15 GÜNLÜK EDEBİYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik 21 Kasım 2015 Cumartesi SAYI: 178 Kasr-ı Şirin’den Lozan’a paramparça edilen Kürdistan’ın itiraz, isyan ve direniş gücü w w w .a rs iv ak ur d .o rg Fis’ten Kobanê’ye PKK İlk serhildanlardan bir fotoğraf/Botan (Serxwebûn arşivinden) editörden “Sonu gelmemiş bir roman, bir şiir, bir türkü. Gün ışığına çıkan çiçektir, yaşama duruştur, doğanın renge, renkliliğe açılışıdır. Bütün yaşam damarlarına kan verilmesidir. Yaşama yürüyen kanın partisidir. Diriliş için doğasında bir şey varsa onun yeşillenmeye, çiçekleşmeye açma girişimidir.” B .o rg öyle anlatıyordu, Kürt Halk Önderi Öcalan... O roman hala bitmedi. Sayfalar ilerledikçe, daha büyük kahramanlık destanları, zafer hikayeleri ekleniyor üstelik. Fis Köyü’nde 22 gencin tutuşturduğu ateş, bugün eylemi ve teorisiyle Ortadoğu ve dünya halklarını ısıtan bir yüceliğe erdi. 27 Kasım 2015’te, tarihin seyrine müdahale eden o büyük hamlenin, partileşmenin 38. yılı. Bu sürece hayatının herhangi bir bölümünde, herhangi bir düzeyde tanıklık eden herkes, Fis Köyü’ndeki o toplantının tarafı, muhatabı oldu, geçen yıllarda. 22 gencin kafasındaki ateş, mücadele azim ve kararlılıkları, dönüştürme kudretleri, sarsıcı eylemleri, hepimizin hayatına dokundu. 178. sayımızı, hem toplumsal tarihimizin hem de ayrı ayrı her birimizin kişisel tarihinin en önemli anlarından birine ayırdık. Elbette eksik oldu. Bu kapsam ile tamamlamak mümkün olmadığı için daha çok ilk dönem hikaye ve değerlendirmelerine yoğunlaştık. Yazılara, bu sarsıcı tarihten kesitler sunan, bazıları ilk defa yayınlanan fotoğraflar ekledik. 179. sayıda görüşmek üzere! içindekiler... .a rs Tarih yapanlar ve not düşenler/ İbrahim BuIak ...................................................... Sayfa 4’te iv ak ur d PKK gerillaları doğayla barışık bir yaşam sürdürüyor. Filistin günleri/ İsmet KAYHAN ........................ Sayfa 5’te Abu Leyla: Unutulmaz günlerdi/ .................... Sayfa 6-7’de w w Fotoğraflarla PKK w Sayfa 8-9’da Apocu hareket ve Tuzluçayır/ Salih DOĞAN ...................................................... Sayfa 10’da Haşim.../ Bengi HÜSEYİN ................................. Sayfa 11’de İlk gazi: Heval Hikmet/ Osman OĞUZ ............................................... Sayfa12- 13’te Işık doğuran bir anaya: Annem Gülizar’a/ Hayati KAYTAN .................................................. Sayfa 14’te Özgür yoldaşlığın halayı/ Özgür PAZARCIK ............................................... Sayfa 15’te Herausgeber: Medya Presse-und Werbeagentur GmbH Hans-Böckler-Str. 16 63263 Neu-Isenburg 2 Geschäftsführer: İzzet Akcin Ver. Redakteur: Özgür Reçberlik politikart@yeniozgurpolitika.org dosya rg 27 Kasım Fis köyü .o Lice’ye bağlı Fis köyündeki, PKK’nin ilk kongresini gerçekleştirdiği ev 1977 "Nasıl bir parti?" sorusu, "fedai çizgide bir parti" olarak yanıt bulmuştur. Bu soruya cevap; savaşçı, eylemci, mücadeleci bir parti olarak verilmiştir. PKK, böyle bir parti olarak şekillenmiştir. Hakilerle, Halillerle temelleri atılan; Salihlerle, Cumalarla, Mazlumlarla, Kemallerle, Hayrilerle geliştirilen ve 15 Ağustos Atılımı şehitleriyle Diriliş Devrimi'ni gerçekleştirmiştir. w w w .a rs iv ak ur d yılının Kasım'ında Diyarbakır'da "Nasıl örgützaafa uğrayabilirdi. Zaten, kongre tamamlandığı gün Hilvan lenmeli, partileşmeli" sorusunun tartışıldığı direnişi de başarıyla sona ermişti. bir kadro toplantısı yaptık. Mazlum Doğan başta olmak üzere Manifesto ve programın hazırlanıp son şeklinin verilmesi toplantıya katılan kadrolar artık partileşmeye gidilmesi gede tamamlanmıştı. Bu belgeler bölgelere gönderilerek delgerektiği görüşündeydiler. Toplantıda örgütlenme konusunda lerden öneriler de istenmişti. Yine dokuz maddelik bir tüzük herhangi bir karar alınmadı. Ancak, "Nasıl bir örgüt taslağı da Önder Apo tarafından hazırlandı. ve parti olmalı" tartışmasını kapsamlı bir biçimde PKK'nin Kuruluş Kongresi'nin divanında tek bir gençlik hareketinin gündemine soktu. arkadaş vardı. O da Hayri Durmuş yoldaştı. Top1978 baharında Elazığ’da da benzer bir toplantıyı Hayri arkadaş yönetti. Önder Apo, toplanlantı yapıldı. "Kürdistan Devriminin Manifestıda daha çok tartışmak istediğini belirterek, tosu"nun hazırlanması işte bu toplantıda karar başka bir arkadaşın Kongre'yi yönetmesinin altına alındı. Hem program hem manifesto basıdaha doğru olacağını söylemişti. larak, dağıtımı yapıldı. Serxwebûn Dergisi'nin yaToplantıda Önder Apo partileşmenin gerekyını da 1978 Ekimi'nde başlatıldı. Bütün bunlar liliğini şöyle izah etmişti: "Artık bir halk hareketi Duran KALKAN PKK Kuruluş Kongresi'nin hazırlanması için haline geldik. Geçmişte bir ideolojik gruptuk, büyük önem arz eden çalışmalardı. sonra bir gençlik hareketi olduk, böyle bir gru18 Mayıs 1977'de Haki Karer'in katledilmesi PKK açısından bun ve gençlik örgütünün sorumluluğunu bir kişi yürütebibir dönemeçti. Antep katliamı, Apocu gençlik gruplaşmasının lirdi ve ben şimdiye kadar yalnız başıma bu görev ve önüne şu realiteyi koydu: Kürdistan'da ulusal kimlik ve özgürsorumluluğu yürüttüm. Ancak şimdi bir halk hareketiyiz. Parti lük için propaganda çalışması bile silahlı mücadele ile yürüolmak, kolektif çalışan yönetim haline gelmek, birlikte sorumtülmek zorundaydı. luluk üstlenmek şarttır." 19 Mayıs 1978’de Halil Çavgun yoldaşın katledilmesi silahlı Kongre, parti kurmaya bu temelde karar vermiş, ama parmücadeleyi önümüze koymuştu. Bu saldırının intikamını tiye bir isim koymamıştı. Örgüt olduk kararı çıkmış, parti progalmak üzere Hilvan direnişi örgütlendi. 1978 yazında Hilvan ram ve tüzüğü kabul edilmiş, ama partinin ismi bile daha başta olmak üzere, Kürdistan'ın bütün alanlarında silahlı direyoktu. Nisan 1979’da toplanan Merkez Komitesi, "Partiya Karniş konumu içerisinde olduk. kerên Kurdistan"ın kuruluşuna karar verdi. PKK Kuruluş Kongresi'ne doğru giderken Apocu hareket Kuruluş kongresinin önemli bir görevi de bir Merkez Komiartık bir halk hareketi düzeyine ulaşmıştı. Urfa, Mardin, Diyarte'yi seçmekti. Seçim konusunda tartışmalar yapıldı. Çok sabakır, Batman, Bingöl, Dersim ve Serhat'a ulaşılmıştı. yıda aday ortaya çıkmıştı. Ancak Kongre yedi kişi olarak PKK’nin Kuruluş Kongresi'nin yerinin hazırlanması için Lice’nin belirlediği Merkez Komite yerine üç kişilik bir Merkez Yürütme Fis köyünde Seyfettin Zoğurlu arkadaşın evi uygun görüldü. SeyKurulu seçmeyi öngördü. Önder Apo, Mehmet Karasungur ve fettin arkadaş, Dersim'deki öğretmen okulundan harekete katılŞahin Dönmez Merkez Yürütme Kurulu üyeleri olarak belirmış, profesyonel çalışma yürüten bir arkadaşımızdı. lendi. Partinin Genel Sekreteri olarak Önder Apo tespit edildi, Kasım'ın son günleriydi. Diyarbakır'da yoğun bir yağış ve iki yardımcısı ise Mehmet Karasungur ile Şahin Dönmez olasis vardı. Kürdistan ve Türkiye'de çalışma yapan kadrolar Dirak belirlendi. Geriye kalan dört Merkez Komite üyesini seçyarbakır'a geldi. Önceden verilen adreslerde toplandılar. 25 mekle Önder Apo görevlendirilmiş ve yetkilendirilmiştir. Kasım gecesi Fis ovasına grup grup sabaha kadar araçlarla Önder Apo ise daha sonra Mazlum Doğan, Hayri Durmuş ve arkadaşlar taşındı. Cuma (Cemil Bayık) arkadaş ile Baki Karer'i seçmiştir. Böylece Çok dikkatliydik... Bir sempatizanımız ve aynı zamanda ilk Merkez Komite bu yedi kişiden oluştu. asker kaçağı olan Alaattin arkadaş, sürekli nöbet tutuyordu. Merkez Komite'nin ilk toplantısında Mehmet Karasungur Kongrenin yapılacağı yer ve çağrılacak kadroların belirarkadaş Askeri Komite'den sorumlu olduğu için Merkez Yülenmesi Önder Apo tarafından organize edilmişti. Yanlış harütme'ye girmesinin uygun olamayacağını belirtti, bunun tırlamıyorsam, çağrılan delege sayısı 25’ti. Belirlenen üzerine de değişiklik yapılarak Cuma arkadaş Merkez Yüarkadaşlar içerisinden üç arkadaş toplantıya katılamamış, rütme'ye dahil edildi. 22 delegenin katılımıyla PKK Kuruluş Kongresi 26 ve 27 KaKadroların örgütlülüğe hazır hale getirilmesi için 1978sım'da Lice’nin Fis köyünde yapıldı. 1979 kış aylarında Diyarbakır'da Önder Apo bir dizi kadro Kongreye Hilvan-Siverek grubu katılamamıştı. Başlarında eğitim toplantıları yapar. Bu toplantılardaki konuşmalar Mehmet Karasungur yoldaş vardı. Hilvan direnişi kritik bir daha sonra "İdeoloji ve Politikanın Önemi" ve "Maraş Katnoktadaydı. Karasungurlar'ın ayrılmaları durumunda direniş liamı Üzerine Bir Değerlendirme" gibi başlıklar altında Serx- webûn özel sayıları olarak kitaplar haline getirilerek yayınlanmış ve tüm kadrolara sunulmuştur. Kongre'den sonra Siverek direnişinin geliştirilmesine karar verildi. Esasen Siverek direnişi, PKK kuruluşunu duyurmak ve örgütlenmenin zeminini oluşturmak için geliştirilen bir direniştir. 30 Temmuz 1979’da kuruluş bildirisi dağıtılarak parti ilanının gerçekleştirilmesine karar verildi. Hazırlanan bildiriler Kürdistan'ın her tarafında olduğu gibi Türkiye'nin önemli merkezlerinde de dağıtıldı. Partimizi artık ilan etmiştik. Askeri Komitemiz de parti ilanını desteklemek için Mehmet Celal Bucak’a karşı bir eylem düzenledi. Ancak Bucak hafif bir yarayla kurtulurken, Hilvan direnişinin önderlerinden Salih Kandal yoldaş bu eylemde şehit düşmüştür. M. Celal Bucak gibi iktidar partisinden milletvekili olan, Siverek’te Tanrı gibi hükümranlık yapan böyle bir kişiye yönelik eylemin yapılması hem Türkiye siyaseti üzerinde, hem de Kürt toplumu üzerindeki yankısı, etkisi çok büyük olmuştur. Parti Kuruluş Kongresi'nin, kuşkusuz özgürlük ve demokrasi mücadelemiz içerisinde büyük bir anlamı ve yeri vardır. "Nasıl bir parti?" sorusu, "fedai çizgide bir parti" olarak tanım bulmuştur. Bu soruya cevap; savaşçı, eylemci, mücadeleci bir parti olarak verilmiştir. PKK, böyle bir parti olarak şekillenmiştir. Hakilerle, Halillerle temelleri atılan; Salihlerle, Cumalarla, Mazlumlarla, Kemallerle, Hayrilerle geliştirilen ve 15 Ağustos Atılımı şehitleriyle Diriliş Devrimi'ni gerçekleştirmiştir. Kürdistan'da her türlü ulusal-demokratik gelişmenin altında PKK’nin imzası vardır. PKK’yi PKK yapan da, Apocu çizgide, şehitler çizgisinde oluşan parti bilincidir. Bu baştan beri oluşmuş, PKK Kuruluş Kongresi'yle sağlam bir kuruluş gerçekleşmesini yaşamış, sonraki direnişle de yenilmez bir kuvvet haline gelmiştir. 3 dosya Tarih yapanlar ve not düşenler esmi tarih köşelidir. Sınırları belli, alanı ölçülebilirdir. En büyük kahramanların ve en büyük kaybedenlerin masallar silsilesidir. "Yapıcıların" ve "yıkıcıların" tarih düzleminde tersyüz edilebileceği, isteyenin kendisini dev, başkalarını cüce görebileceği bir aynadır. Resmi tarihin "yıkıcıları", kimi kez devrimin "yapıcıları" olur. İlkin "tarihe not düşmek" için yola koyulmuş siyasi hareketlerdir bunlar. Kimileriyse, "not" düşmekle yetinirler yalnız ya da "yapıcı" olmaya güçleri yetmez. Devrimin tarihi, resmi tarihinki gibi ayrık kümelerden oluşmaz, kesişen kümeleri çoktur. Kimi kez ideolojik kesişmeyle yetinilmemiş, isimler bile aynılaşmıştır. mokrat Partisi) olarak çıkar. Daha sol, modern bir örgütlenmeyi ve büyümeyi önüne koyan Sait ve onun karşısında sol ve Marksist fikileri bela olarak gören Sait... "Tarihin yapıcıları" olmak üzere çıktıkları yolculukta, "tarihe not düşen", isimleri ve idealleri aynı iki parti bıraktılar. w w w .a rs iv ak ur d .o *** Yıl 1975. Doktor Şivan'ın ölümünden dört yıl sonra ardılları, Nisan ayında Van'da 5 gün süren bir dizi toplantı gerçekleştirir. Toplantı sonucunda DDKD (Devrimci Doğu Kültür Dernekleri) bünyesinde ayrı bir örgütlenme kararı alırlar. DDKD-Şivancılar olarak anılan bu grup, iki yıl sonra Merkez Komite kararıyla *** Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerî Kürdistan) adını Tarih 1965'in 11 Temmuz'u. örgüt içi çalışmalarında kullanmaya başlar. Fakat bu Musa Anter'in çaldığı ıslığın üzerinden 22 adı kullanmayı güvenlik açısından "uygun" bulyıl geçmiş. Diyarbakır'ın kavurucu sıcağında mazlar. PKK yerine DDKD adını kullanmayı yeğleGazi Köşkü'nde, içinde memurluk, avukatlık yen Şivancılar, o dönemki adlandırmalarıyla yapanların da olduğu altı kişi hararetli bir bi"Apocular"ın PKK adında "tarihe not düşmek" isteçimde tartışıyor.Tartışmalardan çıkan sonuçla yen bir partinin kuruluşunu ilan ettiğini duyunca, T-KDP (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi) bir süre DDKD-KİP (DDKD-Kürdistan İşçi Partisi) adında bir örgüt kurma kararı alınıyor. adını kullanırlar. Avrupa'daki ayrışmalardan sonra İbrahim BULAK Güney Kürdistan'daki KDP'nin sancılı bir bir grup ise PPKK (Partiya Pêşeng a Karkerên Kursüreç yaşadığı yıllar... Hem örgüt içi çatışmaların yoğunlaştığı distan) adında, kendini "Anti-Apocu" olarak konumlandıran hem de askeri darbeler sonrası oluşan yönetimlerle savaşın bir parti kurar. PKK ile karıştırılan bu isim, bazen Türk medyaalevlendiği bir dönemden geçiyor KDP. sında PKK'den kaçanların kurduğu ayrı bir oluşum olarak serKurulan T-KDP'nin gözü kulağı da Irak KDP'sinde; daha vis edilmiş, bu sebeple de örgüt, sık sık yayın organlarında doğrusu "sağ ve geleneksel" çizgiyi temsil eden Mustafa Bar"Kamuoyuna" başlıklı açıklamalar yapmak zorunda kalmıştır. zani'den gelecek bir mesajda... TKDP'nin genel başkanlığına getirilen Avukat Faik Bucak, *** partinin kuruluşundan henüz bir yıl sonra, uğradığı silahlı PKK hareketinin doğuşuyla birlikte, Kürdistan halkı tarihte saldırı sonucu hayatını kaybeder. Yerine Sait Elçi geçer. Artık ilk kez devrimci bir teori ve programa dayanan örgütlü bir parti içinde "sağ ve muhafazakar" çizgi belirginlik kazangüce kavuştu. (Abdullah Öcalan, Tasfiyeciliğin Tasfiyesi, mıştır. Sol ve yenilikçi fikirleri, Kürt halkının başına bela ediWeşanên Serxwebûn-1993, sayfa 22) len bir unsur olarak gören bu kliğin karşısına aynı adla bir Tarih 1978'in 27 Kasım'ı. başkan ve parti çıkacaktır. 1970 Haziran sonlarında Sait Kırmızıtoprak, halk arasınYakın tarihe damgasını vuracak olan hareketin, o dönemki daki adıyla Doktor Şivan, adaşının karşısına, aynı isimle ama adıyla Kürdistan Devrimcileri'nin yıllardır heyecanla beklediği birkaç imla değişikliğiyle T-KDP (Türkiye'de Kürdistan Detoplantının gelip çattığı gün. Toplantı çok gizli tutuluyor, ev sahipleri dışında toplantının yerini ve zamanını sadece bir iki kişi biliyor. Toplantıya katılacak olanlar, büyük bir dikkatle, birer ikişer Lice'nin Fis köyüne geliyor. Olası bir polis operasyonunda hareketin "tarihe not düşmekle yetinecek" bir hareket olarak kalması işten bile değil. Katılması gereken 25 kişiden 22'si toplantı yerine ulaşabiliyor.Yoğun ve yorucu geçen iki günlük toplantı sonunda partileşme kararı alınıyor. O güne kadar diğer örgütler tarafından UKO'cular veya "Apocular" olarak anılan Kürdistan Devrimcileri, artık parti kurma kararını vermişti. Görev dağılımlarından sonra geriye kalan şey, bu oluşuma bir isim vermek ve onu kitlelere duyurmaktı. Birçok isim arasından, Mehmet Karasungur'un önerdiği Kürdistan İşçi Partisi ismi kabul gördü. Daha sonra önerilen isim, hareket içerisinde Kürtçe konusunda ehil olan Ferhat Kurtay tarafından "Partiya Karkerên Kurdistan" biçiminde Kürtçe'ye çevrildi. "Başaramazsak bile tarihe not düşmüş oluruz" denilerek çıkılan tarih yolculuğunda PKK, "tarih yapıcılığına" devam ediyor. rg R Devrimin tarihi, resmi tarihinki gibi ayrık kümelerden oluşmaz, kesişen kümeleri çoktur. Kimi kez ideolojik kesişmeyle yetinilmemiş, isimler bile aynılaşmıştır. Bu yargının sağlamasına Kürdistan İşçi Partisi'nin isim hikayesinde de rastlanır. Tarihte, biri tarihe not düşmekle yetinen, diğeriyse tarih yazan iki PKK vardır. PKK MK üyesi Mehmet Karasungur ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan... 4 Ferhat Kurtay’ın ilk kez yayımlanan fotoğrafı dosya rg Ülkeye dönüş başlıyor İsrail ile yaşanan savaşta PKK'nin gösterdiği direniş, o yıllarda, başta Filistinliler olmak üzere Ortadoğu'da bulunan bütün devrimci örgütlerin takdirini kazanmıştı. İşte bu koşullarda PKK, ikinci kongresini yaptı, Kuzey Kürdistan'a yeniden dönüş kararı alındı. Adıyaman'dan Botan'a kadar her bölge için silahlı propaganda birlikleri hazırlandı. Artık gerilla savaşı, Botan'da başlatılacaktı. w Filistin halkıyla birlikte sonuna kadar savaşıldı. Bu savaşta PKK'nin 12 militanı hayatını kaybetti, 15 savaşçısı da esir düştü. Beyrut kuşatmasında en büyük direnişi PKK militanları verdi. Çatışmalar sonucu esir düşen PKK'liler, yapılan anlaşma gereği serbest bırakıldı. w w w .a rs Temmuz 1979... PKK lideri Abdullah Öcalan, Ethem Akcan ile birlikte yola çıktı. Ethem Suruçluydu. Sınırı, geçiş noktalarını iyi biliyordu. Kaçakçıları tanıyordu. Büyük zorluklar sonucu Kobanê'ye ulaşıldı. O günleri Cemil Bayık, "Artık içerdeki gücümüz ezilse de, Önder Apo'nun yeni bir PKK yaratacağına inandığımız için rahatlamıştık" sözleriyle anlatacaktı. Öcalan, Kobanê'de Ethem Akcan'ın akrabalarının evinde bir müddet kaldı. Gelir gelmez Filistinlilerle ilişki de geliştirdi. Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi'nin kimliği ile önce Şam'a ardından Lübnan'a geçti. Filistinliler, Öcalan'ı tanımıyordu, ciddiye almadılar. Keza .o Peki bu nasıl olacaktı? İşte o zaman Öcalan, Urfa'daki toplantıda, "Ethem arkadaşın Kobanê'de akrabaları var, oraya gidebiliriz. Ancak bizi kabul ederler mi? O aileye dayanarak Filistin’e ulaşabilir miyiz, imkan yaratabilir miyiz?" sorularını peşi sıra sordu. Her şeye rağmen risk alınacaktı. Toplantıda hareketin Ortadoğu'ya çıkması kararlaştırıldı. Bu karardan yalnızca 3 kişinin haberi vardı. Talimat uygulanabilseydi... Önce küçük bir grup Filistin'e aktarıldı. Grup Bekaa'ya ulaştıktan sonra Öcalan, ülke içine yeni bir talimat daha gönderdi. Bu kez 250 militanın daha gelmesini istedi ancak bu gerçekleşemedi. O sırada Siverek'te devlet yanlısı aşiretlerle yaşanan çatışmaları ele almak ve yeni düzenlemeler için ülke içinde toplantı yapılacaktı. Toplantı yolunda Mazlum Doğan, toplantının hemen ardından ise Hayri Durmuş yakalanmıştı. Mazlum ve Hayri'nin yakalanması, PKK için büyük bir darbeydi. Aslında Öcalan'ın "Merkez Komite üyeleri başta olmak üzere 250 kişi hemen gelsin" talimatı yerine getirilmiş olsaydı, PKK'nin hiçbir öncü kadrosu yakalanmayacaktı. Yurt dışına çıkan kadrolar, Bekaa Vadisi'ndeki Helwe Kampı'na yerleşir. Burada Filistinlilerle birlikte 3 yıl boyunca askeri eğitim görürler. (Sonraki yıllarda bu kamp, Mahsum Korkmaz Akademisi ismini alacaktı.) Helwe Kampı'nda askeri ve siyasi eğitim gören PKK kadroları, bu süreçte Rojava ve Lübnan'daki Kürtlerle ilişki geliştirmeye, Rojava kentlerinde halk içinde örgütlenme çalışmaları yapmaya başlar. Öcalan ise hazırladığı bir grubu Kuzey Kürdistan'a göndermek için çalışmalara başlar. Bu grubun başında ise PKK'nin efsanevi militanlarından Kemal Pir vardır. Aralarında Mahsum Korkmaz'ın da olduğu bu grup, Siverek'te yaşanan deneyimden ur d U rfa, 1979 yaz ayları... Baskı, kitlesel tutuklama ve gözaltıların rutinleştiği bir sırada PKK Yürütme Komitesi, ülke içindeki son toplantısı için bir araya geliyordu. PKK lideri Abdullah Öcalan, Kürdistan'da artık kalma koşullarının kalmadığı, hareketin Ortadoğu'ya çıkması gerektiği düşüncesindeydi. Bu görüşünü komite üyeleriyle de paylaştı. O zamana kadar PKK'nin yurt dışında hiçbir ilişkisi yoktu. Filistin'deki örgütlerle de o güne kadar hiç teması olmamıştı. Hareketin tasfiye olmaması için Suriye'ye çıkmak dışında fazla bir seçenek kalmamıştı. kurumsal bir ilişki üzerinden de ulaşmamıştı. Kuzey Kürdistan'daki kadrolarını Lübnan'da eğitmek istediğini söylediğinde de önce kabul etmediler. Ancak uzun tartışmalar sonucu talep kabul edilebildi. Fakat kadroların sınırdan geçişine hiçbir yardımda bulunmayacaklardı. Suriye'nin Müslüman Kardeşler ile yaşadığı çatışmalar nedeniyle o yıllarda sınırda sıkı güvenlik önlemleri alınmıştı. Öcalan, bir kez daha Kobanê'ye giderek, PKK kadrolarının Suriye'ye geçişini örgütlemeye başladı. ak İsmet KAYHAN iv t Filistin günleri çıkıp artık gerilla savaşına başlayacaktır. Kemal Pir'in başında olduğu gerilla birliği ülkeye gönderilir. Lübnan'dan gelen bu kadrolar, hem savaşı başlatmak hem de hareketi yeniden toparlamakla görevlidir. Grubun bir kısmı Kuzey Kürdistan'a ulaşır ancak Kemal Pir’in de içinde olduğu grup yakalanır. Mahsum Korkmaz yaralı olarak kurtulur. Bu olayın hemen ardından 12 Eylül darbesi patlak verir. Zaten PKK'nin birçok kadro ve sempatizanı, 12 Eylül darbesinden önceden yakalanmıştır. Dışarıda kalan az sayıda kadro ise Ortadoğu'ya çıkma fırsatı bulmuştur. Darbeden sonra PKK, artık Ortadoğu'ya iyice yerleşmişti. 2. Kongre hazırlıkları başlamıştı. Fakat kongrenin başlamasına az bir zaman kala İsrail-Filistin savaşı patlak verdi. Bu süreçte PKK, Filistinlilerle birlikte savaşa girme kararı verdi. O zamanlar İsrail ile yaşanan savaşta yer alan Cemil Bayık, Filistinlilerle birlikte savaşa girme gerekçesini şöyle açıklıyor: "En zor günlerimizde Filistinlilerin yanına gelmiştik. Bize sağladıkları olanaklara dayanarak kendimizi hazırlamış, ülkeye yönümüzü vermiştik. Böyle bir ortamda Filistinlileri yüzüstü bırakamazdık. Orada olduğumuz müddetçe Filistinlilerle birlikte yaşamayı ve savaşmayı esas almıştık. Halkımıza karşı görevlerimiz ve Filistin halkına karşı duyduğumuz sorumluluk bunu gerektiriyordu." *** PKK, Filistinlilerle birlikte İsrail'e karşı savaşa girer. Birçok önder kadrosu ve binlerce sempatizanı zindanlarda olan PKK'nin savaşa katılması demek, büyük bir risk demektir. Ama Öcalan, "Ne pahasına olursa olsun Filistin halkının yanında olmamız lazım" diyecektir. Filistin halkıyla birlikte sonuna kadar savaşıldı. Bu savaşta PKK'nin 12 militanı hayatını kaybetti, 15 savaşçısı da esir düştü. Beyrut kuşatmasında en büyük direnişi PKK militanları verdi. Çatışmalar sonucu esir düşen PKK'liler, yapılan anlaşma gereği serbest bırakıldı. 5 dosya DFLP Gazze Sorumlusu Abu Layla, PKK'nin Filistin günlerini anlattı: Unutulmaz günlerdi .o rg w PKK öyle sadece düşünsel olarak bizi desteklemedi, Filistin mücadelesine bizzat destek verdi. 1982'de Israil'in Lübnan saldırısında bizimle aynı cephede savaştılar. Çok sayıda PKK militanı ile Filistinli yoldaşımız bu savaşta hayatını kaybetti. Bunu unutmak mümkün mü? M ak iv .a rs Filistin Kurtuluş Cephesi (DFLP) ile Abdullah Öcalan'ın ilk teması ne zaman gerçekleşti? Görüşmelerde neler konuşuldu ve hangi kararlar alındı? 1970'lerin ikinci yarısında birçok sol grupla ilişki geliştirmiştik. O zamanlar Türkiye'den birçok Marksist örgüt, Suriye ve Lübnan'a akın ediyordu. Bu örgütler kendilerini Türk gerilla grupları veya ulusal Kürt kurtuluş hareketi olarak organize etmeye çalışıyordu. Hemen hepsi silahlı eğitim için Bekaa'ya geliyordu. Abdullah Öcalan ve onun grubuyla ilk ilişki kurmaya başladığımızda özelikleri pek ön plana çıkmamıştı. Doğrusu diğer Kürt gruplarından çok farklı görmüyorduk. Ancak zamanla Öcalan ve grubunun sorunlara daha ciddi yaklaştığını fark ettik. Lübnan ve Suriye sınırına eğitim için gönderilenlerle kıyaslandığında kararlı ve disiplinliydiler. Kürtler üzerinde diğerlerinden daha fazla ikna güçleri vardı. O zamanlar bütün solcu gruplara destek veriyorduk. Demokrasi ve ulusal kurtuluş için mücadele eden, özellikle silahlı mücadele veren gruplara destek vermek bizim için bir prensip meselesiydi. PKK başta olmak üzere ilişkilendiğimiz bu gruplara destek verdik; askeri eğitim, kalacak yer ve günlük ihtiyaçlarını karşıladık. ur d ed TV, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi'nin (DFLP) Gazze sorumlusu olan, Qais Abdel Karim adıyla tanınan Abu Layla ile 2004 yılında Ramallah'ta bir söyleşi yaptı. PKK'nin Filistin günlerinin konu edildiği söyleşide Abu Layla, "PKK öyle sadece düşünsel olarak bizi desteklemedi, Filistin mücadelesine bizzat destek verdi." Daha önce hiçbir yerde yayımlanmayan o söyleşiyi, tarihsel önemi, belge niteliği nedeniyle okurlarımızla paylaşıyoruz. w w w ilişki geliştirmedi de DFLP ile bağlantı kurdu? Bu bir tesadüf müydü yoksa ortak siyasi görüşlerden kaynaklı mıydı? Öcalan'ın bizimle ilişkilenmesinin sebebi Marksist-Leninist düşünce yapısından gelmemizdi. Bu Fetih ve PFLP için geçerli değildi. Onlar tümüyle Marksist-Leninist prensipleri uygulamıyorlardı. Bence ideolojik yapımız için DFLP'yi seçmişlerdi. Tabii diğer faktörler de vardı. Yani PKK'den önce birçok Türk ve Kürt grupla da ilişki geliştirmiştik. DFLP, Kürt ve Türk solu içinde bilinen bir güçtü. O dönem birçok grup, DFLP ile temas içindeydi. Bu yüzden bizim cephe ile ilişki kurdu Öcalan. Hatırlıyorum, Öcalan o geceki konuşmamızda, bize DFLP'nin diğer Filistin gruplarından daha ciddi olduğunu söyledi. Özellikle ideolojik açıdan... Ve daha disiplinli olduğumuzu anlattı. Filistin Kurtuluş Cephesi ile Öcalan arasında nasıl bir anlaşma yapıldı? Aslında aramızda öyle kağıda dökülmüş bir anlaşma yoktu. Abdullah Öcalan ile gece geç saatlere kadar konuştuğumuzu hatırlıyorum. O konuşmada, hiçbir hareketin diğer hareketin iç işlerine karışmaması için anlaştık. Zaten dünyaya bakışımız, Ortadoğu'yu ele alışımız ve genel ideolojimiz birbirine uyum sağlıyordu tabii ki. Kürt hareketinin aldığı kararlara karışmamaya karar verdik. Onlar da Filistin meselesine, yaklaşımımıza karışmayacaklarını ve kararlarımıza saygı duyacaklarını belirttiler. Silahlı güçlerimizin disiplinine şartsız bir şekilde uyacaklarını da ifade ettiler. Sayın Öcalan neden diğer popüler cepheler veya Fetih ile 6 Birlikte nasıl bir eğitim yaptınız? Siyasi ve askeri eğitim iç içe miydi? Bir de dağdaki askeri eğitim, şehir gerilla eğitiminden farklı mıydı? Hayır, siyasi öğrenimlerine karışmadık. Onlar kendi ideolojik eğitimlerini yapıyorlardı. Kendi programları w Birçok örgüt, kişi gelip gidip mücadeleden vazgeçiyordu ancak PKK farklıydı. Ciddiydi, disiplinliydi, inançlıydı. Sosyalizme inanıyordu. İdeolojik yapısı daha netti. Ezilen kesimlerle daha yakın ilişki içindeydi. Zaten eğitime gelenlerin hemen hepsi ezilen ve yoksul kesimdendi. vardı, günlük planlamalarını organize ediyorlardı. Ama askeri eğitimde bizim birimlere katılıyorlardı. İlk PKK'lilerin hepsi tüm askeri eğitimlerimize katıldı. Askeri eğitimde kendilerine öz bazı şekillenmeler yapıyorlardı ama bu onların kendi iradesine dayalıydı. Bizim verdiğimiz eğitim, diğer Filistinli gruplara verilenle aynıydı ve belirli sınırlar çerçevesinde gerçekleşiyordu. O geceki konuşmanızda Öcalan sizde nasıl bir iz bıraktı? Doğrusu, ciddi ve inançlı bir kişiliğe sahip olduğunu hatırlıyorum. Bazen kendisini ikna etmek çok zordu. Kendi düşüncelerine bağlı, sadık ve bazen de inatçı biriydi. Kendi prensiplerine bağlı bir kişiliğe sahipti. Diğer gruplara göre sizce PKK neden daha fazla ilgi kazandı? Türkiye'den diğer Kürt silahlı grupları da bizimle temas içindeydi ama PKK'nin belirgin özellikleri vardı. Kürdistan davasına inanıyordu. Birçok örgüt, kişi gelip gidip mücadeleden vazgeçiyordu ancak PKK farklıydı. Ciddiydi, disiplinliydi, inançlıydı. Sosyalizme inanıyordu. İdeolojik yapısı daha netti. Ezilen kesimlerle daha yakın ilişki içindeydi. Zaten eğitime gelenlerin hemen hepsi ezilen ve yoksul kesimdendi. Sayın Öcalan'la hareketin genel stratejisi hakkında konuştunuz mu? Yoksa görüşmeleriniz hareketin genel pratik işleyişi ile sınırlı mıydı? Tabii ideolojik tartışmalarımız oldu. Dünyanın farklı yerlerindeki siyasi durum değerlendirmeleri, özellikle Ortadoğu ve Filistin mücadelesi hakkında konuştuk. Kendisi bize Türkiye'deki durumları anlattı. Zaten amacımız ortak bir strateji belirlemek değildi, sadece düşünsel anlamda siyasi görüşlerimizi paylaştık. dosya Sadece PKK değil, diğer hareketleri de Ortadoğu'ya çeken neydi? O dönem orada sadece Kürtler, Araplar, Iraklı veya İranlı gerilla grupları yoktu. Yunanlı gerillalar da Yunan diktatörlüğüne karşı mücadele veriyordu. Birçoğunu kişi olarak tanıyorum. Şu an Yunan Sosyalist Partisi'nin başında yer alıyorlar. O yıllarda gerçek bir enternasyonalizm vardı ve Filistin Kurtuluş Hareketi de bunun merkezindeydi. Tüm gruplar Filistin'e her yönden destek vermeye hazırdı. Zaten Filistin hareketi de elde ettiği esas kazanımlarını bu enternasyonalist ruha borçlu. Biz geçmişteki o dayanışmanın gücüyle mücadelemizi bugünlere kadar getirdik. Kızıl Tugaylar, ETA, IRA, PKK, RAF gibi birçok örgüte Filistin, askeri eğitim verdi ama onlar da bizimle yan yana savaşıp can verdiler. Bu enternasyonalist dayanışma nedeniyle bugün dünyanın her tarafında Filistin hareketi meşru sayılıyor. rg Damour kampından sonra Helwe kampına geçildi. Bu iki kamp arasındaki fark neydi? Damour, eğitim kampıydı. Orada sadece askeri eğitim veriliyordu. Ama Helwe, Lübnan'da bulunan DFLP'nin lojistik cephesinin bulunduğu alandı. Helwe, yönetimsel merkezi karargahtı. Bu yüzden ilk zamanlarda Kürt yoldaşlarımızın Helwe'de kalmasını tercih ettik. Çünkü onlar siyasi nedenlerden bizim mücadelemize saygı duysa da ve aktif dayanışma içinde olduklarını söylese de, biz yine de onları Filistin silahlı mücadelesine dahil edip orada kullanmak istemedik. Çünkü biliyorduk ki bir çoğunun bir süreliğine güvenli bir yerde bulunması gerekiyordu. w Orada İsrail ordusuna karşı görkemli bir savaş verildi. Büyük bir direniş sergilendi. İsrail'in birkaç dakika veya saatte almayı planladığı Arnon Kalesi için PKK'li yoldaşlar, büyük bir mücadele verdi. Çok büyük bir çatışmaydı. Orada gösterilen direniş İsrail'i şaşırmıştı. Sayın Öcalan şu an cezaevinde. Ona bir mesajınız var mı? Ben PKK ve Öcalan'ı tanıdım, onlara inanıyorum. Kürtlerin bu köklü mücadelesinin sonunda zaferle sonuçlanacağına da inanıyorum. İç siyasi dinamiklere fazla girmeden diyebilirim ki, Kürt sorununun Türkiye'deki tek çözümü, Kürt halkının ayrı nitelikleri olduğunu kabul edip sorunlarını demokratik ve halkların kendi kaderini tayin etme hakkını tanıyan prensip çerçevesinde çözmektir. Bu köklü dava, şu anki zorluklara rağmen başarılı ve zaferle sonuçlanacaktır. w w w .a rs iv ak PKK'liler neden Filistinlilerle birlikte İsrail'e karşı savaştı? Kendini korumak için miydi, yoksa enternasyonalist bir yapıya sahip oldukları için mi? Söylediğim gibi bizim askeri cephede yer alıyorlardı, nu yüzden de kendilerini Filistin mücadelesinin bir parçası olarak görüyorlardı. Askeri anlamda Kürtler ayrı bir cephe değildi, Filistin askeri cephesinde yer alıyorlardı ve çok ba- Kandil Dağı'nda bir süre İsrail'de, cezaevinde zaman geçirmiş bir Kürt savaşçısı ile tanıştık. Bu insanlar hakkında bilginiz var mı? Nasıl tutuklanıp içeri alındılar? Rakamları tam olarak bilmiyorum ama birkaç yoldaşımız hakkında bilgim var. Birini İsrailliler, Ürdün hükümetine teslim etti. Biz DFLP olarak takip edip Ürdün'de olduğunu öğrendik ve uzun bir zaman sonunda Ürdün hükümetini onu serbest bırakması için zorladık ve sonunda bırakıldı. .o Arnon Kalesi'ndeki meşhur direnişte neler oldu? Orada İsrail ordusuna karşı görkemli bir savaş verildi. Büyük bir direniş sergilendi. İsrail'in birkaç dakika veya saatte almayı planladığı Arnon Kalesi için PKK'li yoldaşlar, büyük bir mücadele verdi. Çok büyük bir çatışmaydı. Orada gösterilen direniş İsrail'i şaşırmıştı. Tabii bu çatışmada 150'ye yakın Filistinli de vardı ama büyük bir kısmı PKK'li savaşçılardı. Ve orada en büyük direnişi Kürt savaşçıları verdi. 1982'de ben Güney Lübnan'da değildim. O zaman Bekaa Vadisi'ndeydim. Orada Kürt savaşçıların güçlü iradesine birebir şahit olmuş ve çok etkilenmiştim. Ne kadar sabırlı ve cesaretli bir iradeye sahip olduklarını görmüştüm. Günlerce yemek yemeden, uyuyacak yerleri olmadan, saatlerce durmadan yürüdüklerine şahit oldum. Orada savaşın gerçek yüzünü görmüştüm. Bu zorluklara karşı canla başla mücadele etmeleri beni çok etkilemişti. şarılıydılar. ur d Sayın Öcalan ve ilişki kurduğunuz Kürtler, Filistin mücadelesi hakkında düşünüyordu? PKK öyle sadece düşünsel olarak bizi desteklemedi, Filistin mücadelesine bizzat destek verdi. 1982'de Israil'in Lübnan saldırısında bizimle aynı cephede savaştılar. Çok sayıda PKK militanı ile Filistinli yoldaşımız bu savaşta hayatını kaybetti. Bunu unutmak mümkün mü? 7 Fotoğraflarla PKK ur d. or g PKK gerillaları Helwe Kampı’nda Filistinlilerle birlikte eğitim görürken... Seyfettin Zoğurlu ve Mehmet Sevgat PKK’nin öncü militanlarından Cuma Tak’ın cenaze töreninden... PKK’nin ilk kadın şehidi Besê Anuş .a rs iv ak 1982’de yapılan PKK ikinci kongresi Kadın direnişinin sembolü Gülnaz Karataş (ortadaki) w w w Bekaa Vadisi’nde Mahsum Korkmaz Akademisi PKK’nin öncü kadrolarından Kemal Pir (solda) Mehmet Karasungur ve Duran Kalkan Abdullah Öcalan ve Ahmet Güler (soldan ikinci) Xakûrkê’de şehit düşen Çiçek... Almanya’da PKK sempatizanlarının yürüyüşü PKK’nin efsanevi komutanlarından Ahmet Rapo dosya Apocu hareket ve Tuzluçayır T w w w rg .o .a rs uzluçayır yoğunluklu olarak Alevi, yoksul kesimin ve kısmen de Kürtlerin yaşadığı bir mahalleydi. Bu özelliğinden dolayı da devrimcilerin üslendiği bir mahalle olma özelliğini taşıyordu. Türk sol örgütlerinin de öncü kadrolarının çıktığı bir yerdi. İbrahim Kaypakkaya'dan Hüseyin İnan'a kadar Türk solunun öncü kadroları bu mahalleden çıkmıştı. Polislerin ve faşistlerin giremediği kurtarılmış bölgeydi burası. 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden aylar geçmesine rağmen faşistler bu mahalleyi giremezken, polisler ise konvoylar halinde giriyordu. 1970'li yılların ortalarından itibaren Apocu hareketin de kök saldığı yerlerden biri oldu Tuzluçayır. Apocu hareketin bugünlere gelmesinde çok önemli bir yeri var Tuzluçayır'ın. Apocu hareketin öncü kadrolarından Kemal Pir örgütlemişti bu mahalledeki gençleri. Sonlarında çok sayıda genç Harekete katılmıştı. Hareketin çekirdek kadrolarının birçoğu Tuzluçayır'daki gençlerden oluştu. İlk şehidi Ali Doğan Yıldırım Tuzluçayırlı idi. Yine Şahin Kılavuz, Doğan Kılıçkaya, Asker Demir, Haydar Altun, Gürcan Özcan, İbrahim Bilgin, Zeynep Erdem, Filiz Yerlikaya, Sinan Altun, Salih Doğan Yıldırım… Tuzluçayır'dan bu mücadeleye katılıp şehit düşenlerden bir kaçı. Apocu hareket ilk katıldığı mitinge "Kahrolsun Sömürgecilik" pankartı altında Tuzluçayırlı gençlerin örgütlediği kalabalık bir grupla katıldı. Mahalledeki kadın, çoluk çocuk hepsi birden katılmıştı mitinge. İlk halk örgütlenmesi bu mahallede gerçekleşmişti. Bizim evde Tuzluçayır'ın hemen üst tarafından Natoyolu denilen bir mahallede 2 odalık bir gecekonduydu. Bir tepenin yamacına 1000 metre karelik bir alan kurulmuş, bahçesinde Nenem Hatice Altun, yaptığı röportajlarda 1970'lerdeki Apocuları ve o günleri şöyle anlatıyordu: "Bizim evde çok kaldılar. Hepsi okuyordu ve sonra bıraktı. Seminer veriyorlardı ve gidiyorlardı. Bizim ev 12 Eylül'e kadar iki günde bir basılırdı ama hiçbir zaman bir şey yakalatmadım. İyi silah saklardım. Elime aldığımda göremezdin. Tonla silah sakladım. Hiçbir silahı bugüne kadar devlete vermedim. Çok cesaretliydim. Ama şimdi kalmadı. Yaşlandım. Bir şey yapamıyoruz. Böyle işler başımızdan çok geçti. Neler yaşadık!..." ur d Salih DOĞAN ak t (Apocu Hareketin ilk şehidi Ali Doğan Yıldırım’ın şiiri, 1975) kavak ve meyve ağaçları dolu. Ankara'da oturuyoruz desek de, kentin merkezine otobüs veya dolmuş ile gitmek bile bir saatten fazla alıyordu. Yani Ankara'nın kenarında bir mahalle. Çoğu insan bilmez ama Apocu Hareketin kuruluşu açısından tarihi öneme sahip bir gecekondu. Apocu gençlerin ilk eğitimlerini, ilk toplantılarını, ilk eylemlerini planladıkları bir mekan. Bu küçük evde neler yaşanmadı ki, kimler gelip geçmedi ki! Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'dan Kemal Pir'e, Mazlum Doğan'dan Sakine Cansız'a, Haki Karer'den Ali Haydar Kaytan'a kadar PKK'nin önder kadrolarının hemen hemen hepsinin uğrak yeriydi. 8-10 genç evin bir odasına girip günlerce çıkmadan bir şeyler okuyor, bir şeyler taşıyor. Nenem (Hatice Altun) ise onlara yemek hazırlıyor, çay veriyor, yatmaları için yataklarını seriyor. Günlerce bir odadan çıkmadan ne yaptıklarını merak edince de odanın kapısındaki küçük deliklerden içeriye göz atmayı deniyor, kapıyı dinliyor. Ama ne olduğunu, neden günlerce çıkmadıklarını, ne okuduklarını çok da kestiremiyor. Aylar geçtikçe evimiz artık gelenleri karşılamaya yetmeyince, bu sefer bu Apocu gençler harekete geçerek evimizi büyütüyorlar. Evi yıkıp briketlerle yerine 4 odalı büyük bir ev inşa ettiler. Bu ev yıllarca Ankara'ya gelen Apocuların uğrak yeri oldu. Hatta bazen Ankara'ya iş için gelen Apocular bizim eve uğramadığında Nenem, "Onlar nasıl PKK'li ki bizim eve uğramamışlar, kesin PKK değiller" demekten kendini alamıyor. 1970'lerin ortalarından itibaren devletin baskıları da giderek arttı. Neredeyse her Allah'ın günü evimiz basılıyor, didik aranıyor, evde her kim varsa gözaltına alınıyordu. Her olaydan sonra veya her önemli etkinlikten önce polislerce basılıyordu. Tüm DAL (Derin Araştırma Laboratuvarı) polisleri ile tanışık olmuştuk. Ama sadece evdekiler değil komşularımız bile polise gelen gidenler hakkında bilgi vermiyor, yıllarca yanıbaşımızdaki evlerde oturan komşularımız polislere bizi tanımadığını söylüyordu. Ailenin gözaltına alınmayan, işkence görmeyen, tutuklanmayan bir tek ferdi bile kalmamıştı. Apoculara destek veren, çocukları katılanlara yönelik de baskılar giderek artmıştı. Tüm bu baskılara rağmen Tuzluçayır, Apocu Hareketin bir kalesi haline dönüşmüştü. Birçok ev kapısını Apoculara açmış, çok sayıda genç harekete katılmıştı. Nenem, yaptığı röportajlarda 1970'lerdeki Apocuları ve o günleri şöyle anlatıyordu: "Bizim evde çok kaldılar. Hepsi okuyordu ve sonra bıraktı. Seminer veriyorlardı ve gidiyorlardı. Bizim ev 12 Eylül'e kadar iki günde bir basılırdı ama hiçbir zaman bir şey yakalatmadım. İyi silah saklardım. Elime aldığımda göre- iv Tükenmedi umut bizde Gün oldu katledildik Ağrı eteklerinde Kerkük boylarında Ve Yemen'de 38 de Dersim'de 40 bin ölü Daha doğmamıştı çocuk o gün Yuvarlak karınlarda çocuklar Bir isyan ardından göçüp gittiler Seni kime demeli tutsak mitralyöz Hele hele bizleri Umuda ser verdik Umuda kavga verdik ve kavgaya ölü verdik Yeni doğan bebe uğramasın sömürgeye Şafak loy şafaktan Gelir sesimiz Ortadoğu'dan Nurhak'tan Gelir sesimiz Kürdistan'dan şafaktan loy Yeni doğan bebe uğramasın sömürgeye mezdin. Tonla silah sakladım. Hiçbir silahı bugüne kadar devlete vermedim. Çok cesaretliydim. Ama şimdi kalmadı. Yaşlandım. Bir şey yapamıyoruz. Böyle işler başımızdan çok geçti. Neler yaşadık!.. Ev herkese gösterilmiyordu. Başkan, Kemal Pir, Cemil Bayık, Fuat Heval, Muzaffer Ayata, Haki Karer, Mustafa Karasu ve diğer arkadaşlar geliyordu. Haki arkadaş açık diğerleri gizli gelirdi. Neşelilerdi. O kadar neşelilerdi ki yükümüz çok hafiflerdi. O grup başkaydı. "Kürdistan'ı kuracağız" diyorlardı. İnanıyordum. Halen inanıyorum. 1975'teki dönüş toplantısı bizim evde oldu. Başkan görev verdi. Herkes bir yere gitti. Sonra partiyi kurdular. "Kuruluş Bildirgesi" diyorlardı. Elden ele altın gibi saklıyorlardı. Bir komşuya bile söylemiyorduk. İlk gruptakiler çok temiz iş yaparlardı. Birbirlerini tutuyorlardı. İnsan doğru dürüst iş yaparsa sevilir. Onlar öyleydi. PKK iyiydi. Birbirini çok seviyorlardı. O günler çok güzeldi." Birkaç gencin Ankara'da "Apocular" olarak başlattığı, kısa zamanda milyonları etkisi altına alıp her geçen gün dev gibi büyüyen bir hareket ortaya çıktı. Bugün bir halkın ölümüne verdiği özgürlük mücadelesi 1970'lerde zorluklar ve yokluklar içinde, "iğneyle kuyu kazarak" ortaya çıkarıldı. O günleri bilmeden, tarihi hafızalara kazımadan bugünü anlamak, bu hareketi anlamak imkansız… Tuzluçayır’da PKK’nin ilk toplantılarını yaptığı ev PKK’nin ilk şehidi Ali Doğan Yıldırım 10 dosya t Haşim... Dicle’den geçmek için son seferini yaparken, keleklerden biri patladı. Lastiklerin havası hızla boşaldı…Kahraman, suların öfkesine kapılmış gidiyordu. Haşim onun ardısıra dalgalara atıldı. Ve bir daha dönmedi. Bengi HÜSEYİN ur d .o rg İ ak Kuruluş yıllarında PKK milisleri/Botan iv Ancak sınırın bir yanında küçük küçük tepeler vardır. Her tepenin ardında ise bir tehlike. Her an muhtemel bir sınır devriyesi tetiktedir. Sınırı geçtikten altı saat sonra yeniden engebeli arazi başlar. Buraya varıldığında, kış mevsiminde dizlere kadar çamura bata çıka yürüyüşe devam ederken, dikkat ve inceliğini kaybetmeyen Haşim, her zamanki gibi iki kişiyi yanına alarak kaçakçıların yanına gitti. Grubun gelişini bildirdi. Anlaştılar. Keleklerini beraberlerinde getirmişti. Orada, suyun kıyısında nefes nefese, sırayla birbirlerine devrederek, ciğerlerini bir körük gibi kullanarak şişirdiler. Keleklere en fazla on kişi binebiliyordu. Sınırın öte yanına bir gerilla grubu geçirdikten sonra, içlerinden biri kanser hastası olan yaralı grubunu getirmesi gerekti Haşim’in. Kanserli gerilla, uzun süredir yoldaydı, doktora yetişmesi gerekiyordu. Ancak çok geç kalınmıştı. Diğer bir erkek ve iki kadın da yaralanmışlardı. Haşim, sınırın gerisinde bir tepedeki koordine merkezini aradı. "Sipan Sipan! Sipan Sipan!" Sınırın öte yanından cevap geldi. "Haşim Haşim, dinliyorum!" “Dört yaralı var. Biri kanser, ağır. Diğer arkadaşlarda mermi yarası var. İkisi kadın. Kanserli arkadaş dışında hepsi yürüyebiliyor. Yola çıkıyoruz." Aradan iki saat geçtikten sonra, koordine merkezinin telsizi yeniden bağırdı. "Sipan Sipan!" “Dinliyorum, Haşim!” “Sipan Sipan! Arkadaşlardan biri bizi terketti! Tamam." Koordine merkezinde kısa bir sessizlik oldu. Haşim şehit düşmüş gerillanın yüzüne bakıyordu. Telsiz yeniden çaldı. "Haşim Haşim!" Haşim gözlerini şehit gerillanın belli belirsiz görünen yüzünden karanlığa kaldırdı. "Dinliyorum Sipan!" "Kaç saatlik yol geldiniz?" "İki saat. Tamam." "Haşim, geri dön." Sessizlik yeniden gelip yerleşti. Haşim bir kez daha, önce hayatını kaybeden gerillaya, ardından da düşüncelerini anlamak ister gibi diğer yaralılara baktı. Sessizlik, sadece dille- w w w .a rs nce, uzun dal boyluydu. Esmer kara yüzünde kendinden emin bir ifadesi olurdu her zaman. Kuryeydi...Yedi yıl boyunca sırtında yüzlerce gerillayı taşıdı. Önce Hüseyin’in komutasında bir kuryeydi, yardımcılığını yapıyordu. Hüseyin’in şehit düşmesiyle Haşim, ustası olduğu bu işin başına geçti. Okur-yazar değil Haşim. Ancak sayıları yazmasını biliyor. Hesap yapmasını ise herkesten çok daha iyi biliyor. Gerilla silahlarının alımından sorumluydu çünkü. Gerillanın silah ve diğer erzakını kurnaz tüccarlardan satın aldığında son derece titizdi. Haşim, kendi köyünden, çevresinden en iyi bildiği genç arkadaşlarını seçti, onlara eğildi, nefeslerini dinledi, umut aldı, bilgi verdi. En son genç bir kız olan yeğeni gibi, hepsini kendi eliyle donattı, giydirdi, silahlandırdı ve gerilla mevzilerinde nöbete göndermeyi bekledi. Dediler, "sınırın öte yanında yaralılar bekliyor." Bunu dediklerinde Haşim, yaralı bir aslan gibi dönüp durdu, duramadı yerinde. Uyuyamadı. Sınırın öte yanında yaralı olduğu zamanlarda, boş gidip gelmek olur mu? Gidecek bir grup aradı, sordu, topladı, kendi bulduklarıyla buluşturdu, donattı. İğneden ipliğe denetledi. Her şeyleri tamamdı. Her şeyi tek tek tarif etti. Komutan kimdir, kurye kimdir, hepsini tanıttı. Sıraya dizilmiş gerilla adaylarına gece yürümenin, sırat inceliğinde yol katetmenin ilmini anlattı: "Yürürken Çiyayê Spî’nin doruğunu gözden yitirmeyeceksiniz. Arkadaşınıza sahip çıkacaksınız. Hatta yürüyüşte kendiniz değilsiniz, arkadaşınızsınız. Yürüyüş, bir yoldaşlık işidir. Yalnız başınıza hiçbir anlam ifade etmezsiniz. Önünüzden giden kimdir ve ardınızdan gelen kimdir bileceksiniz. Çantanızı sırtınıza mükemmel bağlayacaksınız. Arkadaşların herhangi bir nesnesi düşerse, kaldıracaksınız. Ayaklarınızı yerde sürümeyeceksiniz. Çünkü en düz ovada olsanız bile, esasta bir dağ yokuşu çıkmaktasınız. Silahınızı, şutüğünüzü sağlam bağlayacaksınız. Hiçbir eşyayı kaybetmeyecek, düşürmeyeceksiniz. Çantanız içindeki eşya sizin değildir. Çantanızda çözümlenmiş hayatlar vardır. Arkadaşlara gidecek mektuplardır. Canınızı kaybetmedikçe, bunları kaybetmeyeceksiniz." Uzun boylu, kara-esmer, ince dal gibi zayıf ve yemek yemeyi fazla sevmiyor olması, belki de O'nun rüzgarla yarışması için gerekli olduğundandır. Bunun için kendisine çoğunlukla "Dirêj" de diyor arkadaşlar. Hevalê Dirêj’in uğradığı beş-altı ev var. Bunların dışında hiçbir eve uğramaz. Aslında o kadar büyük bir tehlike olmamasına rağmen, gizliliğin bir gereğidir. Haşim, bu evlerdeki ailelerin bir bireyi gibidir. Her şeyiyle onlarla birliktedir. Onlar da Haşim’i böyle düşünürler. Dağları-taşları sevmek nedir? Ona bir kez kavuşup yetinmek değil, sonsuz bir kavuşma halinde olmaktır. Haşim, Dicle’nin öte yakasındaki savaşa kattığı yüzlerce savaşçıya yenilerini eklemek için yola çıktı. Grup geçerken de, Haşim sürekli keşif halindedir. Zaman zaman grubu mevziye yatırarak kilometrelerce ileri gidiyor, zaman zaman gelip en arkada yürüyor. Tehlike hangi taraftaysa, Haşim oradadır. Sınır düzlüktür, "deşt" denilen tarlalar göz alabildiğine uzayıp gider. Grubun hedefi olan dağa, yani dokuz saatlik yola kadar dağ yoktur. rinde değil, yüzlerinde de yer edinmişti. Kararsız değildi Haşim. Yalnızca kederdendi düşünmesi belki de. Yeniden telsizini ağzına yaklaştırdı. "Sipan Sipan! Geri dönemem. Geri dönmeyeceğim." “Haşim Haşim, taşıyamazsın. Geri dön!" Haşim yeniden, ses tonunu hiç değiştirmeksizin dönmemekte ısrar etti. Sonunda Haşim’in iyi tanıdığı, ona güvenle dolu bir ses girdi araya. "Sipan Sipan! Haşim’in üzerine fazla gitme, boşuna. Geleceğim diyorsa gelir." Araya giren anakarargahtı. Bunun üzerine koordine merkezi ısrarını kesti. Yeniden Haşim’i arayarak neden dönmemekte ısrar ettiğini sordu. Haşim aynı sükunetle cevap verdi. "Şu anda bir kişi bizi terketti. Eğer dönersem, bu arkadaşları da kaybedebiliriz. Hepsinin eve yetişmesi gerek. Yoksa bizi terkederler." Haşim, üstü kapalı biçimde yaralıların acilen hastaneye yetiştirilmeleri gerektiğini, bunu yapmazlarsa yeni ölümler yaşanacağını söylüyordu. “Sipan Sipan! Sorumluluğu üzerime alıyorum. Arkadaşları getireceğim." Haşim, Sipan’a hazırlık yapmasını söyledi. “Anlaşıldı.” Yeni şehit için mezar kazılacaktı. Sabaha doğru saat 3-4 sıralarında, koordine merkezi yeniden Haşim’i aradı. Haşim yarım saatlik yoldaydı. "Arkadaşların durumu nasıl? Taşıyabiliyor musun?" Haşim işinden alıkonulmak istenen bir usta edasıyla cevap verdi. "O benim sorunum. Siz hazırlık yapın. Karşılama yerinde yarım saat içinde hazır olun." Sonunda buluşma noktasından grubu alan kamyonet, şehitliğe ulaştı. Yaralı gerillaların ikisi şehidin yanlarında, biri de başucunda duruyordu. Şehit, tam ortada, boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Arkadaşları, sırayla şehidi yüzünden, sanki derin uykusunu bozmamak için özen gösterircesine, usulca öptüler. Haşim önce şehidi indirdi. Yorgundu, ancak asla belli etmiyordu. Kazılan mezarı beğenmedi. Kazmayı alıp mezara indi, uzunlamasına ve derinlemesine daha çok kazdı. Yeterli olduğundan emin olduktan sonra da çıktı. Arkadaşlardan biri mezardaki toprağı atarken, o şehidin saçlarını taradı. Üstünü özenle düzeltti. Ayakkabılarını çıkarıp sildi, yıkadı. Yeniden giydirerek bağlarını özenle bağladı. Sonra yüzüne baktı. Eliyle saçlarını yana doğru okşayarak, kendisi de şehidini öptü. Sonra arkadaşlarıyla birlikte onu gömütün içine indirdi. Toprağını yavaş yavaş örttü. Haşim mezarda hiç tümsek kalmayacak biçimde toprağı tesfiye ettiğinde, güneş çoktan öğleye yükselmişti. Ocak 1997’ydi. Haşim, 4 ay kadar kaldığı cezaevinden çıkalı fazla olmamıştı. Yine aynı titizlikle, aynı ustalıkla bir grubu Dicle’ye ulaştırdı. Yardımcı olarak yanına Kahraman’ı almıştı. Dicle’den geçmek için son seferini yaparken, keleklerden biri patladı. Lastiklerin havası hızla boşaldı. Haşim, 8 gerillayı teker teker suyun bu kez hayat yerine öfke ve ölüm saçan kucağından kurtardı. Bir tek kişiyi en sona bırakmıştı. Bu, yardımcısı Kahraman’dı. Kahraman, suların öfkesine kapılmış gidiyordu. Haşim, onun ardısıra dalgalara atıldı. Ve bir daha dönmedi. 11 dosya İlk gazi: Heval Hikmet w w w rg .o ur d .a rs iv O *** sında, çocukluğundan beri öğretmenlik vardır. İlköğretim ardından hayaline doğru adım atmayı da başarır: 1976'da DiBu sıralarda Heval Hikmet, örgütlü mücadeleyle tanışmaya yarbakır Öğretmen Lisesi'ne kayıt yapmaya hak kazanır. başlamıştır fakat henüz çok acemi, eksiktir. Liseliler Derneği'ni kurmaya girişirler, daha ilk ayda kapatılır. Fakat yine de, öyle ya Öğretmen Lisesi'nde, Diyarbakır bir Kürt kenti olmasına da böyle, faşistleri okuldan kovmayı başarırlar. Okul kapanır, rağmen, faşistler hakimdir. Heval Hikmet, örgütsüz de olsa Heval Hikmet Siverek'e döner. Sonraki sene, faşistlerin yeniden Kürtlüğünün ve uğradığı saldırının ayırdındadır. Zaten okula girmesini engellemek için on beş gün erken gelen gruyurtta saldırıya uğramak için de yalnız Kürtlüğüne sahip bun içindedir. Sonrasını ondan dinleyelim: çıkmak yetmektedir. Faşistler bazı gecelerde seçtikleri bir Kürt'ü yatağından kaldırıp iş"Bekledik, gelen faşistlerin hepsini iyice ‘tertemiz kence yapmaktadır. Heval Hikmet'in ilk basit ettik’, okuldan attık. O zaman bu fraksiyonlar yeni "örgütlü" duruşu, o günlerde başlar. Şöyle yeni yayılıyordu. Genel olaraksa Maocu ve Leninci anlatıyor: "Biz üç arkadaş, kendi kendimize diye bir ayrıma gidiyorlardı. Benim kullandığım öyle bir terim yoktu. Mao'yu çok seviyordum, bazı karar almıştık, birbirimizden hiç ayrılmıyorkitaplarını gizli gizli bulup okumuştum, ama duk. Diyorduk ki, gece gelip birimizi çağırMaocu değildim. Bir gün okulda salondaydık, baksalar hepimiz gideceğiz. O yüzden işte o tım biri diyor 'Ben Maocuyum', diğer taraftan okulda herkes dayak yiyordu ama Osman OĞUZ DDKD'li diyor 'Ben Leninciyim'. Atışmalar bu şebiz yemedik." kilde... Mehmet Siğa bana demişti ya, 'Bir kişi de olsalar gelir Heval Hikmet'in Apocu hareketle tanışması okulu basarlar.' Ben de ondan etkilenmiştim, dedim, 'Ben da bugünlere rastlar. Diğer Kürt sol hareketlede Apocuyum ula!' Hepsi dönüp bana baktı. riyle kısmen tanışmıştır; fakat Apocu hareketi hiç bilmez. Duvarlarda Haki Karer'in şehadeO sırada arkamda Batmanlı Mehmet Çelik diye bir arkadaş tine ilişkin afişler görse de, ne fotoğraftakinin vardı. Meğer, Mazlum Doğan arkadaş filan Batman'da çalışma kim olduğunu, ne de ne anlatıldığını bilir. yürütüyor ya, onun ilişkisi varmış. Herkes dağılınca yanıma Bundan sonrasını ve Apocu hareketle tanışgeldi, dedi, 'Sen Apocu musun?' Dedim, 'Evet, Apo Kürt'tür. masını Heval Hikmet, şöyle anlatıyor: "1978 yıBiri Rusya'yı tutuyor, öbürü Çin'i tutuyor; ben de Apocuyum!'" *** lında, okulda yine faşistlerle sorunlar yaşıyorduk. Okula polis eşliğinde silah sokuyorlardı.Yirmi otuz Heval Hikmet, o günün ardından partiyle ilişkilenir. Okul kişilerdi ama o kadar insana işkence ediyorlardı, bittikten sonraysa ikileme düşer: Mücadeleye mi katılacağım kimse de ses etmiyordu. Biz ise silah sokamıyoryoksa öğretmenlik yapıp asimilasyonun hizmetkarı mı oladuk, karşı koyamıyorduk. O günlerde DDKD cağım? Birincisini seçer. (Devrimci Doğu Kültür Dernekleri) yeni açılPKK, Hilvan ve Siverek'te halka her açıdan zulmeden aşiret mıştı, oraya gittik. Başkanı Mustafa Kamdüzeniyle, ağalık rejimiyle kavga halindedir. Heval Hikmet bel'di, Siverekli bir hemşerim. Onlara, 'Siz de bu kavgaya dahil olur. 1979'da, 13 Ekim'i 14 Ekim'e bağdışarıdan yardıma gelin, zaten yirmi otuz layan gece, saat dört sıralarında, Mehmet Karasungur'la birkişiler, bunları okuldan atalım' dedik. Muslikte Bucak aşireti mensuplarının kurduğu pusuya düşerler. tafa Kambel dedi 'Okula dışarıdan gelİşte Heval Hikmet, "ilk gazi" ünvanını almasına neden olan mek, meskene tecavüz olur, cezası ağırdır.' yarayı orada alır. Aynen böyle dedi, çıktık oradan. Sanki o günü yeniden yaşıyormuş gibi, heyecanla anlatıyor: Dernekten çıkınca ilkokul arkadaşım Si"14 Ekim 1979'da sabaha karşı dört civarıydı. Pusuya düşverekli Mehmet Siğa'yı gördük. Onu da tük. Silah sıkıldı, kendimizi yere attık. Kurşunun nerden gelDDKD'li sanıyordum. 'Yahu' dedim, 'Mehdiğini çözmeye çalıştık. O sırada başıma sanki kızgın bir şiş met, sizin arkadaşlar meskene tecavüz girmiş zannettim. Meğer kurşun gelmiş. Kimseye hissettirmediyor, desteğe gelmiyor, faşist baskılar südim, kafamı yere bıraktım, dedim kan gitsin. Kan giderek çatrüyor.' Mehmet dedi, 'Burada Apocular lamış toprakta göl oldu. Sonra kefiyeyle sardım kafamı. Ortalık yok mu?' 'Apocular kim' dedim, daha biraz sakinleştikten sonra yerimden kalktım, hiç çaktırmadan bilmiyordum. Dedi, 'Apocular varsa yürümeye çalışıyordum. Karasungur gördü, "Gel bu tarafa" bir kişi de olsalar gelir okulu basardedi. Farkında değilim, 'gêj' (sersemlemiş) olmuş sallanıyolar.' İşte Apocularla ilgili ilk bilgiyi rum. Şevki kırılmasın diye "Bir şeyim yok" dedim. Gittim sipere ondan aldım. Sonra Haki Karer afgirdim. Karasungur geldi, ceketini çıkardı, kafama sardı.Tekrar işlerinin önünden geçerken daha davrandım, kızdı bana, "Uzan, hareket etme" dedi. Tek elim dikkatli bakmaya başladım. Afişte, çalışıyordu, onunla taşları kaldırdım, önündeki siperi kuvvet'Kahrolsun sömürgecilik! Yaşasın lendirdim, ona mermi hazırladım. Gün doğana kadar sürdü bağımsızlık ve proletarya ençatışma. Sonra Karasungur bir fişek attı, kaçtılar." ternasyonalizmi!' yazıHeval Hikmet, bu çatışmayı anlattığı şimdilerde, Karasunyordu." gur'un fedakarlığını, cesaretini ve başını ceketiyle sarmasını unutamıyor. Ondan bahsederken diyor ki: "Ben nasıl unutayım? O arkadaşların bendeki etkisi güçtür, güç. Cesaretleri, fedakarlıkları insanı yürütüyor, çok derinden etkiliyor." *** Yaralandıktan sonra Heval Hikmet, bir süre daha ayakta kalıyor ama bir yerden sonra yıkılıyor. Hastaneye kaldırıyorlar. Günlerce kendine gelemiyor. Bir yanı felç oluyor. Uyandığında kendini, giysileri çıkarılmış, cihazlara bağlanmış buluyor. Aklına ilk pantolonunun cebindeki hareketin parası düşüyor, onu soruyor. İki kez on beşer günden bir ay hastanede kaldıktan, kısmen tedavi olduktan sonra yeniden doğruluyor. Eksik de olsa sürdürüyor mücadelesini. Bugün hala, "Bazen kendi ak "1958'in ilkbaharında, Siverek'in Bucak nahiyesi, diğer ismiyle Fak köyünde doğdum." mevsimde o köyde, başka kaç çocuk doğdu, kimbilir. Ama onlardan kaçı, bir halkın yeniden doğuş hikayesine böylesine yakın tanık oldu. Hikmet Tüysüz, Heval Hikmet, o ilkbaharda Fak köyünde doğdu; ama son doğuşu değildi bu. Halkıyla birlikte yeniden doğdu; Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'nin ilk gazisi olarak da yazıldı adı tarihe. Bu yazı, onun hikayesinin eksik, acemi ve kifayetsiz bir özetinden ibarettir. *** 1960'ların Siverek'i, devletin asimilasyon politikası açısından, Kürdistan'ın diğer yerlerinden pek farklı değildir. Burada da devlet, bir yandan zapturaptını derinleştirmekte, bir yandan aşiretleri politikasına entegre etmeye girişmekte, öbür yandan ise her evden iki çocuğu Yatılı İlköğretim Bölge Okulları'na kaydederek "objektif ajana" dönüştürmeye uğraşmaktadır. Heval Hikmet, Kalender aşiretinin Qosan kabilesinden... Nüfuzlu bir ailenin çocuğu olarak gelir dünyaya. Okula ancak 10 yaşına ulaştığında başlar. Önce Bekçeri Köyü İlkokulu’na, ardından Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'na kaydedilir. Türkçe'yi burada öğrenir; devletle ilk bu okulda tanışır. Okuma merakıyla dikkat çeken Heval Hikmet'in kafa- 12 dosya Hatırası güç verenler... 40 .o rg yıllık mücadelede Heval Hikmet, yüzlerce yoldaş ediniyor elbette. Birçok yoldaşı şehit düşüyor; hepsi güç olarak, kavga azmi olarak ekleniyor bedenine, yüreğine. Hepsin i anlatmasını istemek olmazdı. Ama kuruluş döneminden birkaç ismi sorduk ona. Şöyle cevaplar verdi: Cuma Tak: Çocukluk arkadaşımdı. Aynı köyün çocuğuyduk. Annemin anlattığına göre aramızda sadece altı ay vardı. Arazisi, hiçbir şeyi yoktu ailesinin; başkalarına yarıcılık yaparak geçiniyorlardı. Ama çok da onurlu bir aileydi. Cuma Tak, askeri yönleri güçlü bir arkadaştı. O açıdan bir dehaydı, komutandı. Teorik olarak belki çok güçlü değildi ama kararlılık düzeyi zirvedeydi. Kemal Pir: Yalnız cezaevinde tanıdım. Hem morali hem de öngörüsüyle bir örnekti. Mesela Mamak Cezaevi'ndeki uygulamaların Diyarbakır Cezaevi'ne geleceğini ilk olarak o söylem işti bize. Mehmet Karasungur: Çok cesaretliydi. O da etrafına moral veriyordu. Her işe kendisi girişiyordu. Benim için yaralandığım gece, her şeye bedeldir. Bana verdiği değer, ceketini başıma sarması, kan kaybını engellemeye çalışması, benim için büyük bir moral, büyük bir güç oldu. Mehmet Hayri Durmuş: Mahkemede edindi ğim izlenim şuydu: O, düşmana kadar herkesi etkileyebilen bir özelliğ e sahipti. Hakim Emrullah Kaya'nın onun karşısında küçülmesini görüyordum. Hayri Abi konuşmaya başladığında elini çenesine koyup hayretle izliyordu. Eminim, "Kürtlerden nasıl böyle konuşan biri çıkar" diyordu, kendi kendine. Tesbih tanelerini çekiyorsun ya, konuştuğu zaman sanki öyleydi. Hem ideolojik hem politik, davayı iliklerine kadar yaşayan bir arkadaştı. ur d tunarak yürüyebiliyordum. Oradan 5. Koğuş’a götürdüler." 5. Koğuş'a giderken koridorda, bir mazgaldan gür bir ses geliyor: Hoşgeldin! Sesin sahibi, daha sonra Kürt halkının özgürlük mücadelesinin sembollerinden birine dönüşen Kemal Pir'dir; o da 5. Koğuş’un komşusu 7. Koğuş’ta kalmaktadır. Heval Hikmet gülümsüyor: "Senden önce hoşgeldin diyenler oldu valla." *** Sonrası işkence ve direnişlerle süren 11 yıllık hapislik. 5 Nolu'daki zulüm, çok yazıldı çizildi, o yüzden sınırları belli bu yazıda tekrar etmeyeceğiz. Siz bütün o zulümleri, başına kurşun yemiş, felç geçirmiş ama direncinden, devrim inancından zerre yitirmemiş bir insanın öyküsüne ekleyin işte... Heval Hikmet, 1991'in 2 Ekim'inde, cezası Yargıtay tarafından bozularak hapishaneden çıktıktan sonra da ara vermiyor mücadelesine. Bu sefer durağı, önce Adana, sonra İstanbul oluyor. Özgür Gündem gazetesinin sayfa montajı işlerinde çalışıyor. Kısa sürede gazetenin sevdiği bir isme dönüşüyor. Ayrıca yarım kalan epilepsi tedavisini de sürdürüyor. 1993'ün Kasım ayında bozulan cezası tekrar veriliyor. Artık yurtiçinde kalmasının yolu kalmıyor. Önce yoldaşlarının yanına Şam'a, ardından Avrupa'ya çıkıyor. Sonrası bir sürgün hikayesi işte... Ama sıradan bir hikaye değil yine. O, Avrupa'da özgürlük mücadelesi yürüten hemen herkesin tanıdığı, saygı duyduğu, feyz aldığı 40 yıllık bir emektar bugün. Ve yüzde yüz engelli raporu almasına neden olacak kadar hasta olmasına ve yaşlanmasına rağmen gençleri imrendiren bir heyecanla sürdürüyor, yaptığı işi. ak Ali Çiçek: Onu nasıl izah edeyim, bilmiyorum ki. Zorlanıyorum. Soruşturmada Ali arkadaşa isnat edilen 96 tane pratik eylem vardı. Bunlardan 30-35 tanesi yerinde teşhisti. Hiçbirini kabul etmed i, sadece, "Ben sempatizanım, propaganda yapıyordum, bildiri dağıtıy ordum" diyordu. Soruşturmaya da öyle geldi. Ali, Kemal Pir'den çok etkilenmişti. Kemal Pir'in soruşturma ifadesi mahkemede okunmadı, yoktu. Herkesinki okunduktan sonra mahkeme heyeti, "Soruşturma ifadesi okunmayan var mı" dedi. Önce Kemal Pir elini kaldırdı, sonra Ali Çiçek de kaldırdı. Kemal Pir ona baktı, hafifçe mırıldandı, sesi hepimize geldi, "Zaten olsaydı kendimden şüphelenirdim" dedi. Ali Çiçek, çok gençti ama militandı. Yılmaz Uzun: Birlikte en uzun kaldığım arkada ştır. Cezaevinden çıktıktan sonra da geldi bir hafta kaldı. Kararlılık düzeyi yüksek, net bir arkadaştı. Müthiş pratikçiydi, kararlıydı, çok bağlıyd ı. Militandı. w w w .a rs iv kendime o kadar erken bu durumla karşılaşmasaydım. Çok zaman kendimi eksik hissettim" diyen bir devrimci, durur mu hiç? 2 Ekim 1980'de, darbeden yirmi gün sonra, Heval Hikmet ve Yılmaz Uzun, Mehmet Celal Bucak'ın evinin kırk elli metre arkasındaki bir eve düzenlenen nokta operasyonunda gözaltına alınıyor. Asker, evin içinden botlarla tekmeleye tekmeleye çıkarıyor onları. Gözlerini bağlayıp, önce kendisinin de okuduğu Siverek YİBO’ya götürüyorlar. Tarihin cilvesi: Devletin asimilasyon merkezi, işler farklılaşınca bir çırpıda işkence merkezine dönüşüyor. Heval Hikmet burada ilk defa olarak "insanın ayakta da uyuyabileceğini" öğreniyor. Zira Yılmaz Uzun ve onu ranza önlerine ayakta diziyor; ne uyumalarına ne hareket etmelerine izin veriyorlar. Arada insafa gelen bir asker olduğundaysa, ancak ayakta durdukları yerde başlarını ranzaya koyup uyuyabiliyorlar. Heval Hikmet'in hastalığı, işkencecileri pek ilgilendirmiyor. Her vurduklarında Yılmaz Uzun uyarıyor: Yapmayın, hastadır! Dinlemiyorlar. Elektrikli, falakalı, kaba dayaklı işkencelerden o da geçiyor ama hiçbir şey söylemiyor. "Yılmaz'la kirveyiz. Aşiret kavgasında yaralandım. Kimseyi de tanımam bilmem" diyor da, başka şey çıkmıyor ağzından. Buradan sonraki durağı, önce Diyarbakır'daki askeriye oluyor; bu sürece "nekahat" diyorlar. İşkence izlerinin silinmesi için bekletilme dönemi diyelim. Sonrası, o meşhur 5 Nolu... Heval Hikmet anlatıyor: "5 Nolu'daki ilk günde bize, 'Sizi 36. Koğuş'a göndereceğiz' dediler. 36. Koğuş, hücre demekti. Daha içeri girmeden bir hoşgeldin dayağı çektiler. Kafamızı duvarlara vurdular. Ben desteksiz yürüyemiyordum, mutlaka birine tu- w O, Avrupa'da özgürlük mücadelesi yürüten hemen herkesin tanıdığı, saygı duyduğu, feyz aldığı 40 yıllık bir emektar bugün. Ve yüzde yüz engelli raporu almasına neden olacak kadar hasta olmasına ve yaşlanmasına rağmen gençleri imrendiren bir heyecanla sürdürüyor yaptığı işi. 13 içeri’den Işık doğuran bir anaya: rg .o .a rs w w w 14 Dersim’e ülkemin uçurum baharlarına gitmek istiyorum. 38’den kalma ağıtların halen yankılandığı o vadilere, çocukluğumda o vadilere yaktığın ağıtları dinliyorum. Her ağıtta sen, ayrılığa uğurladığın oğluna gözyaşı döküyorsun. Ben ise acıyan yüreğine ağlıyorum annem. Benim o çocuk yüreğim halen ağlıyor, senin yüreğinin acıyan yanına. Yüreğimin denizi taşıyor annem. Yüzüme düşen her gözyaşı damlasını biriktirip ben de yüreğimin çeliğine gözyaşı veriyorum, daha fazla direnmeyi öğrensin diye… Ve hep hatırlasın, unutmasın diye… Toprağım, ülke, hasretim annem Kına yakılmış kızıla çalan saçların örtüyor üç sürgünün acısını. Seni yüreğimize alıp, sonsuzluk için Dersim’e, çocukluğunun senden çalındığı o kutsal diyarlara uğurladık. Özgürlük arayışında bedeni toprakla buluşan çocuklarının yanı başında uyuyorsun. Seni arzuladığın gibi törenle, zılgıtlar ve sloganlar eşliğinde kadınlar taşıdı annem. Besê’nin ardılları, Zîlan’ın yüreğinden yıldızlar alıp kendi yüreğine katan kadınlar. Bizler için ölüm yoktur annem, son yoktur. Devr-i alem vardır. Gider ve yeniden döneriz. Bizim annelerimiz ömürlerine sığdırdıkları acılarla, gördükleri işkencelerle yeni bir hayata doğmayı en çok hak edenlerdir. Çünkü bu dünya bireyde hep ışık olmayı başaran anaların, kadınların yüzü suyu hürmetine dönüyor biraz. Sen şimdi Dersim’desin annem. Ruhun şimdi özgür bir kuştur dağlarımızda. Senin ruhun da tüm canlarımız gibi ırmaklarımızın ve tüm kutsallarımızın bir parçasıdır. Dağlarımız kadar özgürdür ruhun, baharlarımız kadar güzel. Seni Seyid’imizin, pirimizin ayında yıldızlara uğurladık. Seni Xızır’ın Ana Fatma’nın, Bava Duzgin’ın ve Buyer’in divanına uğurladık. Hayatı ve ruhumuzu aydınlatan, sabahın güneşine her yüzümü döndüğümde tenime değen her ışık demetinin senin ruhundan da bir parça taşıdığını bilecek ve hissedeceğim. Yaşadığımız zamanda özgür bir yaşamı size armağan edemediğimiz için bağışlayın ,bizi. Bizler ruhu ve yüreği ışık olan siz annelerimize özgür bir yaşamı armağan etmekle soylu direnişinize, hep önümüzde yürümenize, havamız, suyumuz, toprağımız ve yaşam gerçekliğimize karşı borcumuzu yerine getirmiş olacağız. Zulme ve zindana inat şu duvarları ve demir örgüleri, dikenli telleri aşıp, ülkeme, toprağıma, özgürlük sevdamın diyarlarına dönecek ve kır çiçeği baharlarımızdan topladığım demet demet rengarenk çiçekleri sana getirecek, toprağından, ruhundan öpeceğim. Huzur içinde uyu annem. Özgür zamanların özleminde hep yüreğimizde yaşayacaksın. Oğlun Hayati ur d S esinden, gülümseyişinden ve dirençli yüreğinden yoksun kaldığım zamanın üzerinden bir yıl geçti. Yaşamına ait donmuş bir anın ifadesi olan fotoğrafların, bir ömür seni sevgiyle taşıyan yüreğim ve düşlerime misafir oluşun varlığını hep hissettiriyor, canlı kılıyor. Özlemini bir nebze azaltıyor. Bir anayı yitirmenin sancısında kalan yüreğim halen bir yangın yeri. Ülkemin ve halkımın acısıyla karışıyorsun. Ben o acının, o yangının ortasında, senden kalan güzellikleri, senden aldığım yüreğimi, o yüreğin sevgi ve direnç büyüten yanını, özgürlük sevdamı, ruhumu korumaya, büyütmeye çalışıyorum. Her ana yüreğinin bir özgürlük mevzisi olduğunu biliyorum. Yüreğini ve sevgisini hak ettiğiniz her ana, bir direniş kalesine dönüşür. Ben senin yüreğinin mevzisine sığındım. Ve bir anaya nasıl layık olunur sorusuna cevap arıyorum. Özgürlüğe yol alışta bizde her ana çocuklarının önünde yürür. Ve bizler onların ardında yol alırız. Sen ömrün boyunca yüzün ışığa dönük yaşadın. Ben de yüreğimin denizine her şafakta doğan güneşi, o yaşamın ve güzelliğin kaynağını senin yokluğunda özlemle karşılamaya çalıştım. Bizler sevdiklerimizi sonsuzluğa, ebediyete, ışığın kalbine uğurlarız. Ve yüzümüz onlara dönük yaşarız. Özgürlük sevdamızın kılavuzudur ışık. Çocukluğumda sen hep güneşten önce uyanır, ışığın doğuşunu karşılar, o kutsal ışıktan topladığın güzellikleri bize içirirdin. Işığa tutkun ve özgürlüğe sevdalı olsun diye çocuklarına ışığı emzirirdin ki soysuzluğa boyun eğmesinler, kötülüğe, çirkinliğe karşı dursunlar. Sen her şafakta güneşten ışık topladığında ışıkla dolardı yüreğin. Gözlerinin bal renginden ışık akardı. Işığa keserdi bahar, meşe yapraklarının tenindeki çiy damlasından gökkuşağı yansırdı. Kozalarından çıkıp ışığa kesmiş bahar çiçeklerimizi dolaşan kelebekler kanatlarını çırparak gelir, kalbimizin bahçesine sığınırlardı. Kelebekler ışığa dönüşür ve biz o ışığı yüreğinden öperdik. Işık güzelliğin kaynağıydı. Bir ana yüreği gibi. Her şey ışıkta anlam kazanırdı. Biz ancak ışıkta tanır ve bilirdik güzelliği. Gülümsemeyi, sevmeyi, özgürlüğü… Onun için direnmeyi, hayatı ışıktan öğrenirdik. Hayatın bir diğer adı da ışıktı. O ışıkta insan fark etti kendini. Ve hayatı yaratan kadın en çok da ışığı doğurdu. Onda yıkadı ruhunu. Her devrim anası, ışık doğuran bir kadındır. Sonsuzluğa yolculuğunun ardından kızların ve oğulların, yani özgürlük arayışçıları böyle anlattı seni. “O bir devrim annesiydi” dediler. Cennet ülkemin Alamut’u, ışığın bahçesi olan Dersim’de, o yüksek dağların zirvesinde hep ışık toplayasın diye güneş her şafakta seni gözlerinden öperdi. İnsanı ve hayatı anlamlı kılan, büyüten, güzelleştiren bütün değerler kutsaldır. Cennet ise kutsal olanın en çok yoğunlaştığı alandır. Ana yüreğidir. Onun esirgeyen, koruyan, umur ve direniş aşılayan yanıdır. Çağımızda kendi yüreğini yitiren bir dünyada kutsal ana’nın oğulları ve kızları efsaneleri canlandırılıyor. Işığın sırrını keşfediyorlar. Beş bin yıllık lanetine karşı kavgaya duruyorlar. Senin ömrünün son zamanlarında yüreğini kanatan Şengal ve Kobanê’de yaralarımızı sarmayı sürdürüyoruz. Kobanê ve Şengal artık özgür anne. Zîlan’ın ardılları Arinle- şerek onun yüreğini Kobanê’ye taşıdılar. Ülkemin yüreğinde her kadın artık ışıkta çoğaltıyor kalbini. Soysuzlaşmış yeryüzü tanrıları birer vampire dönüşmüş. Işığa, güzel ve kutsal olana düşmen, çiyanlar – çakallar karanlık ve ölümde ısrar ediyorlar. Barış hala kayıp bir çocuk anne! Kavuşmalar için beklediğimiz o uzak sevgili. Bahara henüz açmayan bir gülün tomurcuğu. Sabahın seherinde henüz yüreğimizi, yüzümüzü gülümsetemeyen güzellik. Barış hala kayıp bir çocuk anne. Durmadan yüreğimizi hançerliyor soysuzlar. Kan damlıyor toprağa. Barışa sevdalı yüreklerimizin gözleri hala yaşlı annem. Her damlada yüreğimizin denizinde dalgalar birer tsunami oluyor. Soluksuz kalıyoruz. En çok da çocukları vuruyorlar annem. Çocuklara oyuncak taşıyanları, barış için yürüyenleri... Her can yitiminde kalbim depremlerle sarsılıyor. Anaları da vuruyorlar, ak tülbentli barış analarını. Bir ana nasıl anlatılır bilmiyorum. Bir ananın özgürlük sevdalısı yüreği nasıl tanımlanır? İnsan bir ananın yüreğine nasıl sığınır? Sen ömrüne üç sürgünü nasıl sığdırdın annem? Kaç kez yakılmış, yıkılmış köyleri, 38’de Dersim’de mitralyözlerin önüne sıra sıra dizilmiş, elleri kolları birbirine bağlı insanların kurşunlarla delik deşik edilmiş bedenlerin acısını, ağrısını nasıl sığdırdın yüreğine? “Vurulduğumuzda arkaya doğru düşelim, belki bedenlerimizin altında kalanlar kurtulur” diyen bir insanın ömrünün son anlarında böyle düşünmesini nasıl anlatmalı? Sen nasıl taşıdın bunca ayrılığı, kederi, elemi?.. Evlatlarını özgürlük akışına uğurladığında ve geride yalnız kaldığında “Benim yerimde taş olsaydı, binlerce kez çatlamıştı” dediğin yüreğin nasıl direndi onca sürgüne, zindana, ölüme?.. Acının ve ayrılığın zirvesinde bir taş kaç parçaya bölünür anne? Sen hangi sevdanın ırmağından besledin yüreğini? Munzur suyunu verdin yüreğinin çekirdeğine. Ben hasretinde, bu zindan hücresinden kalbimi alıp ak Hayati KAYTAN* iv t Annem Gülizar’a Zulme ve zindana inat şu duvarları ve demir örgüleri, dikenli telleri aşıp, ülkeme, toprağıma, özgürlük sevdamın diyarlarına dönecek ve kır çiçeği baharlarımızdan topladığım demet demet rengarenk çiçekleri sana getirecek, toprağından, ruhundan öpeceğim. * 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi Sincan /Ankara S.15-SERBEST:Layout 1 24.05.18 17:07 Seite 1 b ir 27 Kasım hatırası w Adı Soyadı: Esra Bulut Kod Adı: Ekin Sivan Şahadet Tarihi-Yeri: 12 Mart 2008/Besta Adı Soyadı: Leyla Altan Kod Adı: Arjin Garzan Şahadet Tarihi-Yeri: 24 Mart 2012/Bitlis rg .o Program, bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Sonra Karasu arkadaş, günün önemine dair konuşma yapmak üzere davet edildi. Hızlı ve büyük adımlarla divana geldi. Önce hepimize şöyle bir baktı, ellerini birbirine bağladı, hafif bir gülümsemeyle söze girdi: “Arkadaşlar, biz bu yola başlarken 10-15 kişiydik ama şimdi yalnız burada 300 kişi var. Demek ki daha çok çalışmamız lazım, değil mi?” Devam etti Karasu yoldaş: “Partileşme demek, bu işi en yüksek derecede sahiplenmek demektir. Kürdistan’ın dört parçasında mücadele eden bir hareketin üyesi olmak, bir ayrıcalıktır. Küçük bir gruptan bugün böyle büyük bir hareket yaratmak, insana gurur veriyor. PKK, halk gerçekliğini şehitlerin kanıyla, iğneyle kuyu kazarcasına yarattı. Önder Apo bu nedenle ‘PKK şehitler partisidir’ dedi. Hayri arkadaş bile, ‘Mezarıma borçlu yazın’ demişti. Kemal Pir, ‘Ben bu harekette zaferi görüyorum’ dedi. Bu yoldaşların yoldaşı olmak kadar güzel bir şey olabilir mi? 27 Kasım Bayramı, buradaki bütün arkadaşlara, halkımıza, Önder Apo’ya kutlu olsun. Tüm arkadaşlara mücadelerinde başarılar diliyorum.” Konuşma biter bitmez hepimiz, büyük bir coşkuyla ayağa fırladık, hep bir ağızdan başladık slogana: Bijî Serok Apo! *** Sevinçliydim. Dağlarda ilk kez partinin kuruluş yıldönümünü iv ak ur d Hepimiz topluca kalktık sofradan. Burada kendi başına olamazdın; topluluğun bir parçası olarak yaşamak gerekiyordu. Her şart altında doğru yaşam ve çalışma tarzını, ortak tartışma ve kararları hayata geçirmek çok önemliydi. Esas kural, birbirini tamamlamaktı. Bu ilke, bizim öz suyumuzdu. *** Heyecan doluydum. Karasu arkadaşı ilk kez görecektim. Tüm gece gözüme uyku girmedi. Sabah daha güneş doğmadan uyandık. Hava soğuktu. Yeni diktirdiğim gerilla elbiselerimi giydim. Dere kenarına gidip tıraş oldum. Kampın girişinde misafirleri beklemeye başladığımızda anladım ki, ben ve diğer dört arkadaşı bu iş için özellikle seçmişlerdi. Beşimiz de gülmeyi ve güldürmeyi seviyorduk; ama şimdiki halimiz, tam gülmelikti! Bir arkadaşın elinde şeker tabağı, diğerinde kolonya... Daha kimseler görünmüyordu ortalarda. Kolonya tutan arkadaşa muzipçe, “Şimdi kaç kişi gelecek, kesin kalabalıktır. Bence o şekerle kolonya yetmez. En iyisi şekerleri ikiye bölelim, kolonyaya da su ekleyelim” diyordum ki, yamaçtan kırk kişilik ilk grup göründü. Artlarından toz bulutu yükseliyordu. Bir arkadaş kısık sesle, “İşte” dedi, “Bunlar Özel Kuvvetler.” Gelen herkesle tek tek tokalaştım, “Pîroz be” dedim. Malum, partimizin kuruluşunu kutluyorduk. O gün o kadar çok kutladık ki, daha program başlamadan yorgun düştük. .a rs D ağlarda başka türlü nefes alırsın. Hele toprağın o kokusu... Unutmamak için derince çekersin içine, vaktin azsa. Uzun bir yürüyüşten sonra yüksek bir kayanın üstüne çıkıp gizli saklı, derin vadiye bakardım. Gökyüzünden uçan göçmen kuşların sesi... Ağaçlardaki sarı, kızıl ve kahverengi yapraklar, nasıl da tek tek, süzüle süzüle düşüyor yere... Kendimi bu eşsiz güzelliğe bırakırdım. Aklıma hiç unutamadığım hasretler, vedasız ayrılıklar gelir, hüzünlenirdim. İçim ürperir, gözlerim buğulanır, yüreğim sonbaharda bir yaprağa dönüşürdü. Bizim buralarda, “Bilmediğin bir yolda yürüyorsan, sen o yolun yabancısı olursun” derler. Çünkü her yolun bir ruhu vardır. Yoldaki tanıdık izler, moral verir. Gittiğin yol, kimliğindir bir açıdan. Bizim yürüdüğümüz her yol ise, geçmişten geleceğe, karanlıktan aydınlığa taşırdı. Hiçbir şey yarım kalmasın diye, özgürlük ruhunu arar dururduk. Bizden öncekilerin takipçisi, w Özgür PAZARCIK bizden sonrakilerin öncüsü... O yolun üzerinde, bize bırakılan miras vardı; “Nasıl yaşamalı” sorusuna verilmiş bir sürü cevap... *** 26 Kasım 2005, akşam üzeri... Gökyüzünde yıldızlar çoğalmaya başlamıştı. Beni bekleyen bir şey vardı sanki, hızlandım. Burnuma taze ekmek kokusu çarpmaya başladı. Fırına doğru yönelttim adımlarımı. Kapıyı açar açmaz sıcak hava yüzüme çarptı, gözlüklerim buharla doldu. “Oo nerelerdeydin, biz de seni bekliyorduk, al şu yarım ekmeği de bekle, daha börekler gelecek, çay da nerdeyse hazır!” Elimde yarım ekmek, beklemeye başladım. Köz üstündeki çay demini aldı, yer sofrası kuruldu. Hep birlikte başladık yemeye. Xebat heval, “Nasıl” dedi, “Güzel olmuş mu?” “Vallahi malzemeden çalmışsın, peyniri az ama çay harika olmuş” dedim. Xebat’ın umrunda değildi, aklı başka yerdeydi: “Yarın bizim kampta kutlama olacak heval, görevlendirmeler de yapıldı. Biz güvenlik ve mutfak işlerini yapacağız, sen de gelecek arkadaşları kapıda karşılayacaksın. Ha bir de Karasu arkadaş da konuşma yapacak, ona göre çok titiz ve disiplinli olmamız lazım. Bu gece erken yatalım ki erkenden kalkalım.” w t Özgür Yoldaşlığın Halayı Adı Soyadı: Mehmet Ş. Cebe Kod Adı: Akif Doğan Şahadet Tarihi-Yeri: 13 Ocak 2013/Nusaybin Adı Soyadı: Mirza Sağat Kod Adı: Hasan Herekol Şahadet Tarihi-Yeri: 16 Haziran 2006/Kelaşin Adı Soyadı: Nergiz Karahan Kod Adı: Nergiz Cizre Şahadet Tarihi-Yeri: 5 Kasım 2012/Kato karşılaştım. Diğer yoldaşlarla da 27. yılın coşkusunu paylaşıyordum. O kadar mütevazıydılar, o kadar derin yoldaşlık bilincine ve yürekliliğine sahiptiler ki... Bununla da yetinmemişlerdi: Ruh birliği, düşünce birliği, davranış birliğini yaratabilmek için hepsi, PKK 2. Dönem Ocak Eğitim Devresi’ne katılmıştı. “Bizim için hiçbir şey, herkes için her şey” ya da “Bizler devrim için varız“ sözü onlar için söylenmişti sanki. Ben de onlar gibi herkese moral verebilmek, üslubumla, hitabımla etkileyebilmek ve yoldaş canlısı olabilmek istiyordum. Özeniyordum, gıpta ediyordum. Sınırsız yaşam coşkusu vardı tüm yoldaşlarda. Hele sağımda duran Hasan Heval, kampın atom karıncasıydı, yerinde duramıyordu! Onun hemen yanında Şervan Heval’in emekçi, bir o kadar fedakar özellikleri vardı. Az ilerde Akif Heval’in cesareti ve fedai ruhu öne çıkıyordu. Adıyla bütünleşen Nergiz Heval, paylaşımcıydı ve herkesi, durmaksızın eğitiyordu. Sol yanımda Arjîn Garzan: Yoldaş canlısı, dağlara ve vatan toprağına aşık... Hemen yanında gamzeli gülüşü hiç eksik olmayan Ekin Heval... El ele tutuştuk, halaya durduk. Hepimizin mutlu, coşkuluyduk. Zenginliğimiz ve güç kaynağımız, yoldaşlığımızdı. Kopmayan halkalar, yan yana dizilmiş gizemli ruhlar gibiydik. Bitmeyen romanın kahramanlarını asla unutmayacağız. Adı Soyadı: Şexmus İbrahim Kod Adı:Şervan Çiya Şahadet Tarihi-Yeri: 16 Haziran 2006/Kelaşin 15 w w w ak iv Ali TEMEL .a rs Va ye PKK rabû, li deşt û çiya belav bûn Kulîlkên welat sor bûn, bilbil bi gulan şabûn. Wek şêran daketin şer, hesinin dil û ceger Bi şev pêda ranazin, da ku rojê bînin der. Hemû karkerên cîhan, xortên rindî xwendevan Dil şa bûn bi şerê wan, teva destê xwe da wan. Keça kurdî roj hilat, xemla xwe daye welat Mizgîn li te hevalê, roja şadî vaye hat Va bilbil dike fîxan, mizgîn dike hevalan Pîroz dike cejna wan, sed her bijîn Kurdistan Waye PKK rabû rg .o ur d