Genel İşletme EKONOMİK SİSTEM İşletmeler ekonomik sistemin temel birimleridir. Ekonomik sistem, bir ülkenin sahip olduğu kaynakların, gereksinme ve isteklerinin karşılanması amacıyla, vatandaşları -bireyler ve kurumlarıarasında dağılımını temel alan kurallar bütünüdür. Ekonomik sistemler, sahip olunan kaynakların sahiplik ve denetleme şekline göre farklı yapılar kazanır. Bu kaynaklar üretim faktörleri olarak nitelenir. Temel üretim faktörlerini ve özelliklerini aşağıdaki kısımda açıklayacağız. Ekonomik sistemlerin bazılarında üretim faktörleri, özel kişi ya da kuruluşlar tarafından yönetilir, diğerlerinde üretim faktörlerinin sahibi devlettir. Ekonomik sistemleri üretim ve dağılımla ilgili karar sürecine göre gruplandırmak da olasıdır. Plânlı ekonomilerde, üretim faktörlerinin tümü veya büyük kısmı devlet denetimindedir, üretim ve dağılım kararları devlet tarafından alınır. Pazar ekonomilerinde ise, üretim ve kaynak dağılımı, arztalep dengesine göre bireyler yani üretici ve tüketiciler tarafından şekillendirilir. Plânlı ekonomiler ve pazar ekonomileri iki uç kuramsal noktayı temsil eder. Uygulamada, iki sistemin özelliklerini taşıyan karma pazar ekonomisi (karma ekonomik sistem), ülkelerin çoğunda görülen bir sistemdir. ÜRETİM ÖĞELERİ Üretim öğelerini ve özelliklerini sıralamak. Ekonomik sistemler arasındaki farklılık ya da benzerliklerin, sahip olunan kaynakların yani üretim öğelerinin kontrol edilişi ve mülkiyet şeklinden kaynaklandığını daha önce vurgulamıştık. Üretim öğeleri, gereksinmelerin karşılanması amacıyla mal ve hizmet üretiminde yararlanılan, bir ülkenin sahip olduğu temel kaynaklardır. Klâsik yaklaşımda üretim öğeleri, emek (işgücü), sermaye (kapital) ve doğal kaynaklar olarak ele alınır. Günümüzde klâsik üretim öğelerine, girişimci ve teknoloji eklenmiştir. - Emek (işgücü), işletmelerde üretimi ortaya koyan insan kaynağını ifade eder. Emek faktörü, üretimi gerçekleştirenlerin fiziksel ve düşünsel katkılarını içerir. Bir inşaat işçisi kas gücünü ya da fiziksel gücünü kullanır. Bu inşaatın mühendisi ise, düşünsel bir emek ortaya koymaktadır. İşgücü öğesi ile birlikte ele aldığımız girişimci üretim faaliyetinin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynar. - Girişimci, mal veya hizmet üretimi için üretim öğelerini bir araya getirilmesini sağlayan kişidir. Bu konuda daha fazla bilgiyi Ünitenin sonunda bulacaksınız. Girişimcinin temel amacı kâr elde etmektir. Buna karşılık üretim faaliyetlerinden doğabilecek riski de üstlenir. - Sermaye (Kapital), mal ve hizmet üretimini destekleyen servet, sermaye (kapital) adını alır. Sermay üretimde yararlanılan para ve parasal değeri olan her tür donanımı ifade eder. Paraya dönüşebilen hisse senedi, bono gibi değerler ya da bir fabrikadaki makine, bina, araç-gereç sermaye olarak nitelenir. - Doğal kaynaklar, doğadan elde edilen, doğrudan veya işlenerek kullanılan her tür maddeyi içerir. Temel doğal kaynaklar toprak, su, mineral maddeler ve ağaçlardır. Ekonomik bir kaynak olarak doğa, nicelik olarak ve içerdiği hammadde açısından sınırlıdır, arttırılması, belli bir düzeyin üstüne çıkarılabilmesi söz konusu değildir. Bu üretim faktörünün işletmeler tarafından özenli olarak kullanılması, kendi çıkarları ve insanlığın çıkarları için kaçınılmazdır. - Teknoloji, mal ve hizmet üretimi için kullanılan yöntemlerdir. İnsanın çalışmasını geliştirmek ve üretim yeteneğini arttırmak için, bilginin üretilmesi ve uygulanması olarak da tanımlanabilir. Gelişmiş bir teknoloji, daha yararlı ve yüksek nitelikli malların, daha etkili yollarla üretimini sağlar. Üretim öğelerinin, işletme faaliyetlerine etkisi nedir? Öte yandan, işletmenin kurulması için gerekli her türlü donanım, araç gereç ve parasal kaynaklar işletmenin sermayesidir. İşletme belli bir alanda çalışacak, çeşitli biçimleriyle doğal kaynakları kullanıp, değerlendirecektir. İşletmenin alım satımını yaptığı çeşitli filmler, sürekli geliştirilen teknoloji sayesinde daha nitelikli ve gereksinmeleri daha ileri düzeyde karşılayan bir yapıya ulaşmaktadır. Sonuç olarak, işletmemiz emek, doğa, sermaye, girişimci ve teknoloji faktörlerini çeşitli düzeylerde değerlendirerek varlığını sürdürmektedir. GEREKSİNME VE İSTEKLER İnsan gereksinmelerini, bunlar sonucunda ortaya çıkan talep kavramını ve işletmeler için anlamını açıklamak. Ekonomik yaşamın ve ekonomik faaliyetlerin hareket noktasını insan gereksinmeleri ve istekleri oluşturur. Bu gereksinme ve isteklerin bir bölümü yaşamsal önemdedir ve kesinlikle karşılanmaları, doyurulmaları gerekir; yoksa, kişilerin yaşamlarını sürdürmeleri olanaksızlaşır. Örnek olarak, beslenme ve barınma gereksinmeleri temel niteliktedir ve karşılanmalarındaki yetersizlik ya da aksaklık insanları ve toplulukları yok olmaya kadar götürebilir. İnsanlığın yüzyıllardır süre gelen yaşamı, bu gereksinme ve isteklerin karşılanma düzeyine göre biçimlenmiştir. İnsanların temel gereksinmelerinin yanında, kişilerin mutluluğunu, yaşama bağlılığını ve yaşam bilincini geliştiren pek çok gereksinme ve istekleri de vardır. Uygar bir insan temel gereksinmelerinin yanı sıra, bu yöndeki gereksinme ve isteklerini gidermek için de çaba gösterir. Doğal kaynakların ve insan kaynağının kıtlığı, insanların tüm gereksinme ve isteklerinin karşılanmasını engeller. Toplumların tümünde kıt kaynaklara karşın, sınırsız gereksinme ve isteklerin olması temel bir ekonomik sorundur. Başka bir deyişle, sınırsız gereksinmeleri karşılayacak sınırlı kaynakların nasıl dağıtılacağı sorunu ekonomik işleyişin belirleyicisidir. Öte yandan, kıt kaynaklar veri olarak alındığında, ekonomik yeterliliği ve etkinliği arttırma yönünde yoğunlaşmak kaçınılmaz olur. Gereksinmeler bir kez karşılandıktan sonra tümüyle giderilmezler. Bir süre sonra aynı gereksinme yeniden ortaya çıkar ve bir kez daha karşılanması gerekir. Gereksinme ve isteklerin süreklilik taşıması, kaynakların yetersizliğini yaratan bir başka etkendir. İnsan gereksinmeleri ve istekleri, uygarlığın gelişimine koşut olarak gelişir. Genel anlamda, teknolojik gelişmeler ve yenilikler, insan gereksinme ve istekleriyle ilgili mal ve hizmetlerin durmaksızın farklılaşmasını sağlar. Ülkelerin ekonomik gelişme düzeyi, yeni teknoloji kullanımı, küreselleşme ve yeniliklerin uygulanma derecesi, gereksinme ve isteklerin karşılanma biçimini belirleyici unsurlardır. 1900′lü yıllarda var olan malların birçoğu günümüzde ya yok olmuşlardır ya da bunların yerini yeni mallar almıştır. Örnek olarak, 1900′lü yılların başlarında kullanılmaya başlanan ilk radyolar, günümüzde artık antika sayılmaktadır. Bu hantal yapılı, lâmbalı radyoların yerini, bir kibrit kutusu büyüklüğüne indirilen radyo alıcıları almıştır. Radyolar öyle çeşitlenmiştir ki artık arabada, yolda, evin istenen yerinde dinlenebilmekte, kulaklıklar aracılığı ile kimseyi rahatsız etmeden kullanılabilen çeşitler üretilmektedir. 1900′lü yılların başında televizyon aygıtının, günümüzde ileri teknoloji modellerini kullanıyoruz. TALEP İnsanların gereksinmelerini gidermek yönünde davranışta bulunması talebi doğurur. Talep, satın alma gücü bulunan bireylerin ekonomik mal ve hizmetlere karşı gösterdikleri istekleridir. Bir mala olan talepten söz edebilmek için şu koşulların bir arada olması gerekir: - Mala karşı duyulan gereksinme ya da istek - Malın karşılığını ödeme isteği - Karşılığı ödeyebilecek gelir düzeyi Bir arabaya karşı varlıklı bir kişinin duyduğu gereksinme ve yeterli ödeme gücü, o kişinin bu konuda ödeme isteği olmadıkça talep oluşturamaz. Gelir düzeyi yetersiz bir kişinin arabaya karşı gereksinmesi ve ödeme isteği, ödeme gücü olmadıkça bir anlam taşımaz. Doğaldır ki, ödeme gücü ve ödeme isteği olan bir kişi, araba gereksinmesi duymuyorsa talep yine oluşamayacaktır. Talep karşısında işletmelerin, tüketicilerin gereksinmelerini karşılamak üzere mal ve hizmet sunumunda bulunmaları arz olarak nitelenir. Talep ve arz, gereksinmelerin giderilmesi için, tüketici ve üreticilerin bir araya geldiği ekonomik bir davranıştır. Gereksinmeler, işletmelerin kuruluşunda etkili midir? Örnek olayımızı anımsayalım. İki arkadaş neden bir işletme kurma kararı almışlardır? Yanıt açıktır. İnsanların gereksinmelerinden biri de fotoğraf çekmek, fotoğrafları istenen yerlerde kullanmaktır. Ayrıca, kitap ve öbür yazılı araçların basılması için film kullanımına gereksinme vardır. Hastaneler röntgen çekmek için röntgen filmi isterler. İki arkadaş bu gelişen ve değişen istek ve gereksinmeleri görmüş ve bunları karşılayacak bir işletme kurmayı kararlaştırmışlardır. MAL VE HİZMET Mal ve hizmetleri birbirinden ayırt etmeye yarayan özelliklerini betimlemek. İnsanların istek ve gereksinmelerini karşılamak için üretim faktörleri bir araya getirilip işletildiğinde, bir sonuç elde edilecektir. Bu sonuç, bir mal veya bir hizmet veya ikisinin bir arada üretimidir. Şeker fabrikası çalışması sonucunda şeker ve yan ürünlerini üretir; bir otobüs şirketi insanları bir yerden başka bir yere ulaştırarak ulaşım hizmeti görür. Bir basın işletmesi, hem gazete üretimini hem de gazete aracılığıyla iletişim hizmetini gerçekleştirir. Mal ve hizmet, temelde üretim araçlarını bir araya getirerek ulaşılan birer sonuçtur. Bunlar aynı çabanın ürünüdürler, ama birbirlerinden farklı özellikler taşırlar. İnsan gereksinmelerini ve isteklerini gidermeye yarayan somut araçlara mal denir. Ekmek, peynir, kumaş, buzdolabı, torna tezgahı gibi. İşletme biliminde mal, üretilmesi için çaba ve emek harcanan araçlar olarak kabul edilir. Üretilmesi için çaba harcanıp harcanmaması açısından ele aldığımızda mallar ikiye ayrılır: Ekonomik Olmayan Mallar (Serbest Mallar); Üretimi için hiçbir çaba ya da örgütlenme gerektirmeyen ve doğada hazır bulunan mallardır. Soluduğumuz hava, gün ışığı, yağmur suyu gibi. Ekonomik Mallar; Üretimi için emek harcanan mallardır. İşletmelerin tüm somut ürünleri bu anlamdaki mal kavramına girer. Örnek olarak televizyon, gazete, uçak, bilgisayar, konserve, masa, ekonomik mallardır. Bunların elde edilmesi için, üretim faktörlerinin özel olarak bir araya getirilip üretime yönlendirilmesi gerekmektedir. Soluduğumuz hava doğada hazır durumdadır ve elde etmek için uğraş vermek gerekmez. Ancak, hastanede kullanılan ya da dalgıçların su altında kullandıkları sıkıştırılmış hava (oksijen) ekonomik bir maldır ve elde etmek için üretim faktörlerini bir araya getirmek ve bir üretim çabası göstermek gerekir. Ekonomik malları iki ayrı ölçüte göre sınıflandırırız: Gereksinmeleri giderme özellikleri yönünden ve malların dayanıklılığı ya da kullanım süreleri yönünden. Gereksinmeleri giderme özellikleri yönünden ekonomik malları, tüketim malları ve üretim malları olarak ayırıyoruz. Tüketim malları, gereksinmeleri doğrudan doğruya giderebilen mallardır. Bu mallar, son tüketicilerce kişisel ya da aile gereksinmelerini karşılamak için istenirler. Ekmek, ayakkabı, çamaşır makinesi, radyo, gibi. Üretim malları (yatırım malları), başka bir malın üretilmesi için gerekli olan mallardır. Başka bir deyişle, tüketim mallarını üretmek için kullanılan mallar üretim malıdır. Şeker kullanılan çeşitli makineler üretim mallarıdır. İşletme binası, işletme donanımı, makineler, hammaddeler, işlenmiş maddeler bu sınıfa girer. Mal ve türlerinin bu bölümlendirilmesi, her zaman kesin çizgiler taşımaz. Aynı mal, belirli koşullar altında üretim malı olurken, başka koşullar altında tüketim malı olabilir. Örnek olarak, şeker ve un evlerde kullanıldığında tüketim malı olurken, bisküvi fabrikasında kullanıldığında üretim malı özelliğini kazanır. Ekonomik malları, dayanıklılığı ya da kullanım süreleri yönünden, dayanıksız mallar ve dayanıklı mallar olarak ayırıyoruz. Dayanıksız mallar, bir kez ya da kısa süreli kullanım sonucunda tüketilip yok edilen mallardır. Aynı gereksinmeyi karşılamak için bu mallardan yeniden satın almak gerekecektir; çünkü bu mallar bir kullanımda yok edilmiştir. Örnek olarak, gıda maddeleri dayanıksız tüketim mallarıdır. Bir kez kullanıldıklarında tüketilirler. Dayanıklı mallar, bir kez lik kullanım sonucunda değil, uzun süreli kullanımla yavaş yavaş yok edilen mal türleridir. Bu malların tüketilmesi ve yararlı ömürlerinin sona ermesi zaman içinde olur. Sözgelimi bir televizyon, bir ekmek gibi bir kez kullanıldığında ömrünü tüketmez. Olağan koşullarda, bu tür malların yenilenmelerini gerektiren belirli ömürleri vardır. Televizyon bozulur, kırılır, işe yaramaz duruma gelirse o zaman yenilenir. Olağan sürelerin dışında, modanın değişmesi, teknolojinin gelişmesi gibi nedenlerle de dayanıklı malların kullanım süreleri kısalabilir. Üç boyutlu, dijital bir televizyonun çıkması ile elimizdeki televizyonu ömrü sona ermeden değiştirebiliriz. İnsan gereksinmelerini karşılamak için üretilen araçlar, yalnızca elle tutulup gözle görülür somut bir özellik taşımazlar. İnsan gereksinmelerini karşılayan, ancak somut olmayan çeşitli araçlara hizmet adı verilir. Hizmet, mal gibi elle tutulup gözle görülen bir somutlukta değildir. Hizmet üretimi de mal üretimi gibi insan gereksinmelerine yönelik olmalıdır. Başka bir deyişle, kıt olan, belli bir çaba harcanarak elde edilen ekonomik bir üretimden söz edilmelidir. Örnek olarak, otel işletmeleri, otobüs işletmeleri, hastaneler hizmet üretir. Muhasebeci, avukat, berber, doktor, danışman, öğretmen hizmet üretimi yapan kişilere verilen adlardır. Bunların gerçekleştirdikleri iş, hizmet üretimidir. Hizmet alanında birçok temel girişim bulunur. Dağıtımda yer alan toptancı ve perakendeci ticaret işletmeleri; işletmelerin finansmanında yer alan, para alış verişi yapan banka, banker, döviz büfesi gibi çeşitli kuruluşlar; riskleri belli bir dağılım çerçevesinde üstlenen sigorta işletmeleri temel hizmet alanlarında çalışmaktadırlar. Bazı işletmelerde ise mal ve hizmet üretimi bir arada gerçekleştirilir. Örnek olarak, yazılı basın işletmelerinde temel amaç olan iletişim hizmetinin okuyucuya ulaştırılması için, somut bir mal olan gazete ve dergiler üretilir. TÜKETİM VE TÜKETİCİ Tüketim ve tüketicilerin üretim faaliyeti ile ilişkisini kurmak. Tüketim, insan gereksinmelerini ve isteklerini karşılamak amacıyla üretilen mal ve hizmetlerin, kullanımıdır. Başka bir deyişle, mal ve hizmetlerin sağladığı yararların kullanılması tüketimi ifade eder. Ekmeği yerken kullanıp tüketiriz. Tüketimin kapsamı, tüketilen mal ve hizmetlerin çeşitlerine göre farklılık gösterir. Tüketim malları, ara mallar ve üretim malları taşıdıkları özelliklere göre tüketilirler. Dayanıklı ya da dayanıksız malların tüketimi birbirinden farklı yapılarda olacaktır. Tüketim işlemini gerçekleştiren bireylere ya da örgütlere tüketici adı verilir. Başka bir deyişle, gereksinme ve isteklerini karşılamak amacıyla, mal ya da hizmetleri kullanan bireyler ya da örgütler tüketicidir. Tüketicileri de satın alma ve kullanma amaçları yönünden bölümlendirebiliriz. Son tüketici, kişisel ya da aile gereksinmeleri nedeniyle bir mal ya da hizmeti satın alan birey ya da kuruluştur. Endüstriyel tüketici, üretim, yeniden satma ya da işletme kurma amacıyla satın almada bulunan bireyler ya da örgütlerdir. Son tüketiciler ve endüstriyel tüketiciler farklı mal ya da hizmetlere gereksinme duyarlar. Çoğu kez birbirinden farklı satın alma süreçleri ile tüketimi gerçekleştirirler. Tüketim ve Üretim İlişkisi Bireyin ekonomideki rolü iki yönlüdür: Tüketicilik ve üreticilik. 1. Öncelikle her birey bir tüketicidir ve herkes yaşamını sürdürebilmek için çeşitli düzeylerde mal ve hizmet tüketmek zorundadır. Bu tüketim, yalnızca temel mal ve hizmetlere yönelik olabileceği gibi, daha ileri düzeyde olan mal ve hizmetlere yönelik de olabilir. Bireylerin tüketiciliği, toplumların genel yapılarına, gelir düzeylerine, kişilerin bu yapıdaki konumlarına ve tutumlarına bağlıdır. 2. Bireyin ikinci yönü üreticiliktir. Kişilerin mal ve hizmet tüketebilmeleri için, satın alma gücüne sahip olmaları gerekir. Böylelikle, gereksinme ve isteklerine uygun mal ve hizmetleri alabilmeleri söz konusu olabilir. Bu nedenle, kişiler çeşitli didinmelerde bulunarak, satın alma güçlerini oluşturup yükselteceklerdir. Bireyler, daha iyi bir ekonomik konuma ulaşarak gereksinme ve isteklerinden daha büyük bir bölümünü karşılayabilmek için, satın alma güçlerini arttıracak biçimde üretimde yer alırlar. Böylelikle, tüketiciler bu yönlerini destekleyecek olan üreticilik yönlerini ortaya koymuş olurlar. İşletmeler açısından tüketim konusunda üzerinde durulan önemli noktalardan birisi, tüketicilerin bir mal ya da hizmeti hangi nedenlerle istediğini ya da istemediğini; bir mala karşı olan talebini başka bir mala hangi nedenlerle kaydırdığını açığa kavuşturmaktır. İşletmeler, çeşitli pazar koşullarında, tüketicilerin mal ve hizmetleri satın alma güdülerini kestirmek ve işletmelerini buna göre yönlendirmek çabasındadırlar. Tüketicilerin davranışlarını etkileyen algılama, güdüleme, öğrenme, tutum ve kişilik gibi iç güçlerle; toplumsal sınıflar, aile, referans kümeleri ve kültür gibi toplumsal etkenleri de değerlendirmek gerekir. BAŞARI ÖLÇÜTLERİ: ETKENLİK VE İLGİLİ KAVRAMLAR Endüstriyel işletmeler açısından üzerinde duracağımız etkenlik, işletmelerin başarısında temel bir göstergedir. Verimlilik kavramı ile zaman zaman eşanlamlı kullanılsa da etkenlik, gerçekte, verimliliğe göre daha kapsamlıdır. Etkenliği, teknik, ekonomik ve işletme biliminde olmak üzere başlıca üç anlamıyla ele alıyoruz. - Teknik etkenlik, (1) İşletme faaliyetlerinin belirlenen niceliksel standartlara ulaşabilme derecesi, (2) belirli bir işi en ucuz yoldan yerine getirmek ya da belirli bir çıktıyı elden gelen en düşük girdi ile sağlayabilmektedir. - Ekonomik etkenlik, işletmelerin ellerinde bulunan kıt kaynakların en iyi biçimde kullanımına yöneliktir. - İşletme biliminde etkenlik, belirli bir girdi ile en yüksek çıktının elde edilmesi, belirli bir çıktı düzeyinin en düşük girdiyle sağlanabilmesidir. Etkenlikle İlgili Kavramlar Etkenliği belirleyen; verimlilik, ekonomiklik ve kârlılık kavramlarını kısaca ele alalım: Verimlilik (Prodüktivite) Verimlilik, üretimden elde edilen çıktıların fiziksel niceliklerinin üretimde harcanan girdilerin fiziksel niceliklerine oranıdır. Tüm işletmeyi ele alan verimlilik hesabı, işletmenin etkenlik derecesini ortaya koyar ve bu noktada verimlilikle etkenlik aynı çizgide birleşir. Verimlilik kavramı oran olarak gösterelim: Ekonomiklik (Rasyonellik) Ekonomiklik, üretimin satış tutarının, üretimin maliyet tutarına oranlanmasıdır. Satış niceliğinin artması, satış fiyatlarının artması, maliyet giderlerinin ise yükselmesi durumunda ekonomiklik de artmış olur. Öte yandan, satış niceliği ve satış fiyatı aynı düzeyde iken maliyet giderlerinin düşmesi ekonomikliği arttırır. Kârlılık (Rantabilite) Kârlılık, belirli bir zaman kesiti içinde, işletme faaliyetleri sonucunda elde olunan toplam net kârın, o zaman kesitinde kullanılan kapitale oranıdır. Etkenlik açısından yalnızca bu kavrama dayanılarak yapılan çözümlemeler, etken olmayan bir işletmeyi etken olarak gösterebileceği gibi, etken bir işletmeyi etken değişmiş gibi de gösterebilir. Verimlilik, ekonomiklik ve kârlılık kavramlarının her biri işletmelerin etkenliğini, ortaya koyan ölçütlerdir. Bunların kullanılması, işletmelerin hedeflerine ve yapılarına göre farklılık gösterir. Küreselleşme sınırları ortadan kaldırıyor, dolayısıyla tüm işletmeler küresel kurallara uyarak rekabet etmek zorundalar. Verimlilik, kalite, üretim ölçeği gibi konularda küresel standartlara ayak uydurmak işletmelerin temel hedefidir. Bu hedefe ulaşmak üzere organizasyonlar, en uygun performans için dizayn edilmeli ve insan kaynakları yüksek performansa yönelik olarak motive edilmelidir. Yukarıda anlatılan çeşitli kavramlar, işletme kavramının daha iyi anlaşılması için yol gösterici olacaktır. Gerçekten de, işletme adı verilen birimler bu kavramlara dayalı olarak tanımlanıp açıklanmaktadır. Şekil 1. 1′de, işletmelerin ekonomik sistem içindeki yeri ve diğer unsurlarla ilişkilerini görüyorsunuz. Mal ve hizmetlerin akışı, işletmelerden tüketiciye doğru gerçekleşir. Bu akışın sürdürülmesi için, tüketicilerden işletmelere doğru para akışı olmalıdır. Devletin, işletmelerle tüketiciler arasındaki ilişkiye katkısı mal ve hizmetler (yollar, eğitim, güvenlik, hukuk gibi) aracılığıyla gerçekleşir. Devletin katkıları vergi olarak geri döner. Bu karşılıklı değişim sisteminde tüketiciler işletmeler için işgücü pazarı oluşturur ve bu katkı onlara ücret olarak geri döner. İŞLETME KAVRAMI İşletme kavramını irdelemek. İşletme, insanların gereksinme duydukları ya da istedikleri malları ve hizmetleri sunabilmek için gerekli olan faaliyetleri gerçekleştirme aracıdır. En yaygın tanımı ile işletme insan gereksinmelerinin karşılanması için mal ve/veya hizmet üretiminin gerçekleştirildiği, iktisadi birimdir. İşletmelerde, ekonomik bir mal veya hizmet üretimi için üretim faktörleri bir araya getirilir. İşletme, teknik bilgilerin, bilimsel bulguların ve ekonomik ilkelerin uygulandığı; insan davranışlarının değerlendirildiği, toplumsal sorumlulukların ve toplumsal etkileşimlerin yer aldığı çok yönlü bir birimdir. Temel kavramlardan da anlaşılacağı gibi, işletme insanların gereksindikleri ve istedikleri mal ve hizmetleri üretmek için oluşturulan bir birimdir. Fırın bir işletmedir; çünkü insanların gereksinmesi olan ekmeği üretmek için çeşitli üretim öğeleri (makineler, un, insan gücü) bir araya getirerek işletilmektedir. Aynı biçimde otomobil fabrikası, otomobil üretmek için örgütlenmiş bir işletmedir. Kağıt fabrikası, kağıt üretimini gerçekleştirmek amacıyla üretim öğelerini toparlayıp işleten bir işletmedir. Ekonomik bir birim olan işletmede, mal ve hizmet üretimi belli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilir. İşletmeleri bu yönden değerlendirdiğimizde, kâr amacı güden ve kâr amacı gütmeyen işletmeler ayrımı yapılır. Bir birimin işletme sayılmasının temel koşulu kâr amacı gütmesi değildir. Özel sermayenin yanı sıra, kamu sermayesiyle kurulmuş işletmeler de vardır. Kamu sermayesiyle kurulmuş işletmelerin, kâr amacını önde tutmadan çalışmaları söz konusu olabilir. Bunlar da işletme olarak nitelendirilirler. Örnek olarak, KİT’lerin bir bölümü, belediyelerin kurduğu kimi işletmeler öncelikli olarak topluma hizmet amacını taşırlar. Küçük bir televizyon onarıcısı işletme sayılırken, TV üreten büyük bir birim de işletmedir. T.C. Ziraat Bankası ve DDY birer kamu işletmesi, otobüs üreten Bursa’daki şirket ile kot pantolon kumaşı üreten Denizli’deki şirket ise, birer özel işletmedir. Çin’deki bir ekmek fabrikası da Türkiye’deki bir ekmek fabrikası da birer işletmedir. İşletmeler bir yandan kişi gereksinmelerini karşılamak için kurulurken, bir yandan da kişi isteklerini de karşılamayı amaçlar. İsteklerin önemli bir bölümünün işletmelerce yaratıldığını söyleyebiliriz. Girişim ve Girişimci Girişim ve Girişimciliğin önemini betimlemek. İşletmeyi konu alan kaynakların kimilerinde, işletme ve girişim (teşebbüs) kavramları arasında bir ayırım yapıldığı görülür. Buna göre girişim, başkalarının gereksinmelerini karşılamak üzere, pazarı olan ve pazarda fiyatı oluşan ekonomik mal ve hizmetleri ortaya koymak ve sahibine kâr sağlamak amacını güden bir işletmedir. Bu durumda, girişim işletmeye göre daha geniş anlamlı olarak ele alınmaktadır. Her girişim bir işletme olurken, her işletme bir girişim olarak nitelenmez. Bir birimin işletme sayılabilmesi için, insan gereksinmelerini karşılayan ekonomik mal ve hizmetleri ortaya koymak amacıyla, üretim araçlarının bir araya getirilip, didinmede bulunulması yeterlidir. Oysa, bir işletmeye girişim denebilmesi için, bu iki özellikle birlikte sürekli didinmede bulunması, üretilen mal ve hizmetlerin başkalarının gereksinmesini karşılaması, pazarının ve fiyatının bulunması gerekir. Girişimin temel amacı kâr sağlamaktır. İşletme ve girişim arasında böyle bir farklılık kabul edildiğinde, ev işleri, devlet işleri pazarı ve fiyatı olan mal ve hizmet üretmediklerinden, birer işletme sayılırlar; ancak girişim olamazlar. Belli bir pazarı ve fiyatı olan mal ve hizmet üreten Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) ise, bu anlayışa göre girişim sayılmaktadırlar. İşletme ve girişim arasında böyle bir farklılığın gözetilmesi, ekonomik birimlerin değerlendirilmesinde karışıklıklara yol açmaktadır. Kimi durumlarda, işletme ve girişimi birbirinden ayırmak olanaksızlaşmaktadır. İşletme ve girişim arasındaki bu farklılıklar, günümüzün gelişen ve karmaşıklaşan işletme dünyasında yapay ve yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, işletme ve girişim kavramları arasında bir fark gözetmeden, bunları eşanlamlı olarak kullanan işletmeci sayısı çoğunluktadır. Girişimci ise, gereksinmeleri karşılamak üzere iktisadi ve mal ve hizmet üretiminin gerçekleştirilmesi için üretim faktörlerini bir araya getiren kişidir. Girişimcilik konusuna verilen önem giderek artmakta ve başarılı yöneticilerin girişimcilik yeteneğine sahip kişiler olduğu vurgulanmaktadır. Girişimcinin temel özellikleri; (1) Üretim araçlarını sağlayıp üretime yöneltme, (2) ortaya çıkabilecek riskleri üstlenme olarak ele alınır. Girişimci, düşünce, buluş ve yenilik alanlarında hareket sağlayan, itici bir güç taşıyan ve uygulayan kişidir. Girişimci, örgütünü yeni alanlara, yeni kuruluşlara, yeni fırsatlara yöneltir. Bir yandan değişiklikler yaratırken, diğer yandan bu değişikliklerin sonuçlarından yararlanılır. Bu bakış açısıyla ele alındığında girişimcilerin işlevleri söyle sıralanabilir: -Yeni-ürünler ortaya çıkarmak ya da bilinen ürünlerin niteliklerini değiştirmek, - Yeni üretim yöntemleri geliştirip, uygulamak, - Endüstride yeni ve gelişmiş örgütlenmelere gitmek, - Yeni pazarlara açılmak, - Yeni girdi kaynakları bulmak, - Yönetim ve çalışanlar arasındaki ilişkileri arttırmak, - İşletme ile kamu ve devlet arasındaki ilişkileri geliştirmek. Amazon.com’un ilginç bir kuruluş öyküsü var. Öykü bir garajda başlar. Üç arkadaş, bir garajda kitap satışı yapmak üzere bir web sitesi açmaya karar verirler. Bu girişimin başlatıldığı sırada üç arkadaştan hiçbirinin kitap satışı ile ilgisi yoktur. Başlangıçta, internet aracılığıyla gelen siparişleri yandaki bir kitapçıdan alıp, sipariş verenlere postalarlar. Bu işi geliştirerek amazon.com’u, bugünkü haliyle, eticaretin öncüsü bir organizasyona dönüştürürler. Yönetici Yönetici, başkalarının gereksinmelerini karşılamak üzere mal ve hizmet üretimi için üretim faktörlerinin bir araya getirilmesini yöneten kişidir. Profesyonel yönetici, bu işi ücret karşılığında yapar. Yöneticinin girişimciden farkı; yönetim işini kendi adına değil başkaları için yapması, kâr ve zarardan doğrudan etkilenmemesidir. Ancak, yönetimi altındaki faaliyetlerin sonuçları yöneticinin başarı ya da başarısızlığını simgeler. Özel Girişim Özel girişim, bireylerin, devlet müdahalesi olmaksızın, kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda davrandığı bir sistemdir. Özel girişim sistemlerinde dört temel unsur vardır: - Özel Mülkiyet hakkı, bireylerin taşınır ve taşınmaz değerleri satın alma, sahip olma, kullanma ve satma hakkını belirler. - Seçme özgürlüğü, tüketici ve üreticilerin ekonomik kararlarındaki serbestliği ifade eder. Yasalara uygun olmak koşuluyla bireyler istediğini satın alabilir. İşletmeler üretim yapabilir, istediği bireyi işe alabilir. - Kâr elde etme, kaynaklarını riske sokmak yatırıma girişenlerin, faaliyetler sonucunda oluşacak kâr üzerinde hakkı olduğu anlamını taşır. - Serbest rekabet, iki veya daha fazla sayıda işletmenin aynı kaynaklara veya müşteri kitlesine yönelmesi durumunda ortaya çıkar. İşletmeler arasında kaynaklardan veya pazardan daha fazla pay alma çabasını gösterir. Haksız rekabet ya da rakipleri ortadan kaldırmaya yönelik eylemlere izin verilmez. Buraya kadar, işletme kavramını ve bu kavramla ilgili temel bazı kavramları tanımlamaya çalıştık. Kısaca ele aldığımız bu kavramlarla bundan sonraki Ünitelerde, İktisat ve öteki derslerinizin içeriğinde sık sık karşılaşacaksınız. 02. İŞLETMELERİN AMAÇLARI İşletmelerin amaçlarını belirlemek. İşletmelerin başarılı olmasında ve sağlıklı kararlar alınmasında temel koşul, neler yapılacağının bilinmesidir. İşletme faaliyetlerinin başlangıcında, amaçların net ve gerçekçi olarak belirlenmesi, işletmeler için yaşamsal önemdedir. Amaçlar, işletmenin ulaşmak istediği durumları ifade eder. Tepe yönetimden başlayarak yukarıdan aşağıya bir yapılanma ile işletmenin temel ve alt amaçları belirlenir. Değişik birimlerin amaçlarının birbirini tamamlayacak ve destekleyecek biçimde oluşturulması gerekir. Şekil 2. 1′de, işletmelerdeki amaçlar hiyerarşisine ve birimlerin amaçlarının birbiri ile etkileşimine ilişkin bir örnek görüyorsunuz. Temel Amaçlar İşletmelerde geleneksel olarak iki temel amaç ortaya çıkar: Kâr elde etmek ve topluma hizmet. Bunlar, öncelik sırası ve boyutları değişmekle birlikte, her nitelikteki işletme için geçerli olan amaçlardır. Bunların dışında, işletmelerin kendi koşullarına göre ağırlık verdiği özel amaçlar da söz konusudur. - Kâr Sağlama: Kâr, bir işletmenin belirli bir dönem sonunda elde ettiği katıksız (net) gelirlerin toplamıdır. Başka bir deyişle, işletmenin belli bir dönem sonunda elde ettiği toplam gelirler ile katlandığı toplam giderler arasındaki olumlu farktır. Kimi dönemlerde bu farkın olumsuzlaştığı görülebilir. Bu olumsuz farka zarar adı verilir. İşletmeler giderlerini en aza indirmek ve gelirlerini en üst düzeye çıkarmak için çalışırlar. Bu sonucu sağlayan alanlara yatırım yapmak, kârlılığı azalan ya da yok olan alanlardan kaçmak isterler. Özel işletmelerin, kâr sağlama özgürlüğü bulunduğu ölçüde kurulup, yayıldıklarını görürüz. Kâr, işletmeler için temel amaç olarak ele alınırken, çeşitli değerlendirmelerde ölçüt olarak da kullanılır. Kâr, işletmeler için gelişme ve büyüme göstergesidir. Üst yönetim için bir başarı değerlendirme ölçütü olan kâr, çalışanlar için de bir özendirme ve teşvik aracıdır. - Topluma Hizmet: İşletmeler yaşadıkları toplumun birer ürünü olarak o topluma katkıda bulunur, hizmet ederler. Ancak, temel konu işletmelerin ana amacının bu noktada odaklanıp odaklanmadığıdır. Gerçekten de bir özel kesim işletmesinin salt topluma hizmet amacına yönelik olarak işlemesi söz konusu edilemeyecektir. Kâr yönünden ön planda gelen bir üretim alanı, toplumsal katkı açısından çok önemsiz de olsa özel girişimci için çekici olabilir. İşletmeler, belli bir üretimi gerçekleştiriyorlarsa sonuçta bir katma değer sağlarlar ve belli sayıda kişiye çalışma olanağı yaratırlar. Bütün bunlar sonuçta topluma katkı sayılır. Ancak, işletmeler başlangıç noktası olarak bu sonuçları amaç olarak alıp yola çıkmazlar. Temel amaç olarak topluma hizmete yönelik işletmeler, kapitalist ekonomilerde kamu girişimleri olarak karşımıza çıkabilir. Ancak, yaşanılan toplumsal ve ekonomik gerçekler, bu amaca yönelik çalışmanın uzun süre gitmesini engelleyicidir. Ülkemizde, Cumhuriyetten bu yana, varlıklarını çeşitli düzeylerde koruyan Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT’ler), toplumsal amaçlı işletmeler olarak kamu tarafından kurulmuşlardır. Ancak, bunların günümüzde geldikleri nokta, amaçlarının değiştirilmesi, çalışma ilkelerinin pazar koşulları çerçevesine sokulması ve özelleştirilmesi yönündedir Özel Amaçlar Kâr ve topluma hizmet amaçları, işletmelerin belli bir ekonomik yapı içerisinde önde tutacakları temel güdülerdir. Bu güdüler dışında, kimi zaman sonuç olarak kimi zaman bu temel amaçlarla birlikte gerçekleşen ya da gerçekleştirilmesi için çaba gösterilen alt amaçları aşağıdaki gibi ele alabiliriz: - Uzun Dönemli Büyüme: İşletmeler, temel olarak, uzun dönemde en yüksek kâra ulaşmayı isterler. Bunun temelinde işletmelerin varlıklarını sürdürebilmesi ve sürekli büyüme ve gelişmenin sağlanması yatar. İşletmelerin varlıklarını eriterek, küçülmesi ve yok olması kârlılığı ortadan kaldıran çeşitli etkenlerin bir araya gelmesi sonucudur. Uzun dönemde gelişme ve büyümenin hangi boyutlara varacağı, kıvamlı düzeye nasıl ulaşılacağı kârlılıkla bağlantılı olacaktır. - Tüketicilere Nitelikli Mal Sunma: İşletmelerin tüketicilere daha nitelikli mal sunması, tüketicilere verilen hizmeti en üst düzeye çıkarması, kâr amacını olumlu yönde etkileyen bir çabadır. İşletmeler, üretim planlaması yaparken belli bir nitelik düzeyi ve buna bağlı olan belli bir fiyat düzeyi kararlaştırırlar. Seçilen nitelik düzeyinin hedeflenen tüketici kitlesiyle uyumlu olması, bu niteliğin ve fiyatın kendi içinde en olumlu düzeylerde tutulması, işletmenin pazardaki yerini ve dolayısıyla kârlılığını belirleyecektir. - Çalışanlara Uygun Ücret Verme: İşletmelerin çalışanlarına daha iyi ücret ödemesi, işletmedeki çalışma koşullarını daha güvenli ve sağlıklı kılması, etkin ve verimli çalışmada önemli bir özendiricidir. Çalışanlara yapılan ödemeler konusunda işletmelerin izleyecekleri politikalar, yönetim anlayışı, iş gücünün örgütlülüğü, devletin tutumu gibi çeşitli etkenlere bağlıdır. - Toplumsal Sorumluluk: Toplumsal sorumluluk gereği, özel kesim işletmelerinde de geçerlilik kazanmaya başlamıştır. Böylelikle işletmeler, çeşitli çıkar kümeleri arasında bir denge kurmaya zorunlu olurlar. İşletmelerin bu dengeyi kurması, sonuçta işletmelere ilişkin toplumsal görüşleri ılımlı kılmakta, bu da işletmelerin uzun dönemli yaşamalarını sağlayıp, uzun dönemde kârı en yükseğe çıkarma amacına hizmet etmektedir. Günümüzde, özellikle büyük boyutlara ulaşmış özel işletmeler, elde ettikleri kârların bir bölümünü çeşitli toplumsal etkinliklere aktarmak zorundadırlar. Yoksa, uzun dönemde bu işletmelerin yaşamları tehlikeye girer. Aşırı kârlar elde eden bir işletmeye tüketiciler, sendikalar ve çeşitli toplum kesimleri tepki gösterir. Bu tepkinin uzun dönemde, işletme içi olumsuzluklar yaratması söz konusu olabilir. İşletmelerin kültürel çalışmalara öncülük etmesi, spor kuruluşları oluşturması, sağlık ve güvenlik çalışmalarına girişmesi, eğitim-öğretim alanında etkinlik göstermesi toplumsal yönden olumlu bir izlenim ve katkı yaratma çabalarıdır. Günümüzde, doğal çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin en az düzeyde tutulması, toplumun ve işletmelerin büyük önem verdiği bir konudur. İşletmelerin amaçları konusunda işletmecilerin geniş bir bakış açısını yeğledikleri ve buna uygun politikalar geliştirdikleri görülmektedir. ABD’de 200′den fazla işletme sorumlusuyla, işletmelerinin amaçları konusunda görüşmeler yapılmıştır. Bu işletmeler, çeşitli büyüklüklerdeki mal ve hizmet üreticileri, toptancı ve perakendeciden oluşmuştur. Bunların % 90′ı aşağıda belirtilen yedi amaç üzerinde uzlaşmıştır; 1. tüketicilerin gereksinme ve isteklerini giderecek mal ve hizmetleri öncelikli olarak üretmek, 2. bu üretimi kârlı olarak gerçekleştirmek, 3. çalışanların sağlığını ve moral gücünü korumak, 4. komşularıyla ve toplumla iyi ilişkiler geliştirmek, 5. devletin yasa ve öbür düzenlemelerini desteklemek, 6. işletmenin ve elde edinilen kârın sağlıklı bir biçimde büyümesini gerçekleştirmek, 7. çevrenin korunmasını sağlamak. İŞLETMELERİN İŞLEVLERİ İşletmelerin işlevlerini tanımlamak. İşletmelerin faaliyetlerini, genel veya özel amaçlarının şekillendirdiğini bir kez daha vurgulayalım. Amaçların belirlenmesinden sonraki aşamada, bu amaçlara ulaşılması için yapılması gereken işler kararlaştırılır. Amaçlara yönelik işler, çeşitli ölçütler dikkate alınarak gruplandırılır. Uygulamada en fazla kullanılan ölçüt, işlerin değişik yönlerden benzerliklerini ortaya koymaktır. Benzerlikler ilkesine göre gruplandırma yapıldığında; Üretim işleri, Pazarlama, Finansman, Personel, Dağıtım işleri aynı bölümlerde toplanır. Bu gruplandırma süreci sonunda işletmenin bölümleri oluşturulur. Bu sürece bakarak, bölümlerin bir işletmede sürdürülen temel işlevleri ifade ettiğini görebiliriz. İşletmelerde uygulanan işlevlere ilişkin ilk bilimsel yaklaşım, Yönetsel Kuramın öncüsü Henry FAYOL’un görüşlerini içerir. FAYOL’un işletmelerde geçerli işlevleri: - yönetim faaliyetleri (Planlama, örgütleme, yöneltme, koordinasyon,denetim), - teknik ya da üretim faaliyetleri, - ticari faaliyetler (satın alma, satış, pazarlama), - finansal işlemler (gerekli fonların sağlanması ve yönetim), - muhasebe işlemleri (envanter, gelir-gider hesapları), - güvenlik faaliyetleri olarak sıralamıştır 1900′lü yılların ilk yarısında yaygınlaşmaya başlayan bu görüşler, işletmecilik yönetim bilimine önemli katkılar sağlamıştır. İşletmelerin işlevleri ile ilgili değişik gruplandırmalar, genel hatları itibariyle Fayol’un sıralaması ile örtüşür. İşletmelerin işlevleri ile ilgili bir başka gruplandırma şöyledir: - Genel İşlev-Yönetim, - Türsel İşlevler - Temel İşlevler-Üretim, Pazarlama - Kolaylaştırıcı İşlevler-Finansman, Personel - Destekleyici İşlevler-Muhasebe, Ar-Ge, Halkla İlişkiler, Ulaştırma, Depolama Günümüzdeki gelişmeler, işletmecilik işlevleri ve uygulamalarında yenilikleri zorunlu kılmıştır. Klasik işlevlerin yanı sıra, çağdaş, global ve rekabetçi anlayışın gerektirdiği işlevler de büyük önem kazanmıştır. İnsan kaynakları, Planlama, Reklam ve Promosyon, Eğitim, Kalite Kontrol, Uluslararası İlişkiler çağdaş işletmelerde sürdürülen işlevlerden bazılarıdır İşletmelerde, yukarıda sözü edilen işlevlerden hangilerinin uygulanacağı ya da hangileri için ayrı bölümler açılacağı; üst yönetimin yaklaşımı, üretim konusu, sektör özellikleri, işletmenin içinde bulunduğu özel koşullar, büyüklük gibi unsurların etkisi altında kararlaştırılır. (Şekil 2.2) Üst yönetimin yaklaşımı ve tercihleri; işlevlerin sayısı, öncelik sırası ve kapsamının belirlenmesinde temel bir etkendir. Maliyetler, zorunluluklar ve olayları değerlendirmedeki bakış açısı, yöneticilerin bu konudaki kararını etkiler. Maliyetlerin yükselmesinden kaçınan yöneticiler, birbirine yakın işlevlerin aynı bölümde yürütülmesi eğilimindedir. Gelenekçi bakış açısına sahip yöneticilerin söz sahibi olduğu işletmelerde, klasik işlevlerin ötesinde çağdaş anlayışı sergileyen uygulamalara genelde rastlanmaz. Üretim konusu ve sektör özellikleri, işletmelerde sürdürülen faaliyetleri belirleyici önemli etkenlerdir. Bir mal üreten işletmede temel işlev üretimdir. Bu tür işletmelerde, teknik faaliyetlerin gerçekleştirildiği üretim bölümü yanı sıra kalite kontrol, arge ve değer destekleyici işlevler bulunur. Bir ticaret ya da bir pazarlama işletmesinde ise temel işlev, başka işletmelerce üretilmiş ürünlerin alınıp bu ürünlere gereksinme duyanlara ulaştırılması yani pazarlanmasıdır. Bu tür işletmelerde teknik anlamda üretim bölümü ve buna bağlı yan işlevler yoktur. Bunun yerine, halkla ilişkiler, reklam, planlama, dağıtım ve bunlara yardımcı işlevler görülür. Bir havaalanı işletmesinde, yer ve uçuş hizmetleri yardımcı işlev görürler. Bir havaalanı işletmesinde, yer ve uçuş hizmetleri yanında özellikle bakım-onarım işlevi büyük önem taşır. Bir yazılı basın işletmesinde, gazete üretimi ile iletişim hizmeti bir arada gerçekleştirilir. Bir hayvanat bahçesi ile ilgili olarak reklam amacıyla geliştirilen örnek sanırız sizlere ilginç gelecektir. İŞLETMELERİN ÇEVRE İLİŞKİLERİ VE SORUMLULUKLARI İşletmelerin çevresinde, karşılıklı etkileşim içinde bulundukları grupların özelliklerini ve etkileşimin boyutlarını betimlemek. İşletmeler ekonomik sistem içerisindeki belli bir sektöre bağlı olarak faaliyette bulunurlar. Faaliyetlerin sürdürülmesi sırasında, ekonomik sistem özellikleri ve sektörel çevre unsurları ile karşılıklı etkileşim içindedirler. Çevre unsurları, çeşitli kaynaklarda, çıkar grupları olarak da nitelenmektedir. İşletmelerin izleyecekleri politikalar, içinde bulundukları çevrenin koşullarına uygun olmalıdır. İşletmelerin çevresini oluşturan gruplarla ilişkisi, onların beklentilerini karşılama ve faaliyetleri yoluyla onları etkileme biçiminde ortaya çıkar. Her işletme çevresindeki kişi veya kurumlara karşı sorumludur. Bu sorumluluğun gereği olarak bu kişilerin gereksinmelerini karşılamak zorundadır: Talep edilen mal ve hizmetleri üretmek, bunları talep edilen yerde (yer faydası yaratmak) ve talep edilen zamanda (zaman faydası yaratmak) sunmak, yasalara uymak, ekonomiye dinamizm katmak, istihdam yaratmak gibi.İlişkinin bu yönü, işletmenin çevreden etkilenmesini ifade eder. Buna karşılık, çevre unsurları da işletmelerin faaliyetlerinden ve uygulamalarından etkilenir: Yeni ürünleri kullanma alışkanlığı edinme, işletmelerarası rekabetin sonuçlarına katlanma gibi. İşletmelerle çevre unsurları arasındaki etkileşim, ilişkinin niteliğine göre farklılık gösterir. Aşağıda işletmeleri çevreleyen unsurların özelliklerini ilişkileri ve karşılıklı açıklayacağız. Şekil 2. 3′de işletmelerin çevre ilişkileri iç ve dış çevre olarak ayrılmıştır. İç çevre unsurları, işletmeyi doğrudan etkileyen ve karşılığında işletme faaliyetlerinden doğrudan etkilenen unsurlardır. Yöneticiler, işletmenin iç çevresini, kararları ile doğrudan etkileme, şekillendirme ya da değiştirilebilme yetkisine sahiptir. İşletmelerin iç çevresinde yer alan temel unsurlar; sermaye sahipleri, yöneticiler, yönetilenler yani çalışanlar ve onlardan kaynaklanan yönetim biçimi ya da örgüt kültürüdür. İç çevrede yer alanların, işletmeye sağladığı katkıları karşılığında işletmeden beklentileri vardır. Sermaye sahipleri, işletmenin özvarlığını sağlayan kişilerdir. Sermaye sahiplerinin öncelikle beklentisi kâr elde etmektir. İşletmenin geleceğinin güvence altına alınması, pazar payının arttırılması, yani yatırımlara girişmek, güç sahibi olmak ya da prestij kazanmak, sermaye sahiplerinin beklentileri arasındadır. Bu kişilerin işletmeye bağlılığı, beklentilerinin karşılanmasına bağlıdır. İşletmelerde iç çevreyi oluşturan bir başka grup yönetici ve yönetilenlerin oluşturduğu personeldir. Bu grup, işletmenin amaçlarına ulaşması için düşünsel ve fiziksel çaba gösterir. Buna karşılık, en alt basamaktan tepe yönetime kadar personelin yani çalışanların birbiri ile örtüşen veya farklı beklentileri vardır. Doyurucu bir ücret daha iyi çalışma koşulları, sosyal ortam, gelecek güvencesi, yükselme olanakları, ödüllendirilme vb. unsurlar çalışanların işletmeden başlıca beklentileridir. Kalkınmışlık ve refah düzeyi yüksek olan ülkelerde;cinsiyet ayırımı gözetilmemesi, kreş ya da çocuk bakımı gibi konular da çalışanların temel beklentileri arasındadır. İşletmenin amaçlarına etkin biçimde katkı sağlanabilmesi, personelin beklentilerine karşılık verme düzeyi ile yakından bağlantılıdır. İşletmelerin dış çevresinde; devlet ve yasalar, tüketiciler, toplum yapısı ve kültürü, rakipler, tedarikçi işletmeler, diğer işletmeler, fiziksel (doğal) çevre koşulları yer alır. Dış çevre unsurlarını; yasal-siyasal çevre, toplumsal ve kültürel çevre, ekonomik çevre ve fiziksel çevre olarak da gruplandırabiliriz. Uluslararası faaliyetleri olan işletmeler yukarıda sayılanlar dışında, uluslararası çevre koşulları ile çevrelenmiştir. Devletin uygulamaları ve yasalar, işletmeleri çevreleyen önemli bir unsurdur. İşletmelerin faaliyetleri, yasaların çizdiği haklar ve sorumluluklar çerçevesinde sürdürülür. Devlet ile birey arasındaki ilişkileri düzenleyen anayasa, iş hukuku, idare hukuku işletmelerle bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen ticaret, borçlar. icra iflas hukuku işletmelerin sorumlulukları ile ilgili kuralları içerir. Çalışanların haklarının verilmesi, vergi vermek, iş güvenliğinin sağlanması vb. gibi. İşletmeler, yasal düzenlemelere uygun faaliyet göstermenin karşılığında devletin sağladığı çeşitli haklardan yararlanır; yatırım indirimi ya da vergi teşvikinden yararlanma, kredi olanakları. Tüketiciler, işletmelerin varlığını sürdürebilmesinde önemli bir etkendir. İşletmeler öncelikle hedef kitlenin ve genel olarak tüketicilerin beklentilerine karşılık vermek zorundadır. Mal ve hizmetlerin tüketicilerin tercih ettiği kalitede, zamanda, yerde ve onların ödeyebileceği fiyat üzerinden sunulması, pazarda pay edinmenin ve başarmanın ön koşuludur. Günümüzde tüketiciler, toplum için üretim yapan işletmeleri, üretim için üretim yapanlardan ayırma bilincine ulaşmıştır. Artık, tüketiciye gereksinme duyduğu ürünleri ulaştırmak tek başına yeterli değildir. Tüketici, kendi çıkarlarını gözetip, kendisine hem ürün özellikleri hem de servis açısından kalite sunan işletmelere yönelmektedir. Bunların dışında, doğal çevrenin korunması, diğer işletmelerle ılımlı ilişkiler içinde olması, devlete karşı yükümlülüklerini yerine getirmesi tüketicilerin işletmelerde aradığı özelliklerdir. Tüketicilerin beklenti ve istekleri, toplumsal değerler, yaşam biçimi, gelenek ve inançlardan büyük ölçüde etkilenir. Özellikle uluslararası faaliyetleri olan işletmelerin; ürünlerini tasarlayıp, hazır hale getirip, pazara sunmadan önce toplum yapısını ve kültürünü iyi tanıması gerekir. Pazar araştırması, tüketici beklentilerine ve rakip işletmelerin uygulamalarına yönelik araştırmalar işletmelere, bu konuda gereksinme duydukları bilgileri sağlar. Toplumsal çevreden, bir toplumun işletmelere bakış açısı, onlara ilişkin görüşleri anlaşılır. İşletmeyi kuşatan ve işletme ile doğrudan ya da dolaylı ilişkisi olan insanların demografik ve kültürel özellikleri toplumsal çevreyi belirler. Toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğunca benimsenen kültürel değerler, o toplumun yaşam biçimini belirler. Yeme içme, eğlenme, barınma, çalışma, sağlık, iş ahlakı, çevrenin korunması gibi kavramlara ilişkin görüş ve davranışlar toplumsal kültürü oluşturur. İşletmeler toplumun yaşam biçimini, alışkanlıklarına, değerlerine uygun bir üretim ve faaliyet ortamı gerçekleştirmekle yükümlüdür. Tüketici Hakları; İşletmelerin karar ve politikalarında, tüketicilerin istek ve gereksinimlerini dikkate almasını öngören bir kamuoyu hareketi olarak yaygınlaşmıştır. ABD Başkanlarından J.F. Kennedy, tüketici haklarını; bilgilenme, seçim yapma, güvenlik ve sesini duyurabilme olarak sıralamıştır. Bu konunun önemini kavramış olan işletmeler, tüketici şikayetlerini alabilmek için özel bir çaba gösterirler. Tüketicilerin örgütlenebildiği ülkelerde, tüketicilerin hakları yasalar yoluyla korunmaya çalışılır. Ülkemizde, Tüketicilerin Korunması Kanunu da bu amaca yöneliktir. Rakipler, işletmelerin dikkatle izlenmesi gereken önemli bir başka dış çevre unsurudur. Rakipler, Pepsicola ve Coca-Cola örneğinde olduğu gibi aynı faaliyet dalında aynı hedef kitleye ürün sunan işletmelerdir. Rekabet; ürünün özelliği, satış koşulları, dağıtım, satış çabaları ya da diğer yan hizmetlerle ilgili olabilir. İşletmeler için rekabet üstünlüğü, bu ve benzeri konularda rakiplerden daha iyi olmak ya da farklı olmak demektir. Bunu sağlayabilmek için işletmeler, içinde bulunduğu sektörün genel yapısı yanı sıra; rakiplerin ürün, fiyat, satış, insan kaynakları politikalarını öğrenmeye çalışmalıdır. Ancak, rakip işletmelerin uygulamalarını aynen almak yerine, bunlar işletmenin kendi yapısına ve gereksinimlerine uyarlanmalıdır. Rakip durumunda olan işletmeler işbirliği içinde de olabilir. Çıkarları gereği anlaşarak, ilerideki ünitelerde açıklanacak olan kartel, tröst, konsorsiyum ya da holding gibi birleşmelere gidilebilir. Bu birleşmeler sayesinde işletmeler arasında finansal, teknolojik, örgütsel ya da hukuki anlaşmalar gerçekleşir. İşletmelerin bu noktadaki en büyük sorumluluğu, karşılıklı olarak yapılan anlaşma kurallarına ve etik ilkelere uygun davranmaktır. İşletmelerin dış çevre unsurlarından bir başkası tedarikçilerdir. Tedarikçiler, işletmelere, üretim faaliyetleri için gerekli olan mal ve hizmetleri sağlarlar. Teknik donanım, ara mallar, işgücü, dağıtım, taşımacılık ve benzeri konularda katkı sağlayan bu kuruluşlarla olumlu ilişkiler içinde olunması, işletmelerin faaliyetlerinin aksamadan sürdürülmesinde önemli rol oynar. Ucuz, kalite standartlarına ve işletmenin beklentilerine uygun hizmet alabilmek için, tedarikçilerin çıkarlarının gözetilmesi önem kazanır. Diğer işletmeler içinde, işletmeye kredi veren bankalar, finans kuruluşları da önemli yer tutar. Bu kurumlarla olumlu ilişkiler içinde olunması, işletmelerin parasal kaynak bulmasını kolaylaştırır. İşletmelerin bunlara karşı olan yükümlülüklerini zamanında yerine getirmesi, parasal gereksinmelerinin her seferinde herhangi bir engel olmaksızın karşılanmasını sağlar. Fiziksel çevre, genel anlamda yeryüzündeki doğal kaynaklardır. Bunlar, toprak, hava, su ve iklimdir. Bütün işletmeler çeşitli derecelerde bu kaynaklara bağımlıdır. İşletmelerin mallarını üretmek için kullandığı kaynakların çoğu fiziksel çevreden sağlanır. Bu kaynakların kullanımı, ekonomik yapıyla, hükümetlerin tutumuyla ve toplumun duyarlılığı ile yakından ilgilidir. Doğal kaynakların bilinçsizce kullanılıp yok edilmesi ve kullanımındaki çıkar ilişkileri işletmeler için de önemli sorunlar yaratır. İŞLETMELERİN GRUPLANDIRILMASI İşletmelerin gruplandırılmasına yönelik ölçütleri ayırt etmek. İşletmeler, birbirinden farklı yapı ve özelliklere sahiptir. Buna bağlı olarak, bir işletmenin ekonomik sistem içindeki işlevi diğerlerinden farklıdır. İşletmelerin gruplandırılmasında geçerli olan görüşlerin belli ölçütler üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. İşletmeleri; 1. üretilen mal ve hizmet çeşidine göre, 2. üretim araçlarının mülkiyetine göre, 3. hukuki yapılarına göre, 4. ulusal köklerine göre, 5. işletmelerarası anlaşmalara göre, 6. diğer açılara göre bölümlendirmek mümkündür. 1. Üretilen Mal ve Hizmet Çeşidi Yönünden İşletmeler Üretilen mal ve hizmet çeşidi yönünden işletmeler; endüstri işletmeleri, ticaret işletmeleri, hizmet işletmeleri olarak üçe ayrılır. -Endüstri İşletmeleri: Üretim sürecinde, kullanılan girdileri fiziksel ya da kimyasal yönden değişikliğe uğratarak yeni bir mala dönüştüren işletmelerdir. Üretim gelişmiş tekniklerle gerçekleştirilir. Fabrikasyon sistemini uygulayan işletmeler, endüstriyel üretim yaparlar. Hammadde işleyen ya da uçak, araba, montaj yapan işletmeler, endüstriyel üretim yapmaktadır. -Ticaret İşletmeleri: Ticaret kesiminde çalışan, üretici işletmelerin ürettikleri malların toptancılığını, yarı toptancılığını ve perakendeciliğini yapan işletmelerdir. Bunlar üretici işletmelerle tüketiciler arasında yer alan aracı kuruluşlardır. Toptancı ve perakendeci işletmeler pazarlama işlevlerinin yerine getirilmesinde önemli görevler üstlenirler. Aracılık edilen malın özelliğine ve türüne göre, toptancı ve perakendeci işletmelerin bir çok çeşidi bulunur. - Hizmet İşletmeleri: Hizmet üreten ve pazarlayan her boyuttaki işletmelerdir. Bunlar, konaklama hizmetlerinde (otel, motel), eğlence hizmetlerinde (tiyatro, sinema), sağlık hizmetlerinde (hastane), eğitim ve öğretim hizmetlerinde (okul), sigorta ve finansman hizmetlerinde (sigortacılık, bankacılık), taşıma ve iletişim hizmetlerinde (eşya ve yolcu taşımacılığı, PTT), danışmanlık hizmetlerinde (hukuksal, finansal, ticari danışmanlık), bakım hizmetlerinde (beraber, elbise temizleyiciliği) bulunurlar. 2. Üretim Araçlarının Mülkiyetine Göre İşletmeler Üretim araçlarının mülkiyetine göre işletmeler; özel kesim, kamu kesimi ve yabancı sermayeli işletmeler olarak ayrılır. -Özel Kesim İşletmeleri: Üretim araçlarının mülkiyeti özel kişilerin elinde bulunan işletmelerdir. Bu işletmeler, belli amaçlar doğrultusunda, bir ya da çok sayıdaki kişinin çeşitli oranlarda sermayelerini bir araya getirerek oluşturdukları kuruluşlardır. Her türlü alanda, her düzeyde ve boyutta faaliyette bulunabilirler. - Kamu Kesimi İşletmeleri: Sermayesinin tümü ya da çoğunluğu devlete ya da kamu tüzel kişilerine ait olan işletmelerdir. Kamu kesimi işletmeleri bir ekonominin tümüne egemen olacak boyutlarda bulunabileceği gibi, daha dar boyutlarda da olabilir. Kamu kesimi işletmeleri özel kesim işletmeleri ile yan yana çalışabilirler; aynı konuda ya da değişik konularda üretim yapabilirler. Ayrıca, özel sermaye sahipleri ile ortaklık kurarak karma tipte işletmeler de oluşturulabilir. Kamu işletmelerinin güdecekleri amaç, toplumsal ağırlıklı olabileceği gibi, özel kesim işletmeleri gibi salt kâra yönelik de olabilir. Ülkemizde kamu kesimi işletmelerinin önemli bir yeri vardır (KİT’ler). - Yabancı Sermayeli İşletmeler: Üretim araçlarının mülkiyeti başka ülke girişimcilerinin olan işletmeleridir. Bu işletmelerde, sermayenin tümü yabancı girişimcilerin olabilir. Ayrıca, yerli sermaye ile çeşitli oranlarda ortaklıklara girişen yabancı sermaye işletmeleri de bulunur. Bu ortaklıklar, özel işletmecilerle kurulabileceği gibi kamu kesimiyle de gerçekleştirilebilir. Türkiye’de yabancı sermayeli işletmelerin yeri hızla artmaktadır. Bu işletmelerin Türkiye’de kuruluşu ile ilgili yasal düzenlemelerin birbirinden çok farklı olması, farklı yapıdaki sermayeli işletmelerin oluşmasına yol açmıştır. 3. Hukuki Yapılarına Göre İşletmeler Hukuki yapılarına göre işletmeler; ülkelerin hukuk sistemine göre farklılık gösterir. Ancak, genelde tüm ülkelerde geçerli olan hukuksal biçimler de vardır. Yasal ayrıntılar olarak birbirinden farklı değerlemeler olsa da, bu hukuksal biçimler uluslararası düzeyde birbiriyle çok yakındır. Türk Hukuk Sisteminde yer alan işletme biçimleri uluslararası hukuksal biçimlerle büyük ölçüde benzerlik taşımaktadır. Hukuk sistemimizde işletme biçimleri aşağıdaki gibi bölümlendirilebilir: 1. Özel İşletmelerin Hukuksal Biçimleri –A. Kişi Şirketleri —-a. Tek kişi işletmesi —-b. Adi şirket —-c. Kolektif şirket —-d. Adi komandit şirket –B. Sermaye Şirketleri —-a. Anonim şirket —-b. Limitet şirket —-c. Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket —-d. Kooperatif şirket —-- Dernek ve tesislerin şirketleri 2. Kamu İşletmelerinin Hukuksal Biçimleri –A. Kamu İktisadi Teşebbüsleri —-a. İktisadi devlet teşekkülleri —-b. Kamu iktisadi kuruluşları –B. Yerel Yönetim İşletmeleri –C. Katma Bütçeli Yönetimlerin İşletmeleri –D. Döner Sermayeli İşletmeler 3. Yabancı Sermayeli İşletmeler –A. 6222 Sayılı Yasaya göre kurulanlar –B. Petrol Yasasına göre kurulanlar –C. 1567 Sayılı Yasaya göre kurulanlar –D. Uluslararası anlaşmalarla kurulanlar 4. Ulusal Kökenlerine Göre İşletmeler Ulusal kökenlerine göre işletmeler; ulusal işletmeler, uluslararası işletmeler, çokuluslu işletmeler, olarak ayırıyoruz. - Ulusal İşletmeler: Ülke sınırları içinde kurulmuş, kapital ve yönetim açısından başka bir ülkeye bağlı olmayan işletmelerdir. Bu niteliği gösteren her türlü işletme ulusal işletme sayılır. Türkiye’deki yerli şirketler ulusal işletmelerdir. - Uluslararası İşletmeler: Yalnızca kendi ülkesinde değil, başka ülkelerde de çeşitli dallarda uğraşta bulunan işletmelerdir. Bunların kapital yatırımları sınırlıdır ve yönetimleri çoğunlukla ana işletme yurttaşlarının elindedir. Bu işletmeler sanayi, ticaret, ulaştırma, pazarlama alanlarında yer alırlar. - Çokuluslu Şirket (ÇUŞ): Dünyayı bir tek pazar olarak gören ve durumunu her yerde en kıvamlı kılmak için kaynaklarını -kapital, yönetim, teknoloji-oralara aktaran bir dünya şirketidir. ÇUŞ’lar ekonomik yaşamın her alanında yer alırlar ve uğraşlarını pek çok ülkeye yayarlar. Uğraş alanlarını şöyle sınıflandırabiliriz: Yerel olarak üretilen ya da dış alımı yapılan parçaları kullanan üretici işletmeler; yarı üreticilik yapan dağıtıcılar ve bağlantılı satışçılar biçimindeki ticaret işletmeleri; sınırlı ölçüde yerel işletmeye bağlı olan doğal ve tarımsal kaynakların ana üreticileri ya da çıkarımcıları; hizmette ya da eğlence alanında ana işletmeye bağlı yarı özdeş nitelikte şube örgütlenmeleri. Yüzyılımızda ÇUŞ’lar çok geniş bir alana yayılmışlar ve elde ettikleri gelir açısından bir çok ülkenin ulusal gelirini aşar duruma gelmişlerdir. ÇUŞ’ların iş hacmi, dünya üretiminin 1/7’sinden çoktur. ÇUŞ’ların yıllık büyüme hızları %10′dur. Yapılan kestirimler, 2000 yıllarında ÇUŞ’ların dünya üretiminin yarısını karşıladıkları yolundadır. ÇUŞ’larla ilgili olarak 19. Ünite’de daha fazla bilgi bulabilirsiniz. 5. İşletmeler arası Anlaşmalara Göre İşletmeler İşletmeler arası anlaşmalara göre işletmeler; işletmeler, pazarlara daha çok egemen olma, tek başlarına gerçekleştiremeyecekleri işleri ortaklaşa gerçekleştirme, daha yeterli olanaklara kavuşma ve sonuçta daha yüksek kârlar sağlama amacıyla aralarında gizli ya da açık anlaşmalar yaparlar. Bu anlaşmalar çeşitli özellikler taşır. Başlıca anlaşma çeşitleri şunlardır: Kartel, tröst, konsern, konsorsiyum, centilmen anlaşmaları, tam birleşme, holding. . İşletmelerin Bölümlendirilmesindeki Diğer Ölçütler İşletmelerin bölümlendirilmesindeki diğer ölçütleri: - Büyüklük - Süreklilik - Riske katlanma - Yönetim biçimleri - Alıcıların türü olarak sıralayabiliriz. 3. İşletmelerin Kuruluşu 3.1 KURULUŞ KARARININ OLUŞUMU Bir işletmenin kurulması, belli bir alana belli bir yatırımın yapılması demektir. Yapılacak yatırımın verimliliği, kârlılığı bu konudaki kararların tutarlılığına bağlıdır. Küçük ve orta boyuttaki işletmelerde, büyük ölçekli işletmelere göre kuruluş çalışmaları daha rahat yürütülür. Bunların kuruluşunda, girişimcinin deneyimi, sezgisi, kestirimi, girişkenliği ön planda gelir. Çok fazla ayrıntıya inmeyen araştırmalarla, bu işletmelerin kurulması ve başarıya ulaşması söz konusu olabilir. Ancak, büyük işletmelerde kuruluş çalışmalarının çok ayrıntılı inceleme ve araştırmalara dayanması gerekir. Kuruluş Karar Süreci İşletmelerin kuruluşunda yatırım kararı ile ilgili aşamalar, genelde aşağıdaki gibi ele alınır: - Yatırım düşüncesi - Yapılabilirlik (Fizibilite) araştırmaları - Yapılabilirlik projesi (ön proje) - Değerlendirme ve yatırım kararı - Kesin proje - Projenin uygulanması - Üretime geçiş aşaması Yatırım Düşüncesi Bir işletme kurulmadan önce, en başta belli bir alanda, belli bir çapta üretim yapma düşüncesinin girişimcilerin kafasında oluşması gerekir. Pazarda istemin artması, işletmenin büyüme eğilimi, maliyetleri düşürme çabası, yeni bir mala geçiş, teknolojik yenileme gibi etkenler de, yeni bir yatırım düşüncesinin oluşmasını sağlayabilir. Ülkenin ekonomik yapısı, pazar durumu, rekabet durumu, dışsatım ve dışalım olanakları, teknoloji, doğal kaynaklar gibi etkenler, bu düşüncenin belli biçimlerle oluşmasını etkileyecektir. Yapılabilirlik (Fizibilite) Araştırmaları Kesin yatırım kararı alınmadan önce, girişimcinin yapmayı düşündüğü üretim ve sermaye yatırımı ile ilgili olarak ekonomik, teknolojik ve finansal sorunlarla, kuruluş yeri sorunlarını çözmek için -ayrıntılı ve kesin araştırmalara girişmeksizin- gerekli bütün bilgilerin sistemli bir şekilde elde edilmesini yapılabilirlik araştırması, bunların bir metin içinde toplanmasını yapılabilirlik projesi olarak adlandırıyoruz. Yapılabilirlik projesinde, çeşitli araştırmalar yapılarak projenin bütünlüğe kavuşması sağlanır. Bu araştırmaları; ekonomik, teknik, finansal, yasal ve örgütsel araştırmalar olmak üzere beş grupta toplayabiliriz: Yapılabilirlik projesi araştırmalarını kısaca ele alalım: Ekonomik Araştırmalar, kurulacak işletmenin ekonomik açıdan verimli, kârlı ve ussal olup olmadığının araştırılmasıdır. Üretilmesi planlanan mal veya hizmete ilişkin talep ve pazar payının kestirimi yapılır. Teknik Araştırmalar, teknik araştırmalar işletmelerin seçecekleri teknolojinin belirlenmesinde temel olur. Üretim süreci aşamalarının tanımlanması, üretim teknolojisinin seçimi, makinelerin seçimi ve fabrika içindeki yerleşimi, bakım onarım olanaklarının araştırılması bu çalışmalar kapsamındadır. Finansal Araştırmalar, kurulacak işletmenin değişmez değer yatırım maliyetleri ile döner sermaye gereksinmesinin belirlenmesi, gelir ve gider kestirimlerinin yapılması, finansman kaynaklarının saptanması, işletme kârlılığının saptanması ve bununla ilgili değerlendirmelerin yapılmasını kapsar. Yasal Araştırmalar, sermaye gereksinimi, mali sorumluluğu sınırlama, vergilendirmedeki farklılık, kredi sağlama olanakları, kuruluş giderleri, işletme yapısından gelen zorunluluk gibi etkenlerin değerlendirilmesini kapsar. Örgütsel Araştırmalar, iş analizi, iş bölümü ve uzmanlaşma, yetki ve sorumluluk dağılımı, iletişim kanalları, çalışacak kişilerin belirlenmesi, örgüt şemasının çıkarılması çalışmalarıdır. Yapılabilirlik Projesi (Ön Proje) Bir önceki aşama olan yapılabilirlik araştırmalarına dayanarak bir ön proje oluşturulur. Bu proje bir ön inceleme niteliğindedir ve yatırım düşüncesinin gerçekleştirilebilme olasılığını ortaya koymak için kullanılır. Yatırım düşüncesinin incelemeler sonunda yerinde olduğu görülürse, kesin proje hazırlanmasında ön proje verilerinden yararlanılacaktır. Ön proje çalışmaları genelde daha yalın olsa da, kimi durumlarda kesin proje hazırlar gibi çalışma yapma gereği ortaya çıkabilir. Değerlendirme ve Yatırım Kararı Ayrıntılı olarak projeye ilişkin tüm bilgileri içeren yapılabilirlik raporu, yatırımın değerlendirilmesine ilişkin önemli bir göstergedir. Bu bilgilerin ışığında yapılacak değerlendirme sonucunda, yatırım kararı verilecek ya da yatırımdan vazgeçilecektir. Bir özel girişimcinin yapacağı yatırıma temel oluşturacak ön projelerin değerlendirilmesinde ana ölçüt, girişimin sağlayacağı kârdır. Bu nedenle işletmeci, işletmeyi kurma kararı verirken kârlılık (rantabilite) oranları üzerinde durur. Kârlılığın hesabı, yalnızca ilk çalışma yılı için yapılmaz. Kârlılık, işletmenin tüm ömrünce elde edeceği net gelir ve amortismanların, işletmenin kurulması için yapılan değişmez giderlerden fazla olması biçiminde düşünülür. Üretim faaliyeti süresince elde olunacak net gelirlerin (amortismanlarla birlikte) bugünkü değerinin bulunarak, işletmeyi kurma giderleriyle karşılaştırılması gerekir. Giderlerden fazla bir gelir elde ediliyorsa, işletmeyi kurmanın kârlı olduğu anlaşılır. Girişimci yönünden kullanılabilecek başka değerlendirme ölçütleri de vardır. Bunlar, borç ödeme yeteneği, döviz etkisi, katma değer ölçütü, sermaye-hasıla oranı, sermaye yoğunluğu, emek verimliliği gibi değerlendirmeleri kapsar. Kesin Proje Proje kabul edildikten sonra, kesin proje biçimine dönüştürülür. Bu aşama, projenin somutlaştırılması ve ayrıntılarının belirlenmesini içerir. İşletmenin kapasitesi, büyüklüğü, hukuksal yapısı, yapılacak harcamaların ayrıntısı, alınacak her türlü donanım, bunların teknik özellikleri ve maliyetleri gibi her türlü ayrıntı kesin projede yer alır. Kesin projenin hazırlanmasında en büyük yardımcı, ön proje çalışmalarındaki veri ve sonuçlardır. Projenin Uygulanması (Yatırım) Bu aşamada yatırım gerçekleşmektedir. Başka deyişle, projenin gerektirdiği her türlü somut çalışmalar bitirilmekte ve işletmeye geçiş aşaması için hazırlık yapılmaktadır. Arsa alınması, yapım, donanımın kurulması, makine ve araç gerecin satın alınması ve montaj çalışmaları bu aşamada gerçekleşir. Ayrıca, proje ve mühendislik tasarımlarının oluşturulması, görüşme ve sözleşmelerin tamamlanması, eğitim projesinin uygulanmasına ilişkin çalışmalar yatırım aşamasında ele alınır. Projenin planlanan süre içinde tamamlanması ve maliyetlerin hesaplanan düzeyde tutulması temel sorunlardır. Bunun için, işlerin belirli bir zamanlama çizelgesine uygunluğu, harcamaların projeye göre yapılıp yapılmadığının izlenmesi ve denetlenmesi gerekir. Gerektiğinde projede değişiklikler yapılmasına ilişkin değerlendirmeler yapılarak, bu kararın alınmasına dayanak olacak raporların hazırlanması da söz konusu olur. Bu aşamada, çok büyük niceliklerde değişmez giderlere katlanılması gerekir. Üretime Geçiş Yatırım projesinin uygulanması aşaması bitirildikten sonra, deneme üretimine geçilmesi son aşamada gerçekleşir. Bu üretim sırasında, planlanan nitelik, nicelik ve maliyetler yönünden malın uygunluğu denetlenir, arada oluşan farklar varsa bunların giderilmesi için çalışmalar yapılır. Bunlardan sonra, planlanan uygun bir çalışma gerçekleştirilerek, kesin üretim aşamasına geçilir. Böylece, yatırım süreci tamamlanmış olur. Yapılabilirlik (fizibilite) araştırmaları her işletmenin kuruluşunda geçerlidir, ancak kapsamı ve boyutları işletmenin faaliyet konusuna göre farklılık gösterir. Planlanan bu yatırım için doğru kararın verilebilmesi yapılabilirlik araştırmalarına bağlıdır. Işıl Güzel kâr öncelikli bir yaklaşımla maliyetler üzerinde durmaktadır. Maliyetler ve kârlılık, hazır giyim pazarının doymuşluk oranına ve talep miktarına bağlıdır. Bu bakımdan öncelikle ekonomik fizibilite yapılarak, pazarın yapısı ortaya konmalıdır. Böylece, ürünü satın alacak hedef kitle ve buna bağlı olarak ürünün özellikleri doğru belirlenecektir. Ekonomik araştırmalardan sonra, diğer fizibilite çalışmaları da tamamlanmalıdır. KURULUŞ YERİNİN BELİRLENMESİ İşletmelerin kurularak yerleşeceği alanın seçimi, tüm işletmelerin karşı karşıya kaldığı ve çözmek zorunda olduğu bir sorundur. Üreticiler, toptancılar, perakendeciler, finansal kurumlar ve tüm hizmet işletmeleri bu sorunla karşı karşıyadır. Kuruluş yeri sorunu, yalnızca işletmelerin ilk kuruluşlarında değil büyüme, pazarların değişmesi, arz kaynaklarının değişmesi gibi çeşitli nedenlerle yerleşim alanının değiştirilmesi sırasında da ortaya çıkar. Ayrıca, bir işletmenin şubeler ya da ek bürolar oluşturması ya da var olan çevresini genişletmesi durumunda da kuruluş yeri kararları alınacaktır. İşletmelerin kuruluş yeri, işletmelerin amaçlarına ulaşması için gerekli koşulları gerçekleştirecek biçimde olmalıdır. Kuruluş yerinin seçilmesinde her şeyden önce üretilen maddelerin maliyet giderlerinin çeşitli kuruluş yeri etmenleri aracılığıyla düşürülmesine çalışılır. Yer seçiminde işletme giderlerinin en düşük ve işletme gelirlerinin en yüksek olduğu, yani en yüksek kârın ya da en büyük yararın sağlandığı yer aranır. İşletmelerin ilk kuruluşlarında seçecekleri yeri üç aşamalı olarak ele alabiliriz: 1. Aşama: Belli bir ülkenin sınırları içindeki belli bir bölgeyi seçmek 2. Aşama: Seçilen bu bölgenin içinde kalan belli bir noktayı saptamak 3. Aşama: Bu noktadaki bir arsada işletmeyi oluşturup, işletme için gerekli üretim araçlarını sağlamak ve işletmenin iç yerleşim düzenini kurmak. Kuruluş Yeri Etkenleri İşletmelerin seçecekleri kuruluş yeri için geçerli olan etkenlerden söz ederken, işletmelerin uğraş alanlarının dikkate alınması gerekir. İşletmelerin üretim işletmesi olması ya da toptancılık, perakendecilik, bakım onarım gibi hizmet işletmesi olması, göz önünde tutulacak etkenlerin farklılaşmasına yol açar. Üretim işletmelerinin kuruluş yeri bölgesini seçerken değişik derecelerde etkili olan, ancak her kuruluşta ağırlıkları ölçüsünde değer verilmesi gereken etkenler şunlardır: - Hammadde - Ulaştırma (Taşıma) - Pazara Yakınlık - İşgücü (Emek) - Enerji ve Yakıt - Su - İklim Koşulları - Artıkların Atılması - Özendirme Önlemleri - Öteki Etkenler Hammadde İşletmeler belli bir malın üretimi için çeşitli girdileri kullanmak zorundadırlar. Bu girdilerin bir bölümü, üretilecek malın önemli bir bölümünü oluşturur, bir bölümü ise bu malın içine küçük ölçülerde doğrudan ya da dolaylı yolla katılarak, malın oluşmasına katkıda bulunurlar. Malın önemli bölümünün oluşmasına katkıda bulunan girdiler hammadde, öbürleri ise yardımcı madde ya da malzeme adını alır. Kuruluş yerinin seçiminde en çok etkili olan etkenlerden birisi, hammadde ve yardımcı madde sağlama olanağıdır. Hammadde, fiziksel ve kimyasal nitelikleri açısından çağdaş ve geçerli bir işletme yönetiminin uygulanmasına olanak vermeli, sağlanmasında süreklilik ve güvenlilik bulunmalı, fiyatı elverişli olmalı ve iyi bir ulaştırma şebekesinin yakınında bulunmalıdır. Hammaddeler çabuk bozulduğu için, tarımsal ürünleri kullanan işletmeler bu ürünlerin yetiştirildiği bölgelerde kurulurlar. Örneğin, dondurulmuş sebze ve meyveler, meyve suyu özü üreten işletmelerin kuruluş bölgeleri tarımsal ürünlere yakındır. Hammaddenin gerekli niteliklere sahip olması koşulu ile, sürekli ve güvenilir olarak sağlanabileceği kuruluş yeri seçilmelidir. Aşırı rekabet tehlikesi bulunan ya da güvenilir hammadde satıcısı olmayan durumlarda, hammadde kaynağına sahip olma çabaları gösterilmelidir. Hammadde kaynağının sayılan bu niteliklerinin dışında, hammadde ve yardımcı maddenin satın alma bedelinin ya da kendi hammaddesini üreten işletmelerin üretim maliyetlerinin, rekabete olanak verebilecek bir düzeyi aşmaması gerekir. Ulaştırma İşletmeler için, üretim sürecinin değişik aşamalarında ulaşım önem kazanır. İşletmenin kullanacağı girdilerin, istenen nicelik ve nitelikte, istenen zamanda ve yerde bulundurulması, ayrıca fiyatlarının ve ödeme koşullarının uygun olması ulaşım olanaklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bir kuruluşun bulunduğu yerin doğal yapısı ve oradaki yaşam koşulları, kuruluş yeri seçiminde önemlidir. Ancak, bu etkenler her zaman yeterli değildir. Önemli olan nokta, bir işletmenin kuruluş yerinin, rakip işletmelerin kuruluş yerine göre ulaşım açısından daha olumsuz bir durumda olmamasıdır. Olumsuz ulaşım koşulları, yüksek maliyetler ve rekabette zorlanma anlamına gelir. Tarihe baktığımızda, eski büyük kentlerin çoğunluğunun su yolları çevresine (nehir, göl, deniz) kurulduğunu görürüz. Bunun nedeni, su taşımacılığının büyük hacimli, küçük değerli yüklerin taşınmasında en ucuz yol olmasıdır. Ulaştırma etkeni, maliyetleri, hıza ve belli bölgelerde elverişli olan özel taşıma olanaklarının seçimine bağlıdır. Örnek olarak, su yolu ile taşıma olanaklarının bulunup bulunmamasına göre birbirinden farklı uygulamalara gidilir ve her uygulamanın değişik yarar ve sakıncaları oluşur. Taşıma maliyeti, seçilen yol türüne, kullanılan araca ve uzaklığa bağlıdır. Kilometre başına malzeme taşıma maliyeti genellikle uzaklık arttıkça azalır. Taşımada temelde beş yol kullanılır: Demiryolu, karayolu, denizyolu (su yolu) , havayolu, boru hattı. Günümüzde hızlı ve yoğun ulaşımın önem kazanması, ağırlığın karayolu, demiryolu ve havayolu taşımacılığına verilmesini gerektirmiştir. Ürünleri özel taşıma olanakları gerektiren işletmeler, bu olanakların bulunduğu yerlere yerleşirler. Malların tüketim bölgelerine taşınması, orta ve küçük işletmeler için büyük önem taşır. Aracıları kaldırmak ya da azaltmak, pahalı mal taşımacılığını ortadan kaldırmak için tüketim malı üreten işletmeler, kent içlerine ya da yakın çevrelerine kurulmaktadır. Örnek olarak, ham petrolün ucuz fakat ürünlerinin pahalıya taşınması ve dünyanın bir çok ülkesinde ham petrol çıkarılamaması ve dışalım yoluyla sağlanması nedeniyle, petrol rafinerileri kıyısı bulunan ülkelerde büyük tüketim merkezlerine en yakın olan liman kentlerine kurulmaktadır. Pazara Yakınlık Pazara yakınlık, kuruluş yeri kararlarındaki önemini hiç yitirmemiştir. Nüfusun yoğun olduğu alanlar, birçok işletmeyi çekmektedir. Bunun nedenlerinden birisi, aracıların çok ucuz bir ulaşım gideriyle işletmeye ulaşma olanağı bulmalarıdır. Nüfusun büyümesi ve buna bağlı olarak pazarların büyümesi, buralardaki işletme sayısını hızla arttırır. İstanbul, İzmir, Bursa, Adana gibi nüfusça yoğun illerde işletmeler de yoğunlaşmaktadır. Tersine, doğu illerinde öbür etkenlerin yanı sıra nüfusun artmaması ve göç gibi nedenlere de bağlı olarak, işletme sayısının azaldığı gözlemlenmektedir. Pazara yakın olmak, taşınması zor ve pahalı ürünler üreten işletmeler için özellikle önem kazanır. Hammaddeden yarı bitmiş ya da bitmiş mala dönüştürüldüğünde değeri fazla yükselen malları üreten işletmeler, hammadde yakınında kurulabileceği gibi, tüketim alanlarında da kurulabilirler. Onarım ve bakım gibi yoğun bir satış sonrası hizmet gerektiren malları üreten işletmeler, örnek olarak bilgisayar satıcıları, ya pazara çok yakın olarak kurulmalı ya da servis işini yürütecek ayrı olanakları pazarda sağlamış olmalıdır. Satış sonrası servis (hizmet) işlerini yürüten işletmeler, her zaman pazara en yakın yerleri seçmelidirler. Kimi işletmeler, ulusal pazarda yaygın biçimde satmak üzere mallar yaparlar. Bu durumda işletme, malların ülkenin her yanına en ekonomik biçimde dağıtılabileceği bir yerde kurulmalıdır. Dar bir pazar alanı içinde çalışan ve çevresel gereksinmeleri karşılayan küçük işletmeler, genellikle tüketim alanlarına yakın ya da tüketim alanlarının içinde kurulurlar. Büyük işletmelere hammadde, malzeme ya da yarı bitmiş mallar üretip satan işletmeler, ilişkileri olan büyük işletmelerin yakınlarında kurulurlar. İşgücü Bir işletmenin kurulması ve işletilmesi için gerekli unsurların başında, işgücü gelir. Mekanizasyon ve otomasyonla gerekli işgücü azaltılabilirse de tümüyle kaldırılıp yerine başka bir öğe koymak olanaksızdır. İşletmeler için işgücü, yaşamsal önemde ve pahalı bir üretim elemanıdır. İşletmenin yerleşimi, beceri kazanmış, eğitimli ve işletme amaçlarına yönelik olarak çalışan işgücü sunumuna büyük ölçüde bağlıdır. İşgücünün büyüklüğü, becerisi, ücret düzeyleri, sendikalaşma derecesi ve çalışanların işe ilişkin tutumları kuruluş yeri seçiminde önem taşır. Yerinde bir kuruluş yeri kararı, işletmenin gerek duyduğu işgücünün bir kaç katının bulunacağı bir bölgeye yönelik olur. Sınırlı bir işgücü sunumuna karşın, yoğun bir işgücü istemi bulunuyorsa, işletmeler arasında işgücü sağlamada yoğun bir rekabet oluşur. Hızlı bir işgücü değişim çabukluğu ve yüksek bir işgücü maliyeti ile karşılaşılır. Büyük yerleşim merkezlerinin yakınında kurulacak işletmeler için, nitelikli işçi sağlamak daha kolaydır. Nüfusu az bölgelerde kurulacak işletmeler için, gerek kuruluş gerekse işletme dönemlerinde nitelikli işçi sağlamak daha zordur. Maliyet giderleri içinde işçilik payının çok yüksek olduğu işkollarında yer alan işletmeler, ilke olarak düşük işçilik maliyeti olan bölgeleri seçerler. Özellikle küçük kentlerde yaşam pahalılığının daha az olması, buralardaki ücret düzeylerinin de düşük olmasına yol açar. İşçinin üretim maliyetindeki payı işletmeden işletmeye büyük farklılıklar gösterir. Kuruluşlardaki mekanizasyon ve otomasyon derecesi, işletmenin kapasitesi ve kapasite kullanımı, nitelikli işçinin tüm işçiye oranı, çevredeki ortalama işçi ücretleri, işçiliğin ürün maliyetindeki payını etkileyen en önemli noktalardır. Enerji ve Yakıt Bölgedeki enerji olanakları, kuruluş yeri kararlarında önem taşır. Kömür ya da elektrik enerjisini sağlama olanakları, maliyetler, enerjinin sürekliliği, kararı etkiler. Enerji gereksinmesi sanayiden sanayiye değişir. Kimi üretim dallarında çok az kullanılan elektrik enerjisi, çimento, şeker ve kağıt üretiminde üst düzeyde kullanılmaktadır. Kimi dallarda yer seçimini etkileyen en önemli etken, enerjinin sağlanması ve fiyatı olmaktadır. Değirmenler, bıçkı atölyeleri gibi enerji gereksinmesi çok olan işletmeler, ucuz ve kolay elektrik enerjisi elde edilebilen akarsuların çevrelerinde kurulurlar. Yukarıdaki irdelemeleri yakıt için de yapabiliriz. Yakıtın ana maliyet öğesi olduğu endüstrilerde, ucuz yakıt kaynakları, işletmelerin yerleşim kararlarında belirleyici etkenlerden birisi olmaktadır. Petrol, doğal gaz, kömür gibi yakıt kaynaklarının bol olduğu bölgeler, bu endüstriler için önemli üstünlükler sağlar. Demir-çelik endüstrisinin kömür kaynaklarına yakın kurulması kömürün ana maliyet öğesi olmasındandır. Atıklar Zararlı atıkları olan işletmeler, yerleşim alanlarının dışında kurulmuş olsalar da, zamanla çevresinde oluşacak yerleşim birimlerine zararlı olacak ve yakınmalara yol açacaktır. İşletmeler nereye kurulurlarsa kurulsunlar, atıklarla ilgili önlemleri zamanında almak zorundadırlar. Sağlıkla ilgili yasal düzenlemeler, belediye uygulamaları ve oluşturulmuş kent planları çeşitli endüstri dallarının nerelerde ve nasıl kurulacağına ilişkin kurallar koyar. Atıkların zararsız bir biçime dönüştürüldükten sonra atılmaları zorunluluğu vardır. Bu konuda gittikçe gelişen bir yasal sınırlama ve kamusal tepki kendini göstermektedir. ISO 14000 standartları, sürdürülebilirlik prensiplerine göre çevre yönetiminin çerçevesini belirlemektedirler. ISO 14000 standardı kuruluşların önceden belirledikleri çevre politikası ve çevresel hedeflerine uygun bir çevre yönetim sistemi kurmalarını, bu sistemi geliştirmelerini ve sürekliliğini sağlamalarını öngörmektedir. Su Endüstriden endüstriye büyük değişiklik gösteren öğelerden birisi de su gereksinmesidir. Yer seçimine etkisi bakımından su sağlanması, kimi endüstri dallarında en başta gelen etken olmaktadır. Önem derecesi değişmekle birlikte, her canlı gibi her işletmenin de suya gereksinmesi olduğu ve susuz yerde endüstri kurulamayacağı açıktır. Metalürji ve kimya endüstrisi, kağıt endüstrisi, dokuma endüstrisi üretimlerinde yüksek basınçlı su kullanırlar. Demir-çelik endüstrisinde soğutmada bol su gereklidir. Soğutma suyu olarak gerektiğinde tuzlu su kullanılabilirse de temizlik suyu, beslenme suyu, işleme suyu ve içme suyu olarak tatlı suya kesin gereklilik vardır. Kullanılacak suyun nicelik ve niteliği kuruluş yeri seçiminde giderek daha önemli olmaktadır. Doğa Koşulları İklim, işletmede çalışanların sağlığını, çalışma yeteneğini ve üretkenliğini etkiler; ayrıca ısı derecesi, nemlilik derecesi ve bunların değişme derecesi ve çabukluğu da işletmelerin üretimlerini doğrudan etkiler. Fazla sıcağın ve soğuğun verimli çalışmayı etkilediği işletmeler için en uygun olan koşullar sağlanmak istenirse,ek giderlere katlanmak gerekecektir. Ilımlı hava koşulları isteyen işletmelerin bir bölümü açık havaya kurulabilir. İklimin üretilen mallar üzerinde de etkisi vardır. Sıcak ve nemli iklimin ayrı bir sakıncası, büyük işletmelerde genellikle varolan asit ve korazif etkilerin artması nedeniyle, onarım ve bakım giderlerinin yükselmesidir. Bir işletmenin daha verimli çalışması belli iklim koşullarına bağlıysa, bu durumun yer seçiminde göz önünde tutulması gerekir. Bu nedenle, kar ve yağmur yağışları, en yüksek ve en düşük sıcaklıklar, nem ve rüzgarların yönü gibi noktalar karşılaştırılarak karar verilir. İklim, günümüzde yerleşim açısından eskiye göre daha az önemli bir etken durumundadır. Endüstride çalışanlar için iklimin önemi yerini korurken, endüstrinin kendisi için önemini yitirmiştir. Gerekli iklim koşulları değişik yollarla sağlanabilmekte, bu konuda yapılacak giderlere katlanmak zorunlu olmaktadır. İklim koşullarının yanında ele alınacak başka bir kuruluş yeri etkeni depremdir. Deprem kuşaklarında ve çevrelerinde yerleşecek işletmelerin yapacakları binaların özel koşullara uyması ve bu nedenle daha fazla harcama yapması gerekir. Zorunluluk olmadıkça, bu hareketli kuşakların içinde kalmayan kuruluş yerlerinin seçilmesi uygun olur. Özendirme Önlemleri Devlet, işletmelerin belli yerlerde kurulmasını özendirmek ya da zorlaştırmak için çeşitli önlemler alır. Halkın çıkarlarını korumak, çevrenin bozulmasını engellemek, endüstri ve ticareti belli yerlerde geliştirmek ya da sınırlamak bu önlemlerle olur. Özendirme önlemleri iki ana kümede ele alınabilir: Birincisi, enerji, ulaştırma ve haberleşme gibi altyapı yatırımlarının devletçe gerçekleştirilmesi, ikincisi de özel kesime vergi ayrıcalığı ya da indirimi sağlamak, belli bölgelerde kurulan özel işletmelere yatırım indirimi, gümrük indirimi, özendirme kredisi, vergi iadesi gibi doğrudan önlemler uygulamaktır. Günümüzde, Türkiye’de bu önlemler ve bunların dışında çeşitli önlemlerle, geri kalmış yörelere özel kesim işletmelerinin kurulması için yoğun çabalar harcanmaktadır. Özendirme önlemleri arasında, orta ve büyük işletmeler için daha büyük önem taşıyan organize sanayi bölgelerini ayrıca vurgulamak gerekir. Bunlar, büyük yerleşim merkezlerinin çevresinde, işletmelerin düzenli ve planlı olarak bir araya toplandığı bölgelerdir. İşletmelerin tek başlarına alt yapıyı oluşturmaları, çok büyük giderleri gerektirir. Belli bölgelerde yol, su, elektrik, kanalizasyon, PTT, sağlık ve eğitim merkezleri, bakım-onarım merkezleri, araştırma-geliştirme büroları gibi çeşitli alt yapı ve temel hizmetlerin önceden gerçekleştirilmiş olması, işletmelerin kuruluşunu büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Öte yandan, daha küçük işletmeler için oluşturulan küçük sanayi siteleri de özendirme önlemleri çerçevesinde düşünülebilir. Orta ve küçük işletmeler için, kentlere daha yakın yerlerde kurulan ve alt yapı sorunları çözülmüş ekonomik açıdan uygun kuruluş yerleri küçük sanayi siteleri adını alır. Buralarda, daha çok mobilya, oto yedek parçası, dokuma, oto onarım gibi atölye sistemi ile çalışan işletmeler yer alır. 4. İŞLETMELERİN BÜYÜMESİ 4.1 İşletmelerde Büyüme Kavramı Birçok işletmede büyüme en temel amaçtır. Sürekli ve dengeli büyüyen işletmeler için dinamik işletme diyebiliriz. İşletmelerin gelişmesi olumlu bir hareket olarak kabul edilmektedir. Bazı işletmelerin büyümenin sağlayacağı yararlara karşılık, getireceği sıkıntılar yüzünden, büyüme konusunda isteksiz oldukları görülmektedir. Bütün işletmeler büyümeli midir? İşletmeler canlı birer organizma gibi düşünülürse, kuruluşu ve büyüme sürecine girmesi doğaldır. İşletmelerde, çeşitli nedenlerle büyüme gereksinmesi doğabilir. Büyümeden, sabit bir ortamda faaliyet gösteren işletmelerin, global düzeydeki dev işletmelerle rekabet etmesi zordur. Çevresel koşullar, tüketici kavramının değişmesi ve rakip işletmelerin yeni teknolojiler ve büyük sermayelerle pazarda faaliyet göstermeleri, işletmeleri büyüme sürecine zorlamaktadır. Büyümeden, önce karar verilecek nokta işletme büyüklüğüdür. Optimal (en uygun) büyüklük işletmenin geleceği yönünden önem verilmesi gereken bir konudur. İşletme büyüklüğünün belirlenmesinde çeşitli unsurlar etkili olur. Bunlar işletmenin yönetim yeteneği, sosyal çevre, finansman kaynakları, ülkenin ekonomik koşulları, işletmenin faaliyet konusu ve rakip işletmelerin durumudur. Büyüme, bir işletmenin varlığı için temel bir unsurdur. Büyüme olmayan bir işletmede, yaratıcı faaliyete yer verilemeyeceği için, güçlü bir yönetim de olamaz. Tepe yöneticilerin çoğu büyümenin yararlı olacağı görüşündedir. Büyüme işletmede çalışanlar için de önemlidir. Büyüme ile, çalışanlardan daha yüksek performans alınabilir ve daha verimli bir çalışma ortamı sağlanabilir. Buna karşılık büyüme, işletmeler için bir sağlık belirtisi olması yanı sıra, aşırı beslenen bir çocuğun karşılaştığı sorunlara benzer bir takım güçlükler de yaratabilir. Örnek olarak, hızla büyüme sürecine giren bir işletmenin, aşırı büyümeyi finanse edecek güce sahip olması gerekir. Aynı şekilde; çalışanlar, büyümenin getirdiği iş yükü ile zorlandığında, motivasyon azalacaktır. Olgunlaşmış bir işletmelerde, büyümenin neden olduğu yüksek tansiyon, başarılı elemanları başarısız duruma düşebilir. Bu durum, çalışanların ve genel olarak iş ortamının, veriminin düşmesine neden olur. Büyüme konusunda, üzerinde durulması gereken temel nokta, dengeli ve tutarlı bir büyüme sürecinin sağlanmasıdır. Öbür Etkenler Saydıklarımız dışında kalan etkenler de vardır. Kuruluş yerinin seçilmesinde bunların da etkileri görüldüğünden, tümünü birden öteki etkenler başlığı altında inceleyebiliriz. Bunlardan biri, belediyelerin ya da öteki yerel yönetimlerin koyduğu yerel vergi, resim ve harçlardır. Bunlar, kimi ülkelerde işletme kuruluşlarını etkileyecek ölçüde önem kazanabilir. Bu yönden işletmelerin katlanacakları parasal yükün boyutu, işletmeleri belli yörelere çeker ya da oralardan uzaklaştırır. Kültürel koşullar, kuruluş yerinin seçimindeki ikincil etkenlerdendir. Çalışanların ve ailelerinin kültürel gereksinmelerini karşılayacak alanlarda işletmelerin kurulması, bu etkeni açıklar. İşletmelerin, birçok sanayi dalının bir araya toplandığı bölgelerde kurulmasının getireceği çeşitli üstünlükler vardır. Dışsal ekonomiler adı verilen bu etken, nitelikli işçi bulmada, finansal kurumlardan yararlanmada, onarım, yedek parça sağ- lamada, çeşitli araçlardan yararlanmada etkili olur. İşletmelerin kuruluş yeri seçiminde bazı unsurlar diğerlerinden daha fazla önem taşıyabilir. İşletmenin amaçlarına ve üretim konusuna göre, kuruluş yeri etkenlerinin önem sırası değişir. Güzel Holding örneğinde, hazır giyim üretimi için önem kazanan kuruluş yeri etkenleri işgücü, pazara yakınlık ve ürünlerin pazara ulaştırılması olanaklarıdır. Moda, tasarım ve dikiş konusunda nitelikli eleman bulunması ve işe alınması sağlanmalıdır. Hazır giyim ve moda merkezinin İstanbul olduğunu düşünürsek, fabrikanın buraya yakın olması gerekecektir. Enerji, hazır altyapı gibi etkenlerin de dikkate alınmasıyla Bilecik OSB nin uygun bir kuruluş yeri olduğunu düşünebiliriz. BÜYÜME NEDENLERİ İşletmenin büyüme nedenlerini sıralamak. İşletmeler, çevrenin etkisiyle, finansman, pazarlama veya üretim faaliyetlerinden kaynaklanarak büyümeyi amaçlayabilir. Büyüme, işletmenin çevre baskılarına karşı koyabilmesi kadar, çevreye uyma yeteneğini sağlar. Büyüyen işletmeler, rakiplerle daha kolay mücadele ederken, müşterilerine de kaliteli hizmet sunabilir. İşletmelerin büyümesi ile finansal olanakların artırılması ve işletme çevresinde güç kazanması Büyüme ile üretimde, miktar ve kalite artarken, maliyetlerde düşmeler sağlanabilir. Ar-Ge faaliyetlerine ağırlık verilebilir. Büyük işletmeler tedarik kolaylıklarından da yararlanabilirler. Bu tip işletmeler, ihtiyaç duydukları hammaddeleri ve üretim için gerekli olan yardımcı maddeleri istedikleri miktarlarda alabilirler. Belirli devrelerde ihtiyaçları için stok yapma imkanları vardır. Büyüme ile, işletmenin faaliyet gösterdiği pazarlar, nitelik ve nicelik yönünden değişir. Araştırmaya daha fazla yatırım yaparak, pazardaki rakiplere karşı daha etkili stratejiler geliştirmek mümkündür. BÜYÜME BİÇİMLERİ İç ve dış büyümeyi birbirinden ayırt etmek. Bütün işletmeler faaliyetlerine, tek bir işletme olarak başlarlar. Bu işletmeler için, işletme seviyesi ile şirket seviyesi aynı anlama gelir. Kârlılığı artırabilmek için düşük maliyet ve farklılaşma üzerinde durulur. Yeterli finansman kaynağı sağlandığında, işletmeler büyüme hedefine yönelirler. Ekonomi büyüdükçe işletmelerin büyüme sürecine girmesi kaçınılmazdır. Yöneticiler için büyüme, büyük zorluklarına karşılık, güç, şöhret ve statü kazanma için temel koşuldur. Büyüme biçiminin karşılaştırılmasında dikkate alınacak konular; - işletmenin mevcut durumu, - işletmenin faaliyet gösterdiği endüstri dalı, - üretilen mallara karşı olan talebin trendi, - rakip işletmelerin büyüme modelleri ve - ekonominin gidişi olarak sıralanabilir. İşletmelerde büyüme iç ve dış büyüme biçiminde olabilir. Bunları kısaca açıklayalım. İç Büyüme Bu tür büyüme, mevcut faaliyetlerin genişletilmesi yoluyla gerçekleştirilir. İşletmeler kendi kaynaklarına dayanarak iç büyümeye giderler. Yeni finansman kaynaklarına ihtiyaç duyulur, büyümede borçlanma, oto finansman veya yeni sermaye bulma yöntemlerinden biri veya birkaçı uygulanır. Yeterli kaynak bulunduğunda işletme, üretim kapasitesini arttırarak pazar faaliyetlerini genişletebilir veya yeni pazar arayışına girilebilir. İç büyüme, yatay veya dikey boyutta gerçekleştirilebilir. Yatay Büyüme İşletmelerin, aynı üretim dalında, faaliyet boyutlarını genişletmesidir. Aynı konuda üretim yapan fabrika sayısının arttırılması, yatay büyümeye örnek verilebilir. Yatay büyüme, işletmelerde değişik şekillerde yer alabilir. Bunlardan yaygın olarak uygulananlar, ürün farklılaştırması ve pazar farklılaştırmasıdır. Yatay büyüme, işletmenin aynı üretim dalında, faaliyet boyutlarını genişletmesidir. - Ürün Farklılaştırması: Aynı ürünün değişik özelliklerle piyasaya sürülmesidir. Bu uygulama, kârı arttırmanın bir yolu olarak görülür. Ürün kalitesinin değiştirilmesi; ambalajın renk ya da malzeme olarak değiştirilmesi; dayanıklı tüketim mallarının dayanma süresinin arttırılması; gıda ürünlerinin farklılaştırılması örneklerden bazılarıdır. İşletmeler ürün farklılaştırması ile, marka imajını güçlendirmeyi amaçlar. -Pazar Farklılaştırması: İşletmenin, ürürlerini farklı pazarlarda yaygınlaştırılmasını ifade eder. Yeni pazarlara yönelmekle, ürünlere olan talepte ve satışlarda artış sağlanabilir. Bu şekilde, değişik bölgelerde, değişik tüketici gruplarına ulaşılarak, yatay büyüme gerçekleştirilir. Dikey Büyüme Dikey büyüme, geriye ve ileriye olmak üzere iki yönde gerçekleşir. Geriye doğru dikey büyümede işletme, daha önce satın aldığı girdileri kendisi üretmeye başlar. İşletmenin geriye doğru büyümesi kendisine üstünlük sağlayacaksa, bu yola gitmesi uygun olabilir. Ancak bu büyüme şeklinin uygulanmasında bazı noktalara dikkat edilmelidir. - İşletmenin girdileri üretmek için yeterli kaynak ayırma imkanının olması, - Satıcıların yüksek kâr oranıyla çalışması, - Girdilerin zamanında ve uygun kalitede tedarik edilmemesi, - Satıcı işletmelerin az sayıda olması durumlarında, geriye doğru büyüme tercih edilir. İleriye doğru dikey büyüme, işletmenin ürettiği malların tüketicilere geçmesi sırasında gerçekleşir. İşletmenin ürettiği mallar için satış organizasyonu kurması durumunda ileriye doğru dikey büyüme söz konusudur. Giysi üreten bir işletmenin, ürettiği ürünleri bayiler veya mağazalar yoluyla satması yerine satış mağazaları açması; araba üreten işletmenin satış galerileri açması, örnek olarak verilebilir. İleriye doğru dikey büyüme için bazı koşullar gereklidir. -Üretilen mallar için dağıtım sistemi kuracak kaynağı varsa, - Dağıtım kanallarında sıkışıklık ve bunun sonucunda gecikmeler söz konusuysa, - Pazarlama kanalı çok uzun ve yüksek fiyat artışı getiriyorsa, - İşletme çok teknik bir ürünü üretiyorsa, - Dağıtım kanallarındaki işletmeler uzmanlaşmamışsa, - İşletme büyüyen bir endüstri dalında çalışıyorsa, ileriye doğru dikey büyüme uygun olur. Dış Büyüme Birleşme türlerini sıralamak. İşletmeler, kendi iç kaynakları yeterli olmadığı zaman, dış kaynaklardan yararlanma yoluna giderler. Dış büyüme genellikle birleşme şeklinde olur. Birleşmelerin, başta yönetim sorunları olmak üzere, çeşitli zorluklar getirmesine rağmen, çok sık tercih edilmesinin bazı nedenleri vardır.Dış büyüme ile: - İşletmenin tek başına yapamayacağı işlerin, örnek olarak finansman gücünü aşan projelerin, gerçekleştirilmesi mümkün olur. - İşletmenin faaliyet gösterdiği endüstri dalında, teknoloji çok hızlı değişiyorsa veya teknoloji yoğun bir işletme ise, yeni teknolojilerin kazanılması kolaylaşır. - İşletme, dış büyüme ile, daha önce tek başına cevap veremediği paydaşlarına, hizmet eder duruma gelebilir. - Kredi ve ilâve finansman kaynakları bulmak kolaylaşır. - Piyasaya hakim olmak ve rekabeti kendi koşullarına uydurmak kolaylaşır, ayrıca tekelci durumlar yaratılabilir. - Bir başka işletmeyi veya işletmeleri satın alarak büyüyen bir işletme; ürünlere, yeni üretim yöntemlerine, yeni fabrikalara ve yeni bir organizasyona sahip duruma gelir. İşletme birleşmeleri, yönü açısından ele alındığında başlıca iki türden, dikey ve yatay birleşmeden söz edebiliriz. Dikey Birleşme Üretim veya pazarlama faaliyetlerinin başarılı aşamalarının kazanılması için gerçekleştirilen birleşmedir. Dikey birleşme ile işletme, pazarda rekabet gücünü artırmak ister. Dikey büyüme bazı üstünlükler getirir. Bunun yanında sakıncaları da mevcuttur. İşletme birleşmeleri, uzmanlık gerektiren bir konudur ve gelişigüzel gerçekleştirilmemesi gerekir. Birleşme eğiliminde olan işletmelerin, içinde bulunduğu koşulların iyi değerlendirilmesi önemlidir. Dikey birleşme iki türlü gerçekleştirilir. Birincisi geriye doğru dikey birleşmedir. Satın alınan işletmenin çıktısı, satın alan işletmenin girdisini oluşturuyorsa, geriye doğru dikey birleşme söz konusudur (Şekil 4. 5). Dokuma fabrikasının bir iplik işletmesi ile birleşmesi örnek olarak verilebilir. Üreticiler ve toptancılar gerekli girdileri tedarikçilerden alırlar. Geriye doğru dikey birleşmede temel amaç, tedarikçi işletmenin sahipliğini veya denetimini sağlamaktır. Bu strateji; genellikle tedarikçilerin yüksek maliyetler getirmesi veya işletmenin girdi ihtiyacını zamanında karşılayamaması durumunda uygulanır. Örnek olarak; gazete çıkaran bir işletme, kağıt üreticilerinden memnun değilse ve gerekli olanaklara sahipse kağıt fabrikası kurabilir. Böylelikle giderleri azalttığı gibi, istediği kalitede kağıdı üretip bunu gazetesinde kullanabilir. Ayrıca, kağıt tedarikinde, başka tedarikçilerin neden olacağı engellemelerden kurtulmuş olur. ABD’nin en büyük doğalgaz kaynaklarının sahibi ve üreticisi Amoco, Dome Petroleum İşletmesi’ni satın alarak geriye doğru dikey birleşme gerçekleştirdi. Amoco’nun yaptığı bu geriye doğru dikey birleşme ile gaz istasyonlarında arıtma işlemi ile ilgili gerekli desteği sağladı. Geriye Doğru Dikey Birleşme İleriye Doğru Dikey Birleşme Dikey birleşme yapan işletmenin çıktısı, birleşme yapılan işletmenin girdisini teşkil ediyorsa buna ileriye doğru dikey birleşme denir (Şekil 4. 6). İleriye doğru dikey birleşmede, işletmenin mallarını satan veya dağıtan işletmenin satın alınması ve denetim sağlanması söz konusudur. Geleceği için ileriye doğru dikey birleşme yoluna giden işletmelerden biri Coca Cola’dır. Coke yerel ve dış şişe üreticileriyle birleşmektedir. İleriye doğru dikey birleşmenin en iyi örneklerinden biri de Franchising anlaşması yapmaktır. ABD’de 50 değişik endüstriden 2000 işletme Franchising kullanarak mallarının dağıtımını yapmaktadır. Yatay Birleşme Birbirinin aynısı olan malları üreten ve pazarlayan işletmelerin birleşmesidir. Eğer büyüme, işletmenin, diğer bir işletmenin kontrolünü ele geçirmek ve sahip olmak için gerçekleştirilirse yatay birleşme sağlanmış olur. Bu tür birleşmeler daha fazla bölgede faaliyet göstermek, ürün çeşitlerini artırmak, üretimi artırarak maliyetleri indirmek veya rekabete karşı daha güçlü olmak ve bazen rekabeti ortadan kaldırarak tekelci olmak için başvurulan bir yoldur. Bugün stratejik yönetimde en önemli trendlerden biri, gelişme stratejisi olarak yatay birleşmeyi sağlamaktır. Rakipler arasında birleşmeler ve satın almaların çok yaygın olmasının nedenleri arasında, büyüklüğün sağladığı ekonomilerden yararlanma, kaynak ve becerilerin transferi sayılabilir. Yatay birleşmeye örnek olarak, Warner Lambert İşletmesi’nin Parke Davis İşletmesi’ni satın alarak rekabeti ortadan kaldırması verilebilir. ABD’de 1980 yılında 14. 000 banka varken 1996 yılında 9000′e düşmüştür. 1999 yılında Chase Manhattan ve Chemical Bank birleşmiş, Chase 12. 000 elemanı işten çıkarmış ve giderlerde yıllık 1,5 milyar dolar tasarruf sağlanmıştır. Yatay birleşme, işletmelerin, büyüklük açısından belli bir düzeye ulaşamamalarından dolayı, ekonomik bir şekilde kullanılamayan kaynakların kullanılmasını sağlar. Özellikle işletmede çalışan personelin daha verimli çalışması mümkün olur. Bunun yanında tüketiciye daha iyi hizmet sunmak, düşük maliyetle çalışmak, pazarı genişletmek mümkün olur. Dikey birleşmede olduğu gibi yatay birleşme de sorun yaratabilir. Yatay birleşme yapılan işletmelerin, organizasyon yapılarının farklı olması, örgüt kültürlerinin uyuşmaması, sorunlar yaratır. Ayrıca beklenen maliyet tasarrufu sağlanamadığı gibi beklenen pazar payı artışı sağlanamayabilir. HUKUKİ VE EKONOMİK AÇIDAN BİRLEŞME TÜRLERİ Yukarıda birleşmeleri, yönü açısından ele aldık. Şimdi işletme birleşmelerini, hukuki ve ekonomik özellikleri açısından, temel bir kaç uygulama üzerinde inceleyelim. Karteller Bu tür birleşmeler aynı konuda çalışan iki işletmenin birleşerek, tüketicinin aleyhine olarak kârlarını artırmaları için bir araya gelmeleridir. Kartele giren işletmeler genellikle üretim miktarı ve pazarlama konusunda anlaşma yaparlar. Kartellerin başarıya ulaşması bazı koşullara bağlıdır. Kartele katılan işletmelerin maliyet yapılarının birbirine yakın olması ve pazarı etkileyecek kadar işletmenin kartele katılması gerekir. Karteller çeşitli konularda kurulurlar. - Fiyat Karteli: Kartele dahil olan işletmelerin, kendi aralarında anlaşarak aynı fiyattan satış yapmasıdır. Bu tür kartel işletmeleri, genellikle önce, fiyat düşürüp rakipleri zayıflatır, sonra fiyatlarını birlikte yükseltirler. Fiyat anlaşmaları, sabit bir fiyat üzerinden veya iki fiyat sınırı arasında bir fiyat üzerinden yapılabilir. - Bölge Karteli: Kartele bağlı işletmelerin pazarı bölümlendirerek belli bölgelerde kartele bağlı işletmelerin mallarının satılmasıdır. Burada başarılı olabilmek için kartele bağlı işletmelerin kendi bölgeleri dışında mal satmamaları gerekir. - Miktar Karteli: Bu kartelde, üretim sınırlandırmasına gidilerek fiyatın belli seviyenin altına düşmemesi sağlanır. Bu durumda tüketicilerin yüksek fiyat ödemeleri konusunda zorlanmaları söz konusudur. Petrol ihraç eden ülkeler örgütü (OPEC) miktar karteline iyi bir örnektir. Bu örgüt üretimi sınırlandırarak petrol fiyatlarının artmasını sağlamaktadır. Konsernler Bu çeşit birleşme, tipik bir tekelleşme yaratır. Konsern anlaşmaları tröste benzer. Ancak en önemli fark, tröstlerde amaç rekabeti önleyerek kârı arttırmak olduğu halde, konsernde maliyet düşürmektir. Konserne katılan işletmeler, dikey büyüme halinde birbirlerini tamamlarlar. Bu çeşit birleşmeler birçok ülkede tüketicilerin zarar görmesi nedeniyle yasaklanmıştır. İlk olarak 1890 yılında ABD’de çıkarılan Sherman Kanunları’yla piyasalarda tekelci bir egemenlik kurmaya yönelik bu tür anlaşmalar yasaklanmıştır. Holdingler Bu tür birleşmede işletmelerin bağımsızlıklarını kaybetmesi söz konusu değildir. Bu tür birleşmede oy çokluğu amaçlanmaktadır. Burada rekabeti ortadan kaldırmak yerine, tam anlamıyla büyüme gerçekleştirilir. Holdinglerde hedef başka işletmelerin hisse senetlerini almak, böylece kontrolü ele geçirmektir. Bunun sonucunda ana şirket ve bağlı şirketler oluşur. Burada önemli olan nokta, belirli bir konuda çalışan işletmelerin birleşmesi değil, değişik konularda çalışan işletmelerin birleşmesidir. Ana şirket, bağlı şirketlerin hisse senetlerini ele geçirerek, bu şirketlerin yönetiminde söz sahibi olur. Ülkemizde 1960 yılından itibaren başlayan holdingleşme süreci, son yıllarda hız kazanmıştır. Tröstler Bu birleşme türünde amaç, büyüyerek pazarın daha geniş bir bölümünü ele geçirmektir. Tröste dahil olan işletmeler hem hukuki, hem de iktisadi bağımsızlıklarını kaybederler. Tröstler anlaşması malı üretenler arasında yapılır. ABD’de ortaya çıkan tröstler daha sonraları diğer ülkelere yayılmıştır. Tröstlerin en çok görülen çeşidi yatırım tröstleridir. Yatırım tröstleri daha çok sermaye piyasalarının geliştiği ülkelerde görülür. Burada amaç, sermaye kaynaklarını birleştirerek büyümeyi sağlamaktır. Yatırım tröstlerinde, ulusal veya uluslararası alanda en çok kâr getireceği düşünülen işletmelerin hisse senetleri alınır. Diğer bir tröst çeşidi, oylama tröstüdür. Oylama tröstleri, aynı konuda çalışan işletmelerin hisse senetlerini satın alarak, oy haklarını birleştirme amacını güderler. Oy hakkını ele geçiren ana işletme, diğer işletmeleri yönetme hakkını elde etmiş olur. Tam Birleşme İki veya daha fazla işletmenin tek bir işletme haline gelmesidir. İki küçük işletmenin birleşerek büyük bir işletme veya iki büyük işletmenin birleşerek dev bir işletme oluşturması söz konusu olabilir. Tam birleşme ile, reklâm, Ar-Ge ve genel yönetim giderlerinde tasarruf sağlanır, piyasada önemli bir güç oluşturulur ve daha büyük finansal olanak sağlanır. Satın Alma Yoluyla Birleşme Büyüme için önemli yollardan biri olan satın alma, farklı büyüklükteki işletmelerin, aralarında gerçekleştirdiği birleşmedir. İşletmenin, pazarını genişletmek veya yeni pazarlar kazanmak amacıyla, tesisleri ve kaynakları uygun olan, fakat başarılı bir şekilde çalıştırılamayan bir işletmeyi satın almasıyla gerçekleştirilen, bir büyüme stratejisidir. Günümüzde birçok işletme, elindeki fazla nakdi, kârlı bir şekilde kullanamamaktadır. Satın alma yoluyla büyümenin, temelde kâr artışı sağlaması yanında, hedefe ulaşarak da bazı yararlar sağladığı bir gerçektir. Bu yararlar; - rakiplerle daha iyi mücadele etmek, - sinerjiden doğacak verimliliği yönetmek, - gelirleri artırmak, - yönetimde eksik kalan noktaları, satın alınan işletme yoluyla tamamlamak, - ürün çeşitlemesine gitmek, - büyümeyi daha kolay sağlamaktır. Almanya’nın önde gelen kimya işletmelerinden BASF, ABD’den kimya işletmesi Inmont’u satın alarak, ülke içinde sınırlı büyüme imkanlarını kullanmaya çalıştı. Diğer Birleşme Türleri Bazı durumlarda başvurulan bu birleşmelerden bazılarını sıralayalım: - Konsorsiyum - Centilmenlik anlaşması - Konsolidasyon - Stratejik birlikler - Joint Venture İŞLETMELERDE KÜÇÜLME Küçülmenin önemini açıklamak. İşletmelerde büyümenin önemi üzerinde durulması ve işletmenin temel amaçlarından biri olması 1980′li yıllara kadar sürmüştür. Bu döneme kadar büyümeye ilişkin varsayımlar, yönetim alanında temel nitelik taşımaktaydı. Buna göre: - Büyük örgütler daha iyi örgütlerdir: Örnek verecek olursak başarı ölçüleri “bu yılın gelirlerinin geçen yıldan daha fazla olması”, “daha büyük bir işgücü kadrosu”, “daha fazla ast”, “daha büyük bir pazar payı” gibi ölçülerden oluşuyordu. - Sonu olmayan büyüme, örgütsel gelişim içerisinde doğal ve arzulanan bir süreçtir: Büyüme, örgütsel yaşamın gereği olarak düşünülmüş ve büyüme dışındaki herhangi bir seçenek, normdan sapma veya zayıflık göstergesi olarak görülmüştür. Örgüt büyüme sürecinde değilse, çeşitli nedenlerle durgunluk dönemine girmiştir veya verimli çalışmıyor, bunun sonucunda kârlılığı yeterli değildir, sonucu çıkarılıyordu. Örgüt konusunda çalışan yazarlar büyüme olmayan dönemin varlığını bile dikkate almamışlardır. - Etkin örgütlerin en iyi göstergesi tutarlılık ve uyumluluktur. Strateji, yapı, sistemler, biçimler ve yetenekler arasında ilişki kurmak, örgütsel etkililiğin temel koşuludur. İşletmenin iç tutarlılığı ve uyumu, yaşamsal bir önem taşımaktadır. - Örgütsel uyum sağlama ve esneklik, kaynakların aşırı kullanımı, gevşeme ve tekrarlara yol açar: Örgütlerin esnekliği ve uyum yeteneği içinde olması, bol kaynak gerektirir. Tekrarların varlığı ve seçenekler, işletmenin tehditlere ve fırsatlara tepki vermesine ve olumsuz engellemesine yardım eder. Buna karşılık küçülme, işletmenin olumsuz koşullara itildiği veya sermaye erozyonuna uğradığı düşüncesini akla getiriyordu. Ancak son yıllarda artan rekabet koşullarında esneklik kazanabilmek için, büyüme yerine küçülme, gerekli bir faaliyet olarak düşünülmeye başladı. Mükemmeli aramanın yedi ilkesinden biri olan “bildiğin en iyi işi yap ” ilkesine göre, aşırı büyümenin yarar getirmeyeceği, işletme yöneticileri tarafından görülmeye başlandı. İşletmelerin çevresi son yıllarda büyük dinamizm kazanmıştır. Bunun sonucu olarak rekabet koşulları değişmiş ve müşteri faktörü büyük önem kazanmıştır. Büyüme bir bakıma hantallaşma, diğer bir deyişle dinozorlaşma olduğundan, gereksiz büyüme yerine küçülme bazı üstünlükler sağlar. Bu üstünlükler büyümenin yerini alacak nitelikte olmayıp, onları tamamlayıcı bir özellik göstermektedir. - Küçük de büyük kadar iyidir. Örgütler, işletme büyüklüğünün bazen aşırı sorumluluklar getirdiğinin bilincine varmakta, gereksiz büyümenin yöneticileri büyük sorumluluklar altına soktuğuna inanmaktadırlar. - Küçülme de büyüme gibi örgütsel gelişmenin doğal, bazen arzu edilebilir bir aşaması olabilir. Örgütte zamanla oluşan verimsizlik ve israfların azaltılması otomobilin ayarlarının yapılması ya da fazla yağın vücuttan atılması için aerobik yapılması gibi bir ihtiyaçtır. -Örgütsel karmaşa ve tutarsızlık da uyum ve tutarlılık kadar örgütsel etkinliğin bir göstergesi olabilir. Başarılı olan işletmeler küçük, çevik, dengeli bir biçimde büyüklüğünü dengeleyen, maliyet yapısını bilinçli bir şekilde gözden geçirenlerdir. Küçülme Yönetimi Küçülme çeşitli çevrelerce değişik şekilde yorumlandığı için, küçülmenin yönetimi önemli olduğu kadar üst yönetimin denetiminin de etkin bir şekilde yapılması gerekir. Bu amaçla başarılı olabilmek için bazı adımlara ihtiyaç vardır: Gerileme döneminde olan bazı işletmeler küçülmeye gittiler. General Motors ve IBM bunlara örnektir. Bazı işletmeler sağlıklı bir yapıya sahip olmalarına karşın ileride doğabilecek sorunları önleyebilmek için küçülme yoluna gittiler. Bu duruma örnek olarak da Frito Lay ve GTE örnek verilebilir. İlk önce bazı sorulara cevap vermek gerekir. Bunlar: - Sağlıklı veya inişte olsun, hangi işletmelerde küçülme daha iyi sonuç getirir? Küçülmenin başarısı işletmenin özelliğine bağlı mıdır? -Verimlilik ve etkinlik üzerinde durmak daha iyi sonuçlar verebilir mi? Küçülme ile işletmeler bazı çalışanların işine son verirler ve işleri daha az çalışanla (işte kalanlarla) yürütmeye başlarlar. Böylece verimlilik artar. Çalışma alanının daraltılması ile etkinlik sağlanır. - İşletmenin faaliyette bulunduğu endüstri, küçülme çabalarının başarısını etkiler mi? Bazı endüstrilerde küçülme, daha çok görülen bir uygulamadır. Buradan çıkacak sonuç, işletmenin faaliyet gösterdiği endüstride küçülmenin, başarı elde etmek belirleyici unsur olduğudur. -Küçülme faaliyeti, araştırma geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerinde azalmalara neden olabilir mi? Yöneticiler genellikle Ar-Ge bölümünde küçülme ile çokça eleman çıkarma yoluna giderler. Ar-Ge bölümünde çalışanları öncelikle azaltmak, bazı üstünlükler ve maliyet azalması yaratmasına karşılık, yenilik yaratma ve ürün tasarımı ile ilgili çalışmaları aksatır. - Küçülme için karar verme: Küçülme; sorunları da beraberinde getiren ve kolayca başarılamayan bir süreçtir. Küçülme, çeşitli işletme içi grupların olumsuz görüşle baktıkları bir süreç olması nedeniyle tepkiler yaratır. Çalışanlar küçülmeyi, giderleri kısmak için yapılan ve öncelikle çalışanların bazılarının işlerine son verme işlemi olarak görürler. Üst yöneticiler bir yandan çalışanları en önemli varlık olarak görmekte, diğer yandan basit bir maliyet faktörü olarak kabul etmektedirler. Bazı işletmeler, küçülmenin olumsuz etkilerini azaltabilmek için, işe eleman almayı ve maaş ödemelerindeki artışı dondurmakta, fazla çalışmayı kaldırmakta, ikramiyeleri ödememekte, kısa iş haftası uygulamakta veya tatilde ücret ödememe yoluna gitmektedir. Böylelikle çalışanların işten atılması gibi, olumsuz bir uygulama geriye atılmış olmaktadır. Örnek olarak Rhino Foods İşletmesi çalışanların bir kısmını, tedarikçilere ve müşteri işletmelere geçici olarak yollamaktadır. -Yönetim küçülmeyi, hiçbir zaman kısa vadeli ve eleman azaltma programı olarak görmemelidir. Aksine küçülmeyi yeni bir vizyon yaratmanın temeli olarak görmelidir. -Küçülmeyi planlamak: Küçülmeye başlamadan önce, planlamasının yapılması ve bütün paydaşların ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Geçici olarak işten çıkarılanlar ve işe devam edenler yönetime güvenmelidirler. Küçülmeye başladıktan sonra plan yapmak yerine, planlamanın çok önce yapılması gerekir. Planlamayı yapacak ekibin iyi eğitim görmüş ve saygın yöneticilerden oluşması gerekir. Planlama aşamasında ilk olarak çapraz fonksiyonlu ekipler oluşturulmalıdır. Her bölümden yöneticilerin alınmasıyla, çalışanların küçülme olayına bakış açıları olumlu olacaktır. Çapraz fonksiyonlu ekipte, ekip üyeleri bütün paydaşlarla iletişim kurmaya çalışmalıdır. Bu ekipler çalışırken uzmanlık isteyen konularda yetersiz kalabilir, bu durumda yönetim dışarıdan danışman atamalıdır. Bunun yanında yöneticilerin eğitimden geçirilmesi gerekir. Küçülme ile işletmeler bazı beklentiler içine girerler. Bu beklentiler; giderlerin azalması, bürokrasinin azalması, hızlı karar alma, iletişimde açıklık, girişimciliğin gelişmesi, verimlilikte artış olarak sıralanabilir. 5. İŞ AHLAKI VE TOPLUMSAL SORUMLULUK 5.1 ETİK (TÖREL KURALLAR) KAVRAMININ ANLAMI Girişimcilerin yaşamı kolay değildir. Bir girişimci kapitalini riske sokarak, mal ve hizmet üretmek ve satmak için ortalama bir işletme çalışanından daha büyük bir enerji harcamakta, birtakım yenilikler peşinde koşmaktadır. Günlük gerilimler ve güçlükler altında, girişimci etik ilkeler ile ekonomik gereklilikler ve toplumsal sorumluluklar arasında bir denge kurmak zorundadır. Bu denge, ortalama bir işletme yöneticisinin bakış açısından çok farklı bir yönde olacaktır. Bu durumda, bir yöneticinin sorumluluğu, örgütte yasalar ve ahlak kurallarına uygun bir ortam yaratmak olmaktadır. Bu ise, alışılagelenin ötesinde yeni davranış modellerinin ve işletme içi ve dışında gelişen etik kurallarının öne çıkarılmasını gerektirmektedir. Başka bir deyişle işletmeler, ekonomik anlamda katlandıkları riskin dışında yeni bir risk çeşidi ile -etik kurallara uyum sağlama riski- karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu kurallar, yöneticilerin kendilerinin benimsedikleri ve işletmelerine yansıttıkları kişisel değer sistemlerinin, etik olarak yerinde olup olmadığının ortaya konmasıdır. Girişimciler kendi değer sistemlerinin baskısı altında kalırken, toplumun ve rekabetin yarattığı genel toplumsal kurallara karşı da özellikle duyarlı olmak zorundadırlar. Çeşitli toplumlardaki ve ülkelerdeki girişimciler arasında oluşan farklılıklar, bir ölçüde bu toplumların ve ülkelerin benimsedikleri genel kurallar ve değerlere bağlı olmaktadır. Örnek olarak, ABD yöneticileri, Avrupa’daki yöneticilere göre daha fazla bireyci ve toplumsal çıkarlara daha az duyarlı olarak nitelenebilir. Küreselleşmenin gelişmesi ve işletmelerin uluslararası niteliklerinin artması, işletmeler arasında etik yönden oluşan farklılıkları azaltıp benzerlikleri hızla arttırmaktadır. ETİK KAVRAMININ TANIMI Etik kavramını açıklamak. Etik (ethics) sözcüğü, Yunanca’da gelenek görenek anlamına gelen “êthos” sözcüğünden gelir. Bu sözcüğün kökeni, var olmanın temel niteliğini belirleyen bireysel ahlak ve davranışsal alışkanlıklar anlamına gelen “swêdhêthos” olarak belirlenmektedir. Yunan filozofları Socrates (İ. Ö. 469-399) , Plato (İ. Ö. 427-347) ve Aristotale (İ. Ö. 384-322) , günümüzdeki etik kavramlara temel olan yazılar yazmışlardır. Öte yandan, Judaism (İ. Ö. 1800) ve Hindiusm (İ. Ö. 1500) kaynaklarında da çok önceleri ahlaksal kavramlar ve yasalar yer almıştır. Günümüz işletmelerinde etik büyük bir önem kazanmaktadır. Sürekli olarak karşımıza çıkan işletme odaklı rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık, yetkilerin kötüye kullanımı, ahlak dışı davranışlar, kamunun duyarlı olduğu başlıca konular arasındadır. Kültür ve etik kavramları belli ölçüde birbirleriyle bağlantılıdır. Etik, insanlar için neyin doğru ve iyi olduğunun ortaya konmasıdır ve işletme etiği insancıl değerlerin ışığında işletme işlevlerinin doğru olarak yerine getirilmesi çabasıdır. Etik, genel moral değerlerin ve kişilerin birbiriyle ilişkilerinde, bu moral değerler içinden benimsedikleri özel değerlerin incelenmesidir. Geniş anlamda etik, herhangi bir eylemin kabul edilebilir biçimde gerçekleştirilmesini sağlayan temel kurallar ya da değişkenlerdir. Etik neyin iyi ya da yanlış olduğunu ortaya koyan davranışsal kurallar topluluğu, ilkeler topluluğudur. Ayrıca etik, ahlaki görev ve sorumlulukları da içerir. Bu kavramı bütün içeriği ile tanımlamak zordur. Etik kavramının tanımında toplumun belli bir döneminde üzerinde uzlaşılan ilkeler, durağan bir biçimde ele alınır. Oysa, toplum devingen ve sürekli değişen bir özellik göstermektedir. Bu nedenle, kavram üzerinde tam bir uzlaşmaya ulaşılması güçleşmektedir. Kavram üzerinde uzlaşamamanın çeşitli nedenlerini şöyle özetleyebiliriz: 1. İşletmeler içeriden ve dışarıdan çeşitli çıkar kümelerinin etkisi altındadır. Örnek olarak pay sahipleri, tüketiciler, toplum, çalışanlar, devlet, sendikalar, özel çıkar kümeleri işletmeleri çeşitli biçimlerde etkiler. 2. Toplum büyük bir hızla değişmektedir. Değerler, anlayışlar ve toplumsal normlar son yıllarda hızlı bir evrim geçirmiştir. Türkçe’de etik kavramı, tek bir sözcükle tam anlamıyla karşılanamamaktadır. Ahlak, dürüstlük gibi kavramlar etik kavramının içindedir. Etik kavramını törel kurallar olarak da belirtebiliriz. ETİK KAVRAMI VE YASA İLİŞKİSİ Etik ve yasa ilişkisini kurabilmek. Etik ve yasalar her zaman için örtüşmez. Bu iki kavram birbirini kesen iki daire biçiminde gösterilebilir (Şekil 5. 1) . İki dairenin kesişmesiyle ortaya çıkan (U) alanı, her iki kavramın çakıştığı koşulları gösterir. Bu alanda hem etik olarak hem de yasal olarak tam bir uyum yaşanmaktadır. Ancak, bu alanın genelde her iki dairenin küçük bir bölümünü oluşturduğu görülmektedir. Bu çakışma alanının dışında kalan bölgeler etik ve yasalar arasındaki farkın büyüklüğünü gösterir. Etik Standartlar ve Yasal Zorunluluklarla Arası İlişki Yasalar ve etik arasında üç çeşit ilişkiden söz edilebilir: 1. Yasalar zamana göre değiştiğinden etikle bağlantıları da değişmektedir. Yasak olan bir eylem daha sonra bu sınırlardan çıkabilir. Ayrıca kimi etik standartları yasalarla ilgisizdir. Örnek olarak, yalan söylemek yasal bir yaptırım gerektirmez. 2. Yasalar kimi davranışları olumsuz görürken etik ilkeler olumlu olabilir. 3. Yasalar ile toplumun etik standartları arasında önemli bir açıklık bulunur; yasalar toplumun gelişimine ayak uyduramaz. Şekil 5. 2 değişen çevre koşullarında etik ve yasalar arasındaki ilişkiyi daha ayrıntılı olarak göstermektedir. Şekilde yasal olanla etik olan arasındaki çelişki de ortaya konulmaktadır. Yasallık toplumsal standartlara uyumu ortaya koymasına karşın etik, sorunların çözümünü her zaman sağlamamaktadır. Bu yüzden, işletme kararları şekilde görüldüğü gibi; kimi zaman etik olmayan ama yasal olan bir yapıya, kimi zaman etik olan ama yasa dışı bir yapıya, kimi zaman da hem etik olmayan hem de yasal olmayan bir yapıya dönüşebilmektedir. Girişimcinin en önemli açmazlarından biri, yasa ile etik arasındaki çelişkidir. Bir girişimci işletmesini kurarken en yüksek başarıya götürecek bir düzenleme yapmak ister. Ancak yasalar, işletmelerin kuruluş ve işleyişine ilişkin birçok sınırlama getirmiştir. Bu sınırlamaları aşma çabası, etik ile yasa arasında çelişkiye yol açabilir. İŞLETMELERDE ETİK AÇIDAN SORGULANACAK DAVRANIŞLAR İşletmelerde etikle bağlantılı davranışları irdelemek. İşletmeler için olumlu ya da olumsuz sonuçlar doğuracak çeşitli davranışlar, etik açısından yerinde olmayan davranış biçimlerine dönüşebilmektedir. Bunları toplu olarak Çizelge 5. 1′de ele alabiliriz. Bu davranış biçimlerini inceleyelim. Birinci davranış biçimi olarak, işletmelerde yöneticilerin denetimi dışında kalacak biçimde çalışanlar çeşitli sahtecilikler yapabilirler. Zimmet ve hırsızlık bu davranışın örnekleridir. İkinci davranış biçimi bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapılır. İşine gereği kadar kendini vermeme, başkalarının yanlışlarına göz yumma, kötü çalışanları görmezden gelme bu davranışın örnekleridir. Üçüncü davranış biçimi, yöneticilerin işletme çıkarları doğrultusunda başvurdukları çeşitli girişimleri içerir. İş yaptırmak için rüşvet verilmesi, rakiplerle anlaşarak yüksek fiyat belirlenmesi, arz kısıtlamalarına gidilmesi bu davranışın örnekleridir. Dördüncü davranış biçimi, işletme çıkarları için sürekli ve bilinçli olarak yasa ve etik sınırlarını aşmaktır. Sağlığa ve güvenliğe aykırı mal üretip pazara sunmak, ambargo konan bir ülkeye el altından silah, uyuşturucu ve mal satmak bunun örnekleridir. TOPLUMSAL SORUMLULUK VE ETİK Toplumsal sorumluluk ve etik kavramlarını ilişkilendirmek. Toplumsal sorumluluk ve etik kavramları aynı olmamalarına karşın, birbirlerinin yerine kullanılırlar. Toplumsal sorumluluk, bir işletmenin topluma karşı duyması gereken sorumluluklardır. Toplumsal olarak sorumlu olmak, toplum üzerinde olumlu etkileri en üst düzeye çıkarıp, olumsuz etkileri en aza indirmektir. İşletmelerin toplumsal sorumluluğu ekonomik, hukuksal, etik ve gönüllü olmak üzere dört yönden incelenebilir. Bir işletmenin ekonomik sorumluluğu, toplumun istediği ve gereksindiği mal ve hizmetleri işletmenin sürekliliğini sağlayacak ve yatırımcılara karşı sorumlulukları yerine getirecek bir fiyatla üretmektir. İşletmelerin hukuksal sorumluluğu, işletmelerin var olan yasalara uymasıdır. İşletmelerin etik sorumluluğu, yasalarda belirtilmeyen ancak bir işletmeden toplumun beklediği davranışlar ve eylemlerdir. İşletmelerin gönüllü sorumluluğu toplumun işletmelerden beklediği çeşitli katkılardır. Örnek olarak, işletmelerin çeşitli toplumsal etkinlikleri desteklemesi, çevreye ilişkin projelere katkılarda bulunması bu sorumluluk gereğidir. Toplumsal sorumluluk konusu 1960′larda değişen toplumsal değerlere bağlı olarak önem kazanmaya başlamıştır. İşletmeler, toplumla işletmeler arasında hangi ilişkiler, sorumluluklar ve görevler olduğunu saptamaya çalışmışlardır. Toplumsal sorumluluk, toplumla işletmeler arasındaki bir toplumsal anlaşmadır. Oysaki etik, bireysel karar almayı ilgilendiren ahlak kurallarıyla bağlantılıdır. İşletme etiği bireysel kararların ahlaksal kurallar ve ilkeler üzerindeki etkisiyle ilgiliyken; toplumsal sorumluluk örgütsel kararlar ve bu kararların toplum üzerindeki etkileriyle bağlantılıdır. ETİK SORUMLULUK VE İŞLETME KARARLARI Yöneticilerin verecekleri kararlar, beş nedenle çok karmaşık bir yapı gösterir: 1. Etik kararların sonuçları başkalarını da ilgilendirmektedir. Bu kararlar dalgalar biçiminde yayılarak, işletme dışındakileri de etkiler. Örnek olarak, bir işletme ucuz ancak güvenli olmayan hammadde kullanarak bir mal ürettiğinde, hem çalışanlarını hem de bu malı kullanan müşterilerini etkileyecektir. 2. Etik sorunlara ilişkin alınacak işletme kararları çok çeşitli seçeneklere sahiptir Bu kararlar genelde evet-hayır biçiminde oluşmaz. Örnek olarak, güvenli olmayan ucuz hammadde kullanan girişimcinin bir başka seçeneği de, çok ucuz ve çok güvensiz hammadde kullanmaktır. Başka deyişle, birbirinden çok farklı seçenekler kararın yönünü değiştirir. 3. Etik sorunlara ilişkin işletme kararları çoğunlukla karmaşık sonuçlar doğurur. Her ana işletme kararında, toplumsal çıkarlar ve maliyetler karşılıklı olarak değerlendirilip, gelirler ve harcamalar açısından irdeleme yapmak gerekmektedir. 4. Çoğu işletme kararı belirsiz etik sonuçlar doğurur. Bir kararın gerektirdiği sonuç akılcı görünse de hiç bir zaman tam bir kesinlik taşımaz. Başka bir deyişle, etik risk olmaksızın bir kararın alınması söz konusu değildir. 5. Etik konularındaki çoğu işletme kararı kişisel bir özellik taşır. Bir girişimcinin vereceği kararda, o kararın doğuracağı sonuçları değerlendirmeksizin hareket etmesi söz konusu olamaz. Sonuç işletme çıkarı açısından olumsuza gidecekse, yönetici kararın yönünü değiştirebilir. Girişimciler tümüyle işletme çıkarlarından soyutlanmış kararlar veremezler. İşletme kararlarına ilişkin bu beş oluşum, girişimcilerin işletme kurarken ve işletirken göz önünde tutması gereken konulardır. Ana kararların her birinde, girişimcilerin elden gelen en çok bilgiyi edinmesi gerekir. Etik sorumluluk için işletmelerde stratejilerin belirlenmesi gerekmektedir. Etik kuraların bir bölümü endüstriyle, bir bölümü de doğrudan işletmeyle ilgili olarak düzenlenir. Bu kurallar pek çok konuyu kapsar. Örnek olarak, işletme varlıklarının yanlış kullanımı, işletme içi bilgilerin çıkar için kullanımı, defter kayıtlarının yanlış ve sahte olması, tekelci uygulamalar gibi. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, örgütlerin % 72’si etik kuralları yazılı olarak belirlemişlerdir. Başka bir araştırma 300 şirketten 227’sinin etik kurallar belirlediğini göstermiştir. Etik kuralların belirlenmesi konusunda iki sorundan söz edilebilir: 1. Yönetimin, gerçekten yüksek bir etik düzeyi içeren kurallara bağlı olması gerekmekte midir? 2. Şirketler etik kurallara uyumlarını geliştirdiklerinde, kamunun kendilerine karşı olan güvenlerini arttırabilecekler midir? Her iki sorun da günümüzde çeşitli yönleriyle tartışılmaktadır. ETİK ÇATIŞMALARININ NEDENLERİ Etik çatışmaların nedenlerini açıklamak. Kişiler belirli bir konu ya da konumda etiğe ilişkin bir boyut algıladıklarında, etik kararlar verme gereği duyarlar. Bu nedenle, işletme etiğini anlamanın ilk adımı, etikle ilgili konuların farkına varmadır. Etiğe ilişkin konular, bir sorun, bir konum ya da fırsat olabilir ve bunların bireyler ya da örgütlerce doğru ya da yanlış, etiğe uygun ya da etik dışı olarak kararlaştırılması gerekir. Etiğe ilişkin konuların ortaya çıkmasına yol açan etkenlerin başında, bireylerin kişisel değer yargıları ile çalışılan işin ve yaşanılan toplumun değer yargıları arasındaki çatışma gelir. İşletme çalışanlarının amaçları ile işletmenin örgütsel amaçları arasında bir çelişki doğabilir; bu durum etik sorunların çıkmasına yol açar. Ayrıca, tüketicilerin güvenli ve nitelikli ürün istemleri ile üreticilerin yüksek kârlar elde etme amacı etik sorunlar doğurur. Yöneticiler belli kişileri işe almak isterken, örgütün en nitelikli personeli işe alma amacıyla çelişebilir. Ayrıca, toplumda kadınlara, belli kümelere de eşit iş fırsatı verme amacıyla bir çelişki yaşanabilir. İşin özelikleri ile örgütün kültürü arasındaki çelişki etik sorunlar yaratabilir. Örgütler ve bireyler herhangi bir etik sorunuyla karşılaştıklarında, bunları nasıl çözeceklerini kararlaştırmak zorundadırlar. İşletmelerin sık sık karşılaştıkları sorunlar söz konusu ise, bunlar ortaya çıkar çıkmaz çözümleri getirilebilir. Etik konularının çatışmalardan doğması nedeniyle, bu çatışmaların neden doğduğunu incelemek gerekir. İşletme yöneticileri ve çalışanlar görevlerini yerine getirirlerken kendi etik inanışları ve sorumlulukları ile işletmeninkiler arasında uyumsuzluklar yaşarlar. Yapılan araştırmalar, işletme içindeki belirli ilişkilerin ve belirli uygulamaların bu çatışmaları doğurduğunu ortaya koymuştur. Müşteriler ve girdi sağlayanlar listenin başında yer almaktadır. Ayrıca, işletme dışındaki kişilerle ilişkiler işletme içindeki çalışanlara göre daha fazla etik sorunlara yol açmaktadır. Astlarla ilişkiler üstlerle ilişkilere göre daha çok çatışmaya yol açmaktadır. İşletme çıkarları ile kişisel çıkarlar arasındaki çatışmanın yol açtığı etik sorunlar Çizelge 5. 3′te yer almaktadır. Çizelge 5. 3′te en çok rüşvet ve hediye verme etik çatışma doğurmaktadır. Kişiler kendi kişisel çıkarlarını örgütlerinin çıkarlarından daha önde gördükleri için hediye ya da rüşvet almaktadırlar. Yüksek fiyat , tekelci fiyat uygulamaları etik sorunlara yol açan başka bir konudur. İşletmeler çeşitli yollarla çok yüksek fiyat uygulayarak, tüketicilerin seçme haklarını engelleyebilirler. Özellikle, uluslararası uygulamalarda belli bir ürünün farklı ülkelerde çok değişik fiyatlarla satılması söz konusu olabilir. ETİK KONULARININ SINIFLANDIRILMASI Etik konularını sınıflandırabilmek. Araştırmaların ortaya koyduğu çok çeşitli etik sorunlar bulunmaktadır. bunların tümünü saptamak olanaksızdır. Ancak, belli konuları başlıklar altında toplayabiliriz. Ana etik sorunlar çıkar çatışmaları, içtenlik ve doğruluk, iletişim, örgütsel ilişkiler konularında ortaya çıkmaktadır. Bunları kısaca inceleyelim. Çıkar Çatışmaları Kişiler kendi kişisel çıkarlarını, örgütlerin ya da çeşitli grupların önünde tutuğunda çıkar çatışması doğar. Bu çatışmanın olmaması için çalışanlar kendi kişisel çıkarlarıyla işletme çıkarlarını birbirinden ayırabilmelidirler. Çoğu ülkede, çalışanların bir kararı etkileyeceği varsayılan hediye, rüşvet, kişisel ayrıcalık, özel prim gibi ayrıcalıkları kabul etmemeleri istenir. Ancak, birçok ülkede iş yaptırmanın yaygın yolarından birisinin rüşvet vermek olduğu da kabul edilmektedir. Rüşvet birçok yöneticinin, hukukçunun ve kamu görevlisinin işinden olmasına da yol açmaktadır. Rüşvet ve hediye alma hem kamu kurumlarında hem de özel işletmelerde geçerlidir. Kamu kurumlarında bir işin kolay yapılması, yasa ve yönetmeliklerin dışına taşacak biçimde yapılması karşılığında rüşvet ve hediye verilmektedir. Özel işletmelerde de alım satımlarda, ihalelerde, iş yaptırmada rüşvetin yaygın olduğu görülmektedir. Rüşvet yalnızca para biçiminde olmamaktadır. Araba, ev, uyuşturucu, kadın, giysi büyük paraların yanında rüşvet olarak kullanılabilmektedir., İçtenlik ve Doğruluktan Sapma İçtenlik, dürüstlük, güvenilirlik, candan olma anlamına gelir. Doğruluk da içtenliğe benzer ve adaletli, güvenilir, inanılır anlamlarını taşır. her ikisi de karar vericiler için genel ahlak değerlerini vurgular. İşletmeler, tüm yasa ve düzenlemelere uymak zorundadırlar. Ayrıca, işletmeler tüketicilere, müşterilere, çalışanlara ve rakiplere karşı bilerek yanıltıcı, aldatıcı olmamalıdır. Alıcılar satıcılara , borç verenler borç alanlara güvenmelidir. Bu konularda ortaya çıkacak olumsuzluklar güveni sarsar ve işletmelerin inanırlığını ortadan kaldırır. Doğruluk ve güvenilirlik işletmelerin ürettikleri ürünler için de geçerlidir. Doğruluk ve güvenilirlik dışı davranışlar işletme dünyasında sık sık görülür. Bu konuda ortaya atılan bir görüş, etik anlamda açıklama getirmeye çalışmaktadır. Buna göre, işletme yönetimi toplumsal kurallardan çok kendi kurallarına göre yönetilen bir “maç” olarak kabul edilmelidir. İşletme yönetimi, basketbol ya da boks maçı gibi kabul edilince kimi etik değerlerin yok sayılması kaçınılmazdır. Rakipleri alt etmek için çeşitli etik dışı davranışlar geçerli sayılır. İşletme yönetimi ile savaş arasında da benzerlik kuranlar vardır. Savaşta da işletme dünyasında da kimi etik kurallar göz ardı edilmektedir. Ancak, işletme yönetimi bir oyun değildir ve geçerli olacak kurallar toplumla ve etik değerlerle uzlaşacak biçimde sürekli geliştirilmelidir. İletişim İletişim bilginin akışı ve anlamının paylaşımıdır. İletişimde ortaya çıkan etik sorunlar, reklam mesajları, ürün güvenliğine ilişkin bilgiler, çevre kirliliği, çalışma koşulları gibi birçok konuyu kapsar. Yanlış ya da aldatıcı iletişim bir örgüte karşı müşterilerin güvenini yok eder. İletişimde yalana yer verilmesi en önemli sorunlardan biridir. Yalan söylemek, hem iç hem de dış iletişimde güveni yok ettiği için etik sorunlar yaratmaktadır. Aldatıcı reklamlar, iletişimde önemli bir konudur. Reklamlarda yalan bilgiler vermek, gerçeği abartmak etik sorunları ortaya çıkarır. Bir ürünün olmayan özelliklerini var gibi göstermek, ortak bir ürün bir özelliğinin rakiplere göre çok daha ileri düzeyde olduğunu vurgulamak etik sorunların ötesinde yasal sorunlar da çıkarabilmektedir. Çeşitli iletiler, tüketicilerin satın almalarında gereksinim duydukları doğru ve yeterli bilgileri içermedikleri için etik sorunlar yaratmaktadır. Bu durum, alıcıları olumsuz etkilemekte, satıcıların güvenilirliğini ve inanılırlığını ortadan kaldırmaktadır. , Örgütsel İlişkiler Örgüt üyelerinin tüketicilere, girdi verenlere, astlara, üstlere ve çeşitli kişilere karşı davranışlarından doğan etik sorunlar ortaya çıkabilir. Örgüt içinde birinin yaptığı işi taklit etme ya da yapandan habersiz olarak sahiplenme, tüketicilerin ürün ve işletmeye ilişkin algılamalarında yanılgıya yol açacak yollar izleme etik sorunlar yaratmaktadır. Bir işletme aynı formülle ürettiği iki ürünü birbirinden farklı gibi göstererek farklı alanlarda kullanıldığını vurgulayıp, farklı fiyatlar uyguladığında ortaya etik sorunların çıkması kaçınılmazdır. ETİK SORUNLARDA TARAFLAR VE İŞLETMELERİN İŞLEVSEL ALANLARI İşletmelerde etik sorunların taraflarını açıklamak. Etik sorunların ortaya çıkarabileceği işletme işlevleri ve bu sorunlarla karşılaşacak taraflar üzerinde de durmak gerekir. İşletmelerde etik sorunlarla karşılaşacak taraflar işletme sahipleri, işletme çalışanları ve müşterilerdir. Sorunların çıkabileceği işletme işlevleri ise, yönetim, pazarlama, muhasebe ve finanstır. İşletme Sahipleri İşletmelerin çoğu, kaynaklarını mal ya da hizmet üretmek için aktaran bir kişi ya da bir kümeden oluşur. İşletme sahipleri ya da pay sahipleri, kaynakları para ya da kredi biçiminde sağlayarak işletmenin gelişmesini hedeflerler. Bunlar şekilde iç dairenin en üstünde yer almaktadırlar. Yöneticiler ya kendileri yönetimi üstlenirler ya da profesyonel yöneticilerden yararlanırlar. Bir işletme yöneticisi, işletme sahiplerinin çıkarları doğrultusunda işletmeyi yönetirken hem etik hem de yasal sorumluluk taşır. İşletmenin başka işletmelerce satın alınması ya da başka işletmelerle birleşme gibi oluşumlarda, yöneticilerin özellikle pay sahiplerine karşı sorumlulukları artar. Doğru bilgilerin verilmesi, kişisel çıkarlarla işletme çıkarlarının ve hedeflerinin uzlaştırılması gerekecektir. Ayrıca, yönetim ve işletme sahipliğinin birbirinden tam olarak ayrıldığı durumlarda, yöneticilerin etik sorumluluğu daha da artmaktadır. Öte yandan, yöneticilerin topluma karşı sorumlulukları da vardır. Çoğu yönetici kişisel olarak çevre sorunlarına ilgi gösterir. Ancak, kendi işletmesinin yarattığı çevre sorunlarının giderilmesi konusunda yüksek harcamalar gerektiğinde, duyarlılık göstermez. Yöneticilerin müşterilerine ve topluma karşı etik sorumluluk duymaması durumunda, satışların düşmesi sonucu ile karşılaşılması kaçınılmazdır. Finans İşletme sahipleri işletmeleri için gerekli kaynakları çevrelerinden ya da finansal kurumlardan borç olarak alabilirler; kimi zaman da para sağlayabilmek için ortak alırlar. Finansal kaynakların nasıl sağlandığı ve kullanıldığı, etik ve yasal sorunlar yaratabilir. Halka açılmada pay değerlerinin belirlenmesi bu sorunlara örnek olarak verilebilir. Ayrıca, işletmenin finansal durumunun var olan ortaklara, olası ortaklara, kamu kurumlarına ve öteki ilgililere nasıl aktarıldığı da bu anlamda önem kazanır. Finansal belgeler, yatırımcılara ve öbür kişilere çeşitli kararlarında temel bilgileri verir. Bu belgeler kasıtlı ya da kasıtsız olarak yanlış ve aldatıcı bilgiler içeriyorsa çeşitli yasal yaptırımlar söz konusu olur. Ayrıca, yasal işleyişin ötesinde etik anlamda da birçok sorun ortaya çıkacaktır. Ülkemizde halka açılan şirketlerin fiyat belirleme yöntemleri, halka açılmada yürütülen uygulamalar bu anlamda zaman zaman tartışılmıştır. Ayrıca, özellikle çeşitli bankaların yanlış belgelerle kamuya yanlış bilgiler vermesi ve sonunda bu bankaların sahiplerine el çektirilerek kamulaştırılması, çeşitli yasal ve etik sorunları da yanı sıra getirmiştir. İşletme Çalışanları Şekil 5. 3′te işletme çalışanları iç çemberde yer almaktadırlar. Çalışanlar çalışmaları sırasında karşılaştıkları çeşitli sorunları gerekli yerlere aktarmak sorumluluğundadırlar. Kimi zaman, çalışanların işlerin iyi gitmemesine ilişkin raporları üstlerince iyi karşılanmamakta ve eleştirilmektedir. Bu nedenle astlar, işlerin iyi gittiğine ilişkin raporlar vermeyi daha uygun görmeye başlarlar. Bu durum çalışanların bir etik açmazla karşı karşıya kalmasına yol açar. İşverenler, astlarını kimi zaman yalan söylemeleri için zorlar. İşletmelerin iyi olmayan konumunu iyi göstermeyi amaçlayan bu davranış da etik bir soruna yol açar. Sabotajlar, hırsızlıklar çalışanlar arasında zaman zaman rastlanan olaylardır. Ayrıca, çalışanlara üstlerince cinsel tacizde bulunulması ve öbür çalışanların bu duruma yeterince tepki koyamamaları pek çok etik sorunu doğurmaktadır. İşi yitirme korkusu, olaya tepki gösterilmesini ve gerekli yollara başvurulmasını engellemektedir. İşletmeler etik değerlerin önemini anlayarak, bu sorunu çözecek ayrıntılı ilkeler oluşturabilirler. Ancak, böyle bir sistemin kurulmasında işletmede çalışanların işbirliği söz konusu değilse, sistemin işleyişinde önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Yönetim İşlevi Yönetimin temel amacı, örgütün çalışanlarını örgütleyerek, planlayarak, yönelterek, eşgüdümleyerek ve denetleyerek örgüt amaçları doğrultusunda güdülemektir. Şekil 5. 3′te yönetim ve çalışanlar aynı bölümde yer alırlar. Yöneticiler çalışanları örgütsel hedefler doğrultusunda örgütler ve güdüler. Çalışanları güdülemesi ve çalışmaları yönetmesi nedeniyle yöneticiler, bir örgütte ortaya çıkan etik sorunları doğrudan etkilerler. Öte yandan yöneticiler, çalışanların disiplini, sağlık ve güvenliği, işyerindeki davranışları, alkol ve öbür alışkanlıkları gibi yönlerden ortaya çıkacak etik sorunlarla da ilgilidirler. Örgütün çevreye ilişkin tutumu, yerel toplumla ilişkiler, işten atmalar, işyeri kapatmalar gibi konularda da yönetimin tutumu önem kazanır. Bu gibi konulardaki olumsuz tutum çalışanların ve çevrenin tepkisini doğurur. Öte yandan yöneticiler, kendisini maaş karşılığı çalıştıran işletme sahibi ya da pay sahiplerinin çıkarları ile, yol gösterip yöneteceği işletme çalışanlarının çıkarları arasında bir denge kurmak zorundadırlar Ayrıca, yöneticiler güvenli iş koşuları, güvenli ürün, çevrenin korunması ve ayrımcılık yapmama gibi toplumsal istemleri de değerlendirmek zorundadır. Günümüzde işletmelerin çalışanları, müşterileri ya ilişkide bulunduğu öbür kişileri ilgilendiren özel bilgileri elde etmesi ve bunlara bilgisayarlarla kolayca ulaşılması olanakları, çeşitli etik sorunları da yanı sıra getirmektedir. Özel bilgilerin çeşitli kişi ve kurumlara aktarılması, kişilerin kişilik haklarını zedelemekte, çeşitli hukuksal ve etik sorunlar yaratmaktadır. Tüketiciler Hiç bir işletme tüketiciler olmadan yaşamını sürdüremez. Bu nedenle işletmelerin temel amacı tüketicilerin gereksinme ve isteklerini karşılamaktır. İşletmeler tüketicilerin istek ve gereksinmelerini karşılarken, uzun dönemli değerlerini de göz önünde tutmalıdırlar. Örnek olarak, tüketicilerin isteklerini düşük fiyatlarla karşılarken çevre kirliliği yaratan, insanlara zarar veren ürünler üreten işletmelere tüketiciler tepki gösterir. Tüketiciler işletmelerin doğurduğu olumsuzluklarla kendi çıkarları arasında, belli bir çıkar çatışması yaşayabilirler. Ucuz ve kolay elde olunan enerjiye ulaşmak için ormanların yok edilmesi karşısında tüketicilerin davranışları etik açıdan sorunlar oluşturabilir. İşletmeler tüketicilerin tepkisine çekecek davranışlardan kaçınarak, onların isteklerini yerine getirmeye çaba gösterirlerken zaman zaman etik sorunlarla karşılaşırlar. Pazarlama İşlevi Pazarlama ve tüketiciler Şekil 5. 3′te aynı bölümde yer alırlar. Bunun nedeni, tüm pazarlama etkinliklerinin tüketicilere odaklanmasıdır. Pazarlama, tüketicileri doygunluğa ulaştıracak mal ve hizmetlerin sunulması eylemidir. Pazarlamacılar öncelikle, tüketicilerin ne istediklerine ilişkin bilgiler toplayıp, pazarlama araştırması yaparlar. Bu bilgiler çerçevesinde ürün geliştirir, fiyat belirler, tutundurma etkinlikleri düzenleyip bu ürünlerin dağıtımını yaparlar. Bu arada çeşitli etik sorunlarla karşılaşılır. Ürünlerin güvenli olması, reklam ve öbür tutundurma etkinliklerinin düzenlenmesi, fiyatlandırma, üreticiden tüketiciye ürünleri ulaştıran dağıtım kanallarının oluşturulması etik sorun yaratabilecek alanlardır. Reklamların yanlış ve aldatıcı olmaması, ürünlerin güvenli biçimde kullanılabilmesi, fiyat düzeylerinin gerçekçi olarak saptanması gerekmektedir. Ancak, bu ve benzer konularda ortaya çıkan birçok etik yönlü sorun, pazarlama etkinliklerinin sağlıklı değerlendirilmesini gerektirmektedir. Muhasebe İşlevi İşletmelerin muhasebe işlemlerini yerine getiren, onaylayan muhasebe görevlileri ve muhasebe müşavirlik büroları, çeşitli kurallar ve ilkelere uymak zorundadırlar. Bunların bir bölümü çok sıkı yasal yaptırımlarla denetlenmektedir. Bu görevliler arasındaki rekabet, gizli fiyat uygulamaları, düşük ücretler çeşitli etik sorunlar doğurur. Ayrıca, işletme yetkililerinin muhasebe görevlilerini daha az vergi verme yollarını bulmaya zorlamaları, yetersiz ya da yanlış belgelerle işlem yapılması gibi konular etik anlamda çelişkiler yaratır. Ülkemizde serbest muhasebeci, mali müşavir, yeminli mali müşavir unvanlarıyla anılan işletme dışı muhasebe yetkilileri düşük ücretler, yetersiz belgelere dayanma, işletme yöneticilerinin çeşitli zorlamaları ile karşılaşmaktadırlar. ETİK DAVRANIŞLARIN DENETLENMESİ İşletmeler çalışanlarının davranışlarının etik kurallara uygunluğunu denetlemek için çeşitli denetim teknikleri geliştirmişlerdir. Bu teknikler, etik kararların verilmesinde fırsat öğesinin azaltılmasını ve işletme çevresine ilişkin çatışmaların çözülmesini hedefler. Etik davranışlar, örgütsel davranış standartları ve etik ilkeleri koyarak özendirilebilir. İşletmelerin çoğu etik kurallar belirleyerek örgütün çalışanlarından neler beklediğini biçimsel olarak ortaya koyarlar. Belirli politikalar ve standartlar olmaksızın çalışanlar hangi davranışlarının işletmede kabul göreceğini saptamakta güçlük çek İşletmelerin etikle ilgili politikalarının gereğince yürütülebilmesi için etkin bir ödül ve ceza sistemi kurulması, etik standartlarının uygulanmasını özendirecektir. Etiğe ilişkin işletme stratejilerinin yaşama geçirilmesi için uygun kaynakların ve standartların kullanılması gerekir. Bu stratejilerin yaşama geçirilmesinde dört aşama bulunmaktadır: Örgütleme, eşgüdümleme, güdüleme ve iletişim. Örgütleme, işletmelerin etik amaçlarına etkin biçimde ulaşması için kaynakların sağlanıp ve eylemlerin belirlenmesi aşamasıdır. Eşgüdümleme, örgütsel amaçların desteklenmesi için çalışanların eylemlerinin düzenleştirilmesi ve uyumlaştırılmasıdır. Eşgüdümleme olmadan işletmenin çeşitli bölümlerinde etik kuralların ortak olarak yürütülmesi sağlanamaz. Güdüleme, bireylerin belirli amaçlara ulaşmaları için özendirilmesidir. Etik kurallara uyum için bireyleri güdüleyecek çeşitli etkenlerin oluşturulması önem kazanmaktadır. ETİK NORMLAR: CAUX ROUND TABLE İLKELERİ İşletmeler kendileri etik konularında belli standartlar oluşturmaya çalışırlarken, bu kuralların evrensel bir boyuta ulaşması için de çabalar gösterilmektedir. Dünyada küreselleşme getirdiği olumlu etkilerin yanı sıra yarattığı ekonomik ve toplumsal sorunlarla da gündemdedir. Özellikle uluslararası ve ulusal düzeyde etik kuralların oluşturulması küreselleşmede tek yanlılığı önlemeye katkıda bulunacaktır. Bu konuda çalışan çeşitli oluşumlar bulunmaktadır. Bunların içinde önemli bir oluşum CAUX ROUND TABLE olarak anılmaktadır. Bu Yuvarlak Masa Avrupa, Japonya ve ABD işletme önderlerince oluşturulmuştur. Yuvarlak Masa, 1986′da Philips Elektronic’in başkanı ile INSEAD’in başkan yardımcısı tarafından ticaretteki yükselen gerilimin düzene sokulması amacıyla kurulmuştur. Kuruluş, üye ülkeler arasında temel ekonomik ve toplumsal ilişkilerin geliştirilmesi ve öteki ülkelere karşı duyulan acil ortaklaşa sorumlulukların belirlenmesi için çalışmaktadır. Canon Inc. ‘in Başkanı Ryuzabura Kaku’nun önerisiyle, dünya barış ve düzenini olumsuz etkileyen toplumsal ve ekonomik saldırıların azaltılmasında, şirketlerin küresel sorumluluğu ön plana çıkarılmıştır. CAUX Yuvarlak Masa Oluşumu, işletmelerin toplumsal sorumluluğu ve etik sorumluluğu konularında çeşitli ilkeler ve kurallar benimsemiştir. Bu kurallarla tüm dünyada karşılıklı saygı ve güven içinde sağlıklı ve gerçek bir rekabetin oluşturulması hedeflenmiştir. Kurallar üç ayrı bölümde ele alınmıştır: Giriş, genel ilkeler, işbirliği ilkeleri. Bunları kısaca inceleyelim. İlkelere Giriş İşgücü, kapital, ürün ve teknolojideki hareketlilik, işletmelerin işlemlerini ve etkilerini sürekli olarak küreselleştirmektedir. Yasalar ve pazar güçleri gerekli olmasına karşın, her konuda yeterli değildir. İşletmelerin politikalarından ve eylemlerinden sorumluluk duymak ve karşılıklı çıkarlara ve güvene dayanmak temel konudur. Hem yerel düzeyde hem de küresel düzeyde, ortak değerlerin ve refahın paylaşımı çok önemlidir. Olumlu toplumsal değişimlerde işletmelerin güçlü bir araç olması nedeniyle, işletmelerin sorumluluğunu ortaya koyan, işletme kararlarında ahlaki değerleri öne alan ilkelere uyulmalıdır. Yoksa, kalıcı işletme ilkeleri ve sürdürülebilir bir dünya toplumu oluşturmak olanaksızlaşacaktır. Genel İlkeler - İşletmelerin Sorumluluğu: Bir işletmenin toplum için değeri; o işletmenin yarattığı değer ve sağladığı işgücü ile tüketicilere sunduğu mal ve hizmetlerin nitelikleri ve uyumlu fiyatları ile ölçülür. Böyle bir değer yaratmak için işletmeler, sağlıklarını ve canlılıklarını korumalıdırlar. Ancak tek başına bu hedef yeterli değildir. İşletmeler, yarattıkları serveti müşterileri, çalışanları ve pay sahipleri ile bölüşerek bunların yaşamlarını geliştirmede rol oynamalıdırlar İşletmeye girdi verenler ve rakipler de, işletmelerden yükümlülüklerini dürüstlük ve güvenilirlik içinde yerine getirmelerini beklerler. İşletmeler içinde bulundukları yerel, ulusal, bölgesel ya da küresel ortamlarda, sorumlu bir yurttaş olarak hareket edip, bu toplulukların sağlıklı bir gelecek oluşturmalarına katkıda bulunmalıdırlar. - İşletmelerin Ekonomik ve Toplumsal Etkileri: Yabancı ülkelerde mal ve hizmet üretmek, geliştirmek ya da satmak için kurulan işletmeler, bu ülkelerin toplumsal gelişmelerine verimli bir istihdam yaratarak ve halkın satın alma gücünü yükselterek katkıda bulunmalıdırlar. Ayrıca, işletmeler bulundukları ülkelerde insan haklarına, eğitime, refah düzeyine ve yaşam koşullarına da katkıda bulunmalıdırlar. İşletmeler yalnızca bulundukları ülkelerin toplumsal ve ekonomik kalkınmalarına katkıda bulunmakla kalmamalı, tüm dünya toplumuna katkılarda bulunmalı Kaynakların etkin ve verimli kullanımı, serbest ve gerçek rekabeti oluşturma; teknolojide, üretim yöntemlerinde, pazarlamada ve iletişimde yenilikler sağlama bu katkıları somutlaştıracaktır. -İşletme Davranışları: İşletmeler uymak zorunda oldukları yasaların ötesinde, bir takım ilkelere de bağlı olacaklardır. İçtenlik, dürüstlük, gerçekçilik, sözünü tutma, saydamlık yalnızca işletmelere katkıda bulunmayacak, bunun yanında özellikle uluslararası düzeyde gerçekleştirilen işlemlerde etkinlik ve süreklilik sağlayacaktır. -Kurallara Uyum: Ticari kısıtlamalardan kaçınmak ve daha özgür bir ticareti gerçekleştirmek, rekabette eşit koşular sağlamak, işlemlerde dürüstlük ve eşitlik oluşturmak için işletmeler, uluslararası ve ulusal kurallara uymak zorundadırlar. Ayrıca, kimi davranışların yasalara uygun olsa da olumsuz sonuçlar yaratabileceğini de gözardı etmemek gerekir. - Ticari Anlaşmaları Desteklemek: İşletmeler, GATT, Dünya Ticaret Örgütü ve bunlar gibi uluslararası anlaşmaları desteklemelidirler. Ticaretin daha özgür kılınması, ülke içi ticari kısıtlamaların ortadan kaldırılması, ulusal çıkarları da göz önünde tutmak koşuluyla küresel ticaretteki engellerin giderilmesi için işletmelerin işbirliğine gitmesi gerekir. -Çevreye Saygı: İşletmeler çevrelerini korumalı ve elden geldiğince çevreyi geliştirip, sürekli kalkınmayı desteklemeli ve doğal kaynakların israfını önlemelidir. -Yasal Olmayan İşlerden Kaçınmak: İşletmeler, rüşvet, dolandırıcılık ve benzeri olumsuz eylemlerde yer almamalı; bu hareketleri gerekleştirenleri ortadan kaldırmak için çalışmalıdır. Terörist eylemlerde kullanılacak silah ticaretinden kaçınmak, uyuşturucu ticaretine girmemek, suçu ve suçluları desteklememek işletmeler için temel ilke olmalıdır. İşbirliği İlkeleri - Müşterilerle İlgili İlkeler: İşletmelerin ürettikleri mal ve hizmetlerin doğrudan işletmeden ya da başka aracıdan alınmasına bakılmaksızın, tüm tüketicilere aynı değerin verilmesi gerekir. İşletmelerin şu sorumlulukları da vardır: Müşterilerin istekleriyle uyumlu olarak mal ve hizmetlerde en yüksek niteliği sunmak; müşterilere her yönüyle doygunluk sağlayacak biçimde en yüksek nitelikte hizmet vermek; üretilen mal ve hizmetlerin tüketicilerin sağlık ve güvenliğine zarar vermemesi için her tür çabayı göstermek, çevrenin bozulmasını engellemek; sunulan mal ve hizmetlerin pazarlanmasında ve reklamında dürüstlüğe aykırı davranmamak; müşterilerin kültürleriyle çelişen davranışlardan kaçınmak. - İşletme Sahipleri ve Pay Sahipleri İle İlgili İlkeler: İşletme yatırımcılarının güvenini sağlamak temel ilkelerden biridir. Yatırımcıların yatırımlarının karşılığını almaları için profesyonel ve özenli yönetim politikaları uygulanması; yasal kısıtlamalar dışında işletme sahiplerine ve pay sahiplerine gerekli bilgilerin aktarılması; yatırımcıların varlıklarının korunması ve değerlerinin arttırılması; yatırımcıların isteklerinin, önerilerinin, yakınmalarının ve çözümlerinin göz önünde tutulması, yatırımcıların güvenini sağlamaya yönelik davranışlardır. - Girdi Sağlayanlarla İle İlgili İlkeler: İşletmelerin girdi sağladıkları ve parça ürettirdikleri yan sanayi ile ilişkileri karşılıklı güvene dayanmalıdır. Bu konudaki sorumluluklar şöyle sıralanabilir: Fiyatlamada, lisans kullanımında ve satışla ilgili haklar ve benzer konularda dürüstlük ve gerçekçilik temeline dayanmak; ilişkilerde baskı ve zorlamalardan kaçınmak; değer, nitelik, rekabet ve güvenilirlik açısından uzun dönemli tutarlı ilişkiler oluşturmak; girdi sağlayanlarla bilgileri paylaşmak ve planlama aşamasında işbirliği yapmak; alınan girdilerin bedellerini zamanında ve anlaşma koşullarına uygun olarak ödemek; çalışanlarıyla insanca ilişkiler oluşturan yan sanayi işletmelerini özendirip, onları yeğlemek. etkinliklere destek vermek. - Rakiplerle İlgili İlkeler: Ulusların refahı ve mal ve hizmetlerin doğru ve yerinde dağıtımı için gerçek bir ekonomik rekabetin gerekliliği kabul edilmelidir. Bunun için yapılacaklar şöyle belirlenebilir: Ticaret ve yatırım için açık pazarları desteklemek; rakipler arasında toplumsal ve çevresel olarak yararlı olan rekabeti özendirmek; rekabeti zedeleyecek hareketleri özendiren açık ya da gizli ödemelerden kaçınmak; rakiplerin maddi ve maddi olmayan hak ve ayrıcalıklarına saygı göstermek; endüstri casusluğu gibi etik olmayan konularda ekonomik bilgi sağlamayı kabul etmemek. - Toplumla İlgili İlkeler: İşletmeler, bulundukları toplumlarda insan hakları ve reformların gelişmesine katkı sağlamaya özen göstermelidirler. Bunun için yapılması gerekenler şöyledir: İnsan haklarına ve demokratik kuruluşlara önem vermek ve bunları her zaman desteklemek; hükümetlerin topluma karşı yasal sorumluluklarını belirlemek ve işletmeler ile toplumun öbür kesimleri arasında uyumlu ilişkiler sağlayacak ve insanın gelişimine ağırlık veren devlet politikalarını ve uygulamalarını desteklemek; toplumda sağlık, eğitim işyeri güvenliği ve ekonomik iyileşme konularında standartların yükseltilmesi için çalışan güçlerle işbirliği yapmak; sürekli kalkınmayı desteklemek ve fiziksel çevrenin korunması ve doğal kaynakların iyi kullanımı konularında öncü bir rol oynamak; barış, güvenlik ve toplumsal işbirliğini desteklemek; yerel kültürlerin korunmasına önem vermek; eğitim ve kültür konularında çevreye maddi katkılarda bulunmak ve çalışanlara ve sivil toplumsal 6. YÖNETİM KAVRAMI 6.1 YÖNETİMİN TANIMI Yönetimin tanımını yapmak. Yönetim, hem kavram ve düşünce olarak hem de uygulama olarak, tarih boyunca insanların dikkatini çekmiş ve bir tartışma konusu olagelmiştir. Tarihi süreç içinde farklı anlamlar yüklenen ve farklı uygulamalara sahne olan yönetim, günümüzde de önemini korumakta ve farklı disiplinler içinde tartışılmaktadır. Tarihi süreç içinde ele alındığı zaman, yönetimin öncelikle “aile”ler için söz konusu olduğu düşünülebilir, çünkü, ortak yaşama zorunluluğu işbirliği yapmayı, anne ve/veya babanın otoritesi altında faaliyetleri yürütme sonucunu doğuracaktır. Diğer bir deyişle, “aile”, yönetime konu olan ilk kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonra, birbirine yakın olan ailelerin oluşturduğu “kabileler” yönetimin konusunu teşkil etmiştir. Yine bu aşamada, kabilelerin güvenliğini sağlamak üzere, kabile içinde ayrıca örgütlenmiş olan “savaşçı birimler” yani “ordu” yönetimi söz konusu olan bir kurum olarak gelişmiştir. Son aşamada ise, “devlet”ler yeni bir yönetim alanı olarak ortaya çıkmışlardır. Yönetim kavramı, değişik bilim dalları bakış açısıyla farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Sosyologlara göre yönetim, bir sınıf ve statü sistemidir, çünkü yönetim örgüte bilgilerini getiren seçkin kişilerden oluşmaktadır. Modern toplumlarda ilişkilerin karmaşıklığının artması yöneticilerin üstün zekalı ve öğrenim görmüş olmalarını zorunlu kılmaktadır. Bu sınıfa girebilmek ailevi bağlar ve siyasi ilişkiler yerine daha fazla öğrenime ve bilgiye dayanmaktadır. Siyaset bilimcilerine göre yönetim; devlet yönetimi veya iktidarın örgütlenmesi anlamına gelir. Bu anlamda, yönetim daha çok devletle ilgilidir ve her türlü örgütlenmeyi ve onlara egemen bir tek örgütü ortaya çıkarır. Devlete ait her türlü faaliyet yönetimin konusunu oluşturur. Bu bağlamda, yönetim, bazen emir verme, hükmetme ve otorite ilişkilerini kapsarken; bazen otoriteyi ele geçirme yolu olarak tanımlanır. İktisatçılara göre yönetim; tabiat, emek ve sermayeyle birlikte üretim faktörlerini oluşturur. Sanayileşen bir ülkede, sermayenin ve emeğin yanında yönetime duyulan ihtiyaç artar. Bir işletmenin yönetimi genellikle işletmenin verimliliğini ve karlılığını tayin eder. Yönetim ve organizasyon düşünürlerine göre yönetim; başkaları aracılığıyla amaçlara ulaşmak ve iş görmek olarak ifade edilir. Bu açıdan, amacı ne olursa olsun yönetim, bir grup faaliyeti olarak ortaya çıkmakta ve yöneten ile yönetilen ilişkisi doğmaktadır. Buradan hareketle yönetimin bir taraftan, “ne yapılması gerektiğini belirleme ve bu amacı en iyi biçimde başkaları aracılığıyla gerçekleştirme” çabası; diğer taraftan, “işbirliğinde bulunan bir grubun faaliyetlerini ortak amaçlar doğrultusunda sürdürme süreci” olarak ele almak gerekir. Bu yaklaşımdan hareketle, yönetimin hem bir işbirliği, hem de bir faaliyetler dizisi olduğu söylenebilir. Öyleyse, yönetim; amaçların etkili ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi amacıyla bir insan grubunda işbirliği ve koordinasyon sağlamaya yönelik faaliyetlerin tümünü ifade eder. Başka bir tanımla, yönetim; örgütün amaçlarına ulaşabilmesi için insan ve fiziksel kaynakları en etkin ve düzenli bir biçimde sağlayan, yerleştirilmesini ve kullanımını koordine eden, onu çevresi ile dinamik bir denge içinde tutabilen bir süreçtir. Yukarıda sıralanan tanımlar incelendiğinde yönetimin; başlıca üç nokta üzerinde odaklaştığı görülmektedir. Bunlar; ortak bir amacın olması, bir insan grubunun bulunması ve insanların ortak amacın gerçekleştirilmesi için işbirliğinde bulunmalarıdır. Genel anlamda yönetim, ” belirli bir işbirliği ve ilişki sistemi içinde bir araya gelen insanların, ortak amaçlarını gerçekleştirmek üzere yapacağı faaliyetlerin düzenlenmesi süreci” şeklinde tanımlanabilir. İşletme yönetimi kavramı ise, işletmelerin ortaya çıkmasıyla birlikte gelişmiştir. İşletmelerin bugünkü anlamda ortaya çıkışının, sanayi devrimiyle birlikte olduğu söylenebilir. Sanayi devriminden önce insanlar, kendileri için üretiyorlar, hayatlarını devam ettirmek için çalışıyorlardı. Dolayısıyla küçük üretim birimleri yeterli olmaktaydı. Sanayi devriminden sonra üretim makineleşmeye başladı ve gelişmiş teknolojinin de yardımıyla çok sayıda işçinin çalıştığı, tüm topluma yetecek kadar kitle üretiminin yapılabildiği fabrika sistemleri meydana geldi. Böylece, sanayi devriminden sonra işletmeler toplumun en önemli kurumu olarak ortaya çıktı. İşletme yönetimi, işletmeleri inceler ve işletmelerin iyi çalışabilmeleri, başarılı mal ve hizmet üretebilmeleri için ne şekilde örgütlenip, hareket etmeleri gerektiğini araştırır. İşletmelerin ölçeği küçük ve üretim işletme sahiplerinin kendi ihtiyaçlarını karşılamak için yapılırken, bunların yönetimleri de kolay olmakta ve fazlaca işletmecilik bilgisini gerekli kılmamaktaydı. Üretim tekniğini bilmek, başarılı bir üretim için yeterli oluyor, bu da amaçların gerçekleştirilmesini sağlıyordu. Oysaki, işletmelerin büyüyerek karmaşıklaşması, pazar için üretim yapar hale gelmeleri modern işletme yönetimini gerekli kılmıştır. Sonuç olarak, yönetim bir grup faaliyeti ve sosyal bir olgudur. Dolayısıyla her türlü grup ve örgüt içinde geçerlidir. Diğer bir deyişle, yönetim en küçüğünden (aile) en büyüğüne (devlete) kadar bütün örgütlerin işlevidir. YÖNETİM TİPLERİ Yönetim tiplerini belirlemek. Yönetim süreci, bu süreci işleten gruplar açısından ele alındığında üç tür yönetimden söz etmek mümkündür: - Ailesel yönetim - Siyasal yönetim - Profesyonel yönetim Bir işletme yönetiminde, sahipliğin, temel politik karar organlarının ve hiyerarşik yapının önemli bir kısmının belli bir ailenin üyelerinden oluşması halinde ailesel yönetim söz konusudur. Bu yönetim şeklinin en önemli özelliği, üst yönetim kademelerinin belirli aile bireylerine veya akrabalara açık olmasıdır. Bu tür yönetime, ekonomik gelişme çabalarının başlangıcında geniş ölçüde rastlanmaktadır. Ekonomik gelişme sürecine yeni giren ve eğitilmiş insan gücü kıt olan toplumlarda, ekonomik gücü elinde tutan aile bireylerinin genellikle eğitim görmüş olmaları nedeniyle bu tür yönetimin maliyeti düşük olabilmiş ve özellikle küçük sanayi ile perakendecilik ve toptancılık gibi küçük ve basit organizasyonlarda bu tür yönetim etkin olmuştur. İşletme sahipliğinin, temel politik karar organlarının ve önemli yönetim kademelerinin belirli siyasal eğilim ve ilişkilere sahip kişiler tarafından doldurulması durumunda ise, siyasal yönetimden söz etmek mümkündür. Bu yönetim türünde, aile yönetiminde olduğu gibi, “yönetim” konusunda eğitilmiş kişileri çalıştırma olanağı varolmakla beraber, siyasal düşünce ve amaçlar yönetim kademelerine girişi etkilemektedir. Temel politik karar organlarında ve hiyerarşik yapıdaki diğer bütün kademelerde belirli bir aileye veya siyasal eğilime bağlılıktan çok uzmanlık ve yetenek esasına göre seçilen kişiler tarafından doldurulması halinde profesyonel yönetimden söz edilmektedir. Profesyonel yönetim, yönetim işinin bir meslek haline gelmesi ile ilgilidir. Ailesel yönetim, siyasal yönetim ve profesyonel yönetim olarak özetlediğimiz bu üç yönetim türü birbirinden kesin sınırlarla ayrılmış değildir. Bunların üçü de bir arada bulunabilir; ama önemli olan ekonomik gelişmeye paralel olarak bu türlerin etkinlik ve yaygınlık derecelerinin değişmesidir. Bu değişim profesyonel yönetimin önem ve yaygınlığının artması yönünde olmaktadır. YÖNETİM PİRAMİDİ Yönetim piramidini ele alarak kavramsal, teknik ve beşeri yönetsel yeteneklerin önemini tartışmak. Yönetim piramidi, bir işletmedeki hiyerarşik yönetim basamaklarını gösterir. Bir işletmede en alt seviyedeki kişileri yönetmekle görevli olanlardan en üst kademeye kadar birçok yönetici söz konusudur. Buna göre yönetim basamakları üst, orta ve alt olmak üzere üçe ayrılarak incelenebilir (Şekil 6. 1) . Tepe Yönetim İşletmelerde tepe yönetim grubu; işletmenin sahipleri, yönetim kurulu, genel müdür ve yardımcılarından oluşur. Tepe yöneticiler, işletmenin bütününden ve genel yönetiminden sorumludur. Tepe yönetim grubu, işletmenin genel politika ve stratejilerini belirler, dış çevre ile etkileşimi yönlendirir. Orta Yönetim Orta yöneticiler, bölüm müdürleri ve yardımcılardır. Bu yönetim grubu tepe ve alt yönetim arasında köprü işlevini üstlenmiştir. Orta düzey yöneticilerin temel sorumluluklarından biri, genel politikaların uygulanmasına hizmet edecek alt politikaların belirlenmesi ve kararların alınmasıdır. İlk Basamak Yönetim İşletmelerde üretim işini fiilen gerçekleştiren ve işlerin yapılışını denetleyen ustabaşı, şef, gözetimci gibi kişilerin oluşturduğu gruptur. Bu yönetim grubunun temel sorumluluğu, üretimin aksamadan ve verimli bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamaktır. İşletmelerde yöneticilerin, bulunduğu basamağa ve görevine uygun nitelikler taşıması gerekir. Başarılı yönetici, sorumlu olduğu görevin gerektirdiği birikim, deneyim, yetenek ve diğer niteliklere sahip olan yöneticidir. YÖNETİCİNİN ROLLERİ Yöneticinin rollerini tanımlamak. Yönetim süreci çok yönlü ve karmaşık bir ilişkiler ağını içerir. Yönetici, sorumlu olduğu faaliyetlerin gereği olarak bu ilişkileri kurmak ve birden fazla rol üstlenmek zorundadır. Minzberg yöneticilerin üç grup davranış içinde olduğunu ve üç çeşit rol oynadığını belirtmektedir. Yöneticinin oynadığı rolleri sırasıyla inceleyelim (Şekil 6. 2) . Bireylerarası Roller Yöneticilerin bireylerarası rollerinden özellikle üç tanesi, onlara, örgütü düzenli ve rasyonel biçimde yürütmelerinde büyük çapta yardımcı olmaktadır. Bu rollere ilişkin yönetsel görevler her ne kadar rutin bir nitelik gösteriyor olsalar bile, yöneticilerin bunları görmezlikten gelemeyeceği ve ihmal edemeyeceği günümüzde ortak bir görüş olarak kabul edilmektedir. - Sözde mevki sahibi, yöneticinin bireylerarası rollerinin ilki bir numaralı adam işlevini görmesi şeklinde ortaya çıkar. Kendi biriminin başı olarak yönetici zaman zaman bir takım törensel görevleri (ziyaretçileri kabul etme, örgüt çalışanlarından birinin nişan veya nikah törenlerine katılması, bir müşteriyi yemeğe götürmesi vb. ) icra etmek suretiyle bireylerarası rolünü yerine getirir. Mintzberg yaptığı araştırmada yöneticilerin zamanlarının %12’sinin tören ve kutlamalara, %17’sinin gelen yazı ve mektupların onaylanmasına ayrıldığını belirtmektedir. -Liderlik rolü; işgörenlerin işe alınması, eğitilmesi, yerleştirilmesi ve teşvik edilmesi şeklinde ifade edilir. Bu rol, organizasyonun başarısını arttıracak her türlü işi kapsar. Yetki ile yapılamayacak işler liderlik yetenekleri ile sağlanabilir. -Birleştirici rolünü üstlenen yönetici, ast ve üstlerinden başka satıcılar ve müşteriler gibi çeşitli çıkar gruplarıyla ilişki içindedir. Bu rolüyle yönetici, örgütün bütünü veya kendi birimi arasında bir bağlayıcı unsur işlev veya rolünü yerine getirmek durumundadır. Yöneticiler bu tür temasları kişisel bilgi kaynaklarını geliştirmek için kurarlar. Bilgi Sağlama Rolleri Minzberg’e göre, çeşitli kaynaklardan bilgi temini ve temin edilen bu bilgilerin gerekli yerlere ve merkezlere iletilmesi, yönetim görevinin belki de en önemli yönünü oluşturur. Bir yönetici hem doğru, hızlı ve tutarlı kararlar alabilmek hem de kendi birimindeki işgörenlerin çalışmalarına yön verebilmek için yeterli ve doğru bilgiye gereksinme duyar. Yönetici bilgi toplama ve dağıtma işlevini birbirinden farklı üç rol aracılığıyla yerine getirir. - Monitör olarak yönetici, sürekli biçimde yararlanılabilecek olan bilgilerin nereden sağlanabileceğini araştırır. Bu amaçla, astlara sorular sorarak ya da başkalarıyla ilişki kurularak bilgi toplanmaya çalışılır. Monitörlük rolü genellikle yöneticiyi, kendi grubunun en iyi bilgi sağlayan kişisi durumuna getirir. - Dağıtıcılık toplanan bilgilerin ilgili merkezlere dağıtımı yöneticinin bilgi sağlama rolünün ikinci bölümünü oluşturur. Dağıtıcı olarak, yönetici, başka şekilde elde etmeleri mümkün olmayan çok önemli bilgileri astlara ve başka birimlere dağıtma işlevini yerine getirir. - Konuşmacı olarak, işletme temsilcisi durumundaki yönetici, topladığı bilgilerin bir kısmını birimin ve hatta örgütün dışındaki bireylere iletir. Örgüt personelini gerekli bilgilerle donatmak ve onları örgüt içinde bu yönden tatmin etmek, şirket temsilcisinin yüklendiği rollerin en önemli yönlerinden birini oluşturur. Bu rolün diğer önemli bir yönü de rakip örgütlerle sağlıklı, hızlı ve etkili bir haberleşme kurup yürütmekle ilişkili bulunmaktadır. Karar Almaya İlişkin Roller Yönetsel kararların temel girdilerini yöneticinin çeşitli kaynaklardan sağladığı bilgiler oluşturur. Mintzberg’e göre, yöneticinin karar almaya ilişkin rolleri dört grupta toplanabilir. -Girişimci rolü ile yönetici şirketi geliştirme, genişletme ve benzeri işlevleri yerine getirmeye çalışır. Örnek olarak, yönetici bu rolü gereği şirketin geleceğine ilişkin iyi bir fikir ya da öneri aldığı zaman, bunu gerçekleştirmek üzere hemen bir geliştirme projesi başlatır. Bir girişimci olarak değişim sürecini gönüllü olarak başlatır veya başlatılmasına önayak olur. - Uyuşmazlıkları çözümleyici rolünde yönetici, grevler, iflas etmiş müşteriler, işgörenlerle şirket ve şirketle diğer örgütler arasındaki sözleşmelerin ihlali ve benzeri gibi, kendi denetimi dışındaki durumlara tepkisini ortaya koyar veya bunlara cevap vermeye çalışır. - Kaynak dağıtıcı rolünü üstlenen yönetici, sorumluluğundaki her bir organizasyon biriminin hangi kaynakları elde edeceğine karar vermek ve bu konuda denge kurmak zorundadır. Yönetici karmaşık tercihler yapmak zorunda kalabilir. Her kararın diğer kararlar üzerindeki etkileri dikkate alınmalıdır. Kaynak dağıtıcısı olarak, yönetici, örgütsel kaynakların nasıl ve kimlere dağıtılacağını kararlaştırmakla sorumludur. Buna ilaveten, yönetici uygulamaya aktarılmadan önce biriminde veya örgütünde başkaları tarafından alınmış olan bütün önemli kararları süzgeçten geçirir. - Müzakerecilik rolü ile, bir işletme yöneticisi herhangi bir işi bir danışma firması ile tartışıp çözümleyebilir. Örnek olarak, bir üretim bölümü şefi bir sözleşmeyi bir satıcı ile tartışıp sonuçlandırabilir ve son olarak bölüm yöneticisi bir sorunu astlarıyla veya şeflerle tartışıp çözümleme yoluna gidebilir. Yöneticilerin, yönetme işlevini yerine getirirken üstlendiği rolleri yöneticilerin içinde faaliyet gösterdikleri belirsiz ve kargaşa dolu ortama dikkatleri çekmesi açısından oldukça önemlidir. Gerçek yaşama ilişkin olay ve durumların, ancak kısmen önceden görülüp denetlenebileceğini vurgulayan Mintzberg, yöneticinin söz konusu olay ve durumlarla ortaya çıktıkları şekilleriyle uğraşmak durumunda olduğunu önemle belirtmektedir. YÖNETSEL YETENEKLER Bilgi ve yetenekleri açısından bakıldığı zaman, yöneticilerin teknik, beşeri ve kavramsal yeteneklerinden söz edilebilir (Şekil 6. 3) . Teknik Yetenek Yöneticinin doğrudan yönetmekle sorumlu bulunduğu alan hakkında gerekli bilgiye sahip olması şeklinde ifade edilebilir. Yöneticilerin etkinliğini yükselten faktörlerden biri, yöneticinin yapmakta olduğu işe ilişkin teknik bilgi düzeyi olmaktadır. Ancak şunu hemen belirtelim ki, teknik yetenek yönetsel başarı ve etkinlik için gerekli bir koşul olsa bile tek başına yeterli değildir. Ayrıca yönetim basamakları yükseldikçe teknik yeteneğe duyulan gereksinmenin azaldığı, buna karşı beşeri ilişkilere ve kavramsal yeteneğe duyulan gereksinmenin arttığı görülür. Üst basamak yöneticilerinin üretimle ve tek tek işçilerin ne yaptıklarıyla ilgilenecek zamanları oldukça sınırlıdır. Bu kişiler açısından önemli olan, işletmenin bütününe ilişkin politika belirleme, plan yapma ve önemli işler için gerekli düzeyde kavramsal yeteneğe sahip olmaktır. Beşeri İlişkiler Yeteneği Etkili yönetim için gerekli yeteneklerden bir diğeri de, insanları içten gelen bir istekle çalışmaya ikna edebilme ve grup olarak amaçların gerçekleştirilmesinde işbirliği yapmalarını sağlayabilme yeteneği olarak ifade edilebilir. Amaca ancak insan unsuru ile ulaşılabileceğinden yöneticinin bu alanda yetenekli olmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Gerekli bilgileri bir araya toplamak suretiyle işletmenin bütünü için yeni planlar hazırlama, politikalar saptama ve planlanmış eylemlerin uzun dönemdeki muhtemel sonuçlarını önceden tahmin edebilme yeteneği olarak ifade edilebilir. Bu yetenek türü, üst yönetim basamaklarına doğru çıkıldıkça boyutları küçülen bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Alt kademe yöneticilerinin planlama ve örgütsel politikanın saptanması ile ilgili eylemleri, orta ve üst yönetim basamaklarına oranla oldukça düşüktür. Yönetim etkinliği için gerekli unsurlar olarak kabul edilen söz konusu yeteneklerden hiç biri tek başına, yalnız bir yönetim basamağı ile ilişkilendirilemez. Görevleri gereği şu ya da bu basamaktaki yöneticiler belirli bir yetenek türüne daha fazla gereksinme duyuyor olsalar bile, diğer yetenekler yönünden de arzulanan düzeye ulaşamadıkları sürece etkili yönetici olamazlar. Farklı yönetim basamaklarında gereksinme duyulan teknik ve kavramsal yeteneğin miktarı zaman içinde yükselme veya düşme göstermektedir. Buna karşılık beşeri ilişkiler kurma ve geliştirme yeteneğinin bütün yönetim basamaklarında gün geçtikçe daha çok önem kazandığı ve hakim yetenek türü olma niteliğini kazandığı söylenebilir. Yöneticinin sahip olduğu bilgi ve yetenekleri boyutu ile yönetim basamakları arasındaki ilişki aşağıdaki gibi bir şekil üzerinde gösterilebilir. YÖNETİM KAVRAMININ GELİŞİMİ Yönetim kavramı insanların topluluklar halinde yaşamaya başlamasıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Biçimsel veya biçimsel olmayan boyutlarıyla yönetim, her dönemde ve her ortamda insanların amaçlarına ulaşmak için yararlandığı en etkili araç olmuştur: Devlet içinde, orduda, kabilelerde vb. Tarihe yön veren büyük imparatorluklar yönetilmiş, yıllarca süren savaşların stratejileri belirlenmiş, insanların işbirliğiyle ihtişamlı yapıtlar yaratılmıştır. XVIII. yüzyıldan itibaren, Sanayi Devrimi ile birlikte üretimin şekil değiştirmesi, yönetim kavramının bilimsel olarak ele alınması gereksinmesini ortaya çıkarmıştır. Teknolojik gelişmeler ve üretim kapasitesinin artışına paralel olarak işyerlerinin ve işgücünün düzenlenmesi sorunlu hale gelmiştir (Şekil 6. 4) . Bilimsel yönetimin doğuşunda R. Owen, C. Babbage ve H. V. Poor çalışmalarıyla yardımcı olmuşlardır. XIX. Yüzyılın başlarında sanayicilerden R. Owen, yönetimin öncülerindendi ve 1800 ile 1828 yıllarında yararlı çalışmalar yapmıştı. Owen fabrikada iş koşullarını iyileştirdi, çalışanlar için çalışma saatlerini azalttı, fabrika işçilerine yemek yardımı yaptı. Charles Babbage ise bilim adamı ve matematik profesörü olarak çalıştı. 1822′de mekanik hesap makineleri ile ilgili buluşuyla tanınan Babbage “Yönetim Açısından Makineler ve İmalatçıların Ekonomisi” isimli eseriyle önemli bir aşama sağlamıştır. Yönetim düşüncesinin gelişimine katkı sağlayan pek çok isim ve çalışmadan söz etmek mümkün. Bu konunun ayrıntılarını Yönetim İlkeleri dersinde göreceksiniz. Bu Ünitede, Yönetim kavramının bilimsel anlamda ele alındığı teorileri kısaca açıklamakla yetineceğiz. Klasik Yönetim Teorisi Klasik yönetim düşüncesini oluşturan teoriler, genel hatlarıyla başlıca üç grupta incelenebilir: “Bilimsel Yönetim” “Yönetim Teorisi” ve “Bürokrasi Modeli”. Klasik düşüncenin temel varsayımları, önceden belirlenmiş ilke ve kurallara göre, organizasyonun tıpkı bir makine gibi işletilmesi üzerine kurulmuştur. Klasik yönetim teorisi ile ilgili üç yaklaşım da, etkinlik ve verimliliğin arttırılması için hangi ilkelere uyulması gerektiğini araştırmıştır: Bilimsel yönetimde, üretim süreçlerinin planlanması ve kontrolü; yönetsel teoride, hiyerarşik yapılanma; bürokrasi modelinde ise, bürokratik iç etkinlik ve verimlilikle ilgilenilmesi ve dış faktörlerdeki değişikliklerin göz önüne alınmaması, klasik yönetim düşüncesinin kapalı sistem örgüt modeline dayandığını açıkça göstermektedir. Bilimsel yönetim, üretim artışını amaçlamıştır. XX. yüzyılın başlarında Amerika’da yeterli iş bilgisine sahip işçi sayısı oldukça azdı. Üretimi arttırabilmek için, işçilerin verimliliğini yükseltmek ve işin bazı bölümlerini çıkardıktan sonra işi bütünleştirmek gerekiyordu. Görevlerin belli bir sırası olmalıydı. Bir işi en iyi yapmanın bir tek yolu vardı. Taylor da bilimsel yöntemi oluşturacak prensipleri yavaş yavaş ortaya koymaya başladı. Edindiği fikir ve tecrübelerini Midvale Çelik, Simonds Haddehanesi ve Berhlehem Çelik şirketlerinde geliştirdi. Midvale Çelik’te çalıştığı yıllarda, yönetim sistemini üretim hakkında zaman etüdü üzerine dayandırdı. Alışagelmiş yöntemler kullanan çelik işçilerinin, işler üzerinde ne kadar zaman harcadığını analiz etti. Zaman etüdü çalışmalarıyla, bir işçinin en iyi işi en kısa zamanda nasıl yapabileceğini belirledi. Eldeki mevcut araçlarla ne kadar işçiye ihtiyaç duyulduğunu araştırdı. Yönetsel teorinin öncüsü Fayol, yönetime farklı bir açıdan bakmıştır. Fayol, yönetimin tanımını yönetim fonksiyonlarına dayandırarak yapmış ve yönetimi “… ileriyi görmek, örgütlemek, kumanda etmek, koordinasyon sağlamak ve kontrol etmek” şeklinde tanımlamıştır. Fayol, yönetime ilişkin 14 ilkeyi ortaya koymuştur. Fayol’un 14 ilkesini, J. L. Gibson ve diğerleri de; yapısal, süreç ve sonuç ilkeleri şeklinde sınıflandırmaktadır. Max Weber’in önerdiği yapısal ilkeleri içeren bürokrasi modeli, düzen ve disiplini ifade eder. Weber, örgütsel yapılanmanın ve işleyişin belli hiyerarşik kurallara uygun biçimde gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Klasik yönetim düşüncesinde, özellikle, bilimsel yönetimde “insan” makinenin bir parçası gibi görülür. Sistemler standartlaştırılmıştır ve biri diğerinin yerine geçebilir. Klasik yönetim düşüncesinde örgüt kapalı ve mekaniktir. Kapalı sistem örgüt modelinde, çevre ile ilişkiler ve çevre etkileri dikkate alınmaz. Klasik yönetim düşüncesinin kapalı sistem örgüt modeline dayanmasında klasik firma teorisinin etkisi olmuştur. Klasik yönetim düşüncesinin gelişmesinin en yüksek düzeye ulaştığı 1930′lu yıllara gelindiğinde, yönetim düşüncesinde “insan ilişkileri yaklaşımı” adı altında yeni bir bakış açısı geliştirilmeye başlanmıştır. Bu yeni akımın gelişmesinde, hem değişen dünya konjonktürü, hem de klasik yönetim düşüncesinin eksik yönleri etkili olmuştur. “21. yüzyıla girerken, bürokrasi ve diğer örgütlenme biçimlerinin, katılığı ve diğer olumsuz işleyiş özellikleri nedeniyle artan ölçüde eleştirildiğine tanık oluyoruz. 1980′ler ve 90′larda önem kazanan toplam kalite hareketi ve esnek, ekibe dayalı örgütlenme eğilimi, bu sorunlara yönelik bir ilk tepkiyi ve örgütlenmenin mekanik olmayan diğer biçimlerini bulma gereksinmesini ifade ediyordu. Tarihsel açıdan, mekanik örgütlenme yaklaşımı makine çağına aittir. ” Neo-Klasik (Davranışsal) Yönetim Teorisi Neo-klasik teorinin en önemli özelliği, klasik teorinin eksik bıraktığı yönü, yani insan unsurunu ele almasıdır. Neo-klasik teorinin ana fikri , bir organizasyon yapısı içinde çalışan insan unsurunu anlamak, onun yeteneklerinden yararlanmak, yapı ile insan davranışları arasındaki ilişkileri incelemek, organizasyon içinde ortaya çıkan sosyal grupları ve özellikleri tanımlamaktır. Neo-klasik teori insan özellikleri yanında davranışlar, motivasyon, kararlara katılma ve tatmin gibi kavramlar üzerinde durmuştur. Klasik yönetim düşüncesinin temelini “bilimsel yönetimin” oluşturmasına karşılık, neo-klasik yönetim düşüncesinin temelini de “insan ilişkileri” oluşturmaktadır. İnsan ilişkileri yaklaşımı motivasyon, önderlik, grup davranışı, kişilerarası ilişkiler ve iletişim gibi mikro konularla gelişmeye başlamış; daha sonra resmi ve gayriresmi örgüt, sosyal ve teknik sistemler arasında etkileşim, birey ve örgüt bütünleşmesi vb. gibi makro konu ve problemler üzerine eğilerek, olgunlaşmış ve örgütsel davranış yaklaşımı ve sanayide hümanizm akımına dönüşmüştür. Klasik yönetim düşüncesi; akılcılık, yapı ve uzmanlaşma konuları üzerinde önemle durmaktadır. Bundan başka, klasik teori, genellikle çalışanlar için “ekonomik insan” görüşünü, yani, çalışanların hemen hemen sadece ekonomik yoldan motive edilebilecekleri görüşünü savunur. Neo-klasik teori, belirli klasik kavramları değiştirerek ve genişleterek klasik teori üzerine oturur. Böyle olmakla beraber, şu temel fark vardır. Neo-klasik teori ekonomik insan kavramına doğrudan doğruya karşı çıkar ve klasik teorinin aksine her insanın farklı olduğu görüşünü savunmaktadır. Modern Yönetim Teorisi 1950′li yılların sonlarından itibaren, endüstride neo-klasik ya da insan ilişkileri yaklaşımının yeterli verimlilik sağlamakta başarısız olduğunu belirten yazarlar, gerek bilimsel yönetim ve gerekse insan ilişkileri akımının önerilerine tereddütle bakarak araştırmalarına yeniden yön vermeğe başlamışlardır. Bu bağlamda, II. Dünya Savaşı’ndan itibaren yönetim konularının ele alınışında yeni bir yaklaşım hakim olmaya başlamıştır. Sistem yaklaşımı olarak bilinen bu yeni düşünce tarzı yukarıda da belirtildiği gibi biyolog V. Bertalanff 1920′lerden itibaren başlattığı “Genel Sistem Teorisi” nden kaynaklanmaktadır. Düşünürün, 1972 yılından ölümüne dek işletmeyi sürdürdüğü bu yaklaşım, her türlü sisteme uygulanabilecek genel ilke ve prensipleri bulmayı ve geliştirmeyi amaçlayan disiplinler arası matematiksel bir çalışma alanıdır.Bu yaklaşımla olayları tek bir açıdan ve başka olay ve çevre şartlarından kopuk olarak incelemek yerine, her olayı belirli bir çerçeve içinde, başka olaylarla ilişkili olarak incelemenin, olayları anlama, tahmin etme ve kontrol etme açılarından daha etkin olduğu ileri sürülmüştür. Böyle bir bütüncü ve genelci görüşün yönetim konularına uygulanması ile yönetimde sistem yaklaşımı adı verilen yeni bir yaklaşım tarzı ortaya çıkmıştır. Modern yönetim düşüncesi çeşitli yönleriyle birlikte tüm örgütü dikkate alır. Modern teorisyenler örgütü uyum gösterebilen yani, yaşamını sürdürebilmek için çevresindeki değişmelere uymak zorunda bulunan bir sistem olarak görürler. Bu sistemde örgüt ve çevresinin birbirine bağlı olduğu kabul edilir; kaynaklar yönünden her ikisi de birbirlerine bağlıdırlar. Modern teori birden fazla disiplin ile ilgilidir ve pek çok bilimden faydalanmaktadır. Örgüt bölümlerinin birbirleriyle, diğer örgütlerle ve çevre ile etkileşimleri üzerinde önemle durulur. Modern yaklaşıma göre örgütler dış çevreyle de karşılıklı etkileşimde olan açık sistemlerdir. Gerek örgütün dış çevre üzerindeki gerekse çevrenin örgüt üzerindeki etkileri gözden uzak tutulmamalıdır. Modern yönetim düşüncesine göre örgütler çevreden aldıkları girdileri bir dönüşüm süreciyle çıktı haline çevirerek çevreye sunarlar. Bu çıktılardan bir bölümü daha ilerideki çıktıların girdisini oluşturmak üzere sisteme döner. Geribildirim dediğimiz bu durum, sistemin kendi davranışı hakkında bilgi toplanması ve bu bilgiyi önceden belirlenen hedeflerle karşılaştırarak sapmalar varsa bunları düzeltmesi anlamındadır. Modern Yönetim Düşüncesi; sistem yaklaşımı, durumsallık yaklaşımı ve Teori Z yaklaşımı olarak üç safhada incelenmektedir. Çizelge 6. 1′de yönetim düşüncesinin gelişimi özet olarak gösterilmektedir. Tablo incelendiğinde görüleceği gibi; yönetim kavramında gelenekçi, mekanik bir yaklaşımdan, çevre ile etkileşimi dikkate alan esnek bir anlayışa doğru gelişme olmuştur . 7. Yönetim İşlevleri Yönetim işlevlerini sıralamak. Kuruluş statüleri, sermaye birikimi ve niceliği, teknik özelliği ve çalışma alanları birbirinden çok farklı olan işletmelerin birleştiği noktalar vardır. Nitelikleri ne olursa olsun, her işletme; - üretimi attırmak, - ürettiği ürünlerin kalitesini yükseltmek, - üretim maliyetlerini düşürmek çabasındadır. Yönetim işlevleri Çizelge 7. 1′de de gördüğümüz gibi, çeşitli bilim adamlarınca farklı biçimlerde sınıflandırılmaktadır. PLÂNLAMA Plânlamanın yönetim sürecindeki önceliğini ifade etmek. Plânlama; amaçların ve bu amaçlara ulaşmak için uygun yöntemlerin belirlendiği bir süreçtir. Plânlama, işletmenin erişmek veya ulaşmak istediği arzu edilen durumu gerçekleştirmeye yöneliktir. Erişilmek istenen durum, yönetim dilinde amaç veya hedef olarak ifade edilmektedir. Plânlama Süreci Plânlama, basit bir teknik veya faaliyet değil, işletmenin başarısındaki temel ve öncelikli bir süreçtir. Diğer yönetim işlevlerinde başarılı olabilmek ancak plânlama işlevinin başarılı olmasına bağlıdır. Plânlama çalışmaları belirli bir sistem içinde gerçekleştirilmelidir. Aşağıda plânlama sürecini kısaca açıklayacağız (Şekil 7. 2). Örgütsel Amaçların Belirlenmesi Örgütsel amaçlar işletmenin genelini ve her bölümü kapsayacak şekilde oluşturulmalıdır. Her bölüm, kendi amaçlarına göre plânlama önceliklerini çıkarmalıdır. İşletmelerde amaçların belirlenmesinden önce, mevcut şartların değerlendirilmesi gerekir. Yönetici mevcut durumu iyi bir biçimde analiz etmeli, işletme içi ve dışı etkenleri değerlendirmelidir. İşletmenin amaçları her bölümde yapılan plânlara yol gösterecek nitelikte olmalıdır. İşletmenin temel amaçlarını iyi bir biçimde anlayan ve yorumlayan bir bölüm yöneticisi, plânlamada daha başarılı olacaktır. Koşulların İrdelenmesi Plânlama sürecinde ikinci aşamayı, belirlenen amaçlara ulaşmayı kolaylaştıran ya da sınırlayan koşulların değerlendirilmesi oluşturur. Sözü edilen bu faktör veya koşullar işletme içinden kaynaklanabileceği gibi işletme dışında da yer alabilirler. İşletme içi koşullar, az ya da çok yönetim tarafından denetim altında tutabilen içsel değişkenler niteliğindedir. Örgütlenme biçimi, üretim tekniği, yönetim tarzı, ve personel politikası gibi faktörler içsel faktörlerden birkaçını oluşturur. Buna karşılık, işletme dışı koşullar ya da faktörler çoğu kez işletme yönetiminin denetimi ve etkisi dışında kalmakta ve önceden belirlenememektedir. Banka faizi, işgücü ücretleri, hammadde fiyatları, vergi oranları ve diğer çevre koşulları dışsal koşullara örnek oluştururlar. Alternatiflerin Geliştirilmesi Plânlama sürecinin bir sonraki aşamasında, örgütsel amaçlara ulaşmak üzere alternatifler belirlenir. Bu aşamada, mevcut tüm alternatiflere ulaşmaya çalışmak zaman, parasal kaynak ve bilgi düzeyi yönünden mümkün olmayabilir. Bu nedenle, önceki aşamada belirlenen koşullar dikkate alınarak, işletme için gerçekleştirilebilir alternatifler üzerinde durulmalıdır. Amaçlara Ulaşmak Üzere En İyi Alternatifin Seçilmesi Yönetim, üçüncü aşamada belirlediği ve kendisini amaca ulaştıracağına inandığı alternatifleri, ayrı ayrı değerlendirdikten sonra çeşitli yönlerden birbirleriyle karşılaştırmaya tabi tutar. Alternatiflerin karşılaştırılmasındaki temel güçlük, değerlerin her zaman sayısal verilerle ifade edilememesinden kaynaklanmaktadır. Alternatiflerin sayısal veriler itibariyle karşılaştırılmaya elverişli olmaları durumunda, bu karşılaştırmalar için; büyük çapta zaman, parasal kaynak ve personele ihtiyaç duyulması ayrı bir güçlük yaratır. Alternatifler arasından yapılacak seçimde temel ölçüt, işletmenin içinde bulunduğu koşullara uygunluktur. Alternatifler arasından mevcut koşullara en uygun olanı seçilir ve uygulama plânı olarak benimsenir. Plânların Eyleme Geçirilmesi Alternatifler arasında bir veya birkaçı uygulama plânı olarak seçildikten sonra, yardımcı ve alt plânlarla birlikte eyleme geçirilir. Gerek ana uygulama plânının ve gerekse yardımcı alt plânların beklenen sonucu verebilmesi için, birbirleriyle uyumlu olmaları gerekir. Plânların değişen çevre koşullarına uyum sağlayacak esneklikte olmaları ve kesintisiz uygulanmaları gerekir. Plân Türleri Plânlar yazılı veya sözlü; kısa, orta veya uzun süreli olabilir. Plânları; sürekli, bir kerelik, stratejik ve eylemsel plânlar gibi farklı şekillerde sınıflandırmak mümkündür. Stratejik Plânlar Genel amaçlara erişmek için örgütsel faaliyet alanlarının ve pazarların belirlenmesi, örgütsel kaynakların bu faaliyet alanlarına yönlendirilmesi çabaları ile ilgilidir. Stratejik plânlar işletmenin üst kademe yöneticileri tarafından ve uzun faaliyet dönemleri için hazırlanır. Diğer plânlar ise, stratejik plânların ayrıntılarını ve stratejik plânları gerçekleştirmeye katkıda bulunmak amacıyla hazırlanırlar. Stratejik plânlama sürecinde öncelikle işletmenin genel amaçları belirlenir. Daha sonra bu amaçları gerçekleştirmek üzere işletmenin yakın, genel ve uluslararası çevre koşulları analiz edilerek; bu çevreler içinde faaliyette bulunmak, faaliyetleri geliştirmek ve genişletmek için imkanların, fırsatların, tehlikelerin ve sıkıntıların neler olduğu belirlenmeye çalışılır. Bu çevre içinde faaliyette bulunacak olan işletmenin, genel olarak ve işletme fonksiyonları bakımından güçlü ve zayıf yönleri belirlenir diğer bir deyişle, içe bakış veya kendini yoklama ve değerleme yapılır. Bu değerleme sonrasında, işletmeye uygun stratejiler belirlenir. Strateji seçim faaliyeti de tamamlandıktan sonra, sıra eldeki beşeri kaynakların faaliyet alanlarına, pazarlara dağılımına ve personelin görevlendirilmesine gelecektir. Organizasyon yeniden gözden geçirilirken, izlenecek stratejinin türüne göre, personelin gereken bilgi, beceri ve tecrübeye sahip olmasına özen gösterilmelidir . Taktik Plânlar Stratejik plânlar yapıldıktan sonra, bunların uygulamaya konması için taktik plânlara ihtiyaç vardır. Taktik plânlar, işletmenin stratejisinin kısımlara ayrılarak uygulanmasını gerekli kılar. Taktik plânlar, tüm bölüm yöneticilerinin ve plânlamadan sorumlu yönetici var ise onunda hazır bulunacağı, plânlama komitesi toplantısında birbirleriyle uyumlaştırılmalıdır. Eylemsel Plânlar Taktik plânların yerine getirilmesini kolaylaştırmak ve onlara destek olmak amacıyla, organizasyonun alt kademe yöneticileri tarafından hazırlanan plânlardır. Bu plânlar, kesin ve somut rakamlarla ifade edilebilen, belirsizlik riskini en az taşıyan eylem programlarından oluşur. Eylemsel plânlar, tek kullanımlı plânlar ve sürekli plânlar olmak üzere ikiye ayrılır. - Tek Kullanımlı Plânlar, bir defalık kullanılmak amacıyla oluşturulur. Uygulama koşulları zaman içinde değiştiği için, tekrar kullanılamazlar. Bir defada kullanılan plânlara örnek olarak programlar, projeler ve bütçeler gösterilebilir. Program: Herhangi bir hedefe ulaşmak için gerekli temel adımları, bu adımların herbirinden sorumlu olarak birey veya örgütü ve nihayet söz konusu adımların tamamlanmasında izlenecek sıra ve zamanlamayı gösterir. Hedefe ulaşmak için gerekli faaliyetlerin yerine getirilmesinde program bir bütçe ile hazırlanıp uygulama yoluna gidilebilir. Proje: Program kadar fazla faaliyetler dizisini içermeyen ve bir kez kullanılan plân niteliğindedir. Bir proje, bağımsız bir plân olarak formüle edilip uygulanabileceği gibi, bir programın ayrı ve açık-şeçik bir parçası şeklinde de düzenlenip yerine getirilebilir. Bütçeler: Fonksiyonel plân ve eylem programlarının maliyeti veya bedelini gösterir. Bu bedel yapılacak işin miktarı ve kalitesine göre değişir. Yöneticilerin, zaman içinde programlanan faaliyetlerin miktar ve kalitesini göz önünde bulundurularak; bunları gerçekleştirecek maddi-parasal kaynakların tahsis edilmesi ile ilgili çalışmalarına bütçeleme adını veriyoruz. - Sürekli plânlar, işletme faaliyetlerinde süreklilik ve düzen sağlanması amacıyla oluşturulur. Politikalar, genyöntem ve kurallar sürekli plân örnekleridir. Politikalar: karar verme sürecine yol gösteren genel açıklamaları kapsar ve kararların tabi olacağı sınırları belirleyerek onları amaçlara yöneltir. Bir işletmedeki tüm davranış ve faaliyetler, o işletmenin amaçlarına yönelik olmalıdır. Ancak böyle bir tutum ve uygulama ile işletmede bütünlük, uyum ve tutarlılık sağlanabilir. Aksi halde, işletmenin bazı kesimlerindeki davranış ve tutumlar, diğer kesimlerindeki tutum ve davranışlarla çelişebilir. Genyöntemler ise, bir politikayı uygulamak için, ayrıntılı olarak yapılması gereken işleri belirten bir plân türüdür. Genyötemler, ayrıntılara ağırlık vererek, politikaların nasıl ve ne yoldan uygulanacaklarını gösterir. Genyöntemler bir bakıma, politikaların yürütme biçimini belirtir. Buna göre, politika daha genel bir plân türü iken, genyöntem daha özel bir nitelik gösteren ve politikanın gerçekleşmesine hizmet eden bir plân türüdür. Kurallar, politikalar gibi işletmelerde çalışanların davranışlarını etkileyen ifadelerdir. Ancak politikaların daha geniş kapsamlı ve genel ifadeler oluşturmasına karşılık, kurallar daha dar kapsamlı ve daha kesin ifadelerdir. Genyöntemler ardı ardına gelen ve evre evre birbirini tamamlayan faaliyetler serisini açıklarken, kurallar özel bir faaliyetin yapılmasında uyulması gereken noktaları açıklamaktadır. ÖRGÜTLEME Örgütleme sürecini açıklamak Örgütleme, en yalın anlamı ile “plânlarda belirtilen hedeflere ulaşmak için kararlaştırılan yollara uygun bir örgüt oluşturma süreci”dir. Örgütleme işlevi ile, yukarıda açıkladığımız plânlama işlevi arasında karşılıklı bir ilişki mevcuttur. Plânlama sürecinin etkinlikle uygulanması, örgütleme çalışmalarının başarısında önemli rol oynar. Doğru plânlar, işletmeyi doğru örgütlenmeye götürür. Buna karşılık, plânların uygulamaya konması ve amaçlara ulaşılabilmesi için, bunlara uygun bir çalışma ortamı, örgüt yapısı oluşturulması gerekir. Bu karşılıklı ilişkiyi Şekil 7. 3 de görebilirsiniz. Örgütleme Süreci Örgütleme sürecinde plânlarda belirtilen noktalara ve amaçlara ulaşmak üzere, birbirini izleyen aşamalardan geçilmesi gerekir. Bu sürecin sonunda, plânların uygulanması için gerekli çalışma ortamı yaratılmış olacaktır. Örgütleme sürecini oluşturan aşamaları kısaca açıklayalım (Şekil 7. 4). Plânların ve amaçların incelenmesi örgütleme sürecinde ilk aşamadır. Bu şekilde nelerin, nasıl ve kimlerce yapılması gerektiği belirlenerek, bunlara uygun bir yapılanmaya girişilir. Amaçlara ulaştıracak faaliyetlerin belirlenmesi ikinci aşamadır. Üretim, pazarlama satış gibi temel faaliyetler her işletmede mevcuttur. Temel faaliyetler dışında hangilerinin olacağı ise, faaliyet alanına göre belirlenir. Örnek olarak, teknoloji ağırlıklı bir işletmede, AR-GE faaliyetlerine yer verilirken, bir muhasebe şirketinde bur tür faaliyetlere gereksinme duyulmaz. Faaliyetlerin gruplandırılması, örgütleme sürecindeki bir diğer aşamadır. Bir düzen içinde yürütülebilmesi için, benzer faaliyetler aynı grupta ve tek bir yönetim altında toplanır. Pazarlama, finansman, üretim ve diğer bölümler bu şekilde oluşturulur. Örgütleme sürecinde faaliyetlerin gruplandırılmasından sonraki aşama, faaliyetleri gerçekleştirecek personelin belirlenmesidir. Bu aşamada her faaliyet grubu içinde yer alan işlerin etkinlikle görülebilmesi için, gereksinme duyulan işgücünün nitelikleri ve sayısı belirlenir. İşletmelerde her iş belli bir eğitimi, deneyimi, beceriyi ve fiziksel özellikleri gerektirir. Bu aşamada “işe göre insan” ilkesinin dikkate alınması gerekir. Sonraki aşama, yetki ve sorumlulukların düzenlemesidir. Bu düzenleme ile hiyerarşik ilişkiler belirlenir. Kimin hangi yöneticiye bağlı olduğu, yöneticilerin sahip olduğu yetki ve sorumluluklar ve benzeri konular şekillendirilir. Bu aşama sonunda, organizasyon yapısı ortaya çıkar. Çeşitli donanım ve fiziksel çalışma koşulları düzenlenmesi, örgütleme sürecinin son aşamasıdır. Bu çalışma ile makineler, iletişim aygıtları, bürolar ve benzeri donanım hazır duruma getirilir. Örgütleme sürecinde, üzerinde en fazla durulması gereken aşamalar, işletmeye göre değişir. Kimi işletmeler için, yukarda sözü edilen aşamalardan bazıları diğerlerine göre daha uzun zaman alabilir. Örnek olarak, işgücü yoğun üretim yapılan bir hizmet işletmesinde, yetki ve sorumlulukların düzenlenmesi zaman alıcı bir işlem olacaktır. Örgütleme İlkeleri Örgütleme sürecinin, işletmeye beklenen yararı sağlayabilmesi ve diğer yönetim işlevlerine sağlam bir zemin hazırlanabilmesi için belli ilkelere uyulması gerekir. Bu ilkelerin bazıları aşağıda kısaca açıklanmaktadır. Amaç birliği ilkesi: Bir bütün olarak örgüt ve örgütün her düzeyi açık-seçik bir şekilde belirlenmiş amaçlara sahip olmalıdır. -Komuta birliği ilkesi: Her ast doğrudan yalnızca bir üstten emir almalıdır. Birden fazla üstten emir aldığı takdirde, ast hangi emri yerine getireceği konusunda kararsız kalabilir. Bu durum kargaşaya ve ayrıca yetki çatışmasına yol açar. -İşbölümü ve uzmanlaşma ilkesi: Her personel bilgi, yetenek ve tecrübelerine göre bir işe yerleştirilmeli. Böylece herkes her işte değil, en iyi yapabileceği bir işte uzmanlaşmalıdır. -Görevlerin tanımı ilkesi: Görev verilen yöneticinin hangi işleri yapacağı, ne gibi yetkileri olacağı ve sorumlulukları, çalışmaları karşısında parasal veya manevi ne gibi çıkarlar elde edeceği belirlenmelidir. Basamaklar sırası ilkesi: Örgütte üstten asta doğru zincirleme yetki sistemi dikkate alınmalıdır. Emirler basamaklar sırasına göre, yukarıdan aşağıya doğru inmelidir. Benzer uygulama aşağıdan yukarıya iletişimde de geçerlidir. Yetki ve sorumluluk denkliği ilkesi: Bir personel sahip olduğu yetki kadar, sorumluluğa sahiptir. Çalışanlar sahip olmadığı bir yetkinin sonuçlarından sorumlu tutulamaz. -Ayrıklık ilkesi: Örgütlerde sık sık tekrarlanan rutin işlerin alt kademe yöneticiler tarafından yürütülmesini; stratejik ve genel nitelik taşıyan karar ve işlerin üst kademe yöneticilerinin sorumluluğunda olmasını ifade eder. -Yönetim birliği ilkesi: Bir grup veya bir bölümden bir kişinin sorumlu olması ilkesidir. Aynı amaca dönük işlerin bir yöneticinin sorumluluğuna verilmesi ile, yönetim birliği sağlanmış ve çatışmalar önlenmiş olur. - Fonksiyonel benzerlik ilkesi: Görevler, gruplar halinde bir araya getirilmeli ve bunu yaparken fonksiyonel benzerlik dikkate alınmalıdır. Belirli işlerin bir bölümünde toplanması ve bu işlerde uzmanlaşmış personelin aynı bölümde çalışması ile, örgütsel amaçlara daha çabuk ulaşabilir. - Yönetim alanı ilkesi: Bir yöneticinin kontrol edebileceği kadar kişiden sorumlu olmasını ifade eder. Bu sayının çok fazla olması, etkinlik ve verimliliği olumsuz yönde etkiler. - Çapraz ilişkiler ilkesi: Aynı yönetim basamağında görevli kişilerin, birbirleriyle buluşup konunun ayrıntılarına girmelerine, karar almalarına olanak sağlanmalıdır. Kısa devre ya da Fayol Köprüsü ilkesi adı verilen bu ilişkiyle, zaman tasarrufu sağlanmış ve iletişim yaygınlaştırılmış olur (Şekil 7. 5). “Statler Oteli merkezleşme ilkesine göre yönetiliyor ve çoğu kararlar merkezdeki üst yöneticiler tarafından alınıyordu. Hilton Oteli ise, tam tersine merkezleşmeme ilkesini uyguluyordu. Statler Oteli’nin Hilton Oteli ile birleşmesinden sonra, Statler’in eski yöneticileri için bu merkezleşmeme ilkesini kabul etmek bir hayli güç oldu. Daha önce merkezden yönetilen bu yöneticiler, kendi kendilerine karar alarak oteli işletmek durumuyla karşılaşınca, bir hayli güçlük çektiler, fakat kısa bir süre sonra yöneticilerin hemen hepsi Hilton tipi yönetime uydular. Fakat Statler Hilton için son derece iyi ve mükemmel olan bu değişiklik Sheraton Oteli için uygun değildi. 1960′larda Sheraton Oteli’nin sahibi E. Handerson merkezleşmeme ilkesini uygulamaya karar vermiş ve otel yöneticilerine daha fazla serbestlik tanımış ve denetimi azaltmıştır. Ancak kârın düşmesi üzerine yeniden merkezleşme uygulamaya karar vermiştir. ” Bölümlere Ayırma Bölüm, işletmenin bir kesimi veya kolu ya da işletme ile ilgili belirli çalışmaları içine alan bir çevre veya bölgeyi ifade eder. Bölümlere ayırma; işletme ile ilgili çalışmaların ya da faaliyetlerin gruplandırılması yolu ile bölümlerin oluşturulması ve bu bölümler arasındaki çalışma ilişkilerinin belirlenmesi işlemidir. İşletmelerde bölümlendirme gerçekleştirilirken çeşitli kriterler dikkate alınabilir. Buna göre işletmelerde; - fonksiyonlara göre, - ürün temeline göre, - coğrafya temeline göre, - müşteri temeline göre, - sayı temeline göre, - zaman temeline göre, - süreç veya amaca göre bölümlere ayırma işlemi yapılabilir. Bölümlendirme ile ilgili ayrıntılı bilgiyi 2. sınıf Yönetim dersinde alacaksınız. Örgütleme süreci sonunda, işletme, faaliyete geçebilecek duruma gelir. Bundan sonraki aşamada yöneltme işlevine yani uygulamaya geçilir. YÖNELTME Yöneltme ve liderliğin önemini ifade etmek. Yöneltme işlevini, yürütme ya da emir komuta olarak da ifade edebiliriz. Yöneltme işlevinin temel özelliği, yönetim sürecinde uygulamaya geçişi ifade etmesidir. Yöneltme, yöneticinin astlarının faaliyetlerini yönlendirmesi ve onlara ne yapmaları gerektiğini bildirmesiyle ilgili bir yönetsel süreçtir. Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, işgöreni çalıştırmaya yönlendirme süreci olarak kabul edilebilir. Bu süreç içersindeki temel kavramları aşağıda kısaca açıklayacağız. Güdüleme, insanların faaliyetlerinin ve çabalarının devamını sağlayan ve onları harekete geçiren uygulamaların toplamıdır. Günümüz yöneticileri güdüleme konusu ile çok yakından ilgilenmek zorundadırlar. Yöneticilerin başarısı, astlarının işletme hedefleri doğrultusunda çalışmasına, bilgi, yetenek ve becerilerini tam olarak bu yönde kullanmalarına bağlıdır. Diğer bir deyişle, güdüleme ile personelin performansı çok yakından ilgilidir. Güdüleme konusunda işletme yöneticilerinin kullanabileceği birçok teori geliştirilmiştir. Bu teoriler, yöneticilere personeli güdüleme araçlarını belirleme ve güdülemeyi sağlayabilme bakımından önemlidir. Bu teorilerden bazıları şunlardır: Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi: Maslow’un bu teorisi, iki temel varsayıma dayanır. (1) İnsan davranışları onun belirli gereksinmelerini gidermeye yöneliktir. (2) İnsan gereksinimleri öncelik sırasına konabilir. Buna göre, alt düzeydeki bir gereksinim belli ölçüde karşılanmadıkça birey, bir üst düzey gereksinmeyi karşılamaya yönelmez. Bu yaklaşıma göre birey gereksinimleri 5 grupta toplanabilir. Temel fizyolojik gereksinimler: Su, yiyecek, uyku gibi gereksinmeleri ifade eder. Güvenlik gereksinimi: İnsanın kendisini güvenlik içinde duyma gereksinimidir. Sosyal gereksinimler: Bireyin ait olma, bir arada bulunduğu kişiler tarafından kabul görme isteği ile ilgilidir. Saygınlık gereksinimi: Bu basamağa ulaşan kişi bir yandan kendisine güven ve saygı duyarken, diğer yandan başkalarının beğeni ve saygısını arar. Kendini gerçekleştirme gereksinimi: Bireyin potansiyel yeteneklerinin farkına varması, yaratıcı olabilmek için kendisini sürekli bir gelişmeye tabi tutması ile ilgili gereksinmeleri ifade eder. - Herzberg’in Çift Faktör Teorisi: Herzberg, çalışma ortamında güdüleme ile ilgili etmenleri güdüleyici ve hijyen etmenler olmak üzere iki grupta toplanmıştır. Güdüleyici etmenler: İşin içeriği ile ilgili olan bu etmenler; iş başarma, tanıma, sorumluluk, gelişme ve ilerlemedir. Güdüleyici etmenlerin varlığı bireyi güdülerken, yokluğu bireyin doyumu üzerinde herhangi bir etki yapmaz. Hijyen etmenler: İşin çevresi ile ilgili olan bu etmenler; işletmenin yönetimi ve politikası, denetim ücret ve çalışma koşullarıdır. Hijyen etmenlerin varlığı, güdüleme üzerinde herhangi bir etkide bulunmazken, yokluğu doyumsuzluk yaratır. - Başarı İhtiyacı Teorisi: McClelland tarafından geliştirilen “başarı ihtiyaç teorisi”ne göre çalışma yaşamında etkili olan üç temel güdü söz konusudur. Bunlar; başarı ihtiyacı, güç ihtiyacı ve bağlanma ihtiyacıdır. - Beklenti Teorisi: İnsan gereksinmelerinin davranışı başlatmaya yetmeyeceği, bireyin bir davranışta bulunması sonucu gereksinmelerinin giderileceği konusunda bir beklentisinin de olduğu ileri sürülmüştür. Bu görüşe dayanan güdüleme kuramlarından en bilineni “beklenti teorisi”dir. Vroom’un beklenti teorisine göre, bir insanın güdülenmesi belli bir davranışın amaca ulaştıracağı beklentisi ile o bireyin amaca verdiği önemin çarpımına eşittir. Beklenti teorisine göre, bireyler sonuca ulaşma beklentisi yüksek olan ve arzulanan amaçlar için çaba harcarlar. Beklentisi kuvvetli olmayan ve önemsenmeyen amaçlar için, bireyler herhangi bir çaba harcamayacaktır. Liderlik Liderlik, amaçlara ulaşmak için başkalarının davranışlarını yönlendirme ve diğerlerini etkileme sürecidir. Güdüleme ile birlikte liderlik de bir yöneltme aracıdır. Ancak iletişim ve güdüleme çabalarında, bireyin yeteneklerinden daha çok kurulacak sistemler önemli olmakta iken, liderlik faaliyetleri lider yetenekleri ile yüksek başarılara ulaşabilmektedir. Lider ve liderlik kavramı tarihsel gelişim içerisinde aşağıdaki dört yaklaşımla analiz edilmiştir. - Ayırt edici Yaklaşım: Bu yaklaşım, lider olunamayacağını, lider olarak doğulacağını belirtmekte ve liderin ayırt ediciliğini; fiziki özelliği, beden yapısı ve görünüşü, zekası ve konuşma etkinliği olarak üç başlık altında toplamaktadır. - - Stil Yaklaşımı: 1940′lardan sonra, liderlerin stillerini, davranışlarını anlamaya yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Liderin ne yaptığı tanımlanıp, etkililiği ve başkalarını yönlendirebilmesi için gereken davranışları saptanmıştır. Bu yaklaşım; eğer liderlik davranışları belirlenirse, kişinin bu davranışları elde etmek üzere eğitilebileceği tezini savunarak, ayırt edici yaklaşım tezini çürütmeye çalışmıştır. - Durumlara Göre Yaklaşım: Bu yaklaşıma göre, liderlik için genel bir davranış biçimi yoktur. Her durum için ayrı liderlik davranışları belirlenmektedir. Belli koşullar için uygun ölçüler, diğer bir durum için uygun olmayabilmektedir. - Yeni Liderlik Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre lider, örgütün gelecekteki durumunu gören ve örgütü o geleceğe yönlendiren kişidir. Liderlerin sahip oldukları bu yetenekler, onların değişime duydukları isteği kamçılamaktadır. Lider karizmaya sahip ve yaratıcıdır. Liderlik ile yöneticiliğin kimi zaman eş anlamlı kullanıldığı görülmektedir. Liderlik ile yöneticilik özdeş kavramlar değildir. Liderlik, insanları topluca etkileyebilecek ve harekete geçirebilecek vizyonları yaratabilme ve iletebilme yeteneğidir. Yöneticilik ise, yapılacak işleri algılama ve insanları çalıştırabilme yetkisidir. Liderler ve yöneticilerin karşılaştırılması Çizelge 7. 2′de görülmektedir. Yönetici ve Lider kavramları arasındaki ilişkinin bir başka boyutunu Şekil 7. 6′dan izleyelim. Şekil 7. 6′da: Liderin, temelde gücünün yani yeteneğinin; yöneticinin, yetkisinin ya da yöneltme hakkının olduğunu görüyoruz. Güç, kişinin şahsında var olan potansiyel enerjiyi ifade eder. Günümüzün karmaşık örgütlerinde başarılı olabilmek için gücün iyi bir şekilde sağlanması ve kullanılması gerekmektedir. Güç bireyin, başkalarını istediği yönde davranışa yönlendirebilme yeteneğidir. Güç kavramının daha iyi algılanabilmesi için onu bütünleyen güç alanı, güç konusu ve güç kaynaklarını kısaca görmekte fayda vardır. - Güç alanı, güç sahibi olduğu kabul edilen kişinin etkileyebildiği kişilerin toplamını ifade eder. - Güç konusu, güç sahibinin başkalarını hangi konularda etkileyebildiğini gösterir. - Güç kaynakları ise, kişinin başkalarını etkileyebilmek için hangi kaynaklardan yararlanmakta olduğunu belirtir. En çok kabul gören sisteme göre güç kaynakları beşe ayrılır. Bunlar; ödüllendirme gücü, zorlayıcı güç, yasal güç, uzmanlık gücü ve karizmatik güçtür. Güç kaynaklarının belirlenmesi güçlük arz eder. Gerçekte, birden fazla güç kaynağına sahip olan yönetici, astlar üzerinde bir baskı unsuru olabilir. Başarılı yöneticiler, yasal yetkisi yanında, liderlik yeteneği, başka bir ifadeyle güç sahibi olanlardır. Bu durumda, yasal bir yönetici aynı zamanda, astları ile sürekli etkileşim içinde, kişiliğini ve politikalarını benimsetmiş, sevilen, etkili lider bir kişiliktir. Günümüzde giderek yaygınlaşan koç tipi yönetici kavramı, yöneten değil yönlendiren olmanın önemini vurgulamaktadır. İletişim İşletme yöneticisinin başarısı ve örgütlerin etkinliği konusunda önemli rolü olan süreçlerden diğeri iletişim sürecidir. İletişim, kişilerin belirli bir yapı içerisinde anlaşmalarını bağlayan köprü durumundadır. İletişimi, bilgi, duygu, düşünce ve anlayışın bir taraftan diğer tarafa aktarılması süreci biçiminde tanımlamak mümkündür. Bütün bu tanımlar incelendiğinde, iletişim sürecinde bir kaynak, ileti ve birden çok alıcının mevcut olduğu görülür. Şekil 7. 7′ den de anlaşılacağı gibi, etkili bir iletişim süreci, bir çevre veya toplumsal ortamda belirli bir amacı gerçekleştirmek için yapılır. İletişim sürecinde bulunması gereken özellikler aşağıda kısaca açıklanmaktadır. - Kaynak: Dışarıdan gelen veya zihninde oluşan bir fikir, düşünce veya veriyi, semboller yardımıyla kodlayıp alıcıya ileten kişi ya da kurumdur. - İleti: Kaynaktan alıcıya gönderilen ve iki taraf arasında ortak bir anlayış zemini yaratmayı amaçlayan, bazen yalın bazen karmaşık simgelerden oluşan bir iletişim unsurudur. - Alıcı: İletişim sürecinin sonuncu öğesini alıcı oluşturur. Alıcı iletiyi alan taraftır ve alıcı olmadan iletişim sürecinin tamamlanması mümkün değildir. Alıcı tek bir birey olabileceği gibi, bir grup da olabilir. Biçimsel İletişim Biçimleri Örgüt içi iletişim genellikle biçimsel biçimde gerçekleşir. Biçimsel iletişim, örgüt içinde yetkili kişilerce önceden düzenlenen ve öngörülen iletişim sistemi veya bilgi akış sistemidir. Biçimsel iletişim dikey, yatay ve çapraz olmak üzere üç şekilde ortaya çıkabilir. - Dikey iletişim, hiyerarşik yapılanmanın doğal bir sonucu olarak, üst konumundaki yöneticilerle ast konumundaki işgörenler arasında iki yönlü olarak gerçekleşir. Üstler, belirlenen amaçlar doğrultusunda, çeşitli konulara ilişkin olarak oluşturdukları kararlarla ilgili emirleri yukarıdan aşağıya iletirken; astlar da kendilerine verilen emirlerin sonuçlarını, çeşitli dilek ve isteklerini yakınma ve önerilerini aşağıdan yukarıya doğru iletirler. - Yatay iletişim, aynı hiyerarşik düzeyde bulunan yönetici veya fonksiyonel bölümler arasındaki iletişimi ifade eder. Ortaya çıkan sorunların çözümlenmesi, örgütsel işleyişinin hızlandırılması gibi amaçlarla ve belirli bir şekil şartına bağlı olmadan yürütülen ve çoğu kez sözlü olarak gerçekleşen bir iletişim türüdür. - Çapraz iletişim ise, hem fonksiyonel örgütlenme biçimi hem de çağdaş örgütlenme şekli haline gelen matriks örgütlenmenin doğal bir sonucudur. Çapraz iletişim, herhangi bir bölüm yöneticisinin kendi fonksiyon alanına giren konularda diğer bölümlerin astlarıyla bilgi alışverişini yansıtır. Biçimsel Olmayan İletişim Biçimleri Bazen zaman baskısı altında kalarak işi hızlandırmak ve etkinliğini yükseltmek amacıyla; bazen de örgütte oluşan biçimsel olmayan grupların doğal sonucu olarak ortaya çıkan, işletmede yetkili bir kişi veya birim tarafından örgütlenmeyen iletişim türüne biçimsel olmayan iletişim adı verilir. - Dedikodu: Herhangi bir iletinin işletme içinde yayılmasıdır. Diğer bir deyişle, bireyin bir iletiyi işletme içinde ilişkide bulunduğu herkese ulaştırmasıdır. Dedikodu, örgüt amaçlarına ulaşmada yardımcı olabilir ve örgütteki kişilerin sosyal gereksinmelerini karşılayabilir. - Olasılık zinciri: İletinin yayılması bir olasılığa bağlıdır. A şans eseri F ve D ile iletişim kurar. Daha sonra F ve D çevrelerinde kime rast gelirlerse onlarla iletişim kurarlar. Biçimsel olmayan iletişim çoğu kez, biçimsel iletişimin yetersizliğinden kaynaklanmakta ve yıkıcı etkilere sahip olabilmektedir. Grup Günümüzde insanlar, yaşamlarının önemli bir bölümünü seçtiği veya seçildiği sosyal topluluklarda geçirmektedirler. Bu topluluklar sayesinde amaçlarına ulaşanlar, söz konusu gruplarda ekonomik ve sosyal tatmin elde ederler; bireysel özellikleri bu çeşit beşeri birimlerde gelişir ve şekillenir. Gruplar, bireylerin birbirlerine karşı oluşturdukları tutumla şekillenir, bireylerarası etkileşimin devamlılığı ölçüsünde sürekli olurlar. Başlıca Grup Türlerini; biçimsel olmayan gruplar, birincil gruplar ve ikincil gruplar olarak sıralayabiliriz. DENETİM Denetim sürecini açıklamak. Denetim düzenleyici bir işlevdir ve yönetim sürecinin plânlara uygun biçimde sürdürülmesini sağlar. Ulaşılması istenen durumla, ulaşılan durum arasında köprü görevi görür. Denetim işlevi; amaçlara ulaşılıp ulaşılmadığının ya da ne ölçüde ulaşıldığının belirlenip, gerekiyorsa düzeltici önlemlerin alınması sürecidir. Denetim Süreci Amaçlara ne ölçüde ulaşıldığını belirlemeye yönelik olan denetim sürecindeki temel aşamaları Şekil 7. 8′den izleyelim. Hedeflerin Saptanması Denetim sürecinin ilk aşaması, ulaşılmak istenen hedef sonuçların ya da standartların saptanmasıdır. Hedef sonuçlar işletmenin plân ve programlarında, organizasyon el kitaplarında, yönetmeliklerde, çalışma yönergelerinde veya üst yönetim kademesinin emirlerinde belirtilir. Standartlar: - Rantabilite - Pazar durumu - Verimlilik - Ürün liderliği - Personel geliştirme - İşgören tutumları - Sosyal sorumluluk ve benzeri konulara ilişkin olabilir. Gerçekleşen Sonuçların Ölçülmesi Denetim sürecinin ikinci aşaması, gerçekleşen sonuçların ölçülmesidir. Gerçekleşen sonuçların ölçülmesi, standartlarla ulaşılan sonuçların karşılaştırılmasını yapabilmek için zorunlu olan bir aşamadır. Bu aşamada üzerinde durulması gereken konu, sonuçların doğru ölçülmesidir. Standartlarla Gerçekleşen Sonuçların Karşılaştırılması Bu aşamada, önceden saptanan hedef sonuçlar ile gerçekleşen sonuçlar karşılaştırılır. Karşılaştırma, standartlardan sapmalar olup olmadığını ortaya koyar ve ulaşılan sonuçların “kabul edilebilir” veya “kabul edilemez” şeklinde değerlendirme yapılmasını sağlar. Düzeltici Faaliyetler Sonuçlar “kabul edilemez” olarak yorumlandığında düzeltici faaliyetlere başvurulur. Düzeltici faaliyetlerden beklenen katkının elde edilebilmesi için, istenmeyen sonuçların kaynaklarını saptamak gerekir. Düzeltici faaliyetlerle ya tekniklerin değiştirilmesi ya da standartların gözden geçirilmesi yönüne gidilir. “Toyota, Japonya’da en büyük, Dünya’da 3. büyük otomotiv üreticisidir. Şirket üst yönetimi, bir dönem uluslararası pazar paylarının azalmasına çözüm bulmaya çalışmıştır. Bu olumsuz durumun düzeltilmesi süreci, Yönetim Kurulu Başkanı Toyota’nın istifası ile başlamıştır. Şirket yönetimi, pazar payı sorununun, yaklaşımı Toyota’dan tümüyle farklı yeni bir başkanla çözümlenebileceği kararına varmıştır.” Denetim işlevi belirli ilkelere dayandırılmalıdır. Denetim süreci: - Plân ve amaçlara yönelik olmalıdır. - Değişen koşullara uyum sağlayabilecek esneklikte olmalıdır. - En az maliyetle, gereksiz harcamalardan kaçınılarak gerçekleştirilmelidir. - Denetimi istenen faaliyet kapsamında tutularak, o faaliyetin gereklerine yönelik olmalıdır. - Tarafsız olmalıdır. - Elde edilen sonuçlara göre düzeltici veya iyileştirici önlemler alınmalıdır. - Yalın ve uygulanabilir olmalıdır. 8. İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ KAVRAMI İKY’nin bir işletme için önemini belirtmek. Bilindiği gibi işletmeler, iktisadi değer taşıyan mal veya hizmet üretirler. Üretimin gerçekleştirilebilmesi için üretim faktörlerinin bir araya gelmesi gerekir. Üretim faktörleri; girişimci, sermaye, doğal kaynaklar, teknoloji ve emektir. Adından da anlaşılacağı gibi insan kaynakları yönetiminin (İKY) ana konusu, üretim faktörlerinden biri olan emek, bir başka deyişle insandır. Üretilen bir mal veya hizmetin, iktisadi bir değer taşıyabilmesi için, insan ihtiyacına cevap vermesi gerekir. İşletmeler bu ihtiyacı karşılamak için üretim yaparken, büyük ölçüde insan unsurundan (emekten) yararlanırlar. O halde insanı üretimin hem amacı, hem de aracı olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Üreten insan iki tür emek harcar. Bunlar fiziksel ve düşünsel emektir. Fiziksel emek kas gücüne (el, kol, bacak hareketleri gibi) dayanır. Düşünsel emek ise beyinsel faaliyetleri (algılama, yargılama, analiz ve sentez yapma gibi) kapsar. Her işletmede, farklı görev ve statülerde, çeşitli eğitim düzeylerinde, çok sayıda insan çalışır. Bu insanlar çalışırken, fiziksel emeği ve düşünsel emeği birlikte kullanırlar. Ancak, emek türleri arasındaki yoğunluk farkı, yapılan işe göre değişir. İnsan kaynakları terimi, bir işletmede en üst konumda bulunan yöneticiden en alt konumdaki vasıfsız işçiye kadar tüm çalışanları kapsar. Bu kapsama, işletme dışında olan ve ilerde o işletmede çalışabilecek potansiyel işgücünü de dahil etmek mümkündür. İKY‘yi, insan kaynağının, işletmeye ve bireyin kendisine yararlı olacak şekilde, yasal çerçeve içinde, etkin yönetilmesini sağlayan işlev ve çalışmaların tümü olarak tanımlayabiliriz. İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNİN AMAÇLARI İKY’nin ulaşmak istediği temel amaçları belirlemek. İKY, özde iki amacı gerçekleştirmeye çalışır. Bunlar: 1. Çalışanların bilgi ve becerilerini en iyi biçimde kullanmalarını sağlayarak, onların işletmeye olan katkılarını en üst düzeye çıkarmak. Yani, çalışandan maksimum verim almak, 2. İş yaşamının kalitesini yükselterek çalışanların sağlıklı ve güvenli bir ortamda, yaptıkları işten zevk almalarını sağlamaktır. Dikkat edilecek olursa, bu iki amaç arasında güçlü bir bağ olduğu görülür. Sağlıksız ve güvenli olmayan bir ortamda çalışan, yaptığı işi sevmeyen bir işgörenden özveri, yaratıcılık ve verim beklemek boşunadır. Çalışanın yaptığı işi sevmesi için de, onu bilgi ve yeteneklerini kullanacağı bir işte çalıştırmak gerekir. Bazı yöneticiler; bu gerçeğin farkında değildir. Çoğunlukla birinci amacı gerçekleştirmek için uğraş verirler. Bu durum, emeği sadece bir üretim aracı olarak görmekten kaynaklanır. Oysa emeğin aynı zamanda bir amaç olduğunu unutmamak gerekir. Bu durum, işgören maliyetlerinin yükselmesine ve verimliliğin düşmesine yol açacaktır. İKY, alacağı önlemlerle bu sorunları çözmeye çalışır. Bunu yaparken de, işletmenin ihtiyaçları kadar işgörenin ihtiyaçlarını da dikkate alır. İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNİN ÖNEMİ Üretimin gerçekleşmesini sağlayan faktörlerden emeği; sermaye, doğal kaynaklar, teknoloji gibi diğer üretim faktörlerinden ayrı tutmak gerekir. Emek; diğer faktörleri bir araya getiren, düzenleyen,işleten ve geliştiren bir faktördür. İşletmeler, diğer üretim faktörlerinin mülkiyetini satın alırlar. Oysa, emek satın alınamaz, sadece kiralanır. Üstelik, emek, yani insan, sosyal bir varlıktır. Çevresiyle etkileşim içerisindedir. Üzülür, sevinir, hastalanır, ürer, üretir, kısacası yaşar. Yaşamındaki bu dalgalanmalar verimliliğine yansır. Onu çalıştırmak ayrı bir uzmanlık gerektirir. Bir üretim işletmesinin torna atölyesindeki bir torna tezgâhını örnek alalım. Bu tezgâhı kullanan işgören, makinenin temizliğini ve bakımını düzenli yaptığı sürece herhangi bir sorun çıkmayacaktır. Makine, mesai bitip şartel indirilene kadar çevreden etkilenmeden sürekli aynı tempoda çalışmasını sürdürecektir. Oysa bu tezgâhı kullanan işgören öyle midir? Bu kişinin iş yaşamı dışında da bir yaşamı vardır. Eşinden, çocuklarından, çevresinden, ekonomik koşullardan etkilenecek, bazen üzülecek bazen da sevinecektir. Bu kişi, sabah işyerine gelip iş elbisesini giyerken tüm dertlerini, duygu ve düşüncelerini elbise dolabına asıp tezgâhının başına geçemez. Bu olanaksızdır. İçinde bulunduğu durum, üretimine yansıyacaktır. Günümüz işletmelerinde rekabette üstün duruma geçmenin yolu, insan kaynağına gereken önemi vermekten geçer. Bunun için de emeğe yönelik tüm kararlarda hata payını en aza indirmek gerekir. Birbirinden farklı yapıda olan ve farklı görevlerde çalışan onca insanı etkin ve verimli bir biçimde çalıştırmak, işletmenin yaşamını garanti altına almak demektir. Bu zor görev nasıl başarılacaktır? İşgöreni daha iyi çalıştırabilmek ve onların yaptıkları işten zevk almalarını sağlamak için nasıl bir yol ve yöntem izlemek gerekir? Bu ve buna benzer sorular İKY’nin “İşletme yönetimi yüksek lisans programına devam ediyordum. Hocamız ara sınav sorularını dağıttı. Ben sınıfın en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve o soruya takıldım kaldım. Son soru şöyleydi: Her gün koridorları ve sınıfları temizleyen görevlinin adı nedir? Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı. Görevli yerleri silerken hemen hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı biriydi. 50’sinde falan olmalıydı. Ama adını nasıl bilebilirdim ki! Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdımı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci arkadaşım, son sorunun test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu. “Tabii dahil” dedi hocamız. “İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve “merhaba” demeniz gerekse bile. . !” Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. O görevlinin adı Emine idi. ” Hiç kuşkusuz bu zorlu görevin başarılması, işletmelerde sadece insan kaynakları bölümlerinin uğraşı olmayacaktır. İleride değinileceği, gibi tüm birim yöneticileri, aynı zamanda bir insan kaynakları yöneticisi gibi olaylara bakmak durumundadır. İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNİN GELİŞİM SÜRECİ İKY terimi, son 10 yılda kabul görmüş bir terimdir. Başlangıç noktası personel yönetimidir. Konuyla ilgilenen herkes, personel yönetiminden İKY’ye nasıl geçildiğini bilmelidir. Burada kastedilen, sözcüklerdeki değişim değildir. Bu sözcüklerde ifadesini bulan yaklaşım farkıdır. “KURALLAR Yıl 1850. Günümüzden tam 150 yıl önce. Chicago’da bir departmanlı mağazanın kurallarından biri şöyleydi. “Erkek işçilere haftada bir akşam gezme, bir kez kiliseye gitme izni verilir. Mağazada14saat geçirdikten sonra, boş saatler genellikle okuyarak değerlendirilmelidir. ” Yıl 1934. Günümüzden tam 66 yıl önce Eskişehir, Tayyare Fabrikası müdürünün çalışanlara yönelik bir ilânında şunlar yazılıydı: - Müteaddit ihtarlara rağmen, bazı efendilerin, perşembe günleri, takımlarını takımhaneye teslim etmedikleri görülmüştür. 1 Şubat 934 tarihinden itibaren perşembe günleri teslim edilmeyen takımlara zayi olmuş nazarı ile bakılarak hamillerine takımın yeni ücretinin ödettirileceğini ehemmiyetle bildiririm. - Hastalık müstesna olmak üzere, bir efendi günde ancak iki defa paydos zamanlarında dışarıya çıkmakla ihtiyacını defedebilir (tuvalete gidebilir) . Paydos zamanlarından hariç fabrika dahilinden harice hiç bir efendi çıkmayacaktır. - Bugün mekanik atölyesinde üç efendiyi işbaşında vakit geçirmek kabilinden isteksiz ve birbirleriyle çekişir vaziyette gördüm. Bu efendilerin birer yevmiyesini kesmekle beraber son ihtar yapılmış olup tekerrürü halinde işten el çektirilecektir. - Ustabaşılar, maiyetindeki (emrindeki) efendilerin mesaisini takip etmelidir. Teftişim esnasında aksini görürsem, yalnız bu efendiyi değil, ustabaşını da tecziye muamelesine tabi tutacağımı hatırlatırım. ” Günümüz işletmelerinin personel yönetimi anlayışından İKY anlayışına nasıl geçtiğini açıklamak. Personel yönetimi anlayışından, İKY anlayışına geçişte etkili olan unsurlar şöyle özetlenebilir: Ülkelerin ekonomik, sosyal ve kültürel yönden gelişmeleri, yetişmiş insan gücünün artması, davranış bilimlerinde gözlenen gelişme, sendikacılığın gelişimi, çalışma koşullarını düzenleyen yasaların yürürlüğe girmesi, işgörenlerin eğitim ve kültür düzeylerinin yükselmesi, refah seviyelerinin artması, istek ve beklentilerin değişmesi, iletişim ve bilişim teknolojilerinin gelişimi. Birinci Dünya Savaşından önceki dönemlerde çalışanlar için olumlu bir ortam yaratmak amacıyla para harcama düşüncesi, işverenlerin çoğuna gülünç ve anlamsız gelirdi. O zamanlar emek bol, ucuz ve savunmasızdı. Emek sosyal bir varlık değil, sadece bir üretim aracıydı. 1940′lı yıllarda, işletmelerin personel bölümleri (Çizelge 8. 1) örgütün en alt düzeyinde, işgörenlerin kayıtlarını tutan küçük bir servis konumundaydı. İşgören sosyal bir varlık değil, sadece bir üretim aracıydı. Savaş sırasında artan işgücü ihtiyacı, şirketleri verimlilik arayışına itti. Endüstriyel psikoloji konusu ilgi alanı oldu. Bu dönemde, personel bölümünün görevleri arasına, işletmeye nitelikli personel kazandırma ve işletmede tutma çabaları eklendi. Personel bölümünün, çalışanların sorunlarına eğilmesiyle birlikte, örgüt içindeki konumu ve saygınlığı da arttı. Artık işletmelerin çoğunda personel yöneticileri, orta düzey yönetici konumundaydılar. 1960′lı yıllarda işçi-işveren ilişkilerini düzenleyen yasaların çıkarılması, personel bölümünün önemini daha da arttırdı. Personel yöneticilerinin rolü hızla değişmeye başladı. Artık iyi bir personel yöneticisi, davranış bilimleri ve çalışma yasaları konusunda uzman olmak zorundaydı. 1980′li yıllardan sonra, işletmelerin amaçlarına ulaşması ile işgörenin ihtiyaçlarının karşılanması arasındaki kaçınılmaz ilişkinin bilincine varıldı. İKY işlevlerinin işgören verimliliği üzerindeki etkileri tartışmasız kabul edildi. Böylece klasik personel yönetimi anlayışından sıyrılan çağdaş işletmeler, örgüt yapılarının üst düzeylerinde insan kaynakları bölümlerine yer vermeye başladı. “Rank Xerox’un İşletme Müdürü Bernard Fournier, “bize göre çalışanı memnun etmek, tüketiciyi memnun etmekten çok daha önce gelmeli” deyince, salondakilerin bir bölümü önce şöyle bir irkildi. Ama sonra ne demek istediği anlaşılınca kendisine hak verildi. Yıllar boyu, tüketici memnuniyeti, şirket politikalarının odak noktasına konmuş, ama çalışanların memnuniyeti göz ardı edilmişti. Oysa asıl önemli olan, öncelikle şirket çalışanlarını memnun etmekti. Çalıştığı işyerinden memnun olmayan bir işgörenin, hizmet verdiği müşteriyi memnun etmesi beklenemezdi. ” İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNİ ETKİLEYEN ÇEVRE UNSURLARI İKY’yi etkileyen çevre unsurlarını ayırt etmek. İKY, işgörenin verimliliğini artırmak ve çalışma yaşamının kalitesini yükseltmek çabası içindeyken, çevrenin etkisi ve baskısı altında kalır. Toplumun değişen değer yargıları ve standartları hem işletmeyi hem de işgörenin işletmeden beklentilerini değiştirir. Başarılı bir İKY, bu beklentilere duyarlı olmak ve üst yönetimi uyarmak zorundadır. Çevre faktörlerini iç ve dış çevre unsurları olarak ikiye ayırmak mümkündür. İç Çevre Unsurları İşletmenin yapısından kaynaklanan, kontrol edilebilir faktörlerdir. - Bireysel nitelikler: İşgörenin ihtiyaçları, beklentileri, motivasyonu, eğitimi, algılama yeteneği. - İş nitelikleri: İş güvencesi, iş yükü, işi oluşturan görevlerin niteliği ve çalışma ortamı. - Bireylerarası ilişkiler: Biçimsel ve biçimsel olmayan gruplar, iletişim yoğunluğu, önderlik. - Örgütsel özellikler: Üst yönetimin insan kaynaklarına verdiği önem, örgütün büyüklüğü, işkolu ve gelişme hızı, yönetim biçimi, hiyerarşik yapı, örgütsel iklim. Dış Çevre Unsurları İşletmenin faaliyet gösterdiği çevreden kaynaklanan, göreceli olarak kontrol edilemeyen unsurlardır. - Dış kaynaklar: İşletmelere nitelikli işgücü sağlayan arz kaynakları (üniversiteler, sendikalar vb. ) - Rakipler: Aynı pazarı paylaşan diğer işletmeler - Yasalar: 1475 sayılı İş Kanunu, 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu, 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmeleri, Grev ve Lokavt Kanunu, 501 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 657 Sayılı Devlet Memurları kanunu. Örgütsel özelliklerin, İKY işlevleri üzerinde doğrudan ve dolaylı etkileri vardır. Örneğin, işletmenin büyüklüğü, işletmede insan kaynaklarından sorumlu bir birimin bulunup bulunmamasını doğrudan etkileyecektir. Küçük bir işletmede İKY’den sorumlu bir birime ihtiyaç duyulmazken, binlerce kişinin çalıştığı bir işletmede İKY’nin her bir işlevi için ayrı ayrı uzmanlaşmış bir birime ihtiyaç duyulacaktır. Aynı şekilde işletmenin faaliyet alanı, işletmede çalışacak işgörenin niteliklerini doğrudan etkileyecektir. Faaliyet alanından dolayı yüksek nitelikli işgörene ihtiyaç duyan bir işletmedeki İKY uygulamaları, niteliksiz işgören ihtiyacı daha yoğun olan bir işletme ile aynı olmayacaktır. Bunun nedeni, her iki işletmede çalışanların birbirlerine kıyasla farklı ihtiyaçları, beklentileri ve değer yargıları olmasıdır. Örneğin birinci işletmede çalışanların, büyük bir olasılıkla, başarı ve özgürlük ihtiyaçları ön planda olurken, ikinci işletmedeki işgörenlerin güvenlik ihtiyaçları daha ağır basacaktır. İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ FAALİYETLERİNİN ÖRGÜTLENMESİ Çağdaş bir işletmede insan kaynakları bölümünün nasıl örgütlenmesi gerektiğini açıklamak. İşletmelerde İKY’ye yönelik işlev ve çalışmalar nasıl ve kim tarafından yerine getirilecektir? Aslında işgöreni ilgili olduğu alanda hedefe götürmekten sorumlu her yönetici, insan kaynakları ile ilgili bazı işlev ve çalışmaları yerine getirecektir. Özellikle küçük işletmelerde, bağımsız bir insan kaynakları bölümü olmadığından, bu işlevler tümüyle diğer bölüm yöneticilerinin sorumluluğuna bırakılacaktır. Ancak işletme büyüdükçe İKY işlevleri ağırlaşacak,karmaşıklaşacak ve diğer bölüm yöneticilerinin zamanının önemli bir kısmını almaya başlayacaktır. Bu yoğunluk, bölüm yöneticilerinin aslî görevlerini gereği gibi yapmalarına engel olacaktır. Gelinen bu nokta, o işletmede artık bağımsız bir insan kaynakları bölümünün kurulması gereğini ortaya koyar. İnsan kaynakları yönetimi işlevlerinin, etkin bir biçimde yerine getirilmesi isteniyorsa, uzmanlaşmaya gitmek gerekir. İKY işlevleri konusunda uzmanlaşmış kişilerden oluşan bağımsız bir insan kaynakları bölümünün oluşturulması, hem diğer bölüm yöneticilerini rahatlatacak hem de bu işlevlerin gereği gibi (ekonomik ve etkin biçimde) yerine getirilmesini sağlayacaktır. İNSAN KAYNAKLARI BÖLÜMÜNÜN ÖRGÜT İÇİNDEKİ YERİ İnsan kaynakları bölümünün örgüt içindeki yerini ifade etmek. İşletmelerde kurulacak olan insan kaynakları bölümlerinin amacı, İKY işlevlerini yürütmek ve diğer bölümlere bu konuda yardımcı olmaktır. İnsan kaynakları bölümü ve yöneticisinin günümüzde üstlenmesi gereken görevleri şöyle sıralayabiliriz: 1. İşletmenin hedeflerine uygun insan kaynakları politikalarının saptanması için gerekli araştırmaları yapmak, bilgi ve önerileri üst yönetime sunmak, 2. Belirlenen politikalara uygun program ve çalışmaları düzenlemek ve yürütmek, 3. Bu program ve çalışmaları denetlemek ve değerlendirmek, 4. İnsan kaynakları ile ilgili yenilikleri izlemek ve gerektiğinde uygulamak, 5. İnsan kaynakları ile ilgili rutin işleri yürüterek, diğer yöneticilerin işlerini hafifletmek. İnsan kaynaklarının, işletme varlıkları içinde önemli bir yeri olduğunu ve etkin kullanılmadığı takdirde önemli bir maliyet unsuru olacağını belirtmiştik. Dolayısıyla, insan kaynaklarından sorumlu olacak bölümün rolünü gerçekleştirebilmesi için diğer bölümlerle eşit düzeyde ve üst yönetime en yakın konumda olması gerekir. Daha açık bir anlatımla, bu bölüm işletme politika ve plânlarının saptanmasında diğer bölümlerle eşit yetki ve sorumluluğa sahip olmalıdır. Şekil 8. 1′de, büyük bir işletmenin insan kaynakları bölümünün organizasyon şeması örnek olarak verilmiştir. Örgüt büyüdükçe, İKY işlev ve çalışmalarının her biri için ayrı bir alt birim oluşturmak gerekir. Alt birimlerin oluşturulmasında; “organ işlev yaratmaz, işlev organ yaratır” ilkesinden hareket etmek gerekir. Biz alt birimleri oluşturalım, nasıl olsa zaman içinde bu birimlere gerek duyulacaktır, düşüncesi yanlıştır. Bu durum gereksiz bir maliyet kalemi oluşturur. Bir birimi, o birimin yapacağı yeterince işlev (görev) varsa oluşturmak gerekir. Bunun için, öncelikle, insan kaynakları bölümünün yerine getireceği işlevlere, bu işlevlerin yoğunluk ve önem derecesine bakılır. Her işletme için bu işlevlerin yoğunluk ve önem derecesi farklı farklı olabilir. Daha sonra, önemli ve yoğun işlevler alt birimler haline getirilerek o işlevlerde uzmanlaşmaya gidilir. Çağdaş anlamda bir insan kaynakları bölümünün başında bulunan bir yöneticide, en az şu niteliklerin bulunması gerekir: İşletmecilik eğitimi almış olmak, insan kaynakları dışında üretim, finans, pazarlama, satış gibi işletmenin diğer işlevlerini biliyor olmak, çalışma yasaları konusunda yeterli bilgiye sahip olmak, kolay iletişim kurabilmek ve yabancı dil bilmek. İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİCİLERİNİN YETKİ KULLANIMI Yetki, bir görevin yapılmasını başkalarından isteme hakkıdır. Yetki tüm yöneticilik konumlarının kilit noktası olup, başkalarının yaptıklarını yönlendirmeyi ve uyumlaştırmayı içerir. Başlıca üç tip yetki vardır. - Komuta yetkisi: Uygulayıcı bir yetkidir. Hiyerarşik düzende yukarıdan aşağıya doğru gider. Kullanana yaptırım hakkı verir. Astları yönlendirmeyi, gerektiğinde ödüllendirmeyi ve cezalandırmayı içerir. İnsan kaynakları yöneticisi kendi bölümünü yönetirken bu yetkiyi kullanır. - Kurmay yetki: Uzmanlık yetkisidir. Bu yetki,diğer yönetim işlevlerine yönetimle ilgili destek ve danışmanlık hizmetleri sağlar. Kullanana yaptırım hakkı vermez. Bu yetkiye sahip yöneticiler uzmanlık alanlarıyla ilgili konularda işletmenin diğer yöneticilerine görüş ve önerilerde bulunurlar. İnsan kaynakları yöneticileri, İKY işlevleri ile ilgili olarak diğer bölüm yöneticilerine sık sık bu yetki altında hizmet verirler. - İşlevsel yetki: Belli bir konuda uzman olan yöneticiye, uzman olduğu konuyla ilgili olmak üzere, tıpkı komuta yetkisi gibi yaptırım hakkı verir. Ancak bu yetki belli bir görevle sınırlıdır. Geçici veya sürekli olabilir. İşlevsel yetkiye sahip bir yönetici, adı geçen işlevle ilgili olarak işletmenin diğer bölümlerinde yaptırım hakkına sahip olur. İKY işlevlerinin önemli bir kısmı teknik ve rutin niteliktedir. İşgücü plânlaması, iş analizleri, iş değerlemesi vb. (bu işlevler bir sonraki ünitede ayrıntıyla ele alınacaktır) Bu görevlerin işlevsel yetkiyle insan kaynakları yöneticisine bırakılması, diğer yöneticilerin zaman kazanmasını ve tek elden yapılmasını sağlayacaktır. İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNDE DİĞER YÖNETİCİLERİN YERİ İşletmelerde insan kaynakları yöneticilerinin ve bölümlerinin örgüt içindeki rolü, etkinliği ve saygınlığı büyük ölçüde üst yönetime ve diğer bölüm yöneticilerine bağlıdır. İnsan unsuru işletmenin her yerindedir. Bu sorumluluğun diğer yöneticilerle paylaşılması gerekir. Üst yönetim, işletmede politika ve hedefleri saptayan ve bunları gerçekleştirecek stratejilerin belirlenmesinden sorumlu olan organ ve yöneticilerden oluşur. İşletmedeki tüm işlevlerin başarısı üst yönetimin tutum, karar ve davranışlarına bağlıdır. Üst yönetim insan kaynakları yönetimine gereken önemi veremezse, bu işlevlerin başarılı bir biçimde gerçekleştirilmesi şansı yoktur. İnsan kaynakları yönetiminin verimlilik ve iş yaşamının kalitesini artırmak amacıyla giriştiği çabalar ve daha iyi motive olmuş işgören yaratma uğraşı üst yönetimce desteklenmelidir. İnsan kaynaklarının etkin yönetimi, üst yönetimi olduğu kadar diğer yöneticileri de bağlar. İnsan kaynakları ile ilgili oluşturulan politikaların uygulayıcıları, diğer bölüm yöneticileridir. İnsan kaynakları ile ilgili sorunlara kalıcı çözümler üretebilmek için, diğer bölüm yöneticileri ile insan kaynakları yöneticisi arasında sürekli bir iletişim ve işbirliğine ihtiyaç vardır. Karşılıklı güven ve işbirliğinin olmadığı bir örgüt ortamında, insan kaynakları yönetiminin etkinliğinden söz edilemez. 9. İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNİ OLUŞTURAN İŞLEVLER İKY işlevlerinin neler olduğunu ve aralarındaki ilişkiyi açıklamak. Bir önceki ünitede, İKY’nin özde iki amacı gerçekleştirmeye çalıştığından söz edilmişti. Bu amaçlar, çalışanlardan en üst düzeyde verim almak ve iş yaşamının kalitesini arttırarak, çalışanların yaptıkları işten zevk almalarını sağlamaktı. Bu iki temel amacı gerçekleştirme yolunda İKY, birtakım işlevleri yerine getirir. Çağdaş bir işletmede, İKY Bölümünün üstlenmesi gereken işlevler altı ana başlık altında toplanabilir: - Plânlama: İnsan kaynakları plânlaması, iş analizleri, iş tanımları, iş gerekleri, – Kadrolama: Personel bulma, seçme ve yerleştirme, – Değerleme ve ödüllendirme: Performans değerleme, disiplin, Temel ücret ve özendirici sistemler, ödüller, – Yetiştirme ve geliştirme: İşe yeni alınanların oryantasyonu, Personel eğitimi ve Kariyer plânlaması, – Endüstri ilişkileri: Toplu pazarlık ve personel hakları, – Koruma ve geliştirme: İş güvenliği, İşgören sağlığı. Şekil 9. 1′de bu ana işlevleri ve her birinin içinde yer alan alt işlevleri bir model çerçevesinde görebilirsiniz. Modelde İKY’yi oluşturan ana işlevler, bir süreç şeklinde verilmiştir. Her ana işlevin içinde yer alan alt işlevlerin başarılı olup olmadığı ise, verimlilik ve iş yaşamının kalitesi gibi İKY’nin etkinlik kriterlerindeki gelişmelere bağlıdır. Süreç, plânlama işlevi ile başlar. Plânlama işlevinin özelliği, diğer İKY işlevlerine veri sağlamasıdır. Örneğin plânlama işlevi ile işletmenin gelecek üç yıl, içinde her yıl 10 yönetici adayı alması gerektiği belirlenmiş ise, kadrolama işlevi de, bu ihtiyacı en iyi şekilde karşılayabilecek yöntemleri belirleyecektir. Kadrolama işlevinin temel amacı, işletmeye en yararlı olacak kişileri bulmak ve seçmektir. Seçilen ve işe yerleştirilen kişilerin gerçekten başarılı olup olmadıkları ise değerleme işlevi aracılığıyla saptanır. Şayet personelin işteki başarısı yeterli değilse, bir sonraki işlev olan eğitim çalışmaları gündeme gelir. Endüstri ilişkileri ve koruma işlevleri daha çok iş yaşamının kalitesini artırmaya yönelik çabaları içerir. Kısaca Şekil 9. 1′ de görülen işlevler bir sıra izler ve birbirleriyle sürekli etkileşimde bulunur. İKY işlevlerinin tümünü ayrıntılı olarak bu ünite de açıklamak olanaksızdır. İleriki sınıflarda göreceğiniz İnsan Kaynakları Yönetimi dersi size bu konuda derinlemesine bilgi edinme fırsatı verecektir. Şimdi, genel bir bilgi vermek amacıyla, bazı İKY işlevlerini ana hatlarıyla açıklayalım. İNSAN KAYNAKLARI PLÂNLAMASI İK plânlamasının çağı yakalamada ne denli önemli bir işlev gördüğünü tartışmak. Genel anlamıyla plân, gelecekte izlenecek yolun önceden belirlenmesidir. Plânlar, işletmelerin amaçlarına en kısa yoldan ulaşmalarını engelleyecek etkenlere karşı önlem alınmasını sağlar. İşletmeler, mal veya hizmet üreterek, artı değer yaratma amacında olan kuruluşlardır. Bu amaca ulaşmak için para, hammadde, makine, teçhizat ve emek gibi üretim faktörlerini zamanında ve yeter miktarda hazır bulundurmaları gerekir. Bunun için de plânlama yapmak gerekir. Aksi halde, üretim aksayacak, verim düşecek ve amaca ulaşmak zorlaşacaktır. İşletmelerin para (sermaye), hammadde, araç ve gereç plânlaması konusunda gösterdikleri dikkati, emeğin plânlanması konusunda göstermemeleri oldukça ilginçtir. Oysa, üretim işlevinde emeğin etkin ve verimli kullanımı yaşamsal bir önem taşır. Gereken sayıda ve nitelikte işgücünü, istenen zamanda ve yerde hazır bulundurma çabasına insan kaynakları plânlaması denir. Tanımda yer alan “nitelik” sözcüğüne dikkat etmek gerekir. İnsan kaynakları plânlaması genelde bir işletmede şu anda ve gelecekte çalışacak personelin sayı olarak belirlenmesi çağrışımı yapar. Oysa en az bunun kadar önemli olan bir unsur da belirlenecek bu sayının taşıdığı nitelikler olacaktır. Bu nitelikler ; cinsiyet, yaş, eğitim, deneyim, fiziksel ve düşünsel özellikler olarak özetlenebilir. Plânlama Yöntemleri İnsan kaynakları plânlamasında, basitten karmaşığa doğru çok sayıda yöntem geliştirilmiştir. Ancak, tüm işletmeler için ideal bir yöntemden söz etmek mümkün değildir. İnsan kaynakları plânlama yöntemlerinden bazıları şöyle özetlenebilir: - Delphi tekniği: İnsan kaynakları yöneticisinin denetiminde yapılır. İşletmenin her bölümü için, bölüm içinde değişik basamaklarda görev yapan yöneticilere işgücü tahminleri tek tek sorulur. Alınan bu bilgiler, İK yöneticisi tarafından değerlendirilir, karşılaştırılır ve işgücü tahminindeki sapmalar belirlenerek, aynı yöneticilere yeniden değerleme yapmaları için gönderilir. Bölüm içindeki tüm yöneticilerin gelecekteki işgücü ihtiyacı konusunda görüş birliğine varmalarına kadar bu süreç devam eder. - İndeks hesabı: Geçmiş yıllardaki bazı göstergelere göre, gelecekteki işgücü talebinin saptanmasıdır. Sözgelimi, işletmedeki işgücü sayısı ile toplam satış tutarı arasında anlamlı bir ilişki varsa, işgücünün, satışlara oranı bir tahmin yöntemi olarak kullanılabilir. Örneğin, geçmiş yıllardaki verilere göre A işletmesinde satışların her 100 milyarlık artışında (enflasyon oranı dışında), üretim bölümündeki personel sayısının 5 kişi arttığını varsayalım. Bu durumda gelecek yıllardaki işgücü talebi (diğer koşullar aynı kaldığı taktirde), işletmenin satış tahminlerine göre belirlenebilir. - İleriye dönük kestirim: Oldukça basit ve pratik bir yöntemdir. Geçmişteki bilgilerden yararlanılarak, gelecekteki işgücü hakkında tahmin yapılır. Örneğin, A işletmesine son iki yılda her ay ortalama 3 kişi alınmışsa, normal şartlarda gelecek yıl işletmeye alınacak personel sayısı, 3. 12 (ay) = 36 kişi olacaktır. - Kantitatif teknikler: Buraya kadar anlatılan yöntemler insan kaynakları talebini etkileyen unsurları (çevresel değişiklikler, işgören hareketleri vb. ) dikkate almaz. Oysa istatistiksel analiz yöntemleri ve bilgisayar modelleri yoluyla çok daha sağlıklı işgücü tahminleri yapmak mümkündür. Plânlamada Kullanılan Araçlar İşletmenin bugün ve gelecekteki işgücü gereksinimini sayı ve nitelik olarak belirlemeye çalışan kişi, bu işlevi yerine getirirken bazı araçlardan yararlanmak zorundadır. Bu araçlar şöyle açıklanabilir: 1. İşgücü envanteri: İşgücü envanteri işletmenin personel arzını (mevcudunu) nitelik olarak irdeleyen bir çalışmadır. İşgücü envanteri, mevcut personeli birtakım kriterlere göre irdeleyerek insan kaynağının profilini ortaya çıkarır. Plânlamacı bu bilgilere bakarak gelecekteki insan gücü gereksinimini nitelik açısından ortaya koymaya çalışır. - İşgücü beceri envanteri: İşletme içinde, işi ve statüsü ne olursa olsun, tüm çalışanlar için ayrı ayrı dosyalar tutulur. Bu dosyada işgörenin şimdiye kadar çalıştığı işler, eğitim ve yabancı dil durumu, katıldığı kurs ve seminerler, aldığı disiplin cezaları ve ödüller, fiziksel ve düşünsel nitelikleri, yaşı,cinsiyeti, kıdemi gibi bilgilere ayrıntılı olarak yer verilir. - İşgücü genel envanteri: Toplam personelin kendi içinde belli ölçütlere göre değerlemesidir. Bu çalışmada bireysel değerleme yapılmaz. Tüm çalışanlar; cinsiyetlerine, yaşlarına, deneyimlerine, kıdemlerine, aldıkları ücrete, eğitimlerine vb. unsurlara göre genel bir değerlemeye alınıp, işletmenin elindeki insan kaynağının yapısı ortaya çıkarılmaya çalışılır. 2. Personel dönüşüm oranı: Belli bir dönemde çeşitli nedenlerle (ölüm, iş kazası, emeklilik, işten ayrılma vb. ) işletmeden ayrılan personelin sayısını yüzde olarak gösterir. Genellikle bir yıllık dönemler için hesaplanır. Oran şöyle formüle edilir: A işletmesinin personel dönüşüm oranı varsayalım ki %12 olsun. Bu oran, hesaplanan dönemde, her 100 personelden 12’sinin çeşitli nedenlerle işletmeden ayrıldığını gösterir. Plânlamacı geçmiş yılların dönüşüm oranlarını dikkate alarak bir sonraki yılın işgücü ihtiyacını belirler. İŞ ANALİZLERİ İş analizi bilgilerinin nasıl ve kimler tarafından kullanıldığını açıklamak. İKY işlevlerinden biri olan iş analizlerinin en önemli özelliği, diğer İKY işlevlerinin yerine getirilmesinde önemli bir bilgi kaynağı oluşturmasıdır. İş analizleri, işletmede yapılan birbirinden farklı işlere yönelik bilgilerin tek tek toplanması, değerlenmesi ve yorumlanmasıdır. İş analizleriyle toplanan bu bilgiler daha sonra iş tanımları ve iş gerekleri haline getirilerek karar vericilerin kullanımına sunulur. İş analizi; işletmede yapılan birbirinden farklı işlevler yönelik bilgilerin toplanması, değerlenmesi ve yorumlanmasıdır. İş analizi bilgilerinden, öncelikle şu kişiler yararlanır; 1. başta üretim bölümü yöneticileri olmak üzere tüm yöneticiler, 2. insan Kaynakları Bölümü yönetici ve çalışanları, 3. sendika yöneticileri ve temsilcileri, 4. işi yapan personel. İş analizi çalışmaları teknik bir faaliyet olup, hazırlanması uzun zaman alır. Yapılan tüm işlerin tek tek analizi, zor ve yorucu bir iştir. Ayrıca analiz edilen işlerin sık sık güncelleştirilmesi gerekir. Bu bilgiler gerçek verilere dayanmazsa yanıltıcı sonuçlara yol açabilir. İş Analizlerinin Kullanım Alanları İş analizleri ile işi yapan kişi değil, iş analiz edilir. Analiz bilgilerinden başlıca şu alanlarda yararlanılır; 1. insan kaynakları plânlamasında, 2. işe alınacak personelde aranması gereken niteliklerin belirlenmesinde, 3. işe yerleştirme, yükseltme ve atamalarda, 4. eğitime alınacak personelin belirlenmesinde, 5. personel değerleme ölçütlerinin saptanmasında, 6. adil bir ücret sisteminin oluşturulmasında. İş Analizleri Süreci İş analizleri dört temel aşamada gerçekleştirilir. Bu aşamalar şöyle özetlenebilir: - Analizi yapılacak işlerin belirlenmesi: Benzer ve farklı işler birbirlerinden ayrılarak,işlerin kimliği belirlenir. Bu çalışma için örgüt şemasının incelenmesi, yöneticilerle görüşülmesi, varsa eski iş analizi formlarının taranması gerekir. - Soru formunun hazırlanması: İşlerle ilgili bilgileri toplayabilmek için ayrıntılı bir soru formunun hazırlanması gerekir. İş analizi soru formu genelde dört bölümden oluşur. Bu bölümler; işin kimliği, işi oluşturan görevler, işin gerektirdiği nitelikler ve çalışma koşullarıdır. - İşle ilgili bilgilerin toplanması: İş analizlerinin en çok zaman alan aşamasıdır. Analizci, soru formundaki bilgileri, işi yapan kişiyi gözleyerek ya da görüşerek elde eder. Bir diğer bilgi toplama yöntemi de, formun, işi yapan örnek bir personel tarafından bizzat doldurulmasıdır. Bu süreçte önemli olan, hangi yöntem uygulanırsa uygulansın, toplanan bilgilerin sağlıklı olmasıdır. - Toplanan bilgilerin değerlemesi: İş analizleri sonucunda elde edilen bilgiler ham ve oldukça ayrıntılıdır. Bu bilgilerin işlenerek, ilgililerin kullanımına hazır hale getirilmesi gerekir. Söz konusu çabalardan, iş tanımları ve iş gerekleri ortaya çıkar. İş Tanımları İş tanımları, işle ilgili bilgileri belirli bir sistematik altında, tek bir sayfada veren iş formlarıdır (Şekil 9. 2). İş tanımlarının oluşturulmasındaki temel amaç, iş analizlerindeki bilgilerin daha kolay anlaşılmasını ve algılanmasını sağlamaktır. İş analizlerinin kullanım alanları, iş tanımları için de geçerlidir. İş tanımlarına, kısaca iş analizi bilgilerinin özetlenmiş halidir, İş Gerekleri İş analizleriyle elde edilen bilgilerin düzenlenmesiyle ortaya çıkan tablolardan biri de, iş gerekleri formudur. İş gerekleri ile iş tanımları arasında amaç farkı vardır. İş tanımları, işi bir bütün olarak ele alır ve işin nasıl yapıldığını ortaya koyar. İş gerekleri ise, o işi en iyi biçimde yapacak personelde olması gereken nitelikleri ortaya koyar. Burada yine unutulmaması gereken husus, iş gereklerinin de işgöreni değil, işi analiz ettiğidir. İş gerekleri de tıpkı iş analizleri ve iş tanımları gibi işi inceler. Ancak işin bütünüyle değil, sadece işi yapacak personelde olması gereken niteliklerle (eğitim, deneyim, yaş, cinsiyet, fiziksel ve düşünsel nitelikler, yabancı dil vb. ) ilgilenir (Şekil 9. 3). İŞE ALMA İşletmelere yeni personel alımında izlenilmesi gereken süreçleri sıralamak. İşe alma işlevi, işletmeler açısından büyük önem taşır. İşletmeler, yaşamlarını sürekli kılmak ve rekabette üstün duruma geçmek istiyorlarsa, doğru işlerde doğru kişileri çalıştırmak zorundadırlar. Bu cümlenin anlamı şöyle formüle edilebilir: İşin gerekleri = Personelin nitelikleri Bu eşitliğin en az hata payı ile sağlanamaması, yanlış kişilerin işe alındığı anlamına gelir. Personel seçiminin başarı göstergesi, yeni alınan personelin en kısa sürede beklenen performans düzeyine gelmesidir. İşe alma iki aşamalı bir işlevdir. Bu aşamalar işgören bulma ve seçmedir. Personel Bulma Personel bulma, işe uygun nitelikteki adayların işletmeye başvurmasını sağlamaya yönelik çalışmaları kapsar. Bulma işlevinde, işe uygun nitelikteki kişilerden bir aday havuzu oluşturulur. Bulma faaliyeti iş açığının doğması ile başlar, adayların başvurusu ile sona erer. İşgören bulma işlevi başarılı olmazsa (yani uygun nitelikteki adayların başvurusu sağlanamazsa) seçme aşaması da başarısız olacaktır. Bunun nedeni, bulduklarınız içinden seçmek zorunda kalmanızdır. Personel bulma işlevini etkileyen unsurlar: İşe uygun nitelikteki adayların işletmeye başvurmasını sağlamak,sanıldığı gibi her zaman kolay olmaz. İşletmeden, çevreden ve kişilerden kaynaklanan bazı faktörler bu işlevin etkinliğini doğrudan etkiler. Bu unsurlar şöyle özetlenebilir: 1. İşletme politikaları: Politikalar, işlevlerin yerine getirilmesinde yöneticilere yol gösteren, ortak hareket plânlarıdır. Personel bulma işlevini etkileyen başlıca politikalar şunlardır: - İç kaynaklara başvurma politikası: İş açıklarının doldurulmasında öncelik hakkının işletmede çalışanlara verilmesidir. Çağdaş bir işletmede de yapılması gereken budur. Bu politika personelin işletmeye bağlanmasına, morallerinin yükselmesine ve performanslarının artmasına neden olur. İç kaynaklardan personel, bulma yükseltme ya da kaydırma(yatay geçiş) yoluyla olur. “Öncelik kendi elemanlarımızın Alcatel, İnsan Kaynakları Bölge Direktörü Staf Van Bulck şirkete personel alımı konusunda izledikleri politikayı kısaca şöyle açıklıyor: “Çalışanlarımız, bizim için sürekli gelişmesi gereken büyük yeteneklerdir. Şirkete yeni eleman alımı konusunda, öncelikle kendi bünyemizdeki elemanları tercih ediyoruz. Bu sisteme ” AD VALVAS ” deniyor. Boş olan pozisyonlar ve bu pozisyonlar için aranan nitelikler şirket içinde ilân ediliyor. Başvurular kesinlikle gizli tutuluyor. Başvuranlarla yapılan görüşmelerde, o pozisyona ve taşıdığı sorumluluğa yönelik örnek olaylardan hazırlanmış sorular yöneltiliyor. Pozisyonun niteliğine göre psikometrik testler de uygulanıyor ve en uygun kişi seçilmeye çalışılıyor. ” - Ücret politikası: İzlenen ücret politikası, nitelikli adayların işletmeye başvurusunu doğrudan etkiler. Personelin bir işletmeyi tercih etmesinde alacağı ücret her zaman tek belirleyici olmamakla birlikte en önemli unsurdur. Bu nedenle piyasa düzeyinin altında ücret veren işletmelere nitelikli personel bulmak zorlaşır. - İstihdam politikaları: İşletmelerin taşeron firma kullanmaları, geçici personel veya yarı zamanlı personel çalıştırmaları, nitelikli personel bulmalarını güçleştiren nedenler arasındadır. 2. İnsan kaynakları plânları: İşletmede sağlıklı bir insan kaynakları plânlaması yapılmışsa, gelecekte ihtiyaç duyulacak personel, sayı ve nitelik olarak önceden bilindiğinden yeni personel aramada zaman kaybedilmeyecektir. 3. Çevresel koşullar: Ekonomik durum, ülkedeki işsizlik oranı, nitelikli personel arzında yetersizlik, rakip işletmelerin personel bulma çabaları ve sosyal baskılar gibi işletme dışı faktörler işgören bulma çabalarını etkiler. Personel Bulma Yöntemleri Nitelikli adayların işletmeye başvurmaları nasıl sağlanacaktır? Bu sorunun yanıtı, personel bulma yöntemlerini gündeme getirir. Bütün işler için tek ve etkili bir yöntemden söz etmek mümkün değildir. İşletmelerin personele bakış açısı ve işin niteliği yöntem belirlemede etkili olur. İşyerine yapılan kişisel başvurular, işletmede çalışanların önerileri, duyurular, özel danışmanlık firmaları, eğitim kurumları, İş ve İşçi Bulma Kurumu, internette yer alan siteler ve çeşitli meslek kuruluşları aracılığıyla işgören bulma, en yaygın yöntemler arasındadır. Personel Seçme İşe alma işlevinin seçme aşaması, adayların açık olan iş için işletmeye başvurması ile başlar ve kimin ya da kimlerin işe alınacağına karar verilmesiyle biter. İşe uygun personel seçebilmek için genellikle altı aşamalı bir süreç yaşanır. Bu süreç şöyle özetlenebilir: 1. Ön kabul: Bu aşamada başvuran adaylarla çok kısa bir nezaket görüşmesi yapılır. Görüşmede ayrıntılara girilmez ve adayın aranan ön koşullara uygun olup olmadığı (Yaş, askerlik, cinsiyet, kilo, boy vb. ) araştırılır. Bu açılardan uygun olan adaylara birer başvuru formu doldurtulur. 2. İşe alma testleri: Aday personelin test sınavına alınması oldukça yaygın bir uygulamadır. İşe alma testleri, işe ve işyerine uygun olmayan adayları elemek için yapılır. Sadece test sonuçlarına bakarak, adayı işe almak doğru olmaz. İşe alma testlerini iki ana gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi, kâğıt kalem testleridir. Genelde adayın iş bilgisini ve zihinsel yeteneklerini ölçmek amacıyla kullanılır. Diğer test grubu aletli testlerdir. Adaya işle ilgili bir uygulama yaptırılır. Kaynakçıya kaynak yaptırılması, tornacıya torna tezgâhında bir parçanın işlettirilmesi bu türden testlere örnek olarak verilebilir. Personel seçiminde, açık işin gereklerine uygun olarak çeşitli testler uygulanabilir. Bilgi, başarı, kişilik, zeka, yetenek ve grafik yanıtlı testler en çok kullanılan test türleridir. 3. İşe alma görüşmeleri: Test sınavlarında başarılı olan adaylarla yapılan yüz yüze konuşmalara görüşme denir. Görüşmenin amacı, test ile ölçemediğimiz nitelikleri (iletişim yeteneği, kişilik, kendine güven, kararlılık, giyim, kuşam vb. ) ortaya çıkararak, adayın işe kabul edilebilirlik düzeyini belirlemektir. İşe alma görüşmeleri iki yönlü bir iletişime dayanır. Görüşmeci adayın niteliklerini sorgularken, aday da iş ve işletme hakkında bilgiler edinir. Görüşmeler sonucunda adaylar birbirleriyle kıyaslanır. Bu nedenle yapılan görüşmelerin standart bir yöntemi olması gerekir. Başlıca görüşme yöntemleri şunlardır: a. Plânlı görüşme: Adaylara sorulacak sorular önceden belirlenir. Her adaya aynı sorular sorulur. Görüşmeci ek sorular soramaz. Bu yöntemde, adaylar birbirleriyle daha kolay kıyaslanır, zaman tasarrufu sağlanır ve görüşme, amacı dışına çıkmadan yürütülür. b. Plânsız görüşme: Soru listesi yoktur. Görüşme samimi bir ortamda, sohbet havası içinde geçer. Görüşmeci, her adaya farklı sayıda ve nitelikte soru sorabilir. Bu yöntemde; adaylar arasında kıyaslama yapmak zorlaşır, görüşme amacından sapabilir ve görüşme süresi uzayabilir: c. Karma görüşme: Plânlı ve plânsız görüşmelerin sakıncalarını ortadan kaldırmak amacıyla, yukarıda anlatılan her iki yöntem birleştirilerek karma görüşme yöntemi oluşturulmuştur. Bu yöntemde, görüşme öncesi temel nitelikte ve sınırlı sayıda sorulardan oluşan bir soru listesi hazırlanır. Tüm adaylara bu sorular sorulur. Ancak görüşmeci, bu sorularla yetinmeyip, ilâve sorular sorma hakkına da sahiptir. Bu yöntem en çok kullanılan görüşme yöntemidir. İş görüşmelerinde adayların dikkat etmesi gereken belirli hususlar vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir: - Görüşmeye yalnız ve vaktinde gidin. - Giyiminize özen gösterin. - Olması gerekeni değil, kendinizi oynayın. - Samimi ve doğal davranın. - Gereğinden az veya fazla konuşmayın. - Sorulara evet ya da hayırla yanıt vermeyin. - Karamsar olmayın, Umut dağıtın. - Eski işletmenizi ve yöneticilerinizi kötülemeyin. - Saygılı ve ölçülü olun. - Makul (piyasaya uygun) bir ücret isteyin. - Olumsuz yönlerinizden ve eski işinizden sorulmadıkça söz etmeyin. - Kesinlikle yalan söylemeyin ve abartmayın. Bir iş görüşmesinde genellikle adaylara şu tür sorular yöneltilir. Bu sorulara karşı hazırlıklı olun ve net yanıtlar verin: - Bize kendinizden söz edin? - Şu anki işinizi neden değiştirmek istiyorsunuz? - Daha önceki işlerinizden neden ayrıldınız? - Bize iş yaşamınızdaki başarılarınızdan söz eder misiniz? - Bu işe neden başvurdunuz? - Bu işle ilgili beklentileriniz nelerdir? - Güçlü ve zayıf bulduğunuz yönleriniz nelerdir? - Bu iş için ne kadar ücret istiyorsunuz? 4. Referansların kontrolü: Referanslar adayın kişiliği, güvenirliliği ve geçmiş iş yaşamı hakkında kişi veya kurumlardan alınan yazılı belge veya sözlü beyanlardır. Personel seçim sürecinde, adaylardan iki tür referans istenebilir. Özel referanslar; adayı yakından tanıyan, sosyal statüsü olan kişilerden alınır. İş deneyimi olmayan adayların seçiminde, özel referanslara başvurulur. İş referansları; adayın şimdiki ve önceki işlerinde gösterdiği performansı ortaya koyar. Adayın çalıştığı işletmelerin ilgili yöneticilerinden alınır. Referans bilgilerinin sağlıklı olup olmadığı, gerekirse telefonla doğrulanmalıdır. 5. Sağlık kontrolü: Bu sürecin amacı, adayın o işi yapabilecek fiziksel ve düşünsel sağlığa sahip olup olmadığını belirlemektir. Bu konuda adayın beyanı esastır. Aday başvuru formunu doldururken formun ilgili bölümünde geçirdiği hastalıkları, ameliyatları, iş kazalarını ve bugünkü sağlık durumunu beyan eder ve imzalar. Bazı işletmeler, beyanla yetinmeyerek tam teşekküllü bir hastahaneden sağlık raporu alınmasını yeğlerler. 6. İlk amirle görüşme ve karar: İşgören seçiminin son sürecinde, az sayıda kalan adaylar başvuruda bulundukları işin ilk yöneticisi ile görüştürülür. Genelde seçim kararı adaydan sorumlu olacak ilk yöneticiye bırakılır. Yapılan bu görüşmede , yönetici, işle ilgili teknik bilgileri adaya aktarırken, aday da şayet kabul edilirse, yapacağı işle ilgili ayrıntıları ilk amirden alır. İŞE ALIŞTIRMA VE PERSONEL EĞİTİMİ İşletmelerde iki farklı eğitimden söz edilebilir. Birincisi, işletmeye yeni alınan personelin işe ve işletmeye alıştırılmasına yönelik çalışmalardır. Diğeri ise eski personelin daha üretken olmasını hedefleyen eğitim faaliyetleridir. İşe Alıştırma (Oryantasyon) İşe yeni alınan personeli, en kısa sürede üretken hale getirmek gerekir. Bu hedefe ulaşmak için, yeni işgöreni bir an önce işin ve işletmenin bir parçası durumuna getirmek şarttır. Bu nedenle işletmeye yeni alınan her personel, işe alıştırma programına alınır. Bu programlar uzun süreli olmalıdır. Büyük işletmelerde, işe alıştırma programlarının altı aydan bir yıla kadar sürdüğü görülür. Programların amacı, yeni personelin bilgi ve ilgi ihtiyacını karşılayarak onu işletmeye kazandırmaktır. Yeni personelin işini ve işletmesini sevmesi bu programların başarısına bağlıdır. Bir işe alıştırma programında genelde şu süreç izlenir: 1. İşletmenin tanıtımı: İşletmenin kuruluş öyküsü, örgüt yapısı, yönetim basamakları, ürün çeşitleri ve üretim süreci, politikaları, disiplin sistemi, güvenlik düzenlemeleri vb. konular personele anlatılır. 2. Personel haklarının açıklanması: Ücreti oluşturan unsurlar ve hesaplama yöntemi, ücret ödeme günleri, izinler, çalışma saatleri ve mola süreleri, eğitim olanakları, sigorta düzenlemeleri, emeklilik hakları, danışma ve rehabilitasyon programları vb. konular aktarılır. 3. İşle ilgili bilgilerin aktarımı: Yapılacak işin amacı, konumu, diğer işlerle ilişkisi, çalışma yeri ve üretim teknolojisinin tanıtımı, işi oluşturan görevler ve işin gerektirdiği yetki ve sorumluluklar açıklanır. 4. Tanıştırma: Yeni personel; ilgili yöneticilerle, sendika temsilcisiyle, iş arkadaşlarıyla, eğitim personeliyle ve personel danışmanlarıyla tanıştırılır. Personel Eğitimi Eskiyen personelin eğitim ile nasıl yenilenebileceğini açıklamak. Personelin verimli çalışması, taşıdığı niteliklerin yaptığı işe uymasına bağlıdır. Bu denge personel aleyhine bozulduğu zaman eğitim ihtiyacı doğar. Personelin bilgi, beceri ve yetenek düzeyini arttırarak, işin gereklerine uydurma çabasına, personel eğitimi adı verilir. Sıkça karıştırılan eğitim ile geliştirme sözcükleri farklı anlamlar içerir. Personel eğitimi, çalışanın işini daha iyi yapması amacını taşır. Personel geliştirme ise, işinde iyi olan ve gelecekte işletmenin üst düzeylerine getirilmesi düşünülen kişilerin bu görevlere hazırlanması için yapılır. Bu noktada, yöneticilere önemli bir görev düşmektedir. Her yönetici, astları arasından eğitilecek ve geliştirilecek kişileri özenle seçmelidir. Personel eğitimi, işletmeye ve personelin kendisine önemli yararlar sağlar. Bu yararlar şöyle sıralanabilir: - İşletmenin karar verme ve sorun çözme kapasitesini arttırır. - Üretimin miktar ve kalitesini yükseltir. - İç kaynaklardan personel bulmayı kolaylaştırır. - Üretim, yönetim ve personel maliyetlerini düşürür. - Yönetici ve işgören ilişkilerini geliştirir. - Personelin değişime karşı direncini azaltır. - Personelde güven ve başarı duygularını geliştirir. - İş doyumu sağlar. Personel eğitim yöntemleri, işbaşı ve işdışı olmak üzere ikiye ayrılır. İşbaşı eğitim yöntemleri personeli yaptığı işten uzaklaştırmadan, işinin başında eğitir. İşbaşı eğitim yöntemlerinin yararları şöyle sıralanabilir: - Doğal iş koşullarında yapılır. - Personelin eksik yönleri kolayca saptanır. - Yapılan hatalar anında düzeltilir. - Öğrenilenler hemen uygulanır. - Öğrenme süreci oldukça hızlıdır. - İşgücü kaybı söz konusu değildir. İş üzerinde öğrenme, çıraklık, iş değiştirme ve sorumluluk verme en çok kullanılan işbaşı eğitim yöntemleridir. İşdışı eğitim yöntemlerinde, eğitilecek personel belli bir süre işinin başından alınarak, işletme içinde veya işletme dışında eğitilir. İşdışı eğitim yöntemleri; personelin bilgi, beceri veya yetenek düzeyinde yapılması düşünülen değişiklikleri işin başında gerçekleştirmenin imkânsız olduğu veya verimli olmadığı durumlarda gündeme gelir. İşdışı eğitim yöntemlerinin üstün yanları şunlardır: - Teorik bilgileri öğretmek daha kolaydır. - Personelin düşünsel yeteneklerinin gelişimini hızlandırır. - Öğrenme belli bir disiplin altında gerçekleşir. - Eğitim, bilincini geliştirir. - Personelin öğrenme isteğini arttırır. - Eğitimin pedagojik yöntemleri bilen uzmanlar tarafından yapılmasını sağlar. Konferans ve seminerler; benzer koşullarda öğrenme (simülasyon), rol oynama, örnek olay ve laboratuvar yöntemleri en çok kullanılan işdışı eğitim yöntemleridir. PERFORMANS DEĞERLEME İyi çalışanla, kötü çalışan personelin neden birbirinden ayrılması gerektiğini ifade etmek. Performans değerleme, başka bir adla personel değerleme, personelin işinde gösterdiği başarı derecesinin, yaptığı işin gerekleri dikkate alınarak, saptanmasıdır. Performans değerleme, başarılı ve başarısız personeli birbirinden ayırmak amacıyla yapılır. Ayırımdan amaç, performansı yüksek personeli ödüllendirmek ve diğerlerine örnek olmasını sağlamaktır. Büyük işletmelerde performans değerleme sisteminin kurulması ve izlenmesi, insan kaynakları bölümü tarafından yerine getirilir. Performans değerleme genelde yılda bir kez yapılır. “ETKİSİZ İNSANLARIN 7 ÖZELLİĞİ 1. Tepkiseldirler. Gelişmek ve değişmek yerine, başkalarının yaptıklarına tepki gösterirler. Bir şeyler olur ve üstüne konuşurlar ya da bundan sonra harekete geçerler. Tepkileri kısa vadeli çıkarlara dayanır. 2. Açık bir hedefle çalışmazlar. Geleceğe ilişkin açık ve net bir hedefleri olmadığı için gelişmelere bakar, ona göre davranırlar. 3. Neyin öncelikli olduğunu belirlemezler. Neyin öncelikli olduğunu belirlemedikleri için, öncelikle yapılması gereken işleri, bir zaman dilimine yayarak yapmazlar. Onlar için vadesi dolduğu halde yapılmayan iş, artık acil iş haline gelmiştir. 4. Kazan/kaybet felsefesi hakimdir. Kafalarında sadece “kazanmak” vardır. Rakiplerle birlikte kazanmak yerine, herkesin kaybetmesini yeğlerler. Birlikte kazanmak diye bir yaklaşım olamaz. 5. Önce konuşmak isterler. Kendilerini daima haklı, hatta en haklı gördükleri için, başkalarının konuşmalarını dinlemeye tahammül edemezler. Saatlerce yapılan toplantılardan güçlü olanın verdiği kararla çıkarlar ama herkesin kafasında hâlâ kendi fikrinin en iyisi olduğu düşüncesi vardır. 6. Şayet kazanamıyorlarsa, taviz verirler. Çok kaybetmektense, az kaybetmeyi tercih ederler. Taraflardan birinin görüşü benimsendiğinde, en az zararla durumu kurtarmak için taviz vermeye başlarlar. 7. Değişimden korkar, iyileştirmeyle ilgilenmezler. Durum ne kadar kötü olursa olsun, ortaya çıkacak bir değişimden sonra durumun daha kötü olmayacağına ilişkin bir garanti görmezler ve değişime direnirler. ” Performans değerleme bilgilerinin başlıca kullanım alanları şunlardır: - Personele eksik ve başarılı yönlerini göstermek, - Verilecek ücret ve ödemeleri saptamak, - Yükseltme ve iş değiştirmede kriter olarak kullanmak, - Eğitim ihtiyacını belirlemek, - İş tasarımındaki hataları ortaya çıkarmak, - İşe alma işlevinin doğru yapılıp yapılmadığını belirlemek, Bir performans değerleme sisteminin etkinliği için şu dört özelliğin bulunması gerekir: 1. Sistem iş ile ilgili davranışları değerlemelidir. Yapılan işin gereği neyse, değerleme o ölçütleri esas almalıdır. Cinsiyet, siyasi düşünce, etnik köken, akrabalık, hemşehrilik gibi faktörler değerlemeyi etkilememelidir. 2. Sistem basit ve pratik olmalıdır. Değerleme yöntemi; açık, net, kolay anlaşılır ve herkes tarafından uygulanabilir özellikler taşımalıdır. 3. Her iş için ayrı ayrı başarı ölçütleri belirlenmelidir. Bu ölçütler mümkün olduğunca somut olmalı (8 saatte 20 birim üretmek gibi), subjektif faktörlere yer verilmemelidir. 4. Değerleme sonuçları personele aktarılmalıdır. Dosyalar arasında kalan, personelden gizlenen değerleme sonuçlarının fazla bir anlamı yoktur. Personelin, üstlerinin kendisi hakkında ne düşündüklerini öğrenmesi en doğal hakkıdır. Performans değerleme, yapılan işin özelliğine göre iki farklı biçimde yapılır. Personel ya teker teker (tek başına çalışan bir birey olarak), ya da grup üyesi olarak (grubun diğer üyeleri ile kıyaslanarak) değerlenir. En çok kullanılan bireysel değerleme yöntemleri şunlardır: - Boylandırma çizelgesi yöntemi: Bu yöntemde değerlemeyi yapana (çoğunlukla ilk amir) bir çizelge verilerek, doldurması istenir (Şekil 9. 4. ). Değerleyen çizelgedeki her faktör için personele belli bir puan verir. Toplam puan personelin performans notunu oluşturur. Yöntemin sakıncalı yönü, çizelgedeki faktörlerin işlere uygun olmaması halinde, sağlıklı bir değerleme yapılamamasıdır. - Kontrol listesi yöntemi: Bu yöntemde değerleyen, personelin işteki başarısını sorgulayan bir dizi ifade içinden, o personel için en uygun olanlarını işaretler. Her ifadenin, önem derecesine göre belli bir puanı vardır. İşaretlenen ifadelerin puanları toplandığında personelin toplam puanı ortaya çıkar (Şekil 9. 5. ). Yöntemin sakıncası, başarıyı ölçen ifadelerin yeterli olmaması veya ifadelere verilen ağırlıklı puanların hatalı olması durumunda yanlış değerlemeye yol açmasıdır. Grup değerleme yöntemlerinde personel, diğer grup üyeleri ile kıyaslanarak puanlandırılır. Bu durumda bir personelin başarı puanını, grubun diğer üyelerinin başarısı belirlemiş olur. En sık kullanılan grup değerleme yöntemleri şunlardır: - Sıralama yöntemi: Grup üyeleri değerleyen tarafından en iyiden en kötüye doğru sıralanır. Örneğin, bir ustabaşı on kişiden oluşan ekibini değerliyor olsun. Yapacağı ilk iş, birinci sıraya grubun diğerlerine göre en iyisinin ismini yazmak olacaktır. Ondan sonra. grubun en kötü performans gösteren ismini onuncu sıraya yazacaktır. Ustabaşının en iyi ve en kötüyü böylece belirledikten sonra yapması gereken, grubun diğer sekiz üyesini bu iki ölçeğe göre alt alta sıralamaktır. Yöntem son derece basit ve pratiktir. Ancak sıralar arasındaki başarı derecelerinin açık ve net olmaması yanlış değerlemeye neden olabilir. - Puan dağıtım yöntemi: Bu yöntemde değerleme yapan kişiye grup üyelerine dağıtmak üzere belli bir puan ( 100 veya 1000 puan) verilir. Değerleyen, bu puanı, ekibine başarı durumunu göz önüne alarak paylaştırır (Şekil 9. 6). Yöntem oldukça basit ve pratiktir. - Zorunlu dağıtım yöntemi: Bu yöntemde, grup normal frekans dağılımına göre - Zorunlu dağıtım yöntemi: Bu yöntemde, grup normal frekans dağılımına göre sıralandırılır. Normal dağılıma göre grubun %10′u çok iyi, %10′u çok kötü, %20’si iyi, %20’si kötü, %40′ ise normal olarak değerlenir (Şekil 8. 7)’de 10 kişilik bir grubun dağılımı örnek olarak verilmiştir. Bu tür bir zorunlu dağıtım değerleyeni, grup üyeleri arasında daha titiz bir kıyaslama yapmaya ve uç noktalardaki puanları vermeye zorlar. Yöntemin sakıncası, ekip üyeleri arasında nisbi farkların belirgin olmamasıdır. 10. PAZARLAMA İLKELERİ Pazarlamanın Tanımı Ve Gelişim Süreci Pazarlamayı tanımlamak ve ekonomideki rolünü belirlemek. İşletmelerin iki temel fonksiyonlarından birincisi mal ve hizmetlerin üretimi, ikincisi ise bunların pazarlanmasıdır. Teknolojik ve ekonomik gelişmeler uzmanlaşmayı arttırmış, artan uzmanlaşma üretim tüketim arasında zaman, yer ve mülkiyet açılarından bazı farklılıkların oluşmasına neden olmuştur. Üretim ile tüketim arasındaki bu farklılıklar nasıl kapatılabilir sorusu da işletmelerde pazarlamanın öne bir rol oynadığını göstermektedir. Pazarlama, temelde insanların gereksinim ve isteklerini karşılamaya yönelik bir mübadele (değişim) işlemidir (Şekil 10. 1) . Üretim faaliyeti girdileri, çıktılara dönüştürerek şekil faydası yaratır. Pazarlama üretimi tamamlayıcı bir role sahip olup zaman, yer ve mülkiyet faydalarını yaratan faaliyetler bütünüdür. Üretim ve tüketim arasında oluşan açıklıklar pazarlama faaliyetleri ile üç tür fayda yaratılarak ortadan kaldırılır. Üretimle ilgili şekil faydası detaylı biçimde pazarlamayı ilgilendirir. Pazarlama bölümünden gelen bilgiler bir ürünün büyüklük, biçim, stil, zevk gibi özelliklerine etkide bulunabilir. Zaman faydası ürünün istenilen zamanda satın alınmasının sağlanmasıyla yaratılır. Örneğin, belirli mevsimde üretilen çay yaprağı çay üretimi için depolanarak sürekli üretimde kullanılır. Çay yaprağının depolarda saklanarak ihtiyaç duyulduğu zamanlarda üretim için fabrikalara gönderilmesi zaman faydası yaratır. Üretilen çayın değişik kentlere satılması için gönderilmeleri ve taşımayla yer faydası yaratılmış olur. Çay demlemek için bu çaylardan bakkaldan bir paketinin satın alınmasıyla da mülkiyet faydası yaratılmış olur. Günümüzdeki pazarlama anlayışı tüketici yönlüdür ve tüketici istek ve ihtiyaçlarının karşılanması üzerinde durur. Tüketiciler, her gün TV, gazete reklamları, dolaylı ya da dolaysız satış ziyaretleriyle karşılaşmaktadırlar. Birileri sürekli bir şeyler satmaya çalışırken birileri de satın almaya çalışmaktadır. Pazarlamada satış, reklam, promosyon buz dağının görünen üst kısmıdır. Başka bir deyişle satış ya da reklam, pazarlama fonksiyonlarından yalnızca birkaçını ifade eder. Pazarlama, kişilerin ve örgütlerin amaçlarına uygun bir biçimde değişimi sağlamak üzere malların, hizmetlerin ve düşüncelerin (fikirlerin) yaratılmasını, fiyatlandırılmasını, dağıtımını ve satış çabalarını planlama ve uygulama sürecidir. Burada, pazarlamanın sadece üretilmiş malların üreticiden tüketiciye satışı olmadığı; üretim öncesinden başlayan pazarlama faaliyetlerinin satış ve satış sonrası olmak üzere üç ayrı aşamada birbirini tamamlayan çabalardan oluştuğu görülür. İşletmecilikte kullanılan bu geniş kapsamlı tanıma göre pazarlamanın özellikleri şöyle belirtilebilir: - Pazarlama, insan istek ve ihtiyaçlarının karşılanmasına yöneliktir. - Pazarlama, ürünler, hizmetler ve düşüncelerle ilgilidir. - Pazarlama, sadece bir malın reklamı veya satışı olmayıp, daha üretim öncesin de mamulün düşünce olarak planlanıp, geliştirilmesinden başlayarak fiyatlandırması, tutundurulması ve dağıtılmasıyla ilgilidir. - Pazarlama faaliyetleri, sürekli değişen çevre koşullarında yerine getirilir. - Pazarlama, çeşitli faaliyetler bütünü veya sistemidir (Şekil 10. 2) . Pazarlamanın Gelişim Süreci Pazarlamanın gelişim sürecini açıklamak. Üretim Anlayışı Dönemi Bu dönem pazarlamada gelenekçi anlayışı ifade eder. Üretimin, diğer faaliyetlerin odak noktası olduğu ve işletmelerin ağırlıklı olarak teknik personel tarafından yönetildiği bir dönemin anlayışıdır. 1900′lü yılların başında H. Ford’un otomobil satışlarını artırmak için üretimi verimli kılmak, seri üretim yaparak maliyetleri düşürme çabaları bu anlayışın bir sonucudur. Üretilen ürünün az, talebin çok olduğu kıtlık dönemlerinde, başka bir deyişle, satıcıların hakim olduğu piyasa şartlarında büyük miktarlarda ve ucuza mal üretmenin temel sorun olduğu bir dönemin anlayışıdır. Bu yaklaşım,”Ne üretirsem onu satarım. ” sözleriyle özetlenebilir. Satış Anlayışı Dönemi Satış anlayışına sahip işletmeler, ürünlerin satın alındığı değil, satıldığı kanısındadırlar. Bu nedenle, satış anlayışı, “Ne üretirsem onu satarım; yeter ki, satmasını bileyim. ” şeklinde ifade edilebilir. Mevcut malları, ” ne yapıp edip satmak” üretim işletmelerinde en zor faaliyet olduğu için, özellikle, her türlü satış arttırıcı çabalarda bulunarak tüketiciler satın almaya özendirilir. Bunun için baskıya varan satış teknikleri, aldatıcı, yanıltıcı reklamlar, bu anlayışın en belirgin özelliğidir. Pazarlama Anlayışı Dönemi Bu yeni yaklaşım, pazarlama ile ilgili tüm faaliyetlerin ayrı bir pazarlama bölümü içinde; ancak işletmenin diğer bölümleriyle koordinasyon halinde yürütülmesini ifade eder (Şekil 10. 3) . Bu anlayışta, “Satabileceğimiz malı üretiriz. ” düşüncesi vardır. Pazarlama anlayışı üç faktöre bağlıdır: a) Tüketiciye yönelik tutum b) Koordineli pazarlama çalışmaları c) Uzun dönemde kâr getirici satış miktarı Gelişmiş ülkelerde pazarlama anlayışı, sosyal (toplumsal) pazarlama anlayışı şeklinde daha ileri düzeydedir. Ancak, bu farklı bir yaklaşım olmaktan çok sosyal sorumluluk bilinci içinde pazarlama anlayışı olarak nitelendirilebilir. PAZARLAMA FONKSİYONLARI Pazarlama fonksiyonlarını sıralamak. Pazarlama fonksiyonlarını iki grupta toplamak mümkündür: 1) Pazarlama Sistemi Fonksiyonları - Değişim Fonksiyonları (Mülkiyet faydası yaratan satış yapma, satın alma) - Fiziksel Fonksiyonlar (Yer ve zaman faydalarını yaratan taşıma ve depolama işleri) - Kolaylaştırıcı Fonksiyonlar (Standartlaştırma ve dereceleme, pazar bilgisi toplama) 2) Pazarlama Yönetim Fonksiyonları (Şekil 10. 4) Pazarlama yönetiminin temel fonksiyonları dört başlık altında toplanır. - Ürün geliştirme ve planlama - Fiyatlandırma - Satış arttırıcı çabalar Dağıtım kanalları Pazarlamanın 4P’si olarak bilinen karma elemanları veya bileşenleri işletmelerin tüm pazarlama faaliyetlerini oluşturur. Ürünle ilgili olarak yönetimin görevi, pazarlanabilir uygun mal veya hizmeti geliştirmek ve planlamaktır. Mevcut ürünlerde değişiklik yapılması, yeni ürünlerin geliştirilmesi, üretilecek malın kalitesi, çeşitleri, marka, ambalaj, garanti konuları ile ek hizmetler sağlanması işletme için önemlidir. Pazarlama yöneticisi, satacağı mal veya hizmet için uygun fiyat düzeyini belirlemeli, indirimler, krediler, ödeme koşulları ve fiyat değişiklikleri konularında doğru kararlar almalıdır. İşletmenin pazardaki ürünüyle ilgili olarak bilgi verilmeli, tüketicileri ikna ederek satın almalarını sağlayacak şekilde sistemli tutundurma çalışmaları yapılmalıdır. Reklam, kişisel satış, tanıtma ve satış geliştirme şeklindeki satış çabaları uygulanmalıdır. Pazarlama aracı kuruluşları işletmenin dışın da yer alsa da yönetici, bu kuruluşları seçme konusunda önemli ölçüde serbestiye sahiptir. Mevcut dağıtım yapısı içinde en uygun dağıtım kanalını seçerek mamullerin uygun pazarlara uygun zamanda ulaştırmak, uygun bir dağıtım sistemi oluşturarak fiziksel dağıtımın bu kanallarla yapılmasını sağlaması gerekir. PAZAR BÖLÜMLEME VE HEDEF PAZARIN SEÇİMİ Hedef pazarın seçimini ve pazar bölümlemeyi açıklamak. Pazar bölümlemeyi, başlangıçta temel alan, rakiplere karşı işletmenin güçlü yönlerini ortaya çıkaran ve işletmenin kaynaklarını verimli kullanmayı hedefleyen analitik bir süreç olarak tanımlamak mümkündür. Geniş anlamda pazar bölümleme, tüm pazar içindeki heterojen (farklı) grupların ortak satın alma davranışları ve gereksinimler doğrultusunda homojen (benzer) gruplara ayrıştırılmasıdır. Pazar benzer gereksinimlere sahip tüketicilerden oluşur. Bunun diğer pazar bölümlerden farklı gereksinimleri olan kullanıcılardan oluşan bölümler izler. Pazar bölümleme geniş anlamda; tüm pazar içindeki heterojen grupların ortak satın alma davranışları ve gereksinimleri doğrultusunda homojen gruplara ayrıştırılmasıdır (Şekil 10. 5) . Pazar bölümlemenin nedenleri; - yeni ürün fırsatları ya da mevcut ürünleri yeniden konumlandırmak için uygun pazarları araştırmak, - pazara sunulan mal ve hizmetlerin tüketiciler tarafından daha iyi tanınması için pazara uygun olarak geliştirilmiş reklam mesajlarını yaratabilmektir. Pazarlama, müşteri isteklerine uygun olarak geliştirilen mal ve hizmetlerin uygun yer ve zamanda, uygun fiyatla müşterilere sunulmasıdır. Ancak, pazar bir bütün olarak ele alındığında ve farklı müşteri ihtiyaçları göz ardı edildiğinde tüm pazar bölümleri için tek bir ürünün sunulması, bazı kullanıcıların ihtiyaçlarının ancak bir kısmını karşılanması anlamındadır ki, bu bir anlamda işletme kaynaklarının boşa harcanmasıdır. İşletme müşterilerinin ihtiyaçlarını karşıladığı sürece varlığını devam ettirdiğine göre heterojen (farklı) gereksinim ve istekleri homojen (benzer) bölümlere ayırmak işletme için önemlidir. Böylece, işletmelerin kendi müşterilerine ilişkin veri tabanını oluşturması ve rekabete yönelik üstünlüklerini geliştirmesi mümkün olur. Pazar bölümlerinin yararlarını üç ana başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar; - hedef alınan pazarın gereksinimlerini karşılayabilecek nitelikte ürünlerin tasarlanması, - etkin ve mali açıdan verimli tutundurma stratejilerinin geliştirilmesi - sektördeki pazar rekabetinin ve özellikle işletmenin pazardaki durumunun net olarak değerlendirilmesidir. Hedef pazar seçiminde işletme iki konuda karar vermek durumundadır: Hangi pazar bölümü ya da bölümleri en büyük fırsatları sunmaktadır? Hangi pazar bölümünün en büyük potansiyele sahip olduğuna karar verirken, işletmenin amaçlarını ve güçlü yönlerini, rekabet durumunu, bölümün büyüklüğünü (satış hacmi olarak) , bölümün büyüme potansiyelini, dağıtım gereklerini, gerekli harcamaları, kâr potansiyelini, firma imajını ve bir farklı üstünlük geliştirip bunu devam ettirip ettirmeyeceğini göz önünde bulundurmalıdır. Pazar Bölümleme Türleri Pazarı bölümlemek için tek kriterden söz edilemez. Pazar bölümlenirken temel değişkenler olarak adlandırılabilecek coğrafik, psikografik, demografik ve diğer davranışsal özellikler dikkate alınır. Bu değişkenlerden bazılarını kısaca açıklayalım. - Coğrafik Değişkenlere Göre Bölümleme: Bu bölümleme türü pazarı, bölgeler, ülkeler ya da yöreler gibi farklı coğrafik birimlere ayırmak olarak tanımlanabilir. Coğrafik pazar ölçütleri ise, nüfus yoğunluğu, iklim, standartlaştırılmış pazar alanlarını kapsar. - Psikografik Bölümleme :İşletmenin hitap ettiği pazarların psikolojik temellere göre bölümlendirilmesi tüketici değerlerinin iki farklı özelliğine göre, bir başka deyişle, kişilik profillerine ve yaşam biçimlerine (psikografikler) göre bölümlendirilmesidir. Yaş, gelir, eğitim, cinsiyet, aile statüsü gibi geleneksel değişkenler, ürün ve hizmetlerin gazete, radyo, televizyon reklamları gibi iletişim kanalları yoluyla benimsenmesini sağlar. Buna karşılık psikolojik etkenler mevcut ve potansiyel pazarlara özgü davranışlarının daha iyi anlaşılmasını ve bunları dikkate alan pazarlama stratejilerinin geliştirilmesini sağlar. Tüketici pazarının bölümlenmesinde beş aşamalı bir süreç izlenir. Bunlar; 1) pazar bölümleme esaslarının tanımlaması, 2) her bir pazar bölümü için müşteri profilinin geliştirilmesi, 3) pazar potansiyelinin belirlenmesi, 4) işletmenin pazar payının tahmin edilmesi ve 5) spesifik pazar bölümlerinin seçiminin yapılmasıdır. TÜKETİCİLERİN SATIN ALMA DAVRANIŞLARI Pazarlama kavramını benimseyen işletmelerde pazarlama yöneticisinin temel görevi hedef pazarı oluşturanları belirlemek ve bunların satın alma davranışlarını incelemektir. Bireysel gereksinimleri karşılamak için satın alma eğilimini gerçekleştiren ve ürünü satın alma nedeni tüketim olan son kullanıcıların oluşturduğu pazar, tüketim malları pazarıdır. Bu pazar satın alma amacının nihai tüketim olması nedeniyle tüketim pazarı olarak da adlandırılır. Tüketici ise, bireysel gereksinimlerini belirleyen, ürünleri satın alan ve bu ürünleri kullanan kişidir. Tüketim, ürün veya hizmet satın alınmadan önce başlayan ve bunun ardından devam eden bir süreçtir. Tüketim amaçlı satın alma karar süreci; tüketicilerin bir ürün veya hizmet için duydukları gereksinimlerinin ilk kez farkına vardıkları zamandan, ürünü veya hizmeti satın aldıkları zamana kadar, bir markayı seçtikleri, bu ürünü değerlendirdikleri ve tekrar satın alma kararını verdikleri süreçtir. Genellikle, tüketicinin satın alma karar süreci şu aşamalardan oluşur; - gereksinmenin ortaya çıkması, - ürün veya hizmetle ilgili bilgilerin araştırılması, - alternatiflerin değerlendirilmesi, - satın alma kararının verilmesi, - satın alma sonrası davranışlarda bulunması. Sürecin ilk aşamasında bir gereksinimin ortaya çıkması gerekir. İkinci aşamada, bu gereksinmesini karşılayacak ürünler hakkında bilgiler elde edilmeye çalışılır. Bu bilgiler fiyat, kalite, marka imajı gibi kriterlere göre değerleme işleminden geçirilir. Satın alma kararı ile gereksinmeye en iyi cevap verebilecek ürün seçilir. Son olarak kullanımdan elde edilen deneyim ile satın alma kararı karşılaştırılarak değerleme yapılır. Gelecekteki satın alma kararı da bu satın alma deneyiminin sonucuna bağlı olarak tekrarlanır veya değiştirilir. Pazarlama yönetimi açısından tüketici davranışlarının önemi aşağıdaki faktörlerden kaynaklanır: - Tüketici davranışlarının anlaşılmasıyla tüketicilerin pazarlama uygulamalarına gösterecekleri tepkileri önceden kestirebilmek mümkündür. - Çağdaş pazarlama anlayışı tüketicilerin gereksinimlerini karşılamaya yönelik pazarlama karmasının geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. - Pazarlama faaliyetlerine tüketicilerin tepkisi işletmenin başarılı veya başarısız olmasına neden olabilmektedir. Tüketici davranışlarını bireysel ve bireysel olmayan bazı faktörler etkiler (Şekil 10. 6) . Bireysel faktörler arasında ihtiyaçlar, güdüler, algılar, tutumlar, deneyimler, benlik kavramı, değer yargıları sayılabilir. Pazarlama yöneticileri, tüketicilerin ürün ve hizmetlere duygusal tepkilerini ve hangi güdülerle satın aldıklarını anlamak ve ölçmek için psikoloji tekniklerini uygularlar. Kişisel olmayan faktörler ise, kültür, meslek, aile, referans grupları olarak belirtilebilir. PAZARLAMA BİLGİ SİSTEMİ VE PAZARLAMA ARAŞTIRMASI Pazarlama bilgi sistemi ve pazarlama araştırmasının önemini betimlemek. Pazarlama bilgi sistemi, pazarlama karar vericileri için gerekli olan bilgilerin toplanması, analiz edilmesi, değerlendirilmesi ve ilgili taraflara ulaştırılmasında insanlardan, araçlardan ve süreçlerden yararlanılmasıdır. Pazarlama bilgi sistemi, kimi zaman bazı kısıtlamalar nedeniyle gerekli bilgileri sağlayamaz. Örneğin, marka yöneticisi, rakiplerinin gelecek yıl reklam bütçelerini nasıl değiştireceklerine ve bu değişikliğin sektördeki pazar payını nasıl etkileyeceğini bilmek isteyebilir. Rakip işletmelerin bütçelerine ilişkin bu bilgiyi işletmenin pazarlama bilgi sisteminin sağlaması çok güç ya da olanaksızdır. Şekil 10. 7′de gördüğünüz gibi, pazarlama bilgi sistemi için gerekli bilgiler başlıca üç kaynaktan sağlanır. İşletme içi kaynaklardan bilgi elde etmek, diğer bilgi kaynaklarına göre hem daha hızlı hem de daha az maliyetlidir. Şekil 10. 7′de gördüğünüz gibi, pazarlama bilgi sistemi için gerekli bilgiler başlıca üç kaynaktan sağlanır. İşletme içi kaynaklardan bilgi elde etmek, diğer bilgi kaynaklarına göre hem daha hızlı hem de daha az maliyetlidir. Ancak, işletme içi bilgi kaynaklarını kullanmak beraberinde bazı sorunları da getirir. İşletme içi bilgiler genel amaçlıdır ve bu bilgiler pazarlama kararlarını almak için yeterli olmayabilir. Örnek olarak karar vericiler finansal raporları hazırlamak için muhasebe departmanı tarafından kullanılan satış ve maliyet verilerini ürün, satış gücünün ya da dağıtım kanalının performansını değerlendirmek için kullandıklarında bu verilerin karar vermeyi kolaylaştıracak biçimde yeniden düzenlenmeleri gerekir. Pazarlama araştırması, pazarlamayla ilgili herhangi bir sorunun tanımlanmasında ve çözümlenmesinde, gerekli bilginin sistemli ve tarafsız olarak araştırılması ve analiz edilmesidir. Pazarlama araştırması, insanların malları ele geçirmelerinden önce veya ele geçirdiklerinde ne düşündüklerini, ne hissettiklerini, ne yapmak istediklerini ve ne yaptıklarını inceler, değerlendirir, açıklar. Bu özellikleriyle pazarlama araştırması, pazarlama kararlarının alınmasına yardımcı bir süreçtir. Gerekli (verileri) bilgileri sağlayarak yöneticinin karar almasını kolaylaştırır. Konu ve amaç itibariyle farklılık gösteren pazarlama araştırmalarında izlenen yöntemler genellikle birbirine benzer. Araştırmalarda ortak özellik, geçilmesi zorunlu aşamaların sistematik ve bilimsel bir yaklaşım şeklini ifade etmesidir. Aynı şekilde, pazarlama araştırmasından sağlıklı sonuçlar elde edebilmek için bazı aşamalardan geçilmesi gerekir. Araştırmanın başarısı bu aşamalardan her birinin dikkatle planlanmasına ve uygulanmasına bağlıdır. Pazarlama araştırma sürecinin aşamaları şu şekilde belirtilebilir: - Araştırma konusu problemin tanımlanması - Durum analizinin yapılması - Verilerin toplanacağı kaynakların seçimi - Verilerin toplanmasında kullanılan yöntemlerin seçimi - Verilerin toplanacağı ana kütlenin belirlenmesi ve bu ana kütleden örnek seçimi - Toplanan verilerin cetvellenmesi ve analizinin yapılması - Araştırma raporunun hazırlanması. Araştırma sürecinin aşamaları kısaca şöyle açıklanmalıdır: - Problemin Tanımlanması: Pazarlama problemi karar vericinin bir seçim yapmasını gerektiren fakat yaptığı seçimin sonucu hakkında kesin bilgi sahibi olmadığı durumdur. İşletmenin karşılaştığı bir pazarlama sorunun çözümü, o problemi yaratan belirsizliğin ortadan kaldırılması, başka bir deyişle karar verebilmek için gerekli fakat karar vericinin kendi kontrolünde olmayan bilgilerin toplanıp kullanılabilir duruma getirilmesidir. - Durum Analizi: Araştırılacak pazarlama problemini tanımlayıp formüle edebilmek için araştırmacının bazı ön bilgilere ihtiyacı vardır ki, bu bilgiler mevcut durum analizi aşamasında elde edilir. Bu aşamada incelenmesi gereken konuların başında işletmenin ürettiği ürünle ilgili özellikleri, ambalajı, satıldığı pazarın yapısı, ürünün dağıtım kanalları ve ürün için yapılan satış tutundurma yöntemleri gelir. - Verilerin Toplanacağı Kaynakların Seçimi: Araştırma verilerini toplayabilmek için verilerin hangi kaynaklardan elde edileceğinin bilinmesi zorunludur. Pazarlama probleminin çözümüne yarayacak veriler; ikinci elden veriler ve birinci elden orijinal veriler olmak üzere ikiye ayrılır. İkinci elden veriler işletme içi ve işletme dışı olmak üzere iki ayrı kaynaktan elde edilebilir. Birinci elden veriler; olaylar, fikirler ve güdüler olmak üzere üç gruba ayrılır. - Veri Toplama Yöntemleri: Veriler, anket, projeksiyon, gözlem ve deney yöntemlerinden biri kullanılarak toplanabilir. Her yöntemin kendine özgü üstün ve zayıf yönlerinin olduğu unutulmamalıdır. - Örnek seçimi: Ana kütleden örnek seçimi aşamasında her şeyden önce ana kütle tanımlanır. Ana kütle çerçevesinin ve örnekleme birimlerinin tanımlanmasından sonra örneğin seçimi işlemine başlanır. Son olarak örnek verilerinden ana kütlenin özelliklerinin tahmin edilmesine çalışılır. - Verilerin Cetvellenmesi ve Analizi: Verilerin cetvellenmesi genel olarak verilerin nitelik bakımından incelenmesi, verilerde gerekli düzeltmeler yapılarak sınıflandırmaya hazır duruma getirilmesi, verilerin sınıflandırılması işlemine geçilmesidir. Sağlanan veriler çeşitli istatistik yöntemleriyle analiz edilir. - Araştırma Raporunun Hazırlanması: Yapılan araştırmada elde edilen sonuçlar bir rapor haline getirilip ilgililere sunulur. Rapor, teknik personele sunulacaksa ayrıntılara daha çok yer verilir ve bu “teknik rapor” adını alır. Eğer rapor üst düzey yöneticilere sunulacaksa “özet rapor” söz konusudur. Pazarlama araştırması problem çözmeye yöneliktir. Proje bazında uygulanır ve daha çok işletme dışındaki bilgilere dayanır. Pazarlama bilgi sistemi ise, problemin ortaya çıkmasını önlemeye yöneliktir. Geleceğe yöneliktir ve süreklilik söz konusudur. Pazarlama bilgi sistemi işletme içi ve dışı kaynaklardan gelen bilgilere dayanır. Genel olarak, pazarlama araştırması karar vericilere daha önce bilinmeyen bilgileri sunmaya çalışır. Pazarlama bilgi sistemiyse günlük olarak sürekli bilgi sağlar. 11. ÜRÜN FİYATLAMA ÜRÜN KAVRAMI Ürünlerin dokunulur ve dokunulmaz yönlerini açıklamak. Pazarlama karmasının en önemli elemanlarından olan ürün (mal), dokunulur ve dokunulmaz niteliklerin oluşturduğu bir bütündür. Ürün kavramı, farklı kesimlere farklı anlamlar ifade edebilir. Üretici ürünü, ürettiği ve böylece sayesinde kar sağladığı, çeşitli parçalardan oluşan fiziksel bir madde olarak görür; bir toptancı için ise ürün, tekrar satarak bu yoldan kar sağlama amacıyla satın aldığı bir maddedir. En son tüketici için ise ürün, kişisel ihtiyacı tatmin eden ve bu yönden fayda sağlayan bir nesnedir. Ürün, en genel anlamda, belirlenen ihtiyaçları karşılayan işletme sunumları olarak tanımlanabilir ya da bir ihtiyaç veya isteği tatmin etmek için kullanıcılara sunulan nesneler olarak ifade edilebilir. Bir başka deyişle ürün, bir kişinin değişim süreci içinde kabul ettiği istenen ya da istenmeyen her şeydir. Dar anlamda ürün, bir dizi fiziksel ve kimyasal özelliklerin kolaylıkla görülebilecek şekilde bir araya toplandığı bir nesnedir. Günümüzde ürünün sadece somut öğelerinden söz etmek, pazarlama anlayışı çerçevesinde yeterli olmamaktadır. Çağdaş tüketici ürünleri satın alırken yalnızca malların fiziksel özellikleri ile ilgilenmemekte, aynı zamanda üretici firmanın prestij ve marka imajını, örnek olarak bir buzdolabı satın alırken, buzdolabının renk, biçim, garanti ve bu ürünle birlikte sunulan bakım, onarım, yedek parça, taşıma, vb. gibi hizmetleri de dikkate almaktadır. Bunun nedeni, tüketicilerin mallardan sadece fiziksel doyum sağlamakla yetinmeyip, psikolojik olarak da doyum sağlamak istemeleridir. Tüm bunlardan yola çıkarak ürün kavramını üç ayrı boyutta ele alabiliriz. Bunlar; - Çekirdek (öz) ürün: Tüketicinin bir ürünü ya da malı satın alırken, neyi satın aldığını ifade eder. Bir tüketici otomobili, ulaşım ya da prestij sağlama düşüncesiyle satın almak isteyebilir. Bu durumda mal, tüketicinin ihtiyaçlarını karşılama bakımından algıladığı doyumdan oluşan asıl çekirdek kısımdır. Bu kavram en güzel şekilde Revlon firmasının “Biz fabrikada kozmetik üretiriz, mağazada güzellik satarız. ” sözüyle açıklanabilir. - Somut ürün: Çekirdek ürünü asıl malı tamamlayan kalite, şekil, marka ve ambalaj gibi niteliklerden oluşur. - Zenginleştirilmiş ürün: Mamulle birlikte sunulan veya işletmenin pazarlama sisteminin sağladığı ek yarar ve hizmetler bütünüdür (Garanti süresi, bakım ve onarım hizmetleri gibi) (Şekil 11. 1). Yinelemek istersek ürün ya da mal, dokunulur ve dokunulmaz niteliklerin oluşturduğu bir bütündür. Bir ürünü satın alan tüketici, ihtiyaç ve istek doygunluğu başka bir deyişle, fayda satın alır. Bireylerin satın aldığı ürünler, çoğunlukla mobilya, bira, otomobil, gazete ya da kitaplar gibi, fiziksel mallardır. Sağlık hizmetleri, eğitim, ayakkabı onarımı, tiyatro ya da otelde yapılan konaklama gibi unsurlar bazı kişiler tarafından üretilen hizmetlerdir ve bunlar da tıpkı ürünler gibi sınıflandırılırlar. Bu anlamda, sporcular, sanatçılar, ya da politikacılar gibi bazı insanları da bir ürün olarak nitelemek mümkündür. Diğer bir bakış açışıyla ya da başka bir değişle, biz onların paketleyip sattıkları akademik başarılarını, rock müziklerini ya da belirli siyasi politikalarını ya da fikirlerini satın alıyoruz. Benzer şekilde bazı coğrafi alanlar da bir ürün olarak kabul edilebilir. Örneğin Bodrum bir tatil merkezi olarak tanıtılırken, GAP Bölgesini bir tarım ve sanayi merkezi olarak tutundurma kampanyası sürdürülmektedir. Kimi zaman bir örgüt, kuruluş ya da dernek de bir ürün olarak ele alınabilir. Tüm bu özelliklerine göre ürün, bazı şekillerde ve belirli bir grup müşteriye pazarlanabilen fiziksel nesnelerin, hizmetlerin ya da örgütlerin geniş bir yelpazesinden oluşur (Şekil 11. 2). Malın geniş anlamdaki tanımı karşımıza tüm mal kavramını çıkarır. Tüm mal kavramını, bir malı ondan beklenen tüm faydaları kapsayacak şekilde fiziksel, ekonomik ve psikolojik unsurların bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Tüm mal kavramına verilebilecek örnek, otomobil olabilir. Bu örnekte dikkati çeken farklılık bazı diğer mal ve hizmetler olmadan otomobillerden faydalanma olanağının olmamasıdır. Bu araçtan devamlı faydalanabilmek için yollara, benzine, yağa, yedek parçaya, tamirciye ve otoparklara ihtiyaç vardır. Bütün bunlardan yoksun bir çevrede otomobilin varlığından ve ondan beklenen ekonomik, psikolojik, fiziksel ve sosyal faydalardan söz etmek güçleşir. ÜRÜNLERİN SINIFLANDIRILMASI Tüketim ve endüstriyel ürünlerin değişik sınıflandırmalarını tanımlamak. Ürünleri değişik biçimlerde sınıflandırmak mümkündür. Ancak ürüne ilişkin yapılan tüm sınıflandırmalarda genellikle ürünlerin dayanıklılık durumları ile hitap ettikleri pazarın yapısı bir ölçüt olarak kullanılmaktadır. Dayanıklılık Durumlarına Göre Mallar Dayanıklılık durumlarına göre malları; dayanıksız mallar, dayanıklı mallar ve hizmetler olmak üzere üç grupta sınıflandırabiliriz. - Dayanıksız mallar: Normal olarak bir ya da birkaç kez kullanım sonucu tüketilen mallardır (ekmek, jiklet, sabun, vb. ). - Dayanıklı mallar: Uzun bir süre ve bir çok kez kullanılabilir mallardır (buzdolabı, mobilya, giysi, ayakkabı vb. ). - Hizmetler: Satışa sunulan faaliyetler, fayda ya da doyumlardır (konaklama, taşımacılık, sigortacılık, bankacılık hizmetleri vb. ). Hedef Alınan Kitle ya da Pazar Bölümüne Göre Mallar Hedef alınan kitle ya da pazar bölümüne göre mallar, tüketim (tüketici) malları ve endüstriyel mallar olmak üzere ikiye ayrılır. Tüketim Malları En son tüketicilerin ihtiyaç ve isteklerini karşılayan ve başka bir işlemden geçirilmeksizin tüketilen ya da kullanılan mallardır. Tüketicilerin satın alma davranışına göre dört gruba ayrılır. a) Kolayda mallar: Tüketicilerin sık sık ve ilk görüşte satın aldıkları, karşılaştırma ve satın almak için fazla zaman ve çaba harcamadıkları tüketim mallarıdır. Kolayda malların pazarlanma özellikleri şunlardır: - Bu tür malların satışında marka, ambalaj ve etiketleme rol oynar. - Bu tür malların üreticileri, marka bağlılığı yaratacak şekilde malların reklamını yapmak zorundadırlar. - Perakendeciler bu tür malların satılması için özel çaba sarfetmezler. Bu nedenle, bu tür malların satışında kendin seç-al yöntemi çok uygulanır. - Tüketiciler bu tür malları satın almak için çok uzağa gitmek istemediklerinden üreticiler bu malları mümkün olduğunca çok perakendecide bulundurmak zorundadırlar. b) Beğenmeli mallar: Fiyat, kalite, renk, biçim ve modaya uygunluk bakımından karşılaştırma yapılarak satın alınan mallardır. Beğenmeli malların pazarlanmasında şu noktalar göz önüne alınır: - Üretici ve aracı işletmeler, dağıtım ve satış çabalarına başvurmalıdırlar. Karşılaştırma kolaylığı sağlamak üzere üretici, rakip malların yakınındaki satış yerlerinde mamulü satışa sunmalıdır. - Üreticiler, genellikle perakendecilerle yakın ilişkiler kurarlar. - Üreticiden perakendeciye doğrudan dağıtım yapılır. - Satıcı işletmenin adı, üreticinin adından daha önemlidir. ) Özelliği olan mallar: Kendine özgü nitelikleri ya da markaları nedeniyle, tüketicilerin satın almak için özel çaba harcamaya istekli oldukları mallardır. Tüketiciler, belirli bir mala ilişkin tüm bilgilere sahiptirler. Diğer mallarla kıyaslama yapmazlar. Özelliği olan malların pazarlanma özellikleri şunlardır: - Malın satın alınmasında marka ve kalite oldukça önemlidir. - Malın dağıtım alanı çok sınırlıdır. - Az sayıda aracı kullanılması üretici ile satıcıyı birbirine bağımlı kılar. Birinin başarısı ya da başarısızlığı diğerini de etkiler. - Hem üretici hem de satıcı malın tanıtımı ve satışının arttırılmasına yönelik çabalara girişirler. Üretici perakendecinin tutundurma giderlerinin bir kesimini karşılar ve reklamlarda satıcının adına da yer verir. d) Aranmayan mallar: Tüketicilerin haberdar olmadığı ya da bilseler de satın almayı düşünmediği, aniden ortaya çıkan ihtiyaçlarını karşılamak için satın aldığı mallardır (hayat sigortası, ansiklopediler vb. ). Bu tür malların pazarlanmasında yoğun tutundurma faaliyeti gereklidir. Özellikle kişisel satış çabaları en fazla başvurulan tutundurma tekniğidir. Endüstriyel Mallar Tüketiciye yönelik pazarlama faaliyetlerinden endüstriyel pazarlamayı ayıran en önemli özelliklerinden biriside ürünün niteliğidir. Endüstriyel ürün, tüketim ürünlerinden farklı olarak en son tüketiciye satılmayıp üretimde kullanılan veya alınıp üzerinde bazı işlemler yapıldıktan sonra satılan malları ifade eder. Endüstriyel ürünleri ve hizmetleri sınıflandırmada farklı yöntemler kullanılır. Endüstriyel pazarlama, kimyasal, plastik, petrol, demir çelik, diğer metaller ve tarımsal ürünlerden elde edilen diğer hammaddeler gibi ana ürün üreten temel endüstrilerle ilgilidir. Bunun dışında endüstriyel pazarlama yarı bitmiş mallar, materyaller ve dayanıklı mallarla da ilgilidir. Ayrıca, finans ve danışmanlık gibi hizmet sektörleri de kimi zaman endüstriyel pazar kapsamında ele alınır. Tüketim ürünlerinin satın alma davranışlarına göre sınıflandırılmasına karşılık endüstriyel ürünler sıklıkla uygulama-kullanım yer ve biçimlerine göre sınıflandırılırlar. Endüstriyel ürünlerde tipik bir sınıflandırma, yapılar, ağır donanım, hafif donanım, parçalar ve alt montaj elemanları, hammaddeler, işlenmiş maddeler, bakım, onarım ve işletim malzemeleri ile endüstriyel hizmet olarak yapılabilir. - Yapılar, binalar ile kimyasal işleme tesisi, bacalar ve vinçler gibi yapıların inşa edilmesi ya da kurulmasını ifade eder. - Ağır donanım, türbünler, ana bilgi işlem makineleri, lokomotifler, presler, ağır iş makineleri vb. donanımlar anlamındadır. Ağır donanım genellikle kullanıcıların istekleri doğrultusunda özel olarak tasarlanmış donanımları belirtir. . - Hafif donanım, (yardımcı araçlar)genellikle düşük satın alma maliyetleriyle küçük miktarlarda satın alınan donanımları ifade eder, bunlar genellikle ağır donanımlardan daha kısa ömürlüdürler. Hafif donanımlara örnek olarak elektrikli el aletleri, fork-liftler, ve küçük motorlar verilebilir. - Alt montaj elemanları ve parçalar, (üretim gereçleri ve parçaları) müşterinin nihai ürününün bir parçası olarak üretilmiş ürünlerdir. Elektrik motorları, yarı iletkenler, bütünleşik elektrik devreleri, ölçü aletleri alt montaj elemanları ve parça örnekleridir. Bunlar hem bitmiş ürün içinde çok sayıda bulunabilirler hem de kullanılan donanımların bir parçası olabilirler. - Hammaddeler, deniz, orman, toprak ve madenlerden elde edilen temel ürünlerdir ve üretim zincirinin başlangıcıdırlar. Bu malların arzı sınırlıdır ve önemli ölçüde arttırılmaz. Genellikle bir kaç üretici bu mallarla ilgilenir. . Markalama önemsizdir ve talep yaratma çabaları çok azdır. - İşlenmiş maddeler, arıtma, ezme, parçalama gibi benzer süreçler tarafından değerleri arttırılmış hammaddelerdir. İşlenmiş maddeler tipik olarak standart biçim ve büyüklükler haline getirilir. Pek çok kimyevi ürün, işlenmiş maddeler için iyi bir örnek teşkil eder. Asitler, yağlar, fuel-oil ve çelik pek çok üretim faaliyetinin temel bileşim maddeleri olan işlenmiş maddelere verilebilecek örneklerdir. - Bakım, onarım ve işletim malzemeleri, (işletme gereçleri) nihai bir ürünün parçası olarak değil de, örgütün normal faaliyetleri sırasında işletmeler tarafından tüketilirler. Pek çok arz edeni bulunan bu malzemeler ikame edilebilir niteliktedir. Bu kategorideki ürünlere, yağlar, kağıt ürünleri, ofis malzemelerinin tümü, zımpara gibi taşlama malzemeleri, benzin ve türevleri, zincirler ve çeşitli temizlik malzemeleri örnek olarak verilebilir. ÜRÜN (MAL) KARMASI KARARLARI Birden fazla ürün üreten işletmelerde bir ürün karması mevcuttur. Ürün karması, belirli bir satıcı ya da üretici işletme tarafından satışa sunulan ürün dizilerinden oluşur. Ürün karmasını oluşturan ürün dizisi ise, ürün karmasını oluşturan çeşitlerin ve işlevlerinin aynı olması, aynı tüketici ya da örgüt grubuna aynı tür aracı işletmelerce satılması ya da belirli bir fiyat ölçüsünde olması nedeniyle birbiriyle yakın ilişkisi olan bir grup maldır. Avon firmasının ürün karması dört önemli ürün dizisinden meydana gelir. Söz konusu bu ürün dizilerinin her biri ise, alt ürün dizilerinden ve ürün gruplarından oluşur. Yine Avon örneğini dikkate aldığımızda, Avon’un 1300 çeşit ürünü bulunurken, herhangi bir hipermarkete gittiğinizde bu ürün çeşidi sayısının 15. 000 ‘in üstünde olduğunu görebilirsiniz. Avon’un bünyesinde bulundurduğu 1300 çeşit ürün ya da bir hipermarkette karşılaştığınız 15. 000 çeşit ürün bu işletmelerin ürün karmasını oluşturur. Başka bir deyişle, her mal çeşidi ve bunların içinde yer aldığı mal dizileri bir işletmenin mal karmasını oluşturur. - İşletme İmajını Değiştirme İsteği Bir ürün karmasını tanımlayan başlıca dört boyuttan söz etmek mümkündür: ürün karmasının genişliği, uzunluğu, derinliği ve uyumu. Ürün karmasının eni, işletmenin ürün dizisinin sayısını; boyu ise, toplam ürün çeşidini gösterir. Ürün karmasının eni ve boyu yanında, birbiriyle uyumlu olup olmadığı da önemlidir. Ürün karmasının bu üçüncü boyutu, çeşitli mal dizilerinin üretimde, dağıtımda ve kullanımda ne ölçüde birbirine bağlı olduğunu gösterir. Ürün karmasının derinliği ise, her bir ürün dizisinde yer alan çeşit sayısını ifade eder. İşletmeler çeşitli nedenlerle mal karmasında değişiklik yapmak ve mamul çeşitlerini değiştirmek gereği duyarlar. Ürün çeşitlendirmesinin başlıca nedenleri şunlardır: - Talepteki Değişmeler - Rekabet Durumu - Üretim Olanakları - Pazarlama olanakları - Teknolojik Değişmeler - Finansal Olanaklar YENİ ÜRÜN KAVRAMI İşletmelerin yeni ürün ya da hizmetleri geliştirmeleri için, çok sayıda neden vardır. İşletmenin ürün dizisinde bir boşluk olabilir ya da işletmenin mevcut ürün dizileri için pazar doymuş hale gelebilir veya büyüme için yeni kaynaklar bulunmuş olabilir. Kimi zaman yenilikçi işletmeler kendilerini yeni ürün olanaklarına yönlendirecek yeni süreçleri keşfedebilirler. Aslında, yeni ürünleri geliştirmek için pek çok neden daha ileri sürülebilir ki, bunlardan ikisi atıl üretim kapasitesini kullanmak ve rakip ürünlerin yaşam eğrilerini kısaltmaktır. Yeni ürün ve hizmetlerin işletmeler için ne tür bir yararı vardır? Yeni ürün ve hizmetler, satışları dengede tutmak, işletmenin büyümesine katkıda bulunmak ve farklılaştırma yoluyla riski azaltmak amacıyla işletme tarafından geliştirilirler. Yeni ürünler, ayrıca dağıtım kanallarının daha etkin bir kullanımını da sağlayabilir. Bu ürün ve hizmetler ayrıca, bir yenilikçi olarak işletmenin imajını daha da zenginleştirmesine katkıda bulunur. Bazı durumlarda, yeni ürünler mevcut ürünlerin artıklarından geliştirilebilir, böylece kar ve maliyet etkisinin yanı sıra çevresel bir yarar da sağlanmış olur. Yeni mallar dört biçimde ortaya çıkar: - Bir benzeri olmayan, gerçek anlamda yeni mallar: Pazardaki gizli talebi harekete geçirebilmek amacıyla yaratılan ve daha önce benzeri bulunmayan mallardır (görüntülü telefon gibi). - Pazar için yeni mallar: Bu tür mallar işletmenin faaliyette bulunduğu pazarda tüketiciler tarafından o zamana kadar bilinmeyen ancak başka pazarlarda bilinen mallardır. İşletmeler bu tür başka pazarların tanıdığı malları ya olduğu gibi ya da değiştirerek üretip pazara sundukları zaman, bu mallar pazar için yeni mallardır. - İşletme için yeni mallar: Bu tür mallar pazarda öteden beri üretilen ve satılan mallardır. İşletmede bu malları üretmeye ve satmaya karar vererek mal karmasına eklerse işletme için yeni mal olur. - Pazarda var olan bir malın yerini alan ve yerini aldığı maldan çok ayrı nitelikleri olan mallarda yeni maldır. Sinemanın yerini televizyonun alması, ağaç ve madenin yerini plastiğin alması gibi Yeni ürünler, analitik bir ürün geliştirme sürecinden sonra pazara sunulur. Şekil 11. 3′te görülen aşamada pazarlamacılar işletme içi ya da işletme dışında araştırma yaparak yeni ürün fikirlerini araştırırlar. 2. aşamada pazarlamacılar bu ürün fikirlerini bir ön elemeden geçirirler. 3. aşamada ürün kavramını tanımlamak, yeni ürünün mevcut ürün dizisine/dizilerine uygunluğunu saptamak ve bu yeni ürün için işletmenin kaynaklarının ne kadar gerekli olduğunu belirlemek için en iyi yeni ürün fikirlerini analiz ederler. 4. aşamada ürün geliştirilmeye başlanır. 5. aşamada yeni ürün pazar testine tabi tutulur ve pazarlama karması değerlendirilir. Son aşamada ise, ürünün seri üretimini başlatmak ve tercih edilen pazarlama karmasını uygulamak yoluyla ürünü pazara sunarlar. YENİ ÜRÜNE NE ZAMAN İHTİYAÇ DUYULUR? Yeni ürün, işletmeye kimi zaman başarı kimi zaman başarısızlık getirebildiğinden yeni ürün kavramı işletmeler için önemlidir. Gıda sektöründe yapılan bir araştırmaya göre, yeni bir ürünün pazara sürülme süreci, ortalama 6 aylık bir zaman dilimi içinde gerçekleşiyor. Ancak bu süre, geliştirilen ürünün karmaşıklığına ve teknolojik yeniliğine göre 1218 aylık sürelere kadar çıkabiliyor. Yine pazara sürülmüş bir ürünü relansmanı 6 ayda bir gerçekleştiriliyor. Genellikle hızlı tüketilen gıda ürünlerinin piyasaya yeniden sunumu, içerik ve ambalaj değişimleri şeklinde gerçekleşiyor. Gıda sektörünün alt bölümlerinden biri olan bisküvi sektöründe de yeni bir ürünün hazırlanması için 2-3 aylık bir süreye ihtiyaç duyuluyor. Ancak yine elde edilen araştırma sonuçlarına göre rakip ürünlerin sayısının hızla artması, tüketicilerin ilgi ve taleplerinin eskiye göre daha çabuk başka ürünlere yönelmesi, işletmelerin perakendecideki raf payını arttırma ihtiyacı ve pazarda daha fazla çeşitte varolmanın tüketici ve perakendeci gözünde yarattığı olumlu etki bu süreci hızlandırdı. Bisküvi sektöründe relansman süreleri ise, farklılık gösteriyor. Ancak 8-12 ayda bir değişikliğe gidiliyor. ÜRÜN YAŞAM EĞRİSİ Ürün yaşam eğrisi kavramı, ürünün satış tarihçesini grafik olarak gösteren bir kavramdır (Şekil 11. 4). Aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi ürün yaşam eğrisi temel olarak dört aşamadan oluşur: - Giriş (sunuş-tanıtma) dönemi - Gelişme dönemi - Olgunluk dönemi - Gerileme dönemi Bu eğri üzerinde ürün hareket ettiğinde, rekabet, dağıtım, fiyatlandırma, tutundurma ve pazar bilgisiyle ilgili stratejilerin periyodik olarak değerlendirilmesi ve muhtemelen değiştirilmesi gereklidir. Ürün yaşam eğrisini kullanmakla pazarlama yöneticileri, kârlı olabilecek ürünleri daha iyi hale getirerek ürünün varlığını sür dürmesini sağlayabilir, kârsız ürünleri ise ürün portföyünden çıkarabilirler. Giriş Dönemi Yaşam eğrisinin giriş aşaması, ürünün pazar alanında ilk kez yer aldığı, başlangıçta satışların çok az ve karlılığın negatif olduğu aşamadır. Genel olarak şirket dağıtım ve tutundurma için büyük harcamalar yapmasına karşın başlangıç gelirinin düşük olmasından dolayı, kâr elde edilemez. Bu aşamada satışlar yavaş yavaş yükselir. Yeni mal, ürüne karşı acil ihtiyacı ve yeterli satın alma gücü olanlar tarafından satın alınır. Pazarda yeni malın benzeri olmadığından doğrudan rakip yoktur. Ne var ki, yeni malın yerini aldığı ikame malları üretenlerin rekabeti söz konusudur. Bu aşamada yeni malın nitelikleri alıcıların istekleri doğrultusunda sık sık yapılan pazar araştırmalarına göre değiştirilir. Yeni bir ürünü geliştirme ve pazara sunma oldukça büyük harcamalar yapmayı zorunlu kılar. Yeni ürünün zarar etme riski nispeten yüksektir. Gelişme / Büyüme Dönemi Bazı ürünler bazı nedenlerden dolayı giriş aşamasından öteye gidemezler. Potansiyel alıcılar yeni malı herhangi bir nedenden ötürü benimsemediklerinde mal tutunmamış olur. Gelişme dönemi süresince, satışlar hızlı bir şekilde artar, mal giderek aşağı gelir gruplarınca da satın alınmaya başlanır ve kârlılık en üst düzeye ulaşır, bunun ardında da kârda gerileme başlar. Bu pazarın büyümesi anlamındadır. Ürünün pazarda benimsenmeye başlanmasından sonra bir çok rakip işletme pazara girmeye çalışır. Gelişme aşaması ürünün devamlılığı açısından oldukça kritik bir aşamadır, çünkü bu gelişme süresince ürünün başarısına karşı görülen rekabetçi tepkiler ürünün yaşam umudunu etkiler. Olgunluk Dönemi Olgunluk dönemi süresince satış artışı azalan oranda devam eder, ancak en üst satış noktasına ulaşılmasından sonra satış eğrisi azalma eğilimi gösterir. Bu aşamada ürün tüm gelir grupları tarafından satın alınır. Ürünü satın alanlar içinde düşük gelir grubundakiler çoğunluktadır. Olgunluk aşaması, pazarda pek çok rakip markanın bulunmasından ötürü yoğun rekabetle karakterize edilir. Rakip, işletmeler kendi ürünlerindeki farklılıklar üzerinde dururlar. . Gerileme Dönemi Ürünün yaşam eğrisinin son aşaması olan gerileme döneminde ürün satışları ve kârlılığı, sağlanan teknolojik ilerlemeler, toplumsal eğilimlerde görülen değişmeler vb. nedenlerle artan hızda azalmaya devam eder. Bu durumda işletme, kârlılığını olumsuz yönde etkileyen malları ya doğrudan mal karmasından çıkarır ya da ürüne yapılan harcamaları kısıtlar, dağıtım ağını daraltır. Aslında bu dönemde, sektörel olarak tüm satışlar azalır. Satışlar artan oranda azalabildiği gibi, birden bire de kesilebilir. Rakip işletmelerin büyük bir kısmı gelişme aşamasında pazardan çekildiği için doğrudan rekabetle karşılaşılmaz. Ürün yaşam eğrisi kavramı, firmanın pazardaki spesifik bir ürün ya da markanın üzerine ilgisini odaklamasını sağlar. Ürün yaşam eğrisi kavramının işletmeler tarafından kullanılmasındaki esas nedenlerden biri, pazara ve rekabete ilişkin bazı özelliklerin bir aşamadan diğerine geçildikçe değiştiği ve bu değişikliklerin pazarlama stratejisi üzerinde önemli etkileri olduğu düşüncesidir. Bu yüzden her bir aşama, firmanın yerine getirmesi gereken farklı faaliyetleri gösterir. ÜRÜNE İLİŞKİN ÖZELLİKLER Bir ürünün taşıdığı markanın değerini ve önemini açıklamak. Markalama Yüzyıllardır işadamları, kendi mallarını tanımlamak ve bu malları rakiplerinden farklı kılmak için çeşitli yöntemleri kullanırlar. İlk yıllarda, pek çok potansiyel alıcı okur yazar olmadığı için, pazarlamayla uğraşanlar resimleri kullanırlardı. Daha sonra, bazı mağaza sahipleri, mağazalarını diğerlerinden ayırmak için kendi isimlerini kullanmaya başladılar. Sonuç olarak pazarlama uzmanları günümüzde kullandığımız pek çok marka ismini yarattılar. Marka, bir ürünü diğerlerinden ayırmak için kullanılan bir isim, bir sözcük, bir tasarım, bir sembol ya da bunların tümünün bileşimidir. Marka ismi, IBM gibi kısaltmaları içeren markanın söylenebilir kısmıdır. Marka işareti ise, grafik dizaynı ya da sembolü gibi markanın sözle ifade edilmeyen kısmıdır. Pek çok işletme pazara, tek bir şirket ismi altında bir çok marka sunar. Faaliyette bulunan bir işletme, yasal isim ya da ticari isimle ifade edilir. Örnek olarak, Kodak ürünlerini satan işletmenin ticari ismi Eastman Kodak Şirketi’dir. Üç tür markadan söz etmek mümkündür. Bunlar üretici markası, aracı markası ve özel markalardır. Üretici markası, ürünün üreticisi tarafından tasarlanan, oluşturulan ve kullanılan markadır. Üretici markasına örnek olarak Goodyear, Xerox, Nike, Ralph Lauren ile Black and Decker verilebilir. Aracı markaları ise, dağıtım kanalında yer alan toptancı ve perakendeciler tarafından tasarlanır, oluşturulur ve kullanılır. Neredeyse bütün büyük süper marketlerde bu tür markaları görmek mümkündür. Bu tür markalar kimi zaman özel etiket ya da mağaza markası olarak da adlandırılmaktadır. Özel marka ise, belirli bir ürün kategorisine ait markadır. Bu tür marka şirket ismi ya da diğer marka sembollerini içermez. Marka, genellikle bir işletmenin en değerli unsurudur, çünkü müşteriye tekrar seçmek istediği ya da başkalarına önerdiği belirli bir ürünü tanıma yolu sağlar. Buna ek olarak, marka ürün için rakip ürünler tarafından taklit edilemeyecek bir tanınma olanağı sağlar. Belirli markaların satın alınması bir anlamda, alıcıların kendilerini ifade etme biçimi olabilir. Polo, Champion ve Nike markaları üreticilere pazar alanında üstünlük sağlamaktadır. Bir marka ayrıca, özellikle ürün kalitesi ile ilgili herhangi bir yargıya sahip olmadıklarında, alıcıların ürün kalitesini değerlendirmelerini kolaylaştırır. Ambalajlama Ambalajlamanın üç temel fonksiyonunu sıralamak. Ambalajlama, üretilen malların pazarlanmasında önemli yeri olan ekonomik faaliyetlerden biri olup, ambalaj bu konuda yararlanılan en önemli araçlardan biridir. Ambalajlama, ürün için koruyucu bir dış kabın ve grafik dizaynının geliştirilmesini ifade eder. Bu ambalaj, ürünü koruyan ve kullanımını kolaylaştıran oldukça önemli bir unsurdur. Tıpkı marka isminde olduğu gibi bir ambalaj da, alıcıların ürüne ilişkin tutumlarını ve satın alma kararlarını etkileyebilir. Ambalaj nitelikleri, satın alma ve kullanma süresi boyunca ürüne ilişkin düşüncelerin biçimlenmesini kolaylaştırır. Ambalaj, herhangi bir ürünün belli bir kap ya da kasa içine konulduğu veya düzgün bir şekilde sarıldığı bir birimdir. Ambalaj içinde mamul bulunan kaba, muhafazaya veya zarfa verilen isimdir. Ambalaj, ürünün içindekini ve çevresini koruyan, taşınmasını, depolanmasını kolaylaştıran, ileride tamamen veya kısmen atılabilecek şekilde malzeme ile kaplanması, örtülmesi veya birleştirilmesidir. Ambalaj veya ana paket, depo edilmek veya yüklenmek üzere bir kap içine yerleştirilmiş ve belli standartlara göre işleme tabi tutulmuş, sarılmış, yapıştırılmış mamul ünitelerinden oluşur. Pazarlamada ambalajlamanın motivasyon, kolaylık ve koruma olmak üzere üç temel işlevi vardır. - Ambalajlamada Motivasyon İşlevi: Bu işleve ambalajın reklam veya tutundurma işlevi de denir. Ambalaj bir malı ne denli iyi korursa korusun, eğer mağazada satılmasına yardımcı olmuyorsa faydasızdır. Ambalaj aynı zamanda alıcıları, satın almaya, kullanmaya ve tekrar satın almaya özendirmeli, motive etmelidir. Bu özellikle self servis türü işletmeler için geçerlidir. Self serviste tüketiciye bilgi verecek ve onu satın almaya ikna edecek başlıca satış elemanı, ambalajın kendisi veya etiketidir. Ayrıca ambalaj alıcıya malı zevkle kullanma olanağı verecek bir dizayn, renk ve görüntüye sahip olmalıdır. - Ambalajlamada Kolaylık İşlevi: Ambalajın bu işlevi, özellikle modern pazarlamada satış sonrası hizmet ve tüketici tatmini açısından önem kazanır. Tüketicide satın alma sonrası doğabilecek pişmanlık ya da rahatsızlık duygusunun nedenlerinden biri de, ambalajın bu ve buna bağlı fonksiyonlarından doğar. Kolaylık sağlama, ambalajın içine yeterli ve uygun miktarda mamul konulması, tanıma, fiyatlama, raflara yerleştirme, açma, kapama, dökme, serpme, kullanma, kolaylıklarını vb. içerir. Bugün tüketicilerin mamul ambalajından en önemli beklentisi “kolaylık”tır (Kaynatılmaya hazır çorba, oluklu tuz ve deterjan ambalajı vb gibi. ). - Ambalajlamada Koruma İşlevi: Ambalajlama denilince akla gelen ilk faktör koruma olmaktadır. Özellikle tüketim malları başta olmak üzere malların büyük bir bölümü, çeşitli iç ve dış etkenlere karşı korunma ve dolayısıyla ambalajlama gerektirirler. Bu koruma, ambalajlama anından son tüketicinin malı tamamen kullanışına kadar sürmelidir. Koruma , ayrıca, malların taşıma, depolama, satış ve kullanım aşamalarının her birinde temas edenlerin korunmasını da içerir (Çocukların açmaması için ilaç kutularının özel kapakları ve patlayıcı maddeler vb. ). Koruma fonksiyonu hem iç, hem de dış ambalaj için söz konusudur. Koruma özellikle denizaşırı taşımalarda önemlidir. Ambalaj geliştirmede bazı faktörlerin dikkate alınması gerekir. Bunlar; - ürünün şekli (likit, kalınlık, kuruluk, toz granüle, gazlı, katı), - ürünün özellikleri (nemlilik, paslanabilirlik, patlayıcılık, çürüyebilirlik, kırılabilirlik, ışığa karşı duyarlılık, ısıdan etkilenme), - fiziksel ve teknik bakımdan koruma(şok, vibrasyon, hasar vb. ), - çevresel bakımdan (nem, ısı, gaz, basınç, böcekler vb), - kayıp ve hırsızlığa karşı koruma, - ürünün elden geçirimi ve dağıtımı, - depolama şekli, - perakende dağıtım ve satış şekilleri, - tüketici tercihleri, - fiyatlama, - pazarlama düşünceleri, - ambalaj ile ilgili yasal düzenlemelerdir. Etiketleme Etiketleme yöntemlerini tartışmak. Etiket, ürün ve üreticiye ilişkin genel bilgilerin yazılı olarak yer aldığı bir birimdir. Etiket, ambalajla tutundurma, bilgi verme ve yasal yönlerden ilişkilidir. Gerçekte, etiketleme, ambalajlama ve markalama arasında yakın ilişki vardır ve bunlar bir bütünün parçalarıdır. Etiket, bir ürünün tanınmasını, markayı sunması yoluyla ve rakip ürünlerle benzeri olmayan grafik dizaynıyla kolaylaştırır. TAT ketçap süpermarket raflarında kolayca tanınabilir, çünkü marka ismini okumak kolaydır ve diğer markalardan ayırıcı bir grafik dizaynı vardır. Etiket, ürünün kaynağını, içindekileri ve önemli özelliklerini, nasıl kullanılacağını, kullanımda dikkat edilmesi gereken noktaları, ürün türünü, büyüklüğünü, ağırlığını belirtir. Pek çok yasal düzenleme, ambalajlama ve etiketlemeyi direkt ya da endirekt olarak etkiler. Ayrıca etiketin toplumsal önemi de vardır. Yasa gereği, malların üzerine etiket konarak tüketicilere mala ilişkin doğru bilgiler verilmesi sağlanır. Üç tür etiketten söz etmek mümkündür. Marka etiketi, mala ya da ambalaja uygulanan etikettir. Örnek olarak, Chevignon etiketi, bir marka etiketidir. Kalite derecesi ya da ölçütü, bir harf, sözcük ya da sayı ile belirlenip malın üzerine konduğunda, bu bir dereceleme etiketidir. Tanımlayıcı etiket ise, malın neden yapıldığını, nasıl yapıldığını, nasıl kullanılacağını, nasıl işleyeceğini ve üreticinin adını ve adresini açıklayan etikettir. Fiyat Kavramı ve Fiyatlama Fiyatın anlamını ve pazarlama karması içindeki rolünü tanımlamak. Oturduğunuz ev için kira, üniversite eğitiminiz için harç ya da dişçinize veya doktorunuza muayene ücreti ödersiniz. Havayolları, demiryolları,taksi ya da otobüs işletmeleri sizden yolculuk ücreti alırlar. Oturduğunuz kentte, kentin giderlerine katılmak için vergi verirsiniz. Banka, aldığınız kredi borcu için sizden faiz tahsil eder. Tüm bu örneklerde görüldüğü gibi, herhangi bir faaliyetin ve tüketimin sonunda bir bedel ödemek zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Bedelin karşılığı ise fiyattır. Fiyat, bütünüyle tüm yaşamımızı kuşatmış son derece aktif bir kavramdır. Dar anlamda fiyat, bir ürün ya da hizmet için ödenen para miktarıdır. Geniş anlamda ise, ürün ya da hizmetin elde edilmesi ya da kullanılması sonucu elde edilen yararlar için tüketicilerin mübadele ettikleri değerlerin toplamıdır. Fiyat değeri yansıtır. Değer, satıcıların sattıkları, alıcıların ise satın aldıkları ürünlerin sahip olduğu nitelikler olarak tanımlanabilir. Fiyatlandırma hem ekonomi hem de işletme için önemlidir. Ekonomide bu mekanizma, alternatif kullanımlar arasında kaynakların tahsis edilmesinde kullanılır. İşletmede ise, fiyat kar yaratmak için bir temeldir. Fiyat, işletme amaç ve politikalarının bir sonucudur ve pazarlama karmasının önemli unsurlarından birisidir. Tarihsel olarak fiyatın oluşumu incelediğinde, geçmişte fiyat, her bir ürün için alıcılar ile satıcıların pazarlıkları sonucu oluştuğu görülür. Geçmiş dönemlerde satıcı alabileceğinden daha yüksek bir fiyat isterdi ve alıcı da ödeyebileceğinden daha düşük bir fiyat önerirdi. Daha sonra, pazarlık yoluyla kabul edilebilir bir fiyat düzeyinde buluşurlardı. Bireyler ihtiyaçlarına ve pazarlık güçlerine bağlı olarak, aynı ürün için farklı fiyatlar öderlerdi. Günümüzde ise aynı ürün için tek bir fiyat söz konusudur. Fiyat, tüketici tercihlerini etkileyen en önemli faktördür. Bu özellikle fakir sayılabilecek toplumlarda kolayda ürünler için daha geçerli olan bir olgudur. Bununla birlikte, son yıllarda fiyat dışı etkenlerde alıcıların davranışlarında önemli hale gelmiştir. Fiyat, pazarlama karmasının gelir getiren tek elemanıdır. Diğer karma elemanları ise maliyet içerir. Fiyat aynı zamanda, pazarlama karmasının en esnek elemanıdır. Ürün ya da dağıtım kanalından farklı olarak fiyat, son derece hızlı bir şekilde değişebilir. Aynı zamanda, fiyatlandırma ve fiyat rekabeti pazarlama yetkililerinin en çok karşılaştıkları sorunlardan birisidir. Bu doğrultuda fiyatın oluşturulmasında ve fiyatlandırma ile ilgili kararların verilmesinde işletme amaçları dikkate alınmalıdır. Fiyatlandırma ayrıca, pazara özgü koşulların yanı sıra çevresel koşullarla da ilgilidir (Şekil 11. 5). Fiyatlamada Göz önüne Alınacak Faktörler Fiyatlamada göz önüne alınan faktörleri belirlemek. Bir işletmenin fiyatlandırma kararlarını etkileyen faktörleri daha ayrıntılı olarak ele alan Şekil 11. 6′da da görüldüğü gibi, fiyat hem işletme içi etkenlerden hem de dış çevre faktörlerinden etkilenir. Fiyatlandırmayı etkileyen işletme içi faktörler işletmenin pazarlama amaçlarını, benimsenen pazarlama karmasını, maliyetleri ve işletmenin örgütsel yapısını içerir. Fiyatlandırma kararlarını etkileyen dışsal faktörler pazarın yapısını, talebi, rekabeti ve diğer çevresel elemanları kapsar. Fiyatlama Süreci Pazarlama yetkilileri fiyatlarını nasıl belirlerler? “Doğru fiyata ulaşmak işletme çevresinde finansal olmayan değişkenleri incelemeyi gerektirir. (Şekil 11. 7) altı aşamadan oluşan fiyatlama sürecini göstermektedir. Fiyatlama Yaklaşımları Genel fiyatlama yaklaşımlarını açıklamak. İşletmenin belirlediği fiyat, herhangi bir talep düzeyinde bir ucunda yüksek kâr diğer ucunda ise düşük kârın yer aldığı bir eksen üzerindedir. Şekil 11. 8, fiyatların belirlenmesindeki önemli koşulları özetlemektedir. Maliyetler fiyatların belirlenmesinde tabanı , tüketici algılamaları ise tavanı oluşturmaktadır. İşletme iki uç arasında en iyi fiyatı belirlemek için, rakiplerinin fiyatlarını ve işletme içi ve dışı tüm faktörleri göz önüne almak zorundadır. Uygulanması en kolay fiyatlandırma yöntemi maliyet artı yöntemidir. Maliyeti Temel Alan Fiyatlama: En basit fiyatlandırma yöntemi maliyet artı yöntemidir. Bu yönteme göre fiyat, üretim maliyetlerine standart bir kâr oranının belirlenmesiyle bulunur. Örnek olarak, inşaat şirketleri yaptıkları binaların fiyatlarını, toplam proje maliyetine belirli bir oranda kâr ekleyerek bu yönteme göre tespit ederler. Aynı şekilde, kimi zaman bazı satıcılar, iş anlaşması yaparken ürünlerinin fiyatını maliyetlere standart bir kâr oranı ekleyerek belirleyeceklerini ifade ederler. Maliyet artı yönteminde fiyatların nasıl belirlendiğini aşağıdaki gibi göstermek mümkündür; Fiyatların belirlenmesinde standart bir kâr oranı kullanmanın yararlı olup olmayacağı düşünüldüğünde, bu yöntemin işletmelere kolaylığının dışında pek bir yarar sağlamadığını söylemek mümkündür. Ancak hala daha pek çok işletme tarafından bu yöntem kullanılmaktadır. Diğer bir maliyet yönelimli fiyatlandırma yaklaşımı, başa baş analizi ya da bir diğer deyişle hedef kârı esas alan fiyatlandırmadır. Bu yöntemde firma başa baş noktasındaki ya da hedef kârın gerçekleştiği noktadaki fiyatı belirlemeye çalışır. Hedef fiyatlandırma yöntemi, özellikle otomobillerinin fiyatlarını yatırımlarının %15 ile %20’si arasında kâra ulaşacak şekilde belirleyen General Motors tarafından kullanılmaktadır. Sabit maliyetler, satış hacmine bağlı olmadan 300. 000 TL olarak gerçekleşmiştir. Toplam maliyetleri elde etmek için, satış hacmiyle birlikte artan değişken maliyetler sabit maliyetlere eklenir. Toplam gelir eğrisi sıfırdan başlar ve her satılan birimle yükselir. Toplam gelir eğrisini eğimi birim fiyatı verir. Ele aldığımız örnekte, toplam gelir ve toplam maliyet eğrileri 30. 000 birimde kesişmektedir ki, bu başa baş hacmidir. 20TL’lık satış fiyatında, işletme en az 30. 000 birim satmalıdır. Bu işletmenin başa baş noktasıdır. Bu noktada, toplam gelir toplam maliyeti karşılayacak düzeydedir. başa baş noktası aşağıdaki formül yardımıyla hesaplanabilir; Eğer işletme hedef kâra ulaşmak istiyorsa her biri 20TL’dan 30. 000 birimden fazla ürün satmalıdır. Toaster üreticisinin işletmesine 1. 000. 000TL’lık bir yatırım yaptığını ve bu yatırımdan %20 geri dönüş beklediğini varsayalım. Bu durumda üretici en azından fiyatı 20TL’dan en az 50. 000 birim satmalıdır. Eğer işletme daha yüksek bir fiyat belirlerse, hedeflediği geri dönüş oranına ulaşması için ise çok fazla ekmek kızartıcısı satmasına gerek yoktur. Üretici, farklı fiyatları da göz önüne almak ve başa baş noktasını, potansiyel talebi ve her bir fiyat düzeyindeki karlılığı tahmin etmelidir. Bu, Çizelge 11. 1′de yer almaktadır. Çizelge 11. 1, fiyatlar arttığında başa baş noktasının düştüğünü göstermektedir (2. sütun). Çünkü, fiyatlar arttığında, toaster için talep de düşecektir (3. sütun). Çizelgeye göre 18TL’lık fiyatta işletme maksimum kâr etmektedir. Ancak işletmenin belirlediği 200. 000TL’lık hedef kara bu fiyatların hiç birinde ulaşılamamaktadır. Bu hedef kâr oranına ulaşmak için üretici işletme sabit ya da değişken maliyetleri düşürme yollarını aramalıdır, böylece başa baş noktası daha düşük düzeyde gerçekleşir. Pazarı (Talebi) Temel Alan Fiyatlama: Günümüzde gittikçe artan sayıdaki işletmeler fiyatlarını belirlerken, alıcıların ürüne ilişkin algılarını temel almaktadırlar. Pazara dayalı fiyatlandırma için temel kriter olarak, maliyetler yerine alıcıların değere ilişkin algıları kullanılır. Pazara dayalı fiyatlandırmada, pazarlamacı fiyatı belirledikten sonra ürünü ve pazarlama programını oluşturmaz. Bu yöntemde fiyat, diğer pazarlama değişkenleriyle birlikte ele alınır. Şekil 11. 10, maliyete dayalı fiyatlandırma ile pazara dayalı fiyatlandırma yöntemini karşılaştırmaktadır. Pazarı temel alan fiyatlandırma, maliyete dayalı fiyatlandırmadaki süreci tersine çevirmektedir. İşletme hedef fiyatlarını, müşterilerin ürünün değerine ilişkin algılarına göre belirlemektedir. Hedef değer ve fiyatlar, ürün tasarımını ve hangi maliyetlerin oluşacağını yönlendiren faktörlerdir. Sonuç olarak fiyatlama, müşteri ihtiyaçlarının ve değer algılarının analiz edilmesiyle başlar ve fiyatlar tüketicinin algıladığı değerlerle karşılaştırılarak belirlenir. Pazarı temel alan fiyatlandırmayı kullanan işletme, farklı rekabetçi sunumlar da alıcıların hangi değerleri gözönüne aldığını belirlemek zorundadır. Bununla birlikte algılanan değerleri ölçmek güçtür. Rekabeti Temel Alan Fiyatlama: Tüketiciler, rakiplerin benzer ürünler için belirledikleri fiyatlarda, ürün değerlerine ilişkin yargılarını temel alırlar. Burada iki tür rekabete dayalı fiyatlandırma yönteminden bahsetmek mümkündür; Fiyat Liderini İzleme: Bu yöntemde işletme, kendi maliyet ya da talebini göz önünde bulundurmaksızın büyük ölçüde rakiplerin fiyatların temel alarak fiyat belirlemeye çalışır. Bu yöntemde, küçük firmalar genellikle firma liderlerini izlemektedirler. Bu işletmeler fiyatlarını, pazar lideri durumundaki işletmelere göre belirlerler. Kapalı Zarf Usulü İle Fiyat Verme: Bu yöntem, firmalar çeşitli işler için teklif verdiklerinde, bir diğer deyişle ihalelere katıldıklarında da kullanılabilir. Firma, kendi maliyet ya da talebinden ziyade rakiplerin fiyat konusundaki düşüncelerini temel aldığında kapalı zarf usulü ile fiyat vermeyi kullanır. Yeni Ürün Fiyatlama Uygulamaları Fiyatlama yöntemleri, genellikle ürünün yaşam eğrisinde geçirdiği evrelere göre farklılıklar gösterir. Yeni bir ürün sunmayı planlayan bir işletmenin karşılaşacağı sorunlardan ilki, ürün konumlandırma sorunudur. Piyasaya yeni bir ürün sunan işletmeler, öncelikle ürünü etkili bir şekilde konumlandırmalı, yani ürün için etkili bir fiyat belirlemelidir. Yeni bir ürünü ilk defa pazara sunan bir işletmenin kullanabileceği iki fiyatlama yöntemi vardır. Bunlar, pazarın kaymağını alma ve pazara nüfuz etme yöntemleridir. - Pazarın Kaymağını Alma Yöntemi: Yeni bir ürünü geliştirerek pazara sunan pek çok işletme, pazardan mümkün olduğunca fazla gelir elde etmek için yüksek bir fiyat belirler. Burada amaç, esnek olmayan talepten yararlanarak, fiyata karşı duyarsız pazar bölümünü ele geçirerek pazarın “kaymağını” almaktır - Pazara Nüfuz Etme Yöntemi: Küçük ama kârlı pazar bölümlerinde, başlangıçta yüksek bir fiyat belirleyerek pazarın kaymağını alma yöntemi yerine, bazı işletmeler pazara nüfuz etme stratejisini kullanırlar. Bu işletmeler pazara hızla ve derinden nüfuz etmek için ilk önce düşük fiyat belirlerler. Bu işletmelerin amacı, hızlı bir şekilde çok sayıdaki alıcıyı ürüne çekerek, büyük bir pazar payı kazanmaktır. Yüksek satış hacmi, maliyetlerde indirime neden olur ki, bu da işletmenin fiyatını alt düzeylerde tutmasını sağlar. Ürün Karmasına Yönelik Fiyatlandırma Uygulamaları Bir ürünün fiyatını belirlemeye ilişkin stratejiler, ürün bir ürün karmasının elemanı olduğunda değişmektedir. Bu durumda firma, tüm ürün karmasının kârlılığını maksimize edecek fiyatları belirlemek için çaba gösterir. Ürün karmasına yönelik fiyatlandırma, karmanın kapsamı içinde yer alan her bir ürünün farklı maliyet ve talebinin olmasından, ayrıca her birinin pazarda karşılaştığı rekabet yoğunluğunun ayrı olmasından dolayı oldukça güçtür. Ürün karmasına yönelik fiyatlandırma uygulamalarının bir kısmı şunlardır: - Ürün Dizisini Fiyatlandırma: İşletmeler tek bir ürün yerine bir ürün dizisi geliştirme stratejisini benimsemişlerdir. Ürün dizisindeki ürünlerin her biri farklı özellikler taşımaktadır. Ürün dizisini fiyatlandırmada pazarlama yönetimi, ilk önce dizinin toplam karlılığını daha sonra da dizide yer alan farklı ürünler arasında belirlenen toplam hedefe ulaştıracak fiyat ve kâr oranlarını belirlemelidir - Aksesuar ya da Zorunlu Olmayan Ürünlerin Fiyatlandırılması: Esas ürünle birlikte aksesuar ya da zorunlu nitelikte olmayan ürünlerin satışını gerçekleştiren pek çok işletme, bu fiyatlandırma stratejisini benimsemiştir. Örnek olarak, bir otomobil alıcısı, otomobilinde CD çalıcısı olan bir radyo ya da otomatik vites isteyebilir. Bu ve benzeri durumlarda otomobil üreticisi işletmelerin, ana ürün ile böyle ekstra özellikler içeren ürünlerin fiyatlarını ayrı ayrı belirlemesi gerekir. - Tamamlayıcı Ürünlerin Fiyatlandırılması: Esas ürünle birlikte kullanılması gereken ürünleri üreten işletmeler, bu fiyatlandırma stratejisini benimserler. Bu ürünlere örnek olarak, fotoğraf makinesi filmlerini ya da bilgisayar yazılımlarını vermek mümkündür. Üreticiler (bilgisayar ya da fotoğraf makinesi üreticileri) genellikle esas ürün için düşük, ancak tamamlayıcı ürünler için yüksek kâr marjlı fiyat belirlerler. - Yan Ürünleri Fiyatlama: İşlenmiş metal ürünleri, petrol türevi ve kimyevi ürünler gibi ürünlerin üretiminde sıklıkla ürüne göre fiyatlandırma uygulanır. Bu stratejinin kullanılmasıyla üretici işletme, ürünlerin stoklanması ve teslimatını da içeren maliyetleri kapsayan herhangi bir fiyattan kabul eden pazarı araştıracaktır. Bu uygulama üretici işletmelerin ana ürünlerin fiyatlarını düşük tutarak rekabet etmelerini kolaylaştırır. - Ürün Demetini Fiyatlama: Ürün demetini fiyatlandırma stratejisi kullanıldığında üretici ya da satıcı işletme ürünlerin bir kısmını bir araya getirerek bir kombinasyon oluşturur ve alıcılarına indirimli fiyattan bir ürün demeti sunar. Tiyatroların ve spor klüplerinin, tek bilet maliyetinden daha düşük maliyetli sezonluk bilet satmaları bu stratejiye örnek olarak gösterilebilir. Oteller de odayı, yemekleri ve eğlenceleri bir araya getirerek hazırladıkları sunum paketleriyle bu stratejiyi sık sık uygularlar. Fiyat Düzenleme Uygulamaları İşletmeler, müşterilerde görülen farklılıklara ve durum değişikliklerine göre genellikle daha önce belirledikleri fiyatlarında zaman içinde değişiklik yaparlar. Fiyatlarda düzenleme yapılmasına ilişkin kullanılabilecek stratejilerden bir kısmı aşağıda yer almaktadır. - Fiyat İndirimleri: Pek çok işletme erken ödeme, satın alma miktarları veya sezon sonu satın almaları gibi belirli nedenlerden ötürü müşterilerini bir anlamda ödüllendirme amacıyla fiyatlarını müşteriler lehine düzenlerler. Bu düzenlemeler miktar ve nakit indirimi olmak üzere iki türlü yapılabilir. - Bölümlenmiş Fiyatlama: İşletmeler müşterilerinde, ürünlerde ve konumlardaki farklılıkları izlemek için fiyatlarında düzenlemelere giderler. Bölümlenmiş fiyatlandırmada, işletme ürün ya da hizmetini herhangi bir farklılık görülmeksizin iki ya da daha fazla fiyattan satabilir. . - Psikolojik Fiyatlama: Aslında fiyatlar, ürüne ilişkin bazı bilgileri müşterilere aktarırlar. Örnek olarak, pek çok alıcı için ürünün fiyatı kaliteyi gösterir. Psikolojik fiyatlandırmada üretici ya da satıcı işletme fiyatların ekonomik yönünü değil, psikolojik yönünü dikkate alırlar - Promosyonel Fiyatlama: Promosyonel fiyatlandırma uygulamasında, işletmeler geçici olarak fiyatlarını liste fiyatların hatta kimi zaman maliyetlerin altında belirlerler. Promosyonel fiyatlandırma pek çok biçimde gerçekleşir. Süpermarketler ve departmanlı mağazalar müşterileri mağazalarına çekebilmek için, bazı ürünlerini düşük fiyatlandırırlar ki, bu ürünlere kayıp liderleri adı verilir. Üretici ya da satıcı firmalar, belirli sezonlarda daha fazla müşteri çekmek için özel olay fiyatlandırmasını da kullanırlar (Bayramlar, yılbaşı gibi). - Coğrafik Fiyatlama: Bir işletme dünyanın ya da ülkenin çeşitli yerlerinde bulunan müşterilerine, ürünlerini ne kadar fiyatla sunacağını belirlemelidir. Üretici işletme belirlediği fiyat politikası ile dağıtım kanalında kimin taşıma maliyetlerini üstleneceğini saptamalıdır. Coğrafik fiyat politikasının pek çok uygulama biçimi vardır. Üretici, üretim yerinde taşıma maliyetini üstlenirken mülkiyet alıcıya geçiyorsa bu fiyatlama şekli üretim yerinde FOB fiyatlamadır. Ancak satıcı firma alıcılar arasında coğrafik farklılıkları gözönüne almadan ürünü için tek bir satış fiyatı belirlemişse bu tekdüze teslim fiyatlama; satıcı işletme tüm pazarda bir bölümleme yaparak her bir pazar bölümünde taşıma maliyetlerini esas alarak ayrı bir fiyat uyguluyorsa bu bölgesel fiyatlama stratejisidir. Uluslararası Fiyatlama: Ürünlerini uluslararası pazarlara sunan işletmeler, faaliyette bulundukları farklı ülkelerde hangi fiyatları uygulayacaklarına karar vermelidir. Bazı durumlarda işletmeler dünya çapında bir fiyat belirleyebilir. Bununla birlikte pek çok işletme yerel pazar koşullarına göre fiyatlarını düzenlemektedir. Bir ülkede fiyatlarını belirleyen işletmenin fiyatı, ekonomik koşulları, rekabet durumunu, yasaları, toptancılık ve perakendecilik sisteminin gelişme düzeyini içeren pek çok faktöre bağlıdır. 1 12. PAZARLAMA KANALLARI VE TUTUNDURMA Dağıtım Dağıtım kanallarını tanımlamak. Ürünlerin, üreticiden alıcıya doğru geçtiği yollara pazarlama kanalları ya da bir diğer deyişle dağıtım kanalları adı verilir. Ürünler, üretim noktasından itibaren pek çok değişik yoldan geçerek alıcılarına ulaşır. Dağıtım kanalı, ürünlerin üreticilerden alıcılara doğru akışını sağlayan bireyler ya da işletmeler topluluğudur. Dağıtım kanalları, pazarlama yönetimi için ürünü, doğru zamanda doğru yerde ve uygun miktarda bulunmasını sağladığından oldukça önemlidir. Ayrıca dağıtım kanalları bu anlamda, müşteri tatmininin oluşması ve sürdürülmesinde gereklidir. Dağıtım kanalları gazın ve suyun aktığı boru yollarına benzetilebilir. Ürün ve hizmetlerin üreticiden aracıya doğru iletilmesini olanaklı hale getirir. Dağıtım kanalları, ticari ilişkilerin, ürünlerin zilyetlik ve mülkiyetinin üreticiden nihai tüketiciye geçişinin olanaklı kılınmasında sistemin etkili birimlerinden oluşur. Bu birimler arasında da çeşitli akışlar mevcuttur. Şekil 12. 1, dağıtım kanalında gerçekleşmesi olası akışları göstermektedir. Dağıtım kanalı türlerini belirlemek. Başlıca iki tür dağıtım kanalından söz etmek mümkündür. Bazı dağıtım kanallarında üretici ile alıcı arasında herhangi bir aracı yer almaz. Endirekt ya da dolaylı dağıtım kanalında ise, bunun tam aksine üretici ile tüketici arasında pazarlama aracıları yer alır. Toptancılar ve perakendeciler aracılara örnek verilebilir. Toptancılar ürünü satın alır ve söz konusu ürünü diğer toptancılara, perakendecilere ve endüstriyel müşterilere yeniden satarlar. Pazarlama aracıları ya da kanal üyeleri, belirli nitelikleri paylaşırlar. Kanalın bütün yapısı içinde her bir üyenin farklı sorumluluğu vardır. Dağıtım Kanalı Türleri Yukarda belirtildiği gibi iki tür dağıtım kanalından söz etmek mümkündür. Kimi zaman, bir ürün için belirli bir dağıtım kanalı diğerlerinden daha uygun olabildiği için çok farklı dağıtım kanalı geliştirilebilir. Farklı dağıtım kanalları, genellikle tüketici ürünler ya da endüstriyel ürünler için sınıflandırılabilir. Ancak dağıtım kanalları genel olarak Şekil 12. 2′de görüldüğü gibi iki ayrı kısımda ele alınabilir. Dağıtım kanalında aracılara gereksinim duyulmasının nedenlerini açıklamak. Şekil 12. 3, Tüketim ürünlerinin dağıtımında kullanılan kanal türlerini göstermektedir. Şekilde yer alan Kanal A’da, ürünlerin üreticiden tüketiciye doğru hareketi yer almaktadır. Ürünlerini nihai kullanıcılara kendi üretim noktalarından satan üreticiler dolaysız pazarlama kanallarını kullanırlar. Kitaplar, kartlar, CD’ler vb. ürünlerin postalama yoluyla dağıtımı büyük ölçüde bu yöntemle yapılır. Ürünlerin üreticiden perakendeciye ve ardından da tüketiciye ulaştığı Kanal B’de, büyük perakendeciler tercih edilir. Kmart, Migros, Continental ve Sears gibi perakendeciler doğrudan üretici işletmeden ürün satın alırlar. Perakendecilerin üreticiye sağladıkları en önemli yarar, on binlerce tüketici ile uğraşma yerine, daha az sayıdaki perakendeci ile ilişki kurarak, onlara daha büyük hacimlerde ürün yollayarak, dağıtım sorununa çözüm getirmesidir. Özellikle tüketim ürünleri için geçerli olan uzun bir dağıtım kanalı olan Kanal C’de ürünü, üretici işletmeden, ilk önce toptancı aracı, toptancı aracıdan da perakendeci, ondan da tüketici satın alır. Bu yöntem binlerce perakendeci yoluyla binlerce tüketiciye ürün satan üretici için oldukça pratik bir yaklaşımdır. Bir üretici pek çok perakendeci aracı yoluyla pazara ulaşmanın güç olduğunu düşünebilir. Bu taktirde daha az toptancı ile daha çok perakende satış noktasına ve tüketiciye ulaşılabilir. Toptancılar, üreticiden büyük miktarlarda satın alıp, daha küçük hacimlere bölerek veya ayırarak yeniden perakendecilere satarlar. Ürünlerin, üreticiden bir komisyoncuya (ya da simsara) ardından toptancıya, perakendeciye ve tüketiciye doğru hareket ettiği Kanal D, işlenmiş yiyecekler gibi yoğun dağıtım gerektiren ürünlerin dağıtımında kullanılır. Komisyoncu ve simsarlar ile üretici temsilcileri uzmanlaşmış aracı acenteleri olup bunlar, toptancı ve perakendeci müşterilere sattıkları ürünlerin ne sahibidirler ne de herhangi bir şekilde ürünün mülkiyetini üstlenirler. Bunlar, üreticinin iş göremediği yöre ve koşullarda belirli bir komisyon karşılığı belirtilmiş bölgelerde ürünü satarlar. Endüstriyel ürünlerin dağıtımında en fazla dört kanal seçeneği bulunur (Şekil 12. 4). Tüketici ürünlerinde olduğu gibi, endüstriyel ürün üreticileri birden fazla kanal düzeyindeki aracılarla çalışabilirler. Kanal E, endüstriyel ürünler için direkt dağıtım kanalını göstermektedir. Tüketici ürünlerinin aksine, endüstriyel ürünlerin yarısından fazlası ki, özellikle yüksek maliyetli parçalar, doğrudan dağıtım kanalı yoluyla satılır. İkinci Endüstriyel dağıtım kanalı (Kanal F), üretici ile müşteri arasındaki değişimi olanaklı hale getirmek için kanal yapısı içinde yer alan endüstriyel bir dağıtımcıyı kapsar. Söz konusu endüstriyel aracılar genellikle üretim araçları, küçük üretim araçları, bakım onarım araçları gibi standart hale getirilmiş ürünleri satarlar. Endüstriyel aracılar, ürün arz eden işletmelere pek çok fırsatlar sunarlar. Bu aracı kurumlar, yerel pazarlarda gereksinim duyulan pazarlama faaliyetlerini nispeten düşük maliyetlerle yerine getirirler. Ayrıca söz konusu bu aracı kurumlar, genellikle müşterileriyle kurdukları yakın ilişkileri sürdürdüklerinden, yerel pazarın ihtiyaçlarından haberdardırlar ve pazara ilişkin elde ettikleri bilgileri üretici işletmeye aktarırlar. Bunların dışında bu aracı kurumlar, kendi pazarlarında gerek duyulan stok miktarını ellerinde bulundurarak üretici işletmenin sermaye gereksinimini azaltırlar. Bununla birlikte, endüstriyel ürünlerin dağıtım kanalında aracı işletmelere yer vermek, kimi zaman üretici işletmelere bazı dezavantajlar getirir. Her şeyden önce, aracı işletmeler stoklarında rakip ürünleri de bulundurduklarından, endüstriyel üretici, kendi ürününü etkin bir şekilde pazara ulaştırmak için tümüyle bu aracılara bağımlı olmamalıdır. Buna ek olarak, endüstriyel aracılar, kimi zaman büyük hacimli ya da özel olanaklara veya ek satış çabalarına gerek duyulan ürünleri stokta tutmayı sürdürerek, ikame ürünleri pazara sürebilir ve malın stokta kalış süresini uzatabilir. Bazı durumlarda da endüstriyel aracı, ürünü satmak ve gereken hizmetleri yerine getirmek için ihtiyaç duyulan teknik bilgiye sahip olmayabilir. Üçüncü endüstriyel kanalda (Kanal G), belirli satış bölgelerinde pek çok üretici tarafından üretilen tamamlayıcı ürünleri satan ve üretici işletmelerden çabalarının karşılığı olarak komisyon alan, ancak üretici işletmenin kendi personeli olmayan üretici temsilcileri yer alır. Diğer endüstriyel aracılardan farklı olarak, üretici temsilcileri ya da bir diğer deyişle komisyoncular, ürünün mülkiyetini ve sahipliğini üstlenmezler. Endüstriyel dağıtım kanalında yer alan aracı kurumun işlevleri aslında, tüketim ürünlerinin dağıtım kanalında kullanılan komisyoncularla benzerdir. Dağıtım kanalında üretici temsilcilerine yer vermek üretici işletmeler açısından yararlıdır. Bu komisyoncular, genellikle dikkate alınabilecek nitelikte ürüne ilişkin teknik bilgiye ve pazar bilgisine, ayrıca müşteri portföyüne sahiptirler. Mevsimsel talebi olan ürünlerde bu aracı kurumdan yararlanılabilir, böylece üretici işletme yılın geri kalan bölümlerinde satış gücü için kaynak ayırmak zorunda kalmaz. Son olarak Kanal H, hem üretici temsilcilerini hem de üretici ile müşteri arasında yer alan endüstriyel aracıları içerir. Bu kanal, üretici firma geniş bir coğrafi alana ulaşmak istediğinde ancak, bunun için yeterli satış gücü ile teknik ve finansal kapasiteye sahip olmadığında kullanılır. Bu kanal seçeneği, özellikle işletmenin mevcut satış gücünü genişletmeden yeni pazarlara girmek istediğinde kullanılır. Farklı hedef pazarlara ulaşmak için, üretici işletme pek çok dağıtım kanalını kullanabilir ki buradaki her bir kanal seçeneği farklı pazarlama aracılarını içerir. Örnek olarak, bir üretici hem tüketicilere hem de endüstriyel alıcılara aynı ürünü sunduğunda farklı dağıtım kanallarını kullanır. Kim zaman üretici işletme aynı ürünü aynı hedef pazara ulaştırmak için birden fazla, farklı dağıtım kanalını kullanır ki bu durumda iki yönlü dağıtım söz konusudur. İki yönlü dağıtım yoluyla firma, pazarının kapsamını genişletebilir. Dağıtım Kanalını Oluşturma Kararları Dağıtım kanalının seçimi ile ilgili kararları sıralamak. Dağıtım kanalının oluşturulması kararları, işletmelerin amaç ve hedefleri ile olası kanal alternatiflerinin sağladıkları faydalara bağlıdır. Ayrıca verilecek kararlar, sadece ne tür aracılar ile çalışılacağını değil, kaç aracı kurumun dağıtım kanalında yer alacağını ve bunların hangi bölgelerde ve kimler olacağını de içerir. İşletmenin amaç ve hedefleri yine işletmenin hedef pazarı göz önüne alınarak belirlendiği için; - üretilen malların özellikleri (çabuk bozulabilir mallar; sebze ve meyve gibi ya da fazladan hizmet gerektiren mallar gibi), - hedef pazarın ne tür kanallar aracılığı ile mallara ulaşmayı tercih ettikleri (özelliği olan malların prestij veren alım noktalarından alınmak istenmesi gibi. ), - hedef pazardaki rekabet durumu ve belirli aracıların yalnızca belirli malları bulundurabilmeleri, (Coca Cola satan bir lokantanın Pepsi Cola’nın dağıtımını yapmaması gibi), - işletmenin finansal gücü, diğer hedef pazarları ve mal karması, mevcut kanal deneyimi ve ilişkileri, - çevresel faktörler (iklim ve bölgesel koşullar), dağıtım kanalını oluşturmada etken faktörlerdir. Perakendeciler Tüketiciye Nasıl Erişecek? Yeni yüzyıl tüketicisinin alışveriş sürecindeki talepleri, bugünkünden çok farklı olacak “Milenyum tüketicisi”, uygun fiyat, kalite, mekan ve eğlenceli alışveriş gibi taleplerde bulunacak. Bu talepler de perakendecileri yeni müşteri tipine ulaşma konusunda önlem almaya itiyor. Bu konuda yapılan önerileri şöyle sıralamak mümkün: - Mağazanın öncelikle kendine özgü bir rol tanımlaması yapması gerekiyor. - İkinci adımda ise sunacağı markaları rolüne uygun belirlemeli. Doğru alanları seçmeli - Kendine özgü ürün çeşidi sunabiliyor olması - Alış veriş sürecinin yeniden yapılandırılması, yeni koşullara uyum sağlaması - Alış veriş deneyiminin yeniden tanımlanması - Akılcı müşteri ilişkileri ve iletişimi - Verimlilik unsuru dikkate alınmalı Dağıtım kanalının seçimi ile ilgili kararlar, işletmeye hangi dağıtım kanalının getirisinin en fazla olacağının belirlenmesinde önemli rol oynar. Bu nedenle, alınacak karar, işletmenin en fazla kârı sağlamak için planladığı üretim miktarını ve fiyatını gerçekleştirecek ve mümkün olan en az gideri gerektirecek bir dağıtım sistemini sağlayacak yönde olmalıdır. Başka bir deyişle dağıtım kanalları, kâr sağlayan faktörlerin en uygun bir şekilde birleştirilmesini olanaklı hale getirecek biçimde seçilmelidir. Dağıtım kanalını etkileyen faktörleri bütünleşik bir yaklaşım içinde aşağıdaki gibi ele almak mümkündür. Dağıtım Politikaları Üretici işletme, dağıtım kanalı seçenekleri arasından tercih ettiği dağıtım kanalını belirledikten sonra, her bir düzeydeki aracı sayısına bir diğer deyişle dağıtım kanalı yoğunluğuna karar vermelidir. İşletme, kimi zaman belirli bir alanda sınırlı sayıda aracıdan yararlanırken diğer bir alanda aracı yoğunluğunu artırabilir. Genel olarak üç dağıtım politikasından söz etmek mümkündür. - Yaygın (Yoğun) Dağıtım: Üç ayrı biçimde gerçekleşebilir: (I) İstenen tüm pazar alanında malın dağıtımın sağlamak. Bu tür yoğun dağıtımda, yerel, yöresel ulusal ve uluslar arası dağıtım söz konusu olur. (II) Tüketicilerin malı satın almaya istekli oldukları tüm pazarlama işletmelerinde malı satışa sunmak. Sözgelişi, mal yalnızca bakkal dükkanlarında satılacaksa pazardaki tüm bakkallar ele geçirilir. (III) Türüne bakılmaksızın kullanılacak işletmelerin sayısı bellidir. Örnek olarak, cikletin birbirinden ayrı bir çok pazarlama işletmesinde satılması gibi. - Sınırlı veya Tekelci Dağıtım: Bu dağıtım politikasında, belirli bir bölgede tek bir perakendecinin ya da toptancının üretici firmanın ürününü satması öngörülmektedir. Sınırlı dağıtım politikasında, üretici ile belirli bir toptancı veya perakendeci arasında, çeşitli sorumluluklar yükleyen bir sözleşme vardır. Buna göre, üretici işletme, söz konusu dağıtım bölgesinde bir dağıtımcı kullanabilir. Ancak, kimi durumlarda dağıtımcı sayısı belirli koşullar altında arttırılabilir. Bu durumda yapılan sözleşme, birkaç dağıtımcıya belirli bir bölgede ortak dağıtım yapmaları yönünde de olabilir. Ürüne karşı marka bağımlılığının olduğu durumlarda alıcılar ürünü bulmak için ek çaba harcayabilirler, yetkili dağıtıcı da bu ürünün alıcıya ulaştırılması için ek çaba gösterebilir. Kimi zaman yetkili aracı, ürünü satmak için bazı özel araçlara gerek duyabilir. Bu durumda ise üretici ile anlaşma yoluna giderek söz konusu bölgede tek yetkili satıcı konumu elde edilebilir. Kimi zaman bazı üretici işletmeler, aracılarla yazılı sözleşme yapmaktan kaçınabilirler. Bunun esas nedeni, pazarda daha esnek davranma isteğidir. - Seçimli dağıtım: İki uç olan yoğun ve sınırlı dağıtım arasında yer alır. Az sayıda aracının kullanılması söz konusudur. Bu tür dağıtımda, tekelci dağıtıma göre daha çok aracı kullanılabilir. Ürün özel hizmetleri gerektirdiğinde bu yöntem uygulanır. Alıcılar malı arayacaklarından, üretici tüm satış çabasını üstlenmez. Ürünü her aracı kurumda satışa sunmak malın saygınlığını zedeleyebilir. Kadın ve erkek giysileri, mobilya, buzdolabı vb. malların pazarlanması, seçimli dağıtımı zorunlu kılar. Bu yöntem, üreticiye, yoğun dağıtıma göre, daha çok denetim, daha az maliyet ve yeterli pazar kapsamı sağlar. Fiziksel Dağıtım Fiziksel dağıtım en geniş anlamda, ham madde ve ürünlerin hareketlerinden, taşıma ve dağıtım sistemlerinin geliştirilmesinden, işletme yönetiminin sorumlu olduğu alan olarak tanımlanır. Başka bir tanıma göre fiziksel dağıtım, üretilmiş mamullerin tüketiciye etkin bir şekilde ulaştırılması ile ilgili tüm faaliyetlerin yerine getirilmesi ve bazı durumlarda da, ham maddelerin arz kaynağından kullanım noktasına kadar olan hareketini sağlamaktır. Bu faaliyetler, taşımayı, depolamayı, materyal yönetimini, paketlemeyi, stok kontrolünü, fabrika ve depo kuruluş yerinin seçimini, siparişlerin yerine getirilmesini, pazarın belirlenmesini ve tüketiciye yapılan hizmetleri kapsar. Bu tanım genellikle kabul edilmekle birlikte, tanımda yönetimle ilgili iki nokta belirtilmemiştir. İlki, dağıtımda büyük bir rol oynayan iletişim fonksiyonudur. Fiziksel dağıtım sisteminin iyi bir şekilde işleyebilmesi için, dağıtımla ilgili haberlerin zamanında ve doğru olarak toplanması ve yayılması gerekir. İkincisi, aynı mamullerin fiziksel dağıtımında işbirliği yapan işletmelerin ilgili faaliyetlerine gereken önemi vermemesidir. Oysa pek çok dağıtım sistemi, dağıtım sürecini yerine getirebilmek için birden fazla işletmenin kaynaklarını kullanırlar. Fiziksel dağıtım, işletmenin pazar ihtiyaçlarını karşılarken dağıtım ve taşıma masraflarını en aza indirecek işletme kapasitesi ve depo tesislerinin düzenlenmesi ile ilgilidir. Kuruluş yerleri arasında bağ kuran bir taşıma işlevidir. Bu nedenle fiziksel dağıtım, işletmelerin sayısını ve kuruluş yerlerinin seçimini, depoların coğrafi dağılımını, büyüklüklerini, sayılarını ve kullanılacak taşıma şekillerinin seçimini de kapsar. Burada amaç, işletmenin kısa ve uzun dönemde kârını arttırmaktır. Fiziksel dağıtım süreci bir siparişin alınmasından sonra başlamaktadır. Sipariş alındıktan sonra sipariş yapılan ürün ve gönderileceği pazar, dağıtım şeklinin belirlenmesi için yeniden gözden geçirilmelidir. Büyük bir pazarda, pazar payını genişletmek için rekabet eden işletme, tüketici ihtiyacını en iyi şekilde karşılayacak tatminkar bir ürün üretmek ve ürünü istenilen yerde ve istenilen zamanda bulunduracak bir dağıtım sistemi kurmak zorundadır. Fiziksel dağıtım sistemlerinin, pazarlama politikasının çalışmasında ve biçimlendirilmesinde önemli ve kontrol edici etkisi vardır. Bu nedenle, pazarlama yönetiminin fiziksel dağıtım sisteminin biçimlendirilmesi ve çalışması için önemli sorumluluğu vardır. Pazarlama ile fiziksel dağıtım fonksiyonları arasındaki etkileşim neden önemlidir. Artan rekabetle birlikte, işletmeler için artık sadece fiyat ya da ürün kalitesi bir rekabet aracı olmaktan çıkmıştır. Bu unsurların yanı sıra, fiziksel dağıtım da önemli rekabet aracı durumuna gelmiş ve bu aracı iyi kullanan işletmeler için üstünlük nedeni olmuştur. “Fiziksel Dağıtım Globalleşiyor” parçasında belirtildiği gibi fiziksel dağıtım için son yıllardaki en büyük fırsat yeni Avrupa’dır. Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında ticaretin ve ilgili mevzuatın liberalleşmesi büyümesi hızlandıracak ve Japonya’yı zorlayacaktır. TUTUNDURMA Tutundurma kavramını tanımlamak. Bir malın ya da bir dizi malın değişimini kolaylaştırmak ve sağlamak için, dağıtım ve fiyatla ilgili eylemler yapıldıktan sonra sıra tutundurma faaliyetlerine gelir. Tutundurma, tüketicilerin satın alma kararlarını etkilemek amacı ile onları bilgilendirmeyi ve ikna etmeyi amaçlayan eylemlerdir. İşletmenin, tutundurma faaliyetlerini yerine getirmesiyle; doğru malın, doğru biçimde fiyatlanarak, doğru yerlerde satışa sunulduğu alıcılara bildirilir. Tutundurma faaliyetleri, toplumun geleneklerine, göreneklerine ve kültür yapısına uygun olmalıdır. Teknoloji, tutundurma faaliyetlerine yardımcı olduğu gibi, sınırlayıcı bir faktör olarak da karşımıza çıkabilir. Ulaştırma ve basın-yayın araçlarındaki gelişmeler, yazı ve resim baskılarındaki gelişmeler, çabaları kolaylaştırır ve daha etkili kılar. Tutundurma faaliyetleri iletişim süreci ile yakından ilgilidir. Pazarlama iletişimi süreci ise satma ve satın alma eylemleri ile yakından ilgili mesajların, bir mesaj göndericiden bir mesaj alıcıya iletilmesi olarak tanımlanabilir. Şekil 12. 5 yardımı ile tutundurma faaliyetleri ile bütünleştirilen pazarlama iletişimi sürecini açıklamak mümkündür. Şekil 12. 5′ten gördüğümüz gibi, pazarlama iletişim sürecinde bir tüketiciye aynı anda pek çok mesaj iletilir. Etkin bir iletişim süreci sağlayabilmesi için, tüketiciye ulaştırılan mesajlar; - sunulan ürünler konusunda bilgi vermeli, - sunulan ürünlerin rakip ürünlerden farklı yönlerini ortaya çıkarmalı, - ürünlerin tüketici nezdindeki değerini arttırmalı, - satışları düzenlemeli, - talebi arttırmalıdır. Tutundurma karmasının kapsamında yer alan faaliyetleri ve işlevleri açıklamak. Pazarlama iletişimi sürecinin etkinliğini arttırmak için tutundurma karmasına yeterli önem verilmelidir. Tutundurma karmasının bileşenlerini şöyle sıralamak mümkündür: - Kişisel satış - Reklam - Halkla ilişkiler - Tanıtım - Satış geliştirme Kişisel Satış Alıcı ile işletmenin bir elemanın birebir ve çoğunlukla yüz yüze yaptıkları iletişim sürecidir. Satış personeli belirli bir bölgede, bir ekip halinde satış yapabilir ya da telefonla veya tezgahta satış söz konusu olabilir. İletilmesi istenen mesajları bilgilendirici, ikna edici ve hatırlatıcı bir şekilde verebilir.Kişisel satış en eski satış çabası türüdür; değişim olayının ilk ortaya çıktığından beri uygulanmaktadır. Kişisel satışın başlıca üstünlükleri şunlardır: - İki ya da daha çok kişi arasında yüz yüze, ivedi ve doğrudan ilişki kurulur. İki taraf birbirinin özelliklerini, ihtiyaçlarını ve isteklerini yakından izleyip, esnek biçimde davranabilir. - Satış ilişkisi yanında arkadaşlık ilişkileri de gelişebilir; dolayısıyla, olumlu bir satış ortamı yaratılır. - Alıcı, satış görevlisinin çabası karşısında satın alma zorunluluğu duyabilir. - Satış görevlisi gerekli bilgileri kolaylıkla toplayabilir. Bu yönleriyle kişisel satış, basılı reklamları okumaktan ve TV reklamlarını izlemekten daha etkindir. Ama, mala ve alıcıya bağlı olarak daha pahalı olabilir. Sözgelişi, bir satıcının aylığından ya da ücretinden ayrı olarak, tek bir alıcı ile görüşmek için yapacağı ulaştırma giderleri 1 TL. de olabilir, 100 TL. de olabilir. Kişisel satışta, kuşkusuz, en çok kullanılan iletişim biçimi konuşma ve yazmadır. Ayrıca iletişim, el, kol, baş, el sıkma, vb. vücut dili denilen hareketlerimizle de sağlanır. Reklam Hedeflenen alıcı kitlesini bilgilendirmek ve ikna etmek için, mesaj vericinin çeşitli medya araçları ile ve bu araçlara gereken bedeli ödeyerek, istediği iletiyi iletmesine reklam adı verilir. Genelde reklam, kitle iletişim araçları ve medya ortamları ile hedef dinleyici kitlesine verilmek istenen mesajı iletir. Kurumsal reklam: Örgütsel imajın, düşüncelerin ve politik konuların sunumudur. Ürün reklamı: Ürünlerin kullanımına, özelliklerine ve yararlarına ilişkin yapılan reklamdır. Öncü reklam: Potansiyel müşterilere ürün hakkında bilgi vererek, belirli bir ürün markasından ziyade bir ürün grubu için talep yaratmaya yönelik reklamdır. Rekabetçi reklam: Rakip ürünlere göre işletme ürünün belirli özellik ve üstünlüklerini gösteren reklamdır. Hatırlatıcı reklam: Bilinen bir ürünün kullanımına, özelliklerine ve yararlarına ilişkin olarak, tüketicilerin ürünü hatırlamaları için tekrarlanan reklamdır. Reklam, medya adı altında bilinen gazete ve dergilerden basılı mesajlar yayımlama; radyo ve TV ile mesajlar yayımlama; tüketicilere mektupla basılı yazılar gönderme, vb. çabalardan oluşur. Reklam ile kişisel satış arasındaki temel ayrılık; reklamda, reklamı sunan bir kişinin söz konusu olmamasıdır. Özellikle kitle iletişim araçları ve medya sektörü geliştikten sonra reklam çok önem kazanmıştır. Reklamın başlıca üstünlükleri şunlardır: - Kamuya açık bir iletişim aracıdır. Bu yapısıyla reklam, mala bir tür yasallık kazandırır. Alıcıların satın alma güdüleri işletme tarafından izlenebilir, kavranabilir. - Yaygın bir araçtır. Mesaj tekrar edilebilir. Rakiplerin mesajları da algılanıp karşılaştırma yapılabilir. - Basım, ses ve renk sanatı kullanılarak işletme ve mallar çekici duruma sokulabilir. Reklam, açık, yaygın ve anlamlı bir çabadır; ama, kişisel satışın zorlayıcılığına sahip değildir. Reklamı izleyenler, dikkat etmek ya da karşılık vermek zorunluluğu duymazlar. Reklam, tek yönlüdür, karşılıklı konuşma yoktur; bu nedenle, daha güçlü ve daha az esnektir. Halkla İlişkiler Bir kurumun, malları ve hizmetleri ve genellikle de kurum hakkında topluma iletiler sunulmasına halkla ilişkiler adı verilir. Tanıtım Bir mal, hizmet, yer, fikir, kişi, ya da kurum hakkında herhangi bir bedel ödemeksizin yayınlanan haberlere tanıtım adı verilir. Satış Geliştirme Kişisel satış ve reklamın dışında kalan çabalardır. Satış geliştirme, tüketicileri satın almaya özendirmek ve aracıların işlevlerini daha etkin kılmak için yapılan her türlü çabadır. Vitrin düzenleme, sergileme, gösteri, kupon yayınlama, yarışma düzenleme vb. Fiyat indirimi, satışçılara prim verme gibi çabalar da öteki satış çabaları arasında sayılabilir. Bu tür çabalar satış promosyonları diye bilinir. Söz konusu satış çabalarının başlıca üstünlüğü şudur: Bu çabalarla, tüketicilerin dikkatleri belirli mallara çekilir. Tüketiciye özel bir satış durumunu elde etmek olanağına sahip olduğu, bu olanağı bir daha ele geçiremeyeceği söylenir. Ancak, bu tür çabalar, malını satmak için işletmenin çok hevesli olduğu havasını yaratabilir. Çok sık ve dikkatsizce kullanılırsa, malın niteliğine ve fiyatına ilişkin kuşkular uyandırabilir. Basın ve yayın araçlarında bir işletme ya da bir mal haber olarak kamuya sunulduğunda da bir tür satış çabasından söz edilebilir. Yayın aracı kendi isteğiyle izleyicilerine haberi ulaştırır. İşletmenin kendi dışında oluşan bu reklam, işletmenin satışlarını olumlu yönde etkileyebilir. Bu tür reklama tüketiciler daha çok inanırlar. Ayrıca satıcılardan ve reklamlardan kaçanlara ulaşmak için etkin bir çabadır. Tutundurma karmasının bileşenlerine ait karşılaştırma Çizelge Tutundurma karmasının hazırlanmasını ve tutundurma yönteminin seçimini betimlemek. Tutundurma Karmasının Hazırlanması İşletmeler amaçlarına ulaşmak için, yukarıda belirtilen öğelerin en uygun bir karışımını oluşturup mesajlarını hedef gruplarına aktarmak zorundadırlar. Bu karmayı oluşturmada önemli olan faktörler; pazarın yapısı, ürünün özellikleri, ürünün yaşam eğrisinde bulunduğu aşama, ürünün fiyatı, eldeki finansal olanaklardır. - Pazarın yapısı: Çok geniş pazara, satış elemanları ile ulaşmanın ekonomik olmadığı ya da imkansız olduğu durumlarda kitle iletişim araçları kullanılır. Hedeflenen alıcıların yapısı da dikkate alınması gereken faktördür. Çünkü, endüstriyel alıcılara kişisel satışla ulaşmak en iyi sonucu verir. - Malın özellikleri: Etkin bir karma belirlemede, ikinci önemli faktör ürünün özellikleridir. Yüksek düzeyde standartlaştırılmış ürünler, istek ve ihtiyaçlara göre üretilen mallardan farklı olarak tutundurulur. Ürünler standartlaştırıldıkça reklam ve kitle iletişim araçları etkili olurken, ürünler alıcıların özel istek ve ihtiyaçlarına göre üretiliyorsa bu taktirde kişisel satış çabaları, tutundurma karması içinde daha fazla olmalıdır. - Malın yaşam eğrisinde bulunduğu aşama: Ürünlerin içinde bulundukları yaşam eğrisi de tutundurma kararlarında etkilidir. Pazara yeni sunulan bir ürün için yoğun bir kişisel satış ve reklam çabası gerekli olur. Bu aşama içinde ürün konusunda pazara bilgi verilir, ürünün faydaları alıcılara aktarılır. Ürün yaşam eğrisinin gelişme ve olgunluk dönemlerinde ise, reklam göreceli olarak önemini kaybedip yerini kişisel satışa ve satış arttırıcı çabalara bırakır. - Ürünün fiyatı: Tutundurma kararlarında önemli olan bir başka faktör de ürünün fiyatıdır. Düşük fiyatlı ürünlerin satışı için reklam en çok başvurulan yöntem iken, ürünün birim fiyatı arttıkça kişisel satış yapma gereği de artar. Tutundurma Yönteminin Seçimi İşletme ve işletmenin pazarlama karmasına karşı hedef pazar birimlerinin davranışları olumlu olsa bile, zaman zaman tüketiciye yönelik hatırlatma çabalarında bulunulmalıdır. Tüketicilere, geçmişte duydukları doygunluklar hatırlatılarak, rakip firmalara kaymaları önlenmelidir. Gerçekte tutundurma faaliyetleriyle uzun süreli bir amaca ulaşılmak istenir. Tüketicileri etkileyerek malları -ya da hizmetleri, düşünceleri- benimsemeleri sağlanmaya çalışılır. Yeni pazara sürülen bir mal, belirli aşamalardan geçilerek benimsenir. Mal benimseme süreci şu aşamalardan oluşur: a. Haberdar olma b. İlgi duyma c. Değerleme d. Deneme e. Benimseme Birinci aşamada, umulan tüketiciler malın var olduğundan haberdar olurlar. Ancak, malla ilgili bilgiler yeterli değildir. Kendiliklerinden daha çok bilgi elde etmeye de pek çalışmazlar. Eğer, yönlendirilirler ya da isteklendirilirlerse, ikinci aşamaya geçerler, mala ilgi duyarlar. Malın özellikleri, kullanılış yeri ve biçimi, üstün ve sakıncalı yönleri, fiyatı, satış yeri, vb. konularda bilgi toplarlar. Üçüncü aşamada, malın belirli bir ihtiyaçlarına ve isteklerine uygun olup olmadığına ilişkin bir değerleme yaparlar. Eğer bu konuda olumlu bir sonuca ulaşırlarsa, malı denemek isterler. Bu nedenle de malı denemek için satın alırlar. Eğer mal çok pahalı ise ya da malı bulamazlarsa, satın alıp deneyemeyecekleri için benimseme de gerçekleşmez. Parasız örnek dağıtarak tüketicilerin malı denemeleri sağlanabilir ya da tüketici malı başkasından ödünç alarak deneyebilir. Deneme olumlu geçerse, mal benimsenir. Malı benimseme sürecine giren bir tüketicinin, sonuçta malı kesinlikle benimseyeceği sanılmamalıdır. Herhangi bir aşamada mal reddedilebilir. Hatta mal, benimsendikten sonra da geçici ya da sürekli olarak reddedilebilir. Bilgi verilerek ve inandırılarak, umulan tüketicilerin davranışları etkilenir ve malı benimsemeleri sağlanır. Sonra da tüketicilerin maldan duydukları doygunluk hatırlatılarak, benimseme kararları kendilerine sanki onaylattırılır. Tüketiciler, malı benimseme sürecinin çeşitli aşamalarında, farklı bilgi kaynaklarına (yöntemlerine) farklı biçimde tepki gösterirler. Kitle iletişim yöntemleri, çok sayıda umulan tüketiciyi birinci aşamaya sokmak için etkili olur. Tüketim mallarını üretenler, yeni malları pazara sürdüklerinde, genellikle yoğun reklam kampanyaları düzenlerler. Bunu, hedef pazarın büyükçe bir bölümündeki umulan tüketicileri hızla maldan haberdar etmek için yaparlar. İlgi duyma aşamasında, bilgi arayan tüketicilere ulaşmak için yine kitle iletişimi etkili olur. Değerleme aşamasında ise tüketiciler kişisel kaynaklardan -arkadaş, tanıdık, kurum, vb. – bilgi ele geçirmeye çalışırlar. Deneme aşamasında ise alıcılar, satış görevlilerinden malın özellikleri ve kullanılışına ilişkin bilgiler ele geçirmek isterler. Bu aşamada da arkadaş ve tanıdıklar önemli bilgi kaynaklarıdır. Benimsenme aşamasına girildiğinde, satış görevlileriyle kişisel iletişim ve reklam yoluyla kitle iletişimi gerekir. Malı benimseme süreci kavramının yanı sıra, bir de hareket yönlü (action oriented, AIDA) model söz konusudur. Bu modele göre, satış çabalarının başlıca şu görevleri vardır: - Dikkat çekme - İlgi yaratma - İstek uyandırma - Hareket sağlama Benimseme süreci ile AIDA görevleri birbiriyle ilişkilendirilebilir. Tüketicilerin mala dikkatlerini çekecek biçimde satış çabası yapıldığında, tüketiciler maldan haberdar olurlar. Tutundurma, mala ilgi yaratacak biçimde yapılırsa, tüketiciler mala ilgi duyarlar. Satış çabaları mala karşı tüketicilerde istek yaratacak biçimde yapılırsa, değerleme aşamasında etkili olur. Tüketici malı denemek üzere harekete getirildiğinde, malı dener ve satın alma kararı oluşur, mal benimsenir. Tüketicilere, verdikleri kararı onaylatmak ve sürekli olarak hareketli kılmak için, satış çabaları da sürekli olmalıdır. Bilgi verme, inandırma ve anımsatma, temel amaca-davranışı etkilemeyeulaştıran alt amaçlardır. Ayrıca, satış çabası yönteminin seçiminde ve satış çabalarının planlanmasında, malı benimseme süreci de göz önüne alınmalıdır. Bir işletme yeni bir malı pazara sürdüğünde, tüketiciler aynı anda benimseme sürecine girmezler. Bu nedenle, satış çabaları yapılırken ya da bir kampanya düzenlenirken, belirli bir hedef tüketici grubunun, benimseme sürecinin hangi aşamasında olduğu bilinmeli ve ondan sonra mesaj geliştirilmelidir. İlgi duyma aşamasındaki tüketiciler ile deneme aşamasındakiler farklı bilgilere ihtiyaç duyarlar. KAMPANYA” KAVRAMI Kampanya, belirli bir amaca ulaşmak için ve bir konu ya da düşünce çevresinde oluşturulan, planlanmış ve düzenleştirilmiş bir dizi satış çabasıdır. Reklam kampanyası, hedef kitleye yönelik bir dizi reklamın yaratılması ve sunulmasıdır. Kampanya, genellikle reklamla ilgilendirilen bir kavram ise de gerçekte tüm satış çabalarıyla ilgilidir. Bir işletme, coğrafi yönden, yerel, bölgesel ya da ulusal kampanyalar yapabilir. Kampanya, tüketicilere, toptancılara ve perakendecilere yöneltilebilir. Malın yaşam süreci göz önüne alınarak kampanyanın türü belirlenir. Kampanyanın başarılı olması için tüm çabalar birleştirilmelidir. Reklam programı, bir dizi birbirine bağlı, iyi zamanlanmış ve titizlikle yerleştirilmiş reklamlardan oluşur. Kişisel satış çabaları, reklamlarda belirlenen malın özelliklerini açıklama ve gösterme biçiminde, reklam programıyla ilişkilendirilir. Mevsimlik kampanyalarda, satıcıların alıcılara uğrama zamanlaması yapılır. Reklam kampanyası açıldıktan sonra, satıcılara, kampanyanın reklamla ilgili olan kesimine ilişkin tüm bilgiler verilmelidir. Reklamlarda işlenen konu (tema), kullanılan reklam araçları, kullanılan resimler açıklanmalıdır. Satıcılar, bu bilgileri toptancılara ve perakendecilere aktarmalıdırlar; böylece, aracıların kampanyaya etkin biçimde katılmaları sağlanmış olur. 13. ÜRETİM SİSTEMLERİ VE YÖNETİMİ ÜRETİM KAVRAMI Üretim kavramını tanımlamak. Üretim, ürünlerin ve hizmetlerin yapılmasıyla ilgili bir kavramdır. Ürünler, genellikle, tüketicilerin gereksinmelerini, yerine getirildiği sırada karşılayan somut (fiziksel) varlıklar biçiminde görünürken; hizmetler, yalnızca yapılırken tüketicinin gereksinmesini karşılayan soyut çabalar olarak bilinir. Üretimin amacı, insan gereksinmelerini, bir dizi ürün ve hizmetle doyuma ulaştırarak, onları, ekonomik anlamda mutlu etmektir. Bu bağlamda, ürünlerin çeşitli üretim kaynaklarıyla yapılması, depolanması, taşınması, satılması gibi eylemlerin tümü, insan gereksinmelerinin karşılanmasına yönelik olduğu için, üretim sayılır. Başka bir deyişle, ham ve yardımcı maddelerin fiziksel değişikliği sonunda yaratılan fayda ürün kavramıyla; depolama, taşıma, satma ve satış sonrası eylemler sonunda yaratılan fayda ise mala dayalı hizmet kavramıyla belirtilir. Teknik kökenliler, ham ve yardımcı maddeleri, işletme malzemelerini, yarı mamulleri ve parçaları, kullanılabilir ürüne dönüştürme çabalarını üretim olarak tanımlarlar. İşletme kökenliler ise üretimi fayda yaratma olarak tanımlama eğilimindedirler. Üretim tanımında hangi yaklaşım benimsenirse benimsensin, yapılan işlem, işletmelerin çevrelerinden aldıkları bir dizi girdiyi, belirli bir süreçten geçirerek, tüketicilerin gereksinmelerini karşılayan mal ve hizmete (çıktı) dönüştürme Bu açıdan bakıldığında, üretim çıktısı (mal veya hizmet) ile üretim girdisi (kaynaklar) arasında, şu biçimde bir işlevsel ilişki vardır: Yukarıdaki eşitliğe göre, üretim süreci çıktısı adı verilen mal ve hizmetler, üretim kaynakları ya da üretim faktörleri adı verilen üretim süreci girdisinin işlevidir. Üretim terimi, yalnızca fiziksel mal üretimini değil, aynı zamanda hizmet üretimini de içeren geniş bir kavramdır. Bilindiği gibi, mal kavramı içine, otomobil, giysi, ev, gıda, mobilya, yol, gemi, kitap, televizyon, uçak, baraj, resim, heykel, ilaç gibi ürünler girer. Hizmet kavramı ise; avukat, öğretmen, berber, garson, pilot, aşçı, polis gibi unvanları taşıyan insanların yerine getirdiği işlevlere verilen addır. Mallar, genellikle somut varlıklar, hizmetler, tüketicinin ihtiyaçlarını karşılayan ve depolanamayan soyut üretim çabaları olarak bilinir. Endüstri işletmelerinde üretim; taşınan, depolanan, satın alınan, satılan, bakım onarımı yapılan soyut varlıkların ortaya çıkarılmasını ifade eder. Bu tür üretim, imalat dönüşüm sürecinde hammaddelerin şeklinin değiştirilmesi ya da imalat montaj sistemlerinde parçaların birleştirilmesi ile gerçekleştirilir. Büyük endüstri işletmeleri, örneğin; otomobil fabrikaları, bazı parçaları kendileri yapar, bazı parçaları yan sanayiden satın alır, daha sonra da tüm parçaların montajını yaparak otomobili üretir. Çizelge 13. 1′ de, endüstri işletmelerinde üretilen iki ürün, başlıca üretim kavramları açısından birbiriyle karşılaştırılmıştır. Hizmet Üretimi, işletme ile tüketici arasında dolaysız ilişki kurmayı sağlayan sosyal bir eylemdir. Hizmet işletmelerindeki üretim, imalat işletmelerindeki üretimden oldukça farklıdır. Hizmetler, üretilirken tüketilir.Dolayısıyla, hizmetlerin kalitesini ölçmek, malların kalitesini ölçmekten daha zordur. Mal üretimi, genellikle, sermaye yoğunken, hizmet üretimi (emek) yoğundur. Ancak, son teknolojik gelişmeler, bazı hizmet işletmelerinde, emek yoğunluğunu azaltmıştır. Örnek; olarak bankalarda otomatik vezneler, tıpta yapay zeka ve uzman sistemler, hizmette emeğin yerini almaya başlamıştır. Endüstri işletmelerinde stok kontrolü ağırlık taşırken, hizmet işletmelerinde kuyruk sorunlarının çözümü önem kazanır. Hizmet işletmelerinin girdileri de genellikle, endüstri işletmelerinin girdilerine benzer. Buna karşın, hizmet işletmelerinin çıktıları, somut değil soyuttur. Dolayısıyla, hizmet işletmelerinde, işgörenlerin teknik özelliklerinden çok, davranışsal yönleriyle ilgilenilir. Bu amaçla, iş görenlerin tüketicilere davranışları ve tüketicilerin hizmetten memnuniyeti, etkili bir geribildirimle izlenmelidir. Mal ve hizmetlerin en belirgin ayırıcı özelliklerini, Çizelge 13. 2′de görebiliriz. Buraya kadar yapılan açıklamaları özetlemek gerekirse; üretimin amacı, insan gereksinmelerini doyuma ulaştırmaktır. Dolayısıyla, mal ve hizmetlerin üretilmesi, depolanması, taşınması ve satılması da, insan gereksinmelerini karşılamaya yönelik olduğu için üretim kavramı içine girer. Aslında, dar anlamdaki üretim kavramı ile yalnızca bir şekil faydası yaratılmış olur. Bunun yanında, üretilen malların bol bulundukları zamanlarda depolanarak kıt bulundukları zamanlarda pazara çıkarılmasıyla bir zaman faydası yaratılmış olur. Benzer şekilde, malların bol bulundukları yerlerden az bulundukları yerlere taşınmasıyla da bir yer faydası yaratılır. Mal ve hizmetlerin ihtiyaç sahiplerine satılmasıyla, bir mülkiyet faydası yaratılmış olur. Malların insan gereksinmelerini karşılama özelliğine fayda adı verildiğine göre; şekil, zaman, yer ve mülkiyet faydası yaratan üretim, depolama, taşıma ve satma çabalarının tümü birden üretim kavramı içine girer. Üretim nasıl tanımlanırsa tanımlansın, yapılan işlem, işletmelerin çevrelerinden aldıkları birtakım girdileri, belirli bir süreçten geçirerek, tüketicilerin gereksinmelerini karşılayan ürünlere dönüştürme çabasıdır. Her işletme mal veya hizmet ya da her ikisini birden üretmek için kurulur. Dolayısıyla, üretim işlevi, tüm işletmelerin kalbi durumundadır. Mal veya hizmet üretim süreçleri, işletmelerin içinde bulunduğu koşullara göre farklılık gösterir mi? Stoksuz üretim sistemi örneğinde, yurt dışında yüksek öğrenim gören gençlerin, Türkiye koşullarını gelişmiş ülkeler koşulları gibi görme eğiliminde oldukları sonucuna varıyoruz. Gelişmiş ülkelerde başarıyla uygulanan ve olumlu sonuçlar veren yol, yöntem ve sistemlerin, aynı koşulları taşımayan diğer ülkelerde kolay kolay uygulanmayacağı, kısmen uygulansa bile eski sistemleri aratacak kadar olumsuz sonuçlar verdiğini kabul etmek zorundayız. ÜRETİM SİSTEMİ Üretim sistemlerinin aşamalarını açıklamak. Üretim eylemlerinin sistem yaklaşımıyla analizi, bu eylemlerin anlaşılmasını kolaylaştırır. Aslında, işletmedeki tüm alt birimlerin ve eylemlerin sistem yaklaşımıyla ele alınması, amaçların açıklığa kavuşmasını, bu amaçlara ulaştıracak araçların ve araçlar arasındaki ilişkilerin belirlenmesini kolaylaştırır. İşletmedeki diğer bütün işlevler, üretim ve pazarlamaya destek sağlamak amacına yöneliktir. Ancak, işletmedeki her işlevin belirli bir sistem içinde işlevini yerine getirmesi gerekir. Konuya bu açıdan bakıldığında, belirli amaçları gerçekleştirmek için bir araya getirilmiş insanların, nesnelerin ve işlemlerin, belirli bir çevre içinde işlev görmesi koşulu vardır. Tüm öğeleriyle birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu bu çevreye, sistem adı verilir. Şekil 13. 1, üretim sistemi içinde yer alan unsurları simgelemektedir. Üretim sisteminin yeterli ve etkili biçimde yönetilmesi ve işletilmesi, birinci derecede, işletmenin üretim yönetiminin sorumluluğu altındadır. Üretim sisteminin temel öğeleri; girdiler, dönüşüm süreci, çıktılar ve geribildirimdir. Bu temel öğelere kısaca değinmekte yarar vardır. Girdiler Üretim sürecinde kullanılan girdi türleri, oldukça karmaşık bir görünüm sergiler. Şekil 13. 1′den de izlenebileceği gibi, başta işletmeye tahsis edilen sermaye olmak üzere, bu sermayenin yatırıldığı hammaddeler, yardımcı maddeler, işletme malzemeleri, makineler, çeşitli donanımlar, binalar, arazi, know-how gibi maddi ve gayri maddi haklar girdileri oluşturur. Daha sonra, üretim yapabilmek için gerekli olan işgücü ve her çeşit bilgi de üretim girdisi olarak nitelendirilir. Ayrıca, üretim için gerekli olan standart bir zamana da ihtiyaç vardır. Üretim faktörleri pazarından sağlanan ve genel muhasebe tarafından kaydı tutulan her türlü üretim faktörünü, işletmenin girdileri olarak düşünebiliriz. Bilindiği gibi genel muhasebe, dışardan bir bedel karşılığı işletmeye giren değerler için borç kaydı yapar ve bunları işletme varlıkları içine dahil eder. İşletmeler, girdi sağlarken, dış çevredeki satıcıları, rakipleri, uluslararası ekonomik ilişkileri, tüketici istek ve arzularını, devlet düzenlemelerini, teknolojik ve ekonomik koşulları göz önünde bulundurmak durumundadır. Dönüşüm Süreci Üretim sisteminin dönüşüm sürecinde, üretim kaynakları, mal veya hizmete dönüştürülür. Başka bir deyişle, dönüşüm sürecinde katma değer yaratılır. Aslında, katma değer yaratmanın sayısız yol ve yöntemleri vardır. Burada yalnızca dördü üzerinde durulacaktır. - Biçim değişikliği yaparak katma değer yaratma Genellikle dönüşüm sürecinde, hammadde ve yardımcı maddeler, birtakım kimyasal ve fiziksel değişime tabi tutularak, tüketicilerin talep ettikleri biçime dönüştürülür. Kesme, tornalama, bükme, yapıştırma, montaj ve benzeri işlemler yoluyla, biçim değişikliği meydana getirerek, girdiler katma değere dönüştürülür. Kısaca belirtmek gerekirse, hammaddeler, yardımcı maddeler ve işletme malzemeleri, dönüşüm sürecinde biçim değiştirerek, ilk değerlerinden daha fazla bir değerde mal veya hizmet biçimine gelmiş olur. - Taşıma yoluyla katma değer yaratma Dönüşüm sürecinde katma değer yaratmanın ikinci yolu, taşımadır. Herhangi bir varlık, ilk bulunduğu yerden başka bir yere taşınırsa değeri artar. Örneğin, çiçek ve güllerin evimize getirilmesi ya da çöplerin evimizden alınması, narenciye ürünlerinin yetiştikleri yerlerden tüketim yerlerine getirilmesi ve benzeri taşımalar da bir katma değer oluşturur. - Depolama yoluyla katma değer yaratma Belirli bir mal, belirli bir süre, doğal çevre koşullarında saklanabilirse, değeri artar. Örnek olarak, yaz ürünlerinin depolanarak, kışın pazara sürülmeleri daha yüksek bir değerle satılmalarını sağlar ya da birkaç gün bir motelde kalırsak, motelde bir katma değer yaratılmış olur. - Değişim yoluyla değer yaratma Bir varlık, onun bütün öğelerini iyice anlayıp beğendiğimiz zaman, önceki duruma oranla daha değerli duruma gelir. Aynı şekilde, satın almayı düşündüğümüz bir varlığın bir de garantisi olduğunda, değeri daha da artmış olur. Kısacası, mal ve hizmetleri para ile değiştirirken uygulanan değişim çabaları, o varlığa daha fazla bir değer kazandırır. Görüldüğü gibi, herhangi bir varlığa çok değişik yollardan değer kazandırmak mümkündür. Bir mal veya hizmet, belirli bir yerde, belirli bir zamanda, belirli bir biçimde ya da belirli bir olumlu izlenimde, daha değerli duruma getirilebilir. Bütün bu değişikliklerin planlanması, uygulanması ve denetlenmesi, dönüşüm sürecinde yapılır. Çıktılar Üretim sisteminden, somut olarak, mal veya hizmet biçiminde başlıca iki çıktı elde edilir. Şekil 13. 1′de yer alan diğer çıktılar, mal veya hizmetin miktarına, kalitesine, maliyetine ve üretim zamanına ilişkin soyut bilgilerdir. Bu belgelendirilmiş ya da bilgi kütüklerine (formlarına) yazılmış verilerle, çıktı biçimindeki mal ve hizmetler hakkında bütünleştirilmiş bilgi sahibi olunur. Dolayısıyla, kalite, miktar, zaman ve maliyet biçiminde gösterilen bilgileri, mal ve hizmetlerin tamamlayıcısı olarak görmek gerekir. Aslında, mallar ile hizmetler arasına kesin bir sınır konulamaz. Örnek olarak, bir diş doktoru, hem mal hem de hizmeti birlikte üretir durumda olabilir. Aynı biçimde, bir dayanıklı tüketim malı satın alırken, aynı zamanda, taşıma, depolama, satış sonrası hizmetleri de satın almış oluruz. Bu nedenle, dönüşüm süreciyle ilgili her türlü üretim yönetimi ilke ve uygulamaları, hem mallar hem de hizmetler için geçerlidir. Birinin üretiminde edinilen deneyim, diğerinin üretiminde de yararlı olur. Geribildirim Üretim sisteminin diğer bir temel öğesi, geribildirimdir. Üretim planlamasında ve üretim sürecinde bir hata olabilir. Geribildirim, bu hatayı yakalayıp yöneticilere bildirir. Yöneticiler de, güncel koşullara göre, gerekli düzeltici önlemleri alarak, sistemi sürekli olarak geliştirici eylemlerde bulunur. İşletme gibi açık sistemlerde geribildirimli güncelleştirme, çok iyi planlanmış bir yönetim bilgi sistemine dayanır. Çağdaş bilgisayar desteğinde işleyen yönetim bilgi sistemi, belirli sınırlar dışına taşan hataları anında yakalayarak, yöneticileri uyarır. Yöneticiler, bu uyarı karşısında harekete geçerek, gerekli düzeltici eylemlerde bulunurlar. Düzeltici eylemler; girdilere ilişkin, dönüşüm sürecine ilişkin, çıktılara ilişkin ya da her üçüne de ilişkin olabilir. Ü ÜRETİM SİSTEMİ TÜRLERİ Başlıca üretim sistemi türlerini sıralamak. Geleneksel olarak, başlıca üç temel üretim sisteminin olduğu kabul edilir. Bunlar; tek üretim sistemi, parti üretimi sistemi ve akıcı üretim sistemidir. Bu geleneksel üretim sistemlerine çağımızın hızlı değişen koşullarının zorlamasıyla yeni üretim sistemleri de eklenmektedir. Çağımızın her alandaki hızlı değişimi daha esnek üretim sistemleri geliştirmeyi zorlamış, bunun sonucu olarak da yeni bazı üretim türleri tasarlanmıştır. Bunların en önemlilerinden biri grup teknolojisi, diğeri de sıfır stoklu üretim (JIT) dir. İşletmecilik yaşamında sık sık adı duyulan başlıca üretim sistemlerini, şu şekilde sıralamak mümkündür: - Tek (jop = proje) Üretim Sistemi - Parti (batch) Üretimi Sistemi - Akıcı (flow) Üretim Sistemi - Sipariş (jobbing) Üretimi Sistemi - Sürekli (continuous) Üretim Sistemi - Kitle (mass) Üretim Sistemi - Grup Teknolojisi Sistemi - Sıfır Stoklu Üretim (JIT) Sistemi Sıralanan bu üretim sistemlerinden herhangi birinin seçimi, herşeyden önce, örgütsel sistemi ve donanım (equipment) yerleşimini etkiler. Başka bir deyişle, hangi üretim türüne göre üretim yapılacaksa, o üretim türüne uygun bir örgütleme ve yerleşim düzeni gerekir. Kullanılacak üretim türü (yöntemi) seçilmeden önce, her birinin özellikleri, her türün veya sistemin hangi ayırt edici özellikler taşıdığı ve hangi koşullarda daha iyi sonuçlar verdiği incelenip karara bağlanmalıdır. Aşağıda, söz konusu üretim sistemlerinin en belirgin özelliklerinin kısaca belirtilmesiyle yetinilecektir. Tek (Proje) Üretim Sistemi Üretim sistemlerinin belirgin özelliklerini sıralamak. Proje, yerinde iş, yerinde üretim gibi adlar da verilen tek üretim sistemi, bir kişinin veya bir üretim grubunun, yalnızca bir tek üretim biriminin tamamını, aynı yerde üretmesidir. Köprü yapma, fabrika kurma, baraj inşa etme, gemi imalatı ve benzerleri, bu tür üretimin en yaygın örnekleridir. Bu üretim yönteminde, üretilecek mamul hareket etmez. Bütün üretim girdileri, üretilecek birimin etrafında toplanır. Tek üretimde kullanılacak üretim teknolojisi, üretilecek birimin karmaşıklığı oranında değişiklik gösterir. Bazı üretim konuları için basit teknolojiler kullanmak yeterli olabilirken, bazı üretim konuları için çok yüksek teknolojiler gerekebilir. Örnek olarak, bir akarsu üzerine basit bir teknoloji ile köprü inşa edilebilirken, İstanbul Boğazı üzerine inşa edilecek üçüncü bir köprü için, çok yüksek bir teknolojiye ihtiyaç duyulur. Uygulamada, tek üretim yerine, genellikle proje kavramı kullanılır. Tek üretim projelerinin gerçekleştirilmesindeki en önemli özellikleri, birkaç nokta etrafında toplamak mümkündür: - Yalın bir örgütlenmeye gidilir. - Çok yönlü uzmanlığa sahip işgörenlerden yararlanılır. - Basit araç-gereç ve donanımdan yararlanılır. - Üretim kısa sürede gerçekleştirilir. Karmaşık büyük projelerin gerçekleştirilebilmesi için, çok uzun ve kapsamlı araştırma ve planlama çalışmaları yapılır. Bu çalışmalara, genellikle fizibilite (yapılabilirlik) adı verilir. Tek üretim sistemi, genellikle büyük projeler için geçerlidir. Bu üretimi sipariş eden kişi ve kurumlarda üretimin en ince noktalarını ve koşullarını ayrıntılı olarak yazı altına alan şartnameler hazırlanır. Daha sonra ihale açılarak, bu projeye talip olanlardan fiyat teklifleri alınır. Üretici Üretici işletmeler, şartnamelerin gereklerini yerine getirebilmek için ve ihaleyi kazanabilmek için, ihaleye girmeden önce, uzun planlama ve araştırma çabalarında bulunurlar. Maliyeti yüksek tek üretim projeleri ihalesine, genellikle tek bir üretici işletme değil, birkaç girişimin oluşturduğu bir konsorsiyum girer. Proje planlamasında ve kontrolünde Gantt, CPM ve PERT gibi ileri programlama yöntemlerinden yararlanılır. Bu yöntemlerle, projenin hangi üretim faaliyetlerinden oluştuğu, faaliyetlerin ne kadar sürede tamamlanabileceği, hangi faaliyetlerin hangi faaliyetlerden önce veya sonra yapılması gerektiği, projenin en erken, normal veya en geç ne kadar sürede ve maliyetle tamamlanacağı, projedeki hangi üretim faaliyetlerinin kritik olduğu ve benzeri konular, karara bağlanır. Projenin açıkça tanımlanmış amacına uygun bir örgütlenmeye (genellikle matris örgütlenme), teknoloji kullanımına ve proje ekibi oluşturmaya gidilir. Parti Üretimi Sistemi “Parti üretimi sistemi” terimi yerine bazen “Seri üretim sistemi” ya da “dizi üretim sistemi” terimleri de kullanılır. Belirli bir mamul türünden bir parti veya bir seri üretim yapıldıktan sonra, üretim programı değiştirilerek, başka bir mamul türünden başka bir partinin üretimine geçilir. Örnek olarak üretim, önce 2 cm. lik cıvata üretecek biçimde programlanır. Bu seriden 7 000 birim üretildikten sonra, 3 cm. lik yeni bir partinin üretim programına geçilir. Aynı şekilde, hazır giyim üretiminde, 38 beden, 39 beden, 40 beden gibi ölçülere göre parti parti üretim yapılır. Transformatör üretiminde, elektronik mamuller üretiminde ve benzeri üretimlerde, bu üretim türü gözlemlenir. Parti üretiminde, üretilecek her parti için ayrı bir üretim planlaması ve programlaması yapma zorunluluğu vardır. Başka bir deyişle, her parti üretim için, yeniden hammadde akışı, zamanlama ve benzeri değişkenlerin planlanıp programlanması gerekir. İşletmenin üretim planlama ve kontrol bölümünün etkili çalışması oranında üretim verimliliği artar. Tersi durumda, çeşitli organizasyon güçlükleri, zaman kaybı gibi olumsuzluklarla karşılaşılır. Parti üretiminde dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri de, işlevsel (fonksiyonel) yerleşimdir. Bu yerleşimde, üretim birimlerinin birbirlerine göre konumları, canlı ve cansız varlıkların hareketleri toplamını minimum düzeye indirecek biçimde olmalıdır. Örnek olarak, eğer mamul, 8 ayrı üretim biriminden, ayrı ayrı üretim süreçlerinden geçerek meydana geliyorsa, söz konusu üretim birimleri 8 (40 320) değişik biçimde konumlandırılabilir. Ayrıca, yarı mamul, işlem gördüğü bir atölyeye birkaç kere gelip işlem görmek durumundaysa, karmaşıklık daha da artar. Zaman, enerji, işçilik ve benzeri tasarrufları sağlamak için, üretim birimlerinin veya atölyelerin birbirlerine göre konumları, gecikmeleri ve kayıp zamanları minimum düzeye indirecek biçimde planlanmalıdır. İşlevsel yerleşim düzeni planlanırken, başlıca su noktalara önem vermek gerekir: -İş akışını ve iş önceliklerini kısa bir zamanda değiştirebilecek bir esneklikte olmalıdır. - Araç, gereç ve donanımdan yararlanma düzeyini yükseltmelidir. - Çalışanların uzmanlıklarını, tek bir süreç üzerinde yoğunlaştırabilecek biçimde olmalıdır. - Aynı veya benzer işlevleri yapan tüm çalışanların gözetimini, etkili bir biçimde gerçekleştirecek yapıda olmalıdır. - Herhangi bir işlemin durması durumunda, üretimi aksatmayacak bir biçimde olmalıdır. Bütün bu açıklamalardan sonra, parti üretiminin başlıca özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür: - Çeşitli organizasyon güçlükleri yaratır. - Aşırı uzmanlaşmış işgörenler gerektirir. - Fabrika olanaklarından yararlanma olasılığı yüksektir. - Birim zamanda üretim miktarı, diğer üretim türlerine oranla biraz daha azdır. Akıcı (Flow) Üretim Sistemi Yukarıda da değinildiği gibi, parti üretiminde, değişik işlemlerin yapıldığı atölyeler veya üretim birimleri vardır. Bu birimlerde, gerekli araç-gereçler toplanmıştır. Uzman işgörenler, söz konusu araç gereci kullanarak, belirli işlemleri yerine getirir ve yarı mamulü, bir sonra gelen atölyeye veya işlem merkezine geçirirler. Başka bir deyişle, parti üretiminde, hammaddeler ve yarı mamul, bir işlem merkezinden diğerine, oradan tekrar önceki işlem merkezine veya bir başka işlem merkezine doğru gider gelir ve sonunda bitirme veya montaj işlem merkezinde mamul tamamlanmış olur. Akıcı üretim sisteminde ise, bütün üretim araç gereci ve makineleri, baştan sona kadar, bir üretim hattı etrafına ya da kayan şerit etrafına yerleştirilmiştir. Üretim hattının başında hammadde, sisteme girer, ilk işlem merkezine yeni hammadde gelmiş ve işlem görmeye başlamış olur. Böylece, üretim hattı veya belirli raylar üzerinde kayan şerit, belirli aralıklarla durup hareket ettikçe, mamul de oluşmaya başlar ve hattın sonunda, örneğin, her 45 dakikada bir mamul sistemden mamul deposuna yerleştirilmiş olur. Akıcı üretimde, tüm sistemin, en ince ayrıntılarına kadar dengelenmesi gerekir. Herhangi bir işlem merkezindeki bir dakikalık bir gecikme, bütün işlem merkezlerini birer dakika geciktirir. Örnek olarak, görevi her 5 dakikada bir somun sıkmak olan bir işgören, bu görevini 5 dakika içinde tamamlayamazsa, bütün üretim sisteminin dengesini bozmuş olur. Dolayısıyla, akıcı üretim sisteminde, üretim hattı bir bütün olarak göz önünde bulundurulmalı ve hattın herhangi bir noktasındaki bir duraksamaya veya aksaklığa yer verilmemelidir. Akıcı üretim hattını planlamada, iki büyük sorun vardır: - Eş zamanlama - Kaynak kullanımını arttırma Uygulamada, akıcı üretim hattını planlarken, birbirleriyle ilişkili başlıca iki problemin çözümlenmesine çalışılır. Bunlar: - Aynı zamana tesadüf eden kayıpları minimize etmek. Başka bir deyişle, sistemin değişik işlem birimlerinde yer alan işgörenlerin, işlemlerini, kendilerine verilen standart zamanda yapmalarını sağlamak. Eğer, bu standart zamanlar iyi saptanmamışsa, bazı birimlerdeki işgörenler hızlı çalışmak durumunda kalırken, bazıları da yavaş hareket etmek durumunda kalabilirler. - Kaynak kullanımını maksimize etmek. Başka bir deyişle, üretim kaynaklarını etkili bir şekilde kullanarak, en kısa zamanda en çok üretimi gerçekleştirecek bir montaj hattını dengelemek. Üretim hattını dengeleme konusunda, çeşitli sezgisel ve mantıksal yöntemler geliştirilmiştir. Özellikle, bilgisayara dayalı simülasyon (taklit ya da benzetme) uygulamaları bu konuda çok olumlu sonuçlar vermektedir. İyi planlamak ve dengelemek koşuluyla akıcı üretim, malzeme akımını hızlandırır. Çok yönlü uzman işgören ihtiyacını azaltır ve belirli zamandaki üretim miktarını arttırır. Ancak, akıcı üretim sisteminin kendisinden beklenen yararları sağlayabilmesi için, aşağıda sıralanan koşulların gerçekleşmesi gerekir: - Büyük dalgalanmalar göstermeyen istikrarlı bir pazar talebi - Standart mamul - Gecikmesiz standart hammadde ve malzeme sağlama olanağı - Üretim aşamalarının bir üretim hattı etrafında optimal dengelenmesi - Üretim işlemlerinin iyi tanımlanmış olması - Çalışmaların kalite standartlarına uygun olarak yapılması - Sisteme uygun fabrika, makine, araç-gereç ve donanımın sağlanması - Bakım-onarımın sistemi aksatmayacak biçimde planlanıp yapılması - Üretim aşamalarındaki gözetim, muayene ve kalite kontrollerinin gereği gibi yapılması. Sipariş Üretimi Sistemi Sipariş üretimi, müşterilerin tanımladığı tasarım ve ölçülere göre yapılan özel bir üretimdir. Bu sistemde, stok yapılmaz. Müşteri ne istediyse ve ne kadar istediyse, o kadar üretim yapılır. Sipariş üretimine özgü herhangi bir üretim türü veya üretim yöntemi yoktur. Üretim süreci veya üretim aşamaları, müşterinin isteklerine göre her seferinde yeniden planlanıp uygulamaya konulur. Bazı durumlarda, müşterinin arzuladığı estetik veya sanat yönlü tasarımlar da göz önünde bulundurulur. Bu üretim sisteminde, siparişi veren ile siparişi alanın herhangi bir iletişim hatası yapmaması gerekir. Genellikle, üretim teslim edilirken, çeşitli iletişim engellerinin neden olduğu tartışmalar ortaya çıkmakta, bazen bu yüzden yargı yoluna bile gidilmektedir. Bu tür anlaşmazlıkların önlenmesi için, sipariş alınırken, isteklerin yazıya dökülmesi ve sipariş veren tarafından imzalanması gerekir. Sipariş üretim sisteminde, üretimin maliyeti, “Sipariş Maliyeti Sistemi”yle bulunur. Sürekli Üretim Sistemi Günde 24 saat, haftada 7 gün ve yılda 365 gün devam eden üretime, sürekli üretim adı verilir. Bu üretimin, akıcı üretim sistemiyle yapılacağı açıktır. Sürekli üretim sistemleri, çok büyük hacimli üretimi gerçekleştiren, bütünüyle sermaye yoğun yatırımlardır. Petrol rafinerileri, demir-çelik fabrikaları, kağıt fabrikaları, şişe ve cam fabrikaları ve benzerleri, sürekli üretimin örnekleridir. Sürekli üretimde, işin gereğinden dolayı, ocakların, fırınların veya kazanların devamlı olarak çalıştırılması gerekir. Üretim, şu veya bu nedenden bir süre duracak olursa, 2000-4000 derece sıcaklıktaki fırınların ateşe dayanıklı tuğlaları genleşme nedeniyle parçalanır ve bunların yenilenmesi olağanüstü giderlere ve üretim duraklamalarına neden olur. Kitle (Yığın) Üretim Sistemi Kitle üretimi, tek üretim, parti üretimi veya akıcı üretim türlerinden herhangi biriyle yapılan çok büyük ölçekli üretime verilen bir addır. Çok büyük hacimli kitle üretimi, genellikle, dolaysız işçilik maliyetini azaltıcı bir rol oynar. Gerçekten de üretim olanaklarına ve hizmet işlevlerine yapılan büyük masraflar, birim dolaylı maliyetleri arttırmaksızın verimliliği arttırıcı bir rol oynayacaktır. Başka bir deyişle, Ekonomi Kuramında incelenen büyüklüğün sağladığı yararlar kavramı, ancak, kitle üretimiyle gerçekleştirilir. Kıvamlı (optimal) bir büyüklüğe ulaşan işletmelerin ortalama üretim maliyetleri, bu büyüklüğe ulaşamayan işletmelere oranla çok daha düşük düzeyde kalır ve büyük rekabet üstünlükleri sağlar. Kitle üretimine geçilebilmesi için, pazarın çok büyük olması ya da en iyisi, uluslararası pazarlara girilmiş olması gerekir. Talebin azaldığı dönemlerde stoka çalışılması, çoğaldığı dönemlerde de hem stoktan hem de üretimden satış yapılması gerekir. Günümüzde, ulusal ve uluslararası pazarlamanın gelişmesi, çeşitli, market, süpermarket, büyük mağaza ve benzeri pazarlama birimlerinin giderek artması, kitle üretiminin önemini artırmıştır. Çağdaş pazarlarda, çeşitli marka ve ambalajlar içinde tüketicinin beğenisine sunulan birçok mamul, kitle üretimiyle üretilmektedir. Şişe suları, çeşitli kolalı içkiler, deterjanlar, bisküviler, televizyonlar, makarnalar ve giderek et mamulleri ve benzerleri, kitle üretim çeşitlerinin küçük birer örnekleridir. Grup Teknolojisi Üretim Sistemi Grup teknolojisi terimi, bir üretim türünden daha çok, çağdaş bir üretim yaklaşımını veya anlayışını simgeler. Bu kavram, ilk defa, uluslararası bir seminerde, Belgrad’lı bir profesör olan V. B. Solaja tarafından ortaya atılmıştır. Soloja’ya göre, “üretim alanındaki birçok problem birbirinin benzeri olduğu için, bunlar kendi aralarında gruplandırılarak her grubun bir tek kıvamlı çözümü bulunabilir ve böylece zaman ve çaba tasarrufu sağlanabilir. ” Dolayısıyla üretimde böyle bir yaklaşıma da, grup teknolojisi adı verilebilir. Aslında, grup teknolojisi yaklaşımı, farklılıkları değil, tam tersine, öncelikle benzerlikleri araştırır. Sistemdeki benzer parçalar, belirli çemberler içinde toplanır ve aynı çemberler içinde bir araya getirilmiş makine ve işgören grupları tarafından üretilir. Üretim veya kalite çemberleri oluşturmaktaki temel amaç; zaman, çaba ve malzeme tasarrufu sağlayarak üretim verimliliğini ve kalitesini artırmaktır. Grup, çember veya hücre terimleriyle simgelenen özel üretim birimleri oluştururken, başlıca şu tanımların bilinmesi gerekir: - Takım veya üretim çemberleri: Grupta özel veya genel olarak çalışan belirli bir işgören takımını içerir. - Mamuller: Üretim çemberlerinde, belirli bir işgören grubu, belirli benzerlikler taşıyan mamul parçalarını üretir. Üretilen parçalar, bin montaj bölümünde bir araya getirilerek, örneğin, bir makine atölyesindeki makinenin önemli bir parçasını oluşturacak duruma getirilirler. Değişik çemberlerden gelen parçaların montajı sonunda da amaçlanan esas mamul ortaya konmuş olur. - Üretim Olanakları: Üretim çemberlerindeki işgören gruplarına, yalnızca kendilerinin kullanabileceği gerekli makine, araç, gereç ve donanımlar verilir. - Grup Yerleşimi: Her türlü üretim olanakları, grup için ayrılan bir alanda, grubun hep bir arada çalışabileceği bir düzene göre yerleştirilir. - Amaç: Gruptaki işgörenlerin tümü, aynı ortak mamul çıktısı amacını, birlikte paylaşırlar. Söz konusu çıktı hedefi veya sipariş listesi, gruba, her üretim döneminin başlangıcında, dönemin sonunda tamamlanacak biçimde verilir. - Bağımsızlık: Gruplar, mümkün olduğu ölçüde, birbirinden bağımsız olmalıdır. Gruplar, eğer isterlerse, bir dönemdeki çalışma hızlarını değiştirebilme özgürlüğüne sahiptirler. Gruplar gerekli malzemeleri aldıktan sonra başarıları, diğer üretim gruplarının hizmetlerine bağlı olmamalıdır. - Grup Büyüklüğü: Gruplar, belirli bir işgören sayısıyla sınırlıdır. Genelde, grupların 6-15 işgörenden oluşması önerilir. Ancak, bazı durumlarda, teknolojik nedenlerden dolayı, 35 kişilik geniş gruplara da rastlandığı görülür. Felsefesine uygun olarak oluşturulup yönetilmek koşuluyla, grup teknolojisinin başlıca yararlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: - Birim üretime hazırlık süresini kısaltır. - İşgörenlerin işlerini öğrenmelerini hızlandırarak, makine kullanım sürelerini azaltır. - İş basitleştirme ve iş standartlaştırmadan kaynaklanan işgücü etkinliğini arttırır. - Makinelerin etkili kullanımını sağlar. - Taşıma mesafelerini kısaltarak zaman tasarrufu sağlar. - Malzeme ve yarı mamul stoklama masraflarını ve stoklama alanı ihtiyacını azaltır. - Üretim planlamasını kolaylaştırır. - Tüm üretim sürecinde büyük zaman tasarrufları sağlar. - Yönetimi kolaylaştırır. - Sosyal ilişkileri kolaylaştırır ve geliştirir. Sıfır Stoklu Üretim (JIT) Sistemi Stoksuz Üretim Sistemini açıklamak. Japonlar, rekabet üstünlüğü sağlama amacıyla, işletmeciliğe birçok yeni yaklaşımlar getirmişlerdir. Bu yaklaşımların en önemlilerinden biri de, “Sıfır Stokla Çalışma/Just-InTime” sistemidir. Sıfır stokla çalışma kavramı, ilk defa, 1970′li yılların ortasında Toyota Motor Company tarafından uygulamaya konulduğu için bazı kaynaklarda, “Sıfır Stokla Çalışma” kavramı, “Toyota Sistemi” olarak da ifade edilmektedir. Sıfır stokla çalışma sistemi, herşeyden önce, bir israfı önleme felsefesinin ifadesidir. Bu felsefe genel rekabet koşulları içinde, işletme verimliliğini ve kaliteyi arttırma düşüncesine dayanır. Ancak, sıfır stokla çalışma sistemine ilişkin sayısal verilerin uygulanabileceği bir model yoktur. Bunun yerine, daha çok tanımsal nitelikli bir düşünce sistemi, ortaya konulmaya çalışılmıştır. Aşağıda, sıfır stokla çalışma veya aynı anlama gelmek üzere stoksuz çalışma üretim sistemi ana çizgileriyle belirtilmeye çalışılacaktır. Stoksuz üretim sisteminin özellikleri: Bu üretim sisteminin geliştirilme nedenini anlamak için Japonların ekonomik ve sosyal koşullarına bakmakta yarar vardır. Bilindiği gibi Japonya, ekonomik kaynakları son derecede sınırlı, buna karşılık nüfusu çok fazla olan bir ülkedir. Dolayısıyla Japonların, ekonomik kaynakları, zamanı, işgücünü ve özellikle de toprağı kullanırken, başka ülkelere oranla daha dikkatli olmaları gerekir. Başka bir deyişle, Japon işletmeciliğinde temel hedefin, israfla mücadele olduğu söylenebilir. Sıfır stokla çalışma yaklaşımı, Japonların söz konusu felsefelerinden kaynaklanan bir çağdaş uygulamadır. Sıfır stokla çalışma sistemi üç temel ilkeye dayanır: - Tüm alanlarda ve oluşumlarda israfın minimizasyonu - Mevcut süreç ve sistemlerin devamlı olarak daha iyi ve ileriye götürülmesi - Tüm çalışanların katılımını sağlayarak, karşılıklı saygı ve eşit davranışa dayalı bir oto kontrol sisteminin sürdürülmesi Gerçekten de Japon üretim sistemlerinde, hammadde, malzeme, yer ve işçilik israfından sürekli olarak kaçınıldığı görülür. Bu tür potansiyel israfa yol açacak sorunları belirlemeye ve ortadan kaldırmaya özen gösterilir. Mevcut süreç ve sistemler; verimliliği arttırmak, geliri çoğaltmak ve israfı daha da azaltmak için sürekli bir iyileştirmeye, geliştirmeye ve uyumlaştırmaya tabi tutulur. Tüm çalışanlara eşit işlem yapılarak, işletme statüleri minimize edilerek ve katılım sağlanarak, personelin birbirlerine karşı saygı ve sevgilerinin korunmasına çalışılır. ÜRETİMDE JAPON MUCİZESİ 1970 li yıllarda, İtalya, uluslararası düzeyde bir kumaş alımı ihalesi açar. En düşük fiyatı veren kuruluş, ihaleyi kazanacaktır. İhaleye, birçok ülkeden, birçok şirket katılır. Bir Japon şirketi, diğer şirketlerin, bu arada bir İngiliz şirketinin teklif ettiği fiyatın yarısını teklif ederek, ihaleyi, büyük bir farkla kazanır. Japon şirketi ihaleyi kazanınca, Japonya’daki iş merkezine telefon eder: – “İhaleyi kazandık. Dokuma gemimiz İtalya’ya doğru yola çıksın. ” Yola çıkacak olan gemi, bir kumaş fabrikası biçiminde donatılmıştır. İçinde, dokuma tezgahları, dokuma malzemeleri ve dokuma işçileri vardır. Gemi, Japonya’dan İtalya’ya geldiğinde üretim tamamlanmış ve ürün başarıyla ilgililere teslim edilmiştir. Bu mucize üretim yaklaşımı, stoksuz üretim sistemi felsefesi ve verimliliğe sınır çizilmemesi, Japonları, dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasına sokmuştur. Sıfır stokla çalışma adını, malzeme çıktılarını ne önce ne sonra, tam ihtiyaç duyulduğu anda yapılması düşüncesinden alır. Bu nedenle, yabancı dildeki “Just-InTime” sözcüklerinin baş harflerinden oluşan “JIT” terimi ile ifade edilir. Hammadde dahil tüm malzeme ihtiyacının tam ihtiyaç duyulduğu anda temin edilmesi; bir taraftan, sürece girmek için depolarda atıl olarak bekleyecek pahalı malzeme israfını, diğer taraftan da malzemenin geç temin edilmesi nedeniyle pahalı üretim kaynaklarının boş bekleme israfını önlemiş olur. Sıfır stokla çalışma yaklaşımı sonuçta; ıskarta, kusurlu üretim, yer israfı, fazla stok bulundurma, atıl kapasite ve benzeri israfların ortadan kalkmasını sağlar. Sıfır stokla çalışma düşüncesi, bütün işletme faaliyetlerine uygulanabilir. Bu anlamda, sıfır stokla çalışma; stok birikimini önleyerek, taşıma uzaklıklarını azaltarak, ıskartaları ve kusurlu üretimi en aza indirerek, fiziki kapasitenin maksimum kullanımını sağlayarak ve benzeri iyileştirmeleri yaparak; alımlardan üretime, üretimden dağıtıma ve tüketicilere kadar, tüm iş akışının kesintisiz, art arda, tam zamanında olmasını sağlama çabasıdır. Bu felsefe, uygulanabileceği her yerde ve uygulanabileceği her biçimde, uygulanmaya çalışılmalıdır. Bu özelliği nedeniyle, sıfır stokla çalışmanın, herhangi bir formülle ifade edilemeyeceği, bu felsefeyi, her işletmenin çok farklı biçimlerde uygulayabileceği ortaya çıkmış olmaktadır. Toyota, sıfır stokla çalışma politikasını uygulayarak, 15 günde üretilebilecek bir arabayı, bir günde üreterek, çok önemli bir zaman tasarrufu sağlayabilmiştir. Japonların sıfır stokla çalışma felsefesi mamullerin, üretim sürecinde “bir suyun akışı” gibi akmasını gerçekleştirme girişimidir. Bu akış, akıcı üretim sistemlerinde bir oranda başarılmıştır. Ancak, atölye türü üretim süreçlerinde, bunu gerçekleştirmek henüz zor olmakla birlikte, yine de gerekli yaklaşımın gerçekleştirilmesinde büyük yararlar vardır. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, koşullarına uygun olarak uygulanacak bir sıfır stokla çalışma sisteminin, birçok yararları vardır. Örneğin, sıfır stokla çalışma sistemi, stok ve yer ihtiyacını azaltır; üretim duraksamalarını azaltarak, müşteri siparişlerinin daha hızlı karşılanmasını sağlar; kusurlu üretimi azaltırken kaliteyi yükseltir; takım çalışmasını ve iletişimi kolaylaştırır; problemlerin anında teşhisini ve çözümünü mümkün kılar. Sıfır stokla çalışma sisteminin yararlarını, maliyet tasarrufu, gelir artışı, yatırım tasarrufu ve işgücü geliştirme olarak, dört alt başlık altında toplamakta yarar vardır. Maliyet Tasarrufu: Sıfır stokla çalışma sistemi, birçok yönden maliyet tasarrufları sağlar. Stoksuz çalışma, kusurlu üretimin azaltılması ve erken teşhisi, daha az yer kullanımı, müşteri ve mühendislik isteklerine hızlı uyum, toplam işçilik saatlerindeki düşüş, daha az tekrarlı çalışma, daha düşük genel imalat giderleri ve diğer olumlu etkiler, başlıca maliyet tasarrufu kaynaklarıdır. Sıfır stokla çalışma sistemindeki en önemli maliyet tasarrufunun, özellikle stoklardan ve kusurlu üretimin azaltılmasından sağlandığı gözlenmiştir. Olaya bütün olarak bakıldığında, sıfır stokla çalışan işletmeler çalışmayanlara oranla yaklaşık %20-25 daha fazla maliyet tasarrufu sağlayabilmektedir. Gelir Artışı: Gelir artışına yol açan birinci etken, sistemin, tüketicinin kalite ve hizmet beklentisine olağanüstü hızlı cevap vermesidir. Tüketici ihtiyaçlarına hızlı cevap verme; teslim gecikmelerini en aza indirme ve maliyet düşüklüğü nedeniyle az katkı payıyla fiyatlama, satış düzeylerinin yükselmesine yol açmaktadır. Ayrıca, sistemin bir gereği olarak, verilen hizmetin ve satılan mamullerin bedellerinin alınmasında bir gecikme olmaması, gelire olumlu bir katkı da yapmaktadır. Yatırım Tasarrufları: Sistemde, başlıca üç kaynaktan yatırım tasarrufu sağlanmaktadır. Bunlardan birincisi, aynı kapasitedeki diğer sistemle çalışan işletmelere göre, yaklaşık 1/3 oranında daha az fiziki alan gereklidir. İkincisi, örneğin, Amerikan Endüstrisinde ortalama 3 veya dört olan stok değişim çabukluğu, sıfır stokla çalışma sisteminde, ortalama 50 ile 100′e çıkarılabilmekte ve stok yatırımını önemli ölçüde azaltmaktadır. Üçüncüsü, Sıfır stokla çalışmayan işletmelerin aynı sürede gerçekleştirdikleri üretim miktarı, sıfır stokla çalışan aynı kapasitedeki işletmelerde 100 katına kadar çıkarılabilmektedir. Özellikle bu son durum, sıfır stokla çalışmanın ne kadar önemli yatırım tasarrufu sağlayabileceğinin çarpıcı bir örneğidir. İşgücünü Geliştirme: Sıfır stokla çalışan işletmelerdeki işgörenlerin, işlerinde çok daha fazla tatmin oldukları gözlemlenmiştir. Tüm işgörenler takım çalışmasını tercih etmekte ve takım çalışması sonunda daha az problem ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, sıfır stokla çalışmanın bir gereği olarak, işgörenler, başta kalite kontrolü ve bakım-onarım olmak üzere, her alanda uzmanlık ve esneklik eğitimine tabi tutulmaktadır. İşgörenlerin tüm bu özellikleri, sistemde daha üretken işgücü potansiyeli oluşturmaktadır. Sıfır Stoklu Üretim Sisteminin Yapısı ve İşleyişi Sıfır stokla çalışma sisteminin yararlarını kısaca özetledikten sonra, biraz da söz konusu sistemin öğeleri arasındaki ilişkilere değinmekte yarar vardır. Şekil. 13. 2 sistemin öğelerinin birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduğunu ve birbirlerini destekleyerek sistemin yararını nasıl artırdığını göstermektedir. Şekil 13. 2 dikkatle incelendiğinde, sıfır stokla çalışma sistemindeki sinerji etkisi açık olarak görülecektir. Örnek olarak, azaltılmış kusurlu üretim ve iyileştirilmiş kalite, bunların daha da olumlu duruma getirilmesi için anında bir geribildirimle (feedback) çabuk teşhis birimine ulaştırılır. Takımın hızlı analizlere girmesi ve hızlı teşhisi sonunda, daha da az kusurlu üretim ve daha çok iyileştirilmiş kalite düzeylerine ulaşılır. Benzer şekilde, üretim akış sistemine daha küçük boyutlu iş yüklemeleri, kalitenin daha da iyileşmesine ve kusurlu üretimin daha da azalmasına yol açar. Bu durum ise, sıfır stokla çalışma idealine ulaşmaya katkıda bulunmuş olur. Şekil 13. 2′deki öğelerin tüm benzer sinerjik etkileri, kaçınılmaz bir biçimde, maliyet azalmasına, üretkenlik artışına, müşteriye ulaşmada etkinliğe, gelirlerin ve pazar payının artmasına dönüşür. ÜRETİM YÖNETİMİ Üretim sistemlerinin yönetiminde başarılı olmanın temel koşullarını ifade etmek. Üretim yönetiminin bir işletmedeki önemi, bir taraftan fiziksel kaynakların kullanımı, diğer taraftan insan kaynağının değerlendirilmesi boyutlarında yoğunlaşır. Çeşitli endüstri ve hizmet işletmelerinde, üretim yöneticileri, yaklaşık %80 oranında, fiziksel kaynakların kullanımından sorumludurlar. Söz konusu fiziksel kaynakları; binalar, araç-gereçler, makineler, parçalar, malzemeler, hammaddeler, yarı mamuller, mamuller ve benzeri şeklinde sıralamak mümkündür. Aynı şekilde, üretim sürecinin çeşitli aşamalarında görev alan yöneticiler, buralarda çalışan insan kaynağının akılcı ve verimli çalışmasından da aynı oranda sorumludurlar. Konuya bu açıdan bakıldığında, üretim yönetiminin, bir işletmedeki önemi, bir taraftan fiziksel kaynakların verimli kullanılması, diğer taraftan da insan kaynağının verimli kullanılması boyutlarında yoğunlaşmaktadır. Pazarlama, finans, muhasebe, personel, bilgi sistemi ve mühendislik gibi diğer işletme işlevleri, mal ve hizmet üretimine destek sağlayan birimlerdir. Hepsinin birlikte bütünleştirilmesi ve uyumlaştırılması ise işletmeyi amacına ulaştıracaktır. Bu uyumlaştırma ve bütünleştirmede en büyük görev, işletmenin çeşitli birim ve düzeylerinde yer alan yöneticilere düşmektedir. Üretim yönetimi, işletmelerin mal ve hizmetlerini yaratan üretim sistemlerinin tasarımı, kurulması ve amaca uygun biçimde işletilmesi olarak tanımlanabilir. Üretim yönetimi, üretim sistemi kurulmadan önce, kurulurken ve işletilirken birçok önemli sorumlulukları kapsar. Üretim sistemi kurulmadan önce potansiyel talebin tahmini, işletme kapasitesinin ve kuruluş yerinin saptanması, üretim teknolojisinin seçilmesi, uygunluk raporunun hazırlanması ve benzerleri, büyük ölçüde üretim yönetiminin karar alanlarına girer. Üretim yönetimi, üretim sistemleri kurulurken, yatırım projesine uygun olarak, tüm üretim olanaklarının kuruluş yerine uygun yerleşimini sağlar. Aynı şekilde, üretim yönetimi, kurulan sistem işletilirken üretim planlamasından, üretim zamanlamasından, üretim kalitesinden, malzeme planlamasından, stok kontrolünden, iş ölçümünden ve benzeri konulardan sorumludur. Üretim birimi yöneticilerinin, belirtilen görevleri yerine getirirken, diğer bölümlerle ve işletmenin dış çevresiyle bilgi alışverişinde bulunacağı açıktır. Üretim yönetimi işlevlerinin gerçekleştirilmesi için diğer bölümlerden ve dış çevreden toplanan bilginin, başta işçilik ve malzeme olmak üzere, tüm girdilerin ve tüm üretim süreci olanaklarının anlamlı biçimde bir araya getirilmesi gerekir. Üretim yönetiminin başarısı, üretim sisteminin sürekli olarak denetim altında tutulabilmesine bağlıdır. Bu bağlamda özellikle, üretim standartlarına üretim bütçelerine, standart üretim maliyetlerine, kalite standartlarına ve işletmenin kısa, orta ve uzun dönem amaçlarına uygunluğunun sağlanması gereklidir. ÜRETİM YÖNETİMİNİN ÇAĞDAŞ BOYUTLARI İki binli yılların başında, bir çok kavram yeniden tanımlanır duruma gelmiş ve yeni kavramlar ortaya çıkmıştır. Üretim yönetimi için önceleri büyük ölçüde geçerli olan kavramlar önemini yitirirken, yenileri gündeme gelmiştir, Aşağıda bu kavramların bazıları üzerinde kısaca durulacaktır. Küresel Rekabet: Ulaşım ve iletişim teknolojisinin, tüm dünyayı kapsayacak ölçüde gelişmesi ve dünyanın her yerinde etkili olarak kullanılması, uzaklık kavramını ortadan kaldırarak, dünyaya “küresellik” kavramıyla bakmayı zorunlu kılmıştır. Ayrıca, Doğu Bloku olarak adlandırılan ülkelerin 1990 lı yıllardan başlayarak serbest pazar ekonomisine geçişleri, ekonomik küreselleşmeyi önemli ölçüde hızlandırmıştır. Serbest pazar ekonomisi anlayışı ile dünyadaki bütün ülkeler ve büyük küçük tüm işletmeler, küresel bir rekabet içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Küresel rekabet, işletmeleri, özellikle ürün kalitesini arttırıcı, maliyetleri düşürücü, ürünleri tüketicilere daha hızlı ulaştırıcı kararlar almaya yöneltmiştir. Bu yaklaşımda ilke; tüm dünyayı işletmenin hedef pazarı gibi düşünmek ve bu hedef pazarın istek ve arzularını, rakip işletmelerden daha iyi karşılamaktır. İleri Teknolojili Üretim ve Bilgisayarlar: Çağın üretim yönetimi alanına getirdiği ikinci boyut, bilgisayar ve uydu destekli iletişim gerçeğidir. Bilgisayar ve uydu destekli iletişim sistemleri, dünyanın her yerinde, genel yönetim ve üretim yönetimi alanında, çok büyük fırsatlar ve ilerlemeler sağlamaktadır. Ancak, bu olanak akılcı bir şekilde uygulanamazsa, bu kez de aynı oranda karmaşaya neden olmaktadır. İleri iletişim sistemleriyle insanlar, mal ve hizmetlerdeki dünya standartlarını görmekte, algılamakta, bu konuda bilinçlenmekte ve aynı refah düzeyini kendileri için de istemektedirler. Bilgisayarların artan olanakları ve yaygın kullanımları, otomasyondaki gelişmeler ve ileri teknoloji uygulamaları, insanların günlük yaşamlarını ve beklentilerini hızla değiştirmektedir. Otomatik ödemeler, telekomünikasyon ve diğer sistemler, hatasız bir işletim gerektirmektedir Yapılacak herhangi bir hata, tüm insan yaşamını büyük mutsuzluklara sürükleyebilmektedir. Çağın ileri sistemlerinin üretimde kullanılması, bir taraftan insanların doyumunu artırırken, diğer taraftan çok büyük bir dikkat gerektirmektedir. Hataların sıfırlanması sorunu, üretim yönetimini, her zamankinden daha büyük bir sorumluluk altına sokmuştur. Günümüzde amaç. sıfır hata olarak hedeflenmiştir. 1980 li yıllarda, bilgisayar destekli tasarım (CAD) ve bilgisayar destekli otomatik üretim (CAM), üretim yöneticilerinin sıkça yararlandıkları yöntemler arasında sayılır olmuştur. İlk başlarda, yalnızca otomotiv sektöründe başlayan üretimde robot kullanımı, son yıllarda hemen hemen her endüstride yaygın duruma gelmiştir. En son teknolojinin ürünü olan bilgisayarların yüksek işlem hızları ve bilgi depolama kapasiteleri, yöneticilerin karar alma yeteneklerini geliştirmiştir. Artık üretim yöneticileri, satın almadan dağıtıma kadar tüm üretim eylemlerini, birbiriyle ilişkili olarak planlayabilmekte ve yürütebilmektedir. Ses’e, koku’ya, dokunma’ya, tad’a ve ışığa duyarlı bilgisayarlar ve bilgisayar yazılımları, her geçen gün, çeşitli endüstrilerin uygulamasına sunulmaktadır. Pek yakında, yapay zekalar ve uzman bilgisayar sistemleri, üretim yönetiminin hizmetine sunulacaktır. Böylece, konuşan, işiten, hisseden, gören ve tadan, yapay zekalı, uzman üretim sistemleri, işletmelerde ve üretim sürecinde sıfır hatalı üretimi gerçekleştirmiş olacaktır. Kalite-Verimlilik ve Kâr Anlayışındaki Değişmeler: Üretim yönetimi için çağın getirdiği diğer bir sorun da toplam kalite anlayışının dünyaca benimsenmiş olmasıdır. Artık kalite, üretim yönetiminin en temel ilgi alanı durumuna gelmiştir Üretimde sıfır hatalı mal ve hizmet gerçekleştirmek de yeterli değildir. Bunun yanında, mal ve hizmetlerin, çok hızlı tasarımı, üretimi ve dağıtımı, günümüz rekabetinin en stratejik yönünü oluşturmaktadır. Küresel dünyada başarılı olmak isteyen işletmeler için toplam kalite anlayışı, yeni bir rekabet sorunu oluşturmuştur. İşletmelerin, yönetim kalitesi dahil, tüm eylemlerinde kalite yarışına girmeleri ve yavaş yavaş tüm dünyayı hedef pazar olarak görmeleri, üretim yönetiminin işini büsbütün zorlaştırmıştır. Küreselleşme akımının bir sonucu olarak gerçekleşen malların, sermayenin, bilginin ve insanların hiçbir engelle karşılaşmadan dünyada serbestçe dolaşması, tüketicileri bilinçlendirmiştir. Artık tüketiciler, hangi ülkenin ürettiğine bakmazsızın, yüksek kaliteli ve güvenceli malları ucuz fiyatla alma eğilimindedir. Diğer taraftan, üretici işletmeler de kalite geliştirmenin aynı zamanda verimlilik artışı ve maliyet tasarrufu sağladığının bilincine varmışlardır. Bu nedenle işletmeler, geleneksel kalite anlayışlarını değiştirerek, toplam kalite yönetimi yaklaşımına yönelmiş ve uluslararası standartları gözeten ISO 9000 kalite güvence sistemi uygulamalarını başlatmışlardır. Üretim yönetimini çok yakından ilgilendiren bir diğer sorun da, yeniden tanımlanan insan kaynağıdır. Günümüz üretim sistemlerinde, insanın kas gücünün yerini beyin gücü almaktadır. İşletmeler, toplam kalite hedefine, kaliteli insan gücüyle ulaşabilir. Üretim yönetimi dahil tüm işletme yöneticileri, çalıştırdıkları personelin kalitesini artırmak, onları işletme amaçlarına inandırmak ve işletmede tutabilmek için her türlü güdüleme, önderlik ve iletişim yaklaşımlarından yararlanmak durumundadırlar. İşletmelerin Sosyal Sorumluluk Baskısı Altında Kalması: Eskiye oranla bugün, işletmeler, kendilerini çok daha şiddetli bir sosyal sorumluluk baskısı altında hissetmektedir. Çağın değişen değerlerine koşut olarak, pek çok konu, sosyal sorumluluk kavramı içine alınmıştır. Artık işletmeler, üretim nedeniyle çevrenin kirlenmesinden, çalışanların iş güvenliğinin sağlanmasından ve adil ücret ödenmesinden, toplumun sosyal ve kültürel açıdan gelişmesinden, vergi ödemekten, hizmet içi eğitimden ve toplumu ilgilendiren daha birçok konudan sorumlu tutulmaktadır. 14. ÜRETİM SİSTEMLERİNİN TASARIM KURULUŞ VE İŞLEYİŞİ TASARIM KAVRAMI Tasarım kavramını tanımlamak İşletmecilik yazınında, araştırma, geliştirme ve tasarım kavramları, genellikle yeterli bir açıklığa kavuşmamıştır. Aslında, bu üç terim, birbirini destekleyen ve bütünleyen bir nitelik taşır. Söz konusu kavramlar, kısaca şu şekilde tanımlanabilir: Araştırma: Alışılmışın, söylenmişin, yayınlanmışın, uygulanmışın dışındaki yeni bilgi, düşünce, fikir, sistem, teknik ve yöntemlerin ortaya konulması (keşfedilmesi) sürecidir. Geliştirme: Var olan (mevcut) bilgi, düşünce, fikir, sistem, teknik ve yöntemlerin iyileştirilmesi sürecidir. Tasarım: Yürürlükteki ürünlerin, süreçlerin ve yöntemlerin özelliklerinde güncel değişiklikler yapan veya bunları yeniden biçimlendirme ya da yeni gereksinmelere uygun ürün, üretim veya kullanım biçimine (formuna) dönüştürme sürecidir. İşletmecilikte tasarım, araştırma ve geliştirme çalışmalarının ekonomik bir sonuca ulaştırılmasına yöneliktir. İşletmelerin en önemli yapısal (stratejik) kararlarının başında, yeni ürünlerin geliştirilmesi, tasarımı ve seçimi yer alır. Daha sonra da, bu ürünleri üretecek üretim sistemlerinin tasarlanmasına sıra gelir. İşletmelerde ürün ve üretim sistemlerinin tasarımını etkileyen başlıca etkenleri, beş ana grup içinde toplamak mümkündür: 1. Amaç ve politikalar 2. Pazarlama stratejileri 3. Ürüne ilişkin tüketici istekleri 4. Ekonomik değerlendirmeler 5. Üretim olanakları Bilindiği gibi, işletmenin üretim kalitesine, üretim miktarına, üretim maliyetine ve üretim zamanına ilişkin amaç ve politikaları vardır. İşletmenin izlediği politika, rakiplere oranla daha iyi kalitede mal veya hizmet üretip pazarlamaksa, üretim süreci tasarımında zaman, miktar ve maliyet etkenleri ikinci planda kalacaktır. Bu durumda bütün ağırlık kaliteye verilecek, üretim zamanından ve üretim maliyetinden, kaliteyi düşürmeyecek şekilde tasarruf sağlanmaya çalışılacaktır. İşletmenin genel amaç ve politikası, rakiplere oranla daha düşük fiyatla mal pazarlamaksa, bu kez ağırlık maliyet azaltmaya verilecek, diğer etkenler ikinci planda kalacaktır. İşletmenin pazarlama stratejisi, üretim süreci tasarımını etkileyen önemli etkenlerden birisidir. Üretim süreci tasarlanırken, seçilen hedef pazara uygun pazarlama karması elemanlarının oluşturulması, aslında, ürün tasarımı anlamına gelir. Tasarımda yalınlığın gözetilmesi, parçaların montajında basitliği sağlamakta ve üretim maliyetini düşürmektedir. Bu da pazarlama karması oluşturmayı, fiyat değişkeni açısından kolaylaştırmaktadır. Örnek olarak IBM, 1988 öncesinde, matrix yazıcıları, dünyanın en düşük maliyetli üreticisi olan Japon Seiko işletmesinden satın almaktaydı. 1988 yılından sonra IBM, daha yalın bir tasarım yaparak, kendi yazıcılarını üretmeye başlamıştır. Yeni tasarlanan yazıcı, % 65 oranında daha az parçadan oluştuğu için, montaj süresinden % 90 tasarruf sağlanmış ve bu yolla üretim maliyeti düşürülerek, pazarlama üstünlüğü sağlanabilmiştir. Ürüne ilişkin etkenler, ürünün işlev olarak, kullanım olarak, dayanıklılık ve güvenilirlik olarak, estetik ve görünüm olarak boyutlarıyla ilgilidir. Ürünün kullanılması kolay olmalı ve görünüm olarak tüketicileri doyuma ulaştırmalıdır. Son yıllarda, özellikle dayanıklı tüketim mallarının tasarımında, ürüne ilişkin birçok değişkenden yararlanılmaktadır. Örnek olarak elektrik süpürgesine halı yıkama özelliği kazandırmak, cep telefonuna telesekreter işlevi yüklemek, televizyona teletex ve telefax işlevi eklemek, bilgisayara CD ve faks işlevleri monte etmek ve benzeri birçok yenilik, üreticilere belirli bir rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. Dolayısıyla, bu ürünlerin üretiminde de, düne oranla bugün, daha esnek üretim sistemleri kurma zorunluluğu vardır. Mal ve hizmet üretiminin temel amacı ekonomik boyutludur. Tasarlanmakta olan mal veya hizmetin, hangi fiyattan ne kadar satılabileceği tahmin edilerek, sağlayacağı kâr hesaplanmalıdır. Kârı artırmak için, satış miktarı ile satış fiyatının yüksek olmasına çalışılırken, üretim maliyetinin de düşük tutulmasına çaba gösterilmelidir. Dolayısıyla, üretim sistemi tasarlanırken, kısa, orta ve uzun dönemde rekabet üstünlüğü sağlayacak ve kârı artıracak teknolojilere ağırlık verilmelidir. Üretim süreci tasarımını etkileyen bir başka etken de, üretim olanaklarıdır. Üretim sistemi geliştirilirken, üretimde kullanılacak malzemenin, teknolojinin ve işçiliğin de tasarlanması gerekir. İşletmenin elindeki olanaklara göre, ürünün üretiminde kullanılacak malzeme, teknoloji ve işçilik planlamasına gidilir. Bu aşamada, işletmenin finans bölümüyle, satın alma bölümüyle, yakın ilişkiler kurmak gerekir. Üretim sistemi tasarımının her aşamasında, iç ve dış çevrelerle etkili bir iletişim sağlanmalı, ürün tasarımında yapısal bir hata yapılmamalıdır. GELENEKSEL ÜRETİM SİSTEMLERİ Otomotiv Yan Sanayi Derneği, geleneksel seri üretim sisteminin en belirgin özelliklerini taşıyan, Boston’un güneyindeki GM FRAMINGHAM’ın Massachusetts’deki montaj tesisinde yaptıkları gözlemlerini şöyle anlatmaktadır: “Gözleme, Montaj Hattının yanı başındaki koridorları inceleyerek başladık, Koridorlar, nöbeti devralmaya gelen dolaylı (endirekt) işçilerle doluydu. Bu işçilerin hiçbiri, aslında üretime bir değer eklememektedir. Tasarımcılar, biraz düşünseler, bu dolaysız işçilerin yaptıkları işi yapacak başka yollar bulabilirlerdi. ” “Koridorlardan sonra, üretim hattının kendisini inceledik. Her işlem merkezinin yanında, parça yığınları vardır. Etrafa dağılmış kutular ve diğer geçici ambalaj malzemeleri, çöpe atılmayı bekliyordu. Hattın üzerinde, işçiler, eşit olmayan bir şekilde dağıtılmıştı. Bazı işçiler, yetişebilmek için delice koştururken, bazıları sigara içmeye, hatta gazete okumaya bile zaman bulabilmekteydi. Bu arada, yerine uymayacağı kesinleşen parçalar, çöp tenekelerine atılıyordu. ” “Üretim hattının sonunda, geniş bir alanda, kusurlu üretilmiş pek çok otomobil, sevkiyattan önce yoğun bir onarıma tabi tutuluyordu. Hatta, çoğu kez, arızalar tam giderilmeden, otomobiller pazara sunuluyordu. ” “Boya kabinine ve daha sonra montaj hattına yolculuk için sırada bekleyen, çok sayıda bitmiş gövde stoku ve Detroit civarındaki GM’nin parça üretim tesislerinden sevk edilmiş ve çoğu hâlâ tren yolu vagonlarında duran parça stoğu hemen göze çarpıyordu”. “Son olarak, Framingham işçileri, beş altı kez işten çıkarılmışlardı. ” Tasarımda Ussallık Bilindiği gibi, belirli bir sonucu, en az kaynak kullanarak gerçekleştirme çabalarına ussallık (akılcılık = rasyonellik) ya da ekonomiklik denir. Ürün ve üretim sistemi tasarımında, ussallık ilkelerine bağlı kalmak gerekir. Bu konudaki başlıca ussallık ilkeleri; standartlaştırma, yalınlaştırma ve kodlamadır. - Standartlaştırma: Bir ürünün veya onu oluşturan parçaların boyut, biçim, performans ve kalite özelliklerinin, endüstri kolu, ülke veya dünya ölçüsünde olmak üzere önceden saptanmış değerlerine standart, bu amaca yönelik çalışmalara da standartlaştırma denir. Standartlaştırmanın en belirgin yararı, satın almayı, stoklamayı, bakım-onarımı, montaj işlemlerini ve pazarlamayı kolaylaştırmasıdır. Malların, endüstri, ülke ve dünya standartlarına uygun olarak üretilmesi, bütün endüstride, bütün ülkede ve bütün dünyada kullanılabilmesine olarak sağlar. İşletmeler, son yıllarda giderek artan bir oranda ISO 9000 Serisi Standartları kullanmaya başlamışlardır. - Yalınlaştırma: Bir ussallık önlemidir. İşletmelerin, ürettikleri malların çeşidini ve bu malların üretildiği üretim sürecini, ekonomik amaçlarla sınırlandırmalarına ve ussallaştırmalarına yalınlaştırma denir. Kaynak israfını önlemek, enerji tüketimini azaltmak, daha kaliteli ve güvenilir ürünler üretmek, çevre kirliliğini en aza indirmek, kısaca kârlılığı artırmak için işletmeler, her türlü yalınlaştırmayı tasarlamak durumundadır. - Kodlama: Ürün ve üretim sistemi tasarımını kolaylaştıran önemli etkenlerden biri de kodlamadır. Bir ürün, bazen, binlerce parçadan, ham ve yardımcı maddeden ve işletme malzemesinden oluşur. Ürün tasarımı aşamasında, bunların tek tek belirlenerek, birbirinden kolayca ayırt edilebilmesi gerekir. Bu ayırt etme işleminin sözcüklerle veya isimlerle yapılması, özellikle çok çeşit üreten işletmelerde, karmaşıklık ve hatalara yol açar. Ayrıca, stokların bilgisayarla izlenmesi durumunda, kodlama, kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bir işletmenin fiziksel ve fiziksel olmayan varlık ve eylemlerinin, değişik ölçülere göre sınıflandırılarak harf, rakam veya sembollerle ifade edilmesine kodlama denir. Kodlamayla, işletmelerdeki varlıklar, hammaddeler, yardımcı maddeler, malzemeler, parçalar, iş emirleri, üretim bölümleri, maliyet öğeleri, işgörenler, ücretler, kolayca birbirinden ayırt edilip, stoklanır ve istenildiği zaman üretim sürecine gönderilir. SÜREÇ TASARIMI Bilindiği gibi, üretim sistemleri girdi, süreçleme, çıktı ve geribildirim öğelerinden oluşur. Üretim girdileri, süreçlenerek, çıktılara dönüştürülür. Buna göre, dönüşüm süreci, girdileri çıktılara dönüştürmek için iş merkezleri ve bu iş merkezlerinde yapılan işlemler seti olarak tanımlanabilir. Gerçekten de işletme girdileri, çeşitli iş ve işlem merkezlerinde, çeşitli işlemlere tabi tutularak, işletme ürününe dönüştürülür. Hasta insanlar, bir hastanede çeşitli işlemlere tabi tutularak, sağlam insanlara dönüştürülür. Okuma yazma bilmeyenler, bir okulda çeşitli aşamalardan geçirilerek, okur -yazarlara dönüştürülür. Arızalı arabalar, bir servis istasyonunda çeşitli işlemlere tabi tutularak, sağlam arabalara dönüştürülür. Bu örneklerdeki sistem ve süreçler, birbirinden oldukça farklı olmakla beraber, yine de aralarında kavramsal ve mantık olarak önemli benzerlikler vardır. Dönüşüm süreci tasarımı sırasında, çeşitli soruların yanıtlanması gerekir. Örnek olarak; üretilmesi düşünülen mal veya hizmetin özellikleri nelerdir? Çıktının hacmi ne kadar olacaktır? Üretim için hangi araçgereç daha uygundur? Hangi donanım ve teknolojilere gereksinme olacak ve bunların maliyeti ne olacaktır? Tasarlanmakta olan süreç, emek yoğun mu yoksa sermaye yoğun mu olacaktır? Süreç tasarımı, aslında, üretimdeki özel (spesifik) adımların tanımlanması ve bu adımların başlıca özelliklerinin belirlenmesidir. Dolayısıyla, süreç tasarımı, yeni ürünler için yapılabileceği gibi, değişen teknoloji ve pazar koşulları nedeniyle gereksinme duyulan mevcut süreçlerin yeniden tasarımı için (reengineering) de yapılabilir. Süreç tasarımı, özellikle şu durumlarda gerekli olur; - mevcut dönüşüm süreci, maliyetleri rekabet koşullarını zorlaştıracak düzeyde artırıyorsa, - mevcut süreç, üretim verimliliğini olumsuz yönde etkileyen bir çalışma alanına sahipse, - mevcut süreç, çalışanların moralini bozacak biçimde kötü tasarlanmışsa, - üretilen ürün hacminde önemli ve kalıcı bir değişiklik olmuşsa, - yeni araç-gereç ve donanımla üretimde bir işlem kolaylığı sağlanacaksa, - özellikle kütüphane, hastane, restaurant, banka gibi işletmelerin hizmet merkezlerinde, sürekli ve bıktırıcı kuyruklar oluşuyorsa. Süreç tasarımı ile bir önceki ana konuda incelenen ürün tasarım kavramı arasında, yakın bir ilişki vardır. Bu ilişki, özellikle son yıllarda, Amerikan işletmelerinde “Eş Zamanlı Mühendislik (Simultaneous Engineering)” kavramını gündeme getirmiştir. Şekil 14. 1, Eş Zamanlı Mühendisliği simgelemektedir. Şekil 14. 1′de izleneceği gibi, eş zamanlı mühendislik, süreç tasarımıyla sürekli etkileşimli olarak aynı zamanda yürütülen ürün tasarımını ifade eder. Artan rekabet koşullarında üstünlük sağlayabilmek için birçok büyük Amerikan işletmesi, eş zamanlı mühendisliği kullanarak, ürün tasarımını ve üretim süreçlerini, aynı zamanda ve çok hızlı olarak yapma yoluna gitmiştir. Gereğine uygun süreç tasarımı, üretim verimliliğini arttırır, üretim maliyetlerini düşürür, çalışanların moralini yükseltir ve daha birçok yararlar sağlar. Başarılı bir süreç tasarımının başlıca yararları, şu şekilde sıralanabilir: - Ürünün üretim süresini kısaltır. - Süreçteki stok miktarını azaltır. - Üretim hazırlık süresini (Setup Time) kısaltır. - Çalışma alanlarındaki araç-gereç ve makine sayısını azaltır. - Hammadde, yardımcı madde, işletme malzemesi maliyetlerini azaltır. - Üretim programlaması, üretim kontrolü ve çizelgeleme sistemlerini kolaylaştırır. - Üretimde esneklik sağlar. Uygulamada, eski hantal üretim süreçlerini çağdaş tasarımlarla değiştiren işletmelerin, büyük rekabet üstünlükleri sağladığı görülmektedir. Örnek olarak, Sun Mikrosistem işletmesi, 1982 yılından bu tarafa, bilgisayar üretiminde kullanılan ürünleri üretmektedir. İşletmenin ilk üretim binası, şirketin büyümesi ve kapasitesinin artması sonucu, hantal ve karmaşık bir çalışma alanına dönüşmüştü. Kapasite arttıkça değiştirilen yeni süreçlerde, koordinasyon kaybolmuş, malzemeler, araç-gereçler, makineler, donanımlar ve insanlar karmakarışık bir durumdaydı. Sürekli değişen ürün karmasının üretilmesi, üretim süreci’nin işlerliğine değil, bütünüyle çalışanların olağanüstü çabasına dayanmaktaydı. Dönüşüm sürecinin verimsizleştiğini fark eden yönetim, yeni bir üretim binasının yapılmasına karar vermiştir. Yeni bina tasarlanırken, başlıca şu amaçlar dikkate alınmıştır: - Koşullara göre değişen ürün değişikliklerini ve yeni ürün karmalarını karşılayacak süreç esnekliğini sağlamak. - Malzeme ve iş akışını iyileştirerek, üretim verimliliğini ve üretim kalitesini artırmak. - Çalışanların, çalışma koşullarını iyileştirerek, onları güdülemek ve yeteneklerini artırmak. - Süreçte, bilgisayarlı sistemler kullanarak, etkili koordinasyon ve kontroller yapmak. Yeni bina ve yeni süreç tasarımı sonucunda, ürünleri zamanında müşterilere teslim performansı % 50 artmış, üretim hacmi genişlemiş, verimlilik ve kalite yükselmiştir. Süreç tasarımı niçin rekabet üstünlüğü sağlayacak, boyutta bir önem taşır? Başarılı bir süreç tasarımının başlıca yararları nelerdir? Örnekler vererek tartışınız. Dünyayı değiştiren makine olayında, süreç tasarımının, ne kadar önemli olduğu vurgulanmıştır. Henry Ford’un ve General Motors’un üretim süreçleri, tasarlanıp uygulamaya konulduğu dönemlerde, son derece büyük işlevler görmüş, verimliliği, üretkenliği ve kârlılığı artırmıştır. Öyle ki, bu tür süreçleri örnek alan, ABD işletmeleri, kısa sürede, ABD’yi süper ekonomik güç durumuna getirmişlerdir. Ancak, unutulmamalıdır ki, iyinin daha iyisi de tasarlanabilir. Gerçekten de, Dünyayı değiştiren makine örneğinde de belirtildiği gibi, Japon mühendisleri, Ford ve General Motors fabrikalarını çağdışı bırakacak önemde, bütünüyle yepyeni bir üretim süreci tasarlayıp uygulamaya koyabilmişlerdir. Bu yeni üretim süreci yaklaşımı, yerden, işgücünden zamandan ve stoklardan olağanüstü tasarruf sağlamış, hataları neredeyse sıfıra indirmiştir. Hiç unutmayın! Küresel dönemde, iyinin daha iyisini bulma yarışı başlamıştır. SÜREÇ TASARIMI SİSTEMİ Süreç tasarım sistemini açıklamak. Üretim süreci, girdileri çıktılara dönüştüren bir dizi öğeyi, bu öğelerin bütünleşmesinden oluşan yapıyı ve bu yapı içindeki bir dizi işlemi içerir. Süreç kararları, hem yeni ürünler için hem de mevcut ürünlerdeki değişiklikler için söz konusudur. Üretim süreci planlanırken göz önünde bulundurulacak temel amaç, hedeflenen kalitedeki ürünleri, en az maliyetle üretebilecek yapıyı ya da sistemi kurmaktır. Bu yapı tasarlanırken, üretilmesi düşünülen ürünlerin üretim işlemlerinin aşama aşama tanımlanması gerekir. Şekil 14. 2, süreç kararları alınırken göz önünde bulundurulması gereken bilgileri ve yapılması gereken başlıca çalışmaları göstermektedir. Şekil 14. 2′den de izlenebileceği gibi etkili bir süreç tasarımı, faaliyet tasarımı ve iş tasarımı yapabilmek için herşeyden önce, bir ürün analizinin yapılması gerekir. Belirli özellikleri taşıyan belirli bir üründen, belirli bir dönemde ne kadar üretileceği, ürün analiziyle ortaya konur. Bu bilgi, süreç için gerekli araç ve gereçleri, gereksinime duyulacak sermaye miktarını, bazı üretim öğelerinin içeride mi yapılacağını ya da satın mı alınacağını belirlemede kullanılır. Süreç tasarımı tamamlanınca, belirli özellikleri taşıyan belirli miktarda ürünlerin, belirlenen iş tanımlarının yapıldığı işlem merkezlerinde hangi rotayı izleyerek üretileceği ortaya konulmuş olur. Çizelge 14. 1′de, süreç planlama sisteminin başlıca üç temel aşamasında yapılması gereken çalışmalar gösterilmiştir. Süreç tasarımı, aslında, döngüsel bir süreçtir. Ürün bilgileri ve üretim sistemi bilgileri, süreç planlama aşamasında, teknoloji seçimine, yerleşim düzenine ve üretimi yapacak olan personel tahminine dönüşmektedir. Dolayısıyla, süreç tasarımında karşılaşılan sorunlar, ardışık olarak ve bir kerede çözümlenir. Her aşamadan sonra, önceki aşamalar tekrar incelenir. Önceki aşamaları tekrar gözden geçirmenin amacı, son aşamanın önceki aşamalarda saptanan en iyi yolu etkileyip etkilemediğini belirlemektir. SÜREÇ TASARIMINI ETKİLEYEN TEMEL ETKENLER Süreç tasarımını etkileyen temel etkenleri açıklamak. Üretim sistemlerin temel işlevi, tüketicilerin istek ve arzularını doyuma ulaştırarak biçim ve kalitedeki ürünleri, en düşük maliyetle, en kısa zamanda ve yeteri miktarda üretmektedir. Üretim sistemleri, bu işlevi yerine getirebilecek şekilde tasarlanmalıdır. Söz konusu tasarım yapılırken, başlıca şu etkenler göz önünde bulundurulmalıdır; - ürün talebi, - üretim esnekliği, - otomasyon düzeyi, - ürün kalitesi, - tüketici ile ilişki düzeyi. Ürün Talebi Üretim süreci tasarımı, ürün talebinin bütün yönleri’nin açılımıyla başlar. Talep tahminlerinin birinci boyutu, dönemsel talep miktarlarını öngörmektir. Talepteki dönemsel artış ve azalışlar, mevsimlik dalgalanmalar ve benzeri günlük, aylık ve yıllık değişmeler, üretim sürecinin türünü ve kapasite saptamasını etkiler. Talep tahminlerinin ikinci önemli boyutu, ürünün satış fiyatı ile ilgilidir. Fiyat belirlenirken, reklam, kredili satış, satış sonrası hizmetler, özel ürün tasarımı, stok politikası, yükleme politikası, kalite ve diğer üretim ve pazarlama değişken ve politikaları da göz önünde bulundurulmalıdır. Üretim sürecindeki iş tasarımları, ürünlerin fiyatlarına da bağlıdır. Fiyatlar, pazar fiyatlarının altında tutulacaksa, talep fazla olacak ve buna bağlı olarak üretim sürecinin kapasitesi de yüksek tutulacaktır. Fiyatlar yüksek tutulacaksa, talep azalacak ve sürecin kapasitesi de düşük tutulacaktır. Diğer taraftan, değişik üretim süreci türleri, değişik rekabet üstünlükleri veya zayıflıkları sağlar. Başka bir deyişle, üretim sürecinin türü, talebi azaltır veya çoğaltır. Dolayısıyla, üretim süreci tasarlanırken, ürün miktarı, ürün fiyatı ve üretim süreci türü, birbiriyle etkileşimli olarak ele alınıp karara bağlanmalıdır. Üretim Esnekliği Üretim sürecinin, tüketicinin gereksinmelerine, hızla yanıt verebilme yeteneğine, üretim esnekliği denir. Uygulamada, başlıca iki tür esneklikten söz edilir. Bunlar, ürün esnekliği ve miktar esnekliğidir. Ürün esnekliği, bir ürünün üretiminden diğer bir ürünün üretimine, hızla geçebilme yeteneğidir. Miktar esnekliği ise üretilen ürün ya da verilen hizmet miktarını hızla arttırabilme yeteneğidir. Ürün esnekliği, çok sayıda tüketiciye, farklı özelliklerdeki ürünün küçük partiler halinde üretilmesi ya da ürünün hızlı bir şekilde üretilmesi istendiğinde gerekli olur. Örnek olarak, son yıllarda gözlemlediğimiz esnek otomasyon sistemleri büyük ölçüde ürün esnekliği olanakları sağlamaktadır. Miktar esnekliği, talepte büyük dalgalanmalar olduğunda ve ürün stoklarının bu dalgalanmalara yanıt veremediği durumlarda önem kazanır. Genellikle sermaye yoğun üretim sistemlerinde, miktar esnekliği yüksektir. Buna karşılık, emek yoğun hizmet işletmelerinde, miktar esnekliği daha düşüktür. Dolayısıyla, emek yoğun işletmeler, yüksek talep durumlarında, ya yarım gün (part-time) çalışan işgörenler veya geçici çalışan işgörenler çalıştırma yoluna giderler. Otomasyon Düzeyi Süreç tasarımında, otomasyon olanaklarından ne ölçüde yararlanılacağına karar vermek de önemli bir konudur. Son zamanlarda, işgücü giderlerinden tasarruf etmek, çalışanların işi yavaşlatma, işe devamsızlık, grev gibi eylemlerinden kurtulmak için otomasyona gidildiği gözlemlenmektedir. Gerçekten de otomasyon düzeyi arttıkça, üretim sisteminin kapalılık oranı artmakta ve işgücünden kaynaklanan sorunlar azalmaktadır. Ancak, otomasyonun hem donanım olarak hem de bu donanımın işletimi ve onarımı açısından pahalı bir sistem olduğu unutulmamalıdır. Üretim sürecindeki otomasyon düzeyini belirlerken, otomasyonun ürün kalitesi ve ürün esnekliği üzerindeki olumlu etkileri ölçülmeli ve toplam getirisinin toplam götürüsünden yüksek olmasına çalışılmalıdır. Ürün Kalitesi Küresel dünya değerlerinin en başında, kalite yer almaktadır. Kalite, hem toplumun yaşam düzeyini yükseltmekte hem de işletmelere rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. Geleneksel işletmecilikte, yüksek kaliteli ürünler, üst gelir grubundaki az sayıdaki tüketiciler için özel olarak üretilirdi. Mercedes, Jaguar, Rolls Royce gibi arabalar, bu geleneksel yaklaşımın ürünleri olarak ortaya çıkmıştır. Japonlar, öncelikle araba alanında, bu eski görüşü yıkmışlardır. Japonların Toyota otomobilleri, gelir grubuna bakılmaksızın en yüksek kalitede ve geniş kitleler için üretilmektedir. Günümüzde, hemen her ürünün üretiminde, birinci önceliği kalite almaktadır. Bu nedenle, üretim süreci tasarlanırken, öngörülen kaliteyi tutturma koşulu aranmalıdır. Ayrıca, süreç işlerken, herhangi bir nedenle oluşacak kalite hatalarını anında belirleyecek izleme ve erken uyarı sistemleri, süreç tasarımıyla birlikte tasarlanmalıdır. Tüketici İle İlişki Düzeyi Genellikle hizmet işletmelerinde, üretim sırasında, tüketiciyle birebir ilişki olmaktadır. Örnek olarak, tıbbi tedavi ve kuaförlük hizmetlerinde, tüketici, aktif olarak üretim sürecinin içinde bulunmaktadır. Dolayısıyla, tüketiciyle ilişki düzeyi, işin özelliği nedeniyle yoğun olan durumlarda süreç, tümüyle tüketiciye göre yönlendirilmelidir. Buna karşılık, fastfood restoranlarda olduğu gibi, tüketicinin üretim ortamında olmasına rağmen, üretim sürecine müdahale edemediği durumlar da vardır. Böyle durumlarda, üretim süreci, yoğun ve standartlaştırılmış hizmet verecek biçimde tasarlanmalı ve bu süreç içinde maliyet, fiyat ve hizmetin tamamlanma süresi iyi dengelenmelidir. SÜREÇ TASARIMI MODELLERİ Süreç tasarım modellerini betimlemek. Üretim süreci tasarımında, birçok modelden yararlanılır. Bunların en önemlilerini şu şekilde sıralamak olurludur: - Ürüne dayalı süreç tasarımı - Sürece dayalı süreç tasarımı, - Hücreli üretim (grup teknolojisi) süreç tasarımı - Bilgisayar destekli tasarım (CAD) - Otomatik malzeme sevk sistemleri - Esnek üretim sistemleri - Otomatik üretim planlama ve kontrol sistemleri - Bilgisayar bütünleşik üretim sistemleri - Ofis otomasyonu - İmaj işleme sistemleri - Elektronik veri değişimi - Karar destek sistemleri - Yapay zeka ve uzman sistemler Yukarıdaki modellerin ilk sekiz tanesi, genellikle endüstri işletmelerinde, sonrakiler de hizmet işletmelerinde çok yaygın olarak kullanılır. Burada, yalnızca ürüne dayalı süreç tasarımı, bilgisayar destekli tasarım ve bilgisayar bütünleşik üretim sistemleri üzerinde kısaca bilgi vermekle yetinilecektir. Ürüne Dayalı Süreç Tasarımı Ürüne dayalı süreç tasarımında, ürünü üretmek için gerekli olan tüm üretim işlem ve aşamaları, yalnızca bir üretim bölümünde gruplandırılır. Ürüne dayalı süreç tasarımında, ürünün üretimi, belirli bir rota izleyecek biçimde organize edilir. Bu tür süreçte ürün, hammadde olarak, sonra yarı mamul olarak ve sürecin en sonunda da bitmiş mamul olarak, geri dönmeksizin ve yön değiştirmeksizin doğrusal bir yolda ilerler. Şekil 14. 3′de, hammaddelerin, parçaların, alt montajın, montajın ve bitmiş ürünlerin doğrusal bir yol izlediği görülmektedir. Ürüne dayalı süreçte, genel olarak üç üretim biçimi uygulanır. Bunlar kesikli birim üretim, süreç üretimi ve hizmet teslimi olarak adlandırılır. Kesikli birim üretimde, süreç yalnızca tek bir ürüne tahsis edilebileceği gibi, birbirinden farklı ürünler, aynı üretim veya montaj hattında parti parti de üretilebilir. Örnek olarak, buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi gibi ürünler parti parti üretilebilir. Bu durumda, üretim veya montaj hattında, üretilecek ürünlerin özelliklerine göre değişiklikler yapılması gerekir. Bilgisayar Destekli Tasarım (CAD) Bilgisayar destekli tasarım (Computer – Aided Design – CAD), ürün tasarımında ve süreç tasarımında bilgisayar olanaklarından yararlanmayı sağlayan çağdaş bir yaklaşımdır. CAD, optik karakterleri algılayıp inceleyebilen teknolojileri, bilgisayar grafiği teknolojilerini, üretim süreci tasarımıyla bütünleştirilmiş teknolojileri ve diğer tasarım teknolojilerini kapsar. Söz konusu bilgisayar destekli tasarım teknolojileri, aynı zamanda, üretim süreci üzerindeki makinelerin ve işlemlerin ardışık kullanımının tasarımında, ekran üzerinde çeşitli testler yapmada, prototip test etmede ve değiştirmede de kullanılır. Bilgisayar destekli tasarım (CAD) ve bilgisayar destekli mühendislik (Computer – Aided Engineering – CAE) sistemleri, önceleri plan ve harita çizmede kullanılırken, günümüzde daha da gelişerek ürün tasarımında, süreç tasarımında, bunların analiz ve testinde, üretim planlama ve çizelgelemesinde, değişiklikleri güncellemede ve tasarım bilgilerini depolamada kullanılmaktadır. Bilgisayar desteği, üretim sürecinin kontrolünde de söz konusudur. Bilgisayar destekli üretimde (Computer – Aided Manufacturing – CAM), üretim, bilgisayar kontrolünde yapılır. CAM sistemindeki her makine, programlanmış yapılara göre, araçları seçme ve yönetme yeteneğine sahiptir. CAM sistemlerinde sık sık tasarım değişiklikleri yapılabilir, üretim esnekliği sağlanır ve üretim süreci etkili olarak kontrol edilir. Bilgisayar Bütünleşik Üretim Sistemleri Bilgisayar bütünleşik üretim (Computer-Integrated Manufacturing – CIM) sistemleri, geleceğin toplam fabrika otomasyonunun veya geleceğin insansız kapalı sistem fabrikalarının ilk basit modelleridir. Başka bir deyişle, bu sistemler, geleneksel üretim işlevlerinin, otomatik teknolojilerle yer değiştirmiş, otomasyona dönüşmüş biçimidir Çok kısa bir gelecekte, üretim, hiç insan müdahalesi olmadan, bilgisayarın yönettiği robotlardan oluşan bir fabrikada yapılıp tüketicilere sunulacaktır. CIM, tasarımdan üretime ve dağıtıma kadar tüm üretim faaliyetlerinin planlanması, gerçekleştirilmesi ve denetimi için gerekli olan bilgisayar donanımını, yazılımını, veri ve bilgi tabanı yönetimini ve iletişimini ifade eden bütünleşik bir kavramdır. CIM’in başlangıç amacı, doğrudan doğruya işgücü maliyetlerini yok etmek değil, bilgi akışında otomasyon sağlamaktır. Üretimde otomasyon yoluyla doğru, sağlıklı ve hızlı bilgi akışı, bir taraftan yarı yarıya maliyet tasarrufu sağlarken, diğer taraftan da üretimde insan hatalarını ortadan kaldırarak kaliteyi yükseltmektedir. Şekil 14. 4′te, CIM teknolojisi, bütünleşik olarak gösterilmiştir. Bilgisayar bütünleşik üretim sistemlerinde gerçek etkinliğe, farklı parçaların veri ve bilgi tabanlarının birbirine bağlanmasıyla ulaşılır. Örnek olarak; veri tabanı ve bilgi tabanını birleştirmek için, CAD ile CAM’ın birleşmesine izin verilir. Bütünüyle birleştirilmiş bir sistemde, yalnızca tasarım, test, malzeme tedariki, fabrikasyon ve montaj otomatik değil, aynı zamanda üretim planlama ve çizelgeleme işlevleri de diğerleriyle otomatik olarak bütünleştirilmiştir. CIM, tasarım başarısını, üretim verimliliğini ve üretim kalitesini yükseltirken; yer değiştirmeleri, stok düzeylerini ve malzeme maliyetlerini azaltır. CIM, tek tek ayrı teknolojilerin toplamı değil, değişik teknolojilerin bütünleşmesidir. Böylece, sistemdeki her parçanın bütünleşik yararı ile bireysel yararı, uzun dönemde, geometrik olarak artmış olur. Günümüzde, üretim sistemlerinin tasarımı, genellikle bilgisayar desteklidir denebilir mi? Geleceğin üretim sistemlerinde, insan öğesinin yerini, hangi öğe alacaktır? Dünyayı değiştiren makine örnek olayında vurgulanan yeni üretim sistemleri de kalıcı olmayacaktır. Bilgisayar ve bilgisayarların denetimindeki endüstriyel robotlar, bugün yaygın bir uygulama alanı bulmuştur. Pek kısa bir dönemde ise bilgisayar bütünleşik üretim sistemleri, endüstri üretimini, otomatik olarak yapacaktır. Hizmet üretiminde ise insanın yerini yapay zeka ve uzman sistemler alacaktır. Bu durumda, yapay zekaya sahip bilgisayar denetimindeki robotlar, üretim sistemlerinde, bütünüyle insanın yerini almış olacaktır. Başka bir deyişle, kısa bir gelecekte, insanlar, geçimlerini, kesinlikle, kol gücüyle değil, tam tersine, beyin gücüne bağlı yeni tasarımlarla sağlayacaklardır ÜRETİM SİSTEMLERİNİN KURULUŞU VE İŞLETİMİ Üretim sistemlerinin kuruluş ve işletimi ile ilgili konuları tartışmak. Üretim süreci tasarımından sonra sıra, tasarlanan üretimi gerçekleştirecek üretim sisteminin bütünüyle kurulmasına gelir. Kuruluş aşamasındaki, yasal, finansal ve teknik konuları, ilgili bilim dallarına bırakarak, burada yalnızca, konunun üretim yönetimini ilgilendiren yönlerine kısaca değinmekle yetinilecektir. Yerleşim ve Üretim Hattının Dengelenmesi Üretim sisteminin kuruluş aşamasına gelinmesi, konunun seçilmiş bir yatırım projesine dönüştüğünü gösterir. Yatırım projesinde, kısa, orta ve uzun dönemde beklenen kârı kazandıracak kıvamlı bir kuruluş yeri, kıvamlı bir işletme büyüklüğü (kapasitesi) ve kıvamlı bir satış miktarı (talep) öngörülmüştür. Buna göre, projede öngörülen iş ve işlemlerin, projede öngörülen süreler içinde, hiç aksatılmadan uygulanması gerekir. Uzman elemanlardan oluşturulmuş uyumlu bir ekip, projede öngörülen ürünü gerçekleştirecek üretim aşamalarını (üretim sürecini), projedeki tanımlara göre kuruluş yerine yerleştirir. Bu yerleşimde, süreçteki canlı ve cansız varlıkların hareketleri toplamının minimum olmasına çalışılır. Buna, üretim hattının dengelenmesi denir. Üretim hattının kıvamlı dengelenmesi, üretim kalitesini artırırken, üretim maliyetlerini azaltarak, işletmeye büyük bir rekabet üstünlüğü kazandırır. İyi dengelenmiş bir üretim hattında, bir saniye bile boş bekleyen bir işçi, bir makine, bir parça, bir hammadde, bir işletme malzemesi ve bir yarı mamul yoktur. Örnek olaylarda da belirtildiği gibi, günümüz işletmeciliğinde boş bekleme “stok” ve her stok da bir israf sayılır. Bu da dolayısıyla, boşuna oluşmuş bir maliyet demektir. Bu tür maliyetler, işletmeye rekabet zayıflığı yaratır. Üretim hattını dengelemek için, birçok bilgisayar benzetim (simülasyon) paket yazılımı geliştirilmiştir. Üretim sürecinin yapısına uygun bir yazılımla, kıvamlı dengeleme yapılır ve herhangi bir hataya yol açmadan, üretim sisteminin kurulması yoluna gidilir. Üretim sistemi kurulduktan sonra, belirli bir süre, deneme üretimi yapılır. Bu aşamada, sistemin planlandığı gibi işleyip işlemediği denetlenir. Ortaya çıkan aksaklıklar giderildikten sonra, kurucu ekip, kurduğu üretim sistemini, işletimi yapacak ekibe devreder. Üretim hattı dengelenirken hangi ilkeden yararlanılır? Üretim sistemindeki süreçlerin kıvamlı dengelenmesi, işletmenin rekabet gücünü nasıl etkiler? Dünyayı değiştiren makine örnek olayında, yeni üretim sistemi, üretimdeki tüm stokları ortadan kaldırmaktadır. Üretim hattının kıvamlı dengelenmesi, aylak işçilik, hata, stok, fire gibi olumsuz etkenleri bütünüyle ortadan kaldırmıştır. Oysa, büyük tırnaklar arasında değinilen geleneksel üretim sistemlerinin eleştirisinde de belirtildiği gibi, üretim hattı birçok aksaklıklarla doludur. Süreçte, etrafa dağılmış kutular, parça yığınları, boş bekleyen işçiler ve makineler, ürün yığınları ve daha birçok maliyet artırıcı uygulamalar, açıkça görülmektedir. Üretim Planlaması Başarılı bir üretim planlaması yapabilmek için herşeyden önce, işletmenin gelecekteki satış düzeylerinin tahmin edilmesi gerekir. Talep tahmini, üretim ve pazarlama bölümlerinin bir araya gelerek, birlikte saptadıkları bir değişkendir. Gelecekteki gerçek talep başarıyla belirlenebilirse, bu satışı karşılayacak bir üretim planlaması yapılır ve eksik veya fazla bir üretimin ortaya koyacağı dengesizlikler daha başlangıçta ortadan kaldırılmış olur. Burada, uygulamada, yerine göre biri veya birkaçı birlikte kullanılan başlıca istatistiksel talep tahmin yöntemlerinin yalnızca adları verilmekle yetinilecektir. - Beklenen değer yöntemi - Sınırları daraltma yöntemi - Pert yöntemi - Medyan - Mod - Hareketli ortalama yöntemi - Üssel düzeltme yöntemi - Aritmetik ortalama - Regresyon tahmin yöntemi - Ekonometrik tahmin yöntemleri Bunların dışında, daha birçok satış tahmin yöntemi vardır. Bunların bazılarının kullanımı kolay iken, bazılarının kullanılması uzmanlık ister. Her durumda doğru ve geçerli bir tahmin yöntemi yoktur. Tahmin yapmakla görevli olan kişi veya ekip, duruma uygun bir satış tahminine dayanarak, yıllık üretim plan ve programlarını yapacaktır. Üretim planlaması, günlük, haftalık veya aylık üretim düzeylerini belirleme işlevidir. Bir üretim planı hazırlanırken, üç seçenek vardır. Bunlar; - stok maliyetlerinin artmasına katlanarak, günlük, haftalık veya aylık üretim miktarını aynı tutmak, - stok miktarını minimum düzeyde tutarak, üretim miktarını günlük, haftalık veya aylık talep dalgalanmalarına göre değiştirmek, - yukarıdaki iki seçeneğin uygun bir oranını uygulamak. Örnek olarak, üretim miktarını uzunca bir süre değiştirmemek, ancak satışların çok yükseldiği veya azaldığı zamanlarda değiştirmek. Üretim planlamasında hangi seçeneğin yeğleneceği, maliyet karşılaştırmasıyla belli olur. Hangi seçenek toplam maliyetleri en aza indirecekse, o seçeneğin gösterdiği üretim planı uygulamaya konur. Üretim sistemlerinin işletimini, üretim yöneticileri yapar. Üretim yönetiminin bu görevi başarıyla yerine getirmesinde, bilgisayar yazılımlarına büyük gereksinme duyulur. İzmir merkezli Konsan Bilgi ve Teknoloji Grubu, hazır giyim üretim yönetimi ve denetimi için bir yazılım programı hazırlamıştır. Konsan Enformasyon Destek Sistemi (EDS) isimli yazılım, işletmelere, giyim üretimi planlama, üretim, takip, stok ve satın alma sistemlerinin, zaman, etüt ve verimlilik ölçüm yöntemlerinin doğru uygulanmasına yardımcı olmaktadır. İzmir’de Sun Tekstil’de başarıyla uygulanan programın özelliği, tümüyle Türk mühendis ve programcılar tarafından yaratılmış olmasıdır. Konsan EDS’nin Windows NT Terminal Server işletim sistemi ile uyumlu olduğunu belirten programcılar, yazılımlarının hem yerel hem de internet üzerinde mesafe sınırı olmaksızın çalıştırılabileceğini söylemektedirler Bakım-Onarım Planlaması Çağdaş üretim sistemlerinde, makine oranının çok yüksek düzeyde olması, bakım-onarım konusuna önem kazandırmıştır. Makinelerin bozulması, başka bir deyişle; makinelerin üretim işlemlerinden bir süre ayrılması, binlerce işgücü saatinin boş geçmesine, dolaylı işçilik ve genel üretim giderlerinin artmasına, tüketici talebinin karşılanamamasına, ıskarta ve fire oranının yükselmesine, müşteri yitirmeye veya geç mal teslim etme tazminatı ödemeye ve belki de işletmenin bütünüyle durmasına neden olabilir. Araç-gereç ve makinelerin işler durumda olmaması, üretim akışı, verimlilik ve dolayısıyla maliyetler üzerinde olumsuz etkilere neden olduğu için, işletmeleri, bakım-onarım maliyetlerine katlanmak zorunda bırakmıştır. Bakım-onarım modellerinde, başlıca iki tür maliyet söz konusudur. Bunlar (1) önleyici bakım-onarım maliyeti, (2) arıza bakım-onarım maliyeti. Önleyici bakım maliyeti, yıkama, yağlama, temizleme, artıkları toplama, boyama gibi dönemsel işlemlerden veya genel bir gözden geçirme (revizyon) işlemlerinden doğar. Önleyici bakım-onarımın amacı, arızalar ortaya çıkmadan önce, bazı önlemler alarak, arızaları azaltmaktır. Önleyici bakım-onarım, ne kadar iyi yapılırsa yapılsın, yine de bazı arızalar olacaktır. Bu durumda ise, arıza bakım-onarımı söz konusu olur. Önleyici bakım-onarım maliyetleriyle, arıza bakım, onarım maliyetleri arasında oldukça önemli ilişkiler vardır. Şekil 14. 5 bu ilişkileri göstermektedir. Bakım-onarım planlamasında izlenecek çeşitli politikalar vardır. Bunların en başta gelenleri, şu şekilde sıralanabilir; - bakım-onarım ekibini ve bakım-onarımda yararlanılan araç-gereç ve makine sayısını bol bulundurmak, - önleyici bakıma büyük önem vermek, - yedek üretim kapasitesini hazır bulundurmak, - işlem merkezleri arasında yarı mamul stokları bulundurmak. Bazı karmaşık üretim sorunlarını, dört işlemle, eşitliklerle ya da diğer sayısal yöntemlerle simgelemek ve çözümlemek olası değildir. Böyle durumlarda, sorunun kaynaklandığı sistem, gerçek işleyişindeki gibi kağıt üzerinde yapay olarak işletilir ve bu yapay işleyişe bakarak, kıvamlı bir çözüm bulunur. Bu gerçek sisteme benzetme işlemine, benzetim, taklit veya yabancı dildeki karşılığıyla simülasyon adı verilir. Bakım-onarım planlaması genellikle benzetim modelleriyle yapılır. Kalite Kontrolü Bilindiği gibi, üretim girdileri, belirli bir üretim sürecinden geçerek, sonunda tüketicilere sunulacak çıktılara dönüşür. Mal ve hizmetleri tüketicilerin beğenisine sunmadan önce, bunların standartlara uyup uymadığını kontrol etmek gerekir. Kalite kontrolü, belirli bir sisteme göre yapılması gereken, oldukça masraflı bir üretim yönetimi işlevidir. Kalite kontrol maliyetleri, kalite kontrol sistemini kurmak ve işletmek için yapılan harcamalardan oluşur. Günümüzün giderek artan rekabet koşullarında, işletmelerin yaşamlarını devam ettirebilmeleri, rakiplere oranla daha kaliteli mamuller üretmelerine bağlıdır. İletişim ve ulaşım açısından küçülen, ekonomik açıdan büyüyen bugünkü dünyada, tüketiciler, bol ve ucuz mal arayışı alışkanlıklarını, kaliteli mal arayışı yönünde de değiştirmişlerdir. Bu değişim, işletmeleri, Toplam Kalite Yönetimi yaklaşımına yöneltmiştir. İşletmeler için toplam kalite yönetimi anlayışı, yeni bir üretim yönetimi felsefesi ve yeni bir yönetim tarzı olmaya başlamıştır. Bu yeni yaklaşım, “ISO 9000 Kalite Güvencesi Sistem Standartları” uygulamalarını getirmiştir. ISO 9000 kalite güvencesi sistem standartları, ulusal ve uluslararası düzeyde hazırlanmış sistem standartlarıdır. 1979 yılında, İngiliz Standartlar Enstitüsü (BSI), Uluslararası Standardizasyon Organizasyonu (ISO)’na başvurarak, kalite güvencesi teknikleri ve uygulamalarına ilişkin uluslararası bir standardın hazırlanması için bir teknik komite oluşturulmasını istemiştir. Sekreterliğini ve başkanlığını Kanada’nın üstlendiği Kalite Güvencesi adlı ve ISA/TC 170 numaralı komisyon, ISO 9000 standartlarının yazımını 1986 yılında tamamlamış ve bu standartları 1987 yılı başında yayınlamıştır. ISO 9000 standartlarının temelini, İngilizlerin BS 5750 standartları ile Kanadalıların CSA Z299 standartları oluşturmuştur. Hazırlanmasında 41 ülkenin katılımcı, 22 ülkenin de gözlemci olarak görev aldığı ISO 9000 Serisi Standartları, kısa bir sürede, uluslararası kabul görmüştür. 50 ülke, bu standartları, hiç değiştirmeden, ulusal standart olarak yayınlamıştır. Elli ülke arasında Amerika, Japonya-Avrupa Topluluğu ve Avrupa Serbest Ticaret Birliğine (EFTA) bağlı tüm ülkeler vardır. Türk Standartları Enstitüsü, ISO 9000 Standartlarını, 1988 yılında, adını değiştirerek TS-6000 Serisi olarak yayınlamış, Aralık 1991′de ise, uluslararası dil birliğine uymak amacıyla, TS-ISO 9000 olarak yeniden yayınlamıştır. Türk Standartları Enstitüsünün hiç değiştirmeden yayınladığı ISO 9000 standartları, kendi içinde bir dizi standarttan oluşur. Bunlar, şu şekilde sıralanabilir: - TS-ISO 9000 Kalite Yönetimi ve Kalite Güvencesi Standartları-Seçim ve Kullanım Kılavuzu - TS-ISO 1901 Kalite sistemleri-Tasarım/Geliştirme, Üretim-Tesis ve Hizmette Kalite Güvencesi Modeli - TS-ISO 9002 Kalite Sistemleri-Üretim ve Tesiste Kalite Güvencesi Modeli - TS-ISO 9003 Kalite sistemleri-Son Muayene ve Testlerde Kalite Güvencesi Modeli - TS-ISO 9004-1 Kalite Yönetimi ve Kalite sistemi Elemanları Kılavuzu - TS-ISO 9004-2 Kalite Yönetimi ve Kalite sistemi Elemanları-Kısım2-Hizmetler İçin Kılavuz - TS-ISO 9005 (ISO 8402) Kalite Sözlüğü - TS-ISO 10011-1 Kalite sistemleri tetkiki-Kılavuz-Kısım1-Tetkik Toplam kalite yönetimini benimseyen işletmeler, Uluslararası Kalite Standartları Kuruluşuna üye standart enstitülerine ya da ülkemizde Türk Standartları Enstitüsüne (TSE) başvurarak ISO 9000 belgesi alabilirler. 15. İŞLETME BİLGİ SİSTEMİ İşletmelerde Bilgi Gereksinimi İşletmelerde bilginin önemini ifade etmek. İçinde bulunduğumuz döneme; bilgisayar çağı, iletişim çağı veya bilgi çağı gibi adlar verilmektedir. Bunun nedeni, bilgisayar, iletişim ve bilgi alanındaki olağanüstü gelişmelerin, her yönde geçmişteki çağlarla karşılaştırılamayacak kadar büyük değişiklikler yaratmış olmasıdır. Olaya işletmecilik ve işletme yönetimi açısından bakıldığında, bilgisayar, bilgi işlem, bilgi ve iletişim, işletmeler için başlı başına bir rekabet koşulu durumuna gelmiştir. Bilgisayar destekli işletme bilgi sistemine ve çağdaş iletişim olanaklarına sahip olan işletmeler, rakiplerine oranla çok büyük rekabet üstünlüğüne sahip olmaktadırlar. Bilgi sistemi, bir bakıma, işletmenin kalbi durumundadır. Düzenli kalp atışları, nasıl organizmanın her yerine yaşam için gerekli olan oksijeni pompalıyorsa, bilgi sistemi de, işletmenin her birimine, gerekli yaşamsal bilgiyi, düzenli olarak üretip ulaştırır. İşletmenin bilgi sistemi, iç ve dış çevresinden topladığı verileri bilgiye dönüştüremiyorsa veya üretilmiş bilgiyi işletme organizasyonundaki çeşitli birimlere zamanında ulaştıramıyorsa, işletmenin yaşamı tehlikeye girer. İşletmeleri kurmak, işletmek, sorunlara tanı koymak, çevre koşullarını saptamak, kıt işletme kaynaklarını akılcı kullanabilmek ve ileriye dönük kararlar alabilmek, bu konularda bilgili olmaya bağlıdır. Bu açıdan, işletmecilerin, başlıca şu üç işlevi başarıyla yerine getirecek bilgiye sahip olmaları gerekir: - Kişilerarası ilişkiler kurma işlevi - Veri toplama, bilgiye dönüştürme ve bilgiyi dağıtma işlevi - Karar alma, uygulama ve denetleme işlevi Bu görevlerin rekabet üstünlüğü sağlayacak biçimde yerine getirilebilmesi için iç ve dış çevreden veri toplamak ve verileri gereksinim duyulan bilgilere dönüştürmek gerekir. Bilgi Sisteminin İşletme Sistemi İçindeki Yeri İşletmelerin ve diğer tüm örgütlerin, ayrı birer sistem oldukları açıktır. İşletme sistemi de; girdi, süreçleme, çıktı, geribildirim, kontrol ve çevre temel öğelerinden oluşur. Şekil 15. 1, söz konusu bütünleşik işletme sistemi içinde, bilgi sisteminin yerini göstermektedir Şekil 15. 1′den de izlenebileceği gibi, işletme bilgi sistemi, çevresiyle bir bütündür. İşletmenin iç ve dış çevresiyle olan her türlü etkileşimleri, çeşitli bilgi sistemleriyle yönetime ulaşmakta ve yönetim bu bilgilerle sistemi kontrol altında tutabilmektedir. Bilgi sistemleri, işletmenin çevresi, girdileri, süreçleri ve çıktılarıyla yönetimi arasında, her türlü iletişimi sağlayan bir konumdadır. Başka bir deyişle, işletmede bilgi sisteminin yeri, yönetimle VERİ VE BİLGİ İLİŞKİSİ Veri ve bilgi ilişkisini açıklamak. Veri ve bilgi kavramlarının, aynı anlamda kullanıldığı, çok sık karşılaşılan bir durumdur. Ancak, işletme bilgi sistemleri açısından, bu iki kavram arasında oldukça önemli farklar vardır. Şekil 15. 2, veri ile bilgi arasındaki farkı açıkça göstermektedir. Şekil 15. 2′den de izlenebileceği gibi, önce çeşitli kaynaklardan veriler toplanmakta, toplanan veriler, belirli bazı bilimsel işlemlerden geçirilerek bilgi biçiminde çıktıya dönüşmektedir. En sonunda da bilgi, karar sürecinin girdisini oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, karar alırken veri değil, verilerin süreçlenmesi sonunda elde edilen bilgi kullanılmaktadır. Veri, bilgiye ulaşmak amacıyla yapılan gözlemlerin sonucudur. Bu anlamda da veri, bilginin hammaddesi olmaktadır. Verilerin yalnızca sayısal değerler olması gerekmez. Deneylerle elde edilen ya da gözlemlerin sonucu olan, sayısal olmayan değerler de veri olarak kullanılabilir. Örneğin; bir ses, simge, kod, renk, ışık ve benzerleri de duruma göre veri olarak nitelendirilebilir. Diğer taraftan, her türlü veriyi sayıya dönüştürerek ifade etmek de mümkündür. Bunun en güzel örneği de illeri 06, 26, 55 gibi sayılarla ifade etmektir. Aynı şekilde, işletmecilik açısından, genellikle, bir işletmenin günlük işlemleriyle ilgili kayıtları veri olarak kabul edilebilir. Örneğin, müşteri bilgi formunu doldururken yazılanlar, çek veya faturaların ayrıntıları ve benzerleri tek tek birer anlamlı veri niteliğindedir. Bilgi ise, bir iş veya bir konu üzerinde bilinen genellemeler olarak tanımlanabilir. Bilgi, verilerin, belirli bir veri süreçleme yöntemiyle yararlı ve anlamlı duruma gelmeleridir. Bilgi sistemleri açısından veri, belli başlı iki aşamadan geçerek bilgiye dönüşür ve kullanıcıya ulaşır. Bu aşamalardan birincisi, verinin yaratılması (toplanması); ikincisi, verinin işlenmesidir. İşleme sonucu oluşan bilgi, iletişim süreciyle kullanıcıya iletilir. Verilerin toplanması ve bilgiye dönüştürülmesi, işletmelere planlama, uygulama ve denetim yapma olanağı sağlar. İşletmelerin gereksinim duydukları bilgi türleri, üç ana grupta toplanabilir: - Stratejik yönetim bilgisi - Denetim bilgisi - İşlem bilgisi Stratejik yönetim bilgisi; işletmenin uzun dönemli amaçları, bu amaçlara ulaşmada gereken kaynak çeşitleri ve miktarları, kaynakların elde edilmesi, kullanımı ve niteliği üzerine üst yönetimin alacağı kararların girdisidir. Stratejik kararlar, büyük ölçüde işletme dışı kaynaklardan elde edilen bilgilere dayanır. Bu dış bilgiler, iç verilerin işlenmesiyle birlikte ele alındığında, yönetim, gelecekteki faaliyetlerden doğacak sonuçları tahmin etme olanağına kavuşur. Denetim bilgisi; uygulamaların amaçlara uygun olup olmadığını yansıtır. Yöneticilere, işletmenin çıkarlarını en üst düzeye çıkaracak faaliyet yollarını seçmelerinde yardımcı olur. Yöneticilere, kaynakların örgüt amaçları doğrultusunda etkin ve verimli bir şekilde kullanılıp kullanılmadığını gösterir. BİLGİNİN İŞLENMESİ Verilerin bilgi haline gelmesini sağlayan işlemler dizisine “bilgi işleme” denilmektedir. Bilgi işleme işletme bilgi sistemlerinin temelini oluşturur. Bilgi sistemlerinin temel işlevi, işletme yönetimine ve diğer ilgili kişilere, gerekli bilgileri üretmektir. Bilgi işleme, bir süreç olarak; kaydetme, sınama, sınıflandırma, sıralama ya da düzenleme, özetleme, matematiksel ya da mantıksal hesaplama, saklama, erişim, çoğaltma ve iletme aşamalarından oluşur. - Kaydetme: Toplanan verinin, ilgililerin ulaşabileceği ortamlara (bilgisayarlara ve bilgisayar donanım ve yazılımlarına) yazılmasıdır. - Sınama: Kaydedilen verinin doğruluğunun araştırılmasıdır. Örneğin, stok kartına yazılanlar ile tek tek malzemelerin karşılaştırması gibi. - Sınıflandırma: Çeşitli işletme birimlerinde biriken çok sayıda verinin, değişik amaçlarla gruplandırılmasıdır. Örneğin, çeşitli alacaklar, borçlulara göre sınıflandırılarak izlenir. - Düzenleme: Verileri, belirli bir ölçüye göre sıralamaktır. Örneğin, malzemeler, alınış tarihlerine göre sınıflandırılabilir. - Özetleme: İşletmede ya da işletme birimlerinde biriken çok sayıda veriyi, yöneticilerin kolayca yararlanabileceği yalın bir biçime getirmektir. Örneğin, işletme depolarındaki bütün malzemeler yerine, son bir hafta içinde alınan malzemeleri göstermek gibi. - Matematiksel ya da mantıksal hesaplama: Verileri, bilgiye dönüştürme aşamasında, en yalınından en karmaşığına kadar, birçok matematik işlem ve mantıksal karşılaştırma yapılmasıdır. Örneğin, dönem başında öngörülen üretim hedefleri ile dönemde gerçekleşenlerin, hem miktar hem de yüzde olarak karşılaştırılmasında yapılan matematik ve mantık işlemleri gibi. -Saklama: Verilerin, kullanılacak zamana ya da yasa ve yönetmeliklerde öngörülen zamana kadar, güvenli bir ortamda tutulmasıdır. -Erişme: Saklanmış verilere, gereksinim duyulduğu anda ulaşılabilmesidir. -Çoğaltma: Verilerin, ulaştırılacak kişi ve birim sayısı kadar kopyalanmasıdır. -İletme: Verilerin, bulundukları yerden, veriye gereksinim duyan kişi, birim ve kurumlara ulaştırılmasıdır. Güncel yaşam değişecek konusunda, bilgi işleme aşamalarının geleneksel yöntemlerle değil, bütünüyle elektronik yöntemlerle yapılacağı vurgulanmıştır. Yukarıda sıralanan kaydetme, sınama, sınıflandırma, sıralama ya da düzenleme, özetleme, matematiksel ya da mantıksal hesaplama, saklama, erişim, çoğaltma ve iletme aşamaları, bugün, bilgisayar ortamlarında, ışık hızıyla ve çok sağlıklı olarak yapılmaktadır. Gelecekte ise, olayda belirtildiği gibi olmaması için hiçbir neden yoktur. Bilgi işlemedeki ve bilgi iletmedeki hız, günümüzde ve gelecekte, en büyük rekabet üstünlüklerinden biri olacaktır. BİLGİ İŞLEME YÖNTEMLERİ Verilerin, işletmeye yararlı bilgilere dönüştürülmesi, titizlikle yürütülmesi gereken çok önemli bir süreçtir. Çağın teknolojik düzeyi ile orantılı olarak gelişen bilgi işleme yöntemleri, aşağıdaki gibi sıralanabilir: - Elle Bilgi İşleme Yöntemi - Mekanik Bilgi İşleme Yöntemi - Elektromekanik Bilgi İşleme Yöntemi - Elektronik Bilgi İşleme Yöntemi Elle bilgi işleme, en eski bilgi işleme yöntemidir. Verileri bilgiye dönüştüren bütün işlemler, kalem, kağıt, defter veya dosya kullanılarak el emeği ile yürütülür. Mekanik bilgi işleme yönteminde, verileri bilgiye dönüştürme işlemleri, daktilo, kasa kayıt makinesi, hesap makinesi gibi mekanik araçlar yardımıyla yapılır. Elektromekanik bilgi işleme, verilerin önce delikli kartlara geçirilmesi, daha sonra da birinci kuşak bilgisayarlarda işlenmesi esasına dayanmaktaydı. Bu amaçla kullanılan araçlar; kart delici, delgi kontrol makinesi, sıralayıcı, birleştirme makinesi, yorumlama ünitesi, çoğaltıcı gibi aygıtlardır. Yeni kuşak bilgisayarlar, elektromekanik bilgi işleme yöntemini ortadan kaldırmıştır. Elektronik bilgi işleme, verilerin bilgiye bütünüyle elektronik ortamlarda dönüştürülmesi anlamına gelir. Günümüz işletme yöneticilerinin bilgi gereksinmesi, artık, elektronik bir hızla karşılanabilmektedir. Bu olanağı, bilgi çağının geliştirdiği elektronik bilgi sistemleri sağlamaktadır. Elektronik bilgi işleme araçlarının başında ise son kuşak bilgisayarlar gelmektedir. Elektronik Bilgi İşleme ve Bilgisayar İlişkisi Yukarıda da değinildiği gibi, işletmecilikte ve işletme yönetiminde, bugüne kadar, değişik tür ve nitelikte bilgi işleme sistemleri kullanılmıştır. Çok kısa bir zaman öncesine kadar, bunların büyük bir kısmı, kağıt, kalem, daktilo veya hesap makinesi gibi araçların kullanıldığı, elle işleyen, basit bilgi işleme sistemleriydi. Son yıllarda ise verileri otomatik olarak süreçleyebilmek için, değişik tür bilgisayarların ve bilgisayar araç-gereçlerinin kullanıldığı, elektronik ve karmaşık bilgi sistemlerinden yararlanılmaktadır. Söz konusu bilgi işleme sistemlerine, elektronik veri süreçleme sistemleri denir. Elektronik bilgi işleme sisteminin bir diğer adı da bilgisayar destekli bilgi sistemidir. Bilgisayar destekli bilgi sistemi kavramı, bilgisayar sistemi kavramıyla karıştırılmamalıdır. Bir yönetim, işletmenin işlemlerini, olaylarını veya varlıklarını izlerken, bazı durumlarda elle işleyen bilgi sistemlerinden, bazı durumlarda da bilgisayar sisteminden yararlanabilir. Başka bir deyişle, bir işletmede aynı zamanda çeşitli bilgi sistemleri yer alabilir. Başlı başına bir bütün olan bilgisayar sistemleri, isteğe bağlı olarak, işletmenin bir bütün olan bilgi sistemini desteklemek amacıyla kullanılır. ELEKTRONİK BİLGİ SİSTEMİNİN ÖĞELERİ Her sistem gibi, elektronik bilgi sistemleri de öğelerden ve bu öğeler arasındaki tanımlı ilişkilerden oluşur. Elektronik bilgi sistemleri temelde dört öğeden oluşur. - Donanım (hardware) - Yazılım (software) - Bilgisayar Personeli (specialists, end users) - Veri tabanı (database) Bilgi işlemede kullanılan her türlü fiziksel araç gereç ve malzeme, donanım kavramıyla ifade edilir. Ana (mainframe) bilgisayarlar, mini bilgisayarlar ve mikro bilgisayar sistemleri veri giriş klavyeleri, çıktı yazıcıları veya ekranları, magnetic bellek diskleri veya optik bellek diskleri gibi bilgisayar merkezlerindeki araç-gereçler, telekomünikasyon ağları, çeşitli iletişim aygıtları, çeşitli internet bağlantıları, verilerin kaydedildiği magnetic diskler, yazıcılar, çıktıların yazıldığı kağıtlar ve benzerleri de donanım kavramı kapsamına girer. Çeşitli bilgi işlem programları, prosedürleri ve yönergeleri yazılım kavramıyla ifade edilir. Başlıca üç tür yazılım söz konusudur. Bunlar; sistem yazılımı, uygulama yazılımı ve işletim yönergeleridir. Karmaşık bilgi sistemlerini işletmek için, bu konuda yetişmiş bilgisayar personeline gereksinim vardır. Bilgisayar personeli, uzmanlar ve son kullanıcılar olarak, iki gruba ayrılır. Uzmanlar, bilgi sistemini tasarlayan, kuran ve işleten bilgisayar elemanlarıdır. Sistem analistleri, programcılar, bilgisayar operatörleri ve diğer teknik bilgisayar elemanları, uzmanlar grubuna girerler. Son kullanıcılar ise, bilgi sistemlerini veya sistem prosedürlerini kullanan uzmanlardır. Örneğin, bir işletmedeki muhasebeciler, pazarlamacılar, mühendisler, tezgahtarlar, yöneticiler ve benzerleri, son kullanıcıdırlar. Aslında, son günlerde bilgisayara sahip olan hemen herkes, az veya çok, birer bilgi sistemi son kullanıcısıdır. Bilgisayar kullanıcısı, kendi gereksinmesine göre, ya bir Microsoft Word, ya bir Excel, ya bir Power Point ya da bir Access programının nasıl kullanılacağını öğrenerek, son kullanıcı durumuna gelmiştir. Verilerin (data) ve bilgilerin (information) depolandığı veri belleklerine (databases), model belleklerine (modelbases) ve bilgi belleklerine (knowledge bases), genel olarak veri tabanı adı verilir. Aslında, geleneksel tapu kütükleri, nüfus kütükleri gibi depoların bilgi sistemlerindeki karşılığı, veri tabanı olmaktadır. BÜTÜNLEŞİK BİLGİ SİSTEMİ Bütünleşik bilgi sistemleri ile işletme işlevleri arasında ilişki kurmak. Bilgi sistemi; donanım (hardware), yazılım (software), uzman personel, geribildirim (feedback) ve denetleme (control) öğeleriyle, verileri bilgiye dönüştürme işlemlerini yapan bir işletme alt sistemidir. Her sistemin diğer sistemlerle çeşitli ilişkilerinin olması, sistemleri birbiriyle etkileşimli hale getirmiştir. Dolayısıyla, sistemlerden bazıları, paylaştıkları ortak çevre aracılığıyla birbirlerine bağlanabilmektedir. Konuya bilgi sistemleri açısından bakıldığında, bilgi sistemleri de işletmenin iç ve dış çevresindeki birçok sistemle böyle bağlılık içindedir. Sistemler, değişik tür yazılımlarla birbirlerine bağlandığı zaman, bir taraftan bütünlük sağlamakta, diğer taraftan da sağladıkları yararlar artmaktadır. Bütünleşik bilgi sistemi, işletmeyi bir üst sistem olarak kabul ederek, işletme işlevleri için gerekli olacak veri ve bilgileri, merkezî bir yerde toplar. Bu durumda, bütün işletme için geçerli ortak bir veri tabanı, başka bir deyişle, bir bilgi bankası oluşturulmuş olur. Bütünleşik bilgi sisteminde, işletmede, yalnızca bir kez veri girişi yapılır. İşletmenin veri veya bilgiye gereksinme duyan kişi ve birimleri, bu ortak bellekten istediği veriyi alarak kendi amacına uygun bilgiye dönüştürür. Böylece, aynı verinin veya bilginin, işletmenin değişik yerlerinde, birden fazla kaydedilmesi veya işleme tâbi tutulması önlenmiş olur. Bütünleşik işletme bilgi sistemi, İşletme yönetiminin bilgi gereksinmesini karşılamak için; verilerin derlenmesi, sınıflandırılması, verilerin ve bilgilerin veri tabanlarına depolanması, verilerin değişik amaçlar için bilgiye dönüştürülmesi, bilgilerin işletme organizasyonundaki değişik birimlere iletilmesi işlevlerini yerine getiren bütünleşik bir işletme alt sistemidir. Yukarıdaki, tanımda önemli nokta, işletme bilgi sisteminin, işletme ve örgüt yönetiminde kullanılan bilgilerin üretilmesini ve iletilmesini sağlayan bir sistem olmasıdır. Yönetim bilgi sistemi, elde edilen bilgileri, yöneticilere aktarmakla kalmayıp, aynı zamanda, daha değişik karar verme modellerini de içermeli ve yöneticilere yol göstermelidir. Bütünleşik İşletme Bilgi Sisteminin Özellikleri: Bütünleşik bilgi sisteminin kendine özgü bazı özellikleri vardır. Aşağıda bunlara kısaca değinmekle yetinilecektir. Bütünleşik bilgi sistemi, işletme yönetiminin ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. İşletme bilgi sisteminin, yönetime yönelik olması, en önemli özelliğidir. İşletme bilgi sistemi, üst düzeyden alt düzeye doğru yönetimin ihtiyaçları ve işletmenin hedefleri göz önüne alınarak geliştirilir. Orta düzey yönetiminin ya da alt düzey yönetiminin gereksinmeleri, sistemin temelini oluşturmaktadır. Örneğin, işçi puantaj kartlarını işlemek ve ücret bordrolarını hazırlamak için düzenlenen ücret bordrosu sistemi, doğrudan üst yönetime yönelik değildir. Bununla beraber, günlük ve haftalık işçilik raporları şeklinde ustabaşısına; işçilik maliyet raporları şeklinde üretim yöneticisine bilgi sunan bir ücret bordrosu sistemi, üst yönetime yöneliktir. İşletme bilgi sistemi, yönetim tarafından yönlendirilir. İşletme bilgi sisteminin, tarafsız olması için yönetim, bu süreci kontrol etmelidir. Bir işletmede, yönetim kurulu öncelikleri belirlemeden ve sistemi denemek için uygulama yapılmadan, yönetim bilgi sistemi geliştirilemez. Bütünleşik işletme bilgi sistemi, ortak bir bilgi akışı sağlar. İşletme bilgi sisteminin bütünleşik olması nedeniyle veri toplama, saklama ve dağıtmada fazlalık ve tekrarlar ortaya çıkmaz. Bilgi, bilginin üretildiği en yakın kaynaktan sağlanır. Ortak bilgi akışı, mümkün olduğu kadar, faaliyetleri basitleştirme, benzer fonksiyonları birleştirme ve tekrardan kaçınma amacına yöneliktir. Bütünleşik işletme bilgi sistemi, kapsamlı bir planlama sonucunda ortaya çıkar. İşletme bilgi sisteminin geliştirilmesinde, yoğun bir planlama faaliyeti söz konusudur. Yönetim bilgi sistemi kurucusu, işletmenin ihtiyaçlarını, gelecekteki hedeflerini bilmelidir. Aynı zamanda, kısa zamanda geçersiz olabilecek bir sistemi seçmekten kaçınmalıdır. Bütünleşik işletme bilgi sistemi, alt sistemlerden oluşur. İşletme bilgi sistemi, bir bütün olarak görülmelidir. Ancak, birbirini tamamlayan alt sistemler, birbirinden ayrılabilmelidir. Daha sonra her bir alt sisteme göre bir plan geliştirilmelidir. Örneğin, müşteri siparişlerini işleme, stok kontrolü ve benzeri fonksiyonlar bir sistem olarak görülmesine rağmen, gerçekte bir alt sistemdir. Aynı şekilde, bunlar da alt sistemlere ayrılabilirler. Bütünleşik işletme bilgi sistemi, merkezî bir veri tabanına dayanır. Veri tabanı, işletme işlevlerini, bir arada tutan bir yazılımdır. Her bir işletme işleviyle ilgili bilgiler, bilgisayar ana belleğine girilir ve bellekte ortak bir kullanım için saklanır. Veriye veya bilgiye gereksinim duyan kişi ve birimler, ana belleğe ulaşarak, gereksinmelerini kolayca giderirler. Bütünleşik işletme bilgi sistemi, bilgisayarlarla yürütülür. Bir bilgisayar desteği olmaksızın, günümüz koşullarına uygun bir bilgi sistemi oluşturmak mümkün değildir. Bilgisayar, işletme bilgi sistemi için gerekli olan bilgileri, tutarlı ve doğru bir şekilde işleyerek hem zaman, hem de emek tasarrufu sağlar. İşletme Bilgi Sistemi Türleri Buraya kadar yapılan açıklamalarla, çağdaş işletmecilikte, bilgisayar destekli işletme bilgi sisteminin, yapısal bir zorunluluk olduğu ortaya çıkmaktadır. İşletmeler için birbirine bağlı ve birbiriyle bütünleşik, çeşitli yönetim bilgi sistemleri geliştirilmiştir. İşletme içindeki çeşitli bilgi sistemlerinin, farklı bir amacı gerçekleştirmek için geliştirildiği açıktır. Bilgi ve bilgisayar teknolojisinin çok hızlı gelişmesine bağlı olarak, devamlı yeni işletme bilgi sistemi türleri tasarlanmaktadır. En son durumuyla, başlıca temel işletme bilgi sistemi türleri, şu şekilde sıralanabilir: -İşlem süreçleme bilgi sistemi - Karar destek sistemi - Yapay zeka ve uzman sistemler - Uç kullanıcı ve ofis bilgi sistemi - İşletme işlevleri bilgi sistemleri. İşlem süreçleme bilgi sistemi; işletme faaliyetleri sırasında oluşan verilerin toplanmasını, işlenmesini ve duruma göre ilgili kişi ve birimlere iletilmesini sağlar. Veri girişi, bilgi işlem, dosyalama ve veri tabanı oluşturma, doküman ve rapor oluşturma, sorgulama diyalogu oluşturma, işlem süreçleme sisteminin başlıca işlevleridir. Karar destek sistemi; karmaşık işletme problemlerini çözebilmek için, insan zekası, bilgi teknolojisi ve bilgisayar yazılımının etkileşim içinde olduğu bir yapıdır. Bu sistem, işletme içi ve işletme dışı kaynaklarla bağlantılı, donanım, yazılım, veri tabanı, karar modeli tabanı ve uzman elemanlardan oluşur. Yapay zeka; bilgi edinme, algılama, görme, düşünme ve karar verme gibi insan zekasına özgü yeteneklerle donatılmış bilgisayarlardır. Uzman sistemler ise, belirli bir alanda, sadece o alanla ilgili bilgilerle donatılmış ve işletme problemlerine o alanda uzman bir kişinin getirdiği şekilde çözümler getirebilen bilgisayar programlarıdır. Uç kullanıcı bilgi sistemi; işletmedeki çeşitli görevlilerin, görevlerini yaparken gereksinim duydukları bilgi süreçlemesini bilgisayar kullanarak, doğrudan doğruya kendilerinin yapabildikleri bilgisayar ortamıdır. Ofis bilgi sistemi ise elektronik mesajları, dokümanları ve diğer elektronik iletişimleri alan, depolayan ve ileten bilgisayar destekli metin süreçleme, veri süreçleme, telekomünikasyon ve diğer bilgi sistem teknolojilerinden oluşan bir ofis otomasyonudur. İŞLETME İŞLEVLERİ BİLGİ SİSTEMLERİ Pazarlama, üretim, insan kaynağı, muhasebe ve finans gibi işletme işlevleri bilgi sistemlerinin başlıca özelliklerini sıralamak. İşletme işlevleri bilgi sistemleri terimi, pazarlama, üretim, insan kaynağı, finans, üst yönetim gibi işletme işlevlerini destekleyen çeşitli bilgi sistemlerini ifade eder. Birer son kullanıcı olarak, işletme işlevlerinin baş yöneticileri, çeşitli bilgi sistemlerinin kendi işlevlerine nasıl uygulanacağını bilmek durumundadır. Bu alt bölümde, bilgisayar destekli pazarlama, üretim, insan kaynağı, finans ve üst yönetim bilgi sistemleri temel boyutlarıyla kısaca tanıtılacaktır. Pazarlama Bilgi Sistemi Pazarlama bilgi sistemi; pazarlama planlaması ve kontrolüne bilgi sağlayan bir işlevsel bilgi sistemidir. Bu bilgi sisteminin desteğiyle mamul geliştirme, fiyatlama, reklam, satış tahmini, pazar analizi, dağıtım kanalının seçimi gibi pazarlama kararları alınır, uygulanır ve uygulamalar kontrol edilerek gerekli düzeltici eylemlerde bulunulur. Şekil 15. 3, pazarlama bilgi sistemini simgelemektedir. Şekil 15. 3′ten de izlenebileceği gibi, pazarlama bilgi sistemi, pazarlama işlevinin başarıyla yapılabilmesi için, pazarlama planlaması, pazarlama kontrolü ve işlem süreçlemesine ilişkin bilgiler sağlar. Pazarlama yönetiminin ürün planlama, fiyatlama, reklam giderleri, satış tahmini, dağıtım kanalının seçimi gibi konularda etkili kararlar alabilmesi için kendisine stratejik, taktik ve işlem bilgi sisteminin yardımcı olması gerekir. Aynı şekilde pazarlama yönetimi etkili bir pazarlama kontrolü yapabilmek için kendisini kontrol raporlama sistemini desteklemelidir. Pazarlama sisteminin ürettiği bilgi formlarının bir kopyası, muhasebe bilgi sistemine gider ve orada girdi olarak işlem görür. Üretim Bilgi Sistemi Üretim bilgi sistemi, mal ve hizmetleri üretim süreçlerinin planlanması ve kontrolüyle ilgili tüm faaliyetleri kapsayan ve işletmenin üretim işlevini destekleyen bütünleşik bir bilgi sistemidir. Şekil 15. 4′ten de izleneceği gibi, üretim bilgi sistemi, dört alt sistemden oluşur. Bunlar, stratejik planlama sistemi, taktik ve işlem planlama sistemi, kontrol raporlama sistemi ve işlem süreçleme sistemidir. Belirtilen bu sistemler, birbirleriyle etkileşerek, üretim yönetiminin başarıyla yapılmasını sağlayan bilgi işlem işlevini yerine getirmektedirler. Üretim bilgi sisteminde üretilen tüm bilgiler ve bunların bilgi formlarına işlenmiş birer kopyaları, muhasebe bilgi sistemine ulaştırılır. Böylece, yönetim bilgi sisteminin bütünlüğü bağlanmış olur. İşletmedeki finansal olayların izlenmesini, muhasebe bölümü yaptığı için, bütün bilgilerin bu bölümde toplanması gerekir. Üretim bilgi sistemine konu olan üretim faaliyetleri “tekrarlanabilen” bir özelliğe sahip oldukları için, üretim bilgi sistemi, bilgisayarların ve diğer bilgi teknolojilerinin en çok kullanıldığı alanlardan biridir. Bu nedenle, üretim yönetimi, mühendislik, üretim faaliyetleri, çeşitli üretim yerleri, insanlar, bilgisayarlar, iletişim olanakları ve veri tabanları, bütünleşik bir yaklaşımla üretim bilgi sisteminde bir araya getirilmeli ve etkili bir işleyişi sağlanmalıdır. Pazarlama bilgi sistemi ile üretim bilgi sistemi arasında ne tür bir etkileşim vardır? Pazarlama Bilgi Sistemi, pazarlama işlevinin başarıyla gerçekleştirilmesi için gerekli bilgileri sağlar. Bu bilgiler ürün planlaması, fiyatlama, reklâm, satış tahmini, dağıtım kanalının seçimi kararlarında kullanılır. Pazarlama bilgi sistemi ile toplanan bu tür bilgiler üretimde kullanılmak üzere üretim bilgi sistemine aktarılır. Üretim bilgi sisteminin etkinliği, ürün ve piyasalarla ilgili olarak pazarlama bilgi sisteminden gelen bilgilerin yeterli düzeyde olmasına bağlıdır. Güncel Yaşam Değişecek başlıklı örnek olayımızda Fred Poses’in tüketicilerle ilgili düşünceleri konuyu değişik bir bakış açısıyla açıklamaktadır. İnsan Kaynakları Bilgi Sistemi İlk bilgisayar destekli bilgi sistemi uygulaması, ücret bordrolarının hazırlanması, personel sicillerinin tutulması gibi konularda olmuştur. Ancak, bugün insan kaynağı bilgi sistemi personel seçme, işe yerleştirme, personel değerleme, personel verimliliği, personel eğitimi, personel sağlığı ve güvenliği konularını da kapsamına almıştır. İnsan kaynağı bilgi sistemi, insan kaynağı yönetimini destekleyen ve diğer bilgi sistemleriyle etkileşim içinde bulunan bir bilgi sistemidir. İnsan kaynakları bilgi sistemi, işletmenin diğer bölümlerinde çalışan personeli izler ve başta onların özlük hakları olmak üzere her türlü kayıtlarını tutar. İşletmede çalışan tüm personele ilişkin bilgiler, bilgisayar veri tabanına girilir. Gerektiği zaman, herhangi bir personele ilişkin kayda hızlı bir erişim sağlanarak, gerekli bilgiler elde edilir. Personelin durumunda değişiklikler meydana geldikçe, gerekli değişiklikler, aynı formda, kolayca yapılabilir. Muhasebe Bilgi Sistemi İşletmedeki bütün finansal olaylara ilişkin veriler, muhasebede toplandığı ve orada yasal deftere kaydedildiği için, muhasebe bilgi sistemi, Türk Vergi Sistemine ve Vergi Usul Kanunu’na uygun olarak işlemek zorundadır. Aslında, muhasebe bilgi sistemi, işletmenin finansal bilgi sisteminin bir alt sistemidir. İşletmenin iç ve dış çevresiyle ilgili olarak açılan tüm hesapların birbirine bağlılığı, büyük önem taşır. Muhasebe bilgi sistemi, işletmelerde kullanılan en eski ve en geniş boyutlu bir bilgi sistemidir. Muhasebe bilgi sistemi, çift taraflı kayıt ilkelerine bağlı kalarak, bir taraftan finansal kayıtları yaparken, diğer taraftan da başta bilanço ve gelir tablosu olmak üzere, istenen her türlü muhasebe raporlarını hazırlayabilecek şekilde tasarlanır. Şekil 15. 5, muhasebe bilgi sistemini göstermektedir. Muhasebe bilgi sistemi bilgisayar yazılımları, hem geleneksel muhasebe işlevlerini yapabilmeli, hem de yönetim muhasebesi, maliyet muhasebesi, işletme bütçesi gibi yönetsel işlevleri yerine getirebilmelidir. Finansal Bilgi Sistemi Finansal bilgi sistemi, işletmenin finansal kaynaklarının bulunması, bu kaynakların işletme varlıklarına yatırılması ve tüm finansal faaliyetlerin denetimini destekleyen bir bilgi sistemidir. Muhasebe bilgi sistemi, finansal bilgi sisteminin en temel alt sistemini oluşturur. Sermaye bütçelemesi, finansal tahmin, kasa ve hisse senetleri, finansal bilgi sisteminin diğer önemli alt sistemleridir. Şekil 15. 6 bütünleşik finansal bilgi sistemini simgelemektedir. Şekil 15. 6′dan da izleneceği gibi, finansal bilgi sistemi, finansal yönetime, finansal planlama, finansal raporlama ve finansal işlem desteği verir. Böylece finansal yönetim, çeşitli finanslama, yatırım ve muhasebe kararlarını alma olanağına kavuşmuş olur. Üst Yönetim Bilgi Sistemi Üst yönetim bilgi sistemleri, işletmelerin üst yöneticilerinin (özellikle yönetim kurulu üyelerinin) bilgi gereksinimlerini karşılamak amacıyla, bilgisayar temelli bilgi girişini, bilgi üretilmesini ve bilgi aktarımını sağlayan yazılımlardır. Üst yönetim, üst yönetim bilgi sistemleriyle, işletmenin yaşamsal başarı koşullarını kolayca anlayabilmekte ve bu sistemlerle stratejik planlama ve kontrol işlevlerini daha etkin olarak yapabilmektedir. Aslında, üst yönetim bilgi sistemleri, bilgi raporlama sistemleri (information reporting) ile karar destek sistemlerinin (decision support systems) ortak özelliklerini taşır. Ancak, üst yönetim bilgi sistemlerinin amacı, üst yönetimin stratejik planlama ve kontrol için gereksinme duyduğu bilgileri, özel, öncelikli, hızlı ve bir bakışta anlaşılacak biçimde karşılamaktır. Aslında üst yöneticiler, gereksinme duydukları bilgileri, çeşitli mektuplardan, şikayetlerden, yazılı ve sözlü uyarılardan, periyodiklerden, brifinglerden, telefon konuşmalarından ve benzeri bilgi kaynaklarından alırlar. Dolayısıyla, tepe yönetim bilgilerinin büyük bir kısmı, bilgisayar dışı kaynaklardan sağlanır. Ancak, bu dağınık bilgilerin işletme kararlarında kullanılabilmesi için gereksinme duyulduğu anda ve kolayca anlaşılabilecek biçimde tepe yöneticilerine sunulması gerekir. Üst yönetim bilgi sistemi geliştirmenin başlıca üç nedeni vardır; - tepe yönetimine çok önemli stratejik bilgiler sunmak, - işletmenin stratejik amaçlarına ulaşmasını etkileyen temel etkenleri kolayca belirlemek ve bunları üst yönetime hızlıca ulaştırmak, - stratejik işletme amaçları açısından yaşamsal nitelikteki karar değişkenlerini, üst yöneticilerin bir bakışta anlayabileceği etkinlikte sunmak. İşletme üst yöneticilerinin temel görevi, dış çevrenin yarattığı fırsat ve tehlikeleri, bir vizyon yeteneğiyle görmek ve gerekli kararları rakiplerden önce almaktır. Üst yönetim bilgi sistemleri, üst yöneticiler bu konuda yardımcı olmak için, kolay erişilebilir ve kolay anlaşılabilir stratejik bilgileri sunacak biçimde geliştirilir. Özellikle grafik gösterimler, bu amaçla çok yoğun bir biçimde kullanılmaktadır. Üst yönetim bilgi sistemi yazılımları, işletmenin çeşitli iç ve dış veri tabanlarına kolayca erişip, stratejik temel faktörleri kolayca seçerek grafiğe dönüştürecek biçimde hazırlanmaktadır. Son yıllarda uygulama alanına giren birçok ileri teknoloji, üst yönetime sunulan bilginin türlerini de değiştirmiştir. Örneğin, audio aracından işitsel, video aracından görsel bilgi çıktıları verilmektedir. Bilgiler, önce, magnetik teyp ve diskle re, optik disklere ve mikro filmlere kaydedilmekte ve gerektiği zaman kolay bir erişimle ve hızla canlandırılmaktadır. Aynı şekilde, düz yazılar, sayısal gösterimler ve grafik gösterimler, çok değişik biçimlerde tasarlanmakta ve çok değişik renklerle kullanıma sunulmaktadır. Üst yönetime sunulan biçimsel bilgi türleri, dört grup altında toplanabilir: - İşletme grafikleri - Dönemsel raporlar - İstisnai raporlar - Verimlilik raporları KÜRESEL BİLİŞİM SİSTEMİ Küresel bilişim sisteminin önemini açıklamak. Günümüzde, bilginin girilmesi, işlenmesi, depolanması ve ulaştırılması için kullanılan bütün teknolojilerin, entegre bir bütün olarak düşünülmesi gerekir. Bu teknolojiler; küresel iletişim ağları, küresel ofis otomasyon sistemleri ve geleneksel bilgisayar sistemleridir. Bilişimin, rekabet üstünlüğü sağlama açısından yararları konusunda, herhangi bir kuşku yoktur. Ancak, işletmelerin bilişim sistemlerinden nasıl yararlanacakları konusu, henüz tam açıklığa kavuşmamıştır. Bununla beraber, işletmelerin işletme organizasyonlarına artık bir “Bilişim Yönetimi” bölümü eklenmesi görüşü ağırlık kazanmıştır. Bilişim yönetimi bölümü; geniş alan ağlarını, anında bilgi işlemeyi, elektronik bilgi değişimini, elektronik postayı ve yerel bilgi ağlarını kurar, izler, yenilikleri işletmeye kazandırır ve çalışanların yeniliklerden yararlanmalarına destek sağlar. Böylece, işletme bilgi sisteminin sorumluluğu, yalnızca merkezi bilgisayar birimine değil, tam tersine, bütün birim yöneticilerine dağılmış olur. - Compact Disk teknolojisinden yararlanmak için CD Rom veya DVD - Veri alışverişini sağlamak için, telesekreter özellikli Fax Modem Kartı - İnternet bağlantısını sağlamak için servis sunucu bilgisayar, domain - Telekonferans için yeter sayıda kamera - Araç için GSM ya da Mobil Telefon - Laptop (dizüstü bilgisayar) - GSM ya Mobil telefon yoluyla internete bağlanmak, elektronik posta göndermek ya da almak amacıyla laptop bilgisayar bağlantısının sağlanacağı arabirim - Elektronik kişisel ajanda (organizer = zaman yöneticisi) - Fotokopi özellikli, normal boyutlu kağıda (A4) çıktı alabilen hafızalı faks makinesi - Bilgisayara bağlanabilen elektronik yansılar, projeksiyon cihazları - Bilgisayar içinde bulunan radyo ve televizyon kartları - Uydu antenleri - Audio-video sistemler İnternet Bilgi alış verişi için iki ya da daha fazla bilgisayarı birbirine bağlayan sisteme Network ya da Türkçe söylenişiyle ağ denilir. Bir ağ, yerel yapıda (Local Area Network = LAN) olabileceği gibi, dünyadaki bilgisayarları birbirine bağlayan geniş alan ağı (Wide Area Network = WAN) da olabilir. Bilgisayar ağlarında, normal telefon şebekesinden, fiber optik tabanlı ve yüksek hızlı özel şebekelere kadar çok çeşitli bağlantılar kurulabilir. İNTERNET, The İNTERnational sözcüğü ile NETwork sözcüğünün kısaltılarak birleşmesinden oluşan, bir küresel terimdir ve “uluslararası ağ” anlamına gelir. İnternet, tüm dünyada milyonlarca bilgisayarı birbirine bağlamıştır. Böylece, devletler, devlet kuruluşları, üniversiteler, dernekler, işletmeler ve kişiler, birbiriyle bilişim sağlama olanağına kavuşmuştur. İnternetle, elektronik posta (E-posta) adresi bilindiği sürece, gündüz veya gece here yere mektup, resim, ses, video görüntüsü ve benzerlerini göndermek mümkündür. Aynı şekilde, internetle, WEB (World Wide Web) adresi bilinen her yerden elektronik bilgi sağlanabilir. Örneğin, Colorado’daki hava durumundan, Avrupa şarap endüstrisi ile ilgili araştırmalara kadar hemen her konuda bilgiye ulaşılabilir. Ayrıca, işletmeler, internetle pazarlama araştırması yapabilmekte, rekabeti incelemekte ve tüketicileriyle doğrudan iletişim kurabilmektedirler. Özellikle sanal pazarlama (elektronik ticaret) son günlerde, hemen hemen her işletmenin ilgilendiği bir pazarlama aracı haline gelmiştir. İnternetle hızlı ve kişiye özel pazarlama ve haftanın her günü, günün her saati erişilebilir olmak, müşteri memnuniyetini artırmaktadır. Bu da, işletmelere yeni pazarlar ve müşteriler kazandırmaktadır. Özetle belirtmek gerekirse, internet teknolojisinden yararlanan işletmeler, müşterilerine, tedarikçilerine, bilgiye ve bilişime daha hızlı ve kolay ulaşabilmekte ve bu yolla maliyetlerini azaltmaktadır. İnternet bağlantılı işletmecilik, büyük rekabet üstünlüğü sağlamaya başlamıştır. İntranet İntranet İntranet, diğerlerine oranla daha yeni bir terimdir. “Internam Webs” (dahili ağlar) ya da “Virtual Private Network” (sanal özel ağlar) gibi olanaklar, yeni yeni işletmecilerin hizmetine sunulmaya başlamıştır. İntranet, bir kuruluşun, dolayısıyla işletmenin dahili ağına internet protokollerinin ve World Wide Web (WWW) yaklaşımının uygulanmasıdır. İntranet; işletmenin veri tabanlarına, bütünleşik bir görünüm kazandırır, işletme dosyalarına erişim sağlar, veri ve bilgi üretimini hızlandırır. Böylece, bir taraftan kullanıcılarının işini kolaylaştırırken, bir taraftan da internet standartlarıyla elektronik posta gönderebildiği için, iletişimde tasarruf sağlar. İşletme içi iletişimde internet teknolojisinin kullanılması anlamına gelen intranette, yalnızca istenilen bilgiler işletme dışı kullanıma açık tutulur. İşletme için sır sayılan veri ve bilgiler, “güvenlik duvarı” (firewall) gibi önlemlerle dışarıya kapatılır. Böylece, işletmenin dahili ağına, yalnızca istenen kişilerin ya da kuruluşların erişimi sağlanmış olur. Intranetin işletmelerde yaygınlaşması geleneksel “işe zamanında gelme” uygulamasını da değiştirmiştir. Artık, bazı işletme çalışanları, zamanlarını işletmede geçirmek zorunda değildirler. “Tele Working” (dışarıda çalışma) ya da “Home Working” (evden çalışma), birçok küresel işletmede uygulanmakta ve her geçen gün biraz daha yaygınlaşmaktadır. İşletme görevlileri, evlerinden veya yolculuk yaptıkları araçlardan ya da dünyanın herhangi bir yerinden işletmedeki işiyle bağlantı kurmakta, sanki işletmede çalışıyormuş gibi çalışabilmekte, dilediği işletme personeliyle yazılı, sözlü ya da görüntülü görüşmeler yapabilmekte, emirler verip emirler alabilmektedir. 16. MUHASEBE MUHASEBE UZMANI İŞLETMEYE AÇILAN PENCERE: MUHASEBE Bundan önceki ünitelerde; yönetim, pazarlama, üretim gibi işletmecilik işlevlerinin genel özelliklerini açıkladık. Muhasebe ve bundan sonra inceleyeceğimiz finansman işlevlerinin öncekilerden temel farklılığı, parasal içerikli olmalarıdır. Muhasebe, işletmenin gerçekleşen faaliyetlerinin para cinsinden işlenmesi ve ilgililere iletilmesi çabasıdır. Bu tanımda vurgulandığı gibi, muhasebe, kayıt tutma ve bilgi iletişimi olarak iki temel işin görülmesini sağlar. Muhasebeyi tanımlayarak nasıl çalıştığını açıklamak. Kayıt tutma ve raporlama, her yarışmada tarafların nasıl bir oyun çıkardıklarını ve oyunu hangi tarafın kazandığını bilmek için tarafların elde ettikleri sayıların panoya yazılmasıdır. Bu yazma işi yapılmadığında karşılaşma oyuncular, yöneticiler ve seyirciler tarafından hakkıyla izlenemeyecek; belki de kargaşa yaşanacaktır. Oyun sonunda kaybedilse de kazanılsa da özellikle sonucu herkes bilmek isteyecektir. Aynı şekilde serbest rekabet ortamında işletmeler de birbirleriyle yarış halinde olup, ayakta kalabilmek için daima başarılı olmak zorundadır. Bu bakımdan işletmenin gelişimini ve bunun sonucu olarak da başarısını görebilmek için işletme faaliyetlerinin kaydedilmeleri ve sayısal bilgiler olarak raporlanmaları gerekir. Bu sayede işletme kârlılığının ölçülmesi ile mali durumunun ve üretim maliyetlerinin bilinmesi olanaklı olur. Bu açıdan muhasebe kayıtları ve muhasebe raporları bir işletmede neyin olup bittiğini görmemizi sağlayan pencere görevini görür. Bu nedenle muhasebe işletmenin dili olmaktadır. Muhasebe bilgilerinin nasıl üretilip raporlandığını ifade etmek. Bilgi kullanıcıları, muhasebenin amacı işletme içi ve işletme dışı bilgi kullanıcılarının gereksinim duydukları bilgileri üretmek ve raporlamaktır. Buna göre bilgi kullanıcıları iki ana grupta toplanabilir: Yöneticiler ve yönetici olmayanlar. Her işletmenin bir yöneticisi vardır ve karar alma yöneticinin en başta gelen görevidir. Bu bakımdan yöneticiler planlama yapmak ve bitmiş işi ölçmek için bilgiye gereksinme duyarlar. Yapılan işin ölçülmesi, olan ile olması gerekenin karşılaştırılmasını gerektirir. Bu durumda uygun kararı almak ve sonuçlar çıkarmak için yönetici geçmişteki iş hakkında miktar ve finansal yönden bilgi veren muhasebe raporlarına gereksinim duyar. Muhasebe raporları, ayrıca yöneticiye, işletmesinin geleceğine ilişkin tahminlerde bulunmada ve hedefler belirlemede yardımcı olur. İşletme faaliyetleriyle ilgilenen diğer ana grup, yönetici olmayanlardır. İşletme dışından olan bu gruba ortaklar, ödünç para verenler, müşteriler, satıcılar, çalışanlar ve devlet girer. Bunlar, muhasebe raporlarını işletme ile gelecekteki ilişkilerini ayarlamak için sonuçlar çıkarmada ve kararlar almada kullanır. Bu gruba girenler işletmeye finansal yatırım yapanlar ve finansal yatırım yapmayanlar diye kendi içinde ikiye ayrılabilir. Finansal yatırım yapanlar, işletmenin sermayesinde hissesi olanlar ile işletmeye ödünç para verenlerdir. Hisse sahibi olanların beklentisi işletmenin kârından pay almak, ellerindeki hisse senetlerinin zaman içinde değer kazanmasını beklemek iken; kredi verenler ve işletmenin çıkardığı tahvilleri satın alanlar, işletme kârlılığının yanında, anapara ile faizlerin ödenmesi bakımından işletmenin finansal durumunu da bilmek isterler. Bu bilgi, ancak işletme dışına yapılan muhasebe raporlarından öğrenilebilir. Yönetici olmayıp yatırım yapmayanlar, işletme ile ya çıkar ya da denetim ilişkisi içindedir. Bir işletmeyle olan çıkar ilişkisi o işletmeden mal veya hizmet satın almayı, ona satış yapmayı ve onun için çalışmayı ifade eder. Müşteriler, kendileri için en elverişli koşullarda, istenilen miktarda ve kalitede, istenilen zamanda alış yapıp yapamayacağını anlamak için muhasebe raporlarını kullanır. Satıcılar, kendisinin vereceği mal veya hizmetleri satıp satamayacağını ve ticari alacağını zamanında, eksiksiz olarak tahsil edip edemeyeceğini bilebilmek için karşı şirketin muhasebe raporlarına gereksinim duyar. Çalışanlar, iş ve ücret güvencesini anlamak için işvereni hakkında bilgi veren muhasebe raporlarından yararlanır. Bir işletme ile olan denetim ilişkisi devletin vergi alacağının doğruluğunu araştırması ve bağımsız muhasebe uzmanının (Türkiye’de Yeminli Mali Müşavirler’in) , bilginin doğruluk ve güvenilirliğini bilgi kullanıcıları adına araştırması için, işletmenin muhasebe raporları üzerinde yaptığı çalışmalardır. MUHASEBENİN ÖNEMİ GÜNÜMÜZDE NİÇİN ARTMIŞTIR? Eskiden işletmeler küçüktü ve devletin vergi baskısı nedeniyle muhasebeye başvurulurdu. Günümüzde ise işletmelerin faaliyetlerinin sonuçlarından geniş bir kitle etkilenmektedir. Çünkü her geçen gün ülkemizde pazara katılan kişi ve işletme sayısı çığ gibi büyümekte ve buna bağlı olarak para ve sermaye piyasaları hızla gelişmektedir. Bu yapı içerisinde alınan ekonomik kararlar ve yapılan büyük harcamalar bilgi gereksinimini ön plana çıkarmaktadır. SAĞLANACAK BİLGİ TÜRÜ YÖNÜNDEN MUHASEBENİN SINIFLANDIRILMASI Sağlanacak bilgi yönünden muhasebeyi sınıflandırmak. Bilgi türü bakımından muhasebe ikiye ayrılır: 1)Genel muhasebe 2) Maliyet muhasebesi Genel muhasebe; işletme yöneticisi ile işletme dışı bilgi kullanıcılarına işletmenin mali durumu ve faaliyet sonuçları hakkında bilgi verir. Bu bakımdan finansal nitelikteki işlemlerin para birimi üzerinden kaydedilmesi, sınıflandırılması, özetlenmesi, raporlanması ile raporlanan bilginin analizi ve yorumu genel muhasebenin görevidir. İşletmenin mali durumu bilanço ile, faaliyet sonuçları da gelir tablosu ile raporlanır. Faaliyetleri yakından izlemek ve işletme kârlılığı ile mali duruma ilişkin sürekli kararlar almak zorunda olan yöneticiler için kısa dönemler itibariyle (aylık, üç aylık ve altı aylık gibi) işletme içi raporlama yapılırken; yönetici olmayanlar için işletme dışına genelde yıllık bilanço ve gelir tablosu şeklinde raporlama yapılır. Bu tabloların yer aldığı Yıllık Faaliyet Raporu‘nda analiz ve yoruma da yer verilir. Maliyet muhasebesi, işletme yöneticisine üretimle ilgili maliyet giderlerinin türleri ile bunların gider yerleri olarak işletme bölümlerine göre ve çeşitleri yönünden mamullere göre dağılımı hakkında bilgi verir. Bu bakımdan Direkt Hammadde maliyetlerini, Direkt İşçilik Maliyetlerini ve Genel Üretim Maliyetlerini kaydetmek, bu maliyetlerin esas ve yardımcı üretim merkezleri arasında dağıtımını yaptıktan sonra üretimin toplam ve birim başına maliyetini belirlemek maliyet muhasebesinin görevidir. Konusu maliyet olan bu muhasebe, bütçelerin ve maliyet analizlerinin hazırlanmasına ve bu sayede de işletme faaliyetlerinin yönetimce kontrol edilmesine yarar. Bir üretim işletmesi yukarıda anlatılan maliyet muhasebesinin yanı sıra genel muhasebeye de sahiptir. BİR BİLGİ SİSTEMİ OLARAK MUHASEBE Bir bilgi sistemi olarak muhasebeyi açıklamak. Bir işletmenin finansal nitelikli işlemlerinin kaydedilmesi ve raporlanması işini muhasebe yapar. Bu bakımdan muhasebe, finansal bilgileri üreten ve bilgi kullanıcılarına raporlayan bir bilgi sistemidir. Bunun için muhasebe bilgi sistemi, bilgiyi üretme ve raporlama amacına yönelik ve birbirleriyle bağlantılı olan şu dört öğeden oluşur: 1) Personel 2) Belgeler, defterler, mizanlar, hesap planı ve muhasebe yönetmeliği 3) Donanım 4) Raporlar Muhasebe bilgi sistemi, bu öğeler yardımıyla işletme faaliyetlerini oluşturan finansal işlemleri belirler, kaydeder, sınıflandırır, özetler ve mali tablolar (bilançolar ve gelir tablosu) şeklinde raporlar. İlk iş olarak finansal işlemler personel ve donanım öğelerince belgelere işlenir; bu belgeler sistemin girdi aşamasını oluşturur. Bu belgelere dayanarak işlemler personel, hesap planı, muhasebe yönetmeliği, muhasebe defterleri ve donanım öğeleri yardımıyla kaydedilir, sınıflandırılır ve özetlenir; bu sistemin işleme aşamasıdır. İşlenen finansal işlemler sistemin son aşamasında bilanço ve gelir tablosu şeklinde finansal bilgilere dönüştürülür; bu, sistemin çıktı aşamasıdır (Şekil 16. 1) . Buraya kadar yapılan anlatımlara göre muhasebe bilgi sistemi, şema olarak şu şekilde gösterilebilir: Öğelerden hesap planı ile muhasebe yönetmeliği, sistemin işleme ve çıktı aşamalarında bilginin üst yönetimin istediği biçimde üretilip raporlanması bakımından en önemli rolü oynar. Bu yönüyle hesap planı işlemlerin kaydedileceği ve sonra da mali tablo kalemlerini oluşturacak gruplandırılmış hesaplar listesidir. Muhasebe yönetmeliği ise, hesap planının kullanılışını gösteren açıklamaları içeren bir el kitabıdır. İŞLETME VARLIKLARI VE KAYNAKLARI İşletmeler faaliyetlerini sürdürebilmek için çeşitli varlıklara sahip olmak durumundadır. Üretim işletmeleri binalara, demirbaşlara, makinelere, hammaddelere, mamullere ve nakde sahip olurken; ticaret işletmeleri, binalara, raflara, yazar kasaya, tartı aletine, mala ve nakde sahiptir. Bu arada her iki tür işletmenin mamul veya mal satışından doğan senetli ve senetsiz alacakları olur. İşletmelerin sahip oldukları mevcutlar ve alacaklar şeklindeki bu ekonomik değerlere varlıklar adı verilir. Kaynaklar; işletmelerin sahip oldukları varlıkların finansmanında kullanılan fonların kimlerden sağlandığını gösterir. Fonlar ortaklardan veya üçüncü şahıslardan sağlanır. Bu bakımdan sermaye olarak sağladıkları fonlar ile işletme kârından sağlanan fonlar karşılığında işletmenin varlıkları üzerindeki ortakların hak sahipliğine öz kaynaklar, işletmeye verdikleri ödünç paralar ile senetli veya senetsiz borç karşılığında verdikleri mal veya bina gibi değerler nedeniyle üçüncü şahısların işletme varlıkları üzerinde hak sahipliğine de yabancı kaynaklar denir. MUHASEBE EŞİTLİĞİ VE FİNANSAL KAYITLAR Muhasebe eşitliği; işletmelerin sahip oldukları varlıkları kadar fon kaynaklarının olması gereğinden doğar. Bu eşitlik şu iki şekilde gösterilebilir: Finansal kayıtlar, işletme faaliyetleri işletme içinde veya işletme dışında gerçekleşen işlemlerden oluşur. Bu işlemler finansal niteliklidir veya finansal nitelikli değildir. Bunlardan finansal nitelikli olanlar muhasebenin konusuna girer. Parayla ifade edildikleri için finansal nitelikli sayılan işlemler belgeler aracılığıyla muhasebe bilgi sistemine girer ve sistemin işleme aşamasında kaydedilir. Finansal nitelikli bir işlemin en az iki yönü olup; varlıkların birinde artış, diğerinde azalış, ya da varlıklarda ve kaynaklarda artış veya azalış, yahut kaynakların birinde artış diğerinde azalış yaratır. Bir işlemin bu iki yönüyle kaydedilecek olması muhasebe eşitliğinin bozulmamasına neden olur. Buna, muhasebede çift taraflı kayıt esası denir. Bu durumu örneklerle muhasebe eşitliği üzerinde gösterelim: Örnek 1: Beş ortak 100′er milyon lira nakit koyarak 500 milyon lira sermayeli bir işletme kurmuştur. Örnek 2: İşletme yarısı peşin yarısı borç senedi karşılığı 200 milyon liralık mal almıştır. Örnek 3: 50 milyon lira maliyetli mal 70 milyon liraya satılmış ve karşılığında alacak senedi alınmıştır. Bu örnek iki aşamada kaydedilir: (1) Satış tutarı üzerinden Alacak Senetlerinin alacakları artırışı ve sa kaynakları artırışı, (2) Maliyet tutarı üzerinden malın mevcutları azaltışı ve satılan malın maliyetinin öz Bu üç örneğin sonucunda eşitlik şu hale gelecektir: Dikkat edilirse satışlar ile satılan malın maliyeti arasındaki fark öz kaynakta kâr olarak yer almaktadır. Bunun tersi durumda zarar öz kaynakta (-) olarak yer alır. Hesap; Finansal işlemlerin bütün işletmelerde hep aynı adla kaydına yarayan kavramdır. Hesap, finansal işlemlerin sistemin işleme aşamasında yevmiye defterine kaydedilmesine, büyük defterde sınıflandırılmasına ve mizan denilen çizelgede özetlenmesine yarar. Finansal işlemlerin muhasebe eşitliği üzerinde izlenmesi olanaksızdır. Bunun yerine finansal işlemler mevcutlar, alacaklar, sermaye, borçlar, gelirler, giderler, kârlar ve zararlara göre belirlenmiş hesaplar üzerinden muhasebeleştirilir. Daha açık bir şekilde işlemler önce yevmiye defterine kaydedilir, oradan hesap isimlerine göre büyük deftere aktarılarak sınıflandırılır ve buradan da tüm hesaplar mizana yazılarak özetlenir. Dikkat edilirse satışlar ile satılan malın maliyeti arasındaki fark öz kaynakta kâr olarak yer almaktadır. Bunun tersi durumda zarar öz kaynakta (-) olarak yer alır. Hesap; Finansal işlemlerin bütün işletmelerde hep aynı adla kaydına yarayan kavramdır. Hesap, finansal işlemlerin sistemin işleme aşamasında yevmiye defterine kaydedilmesine, büyük defterde sınıflandırılmasına ve mizan denilen çizelgede özetlenmesine yarar. Finansal işlemlerin muhasebe eşitliği üzerinde izlenmesi olanaksızdır. Bunun yerine finansal işlemler mevcutlar, alacaklar, sermaye, borçlar, gelirler, giderler, kârlar ve zararlara göre belirlenmiş hesaplar üzerinden muhasebeleştirilir. Daha açık bir şekilde işlemler önce yevmiye defterine kaydedilir, oradan hesap isimlerine göre büyük deftere aktarılarak sınıflandırılır ve buradan da tüm hesaplar mizana yazılarak özetlenir. Her hesabın iki tarafı vardır: hesabın soluna “borç tarafı”, sağına “alacak tarafı” denir. Varlık hesaplarındaki artışlar hesabın borç tarafına, azalışlar alacak tarafına yazılırken; kaynak hesaplarındaki artışlar hesabın alacağına, azalışlar borç tarafına yazılıdır. Gelir, gider, satışlar, gelir ve kâr hesapları öz kaynakları temsilen sermaye hesabı gibi çalışır. Bir hesabın borç tarafı toplamı ile alacak tarafı toplamı arasındaki farka Hesap Kalanı denir. Buna göre varlık hesapları “borç kalanı”, kaynak hesapları “alacak kalanı” verir. Evvelce verilen üç örneği bu sefer hesaplar üzerinden muhasebeleştirelim: Yevmiye Defteri: Büyük defterin her karşılıklı iki sayfası bir hesap için kullanılır. Buna göre yevmiyede borç kaydedilenler büyük defterdeki hesabın borcuna, yevmiyede alacak kaydedilenler büyük defterdeki hesabın alacağına yazılır. Şöyle ki: Büyük defterde yer alan hesaplardan gider, zarar, satış, gelir ve kâr hesapları sene sonunda Dönem Kârı veya Zararı hesabına devredilerek kapatılır. Bundan sonra bu hesap, alacak kalanı veriyorsa Dönem Kârı hesabına, borç kalanı veriyorsa Dönem Zararı hesabına devredilerek kapatılır. Bu hesapların tamamı öz kaynakları temsilen kaynak hesapları gibi çalışır. Örneğimizin buna göre devamı aşağıdaki gibi olacaktır: Yevmiye Defteri: Yevmiye Büyük Defter: Defteri: Büyük Defteri: Dönem Kârı ve Zararı hesabı 20 milyon lira alacak kalanı verdiğine göre: Bunun sonucunda Dönem Kârı veya Zararı Hesabı aşağıdaki gibi kapanmış olacak; Dönem Kârı büyük defter hesabına da yer verilecektir. Şöyle ki: Büyük defterde yer alan hesaplar sene sonunda borç ve alacak toplamları ile hesap kalanları üzerinden mizan denilen çizelgeye geçirilir. Şöyle ki: İşlemlerden finansal nitelikli olanlar muhasebenin konusuna girer. Finansal nitelikli bir işlem hesap planındaki hesapların hangilerini ne tutarda artırdığı veya azalttığı yönünden bölümlenir. İyi bir hesap planı olmadıkça bu bölümleme doğru bir şekilde yapılamaz ve dolayısıyla kayıtlar yanlış olacağı için üretilen ve raporlanan bilgi de yanlış olur. İşlemin doğru belirlenmesi yetmez; hesap planındaki hesapların hangi işlemler için kullanılacağının açıklandığı muhasebe yönetmeliğinin de bölümleme, kaydetme ve raporlama sırasında dikkate alınması gerekir. Aksi halde gerek işletmenin yöneticisi, gerekse diğer bilgi kullanıcıları yapacakları analizler sonucu işletmeyi yanlış tanıyacaklardır. Üretim maliyetlerinin yanlış belirlenmesi yönetimin maliyet giderlerini kontrol altına alamadığını gösterdiği gibi, planlamada ve satış fiyatının belirlenmesinde de hatalı kararlar almasına yol açar. İşletme dışındaki bilgi kullanıcıları da işletmeyi yanlış tanımaları nedeniyle kendi çıkarlarını koruyacak kararları alamayacaktır. FİNANSAL TABLOLAR Muhasebenin birinci işlevi, finansal nitelikli işlemleri kaydetmek ve raporlamaktır. Raporlama, kayıt tutmanın doğal sonucu olarak bilanço ve gelir tablosu hazırlayıp yayınlamaktır. Bu tablolar üçer aylık, altışar aylık veya yıllık olarak belli aralıklarla düzenlenir. Bilanço, mizanda yer alan hesaplardan borç kalanı veren varlıkların sol kolonda, alacak kalanı veren kaynakların sağ kolonda yer aldığı bir tablodur. Bu tablonun analize hazır halde olabilmesi için varlıklar dönen ve duran şeklinde iki grup altında gösterilir. İşletmenin bir yıl içinde kullanabileceği, satabileceği mevcutları ve yine bir yıl içinde tahsil edebileceği alacakları ile nakitleri Dönen Varlıklar grubu altında, bunlardan daha uzun süreli olanları Duran Varlıklar grubu altında yer alır; bilançonun bu tarafına aktif adı verilir. Kaynaklar ödenme vadelerine göre gruplandırılarak gösterilir. Bunun için yabancı kaynaklardan bir yıl içinde ödenecek olanlar kısa vadeli yabancı kaynaklar grubu altında, bir yıldan daha uzun sürede ödenecek olanlar uzun vadeli yabancı kaynaklar grubu altında ve ödenmeleri söz konusu olmayan öz kaynaklar grubu altında gösterilir. Bu anlatılanlara göre bir bilanço aşağıda gösterildiği gibi olacaktır: Gelir tablosu, Dönem Kârı veya Zararı Hesabı’ndan yararlanılarak düzenlenen bir tablodur. Bu hesabın borç tarafında yer alan giderler ve zararlar ile alacak tarafında yer alan satışlar, gelirler ve kârlar işletmenin esas faaliyetinden doğdukları veya esas faaliyetinin dışında doğduklarına göre çeşitli bölüm başlıklarına yer verilerek alt alta sıralanarak gösterilir. Gelir tablosunda benzer şeyler toplanarak, farklı şeyler birbirinden çıkarılarak Dönem Kârı’na ulaşılır. Buna göre gelir tablosunun şekli ve içeriği aşağıdaki gibi olacaktır BİLGİNİN DOĞRULUK VE GÜVENİLİRLİĞİ Bilginin doğruluk ve güvenilirliği kavramlarını betimlemek. Bilgi kullanıcılarının alacakları kararın isabetliliği, bilginin doğruluk ve güvenilirliğine bağlıdır. Bilginin doğruluk ve güvenilirliğini sağlama görevi işletme yönetiminin görevidir. Bunun için üst yönetim işletmesinde finansal işlemlerin yapılışı ile bu işlemlerin kaydedilmesi ve raporlanmasının kendisinin belirlediği şekilde yapılabilmesinin önlemlerini alır. Bu önlemler bütününe iç kontrol sistemi denir. Bir işletmede iç kontrol sistemine rağmen hatalı ve hileli işlemler ile kayıt ve raporlama olabilir. Bu bakımdan bilgi kullanıcılarının mali tablolara olan güvenlerini artırmak için bağımsız muhasebe uzmanlarının (Yeminli Mali Müşavir) denetim yapmalarına gereksinim duyulur. Bu uzmanlar mali tabloların denetimini yaparak işletme kanalıyla tabloların doğru ve güvenilir olup olmadığına ilişkin görüş açıklarlar. Bu görüş denetim raporuyla açıklanır ve yapılan işe muhasebe denetimi veya dış denetim denir. FİNANSAL ANALİZ Bilgilerin finansal analiz yoluyla, ekonomik kararlarda kullanılabilecek bilgilere dönüştürülme sürecini açıklamak. Bilanço işletmenin geçmişteki mali durumunu, gelir tablosu işletmenin geçmişteki faaliyet sonuçlarını gösterir. Bilgi kullanıcılarının alacakları kararlar ise işletmenin geleceği ile ilgilidir. Bu nedenle finansal tabloların analiz edilip muhasebe bilgilerinin finansal kararlarda kullanılabilir bilgilere dönüştürülmesi gerekir. Finansal analiz ile; işletmenin kısa ve uzun vadeli borç ödeme gücü, fon yaratma gücü, yatırım gücü, kârlılığı, kâr dağıtma gücü, yabancı kaynaktan yararlanma gücü, aktifin ve sermayenin verimliğine ilişkin sonuçlar elde edilir. Bir işletmenin kayıt tutmanın doğal sonucu olarak düzenlediği bilanço ve gelir tablosuna çeşitli analiz teknikleri uygulanarak (yatay yüzdeler, dikey yüzdeler, eğilim yüzdeleri, oranlar gibi) işletmenin durumu analiz edilir. Bunlar analiz yoluyla yoruma tabi tutularak işletmenin gelecekteki mali durumu ve faaliyet sonuçları yukarıdaki paragrafta belirtilen ayrıntıda belirlenir. Bunlara dayanarak işletme sahipleri, ortaklığa devam edip etmeyeceklerine; potansiyel yatırımcılar, işletmenin çıkardığı hisse senetleri ile tahvillerden satın alıp almayacaklarına; kredi kurumları, işletmeye ödünç para verip vermeyeceklerine ve çeşitli çıkar grupları kendilerini ilgilendiren diğer konulara ilişkin kararlar alırlar. Anonim şirketler yıllık genel kurul öncesi ortaklar için çıkardığı Yıllık Faaliyet Raporu’nda finansal tablolarına ek olarak yaptığı analiz ve yorumlara da yer verir. Analiz ve yorum bir bilgi kullanıcısının kendisi tarafından yapılabileceği gibi, piyasadaki analiz bürolarınca da halka hizmet amacıyla yapılır. 17. FİNANSAL YÖNETİM FİNANSAL YÖNETİM VE FİNANS YÖNETİCİSİNİN ROLÜ İşletmelerin başarısında finansal yönetimin ve finans yöneticisinin rolünü açıklamak. Bir işletmenin uzun dönemli başarısında; işletme ister yeni kuruluyor, isterse uzun yıllar faaliyet gösteriyor olsun, finansal kararların rolü büyüktür. Finansal yönetimde değişim ve gelişimin hızı diğer alanlara göre daha yüksek olduğundan, bu rol daha da önem kazanmıştır. Finansal kararlarla, bu kararlarda etkinliği arttırıcı çabalara geçmeden önce genellikle eş anlamlı olarak kullanılan finans, finansman ve finansal yönetim kavramlarına açıklık getirilmesi uygun olacaktır. Finans; para, fon ya da sermaye anlamındadır. Finansman; para, fon ya da sermayenin sağlanmasını ifade ederken, finansal yönetim, kişi ya da kurumların ihtiyaç duydukları fonları belirleyerek sağlanmasını ve bu fonların en uygun alanlara kanalize edilerek yönetilmesini ifade eder. Finansal yönetimle ilgili temel fonksiyonlar; fonların sağlanması ve yatırımlara aktarılması gibi, genel olarak iki ana grupta toplanabilse de, gerçekte çok sayıda karar alanlarından oluşmaktadır. Finansal karar alanlarından hemen hemen en önemlisi yatırımlarla ilgili olanlarıdır. Yatırımlarla ilgili olarak; ne, ne zaman, nerede, nasıl, ne miktarda ve benzeri pek çok soruya cevap verilmesi gerekir. Bir işletme kurmak ya da var olan bir işletmenin faaliyetlerini sürdürebilmek için çok sayıda reel varlığa gereksinme vardır. Bu varlıkların bir bölümü binalar, makineler, araç ve gereçler gibi maddi varlıklar; bir bölümü de teknik bilgi, marka, patent gibi maddi olmayan varlıklar şeklindedir. Bu tür varlıklara ilişkin kararlar uzun süreli olup, yüksek risk taşırlar. İşletmelerde uzun süreli varlık yatırımları yanında kısa süreli varlıklara da yatırım yapılması gerekmektedir. Bir işletmenin faaliyetine başlayabilmesi ya da faaliyetlerini sürdürebilmesi için; nakde, alacaklara ve stoklara fon bağlaması kaçınılmazdır. İşletmelerin ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, pazar paylarını koruyabilmek ve/veya pazar paylarını arttırabilmek için satışlarının bir bölümünü kredili olarak yapmaları gerekmektedir. Rekabetin ve tüketim arzusunun her geçen gün arttığı günümüzde peşin satış yapabilme olanağı daha da azalmaktadır. Yine üretim ve satış için yeterli düzeyde hammadde, yarı mamul ve bitmiş mamul stoklamak gerekmektedir. Diğer taraftan, günlük faaliyetleri yürütebilmek, vadesi gelen borçları ödeyebilmek ve zaman zaman çıkabilecek iş fırsatlarını değerlendirebilmek için de para ve para benzeri varlıklara ihtiyaç vardır. Finansal yönetimin ikinci önemli sorumluluk alanı; reel varlıklara yatırımları finanse etmek için gerekli fonların belirlenmesiyle ve bu fonların nereden, nasıl, ne zaman karşılanacağıyla ilgilidir. Bu, finanslama kararıdır. Bir işletmenin fon gereksinmesi temel olarak ya borçlanarak ya da mevcut ortaklar ve/veya yeni ortaklar kanalıyla sağlanabilir. Borçlanma ya da ortaklık hakkı verilerek fon sağlanmanın çok çeşitli yolları vardır. Örneğin işletme, borçlanma yoluna gidecekse; kısa vadeli mi, yoksa uzun vadeli mi borçlanılmalıdır? Eğer hem kısa vadeli hem de uzun vadeli borçlanılması gerekiyorsa, ne kadarı uzun vadeli, ne kadarı kısa vadeli borçlanılmalıdır? Bunlardan hangisinin işletme için daha uygun olacağı araştırılmalıdır. Yine işletme; ihtiyaç duyduğu fonları ortaklık hakkı vererek, eğer anonim şirket ise hisse senetleri ihraç ederek sağlama yoluna da gidebilir. İşletme için hangi finansman biçimi daha uygun olacaktır? Bunlar ve benzeri kararların nasıl verileceğine yönelik açıklamalar, bu üniteyi takip eden ünitede verileceği için burada daha fazla üzerinde durulmayacaktır. Bir çok kaynakta finansal yönetimin üçüncü karar alanı olarak; kâr payı dağıtım politikaları, diğer bir ifade ile dividant kararları belirtilmektedir. Dividant kararları, elde edilen kârların ne kadarı ortaklara, ne kadarı işletmede bırakılacağına ilişkin politikaların belirlenmesi ile ilgilidir. Gerçekte dividant kararları da finansman kararları içinde düşünülebilir. Hem yatırımlarla, hem de finansmanla ilgili politikaların belirlenmesi; işletmenin içsel ve dışsal kaynaklarından sağlanacak çok sayıda bilgilerin analiziyle olur. Dolayısıyla finans yöneticisine; yatırım alternatiflerini değerlendirme, para ve sermaye piyasasındaki gelişmeleri izleme, finansal analiz ve planlama yapma, ulusal ve uluslararası potansiyel birleşme ve satın alma fırsatlarını değerlendirme gibi çok çeşitli konularda önemli görevler yüklenmektedir. Bu nedenle finans fonksiyonu, küçük işletmeler dışında belirli büyüklüğe erişmiş pek çok işletmede belirli alanlarda uzmanlaşmış çok sayıda kişilerce yerine getirilmektedir Şekil 17. 1′de, finans yöneticisinin, işletmenin reel varlıklarıyla finansal piyasalar arasındaki rolü gösterilmektedir. Fon akışı finansal varlıkların fon yaratmak üzere yatırımcılara satılmasıyla başlamaktadır (Ok 1). Sağlanan bu fonlar , işletmenin faaliyetlerinde kullanılacak reel varlıkların satın alınmasında kullanılır ( Ok 2). Daha sonra işletme faaliyetlerinde başarılı ise, reel varlıklara yaptığı harcamalardan daha fazla gelir elde edecektir ( Ok 3). Sonra da elde edilen gelir ya işletmeye tekrar yatırılır ( Ok 4a), ya da menkul değer satın alan yatırımcılara ( Ok 4b) geri döner. 4a ile 4b arasındaki seçimde işletmeler tamamen serbest değildirler. Yatırımcılara satılan menkul değerin taşıdığı özelliklere bağlı olarak farklılıklar görülecektir. Örneğin 1. safhada yatırımcılar işletmeye borç vermişler ise 4b safhasında bu borç faiziyle birlikte geri ödenecektir. Tüm finansal kararlar işletmenin risk ve karlılığını etkilerken, risk ve karlılık da işletmenin değerini etkileyecektir. FİNANSAL YÖNETİM VE DİĞER BİLİM DALLARI İLE İLİŞKİSİ Finansla diğer bilim dalları arasındaki ilişkiyi betimlemek. Finansal yönetim, muhasebe ve iktisatla çok yakından ilişkilidir; pazarlama, üretim ve sayısal yöntemler ise ikinci derecede ilişkili olduğu diğer disiplinlerdir (Şekil 17. 2). Muhasebe Muhasebe; işletmede mali karakterdeki olayları sistemli bir biçimde kaydeden, sınıflandıran, özetleyen ve elde edilen bilgilerin analizini ve yorumunu yapan bir bilim dalıdır. Finansal kararlarda muhasebe verilerinden sık sık faydalanılır. Bu nedenle de muhasebe, finansmanın dili olarak adlandırılır. Gereksinme duyulan fon miktarının belirlenmesinde, işletmenin geçmiş ve cari yıl mali tablolarının analizi ve bu tablolardan hareketle tahmini (proforma) tabloların hazırlanması gerekmektedir. Finans yöneticisinin başlıca ilgi alanı nakit akışlarıdır. Nakit akışları, finanslama ve yatırım kararlarının uygun olup olmadığını ortaya koyan en önemli faktördür. Dolayısıyla finansal kararlar için yardımcı olacak veriler ve finansal tablolar muhasebe sisteminden sağlanmaktadır İktisat Finansal yönetimin yakın ilişkide olduğu diğer disiplin iktisattır. İktisadi prensipler finansal kararlar için temel oluştururlar. İktisat, makro ve mikro iktisat olarak iki alt gruba ayrılır. Mikro iktisat, işletmelerin, bireylerin ve ailelerin iktisadi kararlarıyla ilgilenirken makro iktisat, ekonomiyi bir bütün olarak ele alır. Tipik olarak bir işletme, ekonominin genel durumuyla yakından ilgili olup, yatırım ve finansman için, para ve sermaye piyasalarına doğrudan doğruya bağımlıdır. Finans yöneticisi; ülkenin ekonomik koşullarını değerlendirmek ve gelişmeleri tahmin etmek durumundadır. En önemli iktisadi faktörlerden biri de paranın fiyatı olan faiz oranlarıdır. Finansal yönetimde faiz oranları ise, gerek yatırım gerekse finansman kararlarında göz önünde tutulması gereken en temel faktördür. Dolayısıyla finans yöneticisinin faiz, milli gelir, enflasyon, vergi ve parasal politikaların, yatırımlara ve kredinin elde edilebilirliğine, kredinin maliyetine olan etkisini anlaması ve yorumlaması gerekmektedir. Finans yöneticisi mikro ekonomiden özellikle uzun dönemli yatırım kararlarıyla, nakit, stok ve alacaklarının yönetimi gibi kısa dönemli yatırım kararlarında faydalanır. Pazarlama, Üretim ve Sayısal Yöntemler Pazarlama, üretim ve istatistik, finansal yönetimin ikinci derecede ilişkili olduğu disiplinlerdir. Bu disiplinler, finansal yönetimle dolaylı olarak ilgilidir. Örnek olarak, finans yöneticisinin; pazarlamada yapılacak yeni ürün geliştirme faaliyetlerinin ya da yeni pazarlama yöntemlerinin, işletmenin öngörülen nakit akışlarına ve sermaye harcamalarına etkilerini düşünmesi gerekmektedir. Benzer şekilde, üretim sürecindeki değişikliklerin yaratacağı sermaye harcamaları değerlendirilmelidir. 1980′lerden sonra ise finansal kararlarda kantitatif tekniklerden gittikçe artan bir biçimde faydalanılmaktadır. FİNANSAL YÖNETİM VE İŞLETME AMAÇLARI İşletmelerin amaçları açısından finansal kararların önemini ifade etmek. Finans yöneticileri finansal kararlar alırlarken belirli bir amacı göz önünde bulundurmalıdırlar. Finansal yönetim açısından finansal kararlarda birincil amaç, işletmenin piyasa değerinin ya da ortakların servetinin(varlıklarının) maksimum yapılmasıdır. Ortakların varlığı, eğer işletme anonim şirket ise hisse senetlerinin değeriyle belirlenir. Hisse senetlerinin değeri piyasada arz ve talebe bağlı olarak belirlenen fiyatla ölçülür. Ortakların ya da hissedarların varlıklarını maksimize etme amacı, önceleri birincil amaç olarak benimsenen muhasebe kârını maksimize etme ya da hisse başı kârı maksimize etme amacından farklıdır. Muhasebe kârı, belirli muhasebe kuralları izlenerek hazırlanan ve gelir tablosuyla raporlanan kardır. Ancak muhasebe kârları; performansın ve değerin ekonomik bakımından her zaman en anlamlı ölçüsü olamamaktadır. Özellikle değer yaratmanın en temel unsurlardan biri olan nakit akımı ile aynı şey değildir. Gelir tablosunda muhasebe zararı görülmesine karşılık, o işletme pozitif bir nakit akışı sağlıyor olabilir. Bu, muhasebe kârının hesaplanmasında işletme için gerçekte nakit çıkışı gerektirmeyen amortismanların düşülüyor olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü nakit akışlarının hesaplanmasında muhasebe kârına o dönemde ayrılan amortismanlar ilave edilmektedir. Ayrıca uygulanan amortisman yöntemine göre de farklı muhasebe kârları hesaplanabilecektir. Kâr maksimizasyonu amacının diğer önemli eksiklikleri de şunlardır: - Öncelikle böyle bir amaç, işletmenin gelecekte elde edeceği kârların, yıllar itibariyle dağılımını ve devam süresini ihmal etmekte, diğer bir ifade ile zaman boyutunu dikkate almamaktadır. Hangi dönem için kârın maksimum yapılacağı konusu belirsizdir. Kısa dönemde kârların maksimum yapılması, işletmenin uzun dönemde başarısını olumsuz yönde etkileyebilir. Örneğin, işletme kısa dönemde kârını maksimum yapmak için, yoğun harcama gerektiren araştırma ve geliştirme faaliyetlerinden kaçınabilir ve bu yüzden de kârı yüksek görülebilir. Ancak böyle bir tutumun, işletmenin gelecekteki başarısını olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. - Yine kâr maksimizasyonu, gelir akışlarının risk derecesini de dikkate almamaktadır. İki yatırımın gelecekte beklenen gelirleri aynı ise bu iki yatırım arasında fark gözetilmemektedir. Oysa her iki yatırım aynı gelir akışını sağlılarsa da, yatırımlardan birinin gelirlerinin gerçekleşme olasılığı diğerine göre düşükse, diğer bir ifadeyle riski daha yüksekse, bu yatırımın değeri daha düşük olacaktır. Dolayısıyla finansal kararlarda, zaman ve risk boyutunu taşıyan işletmenin piyasa değerini maksimize etme amacının birincil amaç olarak alınması, kâr maksimizasyonuna göre daha doğru bir yaklaşım olmaktadır. Hissedarların varlıklarını maksimize etme amacı, işletme yönetiminin sosyal sorumluluğu bir tarafa bırakması anlamına gelmemektedir. Hissedarların varlığını maksimum yapma; tüketiciyi korumaksızın, çevreyi düşünmeksizin, uygun istihdam yaratmaksızın, uygun ücret ödemeksizin mümkün görülmemektedir. FİNANSAL ANALİZ Finansal analizin nasıl yapılacağını ve finansal yönetim açısından analizin önemini tartışmak. Finansal analiz finansal yönetimin önemli bir aracıdır. Gerek yatırımlarla gerekse finansmanla ilgili olsun tüm finansal kararda, işletmenin güçlü ve zayıf yönlerinin finans yöneticilerince bilinmesi gerekmektedir. Böylelikle daha sağlıklı, daha rasyonel kararların alınmasına olanak sağlanmış olacaktır. Finansal analiz; finansal tablolardaki çeşitli kalemler arasındaki ilişkilerin kurulmasını, ölçülmesini ve yorumlanmasını kapsayan bir süreçtir. Böylece işletmenin cari ve geçmiş dönemleri değerlendirilebildiği gibi, geleceğe ilişkin tahminler de yapılabilir. İşletmenin cari ve geçmiş durumunun analizi yapılmaksızın, iyi bir finansal planlama yapmak mümkün değildir. Finansal analizin başlıca yararları şu şekilde belirtilebilir: - İşletmenin faaliyetlerindeki etkinlik ve başarı derecesini ölçme, - İşletmenin ana ve ikinci derecedeki amaçlarına ulaşıp ulaşamadığını ölçme, - Finansal planlar yapma, - Üretilecek mal ve hizmetler, üretim miktarı, üretim bileşimi ve izlenecek fiyat politikası konusunda karar alma, - İşletmenin varlığını tehlikeye düşürmeden, borçlarını ödeyebilme gücünü belirleme, - İşletme faaliyetlerini kontrol ve değerleme, Finansal analiz yalnızca finans yöneticilerince değil, aynı zamanda işletmeye kredi verecek kişi ya da kurumlar, hissedarlar, menkul kıymet analistleri tarafından yapılır. Finansal analizi yapacak kişi ya da kurumların amacına bağlı olarak finansal analiz çalışmaları da farklılık gösterir. Bir işletmeye kısa süreli kredi verecek kurumlar, işletmenin kısa süreli borç ödeme gücünü; uzun süreli borç verecek kurumlar, işletmenin sermaye yapısını ve kârlılık durumunu analiz etmeye çalışacaklardır. Finansal analiz için veriler; muhasebe verileri, pazarlama ve üretim bölümü verileri gibi işletme içi veriler yanında işletme dışından da sağlanabilir. Finansal analizlerde, işletme içi en önemli veri kaynağı işletmenin finansal tablolarıdır. En çok kullanılan finansal tablolar ise bilanço ve gelir tablosudur. Analiz için bu tabloların yeterli gelmediği durumlarda işletme yöneticilerinden, bankalardan veya işletmenin ilişki içinde olduğu diğer kişi ve kurumlardan da bilgiler alınabilir. Bilindiği gibi bilanço, belirli bir tarih itibariyle, işletmenin sahip olduğu varlıklarıyla bu varlıkların kaynağını gösteren bir tablodur. Varlıklar; işletmenin kaynak kullanımlarını, borçlar; işletmenin ödemek zorunda oldukları yükümlülüklerini, öz kaynaklar( öz sermaye) ise ortakların haklarını gösterir. Bilanço; varlıklar, borçlar ve öz kaynaklar olarak üç ana grupta toplamasına rağmen her grup da kendi içinde alt gruplara ayrılmıştır. Gelir tablosu, bir işletmenin bir hesap dönemi sonunda, o faaliyet dönemiyle ilgili olarak, sonuçlarının gösterildiği tablodur. Gelir tablosu; brüt gelirin, faaliyet gelirinin ve net gelirin belirlendiği üç ana bölümden oluşmaktadır. Finansal analizde finansal tablolar, statik ya da dinamik olmak üzere, iki şekilde analize tabi tutulabilir. Statik analizde belirli bir tarihte düzenlenmiş ya da belirli bir döneme ait finansal tablolardaki çeşitli kalemler arasındaki ilişkilerin saptanmasına çalışılır. Diğer bir ifadeyle işletmenin finansal durumu ve faaliyet sonuçları tek bir dönem için analize tabi tutulur. Dinamik analizde ise finansal tablolar birbirini izleyen dönemler itibariyle analiz edilirler. İşletmenin belirli bir dönemindeki finansal durumunun ve faaliyet sonuçlarının geçmiş dönemlerle karşılaştırılması, geçmiş dönemlere göre olumlu ya da olumsuz gelişmelerin ortaya konulması, analizin değerini arttıracaktır. Dolayısıyla dinamik analizle işletmelerin değerlendirilmesi, daha doğru olacaktır. Finansal analizde kullanacak başlıca yöntemler şunlardır: - Oranlar yoluyla analiz, - Karşılaştırmalı analiz, - Yüzde yöntemiyle analiz, - Trend analizi, - Başa baş analizi, - Faaliyet ve finansal kaldıraç analizi. Finansal analizle işletmelerle ilgili olarak aşağıdaki bilgiler sağlanabilir: - İşletmenin likidite durumu, - İşletmenin karlılık durumu, - İşletmenin sermaye yapısı, - İşletmenin varlıklarını kullanma etkinliği, - İşletme hakkında önemli trendler. Finansal analizde başarıyı arttırmak için göz önünde bulundurulması gereken faktörler ise şu şekilde sayılabilir: - Finansal analistin, finansal tabloları doğru yorumlayabilmesi için, muhasebe teori ve uygulamalarını bilmesi gerekmektedir. - Finansal analiz yapılırken, işletmenin ve ait olduğu sektörün özellikleri dikkate alınmalıdır. - Değerlendirmede, analizin yapıldığı dönem ve dönemin koşulları dikkate alınmalıdır. - Finansal analize konu olan işletmenin, politikaları ve yöntemleri, analist (finansal analizi yapan kişi) tarafından bilinmelidir. FİNANSAL PLANLAMA VE KONTROL Finansal planlama ve kontrol sürecini ifade etmek. Finansal başarı, öncelikle faaliyetlerin etkin bir biçimde planlanmasına bağlıdır. Beklenmeyen finansal problemlerle karşılaşmamak için, finansal yöneticiler para giriş ve çıkışlarının nasıl olduğunu analiz etmek, sonra da uygun finansal planlar geliştirmek zorundadırlar. Örnek olarak, bazı işletmelerin stokları ve alacakları mevsimlik olarak artabilir. Finans yöneticisi bu gereksinmeleri anlayarak, ihtiyaç duyacağı finansmanın önceden sağlanması konusunda gerekli önlemleri alma yoluna gitmelidir. Bir işletmenin karşılaşacağı en zor durumlardan birisi nakitsiz kalmasıdır. Böyle bir durumda ödemeler zamanında yerine getirilemeyeceği için, işletmenin iflası bile söz konusu olabilir. Nakit ihtiyacının önceden görülememesi, işletmenin nakit yetersizliği ile karşılaşması finans yöneticisi için affedilmeyecek bir hatadır. Finansal planlama süreci üç çalışmayı içerir. Bunlar; finansal gereksinmelerin tahmini, bu ihtiyaçları karşılamak için bütçelerin geliştirilmesi ve finansal kontrolün yapılmasıdır. Finansal Gereksinmelerin Tahmini Finansal tahminler, işletmenin amaçlarının ve faaliyetlerinin kapsamlı bir şekilde analiz edilmesine bağlı olarak yapılmalıdır. Satış tahminleri, pazarlama harcamaları, üretimle ilgili tahminler ve genel yönetim giderleri tahminleri ancak böyle bir analiz sonucunda sağlıklı biçimde ortaya konabilir. Tahminler kısa ve uzun dönemli olarak yapılır. Kısa süreli planlama, bir yıldan daha kısa süreli olarak yapılır. Uzun süreli planlama bir yılı aşan süreler için genellikle de 5-10 yıllık süreyi kapsamaktadır. Gerek kısa gerekse uzun süreli planlamalar satış tahminlerine bağlı olarak yapılır. Şekil 17. 3′de kısa ve uzun süreli satış tahminleriyle, finansal planlama sürecindeki çeşitli finansal tablolar arasındaki ilişkiler ortaya konulmaktadır Bir işletmenin finansman gereksinimini belirlemede kullanılan en uygun yöntemlerden biri, proforma tablolar olarak da adlandırılan, tahmini finansal tablolardır. Planlar içinde yer alan harcamalar, genellikle yöneticiler tarafından belirlenir. Bununla birlikte, bütçenin en son şekli, üst yönetimin stratejik planlarını da kapsamalıdır. Stratejik planlar, işletmelere gerçek bir rekabet üstünlüğü sağlamaya yönelik olarak yapılan planlardır. Stratejik planlama, büyük ölçekte bir sermaye bütçelemesidir. Stratejik planlamacılar tek tek proje temelinde değil, tek tek projeleri bir araya getirerek, bir proje gibi ele alırlar. Diğer bir ifade ile ağacı değil ormanı görmeye çalışırlar. Etkili bir finansal planlamanın üç koşulu vardır. İlki, iyi tahmin yapmaktır. İyi tahminden anlaşılması gereken şey, sapması az olan tahmindir. Tahminlerin tam olarak gerçekleşmesi mümkün değildir. Bununla birlikte en iyi tahminlerin yapılmasına çalışılmalıdır. Tahmin yapılırken gerekli bilgiler değişik kaynaklardan toplanır. Bu nedenle de farklı kaynaklardan alınan tahminler farklı olacaktır. Bu gibi durumlarda tahminlerin, belirli makro ekonomik varsayımlara göre istenmesi uygun olmaktadır. Örneklersek, ekonominin daralması, genişlemesi ve aynen devam etmesi gibi durumlar için tahmin yapılması gerekebilir. Etkili finansal planlamanın ikinci koşulu, en uygun finansal planın seçimidir. En uygun planın nasıl seçileceğini belirlemek güç bir iştir. Bu konudaki deneyimler, sezgiler önemli rol oynamaktadır. Etkili finansal planlamanın üçüncü koşulu, uygulanan planın izlenmesidir. Finansal planlar uygulamaya konulduğunda eskimeye başlarlar. Başka bir deyişle, satış hedeflerine ulaşılamayacağı anlaşıldığında plan eskimiş olur. Bu gibi durumlar için planların, değişikliğe olanak verecek esneklikte hazırlanması gerekmektedir. Aşağıda proforma gelir, proforma bilanço ve nakit bütçesiyle ilgili bilgilere yer verilecektir. İşletmelerde uzun süreli finansman gereksiniminin belirlenmesinde proforma gelir tablosu ve proforma bilançolardan faydalanılırken, kısa süreli finansman ihtiyacının belirlenmesinde nakit bütçelerinden faydalanılır. Daha önce de belirtildiği gibi, planlama faaliyetleri satış tahminlerine dayalı olarak gerçekleştirilir. Proforma gelir ve proforma bilançonun hazırlanmasında en önemli konu gelecekteki faaliyet hacminin ne olacağıdır. Bu amaçla istatistiki tahmin yöntemlerinden ve benzeri hassas yöntemlerden yararlanılır. Satış tahminleri ne kadar doğru yapılırsa proforma tabloların doğrululuğu da o kadar artacaktır. Bütçelerin Geliştirilmesi Proforma tabloların hazırlanmasında en yaygın olarak kullanılan yöntem satışların yüzdesi yöntemidir. Oranlar ve regresyon yöntemi de proforma tabloların hazırlanmasında kullanılan diğer yöntemlerdir. Aşağıda, proforma gelir tablosu ve proforma bilançonun hazırlanmasında satışların yüzdesi yönteminin nasıl kullanıldığı anlatılacaktır. Proforma Gelir Tablosunun Düzenlenmesi Satışların yüzdesi yöntemiyle gelir tablosunun hazırlanmasında temel varsayım, geçmişteki satışlarla gelir tablosu kalemleri arasındaki ilişkinin gelecekte de benzer şekilde devam edeceğidir. Eğer gelecekte önemli değişimler beklenmiyorsa yöntemin başarılı olma şansı artmaktadır. Ayrıca yöntemin başarı şansını arttırmak için bir yıla ait satışlarla gelir tablosu kalemleri arasındaki ilişki yerine, birkaç yıl ele alınarak ortalama değerden hareket edilebilir. Yöntemin uygulanmasında ilk iş, geçmiş yıla ait gelir tablosundaki her bir kalemin satışlara oranının bulunmasıdır. Daha sonra, gelecek dönemin tahmin edilen satışlarıyla gelir tablosu kalemleri arasında da aynı oranın olacağı varsayımına dayalı olarak, gelecek dönemin tüm gelir tablosu kalemlerine ilişkin değerler bulunur. Örneğin geçmiş dönemde satışlar 50 milyar TL. , satılan malların maliyeti 30 milyar TL. ise geçen yılın satışlarının %60′ı (30/50 = %60) satılan mal maliyetini oluşturmaktadır. Gelecek yıl için tahmin edilen satışlar 70 milyar TL. ise, bunun da %60′ını geçen yıl olduğu gibi satılan malların maliyeti olacaktır. O halde proforma gelir tablosunda satılan malların maliyeti (70 milyar TL. x %60) 42 milyar TL. olmalıdır. Benzer biçimde diğer kalemlere ilişkin hesaplamalar yapılarak, proforma gelir tablosu oluşturulacak ve o yılın net kârı bulunacaktır. Elde edilen net kârın ne kadarının işletmede bırakılıp, ne kadarının ortaklara dağıtılacağı, yönetimin ve işletmenin hukuki yapısına bağlı olarak belirleneceği için, satışlara oranlamaya gerek kalmayacaktır. Proforma Bilançonun Hazırlanması Proforma bilançonun hazırlanmasının ilk aşamasında, satışlarla, satışlara doğrudan doğruya bağlı olarak değişen bilanço kalemleri belirlenir. Bilançonun pasif tarafında, kısa süreli borçlarla satışlar arasında, doğrudan bir ilişki varken, uzun süreli borçlarla aynı ilişkiyi görmek mümkün değildir. Yine satışlarla öz sermaye kalemleri arasında da doğrudan bir ilişki kurulamaz. Ancak, öz sermaye kalemleri içinde Dağıtılmamış Kârlar kalemi değişecektir. Dağıtılmamış karlar kalemi; proforma gelir tablosuna göre belirlenen net kârın dağıtılmayan bölümü kadar artacaktır. Bilançonun aktif tarafında ise satışlarla doğru orantılı olarak değişen kalemler, kasa, alacaklar, stoklar yer alır. Satışlarla peşin ödenmiş giderler ve sabit varlıklar arasında doğrudan bir ilişki kurmak güçtür. Sabit varlıklarla satışlar arasında ancak üretim kapasitesini arttırmak gerektiğinde doğrudan bir ilişki kurulabilir. İşletme tam kapasitede çalışıyor ise satışların artması sabit varlıkları da arttıracaktır. Ancak atıl kapasite ile çalışan bir işletmenin satışlarındaki artış, sabit varlıklarında bir artışa neden olmayabilir. Bilançoda yer alan kalemlerden hangilerinin satışlarla doğrudan ilişkili olduğu belirlendikten sonra, sıra işletmenin geçmiş yıl bilançolarından bu ilişkilerin yüzdesel değerlerinin bulunmasına gelir. Bulunan bu yüzdelerin, gelecek yıl için tahmin edilen satışlarla çarpılmasıyla proforma bilançodaki değerleri hesaplanmış olur. Satışlarla doğrudan ilişkinin kurulamadığı kalemlerin değeri, geçmiş dönemdeki değeriyle proforma tabloya alınacaktır. Örnek olarak, geçmiş yılın alacaklar kaleminin satışlara oranı %15 ise, gelecek yılın tahmini satışlarının %15′i de proforma alacak kalem değerini verecektir. Benzer hesaplamalar diğer ilgili kalemler için de yapılır. Daha sonra bilançonun varlıklarıyla(aktif tarafı) kaynakları (pasif tarafı) toplanır. Eğer işletmenin varlıklar toplamı, diğer bir ifadeyle fon kullanımı fazla ise fon açığı, kaynaklar toplamı fazla ise fon fazlalığının olacağı görülmüş olur. Fon açığı bu şekilde tespit edildikten sonra, finansal analizle işletmenin ortaya konulan finansal yapısı dikkate alınarak bu açığın giderilmesine çalışılır. Finansal analiz sonucunda, işletmenin borç yükü yüksek olarak görülmüş ise, borçlanma dışında kaynak sağlama yoluna gidilmelidir. Değil ise, kısa ya da uzun süreli borç durumu ve risk durumu dikkate alınarak fon açığı kapatılmaya çalışılır. Pasif taraf fazla veriyor ise, bu durumda da işletme bu fazlalığı nasıl kullanabileceğini düşünmelidir. Proforma bilançonun hazırlanabilmesi için öncelikle proforma gelir tablosunun hazırlanması gerekir. Çünkü, yukarıda ifade edildiği üzere gelecek yıl için proforma net kârın belirlenmesi ve buna bağlı olarak da işletmede bırakılacak karın bulunması gerekmektedir. Satışların yüzdesi yöntemi genellikle bir yıl için proforma finansal tabloların hazırlanmasında ve ilave finansman ihtiyacının saptanmasında kullanımı kolay bir yöntemdir. Bununla birlikte, satışlarla ilişki kurulan kalemlerin oranı zaman içinde değişebileceği gibi, sakıncalarının olduğunu bilmek gerekir. Daha doğru sonuçları yakalayabilmek için regresyon yöntemi kullanılmalıdır. Regresyon yönteminde her bir bilanço ve gelir tablosu kalemiyle satışlar arasındaki ilişki 5 – 10 yıl gibi uzun dönemler itibariyle ortaya konulur. Dolayısıyla geleceğe ilişkin tahminler diğer yöntemlere göre daha sağlıklı bir biçimde yapılabilmektedir. Nakit Bütçesi Kısa dönemli nakit gereksiniminin belirlenmesinde işletmelerce kullanılan planlama aracı nakit bütçeleridir. Bütçeleme sürecine geçmeden önce plan ve bütçeleme kavramlarını tanımlamakta fayda vardır. Plân, bütçeye oranla daha genel kapsamlı, çok defa bir yıldan daha uzun bir döneme ilişkin ve sayısal açıdan sınırlı bir çalışmadır. Bütçelerin oluşturulması ise, kısa süreli, ayrıntılı ve sayısal bir çalışmayı gerektirir. Bütçe ile plan arasında böyle bir ayrım yapılsa da aralarında sıkı ilişki vardır. Çünkü bütçeler plan hedefleri içinde düzenlenirler. Nakit bütçesi, bir işletmenin gelecekteki bir zaman döneminde nakit giriş ve çıkışlarının tahminidir. Tipik olarak nakit bütçeleri 6 aylık, 3 aylık ya da aylık olarak hazırlanır. Bununla birlikte bir çok işletme, para yönetiminde etkinliği arttırabilmek için, haftalık ya da günlük nakit bütçeleri hazırlamaktadırlar. İyi hazırlanmış bir nakit bütçesiyle, nakit giriş ve çıkışları arasında eşgüdüm sağlanarak işletmenin fon gereksinimi en az düzeye çekilebilmektedir. Nakit bütçesinin esas olarak iki bölümü bulunur; ilki nakit girişlerini, ikincisi nakit çıkışlarını gösterir. Nakit bütçesinin hangi zaman dilimi için hazırlanacağı belirlendikten sonra, bu döneme ilişkin satış tahminleri yapılarak işe başlanır. Sonra satış tahminleri ve işletmenin satış politikaları dikkate alınarak, o döneme ilişkin nakit girişleri hesaplanır. Bir çok işletmenin esas faaliyetlerinden nakit girişleri olabileceği gibi, diğer faaliyetlerinden de nakit girişleri olabilir. Nakit bütçesi hazırlanırken tüm nakit girişlerinin dikkate alınması gerekir. Dolayısıyla bu nakit girişlerinin de hangi aylara ilişkin ise o ayın nakit girişleri olarak gösterilmesi gerekir. İkinci adımda; ilgili zaman dilimi için nakit çıkışlarının belirlenmesine çalışılır. Bilindiği gibi işletmelerin nakit çıkışını gerektiren başlıca gider kalemleri, hammadde alışları, ücretler, satış ve reklam giderleri, genel yönetim giderleri gibi giderleridir. Bunların yanı sıra borçları, faiz ve anapara taksitleri, tahvillerin itfası, vergi ödemeleri, yatırım harcamaları ve dividant ödemeleri gibi ödemelerin de unutulmaması gerekir. Tüm nakit girişleri belirlendikten sonra, işletmenin dönem başı nakit mevcudu dikkate alınarak ilgili ayın toplam nakit mevcudu bulunur. Bulunan bu nakit mevcudundan o aya ait tüm nakit çıkışları düşüldüğünde, pozitif ya da negatif bir değer elde edilecektir. Değer pozitif ise nakit fazlalığının, değer negatif ise nakit eksikliğinin olacağını gösterir. Nakit bütçesiyle; hazırlandığı dönem süresince nakit girişleri ve nakit çıkışları arasındaki fark ortaya konularak hangi dönemde nakit açığının, hangi dönemde nakit fazlalığının olacağı görülmüş olur. Finans yöneticisinin görevi, nakit bütçesi aracılığıyla önceden görebildiği fon açıklarını gidermek ya da fon fazlalıklarını değerlendirmeye yönelik hazırlıkları önceden yapmaktır. Nakit bütçesinin başlıca yararları şu şekilde sıralanabilir: - İşletmenin borçlanmasını bir plan dahilinde yürütmesini sağlar, - Borçların ödeme zamanlarının planlanmasını olanaklı kılar, - Dividant ödemelerinin ne zaman ve ne miktarda yapılacağının belirlenmesini sağlar, - Nakdin etkili bir biçimde kullanılmasını sağlar. Nakit bütçesi ödemelerin nakit iskontosu elde edecek şekilde planlanmasını olanaklı kılar. Ayrıca fon fazlalıklarının ne kadar süreyle kullanılmayacağını gösterdiği için, bu fonların işletmeye gelir getirecek geçici yatımlarda kullanılmasını olanaklı kılar. Eğer nakit açığı söz konusu ise, bu açığın kısa süreli borçlanmalarla giderilmesine ve/veya satış ve alış politikalarında değişikliklere gidilmesini sağlar. Nakit bütçelerindeki bir çok kalemin beklendiği gibi gerçekleşmesi zordur. Bu nedenle işletmelerin özellikle riskin yüksek olduğu koşullarda, yeterli düzeyde nakit tutmaları gerekmektedir. Bunun için her an paraya dönüşebilecek menkul kıymetlere yatırım yapılarak, likidite ve kârlılık dengelenmeye çalışılmalıdır. Proforma bilanço ve proforma gelir tablosuyla bir dönemin sonu itibariyle fon açığı ya da fazlalığı ortaya konulabilirken, nakit bütçesiyle dönem içinde fon hareketleri görülebilmektedir. Kısa süreli nakit planlamasında nakit bütçeleri çok faydalı bir araçtır. Ancak belirsizliğin büyük boyutlarda olduğu durumlarda nakit bütçeleri çeşitli varsayımlara göre hazırlanmalıdır. İşletmelerde bilgisayar kullanımı arttıkça, çeşitli varsayımlara dayalı olarak nakit bütçeleri hazırlamak zor olmamaktadır. Finansal Kontrol Finansal planlama, işletmenin başarısında büyük öneme sahiptir. Ancak bir işletmenin kontrol sistemi yoksa, planlamanın fazla anlamı olmayacaktır. Finansal kontrol sistemi; a) planlanmış politikaların uygulanmasını güvence altına alacaktır, b) eğer piyasa koşullarında bir değişiklik varsa, bu değişikliklere göre hızla düzeltmelere olanak sağlayacaktır. Finansal kontrolde fiili durumla, diğer bir ifadeyle gerçekleşenle tahminin karşılaştırılması yapılır. Eğer gerçek sonuçlarla tahminler arasında önemli farklılıklar varsa, bunun nedenleri ve nasıl düzeltilebileceği araştırılmalıdır. Sapmaların nedenleri içsel ve kontrol edilebilir özellikte olabileceği gibi, dışsal ve kontrol edilemez özellikte olabilir. Kontrol edilebilir ise, gerekli tedbirlerin alınmasıyla planlamadan istenen fayda sağlanabilecektir. YATIRIM KARARLARI Sabit varlıklar ve dönen varlıkları ayırdetmek. Yatırım kararları fonların uzun süreli olarak kullanımıyla ilgili kararlardır. Çeşitli kaynaklardan sağlanan fonlar, işletmenin amaçlarını gerçekleştirecek biçimde sabit varlıklar ile stoklar, alacaklar, nakit ve benzeri dönen varlıklara(cari, döner varlıklar) yatırılacaktır. Sabit varlıklar; genellikle makine ve tesisler gibi işletmede uzun süreli üretim faaliyetinde kullanılan yatırımlardır. Ekonomik ömrü bir yıldan daha uzun olan sabit varlıklarla ilgili kararlar, sermaye bütçelemesinin konusunu oluşturmaktadır. Proforma bilanço, proforma gelir tablosu ve nakit bütçeleri, işletmelerin faaliyetlerini yürütebilmesi için düzenli olarak ve sık sık yaptığı normal finansal planlardır. Sermaye bütçelemesi olarak ifade edilen sabit varlıklara yatırımlarla ilgili planlama, işletmelerce düzenli olarak ve sık sık yapılan planlardan değildir. Bu tür planlara olağanüstü finansal planlar denir. Sermaye bütçelemesi, fonların ekonomik ömrü en az bir yıl olan projelere tahsis edilmesiyle ilgilidir. Sermaye bütçelemesi; uygun ve verimli yatırım alanlarının araştırılması ve sermaye harcama önerilerinin değerlendirilmesi süreci olarak ifade edilebilir. Sabit varlıklara yatırımlarla, sürekli olarak şekil değiştiren ve çalışma sermayesi olarak da adlandırılan dönen varlıklara yatırımların ayrı olarak ele alınması gerekmektedir. Ayrı ayrı ele alınmasını gerektiren nedenler şu şekilde ifade edilebilir: - Sabit varlıklar dönen varlıklara göre genellikle daha fazla harcamayı gerektirir. - Dönen varlıklara yapılan harcamalar daha çok bölünebilir olmasına karşılık (daha az stok ya da daha az alacaklara fon ayırma gibi), sabit varlıklara yapılan harcamaların bölünebilirliği düşüktür. - Dönen varlıklara yatırımların süresi en çok bir yıl olduğu için, dönen varlıkların riski sabit varlıklara göre düşüktür. - Dönen varlıkların likiditesi sabit varlıklara göre daha yüksektir. Bilançoda varlık kalemleri likidite derecelerine göre sıralanmaktadır. Likidite dönen varlıklardan sabit varlıklara doğru azalmaktadır. Likidite, varlıkların paraya dönüştürülme yeteneğini ifade eder. Ancak likiditenin iki boyutu vardır; biri varlığın paraya dönüştürülmesinde geçecek süre, ikincisi varlığın paraya dönüştürülmesinde değerindeki değişme. Varlığın paraya dönüşüm süresi ne kadar kısa ve değerinden ne kadar az kaybederek paraya dönüştürülebiliyorsa o kadar likidite si yüksektir. Örnek olarak, stoktaki bir ürün, değerinden fazla bir şey kaybetmek sizin daha kolay paraya dönüşürken, üretimde kullanılan bir makinenin dönüşüm süresi daha uzun olacaktır. Makinenin kısa sürede paraya dönüşebilmesi istenirse değerinden önemli miktarda kaybetmesine göz yummak gerekecektir. Dönen varlık kalemleri arasında da likidite farklılığı vardır. Dönen varlıklar arasında likiditesi en yüksek varlık kalemi nakit ve benzerleri olup, onu pazarlanabilir menkul kıymetler, alacaklar ve stoklar takip eder. Varlıkların likiditesi arttıkça riski düşmektedir. Riskle kârlılığın aynı yönde hareket etmesi genel kuraldır. Diğer bir ifade ile risk arttıkça kârlılık da artmalıdır; risk düştükçe kârlılık da düşmelidir. Bu temel prensipten hareketle, sabit varlıklardan elde edilen kârlılığın, dönen varlıkların kârlılığından daha yüksek olması beklenmelidir. İşletmelerin yatırım yapma nedenleri çok çeşitli olmakla birlikte bunları üç grupta toplamak mümkündür. 1) Kâr amaçlı yatırımlar: İşletmelerin kâr amaçlı yatırımları sayısal analize en elverişli olanlarıdır. Kâr amaçlı yatırımları da şu şekilde sınıflandırmak mümkündür: - Yeni üretim birimlerinin oluşturulması, - Yenileme yatırımları; İşletmelerin üretime devam edebilmeleri için eskiyen, yıpranan ya da teknolojik gelişmeler sonucu teknik olarak eskiyen sabit varlıkların yenilenmesiyle ilgili yatırımlarıdır. - Genişleme yatırımları (Tevsii yatırımları); işletmenin mevcut üretim kapasitesini arttırmak üzere yapılan yatırımlarıdır. - Modernizasyon yatırımları; işletmelerin üretim kalitelerini yükseltmek, maliyetleri azaltmak üzere yaptıkları yatırımlardır. - Stratejik Yatırımlar; faydaları, diğer yatırımlara oranla daha uzun süreli olarak elde edilen yatırımlardır. Çoğu zaman bu tür yatırımların faydaları sayısal olarak ölçülemez. Riski azaltıcı, çalışanların motivasyonunu arttırıcı yatırımlar bu grup altında toplanmaktadır. 2) Yasalar gereği yapılan yatırımlar: İş yerlerinde güvenliği sağlamaya dönük olarak yasa gereği ya da toplu sözleşmeler gereği yapılan yatırımlardır. 3) Genel olarak verimliliği arttırmaya yönelik yatırımlar: Kreşler, Lokaller, spor tesisleri gibi çalışanların verimliliğini arttırmak amacına dönük olarak yapılan yatırımlardır. Özellikle son yıllarda değişimin getirdiği riski azaltabilmek, yükselen maliyetleri karşılayabilmek ve kısa sürede pazarlara ulaşabilmek gibi çok değişik nedenlerle işletmeler arasında işbirliği modelleri gelişmiştir. Artık işletmeler tek başlarına değil, diğer işletmelerle güçlü ve zayıf yönlerini birleştirerek yatırımlar yapmaya, böylelikle daha hızlı büyüme yoluna gitmektedirler. ÇALIŞMA SERMAYESİ (DÖNEN VARLIKLAR) YÖNETİMİ Çalışma sermayesi yönetiminin işletmenin risk ve kârlılığını nasıl etkileyeceğini açıklamak. Bir işletmenin çalışma sermayesini, genellikle nakit ve nakit benzerleriyle, geçici yatırımlar, alacaklar ve stoklar gibi en geç bir yıl içinde nakde dönüşebilecek dönen varlıklar oluşturur. Çalışma sermayesi; sabit ve değişken olarak iki kısımdan oluşur. Çalışma sermayesinin sabit kısmını, satışlardaki dalgalanmalarla değişmeyen çalışma sermayesi oluşturur. Örneğin, bir işletmenin normal koşullar altında bulundurması gereken stok miktarı, alacak miktarı ve nakit miktarı ; bayram ya da benzeri özel günlerde artabilir. Bu artan kısım çalışma sermayesinin değişken kısmını oluşturur. Çalışma sermayesi düzeyini etkileyen başlıca unsurlar şöyle sıralanabilir: - İşletmelerin faaliyet konusu: Çalışma sermayesi miktarı işletmenin faaliyet konusuyla yakından ilgilidir. Örnek olarak, ticari faaliyet gösteren işletmelerde çalışma sermayesi düzeyi, üretim faaliyetinde bulunan işletmelere göre daha yüksek olmaktadır. Üretim işletmelerinde de çalışma sermayesi düzeyi, üretim sürecinin uzunluğuna, alış ve satış politikalarına göre değişecektir. Üretim süreci ne kadar uzun, alışlarda peşin alışlara ne kadar ağırlık, satışlarda da ne kadar kredili satış yapılıyorsa o işletmede çalışma sermayesine o kadar fazla gereksinme duyulacaktır. - İşletmelerin büyüklüğü: Genel olarak küçük ölçekteki işletmeler büyük ölçekteki işletmelere göre daha fazla çalışma sermayesine gereksinme duyarlar. Bunun en önemli nedeni, büyük işletmelerin küçük işletmelere göre çalışma sermayesi yönetimine daha fazla önem vermeleri ve çalışma sermayesi yönetiminde etkinliği arttırabilmeleridir. Diğer bir nedeni, büyük işletmelerin para ve sermaye piyasasından daha kolay fon sağlayabilmeleridir. - Satışlardaki düzenlilik: Bir işletmenin satışları ne kadar istikrarlı ise çalışma sermayesine olan ihtiyaç da o kadar az olacaktır. - Satışlarda artış ya da azalış Oranı: Satışlardaki artışlar ya da azalışlar çalışma sermayesini doğrudan etkileyerek artışlara ya da azalışlara neden olacaktır. Ancak çalışma sermayesi yönetiminde etkinlik arttıkça çalışma sermayesindeki artış satışlardaki artıştan daha düşük olabilmektedir. Çalışma sermayesi düzeyi belirlenirken, uygun cari borç miktarının saptanması, işletmenin likiditesi ile borçlarının vadelerine ilişkin kararların verilmesi gerekmektedir. Bu tür kararlar ise risk ve kârlılık analizi yapılmaksızın verilmemelidir. İşletmeler ne kadar kısa sürede ve değerinden önemli bir kayıp olmaksızın paraya dönüşebilen varlıklara sahiplerse o kadar likittirler. Dönen varlıklar içinde en likit varlıklar, nakit ve nakit benzerleriyle pazarlanabilir menkul değerlerdir. İşletmelerin çalışma sermayelerinin düzeyi ile ilgili olarak izleyebilecekleri çeşitli politikalar, işletmenin risk ve kârlılığını etkileyecektir. Şekil 17. 4′deki her bir eğri, belirli politikalar dahilinde, satışlarla çalışma sermayesi kalemleri arasındaki ilişkiyi göstermektedir. C politikası, çalışma sermayesi yönetiminde en tutucu bir yaklaşımdır. Bu politikayı benimseyen işletme, diğer politikalara oranla, toplam varlıkların daha büyük bölümünü çalışma sermayesi olarak tutmaktadır. Çalışma sermayesinin riski sabit varlıklara göre daha düşük olduğundan karlılığı da daha düşük olacaktır. Bu nedenle, C türü bir politika işletmenin karlılığını düşürecektir. C politikasının aksine A politikası atak bir yaklaşımı sergilemektedir. Böyle bir politikanın izlenmesiyle çalışma sermayesi, toplam varlıkların nispeten daha küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak işletmenin karlılığı, C politikasına göre, daha yüksek olurken, riski de artacaktır. B politikası ise çalışma sermayesi yönetiminde ılımlı bir durumu yansıtmakta olup, ne C gibi tutucu ne de A gibi atak bir politikadır. Çalışma sermayesi düzeyi kadar, bunun nasıl finanse edileceği de önemlidir. Çalışma sermayesinin yönetimi; yalnızca çalışma sermayesi düzeyi ve çalışma sermayesini oluşturan her bir kalemin uygun miktarının belirlenmesi değil, aynı zamanda bunun nasıl finanse edileceğini de kapsar. Çünkü kısa süreli fonların hem anaparası hem de faizi en fazla bir yıl içinde ödenecektir. İçsel ya da dışsal herhangi bir nedenle satışlarda yaşanacak bir düşme, işletmeyi nakit yetersizliği ile karşı karşıya bırakabilir. Bu nedenle risk durumu dikkate alınarak, çalışma sermayesinin finansmanında kısa ve uzun süreli fonlara uygun ağırlık verilmelidir. Kârlılığı arttırmak için, ağırlıklı olarak kısa süreli fonların kullanımı işletmenin riskini arttıracaktır. Buna karşılık riskten kaçınmak için finansmanda ağırlıklı olarak uzun süreli fonlara ağırlık verilmesi, işletmenin karlılığını düşürecektir. Her işletme için çalışma sermayesinin etkin yönetimi ile ilgili uygun bir reçete vermek mümkün değildir. Her işletme kendi özel koşullarını, sektörün ve ekonominin durumunu dikkate alarak, uygun bir model geliştirmelidir. 18 18. FİNANSAL SİSTEM VE KURUMLAR FİNANSAL PİYASALAR VE FİNANSAL SİSTEM Finansal sistemi ve bu sistemi oluşturan unsurları tanımlamak. Kimi kişi ve kurumların gelirleri tüketimleri üzerinde gerçekleşirken, kimilerinin gelirleri tüketimlerini karşılayamamaktadır. Tüketim fazlası olanların tasarruflarını, tüketim açığı olanların kullanımına sundukları piyasalara “Finansal Piyasalar” denir. Bu piyasalarda fonların el değiştirmesi, fon talep edenlerin fon arz edenlere bir belge vermesiyle sonuçlanır. Dolayısıyla finansal piyasalar, “Finansal Varlık” olarak tanımlanan kıymetli evrak niteliğindeki bu belgelerin alınıp satıldığı piyasalar olmaktadır. Bir ekonomide fonları talep edenlerle fonları arz edenler, fon akımını düzenleyen kurumlar, akımı sağlayan araç ve gereçlerle bunları düzenleyen hukuki ve idari kurallar “Finansal Sistem“i oluşturur. Finansal sistem yazılı veya gelenek haline gelmiş kurallar doğrultusunda işler. Görüldüğü üzere finansal sistemi oluşturan unsurlar beş grupta toplanabilir. Bunlar: 1. Fon arz edenler ( Tasarruf sahipleri), 2. Fon talep edenler( Yatırımcılar), 3. Yatırım ve finansman araçları, 4. Yardımcı kuruluşlar, 5. Hukuki ve idari düzendir. Finansal sistemin öğeleri daha ayrıntılı bir biçimde Şekil 18. 1′de verilmektedir. Piyasa ekonomisinin var olduğu ekonomilerde finansal piyasalar ekonominin vazgeçilmez unsurudur. Fon açığı olan ekonomik birimlerle fon fazlalığı olan ekonomik birimleri bir araya getiren finansal sistemin etkinliği arttıkça sanayileşmenin gelişeceği açıktır. Finansal piyasaların işlerlik kazanmadığı, bu piyasaların sağlıklı işleyişi için gerekli hukuki, ekonomik önlemlerin alınmadığı ülkelerde hızlı ve sağlıklı kalkınma mümkün görünmemektedir. Finansal piyasalar yaygınlık ve işlerlik kazandığı ölçüde, fon arz ve talebinin reel varlık yatırımlarına dönük kullanılma olasılığı artar. Sanayisi gelişmemiş, tarım ve ticaret ağırlıklı ekonomilerde işletmelerin fon gereksinimi sınırlı olmakta ve genellikle de fonlar öz kaynaklarla ve/veya para piyasasından sağlanan kısa süreli kaynaklarla karşılanmaktadır. Ancak, ekonomik gelişim arttıkça bir taraftan işletmelerin öz kaynakları yetersiz duruma gelerek fona olan ihtiyaçları artmakta, diğer taraftan kişisel gelirlerin artması sonucu finansal piyasalara aktarılabilecek fonlar oluşmaktadır. Finansal piyasalar, bütün kurum ve araçlarıyla birlikte fon arz ve talebinin karşılaşmasında ve fon akışının gerçekleşmesinde büyük öneme sahiptir. Finansal piyasaların: a) Tasarrufları özendirmek ve arttırmak, böylece de sermaye birikimini sağlamak; b) Ülke fonlarının etkin kullanımına olanak vermek gibi iki önemli işlevi vardır. Kullanılabilir fonların artması ve yatırılabilir alanlara en uygun miktarlarda, en kısa sürede ve en az maliyetle aktarılabilmesi finansal sistemin gelişmesine ve özellikle sağlıklı çalışmasına bağlıdır. Finans yöneticisi, işletmenin reel varlıklarıyla yine işletmenin fon elde ettiği finansal piyasalar arasında yer almaktadır. İster yatırımlarla ilgili (sermaye bütçelemesi) kararı olsun, ister finanslama kararı olsun, doğru bir kararın verilebilmesi için finansal sistem hakkında geniş bilgiye sahip olunması gerekmektedir. Örneğin, bir işletme faaliyet alanını genişletmeyi düşünüyor olsun. Böyle bir proje için gerekli fon, borçla ya da yeni hisse senedi ihraç edilerek, diğer bir ifadeyle öz kaynakla sağlanabilir. Ancak burada temel sorun; borçla finansmanın mı, yoksa hisse senediyle finansmanın mı işletmenin değerini maksimize edeceğidir. Bunun için, çeşitli finansman seçeneklerini ve bu seçeneklerin işletmenin değeri üzerindeki etkilerini bilmek gerekir. Çünkü her bir finansman seçeneğinin riski ve maliyeti farklı farklıdır. Finansal piyasalarla ilgili açıklamalara geçmeden önce üzerinde durulması gereken iki faktör risk ve getiri kavramlarıdır. Talebin istikrarlı olmadığı, riskin yüksek olduğu ortamlarda işletmeler nasıl finanse edilmelidir? Atmaca Soft A. Ş. örnek olayımızdaki ortaklar, yeni yatırımların finansmanında kolay ve kısa zamanda sağlanabilmesi nedeniyle banka kredisini tercih etmişlerdi. Ancak, firmanın yer aldığı piyasada müşteri taleplerinin hızla değişim göstermesi, rekabetin artması nedeniyle faaliyet riski yüksekti. Dolayısıyla böyle bir durumda işletmenin riskini daha fazla yükseltmemesi ve finansman riskini düşük tutması doğru olacaktı. Hızla büyüme isteği bunun gözden kaçırılmasına neden olmuştur. Bu da işletmeyi ödeme güçlüğüne düşürmüştür. FAİZ, RİSK VE FİNANSAL PİYASALAR Nominal faiz, reel faiz, enflasyon ve risk arasındaki ilişkileri betimlemek. Faiz, para ya da sermayenin başkalarının kullanımına sunulması karşılığında alınan bir karşılık olmaktadır. Nasıl ki bina, araç, gereç ve benzeri şeyler, belirli bir süre için başkalarının kullanımına sunulduğunda kira alınıyorsa, paranın da başkalarının kullanımına sunulmasında bir karşılık alınacaktır. Diğer bir ifadeyle faiz, paranın o günkü kullanım hakkından vazgeçmenin bir karşılığı olmaktadır. Finansal piyasaları faiz kadar etkileyen başka bir faktör yok denilebilir. Değişik faiz oranlarında finansal piyasalara sunulan fonların hacmi farklı olduğu gibi, talebi de farklı olacaktır. Faizlerin düzeyi, hem fon arzını hem de fon talebini etkilerken, aynı zamanda fonların para ya da sermaye piyasasına doğru akış yönünü de etkiler. Faiz, fon talep edenler için bir maliyet iken, fon arz edenler için bir getiridir. Fon arzını, fon talebine eşit kılan faiz oranı piyasa faiz oranını oluşturur. Finansal sistemde bir değil çok sayıda faiz vardır. Hatta aynı kurumun farklı faiz oranlarıyla borçlandığı görülmektedir. Etkin işleyen finansal piyasalarda faiz-getiri-oranı doğru değerde oluşur. Diğer bir ifadeyle böyle piyasalarda, para dahil çeşitli finansal varlıkların faiz -getiri- oranıyla riski aynı yönde hareket eder. Riski düşük olan finansal varlığın faiz-getiri-oranı düşük, riski yüksek olanın faiz-getiri oranı yüksek oluşur. Piyasa faiz oranı ya da nominal faiz oranı, reel faiz oranıyla buna ilave edilecek enflasyon ve risk priminden oluşur. Reel faiz oranı, ödünç verilebilir fonların arz ve talebine bağlı olarak belirlenmektedir. Enflasyonun olmadığı durumlarda devletin çıkarmış olduğu menkul kıymetlerin faiz oranı reel faiz oranını ifade eder. Bu oran, piyasalardaki diğer finansal varlıkların faiz-getirioranlarının belirlenmesinde baz oluşturur. Reel faiz oranı zaman içinde ekonomik koşullara bağlı olarak değişir. Enflasyonun olmadığı, etkin işleyen piyasalarda bu oran genellikle %2-%5 arasındadır. Enflasyonun olduğu piyasalarda piyasa faiz oranın etkileyen en önemli faktör enflasyondur. Enflasyon yükseldikçe genellikle piyasa faiz oranları da yükselir. Eğer piyasa faiz oranı enflasyonun altında kalırsa (negatif faiz) tasarruflar eriyeceğinden fon arzında azalmalar olacaktır. Enflasyon dışında piyasa faiz oranını etkileyen diğer faktörler, ödenmeme riski, likidite riski, vade gibi risklerdir. Devletlerin çıkarmış oldukları kısa süreli tahviller ve hazine bonolarının; likiditenin yüksek olması, faiz ve anaparasının geri ödenmemesi gibi bir durumun söz konusu olmaması nedeniyle riski sıfır olarak kabul edilir. Bu menkul değerler için piyasa faiz oranı aşağıdaki gibi bulunur. Nominal Faiz Oranı = Reel Faiz Oranı + Enflasyon Oranı Devletin kısa süreli finansal varlıkları dışında, çeşitli kurumlarca çıkarılan finansal varlıklar için, az ya da çok risk söz konusudur. Bu durumda devlet dışında diğer kurumların çıkaracakları menkul kıymetler için nominal faiz oranı, reel faiz ve enflasyona ilave olarak riski de dikkate alınarak hesaplanmalıdır. Riskin miktarı işletmenin finansal yapısına, faaliyet kolunun özelliklerine, menkul kıymetin vadesine, işletmenin menkul değerlerinin likidite derecesine bağlı olarak değişecektir. Bu durumda nominal faiz şu şekilde formüle edilebilir: Nominal Faiz Oranı = Reel Faiz Oranı + Enflasyon Oranı + Likidite Primi + Vade Riski Primi + Ödenmeme Riski Primi Sermaye talebinde bulunacak kurumlar, faiz oranlarının düzeyini göz önünde bulundurarak finansman biçimini belirlemek durumundadırlar. Eğer yatırımlardan, fonlara ödenecek faizlerden daha yüksek oranda gelir elde ediliyorsa borçlanmak daha doğru olacaktır. Bu durumda işletme borçlanarak kaldıraç etkisinden faydalanacaktır. Kaldıraç etkisi, yatırımın kârlılığının faiz oranından daha yüksek olması durumunda pozitif, aksi durumda negatif olacaktır. FİNANSAL PİYASA TÜRLERİ Para ve sermaye piyasasının fonksiyonlarını betimlemek, farklılıklarını açıklamak. Ödünç verilen fonların sürelerine göre; finansal piyasalar, fonların süreleri dikkate alındığında “Para Piyasası” ve “Sermaye Piyasası” olarak ikiye ayrılabilir. Para piyasaları, bir yıl ya da daha kısa süreli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasalarıdır. Bu piyasalardan işletmeler, genellikle kısa süreli ve geçici fon ihtiyaçlarını -hammadde, yardımcı madde, malzeme ve işçilik gibi- karşılamak için faydalanırlar. Bankalardan sağlanan kredilerle, senet iskontosu, senet teminatı, finansman bonosu ihracı gibi yöntemlerle işletmelerin günlük, haftalık, aylık gibi kısa süreli fon ihtiyaçları karşılanır. Sermaye piyasaları geniş anlamda, vadesi bir yılı aşan orta ve uzun süreli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasalar olarak tanımlanmaktadır. Tanıma göre sermaye piyasası, hisse senedi ve tahvil piyasası yanında yatırım kredileri, konut kredileri gibi orta ve uzun vadeli fonların alım ve satımının yapıldığı birincil ve ikincil piyasaları da kapsayan bir kavramdır. Dar ve teknik anlamda sermaye piyasası ise, yalnızca hisse senedi ve tahvil piyasalarını kapsamaktadır. İşletmelerce sermaye piyasalarından sağlanan fonlar genellikle orta ve uzun vadeli varlıkların finansmanında kullanılmaktadır. Para ve sermaye piyasasını birbirinden ayırmak gerçekte güç olmakla birlikte Çizelge 1′de para ve sermaye piyasalarının temel farklılıkları ortaya konmaktadır. Para piyasası ile sermaye piyasası arasında bu farklılıklar olmasına rağmen birbirleriyle sıkı ilişki içindedir. Fon sunanlar, yatırım politikalarına, faiz ve getiri oranlarına bağlı olarak bir piyasaya veya her ikisine de yönelebilmektedirler. Benzer şekilde fon talep edenler de bir piyasadan veya her iki piyasadan da fon talep edebilmektedir. Genellikle para ve sermaye piyasasının finansal kurumları ayrı ayrı olmakla birlikte, bazı kurumlar hem para hem de sermaye piyasasında hizmet sunmaktadır. Yine bir piyasadan diğerine sürekli fon akışı söz konusudur. Para piyasasında faizlerdeki bir değişiklik, sermaye piyasasında da değişikliğe neden olmaktadır. Örgütlenme biçimine göre; Finansal piyasalar örgütlenme şekline göre, “Organize olmuş” ve “Organize olmamış” (serbest piyasalar) finansal piyasalar olarak ayrılabilir. Organize piyasalar, resmi bir piyasa yerinin olduğu, devletin gözetimi ve denetimi altında olan piyasalardır. Organize olmuş para piyasalarının en önemli kuruluşları ticaret bankalarıdır. Ticari bankalar, özellikle senetleri iskonto ederek veya işletmelere kısa süreli kredi vererek bu piyasalarda çok önemli rol oynamaktadırlar. Organize olmuş sermaye piyasasının en önemli kurumu ise Menkul Kıymet Borsalarıdır. Organize olmuş sermaye piyasalarında işlemlerin yapıldığı binalar, üyeler, yasalar, kurallar ve yönetenler bulunur. Diğer bir ifadeyle borsalarda menkul kıymetlerin fiyatının oluşması ve el değiştirmesi belirli kurallar çerçevesinde olur. Organize olmuş piyasalarda menkul kıymetlerin işlem görebilmesi için bu menkul kıymetlerin borsaya kayıtlı olması gerekmektedir. Borsaya kayıtlı olmayan (kote olmayan) menkul kıymetler ancak borsa dışında, organize olmamış piyasalarda işlem görebilmektedir. Organize piyasaların en önemli fonksiyonu menkul kıymetler için sürekli bir piyasayı oluşturmasıdır. Bu , yatırımcıların istedikleri anda ellerindeki menkul kıymetleri satma ya da yeni menkul kıymetleri alma fırsatı yaratmaktadır. Menkul kıymet borsalarının diğer önemli bir fonksiyonu da menkul kıymet fiyatlarının standardize edilmesine olanak sağlamasıdır. Borsalarda oluşan fiyatların kitle iletişim araçlarındaki gelişmeye bağlı olarak dünyanın her yerine ulaşması mümkündür. Organize olmamış piyasalar, finansal varlıkların alım ve satımının yapılacağı belirli bir mekanın bulunmadığı piyasalardır. Finansal varlıkların alınıp satıldığı herhangi bir yerde serbest piyasa oluşmaktadır. Organize olmamış piyasalara “Tezgah üzeri” piyasalar da denir. Menkul kıymetleri borsaya kayıtlı olmayan kamu ve özel kurumların menkul kıymetlerinin alınıp satıldığı yerler, organize olmayan piyasalar olarak tanımlanır. Organize olmayan piyasalarda işlemlerin, organize olmuş piyasalarda olduğu gibi açık olma özelliği yoktur. Organize piyasada işlemler açık arttırmayla yapılır. Alma ve satma emirleri açık arttırmayla uyumlaştırılmaya çalışılır. Organize olmayan piyasalarda ise fiyatlar açık arttırmayla değil, alıcı ve satıcının pazarlığıyla oluşur. Organize olmamış piyasalar, yerel ve menkul kıymetleri fazla bilinmeyen kurumlar için önemli işlev görebilmektedir. Bazı işletmeler, finansal verilerinin piyasaca bilinmesini istemediği için de organize olmayan piyasaları tercih edebilmektedir. Organize olmamış piyasaların en önemli sakıncası, gözetim ve denetimdeki boşluklar nedeniyle yatırımcıların risklerini artıyor olmasıdır. Bununla birlikte işlem maliyetlerinin düşük olması , bazı formalitelere ihtiyaç göstermemesi gibi nedenlerle gittikçe geliştiği görülmektedir. Finansal varlığın piyasaya sunulma durumuna göre; Finansal piyasalar, finansal varlığın piyasaya ilk defa sunuluyor olup olmamasına göre, “Birincil Piyasalar” ve “İkincil Piyasalar “olarak iki ana grupta toplanabilir. Birincil piyasalar dolaşıma ilk kez çıkarılan finansal varlıkların alınıp satıldığı piyasalardır. İkincil piyasalar ise, daha önce alım ve satıma konu olmuş finansal varlıkların alınıp satıldığı piyasalardır. İkincil piyasaların en önemli kuruluşları menkul kıymet borsalarıdır. İkincil piyasalarda sermaye piyasasına yeni menkul kıymet ihraç edilmez; mevcut menkul kıymetler el değiştirir. Dolayısıyla ikincil piyasalarda menkul kıymetler el değiştirdiğinde, bu menkul kıymetleri ihraç etmiş kurumlara fon girişi olmaz. Birincil piyasada menkul kıymet bir kez el değiştirirken, ikincil piyasadaki alım ve satımların bir sınırı yoktur. Satış gelirleri de yatırımcıdan yatırımcıya gittiği için işletmelere fon sağlayan asıl kaynak, birincil piyasalardır. Ancak ikincil piyasalardaki alım ve satımlar birincil piyasayı da etkiler. İkincil piyasada alım ve satımı sürekli olan menkul değerlerin birincil piyasası da etkin olacaktır. İkincil piyasa işlemi olmasına karşılık daha önce birincil piyasada işlem görmüş ve menkul kıymetler borsasına kote olmuş bir finansal varlığın borsa dışında alınıp satılmasıyla oluşan piyasaya “üçüncül piyasa” denir. Bu piyasaların yapısı gerçekte organize olmamış piyasalar gibidir. Piyasadaki aracılar her yerde piyasa oluşturmaya çalışarak organize piyasalardaki aracıların rakibi gibi görünürler. Yine finansal varlıkların, genellikle kurumsal yatırımcılar tarafından ve aracısız olarak, blok alış ve satışının yapıldığı piyasalara da “dördüncül piyasalar” adı verilmektedir FİNANSAL KURUMLAR Finansal kurumların işletmelerin finansmanındaki rolünü ve çeşitli finansal kurumların fonksiyonlarını açıklamak. Finansal piyasalardan fon sağlanmasıyla bu piyasalara fon sunulması genellikle aracılarla olur. Fon fazlası olan birimlerin fon açığı olan birimlerle doğrudan karşılaşması finansal piyasa işlemleri içinde az yer tutar. Finansal kurumlar, temel varlıkları büyük ölçüde finansal araçlardan oluşan, faaliyetleri bunlar üzerinde yoğunlaşan ve de esas gelirlerini finansal araçlarla ilgili işlemlerden sağlayan kurumlardır. Finansal kurumların bir bölümü, dolaysız finansman süreci üzerinde faaliyet göstererek ekonomik birimlerin çıkarmış oldukları finansal araçların fon arz edenlere sunulmasında pazarlama hizmeti verirler. Diğer bir kısmı ise, dolaylı finansman süreci üzerinde faaliyet gösterirler. Bu tür finansal kurumlar finansal araçlar çıkarıp sağladıkları fonlarla finansal araçlar satın alarak, fon ihtiyacı olan birimlere fon aktarırlar. Finansal kurumların, hem fon arz edenlere hem de fon talep edenlere sağladığı başlıca katkıları şunlardır: - Fon maliyetlerini azaltmak: Finansal kurumlar portföy yönetimi, piyasa araştırması, finansal analiz ve yatırım faaliyetlerini çok sayıda fon arz eden ve talep edenler adına üstlenerek, her iki taraf açısından maliyet tasarrufu sağlamış olurlar. Bu tür faaliyetlerin her bir birim tarafından ayrı ayrı yapılması büyük maliyetlere neden olacaktır. Halbuki bu tür faaliyetlerin finansal kurumlarda uzman kişilerce yapılması önemli maliyet tasarrufu sağlayacaktır. - Risk ayarlaması yapmak: Finansal kurumlar, bir ekonomik birimin tek başına yapamayacağı ölçüde çeşitli finansal varlıklara yatırımlar yaparak risk dağıtımını gerçekleştirebilecektir. Finansal kurumlarda toplanan büyük miktarlardaki fonların, değişik risk derecelerine sahip finansal varlıklara dağılımı bir tasarruf sahibinin yapabileceği dağılımdan daha kolay olacaktır. - Vade ayarlaması yapmak: Finansal kurumlar; kullanılan finansal varlıkların vadelerini farklılaştırmak suretiyle, hem fon sunanların hem de fon talep edenlerin ihtiyaçlarına uygun vade ayarlaması yapabilirler. Bir kısım yatırımcılar kısa süreli, düşük riskli finansal varlıkları tercih ederken, bir kısmı uzun süreli ve yüksek riskli finansal varlıkları tercih ederler. Yine bir kısım fon talep edenler riskten kaçınırken, bir kısmı riski severler. Fon talep edenlerle fon arz edenlerin vade açısından tam olarak uyum içinde olması hemen hemen mümkün değildir. Finansal kurumlar, farklı vadeli finansal varlıklarla farklı vade tercihlerini dengelemeye çalışırlar. - Miktar ayarlaması yapmak: Finansal kurumlar farklı büyüklükteki finansal varlıklarla miktar ayarlaması da yaparlar. Dolayısıyla fon arz edenler, tutarı ne olursa olsun her büyüklükteki tasarruflarının yatırılmasında çeşitli seçeneklere sahip olurlar. Diğer taraftan fon talep edenler de, çeşitli büyüklüklerdeki tasarruflarla oluşan fonlardan istedikleri büyüklükte fonları sağlayabilme olanağına sahip olacaklardır. - Finansal danışmanlık hizmeti sunmak: Finansal kurumlar fon arz ve talep edenlere, piyasa analizi, portföy yönetimi, finansal varlık değerlemesi, firma değerlemesi gibi hizmetler de sunarlar. Finansal kurumlar; faaliyetlerinin yoğunlaştığı alanlar ele alınarak para piyasası finansal kurumları ve sermaye piyasası finansal kurumları olarak sınıflandırıldığı gibi, dolaylı ve dolaysız finansman sürecinde faaliyet göstermeleri açısından, aracı kurumlar ve finansal pazarlama kurumları gibi de sınıflandırılabilmektedir. Ancak, en çok kabul gören sınıflandırma, para yaratan ve para yaratmayan finansal kurumlar şeklinde olan sınıflandırmadır. Para Yaratan Finansal Kurumlar Para yaratan finansal kurumlar, fon arz ve talebini büyük ölçüde buluşturan ve satın alma gücü yaratan kurumlardır. Merkez bankaları ve ticaret bankalarından oluşan bu kurumlar, küçük tasarrufların ekonomiye aktarılmasında önemli rol oynarlar. Merkez Bankaları Merkez bankaları, finansal kesime para yaratan en önemli kurumdur. Merkez bankalarının önemi, ekonomik yapıyı ve politikaları etkileme konusundaki güçlerinden kaynaklanmaktadır. Bu bankalar genellikle para çıkarma ayrıcalığına ve tekeline sahiptirler. Dünyada her ülkenin kendine özgü merkez bankası vardır. Bu bankalar, banknot çıkarmak, bankaları gözetim ve denetim altında tutmak, ekonomide para ve kredi politikasını yürütmek, devletin hazinedarlığını yapmak, ulusal paranın değerini korumak, hazineye ve bankacılık sistemine kredi vermek gibi çok çeşitli görevler üstlenmektedirler. Bir para piyasası aracısı olmasına karşılık merkez bankalarının sermaye piyasasına da doğrudan ya da dolaylı etkileri vardır. Merkez bankası açık piyasa işlemleriyle devlet tahvillerine ve hazine bonolarına yatırım yaparak ve bankalardan sağladıkları mevduat karşılıklarını orta ve uzun vadeli kredilere yatırarak sermaye piyasasını doğrudan etkileyebilir. Faiz oranları ve para arzıyla ilgili uygulamalarıyla fonların akışını ve hacmini etkileyerek finansal piyasaları dolaylı yoldan etkileyebilir. Ülkemizde Merkez Bankasının başlıca görevleri şunlardır; - para ve kredi politikasını yürütmek, - milli paranın değerini korumak, - milli paranın hacmini ve dolaşımını düzenlemek, - bankalara kredi vermek, - para arzını ve likiditeyi düzenlemek için açık piyasa işlemleri yapmak, - mevduatın vade ve türleri ile bunların yürürlük zamanlarını belirlemek, - milli para ile yabancı paralar arasındaki pariteyi belirlemek, - altın ve döviz rezervlerini belirlemek, - Tasarruf Mevduat Sigorta Fonunu yönetmektir. Ticaret Bankaları (Mevduat Bankaları) Başlıca fon kaynaklarının mevduatlar olması nedeniyle ticaret bankalarına mevduat bankaları da denilmektedir. Ticaret bankaları genellikle kişi ve kurumların kısa süreli fon ihtiyaçlarının karşılandığı kurumlar olup, tüm ülkelerde en yaygın bankacılık türüdür. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi arttıkça, finansal sistemde, ticaret bankalarından daha fazla, yatırım ve kalkınma bankalarının ağırlığı artmaktadır. Türkiye’de de diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, banka sistemin temel kurumu ticaret bankalarıdır. Türkiye’de mevduat bankalarının gelişimi ile finans kesiminin gelişimi arasında sıkı bir bağlılık bulunmaktadır. 2001 tarihi itibariyle ülkemizde faaliyet gösteren banka sayısı aşağıdaki çizelgede verilmektedir. Gelişmiş ülkelerde finansal kesimdeki ticari bankaların ağırlığı genellikle %20%30′ larda iken, Türkiye’de bu oran %40- % 60′larda olmaktadır. Türkiye’deki bankalar fonksiyonlarına göre sınıflandırıldığında ağırlığın ticari bankalarda olduğu görülmektedir. Yine ülkemizde ticari bankaların toplam krediler içindeki paylarına bakıldığında; 1993 yılında %89. 5, 1994 yılında %87. 7, 1995 yılında ise % 89 olmuştur. Kalkınma ve yatırım bankalarının toplam krediler içindeki paylarına bakıldığında ise; 1993 yılında %10. 5, 1994 yılında % 12. 2, 1995 yılında %11 olmuştur. Diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de son yıllarda ticari bankalar, geleneksel görevleri yanında , orta ve uzun süreli krediler verebilmekte ve sermaye piyasası kurumu gibi fonksiyonlar görebilmektedir. Para Yaratmayan Finansal Kurumlar Kalkınma ve Yatırım Bankaları Kalkınma ve yatırım bankaları, bir ekonomide belirli amaçları gerçekleştirmek için kurulan ihtisas bankalarıdır. Kalkınma bankaları, kalkınmakta olan ülkelerde yetersiz olan sermaye ve girişim unsurlarını desteklemek, geliştirmek, kıt kaynakları kalkınma hedefleri doğrultusunda kaynak talep edenlere aktarmak üzere kurulmuş bankalardır. Kalkınma bankalarının başlıca fonksiyonları; - kalkınmada öncelikli sektörlere orta ve uzun süreli yatırım kredisi sağlamak, - yatırım projelerinin hazırlanması, uygulanması ve yönetilmesinde girişimcilere hizmet sunmak, - kârlı ve verimli yatırım alanları araştırmak, - uluslararası finansal kurumlardan ve dış ülkelerden kredi sağlayarak işletmelerin finansmanında rol almak, - yerli ve yabancı girişimcilere ortak bulmaları konusunda yardımcı olmak, - ülkede sermaye piyasasının gelişmesine çalışmaktır. Yatırım bankaları, menkul değer ihraç ederek uzun süreli fon sağlamayı düşünen işletmeler ile fonlarını uzun süreli yatırmayı düşünen yatırımcılar arasında aracılık yapan kurumlardır. Yatırım bankaları, ekonomik gelişmelere bağlı olarak kalkınma bankalarının önemini yitirmesiyle ortaya çıkmış, sermaye piyasasının en önemli kurumudur. Bu tür bankalar işletmelere doğrudan doğruya kredi vermemekte ve mevduat toplamamaktadır. Yatırım bankalarının işlevlerinin başında işletmelerin ihraç edecekleri menkul kıymetleri satın alarak kendi nam ve hesaplarına halka pazarlamak gelir. Bu da işletmelerin ihraç ettikleri menkul kıymetlerin ya karşılıklı görüşmelerle ya da fiyat teklifi yoluyla satın alınarak yatırımcılara satılmasıdır. Bir diğer işlevi, gerektiğinde menkul kıymetleri satın almayı üstlenmek ve destekleme alımında bulunmaktır. Menkul kıymet ihraç eden işletmeler, doğrudan doğruya halka başvurmakla birlikte, belirlenen süre içinde menkul değerlerin satılmayan bölümünün yatırım bankasınca alınacağını taahhüt etmektedir. Yatırım bankalarının üçüncü bir işlevi de, özel plasmanlarda işletmeler ile yatırımcılar arasında aracılık yapmaktır. Özel plasman işletmelerce ihraç edilen menkul kıymetlerin önceden saptanmış belirli sayıda yatırımcıya satılmasıdır. Bu durumda yatırım bankası, işletmeye danışmanlık yapma, işletme ve yatırımcı arasında aracılık yapma gibi işlev görür. Yatırım bankaları, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerini korumak, onlara danışmanlık hizmeti de görmektedir. Ülkemizde yatırım bankalarıyla ilgili yasal düzenlemede; yatırım bankaları için, sermaye piyasasında faaliyet göstermek, sermaye piyasası araçlarını kullanarak sağlanan kaynaklarla yatırım yapmak, işletmelerin etkin yönetilme ve sağlıklı mali yapıya kavuşmaları amacıyla devir ve birleşme konuları dahil danışmanlık hizmeti vermek, mevduat kabulü hariç bankacılık işlemi yapmak üzere kurulurlar ifadesi vardır. Kalkınma bankaları ise, yukarıda sayılan yatırım bankacılığı faaliyetlerine ek olarak öz kaynakları ile yönetimi kendine bırakılan fon ve benzeri kaynaklardan kredi vermek üzere kurulan kurumlar olarak tanımlanmıştır. Ülkemizdeki başlıca kalkınma ve yatırım bankaları olarak; İller Bankası, Türk Eximbank, Türkiye Kalkınma Bankası, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Sınai Yatırım Bankası sayılabilir. Sigorta Kurumları Sosyal güvenlik kurumları ile özel sigorta şirketleri, yalnızca üyelerine hizmet sunmaları nedeniyle genellikle yarı finansal kurumlar olarak da adlandırılmaktadır. Sigorta, kişilerin doğal dengesinin gelecekte bozulma ihtimaline karşılık geliştirilmiş bir sistemdir. Sigorta şirketleri, çeşitli riskleri dağıtmak ya da azaltmak amacıyla, üyelerine hizmet sunmak üzere faaliyet gösteren yarı finansal kurumlardır. Bu işletmeler sunacakları hizmetler karşılığında üyelerden toplayacakları primleri, genellikle finans piyasasında gelir getirmek için kullanırlar. Sigorta şirketleri küçük tasarrufların birikerek büyük fonlar haline geldiği kurumlardır. Gelişmiş ülkelerde ekonomik ve sosyal kalkınmanın bir göstergesi olan sigortacılık, kişi ve kurumlara güvence yaratma yanında fon yaratma gücü nedeniyle ekonomiye ilave kaynak sağlayan bir sistemdir. Batı ülkelerinde sigorta şirketleri sermaye piyasasının vazgeçilmez kurumlarıdır. Sosyal güvenlik sisteminin yaygınlaşmasına paralel olarak fon birikimleri artmakta, bu ise sosyal güvenlik kurumlarını finans piyasasının kilit kurumları haline getirmektedir. Ülkemizde Emekli Sandığı, Bağ-Kur, Sosyal Sigortalar Kurumu, OYAK bu alanda faaliyet gösteren kurumlardır. Kolektif Yatırım Kurumları Kolektif yatırım kurumları, bu kurumlara katılanların birikimlerini çeşitli finansal varlıklara yatırarak riski dağıtan ve yatırımcıların tek başlarına gerçekleştiremeyeceği uzmanlığı sunan kurumlardır. Tasarruf sahiplerinin gerek bilgi düzeyleri, gerekse tasarruf miktarları etkin bir fon yönetimi için yeterli olamamaktadır. Bireysel olarak fon sunma yerine kolektif yatırım kurumları oluşturma daha rasyonel olmaktadır. Başlıca kolektif yatırım kurumları olarak; yatırım ortaklıkları ve yatırım fonları sayılabilir. Factoring ve Forfaiting Şirketleri Factoring şirketleri, kısa vadeli kredili satışlardan doğan alacakların vadesinden önce paraya dönüştürülmesi istendiğinde alacakları devralarak işletmeleri finanse eden kurumlardır. Factoring şirketleri, işletmelerin alacaklarıyla ilgili olarak risk üstlenen, alacakların tahsilatını yapan, kayıt tutan, gerektiğinde müşterilerle ilgili kredi değerlemesi yapan kurumlardır. Forfaiting şirketleri de factoring şirketlerine benzer hizmetler sunmaktadır. Ancak, forfaiting şirketlerinde alacakların süresi uzundur ve genellikle de dış ülkelere satışlarla ilgili alacaklar söz konusudur. Leasing (Kiralama) Şirketleri Yatırımların finansmanında işletmelerce kullanılan bir diğer yöntem de leasingtir. Leasing şirketleri, bir malın kullanım hakkını, belirli bir kira karşılığında, belirli bir süre için kiralayan kurumlardır. Kiralamayla işletmeler; faaliyetleri için gerekli olan varlıkları kredi alarak satın alma yerine kiralayarak finansman sorunundan kurtulacaklardır. Kiralama süresi sonunda kiralanan varlığı satın alabilirler ya da almayabilirler. Bu ise işletmelere büyük esneklik sağlamaktadır. Böylelikle kiralama; işletmelerin Toplam Borç/Toplam Varlık oranlarını bozmaksızın faaliyetlerin yürütebilmesine, teknolojik gelişmelere uyum sağlayabilmesine olanak veren bir yöntem olmaktadır. Risk Sermayesi Şirketleri Risk sermayesinin amacı, gelişme potansiyeli yüksek, rekabet üstünlüğü olan girişimcilere veya işletmelere uzun vadeli yatırımlar yaparak, gerektiğinde diğer uzmanlık hizmetleri de sunarak değer artışı yaratıp portföylerindeki menkul kıymetlerin değerini artırmak ve daha sonra da elden çıkararak yüksek gelir elde etmektir. Amerika ve Avrupa’da çok sayıda risk sermayesi şirketleri bulunmaktadır. Ülkemizde de Sermaye Piyasası Kanunu’nda yapılan düzenlemeler risk sermayesi şirketlerinin kurulmasına olanak sağlamaktadır. FİNANSAL ARAÇLAR Finansal piyasaları mal ya da hizmet piyasalarından ayıran temel özellik, finansal piyasalardan fon talep edenlerin fon arz edenlere elde ettikleri fonlar karşılığında bir finansal varlık (finansal araç ya da menkul kıymet) vermeleridir. Mal ya da hizmet piyasalarında ise fon sunanlar, piyasaya belirli bir malı veya hizmeti satın almak ya da kiralamak üzere girerler. Finansal varlık sahipleri, likiditeye ihtiyaçları olduğunda bunları ellerinden çıkarılabilmektedir. Bu durumda finansal varlıklar satın alınma aracı olarak fonksiyon görmektedir. O nedenle finansal piyasalar, finansal varlıkların, diğer bir ifade ile menkul değerlerin alınıp satıldığı piyasalar olarak değerlendirilir. Menkul kıymetler; ortaklık veya alacaklılık sağlayan, belli bir meblağı temsil eden, kısa, orta ve uzun vadeli yatırım aracı olarak kullanılan hisse senetleri, tahviller, finansman bonoları ve hazine bonoları gibi finansal araçlardır. Finansal Araçların Özellikleri Finansal araçların değeri, finansal varlıkların taşıdığı özelliklere bağlıdır. Bu nedenle finansal varlıkların özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir. Bunları kısaca açıklayalım: Paraya çevrilebilirlik: Bir kısım finansal araçlar para gibi kullanılabilir ya da paraya kolayca dönüştürülebilir. Merkez bankasının çıkardığı banknotlar yanında bankalarda açılan çek hesapları ihtiyaç anında kolaylıkla paraya çevrilebilir. Bir finansal varlık ne kadar kısa sürede ve değerinden önemli ölçüde kaybetmeksizin paraya dönüşebiliyorsa likiditesi o kadar yüksektir. Bölünebilirlik: Bir finansal varlığın en az hangi miktarlarda paraya çevrilebileceğini gösterir. Yatırımcılar açısından finansal araçlar ne kadar bölünebilirse o kadar fazla tercih edilir. Geri dönülebilirlik: Bir finansal varlığın alındıktan sonra tekrar satılması durumunda paraya çevrilebilme maliyetiyle ilgilidir. Bu maliyet ne kadar düşük ise finansal varlığın geri dönülebilirliği o kadar yüksek olmaktadır. Örneğin sahip olduğunuz bir tahvili paraya dönüştürmek istediğinizde, bu tahvilin borsada satışını gerçekleştirecek olan aracı kuruma ödenecek komisyon geri döndürebilirlik maliyetini arttıracaktır. Bir vadesiz mevduat hesabının geri döndürebilirliği hesabı kapatıp paraya çevirmenin maliyeti sıfır olduğu için, çok yüksektir. Halbuki vadeli hesapta vadeden önce hesabın kapatılması halinde kaybedilecek faiz, geri dönülebilirliğin maliyetini yükseltmektedir. Getiri: Bir finansal varlığın getirisi, o araçtan belirli bir zaman diliminde sağlanacak nakit girişleriyle ölçülür. Bir tahvilin getirisi faiz olurken, hisse senedinin getirisi kâr payı ve hisse senedinin satılması halinde sağlanacak sermaye kazancı ya da kaybı olacaktır. Vade: Finansal varlığın vadesi, bu finansal varlığın ihraç edildiği tarih ile son ödemenin yapılacağı tarih ya da yatırımcının o finansal varlığı paraya dönüştürmeyi düşündüğü tarih arasında kalan süredir. Riskin tahmin edilebilirliği: Finansal varlığın riski, getirisindeki ölçülebilir belirsizlik olarak tanımlanabilir. Risk, finansal varlıkların fiyatını belirleyen en önemli faktördür. Teorik olarak devlet tahvillerinin ve hazine bonolarının riski sıfır olarak kabul edilir. Çünkü, devletin para basma gücü olduğundan, vadesi gelen faiz ve ana paranın geri ödenmemesi gibi bir durum söz konusu olmayacaktır. Devlet tahvili ve hazine bonosu dışında özel kişi ve kurumlara ait finansal varlıklar, az ya da çok risk taşıyacaktır PARA PİYASASI FİNANSAL ARAÇLARI Para piyasası ve sermaye piyasası finansal varlıklarını ayırt etmek ve bu varlıkların özelliklerini açıklamak. Daha önce de belirtildiği üzere para piyasası, vadesi bir yıla kadar olan fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasalardır. Bu piyasanın başlıca araçları ve temel özellikleri aşağıdaki gibi belirtilebilir: Hazine Bonosu: Devletin cari yıl Bütçe Kanununa dayalı olarak bütçe açıklarının finansmanında kullanılmak üzere çıkarmış olduğu devlet iç borçlanma senetlerinden vadesi 1 yıldan az olanlara Hazine Bonosu , vadesi 1 yıl veya daha uzun olanlara ise Devlet Tahvili denir. Hazine bonoları yatırımcılara ihraç tarihinde nominal değerin altında bir değerle diğer bir ifadeyle iskontolu olarak satılırlar. Vade sonunda nominal değerle satış değeri arasındaki fark yatırımcının faiz gelirini oluşturur. Geri Satın Alma Anlaşması (REPO): Finansal varlıkların belirli bir tarihte, belirlenmiş bir fiyattan geri satın alınacağının taahhüt edildiği anlaşmalardır. Bu işlemde söz konusu olan finansal varlıklar yatırımcıya teslim edileceği gibi, çoğu zaman satan finansal kurum tarafından yatırımcı adına saklanmaktadır. Ancak, bu durumda yatırımcıya geri satın alma taahhüdünü taşıyan bir makbuz verilmektedir. Repo yapan taraf, elindeki menkul değerleri kısa süre sonunda geri almak vaadiyle satarak kısa vadeli fon ihtiyacını karşılamaktadır. Reponun vadesi 1 gece ile 30 gün arasında olmakla birlikte daha da uzun olabilmektedir. Banka Mevduatı: Banka mevduatları ülkemizde tasarruf sahiplerinin tasarruflarını değerlendirdikleri en önemli finansal araçlardır. Bankalar yatırılan bu fonları başka finansal araçlara dönüştürerek finansal piyasalarda çok önemli işlev görürler. Finansman Bonoları: Anonim şirketler tarafından kısa vadeli borç sağlamak üzere çıkarılan menkul değerlerdir. Finansman bonolarının vadeleri 3 ay ve katları olmak üzere en fazla 1 yıldır. Finansman bonoları da hazine bonoları gibi iskontolu olarak satışa sunulur. Büyük ve riski düşük işletmelerin kısa süreli finansman ihtiyaçlarını karşılamak üzere çıkarılan finansman bonoları, aracı kurumlara ya da doğrudan yatırımcılara satışa sunulabilir. Finansman bonoları 30 günden az olmamak üzere ve 30 günün katları olarak çıkarılır. Finansman bonolarının işletmeler açısından başlıca üstünlükleri şunlardır: - Alternatif finansman yöntemlerine göre (örneğin banka kredileri) daha ucuzdur. - Finansman kurumlarından fon sağlanması uzun formaliteleri gerektirmektedir. Bu açıdan finansman bonoları daha kısa sürede ve daha az formaliteye ihtiyaç göstermektedir. - Finansman bonolarının ikincil piyasasının da olması işletmeye prestij sağlamaktadır. - Finansman bonoları banka kredilerine göre işletmeler açısından daha düşük maliyetle fon sağlama aracı olmaktadır. Bankalar topladıkları mevduatlar için birtakım kısıtlamalara tabidirler ve karşılıklar ayırmak durumundadırlar. Bu ise kredi faizlerini yükseltmektedir. İşletmelerin banka yerine finansman bonoları ihraç ederek yatırımcılara doğrudan yönelmeleri, bu fonların daha düşük maliyetli olmasını sağlamaktadır. Böyle bir durumda hem işletme için banka kredisine göre daha ucuz, hem de yatırımcı için mevduata göre daha yüksek getiri sağlanması söz konusudur. Finansman bonoları yoluyla kısa süreli fon ihtiyaçlarının karşılanması, ancak belirli koşulları sağlayan anonim şirketleri için söz konusudur. İşletmelerin fon ihtiyaçlarını karşılanmasında hemen hemen tüm işletmelerin geniş ölçüde kullandıkları kısa süreli fon kaynağı hâlâ ticari krediler ya da satıcı kredileri olarak adlandırılan kredilerdir Ticari krediler, herhangi bir nakit ödemesi yapmaksızın satıcının alıcıya belirli bir ödeme süresi tanımasıdır. Banka Bonosu: Kalkınma ve yatırım bankalarının kaynak sağlamak üzere çıkarmış oldukları kısa vadeli bonolardır. Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler (VDMK): İhraç eden kurumların kendi ticari işlemlerinden doğan veya diğer işletmelere ait olup da kendileri tarafından devralınmış alacaklar karşılığında ihraç edilebilecek finansal varlıklardır. VDMK belli bir faiz ve vade ile ihraç edilse de vadesinden önce satılabilir. SERMAYE PİYASASI ARAÇLARI Sermaye piyasalarının temel finansal araçları hisse senetleriyle tahvillerdir. Bu iki finansman aracın bazı özelliklerini içeren başka finansal araçlar da türetilmiştir. Hisse Senetleri Hisse senetleri anonim şirketlerin sermaye paylarını temsil eden kıymetli bir evraktır. Hisse senedini elinde bulunduran kişi ya da kurumlar, bu şirketin sermayesinde hisse senedinin üzerinde yazılı olan tutar kadar (nominal değer) sahiplik hakkına sahip olurlar. Bir hisse senedinin üzerinde yazılı değere nominal değer denir. Şirketin nominal değerini verir. Komandit ortaklarda da komanditer ortağın sahiplik hakkı hisse senedi yoluyla temsil ediliyorsa da sermaye piyasasında dolaşımda olan hisse senetleri çoğunlukla anonim şirketlerce çıkarılanlardır. Anonim şirketler, öz sermaye yoluyla fon sağlamanın uygun olduğu durumlarda hisse senedi ihracına yönelirler. Hisse senedi yoluyla fon sağlama, işletmeler açısından borçlanmaya göre riski düşük bir finansman yöntemidir. Hisse senedi ortaklık hakkı ve kârdan kâr payı alma hakkı verir. İşletmeler, yeteri düzeyde kârlı değilseler ya da zarar söz konusu ise kâr dağıtmayabilirler. Halbuki tahvil ihracı yoluyla fon sağlamaya gidilmiş ise işletme zarar etmiş bile olsa tahvil için faiz ve vadesi geldiğinde anapara ödenmesi gerekir. Hisse senetleri sahiplerine sağladığı haklar açısından adi (normal) ve imtiyazlı hisse senetleri olarak iki grupta toplanır. Yaygın olarak kullanılan ve ikincil piyasalarda işlem gören hisse senedi türü adi hisse senetleridir. Adi hisse senetleri eşitlik ilkesine dayalı olarak; eşit oy hakkı, eşit kâr payı hakkı, eşit sermaye artırım hakkı, tasfiye durumunda eşit tasfiye geliri hakkı verir. İmtiyazlı hisse senetleri ise sahiplerine, oy hakkı, kâr payı ve tasfiye konularında belirli ayrıcalıklar veren hisse senetleridir. TAHVİLLER İşletmelerin uzun vadeli yabancı kaynak sağlamada kullandıkları başlıca finansal varlıklardan biri de tahvillerdir. Tahvil, bir borç senedidir. Tahvil çıkararak borçlanma olanağına yalnızca anonim şirketler sahiptir. Ancak, bazı kamu kurumları anonim şirket olmasa bile, özel kanunların verdiği yetkiye dayanarak tahvil çıkarabilmektedirler. Anonim şirketlerin tahvil çıkarma koşulları bazı sınırlamalara tabidir. Ticaret Kanunu’na tabi anonim ortaklıkların çıkarabileceği tahvil miktarı ortaklığın ödenmiş sermayesini aşamamaktadır. Ancak, menkul değerleri halka arz edilmiş anonim şirketler Sermaye Piyasası Kanunu’na tabi oldukları için bu sınır yukarıya doğru çekilmiştir. Bu tür anonim ortaklıkların çıkarabileceği tahvil tutarı, genel kurulca onaylanan son bilançodaki çıkarılmış sermaye ve ödenmiş sermaye ile yedek akçelerin toplamından varsa zararların indirilmesiyle bulunan tutar kadardır. Tahviller de hisse senetleri gibi nama ve hamiline yazılı olabilir. Nama yazılı tahviller üzerinde tahvil sahibinin adı, soyadı veya ticaret ünvanı yazılıdır; şirketin de tahvil defterine kaydedilir. Böyle bir tahvilin el değiştirmesi senet üzerine veya ayrı bir kağıda tahvil sahibince devir beyanının yazılıp imzalanması ve devir alana teslim edilmesi gerekir. Hamiline yazılı tahvillerin el değiştirmesi, senedin bu amaçla teslimiyle gerçekleşir. TÜRKİYE’DE FİNANSAL PİYASALAR Ülkemizde 1980′li yıllara kadar bankalar sistemi ve diğer para piyasası kurumları önemli bir gelişme göstermişse de sermaye piyasasının gelişmesi sonraki yıllarda olmuştur. 1980-1981 yıllarında ülkemizde finansal piyasamızı sarsan bankerlik olayı ve 24 Ocak Ekonomik İstikrar Programı sonrasında 1 Şubat 1982 tarihinde Sermaye Piyasası Kanunu ve bu tarihten itibaren de mali piyasaların serbestleştirilmesi amacıyla yapısal değişiklikler uygulamaya konulmuştur. Bu tedbirler arasında mevduat ve kredi faizlerinin piyasa güçlerince belirlenmesi ve finans kesiminin kurumlarının oluşması yer almaktaydı. Sermaye piyasalarında derinleşmeye ve mali araçlarda çeşitlenmeye yönelik liberalleşme çabalarının özel sektörden daha çok kamu sektörüne hizmet ettiği görülmektedir. Kamunun paraya olan ihtiyacının her yıl hızla artması, piyasadaki fonların önemli bir bölümünü kamuya yöneltirken, faiz oranlarının da artması neden olmaktadır. Piyasada oluşan yüksek faizler işletmeleri olumsuz yönde etkilemektedir. Yüksek faizler, işletmelerin para ve sermaye piyasasından faydalanmalarını kısıtlarken, yüksek oranda borçla çalışan işletmeleri zor durumda bırakmaktadır. Çizelge 18. 4. Türkiye’de 1996-2001 döneminde ihraç edilen menkul değerleri göstermektedir. Görüldüğü gibi ihraç edilen menkul değerler içinde kamunun payı giderek artarak %96′lara ulaşırken, özel sektörün payı azalmaktadır. Olaya menkul değerler açısından bakıldığında özel sektörde hisse senetlerinin payı artarken, diğer menkul değerlerin payı azalmaktadır. 1989-1996 dönemi itibariyle İ.M.K.B. kayıtlı 145 imalat üretim işletmesinin finansman yapılarının incelendiği bir araştırmanın sonuçları aşağıdaki tabloda verilmektedir. Araştırmaya konu olan firmaların toplam kaynaklarının yaklaşık %50′nin öz sermayeleri ile, kalanın borçlarla finanse edildiği; borç kaynakları içinde kısa vadeli ticari borçlarla, kısa vadeli banka borçlarının ağırlıkta olduğu özellikle de orta büyük ölçekli firmaların finansmanda kısa vadeli banka borçlarının önemli oranda olduğu görülmektedir. Görüldüğü üzere ülkemizde sermaye piyasası ancak 1980′den sonra kurumsal hale getirilmiştir. Özellikle kamu kesimi başta olmak üzere, özel kesim uzun vadeli fon ihtiyaçlarını bu piyasalardan sağlama yoluna gitmişlerdir. 1986 yılından itibaren İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının (İ.M.K.B) kurulmasıyla Türk sermaye piyasasının, Türk ekonomisindeki rolü artmaya başlamıştır. 19. ÇOKULUSLU İŞLETMELER ÇOKULUSLU İŞLETME KAVRAMI Çok uluslu işletmeyi tanımlamak. Çokuluslu işletmeler ilk defa 1970′li yıllarda sözlüklere girmeye başlamıştır. 2.Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde ekonomik ve sosyal gelişmelere paralel olarak işletmelerin faaliyet boyutlarında ve yapılarında değişmeler ortaya çıkmıştır. Birden fazla ülkede faaliyet gösterip, giderek güçlenen işletmelerin sayısının artması ve bazı ülkelerin GSMH’sından daha fazla satış hacmine ulaşmaları, globalleşme yolunda önemli bir hareketin başlangıcı oldu. Çokuluslu olarak nitelenen işletmeler çeşitli ülkelerin vatandaşı olarak görülmekte ve ülkelerin yasal, politik koşullarına uyum sağlayarak vergi vermektedir. Bazı gruplar çokuluslu işletmeleri dünya ekonomisine büyük katkıları olan kuruluşlar olarak görürken, aksi görüşlere sahip olanlar çokuluslu işletmeleri dünyanın politik yapısına ve ülkelerin bütünlüğüne bir tehdit olarak görmektedir. 2000′li yıllarda 300 çokuluslu işletmenin dünya ticaretinin %90′ını kontrol edeceği ileri sürülmektedir. Çokuluslu işletmelerle yatırım yapılan ülkeler arasındaki ilişkilerin boyutları önemli bir konudur. Çokuluslu işletmeyi ulusal işletmelerden farklı kılan, çokuluslu işletmenin değişik çevre güçleri ile karşılaşmasıdır. Buna karşılık, hiçbir ulusal işletme tamamen uluslararası çevre güçlerinden ayrı düşünülemez. Ülke dışına ihracat yapan veya girdilerini ülke dışından sağlayan ulusal işletmeler de, bir bakıma ülke dışı çevrenin etkisi altındadır. Çokuluslu işletmelerin farklı olması ve ayrıca inceleme konusu yapılmasının temel nedeni, çok farklı çevrelerde faaliyet göstermesidir. Çokuluslu işletme kavramı, son 30 yılda önemli sayılara ulaşan uluslararası alanda faaliyet gösteren özel işletmeler için kullanılmaktadır. Çokuluslu işletmelerin farklı özelliklere sahip olması, bu işletmeleri tanımlamayı güçleştirmektedir. Çokuluslu işletmeler farklı birçok isimlerle ifade edilebilmektedir. Bunlar: - Uluslararası İşletme (International Corparation) - Çokuluslu İşletme (Multinational Enterprise) - Ulussuz İşletme (Transnational Corparation) - Dünya İşletmesi (World Business) - Global İşletme (Global Business) olarak sıralanabilir. Çokuluslu işletmelerin tanımında yardımcı olacak bazı ölçütler üzerinde durduktan sonra, tanımına geçmek yararlı olacaktır. İşletmelerin çokuluslulaşması konusundaki bazı ölçütler şunlardır: - Birinci ölçüt, faaliyet gösterilen ülke sayısıdır. Faaliyetleri iki veya daha fazla ülkeye yayılan işletmeler, bu ölçüte göre çokuluslu olarak kabul edilebilir. Ancak tek başına bu ölçütten hareket etmek hatalara yol açabilir. Öncelikle “faaliyet göstermek” ile neyin kastedildiği açık değildir. Birden fazla ülkede herhangi bir kapsamda faaliyet gösteren her işletme çokuluslu sayılmayabilir. - Bir başka ölçüt, ülke dışında mülkiyet edinmektir. Ülke dışında çeşitli kuruluşları sahip olarak yönetmek, çokuluslu olmak için bir ölçüt olarak kabul edilebilir. Yabancı ülkelerdeki yatırımların büyük bir yüzdesinin çokuluslu işletmelerin elinde olduğunu görüyoruz. Burada önemli sorun, yatırım yapılan ülkelerin konuya yaklaşımıdır. Bazı ülkelerde, işletmelerin mülkiyet oranının yüksek olması yasal olarak engellenir. Bu durumda, işletmelerin uluslararası olmasında rol oynayan mülkiyet ölçütü de yeterli değildir. Örnek olarak, gelirlerin büyük bir kısmını ülke dışından elde eden çokuluslu bazı işletmeler, ülke dışında çok az mülkiyete sahiptir. Bu ölçüye göre, örnek olarak gelirinin %50’sinden fazlasını ülke dışında elde eden Exxon Petrol İşletmesi’nin çokuluslu kabul edilmemesi gibi çelişkili bir durum ortaya çıkar. - Üst yönetimin milliyeti bir diğer ölçüttür. Çokuluslu işletmelerin üst yönetiminde çeşitli ülkelerden gelen yöneticiler bulunur. Esasen, değişik toplumların insanlarından oluşan bir yönetici grubu, işletme organizasyonunun bir ülkenin etkisi altına girmesini önler. Ancak uygulamada, bazı çokuluslu işletmelerde yönetimin çokuluslulaşmasının tercih edilmediği görülmektedir. Bu yaklaşım işletmelerin çokuluslulaşma sürecini yavaşlatmaktadır. Buna karşılık, bazı işletmelerde üst yönetimin çokuluslu olması eğilimi vardır. Bu durumun en belirgin örnekleri Nestle, Royal Dutch ve Unilever’dir. Shell ve Unilever’de, İngiliz ve Hollandalılar kuşaklar boyu beraber çalışmaktadırlar. Üst yönetimin çokuluslu olması ölçütünü tek başına değerlendirdiğimizde şu soru aklımıza gelmektedir: Üst yönetimi çokuluslu olmayan, ancak birden fazla ülkede büyük yatırımları olan işletmeler çokuluslu değil midir? Çokuluslu işletmenin tanımını yapmada ortaya çıkan güçlüklerin temel nedeni belirtilen ölçütlerin çeşitliliği ve eksikliğidir. Bu zorluklara karşın, çokuluslu işletmelerle ilgili bir tanım vermek yararlı olacaktır. “Çokuluslu işletme, ülke içi ve ülke dışındaki yatırımları işletme amaçlarına ve işletme sahiplerinin çıkarlarına uygun bir biçimde yöneten bir ticaret veya sanayi kuruluşudur.” Çokuluslu İşletmelerde Çevre Uluslararası işletmecilik açısından ele aldığımız ve çokuluslu işletmeler için önem taşıyan üç çevre söz konusudur: - Ülke içi çevre: İşletme yönetimi tarafından bilinen, denetlenemeyen güçlerin kaynaklarının bilindiği veya sorunların tahmin edilebildiği unsurları kapsar. Ekonomik, siyasi, toplumsal olaylar gibi. - Yabancı çevre: Ülke içi çevre ile yabancı çevre birbirine çok benzer ve bu iki çevrede işletmeyi etkileyecek unsurlar birbirinden farklı görülmeyebilir. Ancak, yabancı çevrelerde değerler ve koşullar farklı olduğundan, bu çevrenin iyi analiz edilmesi gerekir. Yabancı çevredeki en önemli sorun, politik ve yasal sistemi iyi değerlendirmektir. Milliyetçi akımların çok kuvvetli olduğu ülkelerde, yabancı sermaye düşmanlığı (ksenefobi) çokuluslu işletmeler için önemli bir engel oluşturur. Bu duruma iyi bir örnek olarak, 1988 yılında Meksika hükümetinin bir yasa çıkararak yabancıların %50′den fazla mülkiyete sahip olmalarının engellenmesi verilebilir. - Uluslararası çevre: Bu çevre ulusal ve yabancı ülke güçlerinin karşılıklı etkileşiminden oluşur. Çokuluslu işletmenin merkezinde çalışan personel, diğer bir ülke personeli ile aynı zamanda iş ilişkisi içinde ise, uluslararası çevrededir. Bu çevre unsurları, ülke içi ve yabancı çevrenin bileşimi olarak görülebilir. ÇOKULUSLU İŞLETMELERİN YABANCI ÜLKELERE GİRİŞ YOLLARI Çokuluslu işletmelerin yabancı ülkeye giriş yollarını ayırdetmek. İşletmeler ülke dışına çıkarak kârlarını arttırmayı düşünürler ancak, bu kararları ile yeni riskleri üzerine alırlar. Ülke dışına çıkmak kârlılıkla sonuçlanabileceği gibi, olumsuz sonuçlar da yaratabilir. Üzerinde durulması gereken ilk nokta, ülke dışına çıkmak veya çıkmamak konusunda karar vermektir. Bir yönetici ülke içinde yeni faaliyetlere girişirken bunu kolayca yapabilir. Ülke içinde pazarlama ilkeleri, dağıtım kanalları büyük farklılıklar göstermeyebilir. Tüketicilerin zevkleri değişmeyebilir. Ancak ülke dışında koşullar çok farklıdır. İşletmelerin ülke dışına çıkarken derinlemesine bir araştırma yapmamaları, ülke dışında faaliyette bulunmanın üstünlüklerini olumsuz bir trende dönüştürebilir. Ülke dışı ekonomik, sosyal, politik, kültürel ve hukuki koşulların araştırılması ve işletmenin bunlara karşı ne tür bir tepki vereceğinin belirlenmesi gerekir. Çokuluslu işletmelerin yabancı ülkelere girişi değişik yollarla gerçekleşebilir. Bunları kısaca açıklayalım: İhracat-ithalat: Ülke dışında en kolay ve en az riskli yollardan biri olan ihracat faaliyeti ülkede üretilen malların başka ülkeye veya ülkelere satılmasıdır. Organizasyon değişikliğine gerek duyulmayan bu faaliyet türünde, en az düzeyde kaynak kullanımı söz konusudur. Bir çok durumda işletme ihracat Ülke içindeki satışlarında sorun yaratan mallar ülke dışına rahatlıkla satılabilir. Örnek olarak, ABD’deki işletmelerin yarısı ihracat faaliyeti ile yetinmekte ve ticaret açığını azaltıcı yönde etki yapmaktadır. İhracat faaliyeti bazı sakıncalar taşır. İhracat faaliyetleri sırasında üretim ve taşımacılık giderleri önemli miktarlara ulaşır. İhracat yapılan ülke hükümetleri tarafından konulan yüksek vergiler, işletmeler için önemli birer maliyet unsurudur. Bu durumda, İhracat yapılan ülkelerdeki yerel işletmelerle rekabet edebilme yönünde stratejiler geliştirilmesi gerekir. İthalat, bir ülkede üretilmeyen ya da yeterli olmayan mal veya hizmetlerin başka ülkelerden satın alınmasıdır. Ülkemizde, özellikle ileri teknoloji gerektiren ürünler ithal edilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin büyük miktarlara varan ithalatı yanı sıra, dünyanın en gelişmiş ülkeleri de ithalat yapmaktadır. Örnek olarak ABD, Japonya ve Almanya’dan otomobil, yine Japonya’dan elektronik aletler ithal etmektedir. Lisans anlaşması: Ürünlerin diğer bir ülkede satılmasını sağlayan, aynı zamanda yönetim faaliyeti gerektirmeyen bir yöntemdir. Uluslararası işletmeler, ihracat faaliyetinden tatmin olmadığı, ancak dolaysız yatırım riskinden korunmak istediği zaman, lisans anlaşmasını tercih ederler. İşletmecilik alanında lisans anlaşmaları oldukça eski ve yaygındır. Lisans anlaşması, bir işletmenin mallarının ve isminin yabancı bir ülkede üretilip satılması konusunda yasal izin vermesini ifade eder. Lisans anlaşmaları çeşitli başlıklar altında gruplandırılabilir: - Paketler, buluşlar, formüller, süreçler, tasarımlar - Telif hakları, musiki eserleri, sanat eserleri - Ticari isim, markalar - Franchising, lisanslar ve kontratlar - Metotlar, programlar, yöntemler, sistemler vb. Lisans anlaşması sonucunda lisans veren işletme, bunun karşılığında komisyon veya royalte alır. Örnek olarak, bir ABD işletmesi olan Pepsico’nun, Kore’de ve Türkiye ile lisans anlaşmaları vardır. Kore ve Türk işletmeleri kendi ülkelerinde Pepsico üretip satmakta ve bunun karşılığında Pepsico’ya lisans ücreti ödemektedirler. Lisans anlaşmasının işletmelere en büyük katkısı, ülke dışına çıkmanın kolay ve risksiz olmasıdır. Böylece, sermayenin tehlikeye atılmaması sağlanır. Ayrıca, lisans anlaşması yoluyla, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin kendi olanaklarıyla üretemediği malların ülke içinde üretimi mümkün hale gelir. Bu durumun, istihdam yaratma ve teknoloji transferi gibi önemli yararları vardır. Lisans anlaşması, lisans veren ülkelerin eskiyen teknolojilerinin değerlendirilmesi açısından da katkı sağlar. Lisans anlaşmasının bazı sakıncaları da vardır. Lisans verilen işletme yeteri kadar kâr elde edemezse, lisans veren işletme bundan zarar görecektir. Lisans alan işletme kaliteyi düşürerek, lisans veren işletmenin marka imajını zedeleyebilir. Ayrıca lisans alan işletme, bilgi ve tecrübesini arttırarak lisans veren işletmeye rakip duruma gelebilir. Franchising: Bir işletmenin, imtiyaz, maliyet, satış ve dağıtım haklarının, isim ve marka kullanımı ile birlikte bir başka işletmeye verilmesidir. Bu uygulamada hakları veren taraf, mal ya da hizmetlerinin yurt içinde ya da yurt dışında hakları alan işletme tarafından üretilmesini ve pazarlanmasını sağlar. Bu karşılıklı ilişki, verici işletme açısından bir dağıtım ve pazarlama yöntemi, alıcı işletme açısından ise yatırım ve iş kurma fırsatı olarak değerlendirilebilir. McDonald’s, Pizza Hut, Holiday Inn, franchising modeli ile diğer ülkelerde yaygınlaşan çok sayıda örnekten bir kaçıdır. Dış ticaret işletmeleri: Ülke dışında ürettiği malları satmak isteyen işletmeler, uluslararası alanda üretici ile alıcı arasında köprü görevi yapan ticari işletmeleri tercih edebilir. Bu işletmeler üretimle ilgilenmezler ve ülkedeki işletme için dış ülkelerde müşteri bulmakla sorumludurlar. Ayrıca üretici işletmelere, pazar özellikleri, ürün kalitesi, fiyat beklentileri, dağıtım, kambiyo hakkında bilgi verirler. Ülke dışında şube açma: Çokuluslu işletmelerin başvurduğu yollardan biri olan ve dolaysız yatırımı gerekli kılan şube açma çok görülen bir faaliyet türüdür. Kapsamlı bir yönetim faaliyeti gerektirmemesi ve yetkilerin ana işletmenin elinde bulunması tercih nedenidir. İşletmeler ülke dışına çıkarken, bir mülkiyet stratejisi belirlemelidir. Mülkiyetin tamamına sahip olmak isteyen bir işletme, bu yatırıma giderken iki yoldan birini seçer. Yabancı ülkede faaliyette bulunan bir işletmeyi satın alır veya yeni bir işletme kurar. Çokuluslu işletmenin ülke dışındaki faaliyetlerinde temel amaç, riskleri azaltmak ve kâr sağlamak olduğuna göre, tam mülkiyet stratejisine önem vermek gerekir. Bu stratejinin izlenmesiyle, bir ölçüde yönetim serbestisi kazanılırken, amaçlara ulaşmak da kolaylaşır. Örnek olarak, Nestle, ABD’de mülkiyetin tamamına sahip olduğu bir işletmeyi faaliyete geçirmiştir. Mülkiyetin tamamının çokuluslu işletmeye ait olduğu yatırımların bazı üstünlükleri vardır: - Yönetim esnekliği ve karar almada serbestlik sağlar. - Kârların yerel ortaklarla paylaşılması sorunu olmaz. - Teknoloji ve tecrübenin denetimi yatırım yapan işletmenin elindedir. - Yatırım yapılan ülkede yeni işler yaratılmış olur. Mülkiyetin yatırım yapan işletmeye ait olmasının sakıncalı yönleri de ortaya çıkabilir. - Yerel bir ortağın sağlayacağı yardımdan uzak kalabilirler. - Mülkiyetin ana işletmeye ait olması riskleri arttırır. - Ürün başarılı olmadığında bütün yatırım yok olabilir. - Yabancı ülkeler %100 mülkiyeti benimsemediklerinde, işletmelerin bu tür ülkelerde tam mülkiyetle yatırım yapma olanağı azalır. Örnek olarak, IBM Hindistan’daki yatırımın tamamen kendisinin olması eğiliminde olmasına karşılık, yasal engeller yüzünden bu ülkedeki yatırımlarını azaltmıştır. Aynı şekilde Coca-Cola, denetim ve yetkilerinin azaltılması yönündeki baskılardan dolayı, Joint venture: İki veya daha çok ortağın kendi faaliyetlerini sürdürürken, belli bir işi görmek üzere sürekli veya geçici olarak bir şirket kurup, bu şirketin faaliyetleri için kendi işletmelerinden teknik, mali ve ticari destek sağlamak üzere anlaşmalarıdır. Joint venture uygulaması, iki ya da daha fazla yerli işletme arasında olabileceği gibi, farklı ülkelerin işletmeleri arasında da gerçekleştirilebilir. Joint venture uygulaması ile, iki farklı ülkeden işletmeler, yeni ürünler, süreçler, tesisler ve faaliyetler gerçekleştirerek, bu faaliyetlerin yönetimi için her türlü çabayı paylaşırlar. Joint venture çeşitli konularda yapılabilir. Araba üreticileri arasında yapılanlar çok fazla göze çarpmaktadır. Böylelikle büyüklüğün getirdiği ekonomilerden yararlanma, üründe yüksek kalite standardı elde edilmesi gibi üstünlükler sağlanır. General Motors ve Suzuki Motor’un, son yıllarda Chevrolet’in en uygun fiyatlı markası olan Geo Metro’yu üretmek için kurduğu Cami Automotive isimli şirket ya da Toyota ve Sabancı’nın kurduğu ToyotaSA, son yıllardaki Joint venture örnekleridir. ÇOKULUSLU İŞLETMELERİN YÖNETİMİ Çokuluslu işletmelerin yönetimi ile ilgili genel bir değerlendirme yapmak. Çokuluslu işletmelerin yönetiminde ulusal işletmelerden farklı olan bir uygulama var mıdır? Bir çokuluslu işletme gurusu olan John Fayerweather şöyle demektedir: “Yönetim New York’ta ne ise Toledo’da da aynıdır.” Durum böyle kabul edilirse, çokuluslu işletme yönetimini ayrıca incelemeye gerek yoktur. Ancak, çokuluslu işletmelerin uluslararası alanda faaliyet gösterdikleri çevrenin farklı özellikler ve her ülkeye göre değişik boyutlar taşıması, yeni yönetim tekniklerinin uygulanmasını gerekli kılar. Çokuluslu işletme yöneticileri değişik sorunlarla karşı karşıyadır. Yönetim sorunlarının bazıları, işletmenin uygulamalarından kaynaklanır. Örnek olarak, çokuluslu işletme, ulusal organizasyonunu çok az değişiklikle ülke dışı faaliyetler için kullanırsa, önemli sorunlar ortaya çıkabilir. Ayrıca, işletmenin gelişimi, felsefesi, amaçları ve politikaları uluslararası alanda başarısını olumsuz yönde etkileyebilir İşletmenin yönetimi aynı zamanda, kendi ülkesinin ortaya çıkardığı engellerle de ilgilenmek zorundadır. Bu parametreler politik, hukuki, ekonomik veya sosyal içerikli olabilir. Bunlara karşılık, çokuluslu işletme yöneticilerinin karşılaşabileceği sorunlar daha çok faaliyet gösterilen ülkeden kaynaklanır. Yabancı sermayeye karşıt tutumlar, yasal engeller veya yabancı düşmanlığı gibi durumlardan doğan sorunlar, en yaygın örneklerdir. Herhangi bir yabancı ülkede faaliyete geçmeden önce, o ülkenin yasal, ekonomik, siyasi ve kültürel özellikleri incelenmelidir. İşletmelerin uluslararasılaşma sürecinin başlangıcında, kendi ülkesi koşullarına benzer özellikleri olan ülkelere yönelmesi uygun bir seçim olur. Bu uygulama, çokuluslu işletmelerin karşılaşacağı önemli bazı sorunların en düşük düzeyde tutulmasını sağlar. Bu sorunların başlıcaları, gidilen ülkelerdeki toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi farklılıklardan kaynaklanan sorunlardır. Toplumsal ve kültürel farklılıklar, uluslararası faaliyetleri olan işletmeler için temel sorun kaynaklarından biridir. Yaşam biçimi, gelenekler, dil, dini inançlar, mal veya hizmetlerin tüketiminde önemli rol oynar. İşletmelerin mal veya hizmetlerine talep oluşturulması ve satışının sağlanabilmesi için, yabancı ülke değerlerini ve yaşam biçimini tanıması gerekir. Örnek olarak, ambalajlamada, işaret ve logoların kullanımında dil ve dini alışkanlıkların bilinmesi, yabancı ülke insanına yakınlaşmayı sağlayacağı gibi, onlara aykırı unsurların kullanımını da önler. Ekonomik farklılıklar, özellikle devletin ekonomiye müdahalesi konusunda önem kazanır. Devletin yatırımlara müdahale ve yönlendirme boyutları, çokuluslu işletmelerin değişik ülkelere yatırım kararı almasında büyük bir etkiye sahiptir. Yasal ve siyasi farklılıklar, hükümetlerin uluslararası yatırım ilişkilerinde etkili olduğu bir sorundur. Yasal uygulamalar, sermaye akışının denetimi ya da belli sektörlerde yabancı yatırımların yasaklanması biçiminde ortaya çıkabilir. Kotalar, tarifler ya da ambargolar, ülkelerin yabancı yatırımları denetim altında tutmak için kullandığı araçlardan bazılarıdır. Uluslararası pazarlarda faaliyet gösteren işletmelerin çevre koşulları, faaliyetleri ulusal pazarla sınırlı olan işletmelere göre oldukça farklıdır. İşletmeler uluslararası pazarlara açıldığı zaman farklı kültür ortamları, değişik toplum yapıları, yabancı hukuk ya da bankacılık sistemleri ile karşı karşıya kalırlar. Bu durum planlama ve örgütleme işlevlerini zorlaştırır. Çokuluslu bir işletmenin merkezi, farklı ülkelere yayılan mekanizmanın beyni gibidir. Uluslararası faaliyetlerin planlanması öncelikli olarak bu merkezde gerçekleştirilir. Global işletme niteliğinin kazanılması, çokuluslu işletmenin merkezinde etkin stratejik planlar oluşturulmasıyla mümkündür. Stratejik planlama sürecinin gelecek uzunca bir dönemi kapsaması ve çevresel değişikliklerin analiz edilmesi özelliği, çokuluslu işletmelerin başarı şansını arttırır. ÇOKULUSLU İŞLETMELERİN ORGANİZASYON YAPILARI Çokuluslu işletmelerin organizasyon yapılarını irdelemek. Ülke dışına çıkmak isteyen çokuluslu işletmeler, öncelikle dış fırsatları ve riskleri araştırmalıdır. Riskleri azaltmanın bir yolu, faaliyette bulunulan ülke koşulları dikkate alınarak yeniden örgütlenmeye gitmektir. Mevcut organizasyon, değişen koşullara ve değişik çevrelerdeki özelliklere uyum sağlayamayacak yapıda ya da uluslararası faaliyetler için yetersiz olabilir. Uluslararası faaliyetlerini dolaysız ihracat yoluyla gerçekleştiren işletmeler, başlangıçta fonksiyon itibariyle uzmanlaşmaya dayanan basit bir yapıya sahiptir. Şekil 19.1′de görüldüğü gibi, pazarlama bölümünde bazı değişiklikler yapılmak suretiyle ihracat bölümü oluşturulabilir. Aşağıda, faaliyetleri geliştikçe çokuluslu işletmelerde uygulanan organizasyon yapılarından birkaç örnek verilecektir. İşletmenin ülke dışı faaliyetlerinin boyutları genişledikçe, pazarlama bölümüne bağlı olarak sürdürülen ihracat birimi yetersiz kalır. Bu durumda, bir uluslararası bölüm kurularak,gelişen yurtdışı faaliyetler uluslararası ilişkilerde etkinlik sağlayacak bir organizasyon yapısı ile sürdürülür (Şekil 19.2). Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri yaygınlaştıkça, belirli fonksiyonlara ağırlık verilen global bir yapılanmaya geçilir (Şekil 19.3). Fonksiyonel tabanlı global yapılanmada, finansman, üretim ve diğer fonksiyonlar yönetsel açıdan bağımsız bölümlerde sürdürülür. Bu tür yapılanma ile, söz konusu fonksiyonların gelişmiş teknik ile yöntemlerle, global bir anlayış içinde yürütülmesi sağlanır. Çokuluslu işletmelerde görülen bir başka global yapılanma, bölge temeline dayanan organizasyondur (Şekil 19.4). Bölge temeline dayanan global organizasyon modelinde, belli bir ülke veya bölgedeki bütün ürünler ve fonksiyonlar bir yöneticiye bağlı olarak sürdürülür. Çokuluslu işletmelerin büyük kısmında uygulanan sistem, ürün tabanlı global organizasyon yapısıdır (Şekil 19.5). Bu tür yapı, teknolojileri birbirine yakın malların üretilmesi söz konusu olduğunda tercih edilmektedir. Özellikle ürünlerin globalleşmesi açısından yararlıdır. Global nitelikteki ürünler, dünyanın neresinde olursa olsun, benzer tüketici gruplarına aynı imajla sunulan ürünlerdir. 20. GENEL İŞLETME TERİMLER SÖZLÜĞÜ A Amaç: İşletmenin ulaşmak istediği durum. Aracı kuruluş: Mali piyasa araçlarının çıkarımı, alımı, satımı ve pazarlamasıyla uğraşan kuruluş. Araştırma, geliştirme ve tasarım: Yürürlükteki uygulamaların özelliklerinde güncel değişiklikler yaparak işletme kârını artırmaya yönelik çalışmalar. Aranmayan mal: Tüketicilerin haberdar olmadığı ya da haberdar olsalar da satın almayı düşünmediği, aniden ortaya çıkan ihtiyaçlarını karşılamak için satın aldığı mal. Akıcı üretim sistemi: Bütün üretim araç gereci, makineler ve işgörenlerin, bir üretim hattı etrafına ya da kayan şerit etrafına yerleştirildiği sistem. B Başabaş noktası: Toplam gelirin toplam maliyeti karşılayacak düzeyde olması durumu. Beğenmeli mal: Fiyat, kalite, renk, biçim ve modaya uygunluk bakımından karşılaştırma yapılarak satın alınan mal. Beşeri ilişkiler yeteneği: Çalışma hayatındaki bireylerle ilişki kurma yeteneği. Bilanço: Mizanda yer alan hesaplardan borç kalanı veren varlıkların sol kolonda, alacak kalanı veren kaynakların sağ kolonda yer aldığı bir tabloya verilen ad. Biçim değişikliği: Dar anlamda üretim. Bilgisayar bütünleşik üretim sistemi (CIM): Geleneksel üretim işlevlerinin otomatik teknolojilerle yer değiştirmiş otomasyona dönüşmüş biçimi. Bilgi işleme: Verileri, bilgiye dönüştüren işlemler dizisi. Bilgi sistemi: Donanım, yazılım, uzman personel ve denetleme öğeleriyle, verileri bilgiye dönüştüren bir işletme alt sistemi. Bilgi işleme süreci: Kaydetme, sınama, sınıflandırma, düzenleme, özetleme, matematiksel ya da mantıksal hesaplama, saklama, çoğaltma, erişim ve iletme aşamalarını kapsayan süreç. Bilişim yönetimi: Geniş alan ağlarını, anında bilgi işlemeyi, elektronik bilgi değişimini, elektronik postayı ve yerel bilgi ağlarını kurma, izleme, yenilikleri işletmeye kazandırma ve çalışanların yeniliklerden yararlanmalarına destek sağlama. Birincil piyasa: Dolaşıma ilk kez çıkarılan finansal varlıkların alınıp satıldığı piyasa. Bütünleşik işletme bilgi sistemi: İşletme yönetiminin bilgi gereksinmesini karşılamak için; verilerin derlenmesi, sınıflandırılması, verilerin ve bilgilerin veri tabanlarına depolanması, verilerin değişik amaçlar için bilgiye dönüştürülmesi, bilgilerin işletme organizasyonundaki değişik birimlere iletilmesi işlevlerini yerine getiren bütünleşik bir işletme alt sistemi. Bölümlere Ayırma: İşletme ile ilgili çalışmaların ya da faaliyetlerin gruplandırılması yolu ile bölümlerin oluşturulması ve bu bölümler arasındaki çalışma ilişkilerinin belirlenmesi işlemi. C-Ç Çalışma sermayesi: Genellikle nakit ve nakit benzerleriyle, geçici yatırımlar, alacaklar ve stoklar gibi en geç bir yıl içinde nakde dönüşebilecek dönen varlıkların yönetimi. Çıktılar: Girdilerin ürüne dönüşmesi. Çokuluslu işletme: Ülke içi ve ülke dışındaki yatırımları işletme amaçlarına ve işletme sahiplerinin çıkarlarına uygun bir biçimde yöneten bir ticaret veya sanayi kuruluşu. D Dayanıklı mal: Genellikle bir yıldan fazla bir süre kullanılan ve tüketilen mal. Dayanıksız mal: Genellikle birkaç kez kullandıktan ve kısa bir süre sonra tüketilen mal. Değişim: Pazarlamanın yarattığı bir pazarlama hizmeti. Denetim işlevi: Amaçlara ulaşılıp ulaşılmadığının ya da ne ölçüde ulaşıldığının belirlenip, gerekiyorsa düzeltici önlemlerin alınması süreci. Depolama: Bir pazarlama hizmet üretimi. Dividant kararları: Elde edilen kârların ne kadarının ortaklara, ne kadarının işletmede bırakılacağı ile ilgili kararlar. Doğal kaynaklar: Doğadan elde edilen, doğrudan ya da işlenerek kullanılan maddeler. Donanım: Bilgi işlemede kullanılan her türlü fiziksel araç gereç ve malzemeye verilen ad. E Endüstriyel mal: En son tüketiciye satılmayıp, üretimde kullanılan veya alınıp üzerinde bazı işlemler yapıldıktan sonra satılan mal. Emek (işgücü): Üretimi gerçekleştirenlerin fiziksel ve düşünsel katkıları. Ekonomiklik: Üretimin satış tutarının, üretimin maliyet tutarına oranlanması. Ekonomik mal: Üretimi için emek harcanan mal. Ekonomik etkenlik: İşletmelerin ellerinde bulunan kıt kaynakların en iyi biçimde kullanımı. Ekonomik olmayan mal (serbest mal): Üretimi için hiçbir çaba ya da örgütlenme gerektirmeyen ve doğada hazır bulunan mal. Etik: Herhangi bir eylemin kabul edilebilir biçimde gerçekleştirilmesini sağlayan temel kurallar ya da değişkenler. Eş Zamanlı Mühendislik: Süreç tasarımıyla aynı zamanda yürütülen ürün tasarımı çalışmaları. Eylemsel plân: Stratejik plânlarda saptanan amaçlara nasıl ulaşılacağını belirleyen plân. F Factoring: Kısa vadeli kredili satışlardan doğan alacak haklarının devredilmesi. Faiz: Paranın kullanım hakkından belirli bir süre için vazgeçilmesinin bedeli. Fayda: Mal ve hizmetlerin insan gereksinmelerini karşılama özelliği. Finans: Para, fon ya da sermayenin ifadesi. Finansman: Para, fon ya da sermayenin sağlanması. Finansal analiz: Finansal tablolarda yer alan kalemler arasındaki ilişkilerin kurulmasını, ölçülmesini ve yorumlanmasını kapsayan bir süreç. Finansal sistem: Bir ekonomide fonları arz ve talep edenlerin, fon akımını sağlayan araç gereçlerin ve bunları düzenleyen hukuki ve idari kuralların bütünü. Finansal yönetim: Fonların belirlenmesi, uygun alanlara yönlendirilip yönetilmesi. Finansal planlama süreci: Finansal ihtiyaçların tahmini, bu ihtiyaçların karşılanması için bütçelerin geliştirilmesi ve finansal kontrolün yapılması. Fiyat: Pazarlama karmasının gelir getiren tek elemanı. Fizibilite (Yapılabilirlik): Karmaşık, büyük projelerin gerçekleştirilmesinden önce, uzun ve kapsamlı araştırma ve plânlama çalışmaları. Fiziksel dağıtım: Endüstri ve tüketim mallarının pazarlama politikasına uygun olarak üreticiden veya depodan alıcıya hareket ettirilmesini sağlayan siparişi yorumlama süreci. Franchising: Bir işletmenin, imtiyaz, maliyet, satış ve dağıtım haklarının, isim ve marka kullanımı ile birlikte bir başka işletmeye verilmesi. G Gelir tablosu: Dönem Kârı veya Zararı Hesabı’ndan yararlanılarak düzenlenen tablo. Genel muhasebe: İşletme yöneticisi ile işletme dışı bilgi kullanıcılarına işletmenin mali durumu ve faaliyet sonuçları hakkında bilgilendirme. Geribildirim: Sistemdeki hataların anında görüntülenmesi ve düzeltici eylemlerde bulunulması biçimindeki işleyişe verilen ad. Girişim: Başkalarının gereksinmelerini karşılamak üzere, pazarı olan ve pazarda fiyatı oluşan ekonomik mal ve hizmetleri ortaya koymak ve sahibine kâr sağlamak amacını güden bir işletme. Girişimci: Gereksinmeleri karşılamak üzere mal ve hizmet üretiminin gerçekleştirilmesi için üretim faktörlerinin bir araya getirilmesini sağlayan kişi. Grup teknolojisi: Üretimle ilgili benzerliklerin, belirli kalite çemberinde bir araya getirilerek grup oluşturulması; böylece zaman, çaba ve malzeme tasarrufu sağlanması. Güç: Bireyin, başkalarını istediği yönde davranışa yönlendirebilme yeteneği. Güdüleme: İnsanların faaliyetlerinin ve çabalarının devamını sağlayan ve onları harekete geçiren uygulamaların toplamı. H Halkla ilişkiler: Bir kurumun malları ve hizmetleri hakkında topluma iletiler sunulması. Hatırlatıcı reklam: Bilinen bir ürünün kullanımına, özelliklerine ve yararlarına ilişkin olarak, tüketicilerin ürünü hatırlamaları için tekrarlanan reklam. Hesap: Finansal işlemlerin bütün işletmelerde hep aynı adla kaydına yarayan kavram. Hesap Kalanı: Bir hesabın borç tarafı toplamı ile alacak tarafı toplamı arasındaki fark. Hisse senedi: Anonim şirketlerin sermaye paylarını temsil eden kıymetli evraklar. Hizmet: Satışa sunulan faaliyet, fayda ya da doyum. Hizmet üretimi: Üretici ile tüketici arasında birebir dolaysız ilişki kurmayı sağlayan sosyal eylem. I-İ İhtiyaç: Tüketicilerin içinde bulundukları koşullar ile içinde bulunmayı arzu ettikleri koşullar arasındaki farklılık. İkincil piyasa: Daha önce alım ve satıma konu olmuş finansal varlıkların alınıp satıldığı piyasa. İletişim: Bilgi, duygu, düşünce ve anlayışın bir taraftan diğer tarafa aktarılması süreci. İnsan Kaynakları Yönetimi (İKY): İşletmelerde insan kaynağının etkin yönetilmesini sağlayan işlev ve çalışmaların tümü. İnsan Kaynakları Plânlaması: Gereken sayıda ve nitelikte işgücünü, istenen zamanda ve yerde hazır bulundurma çabaları. İntranet: İnternet teknolojisinin işletme içi iletişimde kullanılması. İnternet: Tüm dünyada, milyonlarca bilgisayarı birbirine bağlayan uluslararası ağ. İstekler: İnsanların ihtiyaçlarını karşılayan (ürün tipi, ürün markası vb. ) konulardaki özel seçimleri. İşgücü Envanteri: İşletmenin personel arzını (mevcudunu) nitelik olarak irdeleyen çalışma. İşletme: İnsan gereksinimlerinin karşılanması için mal ve/veya hizmet üretiminin gerçekleştirildiği iktisadi birim. İşletme biliminde etkenlik: Belirli bir girdi ile en yüksek çıktının elde edilmesi, belirli bir çıktı düzeyinin en düşük girdiyle sağlanabilmesi. İşletme bilimi: İşletmelerin kuruluşu, finansmanı, üretim araçlarının sağlanması, üretilen mal ve hizmetlerin pazarlanması, örgütlenip, yönetilmeleri ve parasal olayların izlenmesi konularını ele alıp inceleyen bilim dalı. İşletme bilgi sistemi: Girdi, süreçleme, çıktı, geribildirim, kontrol ve çevre öğelerinden oluşan sistem. İşletme işlevleri bilgi sistemi: Pazarlama, üretim, personel, finans gibi işlevleri destekleyen sistem. İşletme sermayesi yönetimi: İşletmenin sahip olacağı çalışma sermayesi düzeyi ile çalışma sermayesi kalemlerinin bileşimi yanında, bunun nasıl finanse edileceğini de içeren yönetim. İş analizi: İşletmede yapılan bir birinden farklı işlere yönelik bilgilerin tek tek toplanması, değerlenmesi ve yorumlanması. İş gerekleri: İşi yapacak personelde olması gereken nitelikler. İş tanımları: İşle ilgili bilgileri belirli bir sistematik altında, tek bir sayfada veren iş formları. İşe alıştırma programı: Yeni işgöreni işletmenin bir parçası durumuna getirmeyi amaçlayan süreç. J Joint venture: İki veya daha çok ortağın kendi faaliyetlerini sürdürürken, belli bir işi görmek üzere sürekli veya geçici olarak bir şirket kurup, bu şirketin faaliyetleri için kendi işletmelerinden teknik, mali ve ticari destek sağlamak üzere anlaşmaları. Just In Time (JIT): Üretim için gereken malzemenin ihtiyaç duyulduğu anda temin edilmesi. K Kalite: Günümüz üretiminde birici önceliği alan bir tüketici beğenisi. Kârlılık: Belirli bir zaman kesiti içinde, işletme faaliyetleri sonucunda elde olunan toplam net kârın, o zaman kesitinde kullanılan kapitale oranı. Kampanya: Belirli bir amaca ulaşmak için ve bir konu ya da düşünce çevresinde oluşturulan, planlanmış ve düzenleştirilmiş bir dizi satış çabası. Kavramsal yetenek: İşletmenin bütününe yönelik politika ve stratejiler geliştirme. Kısa süreli planlama: Bir yıldan daha kısa süreli olarak yapılan planlama. Kitle üretimi: Tek üretim, parti üretimi veya akıcı üretim türlerinden herhangi biriyle yapılan çok büyük ölçekli üretim. Kişisel satış: Alıcı ile işletmenin bir elemanının birebir ve çoğunlukla yüz yüze yaptıkları iletişim süreci. Kurumsal reklam: Örgütsel imajın, düşüncelerin ve politik konuların sunumu. Kodlama: Bir işletmenin fiziksel ve fiziksel olmayan varlık ve eylemlerinin değişik ölçüleme göre sınıflandırılarak harf, rakam ve sembollerle ifade edilmesi. Kolayda mal: Tüketicilerin sık sık ve ilk görüşte satın aldıkları mal. Komisyoncu ve acenta: Malların alım ve satımında satıcıyı ya da alıcıyı temsil eden ve komisyon karşılığında çalışan bağımsız aracıya verilen ad. L Leasing şirketi: Bir malın kullanım hakkını, belirli bir kira karşılığında, belirli bir süre için kiralayan kurum. Liderlik: Amaçlara ulaşmak için başkalarının davranışlarını yönlendirme ve diğerlerini etkileme süreci. Likidite: İşletme varlıklarının paraya dönüştürülme yeteneği. Lisans anlaşması: Bir işletmenin, mallarının ve isminin yabancı bir ülkede üretilip satılması konusunda izin vermesi. M Mal: İnsan gereksinmelerini ve isteklerini gidermeye yarayan somut araç. Maliyet muhasebesi: İşletme yöneticisine üretimle ilgili maliyet giderlerinin türleri ile bunların gider yerleri olarak işletme bölümlerine göre ve çeşitleri yönünden mamullere göre dağılımı hakkında bilgilendirme. Marka: Bir ürünü diğerlerinden ayırmak için bir isim, bir sözcük, bir tasarım, bir sembol ya da bunların bileşimi. Miktar esnekliği: Üretilen ürün ya da verilen hizmet miktarını hızla arttırabilme yeteneği. Muhasebe: İşletmenin gerçekleşen faaliyetlerinin para cinsinden izlenmesi ve ilgililere iletilmesi çabası. Muhasebe bilgi sistemi: Çift taraflı kayıt esasına göre işleyen, her türlü muhasebe raporlarını hazırlayabilecek şekilde tasarlanan bilgi sistemi. Muhasebe bilgi sistemi: Personel, belgeler, donanım ve raporlardan oluşan sistem. Mülkiyet Faydası: Tüketicilerin bir ürüne sahip olması ve kullanımı üzerinde kontrol yetkisini kullanmasıyla yaratılan değer. N Nakit bütçesi: Kısa dönemli nakit gereksinmesinin belirlenmesinde kullanılan bir plânlama aracı. Nominal değer: Finansal varlıkların üzerinde yazılı olan değer. O-Ö Ofis otomasyonu: Geleneksel ofis ortamlarında yapılan her türlü işin, elektronik araçlarla yapılması. Organize piyasa: Resmi bir piyasa yerinin olduğu, devletin gözetimi ve denetimi altında olan piyasa. Organize olmamış piyasa: Finansal varlıkların alım ve satımının yapılacağı belirli bir mekanın bulunmadığı piyasa. Örgütleme: Plânlarda belirtilen hedeflere ve bunlara ulaşmak için kararlaştırılan yollara uygun bir örgüt oluşturma süreci. Öncü reklam: Potansiyel müşterilere ürün hakkında bilgi vererek, belirli bir ürün markasından ziyade bir ürün grubu için talep yaratmaya yönelik reklam. Özel Girişim: Bireylerin devlet müdahalesi olmaksızın, kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda davrandığı bir sistem. Özelliği olan mal: Kendine özgü nitelikleri ya da markaları nedeniyle, tüketicilerin satın almak için özel çaba harcamaya istekli oldukları mal. Öz kaynak: Ortakların, işletmenin varlıkları üzerindeki hak sahipliği. P Plân: Bütçeye oranla daha genel kapsamlı, çok defa bir yıldan daha uzun bir döneme ilişkin ve sayısal açıdan sınırlı çalışma. Plânlama: Amaçların ve bu amaçlara ulaşmak için uygun yöntemlerin belirlendiği süreç. Parti üretim sistemi: Belirli bir mamül türünden bir parti veya bir seri üretim yapıldıktan sonra, üretim programının değiştirilerek, başka bir mamül türünden başka bir partinin üretimine geçildiği sistem. Para Piyasası: Bir yıl ya da daha kısa süreli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasalar. Pazar bölümleme: Rakiplere karşı işletmenin güçlü yönlerini ortaya koyan ve işletmenin kaynaklarını verimli kullanmayı hedefleyen analitik süreç. Pazarlama bilgi sistemi: Pazarlama karar vericileri için gerekli olan bilgilerin toplanması, analiz edilmesi, değerlendirilmesi ve ilgili taraflara ulaştırılmasında insanlardan, araçlardan ve süreçlerden yararlanılması. Perakendeci: Nihai alıcılara satmak için satın alma işlevini yapan, üretici ya da toptancılardan satın aldığı malları tüketicilere satan pazarlama aracılık edeni. Performans değerleme: Personelin işinde gösterdiği başarı derecesinin saptanm Personel dönüşüm oranı: Belli bir dönemde çeşitli nedenlerle işletmeden ayrılan personel sayısının yüzdesi. Proforma tablo: Tahmini finansal tablo. R Reel faiz oranı: Ödünç verilebilir fonların arz ve talebine bağlı olarak belirlenmesi. Rekabetçi reklam: Rakip ürünlere göre ürünün belirli özellik ve üstünlüklerini gösteren reklam. Reklam kampanyası: Hedef kitleye yönelik bir dizi reklamın yaratılması ve sunulması. S-Ş Satış geliştirme: Tüketicileri satın almaya özendirmek ve aracıların işlevlerini daha etkin kılmak için yapılan her türlü çaba. Standartlaştırma: Bir ürünün veya onu oluşturan parçaların, önceden saptanmış değerlere uygun üretilmesine ilişkin çabalar. Seçimli dağıtım: Bir ürünün dağıtımı için mevcut bazı satış noktalarının kullanılması. Sermaye: Üretimde yararlanılan, para ve parasal değeri olan her tür donanım. Sermaye bütçelemesi: Uygun ve verimli yatırım alanlarının araştırılması ve sermaye harcama önerilerinin değerlendirilmesi süreci. Sermaye piyasası: Vadesi bir yılı aşan orta ve uzun süreli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasaya verilen ad. Süreç tasarımı: Bir malın üretimindeki özel aşamaların tanımlanması ve bu aşamaların özelliklerinin öngörülmesi. Sürekli üretim sistemi: Üretimin, tam gün, vardiyalı ve devamlı olarak yapıldığı sistem. Sürekli plân: İşletme faaliyetlerinde süreklilik ve düzen sağlanmasıyla ilgili olan plân. Sipariş üretim sistemi: Siparişi verenin isteklerine göre özel olarak tasarlanan üretim. Sınırlı veya tekelci dağıtım: Ürünün, dağıtım sırasında sadece belirli satış noktalarının kullanılması. Stratejik plân: Örgütün zaman içindeki büyüme ve gelişimini etkileyen sorunlarla ilgili olan plân. T Talep: Satın alma gücü olan bireylerin ekonomik mal ve hizmetlere karşı gösterdikleri istekler. Taktik plân: Hazırlanan stratejik plânların uygulamaya konması için gerekli olan plân. Tanıtım: Bir mal, hizmet, yer, fikir, kişi, ya da kurum hakkında herhangi bir bedel ödemeksizin yayınlanan haberlerin tümü. Taşıma: Bir pazarlama hizmet üretimi. Tek kullanımlı plân: Bir defalık kullanılmak üzere oluşturulan plân. Teknoloji: Mal ve hizmet üretimi için kullanılan yöntemler. Teknik etkenlik: (1) İşletme faaliyetlerinin belirlenen niceliksel standartlara ulaşabilme derecesi, (2) belirli bir işi en ucuz yoldan yerine getirmek ya da belirli bir çıktıyı elden gelen en düşük girdi ile sağlayabilmek. Teknik yetenek: Teknikleri, yöntemleri, donatımları ve süreçleri kullanma ve anlama yeteneği. Tutundurma: Tüketicilerin satın alma kararlarını etkilemek için onları bilgilendirmeyi ve ikna etmeyi amaçlayan eylemler. Tüketici: Gereksinme ve isteklerini karşılamak amacıyla mal ya da hizmetleri satın alan ve kullanan bireyler ya da örgütler. Tüketim: İnsan gereksinimlerini ve isteklerini karşılamak amacıyla üretilen mal ve hizmetlerin kullanımı. Tüm mal kavramı: Bir maldan beklenen faydaları kapsayacak fiziksel, ekonomik ve psikolojik unsurların bütünü. Toptancılık: Yeniden satmak ya da işletmede kullanmak amacıyla malların satımı ve satımla ilgili tüm faaliyetler. Toplumsal sorumluluk: Toplumla işletmeler arasındaki bir toplumsal anlaşma. Tek üretim sistemi: Bir tek üretim biriminin belirli bir yerde yapılması. U-Ü Uzun süreli plân: Bir yılı aşan süreler için yapılan plân. Üretim öğeleri: Mal ve hizmet üretiminde yararlanılan, bir ülkenin sahip olduğu temel kaynaklar. Üretim: Hammaddeleri ve diğer maddeleri ürüne dönüştürme ya da kısaca, fayda yaratma süreci. Üretim planlaması: Günlük, haftalık, aylık ve yıllık üretim düzeylerinin önceden belirlenerek, buna uygun düzeyli üretim yapılması. Üretim yönetimi: Üretim sistemlerinin tasarımı, kurulması ve işletilmesi. Ürün: Dokunulur ve dokunulmaz niteliklerin oluşturduğu bütün. Ürün esnekliği: Bir ürünün üretiminden diğer bir ürünün üretimine, hızla geçebilme yeteneği. Üretim esnekliği: Üretim sürecinin, tüketici gereksinmelerine hızlı yanıt verebilme yeteneği. Ürün dizisi: Birbiriyle yakın ilişkisi olan bir grup mal. Ürün karması: Belirli bir satıcı tarafından satışa sunulan ürün dizileri. Ürün reklamı: Ürünlerin kullanımına, özelliklerine ve yararlarına ilişkin yapılan reklam. Üst yönetim bilgi sistemi: Yönetim kurulu üyelerinin bilgi gereksinmelerini karşılayan bilgi sistemi. V Verimlilik: Üretimden elde edilen çıktıların fiziksel niceliklerinin, üretimde harcanan girdilerin fiziksel niceliklerine oranı. Veri tabanı: Veri, bilgi model ve bilim belleklerine verilen ortak isim. Y Yabancı kaynak: Üçüncü şahısların işletmenin varlıkları üzerindeki hak sahipliği. Yalınlaştırma: Üretim süreçlerinin daha verimli ve daha üretken duruma getirilmesi çabası. Yatay birleşme: Birbirinin aynısı olan malları üreten ve pazarlayan işletmelerin birleşmesi. Yaygın (Yoğun) Dağıtım: Bir ürünün dağıtımı için mevcut tüm satış noktalarının kullanılması. Yazılım: Çeşitli bilgi işlem programları, prosedürleri ve yönergelerine verilen isim. Yer Faydası: Tüketicilerin ürünleri istedikleri yerlerden sağlanmasıyla elde edilen değer. Yöneltme: Yöneticinin astlarının faaliyetlerini yönlendirmesi ve onlara ne yapmaları gerektiğini bildirmesiyle ilgili yönetsel süreç. Yönetim: Başkaları aracılığıyla amaçlara ulaşma süreci. Yönetim piramidi: Bir işletmedeki yönetim basamaklarını gösterme. Yönetsel yetenek: Kavramsal, beşeri ve teknik yetenek. Z Zaman Faydası: Tüketicilerin ürünleri istedikleri an elde etmeleri ile yaratılan değer.