Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 DEĞİŞEN REFAH ANLAYIŞI VE SENDİKACILIK Mehmet Merve ÖZAYDIN ∗ Özet: Kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve çalışan haklarının sosyal sınıfları temelinde savunulmasını amaçlayan sendikaların, 1970’li yıllardan itibaren güç kayıplarına şahit olunmaktadır. Genellikle endüstri ilişkileri sisteminde yaşanan değişimlerle açıklanmaya çalışılan bu güç kaybı, aslında refah anlayışındaki değişimi de içeren daha kapsayıcı bir analize muhtaçtır. Keynesyen ekonomi politikalarının şekillendirdiği, kitlesel Fordist üretime dayalı ve tam istihdam hedefli refah politikaları, küresel pazarların şekillendirdiği yeni toplum yapısında karşılık bulamamaktadır. Sosyal sorunların ücretliler toplumunun sosyal sigorta tipi dayanışma dinamikleri ile çözüldüğü geleneksel refah anlayışı, “çalışma” kavramında meydana gelen değişimler sonucunda yeni arayışlara yönelmiştir. Esneklik, güvencesizlik, kuralsızlık ve nihayet “çalışmanın sonu” tartışmaları ekseninde süren bu değişim, refah hizmetlerinin kapsam ve boyutunu değiştirmiştir. Sendikal haklar başta olmak üzere çalışma hayatı tabanlı birçok hakkın yitirildiği ya da anlamını kaybettiği yeni refah anlayışı, vatandaşlık temelinde daha sınırlı ve geçici bir takım haklar vaat etmektedir. Varlığını çalışma hayatı dinamikleri üzerine inşa eden sendikaların yeni refah anlayışı içindeki yerleri ve etkinlikleri akademik çalışmalara sıklıkla konu edilmiştir. Bu çalışma, sendikacılığın uğradığı güç kayıplarını, endüstri ilişkileri sisteminin dönüşümü yanında refahın değişen görünümüyle de analiz eden bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Sendikacılık, Refah, Refah Devleti, Endüstri İlişkileri Sistemi CHANGING INSIGHT OF WELFARE AND UNIONISM Abstract: Power loss of unions which had occured as a result of the capitalist relations of production, and intend defending the rights of the workers based upon their social classes is witnessed since 1970's. This loss of power which is generally tried to be explained by the changes rised in industrial relations system, requires a more inclusive analysis covering also the change in welfare insight indeed. Welfare policies structured by full employment targeted Keynesian economy policies which are based upon the Fordist mass production can not respond to the new structure of society formalized by global markets. Traditional welfare understanding of wage earner society which solves social issues by solidarity dynamics in terms of social security, go towards a new way of searching as a result of changes occured in “working” concept. This change persists in the axis of ∗ Yrd.Doç.Dr, Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi, (ozaydin@gazi.edu.tr) 67 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 flexibility, precarity, irregularity and “end of work” debates, altered the extent and the size of welfare services. The new welfare concept of "lost" or "meaning lost" working life based rights, especially the union rights, promises a more limited and temporal kind of rights. Built their existence on the dynamics of working life, unions' place and activity in the new welfare concept was often being subjected in academic study. This study aims to analyze unions' power loss, by presenting a perspective of changing appearance of welfare as well as the transformation of industrial relations system. Keywords: Unionism, Welfare, Welfare State, Industrial Relations System GİRİŞ Liberal devlet anlayışının refaha ulaşmada sermayenin önündeki engellerin kaldırılmasını gerekli gören tavrı, Sanayi devriminin ilk döneminde emek sahiplerinin gerek çalışma koşulları gerekse de bölüşüm ilişkileri yönünden önemli güçlükler yaşamalarına neden olmuştur. İlk modern işçi örgütlenmelerinin de bu duruma tepki olarak Avrupa’da 18.yüzyılın sonunda ortaya çıktıkları görülmüştür. Aynı zamanda üretim ilişkilerinin dönüştüğü coğrafya olan Avrupa, sendikacılığa ilişkin katettiği gelişimlerde diğer örneklere kıyasla örnek bir model olarak öne çıkmıştır. Sendikaların sınıfsal dinamiklere dayanan mücadele tarihinin ekonomik, politik ve sosyal birçok gelişmenin altyapısını oluşturduğu söylenebilir. Sendikacılığın güç kazanması, bölüşüm politikalarında etkisi ile gelir dağılımda eşitlikçi politikalara, sosyal demokrasinin gelişimi ile devletin sosyal boyutunun gelişimine ve ücretliler toplumunun oluşumu ile de sosyal sorunların çözümüne kaynaklık eden bir karaktere sahip olmuştur. Bu nedenle sendikalar, refah devleti, endüstri ilişkileri sistemi, sosyal haklar gibi refah terminolojisine konu olan birçok kavramın ana bileşeni olmuştur. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak II.Dünya Savaşı’ndan sonra “altın çağ” olarak da ifade edilen dönemde refah devletlerinin kurumsal düzenlemelere imza attıkları görülmüştür. Fordist üretim anlayışının yüksek üretim kabiliyetine sahip yapısının, Keynesyen ulusal ekonomi politikaları ile uyumunun 1970’li yılların sonuna kadar önemli ölçüde korunduğu görülmüştür. Bu yıllarda petrol şoklarıyla başlayan değişim rüzgârının ulus devlet yapıları üzerinde oluşturduğu etki, başta endüstri ilişkileri uzlaşısı olmak üzere birçok alanda hak temelli kazanımların kaybedilmesi ile sonuçlanmıştır. Küreselleşme sürecinin etkileri ile şekillenen yeni refah devleti uzlaşısında, Keynesyen ekonomi politikalarının yerini neo liberal politikalar, endüstri ilişkileri sisteminin yerini piyasa düzenlemeleri, sosyal hakların yerini de vatandaşlık temelli sosyal yardımlar almıştır. Bu süreçte çalışma ekseninden kayan refah anlayışının daha çok çalışma dışındaki gruplar üzerinden kendisine görevler edindiği görülmektedir. Endüstri ilişkileri sisteminin güçlü ortağı sendikaların yeni yapıda, işletme düzeyi ile sivil toplum örgütlerinin gönüllülük ilişkileri arasındaki bir 68 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 düzlemde sıkıştıkları görülmektedir. Bu çalışma, neo liberal değişim sürecinde refah anlayışında ortaya çıkan gelişmelerin, sendikacılık üzerindeki etkilerini analizi amaçlamaktadır. Sendikaların geleceğine ilişkin öngörülerin yeni refah paradigması ile uyumu da bir diğer tartışma konusu olarak değerlendirilme konusu yapılmıştır. 1. SENDİKACILIĞIN DOĞUŞU Ortaçağdan itibaren Avrupa’da kölelik düzeninin katılığını kaybetmeye başlaması, feodal toprak düzeninin muhafaza edilmesi ile birlikte çalışan ve çalıştıran arasında yeni bir ilişkiler sisteminin tanımlanmasına neden olmuştur. Avrupa’nın belli başlı ticaret merkezlerinde “Guildes” ve “Hanses” adı verilen ticaret birlikleri ortaya çıkmıştır. Ticaret merkezleri olan şehirlerin canlanması 17.yüzyılda esnaf kuruluşlarının da yaygınlaşmasına neden olmuş, 18. yüzyıldan itibaren bu zanaat ve meslek kuruluşları Korporasyonlar olarak ifade edilmiştir. Batı dünyasında daha çok mesleki amaçlarıyla tanımlanan bu yapılar, sanayi devriminin orta ve büyük ölçekteki yapıları ile rekabet edememiş, toplumsal ve siyasal değişimlere ayak uyduramamış ve emeği temsil eden kuruluşlar olma özelliklerini kaybetmişlerdir. Bu kurumların yerine sanayi devriminin ilk döneminden itibaren İşçi Arkadaşlık Kuruluşlarının (Compagnonnage) güç kazandığı görülmektedir. (Turan, 1979:10) 16.Yüzyıldan itibaren çırak ve kalfaların oluşturduğu İşçi Arkadaşlık Kuruluşlarının öncelikle meslek esasında daha sonraları ise bölgesel nitelikte yapılar olarak örgütlendiği görülmüştür. 17.Yüzyıldan itibaren üretim miktarının ve ölçeğinin büyümesi orta ve büyük ölçekte işletmelerin ortaya çıkmasına ve işçi örgütlenmesinin güç kazanarak emek kesiminin sermaye kesiminden ayrılmasına ve yeni bir sınıf bilinci içinde değişikliğe uğramasına neden olmuştur. (Turan, 1979:23) Örgütlenmenin güç kazanmasında kötü ücret ve çalışma koşullarının oluşturduğu yeni çalışma ilişkilerini öncelikle ifade etmek doğru olacaktır. Sanayi devriminin ve onun oluşturduğu çalışma düzeninin sendikacılığın doğuşu ve gelişmesindeki belirleyici rolüne karşın, sanayileşen toplumlarda standart bir sendikacılık anlayışının oluşmadığı gözlemlenmiştir. Sendikacılığı ortaya çıkaran nedenlerin ülkeden ülkeye ve çalışılan sektörlere göre farklılaşması, ulus devletleşme süreci ile paralel karakteristikler taşımaktadır. Devletlerin sahip olduğu gelenekler, toplumsal uzlaşı algısı, birey-toplum ve devlet arasındaki ilişkiler bütünü, bu farklılıkların ana kaynakları olarak dikkat çekmektedir. Bütün bu farklılıkların, homojen bir işçi sınıfının kaynaklık ettiği bir sendika protipi ortaya çıkarmadığı, bunun yerine Avrupa coğrafyasında dahi her ülke için farklı etkinlikte yapılar ortaya koyduğu görülmüştür. Sanayi devriminin başında ileri bir kapitalist gelişmeye sahne olan İngiltere’nin sendikacılık açısından da bir merkez ve başlangıç olduğu görülmüştür. Bu durumu her şeyden önce niceliksel bir gelişmenin sonucu olarak değerlendirmek doğru olacaktır. 19.Yüzyılın başından itibaren feodal üretim ilişkilerinin çözülmesine bağlı olarak ortaya çıkan nüfusun önemli ölçüde sanayi kesimine yöneldiği 69 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 görülmüştür. Bu özelliği ile İngiltere, sanayi devriminin başında kapitalist toplumlar içinde işçi sınıfının mutlak çoğunluğa sahip olduğu tek örnektir. Sendikacılığın İngiltere’de güç kazanmasının bir diğer nedeni de feodal monarşiden sınırlı monarşiye ve devam eden süreçte parlamenter monarşiye varan demokratikleşme yönündeki siyasal evrimidir. 13.Yüzyıl Magna Carta’sına dayanan bu gelişim işçi sınıfının siyasal bakımdan örgütlü bir güç olarak ortaya çıkışında ve güç kazanmasında etkili olmuştur. (Işıklı, 1990:62-63) 2. ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ SİSTEMİ VE SENDİKALAR Liberal düşüncenin temel kaynaklarından biri olan A.Simith’in ünlü eseri “Milletlerin Zenginliği” müdahalenin sınırlı olduğu bir yapıda, sermaye birikiminin nasıl sağlanabileceği konusunda yaklaşımlar içermekteydi. Bu yaklaşımlar kuralsız bir yapıda zenginleşmenin yolunu ararken, ağır çalışma şartları altında işçi sınıfı için yoksulluk ve sefalet gecikmemiştir. Sermayenin rekabet endişesi ile ucuz emeğe ulaşma çabası, işçileri çok düşük ücretlerle ve kötü çalışma koşullarında istihdama zorunlu kılmıştır. Piyasadaki arz ve talep kurallarının belirlediği yeni yapı, bol durumda bulunan emek için büyük bir adaletsizliğe dönüşmüş ve bu sorun toplumun merkezine yerleşmiştir. Sanayi Devrimi’nin başında özgürlüklerin “mülkiyet” ile sınırlı niteliği, devleti sadece bu özgürlüğü korumakla sorumlu bir yapıya dönüştürmüştür. Tüm liberal aydınların devletin müdahale anlayışının yol açacağı olumsuzlukları açıklamaya çalışan ekonomik ve sosyal teorileri, çatışmacı öğelerle beslenen gelecek dönemin habercisi olmuştur. Dönemin klasik okullarınca sıkça ifade edilen “görünmeye el”, “piyasa dengelemesi”, “tam istihdam merkezli denge” ve “her arzın kendi talebini yaratması” gibi sloganların ekonomik ve sosyal sorunların çözümünde etkili olmadığı görülmüş, her kesimin devletin müdahalesine ilişkin beklentilerde artışlar olmuştur. Klasik endüstri kuramının, endüstri ilişkileri sistemini liberal iktisat okulunun yaklaşımlarıyla paralel biçimde tanımladığı görülmektedir. Sendika, toplu pazarlık ve grev hakkı ekseninde çalışma hayatı sorunlarını çözmeyi hedefleyen yaklaşım, devletin fonksiyonuna ilişkin sınırlı bir alan belirlemiştir. Sözleşme özgürlüğüne dayanan ve sayılan hakların taraflarca kullanılmasına imkan sağlamakla sınırlı olan bu fonksiyon, uzlaşmazlık ve çatışma durumlarına ilişkin çözümler üretmekten uzaktır. Devletin hakların kullanımına ilişkin her türlü engelden kaçınma gereksinimi (Çelik;Akkaya,1999:18) sınırlı devlet uygulamalarını ortaya çıkarmaktadır. Dunlop’un Amerikalı sosyolog Parson’un sosyal sistem yaklaşımından yola çıkarak oluşturduğu sistem yaklaşımı, endüstri ilişkileri literatürü içinde en çok karşılık bulan yaklaşımdır. Hükümet, çalışan ve yönetici örgütlerinin oluşturduğu endüstri ilişkileri sistemini sanayi toplumunun bir alt sistemi olarak değerlendiren Dunlop (Şenkal,2009:) her aktörün ideolojisi çerçevesinde sistemi etkilediğini ve kuralların oluşmasına katkı sağladığını ifade etmektedir. Dunlop’un üç aktörlü 70 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 endüstri ilişkileri modelinin 1960 ve 70’li yıllar boyunca sendika ve işveren örgütleri ilişkilerini analiz etmede araştırmacılara önemli katkılar sağladığı görülmüştür. Ancak yaklaşımın iyi çalışması aktörler ve onlara etki eden çevresel unsurların istikrarın korunmasına bağlıdır. 1980’li yıllardan itibaren yaşanan değişim ve dönüşüm sonucunda yeniden yapılanan endüstri ilişkileri sistemini, sistem yaklaşımının kuralları ile çözebilmek mümkün olmamıştır. (Kurtulmuş, 1996:64) Emek örgütlenmesinin sanayi devriminin başından itibaren geçirdiği aşamalar, endüstri ilişkileri sisteminde diğer aktörlere oranla farklı bir seyre sahiptir. İşçi sınıfının kapitalist üretim ilişkilerinde pazarlık gücü temelinde şekillenen etkisini iki grupta incelemek mümkündür. Örgütsel ve yapısal güç olarak sınıflandırılabilecek bu etki, sendikaların endüstri ilişkileri sisteminin güçlü bir aktörü olarak ortaya çıkışını desteklemiştir. Örgütsel güç, işçiler tarafından kurulan sendika ve siyasi partiler gibi kolektif örgütlerden doğan güç birimlerini içerirken, yapısal güç, işçilerin sistem içindeki konumlarından kaynaklanan güçlerini ifade etmektedir. Buna göre işçilerin piyasa ve işyeri üzerinden sağladıkları pazarlık güçleri, sistem içinde stratejik bir konum elde etmelerini sağlamaktadır. (Silver,2009:27) 3. ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ SİSTEMİNİN DÖNÜŞÜMÜ Kitlesel üretime dayalı fordist üretim tarzının II.Dünya Savaşı’ndan itibaren başarılı uygulamaları, devlet, işçi ve sermaye sınıfının taraf olduğu endüstri ilişkileri sisteminin kurulmasına imkan sağlamıştır. Ancak,1970’li yıllardan itibaren yaşanan ekonomik krizler, gelişen teknoloji ve değişen üretim sistemleri çerçevesinde güç kazanan davranışsal ekoller, yönetim-çalışan ilişkilerinde önemli bir değişimin yaşanmasına neden olmuştur. Yüksek nitelikli işgücü talebi ve bunu elde etmek için önem kazanan bireysel sözleşmeler, toplu sözleşme ve sendikaların önem kaybedeceği bir dönemin de başlangıcını oluşturmuştur. İşgücünün bilgi tabanlı yükselişi sanayi sektörü karşısında hizmetler sektörünün güç kazanmasını sağlamıştır. Ürün pazarlarının küresel etkilerle ulusal sınırları aştığı bu süreçte endüstri ilişkilerinin bir tarafı olarak devletin, liberal endişeleri bir tarafa bırakarak sisteme daha fazla müdahalede bulunduğu ve taraflar arasında işbirliğine dayalı yeni bir sistemi teşvik ettiği görülmüştür. (Kurutulmuş,1996:64-65) Taraflar arasındaki işbirliğine dayalı bu anlayış fayda ve maliyetleri birlikte değerlendirmek ve kendi çıkarları noktasında hareket etmek sorumluluğunu içermektedir. Dönemin piyasa koşulları çerçevesinde çalışma hayatının kalitesini artırmak ve maliyetleri düşürmek gibi işlevlere de sahip olan bu anlayışın işçi ve işveren arasındaki bağı kuvvetlendiren özelliği, sendikal mücadelenin temelini teşkil eden grev ve lokavtları azaltarak işçilerin sendikalardan uzaklaşmasının da nedenini teşkil etmiştir. (Şenkal,1999:35-36) 71 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 3.1. Örgütsel Yapının Dönüşümü Endüstri ilişkilerinde yaşanan değişime öncelikle bir yönetim sorunu olarak yaklaşma ihtiyacı vardır. 1970’li yıllara kadar fordist üretim ilişkilerinin biçimlendirdiği, kitlesel üretim yapan dev fabrikalar ve bu fabrikalarda oluşan hiyerarşik yapılar ve merkezileşmiş görevler, hantal bir yönetim yapısının doğmasına neden olmuştur. Küreselleşme sürecinde başta finansal piyasalar olmak üzere ekonomik sistemdeki değişimlere cevap verme kabiliyetinden yoksun olan bu yapının, ulus devlet müdahalelerinin azalması ile birlikte hızla çözülmesine şahit olunmuştur. Mal ve hizmet talebinin küresel ölçekte karşılanabilmesi sorunu, rekabetçi piyasa şartlarında işletmelerin yeniden yapılanmalarını zorunlu kılmıştır. Bu dönemde işletmelerin, yeni rekabet koşullarına uyum sağlamak amacıyla, vasıfsız işgücünün azaltılması ve maliyetlerin düşürülmesi temelinde küçülme stratejilerine yöneldikleri görülmüştür. Başlangıçta mavi yakalı işçileri hedef alan stratejilerin uzun dönemde beyaz yakalı işçileri de içerdiği, finansal bir zorunluluktan çok küresel bir aktör olmaya doğru bir hedef değişikliği yaşandığına da şahit olunmuştur. Küçülme stratejilerinin rastgele bir anlayıştan çok profesyonel bir yönetim tekniği olarak uygulanma zorunluluğu, insan kaynakları yönetimi anlayışının önem kazanmasını sağlamıştır. (Işık,2009:156) Çalışan ağırlığının beyaz yakalılar lehine artışı ile geleneksel personel yönetimi işlevleri yetersiz kalmış, insan kaynağının maliyet yönünden en uygun şekilde kullanılma zorunluluğu, yönetime katılma uygulamaları da dahil olmak üzere birçok stratejiyi ön plana çıkarmıştır. İşletme yapısındaki bu gelişmeler, insan kaynakları yönetimi anlayışının sendikal örgütlenmenin yerini alacak yeni bir yönetim anlayışı olarak değer görmesine neden olmuştur. (Şenkal,1999:38) İnsan kaynakları yönetimindeki birçok stratejik tercihin, kolektif ilişkilerden çok bireysel ilişkilere dayanması, sendikaların rolünü kısıtlayıcı bir etki oluşturmuştur. (Erdut,2002:31) 3.2. Ekonomik Yapıda Yaşanan Değişim 1970’li yıllarda peşi sıra yaşanan petrol şokları “altın çağ” olarak ifade edilen ve ağırlıklı olarak Keynesyen politikalarla hayat bulan ekonomik sürecin sona ermesi anlamını taşıyordu. Uluslararası finansal hareketliliğin etkisiyle hükümetlerin kamu finansman dengelerini sağlamada yaşadıkları güçlükler yeni politika arayışlarının gündeme gelmesine neden olmuştur. Yeni dönem, Keynes tarzı müdahaleci politikalar yerine, finansal liberalizasyona açık, arz yönlü ekonomi politikalarının başta ABD ve İngiltere olmak üzere tüm dünyada uygulandığı bir süreç olmuştur. Ekonomik krizin en somut sonucunu kuşkusuz işsizlik oranlarındaki sürekli artışlar oluşturmuştur. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde 1970’li yıllarla birlikte başlayan işsizlik oranlarındaki artışın 80 ve 90’lı yıllar boyunca devam etmesi, işsizliğin küresel bir nitelik kazanarak evrensel bir sorun haline gelmesinin göstergesi olarak kabul edilmektedir. (Bilgin,2000:57) İşsizliğin artışının sendikalar üzerindeki 72 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 etkisini iki boyutta ifade etmek mümkündür. Birincisi sendikaların işsizlikle birlikte büyük üye kayıplarına uğramasıdır. Özellikle sanayi üretiminde talebin düşmesine bağlı olarak yaşanan durgunluk, bu sektörde örgütlü emek gücünün önemli ölçüde kaybedilmesine neden olmuştur. İşsizliğin sendikacılık üzerindeki diğer bir olumsuz etkisi ise işsizlik baskısı ile toplu pazarlık görüşmelerinde verilen tavizler oluşturmaktadır. (Şenkal,1999:50) İşsizliğin nedenlerini açıklamaya çalışan yaklaşımların önemli bir başlığını teknolojik gelişmeler oluşturmaktadır. İleri teknoloji, artan rekabet ve esnek üretim sistemleri bu dönemde yaşanan işsizliğin başlıca nedenleridir. Özellikle mikroelektronik ve bilgi teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin tam istihdamda yaşanan çözülmenin ve işsizliğin en önemli neden olarak görülmesi, teknolojik gelişme ve istihdam ilişkisini inceleyen çok sayıda araştırmanın yapılmasına neden olmuştur. Yeni teknolojilerin uzun dönemde yeni işler ve meslekler yaratacağı tezinin, teknoloji üreten ve ihraç eden ülkeler için geçerli olması, teknolojik gelişmelerin bunun dışındaki ülkelerin emek piyasalarında arz fazlası oluşturmasına neden olmuştur. (Bilgin,2000:61-62) Teknolojik değişimin işin yeniden organizasyonu, işçi ve yönetim ilişkileri ve işgücü piyasası ile ilişkili özellikleri sendikaların rol ve güçleri üzerinde önemli etkilere sahip olmuştur. İşletmelerin yoğun rekabet şartlarına dayalı, piyasa gelişmelerini izleyen, alternatif piyasalara girebilecek seviyede teknoloji ile uyumlu yapılarının sendikalarca takip edilebilmesi mümkün olamamış, gelişmiş birçok ülkede sendika yoğunluklarında önemli düşüşler görülmüştür. (Kurutulmuş, 1996:132-135) Yönetim ve üretim anlayışının insan merkezli olarak yeniden inşası çalışanların sahip oldukları özellikler açısından da yeni bir dönemi başlatmıştır. Emek ve ürün piyasalarındaki değişmeler sonucunda işsizlerle işi olanlar arasında, rekabetten korunan sektörlerde çalışanlarla, rekabete açık sektörlerde alışanlar arasında, yeni ve uzmanlaşmış vasıflı olanlarla, vasıflı olmayan veya vasfı önem kaybedenler arasında, tam gün çalışanlarla, kısmi süreli veya sözleşmeli çalışanlar arasında çıkar farklılıkları oluşmuştur. (Yıldırım, 2008:204) Bu durum sanayi devriminin başında daha homojen bir görünme sahip olan emek piyasalarının daha karmaşık bir yapıya dönüşmesini ve çalışanlar arasında çıkar ve amaç birliğinin önemli ölçüde bozulmasına neden olmuştur. 3.3. İşgücü Yapısının Değişimi Endüstri ilişkileri sistemindeki dönüşümü açıklamada en önemli unsurlarından birisi de işgücünün yapısında sanayi devriminin başından itibaren gözlenen gelişmelerin farklı bir yöne evrilmesidir. Sanayi devriminin başında sanayi sektöründe kol ve kas gücüne dayanan sınıfsal karaktere sahip işgücünün, örgütlenme yönünden elde ettiği kazanımların sanayi ötesi dönüşüm sürecinde kaybedildiğine şahit olunmuştur. Sanayi ötesi topluma dönüşümün önemli bir göstergesi olan hizmet sektöründe büyüme, bilgi ve uzmanlaşma temelinde güç kazanan bir niteliğe sahiptir. Sanayi sektörünün kitlesel üretime dayalı fordist üretim anlayışının, ürün piyasasının esnek talepleri ile uyuşmayan katı yapısı ve ileri teknoloji kullanımı, sanayi 73 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 sektöründe istihdam kayıplarının başlıca nedenleri olarak öne çıkmaktadır. (Şenkal,1999:76) Sanayi sektörünün geleneksel sektörlerinde örgütlenen güçlü sendikacılık anlayışının, bireysel sözleşmelerin ağırlıklı olduğu hizmetler sektöründe önemini kaybettiği görülmüştür. Yeni üretim ilişkilerinin işgücü üzerinde oluşturduğu önemli etkilerden biri de kadın işgücü sayısındaki artış olmuştur. 1990’lı yıllarla birlikte hız kazanarak devam eden bu süreç kadınların istihdam içindeki payını artırmakla kalmamış, meslek gruplarının feminizasyonunu da gerçekleştirmiştir. Kadın istihdamındaki bu artışın eğitim ve kadın haklarındaki gelişmelerden çok düşük maliyetli ve esnek işgücü ihtiyacından kaynaklandığını söylemek mümkündür. (Munck,2003:144-145) Dolayısıyla kadın işgücünün istihdam içindeki artışının emek örgütlenmesi bakımından olumlu sonuçlar oluşturamamasını iki grupta açıklamak mümkündür. Bunlardan ilki, kadının geleneksel toplumsal işbölümü içindeki rolü ve sorumluluklarından ötürü iş ve aile yaşamını uyumlu kılmada zorlanması ve örgütlenme faaliyetleri için yeterli zaman ve zahmete katlanamamasıdır. Bir diğer engel de Munck’ın ifadesinde karşılık bulduğu üzere kadın istihdamının kapitalist üretim biçimlerinde ucuz ve kuralsız emeğin aracı olarak görülmesidir. Bu tür esnek çalışma biçimlerinin örgütlenme ile uyuşmayan doğası, kadın işgücünün artışının sendikalı işçi sayısı ile ters oranda gelişmesine neden olmuştur. Endüstri ilişkilerin de yaşanan değişimin işgücünü şekillendirdiği bir diğer alan da işgücünün nitelik düzeyinin değişimidir. Sanayi Devrimi’nin başından itibaren sanayi sektöründe çalışan ve genellikle kol/kas gücüne dayalı mavi yakalı işçileri örgütleyerek güç kazanan sendikaların, hizmetler sektöründe gelişmelere paralel olarak üye kayıplarına uğradıkları görülmüştür. Hizmetler sektörünün nitelik düzeyi yüksek işgücü talebi, bir yandan bireysel sözleşmeleri tercih eden çalışan sayısını artırırken, diğer yandan bu sektördeki bireysel başarıyı ölçmeyi hedefleyen yönetim teknikleri nedeni ile sendikalar açısından olumsuz bir durum yaratmaktadır. (Şenkal,1999:74) Yeni dönemin rekabet anlayışının değişimler karşısında uyum kapasitesi yüksek nitelikli çalışan talebi, firmaların bu görevler için cömert sözleşmeler hazırlanmasına neden olmuştur. Bu süreçte daha kalabalık ve standart yeteneklere sahip çalışan gruplarının haklarını koruma ve geliştirme konusunda deneyime sahip sendikalar, yeni yükselen nitelikli işgücünün tercihi olmayı başaramamıştır. 4. REFAH DEVLETİ VE SENDİKALAR Sanayi devriminin çalışan sınıflar için ortaya koyduğu sorunların şiddeti sadece çalışma hayatı ile sınırlı kalmamış, işsizlik ve yoksulluk gibi görünümlerle toplumsal hayat üzerinde de yıkıcı etkilere sahip olmuştur. Sorunların çözümünde başlangıçta liberal devlet anlayışı ile uyumlu sınırlı kamu müdahaleleri söz konusu iken ilerleyen süreçte örgütlenme dinamiklerinin etkisiyle şekillenen endüstri ilişkileri sisteminin sorun çözme mekanizmalarının devreye girdiği görülmüştür. 74 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 Endüstri ilişkileri sisteminin, başta çalışma hakkı olmak üzere, sendika, örgütlenme, toplu pazarlık ve grev gibi birçok hakkı kurumsallaştırma başarısı, sendikacılığın siyasal, ekonomik ve sosyal alanda sahip olduğu gücün altyapısını oluşturmuştur. Refah devletinin ortaya çıkışında kapitalist üretim biçimi gibi ekonomik; işçi sınıfının bilinç kazanması gibi ideolojik; parlamenter demokrasilere geçiş gibi siyasi ve ücretli çalışmanın yaygınlaşması ve bunun ortaya çıkardığı sorunlar gibi sosyal nitelikte çok sayıda etkiden söz edebilmek mümkündür. Avrupa refah devletlerinin, diğer dünya örneklerinden farklılaşan başarılı modellerini, sınıf hareketi ve toplumsal mücadele temelinde açıklayabilmek mümkündür. Bu durum refah devletini açıklamada sanayileşme, demokratikleşme ve kapitalistleşme süreçlerinin ötesinde sınıfsal gücün etkisini ortaya koymaktadır. Bu nedenle işçi hareketinin güçlü doğası ve siyaset ile kurduğu ilişki ve ele geçirdiği toplumsal/siyasal güç, modern anlamdaki refah devletinin ortaya çıkmasında çok daha açıklayıcı olmaktadır (Korpi,1978:40; Esping-Andersen, 1990:11;Koray,2007a:32). Refah devletlerinin ortaya çıkışında güçler dengesine dayalı bu yaklaşım, hakların kurumsal bir görünüm kazanmasında ve sosyal modelin başarısında büyük öneme sahiptir. Avrupa’nın yaşadığı tarihsel ve toplumsal koşullarda işçi sınıfı ve örgütlerinin oynadığı rol ile siyasal platformdaki etkinliği Amerika, Japonya ya da diğer örnekler ile karşılaştırıldığında, çok iyi organize olmuş ve güçlü temsil yeteneğine bir sosyal modele karşılık gelmektedir. (Sapancalı,2007:11) Sanayi üretim biçimi fordizme dayalı olarak gelişen refah devletinin Keynesyen iktisadi modellemesi emek rejimlerine bağlı bir devlet yapısını ortaya çıkarmıştır. Keynesyen refah devletinin başarısı büyük ölçüde fordist büyüme biçimine dayandırılmıştır. Keynesyen refah devletini açıklamada dört ana unsur öne çıkmaktadır. (Topak,2012:124-125) Bunlardan ilki devletin işgücü piyasaları ve ücretler düzeyinden sorumlu olmasıdır. Böylece talep kontrolünü gerçekleştiren devletin, pazar dalgalanmaları ve ekonomik durgunluklara müdahale şansı söz konusu olmuştur. Keynezyen refah devletini açıklamada diğer bir unsur da altyapı, konut, ulaştırma harcamaları ile tekelleşmeyi kontrol etme ve yatırımların büyüme, verimlilik döngüsünü içinde yerine getirmesidir. Üçüncü unsur, sosyal tarafların ideolojik vaatleri ile şekillenen tam istihdam ve evrensel refah programları etrafında emek ve sermayenin kolektif çıkarlarını birleştirme görevidir. Bu fonksiyon sayesinde sendikalar, bu dönem refah anlayışının önemli bir aracı olmuşlardır. Son olarak Keynesyen refah devleti, piyasalaşma temelinde giderek artan sosyal sorunların çözümünde önemli bir işleve sahip olmuştur. Büyük Buhran’ın ardından uygulamaya konularak yaklaşık yarım asır Avrupa ulus devletlerinin başarılı performansını açıklamada kullanılan Keynesyen reçetelerin, küresel ölçekte yaşanan gelişmelere cevap verememesi, neo liberal bir dönüşüm dalgasının hakimiyet ile sonuçlanmıştır. ABD ve İngiltere merkezli bu dönüşüm, dünyada devletin küçüldüğü, temel görevleri dışında faaliyette bulunmadığı, sosyal harcamaların sınırlanmaya çalışıldığı ve sermayenin 75 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 uluslararasındaki dolaşımı önündeki engellerin piyasa tarafından cezalandırıldığı bir süreç olmuştur. Kuşkusuz refah devleti krizini sadece devletin ekonomik boyutuna ilişkin değişimlerle sınırlamak da mümkün değildir. Artan işsizlik karşısında refah hizmetlerine ilginin ve dolayısıyla sosyal harcamaların artışı, vergilerin düşmesi, geleneksel aile yapısının bozulması ve nüfusun yaşlanması gibi demografik, mali, sosyal birçok değişimin de bu sürece etkisinden söz edebilmek mümkündür. Avrupa ülkelerinde küreselleşme sürecine denk düşen dönemde işsizlik sorununun önlenemeyen görünümü, çalışma odaklı bir refah anlayışı yerine vatandaşlık temelli bir refah anlayışına geçişin işaretlerini vermektedir. Bu çerçevede işsizlik sigortası ve aile yardımlarının yerini alacak bir temel gelir uygulamasına geçilmesi yönünde tartışmalar yapılmaktadır. (Koray,2007a:38) Refah devletinin gelişim sürecinin en önemli temellerinden birini çalışma hakkı oluşturmaktadır. Bu çerçevede işsizlikle mücadele politikalarının refah devletinin önemli araçlarından bir olduğu açıktır. Ancak işsizlikle mücadelede yeni liberal yaklaşımların dayatmaları, refah devletinin güçlü olduğu dönem politikalarının uygulanmasını imkânsız kılmaktadır. Esneklik ve güvencesizlik tartışmalarına, “temel gelir” gibi asgari gelir güvencesini teminini amaçlayan konuların ilave olması, refah tartışmalarının yönünü önemli ölçüde değiştirmiştir. (Koray,2007b:448) Küresel etkilerle ulusal finansman dengeleri üzerinde büyük mücadeleler veren hükümetlerin tam istihdam politikaları yerine anti enflasyonist nitelikteki daraltıcı para politikalarını uygulamak zorunda kalması, bir yandan işsizlik üzerindeki baskıyı artırırken diğer yandan örgütlü emeğin pazarlık gücü üzerinde negatif etki yaratmıştır. (Pergher,2007:6) Refah anlayışı içinde çalışma türünden bir karşılık olmaksızın asgari gelir güvencesine sahip olma fikrine getirilen eleştirileri üç grupta toplamak mümkündür.(İnsel,2007:42) Bunlardan ilki toplumsal nitelikte olup, herhangi bir karşılık verme zorunluluğu olmaksızın asgari gelir seviyesinde yaşamayı kabul etmenin, ömür boyu yardıma muhtaç kişileri var edeceğinden, çalışan/üreten kesimler tarafından bir alt sınıf algısı oluşacak ve toplumsal dayanışma bu süreçten zarar görecektir. İkinci itirazın konusunu ise asgari gelirin biraz üzerinde çalışarak yaşamını devam ettirenlerin şevkini kıracak üretim temelli gerekçeler oluşturmaktadır. Bu toplumsal üretim çabalarını sekteye uğratacağından dolayı, işsizlik kapanı oluşturmaktan başka bir fayda sağlamayacaktır. Mali nitelikteki üçüncü itiraz ise geleneksel refah rejimi kurumlarının zaten baskılanmış olan yapılarını daha da tehdit edecek mali yüklerin oluşması ve refah hizmetlerinin sürdürülebilir özelliğinin kaybolmasıdır. 76 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 Tablo1: Bazı OECD Ülkelerinde Sendika Yoğunluk Oranları (1960-2010) Ülkeler/Yıllar Avusturya 1960 67.9 1965 66.2 1970 62.8 1975 59.0 1980 56.7 1985 51.6 1990 46.9 1995 41.1 2000 36.6 2005 33.3 2010 28.4 Belçika 39.3 37.8 39.9 49.1 51.3 49.7 51.1 52.8 49.5 52.9 50.6 Kanada 29.2 26.7 31.0 34.3 34.0 35.3 34.0 33.7 28.3 27.8 27.4 Danimarka 56.9 58.2 60.3 68.9 78.6 78.2 75.3 77.0 74.2 71.7 68.5 Finlandiya 31.9 38.3 51.3 65.3 69.4 69.1 72.5 80.4 75.0 72.4 70.0 Fransa 19.6 19.5 21.7 22.2 18.3 13.6 9.8 8.7 8.0 7.7 7.8 Almanya 34.7 32.9 32.0 34.6 34.9 34.7 31.2 29.2 24.6 21.7 18.6 Yunanistan .. .. .. .. 39.0 37.5 34.1 31.3 26.5 24.6 25.2 İrlanda 43.1 45.8 50.6 52.6 54.3 51.5 48.5 45.1 38.0 34.0 32.7 Italya 24.7 25.5 37.0 48.0 49.6 42.5 38.8 38.1 34.8 33.6 35.5 Japonya 32.3 35.3 35.1 34.5 31.1 28.8 25.4 24.0 21.5 18.8 18.3 Hollanda 41.7 37.4 36.5 37.8 34.8 27.7 24.6 25.9 22.9 20.6 18.6 Norveç 60.0 59.0 56.8 53.8 58.3 57.5 58.5 57.3 54.4 54.9 54.8 Portekiz .. .. .. .. 54.8 44.6 28.0 25.4 21.6 21.2 19.3 İsveç 72.1 66.3 67.7 74.5 78.0 81.3 80.0 83.1 79.1 76.5 68.2 Türkiye .. .. .. .. .. .. 19.2 13.4 9.9 8.2 5.9 İngiltere 38.8 38.7 43.0 42.0 49.7 44.2 38.1 33.1 30.2 28.4 26.4 ABD 30.9 28.2 27.4 25.3 22.1 17.4 15.5 14.3 12.9 12.0 11.4 OECD Ülkeleri Ort. 34.1 33.1 34.0 34.7 33.3 29.2 26.1 23.3 20.2 18.8 17.6 Kaynak: OECD Statics 4.1. Refah Devletinin Krizi Mi? Başarısızlığı Mı? Dönüşümü Mü? Refah devletinin 1970’li yıllardan itibaren yaşadığı dönüşümü açıklamada ekonomik, siyasi, finansal ve sosyal birçok unsurun etkisinden söz edebilmek mümkündür. Bu unsurların kendi içyapılarında bir etkileşime sahip oldukları ve dönüşümün ölçeğini belirleyen asıl etkenin de bu olduğu söylenebilir. Ulus devlet yapılanmasının çatısı altındaki uzlaşmanın yaşanan ekonomik ve sosyal kırılmaların etkisiyle büyük ölçüde ortadan kalktığı görülmüştür. Bu dönemde, sınıfsal temele dayanan ve bölüşümde eşitlikçi karaktere sahip olan emek örgütlenmesi uzlaşmasının yerini, farklılığa ve bağımsızlığa vurgu yapan evrensel vatandaşlığa dayalı insan hakları kavramının aldığı görülmüştür. (Topak,2012:138) 77 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 Keynesyen refah devletinin sosyal harcamalar düzeyinin konrol edilemez bir noktaya ulaşarak refah devletinin krizine yol açtığı iddiaları, refah hizmetlerinin görülmesinde tarihsel bir misyona sahip olan sivil toplum örgütlerinin yeniden gündeme oturmasına neden olmuştur. Devletin üzerindeki sosyal yükümlülüklerin azaltılmasının bir yolu olarak ortaya çıkan sivil toplumun esnek yapıları, yüksek verimlilikleri ve merkezilikten uzak örgütlenmeleri ile neo liberal felsefenin bir aracı olarak devletin refah hizmetleri yanında yer bulabildikleri görülmüştür. (Özdemir,2004:276) Sivil toplum söyleminin yükselişine, sınıf kavramını göz ardı ettiği ve sınıfsal mücadeleyi yok saydığı gerekçesiyle yöneltilen eleştiriler mevcuttur. Buna göre sınıf siyasetinden daha çoğulcu ve kapsayıcı bir yaklaşım iddiasına sahip olan sivil toplumun, çalışma ilişkilerini ve emek unsurunu dışlayan yapısı, kapsayıcılık düzeyine ilişkin eleştirileri beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte sivil toplumun devlet ve sermaye yardımlarına bağlı niteliği, işveren ve devletten bağımız yapılar olan sendikaları sivil toplum örgütlerinden ayıran önemli bir özellik olarak öne çıkmaktadır. (Yorgun,2007:316) Değişen refah anlayışını ekonomik ve sosyal dönüşüm dışında refah devletinin sahip olduğu yetersizlik ya da başarısızlıkla açıklayan yaklaşımlarda mevcuttur. (Koray,ty:9) Bu başarısızlığın ilk nedeni refahın topluma olan maliyetinin karşılanamaz hale gelmesidir. Ekonomik koşulların iyi olduğu dönemlerde yüksek vergilerle finanse edilen kamu harcamalarının kriz dönemlerinde devamlılığı sağlayabilecek mekanizmaların kurulamamış olması, bu süreçlerde eleştirilerin artmasına neden olmuştur. Bir diğer eleştiri ise refah devletinin ulaştığı büyüklüğe rağmen, uygulamalarının etkisiz ve yetersiz kalmasıdır. Bu süreçte refah kadrolarında ve bürokrasisindeki büyüme, hizmet kalitesinin olumsuz etkileyen faktörler olmuştur. Refah devletinin başarısızlığını açıklamada bir diğer tez de refah beklentilerinin yükselmesi ve farklılaşmasıdır. Tüm dezavantajlı gruplar için hak ve eşitlik vaatlerinin gerçekleşmekten uzak görünümü, refah devletinin arakasındaki moral desteğin kaybolmasına neden olmuştur. Son olarak refah devletinin gelişiminin oluşturduğu bazı dolaylı etkilerin de refah devletinin tıkanıklığında rol üstlendiği düşünülmektedir. Devletin büyümesi ve demokratik yoldan denetiminin, bireyin özgürlük alanını kısıtlanması, bireyin çalışma isteği ve güdüsünün azalması ve vergiden kaçma eğiliminin artması, çeşitli toplumsal kesimlerin siyasal beklentilerin azalması türündeki gelişmeler refah devletine olan eleştirinin güç kazanmasına neden olmuştur. Refah devletine ilişkin bir başka eleştiri grubu da refah politikaları üzerinden gerçekleşmektedir. (Özdemir,2004:252-253) Refah uygulamalarının yoksulluk ve işsizlik gibi temel sorunlarla mücadelede başarısız olması, cömert niteliği ile toplumsal ahlakı zedeleyen bedavacılık anlayışını pekiştirmesi, yüksek vergiler yoluyla ekonomik kalkınmayı frenlemesi ve sosyal fonların toplumsal faydaya ilişkin üretkenliğinin düşük olması gibi eleştiriler refah yapısındaki değişim ihtiyacını belirleyen dinamikler olarak ortaya çıkmıştır. 78 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 4.2. Yok Olma Yolunda “Çalışma” ve Sendikal Gelecek Üzerine Öngörüler Tam zamanlı çalışmanın geleneksel çalışma ilişkilerinden giderek kaybolması ve geçici çalışma ilişkilerinin 20.yüzyılın ikinci yarısında yaptığı patlama, akademisyenler ve politika belirleyicilerin öngörülerinde çalışmanın sonuna ilişkin yaklaşımların güç kazanmasına neden olmuştur. (Nolan,2004:379-380) Sanayi devriminin tam zamanlı çalışma ilişkileri ve buna bağlı sınıfsal dinamikten beslenerek büyüyen sendikaların, çalışma kavramının doğasında meydana gelen bu değişimlerden olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Çalışmanın sonuna ilişkin tartışmaları ilk kez kullanan Jeremy Rifkin, sorunu teknolojik değişimler temelinde ele almıştır. Rifkin’e göre teknolojik gelişmeler insanlık tarihinde ilk kez insanoğlunun sistematik olarak elenmesine neden olmuştur. Kitlesel üretimden bilgi ve iletişim tabanlı üretim sistemlerine geçiş, çalışma biçimlerini de doğrudan değiştirerek mavi ve beyaz yakalı emeğin istihdam dışına çıkmasına neden olmaktadır. (Rifkin,1995:3) Üretimin, talep değişimleri karşısında esnek yapılanma ihtiyacı, sendikal gelişime kaynaklık eden ücretli çalışma üzerinde derin izler bırakmıştır. Bir takım hizmetlerin dışarıdan alınabilmesine fırsat sağlayan yeni yönetim anlayışı, taşeron işçilerini yeni dönemin sefaletini yansıtan grup olarak öne çıkarmıştır. Emeğin organize gücünün dağıtılarak tasarlanan bu süreçte sermaye, ücretli ilişkilerin yerine ticari ilişkileri ikame etmiştir. (Gorz,2001:76) Çalışmanın sonu tartışmalarına önemli katkılar sağlayan Andre Gorz, çalışmanın geleceğini üç farklı grupta sınıflamaktadır. Buna göre; birinci grubu, temel ihtiyaçları karşılamak için üretim yapan makro sosyal çalışmalar, ikinci grubu birey odaklı organize ve gönüllü çalışmaya dayanan mikro sosyal çalışma ve üçüncü grubu da birey, aile ve grup isteklerine dayanan özerklik aktiviteleri oluşturmaktadır. (Gorz,2001:81) Gorz gibi Rifkin de gönüllü sektörde çalışma eğilimlerinin güçleneceğini öngörmektedir. Teknolojinin yattığı boş zaman, gönüllü sektör eliyle insan ruhunun yaratıcı potansiyelinin ortaya çıkmasını teşvik edecektir. (Rifkin,1995) Günümüz dünyasında tam zamanlı çalışmanın azalması, esneklik, taşeronlaşma, teknoloji ve daha birçok gelişme işlerin doğasını değiştirmektedir. İş yaratmada yaşanan zorluk birçok uluslararası örgüt tarafından da ifade edilmektedir. Bu bağlamda 2013 Dünya Kalkınma Raporu “jobs” (işler) başlığıyla dünyada iş yaratmanın önemini vurgulamaktadır. Dünyada sayıları 200 milyonu aşan işsizlerin mevcut büyüme dinamikleri ile istihdamla buluşmasının zorluğuna işaret eden rapor, güvencesiz ve düşük gelirli işlerle temel haklara dayalı herhangi bir korumadan yoksun çalışanların, dünya refahı üzerinde oluşturacağı tehditler üzerinde durmaktadır. (WB,2013) Özellikle enformel sektörde yaratılan işlerin kayıtlı işlere oranla daha yüksek oranda artan niteliği, kalkınma ve örgütlenme alanlarında sorun olarak belirmektedir. OECD Ülkerlinde 1960 ile 2000’li yıllar arasında enformel sektör büyüklüğünün üç kattan fazla artması, sorunun gelişmiş ülkeleri de içren bir yönü olduğunu ortaya koymaktadır. (Yorgun,2007:321) Küreselleşen dünyada işlerin 79 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 geleceği üzerine kurgulanan senaryoların kaygı verici boyutu, çalışma üzerinden refah sağlama anlayışından giderek uzaklaşıldığını göstermektedir. Son yıllarda ILO tarafından ısrarla üzerinde durulan “düzgün iş” tartışmalarını da bu perspektif içinde bir kazanım olarak değerlendirmek gerekmektedir. Günümüz refah anlayışının, çalışmanın sosyal, psikolojik ve ahlaki boyutunu görmezden gelerek sadece ekonomik değeri üzerinden vaat ettiği refahın, tatmin edici ve sürdürülebilir bir yönünün olmadığı açıktır. Sendikacılığın güç kaybındaki süreklilik, akademik alanda sendikaların geleceğine ilişkin tartışmaların yoğunlaşmasına neden olmuştur. Yönetim uzmanı Peter Drucker sendikaların geri dönüşü olmayan bir süreçte olduklarını vurgulayarak içinde yok olmalarının da yer aldığı üç gelecekten bahsetmektedir. (Drucker,1996:118-119; Yıldırım,2008:201) Sendikaların yeni dönemin gerekleriyle uyumlu bir hareket tarzı belirlememesi, ortadan kalkmalarına ya da anlamlarını tamamen yitirmelerine neden olacaktır. Sendikalar için bir diğer yol, siyasi iktidarla kurdukları ilişkiler yoluyla varlıklarını devam ettirmektir. Çalışma rejiminin belirlenmesinde kamu otoritesinin düzenleyici rolünün destekleyici bir mekanizmaya dönüşme imkanı vardır. Drucker’ın kendisinin de sendikalara önerdiği üçüncü yol ise kamu tarafından oluşturulacak yönetsel zafiyetler ve keyfiyetler karşısında kamu denetçiliği gibi bir fonksiyonu üstlenmek olacaktır. İskandinav ülkelerinde bu fonksiyonun oluşturduğu sonuçlara ilişkin olumlu veriler mevcuttur. Özellikle refah bürokrasisindeki karmaşa ve yoğunluğun aşılmasında sendikaların üstlenebileceği fonksiyonlardan söz edilebilir. Toplumsal tabanlı bir denetim mekanizmasının sorunların tespitinde ve etkin çözümünde önemli yararlar sağlayacağı açıktır. Sendikaların gelecekteki dönüşümlerine ilişkin bir diğer sınıflandırma da Richard Hyman’a aittir. Drucker’a göre daha geniş bir yelpaze oluşturan Hyman, beş temel sendikal kimlikten söz etmektedir. İşgücünün nitelik düzeyindeki gelişmelerin dikkate alınarak yapılacak örgütlenmeye esas olan birinci kimlik, yüksek nitelikli işgücünün çıkarlarını korumaya çalışan korporatist karakterli bir yapıya sahiptir. Üyelerine hizmeti esas alan ikinci grup sendikal kimlik ise bireyselciliğin gelişimine denk bir örgütsel dönüşüme karşılık gelmektedir. Japon işletme sendikacılığını anımsatan üçüncü grup sendikal kimlik, işletme düzeyinde yönetim ile yapılacak işbirliği ekseninde üretim ve verimlilik düzeylerinin korunduğu bir modeli öngörmektedir. Dördüncü grup sendikal kimlik, sendikaların siyasi iktidarlarla işbirliği içinde örgütsel güçlerini sürdürebildikleri bir yapılanmayı içermektedir. Özellikle refah devleti dinamiklerinin güçlü olduğu, sosyal demokrat siyaset yapılarında bunu gözlemlemek mümkündür. Hyman’a göre beşinci grup sendikal kimliği ise kitlesel desteği amaçlayan kampanya örgütleri gibi çalışan sendikal yapılar oluşturmaktadır. (Hyman,1996; Yıldırım,2008:201) Hyman’ın sendikal kimlik sınıflamasında çalışmanın yapısındaki değişimin izlerini görebilmek de mümkündür. Sınıfsal dinamiklere dayanan ve geniş kesimleri örgütleyebilecek bir yaklaşımın karşılık bulmadığı, buna karşın işletme, sosyal taraflar ve toplumsal reflekslere dayalı bir alandan sendikacılığın dönüşebileceği iddia edilmektedir. 80 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 Sendikaların benimsedikleri yaklaşımlar içinde en çok karşılık görenlerden biri de endüstri ilişkileri sisteminin tarafları arasında kurulacak işbirliğidir. (Selamoğlu,1995:116) Özellikle siyasi iktidarların yapısı ve sendikalarla olan ilişkileri bu süreçte belirleyici olmaktadır. Avrupa’nın bazı ülkelerinde sendikacılığın güçlü siyasi yapılar inşa ettiğine de tanık olunmuştur. Avrupa’da emek örgütlenmelerinin hassasiyetlerine duyarlı olan sosyal demokrat iktidarların dönemlerinde sendikalara yönelik aşınmanın daha az olduğu görülmüştür. Kamu otoritesi ve çıkar gruplarının politikaların belirlenmesi süreçlerindeki uzlaşısı, politikaların amaçlarına ulaşması bakımından da büyük önem taşımaktadır. Endüstri ilişkileri sisteminin değişen yapısı içinde sendikaların rolünü belirlemeye yönelik öngörülerin biri de insan kaynakları yönetimi anlayışının endüstri ilişkileri sisteminin yerini alacağı tezine dayalı olarak geliştirilmektedir. Yeni yönetim anlayışı ekseninde gelişen çalışan-işveren ilişkileri, yönetime katılma ve teşvik uygulamaları ile firma-çalışan bütünleşmesine katkı sağladığı görülmektedir. Bazı Avrupa firmalarında bu gelişmelerin sendikayı dışlamayan bir karaktere sahip olduğu görülürken, Japon firmalarında dışlayıcı öğeler öne çıkmaktadır. (Büyükuslu,1998:97;Bilgin,2001) Sendikaların işletme düzeyinde işlevlere sahip olması, üyelerinin hak ve çıkarları dışında bir takım işletme amaçlarının da dikkate alınmasına neden olacaktır. Bu durum sendikal politikaların belirlenmesinde daha uyumlu ve geliştirici faaliyetlerin önem kazanmasına neden olacaktır. Refah hizmetlerinin sunumunda devletle birlikte sorumluluk üstlenen sivil toplum örgütleri, refahın değişen anlamı içinde yeni ve güçlü bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Sivil toplumun örgütlerinin sosyal sorunlara ve dezavantajlı grupların korunmasına yönelik faaliyetlerinin artması, sendikaların ilgi alanları ile önemli ölçüde kesişmektedir. Yoksulluk, işsizlik, çocukların korunması, çevre ve barınma sorunları gibi birçok sosyal sorun ve bu soruna muhatap olan grupların, sivil toplum örgütlerinin ilgi alanlarında yer alması, bugüne kadar bu sorunları gündeme taşıyan sendikalarla rakip olmalarına neden olmuştur. Bu çerçevede sendikalar ile sivil toplum örgütleri arasındaki ilişkisinin güvensizlik temelinde şekillendiğini söylemek mümkündür. Sivil toplum örgütlerinin gücündeki artış sendikaları daha sınırlı bir alana hapsederken, sınıf çatışması ve hizmet rekabeti ile mücadeleci bir ilişki setinin oluştuğu görülmektedir. (Yorgun,2007:315) Sendikaların yeni dönemdeki dönüşüm tartışmalarının yanında, örgütlenme potansiyelini yeniden artırmaya yönelik uygulamalar da görülmektedir. Bu çerçevede özellikle Avrupa sendikalarında sosyal tarafların ortaklığına olan inancı güçlendirme, siyasal faaliyeti artırma ve sendikal harekete ulusal sınırlar ötesinde bütünlük kazandırmaya yönelik girişimlerin, sosyal koruma ve güvenlik sistemleriyle desteklenmek suretiyle yaygınlaştığına şahit olunmaktadır. (ÇSGB,2013:16) Avrupa sendikalarının örgütlenme krizi karşısındaki stratejilerinin dört grupta ele alabilmek mümkündür. (Sapancalı,2007:15) Bunlar; sendikalar birleşmeler, üyelere dönük yeni hizmetler, yeni üye kazanmaya yönelik örgütlenme modelleri ve toplumsal hareket 81 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 sendikacılığıdır. Sendikal birleşmeler, küçük örgüt yapılarının bir araya gelerek oluşturdukları ya da küçük örgütlerin büyük örgütlere katılımı suretiyle oluşan yapılardır. Birleşme ile üye sayısının azalmasından kaynaklanan finansal zorlukların aşılması ve politik baskı gücünün artırılması gibi amaçlara ulaşılmaya çalışılmaktadır. Sendikaların değişen işgücü yapısının taleplerini dikkate alan uygulamaları, güçlerini korumada önemli katkılar sağlamaktadır. Sendikaların toplu pazarlık işlevlerinin yanında refah hizmetlerinin sunumunda da görev aldığı ülkelerde, örgütlenme düzeyindeki düşüşlerin çok daha sınırlı olduğu görülmektedir. İşsizlik sigortası uygulamalarında, sendikaları etkin kılan “ghent” sistemi uygulayan birçok İskandinav ülkesinde sendika yoğunluğundaki gerilemenin daha az olduğu görülmektedir. (Bkz.tablo1) Avrupa sendikalarının üye sayılarını artırmaya yönelik faaliyetlerinin hedef gruplarını, kadınlar, gençler, göçmenler, enformel çalışanlar ve işsizler oluşturmaktadır. Sendikacılığın tam zamanlı çalışma ilişkilerinde ve ağır çalışma koşullarının söz konusu olduğu sektörlerde büyümesi, erkek egemen bir yapıda gelişmelerine neden olmuştur. Günümüz işgücü piyasalarında işgücünün değişen dokusu farklı grupları ve onların sorunlarını sendikal mücadelenin merkezine alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle sendikaların toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin giderilmesi, gençlerin işgücü piyasalarına erişimi, işsizlilerin örgütlenmesi gibi konuları da gündemlerine aldıklarına şahit olunmuştur. Sendikacılığın bir toplumsal muhalefet biçimi olduğundan hareketle örgütlenen toplumsal hareket sendikacılığı, toplumsal sorunlara verilecek cevaplarla politik bir alan oluşturma çabası içindedir. Çalışma hayatı ve toplu pazarlık çerçevesi dışında toplumsal bir dinamizmle muhalefet oluşturma amacını taşıyan toplumsal hareket sendikacılığının özellikle Latin Amerika’da güçlü bir tabana sahip olduğunu söylemek mümkündür. Sosyal sorunların çözümünün, devletin sosyal ortaklarla oluşturduğu koalisyon içinde çözüldüğü refah devleti anlayışı, son otuz yıllık periyotta önemli bir değişime uğramıştır. Ücretliler toplumunun yüksek vergi oranları ile başarı ile yürüttüğü sosyal güvenlik sistemleri üzerinden refah yaratma anlayışının, ekonomik yapıda meydana gelen değişimler neticesinde sürdürülmesi güçleşmiş, refahı sağlayacak alternatif kurumlar önem kazanmıştır. Refahın devlet, piyasa ve aile üçgenindeki değişen konumu, refah rejimlerinin sınıflandırılması çalışmalarına hız kazandırmıştır. Refah rejimlerinin farklılaşması, refaha ilişkin dönüşümü de farklılaştırmaktadır. Refah devletinin politik ve toplumsal tabanının korunduğu İskandinav Refah rejimine üye ülkelerde sendikacılıktaki güç kaybının daha sınırlı olduğu görülürken, refah hizmetlerinin piyasalaştırıldığı liberal refah rejimlerinde, güç kaybı önemli boyutlara ulaşmıştır. Refah devletlerinin ekonomik, politik, sosyal ve kültürel geçmişleri, devletin dönüşüm analizlerinin çok boyutlu yapılmasını zorunlu kılmaktadır. SONUÇ Tarım toplumundan sanayi toplumuna olan geçişte üretim ilişkilerinin dönüşümüne sınıfsal bir cevap olarak gelişen sendikacılığın çeyrek asrı aşkın bir 82 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 süredir güç kaybettiğini şahit olunmaktadır. Refah devletinin varlığının kabulü ve toplumsal sistemde güç kazanmasında önemli aktörlerden biri olan sendikaların uğradığı güç kayıplarının ağırlıklı olarak endüstri ilişkileri sisteminin dönüşümü süreci ile ilişkilendirildiği görülmektedir. Sanayi ötesi dönüşümün bütün hızıyla devam ettiği, rekabetin küresel pazarlarda bilgi temelinde gerçekleştiği günümüz toplumlarında, çalışanların sayısal ve niteliksel görünümleri kadar işlerin doğasında da önemli değişimlerin yaşandığı görülmektedir. Bu değişim sosyal sorunların da şiddet ve kapsam yönünden küresel nitelik kazanmasına neden olmuştur. Uzun yıllar sosyal sorunlara endüstri ilişkileri sistemi içinden verdiği cevaplarla kurumsallaşan refah anlayışının, çalışma kavramının özünün değiştiği bu süreçte yeniden yapılanması elzem hale gelmiştir. Refah anlayışında yaşanan değişimlerin emek örgütlenmesi üzerindeki olumsuz etkilerini hiç şüphesiz sadece sanayi üretim biçiminin dönüşümü ile açıklamak da mümkün değildir. Yaşanan değişim, bir yandan çalışmanın ücretliler toplumu eliyle toplumsal sorunlara çözüm sağlama fonksiyonunu zedelemiş diğer yandan sendikaların demokratik gelişimle paralel şekillendirdiği siyaset alanını yeniden tek başlı bir yapıya dönüştürmüştür. Bu süreçte refah devleti hizmetleri vatandaşlık temelinde kapsam açısından genişlerken, hak temelli kazanımlar sınırlanmış ya da ortadan kaldırılmıştır. Endüstri ilişkileri sisteminin refah anlayışının vazgeçilmez bir parçası olan sendikal haklar (toplu pazarlık ve grev hakları da dahil olmak üzere) yeni üretim ilişkileri içinde anlamsız bir düzeye çekilmiştir. Bu durum, çalışma hayatında kuralsız ve güvencesiz bir yapının yeniden hakim olmasını sağlamış, bu yapının ürettiği sorunlara muhatap olan gruplara sınırlı ve geçici yardımlar reçete olarak sunulmuştur. Yeni üretim ve bölüşüm ilişkilerinin içinde stratejik bir role sahip olamayan sendikaların üstleneceği fonksiyonlara ilişkin çok sayıda öneri mevcuttur. Bunlar arasında; baskı gruplarına dönüşerek siyaset üzerindeki etkinliklerini artırması gibi politik, işletme düzeyinde yönetim faaliyetlerinin bir parçası olarak bireysel hizmetler sunması gibi mikro ölçekli ve sivil toplum örgütlerine dönüşme gibi organizasyonel öneriler öne çıkmaktadır. Bununla birlikte içinde yaşadığımız dönemi tanımlamada sıklıkla kullandığımız “bilgi” kavramının üretilmesi ve refah ilişkilerine konu edilmesi hususu büyük önem taşımaktadır. Sendikaların sosyal sorunlara ilişkin özgün ve yenilikçi bilgi üretim süreçleri içinde yer alması, sosyal hakların gelişimine ve saygınlıklarının yeniden kazanılmasına önemli katkılar sağlayacaktır. KAYNAKÇA BİLGİN, M.H. (2000) Yeni Teknolojiler ve Üretim Sistemlerindeki Değişimin Emek ve İstihdam Üzerindeki Etkileri, Kamu İşletmeleri İşverenleri Sendikası Yayınları, Ankara. BİLGİN, M.H. (2001) “Endüstri İlişkilerinde Dönüşüm ve Yeni Eğilimler”, Kamu-İş, Cilt:6, Sayı:2, Ankara. 83 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 ÇELİK, M.;AKKAYA, Y. (1999) Türkiye’de Endüstri İlişkileri, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. ÇSGB (2013) “Sendikal Örgütlenme” Çalışma Meclisi Hazırlık Toplantısı Raporu, Ankara. ERDUT, T.(2002) İnsan Kaynakları Yönetimi ve Endüstri İlişkilerinde Değişim, Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası Yayın No:40, İzmir. İstanbul. GORZ, A. (2001) Yaşadığımız Sefalet, Ayrıntı Yayınları, Çev:N.TUTAL, IŞIK, V. (2009) “Endüstri İlişkilerinin Yeni Yüzü İnsan Kaynakları Yönetimi: Emeği Örgütsüzleştirme Stratejisi”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 11/3, Ankara. IŞIKLI, A.(1990) Sendikacılık ve Siyaset, İmge KİTABEVİ, Ankara-1990. İNSEL, A. (2007) “İktisat Aklına Sokulan Siyasal Çomak: Vatandaşlık Geliri”, Bir Temel Hak Olarak Vatandaşlık Gelirine Doğru, Der.A.BUĞRA;Ç.KEYDER, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. KORAY, M. (Tarihsiz) “Sosyal Devlet-Refah Toplumu”, Sosyal Demokrasi Vakfı Ders Notları, Erişim Tarihi: 11.01.2014. http://www.sodev.org.tr/Okullar/SDO/ders_notlari/sosyal_devlet.html, KORAY, M. (2007a) “Sosyal Politikanın Anlamı ve İşlevini Tartışmak”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2007/4. KORAY, M. (2007b) “Sosyal Politika: Nereye Doğru?”, Cahit Talas Anısına: Güncel Sosyal Politika Tartışmaları, Yay.Haz: B.Ceylan-Ataman, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:595. İstanbul. KURTULMUŞ, N. (1996) Sanayi Ötesi Dönüşüm, İz Yayıncılık, No:137, MUNCK, R. (2003) Emeğin Yeni Dünyası, Çev:M.TEKÇE, Kitap Yayınları. NOLAN P.(2004) Shapingthefuture: The Political Economy of Work and Employment, Industrial Relations Journal, Vol:35(5), 378-388. ÖZDEMİR, S. (2004) Küreselleşme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul Ticaret Odası Yayınları No:2004/69, İstanbul. PERGHER, R. (2007) “Globalization and Welfare State”, http://tiss.zdv.unituebingen.de/webroot/sp/spsba01_W98_1/denver12.htm, Erişim Tarihi:15.05.2011 RIFKIN, J. (1995) The End of Work: The Decline of the Global Labor Force and the Dawn of the Post-Market Era, Vol:9, No:1, New York. 84 Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85 SAPANCALI, F. (2007) “Avrupa Birliği’ne Üye Ülkelerde Sendikal Örgütlenme, Sorunlar ve Yeni Stratejiler”, Çimento İşveren Dergisi, Eylül/2007. SELAMOĞLU, A. (1995) İşçi Sendikacılığının Gücündeki Değişim (Gelişmeler-Nedenler-Eğilimler), Kamu-İş Yayınları, Ankara. SİLVER, B. (2009) Emeğin Gücü 1870’den Günümüze İşçi Hareketleri ve Küreselleşme, Çev:E.Önal, Yordam Kitap:86, Birinci Baskı, İstanbul. ŞENKAL, A. (1999) Sendikasız Endüstri İlişkileri Genel Olarak Dünyada ve Türkiye’de, Kamu-İş Yayınları, Ankara. TOPAK, O. (2012) Refah Devleti ve Kapitalizm 2000’li Yıllarda Türkiye’de Refah Devleti, İletişim Yayınları, 1.Baskı, İstanbul. TURAN, K. (1979) Milletlerarası Sendikal Hareketler, Kalite Matbaası, Ankara. World Bank, (2013) Jobs, The World Development Report 2013, World Bank, Washington, DC. YILDIRIM, E.(2008) “Sendikalar ve Kriz”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı:18, 2008/3, 10.Kongre/Özel Sayı, 199-206. YORGUN, S. (2007) “Sivil Toplum Düzeninde Sendikaların Geleceği”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı:53, 314-330. 85