İSLAM HUKUKUNA GENEL BİR BAKIŞ∗ Dr. Nagaty SANAD Çev.: Nuri KAHVECİ∗ A. İslam’ın Ortaya Çıkışını Zorunlu Kılan Sebepler İlk çağlardan beri insanlık kendi kabiliyeti çerçevesinde akıl ötesi için çabaladı ve sonuç olarak da savaşların ve hırsların kurbanı oldular. Birbirinin peşi sıra gelen dinlerin her biri bu etik ikilem karşısında yer almak için teşebbüste bulundular. Sınırlı sayıda takipçiye sahip olan her din, belli bir periyodla sınırlanmıştır. Muhammed’in misyonu özellikle Arap ülkelerinde1, içine düştükleri karanlık, hata ve yalanla dolu dünyalarına aydınlık getirmek için bir zorunluluktu. Muhammed’in misyonunu anlamak için, M.S. 622 yılında Mekke2’de ilk defa Muhammed tarafından ortaya çıkarılan İslam bölgesinin geniş arka planını anlamak gerekir. O zaman Mekke Kureyş adında güçlü bir kabile tarafından yönetiliyordu. Kureyşliler, yolculuğa çıkmadan önce ve yolculuktan döndükten sonra kendisinden kutsallık almak için dokundukları heykel şeklindeki putlara (idol) tapınıyorlardı. Tek bir put (idol) yoktu, herkesin her evde kendilerinin seçtiği bir tane vardı. ∗ ∗ Bu makale, Dr. Nagaty Sanad tarafından yazılan “The Theory of Crime and Criminal Responsibility in İslamic Law: Şharia” adlı kitabından, http://oicj.acsp.uic.edu/prearmint/publuc/books/order internet adresinde bir bölüm olarak yayımlanmıştır. Yard.Doç.Dr. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. 1 Bu zamanda dünyanın diğer bölgelerindeki durum aşağıdaki gibiydi: (a) Persia (İran)’da farklı mezheplere ayrılmalarına rağmen biri iyilik ve diğeri kötülük olmak üzere iki ilahın olduğu söyleminde hem fikir olan inananları bulunan dualistik (ikilik) din vardı. (b) Roma ve Yunanda, Yakın Doğu Ülkelerinde (Suriye ve Mısır) olduğu gibi hıristiyanlık ana dindi ve sonunda içindeki karışık gruplar yüzünden o da bölündü. Daha fazla ayrıntılar için bakınız Muhammad Youssef Moussa, İslam and the Humanity’s Need of It (Kahire Supreme Council for İslamic Affairs), 27-29. 2 Mekke, son zamanlarda Suudi Arabistan olarak bilinen Hicaz’daki en geniş ve en önemli şehirlerden biriydi. Dr. Nagaty SANAD 138 Toplum, en güçlü olanın ayakta kaldığı orman kanunlarıyla yönetiliyordu. Efendi ile köle, liderlerle onlara tabi olanlar (Kureyşli olanla Kureyşli olmayanın), kadınla erkek (çoğu aileler yeni doğmuş kızları öldürüyordu) arasında bir eşitlik yoktu 3. Bu periyot Kur’an-ı Kerim’de “cahiliye dönemi” olarak ifade edilir. Muhammed İslam dinini Rabbinden alarak, idollere tapmayı bırakıp orijin, ırk, renk ve cinsiyet ayırımına son verip sadece bir olan Allah’a inanmalarını isteyerek Mekkelilerle paylaşmaya gayret etti. İnsanlar bunu reddettiler. Allah’ın elçisi olduğuna inanmadılar ve bu yüzden ona ve ona tabi olanlara eza ettiler. Nihayet, Muhammed ve kendisine inananlar, Rablerinin yardımıyla Mekke’yi terk ederek, Peygamber’in ilk İslam devletini kurduğu Medine4’ye gittiler. B. İslam Dininin Beş Esası İslam, bütün müslümanların inanmaları gereken beş temel öğreti üzerine kurulmuştur. 1. eş-Şahade: İlk öğreti, tek olan Allah’a, onun meleklerine, peygamberlerine ve ahirete inanmak anlamına gelen şahadettir. Müslümanlar şahadeti aşağıda gösterildiği gibi bilirler: Allah’tan başka ilah olmadığını ve Muhammed’in onun peygamberi olduğunu kabul ederim. 2. es-Salat (Namaz): Namaz kılanların edenlerin ritueli, farklı kabileleri ve toplumun sosyal kısımlarının tamamını birleştiren vasıtaların biri olarak başlangıçtan beri mevcuttur. Namaz için günde beş vakit vardır: Sabah (fecir), öğlen (zuhr), ikindi (asr), akşam (mağrib) ve yatsı (‘işa) 3. es-Sivam (Oruç): Her şeye kadir olan Allah Şöyle buyurmuştur: “Ey inananlar, kendinizi engellemeyi öğrenebilmeniz için oruç size emredildi”. Fecirden güneşin batmasına kadar yemeden, içmeden, sigara içmekten ve seksüel ilişkilerden sakınma anlamına gelen farz (mecburi) oruç, Ramazan ayı boyunca devam eder. Hasta ve yolculukta olanların tutamadıkları kadar orucu daha sonraki günlerde tutmaları istenir. 4. el-Hacc (Hacca Gitmek): Mekke’deki Kabe’ye gidilerek yapılan hac, hem fiziksel hem de finansal şartları uygun olan her müslüman için hayatta bir defa zorunludur (farzdır). 3 4 Moussa, 25 O zamanda, Mekke’nin kuzeyinde Hicaz’da küçük bir kasaba olan Merine Yesrib olarak isimlendiriliyordu. Bakınız, Fernas Abd al-Basset, Lectures on the İslamic Political System (Kahire, 1987), 6-27. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3 139 5. ez-Zekat (Fakirlere Ödenmesi Gereken): Zekat, Kur’an’ın kırk iki ayetinde bütün müslümanlara empoze edilir. Kur’an’ın önemini vurguladığı bu ayetlerin çoğunda zekat namazla birlikte zikredilir5. Zekat zenginden alınıp fakire verilen sadaka anlamına gelir. Bu bütün dünyada müslümanlar arasında varlığı zorunlu (farz) bir sosyal dayanışma halidir. İslam’da zekat iki ana kategoriye ayrılır: a) Zekat el-Fırt (Sadaka-i fıtr; Ramazanın sonunda orucun bitmesiyle gerekli olan6): Zamanımıza göre sadaka-i fıtr, kişi başına yaklaşık on Mısır piastresi (kuruş) olarak takdir edilir. Bu, Ramazan’ın sonunda bayram namazına gitmeden ödenmelidir. b) Zenginliğin Zekatı: Bu zekat, hür, yetişkin (baliğ), akıllı, bir yıl için yeteri zenginliğe sahip olan müslümanlara emredilmiştir. Zenginliğin zekatı çiftlik hayvanlarından (örneğin develer, inekler ve keçiler gibi), altın ve gümüşten, meyve ve mahsullerden alınır. Zekatın oranı sahip olunan zenginlik konusunun çeşidine göre değişir. Özel ev, kişisel giysi, mobilya, silah, taşımacılıkta kullanılan hayvanlar, mücevherler ve ticareti yapılmayan kitaplar, kişinin hayatını kazanmak için kullandığı ekipmanlar zenginliğin zekatı konusuna girmezler. C. İslam ile Önceki Dinler Arasındaki İlişki Değişim beşeriyetin özünde vardır. Yeni insan ihtiyaçları ve istekleri insanoğlu yeryüzünde varolduğu sürece daima gelişerek artacaktır. Değişen zamanın ihtiyaçlarını karşılamak, gelişen toplumun arzularını tatmin etmek, iyi bir hayata rehberlik etmeye beşeriyeti muktedir kılmak için, Allah sırasıyla şu elçileri göndermiştir: Musa, İsa ve Muhammed. Bu yüzden İslam, yeni ve müstakil bir din değil, fakat beşeriyeti bilgilendirmek için Allah’ın Musa ve İsa’ya bildirdiği dinî ve dünyevî emirlerin zirvesidir7. Bu nedenle İslam, Judeo-Chiristian vahyinin 5 Bakınız, Abd al-Razak Nofal, Al-Zakat (Kahire: Supreme Council for İslamic Affairs, 1984), 7. 6 Bununla ilgili olarak Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur: “Oruç arz ile sema arasında askıdadı bırakılmıştır. Sadece sadaka-i fıtrın yerine getirilmesiyle semaya yükselir” Bakınız Abu Bakr Gaber al-Gxaeri Menhage (Kahire), 250-55 7 Kur’an’dan son ve evrensel din olarak İslam’ı refere eden bazı sureler bulabiliriz: “Ben sizin hepiniz için Allah’ın elçisiyim” (Araf: 7/157). “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve bir birinizle tanışıp anlaşmanız için sizi millet- 140 Dr. Nagaty SANAD halefi (varisi) ve son ifadesi olarak devam eder. Bundan dolayı İslam, Tevrat ve İncil tarafından ifade edilen dinî koşulları dikkate alır. Zimmilik olarak bilinen koruyucu bir sözleşme altında İslam ülkesinde yaşadıkları sürece, bu iki kutsal vahyin (ehli kitap) inananlarını da dikkate alır ve korur. Zimmiliğe göre, Müslüman bir ülkede yaşayan Hıristiyan ve Yahudiler dinlerinin pratiklerini yapma hakkına sahiptirler ve kişilik hakları hususunda Müslümanlarla eşittirler. Üstelik İslam ülkesi, bu koruyucu anlaşma altındaki zimmileri ve onların mallarını dıştan veya içten gelen saldırılara karşı muhafaza etmeye ve korumaya mecburdur. Bu uygulamaya karşılık, zimmilerden, bir İslam ülkesindeyken elde ettikleri gelirlerden yüzde ona varan, bir nevi vergi olarak toplanan cizye ödemeleri istenir. Şayet bir zimmi ülkeyi korumada Müslümanlara katılırsa daha sonra cizyeden muaf olur. D. Yer ve Kişi Koşullarında İslam Hukukunun Uygulanışı İslam hukukunun uygulanıp uygulanmayacağı şeklindeki bir soru bölgesel ya da kişisel kritere dayanır. Şayet bölgesel kriter dikkate alınırsa, buna göre, müslüman ya da gayri müslim olduklarına bakılmaksızın, müslüman ülke8 sınırları içindeki bütün insanlar İslam hukuku tarafından yönetilirler. Şayet İslam hukukunun uygulanması için kişisellik kriteri esas alınırsa, o zaman nerede olurlarsa olsunlar, bu hukuk sadece müslümanlara uygulanır. Müslüman araştırmacılar (İslam alimleri) bu problem üzerinde tartışıyorlar. Onların çoğu bu iki kriterin bir karışımını savunuyorlar. Bu yüzden, müslüman bir ülkede yaşayan gayri müslim domuz eti yeme, şarap içme gibi şeylerle ülkenin kurallarını ihlal ederse o kişi İslamî hükümlere göre cezalandırılır. Aynı zamanda, şayet bir müslüman gayri müslim bir ülkeyi ziyaret eder ve domuz eti yer veya şarap içerse, o da böyle fiilleri yasaklayan İslam hukukuna tabidir. Müslüman araştırmacıların çoğunluğu bu bakış açısını peygamberî söylem olan; “Onlar (zimmi) aynı hak ve sorumluluklara sahiptir” sözünü referans göstererek desteklerler. Diğer yandan, meşhur müslüman araştırmacılardan biri olan Ebu Hanife, İslam hukukunun, İslam ülkeleri sınırları içinde yaşayan müslümanlara has uygulanması gerektiğini söyler. Bu hüküm 8 lere ve kabilelere ayırdık. Allah katında sizin en üstün olanınız en iyi davranış içinde olanınızdır” (Hucurt: 49/13). Bir İslam ülkesi, Müslüman araştırmacıların çoğunluğunun görüşüne göre, nüfusunun çoğu Müslüman olan bir ülkedir ve hükümetlerinde çoğunluğu temsil eder?????? Bakınız M. Cherif Bassiouni, The İslamic Criminal Justice System (Ocean Publications, Inc., 1982), 3. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3 141 İslam ülkelerindeki gayri müslim ya da gayri müslim ülkedeki müslüman için uygulanamaz. Bu bakış açısı, İslam hukuku tarafından garanti edilen gayri müslimin9 dinsel hürriyetine bağlıdır. E. İslam-Teori ve Pratik İslam’ın pratik ve teorik yönü Muhammed ve ondan sonra gelen dört halife (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) zamanında aynıydı. Bu “doğru İslam” zamanıydı. Bu zaman esnasında İslam Arap ülkeleri arasında, Fransa ve İspanya içlerine doğru ve dünyanın diğer bölgelerine yayılmıştı. Zamanımızda İslam hukukunun pratiği, Kur’an, Hz. Muhammed’in sahih sünnetlerinde ve İslam hukukunun diğer geleneksel kaynaklarında tanımlanan teori ile özdeş değildir. Çünkü bir resmi din olarak İslam’ı dikkate alan devletler10 şeriatın (İslam hukuku) saf şekliyle aynı olmayan bazı pratikleri takip ediyorlar. İslam’ın günümüz pratiği doğru İslam’ın ideal teorisiyle belirsiz bir ilişkiye sahiptir. İslam tarihinin ilk dönemlerinde, özellikle İmam Ali’nin yönetimi sırasında müslümanlar yöneticilerin statüleri hususunda iki gruba ayrılmıştı: Sünni ve Şii. Müslümanların yüzde seksenbeş, doksanını temsil eden sünniler, müslüman yöneticinin müslümanlar tarafından seçilmesi gerektiğine inanırlar. Yöneticilerin Muhammed’in soyundan olması gerekmediği gibi bu yöneticilerin dine dayalı bir statüye (teokratik statü) sahip olduğuna da inanılmaz. Diğer yandan müslümanların yüzde on, onbeşini temsil eden şiiler, müslüman idarecinin Hz. Muhammed tarafından belirlenmesi ve onun soyundan olması gerektiğine inanırlar. İnsanlar ne yöneticilerin tayin edilmesi ne de görevden alınması hususunun tam bir peygamberî mesele olduğunu ifade etmiyorlar. (İran şiiliğin günümüzde geçerli örneğidir.) İslamî kuralların yorumlama ve uygulama alanında ve geçerli sonuçların bulunmasında sünnilikten dört ana mezhep ortaya çıkmıştır: Şafiî, Hanefî, Malikî ve Hanbelî. Bu mezheplerin hepsi, değişen zamanın yeni gereksinimlerini, ihtiyaçlarını ve arzularını karşılamaya uygun şeriat yapmak için Kur’an ve Hz. Muhammed’in sünnetinde yer alan genel kuralları kolaylaştırmak ve açıklamak için çaba sarf ettiler. Bu mezheplerin içinde, bazı konuların yorumlanması9 10 Daha fazla bilgi için, bakınız M. Abu Zahra, Crime anda Punishment in İslamic Jurisprudence: The Crime (Kahire, 1950), 329-44. Yirmiüç tane ülke ülkelerinin resmi dini olarak İslam’ı anayasalarında deklere etmiştir. Bunlar: Cezayir, Bahreyn, Mısır, İran, Irak, Ürdün, Kuveyt, Libya, Malezya, Maldive Adaları, Moritanya, Fas, Umman, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Singapur, Somali, Sudan, Suriye, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen Arap Cumhuriyeti