İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ T k iç BÖLÜM: TARİH DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: DERSİN ADI: DERS NOTU YAZARININ ADI-SOYADI: 2013-2014 ROMA TARİHİ II DOÇ. DR. BİRSEL KÜÇÜKSİPAHİOĞLU 2 / 17 1. HAFTA DERS NOTU 3 / 17 İÇİNDEKİLER 1. İMPARATOR BÜYÜK KONSTANTINOS ve HALEFLERİ 1.1. İmparator Büyük Konstantinos Dönemi (306-337) 1.2. İmparator Büyük Konstantinos ve Halefleri 1.3. İmparator Büyük Konstantinos ve Halefleri 4 / 17 ÖZET Doğu Roma veya Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun yani IMPERIUM ROMANUM’un devamı olup Roma tarihinin yeni bir dönemini teşkil eder. Sonraki dönemlerde araştırmacılar tarafından bu devleti ifade etmek için kullanılan “Bizans” tabiri ne imparatorluk tarafından ne de dönemindeki diğer devletlerce hiçbir zaman kullanılmamış, imparatorluk son gününe kadar kendisini Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak görmüş ve bu sebeple Imperium Romanum adını kullanmıştır. İmparatorları da bundan dolayı kendilerini Roma imparatorları olarak kabul etmişlerdir. Halkı ise Romaio (Romalı) olarak adlandırılmış ve farklı etnik kökenlere sahip unsurlar Romalılık fikri sayesinde bir arada tutulmaya çalışılmıştır. Roma İmparatorluğu’nu 324-337 arasında tek başına idare eden İmparator Büyük Konstantinos oldu. İmparatorun yaptığı işlerden en önemlisi Byzantion’u yani İstanbul’u başkent yapmasıydı. Konstantinos, Roma’nın artık eskisi gibi başkentlik görevini yapamadığını düşündüğünden yeni bir arayışa girişti. Aradığı bu yeni şehir doğudan ve batıdan gelebilecek dış saldırılara karşı hemen müdahale edebileceği bir yer olmalıydı. İmparator aralarında Dioclatianus’un başkenti İzmit olmak üzere Niş, Sofya ve Selanik’i düşündü. Hatta Truva’da bir şehir plânladı. Üstelik bu şehrin sınırlarını bizzat kendisi çizdi. Fakat gördüğü bir rüya üzerine burayı bırakmak zorunda kalarak coğrafi konumu kadar siyasî, askerî ve ticarî bakımdan merkez olma özelliğine sahip Asya ile Avrupa’nın birleştiği yerde bulunan Byzantion’u seçti. Yeni başkente saray, senato binası, hipodrom ve Forum yapıldı. Birbirinden hoş pek çok sanat eseriyle süslenen şehir 11 Mayıs 330’da kırk gün süren eğlenceler sonunda resmen açıldı. Başkent, Yeni Roma (Nea Roma), İkinci Roma (Secunda Roma) veya kurucusuna izafeten Konstantinopolis olarak adlandırıldı. İmparator Konstantinos vasiyetname ile devletini 3 oğlu II. Konstantinos, Konstantios ve Konstans arasında paylaştırdı. Ancak bu oğullar babalarının ölümünden sonra anlaşamadılar ikisinin erken ölümleri ile iktidar büyük oğul Konstantios’a kaldı. İmparatorluğun batı tarafında kendisini imparator ilan eden Magnentius isimli bir asiyi 351 yılında yenilgiye uğratan Konstantios döneminde doğuda İranlılar, batıda germenler imparatorluğu tehdit etti. Halefi Iulianus zamanında da bu tehdit sürdü. İmparator Valens zamanındaki en önemli dış sorun ise Gotlardı ve imparator bunlarla mücadelesi esnasında hayatını kaybetti. 5 / 17 1. İMPARATOR BÜYÜK KONSTANTINOS ve HALEFLERİ 1.1.İmparator Diocletianus’tan Büyük Konstantinos’a Roma İmparatorluğu Doğu Roma veya Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun yani IMPERIUM ROMANUM’un devamı olup Roma tarihinin yeni bir dönemini teşkil eder. Sonraki dönemlerde araştırmacılar tarafından bu devleti ifade etmek için kullanılan “Bizans” tabiri ne imparatorluk tarafından ne de dönemindeki diğer devletlerce hiçbir zaman kullanılmamış, imparatorluk son gününe kadar kendisini Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak görmüş ve bu sebeple Imperium Romanum adını kullanmıştır. İmparatorları da bundan dolayı kendilerini Roma imparatorları olarak kabul etmişlerdir. Halkı ise Romaio (Romalı) olarak adlandırılmış ve farklı etnik kökenlere sahip unsurlar Romalılık fikri sayesinde bir arada tutulmaya çalışılmıştır. Roma İmparatorluğu MS 3. yüzyılda siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan çok zor günler yaşamaya başlamış, doğuda İran, batıda germen kavimleri bu durumu daha da ağırlaştırmıştı. Bu güç dönemde imparatorluğun başına bir asker olan Diocletianus (284-305) geçti. İmparator krize son vermek için çalışmalar başlattı ve bu sayede yeni bir dönemin başlamasına zemin hazırladı. Diocletianus, son derece geniş bu toprakların artık bir elden idaresinin mümkün olmadığını gördü ve ülkeyi düştüğü bu kötü durumdan kurtarmak için geniş kapsamlı bir reform hareketine girişti. İlk olarak Roma imparatorluğunun hâkimiyet merkezini doğuya İzmit’e (Nikomedia) nakleden imparator ayrıca imparatorluğu 285 yılından sonra 2 Augustus ve 2 Caesar idaresinde 4 parçaya ayırdı (TETRARKHİA/ Dörtlü yönetim) Kendisi İzmit’ten, diğeri yani Maximianus Milano’dan ülkeyi yönetecekti. Bunların her birinin emrinde de ayrı bölgeleri idare edecek birer Caesar bulunacaktı. Aslında devlet görünüşte 4 parçaya bölünmüştü fakat devletin bütünlüğü fikrinden asla vazgeçilmedi. Mesela bir imparatorun çıkardığı yasa bütün ülkede geçerliydi ve her bir yönetici diğerine danışmak ve işbirliği yapmak zorundaydı. Augustuslar 20 yıl sonra kendi arzularıyla idareden çekildi ve yerlerine Caesarlar Doğuda Galerius, batıda ise Konstantius Khlorus Augustus oldu. Diocletianus döneminde Hristiyanlar bir kez daha takibata uğradı. Hatta imparator Hristiyanlığı seçenlerin ve din adamlarının kontrolü ile kiliselerin yakılmasını içeren fermanlar yayınladı. Yönetim ve orduda görev yapan Hristiyanların kovulmasını isteyen imparator aynı zamanda onların tutuklanması, işkenceler yapılarak öldürülmesini emretti. 6 / 17 1.2. İmparator Büyük Konstantinos Dönemi (306-337) Konstantius Khlorus’un 306 yılında birdenbire ölümünden sonra yerine askerler tarafından oğlu Konstantinos imparator olarak seçildi. Niş doğumlu olan Konstantinos’un askerin tercihi ile gelişi herkesi rahatsız ettiğinden Konstantinos uzun süre muhalifleri ile uğraşmak durumunda kaldı. Bu muhaliflerden biri olan Licinius’u 324 yılında yapılan Chrysopolis (Üsküdar) Savaşı’nda yenilgiye uğratan Konstantinos bundan sonra 324-337 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nu tek başına idare etti. Büyük Konstantinos’un yaptığı işlerden en önemlisi Byzantion’u yani İstanbul’u başkent yapmasıydı. Konstantinos, Roma’nın artık eskisi gibi başkentlik görevini yapamadığını düşündüğünden yeni bir arayışa girişti. Aradığı bu yeni şehir doğudan ve batıdan gelebilecek dış saldırılara karşı hemen müdahale edebileceği bir yer olmalıydı. İmparator aralarında Dioclatianus’un başkenti İzmit olmak üzere Niş, Sofya ve Selanik’i düşündü. Hatta Truva’da bir şehir plânladı. Üstelik bu şehrin sınırlarını bizzat kendisi çizdi. Fakat gördüğü bir rüya üzerine burayı bırakmak zorunda kalarak coğrafi konumu kadar siyasî, askerî ve ticarî bakımdan merkez olma özelliğine sahip Asya ile Avrupa’nın birleştiği yerde bulunan Byzantion’u seçti. Konstantinos’un beğendiği ve seçtiği bu şehir o zamanlarda büyük bir ihtimalle 20.000 kişinin yaşayacağı büyüklükte bir yerleşim yeriydi. Şehrin inşasına muhtemelen 324 yılında başlandı ve alanı öncekinden 4 kat daha genişletildi. Pek çok işçi, usta, kalfa ve mimar şehrin imarı için çalıştı. Hatta imparatorun bu şehrin inşasında 40 bin Got askerini işçi olarak çalıştırdığından bahsedilmektedir. Konstantinos, şehri düşmanlara karşı korumak için kara tarafını Marmara’dan Haliç’e kadar uzanan bir surla çevirtti. Yeni başkente saray, senato binası, hipodrom ve Forum yapıldı. Birbirinden hoş pek çok sanat eseriyle süslenen şehir 11 Mayıs 330’da kırk gün süren eğlenceler sonunda resmen açıldı. Başkent, Yeni Roma (Nea Roma), İkinci Roma (Secunda Roma) veya kurucusuna izafeten Konstantinopolis olarak adlandırıldı. İmparator az olan nüfusu artırmak için senatör ailelerinin Roma’dan İstanbul’a gelmesini sağlarken, başka şehirlerden insanların da buraya gelmesini emretti. Şehirde bulunanlara ve gelenlere yiyecek tedarikinde bulundu. Konstantinopolis’in yönetim biçimi de zamanla Roma’ya benzetildi. Şehir aynen Roma’da olduğu gibi “praefectus (vali)” tarafından idare edildi. Bu valiler yani Konstantinopolis ve Roma valileri, imparatorluk valileri olan 7 / 17 “Praefectus praetorio’lardan sonra tüm devlet memurları içindeki en yüksek dereceli görevlilerdi. Yeni başkentin valisi sonraları eparkhos adını alarak şehrin hayatında önemli rol oynayacaktı. Konstantinopolis’in adalet mekanizması ona teslim edilmiş; asayişin temini de onun emrine verilmişti. Ayrıca şehre ait ekonomik ve ticari hayat da valinin kontrolü altında bulunuyordu. İmparator tarafından yaptırılan ve Palatium Magnum olarak adlandırılan Büyük Saray I. bölgede inşa edilmiş olup, bugün Sultanahmet Camii’nin bulunduğu yerden Marmara kıyısına kadar yaklaşık 100.000 m² lik bir alanı içine almaktaydı. Etrafı duvarlarla çevrili bu alanın içinde çeşitli binalar, bahçeler, hamamlar, kütüphaneler, kiliseler, yönetim mekânları, hapishane ve sütunlu revaklar bulunduğundan başlı başına bir şehir görünümü vermekteydi. Bu kompleksin ilk binaları olan Daphne, Magnaura ve Khalke ile 19 Divanlı Triklinos, Büyük Konstantinos tarafından yaptırılmıştı ve her gelen imparatorun ilave binalarıyla büyümeye devam etti. Büyük Saray imparatorluğun debdebesini ve görkemini gösteren en büyük yapılardan biri olarak varlığını XI. yüzyılın sonlarına kadar devam ettirdi. Bu tarihten sonra önemini kaybeden Büyük Saray’ın yerine genelde Komnenos hanedanı zamanında Blakhernai Sarayı tercih edildi. Septimus Severus zamanında yapımına başlanan ancak bitirilemeyen Hipodrom ise Büyük Konstantinos tarafından yeniden ele alındı ve daha da genişletilerek kapasitesi 20.000’den 80.000’e çıkarıldı. Büyük Saray’ın kuzeybatısında inşa edilen Hipodromun uzunluğu takriben 500, genişliği ise 117 m. olup, basamak basamak yükselen sıralara sahipti. İlk başlarda ahşap olarak yapılan oturma sıraları daha sonra mermerden inşa edildi. Hipodromda atların ahırları ile gösteriler için malzemelerin saklandığı yerler bulunmakta, altında ise özel olarak yapılmış bölümler yer almaktaydı. Buralarda görevliler ile başka yerlerden getirilen hayvanlar kalmaktaydı. İstanbul’daki hipodromda Roma’da uygulanan vahşet görülmemekteydi. Hipodromun ortasında uzunlamasına duran duvar spina olarak adlandırılmaktaydı ve bu spina dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş sanat eserleri ile süslenmişti. Mesela Yılanlı Sütun, Örme Sütun ile Dikilitaş (Obelisk) bunlardan bir kaçıydı. İmparator Büyük Konstantinos tarafından hipodromda kathisma denilen imparatorluk locası yaptırıldı ve bu loca spiral bir merdivenle Büyük Saray’a çıkabilmekteydi. Hipodrom çok yönlü kullanılabilen bir alan olmakla beraber en çok atlı araba yarışları ile tiyatro gösterileri için kullanılmaktaydı. Girişin serbest olduğu hipodromda oyunlar, imparatorun elinde tuttuğu beyaz bir mendili yere atması ile başlamaktaydı. Atlı araba yarışları Mavi, Yeşil, Kırmızı ve Beyaz denen gruplar tarafından 8 / 17 gerçekleştirilmekteydi; ancak zaman içinde bu gruplardan sadece Mavi ve Yeşiller kaldı. Bu iki grup ilerleyen dönemlerde siyasi bir hüviyet kazanarak halkın dinî, siyasi ve sosyal anlamda duygularının tercümanı oldu. Bu iki grubun kavgaları yüzünden başkent kimi zaman büyük sıkıntılar yaşamıştı. Hipodrom bu yarışlar dışında zamanla törenlerin tertip edildiği ve siyasi olayların yaşandığı bir yer olmaya başladı. Halk yönetime karşı tavrını en fazla hipodromda gösterebilmekte, yeni imparatorun tahta çıkışını burada toplanarak onaylamakta veya imparatorun tavrına buradan itiraz edebilmekteydi. Hipodrom en şiddetli vahşeti İmparator Iustinianos zamanında Nika isyanı sırasında gördü. 532 yılındaki bu isyanda kaynaklara göre 30.000-40.000 arasındaki isyancı hipodroma kapatılarak katledildi. Hipodrom, ayrıca imparatorluğa sorun olmuş dış devlet başkanlarının yenilgisi ve sonrasında esir alınarak başkente getirilmesinde halka teşhir için de kullanılmaktaydı. Mesela İmparator Iustinianos zamanında 533 yılında Kuzey Afrika’daki Vandal krallığına karşı yapılan seferde Belisarios komutasında başarılı olan imparatorluk ordusu Vandal Kralı Gelimer’i esir almış ve kral ile birlikte başkent İstanbul’a dönmüştü. Bu zaferi kutlamak için hipodromda yapılan gösteriler esnasında Gelimer halka burada gösterilmişti. İmparator Konstantinos tarafından yaptırılan ve Mese caddesinin sonunda bulunan Konstantinos Forumu bugünkü Çemberlitaş’ta bulunmaktaydı. Forum, zemini mermerle kaplanmış iki sıra sütunlu revaklar ve doğu-batı yönlerinde iki mermer kemerle biçimlendirilmişti. Forumda Helana’nın heykelinden başka fil, aslan ve domuz heykelleri bulunmaktaydı. Büyük Konstantinos Forum’un orta yerine Roma Apollon Tapınağı’ndan 50 m. yüksekliğindeki porfir sütunu getirtmiş ve bunun üzerine heykelini koydurmuştu. İmparator, Ayasofya’nın önünde bulunan meydanı yeniden düzenlemiş ve annesi Helena adına buraya bir heykel diktirmişti. Bundan dolayı burası Augusteion Meydanı olarak anılmaya başlandı. Sonraki dönemde buraya İmparator Iustinianos’un yaldızlanmış bronzdan yapılmış atlı bir heykeli dikildi. Başkentin kuruluşu sırasında İmparator Konstantinos şehir halkının su ihtiyacını karşılamak için, Istranca Dağları’ndan, Byzantion’a kadar uzanan takriben 250 km. uzunluğunda bir su kemeri yaptırmaya başlamıştı. Ancak bu su kemerinin tamamlanışı onun ölümünden 36 yıl sonra, İmparator Valens (364-378) döneminde 373 yılında gerçekleşti. Günümüzde “Bozdoğan Kemeri” olarak bilinen bu su kemeri o dönemlerde “Valens Kemeri olarak adlandırılmıştı. 9 / 17 Licinius ile birlikte 313 yılında ilan ettikleri Milano Fermanı ile Konstantinos, Hristiyanlığa serbestlik tanımış, Hristiyanlığa girmek isteyenlere dokunulmayacağını, önceden el konmuş ev ve kiliselerinin hiçbir tazminat gerekmeksizin ve kendilerine zorluk çıkartmaksızın geri verileceği ifade edilmişti. İmparator Konstantinos ayrıca 325 yılında İznik’te toplanan I. Genel Konsil ile Hristiyanlığa yeni bir güç kazandırdı. İmparator doğunun ve batının bütün piskoposlarını bu konsile davet etmişti. Konsil 20 Mayıs 325’te 300 piskopos ve din adamının katılımı ile gerçekleşti. Papa Silvester’in katılmadığı ancak temsilcilerini gönderdiği konsilde İskenderiyeli bir din adamı olan Arius’un görüşü reddedilerek Baba ile Oğul’un aynı olduğu fikrine varıldı ve Hristiyanlığın iman esasları ilk kez bu konsil ile ortaya çıkmış oldu. İmparator konsilde alınan kararlarda etkili olmuş, hristiyanlığı kabul etmemiş olsa bile kilisenin başkanı konumunda kalmıştır. İmparator Konstantinos, Diocletianus tarafından başlatılan reform sistemini geliştirerek tamamladı. Devlet merkezileştirildi ve devlet ile kilise arasındaki bağlılık sonuna kadar devam etti. İmparator sadece devletin ve ordunun değil aynı zamanda kilisenin de hâkimiydi. Sivil ve askeri, merkezi ve eyalet idarelerinin yetkileri birbirine karşı sınırlandırılırken imparator en büyük otorite olarak varlığını sürdürdü. Eyaletlerin sivil idaresi eyalet valisinin (prokonsül), askeri idaresi ise bir veya birkaç eyaleti yöneten kumandanların emrine verildi. İmparator solidus denen altın parayı kullanıma sundu ki uzun yüzyıllar hem imparatorluğun benimsediği hem de dünya genelinde özellikle ticari alanda geçerliliği korunan bir para oldu. İmparator Konstantinos’un trajik bir aile hayatı oldu. İlk eşi Minervina’dan Crispus adında bir oğlu dünyaya gelmişti. İmparator Minervina’dan ayrıldıktan sonra Maximianus’un kızı Fausta ile evlendi. 326 yılında Fausta üvey oğlu Crispus’u kendisine uygun olmayan davranışta bulunmakla suçladı. İmparator bunun üzerine Crispus’u pek çok başarısına ve kendisinden sonra tahta çıkacak olmasına bakmaksızın idam ettirdi. Konstantinos’un annesi Helena ise Fausta’nın doğru söylemediğini ifade ederek onunla ilgili hoş olmayan açıklamalarda bulundu. Rivayete göre bir süre sonra imparator duyduklarının etkisiyle Fausta’yı öldürttü. 1.3. İmparator Büyük Konstantinos ve Halefleri İmparator Konstantinos dış güçlere karşı mücadeleyi elden bırakmadı. 332 yılında Gotlara karşı başarı kazanırken, 337 yılında da İran hükümdarı II. Şapur (309-380)’un imparatorluğun 10 / 17 Mezopotamia bölgesine saldırması nedeniyle İran üzerine sefere çıktı. İmparator bu sefer esnasında İzmit yakınlarında hastalandı ve 22 Mayıs 337 tarihinde İzmit’teki sarayda vefat etti. Daha sonra imparatorun cenazesi İstanbul’a getirilerek Havariyun Kilisesi’ne gömüldü. İmparator vasiyetname ile devletini 3 oğlu II. Konstantinos, Konstantios ve Konstans arasında paylaştırdı. Zaten bu üç oğul daha babalarının zamanında Caesar olmuşlardı ve babalarının yönetimi altında kendilerine verilen bölgelerde deneyim kazanmışlardı. Ancak bu oğullar babalarının ölümünden sonra anlaşamadılar ikisinin erken ölümleri ile iktidar büyük oğul Konstantios’a kaldı. İmparatorluğun batı tarafında kendisini imparator ilan eden Magnentius isimli bir asiyi 351 yılında yenilgiye uğratan Konstantios döneminde doğuda İranlılar, batıda germenler imparatorluğu tehdit etti. Kendisinin hiç çocuğu olmadığı için babasının üvey kardeşi Iulius’un oğlu Gallus’u yardımcı olarak seçti. Ayrıca onu kızkardeşi Konstantia ile evlendirerek 347 yılında Caesar unvanı verip Doğu’nun idaresi ile görevlendirdi ve Antakya’ya gönderdi. İmparatorun bundaki amacı kendisi batıda meşgulken onun doğuda güvenliği sağlamasını temin etmesi olacaktı. Ancak Gallus’un hırslı ve geçimsiz tavrı ve kendisini Augustus ilan etmesi Konstantios’u çok sinirlendirdi ve onun bu davranışını 354 yılında ölümle cezalandırdı. Gallus’un kardeşi Iulianus’u ise Atina’ya sürgün etti. Ancak bir süre sonra devleti Iulianus’a bırakmayı düşündü. Bunun için öncelikle Iulianus’u 355 yılı Kasım ayında caesar ilan etti ve tecrübe kazanması maksadıyla Galya bölgesinin idaresine verdi. Iulianus Galia’ya gittiği zaman Rhein bölgesindeki imparatorluk şehirlerinin tahrip edildiğini gördü ve her şeyden önemlisi Romalı askerî birliklerin tamamen disiplinsiz olduklarını fark etti. Iulianus daha önceden hiçbir askeri tecrübesi olmamasına ve zamanının büyük bir kısmını okumakla geçirmiş olmasına rağmen kısa sürede germen kavimlerine karşı büyük başarılar kazandı. Iulianus bu bölgede mücadele ederken Konstantios’ta Sirmium’da bulunmakta, Quad, Sarmat ve Suevilerle uğraşmaktaydı. Iulianus’a karşı sürekli kuşkulu yaklaşan, güvenmeyen Konstantios bir süre sonra ona karşı harekete geçme kararı aldı ancak 361 yılı Kasım ayında ölümü buna fırsat vermedi. Aryanist olan Konstantios zamanında Ayasofya Kilisesi’nin ilk inşası tamamlandı. Iulianus, Konstantios’un ölümünden sonra Aralık 361’de başkent İstanbul’da imparator ilan edildi. İmparatorluğun batısını huzura kavuşturduğunu düşünen imparator doğusunda İran’a karşı da aynısını gerçekleştirmeyi istedi ve 363 yılında Sasani İmparatorluğu’na karşı bir sefer düzenledi. Ancak Iulianus birliklerini topladığı bir sırada nereden geldiği belli olmayan bir mızrakla vurularak öldü. Henüz 32 yaşındaydı ve onun ölümüyle Konstantinos hanedanı sona 11 / 17 ermiş oldu. Iulianus döneminde eski ilahlar kültü yani putperestlik yeniden canlanmış, Hristiyanları resmi kurumlardan ve ordudan uzaklaştırırken yerlerine paganları getirmişti. İmparator ayrıca tapınakların açılmasını ve ilahlara kurbanlar kesilmesini emretmişti. Iulianus’un ölümünden sonra muhafız kuvvetleri kumandanı Iovianus imparator seçildi (363364). Bu dönemin en önemli özelliği Sasanilerle imparatorluğun aleyhine çok aşağılayıcı şartlarla bir antlaşma imzalanması oldu. Bu anlaşma ile Nisibis (Nusaybin) ve Dicle’nin ötesindeki bütün topraklar İranlılara bırakıldı. Ayrıca imparatorluk Armenia bölgesinin himayesinden de vazgeçti üstelik Sasanilere yüklü miktarda altın ödemeyi kabul etti. Bu Roma için kesin yenilgi demekti. İmparatorluk güçte olsa bunu kabul etti. Ancak imparator anlaşmayı imzalayan elçilerin beceriksiz ve yeteneksiz olduklarına hükmederek onları kınadı. Çünkü şartlar ne olursa olsun bir elçi imparatorluk çıkarlarını her şeyin üstünde tutmalıydı. Iovianus İznik Konsili görüşlerini desteklemekteydi. Döneminde hristiyanlık yeniden güçlendi ama putperestleri korkutacak herhangi bir davranışta bulunmadı. Iovianus 364 yılında birdenbire ölünce yerine kumandan Valentianus imparator seçildi (364375) Valentianus kısa süre sonra kardeşi Valens’i augustus unvanıyla müşterek imparator ilan etti (364-378) ve onu Tuna’dan Van bölgesine kadar imparatorluğun doğu yarısının idaresi ile görevlendirdi. Kendisi de batı yarısının idaresini üzerine aldı. Valentianus İznik Konsili taraftarıydı kardeşi Valens ise aryanistti. Bu yüzden Valens hristiyanlara hoşgörü ile bakmadı ve döneminde imparatorluğun doğusunda karışıklılar hiç bitmedi. I. Valentianus 375 yılında Macaristan’daki karargâhında bulunurken germen kavmi Quadların gönderdiği bir elçi heyetine öfkelendi ve muhtemelen geçirdiği beyin kanaması sebebiyle birkaç gün içinde öldü. Yerine oğlu Gratianus geçti. Valens ise yönetiminin başından beri germen kavimleri ile uğraşmaktaydı. İmparatorluğun Gotlarla mücadele ettiği bu dönemlerde Türk asıllı Hunların bölgeye geldikleri görüldü. Hazar-Aral Gölü ile Don Irmağı arasında hüküm süren Alanları; ardından Don Irmağı ile Dinyester arasındaki bölgede yerleşmiş olan Ostrogotları yenilgiye uğratan Hunlar bu tarihten itibaren Batı Gotları olarak bilinen ve Romanya civarında yaşayan Vizigotlarla da uğraştı ve kralları olan Athanarik’i yenilgiye uğratarak Macaristan taraflarına sürdü. Athanarik ile gitmek istemeyen Vizigotlar ise rakibi Fritigern komutasında hareket etmeyi uygun buldu fakat onlarda Hunlara yenilmekten kurtulamadı. 12 / 17 Hunlara yenilen Fritigern komutasındaki Vizigotlar 376 yılı bahar aylarında imparatorluk topraklarına sığınmak için izin istedi. Valens devlet ileri gelenleri ile istişare sonucu Vizigotların imparatorluk topraklarına yerleşmelerine müsaade etti. İmparatorluk özellikle tarım alanlarında ve orduda Vizigotlardan istifade etmeyi düşünmüş, Hunlardan veya başka kavimlerden gelebilecek tehlike için onların tampon görevi üstlenebileceğini plânlamıştı. Bu sebeple Vizigotları iyi karşıladı ve imparatorluğun Balkan topraklarında iskân edilmelerini istedi. Fakat zamanla sayıları artınca durum değişti. Zira sayılarının 200 bin ve üzeri olduğu sanılmaktaydı. Bu nedenle imparatorluk Marcianopolis’in güneyine doğru ilerlemelerini emretti. Zaten Vizigotlar da kısa sürede imparatorluktan rahatsız olmaya başlamışlardı. Çünkü yeterince yiyecek bulamamakta, temin edebildiklerini de çok yüksek fiyatlarla satın almak durumunda kalmaktaydılar. 377 yılında Marcianopolis şehrinde iki taraf arasında çıkan tartışma büyüyerek Vizigotların isyan etmesine sebep oldu. Kuzey Balkanlardan başlayarak imparatorluğu ele geçirmeye niyetlendiler. Kızgın bir şekilde civardaki köylere, şehirlere saldıran, her tarafı yakıp yıkan Gotları imparatorluk Sasanilerle mücadeleye gönderdiği ordunun bir kısmını bölgeye nakletmek suretiyle önlemeye çalıştı. Bu sayede Gotları Balkan Dağları ile Tuna nehri arasında yok etmeyi düşünmekteydi ancak imparatorluk Fritigern yüzünden bunu başaramadı. Zira Vizigot lideri Fritigern, imparatorluk ile mücadele edebilmek için Hun ve Alanlarla anlaşmıştı. Üstelik aynı sıralarda Ostrogotların çocuk yaştaki kralı Viderik de Makedonya ve Trakya’da bulunan Hunlardan kaçmak sureti ile Tuna bölgesine gelmişti. Bu yeni gelen gruba imparatorluğun yerleşme izni vermemesi Fritigern ile birleşmesine sebep oldu. Böylece hem Vizigotlar hem de Ostrogotlar 377 yılı sonlarına doğru tüm Trakya’yı işgal ve tahrip etti. Valens bu yaşananlar yüzünden zor durumdaydı üstelik savunma zafiyeti gösterdiği için hipodromda halkı tarafından eleştirilmişti. İmparator bu duruma son verebilmek için Valentianus’un halefi olan yeğeni Gratianus (375-383) ile birleşip Vizigotlara karşı ortak bir sefer yapmaya karar verdi. Fakat bu savaş Gratianus’un Alemanlar üzerine hazırladığı sefer yüzünden gecikti. Sonunda Valens yeğenini beklemeden Vizigotlar ile savaşı göze aldı. Edirne yakınlarında 9 Ağustos 378 günü yapılan çok şiddetli savaşta 30.000 kişi olduğu söylenen imparatorluk ordusu müthiş bir yenilgiye uğradı. Ordunun üçte ikisi kılıçtan geçirilirken, Valens de savaş alanında öldü. Vizigotlar önem arzeden şehirleri başta İstanbul olmak üzere ele geçirememişlerdi. 13 / 17 ÇALIŞMA SORULARI 1- İmparator Diocletianus dönemindeki yönetim sistemi hakkında bilgi veriniz. 2- Büyük Konstantinos tarafından İstanbul’un başkent seçilmesini anlatınız. 3- Başkent İstanbul hangi tarihte resmen açıldı? 4- Büyük Konstantinos’un halefi aşağıdakilerden hangisidir? a- Valens b- Konstans c- Konstantios d- Iulianus e- Diocletianus 5- Milano Fermanı ile ilgili aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a- Hristiyanların takip edilmesini sağladı. b- Hristiyanların özgürlüğünü kısıtladı. c- Hristiyanlara eziyet ve zulüm edilmesine sebep oldu. d- Hristiyanlara ait kiliselerin yakılmasını sağladı. e- Hristiyanlara dinlerini yaşama konusunda serbestlik tanıdı. CEVAPLAR 1- İmparator Diocletianus çok geniş olan Roma topraklarının tek bir elden idaresinin mümkün olmadığını gördü ve ülkeyi düştüğü bu kötü durumdan kurtarmak için geniş kapsamlı bir reform hareketine girişti. İlk olarak Roma imparatorluğunun hâkimiyet merkezini doğuya İzmit’e (Nikomedia) nakleden imparator ayrıca imparatorluğu 285 yılından sonra 2 Augustus ve 2 Caesar idaresinde 4 parçaya ayırdı (TETRARKHİA/ Dörtlü yönetim). Kendisi İzmit’ten, diğeri yani Maximianus Milano’dan ülkeyi yönetecekti. Bunların her birinin emrinde de ayrı bölgeleri idare edecek birer Caesar bulunacaktı. Aslında devlet görünüşte 4 parçaya bölünmüştü fakat devletin bütünlüğü fikrinden asla vazgeçilmedi. Mesela bir imparatorun çıkardığı yasa bütün ülkede geçerliydi ve her bir yönetici diğerine danışmak ve işbirliği 14 / 17 yapmak zorundaydı. Augustuslar 20 yıl sonra kendi arzularıyla idareden çekildi ve yerlerine Caesarlar Doğuda Galerius, batıda ise Konstantius Khlorus Augustus oldu. 2- Büyük Konstantinos’un yaptığı işlerden en önemlisi Byzantion’u yani İstanbul’u başkent yapmasıydı. Konstantinos, Roma’nın artık eskisi gibi başkentlik görevini yapamadığını düşündüğünden yeni bir arayışa girişti. Aradığı bu yeni şehir doğudan ve batıdan gelebilecek dış saldırılara karşı hemen müdahale edebileceği bir yer olmalıydı. İmparator aralarında Dioclatianus’un başkenti İzmit olmak üzere Niş, Sofya ve Selanik’i düşündü. Hatta Truva’da bir şehir plânladı. Üstelik bu şehrin sınırlarını bizzat kendisi çizdi. Fakat gördüğü bir rüya üzerine burayı bırakmak zorunda kalarak coğrafi konumu kadar siyasî, askerî ve ticarî bakımdan merkez olma özelliğine sahip Asya ile Avrupa’nın birleştiği yerde bulunan Byzantion’u seçti. 3- Yeni başkent İstanbul 11 Mayıs 330’da kırk gün süren eğlenceler sonunda resmen açıldı. Yeni Roma (Nea Roma), İkinci Roma (Secunda Roma) veya kurucusuna izafeten Konstantinopolis olarak adlandırıldı. 4- c 5- e 15 / 17 KAYNAKLAR Akşit, O. (1985). Roma İmparatorluk Tarihi, İstanbul. Bailly, A.(2006), Bizans İmparatorluğu Tarihi, (Çev. H. Şaman) İstanbul. Barnes, T.D. (1982). The New Empire of Diocletian and Constantine, Cambridge. Brown, P.(2000). Geç Antikçağda Roma ve Bizans Dünyası, (Çev. T. Kaçar) İstanbul. Bury, J. B.(1958). History of the Later Roman Empire, New-York. Chronicon Paschale, 284-628, (Çev. Michael Whitby-Mary Whitby) Liverpool. Diehl C. (2006). Bizans İmparatorluğu Tarihi, (Çev. A. Göke Bozkurt) İstanbul. Dikici, R. (2007). Şu Bizim Bizans, İstanbul. Gregory, T. E. (2008). Bizans Tarihi, (Çev. E. Ermert) İstanbul. Kaçar, T. (2004). “Üsküdar Savaşı ve Bizans’ın Temelleri”, Üsküdar Sempozyumu I, 23-25 Mayıs 2003, Bildiriler (C. I, s. 21-22) İstanbul. Küçüksipahioğlu, B. (2010). “Osmanlı Öncesi İstanbul Tarihi”, Akademik Araştırmalar Dergisi,( I, s. 1-15) İstanbul. Küçüksipahioğlu, B. (Şubat, 2005). “İstanbul Nasıl Başkent oldu?”, Popüler Tarih, (54, ss. 18-23). Küçüksipahioğlu, B. (Haziran 2005). “Hristiyan Dünyasında İlk Ayrılıklar”, Popüler Tarih, (58, s. 34-40). 16 / 17 Küçüksipahioğlu, B. (2013). “Bizans İmparatorluğu Zamanında Hipodrom”, İstanbul’un Kitabı Fatih II, Eminönü-I, Fatih Güldal (Ed.), İstanbul, s. 635 vd. Ostrogorsky, G. (1991). Bizans Devleti Tarihi, Ankara. Sayar, M. (2009). “Geç Antik Devir”, Doğu Batı, (49, s. 235-261). Tekin, O. (2011). Helen ve Roma Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir. Vasiliev, A.A. (1943). Bizans İmparatorluğu Tarihi, Türkçe (Çev. A. Müfit Mansel) Ankara. Yalçın, A.B. (2000). Bizans Büyük Saray Yapıları ve Kurumları, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul. 17 / 17 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur. BÖLÜM: TARİH DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: DERSİN ADI: DERS NOTU YAZARININ ADI-SOYADI: 2013-2014 ROMA TARİHİ II DOÇ. DR. BİRSEL KÜÇÜKSİPAHİOĞLU 2 / 19 2. HAFTA DERS NOTU 3 / 19 İÇİNDEKİLER 2. İMPARATOR I.THEODOSİOS VE HALEFLERİ 2.1. İmparator I. Theodosios Dönemi (379-395) 2.2. İmparator Arkadios ve Dönemi (395-408) 2.3. İmparator II. Theodosios ve Dönemi (408-450) 2.4. İmparator II. Theodosios ve Halefleri 4 / 19 ÖZET İmparator I. Theodosios dönemindeki en büyük tehlike yine Gotlardı ve imparatorun bu sebeple ilk siyasi faaliyetlerinden biri Balkanlarda asayişi sağlamak oldu. İmparator Gotları savaş ile yenemeyeceğini bildiğinden onları Roma medeniyetine alıştırmanın ve orduya ilgi duymalarını sağlamanın başka bir yolu olması gerektiğini düşündü. Sonunda Theodosios, Gotlarla 3 Ekim 382’de bir antlaşma imzaladı (Foedus yani tabilik anlaşması). Bu antlaşma ile Gotlar, imparatorluğa bağlı olarak Roma topraklarında oturma izni almakta neredeyse Romalılarla aynı haklara sahip olmakta ve millet olarak varlıklarını devam ettirebilmekteydi. Böylelikle hem barış sağlanırken hem de orduya alınan Gotlarla ordunun sayısı ve gücü arttı. Büyük Theodosios zamanında ikinci ekümenik genel konsil başkent İstanbul’da toplandı ve bu konsille Hristiyanlık resmen devlet dini olarak kabul edildi. İmparator bu din dışındaki her tür siyasi akım ve görüşe hoşgörü ile bakmadı. Büyük Theodosios’un 395 yılında Milano’da ölümü ile devlet, oğulları Arkadios ve Honarios arasında babalarının isteği üzerine idari bakımdan ikiye ayrıldı. Honarios ülkenin batısı ile ilgilenirken, Arkadios Doğusu ile ilgilenecekti. Bu imparatorluğun iki ayrı toprak parçası veya iki devlet şeklinde bölünmesi demek değildi. Sadece idari bakımdan ikiye ayrılmış ve devletin bütünlüğü düşüncesinden kesinlikle vazgeçilmemişti. İmparator Arkadios zamanında Gotlar gerek Anadolu’da gerekse Balkanlarda sorun olurken, halefleri II. Theodosios, Markianos ve Leon zamanında da Hunlar imparatorluk için ciddi sorun teşkil etti. İmparator Zenon döneminde ise Ostrogotlar önemli bir problemdi ve imparatorluk onları batıya göndermekle rahatlayabildi. Bu süreçte imparatorluğun batı tarafı Odovakar tarafından sona erdirildi ve İmparator Zenon bu duruma tepkisiz kalmakla suçlandı. 5 / 19 2. İMPARATOR I.THEODOSİOS VE HALEFLERİ 2.1. İmparator I. Theodosios Dönemi (379-395) Valens’in ölümü üzerine Gratianus bir asker olan Theodosios’u imparatorluğun doğu tarafının idaresiyle görevlendirdi. 379’da Sirmium’da imparatorluğa yükseltilen Theodosios, Gratianus’un ölümü ile birlikte imparatorluğun batısını da idare edecek ve imparatorluğun hem doğusunda hem de batısında hüküm süren son imparator olarak kayıtlara geçecekti. Tarihin “büyük” olarak kendisinden bahsettiği Theodosios dönemindeki en büyük tehlike yine Gotlardı ve imparatorun bu sebeple ilk siyasi faaliyetlerinden biri Balkanlar da asayişi sağlamak oldu. İmparator Gotları savaş ile yenemeyeceğini bildiğinden onları Roma medeniyetine alıştırmanın ve orduya ilgi duymalarını sağlamanın başka bir yolu olması gerektiğini düşündü. Sonunda Theodosios, Gotlarla 3 Ekim 382’de bir antlaşma imzaladı (Foedus yani tabilik anlaşması). Bu antlaşma ile Gotlar, imparatorluğa bağlı olarak Roma topraklarında oturma izni almakta neredeyse Romalılarla aynı haklara sahip olmakta ve millet olarak varlıklarını devam ettirebilmekteydi. Böylelikle hem barış sağlanırken hem de orduya alınan Gotlarla ordunun sayısı ve gücü arttı. Ostrogotlar, Pannonia ve Moesia’nun yukarı taraflarında; Fritigern komutasındaki Vizigotlar ise Trakya’nın kuzey kesimlerine, Dacia’ya ve Moesia’nın aşağı kısımlarına yerleştirildi. Bunlara özgürlük, vergi kolaylığı ve orduda asker olarak en yüksek ücretler verileceği belirtildi ayrıca kendilerine yiyecek yardımının da yapılacağı bildirildi. Gotların bir kısmı ise imparatorun hizmetinde kalmayı tercih etti. Yine Theodosios döneminde Magnus Maximus isminde bir asker isyan hareketinde bulundu. İmparatorun arkadaşı da olan Maximus kendisini imparator olarak ilan etti. İmparatorluğun batı yakasını idare eden Gratianus’u katleden, Valens’in oğlu II. Valentianus’u annesi ile birlikte Sirmium’a kaçmaya zorlayan Maximus’a karşı Theodosios ciddi hazırlıklar yaptıktan sonra mücadeleye başladı ve onu Sava Nehri kenarında büyük bir yenilgiye uğrattı. Kısa süre sonra Maximus askerler tarafından öldürüldü. Maximus’a karşı kazanılan bu başarıyı ebedileştirmek için imparator başkent İstanbul’daki hipodroma Obelisk’in (dikilitaş) dikilmesini emretti. Obelisk, bir mermer kaide üzerinde olup, bu mermer kaidede imparator ve ailesi ile ilgili kabartmalar, saray ve hipodroma dair sahneler ve değişik oyunlar tasvir edilmiş, hipodromda yapılan araba yarışlarını, dans figürlerini gösteren kabartmalar ile birlikte itaate alınan devletlerin elçilerinin hediyeler verişi betimlenmişti. 6 / 19 İmparator, şimdiki Bayezıt Meydanı’nın olduğu yere Forum Tauri olarak bilinen forumu yaptırdı. Bu yapı büyük bir ihtimalle Gotlara karşı kazanılan zaferden sonra inşa edilmeye başlanmıştı. Forumda yer alan ve 393 yılında dikildiği sanılan sütunun üzerinde imparatorun gümüş kaplama tunç bir heykeli yer almaktaydı. Theodosios, Konstantinos gibi bir hanedanlık kurmayı istemişti. Bu düşüncenin oluşmasında ilk eşi Aelia Flaccilla’nın da payı olduğu ifade edilmekteydi. Theodosios 376 yılında bu bayanla evlenmiş ve aralarında Arkadios ile Honorios’un da bulunduğu 3 çocuk bu hanımdan dünyaya gelmişti. 385 veya 386 yılında birdenbire vefat ettiği belirtilen Flaccilla’nın resmi, paralara darb edilmiş ve Flaccilla, paraların üzerinde resmi olan ilk imparatoriçe olarak kayıtlara geçmişti. Büyük Theodosios zamanında ikinci ekümenik genel konsil başkent İstanbul’da toplandı ve bu konsille Hristiyanlık resmen devlet dini olarak kabul edildi. İmparator bu din dışındaki her tür siyasi akım ve görüşe hoşgörü ile bakmadı. Üstelik imparator zamanla pagan tapınakların kapatılmasını ve kurban törenlerinin yasaklanmasını emrederken bununla da yetinmeyerek pagan tapınakların yıkılmasını sağladı. Hatta 392 yılında çıkarttığı bir kanunla bunu yasalaştırdı. Büyük Theodosios’un 395 yılında Milano’da ölümü ile devlet, oğulları Arkadios ve Honarios arasında babalarının isteği üzerine idari bakımdan ikiye ayrıldı. Honarios ülkenin batısı ile ilgilenirken, Arkadios Doğusu ile ilgilenecekti. Bu imparatorluğun iki ayrı toprak parçası veya iki devlet şeklinde bölünmesi demek değildi. Sadece idari bakımdan ikiye ayrılmış ve devletin bütünlüğü düşüncesinden kesinlikle vazgeçilmemişti. Bu yönetimde kanunlar her iki imparator adına çıkarılmakta ve bir imparator tarafından çıkarılan kanunlar yayınlanmak üzere diğer imparatora gönderilerek her iki devlet yarısında da geçerli olması sağlanmaktaydı. Bir imparatorun vefatı hâlinde onun yerine birini atamak diğer tarafın imparatoru tarafından yapılmaktaydı. Bununla birlikte bu kesin bir ayrılık oldu ve devlet hiçbir zaman birleşemedi. 2.2. İmparator Arkadios ve Dönemi (395-408) 18 yaşında imparatorluğun doğu tarafının yönetimine getirilen Arkadios, ilk başlarda hocası Rufinus’un yardımıyla devleti idare etmeye çalıştı. Dönemin en dikkat çekici kişisi 398 yılında İstanbul Patriği olarak seçilen Ioannes Khrysostomos oldu. Kararlı ve sert yapısı, inandığını savunması ve özellikle yanlış gördüğü her şeyi söylemesi ile bilinen patriğin bu 7 / 19 hâli aralarında İmparatoriçe Eudokia’nın da bulunduğu bir kesimin ona karşı muhalif bir duruş sergilemesine yol açtı. Bu muhalif kesime başkaları da dâhil olunca patrik 403 yılında görevden alınarak sürgüne yollandı. Ancak halkın ona olan sevgisi ve lehine gösteriler yapması sonucu patrik yeniden görevinin başına getirildi. Fakat yine eski bildik tavrını devam ettirince tekrar sürgünle cezalandırıldı ve 404 yılında başkentten ayrılmak zorunda kaldı. Bu dönemde Balkanlarda, Anadolu’da ve başkent İstanbul’da Gotlar imparatorluğun en büyük sorunlarından birini teşkil etti. Arkadios döneminin en önemli olayı Fritigern’in ölümü üzerine Vizigotların başına geçen liderleri Alarich’in 395 yılında imparatorluk topraklarına girerek Romanya, Trakya ve Makedonya bölgelerini istila ile Yunanistan’ı yağma etmesi oldu. Bunun sebebi olarak İmparator Arkadios’un Got paralı askerlerine ücretlerini ödememesi gösterildi. Alarich bunu bahane ederek isyan etti ve kendisine katılan çok sayıda Got ile birlikte adı geçen bölgeleri yağmalamaya başladı. İmparatorluk Alarich tehlikesini onu lllyricum orduları başkumandanı (magister militum per lllyricum) yaparak kurtulmaya çalıştı. Üstelik Gotların lllyricum bölgesinde yerleşmesine izin verdi. Got tehdidi sadece Balkan yarımadasında hissedilmekle kalmadı. Gotlar Theodosios döneminden beri ordunun en yüksek mevkiilerini ve birçok sivil makamı ellerine geçirmişlerdi. İmparator Arkadios zamanında da ilk başlarda bu üstünlüklerini devam ettirdikleri görüldü. Hatta başlarında imparatorluk askerlerinin en ünlüsü ve magister militum praesentalis unvanına sahip Got asıllı Gainas bulunmaktaydı. Arianist olan Gotların Anadolu’da imparatorluğa karşı başlattıkları isyan ve bu isyanı bastırmak için gönderilen Gainas’ın belli etmeden onların yanında yer alması imparatorluğun yenilgisiyle sonuçlandı. Bu başkentteki Gotları ve özellikle reisleri Gainas’ı cesaretlendirdi ve imparatorluğa karşı tavır takınmaya ve sonrasında da İmparator Arkadios’tan taleplerde bulunmaya itti. Arkadios, Gainas’tan çekindiği için onun her isteğini yerine getirmek zorunda kaldı. İmparatorun Gotlara verdiği bu taviz halkı endişelendirdi ve onlara karşı büyük bir kıyım başlatıldı. Gainas Trakya’ya sığınmak zorunda kaldı ve Hun Hakanı Uldız onun kafasını keserek dostluk göstergesi olarak İmparator Arkadios’a yolladı. Bu şekilde Gotlar Arkadios döneminde nüfuzlarını kaybetti. Lllyricum bölgesinde bulunan Alarich, Gainas’ın başına gelenlerden çekindiği için 401 yılında yönünü batıya çevirerek İtalya’ya yöneldi. Niyeti imparatorluktan kesin olarak 8 / 19 yerleşebileceği topraklara sahip olmaktı. Ancak Batı Roma onun bu isteğini şiddetle reddetti. Bunun üzerine Alarich uzun uğraşlar sonucu 410 yılında Roma şehrini ele geçirmeyi başardı. 2.3. İmparator II. Theodosios ve Dönemi (408-450) Arkadios’un 408’de ölümü sonrası yerine 7 yaş civarında olduğu ifade edilen oğlu II. Theodosios tahta çıktı. Ancak yaşı sebebiyle devleti yönetemeyeceğinden 408-415 yılları arasında senato kararı ile üst düzey bir görevli olan Anthemius imparatorluğu idare etti. Theodosios döneminin en önemli olayı hiç şüphesiz Hunlar oldu. 355-370’li yıllarda Alanlar, Ostrogotlar ve Vizigotları yenilgiye uğratmış ve bulundukları coğrafyalardaki kavimlerin göç etmelerine neden olmuş Hunlar, imparatorluğu da tedirgin etmişlerdi. Theodosios döneminde Hun Hakanı Uldız, Doğu Roma İmparatorluğu’na bir akında bulunarak Olt Nehri’nden Demirkapı’ya kadar olan yerleri ele geçirdi. Moesia bölgesinde bulunan ve imparatorluğa ait olan Castra Martis Kalesi’ni zaptetti. Doğu Roma bu durumu barışçıl yollardan çözmeye çalıştı ve Trakya magister militumunu elçi olarak Uldız’a yolladı ancak Uldız, Castra Martis’in ve sınır boylarındaki kalelerin boşaltılması ve oldukça ağır vergi talebi karşılığında anlaşma yapabileceğini ifade etti. Hatta gökyüzünü göstererek “güneşin aydınlattığı her yeri zabtederim” dedi. Fakat imparatorluk Uldız’ın teklifini kabul etmedi ve Castra Martis’e yeniden sahip oldu. Uldız’ın haleflerinden Rua döneminde Doğu Roma ile mücadeleye devam edildi ve Hunlar 422 yılında Makedonya ve Trakya’ya girdi. Zaten uzun süreden beri Tuna civarında görünmemişlerdi. Rua’nın böyle bir harekette bulunmasının sebebi Bizans’ın Hunlara bağlı kavimleri onlardan ayırma çabaları, Hun ordusunu isyana teşvik etmesi ve bu gaye ile Hun topraklarında casusluk faaliyetlerine girişmesi idi. Bu durumu öğrenen Rua tepkisiz kalamadı ve Makedonya ile Trakya’yı içine alan Balkan seferine çıktı. Bu saldırı karşısında Doğu Roma barış istemek zorunda kaldı ve muhtemelen aynı yıl yapılan anlaşma sonucu İmparatorluk Hunlara 350 libre altın (25.000 solidus) vermeyi kabul etti. 422 yılından sonra Hunların ağırlık merkezi Orta Tuna bölgesi oldu. Zira Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu’nun sınırlarına yakın, yolların kesiştiği ve savunma yapabilecekleri bir yer olmasına özen gösterilmişti. İmparatorluğun Doğu tarafı onların bu bölgede bulunmalarından rahatsız oldu ve hemen savunma tedbirleri almaya başladı. Bu tedbirlerin başında gerek 9 / 19 doğuya gerekse batıya açılan kapı olarak görülen ve Batı Roma’nın payına düşmüş olan Sirmium’un 427 yılında ele geçirilmesi oldu. Ancak bu durum Batı Roma tarafından ancak 10 yıl sonra kabul edilebildi. II. Theodosios Rua ile 422 yılında 350 libre altın karşılığında anlaşmış olmasına rağmen Hun idaresinde bulunan kavimleri kışkırtmaktan geri durmamaktaydı. Bu nedenle Rua Bizans’ın Hun topraklarından ücretli asker toplamasını ve Doğu Romalı veya Bizanslı tacirlerin Hun topraklarında alış veriş yapmalarını yasakladı. Hiçbir Bizanslının ülkesinde serbestçe dolaşmasına müsaade etmedi. Bizans’a sığınmış Hunların önde gelenlerinden Mama ile Atakam’ın ve diğer Hun kaçaklarının iadesi için Esla’yı başkent İstanbul’a elçi olarak yolladı. Eğer iade söz konusu olmazsa imparatorluğa savaş açılacaktı. Rua da ordusuyla birlikte Tuna’ya doğru harekete geçti. Sonunda Theodosios büyük panik içinde Hunlarla anlaşmak için elçi heyeti göndermeye karar verdi. Trakya’dan consül Plinthas ve Skytia’dan ordu kumandanı Dionysius’u elçilik vazifesiyle Hunlara yolladı. Elçiler Illyricum bölgesinde Morova’da bulunan Margus (Dubravica) şehrine geldiklerinde Rua’nın hayatını kaybettiğini, yerine Attila ile kardeşi Bleda’nın geçtiğini öğrendiler. Doğu Roma’nın gönderdiği bu elçilik heyetini Attila karşıladı ve “daimi olacaktır” diye ifade edilen Margus anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşma, Romalıların, Hunların hâkimiyeti altındaki kabilelerle anlaşma yapmamalarını, esir olanlar ve mültecileri kurtarmak için Hunlara belirli bir ücret ödemelerini, Hunlardan Doğu Roma’ya ve Doğu Roma’dan Hunlara sığınmak isteyenlerin kabul edilmemesini, Romalıların Hunlara ödedikleri 350 libre verginin arttırılması ve 700 libre olması gibi şartları içermekteydi. İmparatorluk aralarında Mama ve Atacam’ın olduğu kaçakları geri yolladı ve bu ikisi Carsus’ta (Hırsova, Bulgaristan) herkesin gözü önünde çarmıha gerilerek öldürüldü. Margus anlaşmasının yapıldığı tarihten 441 yılına kadar Hunların başında bulunan Attila’nın Doğu Roma ile görüldüğü kadar herhangi bir sorunu olmadı. Ancak bu yılda Margus piskoposunun Hun topraklarına girerek onlara ait olan ve kutsal addedilen mezarları soyması Attila’yı çok sinirlendirdi. Ayrıca İmparator II. Theodosios, Hunlardan Bizans’a sığınanları göndermek istemiyor hatta onlardan bazılarına önemli makamlar vererek kendi yanlarında kalmasını sağlıyordu. Hepsi bir araya gelince Attila derhal Doğu Roma’ya elçi göndererek Margus anlaşması hükümlerince mezarlarını soyan piskoposun kendilerine verilmesini istedi. Ancak Doğu Roma böyle bir olayın olmadığını söyleyip reddedince Attila Doğu Roma’ya 10 / 19 yönelik Birinci Balkan Seferi’ne çıktı (441-442). Attila ordusunun başında Viminacium’u (Kostolaç) ele geçirdikten sonra Tuna’yı geçti ve Belgrad (Singidunum), Sirmium, lllyricum ve Niş’i ele geçirdi. Bu sefere çıkmasındaki en önemli sebep olan Margus piskoposunun kendi tarafına geçmesi ile onun da yardımını alarak Margus şehrine sahip oldu. Bu gelişmeler Bizans’ı ciddi şekilde zora soktu çünkü kendileri için mühim olan yollar Hunların eline geçmişti. Artık Hunlara İstanbul yolu açılmıştı. Hemen Batı Roma araya girdi ve önde gelen devlet adamlarından Aetius’u Attila’ya göndererek barış yapmak istediklerini bildirdi. Bu isteği kabul eden Attila, Roma ile Margus anlaşması uyarınca yıllık verginin ödenmesi, kendilerine sığınan kaçakları Hunlara iade etme gibi şartlarla 442 yılında barış yaptı. Anlaşmayı Doğu Roma adına consül Nomus imzalamış, İmparator II. Theodosios’ta 443’te onaylamıştı. 441-442 seferi ile Bizans için önem arzeden şehir ve kaleler Hunların eline geçmiş ve Hunları durdurması muhtemel Tuna sınır hattı ortadan kaldırılmıştı. 447 yılına kadar Attila’nın Doğu Roma ile ciddi bir çatışmaya girmediği ama bu tarihten sonra ona karşı tutumunu ağırlaştırdığı görülmektedir. Bunda II. Theodosios’un Hun tehlikesini daha önemsemesi ve bu gaye ile Hunlara karşı bir savunma hattı oluşturmasının etkisi vardı. Zira imparator Balkanlarda Hunları engelleyebilmek için yeni bir sınır tanzimine girişmişti. İkinci kez imparatorluğa karşı harekete geçen Attila’nın niyeti Doğu Roma’yı ele geçirmek ve ardından Batı Roma’ya yönelmekti. Bu sebeple kaçakların iade edilmemesini ve yıllık verginin ödenmemesini bahane ederek Doğu Roma’ya karşı İkinci Balkan Seferi’ne (447) çıktı. Hunlar, Bulgaristan’a girerek imparatorluk orduları ile burada yapılan savaşı kazandı. Ardından Attila, Hunların bir kısmını Niğbolu (Nikopolis) taraflarına gönderirken bir kısmını da Tuna civarına yolladı. Kendisi ise esas Hun ordusu ile güneye doğru ilerleyerek Sofya ve Filibe’yi ele geçirip Edirne’yi kuşattı. Bu kuşatma sürerken yanındaki birlikleriyle birlikte Silistre, Markianopolis, Lüleburgaz (Arkadiopolis) ve Gelibolu (Kallipolis)’yu zabtetti ve İstanbul Büyükçekmece’ye (Athyra) kadar gelerek imparatorluğu tehdit etti. Bu tehdit karşısında Doğu Roma her zaman olduğu gibi anlaşma isteğini ön plana çıkarmış ve Doğu orduları komutanı Anatolius başkanlığındaki bir elçi heyetini Attila’ya göndermişti. Muhtemelen Büyükçekmece’de yapılan görüşmeler sonucunda Doğu Roma’ya sığınan Hunların geri gönderilmesi ve bir daha kaçanların Doğu Roma topraklarına alınmaması, yıllık verginin de 700 libreden 2100 libreye yani 3 katına çıkarılması gibi şartlarla anlaşma yapıldı. Anatolius adı verilen bu anlaşmasının şartları görüldüğü üzere öncekiler gibi ağır değildi. Attila’nın bu Balkan Seferleri sonucunda Doğu Roma’nın Tuna bölgesindeki savunma hatları ağır yara aldı. 11 / 19 İmparatorluğun anlaşma gereği Hunlara ödemesi gereken vergide zorlandığı ifade edilmektedir. Hatta Hunlara elçi olarak gönderilen ve bu sayede bilgi sahibi olmamızı sağlayan Priskos’un kaydına göre imparatorluk halktan zor kullanarak ve haksız yere vergi almaya başlamış, toprak vergisi ödememesi gerekenlerden bile istemiş hatta zenginler eşlerinin süs eşyaları ve kıymetli mallarını satarak verginin ödenmesinde yardımcı olmaya çalışmışlardı. II. Theodosios döneminde imparatorluk Attila’dan ona yapacakları bir suikast ile kurtulmayı denedi fakat başaramadı. İmparatorluk hem Hun korkusu yüzünden hem de uzun süredir duyulan ihtiyaç sebebiyle surların yapımına başladı. Bu işi Prefektus Antemius üstlendi. 413 yılında yapımına başlandığı ifade edilen surlar muhtemelen 447’deki Attila’nın Balkan Seferi’nden önce bitirildi. Ancak 26 Ocak 447’de meydana gelen korkunç depremde yeni surlar büyük bir hasara uğradı ve yıkıldı. Attila’nın tehdidi devam ettiği için imparatorluk bir an önce tedbir aldı ve muhafız kuvvetleri komutanı Kontantinos Cyrus 2 ay içinde surun yıkılan yerlerini onarmayı başardı. 5650 metre uzunluğunda olan ve Marmara’dan Haliç’e kadar uzanan Kara surları üzerindeki en önemli kapılardan bazıları, Belgrat Kapı, Yaldızlı Kapı (Porta Aurea veya Altın Kapı), Topkapı, Edirne Kapı ve Eğri Kapı’dır. Bunların içinde şüphesiz en çok bilineni Yaldızlı Kapı veya Altın Kapı oldu. Zira bu kapı kapıların en büyüğü idi ve batıdan gelen Via Egnatia (Draç-Okhrida-Vodena-Selânik-Silivri’den geçerek İstanbul’a giden yol) yoluna açılmaktaydı. Üç kemerli olarak inşa edilen kapı mermer bloklu iki kule arasında yer almakta ve ortadaki giriş kısmı altın yaldızla kaplanmaktaydı. Surun günlük geçişe mahsus olan diğer kapılarına mukabil bu Yaldızlı Kapı sadece askeri ve dini törenlerde, imparatorun ve ordunun zafer alayları ile şehre girişinde kullanılırdı. II. Theodosios devrinin diğer bir olayı da İmparator Büyük Konstantinos zamanından beri var olan üniversitenin imparatorun 27 Mart 425’de yayınladığı ferman ile genişletilerek yeniden düzenlenmesi oldu. Üniversite muhtemelen Theodosios Forumu’na yakın bir yerde bulunmaktaydı. Bu yüksekokulda 31 profesör ders vermekteydi. 20 yaşına kadar olan tahsil süresi sonunda okulu bitirenlere diploma verilirdi. Burada görev yapan Profesörlerin özel ders vermeye hakları yoktu. Bunlar bütün çalışmalarını ve zamanlarını dersleri için harcayacaklardı. Hocaların maaşları devlet tarafından ödenmekteydi. Bunların mal ve mülkleri vergiden muaftı. Ayrıca mahkeme huzuruna da çıkarılamazlardı. Üniversite kısa zamanda bütün imparatorluğun ilim merkezi hâline geldi. Yine bu dönemde kanun mecmuası Codex neşrolundu. Bu kanunlar, Büyük Konstantinos’dan II. Theodosios dönemine kadar 12 / 19 uzanan ve Hristiyan imparatorlar tarafından çıkarılmış olan kanunları içine almaktaydı. Theodosios tarafından kurulan bir komisyon 8 yıllık bir çalışmadan sonra Latince olarak yazılmış “Codex Theodosiani”yi meydana getirmiş ve bu 438 yılında neşrolunmuştu. İmparator II. Theodosios zamanında başkent İstanbul’da şiddetli depremler yaşandı. Bunlardan biri 25 Eylül 437 tarihinde görüldü. Üç veya dört ay sürdüğü belirtilen deprem yüzünden şehir halkının büyük bir bölümü surlar dışında toplanmış, İmparator Theodosios ve din adamlarının da hazır bulunduğu bu yerde hep birlikte dua edilmişti. 447 yılının Ocak ayında daha önce söylendiği gibi deprem olmuş, surların büyük bir kısmı yıkılırken, Theodosios Forumu’ndaki heykel ile farklı bölgelerde bulunan çok sayıdaki heykel de sarsıntı yüzünden düşerek parçalanmıştı. 447 depreminin ardından 26 Ocak 450’de yaşanan şiddetli depremde İmparator II. Theodosios senato ve din adamları ile birlikte çıplak ayak halkın okuduğu dualara iştirak etmişti. 2.4. İmparator II. Theodosios ve Halefleri İmparator II. Theodosios’un 450 yılında ölümünden sonra yerine ablası Pulcheria ile evlenen Markianos (450-457) geçmiş ve ifade edildiğine göre imparatorluğun kaybolduğu söylenen prestijini yeniden kazandırmaya çalışmıştı. İmparator Hunlara ödenen verginin ödenmeyeceğini belirterek tepkileri üzerine çekti. Attila bu esnada imparatorluğun batı tarafı ile uğraştığından duruma sert tepki vermedi. 453 yılında ölümü ile de imparatorluk Hun tehlikesinden kurtulmuş oldu. Markianos döneminde 451 yılında Kadıköy’de IV. Genel Konsil toplandı. Papa’nın gelmediği ancak legatlerini gönderdiği bu konsilde İsa’nın 2 tam teşekkül etmiş birbirinden ayrılmaz, fakat birbirine karıştırılamaz düşüncesi kabul edilerek Monofizitlik ve Nasturîlik reddedildi. Ayrıca bu konsilde Roma ve İstanbul piskoposlarının birbirine eşit olduğu belirtilerek İstanbul Kilisesi’nin, Roma Kilisesi’nin yanında ikinci kilise olması benimsendi. Bu durum sonraki yıllarda iki kilise arasındaki rekabetinde başlangıcı oldu. Markianos döneminden günümüze gelen eser bugün Fatih’te bulunan Markianos Sütunu veya Kıztaşı adıyla bilinen anıttır. Granitten yapılmış olan bu sütun 3 basamaklı bir kaide üzerinde yükselir. Yüksekliği 10 m olup kitabesine göre İstanbul Valisi Tatianus tarafından imparatorun şerefine dikilmiştir. Sütunun üzerinde Korent uslubunda büyük bir başlık ve 13 / 19 başlığın üzerinde de melek tasvirleri vardır. Fakat heykel kaybolmuştur. Heykelin Dördüncü Haçlı Seferi esnasında Lâtinlerin İstanbul’u yağmalaması esnasında çalındığı ve İtalya’ya götürüldüğü sanılmaktadır. Markianos’un 457 yılında ölümü ile I. Theodosios hanedanı sona erdi. Çocuğu olmadığı için yerine bir asker olan Leon geçti. Şubat 457’de Hebdemon Sarayı’nda İstanbul Patriği Anatolios tarafından taçlandırılan Leon, patrik eliyle taçlandırılan ilk imparatordu. Bu döneme Attila’nın ölümü sonrası yaşananlar damgasını vurdu. Zira Attila’nın üç oğlundan biri olan İlek’in 454 yılında ölümü üzerine kardeşleri Dengizik ve İrnek Tuna Nehri’nin doğusuna doğru çekilerek Dobruca ile Beserabya bölgesi civarına geldi. 460 yılından itibaren ise toparlanma gayreti göstererek Tuna’nın aşağılarında görünmeye başladılar. Hatta 466 yılında Bizans İmparatoru Leon’a dost olmak istediklerini ve bunun için bir anlaşma yapmayı düşündüklerini belirterek Hun tüccarlarının tekrar Tuna sahillerinde ticaret yapmalarına müsaade edilmesi için elçiler gönderdiler. Fakat imparatorluk böyle bir ticarete izin vermeyince Dengizik Doğu Roma’ya saldırmayı plânladı ancak kardeşi İrnek buna karşı çıktı. Dengizik 466/467 kış aylarında askerleri ile Tuna’yı geçerek Transilvanya’nın batı taraflarına yöneldi. Buradan bir elçilik heyetini tekrar imparator Leon’a göndererek toprak ve vergi talebinde bulundu. Dengizik’in bu tavrı ilk başlarda imparatoru endişelendirmiş fakat sonra önemsiz olduğunu düşünmüştü. Dengizik imparatorlukla yaptığı mücadelede 469 yılında hayatını kaybetti. Dengizik’in ölümü üzerine Hunlar, iç mücadelelerle tamamen dağılmaya başladılar. Bir kısmı imparatorluk topraklarına yerleşirken bir kısmı da arkalarından gelen Türk boylarının içerisinde yer aldı. İrnek ve beraberindekiler ise Karadeniz’in kuzeybatı taraflarına geldi ve burada karşılaştıkları Türk grupları ile birleşerek yeni bir toplum oluşturdu ve böylece İrnek’in liderliğinde Bulgar adı altında yeni bir toplum ortaya çıktı. Leon’un 3 Şubat 474 yılında ölümü üzerine yerine önce torunu II. Leon ancak onun ölümü üzerine Leon’un damadı ve ölen çocuğun babası Zenon (476-491) imparatorluğun başına geçti. Bu dönemde Batı Roma germen asıllı Odovakar tarafından son imparatorları Romulus zamanında 476 yılında yıkılırken Doğu Roma yoluna devam etti. Zenon Batı Roma’nın yıkılışına tepki göstermemekle suçlandı. Trakya’da Theodorich Strabon ile Moesia’da Theodorich komutasında Ostrogot birlikleri imparatorluk için sorun oluşturmaktaydı. 14 / 19 İmparatorluk Theodorich Strabon’un 481’de ölümü ile ondan kurtulurken diğer Theodorich’i batıya Odavakar’ın hükmettiği İtalya’ya gitmeye zorladı. Theodorich gerçekten İtalya’ya geldi ve Odovakar ile mücadelesi sonucu 493’te Ravenna’yı ele geçirerek İtalya’ya sahip oldu ve burada Ostrogot Krallığı’nı kurmayı başardı. Bu sayede Balkanlar Ostrogot tehlikesinden kurtuldu. Zenon zamanında Henetikon denilen birlik fermanı yayımlandı. İmparator bu sayede ülkenin doğusunda yaşayan ve devlete kin duyan Monofizit ve Nasturileri Ortodoks inançla uzlaştırmaya çalıştı fakat başarılı olamadığı gibi kimseyi de memnun edemedi. Papa da Henetikon’u reddederek İstanbul patriğini aforoz etti. Bunun üzerine İstanbul Patriği de papanın adını listelerden silerek tepki gösterdi. Böylece Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki ilk ayrılık (Schisma) ortaya çıkmış oldu. Zenon’un Nisan 491’de ölümü üzerine yerine memur olan Anastasios getirildi. 15 / 19 ÇALIŞMA SORULARI 1-Dikilitaş’ın (Obelisk) İmparator Theodosios döneminde hipodroma dikilmesi hakkında bilgi veriniz. 2-Büyük Theodosios’un ölümü sonrası yaşananlar nelerdir? Anlatınız. 3- II. Theodosios zamanında yapılan surlar hakkında bilgi veriniz. 4-II. Ekümenik konsilin toplandığı dönem ve yer aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak verilmiştir? a- Büyük Konstantinos-İznik b- Konstantios-Sirmium c- Iulianus-Sofya d- I. Theodosios-İstanbul e- Markianos-İstanbul 5- İmparator I. Leon dönemi ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi doğrudur? a- Attila’nın çocukları ile mücadele etmesi b- İmparatorluğun batı tarafının onun döneminde yıkılması c- Henetikon adı verilen birlik fermanı çıkarması d- IV. İstanbul Konsili’nin İstanbul’da toplanması e- İstanbul Patriği Ioannes Khrysostomos ile mücadele etmesi CEVAPLAR 1- Theodosios döneminde Magnus Maximus isminde bir askerin isyan etmesi ve ona karşı yapılan kapsamlı mücadele sonrası başarı kazanılması üzerine İmparator Theodosios Maximus’a karşı kazanılan bu başarıyı ebedileştirmek için başkent İstanbul’daki hipodroma obeliskin (dikilitaş) dikilmesini emretti. Obelisk, bir mermer kaide üzerinde olup, bu mermer kaidede imparator ve ailesi ile ilgili kabartmalar, saray ve hipodroma dair sahneler ve değişik oyunlar tasvir edilmiş, hipodromda yapılan araba yarışlarını, dans figürlerini gösteren kabartmalar ile birlikte itaate alınan devletlerin elçilerinin hediyeler verişi betimlenmişti. 16 / 19 2- Büyük Theodosios’un 395 yılında Milano’da ölümü ile devlet, oğulları Arkadios ve Honarios arasında babalarının isteği üzerine idari bakımdan ikiye ayrıldı. Honarios ülkenin batısı ile ilgilenirken, Arkadios doğusu ile ilgilenecekti. Bu imparatorluğun iki ayrı toprak parçası veya iki devlet şeklinde bölünmesi demek değildi. Sadece idari bakımdan ikiye ayrılmış ve devletin bütünlüğü düşüncesinden kesinlikle vazgeçilmemişti. Bu yönetimde kanunlar her iki imparator adına çıkarılmakta ve bir imparator tarafından çıkarılan kanunlar yayınlanmak üzere diğer imparatora gönderilerek her iki devlet yarısında da geçerli olması sağlanmaktaydı. Bir imparatorun vefatı hâlinde onun yerine birini atamak diğer tarafın imparatoru tarafından yapılmaktaydı. Bununla birlikte bu kesin bir ayrılık oldu ve devlet hiçbir zaman birleşemedi. 3- İmparatorluk hem Hun korkusu yüzünden hem de uzun süredir duyulan ihtiyaç sebebiyle surların yapımına başladı. Bu işi Prefektus Antemius üstlendi. 413 yılında yapımına başlandığı ifade edilen surlar muhtemelen 447’deki Attila’nın Balkan Seferi’nden önce bitirildi. Ancak 26 Ocak 447’de meydana gelen korkunç depremde yeni surlar büyük bir hasara uğradı ve yıkıldı. Attila’nın tehdidi devam ettiği için imparatorluk bir an önce tedbir aldı ve muhafız kuvvetleri komutanı Kontantinos Cyrus 2 ay içinde surun yıkılan yerlerini onarmayı başardı. 5650 metre uzunluğunda olan ve Marmara’dan Haliç’e kadar uzanan Kara surları üzerindeki en önemli kapılardan bazıları, Belgrat Kapı, Yaldızlı Kapı (Porta Aurea veya Altın Kapı), Topkapı, Edirne Kapı ve Eğri Kapı’dır. Bunların içinde şüphesiz en çok bilineni Yaldızlı Kapı oldu. Zira bu kapı kapıların en büyüğü idi ve batıdan gelen Via Egnatia (Draç-Okhrida-Vodena-Selânik-Silivri’den geçerek İstanbul’a giden yol) yoluna açılmaktaydı. Üç kemerli olarak inşa edilen kapı mermer bloklu iki kule arasında yer almakta ve ortadaki giriş kısmı altın yaldızla kaplanmaktaydı. Surun günlük geçişe mahsus olan diğer kapılarına mukabil bu Yaldızlı Kapı sadece askeri ve dini törenlerde, imparatorun ve ordunun zafer alayları ile şehre girişinde kullanılırdı. 4- d 5- a 17 / 19 KAYNAKLAR Ahmetbeyoğlu, A. (2001). Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara. Ahmetbeyoğlu, A. (Aralık, 2012). “Attila’nın Oğlu Dengizik’in Devleti İhya Mücadelesi”, Tarih İncelemeleri Dergisi, (2, C. XXVII, s. 301-314). Bailly, A. (2006). Bizans İmparatorluğu Tarihi, (Çev. H. Şaman) İstanbul. Brown, P. (2000). Geç Antikçağda Roma ve Bizans Dünyası, (Çev. T. Kaçar) İstanbul. Bury, J. B. (1958). History of the Later Roman Empire. New-York. Chronicon Paschale, 284-628, (1989). (Çev. Michael Whitby-Mary Whitby) Liverpool. Diehl, C.(2006). Bizans İmparatorluğu Tarihi, (Çev.A. Göke Bozkurt) İstanbul. Gregory, T. E.(2008). Bizans Tarihi, (Çev. E. Ermert) İstanbul. Kelly, C. (2011). Attila. Hunlar ve Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü, (Çev.. T. Kaçar) İstanbul. Küçüksipahioğlu, B. (2010). “Osmanlı Öncesi İstanbul Tarihi”, Akademik Araştırmalar Dergisi, (I, s. 1-15) İstanbul. Küçüksipahioğlu, B. (Şubat 2005). “İstanbul Nasıl Başkent oldu?”, Popüler Tarih, (54 s. 1823). Küçüksipahioğlu, B. (Haziran 2005). “Hristiyan Dünyasında İlk Ayrılıklar”, Popüler Tarih, (58, s. 34-40). Küçüksipahioğlu, B. (2009). “IV-VII. Yüzyıllarda İstanbul’da Doğal Afetler”, Afetlerin Gölgesinde İstanbul, (ss. 15-42) S. Öztürk (Ed.), İstanbul , ss. 15-42. 18 / 19 Küçüksipahioğlu, B. (2013). “Bizans İmparatorluğu Zamanında Hipodrom”, İstanbul’un Kitabı Fatih II, Eminönü-I, F. Güldal (Ed.), İstanbul, s. 635 vd. Ostrogorsky, G. (1991). Bizans Devleti Tarihi, Ankara. Priskos (1995). Grek Seyyahı Priskos (V.Asır)’a Göre Avrupa Hunları, (Çev. A. Ahmetbeyoğlu) İstanbul. Theophanes, Chronographia,(1997) (İng. Çev. The Chronicle of Theophanes Confessor A.D. 284-813,(Çev.. Cyril Mango-Roger Scoth), New York. Thompson E.A. (1948). A History of Attila and the Huns, Oxford. Vaczy P. (1996). “Avrupa’da Hunlar”, Hunlar ve Tanrıların Kırbacı Attila, hazırlayan, G. Nemeth, (Çev. T. Demirkan) İstanbul. Vasiliev A.A. (1943). Bizans İmparatorluğu Tarihi, Türkçe (Çev. A. Müfit Mansel) Ankara. 19 / 19 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur. BÖLÜM: TARİH DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: DERSİN ADI: DERS NOTU YAZARININ ADI-SOYADI: 2013-2014 ROMA TARİHİ II DOÇ. DR. BİRSEL KÜÇÜKSİPAHİOĞLU 2 / 18 3. HAFTA DERS NOTU 3 / 18 İÇİNDEKİLER 3. İMPARATOR ANASTASIOS ve HALEFLERİ 3.1.İmparator Anastasios Dönemi (491-518) 3.2.İmparator Iustinos Dönemi (518-527) 3.3.İmparator Iustinianos Dönemi (527-565) 4 / 18 ÖZET 491 yılında imparatorluğun başına geçen Anastasios mali alanda yaptığı reformlarla anılan bir imparator oldu. Vergi toplamayı düzenli ve adaletli bir şekle dönüştüren imparator aynı zamanda ilk başlarda bütün meslek gruplarından alınan ancak daha sonra neredeyse halkın tümüne yayılan ve bu yüzden insanları sıkıntıya sokan Hrisargiros vergisini 498 Mayıs ayında kaldırdı. Anastasius ekonomiye çok dikkat ederek izlediği ciddi politika ile hazinenin dolmasını sağladı. Ayrıca para reformunda bulunarak 498 yılında 40 sesterce değerinde bakır para “follis”i çıkarttı. 518 yılında hayatını kaybeden Anastasios’un yerine Iustinos imparator oldu ama bütün işleri yeğeni olan Iustinianos gerçekleştirdi. Zira imparator bütün yetkileri ona vermiş hatta sağlığında yeğenini müşterek imparator ilan etmişti. 527 yılında Iustinos’un ölümüyle tahta çıkan Iustinianos en değişik ve çekici imparatorlardan biri olarak kayıtlara geçti. Evrensel imparatorluk iddiasıyla ortaya çıkan imparator bir zamanlar imparatorluğa ait olan fakat o an için kaybedilmiş bulunan toprakların yeniden kazandırılması için çalışmalar başlattı. Bunun için batıda Vizigot, Ostrogot ve Kuzey Afrika’da Vandallarla uğraştı ve başarılar elde etti. Bu sayede kaybedilmiş toprakların yeniden ele geçirilmesi sağlandı. İmparator Balkanlarda da Avar, Bulgar ve Slavlarla, doğuda ise Sasanilerle uğraştı. Nika isyanı sadece o dönemin değil tüm imparatorluk tarihinin en önemli olaylarından biriydi. Siyasi, sosyal ve ekonomik sebeplerin etkisiyle Ocak 532’de çıkan bu isyan esnasında başkent her taraftan ateşe verildi ve şehirde büyük yangınlar çıktı. Ayasofya Kilisesi’nin olduğu bölgeden başlayan yangın süratle etrafa yayıldı. Senato binası, Zeuxippos Hamamı, Augusteion Meydanı, Hagia Eirene Kilisesi (Aya İrini) mevkii, Million, Sampson Hastanesi, Hipodrom, deri dükkânlarının olduğu kısım ve Konstantinos Forumu kısa sürede yanarken imparatorluk sarayı olan Büyük Saray’ın büyük bir kısmı da bundan payını aldı. Iustinianos bu zor durum karşısında maiyeti ile birlikte Hipodrom’a giderek halkla konuşmaya ve onları yatıştırmaya çalıştı. Ancak başarılı olamayınca kaçmayı düşündü fakat eşi Theodora’nın etkisiyle bu düşüncesinden vazgeçti. Sonunda imparator Belisarios’un kumandanlığında isyanın bastırılması emrini verdi ve 30.000-40.000 asi hipodroma kapatılarak katledildi. 6 gün süren, imparatorluk başkentini alt üst eden ve binlerce kişinin ölümü ile neticelenen isyan böylece bastırılmış oldu. 5 / 18 3.İMPARATOR ANASTASIOS ve HALEFLERİ 3.1. İmparator Anastasios Dönemi (491-518) Zenon’un ölümü üzerine eşi Ariadne’nin isteği, senatonun onayı ile dürüst hayatı ile bilinen Draç doğumlu saray memuru Anastasios’un imparator olması sağlandı. Monofizit olması sebebiyle İstanbul Patriğinin karşı çıktığı bu seçim patriğin, Anastasios’un taç giymeden önce Ortodoks yemini etmesini ve kilisede herhangi bir değişiklik yapmayacağına dair belge imzalamasını istemesiyle çözümlendi. Bundan sonra Anastasios 491 Nisan ayında patrik tarafından taçlandırılarak imparator ilan edildi ve ardından Ariadne ile evlendi. Anastasios mali alanda yaptığı reformlarla anılan bir imparator oldu. Vergi toplamayı düzenli ve adaletli bir şekle dönüştüren imparator aynı zamanda ilk başlarda bütün meslek gruplarından alınan ancak daha sonra neredeyse halkın tümüne yayılan ve bu yüzden insanları sıkıntıya sokan Hrisargiros vergisini 498 Mayıs ayında kaldırdı. Halk bu verginin kaldırılmasını sevinçle karşıladı ve bu sebeple imparatora minnet duydu. Konuyla ilgili bir kaynak Urfa da geçen kutlamalara dair bilgiler aktarmakta ve bütün şehrin neşe içinde olduğunu, her yaştan insanın beyaz elbiseler giyip, meşaleler ellerinde ilahiler okuyarak Tanrı’ya şükrettiklerini, şehirde bir hafta bayram yapıldığını ve bu bayramın her yıl kutlanmasının istendiğini ifade etmektedir. Anastasius ekonomiye çok dikkat etti ve izlediği ciddi politika ile hazinenin dolmasını sağladı. Onun bu hâli üst düzey bazı görevliler ile asilleri rahatsız ettiğinden imparatoru cimrilikle suçlamalarına neden oldu. Fakat Anastasios buna aldırış etmeyerek devletin mali yapısını güçlendirmeye devam etti. Ayrıca para reformunda bulunarak 498 yılında 40 sesterce değerinde bakır para “follis”i çıkarttı. Anastasios’un yaptığı bir diğer önemli iş hipodromda insanlarla vahşi hayvanların mücadelesini yasaklaması oldu. İmparator Monofizit inancını sürdürdüğünden ve zamanla Monofizitleri yani Yeşilleri desteklediğinden ona karşı başkent halkının özellikle Mavilerin tepkileri oldu. Bu yüzden 4 Kasım 512 Pazar gününden başlayarak İstanbul’da karışıklıklar yaşandı. Halk Konstantinos Forumu’nda toplanarak imparatoru protesto etti ve heykellerini kırdı. Anastasios bu yaşananlar karşısında tahtını bırakabileceğini söyleyip tacını çıkarmış bir hâlde hipodromda 6 / 18 halkın karşısında çıktı. Onlardan özür dileyerek yaşananlar için affını talep etti. İmparatorun bu konuşması halkta öylesine tesir bıraktı ki kendisinden görevine devam etmesi ve tacını başına takması istendi. Bununla birlikte, Monofizit inancı ve aldığı ekonomik önlemler yüzünden Anastasios, tebaasının çeşitli sınıflarında sevilmedi ve onu tahttan indirmeye yönelik girişimler oldu. 513 yılında Vitalianus adlı bir askerin isyanı buna bir örnekti. Bulgar ve Slavlardan oluşturduğu ordu ve donanma ile İstanbul’a gelen Vitalianus’un gayesi Anastasios’u tahttan indirerek onun yerine geçmekti fakat bunu açıkça söyleyemediğinden Ortodoks düşünceyi savunmak iddiasıyla ortaya çıktı. Bu şekilde halkın kendisini destekleyeceğine inanmaktaydı. İmparatorluk yönetimi Vitalianus’a karşı gerekli önlemleri aldı ve onun söylemlerinin doğruluk payı olmadığını belirtti. Ayrıca şehrin kapılarına yönetimin görüşlerini yansıtan yazılar astı. Bu ilk gelişinde Vitalianus başarılı olamayarak geri çekildi. Ancak 514 yılında iki kez yine İstanbul önlerinde görüldü. 514’teki ilk gelişinde yapılan görüşme ve verilen tavizlerle uzaklaştırılan asi aynı yılın sonbaharında geldiğinde ordugâhını Galata’da kurdu. Anastasios için durum zor gibi görünse de imparatorluk güçleri kısa sürede asiye karşı başarı sağladı. Haliç önlerinde yapılan savaşta Vitalianus’un donanması imha edildi. İmparatorluk birlikleri Galata’ya çıkarak Boğaziçi’ne kadar ilerleyip yakaladıkları asileri öldürdü. Vitalianus ise kaçmayı başardı. Böylece uzun ve kanlı bir mücadeleden sonra nihayet isyan bastırılmış oldu. Anastasios, İtalya’da Ostrogot Kralı olan Theodorich’i tanırken, Galia’da kurulan Frank Krallığı’nın yöneticisi Clodwig’e konsüllük payesi vererek Galia üzerindeki hâkimiyetini kabul etmiş oldu. Böylece bu iki devlet imparatorluğu yüksek hâkimleri olarak görmeye devam etti. Bu süreçte doğuda Sasanilerle başlayan savaş imparatorluğun yenilgisiyle sonuçlandığından 506 yılında iki taraf arasında yeniden anlaşma imzalandı. İmparator Anastasios döneminde Balkanlar bölgesi ve dolayısıyla devlet en çok Türk asıllı Bulgarlarla mücadele etmek durumunda kaldı. Dokuz Ogur Bulgarlarının 493, 499, 502 ve 506 yıllarında Bizans’a karşı saldırıları olmuş, özellikle 499 yılındaki saldırıda 15.000 kişilik Bizans ordusu hezimete uğrayarak Trakya’ya kadar ilerlemişti. İmparator Bulgar tehlikesini bertaraf edebilmek için 497 yılında Silivri’den başlayıp Karadeniz’e uzanan Uzun Sur’un yapılması emrini verdi. Ayrıca bu dönemde Slavlar imparatorluk topraklarına yavaş yavaş girerek Balkan bölgesinde ve özellikle de Tuna’nın kuzeyinde görünmeye başlamışlardı. 515 yılında eşi Ariadne’yi kaybeden imparator 518’de öldü. Kendisi çok fazla sevilmese de imparatorluk lehine çabası olmuş, bu sayede ülke ekonomisini düzeltebilmişti. Anastasios’un 7 / 18 çocuğu olmadığı için yerine muhafız kuvvetleri komutanı Iustinos imparator olmayı başarabildi. 3.2. İmparator Iustinos Dönemi (518-527) 518-527 yılları arasında hüküm süren I. Iustinos’un 450-452 yılları arasında Makedonya Üsküp’te doğduğu ifade edilmekte, çocukluğu ve gençlik yıllarının fakirlik içinde geçtiği, 470 yılında memleketini terk ederek İstanbul’a geldiği ve orduya yazıldığı kaydedilmektedir. I. Leon zamanında muhafız kıtasına alınan Iustinos, Anastasios’un hükümdarlığı esnasında hem Sasanilerle yapılan savaşlara hem de asi Vitalianus’a karşı mücadeleye katılmış ve başarısıyla öne çıkmıştı. Anastasios’un ölümü ile senato tarafından imparator seçilerek ordu ve halkın onayını aldıktan sonra İstanbul patriğinin Temmuz 518’de taçlandırmasıyla resmen imparator ilan edildi. İmparator olduğunda 70 yaş civarında olduğu bilinen ve okuma yazması olmadığı söylenen Iustinos dönemine yeğeni Iustinianos damgasını vurdu ve bu süreçte imparatorluğu yöneten aslında Iustinianos oldu. Bununla birlikte Iustinos’un Balkanlarda Slavlarla mücadele ettiği, imparatorluğun doğu bölgelerinde Monofizitleri takip ettirdiği ve papalıkla arasını düzelttiği kaydedildi. 527 bahar aylarında rahatsızlanan Iustinos ölmeden önce yeğeni Iustinianos’u müşterek imparator ilan etti ve Ağustos 527’de hayatını kaybetti. Ölümünden sonra yerine yeğeni Iustinianos geçti. 3.3. İmparator Iustinianos Dönemi (527-565) Bizans İmparatorluğu’nun en değişik ve ilgi çekici imparatorlarından olan Iustinianos amcası Iustinos tarafından İstanbul’a getirilmiş, evlatlık edinilerek burada iyi bir eğitim alması sağlanmıştı. Iustinos, imparator olduğu zaman 35 yaşında olduğu ifade edilen Iustinianos’a tüm unvanları bahşederek yönetimde söz sahibi olmasını sağladı. Üstelik son zamanlarında onu müşterek imparatoru ilan etti. Iustinianos amcasının sağlığında eşi olacak Theodora ile karşılamış ve etkisinde kalarak evlenmek istemişti. Ancak Theodora’nın gençliğinde yaşadığı serbest hayat sebebiyle bir senatör ile evlenmesi mümkün olmadığından Iustinianos, amcasını ikna etmek suretiyle bu kanunun yumuşatılmasını sağlayarak 524 yılında Theodora ile evlenebildi. İmparator olduğunda da ona tüm yetkileri ve unvanları bahşedip kendisine müşterek imparator yaptı. 8 / 18 527-565 yılları arasında hüküm süren Iustinianos döneminin en önemli olayı tüm zamanların en ciddi isyan hareketlerinden biri olan Nika İsyanı’nın yaşanmasıydı. Siyasi, sosyal ve ekonomik sebeplerin etkisiyle Ocak 532’de çıkan bu isyan esnasında başkent her taraftan ateşe verildi ve şehirde büyük yangınlar çıktı. Ayasofya Kilisesi’nin olduğu bölgeden başlayan yangın süratle etrafa yayıldı. Senato binası, Probus’un evinin olduğu bölge, Zeuxippos Hamamı, Augusteion Meydanı, Hagia Eirene Kilisesi (Aya İrini) mevkii, Million, Sampson Hastanesi, Hipodrom, deri dükkânlarının olduğu kısım ve Konstantinos Forumu kısa sürede yanarken imparatorluk sarayı olan Büyük Saray’ın büyük bir kısmı da bundan payını aldı. Iustinianos bu zor durum karşısında maiyeti ile birlikte Hipodrom’a giderek halkla konuşmaya ve onları yatıştırmaya çalıştı. Hatta hepsini affettiğini, hiç kimsenin yakalanmaması için emir verdiğini söyledi. Ancak bu vaadler sonuçsuz kaldı ve imparator çok sert bir tepki ile karşılaştı. Sonunda durumun ümitsiz olduğunu gören imparator sarayın arka kapısından deniz yolu ile kaçmayı düşündü. Fakat eşi Theodora’nın etkileyici konuşmasıyla cesaretlenerek bundan vazgeçti ve isyanın bastırılması için tedbirler almaya başladı. Önemli kumandanlarını Belisarios başta olmak üzere bu isyanı bastırmakla görevlendirdi. 30.00040.000 asi hipodroma kapatılarak katledildi. 6 gün süren, imparatorluk başkentini alt üst eden ve binlerce kişinin ölümü ile neticelenen isyan bastırılmış oldu. İsyanın bastırılmasından sonra şehir sessizliğe bürünmüş ve hiç kimse dışarı çıkmaya cesaret edememişti. Başkent günlerce ticari faaliyetlerden yoksun kalmış, şehirde sadece ekmek ve yiyecek satılan dükkânlar açık kalmıştı. İmparator Iustinianos bundan sonra süratle başkentin imar edilmesi için uğraştı. Yangın sırasında tahrip olan Million ve civarı ile katliamın yapıldığı Hipodrom imparatorluk locası kathisma dâhil yeniden onarıldı. Hatta bu nedenle oyunlar birkaç yıl ertelenmek zorunda kaldı. İmparator bundan başka Zeuksippos Hamamı’nı, Senato’yu ve Büyük Saray’ın bir kısmını onarttı. Augusteion Meydanı’nın da yeniden düzenlenmesini istedi ve zeminin mermerlerle kaplanmasını, meydanın çevresinin de mermer sütunlarla çevrilmesini emretti. İmparatorun bronzdan yapılmış büyük atlı heykeli Augusteion Meydanı’nda yüksek bir sütun üzerinde durmaktaydı. İsyanda çok zarar gören Hagia Eirene Kilisesi’ni de yeniden ve daha büyük olarak yaptırdı. Yine Nika isyanı sırasında yok olan ve Ayasofya ile Hagia Eirene arasında olduğu ifade edilen Sampson sağlık tesisleri de yeniden ve daha geniş bir şekilde inşa ettirildi. 9 / 18 İsyan sırasında Ayasofya da yandığından İmparator Iustinianos çok geçmeden elinde bulunan bütün imkânları kullanarak ve hiçbir masraftan çekinmeyerek Ayasofya’nın yeniden yapılması emrini verdi. Dönemin en iyi iki mimarı Trallesli Anthemios ve Miletli Isidoros tarafından 532-537 yılları arasında inşa edilen Ayasofya 26 Aralık 537’de açıldı. Rivayete göre, Iustinianos, binanın kilise olarak takdis günü olan bugün İmparator Kapısı’ndan girdikten sonra muazzam kubbenin altına kadar “Ey Süleyman, seni mağlup ettim” diye bağırarak koşmuştu. Ayasofya günümüze kadar gelmeyi başarabilmiş nadir yapılardan biridir. Iustianinos, evrensel imparatorluk iddiasıyla ortaya çıktığı için bir zamanlar imparatorluğa ait olan fakat o an için kaybedilmiş bulunan toprakların yeniden kazandırılması için çalışmalar başlattı. Bunun için önceliği bir germen kavmi olan Vandalların işgal ettiği Kuzey Afrika’ya verdi. Belisarios komutasında 18.000 kişilik bir ordu 533’te bölgeye gönderilerek başarılar kazanıldı. Vandal Kralı Gelimer esir edilerek 534 yılında İstanbul’a getirildi ve hipodromda halka gösterildi. İmparator İtalya’da kurulan Ostrogot Krallığı’na karşı da benzer harekette bulundu. Ancak buradaki mücadele daha uzun ve zorlu oldu. Yine Belisarios komutasında gönderilen ordu 536 yılında İtalya’ya girerek Napoli ve Roma’yı ele geçirip, 540 yılında Ravenna’yı zapt etse de Totila ile güçlenen Ostrogotların imparatorluğa karşı mücadelesi devam etti. 544 yılında yeniden bölgeye gönderilen Belisarios üst üste yenilgiye uğradı ve 548’de geri döndü. İtalya’dan aldığı haberlerle dehşete düşen Iustinianos sonunda Narses komutasında 35.000 kişilik orduyla 552 yılında yeniden harekete geçti. Ostrogotların büyük yenilgiye uğradığı mücadele de Totila hayatını kaybetti. Bu tarihten sonra Ostrogotların devlet ve millet olarak varlıklarını kaybettiği iddia edilmektedir. 555 yılında tüm İtalya imparatorluğun eline geçmiş oldu. İmparator bu başarılardan aldığı güçle Vizigotların elinde bulunan İspanya’ya yönelmeyi de ihmal etmedi. 554 yılında Cordoba ve Malaga ele geçirilerek Kuzey Afrika valisinin yönetimine verildi. Böylece imparatorun istediği Imperium Romanum yeniden kurulmuş görünmekteydi. Iustinianos zamanında Sasanilerle mücadele yine devam etti. Her ne kadar imparatorluk 532 yılında “ebedi barış” anlaşması yapsa da 540 yılında bu anlaşma bozuldu ve aralarında savaş yine başladı. İmparator yüksek vergi karşılığında onlarla yeniden anlaşma yaparak barışı sağlayabildi. Bu dönemde Slavların Balkanlarda faaliyetleri artarak devam etti. İmparator onların bu hâlini takip etmekle birlikte Slavları bölgeden uzaklaştıracak herhangi bir girişimde bulunmakta zorlanmaktaydı. Her ne kadar bölgede sınır güçlendirmesi yaparak duruma müdahil olmaya çalışsa da yeterli olamıyordu. İmparatorluğun germen kavimleri ile 10 / 18 mücadelesi Slavları daha cüretkâr yaptı ve onlar Balkanların güneyine doğru ilerleyerek Korinth Boğazı’na kadar geldi, Adriyatik Denizi ve Ege Denizi kıyılarına ve sonraları Dalmaçya’ya kadar geniş bir alana yayıldı. Bu bölgeleri tahrip edip yağmalayan Slavlar bundan sonra hızla Tuna’nın ötesine çekildi. Onların bu ilerlemelerinde Avarların da etkisi olmakta, kimi zaman müşterek hareket ederek kimi zaman ise Avarların teşviki ile Balkanlarda siyasi olaylarda yer aldıkları görülmekteydi. Selanik’in Slavlar ve Avarlarla birlikte birkaç kez kuşatılması buna bir örnekti. Iustinianos zamanında Avarlar 558 yılında Güney-Rusya düzlüklerinde iken Bizans İmparatorluğu ile temasa geçmişlerdi. Ogur ve Alanların da bulunduğu boyları itaat altına aldıktan sonra Bizans İmparatorluğu’na elçi göndererek kendilerine yaşamaları için toprak verilmesini istemişlerdi. Avarların Bizans ile ilişki kurmasını sağlayan muhtemelen Alanların reisi Sarosius’tu. Avarlar 558 yılında Kandik isimli bir elçiyi başkent İstanbul’a gönderdi. Kandik burada kendi kavminin çok üstün ve kudretli bir kavim olduğunu ve onun karşısında hiçbir gücün duramayacağını ifade ederek kendi kavmini tanıttı. İmparatorluk bu esnada Kutrigur Bulgarları ile uğraşmak zorunda kaldığından Avarları reddetmemiş ve Kutrigurlara karşı onları kullanabileceğini düşünmüştü. Bu nedenle elçiye iyi davranmış ve ona ipekli elbiseler ve altından süs eşyaları vererek memnun bir şekilde geri göndermişti. Ayrıca imparatorlukta bu elçiye mukabil Valentinianus adlı elçisini Avarlara gönderdi. Bu karşılıklı elçi teatisinden sonra iki taraf arasında 558 yılında bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre imparatorluk düşmanları olan Slav ve Bulgarlar ile savaşmada kendisine yardım ederse Avarlara her yıl vergi vereceğini belirtti. Avarlar bu tarihten sonra bölgedeki Türk kavimlerini Onogur, Utrigur ve Kutrigurları itaatleri altına alarak hızlı bir şekilde genişlerken; Slavlara ait Antlar ve diğer Slav boylarını da kendilerine boyun eğdirmeye çalıştı. Avarlar rivayete göre 559 yılında başkent İstanbul’a yine bir elçi heyeti göndermiş ve bu heyet özellikle uzun saçları ve kıyafetleriyle dikkat çekmişti. Bu ziyaret neticesinde iki taraf arasında bir anlaşmanın olduğu ve imparatorluğun onların Dobruca bölgesinde kalmalarına müsaade ettiği ifade edilmekteydi. Ayrıca Avar hanına para vermeyi kabul eden imparatorluk karşılığında ise onlardan Bulgar ve Slavlara karşı yardım sözü aldı. Bu sayede Avarlar 560 yılı civarında Dinyeper ve Dinyester arasındaki bölgeye hâkim oldukları gibi genişleme ve büyüme sonucunda Aşağı Tuna kıyılarına kadar dayandı. Bu esnada başlarında Bayan isminde bir hakanları vardı ve 561 yılında onun liderliğinde Pannonia bölgesine gelmişlerdi. Avarlar 562 yılında yine İmparator Iustinianos zamanında 11 / 18 Bizans’a başvurarak kendilerine imparatorluk arazisinde daima yaşayabilecekleri topraklar verilmesini istedi. Ancak Iustinianos bu teklife sıcak bakmadı ve onların Tuna’nın güneyine inmelerine de karşı çıktı. Rivayete göre bu esnada Avarlar, Dobruca ve Aşağı Tuna bölgesinde bulunan toprakları işgal etmişlerdi ve burayı imparatordan talep ediyorlardı. Ancak imparator onların çok yakınına gelmesini istemediği için karşı çıktı ve Bayan’a Aşağı Pannonia bölgesindeki toprakları teklif etti. Fakat Bayan bunu reddederek kuzey batıya çekildi ve Franklarla mücadeleye girişti. İmparatorlukta onların Tuna’yı geçmemesi için tüm önlemleri aldı. Iustinianos zamanında Bulgarlar Bizans ile mücadele etmeye devam etti. 528 veya 529 yılında iki kumandanları liderliğinde Scythia ve Moesia bölgelerine akınlarda bulunan Bulgarlar daha sonra Trakya’ya kadar ilerledi. İmparatorluk bu akınlara karşı koymaya çalıştı ve ilk başlarda başarı da kazandı. Ancak Bulgarlar takviye güç alarak Bizans ordusuna arkadan saldırıya geçince Bizans yenilmekten kurtulamadı. Yine İrnek’ten sonra Bulgarların başına geçen Mundo (veya Mundos) İmparator Iustinianos’a elçiler göndererek onun himayesine girmek istediğini bildirdi. İmparator bu isteğe olumlu yaklaştı, hatta onu “magister militum per Illyricum” olarak görevlendirdi. Ancak Mundo’nun bu göreve getirilmesi kendi halkını rahatsız etti. Öyle ki, Mundo Illyricum topraklarına geldiği zaman Bulgarların saldırısına uğradı ve mukabil bir saldırıyla onlara karşılık vermek zorunda kaldı. Sonuçta Bulgarları mağlup etmeyi başaran Mundo onlardan aldığı ganimeti samimiyetinin bir ifadesi olarak imparatora gönderdi. Mundo’nun bu davranışı himayeden ziyade müttefik sıfatıyla Mundo’nun Bizans’ın yanında yer almış olabileceği ihtimalini düşündürmektedir. Bulgarların Bizans’la birlikte hareket etmelerine ve müttefik sıfatıyla seferlere katılmalarına rağmen zaman zaman imparatorluğa karşı gelmekten geri durmadıkları görülmektedir. Mesela Bulgarların yine Iustinianos devrinde Bizans’a saldırıları oldu. Bunun üzerine bölgedeki kumandanlar bu saldırıya hemen karşılık vermek istedi. Ancak İmparator Iustinianos’un göndermiş olduğu bir mektup kumandanların bu girişimini engelledi. Zira mektupta imparator Bulgarlara saldırmayı kesin bir dille yasaklamakta ve onları düşmanları olan Gotlara ve diğerlerine karşı müttefik olarak gördüğünü belirtmekteydi. Buna rağmen Bulgarların imparatorluğa yaklaşımları ve imparatorluk karşısındaki başarıları onların hiç de kolay durdurulabilecek bir kavim olmadığını gösterdi. Bunun için imparator tedbirler almaya başladı ve Tuna boyunca kaleler yaptırdı. Ancak bu tedbirlerin ne kadar yetersiz olduğu Dokuz Ogur Bulgarlarının Bizans’a karşı 552 yılında saldırıya geçmeleri ile ortaya çıktı. Dokuz Ogurlar liderleri Kinal idaresinde Balkanlara kadar ilerleyerek etrafı tahrip etmeye 12 / 18 başladı. Durumun ciddiyetini kavrayan imparator geleneksel politikalarından birini, yani aynı kandan gelenleri birbirine düşürme ve onları birbirine kırdırma politikasını uygulamaya karar verdi. Bu sebeple hemen Otuz Ogurların (Utrigur) lideri Sandil’e elçiler göndererek Dokuz Ogurlara saldırmasını istedi ve karşılığında Dokuz Ogurlara ödemesi gereken vergiyi vereceğini belirtti. Ancak Sandil kardeşlerini öldüremeyeceğini çünkü dillerinin, kültürlerinin, giyimlerinin kısaca her şeylerinin aynı olduğunu ve bundan dolayı karşı koyamayacağını belirtti. Iustinianos o kadar baskı yaptı ki sonunda Sandil, Dokuz Ogur Bulgarlarına saldırmak zorunda kaldı ve onların topraklarına girdi. Sonuçta Iustinianos’un iki kardeşi birbirine düşürme politikası başarıya ulaşmış oldu. Bununla birlikte Zabergan (veya Zaberhan) liderliğindeki Dokuz Ogur Bulgarlarının 558 yılında üç ordu hâlinde tekrar Bizans’a karşı harekete geçtiği ve Bizans’ın bu defa kumandan Belisarios sayesinde kurtulmayı başardığı görülmektedir. Ayrıca imparatorun elçilerini Sandil’e göndererek onu daha önce olduğu gibi yine Dokuz Ogurlar üzerine sefer yapmaya ikna ettiği ve hemen hemen aynı taktiklerle onları bertaraf etmeye çalıştığı söylenmektedir. Sonuçta Bizans’ın hilesi ile zor durumda kalan Dokuz Ogurlardan bir kısmı Orta Avrupa’ya Macaristan’a doğru giderek Avarların hükmü altına girerken; bir kısmı da Bizans’a iltica etmek sureti ile Trakya’ya yerleştirildi. Başkent İstanbul, tarih boyunca görülen en tehlikeli veba salgınlarından birisini İmparator Iustinianos zamanında 542 yılında yaşadı. O günkü dünyayı etkileyen ve pandemi yani kıtalar arası salgın olarak görülen bu tehlike 541 yılı Temmuz ayı ortalarına doğru Mısır’da bulunan Pelusium’da ortaya çıkmış ve buradan tüm dünyaya yayılarak 542 yılının ilkbahar aylarında muhtemelen mart sonu veya nisan başlarında başkente ulaşmıştı. Vebanın yıkıcı etkisi başkentte özellikle ilk üç ayda kendini göstermiş, ilk başlarda ölenlerin sayısı günde 5. 000 iken sonraları 10.000 olmuştu. Şehirde ölenler çok fazla olduğu için mezarlıklar yetersiz kalmış ve bu nedenle İstanbul surları dışında mezarlar kazılmaya başlanmıştı. Hatta Galata bölgesinde nöbetçi kuleleri rastgele atılmış cesetlerle dolmuş ve mezarlık hâline getirilmişti. Bu durum karşısında İmparator Iustinianos önlemler almak sureti ile düzenin yürümesini sağlamış ve sosyal hizmet kurumlarının daha aktif çalışmasını emretmişti. Üstelik salgın esnasında şehri teftişe çıkan imparatorun kendisi de hastalanmış aylarca hasta yatmıştı. Bu yüzden bu salgın Iustinianos Vebası olarak ta bilinmekteydi. İmparator uzun uğraşlar sonucu hatta biraz da mucizevi olarak hastalığı atlatmayı başarabildi. Bu dönemde özellikle başkent İstanbul’da deprem, yangın ve kıtlık gibi olağan üstü durumlar yaşandı. Mesela 16 Ağustos 542 tarihinde yaşanan depremde şehir çok zarar görürken, 13 / 18 surların bir kısmında çökme oldu. Binaların, kiliselerin yıkıldığı depremde can kaybı oldukça fazlaydı. Yine 554 yılı Ağustos ayındaki depremin en korkunç olanlardan biri olduğu söylenmekteydi. Zira sabahın erken saatlerinde şiddetli bir gürültü ve sarsıntı ile başlayan deprem çok sayıda ev, bina, kilise ve surların yıkılmasına yol açmıştı. Aşağı yukarı 40 gün devam ettiği ifade edilen depremden İzmit de etkilenmiş ve şehir büyük bir zarara uğramıştı. Bizans tarih yazarı Theophanes, insanların deprem sonrasında pişmanlık duyarak Tanrı’ya dua ettiklerini, kiliseleri ziyaret ederek Tanrı’nın merhametini dilediklerini belirtmekteydi. 557 yılında görülen ve fasılalarla uzun bir süre devam eden deprem en korkunç olanlarından biriydi. Şehirdeki çoğu ev, kilise, kamu binası yıkılmış, surların büyük bir kısmı da zarar görmüştü. İmparator Iustinianos bu felaket yüzünden 40 gün tacını takmamıştı. İmparatorun yönetimi esnasında başkentte görülen yangınlarda dikkat çekiciydi. Halk organizasyonu olan Mavi ve Yeşiller yüzünden 548 yılında çıkan yangın da insanların büyük bir kısmı hayatını kaybederken; 561 yılının Ekim ayında İmparatorluk sarayının bulunduğu bölgede çıkan yangında tüm evler, işyerleri, öksüzler yurdu, Bovis Forumu ve Theodosios Forumu yanmıştı. Bu süreçte başkentte görülen kıtlıklarda önemliydi. 556 yılının Mayıs ayında ekmekte yaşanan kıtlık yüzünden halk sıkıntı yaşamış ve imparatora kendilerine yiyecek bulması için tepki göstermişlerdi. 3 ay sürdüğü belirtilen bu kıtlıktan sonra 560 yılında imparatorun öldüğü söylentileri üzerine halkın olabilecek muhtemelen bir kaos sebebiyle ekmek dükkânlarında ve fırınlardaki ekmeklere saldırdıkları ve bu yüzden üç saat içinde koca şehirde ekmeğin kalmadığı kaydedilmişti. İmparator Iustinianos zamanında başkent İstanbul’da ticaret çok gelişmiş, ihracat ve ithalat yapılan bir yer durumuna gelmişti. Üstelik bu dönemde keşiş kılığındaki casuslar sayesinde Çin’den ipek böceği kaçırılmış ve ipek endüstrisi kurulması için uğraşılmıştı. Bu çalışmalar başarılı da oldu ve kısa zamanda İstanbul başta olmak üzere Antakya, Beyrut, İskenderiye ve Thebai gibi merkezlerde ipek ile uğraşan atölyeler kuruldu. İmparator Iustinianos Kasım 565’te hayatını kaybetti. Hiç kimseyi sağlığında müşterek imparator yapmadığı gibi kendisinden sonra kimin tahta geçeceği konusunda da bir şey söylememişti. Bu yüzden ölümünden sonra senato hemen Iustinianos’un yeğeni Iustinos’u imparator seçti ve böylece 565-578 yılları arasında imparatorlukta II. Iustinos hüküm sürdü. 14 / 18 ÇALIŞMA SORULARI 1- İmparator Anastasios’un ekonomik politikaları hakkında bilgi veriniz. 2- İmparator Iustinianos zamanında görülen Nika isyanının genel olarak sebepleri nelerdir? Belirtiniz. 3- İmparator Iustinianos’un dış politikası neyi hedeflemekteydi? Anlatınız. 4- Aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır? a- İmparator Anastasios zamanında Vitalianus’un isyanı görüldü. b- İmparator Anastasios Monofizit eğitimliydi. c- İmparator Iustinos’un hiç okuma yazması yoktu. d- İmparator Anastasios’tan sonra Iustinianos tahta geçti. e- İmparator Iustinianos döneminde başkentte depremler yaşandı. 5- Aşağıdakilerden hangisi İmparator Iustinianos zamanında imparatorluğun batıdaki sorunlarından biri değildir? a- Vizigotlar b- Sasaniler c- Ostrogotlar d- Slavlar e- Bulgarlar CEVAPLAR 1- Anastasios mali alanda yaptığı reformlarla anılan bir imparator oldu. Vergi toplamayı düzenli ve adaletli bir şekle dönüştüren imparator aynı zamanda ilk başlarda bütün meslek gruplarından alınan ancak daha sonra neredeyse halkın tümüne yayılan ve bu yüzden insanları sıkıntıya sokan Hrisargiros vergisini 498 Mayıs ayında kaldırdı. Halk bu verginin kaldırılmasını sevinçle karşıladı ve bu sebeple imparatora minnet duydu. İmparator ekonomiye çok dikkat etti ve izlediği ciddi politika ile hazinenin dolmasını sağladı. Onun bu hâli üst düzey bazı görevliler ile asilleri rahatsız ettiğinden imparatoru cimrilikle 15 / 18 suçlamalarına neden oldu. Fakat Anastasios buna aldırış etmeyerek devletin mali yapısını güçlendirmeye devam etti. Ayrıca para reformunda bulunarak 498 yılında 40 sesterce değerinde bakır para “follis”i çıkarttı. 2- Iustinianos döneminin en önemli olayı tüm zamanların en ciddi isyan hareketlerinden biri olan Nika İsyanı’nın yaşanmasıydı. Siyasi, sosyal ve ekonomik sebeplerin etkisiyle Ocak 532’de çıkan bu isyan esnasında başkent her taraftan ateşe verildi ve şehirde büyük yangınlar çıktı. 3- Iustianinos, evrensel imparatorluk iddiasıyla ortaya çıktığı için bir zamanlar imparatorluğa ait olan fakat o an için kaybedilmiş bulunan toprakların yeniden kazandırılması için çalışmalar başlattı. Bunun için Vandallar, Vizigotlar ve Ostrogotlarla mücadele etti. 4- d 5- b 16 / 18 KAYNAKLAR Browning, R.(1975). Byzantium and Bulgaria. London. Bury, B.(1958). History of the Later Roman Empire. New-York. Herak, E. Avarlar: Etnik Yaradılış ve Tarihlerine Bir Bakış. Türkler (C. II, Ss. 641-657). Kafesoğlu, İ. (1988). Türk Milli Kültürü. İstanbul. Karatay, O. (2013). “Avar Hâkimiyeti ve Balkanların Slavlaşması”, Balkanlar El Kitabı, (2.bsk, s. 91-98) Ankara. Kurat, A.N. (2002). IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara. Küçüksipahioğlu, B. (2008). “Ankhialos Savaşı’nın Sonuna Kadar Bizans-Bulgar İlişkileri”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, (14, s. 209-226). Küçüksipahioğlu, B. (2009). “IV-VII. Yüzyıllarda İstanbul’da Doğal Afetler”, Afetlerin Gölgesinde İstanbul, (ss. 15-42.) S. Öztürk (Ed.), İstanbul. Küçüksipahioğlu, B. (2011). “Bizans İmparatoru Iustinianos Döneminde (527-565) İstanbul”, Tarih İçinde İstanbul Uluslararası Sempozyumu, 11-17 Aralık 2010, Bildiriler, ss. 157 vd. İstanbul. Küçüksipahioğlu, B. (2013). “Bizans İmparatorluğu Zamanında Hipodrom”, İstanbul’un Kitabı Fatih II, Eminönü-I, F. Güldal (Ed.), s. 635 vd. İstanbul. Levtchenko, M.V. (1999). Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi, (Çev. M. Selen), İstanbul. Malalas, I. (1986). The Chronicle of John Malalas, (İng. çev. E. Jeffreys, M. Jeffreys, R. Scott) Melbourne. 17 / 18 Ostrogorsky, G. (1991). Bizans Devleti Tarihi. Ankara. Prokopios, Bizans’ın Gizli Tarihi, (2001). (Türkçe Çev. O. Duru) İstanbul. Theophanes, Chronographia, İng.çev. The Chronicle of Theophanes Confessor A.D. 284-813, (1997). (Çev. Cyril Mango-Roger Scoth) New York. Treadgold, W. (1997). A History of the Byzantine State and Society, California. Runciman, S. (1930). A History of the First Bulgarian Empire, London. Vasiliev A.A. (1943). Bizans İmparatorluğu Tarihi, Türkçe trc. A. Müfit Mansel, Ankara, I. 18 / 18 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur. BÖLÜM: TARİH DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: DERSİN ADI: DERS NOTU YAZARININ ADI-SOYADI: 2013-2014 ROMA TARİHİ II DOÇ. DR. BİRSEL KÜÇÜKSİPAHİOĞLU 2 / 15 4. HAFTA DERS NOTU 3 / 15 İÇİNDEKİLER 4. 565-610 YILLARI ARASINDA BİZANS İMPARATORLUĞU 4.1. İmparator II. Iustinos Dönemi (565-578) 4.2. İmparator Tiberios Dönemi (578-582) 4.3. İmparator Mavrikios Dönemi (582-602) 4.4. İmparator Phokas Dönemi (602-610) 4 / 15 ÖZET 565-578 yılları arasında hüküm süren İmparator II. Iustinos dönemini Kuzey İtalya’yı Avar korkusu yüzünden istila eden Lombardlar ile batıda Avar ve doğuda siyasi ve diplomatik düzeyde ilişki başlattıkları Göktürkler belirledi. İmparatorluk İran tehlikesi ve ipek meselesi sebebiyle doğuda ki Göktürk Hakanlığı ile diplomatik ve siyasi ilişkiler kurdu. 567 yılı sonlarında ipek taciri ve diplomat Maniakh başkanlığında bir heyet Bizans’a gelirken, imparatorlukta daha ayrıntılı görüşmeler yapılması için Zemerkhos başkanlığında bir heyeti 568 veya 569 yılı başlarında Göktürklere yolladı. Bu dostluk, imparatorluğun Göktürklerin düşmanı olan kavimlerle dost olması yüzünden bozulunca devlet bu kırgınlığa son vermek için Valentianos başkanlığında bir heyetini Göktürklere yolladı. Avarlar II. Iustinos döneminde Kutrigur ve Utrigurların mirasçısı olduklarını söyleyerek toprak istedi. Ancak Avarların bu isteğine olumlu yanıt verilmedi. Tiberios zamanında Avar Hakanı Bayan’ın Sirmium’u ele geçirmesi imparatorluğu derinden etkiledi. Çünkü aralarında başkent İstanbul’un da olduğu devletin batısı Avar akınlarıyla karşı karşıya kaldı. Sirmium’un düşmesinden sonra iki taraf arasında Ağustos 582 yılında bir anlaşma imzalandı. Fakat bu anlaşma esnasında İmparator Tiberios ölmüş ve yerine Mavrikios geçmişti. Mavrikios zamanında imparatorluk Avarlara karşı savunmadan taarruza geçmiş ve İran ile anlaşma hâlinde olduğu için bu bölgedeki ordularını da Balkanlara kaydırmıştı. Avarlara karşı mücadelenin zorlu ve yorucu olması yüzünden imparatora karşı oluşan tepkiler Phokas isminde bir askerin isyanı ile sonuçlandı. Kendisini imparator ilan eden Phokas’ın dönemi kaos ve kargaşa dönemi olarak kayıtlara geçti. İmparator Mavrikios ve ailesine karşı gerçekleştirdiği katliam ile yetinmeyen Phokas, pek çok üst düzey görevliye de aynı zulmü reva gördü. Onun bu acımasız tavrına karşı tepkiler olmuş hatta onu ortadan kaldırmak için suikastlar bile tertip edilmişti. Ama sonuç alınamadı. Phokas’ın inanılmaz zulümleri ve dayanılmaz işkencelerine seyirci kalamayacağını anlayan Kartaca exzarkh’ı Herakleios, oğlu Herakleios kumandasında bir filoyu Phokas’ın yönetimine son vermek için İstanbul’a gönderdi. Yakalanan Phokas yaptığı zulümler gibi en ağır şekilde cezalandırılarak öldürüldü ve yerine onu tahtından eden Herakleios çıktı. 5 / 15 4. 565-610 YILLARI ARASINDA BİZANS İMPARATORLUĞU 4.1. İmparator II. Iustinos Dönemi (565-578) II. Iustinos döneminin en önemli olayı Kuzey İtalya’nın Lombardlar tarafından istilası oldu. Avarlar yüzünden gerçekleştiği ifade edilen bu hareket imparatorluğun aleyhine bir gelişme olarak kayıtlara geçti. Yine bu dönemde Vizigotların imparatorluğa yönelik isyan girişimleri görüldü. Iustinianos tarafından zapt edilen Cordoba 584 yılında Vizigotlar tarafından alındı ve zamanla imparatorluk bölgeden ayrılmak zorunda kaldı. II. Iustinos zamanında Avarlar Kutrigur ve Utrigurların mirasçısı olduklarını söyleyerek toprak talebinde bulunmak için imparatorluğa elçi gönderdi. Ama imparatorluk onların bu isteğini görmezden geldi. Üstelik Iustinianos’un ödediği yıllık vergiyi de vermeyeceğini belirtti. 568 yılında Lombardların muhtemelen Avar korkusu sebebiyle kuzey İtalya bölgesine gitmelerinden sonra Panonia’nın da aralarında olduğu geniş bir coğrafya Avarların hâkimiyeti altına girdi. Yani Sava ile Tuna Nehirlerinin kuzeyi artık Avarlara aitti. Böylece Orta Avrupa’da Bayan liderliğinde büyük bir devlet kurulmuş oldu. 568 yılında Bayan, imparatorluk için önemli bir şehir olan Sirmium ve çevresini ele geçirmek istedi. Bunun için hakan başkent İstanbul’a elçiler gönderdi ve Sirmium’un kendisine verilmesini ve yıllık vergi ödenmesini talep etti. İmparator II. Iustinos bu isteği reddettiği gibi önemli devlet adamlarından Bonos’a Avarlara karşı hazırlıklar yapmasını ve onların Tuna’yı geçmemelerinin sağlanmasını emretti. Bayan Hakan bu esnada Sirmium’u alamadı fakat şehirden de vazgeçmedi. Bu dönemde Sasanilerle sorunlar devam etti ve imparatorluk ödediği vergiyi kestiği için iki taraf arasında yine savaş başladı. 531 yılından beri İran’ın başında olan Hüsrev Anuşirvan 573 yılında Dârâ Kalesi’ni ele geçirdikten sonra Anadolu ve Suriye’ye girdi. İmparatorluk prestij ve toprak kaybını göze alıp güçlükle barış yapmak durumunda kaldı. İmparatorluk İran tehlikesi ve ipek meselesi sebebiyle doğuda ki Göktürk Hakanlığı ile diplomatik ve siyasi ilişkiler kurdu. 567 yılı sonlarında ipek taciri ve diplomat Maniakh başkanlığında bir heyet Bizans’a geldi. İmparator tarafından ilgi ile karşılanan bu heyete hakanları ve ülkeleri ile ilgili sorular soran Iustinos Göktürk Hakanı İstemi’nin Türkçe yazdığı mektubunda okunmasını sağladı. Burada yapılan görüşmelerden sonra imparatorluk ipek meselesi ve Sasaniler 6 / 15 konusunda Göktürkler ile anlaşarak resmen ikili müzakereleri başlatıp birbirleri ile dost oldu. Ardından imparator daha ayrıntılı görüşmeler yapılması için Zemerkhos başkanlığında bir heyeti 568 veya 569 yılı başlarında Göktürklere yolladı. Elçi heyeti İstemi’nin huzuruna varınca Türk töresine göre hakanı selamladıktan sonra hediyelerini sundu ve ardından Zemakhos bir konuşma yaptı. İstemi’de aynı şekilde karşılık verdi. Bundan sonra iki taraf arasında görüşmeler yeniden başladı ve İstemi heyeti son derece şık ve ihtişamlı otağlarda misafir etti. II. Iustinos 578’de öldü. Sağlığında kendisinden sonra devleti yönetmesi için asker olan Tiberios’u müşterek imparator yapmıştı. Bu sebeple ölümü sonrası herhangi bir karışıklık yaşanmaksızın Tiberios imparator oldu. 4.2. İmparator Tiberios Dönemi (578-582) II. Iustinos’un halefi olan Tiberios’un düzgün ve disiplinli bir imparator olduğu ifade edilmekteydi. 4 yıl süren yönetimi esnasında Lombardlara karşı imparatorluğun ciddi bir mukavemette bulunmadığı bilinmekle birlikte Frankları onlara karşı kışkırttığı söylenmekteydi. Ama istenen sonuç alınamadı. Iustinianos’un evrensel imparatorluk düşüncesi sebebiyle ele geçirdiği topraklar yavaş yavaş elden çıkmaya başlamıştı. Bu dönemde Balear Adaları dışında İspanya’da elde edilen bütün topraklar kaybedilirken, doğuda İran ile savaş yine devam etti. Balkanlarda Avarların imparatorluğa yönelik hareketleri ise bu süreçte sürdü. Bayan Hakan Sirmium’un savaş yapılmadan kendisine verilmesini istemekteydi. Tiberios bunu reddedince Bayan zorlu bir mücadeleden sonra şehri zabtetti. Sirmium’un kaybı imparatorluğu derinden etkiledi. Çünkü aralarında başkent İstanbul’un da olduğu devletin batısı Avar akınlarıyla karşı karşıya kalmış oluyordu. Sirmium’un düşmesinden sonra iki taraf arasında Ağustos 582 yılında bir anlaşma imzalandı. Ancak bu anlaşma esnasında İmparator Tiberios ölmüş ve yerine Mavrikios (582-602) geçmişti. Slavlar ise artık Balkanlarda yerleşmeye başlamıştı. Tiberios zamanında Göktürklerle ilişkilerde sorunlar yaşanmaya başladı. Bu duruma gelinmesinde imparatorluğun Göktürklerin düşmanı olan kavimlerle dost olması yatmaktaydı. İmparatorluk bu kırgınlığa son vermek için Valentianos başkanlığında bir heyeti Göktürklere gönderdi. Heyet gemi ile Sinop üzerinden Kırım’a oradan da aşılması zor ormanlardan, dağlardan ve bataklıklardan geçerek Türkşad’ın (Turksanthos) topraklarına geldi. Valantianos 7 / 15 kendini karşılayan Türk-Şad’a yeni Bizans İmparatoru Tiberios’tan bahsetti ve onun selamlarını ileterek Tiberios’un iktidara geldiğini bildirdi. Elçi iki ülke arasındaki dostluğun devam etmesini ve İstemi ile Iustinos arasındaki anlaşmanın yürürlükte kalmasını temenni etti. Ancak Türk-Şad Bizans’ın yaptıklarından haberdar olduğu için heyete çok ağır sözler sarfetti. Tiberios, kendisinden sonra bir asker olan ve Sasanilere karşı başarı ile mücadele etmiş Mavrikios’u müşterek imparator ilan etti ve kızı Konstantina ile evlendirdi. 582 yılında hayatını kaybeden Tiberios’tan sonra Mavrikios imparatorluğun başına geçti. 4.3. İmparator Mavrikios Dönemi (582-602) İmparatorluk tarihinin en önemli imparatorlarından biri olarak kabul edilen Mavrikios zamanı yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Asker olması ve yıllar boyu doğuda Sasanilere, batıda Avar ve Slavlara yönelik mücadelesi sebebiyle savaş meydanlarını iyi tanıması, Avar, Slav ve İranlılar ile birlikte diğer milletler hakkındaki tecrübeleri Mavrikios’un “Strategion” adlı eseri kaleme almasına neden olmuştur İmparatorluğun doğuda İran ile mücadelesi bu dönemde devam etse de farklı bir boyut kazandı. Zira Hüsrev Anuşirvan’ın 579 yılında ölümü ile yerine geçen oğlu IV. Hürmüzd (579-590) ölümüne kadar imparatorlukla mücadele etti. Hatta bu mücadele sırasında Bizans’a yenildiği için kumandanı Behram Çupin’i ağır hakaretlerle görevinden azletti. Bu davranışı içine sindiremeyen Behram Çupin, Hürmüzd’e isyan ederek hakkını almaya çalıştı. İkisi arasındaki bu mücadeleden IV. Hürmüzd’ün oğlu II. Hüsrev Perviz yararlanarak Sasani imparatoru ilan edildi. Üstelik II. Hüsrev’in babasının ölümünde rolü olduğu rivayet edilmekteydi. II. Hüsrev, babasının görevden azlettiği Behram Çupin ile mücadeleye devam etse de yenildi ve İmparator Mavrikios’a mektup yazarak yardım istedi. Bu isteğe olumlu yaklaşan imparator verdiği destekle Hüsrev’in yeniden imparator olmasını sağlarken aynı zamanda iki ülke arasında dostluğun oluşmasına yol açtı. Bu sayede iki taraf arasında 591 yılında barış yapıldı. İran Armenia’sının büyük bir kısmı ile Mezapotamya’nın bir bölümü ve Dara Bizans’a verilirken; Iustinianos tarafından kabul edilmiş verginin kaldırılması istendi. Mavrikios imparatorluğun batıda kalan topraklarının uzun zaman muhafaza altında kalmasını sağlamak için tedbirler aldı. Bunun için karakol diyebileceğimiz iki Exarkhlık kurdu. Bu exarklıklardan birisi İtalya Ravenna’da; diğeri Kuzey Afrika Kartaca’da idi. Bunlar askerî 8 / 15 teşkilat olup bütün sivil idare buraya tayin olunan askeri kumandanların yani Exarkların eline verildi. Exarklar, imparator naibi gibi hareket etmekte sadece idari değil dinî konularda da söz sahibi olmaya çalışmaktaydı. Mavrikios zamanında Balkanlarda Avarlarla mücadele yine devam etti. Avarlar tarafından 584 yılında Viminacium ve ardından Singidinum ele geçirildi ve artık imparatorluk Avar tehdidine doğrudan açık hâle geldi. Hatta Avarların Uzun Sur’un önlerine kadar gelerek imparatorluğa korku dolu anlar yaşattıkları görüldü. Bunun üzerine Mavrikios aynı yıl verginin artırılması koşuluyla Avarlarla anlaşma yapmayı tercih etti. Kaynakların ifadesine göre bu olaydan sonra Avar Hakanı Ankhialos şehrini kuşattı. Muhtemelen yine aynı dönemlerde (584) Avarlar Slavlar ile birlikte Teselya, Attika’ya akında bulunup Peloponnes’e gitti. Selanik ilk defa bu akın esnasında Slavlar tarafından kuşatıldı. Slavlar bu andan itibaren artık sadece yağma ile yetinmeyerek Bizans arazisine resmen yerleşmeye başladı ve Balkanları yurt edindi. 584 yılında yapılan anlaşma 1 yıl kadar sürdükten sonra bozuldu ve 585’ten itibaren Avarların Trakya bölgesine akınları başladı. Hatta 586 yılında Slavlar ile birlikte 100 bin kişilik orduyla Selanik kuşatıldı. İmparatorluk her ne kadar Avarlarla mücadele etse de Tuna ila Balkan Dağları arasındaki bölgeyi kaybetmiş durumdaydı. Yine 588 yılında Avarlar Slavlarla hareket ederek Trakya’ya akında bulundu. 591 yılında imparatorluk doğuda Sasanilerle savaşı bitirerek anlaşma yaptığından bölgedeki ordularının bir kısmını Avarlarla mücadele için Balkanlara çekti. Çünkü İmparator Mavrikios tahta çıktığından beri savunma durumundaydı ve bu tarihten sonra tüm gücüyle Tuna bölgesinde Avar ve Slavlara karşı mücadele etmeye başladı. 593 yılında hakan kendisine ödenen yıllık verginin artırılmasını talep edince imparator Mavrikios buna itiraz etti. Bu sebeple Avarlar Singidunum’a akında bulundu fakat bir hafta içinde buradan ayrılmak durumunda kaldı. İmparator Mavrikios kumandanlarından Priskus’u 594 yılında Aşağı Tuna bölgesinde yerleşmiş olan Slavların üzerine göndermesi Avarlar tarafından anlaşmaya aykırı bulundu. Bu yüzden Avar hakanı 596 yılında Belgrad’a yöneldi fakat imparatorluğun müdahalesi olunca bölgeyi terk ederek Dalmaçya’ya gitti. Üstelik aynı sıralarda Slavlarla birlikte yine Selanik’i kuşattı. İmparatorluk 599 yılında Köstence’ye (Tomis) akında bulunan ardından Edirne’den İstanbul’a kadar olan alan içinde önemli mevkileri ele geçiren Avarlarla Tuna’nın aralarında sınır olması ve yıllık ödenen verginin 120 bin altına çıkarılması 9 / 15 hususunda anlaşma yaptı. Ancak imparatorluk büyük bir ihtimalle 601 yılında bu anlaşmayı hiçe sayarak Avarların üzerine yürüdü ve onları Tisa Nehri civarında büyük bir yenilgiye uğrattı. Hakanın dört oğlunu bu mücadele esnasında kaybettiği ifade edilir. İmparator Mavrikios’un Phokas isminde bir askerin 602 yılında isyan ederek imparatorluğu ele geçirmesi sonucu hayatını kaybetmesiyle Avarlarla mücadele başka boyutlarda ilerleyen dönemlerde yine devam etti. 4.4. İmparator Phokas Dönemi (602-610) Phokas 602-610 yılları arasında imparatorluğu idare etti. Dönemi, kaos, kargaşa ve karanlık bir dönemdi. İmparator Mavrikios ve ailesine karşı gerçekleştirdiği katliam ile yetinmeyen Phokas, pek çok üst düzey görevliye de aynı zulmü reva gördü. Onun bu acımasız tavrına karşı tepkiler olmuş hatta onu ortadan kaldırmak için suikastlar bile tertip edilmişti. Ama sonuç alınamadı. Bu zor yıllarda İmparator Büyük Konstantinos tarafından kurulan, daha sonra 425 yılında İmparator II. Theodosios tarafından genişletilerek yeniden şekillendirilen ve o ana kadar eğitimine kesintisiz devam eden Üniversite kapanmış ve Phokas bunun açılması için hiçbir şey yapmamıştı. İşkence ve zulüm kokan iktidarı döneminde Doğuda İran ve batıda Avarlar ile mücadele etmesi kendisinden çok fazla beklenmese de özellikle İran’ın saldırıları karşısında Phokas’ın tepki vermek zorunda kaldığı görüldü. Ancak çok fazla başarılı olamadı. Bizans tarih yazarı Theophanes’in kaydına göre Hüsrev, Narses’in kışkırtması ile harekete geçse de aslında o, çok önceden İmparator Mavrikios’un intikamcısı olduğunu söyleyerek ayağa kalkmış, üstelik Mavrikios’un kaçtığı rivayet edilen oğlu Theodosios’un kendi yanında olduğu ve onu Bizans imparatoru yapacağını söyleyerek Phokas’a gözdağı vermişti. Phokas ona karşı ılımlı davranmaya çalıştıysa da Hüsrev’in hareketlerine ve kendisine aşağılayıcı tarzda mektuplar yazmasına engel olamamıştı. Sonuçta Hüsrev ordusu ile pek çok kere imparatorluğa saldırmış ve her defasında Bizans için önem arz eden yerleri ele geçirmeyi başarmıştı. 605 yılında Dara’nın düşmesi ile Sâsânîler Anadolu’ya kadar gelerek Kayseri’yi ele geçirmiş, hatta bir birlik Kadıköy’e kadar ilerlemişti. Bizans ise buna karşılık hiçbir şey yapamamıştı. Sâsânîler ile mücadele etmek için görevlendirilen General Germanos da bu saldırılardan birinde ağır şekilde yaralanmış, daha sonra da hayatını kaybetmişti. Üstelik Phokas, İran ile daha iyi mücadele edebilmek için 604 yılında Avar hakanı ile anlaşmayı tercih etmiş ve ona verdiği 10 / 15 haracı artırma yoluna giderek batıdaki askerlerini doğuya kaydırabilmişti. Ne yazık ki bu tedbir bile İran karşısında pek fazla etkili olamadı. 603 yılında İmparator Phokas döneminde ayaklanma sonrasında çıkan yangında, Mese caddesinden Lausus Sarayı’na kadar olan bölge ile Konstantinos Forumu tahrip oldu. Phokas’ın inanılmaz zulümleri ve dayanılmaz işkencelerine seyirci kalamayacağını anlayan Kartaca exzarkh’ı Herakleios, oğlu Herakleios kumandasında bir filoyu Phokas’ın yönetimine son vermek için İstanbul’a gönderdi. Yakalanan Phokas yaptığı zulümler gibi en ağır şekilde cezalandırılarak öldürüldü ve yerine onu tahtından eden Herakleios çıktı. İmparatorluğun İslamiyet’ten önce Araplarla ilişkileri görülmekte ve ittifak anlaşması yaparak düşmanlarına karşı onlardan tampon devlet oluşturmakta aynı zamanda onlardan gelebilecek tehlikenin önüne geçmeyi hedeflenmekteydi. Ayrıca bu devletçik ve kabileler ekonomik olarak da imparatorluktan çıkar sağlamaktaydı. Üstelik Bizans, müttefiki olan bu kabile ve devlet başkanlarını, idari ve askeri kadrosu içinde görerek onlara patrikios, philarkhos gibi unvanlar vermekteydi. Bu kabile ve devletçikler IV. yüzyılda Tenûhiler, V. yüzyılda Selîhîler, VII. yüzyılın başlarına kadar Gassaniler olurken, Kinde, Cüzam, Amile, Kelb, Iyad gibi kabilelerde bu grup içinde değerlendirildi. Gassaniler VI. Yüzyılda özellikle İmparator Anastasios zamanında imparatorluğun en güçlü vassal devleti durumundaydı. Anastasios’un 502 yılında Gassani reisi Haris b. Sa’lebe ve Kinde reisi Haris b. Amr ile imzaladığı anlaşma önemli olup, iki taraf arasındaki ilişkilerin temelini oluşturmaktaydı. İmparatorluğun başta Sasaniler olmak üzere yaptığı savaşlarda Gassaniler imparatorluğun yanında yer aldı. Bununla birlikte II. Iustinos, Tiberios ve Mavrikios zamanlarında Gassaniler ile sorunların yaşandığı oldu. Hatta II. Iustinos, Gassani lideri Münzir b. Haris’in öldürülmesini istemiş ancak daha sonra bundan vazgeçilmişti. Münzir 580 yılında imparatorluk için zaferler kazandığında İmparator Tiberios tarafından taç giydirilerek ödüllendirilmişti. Fakat Münzir İmparator Mavrikios döneminde yakalanarak hapse atılırken bir süre sonra da Sicilya’ya sürgün edildi. Phokas’ın ise bu sürgün cezasına son verdiği ifade edilmekteydi. 11 / 15 ÇALIŞMA SORULARI 1- İmparator II. Iustinos’un Göktürklerle olan siyasi ve diplomatik ilişkileri nasıl başlamıştır? Anlatınız. 2- İmparator Mavrikios zamanında batı topraklarında uygulanan idari düzenleme hakkında bilgi veriniz. 3- İmparator Phokas döneminde Sasanilerle ilişkiler hakkında bir değerlendirme yapınız. 4- Aşağıdakilerden hangisi Tiberios döneminin olayları arasında yer almaz? a- Lombardlarla sorunların olması b- Avarlar ile mücadele c- Göktürklere elçi heyeti gönderilmesi d- Mavrikios’u müşterek imparator yapması e- İmparatora karşı Phokas isimli bir askerin isyan etmesi 5- Tiberios döneminde Göktürklere gönderilen elçinin adı aşağıdakilerden hangisidir? a- Maniakh b- Zemerkhos c- Valentianos d- Germanos e- Herakleios CEVAPLAR 1- İmparatorluk İran tehlikesi ve ipek meselesi sebebiyle doğuda ki Göktürk Hakanlığı ile diplomatik ve siyasi ilişkiler kurdu. 567 yılı sonlarında ipek taciri ve diplomat Maniakh başkanlığında bir heyet Bizans’a geldi. Burada yapılan görüşmelerden sonra imparatorluk ipek meselesi ve Sasaniler konusunda Göktürkler ile anlaşarak resmen ikili müzakereleri başlatıp birbirleri ile dost oldu. Ardından imparator daha ayrıntılı görüşmeler yapılması için Zemerkhos başkanlığında bir heyeti 568 veya 569 yılı başlarında Göktürklere yolladı. 12 / 15 2- Mavrikios imparatorluğun batıda kalan topraklarının uzun zaman muhafaza altında kalmasını sağlamak için tedbirler aldı. Bunun için karakol diyebileceğimiz iki exarkhlık kurdu. Bu exarkhlıklardan birisi İtalya Ravenna’da; diğeri Kuzey Afrika Kartaca’da idi. Bunlar askerî teşkilat olup bütün sivil idare buraya tayin olunan askeri kumandanların yani exarkhların eline verildi. Exarkhlar, imparator naibi gibi hareket etmekte sadece idari değil dinî konularda da söz sahibi olmaya çalışmaktaydı. 3- İran hükümdarı Hüsrev, Narses’in kışkırtması ile harekete geçse de aslında o, çok önceden İmparator Mavrikios’un intikamcısı olduğunu söyleyerek ayağa kalkmış, üstelik Mavrikios’un kaçtığı rivayet edilen oğlu Theodosios’un kendi yanında olduğu ve onu Bizans imparatoru yapacağını söyleyerek Phokas’a gözdağı vermişti. Phokas ona karşı ılımlı davranmaya çalıştıysa da Hüsrev’in hareketlerine ve kendisine aşağılayıcı tarzda mektuplar yazmasına engel olamamıştı. Sonuçta Hüsrev ordusu ile pek çok kere imparatorluğa saldırmış ve her defasında Bizans için önem arz eden yerleri ele geçirmeyi başarmıştı. 605 yılında Dara’nın düşmesi ile Sâsânîler Anadolu’ya kadar gelerek Kayseri’yi ele geçirmişler, hatta bir birlik Kadıköy’e kadar ilerlemişti. Bizans ise buna karşılık hiçbir şey yapamamıştı. Sâsânîler ile mücadele etmek için görevlendirilen General Germanos da bu saldırılardan birinde ağır şekilde yaralanmış, daha sonra da hayatını kaybetmişti. Üstelik Phokas, İran ile daha iyi mücadele edebilmek için 604 yılında Avar hakanı ile anlaşmayı tercih etmiş ve ona verdiği haracı artırma yoluna giderek batıdaki askerlerini doğuya kaydırabilmişti. Ne yazık ki bu tedbir bile İran karşısında pek fazla etkili olamadı. 4- e 5- c 13 / 15 KAYNAKLAR Avcı, C. (2003). İslâm-Bizans İlişkileri, İstanbul. Bury, B. (1958). History of the Later Roman Empire, New-York. Chronicon Paschale, 284-628, (1989). (Çev. Michael Whitby-Mary Whitby) Liverpool. Herak, E. “Avarlar: Etnik Yaradılış ve Tarihlerine Bir Bakış”, Türkler, (C. II, ss. 641-657). Kafesoğlu, İ. (1988). Türk Milli Kültürü, İstanbul. Karatay, O. (2013). “Avar Hâkimiyeti ve Balkanların Slavlaşması”, Balkanlar El Kitabı, (2.bsk, s. 91-98) Ankara. Kurat, A.N. (2002). IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara. Küçüksipahioğlu B. (2008). “Bizans’ın Karanlık Günleri: İmparator Phokas Dönemi (602610)”, Prof. Dr. Işın Demirkent’e Armağan, (ss. 189-195) İstanbul. Malalas, I. (1986). The Chronicle of John Malalas, İng. çev. E. Jeffreys, M. Jeffreys, R. Scott, Melbourne. Mavrikios, Strategion, (1984). İng. Çev. George T. Dennis, Maurice’s Strategion, Philadelphia. Ostrogorsky, G. (1991). Bizans Devleti Tarihi, Ankara. Theophanes, Chronographia, (1997). İng. çev. The Chronicle of Theophanes Confessor A.D. 284-813, çev. Cyril Mango-Roger Scoth, New York. 14 / 15 Theophylactus Simocatta, Historia, (1986). İng. çev. Michael and Mary Whitby, The History of Theophylact Simocatta. An English Translation with Introduction and Notes, Oxford. Treadgold W. (1997). A History of the Byzantine State and Society, California. Vasiliev A.A. (1943). Bizans İmparatorluğu Tarihi, (Türkçe çev. A. Müfit Mansel), Ankara, I. 15 / 15 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur. BÖLÜM: TARİH DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: DERSİN ADI: DERS NOTU YAZARININ ADI-SOYADI: 2013-2014 ROMA TARİHİ II DOÇ. DR. BİRSEL KÜÇÜKSİPAHİOĞLU 2 / 18 5. HAFTA DERS NOTU 3 / 18 İÇİNDEKİLER 5. VII. YÜZYILDA BİZANS İMPARATORLUĞU 5.1. VII. Yüzyılda Bizans İmparatorluğu’na Bakış ve İmparator Herakleios (610-641) 5.2. İmparator Herakleios ve İran 5.3. İmparator Herakleios ve Avarlar 5.4. İmparator Herakleios ve Bulgarlar 5.5. İmparator Herakleios ve Müslüman Araplar 4 / 18 ÖZET 610-641 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’nu Herakleios idare etti. O yönetimi ele aldığında devlet idari, iktisadi ve mali bakımdan çok zor günler geçirirken, doğuda Sasaniler, batıda Avar ve Slavlar ülkeyi tehdit etmekteydi. İran, Dımaşk’ı ardından 615’te Kudüs’ü ele geçirdi. Büyük Konstantinos tarafından inşa ettirilmiş olan Kutsal Mezar Kilisesi yakılırken; İsa’nın gerildiği haç Sasaniler tarafından başkentleri Ktesiphon (Medayin)’a götürüldü. 615 yılında Anadolu’ya yeni akınlara başlayan Sasaniler Boğaziçi’ne kadar ulaştı ve 619 yılı baharında Mısır’a girdi. Buranın kaybı imparatorluk için çok ağır oldu. Zira Mısır imparatorluğun tahıl ambarı durumundaydı ve özellikle başkent İstanbul’un buğday ihtiyacı buradan sağlanmaktaydı. Batıda da Avar ve Slavların imparatorluğu tedirgin eden hareketleri sürmekteydi. Herakleios böylesi ağır bir durumdan reform hareketiyle kurtulmaya çalıştı. İmparator henüz işgale uğramamış Anadolu topraklarını thema adı verilen 4 askeri bölgeye ayırdı. Bu themalar Armeniakon, Anatolikon, Opsikion ve Kibyraioton themalarıydı. Özellikle İran’a karşı sefere çıkmadan önce bu themalarda askerlerine talim yaptıran imparator 622 yılı itibarıyla İran’a yönelik seferlerine başladı ve 627 Ninova Savaşı ile onlara ağır bir yenilgi yaşattı. Bu sayede imparatorluğun kaybolan prestijini yeniden kazandırırken aynı zamanda İran’a bırakmış olduğu topraklarını geri alabildi. Sasanilere karşı başarılı olan imparator Müslüman Araplar karşısında aynı başarıyı gösteremedi ve ard arda aldığı yenilgilerle Suriye ve Filistin bölgesini Müslümanlara bırakmak durumunda kaldı. Hz. Muhammed’in İslama davet mektubu yolladığı devlet hükümdarlarından biri olan Herakleios bu mektubu kabul etmiş ancak Müslüman olmamıştı. 641 yılı Şubat ayında vefat eden Herakleios dönemi Bizans devrinin başladığı dönem olarak kabul görmekte ve sadece askerî değil, siyasi, dinî ve kültürel bakımdan da imparatorluk için dönüm noktası kabul edilmektedir. Herakleios’tan önce devletin resmî dili Latince iken onunla birlikte Grekçe olmuş, unvanlar bile Latince yerine Grekçe olarak söylenmeye başlamıştı. 5 / 18 5. VII. YÜZYILDA BİZANS İMPARATORLUĞU 5.1. VII. Yüzyılda Bizans İmparatorluğu’na Bakış ve İmparator Herakleios (610-641) 610-641 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’nu Herakleios idare etti. O yönetimi ele aldığında devlet idari, iktisadi ve mali bakımdan çok zor günler geçirirken doğuda Sasaniler, batıda Avar ve Slavlar ülkeyi tehdit etmekteydi. İran, Dımaşk’ı ardından 615’te Kudüs’ü ele geçirirken Büyük Konstantinos tarafından inşa ettirilmiş olan Kutsal Mezar Kilisesi’ni yakmış, İsa’nın gerildiği haçı da başkentleri Ktesiphon (Medayin)’a götürmüşlerdi. 615 yılında Anadolu’ya yeni akınlara başlayan Sasaniler Boğaziçi’ne kadar ulaştı ve 619 yılı baharında Mısır’a girdi. Buranın kaybı imparatorluk için çok ağır oldu. Zira Mısır imparatorluğun tahıl ambarı durumundaydı ve özellikle başkent İstanbul’un buğday ihtiyacı buradan sağlanmaktaydı. İmparatorluğun en kıymetli bölgelerinin İran’ın eline geçmesi, batıda Avar ve Slavların hareketleri imparatoru 619 yılında başkenti Kartaca’ya nakletmeye sevketti. Ancak İstanbul halkı ve Patrik Sergios onu bu düşüncesinden vazgeçirdi. Rivayete göre Herakleios hazinelerinin gemilere yüklenmesini emretmiş kendisi de gemiye binmeye hazırlanmıştı ki patriğin yakarışlarıyla karşılaştı. İmparator hem bu yakarışlar hem de halkın beklentisi üzerine gitmekten vazgeçti. Sergios imparatoru Ayasofya’da dua etmeye zorlayarak başkenti terk etmeyeceğine dair yemin ettirdi. Herakleios böylesi ağır bir durumdan reform hareketiyle kurtulmaya çalıştı. İmparator henüz işgale uğramamış Anadolu topraklarını thema adı verilen 4 askeri bölgeye ayırdı. Bu themalar Armeniakon, Anatolikon, Opsikion ve Kibyraioton themalarıydı. Armeniakon theması, günümüzde Sinop’tan başlayıp Hopa’ya kadar uzayan ve güneye doğru bir üçgen şeklinde daralan araziyi kapsamaktaydı. Sinop, Amasya, Trabzon, Sivas, Kayseri ve Niğde bu themaya bağlıydı. Anatolikon theması, Ege Denizi sahilleri boyunca uzanan ve içeriye doğru Konya bölgesini de içine alan bir alandan oluşmakta, İzmir, Efes, Afyon ve Konya bu themada yer almaktaydı. Opsikion theması, Batı Karadeniz sahilleri ve Marmara bölgesini ihtiva etmekte, Çanakkale, İznik, İzmit, Eskişehir ve Ankara burada bulunmaktaydı. Kibyraioton theması ise Antalya ve Alanya bölgesi ile Adaları kapsamakta Deniz Theması olarak ta anılmaktaydı. Bu themalar strategos’lar tarafından idare edildi ve bunlar sebebiyle eyaletler kaldırılmayarak themalar içinde varlıklarını sürdürmeye devam etti. Strategosların yanında eyalet idaresinin 6 / 18 yani sivil idarenin başında bulunan prokonsül’ler önceden olduğu gibi görevlerini aynen devam ettirdi. Ancak her thema birkaç eyaleti içine aldığı için strategosun mevkii prokonsülün mevkiinden daha üstün görüldü. Themaların özelliği askerî birliklerin Anadolu’da iskân edilmiş olmasıydı ve babadan oğula geçebilmekteydi. Themalar sayesinde imparatorluk ücretli asker istihdamından kurtulmuş ve kendi ordusunu yetiştirmeye başlamıştı. Bu süreçte Avar ve Slav tehlikesi yüzünden Balkanlarda ve İran sebebiyle de doğuda themalar kurulmadı ama ilerleyen dönemlerde bu bölgelerde de themaların kurulduğu gözlendi. 5.2. İmparator Herakleios ve İran İmparator Herakleios themaların oluşumu sonrası plânlarını gerçekleştirmeye başladı. Önceliği İran’a Sasanilere veren imparator 622 yılı baharında İstanbul’dan ayrıldı. Yaz ayları boyunca ordusuyla birlikte Anadolu’da yeni kurulan themalarda talim yaptıktan sonra sonbaharda sefere başladı. İran’ı önce Armenia bölgesinde yenilgiye uğratan Herakleios ardından 623 yılında Gence’yi ele geçirdi. 624, 625 ve 626 yıllarında İran ile mücadele devam etse de imparator kesin darbeyi indiremedi. Hatta 626’da İran’ın imparatorluğa karşı harekete geçtiği görüldü. İran kumandanı Şahrbârâz Kadıköy-Üsküdar civarına kadar gelerek Avarlarla birlikte İstanbul’u kuşattı. Ancak bu kuşatma başarılı olmayınca Sasaniler bölgeden ayrılmak durumunda kaldı. İmparator 627 yılının Sonbaharında İran’a karşı son büyük seferine başladı. Ninova önlerinde yapılan savaşı Bizans kazandı. 628 yılında Hüsrev Perviz’in tahttan indirilerek öldürülmesi sonucu yerine geçen oğlu Şîrûye Bizanslılarla anlaşma yolunu seçti. Buna göre, önceden Bizans’a ait toprakların Armenia, Roma Mezopotamyası, Suriye, Filistin ve Mısır’ın Bizans imparatoruna verilmesi kararlaştırıldı. Hatta Şîrûye ölümüne yakın Bizans imparatorunu oğluna vâsi tayin etti ve kendi oğlunu neredeyse Bizans hükümdarının kölesi olarak tanımladı. Bizans İmparatorluğu ile Sasaniler arasında meydana gelen bu savaşlarda Müslümanlar ehl-i kitap oldukları için Bizans’ı, Müslüman olmayan Araplar da Mecûsi Sasanileri desteklemekteydi. İlk başlarda kaybeden Bizans’a üzülen Müslümanlar er-Rûm suresi ile teselli buldu. Zira bu surenin ilk ayetlerinde Bizanslıların yenilgiye uğradıkları ancak bu yenilgilerden sonra üç ila dokuz sene içinde başarılı olacakları söylenmekte, Müslümanların da Allah’ın yardımıyla sevinecekleri belirtilmekteydi. Hakikaten görüldüğü üzere 7 / 18 imparatorluk Sasaniler karşısında zaferler kazanmış ve Müslümanlarda bu duruma çok sevinmişlerdi. 5.3. İmparator Herakleios ve Avarlar İmparator Heraklios zamanında Avar ve Slavların hareketleri Balkanların geneline yayılmış, batıda Adriyatik sahillerine, doğu ve güneyde ise Ege sahillerine kadar ulaşmışlardı. Bunlar imparatorluk topraklarını tahrip ettikten sonra hızla Tuna’nın gerisine çekilmekteydi. Ancak Slavların bölgeyi istilası Avarlar gibi olmamakta ve onlar kalıcı bir şekilde Balkanlara uzun zamandır yerleşmekteydi. Bu da imparatorluğun Balkanlardaki varlığını tehlikeye düşürüyordu. Hatta bazen Avar ve Slavların müşterek hareketleri de olmaktaydı. 614 yılında Dalmaçya bölgesinde bulunan Salona ile birlikte Belgrad, Viminacium, Sofya ve Niş tahrip edilirken; 617’de Avarlar yine Slavlarla birlikte, Teselya, Epiros ve Trakya’ya girerek Selanik’e saldırmışlardı. Hatta imparatorun esir düşmekten son anda kurtulduğu ifade ediliyordu. Rivayete göre, Avar hakanı ona bir haberci vasıtasıyla barış teklifinde bulunmuş ve imparatorda hakan ile ayrıntıları görüşmek üzere Marmara Ereğlisi’ne gitmişti. Ayrıca hakana vermek üzere yanında son derece kıymetli hediyeler de bulunmaktaydı. Hatta yapacakları anlaşmayı eğlencelerle kutlamak için atlı arabalar, yarış atları ve tiyatrocuları da beraberinde götürmüştü. Burada imparator Avarlar tarafından yakalanmak istenmiş fakat kaçarak kurtulmayı başarabilmişti. Söylendiğine göre imparatorun kaçarken tanınmamak için kıyafetlerini değiştirdiği ve sıradan bir insan gibi uzaklaştığı ifade edilmekteydi. Avarlar imparatorun kaçtığını fark edince onu yakalamak için peşinden gitmiş, İstanbul surları önüne kadar gelerek etrafı tahrip etmişlerdi. Herakleios, Doğu’da Sasaniler ile mücadele edebilmek için harekete geçmeden önce Avar Hakanı ile 619 yılında bir anlaşma yaptı ve bu şekilde imparatorluğun batı tarafını güvence altına aldı. Üstelik bu bölgedeki birliklerinin bir kısmını doğuya kaydırdı. İmparator İran ile mücadele ederken Avarların akını sebebiyle 622 yılında anlaşmayı bir kez daha yeniledi. Söylendiğine göre Avarlar imparatorluktan 200 bin altın ve aralarında Herakleios’un oğullarından birinin de bulunduğu üst düzey esirler almışlardı. Yapılan bu barışa rağmen Avarlar imparatorun Sasaniler ile mücadelesi sırasında başkent İstanbul’da olmadığı bir zamanda şehri kuşattı. 626 yılında gerçekleşen bu kuşatmanın bir özelliği Sasaniler ile müşterek olmasıydı. Rivayete göre Avarların İstanbul üzerine doğru yürümesi hususunda Sasanilerin teşviki söz konusuydu. Bu sayede doğuda yoğun bir şekilde Sasanilerle mücadele 8 / 18 içinde olan Herakleios’un buradan ayrılmasını ve süratle başkent İstanbul’a geri dönmesini sağlayarak bu tehlikeden kurtulmayı düşünüyorlardı. Sasani İmparatoru II. Hüsrev’in emri ile Şahbaraz komutasında büyük bir ordu Boğaziçi sahillerine kadar gelerek 626 yılı Haziran ayı başlarında Kadıköy ile Üsküdar arasında karargâh kurdu. Bizans İmparatoru bu esnada şehirde olmadığından şehrin savunmasını oğlu III. Konstantinos, Patrik Sergios ve diğer devlet görevlileri yapmaktaydı. Bunlar surların tahkimi, erzak temini gibi işlerle uğraşırken Patrik Sergius da şehrin savunması hususunda halkı teşvik etmekte, yapmaları gerekenleri anlatmaya çalışmaktaydı. Sergius’un bizzat Ayasofya ve hipodromda halka konuşmalar yaptığı ve onları cesaretlendirdiği söylenmekte; Hz. İsa ve Meryem tasvirlerinin surlar üzerinde dolaştırılmasını emrederek Avarlara korku verilmesini istediği belirtilmekteydi. Haziran sonlarında 30.000 kişiden oluşan Avarların öncü birlikleri Uzun Sur civarına kadar gelerek bir keşif seferinde bulunurken, Temmuz ayı başında da İstanbul’a 20-25 km. yaklaşıp geri çekildikleri gözlendi. Bununla birlikte aynı tarihlerde 1000 kişiden oluşan bir Avar birliği Galata civarına giderek Üsküdar-Kadıköy arasında karargâh kurmuş olan Sasanilerle uzaktan anlaşmaya çalışmışlardı. İmparatorluk durumun ciddiyeti üzerine Edirne civarında beklemekte olduğu ifade edilen Avar hakanına anlaşma yapmak için senatör Athanasius liderliğinde bir elçi heyeti göndermeye karar verdi. Bu heyete hakan, karşılanması mümkün olmayan isteklerde bulundu ve kendisini ikna etmeleri için yapmaları gerekenleri bildirdi. Hiçbir başarı sağlayamadan Avar karargâhından ayrılan Athanasius ikinci kez elçi olarak hakana gönderildiğinde ise çok ağır muamele ile karşılaştı. Bu heyetin dönmesinden sonra Avar hakanı içlerinde Slavların da olduğu 80.000 kişilik ordusu ile Temmuz sonlarında İstanbul surları önüne geldi ve 31 Temmuz’dan itibaren şehri kuşatmaya başladı. İmparatorluk elindeki imkânlarla karşı koymaya çalışırken ayrıca diplomasiyi kullanarak kuşatmayı kaldırdığı takdirde hakana yüksek miktarda vergi vereceklerini söyleyerek barış talebinde bulundu. Ancak Avarlar tarafından bu reddedildi. Hatta barışı temin için hakanla görüşmeye giden aralarında Patrik Sergius, Patricus Bonos ile İmparator Herakleios’un oğlu Konstantinos’un da bulunduğu 5 kişilik heyet de eli boş geri gönderildi. Hakana göre şehri savunmak sonucu olmayan bir hareketti. Bu sebeple bir an önce teslim edilmesi gerektiğine inanmaktaydı. Aksi hâlde şehri yerle bir edeceğine yemin etmekte ve halkı öldüreceğini söylemekteydi. Bundan sonra şehre hücumlarını daha da artıran hakan Sasanilerden de yardım almaya çalıştı. Ağustos’un ilk haftası denizden ve karadan şehre yönelik hücumlarını 9 / 18 sıklaştıran Avar hakanı ne yazık ki tüm gayretine ve başkentte imparatorun olmamasına rağmen şehri ele geçiremedi. Söylendiğinin aksine Avarlar imparatorluktan para koparmak için bu kuşatmayı gerçekleştirmemişlerdi. Onların niyeti doğrudan başkent İstanbul’u zapt etmek ve böylece imparatorluğa hâkim olabilmekti. Askerleri ile birlikte geri çekilen hakan bu davranışıyla imparatorlukta büyük sevinç yaşanmasına neden oldu. İmparatorluk Avarlardan kurtuluşu her yıl bayram olarak kutlama kararı aldı. Avarların geri çekilmesinden sonra Sasaniler de bulundukları bölgeden ayrılmak durumunda kaldılar. Bu kuşatmanın sonucu Avarları derinden etkiledi. Onlara tabi olan birçok kavim özellikle de Slavlar Avarlardan kurtulmak için çaba sarfetti. Avar ülkesi siyasi otorite boşluğu ve huzursuzlukla yüz yüze geldi. Hakan’ın 630 yılındaki ölümünden sonra bu çöküş daha da hızlı oldu. Avar tehlikesinin bertaraf edilmesinden sonra Balkanlarda bu seferde Sırplar ve Hırvatlar göründü. Bölgenin kuzey batı kısmına Hırvatlar, güney batı taraflarına ise Sırplar yerleşti. Hırvatların İmparator Herakleios ile anlaşarak Dalmaçya civarına geldikleri ve zaman içinde Avarları uzaklaştırarak bölgeye hâkim oldukları söylenmekteydi. İlk siyasi oluşumlarını burada meydana getiren Hırvatlar zamanla Slavlaşırken, VII. Yüzyılda da Hristiyanlığı kabul etti. 5.4. İmparator Herakleios ve Bulgarlar Iustinianos döneminde Bulgarlarla yaşanan gelişmeler sonrası neler olduğu hakkında çok ayrıntılı bilgi bulunmamakla birlikte Herakleios zamanında Bulgarların ama bu sefer Onogur Bulgarlarının lideri Orkhan veya Orhan’ın 619 yılında maiyeti ile birlikte İstanbul’a geldiği görülmektedir. İmparator tarafından memnuniyetle karşılanan Orkhan’ın bu ziyaret esnasında vaftiz edildiği rivayet edilmektedir. İmparator Herakleios tarafından çok iyi ağırlanan Orkhan’a hediyeler verilmiş, “patrikios” unvanı tevcih edilmişti. Orkhan’ın yeğeni Kubrat ile birlikte dağınık boylar hâlinde yaşamlarını sürdüren Bulgarlar 635 yılında bir devlet kurdu. Bizans kaynakları tarafından “Büyük Bulgarya” (Magna Bulgaria) olarak isimlendirilen bu devlet aşağı yukarı Kafkasların kuzeyi ile Azak Denizi ve civarını kapsamaktaydı. 635-665 yılları arasında hüküm süren Kubrat zamanında imparatorluğun başında yine Herakleios bulunmaktaydı. Kubrat sınır komşusu ve dönemin en büyük imparatorluklarından biri olan Bizans İmparatorluğu ile dostane ilişkiler kurmanın önemini anladığından İmparator 10 / 18 Herakleios’a bir elçi göndererek anlaşma yapmak istediğini bildirdi. Bizans Tarih yazarı Nikephoros’un kaydına göre Kubrat’ın bu isteği imparator tarafından kabul edildi ve iki taraf arasında hayatlarının sonuna kadar süreceği ifade edilen bir anlaşma yapıldı. Üstelik imparator bununla yetinmeyerek Kubrat’a pek çok hediye ile birlikte “patrikios” unvanını bahşetti ve bu şekilde Bizans-Bulgar ilişkileri yeni bir mahiyet kazandı. Hatta İmparator Herakleios’un ölümünden sonra Kubrat’ın Herakleios’un eşi Martina ve çocuklarına özellikle tahtta çıkması istenen Heraklonas’a yardım ettiği ve imparatorun diğer eşinden olan çocuklarına karşı Martina’yı ve evlatlarını desteklediği rivayet edilmekteydi. Ayrıca Martina’nın Heraklonas’un ilk eşinden olan üvey oğlu III. Konstantinos’a karşı kurduğu ve onun ölümüyle sonuçlanan komploya Kubrat’ın da karıştığına dair halkın kuşkusu olduğu ifade edilmekteydi. Kubrat’ın kurduğu bu devlet uzun süreli olmadı. Onun 665 yılında ölümü üzerine beş oğlu rivayete göre babalarının isteği üzerine ülkeyi yönetmeye başladı. Ancak kardeşler arasında sorunlar çıkınca birbirlerinden ayrıldılar ve her biri kendilerine bağlı gruplarla bir tarafa gitti. Bunlardan sadece en büyükleri olan Bayan, baba topraklarında kalmayı tercih etti, fakat ilerleyen dönemde Hazarlar’ın hâkimiyetini benimsemek zorunda kaldı. Kubrat’ın üçüncü oğlu Asparuh (veya Esperüh) Dinyeper ve Dinyester nehirlerini Hazarlar’ın baskısı sonucu geçerek Tuna Nehri civarına geldi ve bu bölgede yaşamaya başladı. Burası çok iyi bir seçimdi, çünkü az ilerisinde geniş bir bataklık bulunmaktaydı ve bu bataklık savunma açısından düşmanlarına karşı onlara kolaylık sağlayacaktı. 5.5. İmparator Herakleios ve Müslüman Araplar İmparatorluğun Müslüman Araplarla ilk ilişkisi ismi İslam kaynaklarında “Hiraki” şeklinde geçen ve diğer Bizans imparatorları gibi “kayser”, kayserü’r-Rûm”, “azimü’r-Rûm”, “melikü’r-Rûm” unvanlarıyla anılan Herakleios döneminde başladı. Hazreti Muhammed, pek çok devlet liderine İslama davet mektupları gönderdiği gibi İmparator Herakleios’a da davet mektubu yolladı. Hudeybiye antlaşmasından sonra 628 yılında gönderilen bu mektubu imparatora Suriye bölgesini iyi bilen Dihye b. Halife el-Kelbî getirdi. Bu sırada Herakleios, İran’a karşı Ninova’da kazandığı başarıdan sonra İranlılardan geri aldığı kutsal haçı dikmek için Kudüs’e gelmişti. İmparator Busra valisi aracılığıyla Dihye’yi kabul etti ve onu iyi karşıladı. 11 / 18 Herakleios mektubu kabul etmiş hatta Suriye’ye ticaret için gitmiş Ebu Sufyan ve arkadaşları ile de görüşerek Hz. Muhammed hakkında bilgi almıştı. Ancak imparator İslamiyeti kabul etmedi. Üstelik 630 yılındaki Tebük Seferi sırasında yeniden gönderilen İslama davet mektubuna da olumlu yanıt vermedi. Hatta Müslümanlarla savaşmayı tercih etti. Nitekim Müslümanlarla Bizans orduları ilk kez 629 yılında Mute’de karşı karşıya geldi. Savaşın sebebi Hz. Muhammed’in Bursa valisini İslam’a davet etmek üzere görevlendirdiği elçisi Haris b. Umeyr el-Ezdi’nin Hristiyan Gassani emiri Şurahbil b. Amr’ın topraklarından geçerken adı geçen emir tarafından öldürülmesiydi. Hz. Muhammed elçisinin dokunulmazlığının hiçe sayılması üzerine 3000 kişilik bir ordu hazırlayarak Zeyd b. Harise komutasında Bizans’a gönderdi. Müslümanların savaş hazırlıkları hakkında bilgi edinen kumandan Theodoros, Şurahbil b. Amr’ın kumandasında bölgedeki hristiyan Arap kabilelerinin de katıldığı 100.000 veya 200.000 kişiden oluştuğu rivayet edilen Bizans ordusu ile birlikte İslam ordusunun karşısına çıktı. Zeyd b. Harise ile birlikte 3 kumandanını kaybeden İslam ordusu Halid b. Velid’in taktikleri ile geri çekildi. 630 yılında Herakleios’un büyük bir ordu hazırladığı haberi üzerine Hz. Peygamber kuraklık ve kıtlığın hüküm sürmesine rağmen 30.000 kişilik bir ordu hazırladı ve hedefin Bizans olduğunu açıkladı. Hz. Peygamber’in bizzat kumanda ettiği İslam ordusu Medine’nin 700 km. kuzeyinde Suriye yolu üzerine Tebük’te konakladı. 15-20 gün burada kalındıktan sonra Bizans ordusuna rastlanmadığı için geri dönüldü. Bu arada çevredeki kabileleri İslam’a davet etmek için birlikler gönderildiği gibi belirtildiği üzere imparatora da davet mektubu yollandı. Müslüman Arapların Herakleios ile ilişkileri Hz. Ebubekir zamanında da devam etti. Rivayete göre Hz. Ebubekir İslama davet için bir heyeti Herakleios’a göndermiş, imparator da Müslümanların inanç, ibadet ve adetleri hakkında elçilerden bilgi aldıktan sonra onları 3 gün ağırlamış ardından hediyelerle yolcu etmişti. Ridde Savaşlarından sonra iç huzuru sağlayan halife bundan sonra Suriye, Filistin ve Ürdün’e ordular göndererek Herakleios’a zor anlar yaşattı. Herakleios, İslam ordularının Bizans topraklarına girmeye başlamasını ilk zamanlar, Araplar’ın yüzyıllardan beri Suriye sınırlarına yaptıkları akınların bir devamı olarak düşünmüştü. Fakat bunun böyle olmadığını anlaması uzun sürmedi. Nitekim Arapların Suriye’nin güneyine yaptığı hücumları engellemek ve onları Bizans topraklarından çıkarmak için kardeşi Theodoros kumandasındaki bir orduyu güneye gönderdi. İmparatorluk ordusu, Halid b. Velid kumandasındaki İslam orduları ile 30 Temmuz 12 / 18 634 tarihinde Ecnadeyn’de yaptığı savaşta ağır bir yenilgiye uğradı. Bu savaşla Suriye ve Filistin kapıları Müslümanlara açıldı. Bu savaşı Hz. Ömer zamanında Ocak 635’te Busra’nın elden çıkmasına neden olacak Fihl Savaşı takip etti. Ardından 25 Şubat 635’te Bizans birliklerinin Mercüssuffer’deki yenilgisinden sonra 635 yılı Eylül ayında Dımaşk Müslümanlara teslim oldu. Aynı yıl Bizans ordusu Mercürrum Savaşı’nda ağır kayıplar verdi ve Ba’lebek, Humus ve Hama Müslümanların eline geçti. İmparator Herakleios, ard arda gelen bu yenilgilere son vermek ve zafer kazanmak için Suriyeli Hristiyan Arapların katıldığı 50-100.000 kişilik bir orduyu Theodoros kumandasında Müslümanlara karşı yolladı. Bundan haberdar olan Halid b. Velid, Humus ve Dımaşk’taki kuvvetlerini geri çekerek 25.000 kişilik birliği ile Yermük Vadisi’ne geldi. 20 Ağustos 636 da meydana gelen savaşta imparatorluk ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Theodoros’un öldüğü bu savaşta Suriye Bizans’ın elinden çıkmış oldu. Bundan sonra Antakya, Halep ve bölgenin diğer önemli şehirleri Müslümanların eline geçerken, Kudüs 638 yılı Şubat ayında Patrik Sophronios tarafından Halife Ömer’e bizzat teslim edildi. Bunu 640 yılında Kaysariye’nin 641 veya 642 yılında Mısır’ın fethi izledi. İran’a karşı başarı kazanan Herakleios’un Araplara yenilmesi moralini çok bozdu. Suriye’den döndükten sonra uzun bir süre Anadolu yakasında Hieria sarayında kaldı. Daha sonra boğazı geçerek İstanbul’a geldi. Bir süre sonra rahatsızlandı ve 11 Şubat 641’de vefat etti. Herakleios’un aile hayatının trajik olduğu ifade edilmekteydi. Çünkü 610 yılında taç giydiği gün Fabia-Eudokia ile evlenmiş ve bu hanımdan bir kızı ile bir oğlu olmuştu. Fakat FabiaEudokia’nın rahatsız olması ve 612 yılında oğlunun doğumundan kısa bir süre sonra ölmesi üzerine imparator rivayete göre yeğeni Martina ile evlendi. Bununla birlikte bu evlilik kilise ve halk nezdinde hoş karşılanmadı. Zaten Martina’dan dünyaya gelen 9 çocuktan 4 tanesinin çok erken ölmesi, ilk 2 oğlunun dünyaya sakat gelmesi Tanrı’nın bu evliliğe iyi bakmadığı şeklinde algılandı. Ayrıca Martina, Eudokia’nın oğlu Konstantinos’un yerine kendi çocuklarına imparatorluğu bırakmaya çalışmaktaydı. Bu da halkın ona duyduğu nefreti daha da artırdı. Herakleios dönemi Bizans devrinin başladığı dönem olarak kabul görmekte ve sadece askerî değil, siyasi, dinî ve kültürel bakımdan da imparatorluk için dönüm noktası kabul 13 / 18 edilmektedir. Herakleios’tan önce devletin resmi dili Latince iken onunla birlikte Grekçe olmuş, unvanlar bile Latince yerine Grekçe olarak söylenmeye başlamıştı. Herakleios zamanında başkent İstanbul doğal afetlerle karşılaştı. 618 yılı Nisan ayının ilk günü yağdığı söylenen şiddetli yağmur yüzünden şehirde bulunan evler sular altında kalırken, başkent gündüz vakti gece karanlığı veren bir havaya bürünmüştü. Yine bu dönemde Mısır’ın Sasaniler tarafından alınması bölgenin imparatorluk için tahıl ambarı olması sebebiyle tam bir felaket oldu. Çünkü tahılın kesilmesi başkentin hem aç kalması hem de ekonomik olarak zorlanması demekti. Ancak imparator 627 yılında İran’ı yenilgiye uğratarak kaybettiği toprakları yeniden kazanabildi. Fakat kısa süre sonra bu toprakların Müslüman Arapların eline geçmesi imparatorluk için çok ağır oldu. Devlet bundan sonra gıda ihtiyacını farklı bölgelerden temin etmeye çalıştı ve zaman zaman da zorlandığı görüldü. 14 / 18 ÇALIŞMA SORULARI 1- İmparator Herakleios zamanında İran ile olan ilişkileri anlatınız. 2- 626 yılında gerçekleşen Avarların İstanbul kuşatmasının önemi hakkında bilgi veriniz. 3- İmparator Herakleios döneminde devlette görülen değişiklikler nelerdir? Belirtiniz. 4- İmparator Herakleios dönemi ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır? a- Kartaca ve Ravenna exarklıklarının kurulması b- Themaların kurulması c- Avarlarla mücadele edilmesi d- İran’ı yenilgiye uğratması e- Müslüman Araplarla mücadele etmesi 5- İmparator Herakleios’un Müslüman Araplarla yaptığı mücadele esnasında Suriye bölgesini kaybettiği savaş aşağıdakilerden hangisidir? a- Ninova b-Yermuk c- Fihl d- Mercüssuffer e- Mercürrum CEVAPLAR 1- İmparator Herakleios 622 yılı baharında İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yaz ayları boyunca ordusuyla birlikte Anadolu’da yeni kurulan themalarda talim yaptı ve sonbaharda İran’a karşı sefere başladı. Sasanileri önce Armenia bölgesinde yenilgiye uğratan Herakleios ardından 623 yılında Gence’yi ele geçirdi. 624, 625 ve 626 yıllarında İran ile mücadele devam etse de imparator kesin darbeyi indiremedi. Hatta 626’da İran’ın imparatorluğa karşı harekete geçtiği görüldü. İran kumandanı Şahrbârâz Kadıköy-Üsküdar civarına kadar gelerek Avarlarla birlikte İstanbul’u kuşattı. Ancak bu kuşatma başarılı olmayınca Sasaniler bölgeden ayrılmak durumunda kaldı. İmparator 627 yılının Sonbaharında İran’a karşı son büyük seferine 15 / 18 başladı. Ninova önlerinde yapılan savaşı Bizans kazandı. 628 yılında Hüsrev Perviz’in tahttan indirilerek öldürülmesi sonucu yerine geçen oğlu Şîrûye Bizanslılarla anlaşma yolunu seçti. Buna göre, önceden Bizans’a ait toprakların Armenia, Roma Mezopotamyası, Suriye, Filistin ve Mısır’ın Bizans imparatoruna verilmesi kararlaştırıldı. Hatta Şîrûye ölümüne yakın Bizans imparatorunu oğluna vâsi tayin etti ve kendi oğlunu neredeyse Bizans hükümdarının kölesi olarak tanımladı. 2- Avarlar başkent İstanbul’u zapt etmek ve böylece imparatorluğa hâkim olmayı istemişlerdi. Sasanilerle birlikte gerçekleştirilen bu kuşatma istenen sonucu veremedi ve hakan askerleri ile birlikte geri çekildi. Avarların bu geri çekilmesi imparatorlukta büyük sevinç yaşanmasına neden oldu ve imparatorluk Avarlardan kurtuluşu her yıl bayram olarak kutlama kararı aldı. Bu kuşatmanın sonucu Avarları derinden etkiledi. Onlara tabi olan birçok kavim özellikle de Slavlar Avarlardan kurtulmak için çaba sarfetti. Avar ülkesi siyasi otorite boşluğu ve huzursuzlukla yüz yüze geldi. Hakan’ın 630 yılındaki ölümünden sonra bu çöküş daha da hızlı oldu. 3- Herakleios dönemi Bizans devrinin başladığı dönem olarak kabul görmekte ve sadece askerî değil, siyasi, dinî ve kültürel bakımdan da imparatorluk için dönüm noktası kabul edilmektedir. Herakleios’tan önce devletin resmi dili Lâtince iken onunla birlikte Grekçe olmuş, unvanlar bile Latince yerine Grekçe olarak söylenmeye başlamıştı. 4- a 5- b 16 / 18 KAYNAKLAR Avcı, C. (2003). İslâm-Bizans İlişkileri, İstanbul. Bailly, A. (2006). Bizans İmparatorluğu Tarihi, trc. Haluk Şaman, İstanbul. Barisic, F. (1954). “Le Siége De Constantinople Par Les Avares et Les Slaves En 626”, Byzantion, Tome XXIV ss. 378 vd. Baynes, N. (1912). “The Date of the Avar Suprise”, BZ, (XXI, s. 110 vd). Chronicon Paschale, 284-628, (1989). Çev. Michael Whitby-Mary Whitby, Liverpool. Demirkent I. (1916). “Herakleios”, DİA, The Chronicle of John, Bishop of Nikiu, İng. çev. R.H. Charles, Oxford. Kafesoğlu, İ. (1988). Türk Milli Kültürü, İstanbul. Kafesoğlu, İ.(1957). “XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler Tarafından Muhasaraları”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, (III, s. 7) İstanbul. Karatay, O. (2013). “Avar Hakimiyeti ve Balkanların Slavlaşması”, Balkanlar El Kitabı, Bilgehan A. Gökdağ-Osman Karatay (Ed.), (I, s. 91-98) Ankara. Küçüksipahioğlu, B. (2008). “Ankhialos Savaşı’nın Sonuna Kadar Bizans-Bulgar İlişkileri”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, (14, s. 209-226). Küçüksipahioğlu, B. (2009). IV-VII. Yüzyıllarda İstanbul’da Doğal Afetler”, Afetlerin Gölgesinde İstanbul, Sait Öztürk (Ed), (ss. 15-42) İstanbul,. Ostrogorsky G.(1991). Bizans Devleti Tarihi, Ankara. Stratos A. (1968). Byzantium in the Seventh Century, (çev. M. Ogilvie-Grant) Amsterdam. 17 / 18 Stratos A.(1967). “The Avar’s Attack on Byzantium in the year 626”, BF,(II, s. 370 vd.) Theophanes, Chronographia, (1997). İng. trc. The Chronicle of Theophanes Confessor A.D. 284-813, Çev. Cyril Mango-Roger Scoth, New York. Treadgold, W. (1997). A History of the Byzantine State and Society, California. Vasiliev, A.A. (1943). Bizans İmparatorluğu Tarihi, (Türkçe Çev. A. Müfit Mansel). Ankara. 18 / 18 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur. BÖLÜM: TARİH DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: DERSİN ADI: DERS NOTU YAZARININ ADI-SOYADI: 2013-2014 ROMA TARİHİ II DOÇ. DR. BİRSEL KÜÇÜKSİPAHİOĞLU 2 / 18 6. HAFTA DERS NOTU 3 / 18 İÇİNDEKİLER 6. İMPARATOR HERAKLEİOS ve HALEFLERİ 6.1. İmparator Konstans Dönemi (641-668) 6.2. İmparator IV. Konstantinos Dönemi (668-685) 6.3. İmparator II. Iustinianos Dönemi (685-695;705-711) 4 / 18 ÖZET Herakleios’un 641 yılında ölümü üzerine yerine torunu Konstans geçti. (641-668). Bu dönemde Müslümanlar Amr b.el As kumandasında Nisan 641’de Babilon’u, Eylül 642’de İskenderiye’yi ardından 643’te Trablus’u ele geçirmiş, 647 yılında Ifrıkiyye’nin (Tunus ve civarı) fethine başlanmıştı. Müslüman Araplarla imparatorluğun ilk deniz savaşı da bu dönemde yapıldı. 655 yılında Finike civarında yapılan ve Zât-üs-Savârî Savaşı (Direkler Harbi) olarak kayıtlara geçen savaş esnasında Müslümanlar büyük başarı kazanmış, İmparator Konstans bile güçlükle ve kılık değiştirerek kaçabilmişti. Rivayete göre Müslümanlar imparatorluk gemileriyle kendi gemilerini birbirine bağlayarak hücuma geçmiş ve böylece alışkın olmadıkları deniz savaşını adeta kara savaşına dönüştürerek büyük bir zafer kazanmışlardı. Müslümanların bu başarısı ile Bizans İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz hâkimiyeti sona erdi. Konstans izlediği kilise siyaseti ve kardeşini öldürtmesi yüzünden kilise ve halk nezdinde tepkiyle karşılandı. Bu yüzden başkent İstanbul’da kalmayarak batıya Syrakuza’ya gitti ve burada uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti. Konstans’ın oğlu olan IV. Konstantinos (668-685) zamanında Müslüman Arapların 668-669 ve 674-678 yıllarında yapılan iki İstanbul kuşatması yaşandı. Açlık, salgın hastalık ve Grek ateşinin kullanılması gibi nedenler yüzünden bu kuşatmalar başarılı olamadı. Bu dönemde imparatorluğun Balkan topraklarında Bulgarların Asparuh liderliğinde Tuna Bulgar Devleti’ni kurdukları görüldü. IV. Konstantinos’un 685 yılında ölümü üzerine yerine oğlu II. Iustinianos geçti (685-695;705711). İki dönem imparatorluk yapan Iustinianos ilk yönetimi sırasında tahtan indirilerek Kırım’a sürgün edildi ve buradan Hazar hakanının yanına sığınmayı başardı. Bulgar Hanı Tervel’in yardımıyla ikinci kez imparatorluğun başına geçebildi. 5 / 18 6. İMPARATOR HERAKLEİOS ve HALEFLERİ 6.1. İmparator Konstans Dönemi (641-668) Herakleios’un 641 yılında ölümü aile için de sorunları beraberinde getirdi. İlk eşinden dünyaya gelen oğlu III. Konstantinos’un imparator olmasını isteyen ancak ikinci eşi Martina’dan dünyaya gelen oğlu Heraklonas’ı da müşterek imparator yapan Herakleios aynı zamanda eşi Martina’nın da devlet yönetiminde nüfuz sağlamasının önünü açmıştı. Ancak Martina’nın yönetimde olması istenmediğinden III. Konstantinos taraftarları ile Martina ve oğlunu destekleyenler arasında gruplaşmalar görüldü. Hatta Bulgar Hanı Kubrat’ın da Martina’nın yanında olduğu ifade edilmekteydi. Olaylar bu şekilde devam ederken III. Konstantinos’un babasından hemen sonra hayatını kaybetmesi şüpheli bir olay olarak kabul edildi ve sorumlusu Martina gösterildi. İmparatorluk idaresini eline alan Martina’ya karşı bir muhalefet oluştu ve kısa sürede Martina ile oğlu idareden uzaklaştırılarak yönetimin III. Konstantinos’un oğlu ve Herakleios’un torunu Konstans’a geçmesi sağlandı. Bu esnada senato kararı gereğince Martina ve Heraklenos azledildi. Henüz 11 yaşında bir çocuk olan Konstans devleti yönetebilecek yaşa gelene kadar senato desteği aldı. Bu dönem yine Müslümanlarla mücadelenin çok yoğun olarak yaşandığı bir süreç olarak kayıtlara geçti. Müslümanlar Hz. Ömer zamanında, Amr b.el As kumandasında Nisan 641’de Babilon’u, Eylül 642’de İskenderiye’yi ardından 643’te Trablus’u ele geçirdi. Hz. Osman zamanında Mısır’a vali tayin edilen Abdullah b. Sa’d b. Ebu Serh ile 647 yılında Ifrıkiyye’nin (Tunus ve civarı) fethine çıkıldı. Trablusgarb’tan Ifrıkiyye’ye kadar ilerleyen Abdullah Sübeytıla’da yapılan savaşta imparatorluğa isyan etmiş olan Kartaca ekzarkı Gregorius’u yenilgiye uğratarak büyük bir başarı kazandı. Suriye Valisi Muaviye’nin liderliğinde aynı dönemde Armenia bölgesine akında bulunulurken, 647 yılında Muaviye bizzat Anadolu’ya girdi ve Kayseri’yi işgal etti. Yine Muaviye’nin tavsiyesi ile oluşturulan donanma ile ilk deniz seferi Kıbrıs üzerine gerçekleştirilerek adanın merkezi Kostantia ele geçirildi. İmparatorluk Müslümanlarla 3 yıllık anlaşma imzalamak durumunda kaldı. Bundan sonra Muaviye 654 yılında Rodos adasını tahrip ederken Kos adasını da zabt etti. Müslüman Araplarla imparatorluğun ilk deniz savaşı da bu dönemde yapıldı. 655 yılında Finike civarında yapılan ve Zât-üs-Savârî Savaşı (Direkler Harbi) olarak kayıtlara geçen savaş esnasında Müslümanlar büyük başarı kazanmış, İmparator Konstans bile güçlükle ve kılık değiştirerek kaçabilmişti. Rivayete göre Müslümanlar imparatorluk gemileriyle kendi gemilerini birbirine bağlayarak hücuma geçmiş ve böylece alışkın olmadıkları deniz savaşını adeta kara savaşına 6 / 18 dönüştürerek büyük bir zafer kazanmışlardı. Müslümanların bu başarısı ile Bizans İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz hâkimiyeti sona erdi. Konstans uzun süredir imparatorluk halkından farklı bir kilise siyaseti üzerinde durmakta ve bu yüzden halkın tepkisini çekmekteydi. Bu siyaset, İsa’da bir tek tabiatın olduğunu ileri süren Monotheletismus denilen görüştü ve Mısır ile Suriye Monofizitlerinin Ortodoks inançla uzlaşmasını sağlamak için ortaya atılmıştı. İmparator Herakleios’tan beri de sürdüğü bilinmekteydi. Bu yüzden Roma ile Kuzey Afrika’daki kiliselerde dinî kavgalar yaşandı. İmparator yaşananlar üzerine dinî bütünleşmeyi sağlayacak adımlar atmayı düşündü ve “typos” adını verdiği bir görüş ortaya koydu. Fakat typosu ne Ortodokslar ne de Monotheletismus görüşünü savunanlar kabul etti. Hatta Papa Martinus’ta buna karşı çıktı. Papanın bu hareketine kızan imparator onun yakalanarak İstanbul’a getirilmesini istedi ve 653 yılı Aralık ayında senato önüne çıkarılmasını sağladı. Papa önce ölüme mahkûm edildi ancak daha sonra hasta olduğu için halkın önünde dövüldükten ve yarı çıplak vaziyette zincire vurulup sokaklarda dolaştırıldıktan sonra Kırım’a sürüldü. 655 veya 656 yılında çok güç şartlarda burada hayatını kaybetti. İmparator dinî tutumuna itiraz eden Ortodoks din bilgini Maximos Konfessor’a da benzer muamelede bulundu. İstanbul’a getirilen Maximos’un dili ve sağ kolu kesildikten sonra sürgüne gönderildi. Bu yaşananlar halk ve kilise nezdinde Konstans’ın durumunu sarstı. Ayrıca imparatorun kardeşine yönelik davranışları durumu daha da ağırlaştırdı. Zira Konstans’ın müşterek imparator olmak isteyen kardeşi Theodosios’u öldürtmesi tepkilere yol açtı. Çünkü Theodosios halkın da çok sevdiği bir isimdi. İmparatorun kardeşi ile arasındaki bu anlaşmazlık ve ona reva gördüğü muamele ordu ve halk nezdinde büyük tepki uyandırdı. Halk büyük bir kinle imparatordan nefret etmeye ve hatta kardeşine yaptıklarından dolayı ona “Kâbil” demeye başladı. Bu yaşadığı olaylar yüzünden Konstans İstanbul’u terk ederek 663 yılında Sicilya Syrakuza’ya gitti ve başkenti buraya nakletmeyi düşündü. Çünkü burasını hem çok sevmiş hem de buradan Langobardtlar’a ve Araplar’a karşı daha etkili mücadele edebileceğini düşünmüştü. İmparator karısını ve çocuklarını da buraya getirtmek isteyerek ne kadar kararlı olduğunu ispatlamaya çalıştı. Ancak İstanbul halkı imparatorun başkent İstanbul’u bırakacağı düşüncesine sert tepki göstererek buna asla müsaade etmeyeceklerini belirtti. Konstans oldukça uzun süre batıda Syrakuza’da ikamet etti ve onun olmadığı bu süreç içinde başkent, müşterek imparator olan oğlu Konstantinos tarafından idare edildi. İmparatorun başkentten uzak kalması devletin geleceği için aslında bir sorun teşkil etmekte; hem içteki hem de dıştaki düşmanlarına fırsat vermekteydi. Nitekim 668 yılında Armeniakon theması strategosu Saborios’un imparatorluğa karşı isyanı imparatorun 7 / 18 başkentte olmadığı bu zamana denk geldi ve böylesi zor bir durumla oğlu Konstantinos ilgilenmek zorunda kaldı. Bu esnada Saborios’un Emevi Halifesi Muaviye’den yardım talebinde bulunduğu, Muaviye’nin onun yanında yer alarak Fedâle b. Ubeyd komutasında 668 yılında bir ordu gönderdiği görüldü. Bu ordu Saborios’un ölüm haberi üzerine geri dönmeyerek İstanbul’a yöneldi ve Kadıköy’e geldi. Bu esnada muhtemelen Konstans Syrakuza’da suikast sonucu hayatını kaybetmiş ve yerine müşterek imparator olan oğlu IV. Konstantinos geçmişti. Müslüman Arapların 668-669 İstanbul kuşatması imparatorlukta böylesi siyasi bir kaos ortamında cereyan etti. Fedâle b. Ubeyd kuşatma esnasında Muaviye’den yardım istemiş ve kendisine önce Süfyan b. Avf ardından oğlu Yezid komutasında bir ordu ile Yezid b. Şecere komutasında bir donanma gönderilmişti. Muaviyenin oğlu Yezid komutasındaki orduda Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve Ebu Eyyub el-Ensari gibi sahabelerde bulunmaktaydı. Ancak kuşatma erzakın tükenmesi, açlığın baş göstermesi ve salgın hastalıklar yüzünden başarılı olamadı ve 669 yaz aylarında kuşatma kaldırıldı. Müslümanlar bu kuşatma da aralarında Ebu Eyyub elEnsari’nin de olduğu pek çok şehit verdi. Konstans zamanında Balkanlar’da Slav hâkimiyeti söz konusuydu ve imparatorun bölgeye yönelik 658 yılında bir seferi oldu. Belirtildiğine göre imparator bu sefer ile özellikle Makedonya taraflarında bulunan Slavlara imparatorluğun gücünü göstermiş ve onları imparatorluğun hâkimiyetine boyun eğdirmişti. Bu sefer Mavrikios döneminden bu tarafa Slavlara karşı yapılan en ciddi saldırıydı. Zira seferden sonra imparator çok sayıda Slavı Anadolu’ya getirerek iskân ettirdi. 6.2. İmparator IV. Konstantinos Dönemi (668-685) IV. Konstantinos dönemi Bizans-Arap mücadelesinin en yoğun olarak yaşandığı yıllardı. Bu dönemde Müslümanlar Bizans’a karşı mücadeleyi sürdürmeye devam etti ve 670 yılında Kapıdağ Yarımadası’nı (Kyzikos) ele geçirerek İstanbul’a karşı yapacakları sefer için önemli bir üs elde etti. Müslümanlar 674 yılında Bizans başkentine karşı ciddi sayılabilecek harekâta başladılar ve muazzam bir donanma ile İstanbul surları önüne gelerek şehri kuşattılar. 678 yılına kadar süren bu kuşatma başarılı olamadı ve Müslümanlar geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak donanma geri dönerken Pamphlia’da (Antalya) fırtınaya tutularak büyük kayıplar verdi. Sefer sonunda İslam dünyasında ortaya çıkan karışıklıklar yüzünden Muâviye barış istedi. Sonuçta 30 yıl geçerli bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre Muâviye imparatora yıllık 8 / 18 3000 dinar, 50 savaş esiri ve 50 Arap atı vermeyi kabul etti. Bu başarısızlığın altında Bizans’ın sahip olduğu Grek ateşi etkili olmuştu. IV. Konstantinos da babası gibi ailesi ile sorunlar yaşadı. Zira daha babası Konstans zamanında 659 yılında müşterek imparator olarak taçlandırılmış olan kardeşlerinin imparatorluk haklarını ellerinden almak ve onları tahttan uzaklaştırmak kararını verdi. İmparatorun bu kararına ordu ve senato itiraz etse de sonuç değişmedi. Halk, kardeşlerine gösterdiği bu davranışın babasının kardeşi Theodosios’a yapılan davranıştan bir farkı olmadığını düşünmekteydi. Fakat imparator kardeşlerine yönelik düşüncesinden vazgeçmedi. Kuşatmadan dört yıl önce yaşanan ve kardeşlerine yaptıklarından dolayı halkın sevgisini kaybeden imparator, aynı şekilde babası zamanından beri devam eden dinî düşünce sebebiyle de halkını kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü bu görüş yani Monotheletismus gerek imparatorlukta gerekse Batı dünyasında karışıkların yaşanmasına sebep olmuş ve imparator bu kilise siyasetine devam etmesi yüzünden halkın sert tepkisi ile karşılaşmıştı. Bu inanç meselesi ancak kuşatmanın bitiminden sonra çözüme kavuştu ve imparatorun desteği ile 7 Kasım 680-16 Eylül 681 tarihleri arasında İstanbul’da VI. Ekümenik konsil toplandı. Bu konsilde Monotheletismus mahkûm edilerek Kadıköy Konsili kararlarına dönüldü. Bu görüşü savunan eski papa ve patrikler de aforoz edildi. İmparator IV. Konstantinos devrinde Azak Denizi’nin batısında yaşayan Asparuh liderliğindeki Bulgarlar Hazarların baskısıyla, bulundukları toprakları bırakmak zorunda kalarak batıya doğru ilerledi ve muhtemelen 670’li yıllardan itibaren Tuna nehri civarında görünmeye başladı. İmparator IV. Konstantinos, bu kadar kalabalık bir topluluğun gelişinden haberdardı ve bunların ileride ciddi sorunlar çıkarabileceği düşüncesiyle kendi sınırlarında bulunmasından rahatsız oldu. Ancak ilk başlarda doğrudan bir müdahaleye gidemedi. Çünkü Araplar tarafından 674-678 yıllarında İstanbul kuşatılmıştı ve imparatorluk bütün gücüyle buraya odaklanmıştı. İmparator ancak Arapların bu başarısız İstanbul kuşatmasından sonra gözünü batıya çevirebildi. Zaten bu sıralarda Bulgarların imparatorluğa ait topraklara saldırılarda bulunması ve Tuna’nın güneyine doğru ilerleyerek Dobruca’ya girmesi hem imparatorun ne kadar isabetli bir zamanda harekete geçtiğini hem de Bulgarlara karşı tedirginlik duymakta ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarmış oldu. Bulgarların saldırılarını cezasız bırakmamak ve onları bulundukları topraklardan sürüp çıkarmak için hemen ordu ve takviye güç olarak bir filo hazırlanmasını emreden imparator 680 yılında büyük bir orduyu Trakya’ya sevk ederken bizzat başında bulunduğu filo ile Tuna’nın kuzeyinden Bulgar 9 / 18 topraklarına girdi. Bulgarlar bu muazzam güç karşısında hiçbir şey yapmadan beklemeyi düşünmüşlerdi. Ancak imparatorluk ordularının bulundukları toprakların sulu ve bataklık olması yüzünden savaşamadıklarını görünce cesaretlendikleri görüldü. Hakikaten arazinin güçlüğü Bizans’ın ilerleyişini zorlaştırmakta ve savaşma gücünü yok etmekteydi. Buna bir de imparatorun gut hastalığının artması yüzünden 5 savaş gemisi ve kendisine bağlı adamlarla Mesembria’ya gitmesi eklenince mevcut durum daha da ağırlaştı. Üstelik bu ayrılışın, geride bıraktığı orduda imparatorun kaçtığı şeklinde yayılması infiale yol açtı. Oysa imparator daha Mesembria’ya gitmeden önce arkasında bırakacağı kumandanlarına ve adamlarına Bulgarları bulundukları yerlerden dışarı çekmek için uğraşmalarını, dışarı çıktıklarında ise onlara saldırmalarını emretmişti. Fakat şimdi imparatorun kaçtığına inanan orduda çözülmeler olmuş ve geriye dönme sesleri yükselmeye başlamıştı. Bu durum Bulgarların bulundukları yerden dışarı çıkıp Bizans’a saldırıya geçmelerine imkân verdi. Bulgarlar süratle Bizans ordusuna saldırarak neredeyse darmadağın ettiler. Çok sayıda Bizans askeri öldürülürken birçoğu da yaralandı. Bulgarlar kaçabilen askerlerin peşinden giderek onları Tuna Nehri’nin ötesine Varna’ya kadar takip etmeye başladı. Böylece Bizans bu seferden hiçbir başarı elde edemeden, üstelik prestiji tamamen sarsılmış olarak geri dönmek zorunda kaldı. Bulgarların bu başarı sonrası 681 yılında Tuna Nehri ile Balkan Dağları arasındaki yerde Tuna Bulgar Devleti’ni kurmaları ve yine Bizans ait olan şehir ve kasabaları alarak devletlerini genişletmeye çalışmaları imparatorluk için endişe verici bir gelişmeydi. Çünkü kendi sınırlarında bir devlet kurulmuştu ve bunu kabullenmesi mümkün değildi. Fakat o an içinde bulunduğu şartlar ve Bulgarlar karşısında aldığı ağır hezimet, istemeden de olsa Bizans’ı bu devleti kabul etmeye zorladı. Ayrıca imparatorun yaşanan bu gelişmelerden sonra Bulgarlarla anlaşma yapması ve onlara yıllık vergi ödemeye söz vermesi de Bizans için ağır bir darbe oldu. Oysa daha yeni ortaya çıkmış bir devletin köklü bir geçmişe sahip olan Bizans’tan vergi alması asla düşünülemezdi. Zaten Bizans tarih yazarı Theophanes de Bulgarlar karşısında yaşanan yenilgiden ötürü Bizans’ın perişan olduğunu söylemekte, kabile ve kavimleri kendisine tebâ haline getiren imparatorun böyle bir kavme yenilmesine herkesin şaşırdığını ifade etmektedir. Bir süre sonra Bulgarlar karşısında aldığı hezimet ve kendisine yönelik eleştiriler karşısında Bizans İmparatoru IV. Konstantinos’un Bulgarlara karşı daha iyi savunma yapabilmek için Balkanlar bölgesinde Trakya themasını oluşturduğu görülmektedir. 10 / 18 6.3. İmparator II. Iustinianos Dönemi (685-695; 705-711) IV. Konstantinos’un ölümü üzerine yerine oğlu II. Iustinianos tahta çıktı. İki dönem imparatorluk yapan Iustinianos zamanında imparatorun İslam dünyasındaki karışıklıklardan istifade ederek Suriye’ye bir ordu yolladığı görüldü. Antakya’nın işgal edildiği bu süreçte Müslümanlar elçi göndererek anlaşma talebinde bulundu. Emevi Halifesi Abdülmelik b. Mervan (685-705) zamanında yapılan anlaşma Müslümanların imparatorluğa ödedikleri parayı devam ettirmelerini, Armenia, Gürcistan ve Kıbrıs’ın gelirlerinin iki taraf arasında pay edilmesini içermekteydi. İmparator bu anlaşmayı yaptıktan sonra Balkan topraklarına yönelebildi. IV. Konstantinos’un Bulgarlarla imzaladığı barış anlaşması İmparator II. Iustinianos devrinde bozulmuş ve taraflar arasında ufak çaplı çatışmalar görülmüştü. İmparatorun bu esnadaki hedefi Slavlar oldu ve oldukça kalabalık bir orduyu Anadolu’dan Trakya’ya geçirerek 688689 yıllarında Slavlara karşı harekete geçti. Bu sırada Selanik civarında Bulgarlarla çatışmaya girdi. Ancak esas gayesi Slavlara yönelik olduğu için bütün gücüyle onlara yöneldi ve geri püskürtmeyi başararak pek çok esir aldı. Tehcir ve iskân politikası, takip eden imparator bu esirler ile birlikte rivayete göre Balkanlardaki Slavların bir kısmını da Opsikion themasına göndererek yerleşmelerini sağladı. Bu sayede Anadolu’daki nüfusu artırmayı düşündü. Bu başarıdan sonra ordusu ile birlikte geri dönerken Bulgarların saldırısına uğradı. Bir dağ geçidinin dar yerinde sıkıştırılan imparator ve ordusu oldukça zor anlar yaşamış ancak güç de olsa bu durumdan kurtulmayı başarmıştı. Slavları Opsikion themasına yerleştiren imparator Toros ve Amanos bölgesinde yaşayan Mardaitleri de Pamphylia bölgesine yerleştirdi. Ayrıca Kıbrıs halkının bir kısmının da Kyzikos (Kapıdağ) bölgesinde oturmasını sağladı. Bu duruma Emevi Halifesi Abdülmelik b. Mervan itiraz edince imparator kendisine ödenen Kıbrıs haracının üzerlerinde haç yerine Kuran ayetleri bulunan yeni darp edilmiş Arap sikkeleri ile ödenmesini kabul etmediğini belirtti. Bu yüzden iki taraf arasında 692-693 yılında Sivas civarında yapılan savaşı imparatorluk kaybetti. İmparatorun inat ve ısrarla sürdürdüğü tehcir politikası tüm hızıyla devam etti. Bu sayede imparatorun askeri birliklerini güçlendirdiği ve sayı olarak artırdığı, ekonomik açıdan devleti iyi konuma getirdiği ve köylü sınıfının desteklendiği bildirildi. Ancak bu politika asalet ve aristokrat sınıfını rahatsız ettiğinden başka bahanelerde bulunularak 695 yılında imparatora isyan girişimi oldu. Hellas theması Strategos’u Leontios 11 / 18 (695-698) imparatorluk tahtına çıkarılırken; II. Iustinianos’un burnu kesilerek Kırım’a sürgüne gönderildi. II. Iustinianos’un sürgüne gönderilmesinden sonra imparatorluk bir kargaşa döneminde girdi. 697 yılında Araplar imparatorluğa ait olan Kartaca’yı zapt ederken imparatorun Araplara karşı gönderdiği filo isyan ederek Kibyration deniz themasının drungariosu olan Apsimar’ı II. Tiberios (698-705) unvanıyla imparatorluğa yükseltti. Tiberios, Arapların Afrika’daki ilerlemeleri karşısında aciz kaldı. Kırım’a sürgüne giden II. Iustinianos buradan Hazar Hakanı’nın yanına sığındı. Ancak başkentin Hakan üzerindeki baskıları sonucu Hazar ülkesinden ayrılmak zorunda kalarak Kırım üzerinden Karadeniz’in batı taraflarına gelmeyi başarabildi. Buradan Bulgar Hanı Asparuh’un 702’de ölümü üzerine yerine geçen oğlu Tervel (Terbelis) ile temasa geçen Iustinianos, tekrar Bizans tahtına çıkabilmek için ondan yardım istedi. Bu yardıma karşılık Tervel’e pek çok hediye ile birlikte kendi kızını eş olarak vereceği vaadinde bulundu. Bu teklifi kabul eden Tervel onunla iş birliği yapacağına ve yardımda bulunacağına yemin ettikten sonra bizzat kumanda ettiği ordu ile birlikte yanında II. Iustinianos da olduğu halde 705 yılında İstanbul’a geldi. Surlar önünde karargâh kuran ordu aşılmaz surlar karşısında hiçbir şey yapılamayacağını anlamakta gecikmedi. Iustinianos, Bizans askerleri ile konuşup onları ikna etmeye çalışsa da askerler tarafından aşağılanarak geri çevrildi. Sonunda Iustinianos güvendiği birkaç adamla birlikte şehre su sağlayan boruların birinden başkente girmeyi başardı ve yeniden tahtını elde etti. İmparator kendisine tekrar tahtı elde etmesini sağlayan Tervel’e “Caesar” unvanını bahşederek ona verdiği değeri göstermeye çalıştı. Bu unvan en önemli şeref unvanı idi ve bir yabancı hükümdara ilk kez verilmekteydi. Tervel’e bu unvandan başka pek çok hediye de verildi ve imparatorun yanında tahtta oturma şerefine nail oldu. Bu durum onun değerini gerek ülkesinde gerekse dış dünyada artırdığı gibi imparator, Balkan Dağları’nın doğusundaki bölgeyi de ona bıraktı. Ayrıca II. Iustinianos, IV. Konstantinos zamanında Bulgarlara ödenen vergiyi vermeyi de kabul etti. İmparator Iustinianos’un ikinci yönetiminde Müslümanlar yine imparatorluğa karşı akınlarını devam ettirdi. Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik döneminde Bizans ile mücadeleye tayin edilen Mesleme b. Abdülmelik 707 ve 708 yıllarında iki kez Bizans İmparatorluğu’nu mağlup ederek Pozantı, Tyana ve Ammuriye’yi fethetti. 12 / 18 Bizans- Bulgar ilişkileri 708 veya 709 yılında birdenbire bozuldu. İmparator Iustinianos büyükçe bir ordu ve donanma ile Tervel’in vergi isteğini bahane ederek Bulgarlara karşı harekete geçti. Donanmanın Karadeniz’in batı sahilinde bulunan Ankhialos’ta demirlemesini emreden imparator ordusuna da iç kısımlara giderek karargâh kurmak için araştırma yapmaya gönderdi. Bizans askerlerinin hem iyi bir yer hem de yiyecek bulmak için etrafta dolaşmaları Bulgarların gözünden kaçmadı ve hızla Bizanslılara saldırma fırsatı verdi. Bulgarlar pek çok Bizans askerini öldürürken çoğunu da esir aldı. Iustinianos ve yanındakiler Ankhialos’a sığınarak şehrin kapılarını kapattılar. Buradan çıkmanın çok zor olduğunu bilen imparator, şehrin surlarına yiyecek koydurarak gizlice gemiye binmeyi başardı ve İstanbul’a doğru yola koyularak perişan olmuş bir şekilde başkente geldi. Tervel ise imparatorun aksine, kazandığı bu zaferin sonuçlarından istifade bile etmediği gibi Iustinianos’a olan sadakatini sonuna kadar gösterdi. Hatta imparatora Kırım üzerine yapacağı sefer için yardım amacıyla 3000 Bulgar askeri göndermekten de geri durmadı. II. Iustinianos 711 yılında kendisine karşı başlatılan bir isyan hareketi sonucu öldürüldü ve başı teşhir edilmek üzere Ravenna ve Roma’ya gönderildi. Hazar prensesi ile yaptığı evlilikten doğan oğlu Tiberios’ta katledildi. Böylece Herakleios hanedanı sona erdi. II. Iustinianos’un 711 yılında bir darbe ile öldürülmesinden sonra tahtta çıkan İmparator Philippikos devrinde (711-713) Tervel, Iustinianos’un intikamcısı olarak ortaya çıktı ve Bizans’a savaş açtı. Altın Kapı’ya kadar gelerek şehrin civarını tahrip etti. Çaresiz kalan Philippikos, Opsikion theması birliklerinin Tervel’e karşı mücadele için Trakya’ya geçirilmesini emretti. Ancak bu birlikler İmparator Philippikos’a karşı ayaklanarak onu tahttan indirip yerine II. Anastasios’u (713-715) getirdiler. II. Anastasios’un tahttan indirilmesi ve yerine III. Theodosios’un geçmesi (715-717) ile başlayan süreçte Anastasios’un tekrar tahtı elde etmek için çalışmalar yaptığı görüldü. Hatta Anastasios Bulgarlardan yardım istedi. Bu teklifi kabul eden Bulgarlar Anastasios ile birlikte hareket ederek Selanik’e kadar geldi. Ancak İmparator III. Theodosios durumun ciddiyetini anlayarak hemen Bulgarlara haber gönderdi ve barış yapmalarını ayrıca düşmanlarını kendisine teslim etmelerini istedi. Bulgarlar bu durum karşısında yaptıklarının yanlış olduğunu anladılar ve imparatordan bağışlanmalarını isteyerek barış sözü verdiler. Ayrıca onlar imparatorun istediği esirleri göndereceklerini de kabul ettiler ve Anastasios ile birlikte Selanikli din adamlarının da aralarında olduğu pek çok esiri imparatora gönderdiler. 13 / 18 Bizans’ın Tervel ile anlaşma yapmak istemesinde imparatorun hâkimiyetini devam ettirme isteği olduğu gibi, herhâlde Araplarla olan mücadelenin başlayacak olmasının da etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle Bizans Tervel ile anlaşma yapmayı uygun gördü. Buna göre İmparatorluk Tervel’e yıllık vergi vermeyi kabul ederken, değerli hediyelerle birlikte 30 libre altın göndermeyi, iki ülke arasındaki pazarların serbest bırakılmasını, esir ve mülteci değişimini ve iki ülke tüccarlarının serbest ticaret yapmaları gibi bir takım maddeleri kabul etti. İmparator III. Theodosios bu anlaşmayı yapmayı istemiş olsa bile kabule pek yanaşmadı. Ancak kendisinden sonra gelen imparator III. Leon bu anlaşmayı kabul etti. 14 / 18 ÇALIŞMA SORULARI 1- İmparator Konstans’ın Syrakuza’yı başkent olarak düşünme nedenleri nelerdir? Açıklayınız. 2- İmparator IV. Konstantinos döneminde yapılan Müslüman Arapların ikinci İstanbul kuşatmasının sonuçları hakkında bilgi veriniz. 3- II. Iustinianos’un ikinci hükümdarlığı zamanında Arapların Anadolu seferlerini anlatınız. 4- İmparator IV. Konstantinos dönemi için aşağıdakilerden hangisi söylenemez? a- İmparator Konstans’ın oğlu olması b- Bulgar Hanı Tervel’den yardım istemesi c- Arapların ikinci İstanbul kuşatması d- Kardeşleri ile yaşadığı sorun e- VI. Ekümenik konsilin toplanması 5- İmparator Konstans’ın Syrakuza’ya gittiğinde yerine bıraktığı kişi aşağıdakilerden hangisidir? a- II. Iustinianos b- III. Theodosios c- II. Anastasios d- IV. Konstantinos e- III. Konstantinos CEVAPLAR 1- İzlediği kilise siyasetinin ruhani çevrelerce ve halk tarafından benimsenmemesi ve ayrıca kardeşi Theodosios’u öldürtmesi yüzünden tepki çeken Konstans daha fazla başkent İstanbul’da kalamayacağını düşündüğünden Syrakuza’ya gitmiş ve beğendiği bu şehri başkent yapmayı düşünmüştü. Ayrıca buradan Langobartlar ve Araplarla daha iyi mücadele edeceğine inanmıştı. 15 / 18 2- 674-678 ikinci İstanbul kuşatması başarılı olamadı ve Müslümanlar geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak donanma geri dönerken Pamphlia’da (Antalya) fırtınaya tutularak büyük kayıplar verdi. Sefer sonunda İslam dünyasında ortaya çıkan karışıklıklar yüzünden Muâviye barış istedi. Sonuçta 30 yıl geçerli bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre Muâviye imparatora yıllık 3000 dinar, 50 savaş esiri ve 50 Arap atı vermeyi kabul etti. Bu başarısızlığın altında Bizans’ın sahip olduğu Grek ateşi etkili olmuştu. 3- İmparator Iustinianos’un ikinci yönetiminde Müslümanlar yine imparatorluğa karşı akınlarını devam ettirdi. Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik döneminde Bizans ile mücadeleye tayin edilen Mesleme b. Abdülmelik 707 ve 708 yıllarında iki kez Bizans İmparatorluğu’nu mağlup ederek Pozantı, Tyana ve Ammuriye’yi fethetti. 4- b 5- d 16 / 18 KAYNAKLAR Avcı, C. (2003). İslâm-Bizans İlişkileri, İstanbul. Avcı, C. (2007). “Müslüman Arapların İstanbul Seferleri”, 2005-2006 Fatih Sempozyumları III Tebliğler, (ss. 108-115) İstanbul. Browning, R.(1975). Byzantium and Bulgaria, London. Canard, M. (1956). “Tarih ve Efsaneye Göre Araplar’ın İstanbul Seferleri”, (Çev. İsmail Hami Danişmend) İstanbul Enstitüsü Dergisi, (II, s. 213-259). Feher, G. (1984). Bulgar Türkleri Tarihi, Ankara. Kafesoğlu, İ. (1988). Türk Milli Kültürü, İstanbul. Kafesoğlu, İ. Türk-Bulgar’ların Tarih ve Kültürüne Kısa Bir Bakış”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, (S. 10-11, s. 91-122). Kayapınar, A. (2013). “Bulgarların Balkanlara Göçü ve Tuna Bulgar Devleti”, Balkanlar El Kitabı, Bilgehan A. Gökdağ-Osman Karatay (Ed.), (I, s. 109-131) Ankara. Küçüksipahioğlu, B. (2008). “Ankhialos Savaşı’nın Sonuna Kadar Bizans-Bulgar İlişkileri”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, (14, s. 209-226). Küçüksipahioğlu, B. (2012). “Emevilerin İstanbul’u Kuşatmaları Esnasında Bizans İmparatorluğu’nun Durumu”, Beşinci Uluslar Arası Ortadoğu Semineri, İslamiyetin Doğuşundan Osmanlı İdaresine Kadar Orta Doğu (Şam 2-4 Kasım 2010), Bildiriler, , (ss. 7787) Elazığ. Ostrogorsky, G. (1991). Bizans Devleti Tarihi, Ankara. 17 / 18 Nikephoros, (1990) Patriarch of Constantinople, Short History, İng. çev C. Mango, Washington D. C. Runciman, S. (1930). A History of the First Bulgarian Empire, London. Stratos, A.N. (1972). Byzantium in the Seventh Century, Amsterdam. Theophanes, (1982). The Chronicle of Theophanes, İng. Çev. H. Turtledove, Philadelphia. Treadgold, W. (1997). A History of the Byzantine State and Society, California. Uçar Ş. (1990). Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi, İstanbul. Vasiliev A.A. (1943). Bizans İmparatorluğu Tarihi, Türkçe Çev. A. Müfit Mansel, Ankara, I. 18 / 18 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur. BÖLÜM: TARİH DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: DERSİN ADI: DERS NOTU YAZARININ ADI-SOYADI: 2013-2014 ROMA TARİHİ II DOÇ. DR. BİRSEL KÜÇÜKSİPAHİOĞLU 2 / 17 7. HAFTA DERS NOTU 3 / 17 İÇİNDEKİLER 7. İMPARATOR III. LEON ve HALEFLERİ DÖNEMİNDE İMPARATORLUK 7.1. İmparator III. Leon ve Dönemi (717-741) 7.2. İmparator V. Konstantinos Dönemi (741-775) 7.3. İmparator V. Konstantinos ve Halefleri 7.4. İmparator Nikephoras Phokas Dönemi (802-811) 4 / 17 ÖZET 717-741 yılları arasında imparatorluğu III. Leon idare etti. Bu döneme Müslüman Arapların Üçüncü İstanbul kuşatması ile Tasvir Kırıcılık hareketi damgasını vurdu. Müslüman Araplar, Mesleme b. Abdülmelik komutasında 120.000 kişilik asker ile Ömer b. Hubeyre komutasında 1.000 gemiden meydana gelen donanma ile 717 yılı yaz aylarında şehri kuşattı. İmparatorluk çok önceden Arapların İstanbul’a yönelik sefer hazırlıklarından haberdar olmuş ve önlemler almaya başlamıştı. Araplar bir yıl boyunca şehri kuşatma altında tuttu. Ancak Müslüman gemilerinin Bizans askerleri tarafından Grek ateşi ile yakılması, kış mevsiminin çok sert geçmesi, gemilerin tahrip edilmesi yüzünden kıtlık ve açlığın baş göstermesi ve güçlü surların da etkisiyle sefer başarılı olamadı. Leon zamanında görülen “tasvir kırıcılık (İkonoklazma)” hareketi önemliydi. Zira III. Leon uzun süredir halkının tasvirler önünde yani Hz. İsa, Hz. Meryem ve Hristiyanlarca kutsal kabul edilen aziz resimleri önünde ibadet ettiğini izlemekte ve din adamlarının bunu teşvik ederek kendi çıkarları için istismar ettiklerini görmekteydi. Bu sebeple 726 yılında Ekloga adı verilen tasvir kırıcı bir ferman yayınlayarak tasvirlere ibadetin yasaklanmasını ve tasvirlerin yok edilmesini istedi. İmparatorun oğlu V. Konstantinos zamanında bu hareket daha da şiddetlendi. İmparatorun bu politikasından en çok rahipler etkilendi ve en ağır zulümlere onlar maruz kaldı. Hipodromda kamçılananlar, başkent sokaklarında işkence edilerek öldürülenler, canlı canlı gömülenler, sürülenler ve kör edilenler oldu. Manastırlar kapatılarak kışla, hamam gibi kamu kurumlarına çevrildi. V. Konstantinos döneminde Bulgarlar ilk kez imparatorluktan ağır darbe aldı. 30 Haziran 763 tarihinde Bulgar Hanı Teletz ile imparatorluk arasında başlayan savaş tüm gün sürdü ve Bulgarların neredeyse yok olmaları ile sonuçlandı. Hem karada hem de denizde aldığı mağlubiyet sonrası Teletz kaçmak zorunda kalırken geride Bizanslılar tarafından öldürülmüş ve esir alınmış çok sayıda Bulgar bıraktı. Bununla birlikte bu savaş Bulgar sorununu tamamen halleden bir savaş olmadı. Zira İmparator Nikephoros Phokas zamanında Bulgarlar Krum Han ile güçlenerek imparatorlukla yine mücadele etti ve bu mücadele esnasında Nikephoros Phokas hayatını kaybetti. 5 / 17 7. İMPARATOR İMPARATORLUK III. LEON ve HALEFLERİ DÖNEMİNDE 7.1. İmparator III. Leon ve Dönemi (717-741) 717-741 yılları arasında imparatorluğu III. Leon idare etti. II. Iustinianos’un imparatorluğu esnasında ailesiyle birlikte Trakya’ya sürgüne gönderilen Leon, imparatorun 705 yılında tahtı ele geçirebilmek için Tervel ile birlikte İstanbul’a yürüdüğü zaman Trakya’dan geçerken çok sayıda hayvanı imparatora takdim etmesi ve bu sayede imparatorun gözüne girerek hizmetine alınmasıyla dikkatleri çekmişti. Hızla yükselen Leon en son Anatolikon theması strategosu iken isyan etmiş ve sonuçta da imparator olmayı başarmıştı. Leon döneminde uzun süredir hazırlık içinde olan Müslüman Arapların üçüncü kez İstanbul’u kuşatmaları gerçekleşti. Halife Velid b. Abdülmelik (705-715) zamanında başlayan hazırlıklar onun ölümüyle halefi ve kardeşi Süleyman b. Abdülmelik (715-717) tarafından devam ettirildi ve sonunda Mesleme b. Abdülmelik komutasında 120.000 kişilik asker ile Ömer b. Hubeyre komutasında 1000 gemiden meydana gelen donanma 717 yılı yaz aylarında şehri kuşattı. İmparatorluk çok önceden Arapların İstanbul’a yönelik sefer hazırlıklarından haberdar olmuş ve önlemler almaya başlamıştı. Halktan üç yıl yetecek kadar yiyecek hazırlamalarını bunu yapamayanların şehri derhal terk etmesi gerektiğini belirten devlet surların güçlendirilmesi, savaş gemilerinin inşası ve Grek ateşi imalini de talep etmişti. Dönemin Bizans İmparatoru III. Leon, Mesleme’ye barış teklifinde bulunduysa da Mesleme tarafından bu teklif kabul edilmedi. Araplar bir yıl boyunca şehri kuşatma altında tuttu. Ancak Müslüman gemilerinin Bizans askerleri tarafından Grek ateşi ile yakılması, kış mevsiminin çok sert geçmesi, gemilerin tahrip edilmesi yüzünden kıtlık ve açlığın baş göstermesi ve güçlü surların da etkisiyle sefer başarılı olamadı. Bu esnada halifenin ölümü üzerine yerine geçen Ömer b. Abdülaziz’in (717720) emriyle 718 yılında kuşatma kaldırıldı. Böylece Arapların üçüncü İstanbul kuşatması da sonuçsuz kalmış oldu. III. Leon’un bu kuşatma sonrası Müslüman Araplarla ilişkileri Emevi Halifesi Ömer b. Abdülaziz ile dinî konularda mektuplaşma yoluyla devam etti. 717-718’deki başarısız İstanbul seferi Arapların Anadolu içlerinde ilerlemesini engellemedi. Halife Hişâm b. Abdülmelik (724-744) zamanında Konya ve Kemah’ı zapteden Araplar 726 yılından itibaren her yıl düzenli olarak Anadolu’ya akınlarda bulundu. İmparator bu 6 / 17 yaşananlar karşısında tedirgin olunca Hazarlarla anlaştı ve onlardan aldığı yardımla 740 yılında Akroinon (Afyon) bölgesinde Müslümanlara ağır bir darbe indirdi. Bu sayede Arapların Anadolu’dan geri çekilmesi sağlanmış oldu. Leon zamanı imparatorluğu uzun süre meşgul edecek “tasvir kırıcılık (İkonoklazma)” hareketinin başladığı bir süreç olarak kayıtlara geçti. Zira III. Leon uzun süredir halkının tasvirler önünde yani Hz. İsa, Hz. Meryem ve Hristiyanlarca kutsal kabul edilen aziz resimleri önünde ibadet ettiğini izlemekte ve din adamlarının bunu teşvik ederek kendi çıkarları için istismar ettiklerini görmekteydi. İmparator bu duruma son vermek için çareler ararken Girit civarındaki Theras ve Therasias adalarında volkanik bir patlama oldu. Leon bu olayı tasvirlere yapılan ibadeti Tanrı’nın cezası olarak kabul etti. Bu sebeple 726 yılında Ekloga adı verilen tasvir kırıcı bir ferman yayınlayarak tasvirlere ibadetin yasaklanmasını ve tasvirlerin yok edilmesini istedi. Ancak tepkileri de beraberinde getirdi. Hellas theması başta olmak üzere bazı bölgelerde isyanlar çıktı. Fakat imparator vazgeçmedi. III. Leon başta Papa olmak üzere kendi yanına destekçiler aradı. Ancak ne Papa II. Gregorios’un (715-731) ne de İstanbul patriği Germanos’un (715-730) onaylarını alabildi. Bunun üzerine Leon İstanbul Patriği Germanos’u aforoz ederek yerine Anastasios’u patrik tayin etti ve bu şekilde tasvir kırıcı fermanın onaylanmasını sağladı. 7.2. İmparator V. Konstantinos Dönemi (741-775) III. Leon’un ölümünden sonra yerine geçen oğlu V. Konstantinos taht iddiacısı kayınbiraderi Artabasdos ile mücadelesi esnasında Müslüman Araplarla iyi geçinme yolunu aradı. Hatta Emevi Halifesi II. Velid’in (743-744) dostluğunu kazanmaya çalıştı. Ancak Halife II. Mervan zamanında (744-750) Müslüman topraklarına girerek Maraş (Germanikeia)’ı zabt edip çok sayıda esiri Trakya’ya yerleştirdi. Emevilerin yıkılıp Abbasilerin ortaya çıktığı dönem V. Konstantinos dönemine denk geldiğinden imparator artık mücadelesini bundan sonra Abbasilerle sürdürdü. Üstelik bu süreçte imparatorluğun Müslümanlar karşısında daha aktif olduğu kaydedildi. Fakat zabt edilen yerler çok kısada sürede el değiştirmekteydi. Mesela imparator Abbâsîler’in ilk halifesi Ebü’l-Abbas es-Seffah (750-754) dönemine denk gelen süreçte 752 yılında Armenia ve Mezopotamya bölgelerine yaptığı seferlerde başarılı olarak sınır kaleleri olan Erzurum (Theodosiopolis) ve Malatya (Melitene)’yı ele geçirdi, aldığı esirleri de Trakya bölgesine yerleştirdi. 7 / 17 V. Konstantinos babasının başlattığı tasvir kırıcılık hareketini devlet politikası hâline getirdi. İmparator tasvir karşıtı görüşlerini 13 dinî makale yazarak dile getirdi. Ayrıca tasvir kırıcılığı savunan 338 piskoposun katıldığı bir konsil tertip etti. 10 Şubat-8 Ağustos 754 tarihleri arasında İstanbul’da yapılan konsil, aziz tasvirleri ile her türlü tasvirin yasaklanması kararını aldı. Bundan sonra konsil kararları uygulanmaya başlanarak bütün dinî resimler yok edildi ve yerlerine dinî olmayan av, araba yarışları gibi resimler ile bitki ve hayvan motifleri kullanıldı. İmparatorun bu politikasından en çok rahipler etkilendi ve en ağır zulümlere onlar maruz kaldı. Hipodromda kamçılananlar, başkent sokaklarında işkence edilerek öldürülenler, canlı canlı gömülenler, sürülenler ve kör edilenler oldu. Manastırlar kapatılarak kışla, hamam gibi kamu kurumlarına çevrildi. V. Konstantinos döneminde 751 yılında Langobardların Bizans’ın kuzey ve orta İtalya’daki hâkimiyetini yıktığı ve bunun sonucunda İtalya’daki Ravenna Ekzarklığı’nın ortadan kaldırdığı görüldü. Bundan sonra artık papa imparatorluktan değil de Karolenjiyen İmparatorluğu’ndan yardım almaya çalışacaktı. İmparator V. Konstantinos devrinde Bulgarlarla savaş devam etti ve imparator onlara karşı 9 büyük sefer yaptı. Bulgarlar bu süreçte imparatorluğa yönelik akınlarda bulunmuş aynı zamanda imparatorun Malatya ve Erzurum’dan tehcir ettirdiği insanları Trakya’ya yerleştirmek için bu bölgelerde kasaba ve şehirler inşa ettirmeye başlamasından rahatsız olmuşlardı. Bizans tarih yazarı Theophanes’in kaydına göre 755 veya 756’da gerçekleşen bu olayda Bulgarlar Tervel’in 718 yılında ölümünden sonra haleflerinden biri olan hanları muhtemelen Kormişos liderliğinde imparatorluğun bu şehirleri yaptırmak için çok parası olduğunu düşündüklerinden haraç istemeye başlamışlardı. İmparator onların gösterdikleri bu tavra çok sinirlendi ve haraç istemek için gönderilen elçileri aşağılayarak huzurundan kovdu. Bulgarlar da imparatorun onur kırıcı bu davranışından duydukları kızgınlıkla Uzun Sur’un olduğu bölgeye, hatta başkentin önlerine kadar gelerek etrafı tahrip ettikten ve pek çok Bizanslıyı esir aldıktan sonra geri çekildi. İmparatorun buna tepkisi ağır oldu ve ordusu ile birlikte üzerlerine yürüyerek pek çoğunu öldürdü. Hatta bununla da yetinmedi ve onlara karşı hem karadan hem de denizden saldırıya geçti. Donanmayı Karadeniz yoluyla Tuna Nehri civarına gönderirken ordu da Bulgar topraklarına girdi. İmparatorluk orduları her tarafı ateşe vererek talan ettiler. İmparator Bulgarlarla Markellai olarak adlandırılan yerde savaşa tutuştu ve galip gelerek onlardan pek çok esir aldı. Bu yaşananlar karşısında Bulgarlar barış istemek zorunda kaldılar ve kendi çocukları arasından seçtikleri rehineleri imparatora gönderdiler. 8 / 17 Aldıkları bu yenilgiyi hiç unutamayan Bulgarlar üç yıl sonra 759 veya 760 yılında tekrar saldırıda bulunarak imparatoru çok zor durumda bıraktılar. Üstelik imparatorun önemli görevlerde bulunan adamlarından bazılarını öldürerek büyük başarılar kazandılar. Sonuçta imparatorluk orduları onur kırıcı ve perişan bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı. Bulgarlara karşı gerçekleştirdiği bu seferlerden bir sonuç alamayan Bizans’a 762 yılında bir fırsat doğdu. Kaynakların bildirdiğine göre Bulgar tahtına 30 yaş civarında olduğu belirtilen Teletz seçildi. İmparatorluğa karşı düşmanca tutumunu hemen belli eden ve Trakya bölgesine saldırılarda bulunan Teletz’in bu davranışı uzun süredir Bulgar meselesini tamamen halletmek isteyen imparatorluğu harekete geçirdi. Bizzat imparatorun başında olduğu büyükçe bir ordu Trakya’ya intikâl ettirilirken 800 savaş gemisinden meydana geldiği belirtilen filo da Karadeniz üzerinden yola çıkarıldı. Teletz etraftan topladığı 20.000 askeri en stratejik bölgelere yerleştirerek bir güvenlik zinciri oluşturmaya çalışmıştı. İmparator Konstantinos daha önceden II. Iustinianos zamanında yine Bulgarlarla savaşın yapıldığı Ankhialos’a kadar geldi. Teletz ve ordusu da imparatorun bulunduğu yere gelerek beklemeye başladı. 30 Haziran 763’te iki taraf arasında başlayan savaş tüm gün sürdü ve Bulgarların neredeyse yok olmaları ile sonuçlandı. Hem karada hem de denizde aldığı mağlubiyet sonrası Teletz kaçmak zorunda kalırken geride Bizanslılar tarafından öldürülmüş ve esir alınmış çok sayıda Bulgar bıraktı. Esirlerle birlikte başkent İstanbul’a dönen imparator kazandığı zaferden ötürü halkı tarafından büyük sevinç gösterileri ile karşılandı. İmparator yanında getirdiği esirlerin işkence aletleri ile sürüklendikten sonra öldürülmesini emretti. Bulgarlar karşısında elde ettiği bu başarı Bizans’a büyük moral verdi. Bulgarlar ise başlarına gelen bu felaketi bir türlü içlerine sindiremedi ve bu yenilginin Teletz yüzünden başlarına geldiğini düşündü. Sonuçta Teletz bir ayaklanmaya kurban gitti ve adamları tarafından öldürüldü. Bundan sonra Bulgar tahtında belirsizlik yaşanmaya başladı. Ancak kısa süre sonra eski hanlarından muhtemelen Kormişos’un damadı Sabinos’u tahta geçirdiler. Sabinos’un imparatorluğa barış için elçi göndermesi halkını memnun etmedi. Bulgarlar Sabinos’un Bizans ile barışma isteğine karşı çıktılar. Kısa süre sonra çıkan isyan sonucu Sabinos tahtından indirildi ve perişan hâlde Mesembria’ya kaçmak zorunda kaldı. Buradan da Bizans İmparatoru V. Kontantinos’a sığındı ve imparator tarafından memnuniyetle kabul edildi. 770 yılında Telerig Bulgarların başına geçince imparatorluğa yönelik mücadeleye devam etti. Ülkesini Bizans’a karşı günden güne güçlendirmeye çalışan Telerig’e karşı V. Konstantinos 773 yılında bir sefer düzenleyerek hanı anlaşma yapmaya zorladı. İmparator bundan sonra da 9 / 17 Bulgarlarla mücadelesini sürdürdü ve onlara karşı 775 yılında çıktığı bir seferde hayatını kaybetti. Rivayete göre bu sefer esnasında imparatorun ateşi yükselmiş, ayakları şişmeye başlamış ve doktorlar çaresizlik içinde teşhis koymakta zorlanmışlardı. Böylesi zor bir anda orduya geri dön çağrısının yapıldığı ve imparatorun Silivri’ye kadar yatakta ağır bir vaziyete getirildiği buradan da gemiye bindirilerek İstanbul’a taşındığı kısa süre içinde de öldüğü ifade edilmekteydi. Bu olaydan sonra Bulgarlar arasında da sorunlar başladı ve ülkede bir kaos görüldü. Hatta bu zor günlerde Telerig’in de imparatorluğa sığındığı ifade edildi. Bulgarlar görüldüğü üzere gerçekleştirdikleri akınlarla imparatorluğu oldukça tedirgin etti. Bulgarlara karşı imparatorluk çok mücadele etmişse de 763 yılındaki Ankhialos Savaşı’na kadar onlara karşı ciddi bir başarı kazanamadı. Ancak bu da Bizans açısından Bulgar sorununu kökten halleden sonuç olmadı. 7.3. İmparator V. Konstantinos ve Halefleri V. Konstantinos’un 775 yılında ölümünden sonra yerine Hazar prensesi Çiçek ile evliliğinden olan oğlu IV. Leon imparatorluğa yükseldi. Beş yıl süren hükümdarlığı süresinde çok aktif bir duruş sergileyemeyen IV. Leon zamanında tasvirlere ibadet edenlere sert bir tutum sergilenmedi. Bunda Atina kökenli eşi Irene’nin etkisi bulunmaktaydı. IV. Leon, 780 yılında hayatını kaybedince yerine daha sağlığında veliaht ilan ettiği on yaşındaki oğlu VI. Konstantinos geçti. Ancak yaşı küçük olduğu için annesi Irene kendisine vekâlet edecekti. Konstantinos devleti yönetecek yaşa geldiği zaman annesi ona yönetimi vermek istemedi. Bu yüzden ana oğul arasında kavga başladı ve Armeniakon theması askerlerinin yardımıyla Konstantinos 790 yılında müstakil olarak imparator olmayı başarabildi. Fakat Irene kısa sürede oğlu üzerinde otorite oluşturmayı başardı ve yeniden imparatorluğu VI. Konstantinos ile paylaşmaya başladı. Ancak çok ihtiraslı bir kadın olduğu için yönetimde tek olmanın hayalini kurduğundan 797 yılında oğlunun kör edilmesini sağlamak suretiyle bu müşterek yönetimden kurtuldu. Bundan sonra müstakil olarak ve hiçbir Bizans imparatoriçesinin kullanmadığı şekilde imparator unvanını kullanarak devleti beş yıl süreyle yönetmeye başladı ve 802 yılında azledilmesine kadar iktidarı bu şekilde devam etti. VI. Konstantinos ile annesi Irene’nin müşterek imparatorlukları döneminde Müslümanların dördüncü ve son İstanbul seferi gerçekleşti. Abbasi Halifesi Mehdi Billah’ın (775-785) oğlu Harun Reşid komutasında bir ordu 781-782 yılında Üsküdar’a geldi. İmparatorluk hemen 10 / 17 barış talebinde bulunarak ortamı normalleştirmeye çalıştı ve Harun Reşid ile anlaşma zemini bulmayı istedi. 3 yıllığına imzalanan anlaşma ile Irene, Abbasilere anlaşma süresi boyunca yılda iki kez 70.000 dinar ödemeyi, Abbasi ordusunun geri dönüşü sırasında ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için pazarlar kurmayı ve rehber temininde bulunmayı kabul etti. Bundan sonra Müslümanların geri çekildiği görüldü. İmparatorluktaki sorunlara rağmen Müslümanlara karşı seferler devam etti. Aynı şekilde Müslümanların da her yıl düzenli olarak sefer düzenledikleri görüldü. Halife Harun Reşid dönemine denk gelen bu süreçte Avâsım ve Sugûr adı verilen sınır bölgeleri tahkîm edilerek Bizans’ın saldırılarının önüne geçilmeye çalışıldı. Bundan sonra Müslümanların Anadolu seferlerine başladıkları ve Ankara’ya kadar geldikleri tespit edildi. Bunun üzerine Irene barış istedi. Halife, Hazarların hilafeti tehdit eden akınları üzerine 798 yılında bu isteği kabul etti. Irene tasvir yanlısı düşünceye sahip olduğundan İznik’te topladığı VII. İznik Konsili ile tasvir kırıcılığa son vererek tasvirlere ibadetin önünü açmış oldu. Ancak bu tasvir kırıcılığın tamamen bittiği anlamına gelmemeliydi. Sadece hareketin ilk dönemi sona ermişti. Çünkü hareket V. Leon ile yeniden başlayacaktı. VI. Konstantinos zamanında Balkanlar bölgesinde yine Bulgarlarla mücadeleye devam edildi. Bu esnada Bulgarların başında Kardam Han (777-802) bulunmaktaydı. Bizzat imparatorun başında bulunduğu ordu 792 yılı Temmuz ayında Bulgarlara karşı sefere çıktı. Hazırlıksız olduğu ifade edilen ordu Markellai yakınlarında Bulgarlarla yaptığı savaşta ağır bir yenilgi aldı. İmparatorun kaçtığı bu sefer sonrası savaş alanında bırakılan tüm malzemeler, yiyecekler, atlar, kıymetli eşyalar hatta imparatorun çadırı bile Bulgarların eline geçti ve imparatorluk yüksek miktarda vergi ödemek suretiyle Bulgarlara karşı durumunu korumaya çalıştı. İmparatorluğun batıdaki durumu da bu süreçte iyi değildi. Büyük Karl (771-814) ile Karolenjiyen Frank Krallığı önemli bir nüfuz kazanmış ve Franklar Langobardları yenerek Avarların hâkimiyetine son vermişlerdi. Bu süreçte papalık Karolenjiyen Frank devletinin yanındaydı ve Papa III. Leo (795-816), 25 Aralık 800 tarihinde Roma’da Karl’a imparatorluk tacı giydirerek imparatorluğa adeta meydan okudu. Bu durum ise imparatorluk için kabullenilmesi çok ağır bir gelişmeydi. Çünkü kendisini yüzyıllardır yeryüzünün meşru tek imparatorluğu olarak görmekteydi. Büyük Karl, Bizans tarafından imparator olarak 11 / 17 tanınmasını istediğinden 802 yılında elçilerini başkent İstanbul’a gönderdi. Ancak bu süreçte Irene’nin tahttan düşürülmesi onun bu isteklerine darbe indirdi. Yeni imparator Nikephoros da Karl’ın isteklerine olumlu cevap vermedi. 7.4. İmparator Nikephoras Phokas Dönemi (802-811) Nikephoros Phokas, Irene’nin mali işleri ile ilgilenen bir görevliyken imparator oldu. İzlediği ekonomik politika ile devletin durumunu düzeltmeye çalışan Phokas, Müslüman Araplarla sorunlar yaşadı. Zira o Irene tarafından Araplara ödenmekte olan vergiyi durdurdu. Üstelik halifeye çok ağır bir mektup yazarak Irene’nin halifeyi şah, kendisini piyon yerine koyduğunu bu sebeple devleti küçük düşürücü anlaşmalara imza attığını ifade etti. İmparatorun bu tehditkâr tavrına çok sinirlenen Harun Reşid aynı sertlikte bir mektupla kendisine karşılık verdikten sonra 806 yılında büyük bir ordu ile gelerek Ereğli ve Tuvâne’yi zabt etti. Bunun üzerine Nikephoros derhâl elçiler göndererek anlaşma talebinde bulundu. Buna göre imparator 30.000 dinar vergi ödediği gibi kendisi için dört, oğlu ve üst düzey devlet adamları için ikişer dinar olmak üzere halifeye cizye vermeyi de kabul ettiğini belirtti. Bulgarların Balkanlardaki faaliyetleri ve imparatorluğa karşı düşmanca tavırları İmparator I. Nikephoros döneminde de sürdü. Bu esnada Bulgarların başında Krum isminde mücadeleci bir hükümdar bulunmaktaydı. Avarların Franklar tarafından ortadan kaldırılmasından sonra daha serbest hareket eden Bulgarlar Krum ile birlikte dahili sorunlarını çözdükten sonra Bizans ile mücadeleye başlamışlardı. Krum’un niyeti Bulgarları birleştirmek ve sınırlarını genişletmekti. Bu esnada Bulgarların sınırları tahminen batıda Belgrad, güneyde Selanik ve kuzeyde Erdel’e uzanmış ve Tisa Nehri Karolenjiyen Frank Devleti ile arasında sınır oluşturmuştu. İmparatorluk Krum’a karşı Burgaz (Develtos), Edirne, Filibe ve Sofya’dan meydana gelen güçlü bir savunma hattı oluşturarak durumu kendi lehine çevirmeye çalıştı. Ancak çok hırslı olan Krum 809 yılında Sofya’ya girmek suretiyle bu hattı geçersiz kıldı ve garnizon ile birlikte sivil halktan 6000 kişiyi katlederek şehre hâkim oldu. Nikephoros buna karşılık vermek için Bulgarların başkenti Piliska üzerinden Sofya’ya yöneldi ancak istediği sonucu alamadı. Bununla birlikte bölgede güçlendirme çalışmalarında bulundu. Ayrıca Krum’un Slavları birleştirme politikasının önünü kesmek için Anadolu’dan getirdiği halkı Balkanlardaki Slav bölgelerine yerleştirdi. Çünkü bu sıralarda Peloponnes bölgesinde yaşayan Slavların imparatorluğa karşı isyanı olmuş, güçlükle bastırılan bu isyan sonrası Makedonya’da bulunan Slavlarda da hareketlenme başlamıştı. Hatta bu bölge Slavlarının 12 / 17 Bulgarlardan yardım istediği söylenmekteydi. Bu sebeple Krum’un Slavları birleştirme politikası imparatorluğu tedirgin etmiş olabilirdi. İmparator mücadelesini bırakmadan iki yıl süren ciddi hazırlıklardan sonra 811 yılında tekrar Krum’un karşısına çıktı. Pliska’yı tahrip edip, Krum’un sarayını yıkarak Bulgar topraklarında hızla ilerledi. İmparatorun bu kararlı tutumu karşısında Krum barış teklifinde bulundu. Ancak Nikephoros bu teklifi kabul etmedi çünkü Bulgar meselesini kesin olarak halletme niyetindeydi. İmparatorluk ordusu Bulgar topraklarında yürürken Bulgarlar dağlara sığınarak Bizans ordusunu izlemeye çalışmaktaydı. Hatta Krum’un dağlarda pusuya yattığı bile ifade edilmekteydi. Gerçekten Nikephoros ve ordusu dağ geçitlerindeyken Krum’un ani saldırısıyla karşılaştı ve imparatorluk ordusu 811 yılı Temmuz ayında Krum tarafından imha edildi. Kafası kesilen imparatorun kafatasının Bulgarlar tarafından şarap kadehi olarak kullanıldığı rivayet edilmektedir. Bu yenilgi imparatorluğu derinden etkiledi ve itibarına ağır bir darbe vurdu. Krum bu başarı sonrası ülkesinin topraklarının güneybatıya doğru genişlemeyi başardı. 13 / 17 ÇALIŞMA SORULARI 1- İmparator III. Leon dönemindeki Tasvir Kırıcılık hakkında bilgi veriniz. 2- İmparator V. Konstantinos zamanında Müslüman Araplarla yaşanan siyasi gelişmeleri anlatınız. 3- Irene döneminde Müslüman Arapların İstanbul seferini anlatınız. 4- İmparator Nikephoros Phokas dönemi ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi doğrudur? a- İmparatorluğu ekonomik açıdan zor bir duruma getirmesi b- Thema strategosu iken imparatorluğa karşı isyan ederek tahta geçmesi c- Müslüman Araplarla yapılan anlaşmaya itiraz etmesi d- Tasvir Kırıcılığı çok sert şekilde sürdürmesi e- Arapların Üçüncü İstanbul kuşatmasının onun döneminde olması 5- İmparator Nikephoras Phokas’ın ölümüne neden olan Bulgar Hanı aşağıdakilerden hangisidir? a- Tervel b- Kardam c- Orkhan d- Asparuh e- Krum CEVAPLAR 1- Leon zamanı imparatorluğu uzun süre meşgul edecek “tasvir kırıcılık (İkonoklazma)” hareketinin başladığı bir süreç olarak kayıtlara geçti. Zira III. Leon uzun süredir halkının tasvirler önünde yani Hz. İsa, Hz. Meryem ve Hristiyanlarca kutsal kabul edilen aziz resimleri önünde ibadet ettiğini izlemekte ve din adamlarının bunu teşvik ederek kendi çıkarları için istismar ettiklerini görmekteydi. İmparator bu duruma son vermek için çareler ararken Girit civarındaki Theras ve Therasias adalarında volkanik bir patlama oldu. Leon bu olayı tasvirlere yapılan ibadeti Tanrı’nın cezası olarak kabul etti. Bu sebeple 726 yılında Ekloga adı verilen 14 / 17 tasvir kırıcı bir ferman yayınlayarak tasvirlere ibadetin yasaklanmasını ve tasvirlerin yok edilmesini istedi. Ancak tepkileri de beraberinde getirdi. Hellas theması başta olmak üzere bazı bölgelerde isyanlar çıktı. Fakat imparator vazgeçmedi. III. Leon başta Papa olmak üzere kendi yanına destekçiler aradı. Ancak ne Papa II. Gregorios’un (715-731) ne de İstanbul patriği Germanos’un (715-730) onaylarını alabildi. Bunun üzerine Leon İstanbul Patriği Germanos’u aforoz ederek yerine Anastasios’u patrik tayin etti ve bu şekilde tasvir kırıcı fermanın onaylanmasını sağladı. 2- V. Konstantinos taht iddiacısı kayınbiraderi Artabasdos ile mücadelesi esnasında Müslüman Araplarla iyi geçinme yolunu aradı. Hatta Emevi Halifesi II. Velid’in (743-744) dostluğunu kazanmaya çalıştı. Ancak Halife II. Mervan zamanında (744-750) Müslüman topraklarına girerek Maraş (Germanikeia)’ı zabt edip çok sayıda esiri Trakya’ya yerleştirdi. Emevilerin yıkılıp Abbasilerin ortaya çıktığı dönem V. Konstantinos dönemine denk geldiğinden imparator artık mücadelesini bundan sonra Abbasilerle sürdürdü. Üstelik bu süreçte imparatorluğun Müslümanlar karşısında daha aktif olduğu kaydedildi. Fakat zapt edilen yerler çok kısada sürede el değiştirmekteydi. Mesela imparator Abbâsîler’in ilk halifesi Ebü’l-Abbas es-Seffah (750-754) dönemine denk gelen süreçte 752 yılında Armenia ve Mezopotamya bölgelerine yaptığı seferlerde başarılı olarak sınır kaleleri olan Erzurum (Theodosiopolis) ve Malatya (Melitene)’yı ele geçirdi, aldığı esirleri de Trakya bölgesine yerleştirdi. 3- VI. Konstantinos ile annesi Irene’nin müşterek imparatorlukları döneminde Müslümanların dördüncü ve son İstanbul seferi gerçekleşti. Abbasi Halifesi Mehdi Billah’ın (775-785) oğlu Harun Reşid komutasında bir ordu 781-782 yılında Üsküdar’a geldi. İmparatorluk hemen barış talebinde bulunarak ortamı normalleştirmeye çalıştı ve Harun Reşid ile anlaşma zemini bulmayı istedi. 3 yıllığına imzalanan anlaşma ile Irene, Abbasilere anlaşma süresi boyunca yılda iki kez 70.000 dinar ödemeyi, Abbasi ordusunun geri dönüşü sırasında ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için pazarlar kurmayı ve rehber temininde bulunmayı kabul etti. Bundan sonra Müslümanların geri çekildiği görüldü. 4- c 5- e 15 / 17 KAYNAKLAR Avcı, C. (2003). İslâm-Bizans İlişkileri. İstanbul. Bailly, A. (2006). Bizans İmparatorluğu Tarihi. trc. Haluk Şaman, İstanbul. Demirkent, I. (2005). “14. Yüzyıla Kadar Balkan Yarımadasında Bizans Hakimiyeti”, Bizans Tarihi Yazıları, (ss. 17-30) İstanbul. Diehl, C. (2006). Bizans İmparatorluğu Tarihi, (Çev. A. Göke Bozkurt) İstanbul. Dikici R. (2007). Şu Bizim Bizans, İstanbul. Kafesoğlu, İ. (1988). Türk Milli Kültürü, İstanbul. Kafesoğlu, İ. (1957). “XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler Tarafından Muhasaraları”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, (III, s. 1-16) İstanbul. Kafesoğlu, İ. Türk-Bulgar’ların Tarih ve Kültürüne Kısa Bir Bakış”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, (S. 10-11, s. 91-122). Kayapınar, A. “Bulgarların Balkanlara Göçü ve Tuna Bulgar Devleti”, Balkanlar El Kitabı, ed. Bilgehan A. Gökdağ-Osman Karatay, Ankara 2013, I, s. 109-131. Küçüksipahioğlu, B. (2008). “Ankhialos Savaşı’nın Sonuna Kadar Bizans-Bulgar İlişkileri”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, (14, s. 209-226). Küçüksipahioğlu, B. (2012). “Emevilerin İstanbul’u Kuşatmaları Esnasında Bizans İmparatorluğu’nun Durumu”, Beşinci Uluslar Arası Ortadoğu Semineri, İslamiyetin Doğuşundan Osmanlı İdaresine Kadar Orta Doğu (Şam 2-4 Kasım 2010), Bildiriler, s. 77-87 Elazığ. 16 / 17 Nikephoros (1990). Patriarch of Constantinople, Short History, İng. Çev. C. Mango, Washington D. C.. Ostrogorsky, G. (1991), Bizans Devleti Tarihi, Ankara. Runciman, S. (1930). A History of the First Bulgarian Empire, London. Theophanes (1982). The Chronicle of Theophanes, İng. trc. H. Turtledove, Philadelphia. Treadgold, W. (1997). A History of the Byzantine State and Society, California. Vasiliev, A.A. (1943). Bizans İmparatorluğu Tarihi, Türkçe trc. A. Müfit Mansel, Ankara. I. 17 / 17