ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ Deniz GÜNEŞ Dr., İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Öğretim Elemanı e-posta: denizgunes8476@gmail.com Özet Alevi-Bektaşi inanç ve ibadet olgusunda müziğin ne kadar önemli ve olmazsa olmazlarından olduğu bilinmektedir. Öyle ki kendilerince kutsal bir yerde görülen ve inancın önemli bir bölümünü oluşturan On İki İmam anlayışı; aynı zamanda ritüelin uygulanmasında On İki Hizmet oluşumunu sağlamıştır. Bu hizmette inanç önderi olan “Dede”den sonra önemli bir yeri teşkil eden, müziğin ve sözel aktarımın sesli anlatımını yapan kişi “Zâkir”dir. İbadet esnasında ise zâkirin yaygın olarak kullandığı çalgı “Bağlama”dır. Tarihin farklı dilimlerinde yaşanan bazı sebeplerden ötürü yaşam alanlarını kırsal bölge olarak tercih eden Alevi toplumu, inanç bağlamında da kendi iç hiyerarşik yapısını zamanla kendisi oluşturmuştur. “Dede”lik, “Zâkir”lik, “Pir”lik, “Mürşid”lik, “Halife”lik gibi kurumların oluşumu ve bunun neticesinde gerçekleşen ibadet, gizlilik içerisinde ve “Cem” adı verilen bir erkân olgusu ile süregelmiştir. Bu bağlamda inanç ve uygulamaları gibi gizli tutulmuş olan müzik, yüzyıllar öncesinden bugüne kültürel kimliğin en etkin aracı olmuştur. Zira dinî toplantılarda inanç önderi tarafından ele alınan tarihsel ve inanç unsurları ihtiva eden sohbetler, yine zâkir tarafından icra edilen müzik ile paralel bir çizgidedir. Dede’nin muhabbetini, o konuya dair okuduğu deyiş ile bütünleyen/cevap veren zâkir, toplum içinde büyük saygı görür ve kimliksel bir ifadenin ürünü olan “Bağlama” ile varlığını gösterir. Dolayısıyla dedesiz cem, bağlamasız da zâkir olmaz. Alevi-Bektaşi müziğinde derin ifadelerin ve semiyolojik yaklaşımların ortaya çıktığı anlatı biçimine de rastlanır. Anahtar Kelimeler: Alevi-Bektaşi, Alevi müziği, kültürel kimlik, zâkir, bağlama (saz). Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 55 | THE ROLE OF MUSIC, ZÂKIR AND BAĞLAMA IN EXPRESSION OF THE ALAWITE-BEKTAŞI CULTURAL IDENTITY Abstract In Alevi-Bektaşi belief and worshipping fact it is widely known that the music is indispensible. Such that the notion of Twelve Imams that is placed at a sacred level and comprises an important part of the belief; has provided the Twelve Services in the application of the rituel. In this belief the person who expresses the music and the verbal transfer and comes pursuant to the belief’s leader “Dede” is has an important place is called “Zâkir”. During the worshipping the most widely used instrument by the Zâkir is “Bağlama”. The Alevi society with regards to their beliefs has developed their own domestic hierarchy as they preferred to dwell in the rural areas due to certain reasons encountered during various time phases of the history. The development of the institutions like “Dede”ism, “Zâkir”ism, “Pir”ism, “Mürşid”ism, “Caliph”ism and the worshipping arisen as a result of these, has continued to be secretly executed with the fact of high officials. In this regard, their music, that has been kept a secret as in their beliefs and applications, has been the most efficient means of their cultural identity from the centuries back till today. Because, the coversations comprising of historical and belief aspects conducted by the leader of the belief during the religious meetings, is in a parallel line with the music conducted by the Zâkir. The Zâkir who supplements/answers with the folk poem related to the Dede’s friendly chat, demonstrates his existence with his ”Bağlama” that is higly revered by the general society and is a product of expression of identity. Therefore, no Cem is considered without the “Dede” and no Zâkir without the “Bağlama”. In Alevi-Bektaşi music the kind of narration, with deep expression of recitations and semiology it is also encountered. Keywords: Alevi-Bektaşi, Alevi music, cultural identity, Zâkir, Bağlama (Saz). Giriş Yüzyıllar boyunca, insan topluluklarının ve kültürel oluşumların sosyal hayattaki yerini ve değişimlerini takip etmek hiç de kolay olmamıştır. Farklı coğrafya ve bölgelerin kendine ait yaşantısını düzenleyen gelenek yapılarının korunup geleceğe aktarılmasında ise birçok yöntem ve araç kullanılmıştır. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 56 | DENİZ GÜNEŞ Geçmişten günümüze yazılı belgelerden ziyade daha çok sözlü olarak aktarılmış olan kültür verileri, zamanla ifade ettiği toplum ve bireyleri tarafından aynı yöntemle, yüzyıllar boyu akışını devam ettirmiştir. Bir toplumun inanç yapısı, gelenek ve adetlerin devamlılığı, toplumsal birliği sürdürebilme eylemleri; kültürün ayakta durmasına karşı verilen çabayla ilintilidir. Bu bağlamda Alevi-Bektaşi toplumunun dinî ve din dışı öğretilerinde (yaşam tarzı/felsefe) yazılı kaynaktan ziyade sözlü aktarımın ön planda olduğunu ve yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan yol/sürek kavramlarının bu çerçevede şekillenip aktarıldığını söyleyebiliriz. Nitekim toplumların inanç yapıları, tarihî, dinî, ideolojik ve siyasi anlayışında oluşan müzik, duruşlarını sergilemede önemli bir yer tutmaktadır. Bu duruş, aynı zamanda sosyal olguların korunması ve toplumsal birlikteliğin oluşmasında da rol üstlenmektedir. Todor Dijidjev, toplumsal birlikteliğin yanı sıra, müzik ile milli beraberliğin ve değerlerin öne çıktığını ifade eder. Ona göre toplumların üretmiş olduğu müzik, yalnız yaratıcılarının etnik mensubiyetine göre değer kazanmamaktadır. Zira onun bütün ideolojik, duygusal, müzikal ve artistik tabiatta milli bir eser olarak isimlendirilebildiğinde ülkesinin müzik kültürüne ve dolayısıyla dünya müzik kültürü için gerçek anlamda önem kazandığı görüşündedir (Dijidjev 2003: 78). Genel ifadeyle bireysel üretim topluma, toplumdan kendi ülkesinin müzik kültürüne, kendi ülkesinden ise dünya müziğine katkı sağladığı anlaşılmaktadır. Bu durum kendi ülkemiz için de geçerlidir ki Anadolu coğrafyasında varlığını sürdüren farklı inanç ve kültüre sahip birçok toplum mevcuttur. Türkiye sınırları içerisinde müziği ve toplumları ele aldığımızda çok renkli bir tablo ile karşılaşırız. Bu renklilik aynı zamanda toplumların (bağlı bulunduğu inanç yapısı ile) gelenek yapıları ve ideolojisini bozmadan farklı kültürlerin de etkisinde kalmış olabileceğini gösterir. Etkileşim neticesinde insanlar, kendi öz değerlerinin yanı sıra, kendi kültürlerini değişik bakış açılarıyla yorumlamaya ve zamanla anlamaya çalışırlar. Bu bağlamda Ayten Kaplan, Kongurca ve Türkali Köyü Tahtacı Cem Törenlerinde Erkân isimli yazısında kültür ve öğelerini şu ifadelerle açıklamıştır: Kültürel biçimlerde, olgularda ortaya çıkan kavram ve değerlerin açığa çıkarılmasıyla; toplumsal ve tarihsel değişmenin niteliği ortaya çıkar. İnsanın nasıl düşündüğü, duyduğu, yaptığı, istediği, insanın kendisine nasıl baktığı, özünü nasıl gördüğü, değerlerini, isteklerini nasıl düzenlediği hususları kültürün ögeleridir (Kaplan 2005: 13). Kaplan, kültür biçimleri ve değerlerinin ön plana çıkmasıyla tarihsel değişime vurgu yapmaktadır. Burada müziğin önemi ve kültürel yaklaşım ön plandadır. Zira kimliklerin belirleyici unsurları arasında sayılabilecek en önemli olgu; müziktir. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 57 | ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ Bu bağlamda her toplum kendi inanç, siyasi ve sosyal yapısını ortaya koyan müzikleri inşa etmiştir. Kimliğin yanı sıra, aynı zamanda kültürel ögelerin öne çıkmasında da müzik temel alınmıştır. Kimlik kavramına girmeden evvel kültürün toplum için ne ifade ettiği sorusuna cevap bulmamız gerekir. Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür adlı kitabında kültürün ve gelenek içindeki yeriyle ilgili şu açıklamaları yapmaktadır: Sosyal miras ve gelenekler birliği olarak: Kültür, varlığımızın yapısını (ilişkilerini) belirleyen, sosyal bir süreçle öğrendiğimiz uygulama ve inançların, maddi ve manevi ögelerin birliğidir. Geniş anlamda eğitim olarak: kültür, toplumsal olarak öğrenilen ve aynı yoldan yeni kuşaklara aşılanan davranış örüntüleri ya da kalıplarıdır (Güvenç 2005: 100). Farklı bir bakış açısıyla kültürü tanımlayan Erman Artun, Halk Kültürünün Uluslararası İlişkilerde Ülkelerin Tanıtımına Katkısı başlıklı bildirisinden şu ifadelere yer vermiştir: Kültür, bireyin toplumun bir üyesi olarak iletişim kurmasına, belirli davranışları ve olayları yorumlamasına ve değerlendirmesine yardımcı olan değerler fikirler ve semboller dizisidir. Kültür, insanların yarattığı değer sisteminin ahlak, sanat, sembol, inanç, gelenek ve göreneklerin karışımı olarak tanımlanır. Bu sınıflandırmalar ulusal, dinsel, tarihsel, coğrafi vb olabildiği gibi; genel kültür, halk kültürü gibi sınıflandırmalar olabilmektedir (Artun 2003: 18). Bu iki tanım neticesinde, toplumların fikri, siyasi, içtimai ve sosyal olarak bütünlüğünü sağlayan temel olgunun kültür olduğunu söyleyebiliriz. Müzik, toplum içerisinde varlığını sürdüren ve kendi siyasi-inançsal kimlikleri doğrultusunda bireysel tutumlarını gelecek nesillerine aktarmada kullanılan etkin bir araçtır. Dolayısıyla kültür ve kültürün toplum üzerindeki rolü, bireysel ve toplumsal alanda da işlevselliğini göstermekte; kimliğin oluşumu ve algılanmasında etkin bir rol oynamaktadır. Bu anlamda “kültürel kimlik”, Bedriye Poyraz’ın ifadesiyle “olma” sorunu olduğu kadar “oluşma” sorunudur. Geçmişe ait olduğu kadar geleceğe de ait olduğunu ifade eden Poyraz, kültürel kimliklerin yer, zaman ve tarih değiştiren bir şey olarak bir yerlerden geldiklerini ve tarihlerinin olduğunu ifade eder. Poyraz, Direnişle Piyasa Arasında: Alevilik ve Alevi Müziği adlı çalışmasında, kültürel kimlik ve Alevi kültürü ile ilgili bağı şu şekilde açıklamaktadır: Kültürel kimlik, uygun deneyimler, ilişkiler, mevcut sembol ve fikirler doğrultusunda sürekli yapılanmakta ve yeniden inşa edilmektedir. Bu anlamda, tıpkı Alevilikte olduğu gibi, kültürün tercih edilen öğelerden birini ya da birkaçını birlikte içerebilmektedirler. Üstelik bu kültürel kimlikler, durağan, Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 58 | DENİZ GÜNEŞ yani bir kez kurulmuş ve bir daha değişmeyen mutlak kalıplar olmaktan çok birbiriyle etkileşim içinde olan, değişen, gelişen kültürel birlikteliklerdir. Müzik, toplumların kültürel kimliğinin inşasında, onaylanmasında ve pekiştirilmesinde önemli bir simgesel rol oynar (Poyraz 2007: 75-76). Poyraz’ın bu açıklamasında da anlaşıldığı üzere, Alevi-Bektaşi kültürel kimliğinin öne çıkması ve yüzyıllar öncesinden bugüne taşınmasında müziğin ne denli önemli bir yerde olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Özellikle tarihsel inanç verilerinin, sosyolojik olguların oluşumu ve ibadet unsurlarının sürek içinde değerlendirilmesi, bu müziğin büyük hacmini oluşturan şiirsel yapıyla ilintilidir. Sözlü aktarımı1 gerçekleştiren kişinin yalnız zâkir (âşık, âşık baba, güvende, sazende…) değil, inanç önderi olan “Dede”nin de olduğu görülür. Dede, bazı durumlarda zâkirlik hizmetini de üstlenen kişidir2. Yani dede, hem cemin kural ve kaideleriyle akışını sağlarken bir yandan da halkın aydınlanabilmesi için kendi söylemlerini çalıp okuduğu deyişle tasdikleyen, açıklayandır. Geleneksel Türk Halk Müziği’nde de olduğu gibi kendi âşıkları yoluyla sözlü kültürü, aldığı/edindiği bilgi doğrultusunda koruma ve sonraki kuşaklara en doğru şekliyle aktarma yöntemleri, bu kültürün canlı kalabilmesine sebep olmuştur. 1. Müziğin Etkin Kullanım Alanı Olarak “Cem ve Zâkir” Olgusu Alevi-Bektaşi inancında bir olmak, bir araya gelmek ve tevhid ile ibadet olgusuna başlamak, yılın belirli dönemlerinde yapılan cemlerle özdeştir. Cem; on iki hizmetin yürüdüğü, yol-süreğin işlediği, muhakemenin yapıldığı, inanç içinde önemli olan şahsiyetlerin tüm özelliklerinin sözel ifadelerle aktarıldığı/anlatıldığı yerdir. Dede’nin açtığı muhabbeti, zâkirin çalıp okuduğu deyişle sürdürmesi, bir taraftan muhabbetin/sohbetin saatlerce uzamasına neden olurken diğer yandan bu anlatıları cemaatin aklında resmederek kalıcı bir hâle sokmasına sebebiyet verir. Kitle iletişim araçlarının olmadığı dönemlerde, cemlerin sohbete ve muhabbete dayalı 1 Sözlü anlatımlarda daha çok Aleviliğin oluşumu ve tarihsel verilerin yanı sıra inanç içinde değer gören şahsiyetlerin yaşamları, cenkleri, kişiliklerinden bahsedilir. Bunun yanı sıra toplumun yaşam tarzı ve karşılaştıkları zorlukları anlatan ifadeler yine halk arasından çıkan şair, ozan, âşık, zakir ve geçmişte de farklı isimlerle (kam, bakşi, bahşi, şaman vs) anılan kişilerce günümüze bir gelenek şeklinde ulaştırılmayı başarmıştır. Ali Yaman, sözlü geleneğin ve aktarıcılarının zaman içindeki oluşum ve önemini Alevîlik ve Kızılbaşlık Tarihi adlı kitabında şu şekilde açıklamıştır: Gerek Bektaşi gerekse Kızılbaş olarak bilinen toplulukların Anadolu ve Balkanlar’da Türk Halk İslam’ı olgusu ile bağlantılı olduğu şeklindeki yaklaşım genel olarak konuyu açıklamaktadır. Orta Asya’da Türkler arasında şekillenen ve bugün dahi izlerini görebileceğimiz bu anlayışın anlaşılabilmesi gerek eski Türk inançları, gerekse Sufilik ile ilgili gelişmelerle yakından ilişkilidir. Eski ozanlar gibi halk arasında dolaşan ata, baba unvanlı ve zamanla efsanevi nitelik kazanmış şahsiyetlerin büyük rolü vardır (Yaman 2007: 98). 2 Alevilikte “Seyyid” soyundan gelen kişi/kişilere “Dede” denir. Her Dede’nin tabi olduğu ocak vardır. Bu ocaklara bağlı olan ve seyyid soyundan gelmeyen kişiler ise “Talip” olarak adlandırılır. Belli bir ocağa bağlı olup ancak ocağın bulunduğu il sınırlarından uzak olan talip yerleşimleri mevcuttur. Dolayısıyla Dede, yılın belli zamanında gerçekleşen “Görgü/Sorgu Cemi”nde bu köy/ kasabalara gidip sorgusunu yapmakla mükelleftir. Bu tür cemlerde Dede, kendi cemlerinin müziklerini/deyişlerini (semah, duvaz, tevhid vd.) bilen ve Oniki hizmetin yürümesinde kendisine kolaylık sağlayacak zakiri yanında götürür. Ancak geçmiş dönemlerde bu özelliklere sahip zakirin bulunması çok kolay bir iş değildir. Zira inanç ve ibadetin uygulama kısmında sorun yaşayan halk, toplumun içinden bu inanca hizmet edebilecek hizmetli bulmak ve yetiştirmekte sıkıntı çekmiştir. Bundan ötürü zakirliğe heves eden kişiyi bulmak ve onu yetiştirmek, edep/adap öğretmek bir hayli problemli olduğunda, çoğu zaman hem dede hem de zakirlik görevini bir kişi üstlenmiştir. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 59 | ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ bölümlerinin çok uzun işlendiğini dile getiren Alican Yıldırım, burada ‘senlik-benlik’ olmadığını ve sohbette geçen konuyla ilgili bilgisi olan her kâmil kişinin söz aldığından bahsetmiştir. Bir nevi bilgi alışverişinin işlendiği muhabbetlerin sabaha kadar dinlendiğini ifade eden Yıldırım, bu sohbetlere dünyanın kündünden (kuruluşundan) başlandığını söylemekte ve konuyu şu şiir örneğiyle bütünlemektedir (Görüşme: Alican Yıldırım, 11 Ocak 2011, İstanbul/Okmeydanı): Cihan derya iken âlem su iken Arştan yeşil kandil nur inmedi mi Zöhre yıldızından kırkbin yıl evvel Kuduretten bir top nur inmedi mi Onur idi üç mürşidin atası Allah âşık Muhammed’tir putası Allah Muhammed Ali’den ötesi O zaman üç güruh bir olmadı mı Sözlü geleneğin bu denli etkin olmasını Alevilerin yüzyıllarca sosyal ve siyasal nedenlerden ötürü, kırsal alanda kapalı toplum yaşantısı sürmek durumunda kalmalarına dayandıran Ali Yaman, bu durumun doğal bir sonucu olarak kendine özgü sözlü bir anlatım geleneğinin oluştuğunu ifade etmektedir (Yaman 2007: 29). Buna paralel olarak Anadolu Aleviliğinin bölge ve coğrafyalara göre farklı isimlendirilmesi3, müzikal ifadelerin ritmik ve ses dizgeleri üzerindeki değişiklikler, cemin ibadet kısmında icra edilen ve inancın temelini oluşturan “Kırklar” olgusunda okunan mihraçlamanın farklılığı4, On iki hizmetin sürdürülmesinde görülen sıralama veya uygulama farklılıkları, “yol bir, sürek binbir” ifadesinin çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla bu farklılıklar, cemlerde çalınıpokunan müziklerin tür ve çeşitlerinin zenginleşmesine ve cem içinde olduğu kadar dışında da icra edilmesine zemin oluşturmuştur. 3 Belli nedenlerden ötürü birbirinden kopuk ve habersiz yaşayan Anadolu’daki Alevi toplumu için de bu farklı isimlendirmeler ortaya çıkmıştır. Bu isimlendirmeler toplumun uğraştığı iş alanıyla ilgili olduğu kadar, bulundukları coğrafyanın etkilendiği inanç ve ideolojilerle de paraleldir. Örneğin; güney/güney doğuya inildiğinde (Hatay, İskenderun, Tarsus…) “Arap Alevileri” veya “Nusayriler” olarak adlandırılan Alevi grupları vardır. Bunların dışında, Türkiye sınırları içerisinde hemen tüm bölgelerde (özellikle Cumhuriyet dönemi sonrası) farklı kimliklerle yaşantısını sürdüren, inanç ve geleneklerini devam ettiren Kürt (kırmanç), Zaza ve Türkmen olarak isimlendirilen toplumlar da mevcuttur. Değişik isimlerle adlandırılan fakat farklı kimlikler çerçevesinde aynı inanç yapısının devam ettirildiği görülmektedir. Bu bağlamda Nail Yılmaz, Anadolu dışında kalan ve Hz. Ali taraftarlığından ötürü diğer ülkelerdeki isimlendirmeleri Kentin Alevîleri adlı kitabında şu şekilde açıklamıştır: … Öte yandan Alevilik kavramı Pakistan’da “İsmailî”, İran’da “Caferî”, Mısır ve Yemen’de “Zeydi”, Suriye’de “Nusayri” mezhebi anlamında kullanılmıştır (Yılmaz 2005: 32). 4 Alan çalışmamız esnasında değerli bilgiler aldığımız Âşık Cemal Hakiroğlu, bir görüşmemizde; “Cemde Feyzullah Efendi mihraçlaması, Şah Hatayi mihraçlaması ve Amasyalı Hamdullah Efendinin mihraçlamasını zakirin bilmesi” gerektiğini söylemiştir (Görüşme: Ali Rıza Aykul; Aziz Koçak ve Cemal Hakiroğlu 20 Mayıs 2010, Zile Merkez, Aziz Koçak’ın evi). Buradan da anlaşılacağı gibi tek bir mihraçlama örneği yok. Tokat/Almus/Varzıl kasabasından olan İrfan Çoban, bu konuyla ilgili bölgesel farklılığa hatta aynı il sınırlarındaki farklı Alevi gruplarının cemlerinde okudukları mihraçlama icrasını şu şekilde aktarmaktadır (Görüşme: İrfan Çoban, 16 Ekim 2009 ve 06 Ocak 2010, kendi evi, İstanbul/Sultanbeyli): “Sofiyan cemlerinde Şah Hataî’nin -Geldi Cebrail buyurdu- mihraçlamasını okurlar. Bektaşiler ise cemlerinde -Kün dedi yarattı arşullahı- mısrasıyla başlayan mihraçlamayı okurlar”. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 60 | DENİZ GÜNEŞ 2. Göç Olgusu ve Merkezde Karşılaşılan Kimlik Sorunu Kapalı ve içe dönük yaşam olgusu, büyükşehir ve il merkezlerine yapılan göçlerden sonra karşılaşılan bir kimlik problemi olarak süregelmiştir. Öyle ki 1990’lı yılların başına kadar, Alevi inancına haiz olan bir kişi inancını açık bir şekilde açıklayamıyordu. Bu tarihlerden itibaren cereyan eden bir dizi olaydan ötürü kimliklerini her alanda gösteriyor olmaları, gecikmiş bir benliğin dışa vuruluşunun yanında, “bizden-sizden” kavramının da öne çıkmasına sebep olmuştur. Bu durum özellikle kırsaldan merkeze göçün neticesinde ortaya çıkan bir olgudur. Hiçbir toplum kendi arasında ayrı veya öteki olmayı, kendi ulusal kimliğinde bir bütün iken ayrı yaşamayı istemez. Zira siyasi çerçevede tanınmayan bir inanç ve doğal olarak bu inancın süreğini gerçekleştiren toplum, bu tutumlar karşısında kendini savunmak amaçlı “bizden” kavramını çıkarmıştır. Özellikle Cumhuriyet döneminden sonra kırsal alandan şehir merkezlerine ve büyükşehirlere yapılan göçler, kültür ve kimlik sorununu da beraberinde getirmiştir. Köy ve kasabalarda dahi büyük bir gizlilik içerisinde inançlarını devam ettirmeye çalışan Alevi toplumu, büyükşehirlerde özellikle ibadet mekânı anlamında sorun yaşamıştır. Kırsal alanda olduğu gibi büyükşehirlerde de cem yapmak için ilk başlarda büyük evlerin tercih edildiği bilinir. Bu durum son 20-25 seneden beri artık cemevlerinin yapılmasıyla bir nebze özgür alanlara taşınmıştır. Alevilik, kent ve şehir merkezinde tam anlamıyla tanınmadan önce var olan müzik ve geliştirip bugüne taşıdığı gelenek içerisinde kendini ifade etmiştir. Yani kentsel yaşama geçmeden evvel ibadet ortamında ele alınan müzik pratikleri, büyük şehirlerdeki en etkin kimlik göstergesi olmuştur. Müzik, Aleviler için yalnız kimliğin bir göstergesi değil, aynı zamanda yaşam tarzı ve inanç ögelerinin de anlatıldığı sözel aktarım aracıdır. Bu bağlamda zâkir ve zâkirin aktarımını gerçekleştirdiği müzik, tanınmayan inancın farkındalık yaratması ve kültürel kimliğin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Alevi toplumu üzerinde büyük ilgi toplayan ve muhtelif dönemlerde gerek dinî gerekse dernek/vakıf toplantıları şeklinde gerçekleşen etkinliklerin tümünde müzik ve dolayısıyla zâkirler/âşıklar başköşeyi almıştır. Sonrasında ise Alevi sanatçıların yaptığı kaset/albümlerin müzik piyasasında yerini almasıyla başlayan bir dönemden söz edilebilir. Ses kayıt ve dinleme cihazlarının olmadığı dönemlerde gezici veya belli bir mahalde varlığını gösteren, halkın sözcüsü olmuş ozanlar/âşıklar, kültürel kimliğin farkındalık yaratmasının başladığı ilk dönemlerin hem şahitleri hem de farkındalığı yaratan kişileri olmuşlardır. Büyükşehir ve kırsal alandan ilçe merkezlerine gerçekleşen göçün neticesinde karşılaşılan farklı kültürler karşısında duruş ve kimliklerini yansıtmaya çalışan Aleviler, dönem dönem kendilerini ifade etmekte zorluk yaşamışlardır. Bu tutumu Bedriye Poyraz, yaptığı bir değerlendirmede dönemsel olarak ele almıştır. Cumhuriyet döneminden sonraki siyasi yaklaşımların ön planda olduğuna ve bu yaklaşımların Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 61 | ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ toplum üzerindeki etkisine değinen Poyraz, özellikle Alevilik ve müziğinin kamusal alana çıkışını, yarattığı etkiyi ve muhafazakâr devlet kurumlarıyla kendilerini özdeşleştirme bağlamında en önemli örneğini her yıl düzenlenen Hacı Bektaş Veli Şenlikleri’nden vermektedir. Burada medya ve siyasi iktidarın tavır ve politikaları üzerinden inceleme yapan Poyraz, Direnişle Piyasa Arasında: Alevilik ve Alevi Müziği adlı çalışmasında üç döneme ayırdığı örneği şu şekilde aktarmaktadır: 1975-80 döneminde tahmin edileceği gibi devlet, bu şenliklere destek vermek şöyle dursun katılan ozanları tutuklamakta hatta şenliklerin yapılmasını yasaklayarak engellemektedir; yani bu dönemde devlet, Hacı Bektaş Veli Şenlikleri’ne sadece polis gücü ile katılmıştır. Ancak 1985-90 döneminde yavaş yavaş olumlu değişiklikler olmuştur ki bunların başında, ANAP’lı dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in bakan olarak destek vermesidir. 1995-2000 döneminde ise Hacı Bektaş Veli Şenlikleri, artık devletin en üst düzey katılımı ile devlet protokolünün gündeminde yerini almıştır (Poyraz 2007: 117-118). Görüldüğü üzere zamanla ılımlı bir yaklaşımın sergilendiği ve tanınmaya başlanan bir şenliğin varlığından bahsedilmektedir. Tanınmaya çalışılan yalnız şenlik değil, aynı zamanda şenliğin katılımcı ve düzenleyicisi olan Alevi-Bektaşi toplumunun da gerek kamu gerekse devlet iradesince tanınmasıdır. Bu sürecin devamında müzik piyasasında yer alan albümler, toplumun birlikteliği ve kimliğin farklı kültürler içinde farkındalık yaratması anlamında önem kazanmaktadır. 1980’li yıllarda Arif Sağ, Yavuz Top, Muhlis Akarsu, Musa Eroğlu gibi sanatçıların birlikte seslendirdikleri “Muhabbet” adlı kasetlerin seri olarak piyasaya çıkması, bahsettiğimiz toplumsal birlikteliğin ve kültürel kimliğin ön plana çıkmasını sağlayan ögelerden en etkilisidir. Köy dernekleriyle başlayan ve sonrasında vakıf ve federasyonlarla devam eden süreç, küreselleşmenin getirisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Son çeyrek asırda ise kitle iletişim araçlarının (Radyo, TV, Net, Dergi, Gazete vs.) ortaya çıkışı ve artması, kültürel kimliğin ve aidiyetin herkesçe bilinmesi-tanınması amaçlı yapılan adımlar olmuştur. Cumhuriyet döneminden sonra başlayan Halk Türkülerini derleme çalışmaları ve sonrasında TRT’nin denetimden geçerek arşivlenen ciddi sayıda Alevi müziği vardır. Özellikle Muzaffer Sarısözen ve Nida Tüfekçi gibi duayen müzik adamlarının çabaları, günümüzde TRT ve birçok yayın kuruluşunda bu eserlerin icra ediliyor olmasının önünü açmıştır. Devletin yayın organı olan TRT’nin Alevi müziklerini halkla buluşturması, çok önemli bir husustur. Zira inanç ve ibadete yönelik kelimelerin sözler üzerinde değiştiriliyor olması -sansürlemek5-, bu müziği siyasi otoritenin inanç dairesinin dışında gördüğü ve değerlerinin tam olarak tanınmadığının6 Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 62 | DENİZ GÜNEŞ göstergesi de olmuştur. Aslında Alevi müziği başlı başına bir sorun olmaktan öteye gidememiştir. Sözlerin sansürlenmesinin yanında, eserlerin yasaklanması, müziği icra edenlerin de temkinli davranmak zorunda kalmaları, Alevi kültürel kimliğinin üzerindeki baskıyı da özetlemektedir. Bahsi geçen engelleme ve yasaklamalardan veya geleneklerinin tümünü özgür olarak aktarabilme anlayışından ötürü bir takım icraatlar göze çarpmaktadır. Örneğin; günümüzde Alevi kuruluşu olan televizyon veya radyo kanallarıyla halkına ulaşan bir medya anlayışı ortaya çıkmıştır. Bunun yanında düzenli yayınlar ve dergiler aracılığıyla, gelişen olayları okuruna ulaştıran yayın organları varlık göstermiştir. Derneklerin akabinde yurt içi ve yurt dışında kurulan vakıf ve federasyonlar; organizasyon, örgütlenme, birlik, ibadet gibi işleyişin organizma görevini üstlenmiştir. Bu dernek, vakıf ve federasyonların kendi internet sayfaları üzerinden yayınlarını yapıyor olması ise sosyal medyanın da gücünün etkin olarak kullanıldığını göstermektedir. Bahsettiğimiz kitle iletişim araçlarının tümü, kırsal alandan merkeze yerleşmiş olan halkın gereksinimleri doğrultusunda planlı veya plansız olarak ortaya çıkmıştır. Merkezdeki yaşam, kırsala göre daha dağınık ve kopuk olduğundan, bir nebze halkın birlikteliğini sağlamak amaçlı bu oluşumlara ihtiyaç duyulmuştur. 3. Müzik, Zâkir ve Bağlama Alevi toplumu gerek kırsalda gerekse merkezde, geçmişten ‘sır’ olarak emanet aldığı inanç ve müziğini, büyük bir değerle günümüze taşımıştır. Anadolu Aleviliğinde görülen müzik ve özellikle bağlama çalgısı, bu inanca yakın ancak değişik isimlerle karşımıza çıkan topluluklar arasındaki büyük farkı da ortaya koyar. Belki de ibadet esnasında kullanılan müzik, ibadetin kendisi gibi saklı/gizli tutulduğu için günümüze ulaşan en doğal ürünlerin ve kimliğin öne çıkmasındaki temel olgu sayılmıştır. Tabii ki müziği icra eden zâkir kadar, icra ettiği müziğin sözlerini/şiirini yazan ozanlar da son derece önemli yere konulur. Yani Alevi kültürel kimliğinde müzik, zâkir ve bağlama bir bütündür. Müzik, ibadet içinde olduğu kadar dışında da muhabbetlerin7 kaynağı, halka yol gösteren ve öğreticidir. Alevi müziği, her ne kadar dinî ve inançsal verilerin işlendiği bir müzik türü olsa da –tüm tür ve çeşitleri bu açıklamaya 5 İnanç içinde önemli unsurları simgeleyen tabirlerin yerine farklı dolgu ve tamlama cümlelerinin kullanıldığı bilinmektedir. Örneğin “Ali” yerine “dost” tabirinin kullanılması, Kerbela, On İki İmam/hizmet, Kırklar vb. tabirlerin kullanılmaması gibi. 6 Türkiye’de Alevi müziği olgusunun, tıpkı Alevilik gibi uzun yıllar ‘yeraltında’ yaşamak zorunda bırakıldığının altını çizen Bedriye Poyraz, Alevi kimliği ve müziğinin kamusal alana çıkışını şu ifadelerle dile getiriyor: Alevi kimliği ve müziğinin kamusal alana çıkış serüvenini anlatırken bütün zorluk ve baskılara karşın, çeşitli yöntemlerle çoğaltılarak illegal olarak satıldığı ve dinlendiği gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerekir. Maraş, Tunceli, Sivas, Tokat ve diğer birçok ilde gizli olarak kaydedilip satılan Alevi kasetlerinin varlığı ya da Alevi toplumu arasında böyle bir olgunun yaygın olarak pratik edilmesidir (Poyraz 2007: 139). 7 Muhabbet kavramı genel olarak üç şekilde ele alınmaktadır. İlki, cemin başında ve sonunda âşıklar arasında yapılan müzikli sohbet; ikincisi dede ve zâkir arasındaki dinî konunun derinliğine inilmesi, üçüncüsü ise yola girecek gençlerin bilgi sahibi olması için düzenlenen muhabbetlerdir. Hubyar dedesi ve zâkiri olan Âşık Alican Yıldırım, “muhabbet” kavramı ile ilgili bize şu bilgileri aktarmıştır [Görüşme: Alican Yıldırım, 11 Ocak 2011, kendi evi, İstanbul/Okmeydanı]: “Muhabbetin açılacağı konunun, kaynağını okunan deyişten alması gerektiği gibi bir sınırlama ve katî bir kural yoktur. Geçmişten günümüze gelen, anlatı şeklini almış yol uluları veya önderleriyle ilgili söylencelerden, destanlardan da yola çıkılarak muhabbet derinleştirilebilir. Muhabbetin bir diğer kaynağı ise, cemde bulunan canların merak ettiği konu üzerine, dedeye sorulan soru ile açılır. Merak edilenler veya çok iyi anlaşılmamış inanca bağlı konular detaylı bir şekilde konuşulur”. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 63 | ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ dâhil olmayabilir- halk müziğinden ayırmak imkânsızdır. Zira inanca yönelik üretimde veya icrada bulunan kişi, toplumsal ve sıradan olgular üzerine konuları da işleyebilir. Dolayısıyla halkın ürettiği ve o toplumun taşıyıcıları tarafından gelenekselleşip akışı sağlanan müzik kültürü, yine o toplumun “folklorik oluşum süreci”ne paralel geçişini sürdürmektedir. Yani farklılaşan tüm kültürel ögeler ve müzikal tınıların değişimi veya zamanla yeni algılamaların var olması, müzikal ifadelerin de zaman içinde sabit kalmamasına neden olabilmektedir. Bu duruma açıklık getirmek gerekirse ibadet esnasında zâkirin sunduğu performansın, daha önceki zamanlarda vokal ve sözel anlatıda etkin olmasına karşın günümüzde artık çalgı icra teknikleri, kullanılan çalgı, vokal ağız özellikleri ve üsluplarıyla da fark yarattığını görmekteyiz. 4. Kültürel Kimliğin Simgesi Olarak “Bağlama” Cem, zâkir ve dede olgusundan sonra önemli bir yerde tutulan ve saygı gören bağlama (saz), cem içi ve cem dışı müzikal icralarda özel bir kimlik kazanır. Cemlerde, zâkir tarafından çalınıp okunan deyişlerin önemli bir kısmı, Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerin şiirsel yapısını ihtiva eder. Bu bakımdan çoğu kez karşılaştığımız “telli Kur’an” söylemi, bağlamanın kutsal bir çalgı olarak saygı görmesine neden olmuştur. Çünkü zâkir, Kur’an ayetlerinde geçen söylemlerin, ozanlarca şiirleştirilmiş olan kısmını Türkçe olarak sazıyla okuyup çalar. Dolayısıyla zâkirin her bir kelamı, Allah’ın kelamı olarak düşünüldüğünden büyük bir saygı ve sessizlik içerisinde dinlenir. Sazın dik asılması, başköşede olması, icra edilsin edilmesin evlerde muhakkak var olması, sazın anatomik yapısına simgesel yaklaşımlarda bulunulması vb. yaklaşımlar, kutsaliyetin bir yansıması olmuştur. Zâkirsiz cem olmayacağı gibi, sazsız da zâkirin olmayacağı ortadadır. Bu bağlamda Nejat Birdoğan, Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik adlı eserinde, halkın simgeleştirdiği ve farklı kimlik kazandırdığı bağlamanın yorumunu şu şekilde vermektedir: Alevilere göre sazın teknesi gizli bilimleri ve Tanrıyı bulmaya yarayan bir hazinedir. Bundan dolayı buraya ‘ilim şehri’ derler. Göğüs kısmı olmazsa sesler çıkmayacaktır. Ayrıca bu göğüs kısmı, teknedeki bilimin bozulmasını, yitip gitmesini önleyen kapıdır. Sazın göğsüne ‘kapı’ derler. Eşik, Alevilkte zaten kutsaldır. Sazın eşiği bu nedenle ayrı bir önem taşır. Sap, ‘elif’ biçimindedir. Elif ise Allah’a ve Ali’ye değinmek olduğu için kutsallığı üzerindedir. Sazın karar perdesi olan ‘la’ sesi, ‘şah perdesi’ adını taşır. Aranağmeleri bulmaya çalışan ‘fa, sol, la’ seslerinden ilk ikisi ‘anımsatma’ ve ‘arama’ perdeleri olduğundan, ‘niyaz perdesi’ adını alır (Birdoğan 2006: 438). Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 64 | DENİZ GÜNEŞ Cemlerde zâkirlik yapan âşıkların hemen hepsi bir ustaya bağlıdır. Cem ve müzikli muhabbetlerde yetişen zâkirler, yolun incelikleri ve esaslarının yanı sıra kullandıkları çalgının da icrasının temel özelliklerini ustasından öğrenir. Bilhassa demelerde verilmek istenen mesajın ustaca aktarılması, yine usta-çırak ilişkisine bağlı bir olgudur. Âşıklar için çalgının bir ilham vasıtası olduğu kadar, aynı zamanda onlara kimlik veren bir aksesuar görevi gördüğünü belirten Süleyman Şenel, zihinlerindeki deyişleri hazırlarken de dinleyenleri oyalama görevinin büyük bir bölümünün çalgıya düştüğünü belirtmektedir. Bu bağlamda kullanılan bağlama çalgısına orgonolojik ve semiyolojik8 yaklaşımları ile farklı bir yorum katan Şenel, Kastamonu’da Âşık Fasılları (Tür-Çeşitler-Çeşitlemeler) adlı iki ciltlik eserinin I. cildinde şu bilgilere yer vermiştir: … Bu inanışlar doğrultusunda, çalgıya takılan tel sırası; çalgının göğsüne ve teknesine açılan delikler ve bu deliklerin sayısı; sap dibinin gövdeye bitiştiği kısımlarda görülen bazı şekiller ve çalgının bazı parçaları, remz ve/veya itikarlarla, bazı inançlara dayandırılır. Sözgelimi tellerin üç sıra bağlanması, çalgının göğsüne ve teknenin üst kısmına üç delik açılması Allah-Muhammed-Ali üçlemesini ifade eder. Çalgı sapının, gövde ile birleştiği yere yapıştırılan üçgen şekiller de bu inanç doğrultusunda kullanılır. Çalgı üzerinde on iki tel bulunması, bu tellerin Oniki İmam aşkına bağlandığı anlamını da işaret eder ki bir çalgıya on iki telin bağlanabilmesi için tabiatıyla ebatın büyük olması gerekir (Şenel 2007: 76). Her iki referansta açıkça belirtildiği gibi inanç kaidelerinin simgesel olarak anlam kazandırıldığı bağlama, yalnız bir enstrüman değil aynı zamanda büyük bir misyonun da taşıyıcısıdır. Ayrıca ibadet esnasında, dedenin izni ile müziğe başlanması ve bitiminde aldığı dua için “Dar”a duran zâkir, sazını öpmeden müzik icrasına başlamadığı gibi, sazı bıraktığında da aynı işlemi tekrarlar. Bu işlem, sazın öpülüp baş üstüne konmasıdır. Ayrıca zâkirin “Oniki Hizmet” olgusunda bir postun sahibi olması ve bağlama ile bütünleşmesinden dolayı cemde onu inanç önderi olan Dede’den sonraki en önemli kişi yapmaktadır. Bağlamanın, ibadet dışında da kullanımının yaygınlaşması, kültürel kimlik içinde zamanla simgeleşmesine neden olmuştur. Cemlerde, bağlamanın dışında kullanılan çalgılar da vardır. Bunlardan belirgin olanı keman ve kemanedir. Sonuç Alevi-Bektaşi inancına yakın toplumlarda görülmeyen ve en keskin ayrımın bir parçası olan zâkir ve bağlama; kültürel kimliğin ortaya çıkmasındaki temel oluşumun ögeleridir. On iki hizmetin sürdürüldüğü ve kırkların yeryüzündeki devamı olarak algılanan cem olgusu, Alevi müziğinin canlı kalması ve geleneksel olarak icra edilmesinin zeminini hazırlamıştır. Dinî ve din dışı öğretilerinde (yaşam tarzı/ felsefesi) 8 Bağlamanın, ibadet dışında da kullanımının yaygınlaşması, kültürel kimlik içinde zamanla simgeleşmesine neden olmuştur. Cemlerde, bağlamanın dışında kullanılan çalgılar da vardır. Bunlardan belirgin olanı keman ve kemanedir. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 65 | ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ yazılı kaynaktan ziyade sözlü aktarımın ön planda olduğunu ve yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan yol/sürek kavramlarının bu çerçevede şekillenip aktarıldığını söyleyebiliriz. Yakın dönemlere kadar birbirinden habersiz ve kopuk yaşamış olan Anadolu Alevileri, ibadetlerinde gizliliği “sır” olarak algılamıştır. Dolayısıyla kırsaldan merkeze doğru ilerleyen toplum, kimlik ve inanç sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlar kimliğin açıklanamaması, inanç unsurlarının ve ibadetin gizliliği, ibadet mekânının bulunmaması, İslam içinde Aleviliğin yeri, müziğin rahat icra edilememesi, dinî önder ve sanatçılarının baskı altında olması vb. konulardır. Zamanla devlet tarafından tanınmaya başlayan Alevilik, bazı kısıtlama ve sansür uygulamalarıyla birlikte müziklerini gerek TRT gerekse kamusal alanda icra etmeye başlamıştır. Alevi sanatçıların yaptığı (solo veya birlikte) plak ve kasetler aracılığıyla dinleyicisine ulaşan müzik, toplumun bir araya gelmesi ve farklı toplumlar karşısında duruşlarını sergilemede önemli bir yer oluşturmuştur. Bu bağlamda kullanılan çalgı, müzikal ifade, ses örgüleri, ritmik öge, okunan şiirlerin içeriği ve icra edildikleri ortam, eserin kendi kültürel kimliğini yansıttığı gibi başka bir kültüre karşı farkını ortaya koymadaki en önemli unsur olmuştur. KAYNAKLAR ARTUN, Erman (2003). “Halk Kültürünün Uluslararası İlişkilerde Ülkelerin Tanıtımına Katkısı”. Halk Kültürünün Uluslararası İlişkilere Katkısı Sempozyumu. İstanbul: 12-14 Aralık. BİRDOĞAN, Nejat (2006). Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik. İstanbul: Kaynak Yay. DİJİDJEV, Todor (2003). “Etnik Kimliğin Bir İşareti ve Ulusal Kültürler Arasındaki Karşılıklı Faaliyetler İçin Folk (Halk) Müziği”. Halk Kültürünün Uluslararası İlişkilere Katkısı Sempozyumu. İstanbul: 12-14 Aralık. GÜVENÇ, Bozkurt (2005). İnsan ve Kültür. İstanbul: Remzi Kitabevi. KAPLAN, Ayten (1997). “Kongurva ve Türkali Köyü Tahtacı cem Törenlerinde Erkân”. Folklor Edebiyat Dergisi. C. IV, S. 24, s. 192. Ankara. POYRAZ, Bedriye (2007). Direnişle Piyasa Arasında: Alevilik ve Alevi Müziği. İstanbul: Ütopya Yayınları. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 66 | DENİZ GÜNEŞ ŞENEL, Süleyman (2007). Kastamonu’da Âşık Fasıllar (Türler, Çeşitler, Çeşitlemeler). C. I. İstanbul: Kastamonu Valiliği İl Özel İdaresi Yayınları, 1. Baskı. YAMAN, Ali (2007). Alevilik&Kızılbaşlık Tarihi. İstanbul: Nokta Kitap. YILMAZ, Nail (2005). Kentin Alevileri (Reşadiye-İkitelli Örneği). İstanbul: Kitabevi Yay. Kişisel Görüşmeler: Ali Rıza AYKUL, Aziz KOÇAK ve Cemal HAKİROĞLU, Kişisel Görüşme: Zile/ Merkez/A. KOÇAK’ın evi, 20 Mayıs 2010. Alican YILDIRIM, Kişisel Görüşme: İstanbul/Okmeydanı 11 Ocak 2011. İrfan ÇOBAN, Kişisel Görüşme: İstanbul/Sultanbeyli 16 Ekim 2009 ve 06 Ocak 2010. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 67 |