönetim ve liderlik sorunlarının ortaya çıkmasına neden olurken, toplu yerleşmeler ve konaklamalar da görülmeye başlamıştır. Bununla birlikte yerleşim yerleri ve şehirler büyümeye yüz tutmuş olup, işbölümü, tabakalaşma, ticari ve ekonomik ilişkiler, yöneten-yönetilen ilişkileri görülmeye başlamıştır. Mezolitik Çağ olarak adlandırılan bu çağda insanlar göç etmeden yaşamak için bazı mekanlar oluşturma gayreti içerisine girmişlerdir. Ancak kurulu düzene geçmek için oluşturulacak bu bölgelerin nerede olması gerektiğinin belirlenmesi tesadüfi bir şekilde olmamıştır. Bu bölgelerin seçilmesinde, doğal yiyeceklerin ve av hayvanlarının bol bulunduğu verimli sulak bölgeler olmasına özellikle dikkat Yüksel Göğebakan 6 edilmiştir. Ayrıca bu bölgelerin kesici ve delici sert el aletlerinin yapıldığı doğal cam (opsidyen) ve daha sonrada bakır gibi maden kaynaklarına yakın yerler olması da her zaman önemsenmiştir [16] [20]. Bunun en önemli nedeni de o zamanlarda insanın en çok ihtiyaç duyduğu şeyin avcılıkta kullanacağı sert cisimler olmasıdır. İnsanlık tarihinin en önemli dönüm noktası olarak kabul edilen ilk üretim çağı olan Neolitik Çağda, -günümüzden yaklaşık olarak 10 bin yıl önce- koyun, keçi, sığır ve domuz gibi hayvanlar evcilleştirilmiş, buğday, arpa, mercimekgiller ve baklagiller ekilmeye başlanmıştır. Şehirleşme ve uzmanlaşmanın getirdiği keşif ve icatlar, madenlerin keşfi ve kullanılması, bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi, yazı, takvim, matematik, bilim, felsefe ve sulu tarımın ortaya çıkması önemli değişimler olarak yaşama yöne veren etkenler olmuştur. Büyük bir değişim örneği olarak değerlendirilen bu yaklaşım insanlık tarihinin sanayi devrimi ile birlikte, en büyük iki devriminden birisi olarak kabul edilir. Yaşanan bu gelişmeler sonrasında insan yaşamını etkileyen en önemli üç unsur olan “beslenme”, “korunma” ve “üreme”ye bir dördüncüsü olan “üretim” eklenmiştir [21] [26] [22] [13]. Üretimin yapılması ve bunun sonucu olarak da tarım alanında yaşanan gelişmeler sonrasında “artı ürün” denilen bir değer ortaya çıkmıştır. Toplumsal artı ürün, din adamları, zanaatçılar ve askerler gibi üretici güçleri geliştiren sınıfların beslenmesinin yanı sıra, doğrudan üretici güçlerin geliştirilmesinde de kullanılıyordu. O zamana kadar bulduğunu günlük tüketen ve yarın için çok fazla bir hazırlık yapmayan insanoğlu elde ettiği ürünün fazla olanını daha sonra kullanabilmek için depolamaya başlama gereği duymuştur. Zamanla deniz ve kara ticaretinde yaşanan gelişmelerle ve üretimle oluşan artı ürünün yanına ticaretle elde edilen “artı ürün” eklenmiş, bunun neticesi olarak da yaşam standartları yükseltilmiştir [21] [7]. Yaşanan bu gelişmeler her alanda olduğu gibi konut mimarisinde birçok değişiklikler yaşanmasına da kaynaklık etmiştir. Elde edilen artı ürünü muhafaza etmek için basit yuvarlak kulübelerden dörtgen planlı evlere geçişlerin yaşanması, 7 Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… var olan gelişmenin konut ve kamu mimarisine yansıması olarak gösterilebilir [25]. Tam anlamıyla besin toplayıcılıktan besin üreticiliğine geçiş dönemi olarak kabul edilen bu zaman diliminde, elde edilen yiyeceklerin işlenmesi ve kurutulması gibi işlemlerin yanı sıra bunların uzun süre saklanması da yeni bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu gereksinimleri karşılayacak evler uzayıp genişleyebilen-Megaron Tipi- farklı bölümlere ayrılabilen ve amaca uygun olan dörtgen planlı konutlardır. Çayönü’nde inşa edilen yapılarda bu plan şemasına ait özellikler fazlasıyla görülmektedir [20][23][27]. Yapıların inşa biçimleri bir taraftan kültürel gereksinimler doğrultusunda diğer taraftan da doğal şartlara göre şekillenmiştir. Nitekim Çayönü’nde yağışın neden olduğu taban suyu ve rutubet önemli bir sorun olduğu için evlerin yaşam alanlarının toprak seviyesinden yüksek tutulması gerekmekteydi. Böylece, ızgara benzeri paralel duvarlardan oluşan dörtgen biçimli taş platformlar yapılmaya başlandı ve zamanla taban suyunun çok daha iyi atılmasını sağlayan ızgara şekilleri geliştirilmiştir [20] [26]. Küçük gruplar halinde yaşayan toplulukların, yerleşik hayata geçtikten sonra, üye sayılarında da artışlar yaşanmaya başlanmıştır. Kadınların toplayıcılık erkeklerin avcılık yaptığı bu dönemde her ne kadar “takım” örgütlenmesi oluşmaya başlamış olsa da bu etkinliklerin hepsi de asalaklık olarak değerlendirilmiştir. Ortaya çıkan artı ürünün paylaşımında toprağa yerleşip tarım yapan gruplarla, yerleşik hayata geçmeyen topluluklar arasında çatışmalar yaşanmaya başlanmıştır. Çiftçilerin tarımı işlemeleri sonucunda elde ettikleri artı ürün avcı toplulukların iştahını kabartmıştır. Bu çatışma toplumsal yapıda değişimler yaşanmasına yeni yeni örgütlenmelerin doğmasına neden olmuştur. Avcı toplulukların çiftçilikle uğraşanların üzerine çöreklenmeleri etkin bir askeri sınıfın doğmasını sağlarken aynı zamanda din adamına dönüşmüş sihircileri ve büyük sulama işlerini örgütleyip yöneten iş yöneticileri gruplarını da oluşturmuştur. Böylece çalışanlar, çalıştıranlar ve çalışmayı yönetenler olmak üzere yeni bir toplumsal farklılaşma ortaya çıkmıştır [21]. Toplumsal artının toplandığı tapınağın bulunduğu köylerin nüfusları artarak, içinde çeşitli sınıfları barındıran kentlere dönüşmüştür. Kurulan ekonomik, toplumsal, askeri ve siyasal bütünleşme ve bağımlılık, tapınakla ve dinsel düşüncelerle sağlanan duygusal ve düşünsel bir bağlılıkla iyice perçinlenmiştir. Artık ayrı küçük Yüksel Göğebakan 8 gruplar halinde yaşama yerine bir araya gelerek yönetimsel açıdan yaşanan gelişmelerle, kent kültürü oluşmaya başlamıştır [21] [25]. İnsanlık tarihinde, yerleşim birimi ve hayat tarzı bakımından ayırıcı bir özelliğe sahip olan kent, değişik zamanlarda farklı anlamlarda kullanılmıştır. Kelime anlamı açısından batı dillerinde, kent birimini ifade eden "city", uygarlık (civilization) anlamı taşıyan bir kavram olup, yurttaşlık ve hemşehrilik anlamlarına gelen "civitas"tan türemiştir [14]. İlk olarak ortaya çıktığı dönemi belirlemek güç olmakla beraber, tarihte en eski kent merkezleri olarak bilinen yerleşim yerleri, yaklaşık olarak M.Ö. 3500 yıllarında Mezopotamya'da daha sonra Mısır, Çin ve Orta Amerika'da görülmektedir. Ancak, bu ilk şehir örnekleri, köy ve kasabalardan çok az farklılık gösteren bir niteliğe sahiptir. Nitekim, en eski kent tipleri, o çağın şartları dikkate alınarak, çiftçilik için elverişli alanlarda şekillenmiştir. Bu nedenle bu tür kentler, iyi bir iklim, verimli topraklar ve yeterince suya sahip olan alanlara inşa edilmiştir. Aynı şekilde ilk kentler, tarımın yanında suyun taşımacılıktaki avantajlarının da kullanılmasıyla suyolları etrafında yoğunlaşmış aynı zamanda birer ticaret merkezi olma niteliği de kazanmıştır. Çünkü su bir taraftan ucuz taşımacılık açısından, diğer taraftan da tarım yapılması açısından çok önemli bir yere sahiptir [10] [14]. İlk uygarlıkların Nil, Sarı Irmak, Ganj, Dicle ve Fırat gibi ırmaklar etrafında kurulmuş olması bir tesadüf değildir. Antik dünyada kent, insanı doğanın tehlikelerinden koruyan yapay bir yerdi. İnsan kent içerisinde kendini evde hissetmiştir: dışarıda kalan ise, aksine, tehlikede. Bu yapı modern dünyada değişmiş, kent dışında kalan alanlarda kullanıma açılmıştır. Roma İmparatorluğu döneminde kentleşme en üst seviyelere ulaşmıştır. Özellikle yönetim açısından büyük bir imparatorluk olması elbette yaşanan bu gelişmenin şekillenmesini etkilemiştir. Roma İmparatorluğu nüfusunun yaklaşık % 5'i-10'u kentlerde yaşamıştır. Bu dönemde geniş bir coğrafyaya yayılan kentler, su ve kanalizasyon sistemleri gibi alt yapıları olan kültür ve ticaret merkezleri konumuna gelmişlerdir [14] [10]. Sanat tarihi ve arkeoloji, Eski Mısır’dan Çin’e, Hint’ten Aztekler’e, Eski Yunan’dan Yeniçağ Avrupa’sına değin monarşik yönetimlerin egemen olduğu Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… 9 7000 yıllık bir dönemin yaşandığını ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde tanrı-kral ve kral için hizmet etme hakim görüş olmuş ve anıtsal mezar, tapınak, kilise, camii, mimarlık sanatının asli görevi olarak kabul edilmiştir. Çin pagodaları ve heykelleri; Hint’in ştupaları, heykelleri ve resimleri; Yunan ve Roma tapınakları; Türk, Pers ve Avrupa devletlerinin saray, dini yapı, resim ve heykel sanatları, hep dine dayalı bir monarşik yönetimin ve onun kurumlarının emrinde kalmışlardır. 19. yüzyıla kadar bu yapı devam etmiş ve özellikle Fransız İhtilali’yle birlikte bir değişim yaşanmaya başlamıştır. 1800’lede yaşanan yeni yönetim biçimi birçok farklı yaklaşımları da beraber getirmiştir. Her şeyden önce ihtilal’den önce yayınlanan “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” her bireye eğitim hakkını, her alanda insanlar arasında eşitlik hakkını, her şeyden önce yaşama hakkını, özgürlük ve kişi güvenliği ve birçok yeni hakları getirmektedir. Eğitim hakkının tüm vatandaşlara verilmesi tabi ki o zamana kadar gerek duyulmayan eğitim kurumlarının inşasını gündeme getirmiştir. Bütün bunlara paralel olarak, yeryüzündeki saray, tapınak, anıtsal mezar ve kale mimarilerinin, kısacası monarşik yönetimlerde görülen tüm mimarlık türlerinin terk edilmeye başlandığı görülmektedir [25]. İnsanlığın doğuşundan bu yana yönetimsel açıdan üç farklı dönem yaşandığı görülmektedir. Bunlardan ilki Mezolitik Çağa kadar geçen süreyi içerisine alan devlet kuramamış toplumlar dönemidir. Bir diğeri yerleşik hayata geçilip hayvanların evcilleştirilmeye başlandığı -zirai devrim olarak kabul edilenNeolitik dönmeden yaklaşık olarak 1789 Fransız İhtilali’ne kadar geçen süreyi kapsayan monarşik yönetimli toplumlar dönemi ve sonuncusu ise Fransız İhtilali’nden sonraki süreci kapsayan demokratik parlamenter yönetimin hakim olduğu dönemdir [25]. İnsanların yaşam biçimlerinin değişimini etkileyen en önemli dönemlerden birisi de kuşkusuz “sanayileşme”dir. Sanayi ve teknoloji alanında yaşanan yeni yaklaşımlar, insan yaşamını, onun tasavvur bile edemeyeceği oranda değiştirmiştir. Özellikle enerji alanında ortaya konulan makineleşme, insan gücünün ve hayvan gücünün dışında ve bunlardan çok daha büyük oranda bir Yüksel Göğebakan 10 enerji artısının doğmasına neden olmuştur. Nasıl bir zamanlar rüzgar enerjisinden yararlanmak için yel değirmenleri, at ya da öküz gibi güçlü hayvanların gücünden yararlanmak için saban ve nal kullanıldı ise, şimdi, onlardan elde edilen enerjinin çok daha fazlasını makineler üretmeye başlamıştır [25][6] [2]. MÖ 4. yüzyıldaki Büyük İskender ile 18. yüzyılda yaşamış olan Napolyon’un yaşam biçimi arasında aslında çok büyük bir farklılık yaşanmamıştı. Aralarında yaklaşık iki bin iki yüz yıl gibi bir zaman farkı olmasına rağmen her ikisinin de taşıma aracı at idi. Her iki hükümdar da gidecekleri yere atları ile gidiyorlardı. Her ikisi de hemen hemen gün içerisinde aynı işi yapar, aynı şeyleri yer-içer ve aynı şeyleri giyinirlerdi. İşte sanayi devrimiyle birlikte, çok kısa bir zaman dilimi içerisinde, çok büyük değişiklikler yaşanmaya başlandı (Günümüz teknolojisinde yaşanan hızlı değişimin bir sonucu olarak, insan yaşamındaki ani farklılaşmalar değil yıllarda, günlerde, saatlerde hatta saniyelerde kendini göstermektedir). Kentleşme ve mimaride yaşanan yapılanma elbette ki sanayileşme öncesindeki yapısından, yeni şartlar doğrultusunda, uzaklaşmaya başlamıştır. Sanayileşme öncesi kentlerde, genellikle, etrafı surlarla çevrili, bazen de ikinci bir iç sura sahip, merkezde geniş bir meydanı olan ve meydan çevresinde dinî, idarî, mahkemelere ait binalar ve alış veriş merkezleri inşa edilen mekanlar bulunmakta idi. Böyle bir fizikî yapıya sahip sanayi öncesi kentleri; ticarî, idarî ve dinî işlevi olan özellikler taşırlardı. Özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda en büyük kentlerin, ticaretin öneminin artması sonrasında, malların toplanması ve dağıtımı işlevini gören limanlar etrafında toplandığı görülmektedir. Bu kentler, büyüklük ve önem bakımından hızla gelişerek, ekonomik ve kültürel açıdan, sanayileşme dönemi kentlerinin alt yapısını oluşturmuşlardır[1]. Dünya kentlerindeki farklı özellikler, insanların ve toplumların öncelikler ve önemlilik açısından ortaya koydukları farklılıklardan kaynaklanır. Ortaya konulan bu tercih farklılıkları insanın çevresi hakkındaki düşüncesi, toplum içinde, kent içinde, dünyada ve kainat içinde kendisi için tasarladığı yerdir. Bu, 11 Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… insanların dünyaya bakış açıları yönetim biçimleri ile de bağlantılıdır. Bunun en güzel örneği Pekin ve Paris kent yapılanmalarında görülmektedir. Pekin’in insanların aldıkları kararlar doğrultusunda oluşan kent dokusuna karşın Paris’in kent dokusu Fransız krallarının, Napolyonların mutlakiyetçi tavrı ile ferdin ferdiyetinin yüceliğini yok eden bir toplum ve insan telakkisinin ürünüdür [25] [13]. Ortaya konulan bu mutlakiyetçi tavır, Ortaçağ Katolik asli kültürünün bir yansımasıdır, aslında. İnsanı günahkar, dünyayı insanın günahının kefaretini ödediği yer, kiliseyi günahların kefaretini ödeme yolunda insanı yönelten üst organ olarak kabul eden Batı Avrupa kültürünün bu asri tavrı, Ortaçağ kentlerinin olduğu gibi, son beş asırlık dönemde de Avrupa kentinin imajını belirlemiştir. Sanayi öncesi kent yaşamı ile kırsalın yaşam biçimi arasında çok büyük farklar yoktu. Kent ve kırsal arasında her yönü ile bir birliktelik ve dayanışma ve bunun sonucunda da gelenekler arasında bir uyum söz konusu idi. Sosyal norm ve değerler oldukça yavaş değişip; sosyal ve coğrafî hareketlilik yok denecek kadar az olmuştur. Bu dönemde bireysellik gelişmediği için "biz" duygusu hakim olup, iş bölümü ve uzmanlaşma henüz gelişmemiştir. Sanayi öncesi kentlerinin gelişim aşamaları üç temel karakteristik açıdan değerlendirir. Bunlardan birincisi ticarete dayalı ve yayılmacı bir yapıyı içeren kapitalist ekonomi, bir diğeri tek tek farklı yönetim anlayışına sahip kent devletlerinin tek merkezli devlet anlayışına dönüşmesi ve sonuncusu ise düşünce sistemlerinin gelişerek yayılmasıdır [13] [24]. 3. Çağdaş Kentlerin Karşılaştıkları Sorunsal Yapı Sanayi öncesinin birçok geleneksel yapısı sanayi devrimi ile değişmeye başlamıştır. Yaşanan bu değişim çok hızlı bir şekilde yaşanmıştır. Dünyanın her yerindeki yaşam biçimini tepeden tırnağa değiştiren sanayi devrimi İngiltere’de doğmuş ve buradan diğer bölgelere yayılmıştır. Sanayileşmenin beraberinde getirdiği artan iş gücü ihtiyacını karşılamak amacıyla, sanayi kuruluşlarının Yüksel Göğebakan 12 olduğu kentlere göçler yoğunlaşmış ve şehir nüfusları hızla artmış ve bunun sonucu olarak da yeni kent anlayışında büyük değişmeler yaşanmaya başlamıştır. Daha sonra bu yeni kentleşme süreci, diğer Avrupa ülkeleri ve Amerika'daki yaşam biçimlerini etkilemiş ve bunun devamında da eski kentlerin yapısını değiştirmiştir. Bir taraftan artan nüfus yoğunluğu diğer taraftan sosyal hareketlilik ve toplumsal iş bölümünde yaşanan gelişmeler büyük değişimlerin yaşanmasına imkan hazırlamıştır [25] [11]. Özellikle sanayileşme ile hız kazanan kentleşme hem nicelik hem de nitelik açısından hızlı bir değişim sürecini başlatacak sosyal hareketliliğe neden olmuştur. Tarım dışı ekonomi ve çok kültürlü heterojen bir sosyal yapı ile tarihte benzeri görülmemiş bir sosyal değişmenin yaşandığı bir sürece girilmiştir. Ulaşım tekniklerinin gelişmesi, coğrafî, hukukî ve siyasî nedenler ve uluslararası ekonomik antlaşmalarla yabancı işçi göçü ile hız kazanan kentleşme süreci, tarihte benzeri görülmemiş bir sosyal değişme sürecini de başlatmıştır. Sanayileşmenin ortaya çıktığı Batı toplumlarında sanayileşme, artan iş gücü ihtiyacını karşılamak amacıyla kırdan kente göçü körükleyen bir işleve sahipken, aynı zamanda kırdan kente göç, sanayileşme hızının artmasında önemli bir unsur olarak görülmüştür [18]. Kentlerdeki fizikî mekân birliği, farklı kültürdeki ve tabakadaki bireylerin karşılıklı ilişkilerini zorunlu bir hale getirerek kendi içerisinde bir çeşitliliğin yanında bazı karmaşa ve kaos ortamının da yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Diğer taraftan göçle başlayan nüfus hareketi, ekonomik ve toplumsal değişmeyi de belirleyen çok önemeli bir süreç olarak görülmüştür. Kent içerisinde farklı bölgelerden gelen toplulukların oluşturmuş olduğu nüfus, kozmopolitleşen ve farklılaşmış bir toplum yapısı oluşturmaya başlamıştır [14]. Göç yoluyla kent nüfusuna katılma ile başlayan kentlileşme, birey düzeyinde bir değişim süreci olarak görülmektedir. Kırdan kente fizikî mobilite ile katılan bireyin modern anlamda kentlileşmesinin "empati" yoluyla gerçekleştiği söylenebilir. Göçmenler, içine geldikleri toplumun ilişkileri, kuralları, alışkanlıkları, ekonomik işleyişi, eğitim durumu gibi belirgin özelliklerine ulaşmak için oldukça fazla istek gösterirler. Bu aşırı istek sonucunda Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… 13 bireyler, modern kent yapısının özelliklerini kazanmaya başlarlar. Dolayısıyla göçmenlerin, kendilerine model olarak aldıkları bireylerin veya grupların değer ve davranışları, kente uyumlarıyla doğrudan ilgilidir. Kent hayatına katılan göçmenler eski mesleklerini ve geldikleri yörenin sosyal durumlarını terk ederek yeni duruma entegre olmaya çalışırlar. Burada aslında göç sonucu meydana gelen kentleşme, fizikî hareketlilikten öte bir sosyal hareketlilik içermektedir. Çeşitli meslek gruplarının, iş bölümünün ve uzmanlaşmanın arttığı kent toplumlarında, yatay ve dikey hareketlilik, kır toplumlarına göre çok daha kolay olmaktadır. Kentlerde statüler, iyi aileden olup olmama durumuna göre değil, mesleğe, sahip olunanlara veya başarılara göre belirlenmektedir. Göçmenlerin göç sonrası şehirde içine girdikleri sosyal tabaka, kentlileşme açısından oldukça önemlidir. Çünkü bireyin kent içerisindeki sosyalleşme süreci, muhtemelen bu yeni tabakalaşma sisteminin değer hükümleri ve davranış tarzları etrafında gerçekleşecektir [14] [10]. Kentleşme olgusu, nicel ve nitel olarak ele alındığında, ekonomik, ekolojik ve demografik yapı esas alınarak yapılan tanımlara "kentleşme"; kentleşmenin bir sonucu olarak oluşan sosyal yapının kültürel boyutu da "kentlileşme" olarak ifade edilmektedir. Kentlileşme, demografik yapı, sosyal gruplar, tabakalar, kurumlar ve ekonomik faktörlere bağlı olarak, kent içerisinde yaşayanların hayat tarzlarını ve sosyal ilişkilerini içeren bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Kentlileşme, kentleşme akımı sonucunda toplumsal değişmenin insanların davranışlarında ve ilişkilerinde değer yargılarında, maddî ve manevî yaşam biçimlerinde değişiklikler meydana getirme sürecidir [14]. 19. yüzyıldan itibaren sanayileşmenin etkisiyle hız kazanmış evrensel bir olgu olarak ortaya çıkan kentleşme, kısaca "kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artması" olarak tanımlanabilir. Kentleşme, bir takım ekonomik, teknolojik, sosyal, siyasal değişmeler sonucu ortaya çıkan ve toplumsal yapı ile insanların tutum ve davranışlarını etkileyerek değiştirebilme gücüne sahip bir süreç olarak görülmektedir. Kentler, farklı etnik grupları, kültürleri, sosyal tabakaları, meslek grupları gibi sosyo-ekonomik yapılanmaları içeren heterojen bir yapıya sahiptir. Bu farklı Yüksel Göğebakan 14 yapılanma, birey veya grup düzeyinde ilişkileri de farklılaştırmakta ve kentlerde kendi içinde bütünleşmiş ancak kendi dışındakilerden de ayrışmış birçok farklı, sosyo-ekonomik ve kültürel gruplar ortaya çıkarmaktadır. Göç yoluyla kente katılan göçmenlerin, geniş kır aile yapısı ve değer ölçütlerini terk ederek kentli aile yapısını ve değerlerini benimsemeleri, ailede hem yapısal hem de işlevsel değişimler meydana getirmiştir. Sanayileşmiş batı toplumlarında, kentleşmenin aile yapısı ve değerleri üzerinde meydana getirdiği değişimi konu alan çalışmalar, bireyselleşmenin ön plâna çıktığı bu tür toplumlarda, ailede bireyin istek ve ihtiyaçlarını temel alan yeni bir aile yapısının şekillendiğini göstermektedir. Aile ilişkileri içerisinde bireyin özel hayat tercihlerinin öncelik kazanmasının, çekirdek aile yapısının ve yalnız yaşayan bireylerin sayısının artmasında etkili olduğu görülmektedir. Sanayileşme sonrasında özellikle 1789 Fransız İhtilali ile daha önceki yönetim biçimlerinin (monarşi) binlerce yıl boyunca yarattığı-geliştirdiği değerler ve kurumlar fonksiyonlarını yitirmişlerdir. Bu devrim sonrası dünyada yönetimsel açıdan “demokratik parlamenter yönetim dönemi”nin başlaması birçok değişikliliği de beraberinde getirmiştir. Yeni yaklaşımla daha önceki (monarşik) dönemin can ve mal güvenliği olmayan, özgür düşüncesini açıklaması yasak olan insan tipi yerine, monarşik dönemdeki yönetim ve din baskısı altından kurtulan evrensel bir insan tipi oluşturma amaçlamıştır [25]. Bu insan tipinin yaşayacağı kentlerde ona göre oluşturulmaya çalışılmıştır. Kentler, insanın hayatını sürdürebilmesi için ihtiyacı olan maddeleri, eşyaları, bunların farklı çeşitlerini üretmek ve bu üretilenleri başkalarının ürettikleri ile değiştirmek, satmak, satın almak vs ile oluşan iktisadi hayatı belirleyen, çok yönlü fonksiyonelliğe sahip olan toplama merkezlerine dönüştürülmüştür [12]. Sanayileşme ile birlikte, endüstrinin istekleri yüzünden, estetik kaygıdan uzak fakat gereksinimleri karşılayan demir iskeletli cam ile örtülü bir yapı anlayışı uygulanmaya başlandı. 19. yüzyılın ilk yarısında 600X120 m, 25 ile 50 m arasında değişen bir yükseklikte fabrikalar, kullanım alanları ve sergi salonlarının yapılmasıyla yeni yeni mekanlar insan yaşamı içerisinde yer almaya başladı. 15 Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… Örneğin 1803’lerde lokomotifin yapılması demiryolu ile birlikte köprü ve istasyon gibi o zamana kadar çokta görülmeyen mimari yapıların inşa edilmesini beraberinde getirdi. Fabrika kentlerine akın eden kırsal işçilerin konaklaması için sekiz katlı apartmanlar yapılmaya başlandı. Bu mimari yapılanma daha öncesinde insan yaşamının içerisinde yer alamayan bir anlayıştır. Demiryolu kendine has mimari yapıların, fabrikalar da kendi ihtiyaçlarına göre konut mekanlarının inşasını doğurmuştur. 19. yüzyıldaki endüstri kentlerinin doğmaya başlaması süratle büyük işçi kitlelerini fabrika çevrelerinde toplamaya başlaması, bu kesimlerde yaşayan işçi kitlelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için, büyük alış-veriş merkezlerinin inşa edilmesine de imkan hazırlamıştır. Daha önceki dönemlerde popüler olan kentler terk edilmeye başlandı [25]. (Bu göç Türkiye’de 1950 sonrasında olmuştur) Yaşanan bu gelişmelerin hepsi, bunun adına sivilleşme de denilebilir, mimarı saraydan dışarı çıkarıp halkın hizmetine sokmuştur. Yer değiştirmelerinin neden olduğu büyük kaynaşma, fabrikaların çoğunlukla köylü olan işçilerle dolmasına neden olmuştur. Bu işçiler için yeni bir üretim disiplinine uyma zorunluluğu yüzünden kent ve köy kültürlerinin çatışması, toplumda önemli bir yapı değişikliğini zorunlu hale getirmiştir. Burada çalışan işçiler kendi özgürlüklerini yitirip, fabrika kuralları doğrultusunda hareket eden robotlara dönüşmüşlerdir. Fabrika merkezlerinde yaşanan yoğunluk, yorucu, havası pis, konut koşulları kötü ve yetersiz düzenlenmiş kentlerin kömür kokuları içinde hızla büyümelerini sağlamıştır. Fabrika dumanlarının kabus gibi üzerine çöktüğü ilk endüstri kentleri, 19 yy.’ın son çeyreğinde hızlı bir gelişme gösterdi. Caddeler büyüdü yeni meslekler doğdu. Makine, giderek yaratanını kendi çarkları arasına aldı ve yaratan yaratılanın kölesi oldu [12] [15]. Yeni dönemde eski dönmelerdeki toplum bireyinin işine gösterdiği saygılı itaat ve disiplin azaldı. Eskiden kişinin işine bağlılığı, ona, yüzyılların terk ettirmediği inanç alışkanlıklarından geliyordu. Buna karşın sanayileşme sonrası endüstriyel dönemin bireyi, işine kişisel dünyevi çıkarları ile bağlı olduğundan çalıştığı yerlere başkaldırabiliyordu. Fabrika onların yaratıcı yönlerini köreltmiş, Yüksel Göğebakan 16 eskiden işlerinde almış oldukları hazları alamaz olmuşlar ve öğrenme içgüdülerini de yitirmeye başlamışlardır [25]. Sanayi öncesi dönemin bireyleri, inandıkları evrensel bir dini gücün manevi desteği içinde kendilerini rahat hissediyorlardı. Bu içten bağlılık ve inanç değişmezliği, bireydeki işine saygı duyma durumunu kendiliğinden yaratıyor ve bu nedenle o kendini iç huzuru içinde çok rahat hissediyordu. Fabrikadaki monotonlukların katkısıyla toplumda duygusuzlaşma başlamıştır. Kentlerin kalabalıklaşması sonucu ortaya çıkan yerleşim biçimi, insanları doğadan koparmış yan yana ve üst üste apartman dairelerinde birbirine yakın fakat ruhen birbirinden ayrı bölmeler içine sokmuş, dolayısıyla çocukların oynama olanakları kısıtlanmış, yaşanmayan çocukluk yılları onların yarınlarını ruhsal birikimlerini etkilemeye başlamıştır [25] [4]. Bu yapı aynı zamanda dünya üzerinde bir tekdüzeliğin oluşmasına da kaynaklık etmiştir. Kültürel yansımanın bir sonucu olarak oluşan mimari çeşitlilik dünyanın hemen hemen her yerinde bir benzerlik hastalığına yakalanmıştır. Öyle bir hastalık ki kökeni Batı’da olan ama Batı’dan çok dünyanın güneyini ve doğusunu etkisi altına alan ve yok eden bir hastalık bu… Nitekim bu hastalıkla ilgili olarak Turgut Cansever [3] 1975 Avrupa Mimarlık Mirasını Koruma Yılı nedeniyle Rockefeller Vakfı’nın hazırlamış olduğu raporu ele geçirmiştir. O rapor aynen şu şekildedir: Batı Avrupa mimarlık mirasını koruma çabaları, bütün dünyada, Batı Avrupa'da yapıldığı şekilde başarıyla gerçekleşse bile, dünya bu kadar hızla inşa edilmekte ve o kadar düşük vasıflı yapılar meydana gelmektedir ki, bunların arasında, "korunan miras" 30-40 yıl sonra, uçsuz bucaksız bir kirlilik batağında tamamen kaybolmuş adacıklar arasında kalacaktır. Peki, bu yeni yapılan mimari nedir? Chicago'da bugün inşa edilen yapı altı ay sonra Stockholm'de, Tokyo'da, Hicaz'da, İstanbul'da veya Roma'da tekrar ediliyor. Bu duruma, biz Batılılar sebep olduk Dünyanın birçok yerine uzmanlar gönderdik ve o 'uzmanlar, bizim yaptıklarımızı, o ülkelere büyük bir erdem gibi takdim ettiler. Kendi geliştirdikleri araçlarla trafik ve konut sorunlarını çözmüş ülkelere, trafik mühendisleri ve konut tasarlayacak mimarlar yollayarak o ülkelerin sorunlarıyla ilgisi olmayan öneriler sunuyoruz. Nasıl Chicago'da yapılan bina Hicaz'da yaşama şansına sahip değilse, getirilen sistemler de bu ülkelerde işleyen düzeni tahrip ediyor. Bunun da ötesinde. bu insanların kendi sorunlarını çözme yetenekleri yok ediliyor. Dünyada, bu etkiler altında gelişecek yapı stokundan sağlıklı çevreler oluşmayacaktır. Bu tutumla önümüzdeki 30 yıl içinde üretilecek yapı stoku, tam bir kültürel kirlenme ürünü ve nedeni olacaktır. Bu kültürel kirlenme ürünlerine, bir bataklık diyebiliriz. Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… 17 Oluşturulan halka açık park ve bahçe mimarlığının ilk kez akla gelmesi ve çocuk psikolojisinin incelenmesinin bu döneme rastlaması bir tesadüf değildir. Halkın yararlanabileceği park ve bahçeler endüstriyel yaşamın birer gereği olarak doğmuştur. Çünkü park ve bahçe tedbiri ile insan-doğa ilişkisinin, insan ruhu ve bedenine verdiği huzurdan yoksun kalınmaması sağlanmak istenmişti [19]. Sanayileşme sonrası mimarisinin şekillenmesini aynı zamanda yaşam içerisinde baskın olan ve her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme çabası içerisinde olan endüstrinin istekleri belirlemiştir. Fonksiyonellik ve hesaplılık yeni mimaride, monarşik yönetimli çağlarda bir türlü vazgeçilmeyen süse ve gösterişe engel olmuştur. Yeni mimarlıkta biçim, fonksiyonelliğe bağlanmıştır. Bu aslında bir taraftan da estetiksel bir zaafın oluşmasına da kaynaklık etmiştir [5]. Monarşik dönemin düşünce bütünlüğü parçalanınca bu kültürün eski biçim anlayışıyla yeni teknoloji çağına uygun ürün yaratma girişimi, “kiç” denilen bir uyumsuzluk ürününü de ortaya çıkarmıştır. Özellikle yeniçağın mantığına varmak için gerekli kültür düzeyi eksikliği kiç’in kaynağını oluşturmuştur. Bu ürün herhangi bir yapıya hayran olan, fakat onun kalitesini sağlayan biçimleme disiplinine ulaşamamış bir kimse tarafından ortaya konulan seviyesiz bir özenti ürünüdür. İçeriksiz bir özentiden doğan kiç’in oluşmasında, eskiden yapılmış bir biçimi yaratmada yeni bir teknolojinin kullanılmasının da etkisi vardır [4] [25]. Özellikle kırsaldan kentlere yaşanan göçlerin toplumsal ve kültürel farklılıklarının çakışması var olan durumun oluşmasına kaynaklık etmiştir. Özellikle ülkemizde 1950’li yıllarda kırsaldan kentlere göçen kitleler bir taraftan geldikleri bölgenin kültürel unsurlarını korumaya çalışırken diğer taraftan da kentli olma zorunluluğunu taşımışlardır. İki yaklaşım arasındaki bu gerilim karmaşık bir yapının oluşmasına neden olmuştur. Aynı durum günümüzde de bilişim teknolojileriyle çok hızlı bir şekilde yaşanmaktadır. Nitekim insanların sahip oldukları kültürel unsurlarla bilişim teknolojisinde yaşanan yeni gelişmeler bir kaosun yaşanmasına zemin hazırlamaktadır. Yaşanan kaosu doğuran asıl olgu Yüksel Göğebakan 18 ise “hız”dır. İnsanların yaşam biçimlerindeki hızlı değişim onların zaman kavramına yüklemiş oldukları anlamı da sorgulatmaktadır. Bu da günümüzdeki estetiksel yetersizliğin nedenleri hakkında ipuçları vermektedir [1] [26]. Ortaya konulan kültürel unsurlar göstermektedir ki, yeninin ya da yeniden oluşanın eskiye yeğlenecek estetik bir üstünlüğü savunulamaz. Nasıl çağdaş resim, Empresyonistleri, Goya ya da Rembrandt’ı saf dışı bırakmıyorsa, bir modern villa da bir eski yalıyı, estetik açıdan, gözden düşürmüyor. Bütün konfor yoksulluğuna karşın, 18. ya da 19. yy Boğaziçi’si bugünkü Boğaziçi’nden daha güzel görünüyor [17]. Çağdaş mimarlık içerisindeki post modern seçmecilik, hem batının hem de tarihi çok yeni olan ABD’nin kentlerinde eski yapılara yeni işlevsellik verilerek kendini göstermektedir. Mimaride yaşanan değişime rağmen çağdaş kentler eski doku ve mimariyi çok daha iyi koruyabilmenin gayretini taşımaktadırlar. Tercih edilen şey, aynı çağın ürünü olan yapılardan oluşan bir çevre yerine, birçok çağın ürününü yan yana sergileyebilen bir çevrenin estetik yoğunluğudur [2] [9]. Endüstri kentlerinde modüller halinde yan yana ve üst üste kurulmuş, birbirleri ile yaşam ilişkisi olamayan apartman dairelerinde olduğu gibi, çalışma yerlerindeki işin eşit süratteki hızı da bir yaşam monotonisi yaratmış ve insanı hem işinde hem toplumsal çevresinde izole etmiştir. Genel olarak sabahtan akşama kadar kapalı yerlerdeki çalışma durumu ile yine doğadan kopuk apartman katlarında yaşamını sürdüren endüstri çağı insanı psikolojik birikimle doludur ve dolayısıyla bir boşalma gereksinimi içindedirler [4]. Bu boşalmanın nasıl olması gerektiği sorusuna cevabı tarihte ilk defa Antik Yunan filozofu Aristo vermiştir. Aristo insanın maruz kaldığı psikolojik ve ruhsal baskılardan kurtulmasının yolunun sanattan geçtiğini belirtmiştir. Sanat nesnelerinin insanların bu ruhsal çöküntüden kurtulmaları için en iyi araç olduğunu “Katharsis” adlı eserinde ortaya koymuştur [8]. Modern çağın kutsalı (!) olan makine, el attığı her alanda insanoğlunun geçim kaynağı olan eski bir meslek dalını ortadan kaldırmaktadır. Küçük el sanatlarının büyük çoğunluğu makinenin kendi alanlarına el atmasından sonra Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… 19 ortadan kalkmaya başlamış ve hatta dimağla ilgili meslekler bile yeni makinelerin yapılması ile önemlerini yitirmek durumu ile karşılaşmışlardır. Özellikle yaşam ve çevresel şartların insan hayatı üzerindeki olumsuzluklarını bir derece azaltabilmek için, kentlerde dinlenme ve eğlenme alanlarının (rekreasyon) oluşturulması bir kent içerisinde ihtiyaç duyulan en önemli mekanlar olarak görülmüştür. Kent içerisinde insanların boş zamanlarını, onları eğlendirerek, doğa ile iç içe kaynaşmalarını sağlayarak, teknolojinin getirmiş olduğu baskılardan arınmalarına fırsatlar oluşturarak, değerlendirmelerine çalışılmıştır. Hatta bu durum günümüz kentlerinin birincil problemlerinden birisi olarak görülmektedir. Gerek rekreasyona duyulan ihtiyaç gerekse bu ihtiyacın giderilmesi için yaratılan kolaylıklar sanayileşme ve kentleşmenin ortaya çıkarmış olduğu sonuçlardır. Özellikle çeşitli nitelikte parklar ve hayvanat bahçeleri bu açıdan önem kazanmıştır. Sanayileşme dönemiyle birlikte başlayan bu kentsel sorun günümüzde de etkisini artırarak devam ettirmektedir. Nitekim günümüzde kentlerdeki rekreasyon alanlarında yapılan harcamalar çok büyük toplamlara ulaşmıştır. A.B.D.’nde kişi başına ortalama 1,977 dolar olduğu sanılan (toplam harcamaların yüzde 8.5’i) bu tür rekreasyon harcamalarının, kitap-dergi vb. alımı dahil, 1998 yılında toplam 494,7 milyar doları bulduğu ve bu harcamalardan sinema sektörünün 66.2, eğlence sektörünün de 97,5 milyar dolar gelir elde ettiği hesaplanmıştır. 2000 yılında Avusturalyalıların %20’den fazlası (4 milyon kişi) müzeleri, %20’ye yakını da (3.1 milyon kişi) sanat galerilerini ziyaret etmişlerdir. Avusturalya’nın nüfusunun 25 milyon civarında olduğu da unutulmamalıdır. Uluslararası ölçütlere göre, kentlerde kişi başına 6.4 metrekare spor alanı bulunması, tüm açık alanların da kişi başına 12 metrekare olması gerektiği hesaplanmıştır. Bu oran ise kentsel alanın üçte birine yakın bir kısmına denk gelmektedir [19]. Ayrıca tarihsel mirasa ait olan eserlerin ziyaret edilmesi de insanların monotonlaşmış zihinlerine bir rahatlık kazandırmaktadır. Yüksel Göğebakan 4. 20 Sonuç İş görmüş bütün kurumlar, dönem dönem ayrılır ve karşılaştırılırsa, toplumların itibar ettikleri değerlerin, yaşayış biçimlerinin ve sanatlarının, hiçbir zaman birbirleriyle aynı kalmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Örneğin monarşik yönetimler dönemlerindeki sevilen saraylar, kaleler, köprüler, okullar ve tapınaklar, demokratik parlamenter dönemde yaşanan değişimlerin bir sonucu olarak fonksiyonlarını yitirmişlerdir. Kültürel alanda yaşanan değişimler -ki bunun içerisine yönetim biçimlerinden inanç sistemlerine, tarımı işleme yöntemlerinden mutfak kültürüne kadar her şey girmektedir- toplumun genel karakterinde farklılıklar yaşanmasına neden olurken en güçlü etkisini kent kültüründe ve dolayısıyla planlamasında göstermektedir. Bir kenti oluşturan en önemli unsur olarak inşa edilen yapılar, her dönemde temel işlevliklerini yitirmektedir. Eski saraylar, otel, eğlence yeri, kumarhane, turistik yerler, gibi kent içerisinde yaşayan bireylerin rekreasyon ve eğlence amaçlı kullanım alanlarına dönüşmektedir. Kent içerisinde yaşanan gündelik sorunlar bir bütün olarak ele alınarak tarihsel ve kültürel değerlerle ilişkilendirilerek değerlendirilmelidir. Kentlerin ikamet, iş, ulaşım ve tarihi miras, dinlenme ve eğlenme gibi işlevleri, kent içerisinde ikamet eden bireylerin yaşam şartlarını rahatlatacak doğrultuda ele alınmalıdır. Kalabalık kentsel alanlarda yerleşim koşulları, konut içinde yetersiz alan, kullanılabilir yeşil alanların yokluğu ve binaların bakımlarının aksatılması gibi sebeplerden dolayı sağlıksızlık yaratmaktadır. Kaynakça [1]ASATEKİN, Gül (1994). Anadolu’daki Geleneksel Konut Mimarisinin Biçimlenmesinde Aile-Konut Karşılıklı İlişkilerin Rolü, Kent, Planlama Politika, Sanat Tarık Okyay Anısına Yazılar, Yayınları, , ss 65-87. Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi 21 Kültürel Değişim Çerçevesinde Kentlerin… [2]BEKTAŞ, Cengiz (1997). İnsan Çevre Toplum, Keleş, Ruşen, (Ed.). İstanbul: İmge Yayınevi. [3]CANSEVER, Turgut (2009). İslam’da Şehir ve Mimari, 4. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları. [4]GENÇAYDIN, Zafer (Tarihsiz). Beğeni ve Kültür Yozlaşması Üstüne. Sanat Yazıları I. Ankara: Hacettepe Üniversitesi G.S.F. Yay. [5]GÜNAY, Baykan–SELMAN, Mehmet (1994). Kentsel Görüntü ve Kentsel Estetik Örnek Kent: Ankara Kent, Planlama Politika, Sanat Tarık Okyay Anısına Yazılar, Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, ss.277-319. [6]GÜVENÇ, Bozkurt (2005). İnsan ve Kültür. 11. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi [7]İMAMOĞLU, Olcay (1997). Psikolojik Açıdan İnsan-Çevre İlişkileri. İnsan Çevre Toplum. Keleş, R. (Ed). Ankara: İmge Kitapevi. [8]KAGAN, Moissej (1993). Estetik ve Sanat Dersleri, (Çeviren: Aziz Çalışlar), Ankara: İmge Kitabevi. [9]KARPUZ, Haşim, (Tarihsiz). Türk Sivil Mimarisi, Selçuk Üniversitesi, FenEdebiyat Fakültesi Arkeoloji-Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Ders Notları, Konya. [10]KARAMAN, Kasım (2003). Şehirleşme Sürecinde Gelenek ve Değişme: Kayseri Örneği, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Malatya. [11]KELEŞ, Ruşen ve HAMAMCI, Can (2002). Çevrebilim. 4. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi. [12]KIŞLALIOĞLU, Mine ve BERKES, Fikret (1990). Çevre ve Ekoloji, İstanbul: Remzi Kitabevi. [13]KUBAN, Doğan (2000). Tarihi Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu Kuram ve Uygulama, İstanbul: Yem Yayın Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları. [14]KURUÇ, Ayşegül (1999). Mimaride Estetik Değerlendirme Boyutlarından Kültürel ve Anlamsal Boyutun İncelenmesi, Mimar Sinan Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Ana Bilim dalı Yüksek Lisan Tezi, İstanbul. Yüksel Göğebakan 22 [15]KÜÇÜKERMAN, Önder ve GÜNER, Şemsi (1995). Anadolu Mirasında Türk Evi, İstanbul: Kültür Bakanlığı. [16]MASİERO, Roberto (1999). Mimaride Estetik, (Çev: Fırat Genç), Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. [17]ÖZDENÖREN, Rasim (2009). Kent İlişkileri, 2. Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık. [18]ÖZEY, Ramazan, (2005). Çevre Sorunları, 2. Baskı, İstanbul: Aktif Yayınları. [19]ÖZGÜÇ, Nazmiye (2003). Turizm Coğrafyası Özellikler ve Bölgeler, İstanbul: Çantay Kitabevi. [20]SOYSAL, Mine (Tarihsiz). Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşmenin Öyküsü, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı. [21]ŞENEL, Alaeddin (1996). Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. [22]ŞENTÜRER, Ayşe (1990). Mimaride Estetik Olgusunun “Mutlak Değişmez ve Bağımlı-Değişken” Özellikler Açısından İrdelenmesi”, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi. [23]ŞENYAPILI, Önder (1996). Görsel Sanatlar ve İletişim, Ankara: Sanatyapım Yayıncılık. [24]TEKELİ, İlhan (2000). Türkiye Çevre Tarihçiliğine Açılırken. Türkiye’de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu. İstanbul: Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı. [25]TURANİ, Adnan (1998). Çağdaş Sanat felsefesi, İstanbul: Remzi Kitabevi. [26]TURGUT, Hülya (1990). Kültür- Davranış- Mekan Etkileşiminin Saptanmasında Kullanılabilecek Bir Yöntem, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul. [27]USTAÖMEROĞLU, Ayça Araz (1998). Mimari Analiz İçin Temel Tasarım Öge ve İlkelerinin Kullanımı ile Oluşturulan Estetik Ağırlıklı Bir Yöntem Araştırması, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen Bilimler Enstitüsü Mimarlık Ana Bilim Dalı Doktora Tezi.