DÜŞÜK VİRAL YÜKLÜ KRONİK HEPATİT B VE KOMPANZE SİROZLU HASTALARDA HEPATOSELÜLER KARSİNOM RİSKİ Hepatit B virüsü(HBV) dünya genelinde büyük bir sağlık sorunudur; dünya nüfusunun yaklaşık %30’u, yeni veya geçmiş enfeksiyon için serolojik kanıt göstermektedir1. Kronik HBV enfeksiyonu siroza ve/veya hepatoselüler karsinom’a(HCC) ilerleyebilir2. Perinatal olarak HBV kazanan erkeklerin %40 ve kadınların %15 kadarı karaciğer sirozu veya HCC nedeniyle kaybedilir1. Ne yazıkki şu an HBV’nin etkili bir kür tedavisi yoktur; interferonlar(IFN) ve nükleozid/nükleotid analogları(NUC) gibi şu an mevcut tedaviler, viral replikasyonu baskılayabilir ancak virüsü eredike edemez.Bu yüzden tedavi kararı, risk ile tedavi yararını dengeleme temelinde bireysel olarak yapılmalıdır(örn, tedavi edilmemiş doğal gidişat, tedavi yan etkileri ve maliyet). Kompanze siroz(örn, sirozun erken evresi, hastaların az veya hiç semptom göstermediği sıralar) ve saptanabilir ancak düşük seviyelerde HBV-DNA’sı olan hastalarda, anti-viral tedavinin(AVT) verilip verilmemesi gerektiği hakkında görüşler farklılık göstermektedir. Karaciğer Hastalıkları Araştırmaları Amerikan Derneği (AASLD), Karaciğer Araştırmaları Avrupa Birliği(EASL) ve Karaciğer Araştırmaları Asya Pasifik Birliği (APASL)’nin ortaya koyduğu kılavuzlar, kompanze sirozlu hastalarda, HBV-DNA seviyeleri yüksekse (≥2000 IU/mL), ALT (alanin amino transferaz) konsantrasyonuna bakılmaksızın tedavi başlanmasını önermektedir3-5. Ancak, düşük viral yüklü hastalar için(örn HBV-DNA < 2000 IU/mL) öneriler farklılık göstermektedir. EASL kılavuzları, serum HBV DNA saptanabildiğinde tedavi önermekteyken3, APASL kılavuzları yakın takip önermektedir4. AASLD kılavuzları ALT seviyesi yükseldiğinde tedavi, ancak ALT seviyesi normalse yakın takip önermektedir5. Bu çalışmada antiviral tedavinin gerekli olup olmadığını değerlendirmek için, düşük viral yüklü kompanze siroz hastalarında uzun süreli sonuçları değerlendirdik. Hastalar ve Yöntemler Çalışma Dizaynı, Ortam ve Katılımcılar Bu çalışma, Samsung Medical Center(Seul, Kore)’da bakım alan, kronik HBV-enfekte kompanze sirozu olan hastaların bir retrospektif kohort çalışmasıdır. Çalışma protokolü Samsung Medical Center değerlendirme kurulu tarafından incelenmiş ve onaylanmıştır. Bu çalışma var olan uygulama ve klinik verilerinin retrospektif analizine dayalı olduğu için, kurumsal değerlendirme kurulu tarafından hastaların yazılı onamının alınma gerekliliğinden feragat edilmiştir. 2006(serum HBV-DNA testinin ilk yapıldığı zaman) – 2011 arasında serum HBV DNA seviyeleri ölçülen hastalar(N=21,812), çalışmaya dahil edilme potansiyelleri açısından taranmıştır. HBV-DNA seviyeleri, COBAS TaqMan® HBV DNA Testi kullanılarak yapılmıştır. İlk HBV-DNA ölçümünün yapıldığı zaman, başlangıç(bazal, baseline) olarak kabul edildi. Şu kriterlerin hepsini karşılayan 465 hastayı çalışmaya aldık: 1) Yaş ≥ 18 ve kronik HBV enfeksiyonu(6 aydan uzun süredir serum HbsAg antijeni pozitif veya klinik öyküyle tanımlanmıştır); 2) Sirozun şu klinik belirtilerinden herhangi birinin varlığı: trombositopeni(<150,000 trombosit), karaciğerin sirotik dizilimi(nodüler karaciğer yüzeyi veya kaudat lop hipertrofisi) ve/veya görüntülemeyle doğrulanmış splenomegali, veya varislerin varlığı(anormal büyümüş venler, üst endoskopi veya kesitsel görüntülemelerle saptanmış)6; 3) başlangıçtan itibaren 6 ay süreyle serum HBV-DNA seviyeleri <2,000 IU/mL; 4) geçmiş IFN veya NUC tedavi öyküsü yok. Bu 465 hasta ileri olarak incelenmiş ve şu kriterlerden birini karşılamışsa çalışmadan dışlanmıştır; (1) Hepatit C veya HIV virüsüyle koinfeksiyon(n=5); (2) dekompanze siroz bulgusu: asit varlığı(veya öyküsü), özofagiyel veya gastrik varis kanaması, hepatik ensefalopati veya Child-Pugh skoru ≥ 7 (n=40); (3) 1 yıldan kısa takip süresi (n=31); (4) başlangıç HBV-DNA ölçümünden sonraki 1 yıl içinde HCC saptanması(n=3); (5) başka malign tümör(lerin) varlığı(n=1). Nihayetinde, toplamda 385 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Primer sonuç değişkeni, takip sırasında HCC tanısıydı. Takip periyodu, başlangıç HBV-DNA ölçümü ile veri analizi tarihine(30 Nisan 2014) kadar geçen süre olarak sayıldı. Tüm hastalarda takip değerlendirmesi, 3-6 ayda bir veya gerektiğinde daha sık, en az 1 yıl süreyle yapıldı. Çalışma Değişkenleri HCC(primer sonuç değişkeni), ya histolojik inceleme ya da klinik görüntüleme ile tanılandı7. Şu parametreler toplandı ve çalışma katılımcı uygunluğunu belirlemek için değerlendirildi: Yaş; cinsiyet; tıbbi öykü; ultrason ve üst endoskopi sonuçları; serum trombosit, hepatit B zarf antijeni (HBeAg) ve HBV-DNA seviyeleri; ve ALT, AST ve AFP seviyelerini içeren diğer kan kimyasal parametrelerinin başlangıç seviyeleri. Saptanabilir ancak düşük viral yük şöyle tanımlandı: serum HBV-DNA seviyesi : 12- 1,999 IU/mL). Artmış ALT seviyesi, erkek için ≥34 ve kadın için ≥25 IU/mL olarak tanımlandı(kore nüfusü için önceden önerilen ALT cut-off değerlerine göre)8. Başlangıc HBV-DNA saptama alt limiti 12’den 9 IU/mL’ye düşürülmüştür, ancak bu çalışma için, 12 IU/mL saptanılamaz olarak kabul edilmiştir. Hastalar başlangıçtaki serum HBV-DNA ve ALT seviyelerine göre aşağıdaki 3 gruba ayrılmıştır: (1) saptanamaz HBV-DNA seviyeleri olan hastalar; (2) saptanabilir ancak düşük viral yüklü(12-1,999 IU/mL) ve yüksek ALT seviyeli(erkek ≥34 kadın ≥25) hastalar; ve (3) düşük ancak saptanabilir viral yüklü ve normal ALT seviyeli hastalar. Tüm takip periyodu boyunca, HBV-DNA seviyeleri genellikle 3-6 aylık aralıklarla izlenmiş ve HBV-DNA seviyeleri hakkında tüm veriler toplanmıştır. Takip süresindeki AVT kullanımı(IFN veya NUC) kaydedilmiştir. Takip süresince IFN kullanan hasta olmamıştır. Belli bir zaman noktasında 2,000 IU/mL üzerine HBV-DNA elevasyonu ile birlikte yükselmiş ALT seviyeleri, çoğunlukla AVT başlanmasına neden olmuştur(koredeki geriödeme politikasına göre). AVT başlayanlar için tam virolojik yanıt(CVR), serum HBV-DNA seviyesinin saptanamayacak seviyeye(<12 IU/mL) düşüşü tanımlanmıştır. HBVDNA’nın saptanamayacak seviyeye gelme zamanı da ayrıca değerlendirilmiştir. Hastalar daha sonra serum HBV-DNA seviyeleri ve takip süresindeki AVT kullanımına göre 4 gruba ayrılmıştır: (1) AVT başlayanlar; (2) AVT almayan ve tüm takip süresi boyunca tespit edilemeyen HBV-DNA seviyeleri gösterenler; (3) AVT almayan ve takip boyunca saptanabilir ancak düşük viral yüke sahip olanlar(121,999 IU/mL); ve (4) AVT almayan ve takip süresinde bir HBV-DNA elevasyonu yaşamış olanlar( HBVDNA seviyesi ≥ 2,000 IU/mL; şekil 1). İstatistiksel Analiz Başlangıç ve klinik karakteristikler, ortalama ± standart sapma(SD) veya frekans(yüzde) şeklinde verilmiştir. Bunların kontrol (HCC olmayan) ve vaka(HCC olan) gruplarına dağılımları, iki-örnekli t-testi veya Fisher’ın kesin testi ile karşılaştırılmıştır. HCC’nin kümülatif insidans oranı Kaplan-Meier yöntemi ile hesaplanmış ve çizilmiştir. Log-rank testleri, üç grubun başlangıç insidans oranları arasındaki farklılıkları incelemek için kullanılmıştır: (1) saptanamayan HBV-DNA seviyeleri; (2) saptanabilir ancak düşük viral yük ile artmış ALT seviyeleri; ve (3) saptanabilir ancak düşük viral yük ile normal ALT seviyeleri. Log-rank testleri ayrıca, takip süresi boyunca şu dört grup arasındaki farklılıkları incelemek için kullanılmıştır: (1) AVT alanlar; (2) AVT almamış ve saptanamayan düzeyde HBV-DNA’sı olanlar; (3) AVT almamış ve düşü ancak saptanabilir viral yükü olanlar; ve (4) AVT almamış ve bir HBV-DNA elevasyonu olanlar. HCC riskiyle ilişkili başlangıç faktörlerini tanımlamak için cox'un regresyon analizi uygulandı ve oransal hazard oranı (HR) hesaplandı. Potansiyel başlangıç faktörlerini test ettik ve tek değişkenli analizde ilişkili olduğu görülen değişkenlerle çok değişkenli analiz yapıldı. Üç grup arasında, başlangıç HBVDNA seviyelerine göre HCC riski değerlendirildi(saptanamayan HBV DNA, saptanabilen ile yüksek ALT, ve saptanabilen ile normal ALP). Takip süresince tüm hastalarla birlikte AVT almayanları da test ettik. Takip süresince serum HBV-DNA seviyelerindeki değişimlere göre HCC riski hesaplaması, yaşa göredüzeltilmiş Cox regresyon analizi ile test edildi. Tüm hastalar için; AVT almayanlar için ve başlangıçta saptanabilir HBV-DNA seviyeleri olanlar için; “Saptanamayan HBV DNA” , “düşük ancak saptanabilir HBV-DNA” ve “HBV-DNA elevasyonu” yaşamış hastaların HCC riskleri karşılaştırıldı. AVT başlama veya CVR elde etme zamanı her bireyde farklı olduğu için, ve AVT tedavisi ile HBV-DNA seviyeleri zaman içinde birbirlerini etkilediği için; AVT veya CVR süresi’nin HCC insidansı üzerindeki etkilerini hesaplarken, olası zamana-bağlı kafa karıştırıcılığı önlemek için, marjinal bir yapısal Cox orantılı risk modeli kullandık9. Model şunları içermekteydi; yaş, pik HBV-DNA seviyeleri, ve tedavi-ağırlıklıhesaplamanın ters olasılığı kullanılarak zamana-bağlı karıştırıcılık düzeltildikten sonra AVT ve CVR süreleri. Bu modelde yaş ve pik HBV-DNA seviyeleri de düzeltilmiştir. Çünkü Yaş HCC için güçlü bir risk faktörüdür ve AVT’ye genelde HBV-DNA elevasyonundan sonra başlanılmaktadır. İstatistiksel anlamlılık, SAS yazılımında <0.05 bir p değeri olarak belirlenmiştir. Sonuçlar Çalışma Katılımcılarının Başlangıç Karakteristikleri Analiz edilen hastaların başlangıç özellikleri tablo1’de gösterilmiştir. Dahil edilen tüm hastalarda şu formda siroz kanıtı vardı : trombositopeni, splenomegalili veya splenomegalisiz sirotik dizilim, ve/veya varisler, ve 385 hastanın 331’inde(%86) portal hipertansiyon kanıtı vardı(PH; trombositopeni, splenomegali, ve/veya varisler). İzlem boyunca(median takip süresi 5.6 yıl; Aralık : 17.9), 37 hastada(%9.6) yeni HCC tanısı konmuştur; bu hastalar daha yaşlıydı ve AST ve AFP seviyeleri daha yüksekti. Ayrıca daha sıklıkla başlangıçta saptanabilir HBV-DNA seviyelerine sahiplerdi(Tablo1). Detaylı HCC karakteristikleri “Supporting Table1’de” sunulmuştur. Tanı anındaki evreler Barcelone Klinik Karaciğer Kanseri evresi 0, A, B, C için sırasıyla %38, %46, %3 ve %13 idi. Başlangıç faktörlerinden yaş, AFP ve HBV-DNA seviyeleri, HCC gelişimiyle ilgili bağımsız faktörlerdi(Tablo2). Antiviral tedavi olarak NUC, median 2.4 yıllık(yıl aralığı 0.6-6.7) süreden sonra, 77 hastaya(%20) başlandı; median tedavi süresi 3.2 yıldı(yıl aralığı 0.1 – 6.6). Takip süresinde AVT başlayan hastalar, başlamayanlara göre anlamlı derecede farklı karakteristiklere sahipti(Tablo1). AVT başlayan hastalar daha genç, daha sıklıkla radyolojik siroz kanıtına sahip, ve başlangıçtaki ALT,AST ve AFP seviyeleri daha yüksekti. AVT başlanan çoğu hastada başlangıçta HBV DNA saptanabilir seviyedeydi(%95) ve takip süresinde HBV-DNA elevasyonu görüldü(%84). Başlangıç HBV-DNA ve ALT Seviyelerinin bir Fonksiyonu olarak HCC Riski Başlangıçta saptanabilir ancak düşük viral yükü olan hastaların 5-yıllık kümülatif HCC insidans oranı, başlangıçta HBV-DNA saptanamayan hastalar göre anlamlı derecede daha yüksekti(%10 vs %2.2; P=0.006). saptanamayan HBV-DNA seviyeleri olanlarla kıyaslandığında, saptanabilenleri HCC riski 5 kattan daha fazla yüksekti(Tablo2). Saptanabilir ancak düşük viral yüklü hastalar, ALT seviyelerine göre altgruplara ayrıldığında 5 yıllık kümülatif HCC insindans oranı ALT elevasyonu yaşayan hastalarda, ALT seviyesi normal olanlara göre daha yüksek olmakla birlikte bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi(%14 vs %8, p=0.28), ayrıca saptanamayan HBV-DNA seviyesi olan gruptan da daha yüksekti(%2.2, p<0.001: şekil 2A). Takip sırasında AVT: “saptanamayan”; “saptanabilen + normal ALT”; “saptanabilen + artmış ALT’li” gruplardaki hastalara sırasıyla, %3.4(4/117), %22.2(34/92) ve %37.0(34/92) oranında başlanmıştır(p<0.001). AVT başlanmayan 308 hasta için 5 yıllık HCC insidans oranları gruplara göre sırasıyla; “saptanamayan HBV-DNA”; “saptanabilir + normal ALT”; “saptanabilir + artmış ALT” grupları için %2.4, %7.6 ve %21.7 idi(P<0.001; şekil2B). Takip Sırasındaki HBV-DNA Seviyelerinin bir Fonksiyonu olarak HCC Riski Takip sırasında 71 hasta(%18) saptanamayan HBV-DNA seviyelerini korudu, 188 hasta(%49) saptanabilir ancak düşük viral yükünü korudu, ve 126 hasta(%33) HBV-DNA elevasyonu(≥2,000IU/mL) yaşadı. Başlangıçta saptanabilir ancak düşük viral yükü olan grupta HBVDNA elevasyonu, başlangıçta saptanamayan HBV-DNA’ları olan gruba göre daha sıklıkla görüldü(%44 vs %7, p<0.001; şekil1). AVT almayan hastalarda(n=308) 5-yıllık kümülatif HCC insidans oranları, saptanamayan HBV-DNA seviyelerini koruyanlar(n=71) için %1.4, saptanabilir ancak düşük viral yükü koruyanlar (n=175) için %8.8 ve DNA elevasyonu yaşayanlar(n=62) için %13.3 idi(p<0.001, şekil3). Takip sırasında saptanabilir ancak düşük HBV-DNA’sını koruyan grubun HCC riski, saptanamayan HBVDNA seviyelerini koruyan gruba göre daha yüksekti, ancak HBV-DNA elevasyonu yaşayan grupla karşılaştırılabilir seviyedeydi(Tablo3). AVT’nin HCC insidansına Etkisi Takip sırasında 77 hastaya(%20) AVT başlandı. Tüm AVT’ler NUC tedavisi şeklinde verildi. Entekavir en sık kullanılan ilaçtı(n=58, %75.3), onun ardından lamivudin gelmişti(n=14, %18.1). Geri kalan hastalarda Klevudin, Telbivudin ve adefovir kullanıldı. İki vakada ilaç rezistansı görüldü, bunlarda kurtarma tedavisi uygulandı ve toplamda %90.9(77 hastanın 70’i) hastada CVR elde edildi. Takip sırasında AVT başlanan hastaların 5-yıllık kümülatif HCC insidans oranı %5.9 idi(şekil3). Çalışma başlangıcından AVT verilmesine kadar geçen süre hastadan hastaya değiştiği için; AVT süresinin(yıl olarak) ve ayrıca CVR süresinin(yıl olarak), HCC insidansını etkileyip etkilemediğini de araştırdık. Uzun AVT süresinin düşük HCC ile anlamlı derecede ilişkili olduğunu bulduk(Tablo4). Dahası, daha uzun CVP süresi de düşük HCC insidansı ile anlamlı derecede ilişkiliydi, ancak AVT süresinden daha az tahmin ettiriciydi(tablo4). Bu bulgu başlangıçta saptanabilir HBV-DNA’sı olan hastalarda daha belirgindi. Modelin detaylı verileri “Supporting Tables 2-5” de gösterilmiştir. Tartışma Bu çalışmada, saptanabilir ancak düşük viral yüklü kompanze sirozu olan hastalarda HCC gelişme riskini analiz ettik ve bu hastaların derhal AVT tedavisi başlanmasından yarar görüp göremeyeceğini değerlendirdik. HBV’ye yönelik etkili bir kür olmadığı için1, tedavi kararı risk ve yarar dengesine göre yapılmalıdır. Güney Korede tüm nüfus, ulusal sağlık sigortası sistemi tarafından sağlık harcamalarında geri ödeme kapsamına dahildir. HBV’de AVT maliyetleri, sirozlu hastalarda yalnızca HBV-DNA seviyesi >2,000 IU/mL olduğunda karşılanmaktadır; bu yüzden, saptanabilir ancak düşük viral yüklü hastaların hepsi AVT başlanmayıp düzenli serum HBV-DNA izlemiyle takip edilmektedir. Bu çalışmada, sadece 13 hastaya düşük viral yük altında AVT başlanmış, ve takip süresince düşük viral yükü olan hastaların çoğu(%93), AVT’siz takip edilmiştir. Bu durum bize, sirozlu ve saptanabilir ancak düşük viral yüklü hastalarda doğal gidişatı ve sonuçları gözlemlemek için eşsiz bir fırsat sunar. Sonuç olarak, düşük ancak saptanabilir viral yükü olan hastalarda HCC gelişme riskinin düşük olmadığını bulduk. Başlangıçta düşük viral yükü olan hastaların 5-yıllık kümülatif HCC insidansı %10.0 idi. Dahası, tüm takip süresince düşük viral yükünü korumuş hastaların da 5 yıllık HCC insidans oranı yüksekti(%8.8). Başlangıçta düşük ancak saptanabilir HBV-DNA seviyelerine sahip hastalar ayrıca takip sırasında yüksek HBV-DNA elevasyonu riskine sahipti. Bu hastaların %44’ünde HBV-DNA elevasyonu görüldü. Ayrıca bu hastalarda AVT’nin yararlı etkisini de gözlemledik. AVT başlangıç zaman noktası hastadan hastaya değişmişse de, AVT grubunun HCC insidans oranı, “saptanabilir ancak düşük viral yükü olan” veya “HBV-DNA elevasyonu görülen” gruplardan daha düşüktü(şekil3). AVT başlayan hastaların çoğunda CVR elde edildi ve daha uzun AVT veya CVR süresi daha düşük HCC riskiyle ilişkiliydi. CVR süresi HCC risk düşüşüyle, AVT süresine kıyasla daha yakından ilişkiliydi.Bu yüzden bizim verilerimiz, sirozlu ve düşük ancak saptanabilir viral yüklü hastalarda AVT tedavisi başlanmasını önermektedir(EASL kılavuzunun da önerdiği gibi). Ek olarak, NUC’ler genelde güvenli ve iyi-tolere edilen oral ilaçlardır10, ve uzun süreli NUC tedavisinin sirozu geri döndürdüğü gösterilmiştir11. Etkili bir HBV replikasyon süpresyonu, HCC gelişim riskini tamamen ortadan kaldırmasa da, NUC tedavisinin HCC insidansını azalttığı gösterilmiştir12,13. Ayrıca hemen başlanan AVT, takip süresindeki HBV-DNA elevasyonunu önleyebilir(bu elevasyon, çalışmadaki HCC riskiyle ilişkili bir başka faktördür). Ancak AVT tedavisinin yararı, şu nedenlerden dolayı dikkatle yorumlanmalıdır. İlki, AVT uygulanan hastalar, uygulanmayanlardan farklı başlangıç karakteristiklerine sahipti. İkincisi, AVT tedavileri takip süresinde farklı zaman noktalarında başlandı, bu da uygun bir karşılaştırma yapmayı güçleştirir ve beraberinde bir sağkalım bias’ı(yanlılığı) getirir. Üçüncüsü, çoğunlukla HBV-DNA elevasyonu yaşayan hastalar tedavi edilmiştir; yani sürekli düşük-saptanabilir-HBV-DNA-seviyeleri olan hastalar değil de yalnızca bu hastalar tedaviden yarar görüyor olabilir. Bu yüzden, AVT’nin “sürekli” saptanabilir ve düşük viral yüklü sirozlu hastalarda HCC gelişim riskini azaltıp azaltmayacağını görmek için, randomize-plasebo kontrollü çalışmalar gereklidir. Ancak bu RCT’ler(randomize kontrollü çalışmalar) bile sınırlı olacaktır çünkü, “sürekli” düşük ve saptanabilir HBV-DNA seviyelerine sahip olacak hastaları en baştan saptamak ve tanımlamak imkansızdır. Bu yüzden AVT başlama kararı bireysel olmalı, ve bu karar risk ile yarar dengelenip öyle verilmelidir. AASLD kılavuzlarının önerdiği gibi, saptanabilir ancak düşük viral yüklü hastalar, “yükselmiş ALT seviyeli” veya “normal ALT seviyeli” gibi daha ileri gruplandırılarak farklı şekilde yaklaşılabilir5. AASLD kılavuzları, ALT seviyeleri yüksek olanlar için derhal AVT başlangıcını, ALT seviyeleri normal olanlari içinse yakın izlemi önermektedir5. HCC riski ALT seviyesiyle ilişkilidir14, ve ALT seviyesi ölçümü, AVT’den yarar görebilecek bireyleri belirlemede yararlı olabilir5. Bu çalışmada, yükselmiş ALT’leri olan hastalar HCC açısından çok yüksek risk altındaydı, özellikle de analiz, takip süresinde AVT almayanlarla sınırlandırıldığında(Şekil2B). Bu yüzden, AASLD kılavuzlarının önerdiği gibi, yükselmiş ALT seviyeleri olan hastalara derhal AVT başlangıcı şiddetle düşünülmelidir5. Ancak bu çalışmada, normal ALT seviyeleri olan hastaların da HCC riskinin düşük olmadığını gözlemledik. Siroz ve yüksek HBV-DNA seviyeleri olan hastalara, genellikle ALT seviyelerine bakılmaksızın tedavi önerilmektedir2,3,5. Bu öneri şuna dayanmaktadır: normal karaciğer histolojisi olan hastalarda ALT seviyeleri yükselebildiği15 gibi, sirozlu hastalarda normal olabilir2,3. ALT seviyeleri yüksek riskli hastaları belirlemede yararlı olabilir, ancak yukarıda da belirtildiği gibi yükselmiş ALT seviyeleri karaciğer hasarında sınırlı bir belirteçtir ve bizim bulgularımıza göre “sirozlu ve saptanabilir ancak düşük viral yüklü ve normal ALT’li hastalar” anlamlı bir HCC riski altındadır. Hepsi birlikte düşünüldüğünde, sirozlu hastaları ALT seviyelerine bakmaksızın tedavi etmek, daha ihtiyatlı(akılcı, tedbirli) olacaktır(saptanabilir ancak düşük viral yüklü olanları bile). APASL kılavuzları, düşük viral yüklü hastalara sıkı izlem ve HBV-DNA seviyeleri > 2,000IU/mL olanlara tedavi önermektedir; ancak, her ne kadar viral yük HCC ile ilişkili16, ve tedaviye karar verdirici bir faktör17 olsa da, DNA seviyeleri fluktuasyon(dalgalanma) gösterebilir, ve cut-off noktası(2,000IU/mL) gelişigüzel seçilmektedir2. Başlangıç serum HBV-DNA ölçümleri, saptanamayan seviyelerde HBV-DNA’larını ileride de koruyacak hastaları belirleyemez18. Düşük serum HBV-DNA seviyelerine rağmen karaciğer hastalığı progresyonu geçmiş çalışmalarda bildirilmiştir19. Bu çalışmada bu hastalarda anlamlı HCC riski gözlemledik, ayrıca AVT süresiyle azalmış bir HCC riski de gözlemledik. Bu yüzden, sirozlu ve saptanabilir ancak düşük viral yükü olan hastalarda, sıkı izlemden ziyade hemen AVT başlanması, muhtemelen daha iyi bir yaklaşımdır. Bu çalışmada bazı sınırlamalar vardı. Şu not edilmelidir; neredeyse kronik hepatit B’li tüm Kore nüfusu, HBV genotip C ile enfektedir20 ve bu genotipin diğerlerinden daha hızlı progrese olduğu bilinmektedir2. Bu yüzden, bizim bulgularımızın diğer HBV genotipleriyle uygunluğu belirlenmelidir. Çalışma bir üçüncü basamak merkezinde yapılmıştır, bu yüzden seçim bias’ı olmuş olabilir, çünkü daha ciddi hastalar dahil edilmiştir. Özellikle, dahil edilen hastaların çoğunda, trombositopeni, splenomegali ve/veya varislerle belirlenen “portal hipertansiyon” vardı(331 / 385, %86). Bu bulguların sirozlu ancak portal hipertansiyonsuz hastalara genellenilebilirliği’nin gösterilmesi gereklidir. Son olarak, önceden de belirtildiği gibi, retrospektif çalışma dizaynı şununla sınırlıdır: AVT’nin sürekli düşük ancak saptanabilir HBV-DNA seviyeleri olan hastalarda yararlarını göstermek. Buna rağmen verilerimiz, saptanabilir ancak düşük viral yüklü sirozlu hastaların doğal gidişat ve sonuçlarını iyi karakterize etmektedir. Bu hastalar, saptanamayan HBV-DNA seviyeleri olanlardan daha yüksek HCC riskine sahipti. ALT seviyeleri yükseldiğinde HCC riski de daha yüksekti, ancak ALT seviyeleri normal olan hastalarda, eğer HBV-DNA saptanabilir düzeyde ise, HCC riski düşük değildi. Saptanabilir ancak düşük viral yüklü hastalar sıklıkla HBV-DNA elevasyonu yaşamıştır. Ve HCC riski, HBV-DNA seviyeleri uzun süre düşük seyrettiği durumda bile düşük değildi. Bu ortamda AVT, takip sırasındaki HCC insidansını azaltmıştır. NUC tedavisi tedavi edilen hastaların çoğunda CVR’yi elde etmiştir, ve CVR süresi de azalmış HCC riskiyle yakından ilişkilidir. Tüm bu bulgular önermektedir ki; sirozu ve saptanabilir ancak düşük viral yükü olan hastalarda, ALT seviyeleri veya sıkı izleme dayalı risk stratifikasyonu’nun(tabakalandırması, sınıflandırması) yerine hemen AVT tedavisi daha iyi bir yaklaşımdır.