Gözler beyinin aynasıdır, asla yalan söylemez onlar!.. İnsanın kişiliği gerçekten de yüzüne yansıyor!.. Kişilikler ve duygular okyanus gibi gizemlidir ama o okyanusun derinliğine açılan kapılar da yüzlerdeki ifadelerdir. Ve de o kapının anahtarı da gözlerdir!.. “Gözler kalbin aynasıdır” şeklinde sözleri olan bir şarkı vardı onlu yaşlarımda… Sonra kişiliğin ve duyguların doğduğu ve de yaşadığı yerin kalp ile hiçbir ilgisi olmadığını öğrendim. Şaşırmıştım ama beyindi herşeyin kaynağı ve nedeni!.. Evet kişiliğin kaynağı değişmişti ama Dünya’ya açıldığı yer hiç değişmedi!.. Gözler, illa da gözler ve onun bakışlarla yansıttığı telepatik hologramlar!.. Gözler, aslında beyin okyanusunun derinliklerinden fışkıran duyguların ve karakterin Dünya’ya açıldığı kapılardır!.. Ne kadar profesyonel oyuncu olursan ol değiştiremediğin ve derinliğini etkileyemediğin o bakışlar var ya!.. Asla yalan söyleyemez onlar ve hep dürüst kalırlar!.. Çünkü onlar, herkesin içindeki okyanusun dış dünyaya fışkırdığı volkanlardır ve oralardan da ancak gerçek lavlar fışkırır. Bu yüzden onlardaki masumiyeti de sevgiyi de doğruluğu da iyiliği de kötülüğü de hinliği de yalanı da dolanı da anlamamak mümkün değil. Hayvanların dahi bakışına yansımıştır; yırtıcılığı da evcilliği de!.. Yunusların insanda sevme hissi uyandıran sevimli bakışları ile köpek balığının vahşi saldırgan bakışları arsındaki farkı düşünün bir an. Ya da yırtıcı kuşların göz ve bakışları ile diğer uysal kuşlarınkini... Ve dahi; eşek, at, koyun, ceylan gibi hayvanlarla kaplan, aslan, sırtlan gibi hayvanların gözleri ve bakışları. Kalp, kastan yapılmış basit bir pompadır aslında. Bilinenin aksine de duygu algılayan tek bir hücresi dahi yoktur. Hakkında edebi ansiklopediler yazdıracak, şiirler doğurtacak tek bir hücresi de yoktur ne yazık ki!.. Duyguların, düşüncelerin üretildiği, hissedildiği, saklandığı ve açığa çıkarıldığı yer beyindir. Fakat nasıl ki aşk aslında kalp ile ilgili olmayıp beyinde gerçekleşen bir olay olduğu halde kalp ile özdeşleşmişse; bunun gibi tüm duygusal olaylar da kalp ile özdeşleştirilmiştir. Cesur yürek, yumuşak kalpli, taş kalpli, kalpsiz, mangal yürekli gibi deyimlerle çok sık karşılaşmamız da bu yüzdendir. Belki de bunun nedeni, yüreğin beyine oranla daha edebi bir çağrışım yapmasıdır. Fakat gerçek neden, aslında tüm duygusal olaylar beyinde gerçekleştiği halde bu olayların kalpteki yansımasının çarpıcı olmasındandır. Bu durum da tamamen sinir sisteminin kalp üzerindeki etkilerine bağlıdır. Korku, heyecan, yarışma güdüsü gibi durumlarda kalbimizin dışarı fırlayacakmışcasına çarptığını hissederiz. Aşk bir heyecandır, korku bir heyecandır, mücadele bir heyecandır, kavga bir heyecandır!.. Bütün bunları yöneten de sinir sistemidir. Beyinsel aktivitelerin sorumlu olduğu bu gibi durumlarda, yüreğin daha fazla kanı kaslara pompalamak dışında bir görevi yoktur!.. Pompamız fazla çalışınca da, biz onu göğsümüzden fırlayacakmış gibi hissederiz ve her türlü olağan dışı davranıştan onu sorumlu tutarız. Oysa, cesur olan da korkan da aşık olan da soğukkanlı olan da duygusuz olan da; velhasıl hepsi beyindir!.. Ama edebiyatta başrol kalptedir!.. Karakter dediğimiz kişilik özelliklerinin ise kalp ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ayrıca; hepimiz beş duyu var sanıyoruz. Tad, koku, görme, işitme ve dokunma. Aslında dokunma duyusu Tıp’ta taktil duyular dediğimiz duyular içine girer ve Tıp insanları dışında pek kimselerin bilmediği başka bir duyu daha içerir. Derin duyu (proprioception) dediğimiz bu duyu; eklem kapsüllerimiz, eklem bağlarımız ve kaslarımızda bulunan reseptörlerden gelen bilgiyi işler ve biz bu sayede gözümüz kapalıyken bile vücudumuzun her bir noktasının ne pozisyonda olduğunu, uzaysal konumumuzu ve hatta kıllarımızın durumunu biliriz. Bu duyunun bir üst aşaması ise hareketli derin duyudur (kinestezi) ve bu sayede basketbolda çemberden topu geçirebilir ya da futbolda isabetli pas ve orta yapabiliriz. Kısacası kas hafızası denilen durumu yaratan bir duyudur. Aslında buna altıncı duyu demek yanlış olmayabilir. Bir de henüz bilimsel alanda yeterince ispatlanmamış ve araştırılmamış bir duyudan daha bahsedebiliriz ki bu da aslında en ilkel duyularımızdan biri olan telepati duyusudur. Yedinci duyu diyebileceğimiz bu duyu aslında en ilkel duyudur. Büyük olasılıkla, evrimsel süreçte lisan gelişince körleşmiş duyularımızdan biridir. Yani beyin dalgalarıyla anlaşabilme, bir çeşit konuşabilme yetisi. İnsan vücudunda evrimsel süreçte işlevini ve önemini yitirmiş, fonksiyonu olmayan birçok organımsı yapılar vardır. Misal; halk arasında yaygın adıyla apandisit diye bilinen hastalığa yol açan appendix gibi. Telepati duyusu da insanların birçoğunda farkında olmadıkları körleşmiş bir duyu gibi kalmıştır. Ama özellikle kadınlarda daha sık karşılaşıldığı üzere, telepatik kanalları açık kalmış insanların varlığı da bir sır değildir. Düşünebiliyor musunuz; bir çeşit başkasının düşüncelerini okumak gibi bir durum bu!.. Saklanabilecek hiçbir yer yok. Dolayısıyla kişilik özelliklerinin de duyguların da yalansız dolansız en yalın hallerinin olduğu bir durum!.. İşte beyinin dile geldiği bu telepatik enerjinin en önemli çıkış yeri de gözler. Gerçekten okyanusun derinliklerine açılan bir kapı gibi onlar!.. O kapıdan çıkan duygu ve düşünceler de en yalın ve doğru hallerindeler doğal olarak!.. Ve dahi bu nedenle gözler beyinin aynasıdır, asla yalan söyleyemez onlar!..