Türkiye Ekonomisi (Türkiye’nin Ekonomik Yapı Problemleri) Prof. Dr. Yakup Küçükkale İktisat Bölümü 5-20 nolu oda yakup70@hotmail.com www.yakupkucukkale.net Kitap Listesi Takip edilecek kitap: Türkiye Ekonomisi – Hüseyin Şahin Derya Kitabevi’nden temin edilebilir. Yardımcı kaynaklar (tavsiye niteliğinde) Türkiye Ekonomisi – Yakup Kepenek Türkiye Ekonomisi – Gülten Kazgan Türkiye Ekonomisi – Rıdvan Karluk Sorularınızı alalım! Birinci Bölüm Cumhuriyetin Osmanlı Devleti’nden Devraldığı Ekonomik Miras Rönesans Geleneksel anlamda Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak anlaşılır. 15. yüzyıldaki İtalyan Rönesansı batı ile klasik antikite arasındaki bağın tekrar kurulmasını sağlamıştır. Arap bilimi — özellikle matematik— alınmış, deneyselliğe geri dönülmüş, yaşamın önemi hakkında yoğunlaşılmış (örneğin Rönesans hümanizmi), matbaanın bulunmasıyla ve sanat, şiir ve mimari'de ortaya çıkan yeni tekniklerle bilgi yayılabilmiş, böylece radikal bir değişim başlamıştır. Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve keşiflerle yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Kaynak: http://tr.wikipedia.org Reform Martin Luther King Reform hareketleri, Avrupa'yı siyasi yönden zarara uğratmıştır. Şarlken'in Osmanlı Devleti üzerine yapmayı planladığı Haçlı Seferi bölünmelerden dolayı gerçekleşmemiştir. Mezhep savaşları, Osmanlı Devleti'nin Avrupa'da ilerlemesini kolaylaştırmıştır. Kaynak: http://tr.wikipedia.org Rönesans ile birlikte, bilim ve sanat canlanmış, aydınlanma dönemi başlamıştır. Reform hareketleri ile birlikte, dinsel baskılardan kurtulunmuş, özgür düşünce (protestan düşünce) hakim konuma geçmiştir. SONUÇ: Bilim, sanayi ve ticarette hızlı ilerleme SONUÇ: Sanayi Devrimi Rönesansın etkileri tam ortaya çıkmadan önce, Reform hareketlerinden kaynaklanan kargaşa devam ederken, Osmanlı Devleti hızlı bir ilerleme süreci yaşamış, Viyana kapılarına kadar dayanmıştır. Sanayi Devriminin gerçekleşmesi ile birlikte durum tersine dönmüştür… Osmanlı’nın büyüdüğü dönemde Avrupa’nın geri kalmasının, Avrupa’nın ilerleme kaydettiği dönemde Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin nedeni budur. Yani tesadüf değildir… İngiltere’de Sanayi Devrimi Kitlesel (seri) üretim sonucu arz artmıştır. Üretim yurtiçi piyasalarda tüketilememiş, Üretimin artması ile hammadde ihtiyacı artmış, Dolayısıyla serbest dış ticaretin önemi ortaya çıkmıştır. İngiltere çevresindeki ülkeleri serbest dış ticarete zorlamıştır (bkz: Smith, Mutlak Üstünlükler Teo ve Ricardo, Karşılaştırmalı Üstünlükler Teo). Avrupa’lı diğer ülkeler önce gümrük duvarları ile korumacılık yapmış, sonra da İngiltere ile aralarındaki teknoloji farkını kapatmak için yeni yatırımlara girişmişlerdir. 1838’de serbest dış ticaret antlaşmasını imzalayan Osmanlı Devleti, yeni üretim tarzına ayak uyduramamıştır. Serbest dış ticaret antlaşması ile elde edilen ve Kapitülasyon olarak bilinen ayrıcalıklar, Osmanlı’yı açık pazar haline getirmiştir. Yerli sanayi rekabete dayanamamış ve çoğu üretim tezgahı kapanmıştır. Önceden ihraç edilen bir çok ürün ithal edilmeye başlanmıştır. SONUÇ: Dış ticaret açığı… Toprak kayıpları ile birlikte, dış ticaret açığının finansmanı imkansız hale gelmiş, dış borç almak kaçınılmaz olmuştur. 1854’de ilk dış borç alınmıştır. Borcun ana para ve faiz ödemeleri, zaten açık pazar konumuna düşen Osmanlı’yı, mali açıdan da batıya bağımlı hale getirmiştir. Borcun borçla ödenmesi gündeme gelmiştir. Çünkü üretim zaten düşmüştür… SONUÇ: Düyun-u Umumiye İdaresi (DUİ) DUİ Şu anda İstanbul Lisesi olarak faaliyet gösteren bu binada kurulmuştur!... Osmanlı’da sadece geleneksel bir üretim anlayışı değil, aynı zamanda etnik bir işbölümü de söz konusu idi. Türkler; çiftçi, asker, memur ve esnaf Gayri müslimler ise tüccardı. Serbest Dış Ticaret Antlaşması, gayrimüslimleri daha da zenginleştirirken, Türkleri de iyice fakirleştirmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonunda, sadece Anadolu, yani fakir Türkler bize kalmıştır… Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Sektörlerin Durumu Tarım Sektörü Milli Hasılanın %55’i tarım sektörü tarafından üretiliyor. Nüfusun %80’i tarım ile geçiniyor. Tarımsal üretimin %80’i bitkisel, %20’si hayvansal üretimdir. Bitkisel üretimin %74’ü tahıldır. Serbest Dış Ticaret antlaşması ihracatı artırma gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bu da, sınai bitki üretimini artırmıştır… 1899-1911 Pamuk %472 Fındık %217 Tütün %191 İpek Kozası %122 oranında artmış Hububat ise sadece %51 artmıştır… Bunun nedeni DUİ’nin alacaklarını tahsil etmek istemesi nedeniyle, sınai bitki üretimini teşvik etmesidir… Tarımsal ilerlemede devletin de rolü vardır. Yeni teknikler teşvik edilmiş, Tarımsal kredi sistemi yeniden düzenlenmiş, Tarım okulları ve örnek çiftlikler kurulmuş, Sulama için teşvikler verilmiştir… Yeterli midir? – Cevap: HAYIR… İlk pulluk (modern tarım aletlerinden biridir) 19. yy’ın sonlarında gelmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında modern alet girişi hızlanmış, ancak tamir imkanı olmadığından kısa sürede bir kenara atılmıştır. Kullanılan aletler genelde; karasaban, kağnı ve dövendir SONUÇ: Kaynaklar etkin bir şekilde kullanılmamaktadır… Zirai üretim göreceli olarak düşük kalmaktadır… Mustafa Kemal Atatürk – Atatürk Orman Çiftliği’nde traktör kullanırken 1858 Arazi Kanunu Batılı devletlerin telkini ile Miri toprak sistemi bırakılmış, tarımsal alanlar için özel mülkiyet yolu açılmıştır. Toprak alım-satımı yasaktır. Yabancıların toprak alımı yasaktır. Daha sonraları yapılan düzenlemeler ile alım-satım ve yabancıların arazi edinmesi serbest bırakılmıştır… Bu kanun, toprak ağalarının ortaya çıkmasını hızlandırmış, devlete ait olan arazilerin büyük kısmı yağmalanmıştır. 1920’lerde tarıma uygun arazi 23 milyon hektar. 11 milyon hektar işlenmektedir. Kalan kısmı devlete aittir ve işlenmemektedir. Bunların bir kısmı mübadil vatandaşların iskanı için kullanılmış, kalanı da yine yağma edilmiştir… Arazinin yarıya yakın kısmının işlenmeme nedeni, nüfusun büyük kısmının savaşlarda kaybedilmesi nedeniyle işgücünün yetersiz olması, Tohum bulmaktaki zorluklar, Ve talep yetersizliğidir… 2inci saatin sonu Sanayi Sektörü Günümüz Türkiye’sinin görece geri kalmışlığı, Osmanlı Devleti’nin sanayileşememesinden kaynaklanan nedenlere bağlanabilir. Osmanlı devleti sanayileşmiş olsaydı, günümüz Türkiye’si gelişmekte olan bir ülke değil, gelişmiş bir ülke olurdu. Siyasal gelişmeler, imparatorluğu parçalayıp ulusal devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuş olsaydı bile, Türkiye bugün daha ileri bir seviyede olabilirdi. Osmanlı’nın sanayileşememesinin nedenini, sadece serbest dış ticaret antlaşmasına ve açık Pazar oluşuna bağlamak, işin kolayına kaçmak olur. Osmanlı aydınlarındaki genel görüş, Osmanlının karşılaştırmalı üstünlüğünün tarım ve ticaret alanında olduğu ve bu nedenle sanayileşmemesi gerektiği yönündeydi Onlara göre sanayileşme çabaları, kaynak israfı demekti, çünkü o alanda karşılaştırmalı üstünlüğümüz yoktu. 19uncu yy’ın sonlarında, geleneksel üretim anlayışına dayalı yerli sanayinin çökmesiyle birlikte bu düşüncenin yanlış olduğu anlaşıldı ve sanayileşmek gerektiği fikri ortaya atıldı. Bu çaba ilk olarak II. Meşrutiyet sonrasına rastlar… II. Meşrutiyet Sonrası Sanayileşme Çabaları Gelişen milliyetçilik akımları ile birlikte, İttihat ve Terakki hükümeti, sanayi alanında da millileşmek gerektiğini savunmaya başladı. Bu bağlamda, Aralık 1913’te Teşvik-i Sanayi Kanunu Muvakkat’ını, 1914’te Teşvik-i Sanayi Kanunu Talimatnamesini, Ve 1917’de ise, bu kanunun uygulama yönetmeliğini çıkardı. 1. 2. 3. Bir işyerinin kanun kapsamına girebilmesi için; En az 5 beygir gücü bir enerji ile, ham ve yarı mamul maddelerin şeklini değiştirebilmesi, En az 1000 liralık bina, araç ve gerece sahip olması, Yılda toplam 750 işçi çalıştırmış olması gerekliydi. Teşvik-i Sanayi Kanunu yürürlüğe girdikten kısa bir süre sonra I. Dünya Savaşı başladı. Savaş döneminde yabancı kuruluşlar kanun kapsamından çıkarıldı, Kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırıldı, Gümrük duvarları yükseltildi. Ancak bu çabaların hiç birisi başarılı olmadı. 1. 2. 3. Sermaye ve girişimci yetersizliği, Savaşın giderek ağırlaşan şartları ve Geç kalınmış olması bunun en önemli nedenleri arasında sayılabilir. 1. 2. 3. Kanun kapsamına giren kuruluşların yararlanacağı teşvik ve muafiyetler şunlardır; Fabrika kurmak için 5 dönüm arazi bedava verilecek, Fabrika kurulan araziler, fabrika tesisatı, emlak ve temettü vergileri ile, belediye harç ve resimlerinden muaf olacak, Fabrika tesisi ve geliştirilmesi için gerekli olan malzeme ülkede üretilinceye kadar, gümrük resimlerinden muaf olacak, 4. Fabrikaların imalatta kullanacakları hammaddeler, yerlisi yoksa gümrük resminden muaf olacak, 5. Fabrikaların dışarıya yapacağı satışlardan gümrük resmi alınmayacak, 6. Hükümet kamu harcaması yaparken mümkün olduğu kadar yerli ürünleri tercih edecek. 7. Bu teşvik ve muafiyetler 15 yıl süre ile geçerli olacaktır. 1. 2. Bu kanuna 2 eleştiri yapılmıştır: Kanun, kredi kolaylığı sağlama konusunda herhangi bir içeriğe sahip değildir ve Dış rekabete karşı yerli sanayiyi korumakta yetersiz önlemler almıştır. Savaş döneminde kapitülasyonların kaldırıldığı ve gümrüklerin yükseltildiği hatırlanırsa, ikinci eleştiriye cevap verilmiştir denilebilir… Dönemin Diğer Çabaları 10 bin Türk genci Almanya’daki fabrikalara staj için gönderildi, Sanayi ve Ticaret odaları Almanya’ya burslu öğrenci gönderdi, Teknisyen yetiştirmek için kurslar açıldı, Girişimci yetiştirmek ve desteklemek için dernekler kuruldu, Şirketleşme ve banka kurma çabaları hızlandı. Bu kanundan yararlanmak için 117 kuruluş müracaatta bulunmuştur. Bunlardan 65 tanesi İstanbul ve civarında idi. 1908-1914 yılları arasında, sanayileşme çabaları etkisini göstermiş ve MüslümanTürk sermayeli kuruluşların sayısında bir kıpırdanma görülmüştür. Osmanlı Devleti’nin Son 10 Yılında Sanayinin Durumu 1913-1915 yılları arasında yapılan sayımlarda, İstanbul ve Batı Anadolu’da olan, En az 10 işçi çalıştıran ve Teşvik-i Sanayi Kanunu kapsamında olan işyerleri dikkate alınmıştır. Sonuçlar 1917’de yayınlanmıştır. 1913-1915 Sanayi Sayımı Sonuçlarına Göre, 1915 yılında İstanbul ve Batı Anadolu’da Sanayinin Durumu 1. 2. 3. Bu tabloda şu noktalar dikkat çekmektedir. Tüketim malları üretimi, toplam üretimin büyük kısmını oluşturmaktadır. Sadece gıda ve tekstilin toplam içindeki payı %82.3’tür. Osmanlı sanayisi tarımsal girdi kullanan bir sanayi idi. Aşırı derecede bölgesel yoğunlaşma vardır. 4. Sanayinin etnik gruplara göre mülkiyet dağılımı dikkate alınmamıştır. Başka kaynaklardan alınan bilgilere göre, sanayinin %15’i Türklere, geri kalan kısmı gayri müslimlere aittir. 5. Yabancı sermayenin payı çok yüksektir. 1914’e kadar yapılan 81.7 milyon Osmanlı Lirası tutarındaki yatırımın, %50’si Fransızlara, %28’i Almanlara, %15’i İngilizlere aittir. 6. Büyük sanayi kuruluşları devlet tarafından kurulmuştur. 7. Sanayi kuruluşlarında BG yetersiz, teknoloji geri idi. Hizmet Sektörleri Bankacılık, ulaştırma ve ticaret gibi hizmet sektörlerinin GSMH içindeki payı %33 civarında idi. Serbest dış ticaret antlaşması nedeniyle bu sektörler son dönemde çok hızlı gelişmiştir. Genelde hizmet sektörü, reel sektördeki gelişmelerden dolayı gelişir. Osmanlı’da hizmet sektörünün gelişimi bundan kaynaklanmamıştır. Piyasaya kapalı tarım alanlarının piyasaya açılması için demir yolu yapım imtiyazlarının ve kapitülasyonların verilmesi, hizmet sektöründeki gelişmenin en önemli nedenidir. Bankacılık sektöründe de Osmanlı’nın içerisinde bulunduğu mali kriz etkilidir. Osmanlı’ya borç vermek için bir çok yabancı banker bu alana yatırım yapmıştır. 1914 yılına kadar yapıldığını söylediğimiz 81.7 milyon Osmanlı Lirası tutarındaki yatırımın, 61.3 milyon liralık kısmı, demiryolu, bankacılık ve ticaret yatırımlarıdır. Özellikle demiryolu yapım imtiyazları rekabet konusu olmuştur. Çünkü, yapılan demiryolu güzergahındaki her türlü yer altı ve yerüstü ticari zenginlikler, yatırımı yapan kuruluş tarafından işletilmektedir. Almanlara verilen Bağdat demiryolu imtiyazı bunun en güzel örneğidir. Ayrıca Osmanlı devleti, borçlanarak demiryolu yapan kuruluşun sermayesine katkı sağladığı gibi, KM garantisi vererek de kuruluşun zarar etmesini önlemeye çalışmıştır. 1914 yılına kadar yapılan 6107 km demiryolunun 4037 km’si yabancılar tarafından yapılmıştı. 1899-1909 döneminde, yabancı demiryolu şirketleri 26 milyon sterlin kar etmiş, ayrıca 10 milyon sterlin km garantisi için para almışlardır. Bu bağlamda, yapılan 46.9 milyon sterlin tutarındaki yatırımların neredeyse 2 yılda amorti edildiği görülmektedir. Bütün bu yatırımlara rağmen demiryolu oldukça yetersizdi. Osmanlı’dan Türkiye’ye kalan toplam demiryolu uzunluğu 4100 km’dir. Aynı dönemde Avrupa’da demiryollarının uzunluğu 338.9 bin km’dir. Türkiye Cumhuriyeti 1939’a kadar, eski hatların bakım ve onarımını yapmış, yeni hatlarla birlikte demiryolu ağını 2 katına çıkarmıştır. Yabancıların karlı buldukları bir diğer alan bankacılık sektörüdür. Yerli bankerlerin olmaması, yabancıların bu alanda hızla gelişmesine olanak sağlamıştır. 1914 yılına kadar bankacılık sektöründe yapılan 9.8 milyon lira tutarındaki yatırımın %38.2’si Fransızlara, %33.1’i İngilizlere, %19.7’si Almanlara aittir. Bu yabancı bankalar, gayrimüslim tüccarlarla birlikte, tarımsal ve madensel hammaddelerin ucuza kapatılması operasyonunu yürütmekle kalmamış, tahvil ve hazine bonosu alarak, Osmanlı’ya borç vermeyi de karlı bulmuşlardır. İlk yerli banka, Mithat Paşa’nın 1863’de kurduğu Tarım Kredi Kooperatiflerinin Ziraat Bankası’na dönüşmesi ile gerçekleşmiştir. Bankacılık alanında etkili bir rol oynayamamıştır. En etkin banka, İngiliz-Fransız ortaklığı ile kurulan Bank-i Osmani-i Şahane 1863 (yani Osmanlı Bankası) olmuştur. Bu banka 1875’de imzalanan bir antlaşma ile “Devlet Bankası” haline gelmiştir. Emisyon yetkisini TCMB kuruluncaya kadar elinde tutmuştur. Osmanlı Bankası ayrıca, Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını yönetmiş, DUİ’nin ve Tütün Reji’sinin kuruluşunda yer almıştır. Bankacılık alanında da II. Meşrutiyet dönemi milli bilincin uyandığı dönemdir. İttihat ve Terakki hükümeti, her türlü karşı çabaya ve engellemeye rağmen, 1917 yılında Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası’nı kurmuş, ancak Osmanlı Bankası’nı tasviye edememiştir. Dış Ticaret 1873-1890 döneminde, yıllık ortalama ithalat 19.9 milyon lira iken yıllık ortalama ihracat 11.5 milyon liradır. 1890-1908 döneminde, ortalama ithalat 25.5 milyon lira, ortalama ihracat 15.8 milyon lira olmuştur. 1908-1914 döneminde ise, ortalama ithalat 39.9 milyon lira iken ortalama ihracat 21.9 milyon lira olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamlar Osmanlı Devleti’nin sanıldığından daha fazla dışa açık olduğunu ortaya koymaktadır. Son yıllardaki Baltalimanı Serbest Dış Ticaret Antlaşması, demiryolu yapım imtiyazları ve yabancı yatırımlar bu açıklığı iyice artırmıştır. Zaten dış ticaret açığı vermekte olan Osmanlı, bu gelişmelerle daha da fazla açık vermeye başlamıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı %55’e kadar gerilemiştir. Bu durumun en önemli nedenlerinden biri de Osmanlı’nın dış ticarete bakış açısıdır. Osmanlı devleti, ihracata ağır vergiler koyup, ithalatı özendirerek yurt içi mal arzını genişletmeyi ve istikrarı korumayı amaçlamıştır. Dış ticaret açıklarının artmasında bu da önemli bir etkendir. Bu dönemde, ithal malları fiyat indeksi ihraç malları fiyat indeksinden daha hızlı artmıştır. Yani dış ticaret hadleri olumsuz yönde değişmiştir. 1905-1914 döneminde ithalatın ortalama %34.3’ü gıda, %33.6’sı giyim ve %9.7’si yatırım mallarıdır. Aynı dönemde ihracatın ortalama %45’i tahıl, %38’i sınai bitkiler ve %13’ü mamul mal idi. Dış ticaret hadlerinin aleyhimize dönme nedenlerinden biri de budur. Hammadde satıp mamul mal almamızdır. 1873-1914 dönemini 2 alt döneme ayırıp incelediğimizde, 2 farklı durum karşımıza çıkar. 1873-1896 birinci alt döneminde, ihraç ürünleri %58 ucuzlarken, ithal ürün fiyatları %33 gerilemiştir. Yani dış ticaret hadleri %25 kötüleşmiştir. 1896-1913 ikinci alt döneminde ise, ithal malları fiyatları %12 artarken ihraç malları fiyatları %28 artmıştır. Yani dış ticaret hadleri %16 düzelmiştir. Ancak ilk alt dönemdeki bozulmayı karşılamaya yetmemiştir. Osmanlı Devleti’nin dış ticaretinde en çok yer alan ülkeler; İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan’dır. Bu ülkelerin ihracattaki payları sırasıyla; %25.9, %19.2 ve %7.8’dir İthalattaki payları ise yine sırasıyla; %29.8, %10 ve %14.5’dir. Bu 3 ülkenin toplam dış ticaret içindeki payı %55’i bulmaktadır. 1880’li yıllarda İngiltere ve Fransa’nın payı azalma eğilimine girmiştir. Bunun nedeni Almanya’nın giderek artan bir oranda dış ticarete girişmesidir. Yüzyılın başında Almanya’nın ihracattaki payı %3.1’den %5.7’ye, ithalattaki payı ise %1.4’ten %11.8’e yükselmiştir. Bu ticari ortaklık, ilerleyen yıllarda siyasi ve kültürel ortaklığa dönüşmüş, hatta I. Dünya Savaşı’nda aynı cephelerde yer alınmıştır. Dış Borçlanma Serbest dış ticaret antlaşması nedeniyle verilen dış ticaret açıkları, devlet bütçesindeki açıklar ile birleşince, büyük bir gelir-gider dengesizliği ortaya çıkmıştır. Bu açıkları finanse etmek için borçlar kaçınılmazdı. İlk borç Kırım Savaşı’ndan sonra 24.8.1854’de alındı. İngiltere’den 2.5 milyon altın lira alındı. 3.3 milyon altın lira borçlanıldı. Mısır’ın vergileri karşılık gösterildi. Dış ticaret açığının büyüyerek sürmesi, borçların ana para ve faiz ödemeleri, alınan borçların lüks tüketime harcanması vs gibi nedenlerle Osmanlı Devleti borç batağına sürüklenmiştir. 1854-1874 döneminde toplam 344.3 milyon Osmanlı altını borç alınmıştır. Oysa ele geçen meblağ sadece 228.1 milyon altındır. 116 milyon altın sadece faizdir. 1874’de iflas ilan edilmiştir. Alınan bu borçların idaresi için, yabancı devletlerin de iştiraki ile DUİ kurulmuştur. Zaman içinde DUİ’nin topladığı vergi gelirleri toplam vergi gelirlerinin %30’unu aşmıştır. 1879’da kurulan Rüsum-u Sitte idaresi, altı farklı gelir kaynağını Galata Bankerlerine borç karşılığı rehin olarak devretmiştir. Borçlanmada ikinci dönem 1882-1914’tür. İkinci dönemde 1901’e kadar önemli bir borç artışı olmasa da bu tarihten sonra çok hızlı bir artış olmuştur. Bunun nedeni yaklaşan I. Dünya Savaşı nedeniyle artan askeri harcamalardır. Dünya Savaşı iflas ilanını engellemiştir. Dış borçlarla dış ticaret açıkları birlikte hareket etmiştir. Alınan borçların geri ödenmesi için ihracat teşvik edilmiştir. Örneğin DUİ’ye verilen imtiyaz tütün ve ipek kozası üretim ve ihracatını artırmıştır. Ancak yine de alınan borçlar çoğunlukla askeri teçhizat alımı için harcandığından, ithalattaki artış daha büyük olmuştur. Alınan borçlarla Osmanlı Devleti’nde yaratılan artık değer, yabancı kuruluşların kar transferleri ile tekrar borcun alındığı ülkeye (hem de fazlasıyla) döndüğü görülmüştür. 1914 yılında (kısa vadeli borçlar hariç) toplam borç stoğu 156.4 milyon Osmanlı altınıdır. Bunun 82.8 milyon altını (%53) Fransızlara, 32 milyon lirası (%21) Almanlara aittir. Lozan ve Paris Antlaşmaları ile bu toplam borcun en büyük kısmı 84.6 milyon altınlık kısmı Türkiye’ye kalmıştır. 1933’te ödenmeye başlanan bu borçlar, vadesinden 25 yıl önce yani 1954 yılında tasviye edilmiştir. 1. Haftanın Sonu