GENEL HUKUK BİLGİLERİ I. TOPLUMSAL (SOSYAL) DÜZEN KURALLARI Toplum yaşamı, düzen gerektirir. İnsan, sosyal (toplumsal) bir varlıktır; insan, toplum denilen bir sosyal çevre içerisinde doğar, yaşar ve ölür. Toplum içinde yaşamak zorunda olan insan, her an diğer insanlar ile ilişki içindedir. İşte insan, davranış ve ilişkilerinde kendisini belli bazı yetkilerle donatılmış veya bir takım yükümler ve ödevlerle bağlılık içinde görür. Örneğin, büyüklere saygı gösterilir, küçükler korunur, bir oyunda tüm oyuncuların oyun kurallarına uyması beklenir ve oyunda dürüst davranmayan, oyun kurallarına uymayan, hileler yapanlar bir daha oyuna alınmak istenmez. Sosyal ilişkilerde beliren bu ödevler ve yükümler toplumsal bir güce sahiptir; yani o yükümlerin veya ödevlerin yerine getirilmemeleri, toplumda, her zaman devlet otoritesinin harekete geçmesi biçiminde olmasa bile, sosyal tepkiler uyandırır. Hatta bazı yüküm ve ödevlerin yerine getirilmemesi, toplumda çok sert tepkilere yol açar ve toplumu temsil eden otoritelerin; devletin harekete geçmesine neden olur. Örneğin, bir adam öldürüldüğü, memur veya hâkim görevini kötüye kullandığı veya zaten yapması gereken bir işi yapmak işin rüşvet aldığı; yahut bir kimse satın aldığı bir malın bedelini ödemediği zaman; bunlar, doğrudan doğruya veya ilgililerin başvurması üzerine mahkeme yolu ile takip ve cezaya veya tazminata mahkum edilebilir. Devlet tarafından desteklenmiş olsun veya olmasın, toplum halinde yaşamaktan doğan ve sosyal ilişkilerimize bağlı olan bu yüküm ve ödevlere "sosyal (toplumsal) yükümler" veya "sosyal (toplumsal) ödevler" denilmektedir. Bunlar gelişi güzel olmayıp belli bir düzene bağlıdır. Tek tek oluşan birçok olayın aynı biçimde tekrarlandığını izleyen insan zekâsı, genellemeler yaparak soyut kurallara ulaşır ve böylece toplum yaşamı, kurallardan meydana gelen bir düzen içinde sürüp gider. Bu düzen, kişilere bazı ödevler, yükümler yüklediği gibi, bazı yetkiler de tanır. İşte toplum halinde yaşayan insanların yerine getirmek zorunda oldukları ödevleri ve kullanacakları yetkileri belirten kurallara "Sosyal (toplumsal) Düzen Kuralları" veya sadece Sosyal Kurallar (içtimai kaideler) denilmektedir. Yani "Sosyal Düzen Kuralları"nın en önemli özelliği insan davranışlarını düzenleyici olmasıdır. Bu kurallara aykırı hareket, başka bir deyişle kuralların düzenlediği yetki ve yüküm sınırlarını aşan bir davranış, bazı sosyal tepkilere yol açar. Çok değişik biçimlerde görünen bu tepkilere "sosyal yaptırım ya da sadece "yaptırım” adı verilmektedir. Yaptırıma "müeyyide" de denmektedir. Sosyal düzen kuralları, insanların uymaları gereken bir emri veya bir ya- m ifade ederler. Emir, olumlu biçimde açıklanan ve uyulması gereken bir iradedir. Yasak ise, olumsuz biçime bürünmüş bir emirdir. Örneğin, borcunu öde, iyi davran biçimindeki kural olumlu bir emri; yalan söyleme, suç işleme, ahlaksızlık yapma biçimindeki kurallar da olumsuz bir emri yani yasağı ifade ederler. Emir biçiminde olsun veya yasak biçiminde olsun, bütün sosyal kurallar toplu yaşamı düzenleme amacına yöneliktirler ve onlara uyulmaması, yaptırım (müeyyide) denen çeşitli sosyal tepkilere yol açar. Sosyal düzen kurallarının hepsi de toplum halinde yaşama zorunluluğundan doğmakta ve toplum içindeki ilişkileri düzenleyerek hep bir arada barış ve huzur içinde yaşamayı amaçlamaktadır. Sosyal düzen kuralları, genel olarak bireylerin hareket serbestliklerini, bir başka deyişle özgürlüklerini sınırlayıcı, kısıtlayıcı bir karakter taşırlar. Ancak, bu sınırlama ve kısıtlama, ölçüsü iyi ayarlanmak koşuluyla, hem bireylerin, hem de toplumun yararına uygun düşer. 2. SOSYAL DÜZEN KURALLARININ TÜRLERİ 1. Hukuk Kuralları 2. Din Kuralları 3. Ahlak Kuralları 4. Örf ve Adet Kuralları 5. Görgü (muaşeret) Kuralları Başlangıçta hepsi de dinsel biçimlere bürünmüş olup, uzun bir evrim sonucu bağımsız türlere ayrılan bu kurallar genel, sürekli ve yaptırımlı buyruklar niteliğindedir. Din kuralları, hukukun laik temellerine değil teokratik ilkelere dayanır ve tanrılar tarafından konduğu kabul edildiğinden dinsel karakter taşır. Ahlak kuralları, bir toplumda iyilik ve kötülük hakkında oluşan değer yargılarına göre, yapılması ve yapılmaması gereken davranışlara ilişkin kurallar bütünüdür. Hukukta dış davranış esas olduğu halde, ahlakta dış davranıştan çok iç düşünce, niyet ve maksat önemlidir. Ahlak kurallarını koyan toplumun kendisidir. Ahlak kuralları doğruluğunu, değerini ve geçerliliğini yine toplumun vicdanından alır: Ahlak, nesnel ve öznel olmak üzere ikiye ayrılır: Nesnel (objektif) ahlak, insanın diğer bireylere karşı olan ödevlerini bildirir. Buna "sosyal ahlak" da denilmektedir. Öznel (subjektif) ahlak ise, insanın kendisine karşı olan ödevleri ile meşgul olur. Hukukla ilişkisi bakımından bizi ilgilendiren kısım, sosyal ahlak, nesnel ahlak kurallarıdır. Sosyal Ahlak kurallarının çoğu, zamana ve ortama göre değişirler. Belli bir yerde veya belli bir zamanda ahlaka uygun gözüken bir hareket diğer bir yerde veya zamanda ahlaka aykırı sayılabilir. Bunun nedeni, zaman içinde toplumun gelişmesi ve ahlak kurallarının da geleneğe, göreneğe ve toplumsal koşullara dayanarak değişmesidir. Belli bir toplumun hukuk ilkeleriyle ahlak anlayışları arasında sıkı bir bağlılık vardır. Bunun sonucu olarak toplumun genel ahlak anlayışına uygun olmayan kanunlar devamlı olamazlar. Zira hukukun bir ifadesi olan kanunun maddesel yaptırımı, devlet zoru; manevi yaptın mı ise toplumsal vicdan ve genel ahlaktır. Kanun koyucu bir hukuk kuralı koyarken topluluğun genel düşüncesini ve ahlak anlayışını göz önüne almak zorundadır. Aksi takdirde hukuk kuralı kendisinden beklenen sosyal işlevi gerçekleştiremez. Bu nedenle, bazen hukukun asgari ahlak olduğu veya devlet yaptırımına bağlanmış ahlak kurallarının hukuku oluşturduğu söylenir. Nitekim Türk Medeni Kanunumuzun bazı maddeleri ahlakın hukuk üzerindeki etkisini açıkça göstermektedir. Örneğin, Medeni Kanunun 2. maddesi "herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken doğruluk ve dürüstlük kurallarına (hüsnüniyet kaidelerine-objektif iyi niyet kurallarına) uygun davranılmasını" emretmiştir. Buradaki doğruluk ve dürüstlük de daha çok ahlak alanını ilgilendirir. Hatta bu kural, evrensel hukukun da bir ilkesi olup, .tüm hukuk kurallarının da üzerinde sayıldığı durumlar yargı içtihatlarında yer almıştır. Yine, Borçlar Kanunu'nun 19. ve 20. maddelerinde düzenlenen "konusu ahlaka aykırı olan sözleşmelerin geçersiz olacağı" ve yine "nafaka, yalancı şahitlik, adam öldürme, hırsızlık, zina, iftira gibi..." suçları düzenleyen hukuk kuralları da ahlakın hukuk üzerindeki etkisine örnek verilebilir. Örf ve adet kurallarının geçerli olmasının temel nedeni, bir şey daha önce belirli bir biçimde yapıldığı için o şeyin gelecekte de aynı şekilde yapılmasının gerekli olması inancıdır. Eğer toplum üyelerinin çoğunluğu belli bir davranış modelini uzun süreden beri benimsemiş bulunursa, bir örf ve adet kuralının oluştuğu söylenebilir. Çağdaş hukukta, örf ve adet hukuku, ancak kanunlar veya mahkeme kararları tarafından benimsendiği zaman, başka bir ifade ile devlet hukuku tarafından tanındığı ölçüde geçerlik kazanmaktadır. Hâkimin örf ve adet kuralını nazara almasının nedeni, onun taşıdığı psikolojik önemdir. Çünkü, örf ve adet kuralının benimsenmiş olduğunu ve bağlayıcılık taşıdığını bilmesi, hâkimi, kanunun cevapsız bıraktığı konularda örf ve adet kuralını kolaylıkla 'uygulamaya götürebilmektedir. Toplumda geçerli örf ve adet kurallarına tamamen ters düşen ve toplum tarafından benimsenmeyen yazılı hukukun, örf ve adet kuralları tarafından etkisiz hale getirilmesi, kanunun ölü kanun niteliğini kazanmasına neden olabilir. Ancak, bu durumun istisnai olduğu ve devlet hukukunun geçerliliğinin kural olduğu unutulmamalıdır. Devletler hukuku alanında örf ve adet kuralları oldukça önemlidir. Bir örf ve adet kuralının kabul edilebilmesi için aşağıdaki şartların olması gerekir; . a. Kesinlik: Örf ve adet kuralının anlam ve içeriği konusunda toplum üyelerince tartışma götürmeyecek biçimde bilinmesi ve benimsenmesi gerekir, b. Akla uygunluk: Örf ve adet kuralının akla ve mantığa uygun olması gerekir, c. Kanuna ve hukuk sisteminin genel esaslarına aykırı olmaması gerekir, d. Süreklilik, örf ve adet kuralının ezelden beri kesintiye uğramadan uygulanıyor olması gerekir, e. Eskilik: Örf ve adet kuralının çok eskiden beri uygulanıyor olması gerekir, öyle ki bu kuralın ne zamandan beri uygulandığının kimsece bilinmemesi gerekir. Bu durumu, "kadim odur ki onun evvelini kimse bilmeye" şeklinde ifade edebiliriz. f. Genel İnanç: Toplum üyelerinin bilincinde örf ve adet kuralının iyi ve doğru olduğu inancı yerleşmiş olmalıdır. Bu kurallara, toplum üyeleri, sırf alışkanlık, geleneklere bağlılık gereği değil, onlara uyulmasını haklı saydıkları için uymalıdırlar. Bir kuralın örf ve adet kuralı olması için bu altı şartın birlikte olması aranmaz. Bir kuralı örf ve adet kuralı olarak niteleyebilmek için, "kanunlara veya hukuk sisteminin genel esaslarına aykırı olmaması, sürekli olması ve genel inanç" şartlarının bulunması yeterlidir. Önemle belirtelim ki, pozitif hukuka aykırı örf ve adet kuralları hiçbir şekilde geçerlik kazanamaz. Görgü (muaşeretnezaket) kuralları, kişilerin kendi benzerleri ile karşılaştıkları zaman takınmaları gereken tavırlarını; konuşma, oturma, giyinme, yeme, içme yöntemlerini; topluluklarda bayram, düğün gibi törensel günlerde nasıl hareket edileceğini gösteren kurallardır. Görgülü insanlardan oluşan bir toplulukta sosyal ilişkiler daha yumuşak, daha zarif ve rahattır. Herkesin birbirlerine nezaket çerçevesinde davranması, dostların birbirini selamlaması, tanıdıkların sevinç ve üzüntülerine katılmak, insanlar arasında sevgi ve saygıyı çoğaltır ve sosyal bağlan güçlendirir. Bu kurallara aykırılık da, devlet otoritesini harekete geçirmeyip, kabalık, tuhaflık, nezaketsizlik, bilgisizlik şeklinde nitelendirilebilir. Fakat böyle bir nitelendirme de bir yaptırımdır, çünkü insanların yaşadığı toplumca dışlanılma tehlikesi de bir tür manevi yaptırımdır. Ancak bu tepkinin bir ahlak kuralının ya da örf ve adet kuralının çiğnenmesi halinde görülen tepki, daha az etkilidir. Özellikle milletlerarası yaşamda görgü kurallarının önemi büyüktür. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı görevine seçilen kişiyi diğer ülkelerin devlet başkanlarının kutlamaları devletler hukuku ile ilgili bir görgü kuralıdır. Hukuk kuralları, toplum halinde. yaşayan insanların kendilerini uymaya zorunlu saydıkları kuralların en önemlisidir. Bu kurallar doğrudan doğruya kişilerin dış ilişkilerini düzenler. Hukuk kuralları ile diğer sosyal düzen kuralları arasında sürekli bir ilişki, karşılıklı etki ve hatta karışma mevcuttur. Bir takım ahlak ve din kuralları belli bir zamanda ve belli bir ortamda hukuk kuralı vasfını da kazanmış olabilir. Herkesin üzerinde anlaşacağı bir tanımlama olmamakla birlikte hukuk, "toplum hayatında belli bir zamanda ve belli bir toplumda, kişilerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen ve uyulması kamu gücü ile desteklenmiş bulunan sosyal kurallar bütünüdür" şeklinde tanımlanabilir. Hukuk kurallarıyla diğer sosyal düzen kuralları arasındaki temel fark, hukuk kurallarına bağlılık yaptırımının devlet zoruna dayanmasıdır. Hukuk kuralı olmayan ve böylece insan davranışları sınırlanmayan bir yerde düzenli bir toplum hayatı düşünülemez. İnsanların serbest davranışlarını sınırlar gözüken hukuk düzeni, onlara belki sınırlı, fakat devletin güvencesine bağlı gerçek bir özgürlük sağlar. Bu özgürlük, herkesin istediği gibi hareket etmesi biçiminde değil, hukuk düzenine uygun olan davranışlarda herhangi bir engele rastlamaması biçiminde ifade olunabilir. 3. HUKUKUN AMAÇLARI Genel olarak hukukun amaçlan, "toplum yaşamını düzenleme, sosyal gereksinimleri karşılama ve adalet düşüncesini gerçekleştirme" dir. ı. Hukukun toplum yaşamını düzenleme amacı: Toplum yaşamında güçlünün zayıfı ezmemesi, anarşinin egemen olmaması için bir düzen gereklidir. Hukuk kuralları da bu toplumsal yaşam kurallarını, sosyal ilişkileri düzenleyerek toplumda barışı, güvenliği ve hiç olmazsa biçimsel eşitliği sağlamayı amaçlamaktadır. Hukukun bu amacı, daha çok "hukukun biçimsel yönü" ile ilgilidir. 2. Hukukun toplumun ihtiyaçlarını karşılama amacı: Hukuk kuralından amaç, elbette ki toplumsal bir ihtiyacı gidermesidir. Bu nedenle hukuk, değişen toplum koşullarına göre kurallarını yenilemeli ve geliştirmelidir. Toplum ihtiyaçlarına cevap vermeyen hukuk kuralları düzen patlamalarına yol açar ve yaşayamaz hale gelir. Örneğin, Nisan 2005'te yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunumuzda "bilgisayar ve internet gibi yeni teknoloji ile ortaya çıkan bilişim suçlarının ayrıntılı olarak düzenlenmesi" buna örnek gösterilebilir. Hukukun bu amacı, daha çok "hukukun maddesel yönü" ile ilgilidir. 3. Adaleti gerçekleştirme amacı: Adalet, hukukun tinsel veya düşünsel yönünü oluşturur ve bazen eşitlik ile aynı anlamda da kullanılmaktadır. Hukuk, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için koyacağı kurallarda, adalete uygun biçimde düzenleme yapmalıdır. Hukukun aldığı tedbirler kamu oyuna, halk vicdanına güven ve esenlik telkin etmelidir. 4. HUKUKTA YAPTIRIM VE TÜRLERİ Toplum bireylerini hukuk kurallarına uymaya zorlayan tek unsur yaptın m korkusu değildir. Çünkü uygar insanlardaki hak ve adalet duygusu, haram helal - dürüstlük gibi ahlaki ve dini unsurlar da toplum bireylerini hukuk kurallarına uymaya zorlar. Ancak, bir toplumda hak ve adalet duygusuna, ahlaki ve dinsel duygulara hiç değer vermeyen insanlar da muhakkak olabilmektedir; işte bunlar hukuka aykırı eylemlerde bulunmaktan çekinmemekte ve toplumsal huzur, barış ve düzeni bozmaktalar. Bunları haksızlık yapmaktan ve başkalarının haklarına tecavüz etmekten alıkoyabilecek tek çare hukuk yaptırımlarının kendilerine uygulanacağı korkusudur. Hukukta yaptırım türleri şunlardır: 4.1. Ceza Hukuk kurallarını ihlal edenlere ağırlaştırılmış müebbet hapis, hapis, para cezası gibi uygulanan yaptırımlardır. Ancak, çağdaş hukuk verilecek cezaların "insanlık dışı" bir nitelik taşımasına izin vermez. Gerek İnsan Hakları 'Evrensel Beyannamesi, gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bu konuda açık hüküm içermektedir: "Hiç kimseye işkence yapılamaz; zalimce insanlık dışı ya da onur kıncı ceza verilemez ve davranışta bulunulamaz." 4.2. Zorla (Cebri) İcra Hukuk kurallarına aykırı olarak başkalarının haklarını ihlal edenlere karşı, devletin, araya girerek icra marifetiyle hakkın, haksız olandan zorla alınarak haklı olana teslimini sağlamasıdır. Örneğin, alacağını alamayan alacaklı, icra müdürlüğüne başvurur, icra müdürlüğü de İcra ve İflas Kanunumuz çerçevesinde borçlunun malvarlığından alacaklının alacağını zorla alır. Belirtmemiz gerekir ki, cebri icra sadece borçlunun malvarlığı üzerinde uygulanır. Yani, cebri icra organları sadece borçlunun malvarlığına el koyabilir. Çağdaş hukuk sistemleri ve Türk Hukuku, Anayasamızın 2001 yılındaki değişikliği ile "hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğünü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz." Para borcu dışındaki ödev ve yükümlülüklerini yerine getirmeyenlere karşı da özel zorlama usulleri vardır. Örneğin, kiracı oturduğu evi mahkeme kararına rağmen boşaltmaz ise, icra zoruyla çıkartılır, eşyaları da boşaltılır. Yasal izin almadan açılan otel, gazino gibi yerler zorla kapatılır. 4.3. Zararın Tazmini Hukuka aykırı hareket eden kimseyi, bir başka deyişle haksız fiil sahibini, bu eylemden zarar gören kişiye tazminat vermeye yani para ödemeye zorlama biçiminde gözükür. Çünkü herkes haksız fiilinin neticelerinden sorumludur. Buna ilişkin hukuk sistemimizde çok düzenleme vardır. 4.4. Yapılan İşlemlerin Geçersizliği (Hükümsüzlük-Butlan) Hukuk kurallarının emir ve yasaklan ile istenen usule uyulmadan yapılan işlemlerin yok sayılması, yani hiç doğmamış sayılmasıdır. Örneğin, evlenme memurunun önünde yapılmayan evlilik yok hükmündedir, mümeyyiz olmayanın evlenmesi batıldır, tapu siciline işlenmeyen ipotek geçersizdir, yazılı olmayan bağış sözleşmesi geçersizdir. Kamu kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki kuruluşların, kısaca idarelerin hukuka aykırı yapmış oldukları işlem ve eylemleri idari yargı denetimine tabi olup, hukuka aykırı idari eylem ve işlemlerin yaptırımı da iptal olup; iptal edilen idari işlemler de geçersizdir. Bu iptal, yapılan idari işlem ya da eylemi ta baştan; yani tesis edildiği an öncesine götürür şekilde sonuç doğurur. Bir başka: deyişle iptal kararı ile idari işlem hiç dünya âlemine gelmemiş sayılır. Tüm organlar da mahkemenin bu iptal kararlarını 30 gün içerisinde yerine getirmek zorundadırlar. İptal edilen idari işlem nedeniyle zarar görülmüşse, tazminat davası ile bu maddi ve manevi zararlar da idareden istenebilir. Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce yapılmış bir kanun, Anayasa Mahkemesi'nce Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal edilebilir. Ancak, Anayasa Mahkemesi'nin bu iptal kararının farklı bir özelliği "iptal edilen kanun, kanun hükmünde kararname ya da içtüzük baştan itibaren değil iptal anından sonra geçersiz olur ve iptal anma kadar o yasal düzenlemeye göre yapılan işlemler geçerli olur. 5. POZİTİF (MÜSBET) HUKUK Hukuku tanımlamaya çalışırken, hukukun belli 'bir toplumda, belli bir zamanda yürürlükte olan kurallardan oluştuğuna değinmiştik. Hukuk zamana ve yere göre bazen çok köklü değişiklikler gösterebilir. Hukukun, zaman ve mekân içindeki bu değişken niteliği, "pozitif hukuk" kavramına yol açmıştır. Belli bir ülkede ve belli bir zamanda yürürlükte bulunan hukuk, o ülkenin "pozitif hukuku" dur. Her ülkenin pozitif hukuku vardır. Bugün yurdumuzda yürürlükte bulunan hukuk "Türk Pozitif Hukuku"dur. Pozitif hukuk, "olması gereken (ideal) hukuk"u değil, "olan hukuk"u belirtir. 6. YAZILI HUKUK-YAZILI OLMAYAN HUKUK Yazılı olan ve yazılı olmayan hukuk ayrımı, hukuk kurallarının ortaya çıkış biçimi ile ilgilidir. Bir ülkede yürürlükte olan anayasal sisteme göre yetkili organlar tarafından yazılı olarak konulan kurallardan oluşan hukuk, yazılı hukuktur. Örneğin ülkemizde, yasama organınca (Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce) çıkarılan anayasa, kanunlar, kanun hükmünde kararnameler; yürütme organınca veya yetkili idare organlarınca çıkarılan tüzük ve yönetmelikler yazılı hukuku oluşturan temel mevzuattır. Yazılı olmayan hukuk ise, belli bir organca konulmayan toplum içinde zamanla kendiliğinden oluşan kurallardan oluşan hukuktur. Yazılı olmayan hukukun en geniş uygulandığı ülkeler, Anglo-Sakson ülkeleridir. Bu ülkelerde, özellikle İngiltere' de hukuk düzeni, yargı organlarının yüzyıllar boyunca süren uygulamalarından oluşur. İngiltere'de bugün dahi yazılı anayasa yoktur. Kara Avrupa’sı hukuk sistemleri, genel olarak, yazılı hukuk sistemleridir. Türkiye'de bu sistemlere bağlıdır. Belirtelim ki yazılı hukukta, yazılı olmayan hukuk kuralları da olabilir. Nitekim Türk Medeni Kanunu'nun ı. Maddesi açıkça "örf ve adet"in de hukuk olabileceğini belirtmiştir. Ancak, unutulmasın ki, Türk hukuk sisteminde gelenek (örf ve adet) hukuku kaynak olarak yazılı hukuktan sonra gelmektedir. Bunun tek istisnası Ticaret Kanunu'nda vardır. Türk Ticaret Kanunu'nun 1. maddesinin son fıkrası "hakkında ticari hüküm bulunmayan ticari işlerde, mahkeme, ticari örf ve âdete, bu dahi yoksa umumi hükümlere göre karar verir." denmektedir. Bu fıkradaki umumi hüküm tabirinden maksat, Medeni Kanunla Borçlar Kanunundaki ticari mahiyette olmayan hükümlerdir. Yazılı olarak konulmuş kurallara "mevzuat" da denilmektedir. Türk Hukuk Mevzuatı denildiği zaman "anayasa ve kanunlardan başlayarak Türkiye'de yetkili organlarca konulmuş tüm hukuk kuralları", yani anayasa, uluslar arası antlaşmalar, kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, genelge ve talimatlar anlaşılır. Yazılı hukuk kuralları kendi içlerinde, düzenledikleri ilişkilerin alanının genişliği veya darlığı bakımından "genel kural" ve "özel kural" diye ikiye ayrılır. Örneğin Ticaret Kanunu, Kooperatifler Kanunu'na göre genel kanun, Medeni Kanuna göre ise özel kanun niteliğindedir. Borçlar Kanunu da Medeni Kanuna göre özel kanun, Ticaret Kanunu'na göre ise genel kanun niteliğindedir. Yazılı hukuk kurallarını genel ya da özel diye ayırmanın önemi, "aynı konu hakkında iki kanunda da hüküm bulunduğu takdirde önce özel kanun hükmü uygulanır, ancak özel kanunda hüküm bulunmayan 'hallerde genel kanun hükmü uygulanır. Özel kanunda hüküm varken genel kanun uygulanmaz." 7. HUKUKUN YÜRÜRLÜK KAYNAKLARI Kaynak, sözcük anlamıyla bir şeyin ortaya çıktığı, kaynadığı yer demektir. Bu anlamda olmak üzere hukukun kaynağının da onu yaratan toplum olduğu söylenebilir; "Toplumun olduğu yerde hukuk da vardır" özdeyişinin bir anlamı da budur. Öte yandan, hukuk kurallarının topluma egemen belli bir takım ekonomik ilişkilerin ürünü olduğu, dolayısıyla o ilişkilerden ya da belli felsefi, ahlaki ve ideolojik görüşlerden kaynaklandığı da söylenebilir. Buna karşılık, bir de, hukukun "biçimsel kaynağı" denilen kavram vardır. Hukukun biçimsel kaynağı, hukuk kurallarının ortaya çıkarken büründükleri biçimdir. Bir hukuk kuralının "nerede bulunduğu" sorusuna karşı, "şu kanunda", "şu tüzükte", şu yönetmelikte" gibi cevaplar veririz. İşte, biçimsel kaynaktan anlaşılması gereken budur. Hukukun biçimsel anlamdaki kaynaklana :Hukukun Yürürlük Kaynaklan" da denilmektedir. Hukuk kuralları belli birtakım biçimlere bürünerek "yürürlük" kazanırlar. Kuralın yürürlük kazanması demek, toplumsal ilişkilerde uygulanabilir olması demektir. , ) Hukukun üç çeşit yürürlük (biçimsel) kaynağı vardır. Bunlar; yasalar, gelenek (Örf ve' adet) hukuku ve mahkeme kararları (içtihatlar) ile Öğreti (doktrin)' dir. Hukukun bu biçimsel kaynaklarından yasalar ve gelenek hukuku asli, mahkeme karadan ile bilimsel görüşler ise hukukun yardımcı biçimsel kaynaklandır. 7.1. Gelenekler Belli koşullarla bir hukuk kaynağı sayılmaktadır. Bu, yetkili bir organ tarafından yapılmaz ve yayınlanmaz, toplum yaşamının akışı içinde, kendiliğinden oluşmuş kuralları gösteren bir hukuk kaynağıdır. Geleneğin, uyulması zorunlu bir hukuk kaynağı sayılabileceği Medeni Kanun'da belirtilmiştir. Medeni Kanun'un 1' inci maddesine göre "kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa hâkim örf ve adet hukukuna göre karar verir." Bundan başka çeşitli kanunlarda, mahkeme önüne gelen bazı sorunların, o konudaki örfler göz önünde tutularak çözüleceği belirtilmiştir. Örneğin satım sözleşmesinde, satılan şey bir başka yere gönderilecekse ve gönderme masraflarına kimin katlanacağı konusunda taraflar arasında anlaşma yoksa, sorun, bu konudaki örf ve adetlere göre çözüme bağlanır (Borçlar Kanunu m.l86). Kiranın ne zaman ödeneceği konusunda taraflar arasında anlaşma yapılmamış ise, kiracı kirayı örf ve adete göre saptanan zamanda öder (Borçlar Kanunu m.257/l). Gelenek hukuku, Medeni Kanun' un 1' inci maddesinden de anlaşılacağı üzere, kanunlara oranla ikincil (tali) niteliktedir. Bunun anlamı, aynı, konuya ilişkin bir kanun kuralı ile gelenek çatışırsa, geleneğin değil, kanun kuralının öncelikle uygulanacağıdır. Gelenekler hukuk kuralı değildir. Geleneklerin, hukuk kaynağı sayılabilmesi için, ya yasalaşması ya da yasaların geleneklere yollama yapması gerekmektedir. 7.2. Mahkeme (Yargı) Kararları (İçtihatları) ile Öğreti (Bilimsel İçtihatlar-Doktrin) Hukukun yardımcı kaynaklandır. Bu kaynakların işlevi Medeni Kanun'un 1'inci maddesinde "hâkim karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır" şeklinde ifade edilmiştir. Mahkeme kararlarından kasıt, benzer uyuşmazlıklarda daha önce verilen kesinleşmiş mahkeme kararlandır. Yargıçlar, önlerine gelen hukuki uyuşmazlıkları çözerken uygun bulduğu takdirde, daha önce aynı sorunu ya da benzer bir sorunu çözmek için verilmiş karardan da yararlanabilecektir. Bu "yargı birliği" ilkesinin de bir gereğidir. Yargı birliği ilkesi, benzer olaylarda tüm mahkemelerin aynı kararlan vermesidir. Bu, hukuka güvenin de bir gereğidir. Yargı kararlarına mahkeme içtihatları da denir. . İstisnai nitelikte olan "İçtihadı Birleştirme Kararları" yardımcı kaynak niteliğini aşarak bağlayıcılık ölçüsünde etkilidir. Bu kararlar Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Askeri Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi gibi yüksek mahkemelerce verilir ve Resmi Gazete' de yayımlanır. Bilimsel Görüş (Doktrin. Öğreti), hukuk konularıyla uğraşan, öğretim üyesi, yargıç, savcı, avukat gibi hukuk mesleğiyle uğraşan kimselerin, hukuk sorunlarıyla ilgili olarak yaptıkları araştırmalar sonucunda ortaya koydukları bilimsel görüşlerden oluşur. Öğretinin amacı, belli somut ilişkiler içinde ortaya çıkan hak ve çıkar çekişmelerini yargıya bağlamak değildir. Öğreti, hukuk kurallarının nasıl yorumlanması gerektiği, hukukun bütünlüğü içinde yasaların birbiriyle ilişkilerini bilimsel yöntemlerle araştıran "şerhler, sistematik kitaplar, monografiler ve makaleler" ile bilimsel bildiri gibi yayınlarla seminer, sempozyum gibi toplantılarda yapılan tartışmalarla oluşur ve gelişir. Yargıç, öğretideki görüşlerden yararlanırsa da o görüşlerle bağlı olmak zorunda değildir. 7.3. Yasalar Yasalar, hukukun asli ve birincil yürütme (biçimsel) kaynağıdır. Yasa sözcüğünün bir geniş bir de dar anlamı vardır. Geniş anlamıyla yasa, aynasal rejime göre görevli ve yetkili kılınmış organların, hukuk kuralı biçiminde yaptıkları düzenlemelerin hepsini kapsar. Örneğin, yasama organının yaptığı "kanun", Bakanlar Kurulu'nun yaptığı "tüzük", bakanlıklar ya da kamu kuruluşlarının yaptığı "yönetmelikler" hep bu geniş anlamdaki yasa kapsamındadır. Bu anlamda "yasalar" eski dildeki "mevzuat" sözcüğünün karşılığıdır. Buna karşılık dar anlamdaki yasa, yasama organının "kanun" adı altında yaptığı düzenlemelerden ibarettir. Yasadan söz edilirken daha çok bu dar anlam kastedildiği için, "kanun" yapan organa da "yasama organı" denir. "Kanun koyucu" deyimiyle de sadece yasama organı anlatılır. Kanunların Özellikleri Yasama organının yaptığı düzenlemelerin biçimsel anlamda kanun olabilmesi için, yazılı bir metin içinde, genel ve soyut nitelikte olması ve genellikle sürekli olarak geçerli olacak bir kural koyması gerekir. a. Kanunlar yazılı olmalıdır. Bu nitelik, kanunu örf ve adette (gelenekte) .beliren hukuk kurallarından ayıran en belirgin özelliktir. Yazılı yasaların ortaya çıkmaya başlaması, toplumların "devlet" olarak nitelenebilecek düzeyde örgütlenmesiyle gözlenen bir olgudur. Mezopotamya'da "Hammurabi" adlı kralın tabletlere kazınmış yasası bu anlamda tarihte ilk örnektir. " Yazılı hukuk kaynaklarının, kamuya duyurulması veya ilgililerce bulunup, incelenebilmesi için yayımlanması gerekir; "Hukuku bilmemenin mazeret sayılmayacağı" ilkesinin gerekçesi de bu yayını zorunluluğudur. Yasama organı tarafından yapılan kanunların yürürlüğe girmesi için yayımlanması gerekir. Bunların yayımlandıkları yer, devletin resmi yayın organı olan “T.C. Resmi Gazete" adlı bir gazetedir. Resmi Gazete'de yayımlanarak kamuya duyurulmadıkça, hiçbir metin tam anlamıyla yürürlükte olan bir kanun sayılamaz. Resmi Gazete'de öteki resmi nitelikteki düzenlemeler, işlemler ve ilanlar da yayımlanır. Meclis'te kabul edilen yasaların 15 gün içinde Cumhurbaşkanı tarafından yayımlanması gerekir. Resmi Gazetede yayımlanmayan yasalar bağlayıcılık kazanamazlar; yasalaşma işlemi de tamamlanmış olmaz. Resmi Gazete ile yayımlanan kanunların hangi tarihte yürürlüğe gireceği yayımlanan yasanın yürürlük maddesi ile belirlenir. Eğer böyle bir yürürlük belirlemesi yapılmamışsa, yayımlanan kanun, yayımını izleyen günün başlangıcından hesap edilmek üzere, 45' inci günün dolmasından itibaren Türkiye'nin her yerinde aynı zamanda yürürlüğe girer. Resmi Gazete, Başbakanlık tarafından çıkarılmaktadır. Kabul edilen kanunun yürürlüğe gireceği tarihin belirlenmesinde yasama organını sınırlayan bazı ilkeler vardır. Örneğin "geçmişe etkili olarak suç yaratan kanun yapılamaz. " Nitekim Anayasamızın 38'nci maddesine göre de "Kimse işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiil den dolayı cezalandırılamaz" hükmü düzenlenmiştir. Bir başka örnek ise; "Secim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamaz (Any.m.67)." Kanunlar, sırasıyla "maddeler, fıkralar, bentler, alt bentler ve cümleler" den oluşur. Bentler harf ile alt bentler numara ile belirlenir. Genel olarak kanunların kendi içlerindeki bölümlemede şu formül kullanılır: Kanunlar "kısımlara", kısımlar "bölümlere" ayrılır. Ancak, bu sıralama Türk Medeni Kanunumuzda "kitap, kısım ve bölüm" şeklinde yapılmıştır. b. Kanunların Genel Olması: Kanunlarda yazılı kurallar geneldir; yani kanun, sadece belli bir kişiyi veya belli bir tek olayı değil, aynı durumda olan bütün kişileri ve aynı vasıflan taşıyan bütün olayları içerisine alır. Bundan başka bir kanun hükmü, devletin egemenliği altında bulunan bütün ülkede geçerli olur. Uygulamada, kanun adını taşıyan bazı kuralların bir tek kişiye veya bir tek olaya uygulanması haline de rastlanabilir. Örneğin, Mustafa Kemal'e Atatürk soyadının verilmesi: bir yangın, sel felaketi veya bir depremde harap olan bir şehir veya kasabaya yardım yapılması hakkında kanunlar da çıkarılabilmektedir. Ancak, bu tasarruflar, kanun çıkarılma usulleri ile düzenlendiği için sadece biçim olarak kanun sayılabilir. c. Kanunların Sürekli Olması: Bu özellik, kanunların kapsamlarına giren bütün kişilere ve olaylara her zaman uygulanacağını ifade eder. "Her zaman" ifadesi salt biçimde ve sonsuza dek anlamında anlaşılmamalıdır. Kanun hükmünün sürekliliği ancak, kanunun yürürlükte kaldığı süreye bağlıdır. Bu süre ise, kanunu doğuran ihtiyacın devam süresi ile sınırlıdır. İhtiyaçlar zamana göre değiştiği için kanunların da ihtiyaca bağlı olarak değişeceği doğaldır. Kanunların sürekli olması ilkesinin uygulamada istisnaları vardır. Belli bir zaman için uygulanmak üzere yapılan veya bir defa uygulandıktan sonra yürürlükten kalkan kanunlar da vardır. Bunlara "süreli kanunlar" denilir. Örneğin, bütçe kanunu bir yıl için yapılır, af yasaları adıyla anılan yasalar da süreli kanunlardır. Süresiz kanunlar, yürürlüğe girdikleri andan itibaren diğer bir kanunla açık veya kapalı bir şekilde yürürlükten kaldırılıncaya kadar uygulanırlar. Anayasa, Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu süresiz kanunlara örnek verilebilir. Normlar Hiyerarşisi Yazılı hukuk kuralları arasında, bunları çıkaran organların devlet yapısı içerisindeki yeri ve önemi bakımından bir hiyerarşi bulunmaktadır. Bu normlar hiyerarşisinin gereği olarak altta bulunan kural kendi üstündeki kurala aykırı olamaz. Türk Hukuku normlar hiyerarşisini "anayasa, uluslararası antlaşmalar, kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge, talimat" şeklinde sıralanmaktadır. Bu normlar hiyerarşisine göre, kanunlar anayasaya; tüzükler kanunlara ve anayasaya; yönetmelikler tüzüklere, kanunlara ve anayasaya aykırı olamazlar. 1. Anayasa: Hukuk normları hiyerarşisinde birinci sırada anayasa vardır. Anayasa, devletin şeklini, kişilerin haklarını ve ödevlerini, devlet organlarını ve bu organlar arasındaki ilişkileri belirten en soyut ve en genel hukuk kurallarını içeren yazılı kanun anayasadır. Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlar. Anayasa, bireyin devlet otoritesi karşısında hak ve özgürlüklerini düzenleyen kurallar bütünüdür. Devlet yapısının örgütlenmesi ile devletin temel organlarının görev ve yetkileri anayasa tarafından belirlenir. Ayrıca, anayasa vatandaşların hak ve hürriyetlerini güvence altına alır. Anayasa, devletin özüdür ve her devletin bir anayasası vardır. Anayasa, temel kanun olması nedeniyle diğer kanunlardan üstündür. Anayasa, gücünü ve desteğini milletten alır ve halkoyu (referandum) ile kabul edilir. Anayasa temel kurallarla ilgilenir. Anayasalarda bazı maddeler vardır ki bunlar hiçbir şekilde değiştirilemez. Nitekim 1982 Anayasası'nın da ilk üç maddesi değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Kanunlardan farklı usulle değiştirilebilen anayasalara katı anayasa, kanunlarla aynı şekilde değiştirilebilen anayasalara yumuşak anayasa denilir. Türkiye'de geçerli olan katı anayasa sistemidir. Anayasanın değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri (550/3) tarafından yazıyla teklif edilebilir. Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler TBMM Genel Kurulu' nda iki defa görüşülür. Değiştirme teklifinin kabulü Meclis'in üye tamsayısının beşte üç (550x 3/5) çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları, bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne geri gönderebilir. Meclis geri gönderilen kanunu, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu kanunu halkoyuna sunabilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen anayasa değişikliği hakkındaki kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclis'e iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete' de yayınlanır. Doğrudan veya Cumhurbaşkanı'nın iadesi üzerine, Meclis üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile kabul edilen anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya gerekli görülen maddeleri Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulabilir. Halkoylamasına sunulmayan anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya ilgili maddeler Resmi Gazete'de yayınlanır. Örneğin; TBMM üyelerinin beşte üçünün yani 330 (550/5=llOx3=330) üyenin oyu ile kabul edilen bir ana yasa değişikliğini Cumhurbaşkanı'nın halk oylamasına sunması zorunludur, Buna karşı TBMM üye tamsayısının üçte ikisinin yani 367 üyenin kabul oyu verdiği anayasa değişikliğinin halk oylamasına sunulması Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmıştır. Halkoyuna sunulan anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların yürürlüğe girmesi için, halk oylamasında kullanılan geçerli oyların yansından çoğunun kabul oyu olması gerekir. Anayasa tarafından başka şekilde düzenlenmediği takdirde TBMM, üye tam sayısının en az üçte biri ile yani 184 üye ile toplanır; bu sayıya toplanma (toplantı) yeter sayısı da denir. Karar yeter sayısı üye tam sayısının dörtte birinin bir fazlasından yani 139’ dan az olamaz. 2. Kanun: Kanun, normlar hiyerarşisinde anayasadan sonra ikinci sırada yer alan bir hukuk kaynağıdır. Kanun hukukun en önemli kaynağı sayılabilirse de hukuku oluşturan öğelerden sadece biridir. Her kanun bir ihtiyaç üzerine ve bir gerekçeyle hazırlanır. Bu gerekçe, kanunun amacını, işlevini ve diğer kanun hükümleri arasındaki ilişkileri de açıklar. Kanun koyucunun anayasada gösterilen ilkelere uygun olarak ve anayasada belirtilen usulü göz önünde tutarak çıkardığı hukuk kuralları, normlar hiyerarşisinde yazılı hukukun anayasadan sonra gelen aşaması olan kanun hukukunu oluşturur. Kanun yapma yetkisi tek bir organa verilmiştir. Bu organ TBMM'nindir. Anayasanın 7"nci maddesine göre, yasama yetkisi “Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir ve bu yetki devredilemez." Kanun yapma TBMM' nin, yasama organının tekelindedir. Kanunlar, yasama organı tarafından hazırlanan ve Cumhurbaşkanı tarafından yayımlanarak yürürlüğe konulan yazılı hukuk kurallarıdır. Kanun koyma yetkisi TBMM'nindir. Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri yetkilidir (Anayasa, madde:88). Bir milletvekili, tek başına kanun teklifi sunabileceği gibi, bu yetkiyi başka milletvekillerinin katılmasıyla da kullanabilir. Anayasamıza göre "Bakanlar Kurulu" ve "milletvekilleri" dışında hiç kimse ya da hiçbir makamın, örneğin Cumhurbaşkanı'nın kanun teklif etme yetkisi yoktur. Bir milletvekili Cumhurbaşkanı seçilince, TBMM üyeliği sona erer (Any.m.101). Belli bir konuda kanun yapılmasını isteyen kişiler ya da kuruluşlar, bu isteklerini ancak Hükümet (Bakanlar Kurulu) ya da milletvekilleri aracılığıyla TBMM'ne sunulacak tasan ya da teklif yoluyla gerçekleştirebilirler. Uygulamada Bakanlar Kurulu'nca hazırlanan kanun önerilerine "Kanun Tasarısı", milletvekillerince verilen kanun önerilerine de "kanun teklifi" denilmektedir. Tasan ve teklifler, önce Millet Meclisi'nin yetkili komisyonlarında görüşülüp karara bağlanır. Millet Meclisi yetkili komisyonlarında (adalet, eğitim, sağlık gibi) kabul edilen metin Millet Meclisi'nin genel kuruluna sunulur ve Tasan ve teklifler, Anayasa ve TBMM içtüzüğü uyarınca yapılan görüşmeler sonunda kabul edilirse Cumhurbaşkanı'nca yayımlanır. Cumhurbaşkanı, yayımlanmasını uygun bulmadığı kanunları, bir daha görüşülmek üzere, bu hususta göstereceği gerekçe ile birlikte TBMM'ne geri gönderebilir (Any. m:175). Cumhurbaşkanı'nın kanunları yeniden görüşülmek üzere geri gönderme yetkisine "veto" yetkisi demek doğru değildir. Cumhurbaşkanı bu yetkisini, onbeş gün içinde ve gerekçe göstererek kullanmak durumundadır. TBMM, Cumhurbaşkanı'nca geri gönderilen kanunu aynen kabul ederse (bunun için nitelikli çoğunluk gerekmez) bu kanunun Cumhurbaşkanı'nca yayımlanması artık zorunlu olur. Cumhurbaşkanı'nın "yeniden görülmek üzere meclise geri gönderme yetkisi" bütçe kanunları için kullanılamaz. Ancak, önemle belirtelim ki, anayasa değişiklikleri için anayasamızda özel bir düzenleme vardır. 3. Milletlerarası Antlaşmalar: Anayasa'nın 90. maddesinde düzenlenmiştir. Türkiye'nin yabancı devletlerle veya milletlerarası kuruluşlarla yaptığı bir antlaşmanın geçerlilik kazanması Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sözü geçen antlaşmayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Ancak ekonomik, ticari ve teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı asmayan antlaşmalar, devlet maliyesi bakımından bir yükümlülük getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla yayınlanma ile yürürlüğe konulabilir. Yine de, bu antlaşmaların yayımlarından başlayarak iki ay içinde TBMM'nin bilgisine sunulması gerekir. Milletlerarası bir antlaşmaya dayanan uygulama antlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari antlaşmaların TBMM'nce uygun bulunması zorunluluğu yoktur. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir ve bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz. Anayasa'nın 90. maddesinde, Avrupa Birliği mevzuat uyarlama çalışmaları doğrultusunda 2004 yılında yapılan değişikliklere göre, "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır." Bunun anlamı şudur, kanunla onaylanan ve iç hukukun bir parçası haline gelen milletlerarası antlaşmalar anayasaya aykırı olsalar bile hüküm ifade ederler. 4. Kanun Hükmünde (Gücünde) Kararnameler: Anayasamızın 91'nci maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kurulu'na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Yetki kanunu, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve bu süre içinde birden fazla kanun hükmünde kararname çıkarılıp çıkarılamayacağını gösterir. Kanun hükmünde kararnameler, yayımlandıkları gün TBMM’ ne sunulur. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez. Ancak, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu yetki kanununa gerek olmaksızın kanun hükmünde kararname çıkarabilir (Any. m:91, 121, 122). Yetki kanununa gerek olmamakla birlikte savaş, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde çıkarılan KHK’ lerin de yayınlandıkları gün onaylanmak üzere TBMM’ ne sunulması gereklidir. Kanun hükmünde kararnameler de tıpkı kanunlar gibi, şekil ve esas bakımından anayasaya uygunluk bakımından Anayasa Mahkemesi'nce yargı denetimine tabidir. Ancak, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde çıkarılan KHK'lere karşı anayasaya aykınlık nedeniyle Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası açılamaz; bu halde Anayasa Mahkemesi'nin yargı denetimine tabi değildir (Any.m.148). Ancak, bu halde de yine KHK'ler TBMM"nin siyasi denetimine tabidirler. KHK' ler Resmi Gazete' de yayımlandıkları gün TBMM' ne sunulur ve TBMM komisyonlarında ivedilikle görüşülür. KHK'lerle getirilen kurallar, yasama organının incelemesi tamamlanıncaya kadar "kesinleşmemiş" ya.da "geçici" kurallar değildir. KHK'ler, kararnamenin yürürlüğe girmesiyle kesin olarak uygulanan kurallardır. Kararnamenin inceleme için sunulduğu yasama organı, bu inceleme sonunda kararnamenin "reddi” ne karar verirse kararname ancak bu ret kararının Resmi Gazete' de yayımı tarihinde yürürlükten kalkar. Yürütme organına (Bakanlar Kurulu'na) bu kadar geniş ve yargı denetimi dışında kalan yetkiler tanınması, kanımızca, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle bağdaşmamaktadır. 5. Tüzükler: Tüzükler, yürütmenin düzenleyici işlemlerinden olup; Bakanlar Kurulu'nca çıkarılır. Bakanlar Kurulu, kanunların uygulanmasını göstermek veya kanunların emrettiği işleri belirlemek için kanunlara aykırı olmamak ve Danıştay' n incelenmesinden geçirilmek şartıyla tüzükler çıkarabilir. Tüzükler Cumhurbaşkanı 'nca imzalanır ve kanunlar gibi Resmi Gazete'de yayımlanır (Any.m.ll5). Tüzükler, kanunun uygulamasını veya kanunun emrettiği işleri belirtmek için çıkarıldığı için bir kanuna dayanmak zorundadırlar. Kanunlarla, 'yepyeni soyut kurallar konulduğu halde, tüzüklerle bu soyut kurallar somutlaştırılmaktadır. Normlar hiyerarşisi ilkesine göre tüzüğün kanuna aykırı olmaması gerekir. Kanuna aykırı hükümler taşıyan bir tüzüğün mahkemeler tarafından uygulanmaması gerekir. Kanuna aykırı bir tüzüğün iptali için Danıştay'da dava açılabilir. Danıştay, kanuna aykırı bulduğu bir tüzüğü kısmen veya tamamen iptal edebilir. 6. Yönetmelikler: Yürütmenin düzenleyici işlemlerinden olup; Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla yönetmelikler çıkarabilirler. Bütün yönetmeliklerin Resmi Gazete'de yayımlanması zorunlu değildir. Hangi yönetmeliklerin Resmi Gazete'de yayımlanacağı kanunla belirtilmiştir (Any.m.124). Yönetmeliklerin ilke olarak bir kanuna ya da bir tüzüğe dayanması gerekmez; ancak yukarıda da belirtildiği gibi üst norm olan kanun ve tüzüklere aykırı olamazlar. Yönetmelik çıkarabilmek için, tüzüklerden farklı olarak, bu konuda kanunla özel bir yetki verilmesi ve Danıştay'ın incelemesinden geçmesi zorunluluğu yoktur. İdareler, kendi görevi ve iç işleyişi ile ilgili olarak yönetmelik çıkarabilir. Kanunlara ve tüzüklere aykırı olan yönetmelikler mahkemelerce uygulanmaz. 8. YÜKSEK DERECELİ MAHKEMELER Türk Hukuk Sisteminde "Anayasa Mahkemesi (Any.m.146-154 arası)" dışındaki yüksek mahkemeler "Yargıtay (Any.m.154)", "Danıştay (Any. m. 155) ", "Askeri Yargıtay (Any.m.156) ", "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AnY.m.157)" ve "Uyuşmazlık Mahkemesi. (Any.m.158)" dir. Anayasa, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyiş ve yargılama usullerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıç güvencesi esaslana göre, yasa ile düzenleneceği kuralını benimsemiştir. Anayasa, yüksek mahkemeler açısından bununla da yetinmeyerek özelliklerini, üyelerinin kim tarafından ve nasıl atanacağını ya da seçileceğini ayrıca belirterek, yüksek mahkemelerin düzenlenmesini, yasama organının ya da yürütmenin takdirine bırakmamıştır. Anayasa, yüksek mahkemeleri sayma yolu ile belirtmiştir. 8.1. Anayasa Mahkemesi (Any.m.146, 147,148, 149, ISO, ISI, 152, lS3) Anayasa Mahkemesi on bir asıl ve dört yedek üyeden kurulur. Kanun, milletlerarası antlaşmayı onaylayan kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik hiyerarşik yapı içinde geçerliliklerini anayasadan almaktadırlar. En soyut ve en genel kuralları içeren anayasa ise geçerliliğini halkoylamasında (referandum) beliren halkın iradesinden almaktadır. Dolayısıyla hiyerarşik bir yapı oluşturan hukuk sistemi geçerliğini en yüksek iktidarın sahibi olan milletten, milletin kabulünden almaktadır. Dolayısıyla bu hiyerarşide anayasa, ilk sırayı almaktadır. Böyle olunca, anayasa ile iç bünyeyi ilgilendiren diğer kanunlar arasında çatışma olursa ne olacak sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu soruna karşı bazı hukukçular ve siyasiler. yasa yapma yetkisinin millet adına yasama organının olduğunu ve bu yetkiyi devredemeyeceği, bu nedenle de, kanunların anayasaya aykırı olup olmadığı hususunda TBMM içindeki "siyasi denetim"in ve "Cumhurbaşkanı'nın tekrar görüşülmek üzere meclise geri göndermesinin" yeterli denetim olacağını savunmaktadırlar. Ancak, siyasal denetim denilen bu denetimin yeterli ve verimli olduğu söylenemez. Gerçekten, gerek Cumhurbaşkanının, gerek milletvekillerinin meclis içindeki siyasi partilerden birinin üyesi olması, onların tam tarafsız çalışmalarına engel teşkil edebilir veya hiç olmazsa vatandaş vicdanında bu hususta bir şüphe hasıl olabilir. Bu nedenle de siyasal denetlemeden beklenen sonuç elde edilemez. Bu düşünce nedeniyle de, batı demokrasilerinde siyasal kontrol yeterli görülmemiş yargı yolu ile denetim yollan aranmıştır. Anayasanın normlar hiyerarşisinde en üstün yere sahip bulunduğu anayasada "Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar anayasaya aykırı olamaz" hükmüyle düzenlenmiştir. Anayasanın üstünlüğü ilkesini gerçekleştirebilmek için kanunların, KHK'lerin, Meclis İç Tüzüklerinin anayasaya uygunluğu bağımsız ve anayasal bir kuruluş olan Anayasa Mahkemesi'nce denetlenir. Ülkemizde hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü konularında son sözü söyleyecek bir yargı organının varlığı yasama organının yanılabileceğini de göstermektedir. 1982 Anayasası'nda, kanunların anayasaya uygunluğunun denetiminde, "siyasal denetim"den başka olarak ''Dava Yolu İle Anayasaya Uygunluk Denetimi" ve "İtiraz Yolu İle Anayasaya Uygunluk Denetimi" olmak üzere iki ayrı yargısal denetim mekanizması düzenlenmiştir. Dava yolu ile kanunların anayasaya uygunluğunun denetimi. "Kanunların, Meclis İç Tüzüğü'nün ve Kanun Hükmünde Kararnamelerin" tamamının veya bir kısmının anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle anayasanın belirttiği kişi ve mercilerce Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası açılmasıdır. Bu davayı açma yetkisi, sadece • "Cumhurbaşkanına, • İktidar veya ana muhalefet partileri meclis gruplarına, • Koalisyon iktidarlarında mecliste en çok üyeye sahip iktidar ortağı partinin meclis grubuna ve TBMM üye tamsayısının en az beşte biri (550/5=110) üyesine" aittir (Any.m.I50). Anayasa Mahkemesi'nde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı iptali istenen kanun, içtüzük veya KHK' nin Resmi Gazete'de yayımlanmasından, başlayarak 60 gün içinde düşer. İtiraz yolu ile kanunların anayasaya uygunluğunun denetimi, "Belli bir konudaki bir davaya bakmakta olan mahkemenin, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, somut davayı bekletici yaparak, Anayasa Mahkemesi'ne başvurmasıdır." Anayasa Mahkemesi yargı hakkını kullanırken kendiliğinden harekete geçmez, yukarıda belirtilen "iptal davası" ya da "itiraz" yolu ile Anayasa Mahkemesi' ne başvurulması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin kararlan kesin olup, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Kişileri ve devletin tüm organlarını bağlar. Ancak bilinmeli ki Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlan geriye yürümez (Any.m.153). , Önemle belirtelim ki, Anayasa Mahkemesi, yalnızca yasaların, yasa gücünde kararnamelerin, Meclis İç Tüzüğü'nün "şekil ve esas" bakımından anayasaya uygunluğunu denetleyen bir yüksek mahkeme değildir. Anayasa Mahkemesi, bunun yanında, "Yüce Divan" olarak görev yapar; "siyasal partileri mali yönden denetler"; "siyasal partilerin kapatılması için Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan davalara bakar".Bu nedenledir ki Anayasa Mahkemesi sadece yargı hakkını kullanan bir yargı yeri değil aynı zamanda anayasanın bütünlüğünü koruyan, işlerliğini, sağlayan, hukuk devletinin, temel hak, özgürlüklerin koruyucusu olan bir organdır. Özetlersek, Anayasa Mahkemesinin a) Anayasaya uygunluk denetimi görevi, b) Yüce Divan'lık görevi, c) Siyasal partilerin denetimi ve kapatılması görevi vardır. Anayasa Mahkemesi, • Cumhurbaşkanı'nı, • Bakanlar Kurulu Üyelerini, • Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek idare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılannı, Cumhuriyet Başsavcıvekillerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini, görevleri ile ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla, yargılar. 8.2. Yargıtay (Temyiz Mahkemesi) Genel olarak, ceza ve hukuk uyuşmazlıkları adli yargıda görülür. Adli yargıda yüksek mahkeme görevi, Yargıtay tarafından yerine getirilir. Yargıtay, adli mahkemelerin verdikleri kararların en üst inceleme yeridir. Yargıtay'ın ana görevi, adli yargıda temyiz yeri olarak, ilk derece mahkemelerinin kararlarını incelemek, adli yargı içinde yer alan mahkemeler arasında içtihat birliğini sağlamaktır. Ancak, Yargıtay, yasada gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. Yargıtay, hukuk daireleri ve ceza daireleri olmak üzere iki kısımda teşkilatlanmıştır. Yargıtay da bir de başsavcılık teşkilatı vardır. Her daire bağımsız çalıştığı gibi, bazen de hukuk ve ceza daireleri kendi aralarında, bazen de hukuk ve ceza dairelerinin hepsi bir arada toplanıp çalışırlar. Daire kararlan, ilk derece mahkemelerince verilen bir karar temyiz edildiğinde, ilgili daire yerel mahkemenin hukuka uygunluğunu denetler, hukuka uygun bulursa "Onama Kararı", hukuka uygun bulmazsa yeniden inceleyip karar verilmek üzere "Bozma Kararı" verir; bazen de maddi hatalar denilebilecek hususlar da ise "Düzelterek Onama Kararı" verir. Bozma kararı verildiğinde, yerel mahkeme bozma kararının gerekçesi doğrultusunda ya yeniden karar verir; eğer yerel mahkeme kendi kararında direnirse, bu kez, mesele Yargıtay'ın aynı dairesinde değil, kararın niteliğine yani cezayı veya hukuku ilgilendirmesine göre ceza veya hukuk genel kurulunda görüşülür, Hukuk veya Ceza Genel Kurulları (Küçük Genel Kurul'ları) nın verdiği kararlara, yerel mahkemeler uymak zorunda olup, yeniden direnme kararı veremezler. Yalnız unutulmamalı ki, bu uyma, sadece incelenen somut dava bakımından, olup, başka davalarda uyulması zorunlu değildir. Yargıtayın iki türlü Genel Kurlu vardır. Bunlardan birisi hukuk dairelerinin veya ceza dairelerinin kendi aralarında toplanmasıyla oluşan "Küçük Genel Kurul" (Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulu"; diğeri ise hukuk ve ceza dairelerinin hepsinin bir arada yaptıkları "Büyük Genel Kurul"dur. Büyük Genel Kurul' a "İçtihat Birleştirme Genel Kurulu" da denir. Küçük genel kurullar, hem yerel mahkemelerin direnme kararlarını incelerler hem de hukuk daireleri arasındaki çelişkili kararlan inceleyerek "İçtihat Birleştirme Kararı" verirler. Büyük ve Küçük Genel Kurullarınca verilen "içtihat Birleştirme Kararları" sadece adalet mahkemelerini değil bizzat Yargıtay' ın kendi dairelerini de bağlar. Bu nedenledir ki Küçük Genel Kurulların verdiği İçtihadı Birleştirme Kararlan kanunlar gibi Resmi Gazete'de yayımlanırlar. 8.3. Askeri Yargıtay Asker kişilerin askeri olan suçlarıyla, bunların asker kişilere karşı işledikleri veya askeri yerlerde ya da askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlar, askeri yargıyı oluşturan Askeri Mahkemeler ile askeri yargı alanında yüksek mahkeme görevini yapan Askeri Yargıtay tarafından karara bağlanır. Sivil ve askeri olayların ayrı mahkemelerde görülmesinin nedeni, askerlik işlerinin kendine özgü özelliklerinin olması nedeniyledir. Askeri Yargıtay, askeri mahkemelerce verilen karar ve hükümlerin son inceleme yeridir. Ayrıca Askeri Yargıtay, asker kişilerin yasa ile gösterilen belli davalarına ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. Askeri mahkemeler arasındaki içtihat birliği Askeri Yargıtay tarafından sağlanır. 8.4. Danıştay İdarenin, işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğu idari yargı yerlerince incelenmekte olup bu sürece yönetsel yargı da denmektedir. Nitekim anayasanın 125. maddesine göre de "İdarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir." İdari işlem ve eylemlerin adli yargıdan ayrı bir yargı yeri olan idari yargıca denetlenmesinin nedeni, idari işlem ve eylemlerin kendine has özellikleri olması nedeniyle ihtisas gerektirmesidir. Bir yüksek mahkeme olarak Danıştay'ın bir görevi de idare ve vergi mahkemelerince verilen hükümlerin son inceleme (temyiz) mahkemesidir. Danıştay, yalnız bir yüksek mahkeme değil, aynı zamanda devletin en yüksek bir danışma organıdır. Nitekim tüzükler, Danıştay'ın incelemesi sonucunda çıkarılmaktadır. Tüzük tasarılarını inceler, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık tarafından gönderilen işler hakkında görüş bildirir. Danıştay, bu idari görevleri yerine getirirken üç tür karar alır; Bunlar, danışma kararları, inceleme kararları ve idari kararlardır. Danışma kararları, belli idari ve hukuki sorunların açığa kavuşturulmasına yönelik görüşleri içerir kararlarıdır. Merkezi idare kanunlarda öngörülsün ya da öngörülmesin karşılaştığı idari ve hukuki sorunları çözümlemek için Danıştay’a başvurabilir. Danışma kararları, görüş isteyen idari makamı bağlamaz. Danıştay, aynı zamanda, kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. Örneğin, Türkiye'nin her tarafında uygulanabilirliği olan tüzük, yönetmelik, genelge gibi soyut genel düzenleyici işlemlerin hukuka aykırı oldukları gerekçesiyle iptal davalarına Danıştay ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar ve sonuçlandırır. Danıştay da Yargıtay gibi dairelerden oluşmuş olup, bu dairelerden oluşan genel kurullarca içtihadı birleştirme kararları verilmektedir. 8.5. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Askeri Yüksek İdare' Mahkemesi, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin yönetsel işlem ve eylemlerden doğan davalara bakan özel görevli bir yüksek mahkemedir. 8.6. Uyuşmazlık Mahkemesi Uyuşmazlık Mahkemesi, genel (adli), idari (yönetsel) ve askeri yargı yerleri arasındaki, görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili yüksek mahkemedir. Kararları Resmi Gazete'de yayımlanır. Uyuşmazlık Mahkemesi üyeleri, Yargıtay ve Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üyelerinden oluşan karma yapılı bir yargı yeridir. Uyuşmazlık Mahkemesi'ne Anayasa Mahkemesi'nce görevlendirilen bir üye başkanlık eder. . Not: Sayıştay, genel ve katma bütçeli kuruluşların bütün gelir ve giderleri ve mallarını. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleyen ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlayan bir kuruluştur. Sayıştay'ın yargısal görevleri de vardır. Sayıştay'ın verdiği yargı kararlarına karşı yönetsel yargı yoluna başvurulamaz. Aynı konularda hem Danıştay hem de Sayıştay ayrı karar vermiş ise Danıştay'ın kararı esas alınır. Ancak, unutulmasın ki, Sayıştay bu yargısal görevini yaparken TBMM adına hareket etmez. Sayıştay, Anayasamızda her ne kadar Yargı Başkanlığı altında düzenlenmiş ise de yüksek mahkeme değildir. Hatta Anayasa Mahkemesi'nin 1991 tarihli bir karana göre Sayıştay, bir yargı kuruluşu sayılmamaktadır. (Any. Mah. 1990/39 Esas ve 1991/21 sayılı kararı). 9. TÜRK HUKUKUNDA KUMU HUKUKU-ÖZEL HUKUK, AYRIMI Türk hukukunda, kamu hukuku-özel hukuk ayrımı, hem doktrinde hem de uygulamada kabul edilmektedir. Bu ayrımın gerekçesinde en çok "egemenlik kriteri" kullanılmaktadır. Egemenlik kriterine göre, bir hukuki ilişkinin taraflarından birisi veya her ikisi de devletin egemenlik hakkına dayanıyorsa sözü geçen ilişkinin kamu hukuku ilişkisi olduğu ve kamu hukukunca düzenlenmesi gerektiği savunulur. Egemenlik devletin en temel niteliğidir. Devlete egemenlik hakkına dayanarak hukuki işlemler yapma yetkisi veren kurallar kamu hukuku kurallarıdır. Devlet egemenlik yetkisini doğrudan kullanabileceği gibi kamu tüzel kişileri aracılığı ile de kullanabilir. Türk Hukukunda kabul edilen bu sınıflamaya göre Kamu Hukuk Dalları 1) Genel Kamu Hukuku, 2) Anayasa Hukuku, 3) İdare Hukuku, 4) Devletler Genel Hukuku, 5) Ceza Hukuku, 6) Ceza Yargılama Usulü, 7) Hukuk Yargılama usulü, 8) İcra ve iflas Hukuku, 9) İş Hukuku, 10) Vergi Hukuku, 11) Çevre Hukuku olarak özetlenebilir. Özel Hukuk Dalları ise 1) Medeni Hukuk, Medeni Hukuk da A) Kişi Hukuku, B) Aile Hukuku, c) Eşya Hukuku, D) Miras Hukuku, E) Borçlar Hukuku, 2) Ticaret Hukuku, 3) Fikir Hukuku, 4) Devletler Özel Hukuku olarak özetlenebilir. 9.1. Anayasa Hukuku Anayasa, devletin dayandığı temel değerleri ve gerçekleştirmek istediği amaçlan başka bir ifade ile ideolojisini açıklayan, devlet teşkilatını, temel haklan ve özgürlükleri, sosyal ve ekonomik haklan belirten, yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarını ve aralarındaki ilişkileri düzenleyen, kamu kuruluşlarını gösteren ve devletin en soyut ve genel normlarını içine alan ve normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alan yasa metnidir. 9.2. İdare Hukuku Yasama ve yargının dışında kalan bütün kamu kuruluşları ve bunların işleyişi, fertlerle olan ilişkileri, idare hukukunun konusuna girer, İdare hukuku -kamu kuruluşlarının teşkilatı, yetkileri, görevleri, kamu görevlileri, kamu mallan, kamu kuruluşlarının idare denetimi ve idari yargı konulan ile ilgilenir. Kamu hizmetlerinin teşkilatlanması ve idaresi, idare hukukunun en önemli konusudur. Kamu kuruluşlarına, kamusal hizmetlerin yürütülebilmesi için fertlere karşı üstünlük sağlanması, idare hukukunun en önemli özelliğidir, 9.3. Devletler Genel Hukuku (Milletlerarası-Uluslararası Hukuk) Devletler genel hukuku, devletlerarasında ilişkileri düzenleyen hukuka verilen isimdir. Devletler genel hukuku iç hukuktan bağımsız bir hukuk dalıdır. İç hukuk, kişilerle kişiler ve kişilerle devlet arasındaki ilişkileri düzenlediği halde, devletler hukuku, ilke olarak devletlerle devletler, devletlerle uluslar arası kuruluşlar ve uluslararası kuruluşların birbiri ile olan ilişkileri ile ilgilenmektedir. Devletler hukukunun başlıca kaynaklan, "milletlerarası antlaşmalar', milletlerarası örf ve adet kuralları, mahkeme karadan, hukukun genel ilkeleri ve doktrindir. Devletler genel hukukunun kaynaklan arasında yer alan örf ve adet kuralları, sürekli uygulama, kuralın doğruluğu ve haklılığı konusunda milletlerarası düzeyde inanç unsurlarına dayanır. Unutmamak gerekir ki, iç hukuk kurallarının geçerliğini devletin üstün gücü sağlamaktadır. Oysa devletler hukuku kurallarını uygulayabilecek böyle üstün ve egemen bir otorite mevcut değildir,. Birleşmiş Milletler Teşkilatı, devletler üstü bir kuruluş olarak devletler hukuku kurallarını uygulayabilecek üstün egemen güç konumuna henüz ulaşamamıştır. Devletler hukukunun sujeleri (muhatap) devletlerdir. Ancak bu hukuk dalında fertlerin de hak sujesi olabilmesini öngören bir eğilim vardır. Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile fertlere de Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne başvuru hakkı tanınmış bulunmaktadır. Devletlerin birbirlerine temsilci göndermeleri eskiden beri uygulanan bir usuldür. Bu temsilciler büyükelçi, ortaelçi, maslahatgüzar (işgüder) gibi unvanlar taşırlar. Diplomatik temsilciler kendilerini gönderen devleti, gönderildikleri devlette temsil ederler. Konsolosların ise devleti temsil yetkileri yoktur. Konsoloslar, iktisadi, ticari işlerde ve tebaa ile ilgili sorunlarda görev yaparlar. Bir ülkenin diğer bir ülkede bir tek elçisi olduğu halde değişik yerlerde görev yapan birden çok konsolosu bulunabilir. 9.4. Ceza Hukuku Ceza hukuku, tartışma götürmeyecek şekilde kamu hukukunun önemli bir koludur. Hırsızlık, adam öldürme, dolandırıcılık gibi eylemler zarar veren ile zarar gören veya onun akrabaları arasında oluşan özel olaylar olarak nitelendirilemez. Bu eylemler, kamu düzenini ihlal ettiği için hukuk onlarla ilgilenmek zorundadır. Suç işleyenin, zarar görene belirli bir parayı tazmin olarak ödemesi, suçlunun topluma ve toplumun temsilcisi olan devlete " sorumluluğunu ortadan kaldırmaz, Ceza hukuku, uzunca bir süre zarar verenle (fail) zarar gören (mağdur) arasında özel bir ilişki olarak nitelendirilmiştir. Oysa daha sonra suçun toplumu ve onun temsilcisi olan devleti ilgilendiren ve dolayısıyla toplumun ve devletin sorumluluğunda ele alınması gereken bir sorun olduğu kabul edilmiştir. Türk Ceza Hukuku'nun en temel ilkesi, suçların ve cezaların kanuniliğidir. Başka bir ifade ile "Kanunsuz suç ve ceza olmaz." Bu ilke aynı zamanda kişi hürriyetlerinin de güvencesidir. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi, sadece suçun değil cezanın da kanun tarafından belirlenmiş olmasını öngörür. Şu halde kanunda suç belirlenmiş, fakat sözü geçen suça uygun ceza gösterilmemişse ceza verilemez. İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz. Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz. Ceza hukukunda çocuk, 18 yaşını henüz bitirmemiş / tamamlamamış kişidir. İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır (lehe kanunun uygulanması ilkesi). Ceza Kanunu'nda suçlar cürüm ve kabahat olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Toplumun varlığını ve hayat şartlarını veya toplumun ya da fertlerin menfaatlerini ağır biçimde tehlikeye düşüren veya sarsan suçlar cürüm olarak nitelendirilebilir. Kabahatler, toplum düzenini sarsma bakımından cürümlere nazaran daha hafif suçlardır. Cürümler için öngörülen cezalar kabahatler için kabul edilen cezalara göre çok daha ağırdır. Örneğin "hırsızlık" bir cürümdür; buna karşılık "hayvanlara karşı insafsızca hareket etmek veya hayvanları gereksiz yere dövmek" suçu kabahat kategorisine girer. Türk Ceza Kanunu'na göre cürümler için öngörülen cezalar daha ağırdır. Cürümler için öngörülmüş cezalar; "ağırlaştırılmış müebbet hapis, ağır hapis, hapis, ağır para cezası, kamu hizmetlerinden yasaklık, kabahatler için öngörülmüş cezalar; hafif hapis, hafif para cezası, belirli bir meslek ve sanatla uğraşma yasağıdır. 2004 yılında kabul edilen ve 01.04.2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni ceza yasasına göre "ceza sorumluluğu 12 yaşın tamamlanmasıyla başlar. Suç işlediği zaman 12 yaşını (eski ceza yasasında bu yaş II idi) tamamlamamış olan çocuklar hakkında takibat yapılmaz ve ceza verilemez, ancak hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanır (Yeni Türk Ceza Yasası m.3l). Fiili işlediği zaman 12 yaşını bitirmiş ve 15 yaşını doldurmamış olan çocuklar hakkında, eğer işlediği suçun hukuki anlam ve önemini bilmiyor ve davranışlarını yeterince yönlendirme yeteneği gelişmemişse ceza sorumluluğu yoktur, güvenlik tedbirleri uygulanır; eğer bu yaş grubu işlediği suçun anlamını algılama ve davranışlarını yönetme yeteneği var ise indirimli ceza verilir. Yine 15 yaşını bitirmiş ve 18 yaşım tamamlamamış olanlar hakkında da indirimli ceza verilir. 18 yaşını tamamlamış olanların ceza ehliyeti tamdır. Anayasamıza göre, idare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide (yaptırım) uygulayamaz" (Any. 38.madde). Bunun anlamı, özgürlüğü bağlayıcı, kısıtlayıcı cezaların her türü, ancak yetkili mahkemenin kararıyla verilebilir. İdare, ancak özgürlüğü bağlayıcı ceza türü dışındaki cezaları verebilir. Örneğin, kaçak yapı yapana, kaçak su kullanana karşı belediyeler, kaçak işçi çalışanlara Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı idari para cezası verebilirler. Ancak şunu da belirtelim ki, bu idari işlemler, idari yargı denetimine tabidir. Nitekim Anayasamızın 125.maddesine göre de "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” Disiplin Cezası: Belirli bir statüde bulunan kişilere görevleri dolayısıyla veya görev yapılan yerdeki kusurları dolayısıyla verilen cezalara disiplin cezası denilir. Bilinmelidir ki, Türk Ceza Kanunu'nda belirtilmiş ceza türleri, durumu ve statüsü ne olursa olsun herkes için uygulanabilecek niteliktedir. Disiplin cezaları ise ancak belirli statülerde bulunan kişilere görev ve serumluluklarıyla ilgili kusurlu davranışları için uygulanabilen özel bir yaptırım türüdür. Disiplin cezaları mahkemeler tarafından değil idare makamları tarafından verilir. Disiplin cezası verilebilmesi için disiplin suçu işleyenin ceza kanununa göre mahkûm edilmiş olması gerekmez. Ceza mahkemesinin suçsuz bulduğu bir kişi, aynı fiili nedeniyle disiplin cezasına çarptırılabilir. Aynı suç nedeniyle bir kişinin, hem ceza mahkemesince cezalandırılması (mahkûm edilmesi) hem de görev yaptığı kurumun yetkililerince disiplin cezası ile cezalandırılması mümkündür. Unutulmasın ki, disiplin cezalarını mahkemeler değil, idari makamlar verir ve denetimi de adli değil idari (yönetsel) yargıca (mahkemece) yapılır. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu"na göre;"Kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacı ile, kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin devlet memuru olarak emrettiği ödevleri yurt içinde veya dışında yerine getirmeyenlere, uyulmasını zorunlu kıldığı hususları yapmayanlara, yasakladığı işleri yapanlara durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre" çeşitli disiplin cezaları verilir. Kusurun ağırlığına göre disiplin cezaları şöyle sıralanmaktadır: Uyarma Cezası: Memura, görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir. Kınama Cezası: Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir. Aylıktan Kesme Cezası: Memurun brüt aylığından 1/30 ile 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Kademe İlerlemesinin Durdurulması Cezası: Memurun bulunduğu kademede ilerlemesinin durdurulmasıdır. Devlet Memurluğundan Çıkarma Cezası: Bir daha devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır. Ceza hukuku alanındaki cezalarla disiplin cezaları arasındaki bir diğer önemli fark da disiplin cezalarının mahkemelerce değil, kanunlarla yetkili kılınmış kurul veya yetkili makamlarca verilmesidir. Bu disiplin cezalarından, uyarma ve kınama cezaları dışındakiler yargı denetimine tabidir. Uyarına ve kınama cezaları yargı denetimine götürülememektedir. Ceza Yargılama Usulü Ceza hukuku kurallarının uygulanmasını sağlamak amacıyla devlet tarafından belirlenen ve uygulanan usuller ve esaslar ceza yargılama usulü olarak isimlendirilmektedir. Ceza yargılama usulü, kamu hukuku kapsamına dâhil olan şekli hukuk kurallarından oluşur. Ceza yargılama hukukunun ceza hukuku ile olan yakın ilişkisi ve ceza hukukunun bir kamu hukuku dalı olarak kabul edilmektedir. Ceza davası açmak görevi savcınındır. Savcı, ceza davasında kamunun başka bir ifade ile toplumun temsilcisi durumundadır. Eski dönemlerde suçlar, suçlu ile suçtan zarar-tören arasındaki bir sorun olarak görülürdü. Artık günümüzde, suçların çok büyük kısmı topluma karşı işlenmiş kabul edilmektedir. Çünkü bu suçlarda kamu düzeni bozulmaktadır. Dolayısıyla pek çok suçun mağduru aslında kamu düzeni bozulduğu için kamunun kendisidir. Pek çok suç da ceza davasını savcının açmasının mantığı budur. Bu nedenle de bu tür davalarda savcının açtığı ceza (kamu) davasına, suçtan zarar gören de katılarak kendi haklarını mahkemede savunabilir. Buna davaya müdahale yoluyla katılma denir. Bazı suçlarla ilgili olarak savcının kamu davası açabilmesi için suçtan zarar gören tarafından şikâyet edilmesi gerekir. Örneğin, hakaret ve sövme suçları takibi şikâyete bağlı suçlar arasında yer alır. Ceza yargılama hukukunun temel ilkesi ceza davasının savcı tarafından açılması olmakla birlikte, belirli bazı suçlarda suçtan zarar gören kişi ceza davası açmak hakkına sahiptir. Bu tür davalara "Şahsi Dava" denilmektedir. Şahsi ceza davasında zarar gören kişi, taraftır, davacıdır. Oysa, savcının açtığı ceza davasında, suçtan zarar gören kişi katılandır, taraf değildir. Ceza soruşturmasının birinci aşaması hazırlık soruşturmasıdır. Hazırlık soruşturması savcılık tarafından yapılır. Hazırlık soruşturması sonunda kamu davasının açılması için yeterli kanıt bulunmaması veya olayın takibe değer görülmemesi halinde savcı takipsizlik kararı verir. Savcı, ceza takibini gerektirecek hususlarda yeterli kanıt varsa, kamu (kamu) davasını açmakla yükümlüdür. Adalet Bakanı, savcıya kamu davası açmaması konusunda emir veremez, ancak, kamu davası açması konusunda savcıya emir verebilir. Ceza davasının ikinci aşaması kamu davasının açılması ile baslar, buna son soruşturma (yargılama) da denir. Ceza mahkemesindeki yargılama sonunda ceza mahkemesi sanık hakkında mahkûmiyet karan verilebileceği gibi sanığı beraat de ettirebilir. Ceza yargılamasında savcı, sanık gibi davanın bir tarafıdır. Çünkü suçtan zarar gören taraf olan kamuyu temsil etmektedir. İşte savcıların da hâkim yanında değil, sanığın karşısında oturması gerektiği iddialarının temeli de budur. Ülkemizde ceza davaları "Sulh Ceza, Asliye Ceza ve Ağır Ceza Mahkemeleri" tarafından görülmektedir. Sulh Ceza ve Asliye Ceza Mahkemeleri tek hâkimli, Ağır Ceza mahkemeleri ise üç hâkimlidir. Bu görev dağılımı suçların niteliğine göredir. 9.5. Hukuk Yargılama Usulü Hukuk yargılama usulü, hukuk davasının hangi mahkemede nasıl açılacağını, iddia ve savunmanın nasıl gerçekleştirileceğini, tarafların hangi kanıtlan nasıl kullanabileceklerini, mahkeme kararının hangi kanıtları nasıl kullanabileceklerini, mahkeme kararının hangi esaslara dayanacağını ve nasıl verileceğini gösterir. 9.6. İcra ve İflas Hukuku Mahkemenin karar vermesiyle adaletin sona erdiği ve hakkın yerine gelmiş olduğu söylenemez. Karar aleyhine çıkan tarafın borcunu mahkeme kararına rağmen ödememesi, yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumu ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda hakkı zor kullanarak gerçekleştirmek, mahkeme kararını uygulamak gerekir. İşte bu durumda ne yapılacağını gösteren kurallara İcra ve iflas hukuku denilmektedir. Eskiden borçlunun şahsına karşı icra uygulaması yapılır ve borcunu ödemeyenin hapsedilmesi yoluna gidilirdi. Günümüzde borçtan dolayı kişiye karşı hapis uygulaması diğer uygar ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de kaldırılmıştır. Haciz yoluyla İcra da; alacaklının alacağını alması için devletin temsilcisi olan icra memuru borçlunun mallarına el koyar, o malları haczeder ve mallan satarak bedelinden alacaklıya alacağını öder. Vergi, resim, harç, vergi cezası, para cezası gibi kamu alacaklarının zorla alınması yolları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun'la düzenlenmiştir. 9.7. Vergi Hukuku Devletin kamu hizmetlerini yerine getirebilmesi için paraya ihtiyacı, vardır. Devlet kamu hizmetlerini yerine getirmek için gerekli parayı vergi yoluyla toplamaktadır. Devlet vergiyi egemenlik hakkına dayanarak ve gerektiğinde cebir (zor) kullanarak toplamaktadır. Kanunsuz vergi olmaz. Verginin, yasama organı tarafından çıkarılan kanuna göre alınması çağımız demokrasisinin önemli bir ilkesidir. Verginin kanunla alınması "kanunilik ilkesi" olarak nitelendirilir. Genellik ve eşitlik de vergi hukukunun dayandığı temel ilkelerdendir. Vergi tek kişiden veya birkaç kişiden toplanmaz. Aynı statüde bulunanlar vergi ödeyerek devlet masraflarına katılırlar. Vergi alınırken eşitlik prensibinden uzaklaşılması ve ayrıcalıklar yapılması kabul edilemez. Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, harç, resim ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir ya da kaldırılır (Any.m.73)." Verginin adaletli dağılımı ilkesi, çok kazanandan çok vergi, az kazanandan az vergi alınmasını ifade eder. 9.8. Medeni Hukuk Medeni hukuk, özel hukukun en önemli kolu niteliğine sahiptir. Türk Medeni Kanunu, "Başlangıç Hükümleri, Kişi Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku, Eşya Hukuku ve Borçlar Hukuku" bölümlerinden oluşmaktadır. Başlangıç Hükümleri, medeni hukukun temel ilkelerini düzenlemiştir; kişi hukuku, gerçek kişiler ve tüzel kişilerle ilgili hükümleri düzenlemiştir, Aile Hukuku, nişanlanma, evlenme, boşanma, evlilikte mal rejimleri (sistemleri), edinilmiş mallara katılma, mal ayrılığı, paylaşımlı mal ayrılığı, mal ortaklığı ile ilgili hükümleri, nesebin sıhhati, evlat edinme, velayet, çocuğun malları, nesebi sahih olmayan çocuklar, nafaka, ev başkanlığı, aile malları, vesayet, kayyımlık, vasiliğin sona ermesi ile ilgili hükümleri düzenlemiştir, Miras Hukuku, yasal mirasçılar, ölüme bağlı tasarruflar, vasiyet, miras sözleşmesi, mirasın açılması, miras hükümleri, mirasın reddi, mirasın taksimi hükümlerini düzenlemiştir. Eşya Hukuku, mülkiyet, taşınmaz mülkiyeti, taşınır mülkiyeti, mülkiyet dışındaki ayni haklar, taşınmaz rehni, taşınır rehni, zilyetlik ve tapu sicili gibi hükümleri düzenlemiştir. 9.9. Borçlar Hukuku Borçlar hukuku iki veya daha çok kişi arasında edim yükümlülüğü meydana getiren hukuk dalı olarak nitelendirilir. Borçlar hukuku alanında sözleşme serbestliği ilkesi geçerlidir. Haksız fiil, hukuk düzeninin emrettiği bir yükümlülüğün ihlali anlamına gelir. Haksız fiilde sorumluluk zarar veren ile zarara uğrayan arasında önceden mevcut bir hukuki ilişkiye dayanmaz. Haksız fiil yapanın tazminat ödeme yükümlülüğü vardır. Haksız fiil, aynı zamanda cezayı gerektiren bir hareket de olabilir. Borçlar hukuku haksız fiille ilgili olarak kusur ilkesine dayanır. Borçlar hukukunda düzenlenen bazı sözleşmeler "satış, hibe (bağışlama), kira, ödünç verme, hizmet, istisna (eser), vekâlet, kefalet" sözleşmeleridir. 9.10. Ticaret Hukuku Ticaret hukuku, batıda, ticari örflerden yararlanmak suretiyle oluşturulmuştur. Türkiye'de Tanzimat' tan sonra özel hukuk alanında ilk önce kabul edilen kanun Ticaret Kanunu'dur. Ticari ilişkilerin kendine özgü nitelikleri ayrı ticaret kanunlarının kabul edilmesinin nedenidir. Ticaret Kanunumuz başlangıç bölümü ve beş temel kitaptan oluşmakta olup; tacir, ticaret unvanı, ticari işletme, ticaret şirketleri, çek, poliçe, bono, gemi ve sigorta hukuku ilgili kuralları düzenlemiştir.