Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- HEGEL VE TARİH FELSEFESİ Çetin Murat HAZAR* ÖZET Alman idealizminin önemli isimlerinden birisi olan Hegel, 18. yüzyıldan günümüze kadar birçok felsefi ve sosyolojik akıma ilham kaynağı olmuştur. Diyalektik ve mantık gibi çalışmalarının yanında tarih felsefesi konusunda da tanınmakta olan Hegel, tarihteki nihai gelişmenin German Alemine ait bir prensipte var olduğunu düşünerek, tarihi belirli bir sona doğru ilerleyen bir süreç şeklinde yorumlamış ve tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlayarak, tarihi vakanüvis tarzı tarih yazıcılığından daha çok felsefi konumu üzerinde durmuştur. Anahtar kelimeler: tarih felsefesi, mantık, diyalektik. ABSTRACT Hegel, one of the most important figures of German idealism, has been the source of inspiration for several philosophical and sociological movements from 18th century up to today. Also known in the field of philosophy of history as well as his studies in dialectics and logic, Hegel considered that the ultimate development in history exists in a principle belonging to Germandom and interpreted history as a process leading to a specific end and by connecting philosophy historically to a methodology, Hegel emphasized the philosophical position of history more than the chronicler style of historiography. Key words: philosophy of history, logic, dialectics. * Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. İletişim 2003/18 222 Ç. Murat Hazar Giriş Tarih felsefesi üzerine derin izler bırakan Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Romantik okulun temsilcilerinden biri olarak eserlerinde Alman idealizmini ve metafiziği, geliştirdiği diyalektik yapı içinde açıklamaya çalışmıştır. Hegel için tarih felsefesi bütüncü yaklaşımının yaşayan bir parçasıdır. Mutlak Tin’den diyalektiğe kadar Hegel’in ele aldığı hemen bütün kavramların içinde yaşadığı, mantıksal bir gerektiricilik içeren tarih felsefesi, bir etnocentrik toplum projesiyle sonlanmaktadır. Hegel’e göre, mutlak olan bir tarih, hukuktan sosyolojiye, kamu yönetiminden psikolojiye kadar içinde insan olan hemen her şeyi kapsamakta ve onları ilahi bir düzenin amacı doğrultusunda formüle etmektedir. Dolayısıyla tarih felsefesi “olmuş olan”, “olmakta olan” ve “olacak olan”ın ilahi bir iradenin gözetiminde insanları özgürleşmesidir. Tarih felsefesi yaklaşımlarının birlikte var olan, birbirlerinin içinden çıkan ancak yöntem eleştirilerin yoğun olduğu felsefe ve bilim gelenekleri Hegel’de aynı oranda olmasa da kendisini bulmuştur. Diğer çağdaşları gibi klasik tarih felsefesi yaklaşımının geçmişten yola çıkarak geleceği inşa edilmesi içine girerken, özgürleşmeyi felsefesinin ana teması olarak belirlemesi, akılcı düşünceyi temel olarak alması farklılığını göstermektedir. A. YAŞAMI VE KARİYERİ1 Bir Alman filozofu olan Hegel, 27 Ağustos 1770 tarihinde (Kant’ın Königsberg’de profesörlük yapmaya başladığı yılda) Würtenberg Stuttgart’da doğdu. Würtenberg Maliye Bakanlığında Vergi Toplama Dairesinde Sekreterlik (Rentkammersekretar), Ulaştırma Bakanlığında üst düzeyde memurluk (Expeditionsrat) yapan yüksek görevli Georg Ludwig Hegel ile Maria Magdelena Fromm’un oğludur. İlk Latince derslerini annesinden alan Hegel, düzenli ve içine kapalı bir çalışma alışkanlığı bulunan babasının etkisiyle Alman Dukalığının güneyinde nispeten liberal olan Protestan mültecilerin arasında büyüdü. 1777 yılında Stuttgart Gymnasium’a giren Hegel, 1784’te annesini kaybetti. Bu olayın da etkisiyle 1785 yılından itibaren Latince ve Almanca günlük tutmaya 1 Ayrıntılı bilgi için bkn. Thomas Malcolm Knox, Chambers’s Encyclopedia-New edition, Vol. 6, pg. 82, George Lichtheil, International Encyclopedia of Social Sciences, Vol. 6, pg. 341, Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, cilt5, sy. 2689-2690, AnaBritannica Ansiklopedisi, cilt 10, sy. 529-530, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, cilt 10, sy. 5154-5155, G. W. F. Hegel, Seçilmiş Parçalar, Çev. Nejat Bozkurt, sy. 9-15. Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 223 başladı. 18 yaşındayken, 1788 yılında felsefe, hukuk, ilahiyat ve klasik edebiyat konularında eğitim görmek üzere bir vakıftan burs alarak Tübingen Üniversitesinin Protestan Semineri’ne yazıldı. Aynı üniversitede ayrıca matematik, fizik ve doğa bilimleri üzerinde de çalıştı. 1788-1793 yıllarında Tübingen’de öğrenci iken, Fransız Devriminin geniş bir sahaya yayıldığını gördü ve devrimi coşkuyla karşılayarak, 1791 ilkbaharında Tübingen dolaylarındaki bir koruya “Özgürlük Ağacı” dikti. 1790-1791 kışından itibaren Hölderlin ve Schiller ile vakfın kendilerine verdiği bir odada kaldı. Hegel bu dönemde kendisini çok etkileyen Rousseau’nun eserlerini okudu. 1791 yılının 27 Eylül tarihinde felsefe “Magister”ı (Bilim Uzmanı) unvanını kazandı. 1793’ün 20 Eylül’ünde başarıyla verdiği Teoloji sınavından sonra “Candidat” unvanıyla birlikte, üzerinde “İlahiyat ve Edebiyat konularında başarılı, ancak Felsefe yeteneğinden yoksun” dipnotu bulunan bir diploma alarak mezun olduktan sonra, başlangıçtaki bir kilise görevi alma projesinden vazgeçerek Bern’e yerleşti. 1796’ya kadar Steiger von Tschugg isimli bir asilzadenin ailesinin yanında öğretmenlik yaparken, Eski Yunan, Latin metinlerini, özellikle Spinoza ve Kant’ın felsefe yazılarını okuyarak, felsefe ve ilahiyat üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Aynı dönemde, Bern Denemeleri (Der Geist des Christentums und sein SchicksalHristiyanlığın Tini ve Yazgısı) olarak bilinen çalışmalarını da yazdı. 1907 yılına kadar yayınlanmayan bu denemelerden ilkinde, Hz. İsa’nın yaşamını konu olarak alarak İncil’i Kantçı bir yaklaşımla yorumladı. İkincisinde ise Hz. İsa’nın öğretisinin akılcılığına karşın Hıristiyanlığın nasıl olup da otoriter bir dine dönüştüğünü inceledi. 1796’da yerleştiği Frankfurt’da 1797’den itibaren, Hölderlin’in bulduğu özel öğretmenlik işine devam eden Hegel, burada da geniş bir çevre edinemeyerek, kendini daha çok çalışmalarına vermeye, özellikle Fransız devrimiyle ilgili olarak Fransız gazetelerini ve Paris’ten gelen her şeyi okumaya başladı. 1799’da babası ölünce, kendisine kalan mirasla, Berlin Üniversitesine atanmış olan Fitchte’nin Jena’daki boşalan yerine geçen ve 23 yıl buradaki kürsüde derslerini sürdürecek olan Schilling’in önerisi üzerine, 27 Ağustos 1801’de “Habilitation” (Ders Vermede Yeterlilik) tezi olarak “De Orbitis Plenetarum” (Gökcisimlerinin Yörüngeleri Üzerine) adını taşıyan spekülatif bir fizik anlayışını sunarak, Jena Üniversitesine kadrosuz doçent olarak girdi. Hegel öncelikle Jena Üniversitesinde dersler veren Schilling’in izleyicileri arasına girdi. Schilling ile birlikte, “Kritisches Journal der Philosophie”yi (Eleştirel Felsefe Gazetesi) çıkardı. Tieck ve Novalis gibi döneminin ünlü aydınlarıyla tanışan Hegel’in Jena tecrübesi, ona, sistematik üzerinde çalışmasında ve onları yayınlamasında cesaret verdi. 18011802 kış döneminde 11 öğrenciyle mantık ve metafizik derslerine başlayan Hegel, İletişim Fakültesi Dergisi 224 Ç. Murat Hazar bir kaç yıl içinde öğrenci sayısını otuza çıkararak kendi sistematik felsefesini anlatmaya başladı. 1803 tarihinde kendisine yıllık 100 Thaler gibi çok cüzi bir maaşla profesörlük unvanı verilen Hegel, aynı yıl aralarında görüş ayrılıklarının derinleştiği Schilling’in Jena’dan ayrılmasıyla, onun vesayetinden kurtularak, görüşlerini daha rahat geliştirme şansı yakaladı. 1805’te Olağanüstü Profesörlüğe atandı ve 1806’da dostu Goethe’nin araya girmesiyle üniversiteden ilk maaşını aldı. 1807’de insan tininin basit, dolaysız bilinç düzeyinden öz bilinç, akıl, tin ve din yoluyla mutlak bilgiye varılabileceğini ileri sürdüğü “Phanomenologie des Geistes” (Tinin Fenomenolojisi) adlı oldukça etki uyandıran ve aynı zamanda da oldukça zor anlaşılan eserini yayınladı. “At Üstündeki Alemin Ruhu” (World-Soul on Horseback) olarak nitelendirdiği Napolyon’un, Prusya ordusunu yenilgiye uğratarak kenti ele geçirmesi üzerine evi aranan ve üniversitedeki işini kaybeden Hegel, yeni düzenlemekte olduğu yapıtlarıyla birlikte Bamberg’e (Bavaria) gitti. 1807-1808 yılında “Bamberger Zeitung”un siyasi direktörlüğünü yaptıktan sonra, Bavyera Eğitim Bakanlığı Genel Müfettişliği’ni getirilen dostu Niethammer sayesinde Nurnberg’de Aegidiengymnasium (Nurnberg Kraliyet Lisesi) adlı orta öğretim kurumunun felsefe profesörlüğü ve yöneticiliğini yaptı. 1811’de kırk bir yaşına gelen Hegel, Nurnberg’de yirmi bir yaşındaki Marie von Tucker ile evlendi. Karl ve Immanuel adlarında iki oğlu oldu. Oğullarından Karl (1813-1901) Rostock ve Erlangen’de tarih profesörlüğü, diğer oğlu Immanuel (1814-1891) ise Prusya devletinde yüksek düzeyde bir görev, papazlık ve muhafazakarların liderliğini yaptı. 1812’de “Nesnel Mantık”ın (Die Objektive Logik) ve 1816’da ”Öznel Mantık”ın (Die Subjektive Logik) yayınlanmasıyla tamamlanan “Mantık Bilimi” (Wissenschaft der Logik) adlı yapıtında, Mantık’ın filozofların kurduğu kendilerine has bir düşünce yapısı olmadığını, tam tersi gerçek ve mutlak bir bilgi olduğunu ileri sürerek asıl ününe kavuştu. Mantık Bilimi’nin kendisine getirdiği ün üzerine, Erlangen, Berlin ve Heidelberg Üniversitelerinden teklifler alan Hegel, Heidelberg Üniversitesi Felsefe Kürsüsü Profesörlüğüne 1816’da atandıktan kısa bir süre sonra, 1817’de ders kitabı olarak kullanılmak üzere yazdığı ve “Mutlak Tin”e yalnız kendini düşünme, doğa ve sonlu tinler (insan ve insanlar) ile ulaşılabileceğini ileri sürdüğü “Ana Çizgileriyle Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi”ni (Encyclopedie der Philosophischen Wissenschaften im Grundrisse) yayınladı. Aynı zamanda da “Heidelberg Edebiyat Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 225 Yıllığı’nda (Heidelberger Jahrbüchern für Literatur) felsefe ve politika konularında çeşitli yazılar yazdı. 1818’de Fichte’nin ölümü üzerine dört yıldır boş bulunan Berlin Üniversitesi’ndeki Felsefe Kürsüsü’nün Başkanlığına getirildi. 22 Ekim’de açılış dersini veren ve haftada on saat ders verme, sınav jürilerine başkanlık etme, resmi raporları kaleme alma ve konferanslarda bulunma gibi görevleri de üstlenen Hegel, çok sayıda öğrenci kitlesinin ilgisini çekerek ölüm tarihi olan 1831 tarihine kadar bu görevde kaldı. Eğitim Bakanı Altenstein ve Yüksek Öğretim Direktörü Schulze tarafından korunan Hegel, reformcu Prusya bürokrasisi tarafından desteklenmesine rağmen, Saray’ın kuşkularını üzerine toplamış ve yaşlı muhafazakarların tepkisini çekti. Dolayısıyla hükümetin hem kayırdığı hem de gözetim altında tuttuğu bir tür resmi filozof olarak görüldü. 1820’de Brandenburg Eyaletinin Krallık Bilim Sınavı Komisyonuna doğal üye olarak seçilen Hegel, 1821’de, nesnel hukuk ile insanın öznelliği arasındaki çelişkinin devlet aygıtıyla aşılacağı ve aile ile Lonca örgütü sayesinde yeni bir senteze varılacağı görüşlerini işlediği, tarih felsefesinin ana hatlarını çizdiği “Hukuk Felsefesinin Ana Hatları-Temel Çizgileriyle Doğal Hukuk ve Devlet Bilimi” (Grundlinien der Philosophie des Rechts-Naturrecht und Staatswissenschaft im Grundriss) adlı eserini yayınladı. 1822’de Brüksel ve Hollanda, 1824 yılında Prag üzerinden Viyana ve 1827’de Victor Cousin’in konuğu olarak Paris gezilerine çıkan Hegel’den artık profesörlerin profesörü olarak bahsedilmekteydi. 1830’da Berlin Üniversitesinin Rektörlüğüne getirildi ve ders notları ölümünden sonra “Estetik Üzerine Dersler” (Vorlesungen über die Asthetik), “Din Felsefesi Dersleri” (Religionsphilosophie Vorlesungen), “Felsefe Tarihi” (Philosophieqeschichte) ve “Dünya Tarihi Felsefesi” (Die Philosophie der Weltgeschichte) adlarıyla yayınlandı. 3. Friedrich Wilhelm tarafından bir madalya ile onurlandırılan Hegel, 1831’de Mantık’ın ilk bölümünü gözden geçirdikten sonra yaz ve sonbahar boyunca süren kolera salgının son kurbanlarından biri olarak 14 Kasım’da öldü. Vasiyeti üzerine Berlin’deki Dorotheenstädtischen Friedhof’da bulunan Fichte ile ironik bir diyalektik metin yazarı olan Karl Solger’in arasına gömüldü. Hegel’in tarih ve mantık konularındaki görüşlerini yaymaya çalışan Hegelcilik günümüzde bazı konularda geçerliliğini yitirmesine rağmen, bir çok Hegelci düşünce adamının Avrupa kültürü üzerinde etkinlikleri sürmektedir. Bunlar arasında, Almanya’da Dilthey, R. Kroner, Fransa’da Lachelier, İtalya’da Croce, İletişim Fakültesi Dergisi 226 Ç. Murat Hazar Gentile, Ruggiero, İngiltere’de Gren, Bradley, Bosanquet ve Collingwood en önemlileridir. B. ÇALIŞMALARI 1. Kitapları 1793-1797 Der Geist des Christentums und sein Schicksal (Hıristiyanlığın Tini ve Yazgısı) 1801 De Orbitis Plenetarum (Gökcisimlerinin Yörüngeleri Üzerine) 1807 Phanomenologie des Geistes (Tinin Görüngübilimi) 1812 Die Objective Logik (Nesnel Mantık) 1816 Die Subjective Logik (Subjektif Mantık) 1816 Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi) 1817 Encyklopadie der Philosophischen Wissenschaften im Grundrisse (Ana Çizgileriyle Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi) 1821 Grundlinien der Philosophie des Rechts (Hukuk Felsefesinin Ana Çizgileri) 2. Ders Notları Vorlesungen über die Ästhetik (Estetik Üzerine Dersler) Religionsphilosophie, Vorlesungen (Din Felsefesi Dersleri) Philosophiegeschichte (Felsefe Tarihi) Die Philosophie der Weltgeschichte (Dünya Felsefe Tarihi) 3. Görüşleri Hegel felsefesi genel olarak evrenin yaratılışı nedeniyle Tanrı varlığını işleyen mantığa, tanrısal varlığın maddi evrende bir içleşme sonucunda ortaya çıkmasını işleyen doğa felsefesine, yeniden içselleşmeyle Tanrı’ya dönmeyi içeren Tin felsefesine ve özgürleşme süreci içinde evrensel ruhun bilincine varmayı sağlayacak olan tarih felsefesine bağlanabilir. Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 227 Tarih boyunca doğup batmış bütün felsefe akım ve okullarını, tek evrensel felsefenin parçaları ve aşamaları olarak gören Hegel, kendi sistemini de, diğerlerinin sonucu ve tamamlanmış bir formu olarak görür (Çubukçu, 1989: 81). Hegel felsefesinin ana teması diyalektiktir. Tarihsel süreçten diyalektiği ayırmayan Hegel’in günlüğünde Heraklit’ten gelen bir anlayış bulunmaktadır. “Oluş” felsefecilerinden ve diyalektik düşüncenin öncülerinden Heraklit “Gerçeklik hiçbir zaman yerinde durmaz, daima değişken ve hareketlidir. Bunun için bir nehirde iki defa yıkanılmaz. Bu devamlı oluş ve değişmeye karşı değişmeyen tek bir şey vardır: Gerçeğin değişmekte olduğunu söyleyen kanunun ta kendisi. Sadece o değişmez. Bunun için insan nereye bakarsa orada zıtların birliğini görmelidir: Şu varlık canlıdır ama aynı zamanda ölüdür, zira ölüme doğru yürümektedir. Şu masa hem masadır, hem değildir, zira kırılıp yakılacaktır. Şu halde gerçeklik, zıtların birliğinden örülmüştür. Ve her zıt kendi zıttını ortadan kaldırarak varlığa gelmektedir” düşüncesini ileri sürer (Bolay, 1984: 70). Evrimci modellerin, “Gelişme daha iyiye, daha doğruya ve daha istikrarlı bir dengeye doğru gider” görüşünü paylaşan özel bir alanı olan diyalektik anlayış, “Her şey her zaman değişir”, “Değişme sırasında bütün varlık ve öğeler, zıtlıklar da dahil olmak üzere birbirini etkiler”, “Her şey kendi zıttını beraberinde getirir ve kendi zıttını yaratır”, “Nicelik değişmesi belli bir süreden sonra niteliğe dönüşür” ilkelerini içerir (Kongar, 1981: 115). Evrendeki olay ve olguları felsefi bir yetkinlikle açıklamak isteyen Hegel ise, diyalektik düşüncenin kanunlarını şöyle sıralar (Özkalp, 1985: 47); -Bütünlük, -Hareket, -Çelişme, -Nitel Değişme. Bütünlük kanununa göre evren, birbiriyle yakından ilişkili olan nesne ve olayların organik olarak birbirine bağlandıkları, karşılıklı etkileşim içinde oldukları bir bütündür. Bu nedenle evrende meydana gelen herhangi bir olay diğerlerinden ayrı olarak incelenemez. Hareket kanununa göre evren ve evrendeki her varlık devamlı bir hareket ve değişme içindedir. Bu hareket, düşüncenin diyalektik eyleminden başka bir şey değildir. İletişim Fakültesi Dergisi 228 Ç. Murat Hazar Çelişme kanununa göre her varlık, her olay kendi karşıtını, çelişkisini kendi içinde taşır. Nitel değişme kanununa göre ise, varlık ve olaylardaki değişimler öncelikle niceliksel değişimler olarak ortaya çıkmakta, ancak bunlar belli bir aşamaya ulaştıktan sonra, karmaşık ve nitele doğru bir süreç izlemektedir. Bu tür bir süreç ile varlık, olgu veya olay kendini aşarak, daha yukarı bir düzeyde yepyeni bir sentez oluşturacaktır. Hegel’e göre, bir karşılıklı ilişkiler olgusunu ve etki-tepki sürecini içermekte olan diyalektik (Tolan, 1975: 16) çelişmelerin felsefesidir. Diyalektik çelişme, çiçeğin, meyvenin ortaya çıkmasına yol açtığı ancak bunun için çiçeğin yok olması gerektiğinden yola çıkar. Böylece üreme için hem çiçek hem de meyvenin gerekli olduğu görüşüne varılır. Aynı zamanda ortadan kalkma anlamına gelen ölüm, zıttını, yeniden doğuşu da sağlayabilmekte (Hegel, 1986: 22, çevirenin önsözü), böylece zıtların birliği gerçekleşmektedir. Formel mantığa karşı olan Hegel, mantığı bir bilim olarak kabul eder. Hegel mantığını, tamamen içeriksiz ve bu nedenle karşıtı olan yokluk kavramıyla özdeşlik içinde olan, gerçeğin dış katmanı ve görünüşler diyarı Varlık Öğretisi, varlık alanından ayrı, dağınık olan şeylerin refleksiyon alanında birleştiği varlığın içini temsil eden Öz Öğretisi ve sistem içindeki karşılıklı ilişkileri, gerçeklikleri, ilişkilerin karmaşıklığını, birbirini karşılıklı belirleyişlerini ve aralarındaki geçişleri ortaya çıkaran Kavram Öğretisi oluşturur (Hegel, 1986: 23-25, çevirenin önsözü). Varlık Öğretisinde, varlığın tümel olduğu, bir nesne gibi tikel olmadığı varsayılır ve varlık-yokluk çelişkisi ortaya konulur. Varlık yokluğu da doğurabilmektedir. Bu karşıtların çelişmesi, ortaya üçüncü bir kavram olan “Oluş”u meydana çıkarır. Bu durumda, “Varlık” Thesis (tez), “Yokluk” Antithesis (antitez) “Oluş” ise Synthesis (sentez) dir. Hegel diyalektiğinde, antitez tez ile çatışarak onu kendi içinde saklar ve olumsuzlayarak geliştirir. Tez ve antitezden doğan sentez ise, karşıtını içererek, yeniden kendine dönme ve ilk bütüne göre bir ilerlemedir. Sentez de bir tez haline geleceği için, kendi karşıtı olan antitezini doğuracak ve böylece diyalektik süreç dairesel bir şekilde sonsuza kadar daha iyiye doğru sürecektir. Bu ilerleyiş sadece mutlak töz olan zihinde değil, maddi dünyada da kendini gösterecektir (Bolay, 1984: 71). Soyut mantığın (tez) antitezinin somut, yani maddi dünya sentezinin ise tin (ruh) olacağı düşüncesiyle Hegel, Tin Öğretisine geçmiştir. Hegel’in Tin Öğretisi tini Öznel Tin, Nesnel Tin ve Mutlak Tin olarak ayırmaktadır. Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 229 Yalnızca kendine özgün olan, insanın sahip olduğu öznel zihin Hegelci Tinin Görüngübilim’inde2 Öznel Tin (Subjective Geist) kategorisini oluşturmaktadır. Öznel Tin bireylerin doğuştan getirdikleri bir bilincin ürünüdür. Kavramsal olarak Kişiselliği karşılamaktadır (Stace, 1986: 185). Diğer yandan, insan toplum içinde yaşayan, soyut hukukla, sözleşmelerle ve mülkiyetle belirlenen bir varlık, toplum da bireyleri bireyselliklerini belli yapılar içinde nesnelleştiren kurumlardır. Bireyselliğin üzerindeki ahlak, aile, sivil toplum ve devlet gibi kurumlarda ise yerini daha üst düzeyde bir toplumsal ahlaka bırakır. Böylece insanı toplumsallaştıran kurumlarla Nesnel Tin (Objective Geist) oluşturulur. Bu şekilde kendi içinde birey ile toplum içinde bireylerle karşılaşırız. Kendi içine dönük ve tek yanlı olan Öznel Tin ile topluma dönük ve ters yönde tek yanlı olan Nesnel Tin birbirini sınırlandıran karşıt uçlar olarak varlıklarını sürdürürler. Sınırlı olduklarına göre mutlak olmayan Tin’ler, diyalektiğin karşıtlığı kendi içinde yaşamasından (Mutlak olan mutlak olmayanı –bitimli- içermezse, kendi dışında içermediği bir şey kalacağı için, kendisi bitimli olmak durumuna düşer. Böyle olmaması için mantık gereği, mutlak olanın bitimliyi içermesi gerekir. Bu şekilde mutlak karşıtını içinde barındırır ve kendi içinden çıkarır) dolayı bünyelerinde, öznelliği ve nesnelliği daha üst düzeyde birleştiren yani özne ve aynı zamanda nesne olmayı gerektiren mutlaklığı da bulundurur. Dolayısıyla özne-nesne özdeşliğinde, Tin’in bilincinde olacağı nesne, gene Tin’in kendisi olmakta ve Mutlak Tin kendini düşünmektedir (Hegel, 1986: 2627, çevirenin önsözü). Bireyin öznel tinden nesnel tine doğru kendini gerçekleştirmesi, özgürlük için savaşımı ve sahip olma (özel Mülkiyet) hakkının yerleştirilmesiyle başlamakta, bir sivil toplum yaratmakta devam etmekte ve Bütün’ü simgeleyen Devlet’i oluşturmakta tamamlanmaktadır (Yenişelirlioğlu, 1985: 59). Buradan da sosyal yapıya dikkat çeken Hegel, herhangi bir kişinin kimliğinin kabul edilmesinin, diğerleri tarafından benimsenmesine ve diğerlerinkini de kendisinin kabul etmesine bağlı olduğunu belirtir (Etzioni ve Etzioni, 1964: 304). 4. Tarih Felsefesi Engels, Marx’ın (1979: 37) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’sının önsözünde tarihte bir iç gelişme, zincirleme bir iç bağlantı olduğunu göstermeyi ilk 2 Engels Tinin Görüngübilimi’ne Tin’in embriyoloji ve paleontolojisi denebileceğini ileri sürmektedir (Marx ve Engels, 1979; 15) İletişim Fakültesi Dergisi 230 Ç. Murat Hazar deneyen kişinin Hegel olduğunu ileri sürerek, “Onun tarih felsefesindeki birçok şey, bugün bize ne kadar tuhaf gelirse gelsin, onu izleyenleri, hatta ondan sonra tarih üzerinde genel muhakemeler yürütmeye kalkışanları kendisiyle kıyasladığımızda, temel anlayışının yüce niteliği bugün de hayranlığa layıktır” demektedir. Tarih felsefesinde Hegel, kültür ve insan olgusunun tarihiliği üzerinde durmuştur. Hegel’e göre, insan gibi tarihi bir varlık olan Tin’in kişisel kültür, toplumsal kültür, milli kültür, zamanın kültürü ve ortak kültür gibi türleri vardır (Güvenç, 1991: 332-334). Ancak, mutlak aklın, kendisini bütün içselleştirmeler içinde nesnelleştirip, gerçekleştirdiği en üst yapı devlettir. Tarihin yalnızca devletle başladığı ve devlet kuramayan halklardan tarihte bahsedilmediğini iler süren Hegel, Mısır dışında hiçbir Afrika ülkesinin tarihte yer almadığı ileri sürer. Dünya tarihindeki devlet şekilleri, zorunlu olarak büyük Mutlak Akıl sürecinin çeşitli dereceleri ve parçalarıdır. Her devlet şekli, kendine has bir ahlak, hukuk, din, sanat ve felsefe geliştirirler. Hegel, tek tek gelişme dereceleri halinde bir kültür varlığının ve yaşayışının tarihi birlikteliğine Halk Ruhu (Volkgeist) der (Kessler, 1985: 87-88). Hegel’e göre, tarihte, büyük adamlarca, kendilerinden ahlakça daha iyi olmalarına rağmen bir çok insan, kendi özel amaçları için yok edilmiştir. Aklın hilesi olan büyük adamların bencil ihtirasları Mutlak Tin için, Tinin özgürlük bilincine varması amacıyla faydalı bir araçtır. Doğudan batıya, baskıdan aristokrasi ve demokrasi yolu ile Hıristiyan-Cermen monarşisine, Asya’daki çocukluğundan, Yunan’daki gençliğine, Roma Ergenlik dönemini atlayarak, Avrupa dünyasındaki olgunluk çağına kadar ilerleme, tarihte aklın egemen olduğunu göstermektedir (Kessler, 1985: 86-87). Hegel, ayrıca, yaşanılan coğrafyanın önemi üzerinde durarak, Montesquieu gibi, ılıman iklim özellikleri, nehir, deniz kenarında kurulmuş olma vb. coğrafi temellerle, yaşanan kültür arasında ilişkiler olduğunu ileri sürer. Ancak egemen gücün coğrafi etkenlerin dışında olduğunu belirterek, Amerika’nın Avrupalılarca baştanbaşa tamamen değiştirildiğini ileri sürer.. Amerika yerlilerini, kişilik olarak aşağı, Afrika yerlilerini başıbozuk ve vahşi olarak gören Hegel, her türlü ayrılıkları ortadan kaldırması ve ruhu tam olarak aydınlatıp temizlediğinden dolayı Müslümanlığa değer vererek, batının gelişmesini Hıristiyan-Cermen birlikteliğinin sağlayacağına inanır (Kessler, 1985: 88). Tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlayan Hegel, Hukuk Felsefesinin Prensipleri eserinde dört prensip üzerinde durmaktadır (Hegel, 1991: 270-271). İlk prensibi cevhersel tin formu oluşturmaktadır. Bu formda bireysellik Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 231 kendi varlığı içinde kaybolmakta, kendisini kendisi-için olarak vazedemediği aynılık oluşmaktadır. İkinci prensip, cevhersel tinin bilgi sahibi olmasıdır. Burada tin kendi kendisinin pozitif muhtevası ve realizasyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Kendi canlı formunda kendisi-için bireysel varlıktır. Bu prensip güzellik olarak nesnel ahlaki bireysellik içinde belirmektedir. Üçüncü prensip, soyut evrenselliğe varana dek kendi içinde derinleşen ve bu yüzden tinin bu süreç içinde terk ettiği nesnellikle sonsuz çelişkiye giren bilinçli kendisi-için varlıktır. Son prensip ise Hegel tarafından, kendi üstüne dönen tinin çelişkisi şeklinde nitelendirilmektedir. Burada tin kendi gerçekliğini ve somut içeriğini bizzat kendisinde, kendi içinde bulur ve kendi kendisiyle nesnellik içinde uzlaşarak buraya yerleşir. Tin, başlangıçtaki cevherselliğine yeniden döner ve sonsuz çelişkiden kurtulmuş olur. Böylece, bu gerçek düşünce olarak, bir gerçek kanunlar dünyası olarak yaratılır ve bilinir. Hegel’e göre bu dört prensibe dört evrensel tarih alemi karşılık gelmektedir. Bunlar sırasıyla Doğu Alemi, Yunan Alemi, Roma Alemi ve Germen Alemidir (Hegel, 1991: 271-273). Doğu Alemi tinin ilk prensibine örnek teşkil eder. Cevherseldir, iç farklılıklar göstermez, patriyarki topluluklardan doğar ve dinin kendisidir. Burada yönetim şekli teokrasidir. Yönetimin başı, bir yüksek rahip veya kendisine tanrısal özellikler vakfedilen kişilerdir. Din siyasi yapıyı ve kanunları belirlemekte, bu aynı zamanda devletin güvencesinde yürüyen hukuki yapıyı oluşturmaktadır. Doğu Aleminde bir bütünün ihtişamı içinde bireysel yapı tüm haklarıyla birlikte kaybolur. Bu Alem içinde yer alan topluluklarda, örf ve adetlerin hükümetin ve devletin yönetimi içinde gelişen farklı fonksiyonları, kanun yerini tutan basit bir adet uyarınca debdebeli, karmaşık ve batıl inançlarla yüklü törelere dönüşür ve kişisel iktidarın ve keyfi tahakkümün uygulamaları haline geçer. Doğu toplumlarında istikrarlı ve kalıcı herhangi bir şeyin olmadığını savunan Hegel, bu yüzden, bunların dışa dönük hareketleri içinde canlılık gösterdiklerini, bunun da ilkel bir fırtına ve tahripkarlık olduğunu ileri sürer. Yunan Alemi Doğu Aleminden “sonsuz” ile “sonlu”nun cevhersel birliğini alsa da, bu onun için devletin gelişme süreçlerinin belli bir anını, her devletin tarihinde, şekil bakımından onun mutlak başlangıç noktasını temsil etmesi bakımından önemlidir. Bu noktayı Hegel, Yunan Aleminde geleneksel imajların İletişim Fakültesi Dergisi 232 Ç. Murat Hazar karanlık derinliğinde yatan ve ancak bulanık bir biçimde anımsanan esrarlı bir temel olarak görmektedir. Ona göre, tin bireysel maneviyata erişmek için kendi kendisiyle farklılaştığı zaman, bilginin gün ışığına çıkar ve ölçü ile açıklık halini alarak kendisini güzellik, özgürlük ve sakin ahlaklılık olarak gösterir. Yunan Alemi içinde, bireysel şahsiyet prensibi oluşur ve henüz kendi kendisiyle çatışmaya girmediğinden ideal birliğini korur durumdadır. Sonuç olarak Yunan Alemi her biri kendi özel tinine sahip milletlere bölünür, son iradi karar, kendilik bilincinin öznelliğine değil de onun dışında ve üstünde yer alan bir güce ait bulunur. Roma Aleminde ise farklılaşma üst dereceye varır. Hegel’e göre, burada nesnel ahlaki hayat bir tarafta şahısların kişisel kendilik bilinci, öbür tarafta ise soyut evrensellik olmak üzere sonsuzca yırtılıp ayrılmaktadır. Bu form içinde öncelikle bir aristokrasinin cevhersel sezgisi ile, demokrasi içinde özgür şahsiyet prensibinin çatışması şeklinde bir zıtlık belirir ve giderek aristokratların kalpsiz ve bencil bir iktidarı her ne pahasına olursa olsun koruma batıl inancı ile yoksul halk kitlelerini oluşturan pleblerin ahlaki çürümelerine kadar varır. Böylece genel bütün dağılır, evrensel bir mutsuzluk ve çaresizlik ortalığı kaplar ve ahlaki hayat ölür. Hegel, Roma Aleminde milletlerin kişiliğini temsil eden kahramanların, Panteon’un birliği içinde eriyip kaybolduklarını, bütün bireylerin formal haklara sahip eşit özel şahıslar derecesine indiklerini ileri sürer ve onları bir arada tutan bağ olarak alabildiğine soyut keyfilikten başka arkada bir şey kalmayacağını belirtir. Hegel için nihai gelişim noktası Germen Alemidir. Bu Aleme kadar tin kendi içinde en uç mutlak olumsuzluğa itilmiş durumdadır. Tin kendi kendini kaybetmişlikten kurtulmak için kendiliğinde ve kendisi-için bir dönüm noktası oluşturacak şekilde bir çıkış hareketinde bulunur. Böylece kendi iç hayatının sonsuz olumluluğunu, yani Tanrı’nın mahiyetiyle insanın mahiyetinin birliği prensibini, nesnel gerçeklikle özgürlüğün ittifakını (kendilik bilinci ve öznellik içinde tezahür eden bir uzlaşma olarak) kavrar. Bu ittifak, Nordik ve Germen halklarına ait prensibin bir misyonudur. Hegel, Germen Alemini oluşturan prensibin her şeyden önce, deruni ve soyut olduğunu, iman, umut ve sevgi olarak her türlü çelişkinin bağdaştırılması ve çözülmesi şeklinde ortaya çıktığını belirtir (Hegel, 1991: 273). Bu içerik kendini geliştirerek fiil halinde realite ve bilinçli rasyonellik seviyesine erişir ve Germen Alemine özgü özgür insanların gönül, sadakat ve arkadaşlık duygularına dayanan bir dünyevi alem oluşturur. Dünyevi alem öznellik içinde, aynı zamanda kendisi-için mevcut bireysel keyfilikle Hegel’in barbarca olarak tanımladığı örf ve adetleri kendinde barındırır. Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 233 Dünyevi alemin dışında diyalektik olarak bir öbür alemden bahsetmek Hegel’e göre olanaklıdır. Gerçekdışı ve aynı zamanda da entelektüel olan bu alem tin alemi olarak adlandırılır ve manevi bir güçle sarılı bir şekilde, önceki alem karşısında zorlayıcı ve ürkütücü görünür (Hegel, 1991: 274) . Aynı ide’nin birliğine sahip oldukları halde, mutlak bir karşıtlıkla birbirlerinden ayrılmış bir durumda bulunan dünyevi ve tin alemleri arasında bir mücadele görülür. Bu mücadelede tin alemi kendini gerçeklikte ve düşüncede sıradan bir dünyevilik derecesine indirir. Buna karşın dünyevi alem ise, soyut kendisi-için varlığını düşünce seviyesine, akli varlığın prensibi seviyesine, yani hukukun ve kanunun rasyonelliği seviyesine çıkarır. Böylece bu iki alem, varlık nedenlerinden kaynaklanan zıtlıklarının önemlerini kaybetmeye başlar. Organik olarak gelişen uzlaşmalar sonucunda, kendilik bilinci devlette kendi cevhersel bilgisinin ve iradesinin fiili gerçekliğini bulur. Aynı şekilde dinde, kendi gerçekliğinin duygusunu ve düşüncesini elde eder. Bilimde ise bu gerçeklik birbirini tamamlayan devlet, tabiat ve ideal dünya şekillerinde tek ve aynı gerçeklik olarak özgürce kavranır ve bilinir (Hegel, 1991: 274). Sonuç Hegel, 18. yüzyılın sonlarından itibaren bir çok felsefi ve sosyolojik akıma ilham vermiş ve tartışmaların konusu olmuştur. Kendi çağında Hegel, neredeyse tüm bir toplumu etkileyecek bir konumdayken, geçen yıllarla birlikte kendisine atfedilen önemi azalmaya başlamıştır. Popper, Açık Toplum ve Düşmanları adlı eserinde bunun sebepleri arasında, devletin resmi filozofluğu (2000: 35), mutlak monarşi yanlılığı (2000: 37) ve devlete kutsallık atfedilmesi (2000: 37) gibi eleştiriler getirmektedir. Yine Popper’e göre, Hegel’i yakından tanıyan Schopenhauer de, felsefeyi çıkar oyunlarında kullanan, akıl sır almaz sözlerin yan yana dizilmesindeki yüzsüzlük sınırlarını aşan bir şarlatan (2000: 38) olarak nitelendirmektedir. Ancak, Hegel’in tarih felsefesi temelde daha insani duygularla “Dünya tarihi, özgürlük ideasının gelişmesinden başka bir şey değildir” teması üzerine kurulur (Singer, 2003: 38). Burada özgürleşme kavramı; hem bireylerin kendi bilinçlerine ve inançlarına uygun olarak kendilerini yönetmelerini hem de nesnel dünyanın, akılcı bir biçimde örgütlenmesini kapsayan, arzulanan bir idea olarak ortaya çıkmaktadır. Bireyin kendi bilinçleri ve inançlarına uygun olarak kendisini yönetmesi Hegel tarafından, “öznel özgürlük” olarak adlandırılmaktadır. Nesnel dünyanın akılcı bir İletişim Fakültesi Dergisi 234 Ç. Murat Hazar biçimde örgütlenmediği durumlarda kişiler içlerindeki öznel özgürlükle çatışmalar yaşayacaklardır. Dışarıdaki koşullar içerdeki koşulların varlığını zorlayacağından çatışmanın giderilmesi dış dünyanın da uygun bir örgütlenme içinde olmasına bağlıdır. Bir kere nesnel dünya akılcı bir şekilde örgütlendiğinde, yani yasa, mülkiyet, toplumsal ahlak, yönetim, anayasalar gibi bütün toplumsal kurumlar mantığın genel ilkelerin baş eğmek üzere yapılandırıldığında (Singer, 2003: 37) bireyler yasalarla ve mevcut ahlaki yapıyla uyumlu olarak etkinlik gösterebileceklerdir. Böylece özgürlük hem öznel hem de nesnel olarak vuku bulabilecek her iki yönden de tamamlanmış olacaktır. Bu durumda bireylerin özgür seçimleri ile toplumun ihtiyaçları arasında bir ahenk yakalanacağından özgürlük üzerindeki kısıtlamalar kalkacaktır. Özgürlük ideası ancak bu şekilde bir gerçeklik haline dönüşebilecek ve Dünya tarihi amacına ulaşmış olacaktır (Singer, 2003: 39). Tıpkı devletle ilgili diğer yaklaşımlarında olduğu gibi Hegel’in tarih felsefesi de etnocentrik bir kurguyla, yüce German ideallerine uygun bir yapılanma içindedir. Burada insanlığın varabileceği en üst nokta German Alemiyle dolayısıyla Prusya devleti ve sosyal-kültürel yapılanması ile somutlanmaktadır. Ancak Hegel’in bu yaklaşımı etnocentrizm’in özellikle Avrupa’da çok yaygın olması nedeniyle çağında ve daha sonrasında önemli eleştirilere neden olmamıştır. Tarih felsefesindeki süreçlerin bir çok devletin tarihsel yaşamlarında birbiri içine geçmesi, sunulan sırayı izlememesi, geri dönüşler olması Hegel felsefesi için önemli sorunları doğurmaktadır. Dolayısıyla, devletleri oluşturan bireylerin kültürel ve sosyal havaları, diğer sosyal ve kültürel formlarla etkileşimleri, geçirgenlikleri, bağlılıkları vb. bir çok durum bu süreçler üzerinde etkin olmaktadır. Ancak, tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlaması, tarihsicilikten daha çok felsefeciliğe önem vermesi, sosyal olaylar dışında, uzay ve gezegenler gibi fiziksel sistemlerin bile işleyiş tarzlarını bir felsefeyle sonlandırmaya çalışması onun diğerlerinden farklılıklarını ortaya koymaktadır. KAYNAKÇA Ana Yayıncılık ve Encyclopaedia Britannica, Inc. (1986) AnaBritannica Ansiklopedisi, Cilt 10, İstanbul. Anadolu Yayıncılık (1983-1984) Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 5, İstanbul. Bahar 2009, Sayı :28 235 Hegel ve Tarih Felsefesi Bolay, S. Hayri (1984) Felsefi Doktrinler Sözlüğü, 3. Basım, Ötüken Yayınları, İstanbul. George Newnes Ltd., (1950) Chamber’s Encyclopedia-New Edition, Vol. 6, London. Çubukçu, Aydın (1989) Mantık ve Diyalektik, İstanbul: Yurt Yayınları. David L. Sills (Ed.) (1968) International Encyclopedia of The Social Sciences, Vol 6, The McMillan Company and The Free Press, USA. Etzioni, Amitia ve Eva Etzioni (1964) Social Change, Basic Boks Inc., USA. Güvenç, Bozkurt (1991) İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul. Hegel, G.W.F. (1986) Seçilmiş Parçalar, Nejat Bozkurt (Çev.), Remzi Kitabevi, İstanbul. Hegel, G.W.F. (1991) Hukuk Felsefesinin Prensipleri, Cenap Karakaya (Çev.), İstanbul: Sosyal Yayınlar. Kessler, Gerhard (1985) Sosyolojiye Başlangıç, Z. Fahri Fındıkoğlu (Çev.), 2. Baskı, İstanbul: İ.Ü. İşletme Fak. İşletme İktisadı Enstitüsü Yay. Kongar, Emre (1981) Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul: Remzi Kitabevi. Marx, Karl (1979) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sevim Belli (Çev.), 4. Baskı, Ankara: Remzi Kitabevi. Marx, Karl ve Friedrich Engels (1979) Felsefe İncelemeleri, Sevim Belli (Çev.), 3. Baskı, Ankara: Sol Yay. Milliyet (1986) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt 10, İstanbul. Özkalp, Enver (1985) Sosyolojiye Giriş Dersleri, Eskişehir: Anadolu.Ü. Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yay. Popper, Karl (2000) Açık Toplum ve Düşmanları, Cilt 2, Harun Rızatepe (Çev.), 4. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi. Singer, Peter (2003) Hegel, Bahar Öcal Düzgören (Çev.), İstanbul: Altın Kitaplar. Stace, W. T. (1986) Hegel Üzerine, Murat Belge (Çev.), İstanbul: Verso. Tolan, Barlas (1975) Toplum Bilimlerine Giriş, Ankara. Yenişehirlioğlu, Şahin (1985) Hegel Felsefesinde Birey, Toplum ve Devlet İliştileri, Ankara: Birey ve Toplum. İletişim Fakültesi Dergisi