RTE`nin Anayasa Paketi`ne sakladığı gizli gündemi

advertisement
RTE’nin, “Anayasa
Paketi”ne Sakladığı
Gizli Gündemi
RTE’nin, “Anayasa
Paketi”ne Sakladığı
Gizli Gündemi
Prof.Dr. Necdet Basa
DEMOKRAT PARTİ
Yayınları
RTE’nin, “Anayasa
Paketi”ne Sakladığı
Gizli Gündemi
Yazan
Prof.Dr. Necdet Basa
Hazırlayan
Demokrat Parti Demokratik Kitle
Örgütleri, Meslek Kuruluşları ve
İnsan Hakları Uygulamaları
Başkanlığı
Yayınlayan
Demokrat Parti
Basın ve Propaganda Başkanlığı
Adres
Demokrat Parti Genel Merkezi
Akay Caddesi No:16
Kızılay/Ankara
Tel: 0312. 444 19 46
0312.
416 86 00
Faks: 0312. 416 86 83
web: www.dp.org.tr
e-mail: dp@dp.org.tr
Bilgisayar Uygulama
Özlem Aksüt Çakır
Kapak Tasarım
Süleyman Perol
1. Baskı
Ağustos 2010
2. Baskı
Ağustos 2010
Baskı
Binay Matbaacılık / İstanbul
Tel: 0212.612 93 37
e-mail: binay1000@yahoo.com
İÇİNDEKİLER
1. Bölüm / Referandumda Niçin “Hayır” Diyoruz
Türkiye, “Güçler Ayrılığı”ndan
“Güçler Birliği”ne Kaydırılıyor
Anayasa metni, bu haliyle halkoyuna sunulamaz
Anayasa Paketi, AKP dayatmasıdır
Anayasa Mahkemesi, göstermelik düzeltme yaptı
AYM, gerekçesi hazır olmayan bir karar açıkladı
Bu anayasa, “siyasilerin yarınları” için hazırlandı
Siyasetin girdiği mahkemeden, adalet kaçar
Siyasi iktidar, HSYK’ya hâkim olmak istiyor
2. Bölüm / AKP Anayasa Paketi’nin Değerlendirilmesi
AKP, Dün ile Bugünü
Kavga Ettirmek İstiyor
AKP’nin tek amacı, AYM ve HSYK’yı ele geçirmek
Kutsal “savunma hakkı” zedeleniyor
“Toplu Sözleşme” için de tuzaklar kurdular
İşçinin hak aramasına sınırlama getiriliyor
Partisi kapatılan milletvekili görevi sürdürecek
Ordu mensuplarına da “gözdağı” veriliyor
Hukuk devleti, savunmasız hale getiriliyor
Yüce Divan kararlarına “temyiz”, yine unutuldu
Yargıya, Adalet Bakanı hükmedecek
3. Bölüm / “Yeter! Söz Milletindir” Denilecek Gün
12 Eylül 2010 Referandumu
Türkiye İçin Dönüm Noktası
Hak aramak, tehlikeye girecek
12 Eylül’de Nelere “Hayır”?
12 Eylül Referandumunda “Evet” Derseniz...
4. Bölüm / DP’nin Anayasa Taslak Metni
Yüce Divan Yetkisinin Yargıtay’a
Verilmesini Öngörüyoruz
9
10
12
16
18
22
25
27
31
32
36
41
42
44
46
48
50
52
59
60
69
77
79
1. Bölüm
Referandumda Niçin “Hayır” Diyoruz
Türkiye, “Güçler Ayrılığı”ndan
“Güçler Birliği”ne Kaydırılıyor
T
ürkiye Cumhuriyeti, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan ve hukukun üstünlüğü temelli bir çatı altında örgütlenmiş olan “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”.
Hukuk devletinin olmazsa olmazı, yürütmenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olmasıdır. Yargının “olmazsa olmaz”ı
da, mahkemelerin tam anlamı ile “bağımsızlığı ve tarafsızlığı”dır.
Bağımsız yargının olmadığı bir yerde, hukuk devletinden ya da
hukukun üstünlüğünden söz etmek mümkün değildir.
Hukukun üstünlüğü derken kastedilen, sadece “yasaların üstünlüğü” değil, “hukukçular ya da yargıçlar devleti” hiç değildir.
Kastedilen, “hukuka saygı ve bağlılık”tır. Üstünlük, demokratik
hukuk devleti çerçevesinde, anayasa ve yasalardadır.
Bugün Türkiye’de, hukuk devletinin tüm kurum ve kuralları ile
geçerli olduğunu, uygulamaların tümüyle yasalara uygun
olduğunu söylemek, maalesef çok zordur. “Herkes hukukun üstünlüğüne saygılı olmalıdır” derken, ülkemizde adeta bir “üstünlerin
hukuku” nun oluşturulmak istendiğine ilişkin haklı kuşkular ve
endişeler vardır.
Siyasi bir bunalımın tüm işaretlerini taşıyan bu istenmeyen duruma, demokrasiyi tehdit boyutlarına ulaşmış olan kurumlar
arasında mevcut yıkıcı kavganın da dahil edilmesi halinde, kısaca
‘’devlet krizi’’ne dönüşme eğilimi gösteren “demokrasi veya rejim
krizi” teşhisi koymak, giderek kaçınılmaz hale gelmektedir.
Türkiye, çok engebeli geçiş dönemleri yaşamıştır. Genel bir
10
demokrasi sorunumuzun olduğu da doğrudur; ama, geleceğe
yönelik tehdit, hiç bu kadar vahim boyutlara ulaşmamıştır.
Hem devlet içindeki çeşitli kurumlar, hem de kurumlar içindeki
gruplar karşı karşıya. Kıran kırana, yok edici bir mücadele
sürmektedir.
‘’Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebir ve şiddet ile yıkmaya
teşebbüs etmek’’, ‘’cebren ıskat (devirme) ve anayasal düzene
karşı eyleme girişmek” gibi “vahim” suçlamalar, adeta sıradanlaşmıştır.
Temel değerler konusunda ciddi olarak ayrıştırılıyoruz.
Kim olduğumuz sorusuna ortak cevap vermede zorlanır olduk.
‘’Kurucu felsefe’’ ile çatışıp, temel değerlerini ayaklar altında
çiğneyen, dinin istismarı veya siyasallaştırılmasının da etkisi ile
ortak paydalar üzerinde uzlaşamayan toplumların geleceklerinin
‘’karanlık’’ olacağını bir türlü görmek istemiyoruz, göremiyoruz.
Bu tür toplumların her türlü provokasyona açık hale gelerek,
dahili ve harici bedhahların saldırılarına maruz kalacaklarını
hesaplayamıyoruz.
Anayasa metni, bu haliyle halkoyuna sunulamaz
S
on yıllarda artan biçimde, 87 yıllık cumhuriyetimize meydan
okuma var, cumhuriyetle hesaplaşma arzu ve teşebbüsü var.
Ve en vahimi ve üzücü olanı, ‘’kalplerde nefret birikiyor’’.
Türkiye Cumhuriyeti, belki ilk defa ‘’bekaa sorunu’’ ile karşı
karşıyadır.
Varılan nokta şudur:
* ‘’Parti disiplini’’ adı altında ‘’lider sultası”na teslim olduğu
için denetleme görevini yerine getiremeyen bir meclis ve
işlemeyen parlamenter demokrasimiz…
* Alenen çiğnenen yasaları ile kanayan, yaralı bir demokrasi…
* Her an dinlenme paranoyası, korku ve güvensizliğin hâkim
olduğu tepkisiz bir toplum…
* Ve bir tarafta “yargı reformu” yaptığını iddia eden AKP
11
iktidarı, diğer tarafta ise, “zaman aşımı” nedeniyle her yıl
işlemden kaldırılan 400 bin dosya…
* Vatandaşı ile “davalı” olmak hususunda dünya şampiyonu
bir “Devlet”…
* Siyaset dışı müdahalelerin de etkisiyle giderek derinleşen
siyasal ve toplumsal kutuplaşma ve kurumlar arası çatışma…
* “Yönetemeyen demokrasi” ve “adalet üretemeyen yargı”…
* Yasama ve yürütmenin tek elde toplandığı, yargıya da hâkim
olma çabalarının ön plana çıktığı, başta medya olmak üzere
hiçbir muhalif-baskı grubuna tahammül gösterilmeyen bir
“tek adam hakimiyeti”…
Yasamaya hakim olup, reform çığlıkları arasında, zaten yürütmenin kıskacındaki yargıyı da denetimi altına almak istediği
aşikar olan bir ”yürütme”...
Yargı, ordu ve üniversiteler ile yandaş olmayan medya ve
sendikalar başta olmak üzere, sivil toplum örgütleri, iş dünyasının
önemli temsilcileri ve tüm muhaliflere adeta savaş açmış bir AKP
iktidarı…
Kısacası, “modernleşme-demokratikleşme” avazeleri arasında sinsice altyapısı oluşturulan bir “sivil vesayet” tehlikesi ile karşı,
karşıyayız.
İşte böyle bir ortamda, AKP tarafından hazırlanarak TBMM’ne
sunulan 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun”, 13.5.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmi Gazete’de
halkoyuna sunulmak üzere yayımlanmıştır.
Kararları kesin hüküm niteliğini taşıyan bir “idari kurul” olan Yüksek Seçim Kurulu da, 13.05.2010 tarih ve 2010/317 sayılı kararı ile
halkoylamasının 12.09.2010 Pazar günü yapılmasını kararlaştırmıştır.
Oysa, bize göre, Anayasa Mahkemesi’nin, “kendini kanun
koyucu” yerine koyarak verdiği “kısmi iptal” kararı ile “halkoylamasına sunulacak metinde değişiklik yapması”, “yetki aşımı”dır
ve adeta yeni bir “Anayasa Değişiklik Kanunu” denilebilecek yeni
metin, hiçbir şekilde milli iradeyi yansıtıyor addedilemez ve bu
nedenle de “halkoylamasına sunulamaz” niteliktedir.
12
Anayasa Paketi, AKP dayatmasıdır
İ
ncelenmesinden de açıkça görülebileceği gibi, birbiri ile ilişkisi
olmayan konuları içeren, yani gelişmiş demokratik ülke
anayasalarında çok önem verilen “iç tutarlılık”tan yoksun olan bu
anayasal düzenlemede, daha ileri bir demokrasiye katkısı sınırlı,
ancak çoğunluğun destekleyeceği varsayılan “çocuk hakları,
kadınlara pozitif ayrımcılık, özel hayatın gizliliği” gibi birkaç
madde dışında, AKP’nin, hukuk devleti ilkelerini hiçe sayma pahasına “yargıyı ele geçirmek ve iktidarın kaybedilmesi halinde
muhtemel yargılanma tehlikesine karşı önlem almak” isteği ön
plana çıkmaktadır.
Bu nedenle de, tartışmalar, “yargı bağımsızlığı, Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile Anayasa Mahkemesi’nin (AYM)
yeniden yapılandırılması” odaklı olarak sürdürülmektedir.
Anayasaların, “toplumsal mutabakat metinleri olmak” özelliği
dikkate alınmayıp, uzlaşma ve katılım aranmadan, son şekli bizzat
Başbakanın “olur”una bağlı biçimde hazırlanan bir “AKP dayatması”ndan ibaret olan bu kanunun ağırlıklı hedefinin, “yargı
bağımsızlığının ortadan kaldırılması” ve “yüksek yargı organlarının ele geçirilmesi” olarak belirginleşmesi, “hukuk devleti” ilke
ve uygulamaları açısından fevkalade vahimdir.
Hal böyle iken, TBMM üyesi toplam 111 milletvekilinin (CHP ve
diğer üyeler), yukarıda sözü edilen 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un bazı maddelerinin iptali ve
yürütmenin durdurulması talebiyle 14.5.2010 tarihinde Anayasa
Mahkemesi’ne yaptıkları başvuru sonuçlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin, 7.7.2010 tarihinde gerekçesiz olarak
açıklanan 2010/49 esas no.lu kararında, AYM ile HSYK’nun
yeniden yapılandırılmasına ilişkin, tartışma konusu maddelerden,
esası değiştirmeyen birkaç kelime çıkarılarak adına “kısmi iptal”
denmiş ve diğer talepler reddedilmiştir. (Gerekçeli karar, 1 Ağustos 2010 tarihli Resmi Gazete’nin 27659 sayılı mükerrer
nüshasında yayımlanmıştır).
Gerçekten, AYM, Anayasa Değişikliği’ni esastan görüşmesine
rağmen, beklentilerin aksine, özellikle AKP’nin çok önem verdiği,
“yüksek mahkemeyi hakimiyetleri altına almak” ve “HSYK’nun
yapısını değiştirerek yüksek yargıyı ele geçirmek” amacına yöne-
13
lik olarak hazırlanan iki maddenin özüne dokunmaksızın “kısmi
iptal” ile yetinmiş ve “referandum” yolunu açmıştır.
AYM’nin, hukuk devletinin temelini çatırdatacak tehlikelere yol
açabilecek bu kararı, AKP yandaşlarınca demokrasi ve özgürlükler
adına 12 Eylül “Darbe Anayasası”ndan kurtuluşun önemli bir merhalesi olarak takdim edilerek, yargı reformu ve yargının
demokratikleştirilmesi olarak nitelendirilmektedir.
“Hukuk devletinin önüne koskoca bir kaya kondu”
Ö
ncelikle belirtelim ki, yargının demokratikleşmesinin temel
ölçütü, yasama ve yürütme karşısındaki pozisyonu ile etkili
denetleme imkan ve araçlarına sahip oluşudur. Oysa, yapılan yeni
düzenlemede, AYM, oluşumu itibariyle iktidara bağımlı hale getirilmek istenmektedir. HSYK’nun bağımsızlığından söz etmek ise,
mümkün değildir. Yargının demokratikleşmesinden söz edenler,
öncelikle Adalet Bakanı ile müsteşarını HSYK’ndan çıkarmalıdırlar. Yeni düzenlemede durum tam tersinedir. Adalet Bakanı ile
müsteşarının HSYK’ndan çıkarılmaları bir yana, etkileri daha da
artırılmaktadır.
Bu karar, bizzat Başbakan tarafından “amaç ve hedefe uygun” bulunurken, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, kararı “fevkalade
olumlu” olarak nitelendirmiştir. AKP’li Adalet Bakanı ve “yandaş
medya” başta olmak üzere, bir çok AKP yetkilisi, AYM’ye yönelik
“yetki aşımı” gibi göstermelik bazı eleştirilere rağmen, genelde
memnuniyetlerini saklamamışlardır. İçişleri Bakanı ise, bu karardan ve kabulü halinde referandumdan sonra oluşacak “bir başka
Türkiye”den söz etmek suretiyle bir bakıma saklı tutmaya çalıştıkları “gerçek niyetleri”ni ortaya koymuştur.
Yüksek yargı temsilcileri ise, endişelerini ve hayal kırıklıklarını
açıkça ifade etmişlerdir. Yargıtay Başkanı, iptal beklediğini
söylerken, YARSAV Başkanı, ”hukuk devletinin önüne koskoca bir
kaya konulmuştur. Anayasa Değişikliği Paketi, demokratik hukuk
devletinin özünü yok etmeye yol açacaktır” demiştir.
AB yetkilileri ise, sık karşılaştığımız çifte standartlarını burada da
tekrarlamışlar ve “evet” oyu çağrısı yapmalarından başka, ufak
değişikliklerle de olsa, paketin AYM’nden geçmesini “olumlu bulduklarını” belirterek, referandum sonucunun da Kasım ayı ilerleme raporuna yansıyacağını ifadeyle AKP’ ye destek vermek
14
istemişlerdir. Sadece, Türkiye-Avrupa Parlamentosu Karma
Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre, “Adalet Bakanı ve
Müsteşarının HSYK’na üye olmalarının kuvvetler ayrılığı ilkesini
zedeleyeceğini” söylemiştir.
Anayasa Mahkemesi ne yapmıştır?
A
nayasa Mahkemesi AKP Paketi’ni iki bakımdan ele alarak incelemiştir:
1- Bu değişiklik şekil şartlarına uygun olarak yapılmış mıdır ?
Bu noktada AYM, değişiklikte şekil şartlarına aykırılık olmadığına karar vermiştir.
2- Bu pakette, Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif
dahi edilemez maddelerinde, değişiklik sonucunu doğuracak
hususlar var mıdır?
Bu noktada da, AYM, yargıya siyasi müdahalenin yolunu açan
değişikliğin özüne dokunmayarak, AYM ve HSYK’na seçilecek
üyelerin seçim şekline ilişkin değişikliklerle seçim yöntemini
iptal ile yetinmiştir.
Bir başka ifadeyle AYM, siyasetçinin yargıya müdahalesini,
“kuvvetler ayrılığı” ile “hukuk devleti ilkesi” ne aykırı bulmamış,
sadece bunun yönteminin değiştirilmesini istemekle yetinmiştir.
AYM, ayrıca, tartışma ve eleştiri konusu olan “esastan denetim”,
“referandumdan önce iptal davası” ve “yürütmeyi durdurma” gibi
hususları da, bu son kararı ile açıklığa kavuşturmuştur. Şöyle ki:
* AYM, Anayasa’nın, “AYM , Anayasa değişikliklerini sadece şekil
yönünden inceler ve denetler” hükmünü içeren, şekil şartını da,
“teklif ve oylama çoğunluğu ile ivedilikle görüşme yasağı” şeklinde sınırlı tutan 148. Maddesi’nin amir hükmüne rağmen, yorum
yetkisini kullanarak, daha önce “türban davası”nda da olduğu
gibi, 4. Madde’de öngörülen, ilk üç maddenin “değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükmünü bir şekil şartı sayarak, şekilden içeriğe girmiş ve esastan denetleme yapmıştır.
* AYM, “referandumdan önce iptal davası açılamayacağı” şeklindeki tartışmayı da, CHP’nin iptal başvurusunu kabul etmek
suretiyle ve daha önce Cumhurbaşkanı’nın halkoyuyla seçilmesine
15
ilişkin Anayasa değişikliği ile ilgili 5 Temmuz 2007 gün ve 2007/68
sayılı kararında da olduğu gibi,”kanunlaşma sürecinin referandumdan önce, Resmi Gazete’de yayımla birlikte tamamlandığı”
varsayımından hareketle “referandumdan önce yapılan başvuru
kabul edilir ve incelenir” demek suretiyle sona erdirmiştir.
Bir başka ifadeyle AYM, “Anayasa değişikliklerinin sadece şekil
bakımından incelenmesini öngören 148. Maddenin, Anayasa’nın
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez nitelikteki ilk
dört maddesi dışındaki maddeler için geçerli olduğunu değerlendirmekte ve uygulamalarını da bizzat kendi yerleşik içtihatlarına uygun olarak sürdürmektedir.
* AYM, yasal dayanağı olmamasına rağmen, yorum yetkisini kullanarak, “telafisi imkansız sonuçlar doğması” ihtimal ve tehlikesine karşı, 1970’li yıllardan itibaren “yürütmenin durdurulması”
kararı verebilmektedir.
Aslında AYM, yürütmenin durdurulması talebini oybirliği ile reddedip, sadece Kanun’un, 16. Maddesinin 4. Fıkrası ile 22. Maddesinin 3. Fıkrasında yer alan birkaç cümle ile amaç bütünlüğü
açısından belirleyici olmayan diğer bazı ibarelerin kısmi olarak
iptal edilmesine ilişkin kararı sonucu, AYM ve HSYK’nun yapısını
değiştiren diğer maddelere geçit vermiştir.
AKP’li üyeler, göstere göstere “evet” oyu verdi
0
7.07.2010 tarihinde Başkan Haşim Kılıç tarafından gerekçesiz
olarak açıklanan 2010/49 esas no.lu AYM Kararı’nın açılımı
kısaca şöyledir:
* TBMM’nin 111 üyesinin imzalarıyla ve “açık oy kullanıldığı” iddiasıyla ileri sürülen “Anayasa Paketi’nin şekil yönünden iptali istemi”, oybirliği ile reddedilmiştir.
Oysa bazı AKP’li üyeler, oylarını aleni bir şekilde, adeta göstererek kullanmışlar, hatta, “evet oyu” verdiklerinin kanıtı olarak
artan iki fişi AKP gurup yöneticilerine teslim etmişlerdir. Yani, 72
milyonun gördüğünü, AYM her nasılsa görememiştir.
Ayrıca, AKP Anayasa Paketi’ni şekil açısından denetleyen AYM,
anılan 5982 sayılı kanunu, “stok imza” yoluyla “teklif görünümü
verilmiş bir kanun tasarısı” olarak önerildiği gerekçesiyle
Anayasa’nın 175. Maddesine göre iptal etmesi gerekmekteydi.
16
Kaldı ki, oylama sürecinde, Anayasa’nın 175. Maddesine açıkça
aykırılık teşkil edecek şekilde AKP’ nin üç kez grup toplantısı yapması ve bu esnada Başbakan’ın “ya tarih yazarsınız, yada tarih
olursunuz” sözleriyle Paketi sahiplenmesi de, AYM tarafından
değerlendirilmeye değer bulunmamıştır.
Benzer şekilde, Anayasa’nın 175. Maddesine göre, “anayasanın
değiştirilmesi hakkındaki teklifler, Genel Kurul’da iki defa
görüşülür”. Oysa, birinci görüşmesi, TBMM İçtüzüğü’nün 81. Maddesine uygun olarak yapılmış olan bu Paket’in ikinci görüşmesi,
sadece maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri ile sınırlandırılmış ve siyasi parti gruplarına maddeler üzerinde söz verilmemiştir. Böylece, sözü edilen 175. Maddenin 1. Fıkrası
anlamında bir ikinci görüşme yapılmamıştır. Paket’in tümünü ilgilendiren bu “anayasal ihlali” de her nedense görememiş ve
“iptal kararı” vermesi gerekirken, tam tersini yapmıştır.
* Yüksek Mahkeme, yaptığı esastan inceleme ve denetim sonucu,
“hukuk devleti ilkesine aykırılık” iddiasını oy çokluğuyla kabul
ederek, Anayasa Paketi’nde yer alan ve Anayasa’mızın 4. Maddesinde öngörülen “teklif edilemezlik yasağı” kapsamında olduğu
iddia edilen 8., 14., 16., 22. ve 26. Maddelerin incelenmesine karar
vermiştir.
Burada önemli olan husus, AYM’ nin, Anayasa değişikliklerine ilişkin başvurularda, itirazın, “değiştirilemez nitelikteki maddeler”
açısından da incelenebileceğine karar vermiş olmasıdır.
Burada dikkatlere sunulması gerekli husus şudur:
Anayasa Mahkemesi, göstermelik düzeltme yaptı
A
YM’nin 17 üyesinden en az 10’unun siyasi iktidar yandaşlarından oluşmasının güvence altına alınmasına uygun düzenlemeler içeren Anayasa Paketi’nin ilgili hükümleri ile AYM’nin üye
sayısını 11’den 17’ye, HSYK’nun üye sayısını ise, 7’den 22’ye
çıkaran maddeleri hukuk devleti ilkelerine uygun bulunurken, bu
üyelerin aday gösterilmelerinde uygulanan oylama usulü, aynı
hukuk devleti ilkesine aykırı bulunmuştur. AYM’nin bu kararı, bir
hukuk garabetidir ve mutlaka sorgulanmalıdır.
* Benzer şekilde, Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK’na başkan
ve tabii üye olmalarını hukuk devleti ilkesine uygun bulan
17
AYM’nin, neden sadece “oylama usulleri”nin aynı ilkeye uygun
olmadığını da, geçerli ve kabul edilebilir gerekçelerle açıklaması,
önem arzetmektedir.
AYM’nin yaptığı ve esas hedef dikkate alındığında önemsiz sayılabilecek küçük, göstermelik düzeltmeler;
* AYM’ne üye gönderecek olan Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay,
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, YÖK ve Baro Başkanlarının, yapacakları seçimlerde uygulanması öngörülen “her
üyenin tek adaya oy vermesi” usulünün iptali;
* Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisi ile Adli ve İdari Yargı
hakim ve savcılarının HSYK’na üye seçimlerinde “sadece bir
adaya oy verebilme” uygulamasının iptali; ile
(Kısaca, AYM ve HSYK’na üye adayı olarak Cumhurbaşkanı’na
sunulacak isimlerin belirlenmesinde izlenecek seçim yöntemi
iptal edilmiştir)
* Cumhurbaşkanı’nın, HSYK’na doğrudan atayacağı üyelerin, “iktisat ve siyasal bilim dalları ile üst kademe yöneticileri” nden olacağına ilişkin ibarenin iptal edilmesiyle sınırlı kalmıştır.
Böylece, Cumhurbaşkanı, seçimini, sadece hukuk dallarından
öğretim üyeleri ile avukatlar arasından yapabilecektir.
(Kısacası, AYM ve HSYK’na üye adayı seçiminde uygulanacak
esaslara ilişkin iki madde ile Cumhurbaşkanı’nın HSYK’na doğrudan seçeceği dört üyenin, hukuk dışı alanlardan da
seçilebilmesini öngören madde iptal edilmiştir)
Burada dikkatlere sunulması gereken ilk husus şudur:
AYM’nin kararında siyaset var
A
YM‘nin kararına göre, AYM’ne seçilecek üyelerin büyük bir
çoğunluğunun tek bir siyasal gücün takdirine bırakılmış olması, yargıyı siyasallaştırmaz, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti
gibi demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerine aykırılık teşkil etmez;
Fakat, AYM’ne üye seçilecek kişilerden bazılarının hukukçu olmamaları, “hukuk devleti ilkesi” nin ihlali sayılır.
Bu kararda, siyaset vardır. Yöntem ve usul eksikliği vardır. Tutarsızlık vardır. Çelişki vardır... Sadece hukuk çok azdır. Bu hukuk gara-
18
beti, dünyada bir başka örneği bulunmayan ve “hukukçu olmayan
AYM Başkanı”mız tarafından önce saygıdeğer şahısları bakımından yeniden değerlendirilmeye muhtaçtır.
Diğer husus ise, CHP’li ve diğer üyelerle birlikte toplam 111
TBMM üyesi tarafından yapılan itiraz ve iptal başvurusunun
gerekçesi, “hukuk devleti ilkesinin ihlali veya zaafa uğratılması”
iken, AYM’nin, içinde “cumhuriyetin temel niteliklerine aykırılıklar” saptadığı bir düzenlemeyi tümüyle iptal etmesi gerekirken,
bunu yapmayıp, sınırlı iptallerle yetinmiş olmasıdır.
Bir başka ifadeyle AYM, siyasi bir karar vererek, göstermelik
olarak ve hiçbir şekilde esasa yönelik olmayan, yani amacı gölgelendirmeyen birkaç ibarenin iptali dışında, tartışılan Anayasa
Değişiklik Paketi’ni Anayasa’ya ve hukuk devleti ilkesine uygun
bulmuştur.
Böylece, AYM, siyasal iktidarın yargıyı ele geçirmesi yada
yargının siyasal iktidarın denetimine girmesinden kaynaklanan
tehlike ve kaygının giderilmesi bir yana, aldığı tartışmalı, siyasi
karar sonucu, Anayasa Paketi’nin Anayasa’ya uygun olduğunu
tespit etmek suretiyle de, AKP’ ye çok önemli bir mevzi kazandırmanın yanında, referandumda kullanacağı kesin olan çok değerli
bir de koz-argüman vermiştir.
Üzerinde önemle durulması gerekli bir diğer husus da şudur:
AYM, gerekçesi hazır olmayan bir karar açıkladı
T
ürkiye’de ne yazık ki, yargıya güven ve saygının derin yara
aldığı, Son AYM sürecinde bir kez daha görülmüştür. Dava
sürecinin gizli yürütülmesi gerekirken, her şey alenileştirilmiştir.
Bu nedenle de, AYM, üzerindeki yoğun baskılara boyun eğerek,
gerekçesi hazır olmadan kararını açıklamak zorunda kalmıştır. Raportörün raporu bile, kimliği ile birlikte daha hazırlık safhasında
iken medyada yerini almış ve böylece haklı-haksız, yerli-yersiz bir
çok spekülasyona kapı aralanmıştır.
Oysa, bir çok AB ülkesinde olduğu gibi, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nde raportörün kimliği de, raporu da gizli tutulur.
Esasen ülkemizde de, tüm yüksek yargı organlarında, gündem
önceden hazırlanarak üyelere dağıtılır ve görüş oluşturulmasına
yetecek süre tanınır. Değerlendirdiğimiz karar sürecinde
19
yaşandığı şekliyle özellikle Anayasa gibi hayati önemi haiz konularda emrivaki toplantılar yapılamaz, kararlar da aceleye getirilemez, getirilmemelidir de.
Telefonların dinlenmesi nedeniyle toplantıların özel kurye ile
üyelere bildirilmesi ise, hukuk adına utanç vesilesidir ve ne yazık
ki, son AYM sürecinde yaşanan budur.
AYM’nin sözü edilen kararı, bir başka yönü ile de, önümüzdeki
günlerde tartışma konusu olabilecektir. Şöyle ki:
AYM, “kısmen iptal” kararında, bazı sözcükleri ve cümleleri
metinden çıkararak, adeta yeni bir “Anayasa Değişiklik Kanunu”
hazırlamıştır.
AYM’nin, kendini “kanun koyucu” yerine koyarak, referanduma
sunulacak metinde değişiklik yapması, “yetki aşımı”dır, “milli
irade”nin çiğnenmesidir ve “kuvvetler ayrılığı” ilkesine aykırıdır.
Öte yandan, AYM’nin kararını açıklayan Başkan Haşim Kılıç, iptal
edilen ibarelerin, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinden olan
“demokratik hukuk devleti ilkesi”ne aykırılık nedeni ve gerekçesiyle iptal edildiğini söylemiştir. Bir başka ifadeyle AYM, incelediği Anayasa Değişiklik Paketi’nin bazı bölümlerinde,
Anayasa’mızın değiştirilemezleri kapsamında olan “cumhuriyetin
temel niteliklerine aykırı” düzenlemeler tespit etmiştir. Böyle bir
metnin tümüyle iptali gerekirken, Yüksek Mahkeme, “kısmi iptal”
ile yetinmiştir. Ancak, unutulmamalıdır ki, Anayasa’mızın
değiştirilemez maddelerini değiştirmeye teşebbüs eden siyasi
partilerin kapatılmaları esastır. AYM’nin tespiti de bu yönde
olduğu için, konu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından
zorunlu olarak değerlendirilmek durumundadır.
Ancak, unutulmamalıdır ki, “yeni bir kapatma davası”, AKP’ye
tekrar çok sevdiği “mağdurları sergilemek” ve “mazlumu oynamak”
imkanı verecek olması nedeniyle “istenmeyen bir durum”dur.
Yukarıda da belirtildiği gibi, ilgililerin, ”Türkiye’nin ihtiyaçlarını
gözeten bir mantıkla” ve AB normlarını da dikkate alarak hazırladıklarını iddia ettikleri, ancak doğrusu, ”dayatılan bir AKP
düzenlemesi” olan söz konusu 5982 sayılı kanun bağlamında en
çok tartışılan AYM ve HSYK’nun yeni yapılanması şöyle planlanmıştır: Ancak, önce kısaca, mevcut yasal düzenlemeler ve uygulamalar çerçevesinde “Türkiye’de yargı bağımsız mıdır?”
sorusuna cevap bulmak, anlamlı olacaktır.
20
Türkiye’de yargı bağımsız mıdır ?
D
evlet olmanın niteliklerinden olan üç ayrı kuvvetin birbirini
sınırlaması ve denetlemesi ile özgürlükler güvence altına
alınmakta, demokrasi için uygun ortam sağlanmış olmaktadır.
Günümüz demokrasilerinde, özellikle hukukun üstün olduğu parlamenter demokratik sistemlerin ayırıcı özelliği, yasama ve yürütmenin yargı denetimine tabi olmasıdır.
Bu nedenledir ki, yargısal faaliyet sonucu ortaya çıkması umulan
adalet, devletin temeli olarak nitelendirilmektedir. Hukukun
üstünlüğüne bağlı demokratik hukuk devletlerinde, yargı bağımsızlığı ön koşuldur. Bu kabul gereğince de yargıçlar, devletin diğer
görevlilerinden daha bağımsız, daha güvenceli bir statüde bulunmaktadırlar.
1982 Anayasası’nın 138, 139 ve 140’ıncı maddeleri, yargı bağımsızlığı konusundaki temel iç hukuk normlarını oluşturmaktadır.
138’inci maddeye göre, hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak, vicdanı kanaatlerine
göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve
talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında, Yasama Meclisinde, yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Ayrıca, 139’uncu
madde gereğince, meslekten çıkarmayı gerektirecek mahkümiyet
yada sağlık gibi istisnalar hariç, hâkimler ve savcılar azlolunamaz,
kendileri istemedikçe Anayasa’da gösterilen yaştan önce emekliye sevkedilemez. Bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması
sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.
Yargı mekanizmasının en etkin bölümlerinden birini teşkil
eden ve Anayasanın 159’uncu maddesi uyarınca Yargıtay ve
Danıştay üyelerinin seçimi, hâkim ve savcıların atama, nakil,
terfi ve disiplin gibi özlük işlemlerinin yerine getirilmesiyle
görevlendirilmiş olan “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”,
Adalet Bakanının başkanlığında, Yargıtay ve Danıştay Genel
Kurullarınca gösterilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanı’nca seçilecek üyeler ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı’ndan oluşmaktadır.
21
Buna göre; Kurul’un Başkanı, Adalet Bakanı’dır. Adalet Bakanlığı
Müsteşarı Kurul’un tabii üyesidir. Kurul’un üç asıl ve üç yedek
üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulu’nun kendi üyeleri arasından, her üyelik için
gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanı’nca, dört yıl için
seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle
gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer.
Böylesi bir oluşumun, yargı bağımsızlığı ile bağdaştırılamayacağı
aşikardır.
Hâkim ve Savcıların bağımsızlığının, kişilerin hak ve özgürlüklerinin en önemli teminatı olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Kaldı ki, yargı bağımsızlığını gerçekleştirememiş toplumların,
hukuk dışı yönetimlere, yani zorbalığa boyun eğmeleri de kaçınılmazdır.
Siyasi iktidarın kontrolündeki Adalet Bakanlığı’nın, hâkim ve
savcıların mesleğe girişlerine ilişkin olarak, “mülakat uygulaması”nın “etkin” yardımlarıyla sınırsız sayılabilecek bir yetkiye
sahip olmasının da yargı bağımsızlığını derinden zedeleyeceği
açıktır.
Liderler, şimdi de yüksek yargı üyelerini seçecek
H
SYK’nun bağımsızlığı açısından büyük sakıncalar taşıyan
önemli bir husus da, “gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde” hizmetin aksamaması için, Adalet Bakanı’nın hakim ve
savcıları geçici yetki ile görevlendirebilmesidir. Bu yetki, yürütme
organı temsilcisi olan Adalet Bakanı tarafından, ne yazık ki, yargı
bağımsızlığını zedeler şekilde kullanılabilmektedir.
Bu kısa açıklamalar ışığında, kendi başkanını bizzat seçemeyen,
gündemini oluşturamayan, yedeğinin olmaması nedeniyle tabii
üye olan müsteşarın katılmaması halinde toplanamayan, verdiği
kararları izleme olanağından yoksun, kararları gizli ve yargı denetimine kapalı, kendine ait bir bütçesi ve sekreteryası bulunmayan
ve en önemlisi, denetimlerinin de Adalet Bakanı’na bağlı müfettişlerce yapıldığı HSYK‘nun, gerçek anlamda bağımsızlığından
söz edilemeyeceği, kabul edilecektir.
Hal böyle iken ve günümüzde yürütmenin yargıya da hakim olma
çabası ve kavgası bir vakıa iken, “HSYK ve Anayasa Mahkeme-
22
si’nin üyelerinden bir kısmını Sayın Cumhurbaşkanı ve TBMM
seçsin” deniyor. Yani bugünkü şekliyle tüm bu üyeleri “Başbakan
tayin etsin” isteniyor.
Başbakan’ın ve diğer parti genel başkanlarının “tek seçici” olarak
milletvekillerini seçtiği bir ortamda ve siyasal yapıda, tek
seçicinin bir de yüksek yargı üyelerinin seçiminde söz sahibi olmasının adı “yargı reformu” olamaz. Bunun adı, “tüm davaların
hem hâkimi, hem savcısı, hem de avukatı olma arzusu”dur. Yani
“yargıyı kendi vesayeti altına alma girişimi”dir. “Sivil vesayete
doğru bir adım daha atmak”tır. Zira hâkim ve savcıyı “hükümete
bağımlı memur” yapmak istemenin başka bir adı yoktur.
Bir başka ifadeyle, “Bizzat Başbakan tarafından seçilen milletvekilleri, yani atanmış milletvekili çoğunluğu, HSYK’na veya
Anayasa Mahkemesi’ne hâkim, savcı seçecek, yani atayacak, bu
üyeler de, kanunların Anayasa’ya uygunluğunu denetleyecek,
gerektiğinde de “yüce divan” sıfatıyla kendisini atayanı veya
atayanları yargılayacak, verdiği idari kararları denetleyecek,
bunun da adına “yargı reformu” denecek! Denemez tabii !
Bu anayasa, “siyasilerin yarınları” için hazırlandı
D
emokrat Parti’ye göre, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın
üyelerinin bir bölümünün dahi olsa, ne yazık ki, tarafsız olamayan Sayın Cumhurbaşkanı ve TBMM tarafından belirlenmesi,
yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyeceği gibi, yukarıda
ifade edilen nedenlerle ve bugünkü şartlar altında, “otokrasinin
ilanı” anlamına gelecektir. Demokratik bir hukuk devletinde, böyle
hukuk dışı bir uygulamaya yer yoktur. Zira, sözü edilen üyelerden
bir bölümünün belirlenmesi hakkının yasama ve yürütmeye
bırakılması, ancak demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile uygulandığı, hukukun gerçek anlamda üstün olduğu ülkelerde, milletvekillerinin gerçek anlamda milletin temsilcisi olarak
seçilmeleri durumunda söz konusu olabilir. Maalesef bu gün
itibarı ile Türkiye’de değil...
Siyasi etki ve saiklerle böylesine önemli kararların yönlendirilebilme ihtimalinin mevcudiyeti bile, son derece vahimdir.
Bu itibarla, Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın HSYK’da yer almalarının, yargı bağımsızlığı ile bağdaştırılmasının mümkün olamayacağı
dikkate
alındığında,
HSYK’nın
yeniden
23
yapılandırılmasının kaçınılmaz olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak,
bu gün yapılmak istenen ile 12 Eylül Rejimi’nin getirdiği düzenleme arasındaki tek fark şudur: Mevcut şekliyle HSYK, “yarı
bağımlı” olarak nitelenebilecek bir statüye sahip iken, öngörülen
yeni düzenleme ile “tamamen mevcut iktidara bağımlı” bir kurum
haline getirilecektir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin, toplumsal mutabakat belgesi özelliklerini haiz yeni bir Anayasa’nın yanında, acilen bir “yargı reformu”na ihtiyacı olduğu, tartışmasızdır. Ancak, bu reformun,
“hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkeleri çerçevesinde ele
alınması esas olmalıdır. Yaşanan süreçte gözlenen, sözde yargı
reformunun amacı ise, ne yazık ki, “yürütmenin, yargıyı denetimi
altına almasının gerçekleştirilmesi” olarak belirginleşmiştir. Bu
vahim gelişmeden en büyük zararı görecek olan, maalesef Türk
demokrasisidir.
Yeni yasal düzenlemeler, bu kaygıyı daha da pekiştirmektedir.
Şöyle ki:
Cumhuriyetimizin kurulduğu günlerden bu yana, hukuk alanında
yapılan tüm iyileştirme ve yenilemelere rağmen, bu yapılanlardan
çok daha hızlı gelişen ve kalkınan ülkemizde, toplumsal değişimlere de paralel olarak, hukuk reformu tartışmaları sürekli gündemde olmuştur.
Muhtemel bir “hukuk reformu” hayata geçirilirken referans alınacak, taviz verilmeyecek nokta, tabii ki Anayasa’mızda da yer
alan ‘’hukuk devleti’’ ilkesi olacaktır.
Ancak, modern anlamda ilk anayasamız olan, 1876 Kanun-u
Esasi’nin üzerinden yaklaşık 140 yıl geçmesine rağmen,
Türkiye’de halen “acil bir hukuk reformu ihtiyacından söz
edilmesi” ve yeni bir anayasa arayışı içinde olunması, üzücüdür.
Artık, 1982 Anayasası dahil, tümü, olağanüstü dönemlerin ve
siyaset dışı müdahalelerin ürünü olarak ortaya çıkmış olan
anayasalar devri sona erdirilmelidir. Bu itibarla demokrasi standardımızın yükseltilmesini teminen ve hiçbir dış müdahale olmaksızın, sivil irade tarafından, bütün paydaşların katılımları ile
çoğulcu, özgürlükçü ve tüm kişi, kurum ve kuruluşların beklenti
ve temsillerine zemin hazırlayacak, demokratik bir anayasa
yapma zamanı gelmiştir.
Oysa, AKP’nin hazırladığı Anayasa Paketi’nde, toplumun gerçek
24
ihtiyaçlarına ve acil çözüm bekleyen sorunlarına yönelik hiçbir
düzenleme olmamasına karşın, ne yazık ki, ülkenin gündemi kilitlenmiştir.
• Bu “Anayasa Paketi”, halkın değil, AKP’nindir.
• Bu nedenle de, uzlaşma ihtiyacı duyulmaksızın, halkın değil,
AKP’nin sorunlarının çözümü amaçlanarak hazırlanmıştır.
• Bu Pakette “dokunulmazlık” yoktur; parti içi demokrasiye, anti
demokratik Siyasi Partiler Yasası’na ve örneği bulunmayan %
10‘luk yüksek seçim barajına yönelik hiçbir çözüm önerisi yoktur; “en kısa, en çabuk ve en az masrafla adalete nasıl ulaşılır”
sorusunun cevabı yoktur; işsizlik, yoksulluk, eğitim yoktur;
RTÜK ve YÖK yoktur; Kürt sorunu yoktur. Alevi’ler de yoktur.
• Bu Pakette uzlaşma yok, dayatma vardır.
• Bu Pakette, uyulduğu ifade edilen AB müktesebatına aykırı
olarak, HSYK’da konumu daha da güçlendirilmiş bir Adalet
Bakanı vardır; yeniden yapılandırılmasında yürütmenin ağırlıklı
rol oynadığı bir HSYK ve adeta “Cumhurbaşkanlığı Konseyi”
veya “Çankaya Güdümlü Mahkeme” haline getirilmek istenen
bir Anayasa Mahkemesi vardır.
• Bu Pakette, yasama ve yürütmeyi elinde tutan AKP’nin,
bağımsız yargı tarafından denetlenmeyi engellemek üzere,
yargıyı da ele geçirme arzu ve amacı vardır.
• Bir başka ifadeyle bu Pakette, siyasi iktidarın, milletin hukukunu
hiçe sayarak, “denetlenme korkusunu ortadan kaldırma” teşebbüsü vardır.
• Bu Pakette, yürütmenin, yargıyı ele geçirme niyet ve teşebbüsü
sonucu, en azından zedelenen “kuvvetler ayrılığı” prensibi ve
buna bağlı olarak Anayasa’mızın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen “hukuk devleti” ilkesine aleni aykırılık vardır; nitekim,
Yargıtay ve HSYK başkanları, bu Paket’in Anayasa’ya aykırı
olduğunu açıklamışlar. AYM Başkanı bile, “Anayasa tam mutabakatla yapılır, ben yaptım oldu yaklaşımı ortamı gerer” diyerek
ciddi bir uyarı yapmak ihtiyacını duymuştur.
• Ve nihayet bu Anayasa Değişiklik Paketi’nde, “yargısız infaz”
acılarını yaşayarak öğrenmiş insanlara sıkça rastlanan
Türkiye’de, “yargının infazı” girişimi vardır.
25
• Yandaş olarak nitelenebilecek birkaç cılız destek dışında, başta
yüksek yargı ve TBMM’nde grubu bulunan iki muhalefet partisi
olmak üzere, daha önce anayasa hazırlıkları yapmış olan TOBB
ve TÜSİAD gibi önemli meslek kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin sağlam, kabul gören gerekçelerle karşı çıktıkları bu
düzenlemenin referandumdan geçerek yürürlüğe girmesi
halinde, bağımsızlığını koruma mücadelesi veren yargı, önemli
ölçüde yürütmenin kontrolüne girecek, böylece “hukuk devleti”,
“hukukun üstünlüğü” ve benzeri çağdaş demokrasilerin
vazgeçilmez kavramları anlamsızlaşacak ve siyasi iktidarın
gücünün giderek artması sonucu, Türkiye hızla güçler ayrılığından, güçler birliğine doğru kayacaktır.
Kısacası, yarınlar düşünülmeden, ya da sadece bazı politikacıların
yarınlarda karşılaşabilecekleri “Yüce Divan” ya da benzeri
muhtemel güçlükler düşünülerek, çokça demokratik değerin zorlanması pahasına, özensizce hazırlanmış, rejim açısından tehlikeli
gelişmelere kapı aralayan, hukuki temeli zayıf bir “Anayasa
Değişiklik Paketi” ile karşı karşıya bulunmaktayız.
Siyasetin girdiği mahkemeden, adalet kaçar
D
.emokrat Parti, yargı bağımsızlığının, yüksek yargı için değil,
ülke için, rejim için, millet için gerekli ve vazgeçilmez
olduğunu, bir kez daha dikkatlere sunmak istemektedir.
Demokrat Parti, siyasi iktidar sahiplerine, çağdaş demokrasilerde,
ülke yönetimine ilişkin hak ve sorumluluğun, ancak ve ancak,
kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun biçimde, “bağımsız yargı tarafından denetlenme” koşul ve kabulü ile verilebildiğini, hatırlatma
gereği duymaktadır.
Ve nihayet unutulmamalıdır ki, “siyasallaştırılmış yargı, adalet
değil, hüsran doğurur”.
Ve nihayet unutulmamalıdır ki, “siyasetin girdiği mahkemeden,
adalet kaçar”…
Anayasa Mahkemesi için öngörülen yeni yapılanmaya gelince:
12 Eylül tarihinde referanduma sunulacak olan 5982 sayılı
Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi
başlıklı” 146. Maddesi değiştirilerek, 11 olan üye sayısı on yediye
26
çıkarılıyor ve halen sayısı 4 olan yedek üyeler de, asıl üye
statüsüne geçiriliyor.
Getirilen yeni düzenlemede, Cumhurbaşkanı, Mahkeme
üyelerinden dördünü, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar,
birinci sınıf hakim ve savcılar ile Anayasa Mahkemesi raportörleri
arasından doğrudan, diğer üyeleri ise, Yargıtay (3), Danıştay (2),
Askeri Yargıtay (1), Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (1) ve Yükseköğretim Kurulu (3) tarafından her boş üyelik için gösterilecek
üçer aday içinden olmak üzere, toplam on dördünü seçiyor.
TBMM ise, ikisi Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve
üyeleri arasından, biri de baro başkanlarının serbest avukatlar
arasından gösterecekleri üçer aday arasından olmak üzere,
toplam üç üyeyi seçiyor. TBMM‘nde yapılacak bu seçimde, “her
boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci
oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğunun aranması, salt
çoğunluğun sağlanamaması halinde ise, bu oylamada en çok oy
alan iki aday için yapılacak üçüncü oylamada en çok oy alanın
seçilmiş sayılması” esası getiriliyor.
• Bu yapılanmada ilk dikkat çeken husus, Anayasa
Mahkemesi’nde, mevcut iktidar yanlısı bir çoğunluk oluşturma
niyeti ve çabasıdır. Bir başka ifadeyle “dokunulmazlıkların kalkması, iktidarın kaybedilmesi yada milletvekilliğinin sona ermesi” halleri düşünülerek, adeta dost bir yüksek yargı
oluşturulmak isteniyor.
• Daha da vahimi, demokratik, laik hukuk devleti, adeta
savunmasız hale getiriliyor.
• Öte yandan, yasama, yürütme ve yargı ile ilişkileri yeniden
belirlenmeden, halen siyasi ve hukuki hiçbir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanı’na tanınacak “geniş idari karar alabilme
yetkisi”, 2012’ den itibaren Cumhurbaşkanı’nın seçimle gelecek
olması nedeniyle yeniden tartışma konusu yapılacak ve kaçınılmaz olarak da yeni anayasa değişikliği taleplerine dayanak
teşkil edecektir. Zira, bu durumda, halktan oy isteyecek bir
Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluğundan bahsedilemeyeceği
gibi, halka hesap vermemesi de düşünülemeyecektir.
Seçimle iş başına gelecek Cumhurbaşkanı’nın, konumu, görev,
yükümlülük, sorumluluk ve yetkileri, doğrudan rejimle ilgili bir
husustur ve bu da, kapalı kapılar ardında, oldu-bittilerle belirlenerek, millete dayatılacak bir husus hiç değildir
27
• Anayasamıza göre “sorumsuz” sayılan Cumhurbaşkanı’nın
seçeceği üyeler de, konumuna uygun olarak sembolik düzeye
indirilmelidir. Burada, Cumhurbaşkanı’nın, YÖK üyesi ve rektör
atamalarında gözlenen ve “tarafsızlık” ilkesiyle bağdaşmadığı
kesin olan “tercih biçimi ve kriterleri” de, unutulmamalıdır.
• Seçilecek üyelerin, “demokratik anlayış”tan uzak bir yöntemle
belirlenmek istenmesine açık bir örnek, Türkiye Barolar Birliği
(TBB)ne dayatılan seçim usulüdür. Burada, üye sayısına bakılmaksızın, her baro başkanına bir oy hakkı öngörülmüştür. Yani,
halen Türkiye’de mevcut 78 Baro içinden, yaklaşık 25 bin üyeli
İstanbul Barosu ile sadece 10, 20 ya da 30 kadar üyesi olan baro
başkanları eşit olarak birer oy hakkına sahiptirler. Üstelik,
Cumhurbaşkanı, bu yöntemle seçilecek adaylar arasından tercih yapacaktır. Cumhurbaşkanı’nın tercih kriterleri ise, meçhul
değildir.
• Bugünkü yapıda TBMM’nin salt çoğunlukla üye seçmesi,
Anayasa Mahkemesi’ne 12 yıllığına üye tayin etmesiyle eş anlamlıdır.
Siyasi iktidar, HSYK’ya hâkim olmak istiyor
H
.akimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Yeniden Yapılandırılmasına gelince:
Anayasa’nın, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” başlıklı 159.
Maddesi değiştiriliyor ve Kurul’un oluşumu, seçimi ve çalışma
usul ve esasları yeniden düzenleniyor. Kurul’un 7 asıl ve 5 yedek
üyeden oluşan üye yapısı, 22 asıl ve 12 yedek üye olarak değiştiriliyor. Üç daire halinde çalışması ön görülüyor. Adalet Bakanı ile
Adalet Bakanlığı Müsteşarı, başkan ve tabii üye olarak yerlerini
koruyorlar.
Kurul üyelerinden dördü, yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından
Cumhurbaşkanınca doğrudan seçiliyor.
Ayrıca, Yargıtay (3 asıl 3 yedek), Danıştay (2 asıl, 2 yedek), Türkiye
Adalet Akademisi (1 asıl, 1 yedek) Genel Kurulları tarafından
toplam 6 asıl, 6 yedek üye seçiliyor.
Diğer toplam 10 asıl, 6 yedek üye ise, birinci sınıf adli (7 asıl, 4
28
yedek) ve idari (3 asıl, 2 yedek) yargı hakim ve savcıları arasından,
tüm adli ve idari yargı hakim ve savcıları tarafından seçiliyor. Süre
4 yıldır ve süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.
Kurul’un yönetimini ve temsilini, şimdi olduğu gibi, gene Kurul
Başkanı, yani Adalet Bakanı üstleniyor. Hakim ve savcıların
denetlenmesi yetkisi, göstermelik olarak Kurul’a devrediliyor. Zira,
Adalet Bakanı, hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma yetkisini, halen olduğu gibi elinde tutuyor; hem de bu yeni
yapılanma, “darbe anayasası” tabiriyle eleştirilen 1982
Anayasası’nın ön gördüğü HSYK‘da, Adalet Bakanı ve
Müsteşarı’nın da yer alması ve benzeri demokratik olmayan uygulamaların muhafaza edilmesindeki çelişkiye rağmen gerçekleştirilmek isteniyor.
Kurul’un, sadece meslekten çıkarma cezalarına ilişkin kararları,
yargı denetimine açılıyor.
Kurul’un sekreterya hizmetleri için bir genel sekreterlik kuruluyor,
ancak genel sekreteri atama yetkisi, Adalet Bakanına veriliyor. Kurul’un ayrı bir bina ve bütçe ihtiyacı ise, bu yeni düzenlemede yer
almıyor.
• Bu yeni yapılanmada, Adalet Bakanı, Kurul adına tayin, terfi
seçim ve disiplin gibi hakim ve savcıları doğrudan ilgilendiren
hayati konularda nihai karar mercii olan Genel Kurul’a başkanlık
ediyor, Kurul’un gündemini belirliyor. Hakim ve savcıların idari
soruşturmalarını yapmaya devam edecek olan ve doğrudan kendisine bağlı “Adalet Teftiş Kurulu” na talimat vermeye devam
ediyor. Göstermelik olarak HSYK bünyesine alınması ön görülen
“Teftiş Kurulu”na da, başkan sıfatıyla soruşturma izni vermeyi
sürdürüyor. Kısacası, yeni düzenlemede, Adalet Bakanının yetkileri, iddia ettiklerinin aksine, daha da artırılıyor. Böylesine ikili
bir denetim sisteminin uygulamada sorunlar üretmesi ise,
kaçınılmaz görünüyor.
• Uygulanmak istenen yeni sistem, siyasi iktidarın, HSYK’na
hakim olma niyetini yansıtıyor. Yapılmak istenen, yüksek
yargının “yandaşlaştırılması” operasyonudur. Burada, kendi kurumlarınca aday olarak seçilen üyeler arasından “atama yapma”
işlemlerinde, “tek adam, yani Başbakan ve tarafsız olması
gereken, ancak ne yazık ki, icraatlarında aksi gözlenen bir
Cumhurbaşkanı” olgusu da unutulmamalıdır.
29
• HSYK’na, 1. Sınıf hakim ve savcılardan üye seçiminin, Yüksek
Seçim Kurulu (YSK)’nun gözetim ve denetimi altında yapılmak
istenmesi de, hukuki değildir. Kararları kesin, idari bir kurul olan
YSK’nun anayasal görevine aykırıdır. Kaldı ki, halen sayıları üç
bini aşkın olan 1.derecedeki hakimlerin, seçimlerde örtülü de
olsa propoganda çabası içine girmelerini, “hakim bağımsızlığı
ve tarafsızlığı” ilkesi ile bağdaştırmak da mümkün değildir.
• Yeni düzenleme ile HSYK’na üye seçecek olan Türkiye Adalet
Akademisi, Adalet Bakanlığı’na bağlı olup, başkanı da Adalet
Bakanı tarafından atanıyor.
• Hakim ve savcılar arasından seçilecek üyeler, kıdem,
performans vb. objektif kıstaslara göre ve elektronik ortamda,
Yüksek Seçim Kurulu’nun gözetim ve denetimi altında yapılmalıdır.
• HSYK’nun yeni yapılanmasında, üye sayısının 7’den 22’ye
yükseltilmesine rağmen, yüksek yargının sadece 5 üye ile (3
Yargıtay, 2 Danıştay) temsil edilmesi, mevcut siyasi iktidarın
yüksek yargıya güvenmediğini kanıtlıyor.
• Siyasi otoritenin üstünlüğü esas alınarak hazırlandığı
anlaşılan ve 12 Eylül tarihinde referanduma sunulacak olan
Anayasa Değişiklik Paketi, yargı bağımsızlığını güçlendirmiyor.
Yargı tarafsızlığını geliştirmiyor. Yargının verimliliğini ve etkinliğini artırmıyor. Yargıda mesleki yetkinliği de yükseltmiyor. Aksine, yüksek yargının, HSYK’ndaki ağırlığına son veriyor.
Yürütme, açıkça yargıyı ele geçirmeye çalışıyor. Mevcut iktidar
döneminde, hükümetle yargı arasında yaşanan sorunların,
adeta Anayasa değişikliği ile çözülmesine çalışılıyor.
• Unutulmamalıdır ki, HSYK idari bir kuruldur ve bu nedenle de
burada, ne kuruluşta, ne de karar alma sürecinde, hiçbir siyasi
kriter uygulanamaz. Uygulanması gerekli ölçüler, oluşumunda
“nitelikli çoğunluk” ve “liyakat”tir.
• Ve nihayet, bu “Anayasa Değişiklik Paketi”ni hazırlayan
mevcut iktidar sahipleri, ısrarla AB uygulamaları ve Venedik
Komisyonu Kriterlerine uygunluktan söz ediyorlar.” Yargı bağımsızlığı elden gidiyor” diyenlere, “yargı demokratikleşiyor” diye
cevap veriyorlar. Sürekli, yüksek yargı üyelerinden önemli bir
kısmının meclislerce, cumhurbaşkanlarınca veya değişik
yasama-yürütme işbirlikleriyle seçildiği ileri demokratik ülke-
30
lerden örnekler veriyorlar. Ve özellikle Venedik Kriterleri’nce,
yüksek yargı üyelerinin seçiminin siyasetçiler tarafından yapılmasının, adeta tercih ve teşvik nedeni sayıldığı “aldatmacasını”
yayıyorlar.
Oysa, gerek AB Komisyonu ve Venedik Komisyonu raporlarında,
gerek hukuki konularda Avrupa standartlarını belirleyen Avrupa
Yargıçlar Danışma Konseyi’nin 2007 yılında hazırladığı raporda,
HSYK ve benzeri kurullarda başkanlık görevinin, tercihen siyasi
parti mensubu olmayan, tarafsız kişiler tarafından üstlenilmesi
ile yüksek yargı üyelerinin de siyasi organlarca seçilmemesi
tavsiye ediliyor.
• Yani, HSYK örneğinin aksine, Adalet Bakanı ve müsteşarının
Kurul’a üye olmamaları gerektiği belirtiliyor.
2. Bölüm
AKP Anayasa Paketi’nin Değerlendirilmesi
AKP, Dün ile Bugünü
Kavga Ettirmek İstiyor
A
.KP tarafından hazırlanan 07.05.2010 tarih ve 5982 Sayılı
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un Maddelerine İlişkin
Değerlendirme:
Cumhuriyetimizin kurulduğu günlerden bu yana, hukuk alanında
yapılan tüm iyileştirme ve yenilemelere rağmen, bu yapılanlardan
çok daha hızlı gelişen ve kalkınan ülkemizde, toplumsal değişimlere de paralel olarak, hukuk reformu tartışmaları sürekli gündemde olmuştur.
Muhtemel bir “hukuk reformu” hayata geçirilirken referans alınacak, taviz verilmeyecek nokta, tabii ki Anayasa’mızda da yer
alan ‘’hukuk devleti’’ ilkesi olacaktır.
Ancak, modern anlamda ilk anayasamız olan, 1876 Kanun-u
Esasi’nin üzerinden tam 134 yıl geçmesine rağmen, Türkiye’de
halen “acil bir hukuk reformu ihtiyacından söz edilmesi” ve yeni
bir anayasa arayışı içinde olunması, üzücüdür.
Sadece 1982 Anayasa’sında, yürürlüğe girmesinden kısa bir süre
sonra değişiklik ihtiyacı doğmuş ve günümüze kadar farklı
gerekçelerle 16 kez değişiklik yapılarak Anayasa’nın toplam 85
maddesi ile Başlangıç metni kısmen değiştirilmiştir.
Demokrat Parti, artık, üzerinde 17. değişikliğin yapılmak istendiği
1982 Anayasası dahil, tümü, olağanüstü dönemlerin ve siyaset
dışı müdahalelerin ürünü olarak ortaya çıkmış olan anayasalar
devrinin sona ermesi gerektiğine inanmaktadır. Bu bağlamda,
32
demokrasi standardımızın yükseltilmesini teminen ve hiçbir dış
müdahale olmaksızın, sivil irade tarafından, bütün paydaşların
katılımları ile çoğulcu, özgürlükçü ve tüm kişi, kurum ve kuruluşların beklenti ve temsillerine zemin hazırlayacak, demokratik
bir anayasa yapma zamanı gelmiştir.
12 Eylül’de “halkoylaması”na sunulacak Paket ise, çağdaş
anayasaların “olmazsa olmaz”ı “toplumsal sözleşme” değil,
uzlaşma aranmaksızın “dayatmacı” bir zihniyetin ürünü olması
nedeniyle, olsa olsa “AKP Anayasası” olarak nitelenebilir.
AKP’nin, yarınlara yönelik “Yüce Divan” ve benzeri endişelerinden
kaynaklanan ihtiyaçları doğrultusunda hazırladığı “Anayasa
Değişiklik Paketi”nde, toplumun gerçek ihtiyaçlarına ve acil
çözüm bekleyen sorunlarına yönelik hiçbir düzenleme olmamasına karşın, ne yazık ki, ülkenin gündemi kilitlenmiştir.
Şimdi gelelim maddelere:
AKP’nin tek amacı, AYM ve HSYK’yı ele geçirmek
M
.adde (1) : Anayasa’nın, “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10.
Maddesinde değişiklik yapılarak, “kadınlar için pozitif
ayrımcılığın önü açılıyor”. Ayrıca, “çocuklar, yaşlılar, engelliler,
harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malûl ve gaziler için
alınacak tedbirlerin, eşitlik ilkesine aykırı sayılamayacağı” hükmü
getiriliyor”.
• Madde, bu şekliyle bizzat Anayasa’nın 10. Madde’sine aykırılık
içermektedir. Zira, korunması gereken grupların tümüne yer verilmemiştir . Kaldı ki, Anayasa’nın “Ailenin korunması” başlıklı
41. Maddesi ile “özel olarak korunması gerekenler” başlıklı 61.
maddesinde de “koruma” amaçlı düzenlemeler zaten mevcuttur.
Sözü edilen hususların bir çoğunun “kanun”la düzenlenmesi de
mümkündü. Nitekim, “Taş Atan Çocuklara İlişkin Kanun,
Cumhurbaşkanı tarafından derhal imzalanarak Resmi Gazete’de
yayımlanmış ve bu Anayasa değişikliğinin henüz halkoylamasına sunulmamış olmasına rağmen, yürürlüğe konulmuştur.
Hatta, bu kanuna istinaden bazı tutuklu çocuklar da serbest
bırakılmışlardır. Başka bir ifadeyle taş atan çocukların Ağır
Ceza’da değil, tüm demokratik batı ülkelerinde olduğu gibi,
Çocuk Mahkemeleri’nde yargılanmaları için, çıkarılacak bir
kanun yeterliydi, Anayasa değişikliğine ihtiyaç yoktu.
33
• Öte yandan, Anayasa’nın 41. Maddesi, “Devlet, ...özellikle
ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır”
demek suretiyle zaten konuyu düzenlemiştir.
• Burada, tarafı olduğumuz “Çocuk Hakları’na İlişkin Sözleşme”
ile “Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi”nde yer alan Türkiye’nin çekincelerini kaldırmadan,
çocuklar için pozitif ayrımcılıktan söz eden, ayrıca,”kadını yok
farzettiği” halde, “kadınlar için pozitif ayrımcılık”tan bahseden
bir “zihniyet”in, samimiyetinin ve inandırıcılığının da sorgulanması gerekmektedir.
• Kaldı ki, bu Pakette, gerçek anlamda bir “pozitif ayrımcılık”tan
söz etmek de mümkün değildir. Çünkü, maddede, sözü edilen
“pozitif ayrımcılık” kastedilerek, “...bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz” denmektedir. Ancak, alınacak tedbirlerin şekline, zamanına, zeminine ilişkin hiçbir
hüküm getirilmediği gibi, bu tedbirlerin ne oldukları da belli
değildir. Yani burada, “kadınlara pozitif ayrımcılık” değil, sadece
bir “göz boyamaca” vardır.
• Yerel yönetimlerde kadın oranı, Finlandiya’da %38, Fransa’da
%34 ve Hindistan’da da %33 iken, bu oran Türkiye’de %2.3’tür.
Dünyada 98 ülkede de yasalarla “kadın kotası “ koyulmuştur.
Burada şu soru sorulmalıdır: Bu Paket geçerse, “ülkemiz
siyasetinde kadın temsil oranı artacak mıdır?” Cevap, ne yazık
ki “HAYIR”dır. Kaldı ki, Meclis çoğunluğuna sahip olduğu halde,
AKP iktidarının, yasal düzeyde, “pozitif ayrımcılığa” ilişkin hiçbir
adım atmaksızın, sadece içi boş söylemlerle kadınlarımızı oyalamaya çalışması da, en hafif deyimiyle “samimiyetsizlik”
göstergesidir.
• Bu vesileyle dikkatlere sunulması gerekli bir diğer husus da
şudur: Anayasa’mızın, yukarıda sözü edilen 41. Maddesi, “Türk
Toplumu’nun temeli olan ailenin, eşler arasında eşitliğe
dayandığı” hükmünü içerir. Oysa, bizzat Sayın Başbakan, sivil
toplum örgütlerinin “kadın” yöneticileriyle yaptığı toplantıda,
“kadın-erkek eşitliğine inanmadığını, onun için de fırsat eşitliği
demeyi tercih ettiğini” söylemiştir. İşte bu, sadece Başbakanın
değil, AKP’nin zihniyetidir, kadını yok sayan bir düşüncenin
ifadesidir ve bu çağdışı düşüncenin temsilcilerinden, kadına
yönelik herhangi bir iyileştirici, kadının toplum içindeki saygınlığını artırıcı bir düzenleme beklememek en doğrusudur.
34
Madde (2) : Anayasa’nın, “Özel hayatın gizliliği ve korunması”
başlıklı 20. Maddesinde değişiklik yapılıyor.
• Özellikle günlük hayat akışında çok önemli sonuçları olabilecek
bu düzenleme, uygulamada karşılaşılan eksiklik ve şikayetler
de dikkate alınarak, bir an önce kapsamlı bir yasa ile birlikte
yürürlüğe konulmalıdır. Ancak, en mahrem kişisel bilgilerin tüm
ayrıntıları ile birlikte her gün yazılı ve görsel medyada yer aldığı
bir ortamda, gerekli olan kanunu halen TBMM’nin ilgili komisyonunda tutan AKP iktidarının bu girişimi, en hafif deyimiyle
“komik”tir. Kaldı ki, burada da asıl sorun, daha çok, “gizliliği
ihlal eden kurumların denetimsizliği” nde saklıdır.
• Bu bağlamda, ağır bir “hukuk ihlali” olarak nitelenebilecek
uygulamasına halen devam edilen “telefon”, ‘’teknik takip’’ ya
da “ortam dinlemeleri’’nde ortaya çıkmaktadır.
Gerçekten 04 Aralık 2004 tarih ve 5271 sayılı Yeni Ceza
Muhakemesi Kanunu’na göre, hakim kararı olmadan telefon dinlemek ve teknik takip yapmak mümkün olmamasına rağmen, 03
Temmuz 2005 gün ve 5397 sayılı Yasa ile Polis Vazife ve Salahiyet
Kanununun ek 7. Maddesine “Hakim kararı ve yazılı emirler, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevlilerince yerine getirilir.” ibaresi ilave edilmiş, ayrıca, 4 Mayıs 2007
gün ve 5651 sayılı Yasa ile oluşturulan “Telekomünikasyon
İletişim Başkanlığı’na ‘’...Başbakan tarafından atama yapılır”
hükmü konulmuştur.
İşte toplumda ağır travma yaratan dinleme skandalları, başkanından, denetim elemanlarına ve hizmetlisine kadar tüm
görevlilerinin bizzat Başbakan tarafından atandığı bilinen bu
birim tarafından yönlendirilmekte ve kontrol edilmektedir.
Söz konusu atamaya ilişkin maddenin Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmiş olmasına rağmen, T.İ.B Başkanı yasalara
aykırı biçimde halen bu görevi sürdürmekte ve kimse de bunun
müsebbibi, bu ihlal suçunun faili Başbakan’ a bunun hesabını soramamaktadır.
Burada önemle üzerinde durulması gereken bir diğer husus,
hukukun koruması altındaki “özel hayatın gizliliği” ilkesinin,
“arama uygulamaları” nedeniyle ağır biçimde ihlal edilmesidir.
“Arama”nın kendisi, özel hayatın gizliliğine müdahaledir ve bu
35
nedenle de, mevzuatın öngördüğü, “ne arandığı hususu, arama
kararında açıkça belirtilmelidir”, “arama kararının bir sureti,
aranan kişiye mutlaka verilmelidir”, “arama yapılan yer, dağınık
değil, düzgün bırakılmalıdır”, ”aramada, sadece suçla ilgili olabilecek eşyaya el konulabilir” gibi şartlara mutlaka uyulmalıdır.
Ancak, Türk Milleti’nde derin endişelere neden olan uygulamalarda, hakim, savcı ve polislerin bir çoğunun, bu kurallara riayet etmeyerek suç işlediklerini de unutmamak gerekmektedir.
Şimdi soralım: AKP Anayasa Paketi, yukarıda belirtilen “vahim”
hukuk ihlallerinin herhangi birine çözüm getirmekte midir?
Cevap, “Hayır” dır.
Görüldüğü gibi, ön görülen değişiklik, hiçbir şekilde soruna
çözüm getirmemektedir. Yapılması gereken, tüm yasal düzenlemelerin yeniden ele alınarak, “gizlilik ilkesi” nin daha kesin koruma altına alınmasıdır. AKP iktidarı, burada da samimi değildir.
Tek düşüncesi ve amacı, AYM ve HSYK’nu ele geçirmektir.
Özel hayatta, hukuka aykırı uygulama örnekleri
S
.on dönemde, Türkiye’de yaşanan “garip” hukuk uygulamalarının en çarpıcı örneklerinde, kaideten “delilden sonuca
gidilmesi” gerekirken, genel hukuk prensiplerine aykırı biçimde
“sonuçtan delile gitme” çabalarının ön plana geçtiği gözlenmektedir.
İnsanları suçlamak ve “masum olduğunu kanıtla” demek, faşizme
özgü bir yargılama usulüdür. Demokrasilerde ise, iddiayı kanıtlamak, iddia sahibine ait bir yükümlülüktür.
Bu bağlamda, özellikle özel yetkili bazı hâkim ve savcıların “kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği” şeklindeki Anayasa’nın 38. Maddesi hükmünü hiçe
saymaları, adeta olağan hale gelmiştir. Tıpkı “yasadışı dinleme
yoluyla elde edilen bilginin suç duyurusunda kullanılması”
yasağının yok sayılması gibi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, “Delil, ancak iç hukukta bir
engel yoksa ve sözleşmedeki bir hakkın ihlali yoluyla elde
edilmemişse geçerlidir” demek suretiyle paralel bir kural getirmiştir. Benzer şekilde, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. Maddesine göre, karakolda
36
alınan ifade dahi, hakim önünde alınmamışsa geçersiz sayılırken,
meçhul yollarla elde edilen ses kayıtları, hukuka aykırı biçimde
delil kabul edilip, davalar açılıyor, hakimler “tutuklama” ve
“mahkumiyet” kararları verebiliyorlar; hem de, “haberleşme
özgürlüğünü ve gizliliğini esas olan “Anayasa’nın 22. Maddesinin
amir hükümlerine rağmen”...
Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi, 05.12.1968 gün ve 49/60 sayılı
kararında, ihbarın da, “ihbar edenin kimliğinin belli olmaması
veya gizli tutulması halinde, delil olarak değerlendirilemeyeceğine” hükmetmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25 Eylül 2002 tarihli 2002/2-617
E. ve 2002/648 K. Sayılı kararında da “ceza yargılamasında olduğu
gibi, hukuk yargılamasında da, hukuka aykırı yoldan elde edilen
delillerin değerlendirmeye alınmaması ve yargılamada kullanılmaması gerektiği” belirtilmiştir.
Ne yazık ki, özellikle son zamanlarda giderek artan biçimde bu ve
benzeri onlarca yüksek mahkeme kararının, onlarca defa ihlal
edildiği bir vakıadır.
Kutsal “savunma hakkı” zedeleniyor
B
.ir başka hukuk garabeti, haberleşmenin özgürlüğü ve gizliliğine ilişkin Anayasa’nın 22.Maddesinin ihlali hallerinde
müeyyideleri belirleyen Türk Ceza Kanunu’nun “haberleşmenin
gizliliğinin ihlali, basın-yayın yolu ile yayınlanması, konuşmaların
dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel
verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme
veya verme” gibi fiilleri suç sayan 132 - 136. Maddeleri ile bu
suçların “kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetkiyi
kötüye kullanmak suretiyle” işlenmesi halinde verilecek cezanın
yarı oranında artırılacağı, açıkça hükme bağlanmış olmasına rağmen (TCK-137), tüm bu vahim suçların soruşturma ve kovuşturulmasının, TCK’nun 139. Maddesine göre “şikâyete bağlı” suçlardan
sayılmasıdır.
Son dönemde bu ve benzeri suçları sıkça işleyen, Anayasamızı ve
yasalarımızı hiçe sayarak delil toplayan, gizli tanık rezaletine imza
atan kamu görevlileri ve basın mensupları bellidir.
İşlenen suçlar ise, “görevi kötüye kullanma”, “iftira”, “gizli kalması
37
gereken bilgileri ve belgeleri açıklama”, “sahte evrak kullanma”,
“özel hayatın gizliliğini ihlal” gibi çok çeşitli suçlar olmasına rağmen, maalesef ülkeye hakim “tehdit” ve “korku atmosferi” nedeniyle açılan davalar yok denecek kadar azdır.
Hakların özüne böyle hoyratça saldırıların müsamaha gördüğü bu
dönemin devam etmesi, çok vahim sonuçları da beraberinde getirecektir.
Bu korku dönemine son verecek olan Demokrat Parti iktidarıdır.
Bu bağlamda, yukarıda sayılan tüm suçların ve benzerlerinin takibi şikayete bağlı olmaktan çıkarılacak, savcılar bu durumda
resen dava açmak zorunda kalacaklardır. Aksi uygulama, savcılar
için, “görevi savsaklama” veya “görevi kötüye kullanma” suçunu
oluşturacaktır. Kısacası, Demokrat Parti iktidarında hiç kimse,
kurum ya da kuruluş yasalara aykırı olarak hakların özüne dokunamayacaktır.
Hukuka aykırılıklara, vahim hukuk ihlallerine, adeta bir tür
“yargısız infaz” haline dönüşmüş olan” tutuklama” uygulaması da
dahil edilmelidir.
Gerçekten, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 90. maddesinde, suçüstü hali ile suçüstü bir fiil nedeniyle işlenen, kişinin
kaçma olasılığının bulunması ve hemen kimliğinin belirlenmesinin mümkün olmaması durumunda gözaltına alınabileceği
belirtilmektedir. CMK 91. maddesinde ise, “gözaltına alma, bu
tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir
suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlıdır”
deniyor.
Uygulamada, ne yazık ki, “suçun ağır cezalık olması”, “delillerin
karartılması” ve “sanığın kaçma kuşkusunun olması” gibi şartlar
yok farz edilerek, “masumiyet karinesi”, “lekelenmeme hakkı” ve
“adil yargılama hakkı” gibi hukukun evrensel kuralları da
çiğnenerek, kolayca “tutuklama kararı” verilebilmektedir. Bu durumda “tutuklama”, “cezalandırma”ya dönüşmektedir.
Benzer şekilde, tutuklanmaya itirazın reddinde kullanılan “daha
yeterince hapis yatmadınız” anlamına gelen “tutukluluk sürelerini
dikkate alarak” tabiri de, “peşin hüküm“ anlamına gelmekte ve
böylece de “adil yargılanma hakkının” zedelenmesi sonucunu
doğurmaktadır. “Gizlilik kararı’’na rağmen, soruşturmanın tüm
ayrıntılarının yazılı ve görsel medyada yer alması ise, hukuk
38
cinayetidir ve bu cinayetin failleri de toplum içinde serbestçe
dolaşabilmektedirler.
Esasen, ceza muhakemeleri sistemimiz ‘’uzun soruşturma, kısa
dava’’ uygulaması üzerine kuruludur. Demokrat Parti’ye göre,
davaların uzamasının önemli nedenlerinden olan bu uygulama
sonucudur ki ‘’tutuklama’’ istisna olmaktan çıkmış, cezaya dönmüştür. Kaldı ki, Demokrat Parti, tutukluların cezaevlerinde değil
tutukevlerinde bulundurulmaları gerektiği görüşündedir.
Adalet Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan aşağıdaki veriler,
Türkiye‘de uygulanan yargılama sisteminin adil sayılamayacağını
açıkça gözler önüne sermektedir:
Türkiye’deki cezaevlerinde 31 Ocak 2010 itibariyle 117.547 kişi
bulunuyor. Bunlardan 56.856 kişi cezaları kesinleşmiş hükümlü
durumunda, yani yarısı 19.642 kişi ise, ‘’hükmen tutuklu’’ yani
mahkumiyet kararları temyizde olduğu için kesinleşmiş değil.
41.049 kişi ise ‘’tutuklu’’ statüsünde, yani henüz haklarında verilmiş bir mahkûmiyet kararı yok.
Öte yandan, TBB’nin verilerine göre, Türkiye’de açılan her 100
davadan 54’ü beraatle sonuçlanıyor. Yani her iki sanıktan biri
masum. Bu oran Avrupa’da % 5 dolaylarındadır. Buna göre halen
cezaevlerinde bulunan 41.000 kişinin yarısının da yargılama
sürecinden masum çıkacağı söylenebilir.
Buradan çıkacak sonuç, tutukluluğun makul sürenin üstüne çıkması, mahkemelerin ağır işlemesi ve savcı iddianamelerinde gözlenen esnekliğin de etkisiyle vatandaşını ciddi ölçüde mağdur
eden bir yargı sistemiyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir.
Demokrat Parti, böyle bir tabloyu Türkiye’ye yakışır bulmuyor ve
çözüm arayışında’’ insan hayatında yapılan tahribatın telafisinin
çok zor olduğu, bazen bunun hiç mümkün olmadığı gerçeğine
özel önem atfediyor.
Ayni çerçevede, Demokrat Parti’ye göre, her türlü darbe iddiasının
sonuna kadar araştırılması ve inandırıcı delillerin bulunması
halinde, sorumluların yargıya hesap vermeleri, demokrasi ve
hukuk devleti olmanın gereğidir. Ancak, “ölçülülük ilkesi” gereği,
her darbe girişimi, hukuka uygun bir şekilde soruşturulmalıdır.
Suçlanan kişilerin, yasaların koruyuculuğundaki haklarının ihlal
edilmemesi de esastır. Yani “masumiyet karinesi” burada da
geçerli olmalıdır.
39
Demokrat Parti’nin bu noktada yaptığı önemli tespit şudur: ‘’Usul
esasa tercih edilemez, ya da tersi de olamaz, aksi takdirde masumiyet karinesinden de söz etmek olmaz.
Önemli sonuçlar doğuran bir diğer uygulama CMK’nun, DGM.’ri
sözde kaldırarak yerine, özel yargılama yetkileri ile donatılmış,
‘’geniş görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’’ kurmuş olmasıdır (Beşiktaş Mahkemeleri örneğinde olduğu gibi). Demokrat Parti’nin
uygun bulmadığı bu değişikliğin sonucu, uzayan davalar, kamu
vicdanını derinden yaralayan Silivri uygulamaları, Erzurum-Erzincan çatışmaları biçiminde tezahür etmektedir.
Demokrat Parti, çağdaş bir devlete yakışmadığını değerlendirdiği
bu uygulamaya derhal son verecektir. Bu mahkemeler derhal
kaldırılacak ve diğer ağır ceza mahkemeleri ile birleştirilerek ‘’ihtisas Mahkemeleri’’ haline getirilecektir.
Savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran ve Demokrat
Parti’ nin yeniden düzenleyeceği bir diğer yanlış, savcılığın kısıtlama kararlarının uygulanmasında gözlenmektedir. Üstelik bu
uygulama, sadece özel yetkili mahkemelerle sınırlı kalmamış
asliye ceza mahkemelerine kadar inmiştir. Savcılığın ‘’kısıtlama
kararı‘’ demek avukatların dosyayı görememeleri demektir;
avukatların karanlığa kurşun atmak zorunda bırakılmaları demektir. Bu durumda ‘’savunma nasıl yapılacaktır, tutuklama kararına
nasıl ve hangi gerekçelerle itiraz edilecektir’’ sorularının ise cevabı yoktur. Demokrat Parti ‘’kutsal savunma hakkı’’nın böylesine
zedelenmesine göz yummayacaktır, bu husus ve gerekli düzenlemeleri vakit geçirmeksizin hayata geçirecektir.
Devlet, sadece çocukları değil, herkesi kucaklamalı
M
.adde (3) : Anayasa’nın, “Seyahat hürriyeti” başlıklı 23. Maddesinde değişiklik yapılarak, “yurt dışına çıkış yasağı, hakim
kararına bağlanıyor”.
• Böylece, mahkeme kararı olmaksızın “idari bir tasarrufla yurt
dışına çıkışın engellenmesinin önüne geçileceği” propagandası
yapılıyor. Öncelikle belirtilmelidir ki, bunun için “kanuni bir
düzenleme” yeterliydi, anayasal bir düzenlemeye ihtiyaç yoktu.
Kaldı ki, madde bu şekliyle de yeterli değildir, zira, yargının,
polisten gelen “ek gözaltı süreleri” ve benzeri taleplere adeta
“otomatik” olarak cevap verdiği de bilinmektedir.
40
Madde (4) : Anayasa’nın, “Ailenin korunması” başlıklı 41. Maddesinde değişiklik yapılıyor ve maddenin başlığı, “Ailenin korunması ve çocuk hakları” şeklini alıyor.
• Bu değişiklikle Devlete, çocukların, her türlü istismara ve
şiddete karşı korunmalarına ilişkin görev veriliyor, ayrıca, çocukların yeterli himaye ve bakımdan yararlanmaları ile ana-baba
ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme, bir çocuk hakkı
olarak Anayasa’ya dahil ediliyor. Bunun dışında da, tarafı
olduğumuz sözleşmeler ve uluslararası belgelerde yer alan
çocuk hakları ile ilgili kabul gören evrensel ilkeler, Anayasa metnine dahil ediliyor.
Demokrat Parti, devletin, sadece çocukları değil, tüm ihtiyaç
sahipleri ile korunmaya muhtaç olan herkesi şevkatle kucaklaması gerektiğine inanır. Bu itibarla da, alınacak her türlü tedbirin
destekçisi olur. Ancak, bu bağlamda, AKP iktidarı tarafından
Anayasa’ya dahil edilmekle çocuk haklarında önemli ilerlemelerin kaydedileceğine ilişkin iddia da, tam gerçeği yansıtmamaktadır. Zira burada da önemli olan, yukarıda sözü edilen
çekincelerin bir an önce kaldırılmaları ile uygulama esaslarını belirleyecek yasal düzenlemelerin süratle tamamlanmasıdır. Kaldı
ki, Devlet’in, çocukları istismara ve şiddete karşı koruması önünde
herhangi bir engel mevcut değildir ve yukarıda da belirtildiği gibi,
zaten Anayasa’nın 41. Maddesinde gerekli düzenlemeye yer verilmiştir.
Öte yandan, sözü edilen düzenlemeler, Türkiye’nin de taraf
olduğu uluslararası sözleşmelerde yer aldığı için, bu değişiklik
paketinde yer almasalar dahi, Anayasa’nın 90. Maddesi gereği
zaten “yasalar üstü” bir statüde bulunmaktadırlar ve bu özellikleri
ile de, Türkiye’de uygulama kabiliyetine sahiptir. Yani AKP, burada da Millet’imize doğruları söylememekte ve “mili iradeyi fesata uğratmaya çalışmakta”dır.
Madde (5) : Anayasa’nın, “Sendika kurma hakkı” başlıklı 51. Maddesinin 4. Fıkrası yürürlükten kaldırılıyor. Böylece, “aynı zamanda,
aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olma yasağı”na son
veriliyor.
• AKP iktidarı, bu değişikliği de “sendikal özgürlüklerin
genişletilmesi ve 87 sayılı İLO (Uluslararası Çalışma Teşkilatı)
sözleşmesine uygunluk” olarak ifade ediyor. Ancak, gerçek öyle
değildir. Şöyle ki:
41
Bilindiği gibi, bir iş kolunda toplu iş sözleşmesi yetkisi alabilmenin koşulu, sendikalı işçilerin en az % 51‘inin desteğini almış
olmaktır. Birden çok sendikaya üye olabilmenin sonucu olarak, o
iş kolunda “toplu iş sözleşmesi yapabilmek için gerekli çoğunluğun sağlanması fevkalade güçleşecektir. Belki de hiçbir
sendika, gerekli % 51’lik çoğunluğu bulamaması nedeniyle toplu
iş sözleşmesi yapma imkanını elde edemiyecektir. Yani, yapılan
bu değişiklik, aslında bir “tuzak”tır.
“Toplu Sözleşme” için de tuzaklar kurdular
M
.adde (6) : Anayasa’nın, “Toplu iş sözleşmesi hakkı” başlığını
taşıyan 53. Maddesinde değişiklik yapılıyor ve madde
başlığı, “Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı” haline getiriliyor. Ayrıca, emekliler dahil memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin toplu sözleşme yapma hakları da, Anayasa’ya dahil
ediliyor. Uyuşmazlık halleri için ise, kararları kesin olan bir “Kamu
Görevlileri Hakem Kurulu” (Uzlaştırma Kurulu) teşkil ediliyor.
• Bu değişiklik sonucu, 1995 düzenlemesi ile Anayasa’ya dahil
edilen “memurlara toplu görüşme hakkı”, “toplu sözleşme”
hakkına dönüştürülüyor. Ancak, memurlara grev hakkı, bu kez
de tanınmıyor.
• Grev hakkı, sendika kurma hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu
nedenle grevsiz toplu sözleşme hakkının, uygulamada etken bir
unsur olarak dikkate alınabilmesi, mümkün değildir.
• Aynı şekilde, uyuşmazlık halleri için öngörülen ve
bürokratlardan oluşan “Hakem Kurulu” kararlarının kesin olması
nedeniyle de, toplu sözleşme hakkı, büyük ölçüde anlamını yitirmektedir. Toplu iş sözleşmesine ilişkin yeni düzenleme ile getirilen tek farklılık, Bakanlar Kurulu’na ait olan nihai karar
yetkisinin, “hakem kurulu”na veriliyor olmasıdır. Bu değişikliğin
ise, sonucu değiştiremeyeceği, yani nihai olarak hükümetin isteğinin dışına çıkılamayacağı, aşikardır.
• Grevsiz bu düzenleme, ILO Sözleşmeleri ile Avrupa Sosyal
Şartı’na da aykırıdır.
• Burada dikkatlere sunulması gerekli ilk husus, ”kamu
çalışanlarına toplu iş sözleşmesi hakkı”na ilişkin kanunun, DSPMHP ve ANAP koalisyonu döneminde 25.06.2001 tarihinde
42
çıkarılmış olduğudur. O kanunda yer alan “toplu iş görüşmesi”
ibaresi yerine, yeni düzenlemede “toplu iş sözleşmesi” tabirine
yer verilmiştir ve bu değişikliğin de sonuca hiçbir şekilde etkili
olamayacağı açıktır.
AKP iktidarının samimiyetsizliğinin kanıtı olan diğer husus ise,
çok eleştirilen 12 Eylül generallerince getirilen “sendikalar kanunu” na dokunulmadığı gibi, Türkiye’nin de taraf olduğu
“Avrupa Sosyal Şartı” nın en önemli üç maddesi olan “adil ücret
hakkı”, “örgütlenme hakkı” ve “toplu iş sözleşmesi hakkı”na
konulmuş olan çekincelere de dokunulmamış olmasıdır.
• Kısacası, AKP iktidarı, kendi hedefine ulaşabilmek için,
milyonlarca memur ve diğer kamu çalışanları ile bunların
emeklilerinin iradelerini bilerek ve isteyerek fesada uğratmaya
çalışmaktadır. Zira, bu Paket’te, Sendikal uygulamalar
çerçevesinde ve anlamında bir “toplu sözleşme” mevcut
değildir. Anlaşmazlık halinde nihai kararı verecek olan da,
idarenin oluşturduğu “Hakem Kurulu”dur ve bu Kurul’un kararlarına karşı yargı yolu da kapalıdır. Yani, AKP’nin iddia ettiğinin
aksine, bu Paket’te, toplu sözleşme hakkı, grev hakkı ve de
yargıya gidebilme hakkı yoktur.
İşçinin hak aramasına sınırlama getiriliyor
M
.adde (7) : Anayasa’nın, “Grev hakkı ve lokavt” başlıklı 54.
Maddesinin 3. ve 7. Fıkraları yürürlükten kaldırılıyor.
Böylece, grev esnasında işyerinde meydana gelen zararlara ilişkin
olarak, kasıtlı veya kusurlu da olsa, sendikanın sorumluluğuna
son veriliyor; ayrıca, “siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev
ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim
düşürme ve diğer direnişler”e ilişkin yasaklar da kaldırılıyor.
• Burada, en azından “kasıt” unsurunun istisna olarak dikkate
alınmaması, hukukun genel ilkelerine de aykırı bir eksikliktir.
• Burada, işçinin hak aramasının, dolaylı olarak sınırlandığı da
unutulmamalıdır.
Demokrat Parti, sendikal düzenlemelerin, ILO Sözleşmelerine
uygun hale getirilmesini savunmaktadır. Bu bağlamda Demokrat
Parti’nin önceliği, sendikal özgürlükler önündeki baraj, noter
mecburiyeti ve iş kolu gibi engellerin kaldırılmasıdır.
43
Madde (8) : Anayasa’nın, “Dilekçe hakkı” başlıklı 74. Maddesinde
değişiklik yapılarak, başlık, “Dilekçe, bilgi edinme ve kamu
denetçisine başvurma hakkı” olarak yeniden düzenleniyor. Ayrıca,
herkese bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı
tanınıyor.
• Böylece, kamuoyunda “ombudsman” diye bilinen kamu
denetçiliği kurumu, dilekçe ve bilgi edinme hakkının devamı
olarak Anayasa’mıza girmiş olmaktadır. Ancak, Paket’te, bu kurumun görev ve yetkileri ile başvuru şekli ve zamanına ilişkin
hiçbir düzenleme öngörülmediği gibi, “Kurum”un kararlarının
yargı ile çatışma durumu”na da yer verilmemiştir. Sadece,
sayılan bu hususların bir kanunla düzenleneceği ifade edilmektedir. Burada da şu soru sorulmalıdır: Madem “ombudsman”lık
denen bu kurum bu kadar acildi, yeterli çoğunluğa sahip olan
AKP iktidarı, neden şimdiye kadar bu kanunu çıkarmadı?
• Hatırlanacağı gibi, Kamu Denetçiliği’ne ilişkin kanun,
15.06.2006 tarihinde çıkarılarak yürürlüğe girmiş, ancak,
anayasal dayanağı olmaması nedeniyle Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmişti. Şimdi yapılmak istenen, sadece bu
eksiğin tamamlanmasıdır. Burada ayrıca, “Madem ihtiyaç vardı,
neden 2006’dan beri beklenmiştir” sorusu da sorulmalıdır. Benzer şekilde, Bilgi Edinme Kanunu da yeni değildir ve 09.12.2009
tarihinde çıkarılmıştır.
• Kamu denetçisinin TBMM‘ne bağlı olarak oluşturulması amaca
uygun değildir. Bu kurum özerk olmalıdır.
• Kamu denetçisinin seçim biçimi de uygun değildir. Ön görülen
sistemle yani, “ üçüncü oylamada da salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için yapılacak
dördüncü oylamada, en fazla oy almış olan adayın seçilmesi”
usulü sonucu, ağırlıklı olarak, iktidar çoğunluğunca uygun
görülecek adaylar seçilecektir.
• Halen TBMM‘nde bir “Dilekçe Komisyonu”nun mevcudiyeti
dikkate alınmadan “Kamu Denetçisi Kurumu” oluşturulmaya
çalışılmaktadır ve uygulamada “görev, yetki ve sorumluluklar”
bakımından çatışma hali” dikkate alınmamıştır. Görüldüğü gibi,
istenmeyen sonuçlara neden olabilecek vahim bir “umursamazlık” ve “acelecilik” vardır
• Burada son uyarımız şudur: İlgili tüm yasal düzenlemeler ve
44
gerekli diğer alt yapı tamamlanmadan uygulamaya konulması
halinde, bu Kurum işlevsiz kalabilecek ve sonu da, büyük umutlarla devreye sokulan il ve ilçelerdeki “İnsan Hakları Komisyonları”nın akibetine dönüşebilecektir.
• Demokrat Parti’ye göre, kamu denetçisinin seçimi, Yargıtay
Genel Kurulu’nca, 2/3 çoğunluk ve gizli oyla yapılmalı, başta
adaylarda aranacak nitelikler olmak üzere, uygulama esasları
da, daha “adil bir Türkiye” amacı doğrultusunda çıkarılacak bir
yasa ile belirlenmelidir.
Partisi kapatılan milletvekili görevi sürdürecek
M
.adde (9) : Anayasa’nın, “Milletvekilliğinin düşmesi” başlıklı
84. Maddesi değiştiriliyor ve parti kapatma davalarında,
“milletvekilliğinin düşürülmesi kararının verilemeyeceği” hükmü
getiriliyor.
• Böylece,
partileri
kapatılsa
dahi,
milletvekillerinin
milletvekilliğinin düşmesi engellenmek isteniyor. Bir başka
ifadeyle partisi, Anayasa tarafından yasaklanan “laiklik karşıtı
veya bölücülük” gibi eylemlerin odağı olmak nedeni ve gerekçesiyle kapatılan milletvekilleri dahi, hiçbir surette sorumlu tutulamayacaklardır. Burada, demokrasilerin de, kendi bekaları için
meşru müdafaa benzeri haklara ihtiyaç duyacakları gerçeği de,
unutulmamalıdır. Bu cümleden olarak, partisinin kapanmasına
neden olan milletvekili veya milletvekilleri de, bu sonuçtan sorumlu tutulabilmeli ve etkilenmelidirler.
Madde (10) : Anayasa’nın, “Başkanlık Divanı” başlıklı 94. Maddesi
değiştirilerek, Meclis Başkanı ve Başkanlık Divanı’nın görev
süreleri, “ilk seçilenler için 2 yıl, ikinci devre seçilenler için ise, o
yasama yılının sonuna kadar devam eder” denmek suretiyle belirgin ve tartışmasız hale getiriliyor.
Madde (11) : Anayasa’nın, “Yargı yolu” başlıklı 125. Maddesinde
değişiklik yapılıyor ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları, kısmen
de olsa, yargı denetimine açılıyor. Ayrıca, yargı yetkisinin,
“yerindelik denetimi” şeklinde kullanılamayacağı hususu vurgulanıyor.
• Böylece, YAŞ’ın, silahlı kuvvetlerden ilişik kesme kararlarına
karşı yargı yolu açılıyor. Oysa, bu tür kararların alınacağı merci,
45
YAŞ değil, yetkili askeri makamlar olmalıdır. Aynı mantıkla
“askerlik mesleğinden ihraç” da, işin doğası gereği, askeri
yargının konusu olmalıdır.
• YAŞ’ın, sadece “ilişik kesme” değil, tayin, terfi ve kadrosuzluk
nedeniyle emekliye ayırma” dahil, her türlü işlemlerinin yargı
denetimine açılması hususları da, yeniden değerlendirilmelidir.
• Burada dikkatlere sunulması gereken husus şudur: Bugüne
kadar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüldüğü bilinen
yüzü aşkın YAŞ kararının tümü reddedilmiştir. Yani, “YAŞ kararlarının yargı denetimine açılması” etrafında koparılmak istenen
fırtına, gerçekçi değildir, göstermeliktir ve yanıltıcı bir AKP propogandasından ibarettir.
• “Yerindelik denetimi”ne ilişkin vurgu ise, “katsayı”,
“özelleştirme” ve benzeri bazı kararlardan duyulan rahatsızlık
nedeniyle “idarenin takdir hakkının ” yüksek yargı’ya hatırlatılması” olarak değerlendirilmelidir.
• Ancak, burada dikkatlerden kaçırılmaması gereken husus
şudur: Kural, “yargı yetkisinin, idari eylem ve işlemlerin hukuka
uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik
denetimi şeklinde kullanılamayacağı”dır. “Yerindelik denetimi”
ise, yargı organlarının, özellikle “kamu yararı” ve benzeri durumlarda, kendisini idarenin yerine koyarak karar vermesidir. Bu
sayede, değerinin çok altında yapılan bazı özelleştirmeler iptal
edilebilmiştir. Zira, Özelleştirme İdaresi, Anayasa gereği,
“imtiyaz sözleşmeleri”ni Danıştay’a göndermek zorundadır.
Örneğin, 2007-2008 yıllarında ihalesi yapılan İzmir, Bandırma,
Samsun limanlarının işletme haklarının devrinde, Tüpraş’ın
satışında ve İstanbul’da bazı arazi değerlendirme projelerinde
benzer uygulamalar yapılmıştır. En son olarak, çok tartışılan
“mayınlı araziler” konusunda Danıştay’ın verdiği karar, konuya
ışık tutacaktır:
AKP iktidarı tarafından bir İsrail firmasına verileceği iddia edilen
mayınlı arazilerle ilgili olarak, Danıştay, “yerindelik denetimi”
yaparak, demişti ki: “Mayın temizleme hizmetinin satın alınması
ile temizlenen arazinin tarımsal amaçlı kullandırılması işinin
aynı ihalede birleştirilmesi durumunda, bu ihtiyaçların en
uygun şartlarla karşılanacağından söz edilemez. İhale şartnamesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır”. Yani Danıştay,
46
“yerindelik denetimi” yaparak, hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle “mayınlı araziler” ihalesini iptal etti. İşte, AKP Hükümeti,
Danıştay’ın bu yetkisini iptal etmek istiyor.
AKP iktidarının Milletimizden gizlemeye çalıştığı bu gerçekler,
büyük şehirlerin bir çok değerli arazilerinin AKP yandaşlarına
verilmesi ile tam 20 defa değiştirilerek AKP’nin istediği hale getirilen “Kamu İhale Kanunu”nun da marifetiyle önemli kamu
ihalelerini nedense çoğunlukla hep benzer “badem bıyıklı”ların
kazanmaları uygulamaları ile birlikte değerlendirildiğinde, ortaya, endişe verici, Türkiye’nin geleceği bakımından fevkalade
vahim ve ürkütücü bir durum çıkmaktadır.
AKP’nin adeta “suçüstü” yakalanması ile eşanlamlı olan bu
gerçekler karşısında, ”vatan diyen”, “millet diyen”, “geleceğini bu
topraklarda arayan” her Türk vatandaşının, tuzaklarla dolu AKP
Anayasa Değişiklik Paketi’ne, hançeresini yırtarcasına “Hayır”
diye bağırması, her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
Demokrat Parti ise, bu kutsal topraklarda yaşayan 72 milyon insanımıza verilebilecek en önemli hakkın “gelecek” olduğu kabulünden hareketle 12 Eylül’de AKP dayatmasına “Hayır”
diyecektir.
Ordu mensuplarına da “gözdağı” veriliyor
M
.adde (12) : Anayasa’nın, “Kamu hizmeti görevlileriyle ilgili
hükümler” başlıklı 128. Maddesi’ne, memurlara tanınması
ön görülen “toplu sözleşme hakkı” ile ilgili tamamlayıcı bir cümle
ekleniyor.
Madde (13) : Anayasa’nın, 129. Maddesinde değişiklik yapılarak,
memurlar ve diğer kamu görevlilerine verilen uyarma ve kınama
gibi disiplin kararları da yargı denetimine açılıyor.
Madde (14) : Anayasa’nın, “Hakim ve savcıların denetimi” başlıklı
144. Maddesinde değişiklik yapılarak, başlık, “Adalet hizmetlerinin denetimi” şekline geliyor. Hakim ve savcıların denetimlerine ilişkin esasların önemli bir bölümü Anayasa’dan çıkarılıyor ve
yerine, “adalet hizmetleri ile savcıların idari görevleri yönünden
Adalet Bakanlığınca denetimlerinin, adalet müfettişleri eliyle
yapılacağı” hükmü getiriliyor.
• Oysa, bu maddede yapılan değişiklik ile “hakim ve savcıların
47
denetiminin HSYK’na verilmesi” hükmü, Anayasa’ya dahil
edilmeliydi. Böylece, yargı bağımsızlığına ilişkin önemli bir
düzenleme, Anayasal dayanağa kavuşmuş olurdu.
• Burada yapılan şudur: Hakim ve savcıların denetim yetkisinin
“göstermelik olarak” HSYK’na devredilecek olması nedeniyle
denetim dışında kalan ve yargı göreviyle ilgili olmayan adalet
hizmetlerinin (icra daireleri, noterler ve cezaevleri gibi yerler)
denetimi için Adalet Bakanlığı’na bağlı yeni bir “Teftiş
Kurulu”nun kurulması öngörülmektedir. Ancak, ifade
edilmeyen, araştırma-soruşturma yetkisinin, her iki durumda da
Başkan olan Adalet Bakanı’nda olması hususudur ki, bu da iddia
edildiğinin aksine, Adalet Bakanı’nın yetkilerinin artırılmak istendiğini göstermektedir.
Kaldı ki, anlaşıldığı kadarı ile bu ikili denetim yapılanması,
HSYK‘nu, iki ayrı kurul olarak yapılandıran 1961 Anayasası’ndan
esinlenerek gerçekleştirimek istenmektedir. Ancak, bunun için
gerekli olan “net görev tanımı” yapılmamıştır.
Madde (15) : Anayasa’nın, “Askeri yargı” başlıklı 145. maddesinde
değişiklik yapılıyor ve askeri mahkemelerin görev alanlarına ilişkin belirsizlik sona erdirilmek isteniyor. Kısacası, askere sivil
yargının yolu açılıyor. Sivillere ise, savaş hali dışında, askeri yargı
yolu kapatılmak isteniyor.
• Böylece, ordu mensuplarına “gözdağı” verilmek isteniyor.
Ancak, burada, mevcut yasal durumun, İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin, kapsam olarak, Stalin dönemi Rusya’sında
yaşanan “komutan katliamı”nı çağrıştırırcasına, Türk Silahlı
Kuvvetleri’ne mensup, 42‘si muvazzaf ve emekli general ve amiral olmak üzere, 102 subayın “yakalanmaları kararı vermesine
engel teşkil etmediği” hususu, dikkatlerden kaçırılmamalıdır.
(Bilahare, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı ile
kaldırılmıştır). Aynı şekilde, sivil Türk adli yargısı, Allahuekber
dağlarında TSK’nin en büyük tatbikatını yöneten general ile
sınıra sıfır noktasında terörist gözleyen ve gerektiğinde kovalayan general için de benzer kararlar verebilmiştir ve AKP
sözcülerinin iddialarının aksine, mevcut yasal düzenlemeler, bu
ve benzeri kararların alınmasına da engel teşkil etmemiştir.
• AKP Hükümeti, her fırsatta, TSK ile ilgili düzenlemeleri, “askeri
vesayete son vermek” amacıyla gerçekleştirmek istediğini ifade
etmektedir. Burada sormak lazımdır: “Madem öyle, Siz’ce, askeri
48
vesayeti çağrıştırabilir nitelik ve biçimdeki uygulamalarda
‘odak’ kurumlardan biri olan Milli Güvenlik Kurulu’nu neden
Anayasa’dan çıkarmıyorsunuz?”
Benzer şekilde, Genelkurmay Başkanı, Başbakan’a “bağlı” olmayıp, Anayasa’nın 117. Maddesine göre, Başbakan’a karşı “sorumludur”. Askeri vesayetten şikayet eden AKP ve
yandaşlarının, bu maddeyi de ele almaları gerekmez miydi?
Eğer samimiyseler ve yaptıklarının doğruluğuna inanıyorlarsa,
protokolde, Genelkurmay Başkanı’ndan sonra gelen Milli
Savunma Bakanı’nın yerini yeniden düzenlemeleri gerekmez
miydi?
• Ayrıca, “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesi”
gerekçesiyle mevcut Anayasa’nın 145. Maddesinde yer alan
“askerlik hizmetinin gerekleri” ibaresinin, metinden çıkarılması
ön görülüyor.
Hukuk devleti, savunmasız hale getiriliyor
M
.adde (16) : Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi başlıklı” 146.
Maddesi değiştirilerek, üye sayısı on yediye çıkarılıyor ve
yedek üyeler de, asıl üye statüsüne geçiriliyor.
Getirilen yeni düzenlemede, Cumhurbaşkanı, Mahkeme
üyelerinden dördünü, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar,
birinci sınıf hakim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış
Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından doğrudan, diğer
üyeleri ise, Yargıtay (3), Danıştay (2), Askeri Yargıtay(1), Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi (1) ve Yükseköğretim Kurulu(3) tarafından her boş üyelik için gösterilecek üçer aday içinden olmak
üzere, toplam on dördünü seçiyor.
Burada, Cumhurbaşkanı’nın, kendisine gönderilen üçer adaydan
birini seçme yetkisini kullanması, Yargıtay’a, Danıştay’a, Askeri
Yargıtay’a, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne, YÖK’e ve bu durumdaki diğer kurumlara yapılmış ağır bir hakarettir; ”Siz doğruyu
bilemezsiniz, sadece Ben bilirim” demektir.
TBMM ise, ikisi Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve
üyeleri arasından, biri de baro başkanlarının serbest avukatlar
arasından gösterecekleri üçer aday arasından olmak üzere,
toplam üç üyeyi gizli oyla seçiyor. TBMM‘nde yapılacak bu
49
seçimde, “her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte
iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğunun aranması, salt çoğunluğun sağlanamaması halinde ise, bu oylamada
en çok oy alan iki aday için yapılacak üçüncü oylamada en çok oy
alanın seçilmiş sayılması” esası getiriliyor.
• Bu yapılanmada ilk dikkat çeken husus, Anayasa
Mahkemesi’nde, mevcut iktidar yanlısı bir çoğunluk oluşturma
niyeti ve çabasıdır. Bir başka ifadeyle “dokunulmazlıkların kalkması, iktidarın kaybedilmesi yada milletvekilliğinin sona ermesi” halleri düşünülerek, adeta “dost bir yüksek yargı”
oluşturulmak isteniyor.
• Daha da vahimi, demokratik, laik hukuk devleti, adeta
savunmasız hale getiriliyor.
• Öte yandan, yasama, yürütme ve yargı ile ilişkileri yeniden
belirlenmeden, halen siyasi ve hukuki hiçbir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanı’na tanınacak “geniş idari karar alabilme
yetkisi”, 2012’ den itibaren Cumhurbaşkanı’nın seçimle gelecek
olması nedeniyle yeniden tartışma konusu yapılacak ve kaçınılmaz olarak da yeni anayasa değişikliği taleplerine dayanak
teşkil edecektir. Zira, bu durumda, halktan oy isteyecek bir
Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluğundan bahsedilemeyeceği
gibi, halka hesap vermemesi de düşünülemeyecektir.
Öte yandan, seçimle iş başına gelecek Cumhurbaşkanı’nın,
konumu, görev, yükümlülük, sorumluluk ve yetkileri, doğrudan
rejimle ilgili bir husustur ve bu da, kapalı kapılar ardında, oldubittilerle belirlenerek, millete dayatılacak bir husus hiç değildir
• Anayasamıza göre “sorumsuz” sayılan Cumhurbaşkanı’nın
seçeceği üyeler de, konumuna uygun olarak sembolik düzeye
indirilmelidir. Burada, Cumhurbaşkanı’nın, YÖK üyesi ve rektör
atamalarında gözlenen ve “tarafsızlık” ilkesiyle bağdaşmadığı
kesin olan “tercih biçimi ve kriterleri” de, unutulmamalıdır.
• Seçilecek üyelerin, “demokratik anlayış”tan uzak bir yöntemle
belirlenmek istenmesine açık bir örnek, Türkiye Barolar Birliği
(TBB)’ne dayatılan seçim usulüdür. Burada, üye sayısına bakılmaksızın, her baro başkanının bir adaya oy vermesi
öngörülmüştür. Yani, halen Türkiye’de mevcut 78 Baro içinden,
yaklaşık 25 bin üyeli İstanbul Barosu ile sadece 10, 20 ya da 30
kadar üyesi olan baro başkanları eşit olarak birer oy hakkına
50
sahiptirler. Üstelik, Cumhurbaşkanı,bu yöntemle seçilecek
adaylar arasından tercih yapacaktır. Cumhurbaşkanı’nın tercih
kriterleri ise, meçhul değildir.
• Bugünkü yapıda TBMM’nin salt çoğunluğun sağlanamaması
halinde “basit çoğunluk”la üye seçmesi, Anayasa Mahkemesi’ne
12 yıllığına üye tayin etmesiyle eş anlamlıdır.
Yüce Divan kararlarına “temyiz”, yine unutuldu
M
.adde (17) : Anayasa’nın, “Üyeliğin sona ermesi” başlıklı 147.
Maddesi , “Üyelerin görev süresi ve üyeliğin sona ermesi”
şeklinde değiştiriliyor ve “Anayasa Mahkemesi üyeleri 12 yıl için
seçilirler” hükmü getiriliyor.
Madde (18)’de, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerinin
arasına, ”zamanaşımı” dikkate alınmaksızın, bireysel başvurular
ilave ediliyor. Ayrıca, Genel Kurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’nın, görevleri ile ilgili
suçlardan dolayı “Yüce Divan”da yargılanmaları esası ile “Yüce
Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu” imkanı getiriliyor.
• Yüce Divan’da sadece “seçilmişler” yargılanmalıdırlar.
Askerlerin, görev suçlarından dolayı yargılanmaları, tamamen
askeri yargı hukuku esasları çerçevesinde, askeri mahkemelerde yapılmalıdır.
• Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 14 bin kadar Türk
vatandaşının başvuruda bulunduğuna (Rusya’dan sonra 2. sıra)
işaret edilerek, “bireysel başvuru hakkı”nın, bu davaları en azından azaltacağı ifade edilmektedir. Burada, Anayasa
Mahkemesi’nin, üstleneceği yeni görevler sonucu oluşacak ağır
iş yükü nedeniyle asli görevi olan “yasaların Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesi” sürecinde sorunlarla karşılaşabileceği
de unutulmamalıdır. Bu nedenle ve sadece AYM’ne bireysel
başvuruya ilişkin hususlarda görev yapmak üzere, ayrı bir
“İnsan Hakları Mahkemesi” nin oluşturulması da düşünülmelidir.
• Ancak, AYM’ne bireysel başvuruya ilişkin düzenlemede de,
dikkatlerden kaçan, yargı sistemi, hiyerarşisi ve yapısına uygun
olmayan önemli bir husus mevcuttur. Şöyle ki;
51
“Hukukçu hakimler tarafından verilmiş olan kararlar, sadece
AİHS’nde yer alan haklarla sınırlı tutulacak olan bireysel
başvuru yoluyla intikal ettirildiği Anayasa Mahkemesi’nde, bir
kısmı hukukçu olmayan üyeler tarafından denetlenecektir. Bu
uygulamanın, yargı otoritesini bozucu, yargı kararlarına güveni
sarsıcı ve yüksek mahkemeler arasında mevcut görev-yetki ve
sorumluluk bakımından içinden çıkılamayacak bir kaosa ve karmaşaya neden olabileceği de unutulmamalıdır.
• Ancak, “Yüce Divan” uygulamasına ilişkin olarak aşağıda
belirtilen hususlar, AKP iktidarının sorumluluktan uzak, bilgisiz,
duyarsız, araştırmadan ve aceleyle oldu-bittiye getirerek
Anayasa’da istediği değişiklikleri geçirme girişimine açık örnektir. Şöyle ki:
• “Yüce Divan” yargılaması, bir “ceza yargılaması”dır ve burada
hukukçu olmayan üyelerin de görev alacak olmaları, yargılananlar açısından büyük bir eşitsizlik ve güvencesizlik anlamına
gelebilecektir.
• Değişiklik Paketi’nde,“Yüce Divan” kararlarına karşı, “yeniden
inceleme” imkanı getirilmektedir. Ancak, Ceza Yargılama Kanunu’nun 23/3. Maddesine göre, “Yargılanmanın yenilenmesi
halinde, önceki yargılamada görev yapan hakim, aynı kararın
yeniden incelenmesinde görev alamaz”. AYM’nin, Yüce Divan
sıfatı ile baktığı davaların “ceza davası” olması nedeniyle,
CMK’nun anılan hükmü, burada uygulanmak zorundadır. Bu durumda da, yüce divan yargılaması yapmış olan AYM’nin,
yeniden incelenme başvurusunu inceleyebilecek yeterli çoğunluğu oluşturabilmesi mümkün değildir. Yani bu durumda,
yeniden inceleme yapılamaz.
• Değişiklik Paketi’nde ayrıca, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin, Yüce Divan’da yargılanmış olanların başvuruları üzerine vereceği “ihlal kararları karşısında ne yapılacağı,
sorunun nasıl çözümleneceği” hususu da unutulmuştur.
• Unutulan bir diğer husus, Yüce Divan’da yargılananlara “temyiz
hakkı”nın tanınmamış olmasıdır. Diğer mahkemelerde
yargılananlara tanınan bu hakkın, Yüce Divan’da yargılananlara tanınmaması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13.
Maddesine aykırı olduğu gibi, Anayasa’mızın 40. ve Ceza
Yargılaması Kanunu’muzun 34/2. ve 232/6. Maddelerine de
açıkça aykırıdır.
52
Yargıya, Adalet Bakanı hükmedecek
M
.adde (19)’da, Anayasa Mahkemesi’nin iki bölüm ve Genel
Kurul şeklinde çalışması ön görülüyor.Genel Kurul’un
toplantı nisabı, “en az 12 üye” olarak kararlaştırılıyor ve “anayasa
değişikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına yada Devlet
yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu aranır” hükmü getiriliyor.
Madde (20)’de, Askeri Yargıtay’a ilişkin bir düzenleme getiriliyor
ve Askeri Yargıtay’ın kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri ile mensuplarının disiplin ve özlük işlerinin,mahkemelerin bağımsızlığı
ve hakimlik teminatı esaslarına göre, kanunla düzenleneceği”
hükme bağlanıyor. Ayrıca, “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının
güçlendirilmesi” gerekçesiyle mevcut Anayasa’nın 145. Maddesinde yer alan “askerlik hizmetinin gerekleri” ibaresinin,
metinden çıkarılması suretiyle bu mahkemelerin hakimlerine
“teminat” getirilmesi ön görülüyor.
Madde (21)’de, 20. Madde ile paralellik sağlanarak, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri ile
mensuplarının disiplin ve özlük işlerinin kanunla düzenleneceği”
hükme bağlanıyor; ayrıca, bu mahkemelerin hakimlerine de,
”teminat” getiriliyor.
Madde (22) : Anayasa’nın, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”
başlıklı 159. Maddesi değiştiriliyor ve Kurul’un oluşumu, seçimi
ve çalışma usul ve esasları yeniden düzenleniyor. Kurul’un 7 asıl
ve 5 yedek üyeden oluşan üye yapısı, 22 asıl ve 12 yedek üye
olarak değiştiriliyor. Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı,
başkan ve tabii üye olarak yerlerini koruyorlar.
Kurul’un dört asıl üyesi, yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından
Cumhurbaşkanınca doğrudan seçiliyor.
Ayrıca, Yargıtay (3 asıl, 3 yedek), Danıştay (2 asıl, 2 yedek), Türkiye
Adalet Akademisi (1 asıl, 1 yedek) Genel Kurullarınca kendi
üyeleri arasından seçiliyor. (Toplam 6 asıl, 6 yedek üye seçiliyor.
Diğer toplam 10 asıl, 6 yedek üye ise, birinci sınıf adli (7 asıl, 4
yedek) ve idari (3 asıl, 2 yedek) yargı hakim ve savcıları arasından,
tüm adli ve idari yargı hakim ve savcıları tarafından seçiliyor.
Yeni düzenleme ile getirilmek istenen, “Yargıtay, Danıştay ve
53
Türkiye Adalet Akademisi genel kurulları ile ilk derece
mahkemelerinde, dört yılda bir yapılacak seçimlerde, her seçmenin ancak bir aday için oy kullanabilmesi” uygulaması,,
Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildi. Şimdi, bundan önceki
gibi, her aday için ayrı ayrı oy kullanılabilecektir.
Kurul’un yönetimini ve temsilini, şimdi olduğu gibi, yine Kurul
Başkanı, yani Adalet Bakanı üstleniyor. Hakim ve savcıların
denetlenmesi yetkisi, göstermelik olarak Kurul’a devrediliyor. Zira,
Adalet Bakanı, hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma yetkisini, halen olduğu gibi elinde tutuyor; hem de bu yeni
yapılanma, “darbe anayasası” tabiriyle eleştirilen 1982
Anayasası’nın öngördüğü HSYK‘da, “Adalet Bakanı ve
Müsteşarı’nın da yer alması ve benzeri demokratik olmayan uygulamaların muhafaza edilmesindeki çelişkiye rağmen” gerçekleştirilmek isteniyor.
Kurul’un, sadece meslekten çıkarma cezalarına ilişkin kararları,
yargı denetimine açılıyor. Oysa, Kurul’un tüm kararları yargı denetimine açılmalıydı.
Kurul’un sekreterya hizmetleri için bir genel sekreterlik kuruluyor,
ancak genel sekreteri atama yetkisi, Adalet Bakanına veriliyor. Kurul’un ayrı bir bina ve bütçe ihtiyacı ise, bu yeni düzenlemede yer
almıyor.
• Bu yeni yapılanmada, Adalet Bakanı, Kurul adına tayin, terfi
seçim ve disiplin gibi hakim ve savcıları doğrudan ilgilendiren
hayati konularda nihai karar mercii olan Genel Kurul’a başkanlık
ediyor, Kurul’un gündemini belirliyor. Hakim ve savcıların idari
soruşturmalarını yapmaya devam edecek olan ve doğrudan kendisine bağlı “Adalet Teftiş Kurulu”na talimat vermeye devam
ediyor. Göstermelik olarak HSYK bünyesine alınması öngörülen
“Teftiş Kurulu”na da, başkan sıfatıyla soruşturma izni vermeyi
sürdürüyor. Kısacası, yeni düzenlemede, Adalet Bakanının yetkileri, iddia ettiklerinin aksine, daha da artırılıyor. Böylesine ikili
bir denetim sisteminin uygulamada sorunlar üretmesi ise,
kaçınılmaz görünüyor.
• Uygulanmak istenen üye seçim usulü, siyasi iktidarın, HSYK’na
hakim olma niyetini yansıtıyor. Yapılmak istenen, yüksek
yargının “yandaşlaştırılması” operasyonudur. Burada, kendi kurumlarınca aday olarak seçilen üyeler arasından “atama yapma”
işlemlerinde, “tek adam, yani Başbakan ve tarafsız olması
54
gereken, ancak ne yazık ki, icraatlarında aksi gözlenen bir
Cumhurbaşkanı” olgusu da unutulmamalıdır.
• HSYK’na, 1. Sınıf hakim ve savcılardan üye seçiminin, Yüksek
Seçim Kurulu (YSK)’nun gözetim ve denetimi altında yapılmak
istenmesi de, hukuki değildir; Kararları kesin, idari bir kurul
olan YSK’nun anayasal görevine aykırıdır. Kaldı ki, halen sayıları
üç bin kadar olan 1.derecedeki hakimlerin, seçimlerde örtülü de
olsa propoganda çabası içine girmelerini, “hakim bağımsızlığı
ve tarafsızlığı” ilkesi ile bağdaştırmak da , mümkün değildir.
• Yeni düzenleme ile HSYK’na üye seçecek olan Türkiye Adalet
Akademisi, Adalet Bakanlığı’na bağlı olup, başkanı da Adalet
Bakanı tarafından atanıyor. Buna nasıl “demokratikleşme”
denir?
• Hakim ve savcılar arasından seçilecek üyeler, kıdem,
performans vb. objektif kıstaslara göre ve elektronik ortamda,
Yüksek Seçim Kurulu’nun gözetim ve denetimi altında yapılmalıdır.
• HSYK’nun yeni yapılanmasında, üye sayısının 7’den 22’ye
yükseltilmesine rağmen, yüksek yargının sadece 5 üye ile (3
Yargıtay, 2 Danıştay) temsil edilmesi, mevcut siyasi iktidarın
yüksek yargıya güvenmediğini kanıtlıyor.
• Siyasi otoritenin üstünlüğü esas alınarak hazırlandığı anlaşılan
ve 12 Eylül’de referanduma sunulacak olan “AKP Anayasa
Değişiklik Paketi”, yargı bağımsızlığını güçlendirmiyor. Yargı
tarafsızlığını geliştirmiyor. Yargının verimliliğini ve etkinliğini
artırmıyor. Yargıda mesleki yetkinliği de yükseltmiyor. Aksine,
yüksek yargının, HSYK’ndaki ağırlığına son veriyor. Yürütme,
açıkça yargıyı ele geçirmeye çalışıyor. Mevcut iktidar döneminde, hükümetle yargı arasında yaşanan sorunların, adeta
Anayasa değişikliği ile çözülmesine çalışılıyor.
• Unutulmamalıdır ki, HSYK idari bir kuruldur ve bu nedenle de
burada, ne kuruluşta, ne de karar alma sürecinde, hiçbir siyasi
kriter uygulanamaz. Uygulanması gerekli ölçüler, oluşumunda
“nitelikli çoğunluk” ve “liyakat”tir.
• Ve nihayet, Millet’e dayatılmak istenen bu “Paket”i hazırlayan
mevcut iktidar sahipleri, ısrarla AB uygulamaları ve Venedik
Komisyonu Kriterlerine uygunluktan söz ediyorlar.” Yargı bağım-
55
sızlığı elden gidiyor” diyenlere, “Yargı demokratikleşiyor” diye
cevap veriyorlar. Sürekli, yüksek yargı üyelerinden önemli bir
kısmının meclislerce, cumhurbaşkanlarınca veya değişik
yasama-yürütme işbirlikleriyle seçildiği ileri demokratik ülkelerden örnekler veriyorlar. Ve özellikle Venedik Kriterleri’nce, yüksek yargı üyelerinin seçiminin siyasetçiler tarafından
yapılmasının, adeta tercih ve teşvik nedeni sayıldığı “aldatmacasını” yayıyorlar.
Oysa, gerek AB Komisyonu ve Venedik Komisyonu raporlarında,
gerek hukuki konularda Avrupa standartlarını belirleyen Avrupa
Yargıçlar Danışma Konseyi’nin 2007 yılında hazırladığı raporda,
HSYK ve benzeri kurullarda başkanlık görevinin, tercihen siyasi
parti mensubu olmayan, tarafsız kişiler tarafından üstlenilmesi
ile yüksek yargı üyelerinin de siyasi organlarca seçilmemesi
tavsiye ediliyor.
• Yani, HSYK’da halen mevcut olup, yeni düzenlemede de devam
etmesi öngörülen yapılanmanın aksine, Adalet Bakanı ve
müsteşarının Kurul’a üye olmamaları gerektiği belirtiliyor. Kaldı
ki, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde, Adalet Bakanı başkanlığında
çalışan bir HSYK olmadığı gibi, hem bakan, hem de
müsteşarının birlikte üye oldukları bir HSYK da yoktur.
Ekonomik ve Sosyal Konsey’in burada ne işi var?
M
.adde (23) : Anayasa’ nın 166. Maddesi değiştirilerek,
“Ekonomik ve Sosyal Konsey” anayasal dayanağa kavuşturuluyor.
• Diğer bir çoğu gibi, bu da hiçbir aciliyeti olmayan, tamamen
göstermelik bir düzenlemedir. Zira, yetkisi, “istişari nitelikte
görüş bildirme” olarak sınırlanmış olan Ekonomik ve Sosyal
Konsey’in Anayasa’da yer almasına gerek yoktur. Kaldı ki,
Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulmasına ilişkin kanun, daha
önce, 57. Hükümet döneminde çıkarılmıştır. Hatta, anılan bu kanunun 7. Maddesinde, bu Konsey’in, “Başbakan veya
görevlendireceği biri başkanlığında, üç ayda bir toplanması“
öngörülmüş olmasına rağmen, ilk birkaç toplantıdan sonra, Konsey fiilen çalıştırılmamıştır (Bu satırların yazarı, Başbakan
başkanlığında toplanan Konsey’in ilk toplantısına, YÖK temsilcisi sıfatıyla katılmıştı).
56
Madde (24) : Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın geçici 15. Maddesi yürürlükten kaldırılıyor ve böylece “demokrasi ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan” bir 12 Eylül izinin daha yok edilmiş
olacağı ifade edilerek, ısrarla “12 Eylül yöneticilerinin yargılanmaları önündeki en önemli engelin kaldırılmış olacağı” iddia
ediliyor.
• Burada ileri sürülen iddialar doğru değildir, önemli bir
aldatmaca vardır. Zira, “zaman aşımı” ve “lehteki kanunun uygulanması ilkesi” gereğince, 12 Eylül darbecilerinin artık yargılanmaları mümkün değildir. Bu nedenle de, anılan geçici 15.
Maddenin kaldırılmasının sadece sembolik bir anlamı olabilir.
Yani AKP yöneticileri ve yandaşlarının her vesileyle ileri sürdükleri “darbecilerle hesaplaşma”, 15. Maddenin kaldırılmasiyla
gerçekleşmeyecektir. 12 Eylül’ün zulmü de, tahribatı da ortadan
kalkmış olmayacaktır.
• Burada gerçek hukuki durum şudur:
Anayasa’nın 38. Maddesine göre, “kimsenin işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılması mümkün değildir.
Türk Ceza Kanunu’nun 7. Maddesine göre de, “işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden
dolayı kimseye ceza verilemez”. Aynı 7. Maddenin 2. Fıkrasına
göre de, “suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile
sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin
lehine olan kanun uygulanır”. Ayrıca, TCK’nun 68, 71 ve 311.
Maddelerine göre de, “zamanaşımı süresi” dolmuştur.
Böylece, “Kanunların geriye doğru yürütülemeyeceği” ilkesi ve
“sanığın lehine olan hükmün uygulanacağı” ilkesi ile “zaman
aşımı”na ilişkin kurallar dikkate alındığında, 12 Eylül sorumluların yargılanmaları artık mümkün değildir. Yani, AKP iktidarı
ve yandaşlarının, “geçici 15. Maddenin kaldırılması sonucu darbecilerin yargılanacakları” iddiası doğru değildir.
• 12 Eylül ile hesaplaşmayı, Kenan Evren ile hesaplaşma
zanneden AKP’ne, bunun bir zihniyet ile hesaplaşmak konusu
olduğuna işaretle “Millete doğruları söylemekle yükümlü”
olduğu, bu vesileyle bir kez daha hatırlatılmalıdır..
Madde (25) : Anayasa’ya geçici iki madde eklenmesine dairdir.
57
Madde (26) : Yürürlüğe dair olup, “halkoyuna sunulması halinde,
tümüyle oylanır” hükmünü haizdir.
• Gündemdeki “Anayasa paketi”ne ilişkin tartışmalarda,
“referandum“ konusu, önemli bir yer tutmaktadır. Bu paket,
Anayasa’nın 175. Maddesinde ön görülen koşullara bağlı olarak
referanduma sunulacaktır. Ancak, Hükümet, Anayasa değişikliklerinin tümünün bir paket halinde halkoyuna sunulmasını istiyor.
• Böylesi bir uygulama, demokratik sayılamayacağı gibi, bireysel
iradeye de, “müdahale” anlamına gelecektir. Kaldı ki, Venedik
Komisyonu da, “referandumlarda birbiriyle ilgisi olmayan konuların aynı anda halkoyuna sunulmasını” uygun bulmadığını,
değişik raporlarında açıklamıştır.
• Bu cümleden olarak, Venedik Komisyonu, 21 Aralık 2006
tarihinde yürürlüğe giren “Referandumlar Hakkında Doğru
Uygulamalar Raporu”nun, “Referanduma sunulan metinlerin
usul bakımından geçerliliği” başlıklı bölümünün 30. Maddesinde şöyle diyor: “İçerik birliği, özgür oy iradesinin önemli
bir unsurudur. Seçmenlerin, aralarında asli bir bağ olmayan
farklı konularda tek bir oy kullanmaları istenmemelidir. Seçmenin, sorulardan birini desteklerken bir diğerine karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Gerektiğinde, birden çok soru
sorulmalıdır”.
• AKP’nin sık sözünü ettiği aynı Venedik Komisyonu’nun, 12 Ocak
2009 tarihli ve Parlamentoya Seçilmede Sınırlamalar ve Barajlar
Raporu”nun, Arzu Edilmeyen Sonuçlar” bölümünde, Türkiye’de
uygulanan %10‘luk seçim barajının yüksekliğine işaretle bu
barajın % 3-5‘e düşürülmesinin tavsiye edildiği” de unutulmamalıdır.
Yukarıdaki tespit ve değerlendirmeler ışığında, Meclis’teki AKP
çoğunluğu tarafından, sadece iktidar kriterleri dikkate alınarak,
gerçek anlamda uzlaşma aranmadan, ben yaptım oldu mantığı
ve aceleciliği ile yüce Milletimizin karşısına çıkarılan Anayasa
paketinin asıl amacının ve gizlenmek istenen hedefinin, “yargıyı
ele geçirmek olduğu“ tespiti, ne yazık ki, doğrudur.
Sonuç olarak, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve kuvvetler
ayrılığı gibi demokrasilerin olmazsa olmaz nitelikteki çağdaş
ilkeleri hiçe sayılarak, dayatmacı bir yöntemle hazırlanıp, TBM-
58
M’den geçirilen, 12 Eylül’de de halk oylamasına sunulacak olan
bu “Anayasa Değişiklik Paketi”nin, cumhuriyetin temel niteliklerini ortadan kaldırarak, ülkeyi otoriter bir yönetime sürükleyebilecek tehlikelerle dolu olduğunun da görülmesi ve geniş
kitlelere de gösterilmesi gerekiyor.
AKP’ye, “dün ile bugünü kavga ettirmek suretiyle geleceğe yönelik hayırlı bir iş yapılamayacağı”, mutlaka anlatılmalıdır. Yüce
Milletimiz, bunu 12 Eylül’de vereceği “Hayır” oyuyla yapacaktır.
• Rejim değişikliğine yönelik önemli bir hamle ile karşı
karşıyayız. Karşı hamlenin adı ise, “Hayır”dır.
3. Bölüm
“Yeter! Söz Milletindir” Denilecek Gün
12 Eylül 2010 Referandumu
Türkiye İçin Dönüm Noktası
12 Eylül 2010 Tarihinde Yapılacak Olan Referanduma İlişkin Bazı
Tespit, Görüş ve Öneriler:
Son sekiz yılda uyguladığı uzlaşmadan uzak, toplumu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı politikalarla Türkiye’yi son derece vahim
boyutlara ulaştığı gözlenen “toplumsal gerginlik ve çatışma“ ortamına sürükleyen AKP iktidarı, bu defa da, ülkeyi, temel amacı
“yargıyı da ele geçirerek tek adam rejimi kurmak” olarak beliren
ve hiçbir soruna çözüm getirmeyen anlamsız ve zamansız bir
“halkoylaması”na kilitlemiştir.
* Daha şimdiden yaklaşan genel seçimler ön plana çıkmış ve
tartışmalar da, AKP’nin yargıyı ele geçirmek amacıyla dayattığı
anayasa değişikliklerine değil, “AKP kalsın mı, gitsin mi?” sorusu
ekseninde odaklanmaya başlamıştır.
* Bu bağlamda referandum, anayasa değişikliğini oylamaktan
ziyade, AKP hükümeti için bir güven oylamasına dönüştürülerek
AKP’nin gitmesi ile anayasa değişikliği, aynı potada değerlendirilir olmuştur.
* Referandum sürecinde, anayasa değişiklikleri ve “yargının AKP
hükümetinin denetimine girme tehlikesi” özenle dikkatlerden
kaçırılırken, asıl tartışmaların, yaşanan günlük somut gerçekler
ve güçlükler üzerinde yoğunlaştırılması da adeta görünmeyen
ama bilinen etki odaklarınca engellenmek istenmektedir.
* İlk vurgulanması gereken husus, “bu referandumun, Türkiye’de
bulunan hiç bir kişi, kurum ya da kuruluşa hiçbir somut yararının
olmayacağı”dır.
60
* AKP iktidarı ve yandaşları, referandumda “Evet” sonucunun çıkması halinde “Türkiye’ye daha çok demokrasi gelecek” diyeceklerdir. Ülkesini seven herkesin, tam aksine, anayasa değişiklik
paketinin kabul edilmesinin, “demokrasiye elveda” anlamına
geleceğini, bin bir emekle bugünlere gelen “demokrasi ağacının
kuruması” sonucunu doğuracağını halka anlatması şarttır.
• Referandum kampanyalarında “evet” ya da “hayır” oyu vermeyi
planlayanlar, hukuki değil, siyasi iddiaları ön plana çıkaracaklar,
referandum konusu olan Anayasal düzenlemeler yerine, genel
siyasi konuları öne çıkaracaklardır. Böylece ülke, referandum
süreciyle birlikte en geç 12 Mart 2010 tarihinden itibaren, tam
anlamı ile seçim sürecine girmiştir.
• Referandum sürecinde, MHP’nin “Kürt açılımı” bağlamında
“Habur” karşılama töreni ve kutlamalarını ön plana çıkarmasına
karşın, CHP’nin “Recep Bey” betimlemesinde yoksulluk, yolsuzluk ve dokunulmazlıklar yanında “Kısıklı ve Havuzlu Villalar”
söyleminin ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. AKP ise,
”demokratikleşme”, “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”,
“demokratik açılım, birlik ve kardeşlik projesi”, “yargı bağımsızlığı”, “demokratik yargı” ve benzeri söylemleri tekrarlamaktadır.
Hak aramak, tehlikeye girecek
27 Mayıs Askeri Darbesinin ürünü olan 1961 Anayasası, evrensel
hak ve özgürlükler bakımından en ileri hükümleri içermesine rağmen, yürütülen kampanyalar sonucu sadece %61 oranında oy alabilmiş iken, 12 Eylül’ün yasaklarla dolu Anayasası’nın %91,3
oranında oy aldığı hatırlanmalıdır.
* “Türkiye’ye daha çok demokrasi gelecek” veya “Türkiye zincirlerini kırıyor, demokratikleşiyor” söylemiyle halkı ikna etmeye
çalışacak AKP ve yandaşlarına söylenecek söz şudur: Yargının
tümüne hâkim bir AKP Türkiye’si; ancak bugünkü iktidar kadar
demokrat olur.
Yarı aydınlarla yandaş medyanın sahte demokratları kadar
demokrat olur.
AKP Anayasa Paketinin referandumda kabul edilmesi halinde:
• Yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanacak, Türkiye “tek
61
adam rejimi”ne, “Recep Tayyip Erdoğan rejimi”ne teslim olacaktır.
• Hakim ve savcılarla ilgili olarak, bunların atanmaları, tayin ve
terfileriyle denetlenmeleri dahil, her bakımdan tek yetkili hale
gelecek olan siyasi iktidarı kontrol etmek, denetlemek, frenlemek asla mümkün olmayacaktır.
• Kişi, kurum ve kuruluşların yargı güvencesi tamamen ortadan
kalkacaktır.
• Demokrasilerde iktidar, siyasi partilere, yargı tarafından
denetlenmeyi kabul etmeleri şartıyla verilir. Önümüzdeki 12
Eylül’de “Evet” çıkması halinde, siyasi partiler ve bu bağlamda
siyasi iktidar üzerinde, sözü edilen “anayasal denetim” de ortadan kalkacaktır.
• “Hak aramak” tehlikeye girecektir.
Bu tehlikeyi şimdiden görmek için, hakkını aradığı için gözüne
biber gazı sıkılan, yerlerde sürüklenen “Tekel işçilerini” hatırlamak yeterlidir.
Hükümet aleyhine yayın yapması nedeniyle trilyonlarca TL. tutarında cezaya çarptırılan büyük medya kuruluşunu hatırlamak
yeterlidir.
AKP hükümetinin, yandaşı olmayan, sıcak bakmadığı sendikalar
başta olmak üzere bir çok etkili sivil toplum örgütü ve meslek kuruluşuna karşı, acımasız, kin dolu tutum ve davranışını hatırlamak
yeterlidir.
Çok özel yetkili mahkemelerde yürütülen yargılamalar sonucu,
suçlu-suçsuz olduğuna bakılmaksızın, savunmalarını dahi yapma
imkanından mahrum bırakılan bir çok insanın yıllardan beri
demir parmaklıklar ardında çile çektiklerini hatırlamak yeterlidir.
• Bu paket geçerse “demokrasi dalı” kırılacak, böylece yok olacak
olan “yargı bağımsızlığı” ile birlikte Türkiye, “hukuk devleti”
niteliğini yitirecek ve yaşam ortamını kaybedecek olan
“demokrasi” de can vereceği için, Türk Halkı’na, biat edip Recep
Tayyip Erdoğan’ın “korku İmparatorluğu”nda birey değil, kul
olarak yaşamaya razı olmaktan başka bir seçenek kalmayacaktır.
• Yüksek
yargıyı
kendine
bağlamış
olan
AKP
iktidarı,
62
Anayasa’nın, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek “Türkiye
Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” hükmünü içeren maddeleri başta olmak üzere, aynı kapsamdaki
Atatürk Devrimlerine ilişkin düzenlemeleri de çiğnemek cüreti
gösterebilecektir. Böylesine istenmeyen bir gelişme, Türkiye’nin
intiharı ile eş anlamlıdır.
• Anayasa Mahkemesi ile HSYK’na hakim olan bir AKP, sekiz
yıllık iktidarında defalarca denediği, ancak her defasında
Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, hatta Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi gibi yargı engellerine takılma nedeniyle
istediği sonucu alamayıp, uygun zaman ve zemini beklemek
zorunda kaldığı hedefinden vazgeçmeyecek ve “Tevhid-i
Tedrisat” (Öğrenim Birliği) Kanunu’nu yeniden delme teşebbüsünü devam ettirerek, dini eğitime öncelik ve ağırlık vermeyi
deneyecektir. Bu gelişme de, “Cumhuriyet kazanımlarının yitirilmesi” ile “Türkiye’nin, demokratikleşiyoruz avazeleri arasında
yeniden geçmişin karanlıklarına yönelmesi” anlamına gelebilecektir.
* Öte yandan, “Demokrasi getiriyoruz” diyenlere, “Madem öyle,
Anayasa değişikliğini neden daha önce olduğu gibi, bir uzlaşma
komisyonu kurarak işbirliği ile değil de, emrivaki sonucu, altını
Meclis Başkanı’nın da yanlışlıkla imzalayıp bilahare imzasını geri
çektiği bir ‘hükümet teklifi’ halinde TBMM’ne sundunuz?” sorusu
ısrarla sorulmalıdır. Zira, aynı emrivaki, referandum vasıtası ile
halka da yapılmaktadır.
* Yargı reformu yapıyoruz diyenlere de, “Bu reformun, ancak
‘kuvvetler ayrılığı’ ve ‘hukuk devleti’ ilkelerine bağlı olarak yapılabileceği, yasama ve yürütmenin yargıya karışmamasının, yargı
bağımsızlığının vazgeçilmez ön şartı olduğu, oysa, sunulan
paketin amacının yargıyı denetim altına almak olduğu, kaldı ki,
bu paketin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunun da AYM’nin
son kararı ile tespit edildiği” gibi hususlar hatırlatılmalıdır.
Vurgulanması gereken bir husus da şudur:
Yargı reformunun amacı, daha etkin, adil ve hızlı bir adalet sistemi
oluşturmaktır. Önümüzdeki Anayasa paketinde, bu ve benzeri
amaçlara yönelik ya da uygun hiçbir hüküm bulunmamaktadır.
Yargıyı denetlemek amacına yönelik bir düzenlemenin adı “reform” olamayacağı gibi, böyle bir uygulamadan en büyük zararı
Türk halkı ve Türk demokrasisi görecektir.
63
AYM’den, çelişkilerle dolu bir karar
Burada unutulmaması ve halkın dikkatlerine sunulması gereken
gerçek, “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının, sokaktaki adamın
çıkarları ile yakın ilişkisi” olduğudur.
Bir başka ifadeyle “Bu Paket referandumda kabul edilirse, geniş
halk kitleleri de, haksızlığa uğramaları halinde, mahkemelere
değil, AKP il ya da ilçe başkanlıklarına başvurmak zorunda kalabilecekler; avukat tutmak yerine ise, AKP il veya ilçe başkanlarının yardımını tercih eder hale gelebileceklerdir.
* Benzer şekilde, “Anayasa değişirse 12 Eylül’cüler yargılanacak”
iddiasını ortaya atan AKP’lilere ve yandaşlarına, önce, zaman
aşımı nedeniyle darbecilerin artık yargılanamayacakları, kaldı ki,
“lehte olan kanunun uygulanmasının, hukukun genel prensiplerinden olduğu” hatırlatılarak, darbe ve darbecilerin yargılanmaları hususunda samimi ve kararlı iseler, önce failleri belli olan
“28 Şubat” veya “27 Nisan Muhtırası”ndan başlamaları gerektiği
söylenmelidir. Halkın dikkati de, referanduma sunulan pakette
buna ilişkin herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı noktasına
çekilmelidir.
* “Demokratikleşiyoruz” diyenlere ayrıca, “Madem öyle, tüm AB
ülkelerinde olduğu gibi, neden bizde de TBMM, yüksek yargıya
2/3 nitelikli çoğunlukla üye seçmiyor da, yani çoğunluğun kabulüyle, yani uzlaşmayla üye seçmiyor da, halkoyuna sunulan
pakette öngörüldüğü gibi, son turda basit çoğunluğu yeterli
görüyor, yani iktidar çoğunluğunun isteğine göre üye seçmek istiyor?” sorusu da sorulmalıdır.
* Bu bağlamda değerlendirilmesi gerekli bir diğer husus da
şudur:
Anayasa Mahkemesi, referanduma sunulan anayasa değişiklik
paketinin bazı bölümlerini “cumhuriyetin temel niteliklerine
aykırı” bulmuş ve bu nedenle de düzenlemeyi tümüyle iptal
etmesi gerekirken, bunu yapmayıp, siyasi ve çelişkilerle dolu bir
karar vererek, “kısmi iptal”le yetinmiştir. Böylece de, AKP’nin
eline, “referanduma sunulan metnin anayasaya uygun olduğu”
şeklinde bir iddia olarak ileri sürebileceği önemli bir koz-argüman
vermiştir. Bu durumda, daha önce AKP’nin kapatılması davasında
AYM’nin 1 muhalif üyeye karşı 10 üye ile verdiği “laiklik karşıtı
eylemlerin odağı olması” kararına rağmen, nasıl olur da kapatıl-
64
mak bir yana, Türkiye’nin yönetimi böyle bir partiye bırakılabilir?”
sorusu ön plana çıkarılmalıdır.
Bir başka ifadeyle, daha önce “laiklik karşıtı eylemlerin odağı
olmak”tan mahküm olan AKP iktidarı, bu defa, demokratik açılım
aldatmacası kisvesi altında ve yargıyı egemenliği altına almak
amacına yönelik olarak, uzlaşma aramaksızın, tek başına hazırladığı “Anayasa Değişiklik Paketi” vasıtası ile de, Anayasa’nın
değiştirilmez maddesi olan “demokratik hukuk devleti ilkesine
aykırı davranmak” suçunu işlemiştir. Bu husus son AYM kararında
açıkça ifade edilmektedir. Bu durumda sormak lazımdır: Hangi
demokratikleşme, hangi yargı reformu? Anayasa’ya aykırı bir
anayasa değişikli olur mu?
* Tamamına yakını AKP yandaşlarınca ele geçirilmiş olan medya
aracılığı ile sürekli halkın beyni yıkanmak istenmektedir. Bu
süreçte karşı görüştekileri, korkutmak, sindirmek ve susturmak
için, “darbeci, demokrasi ve özgürlükler düşmanı, laikçi, askerci,
ulusalcı” gibi ifadelerle “kendilerince” küçük düşürmeye çalışıyorlar. Bu arada Yüksek Mahkemeyi de, tamamen hedef saptırmak
amacıyla “Ana Muhalefet Mahkemesi” olarak nitelendiriyorlar.
Burada ilk yapılacak tespit şudur: Bu paketin yürürlüğe girmesi
halinde, AYM, adeta bir “Cumhurbaşkanlığı Konseyi” ya da
“Çankaya Mahkemesi” haline dönüşecektir. Zira, toplam 17
üyesinin 14’ü Cumhurbaşkanı tarafından atanan bir mahkemenin
bağımsızlığından, etki altında kalmayacağından ve en önemlisi
anayasal düzenin çok önemli bir teminatı olduğundan söz etmenin çok zor olduğu, kabul edilecektir. Kaldı ki, hedeflenen yeni
yapılanma, demokrasi adına, hak adına, hukuk adına, kısacası
halk adına, halkın özgürlüğü adına değil, tek adam rejiminin kurulması, kökleşmesi, yerleşmesi ve gelişmesi için kullanılacaktır.
Burada AKP destekçisi sözde liberallere, yarı aydınlara ve bu
eksen kaymasına kayıtsız-şartsız destek veren “bel kemiği özürlülere” de, Beni Sadr ile birlikte İran’a dönmüş olan Humeyni ve
sonrası örneğini vermek lazımdır.
* AKP iktidarı, gerekli alt yapı çalışmaları tamamlanmadan,
günübirlik düzenlemelerle Türkiye’nin geleceği ile oynuyor ve bu
arada da her türlü rasyonel sınırları aşarak kendi kaderini’ de zorluyor.
* AKP iktidarı, Cumhuriyet’in temel felsefesi ile çatışıyor, dini istismara yönelik uygulamaları artırıyor, daha da ileri giderek
65
Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez
maddelerini yok saymaya çalışıyor ve tüm bunları “milli irade”
kavramına sığınarak yapabileceğini zannediyor.
* Oysa bu yapılmak istenenler, milli iradeye itaatsizliktir, saygısızlıktır. Ve referandumda “hayır” demek, milli iradeye saygıya
davet ile eşanlamlı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, milli irade adına
da olsa, denetimsiz bir güç olamaz, olmamalıdır.
* Referandumdan “evet” çıkması, Türkiye’de yargı bağımsızlığının
ve hukuk devletinin sonu olacaktır. Dolayısıyla da, gerektiğinde
halkı koruyacak hiçbir güvenilir kurum ya da kuruluş kalmamış
olacaktır. Her şey, Başbakan’ın iki dudağı arasına sıkışıp kalacaktır.
* Bu Anayasa Paketi, gerçekleştirilmeye çalışılan “sivil darbe”nin
en önemli ayağını oluşturmaktadır.
* 12 Eylül’de Türkiye, demokratik hukuk devleti olmaya “devam
mı, tamam mı” sorusunu cevaplayacaktır.
* Bu nedenle Demokrat Parti’nin cevabı “Hayır”dır. Demokrat Parti,
12 Eylül‘de “Hukuk Devleti”ne “elveda” dememek için “Hayır”
diyecektir.
* Hiç AYM tarafından 1/10 oy çokluğu ile laiklik karşıtı eylemlerin
odağı olduğuna karar verilenlere Anayasa yaptırılır mı? Kurda
kuzu teslim etmek gibi bir şeydir bu.
• Hiç, “Demokrasi amaç değil, araçtır” diyen bir Başbakan’a
anayasa yaptırılır mı ?
• Hiç, “Kışladan siyaseti çıkaracağız” deyip, siyaseti camiye
sokanlara anayasa yaptırılır mı?
• Hiç, “40 yıldır onlar fişledi, şimdi de biz fişliyoruz” diyen zih
niyete ülke geleceği teslim edilir mi?
• Hiç, siyaseti terör-din ve
hapsedenlere güvenilir mi?
etnik
kimlik
(ırk)
eksenine
* Bugün Türkiye’de kuvvetler ayrılığı demek, “iktidar gücünün
Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasında nasıl paylaşılacağı” sorusuna cevap aramak demektir.
* Tek adam olma tutkusuna esir bir Başbakan tarafından yönetilen
66
Türkiye, bu gidişle gerçek demokrasiye doğru değil, ancak
saltanata doğru yol alır.
* Yapılan referandum değil, bunun adı halkoyu değil, halka oyun
oynanmasıdır.
Bir eski AKP il başkanı, kalkıyor Sayın Başbakanı “hâşâ” peygamberlerle eş tutuyor. Bir AKP’li belediye başkanı çıkıyor, terörün
çözülebilmesine katkı olarak güneydoğudan 2. eş almayı tavsiye
ediyor. Bir eski bakan çıkıyor, “Başbakan uçurumdan atlarsa biz
de peşinden atlarız, töre budur ” diyor. Bu, sabit fikirliliktir, insanların özgür düşünebilme yetilerine pranga vurulması ile eşanlamlı
olan “fikri taassuptur”; İşte AKP’ye hakim olan zihniyet de budur.
* Sayın Başbakan Mehmet Akif Ersoy’un bir şiirini okuyor ve diyor
ki:
“Türk Arapsız yaşayamaz
Kim ki yaşar der, delidir
Arap’ın Türk, hem sağ gözüdür, hem sağ elidir.”
Türkiye Arap’ın sağ eli ve sağ gözü olma şerefini bahşeden anlayış, modern bir Türkiye’ye yakışıyor mu? Ama ne yazık ki, AKP
zihniyeti budur. Hem bu söylemde “Beyin Arap’ta kalmıştır”.
* Anayasa Paketi’ne “evet” demek, yasama organına hakim olan
yürütmenin, yani TBMM’e hakim olan AKP’nin, yani Recep Tayyip
Erdoğan’ın, yasamayı yanına alarak, yargıya da hakim olmasına
razı olmak demektir. Yargının, yürütmenin güdümüne sokulmasına razı olmak demektir.
Bir başka ifadeyle 12 Eylül’de Anayasa Değişiklik Paketi’ne “evet”
demek, ”Yargının da politikleşmesi“, yani hakimler ve savcılar
dahil, hiç kimsenin güvende olmaması demektir; tıpkı darbe
dönemlerinde olduğu gibi, binlerce kişinin sebepsiz tutuklanmaları, hatta bazılarından bir daha haber alınamaması demektir.
Demokrat Parti, Türkiye’nin “politik yargı” tehlikesinden korunması için “Hayır” diyecektir.
* Bu pakete “evet” demek, yetkileri artırılarak HSYK Başkanı sıfatıyla da Anayasa‘ya dahil edilen Adalet Bakanı’nın, bu sıfatı ile
yapacağı ya da yönlendireceği bir çok önemli işlemin, yargı denetiminden kaçırılmasına rıza göstermek demektir. Zira bu pakette,
HSYK’nın, sadece meslekten çıkarmaya ilişkin işlemlerinin yargı
67
denetimine açılması öngörülmekte, hakim ve savcılara ilişkin
diğer özlük ve disiplin işlemleri ise, yargı denetimi dışında tutulmaktadır.
Demokrat Parti, HSYK’nın hakim ve savcıların sadece meslekten
çıkarılmaları işlemlerinin değil, adalet üzerinde “Demokrasi Kılıcı”
gibi sallandırılan, özellikle son AKP iktidarı döneminde etkin bir
politik silah gibi kullanıldığı bilinen tüm diğer işlemlerinin de
yargı denetimine açılması gerektiğinden hareketle pakete “Hayır”
diyecektir.
* Bu pakete “evet” demek, HSYK’nın Adalet Bakanı’nın teftişine tabi
kılınmasını kabul etmek demektir. Zira, “hakim ve savcıların idari
görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlı oldukları”na ilişkin
Anayasa’nın 140/6.maddesi, bu paketle yürürlükten kaldırılmamakta ve aynen muhafaza edilmektedir. HSYK’nın idari bir organ
olması, dolayısıyla buradaki görevlerin de “idari görev” olmaları
nedeniyle HSYK üyesi olan birinci sınıf hakim ve savcıların, hem
HSYK, hem de adalet müfettişleri yoluyla denetimlerinin yolu
açılmış olmaktadır. Yani HSYK, fiilen Adalet Bakanı’nın teftişine
tabi hale gelmektedir. Çünkü, bilindiği gibi soruşturma ve benzeri
emirler sadece Adalet Bakanı tarafından verilebilmektedir ve
pakette de bunun aksi bir düzenleme bulunmamaktadır. Yani,
HSYK üyesi 10 adli ve idari yargı mensubu birinci sınıf hakim’in
mesleki gelecekleri, “soruşturmaya ilişkin tek yetkili olması nedeniyle Adalet Bakanı’nın iki dudağı arasından çıkacak talimata
bağlı kılınmaktadır. Böylesine bağımlı bir statüde göreve zorlanan
hakim ve savcıların bağımsızlığından söz etmek gerçekçi değildir.
* Bu pakette, “iktidara yakın bir yargı yaratmak” amacıyla
HSYK’nın Adalet Bakanlığı teftişine tabi bir kurul haline getirilmesi dahil, samimiyetten uzak, tuzaklarla dolu AKP düzenlemeleri vardır. Hakim ve savcılar hakkında soruşturma ve
inceleme işlemlerine ilişkin izinlerin bizzat Adalet Bakanı tarafından verilebilmesi demek, müfettişlerin doğrudan Adalet Bakanına
bağlı olmaları demektir.
* Bu itibarla tek yanlı olarak topluma dayatılan, Türkiye
Cumhuriyeti’ni bir “parti devleti”’ne dönüştürme arzu ve amacıyla
hazırlanmış olup, hak ve özgürlüklerin genişletilmesini yeterince
dikkate almayan bu Anayasa Değişikliğinin, Anayasa’nın 2. ve
dolayısıyla da 4. maddesine aykırı olduğunu değerlendiren
Demokrat Parti, teftiş ve benzeri uygulamaların tümüyle HSYK’ na
bırakılması gerektiğinden hareketle pakete “Hayır” diyecektir.
68
* Bu Anayasa değişiklik Paketi’nde, AKP’nin, mutlak iktidarına
engel olarak gördüğü yargıyı devre dışı bırakma arzu ve hedefi
vardır. “Güçler birliğine zemin yaratma” denemesi vardır.
Bir başka ifadeyle bu pakette, AKP’nin, “mutlak iktidar ve tek
adam hakimiyeti” amacına yönelik olarak, hukuk devleti ilkesi
gereği sınırlı olması gereken iktidarını, yargı denetimi dışına
çıkarmak niyet ve hedefi vardır.
* AKP iktidarının, “üstünlerin hukukundan, hukukun üstünlüğüne
geçişi sağlayacak değişiklikler içerdiğini iddia ettiği bu Paket’te,
iddia edildiğinin aksine, yani üstünlerin hukukundan, hukukun
üstünlüğüne değil, “dokunulmazların hukuk sistemine” geçiş arzu
ve amacı vardır.
* Bu pakette, yasamayı denetleyen ve “Yüce Divan” sıfatıyla
yargılama yapan Anayasa Mahkemesi ile Türkiye’de yargı
yapılanmasını oluşturan HSYK’nu “iktidar yanlısı yapma” ve
böylece yüksek yargıda da bir “AKP vesayeti” yaratma hedefi
vardır. Kaldı ki, Yüce Divan görevi yapan AYM’nde hukukçu olmayan üyelerin çokluğu, Yüce Divan’da yargılanacaklar için
vahim bir güvencesizlik olacaktır.
* Bu pakette, AYM’nin yarısından fazlasını hukukçu olmayan üyelerden oluşturmak suretiyle “gerçek bir yargı denetimi yapmaktan
uzaklaştırmak “ hedefi vardır.
* Bu pakette, AKP’nin ve özellikle Recep Tayip Erdoğan’ın,
muhtemelen kendilerini yargılayacak hakimleri bizzat belirleme
arzu ve hedefi vardır.
* Bir başka ifadeyle bu pakette, tıpkı 12 Eylül yönetiminin o çok
tartışılan Anayasa’nın geçici 15.maddesi marifetiyle yaptığının
aynısı olan “kendini koruma altına alma ihtiyacı ve çabası” vardır.
Yani, bu paket ile 12 Eylül darbecilerinin yargılanmalarını engelleyen ve göstermelik olarak şimdi kaldırılmak istenen geçici
15.madde arasında bir benzerlik, bir paralellik vardır.
* Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerinin yok sayıldığı
bu pakette, halkın bilgilendirilmesi sürecinin bilinçli bir şekilde
kısaltılması yanında, yapılan eleştirilere gösterilen hırçın, haksız
ve saldırgan tepkilerde de gözlendiği şekliyle sergilenen “darbeci
bir yaklaşım” vardır.
* Yargının ve halkın yargıya ilişkin sorunlarının çözümüne yönelik
69
hiçbir çözüm teklifi içermeyen bu pakette, 12 Eylül Anayasası’nın
“otoriter ana ruhu“nun değiştirilmemesinden başka, AKP’li Adalet
Bakanı’nın “Bağımsız yargı kötüdür, tarafsız yargı iyidir” özdeyişine (!) paralel olarak kendi yargısını ve kendi hukukunu oluşturmak isteyen bir AKP gölgesi vardır.
Demokrat Parti, “Siyasetin gölgesinde adalet olmaz” diyor.
Demokrat Parti, “O hak, o hukuk, o adalet bir gün size de lazım
olacak”, onun için bu pakete “Hayır” diyor.
Demokrat Parti, büyük bir kaygı ve üzüntü ile takip ettiği bu
gelişmelerin, Türkiye’yi “aydınlık yarınlara” değil, “Ortaçağ karanlığına” sürükleyebileceği tehdit ve tehlikesini de dikkate alarak
diyor ki:
* Demokrat Parti, meydanı, “Türkiye’nin temel değerleri” ile çatışmayı sürdürenlere bırakmayacaktır. İran ve Hamas’ın avukatlığına
soyunup “Ergenekon’un da savcısıyım” deyiverenlere bırakmayacaktır;
* Demokrat Parti, meydanı, “ülkesinin yargısını ve ordusunu,
fethedilmesi farz olan bir kale” gibi görenlere bırakmayacaktır.
* Demokrat Parti, yürütmenin tetikçisi hâkim ve savcılara da fırsat
ve aman vermeyecektir.
* Demokrat Parti, ordumuza savaş açmadan da demokrat olunabileceğini gösterecektir.
* Demokrat Parti, toplumu kendi ideolojilerine göre yeniden
biçimlendirmek arzu ve hedefiyle, 1923 Atatürk Cumhuriyeti’ni,
2010’larda “Cemaat Cumhuriyeti”ne dönüştürmek isteyenlere
geçit vermeyecektir.
* Demokrat Parti’nin hukuk devletinden anladığı bu değildir.
Hukuk, “herkesin tek ve son sığınağı”dır.
12 Eylül’de Nelere “Hayır”?
* Ülke bütünlüğünün tehlikede olduğu bir ortamda yapay
gündemler yaratarak milleti meşgul edenlere “Hayır” diyeceksiniz.
* Türkiye‘nin var olma savaşını oylayacak ve “laiklikle sorunlu”
AKP’ne “Hayır” diyeceksiniz.
70
* Cumhuriyetin
diyeceksiniz.
kurucu
felsefesinin
devamı
için
“Hayır”
* Yüce Milletimizin adalete inancının zedelenmemesi için “Hayır”
diyeceksiniz.
* Hakim ve Savcıların, iktidarın denetimine geçmemesi için
“Hayır” diyeceksiniz.
* Hukukun değil, iktidarın üstünlüğüne inanan AKP’ne “Hayır”
diyeceksiniz.
* Dokunulmazlıklarına dokundurtmayan
destekçilerine “Hayır” diyeceksiniz.
AKP
iktidarı
ve
* Sınır tanımayan AKP iktidarına “dur” demek için “Hayır”
diyeceksiniz.
* Din ve etnik köken üzerinden siyaset yapan AKP’ne “Hayır”
diyeceksiniz.
* “Deniz Feneri” davası ve sanıkları özel koruma altına alınırken,
Devlet’in müsteşarını, genel müdürünü ve en önemlisi hakim
ile savcısını, hiç sıkılmadan, bölücü terör örgütü mensuplarının
ayağına gönderen AKP‘ne “Hayır” diyeceksiniz.
* Devlet kadrolarının tarikat mensuplarıyla doldurulmasına
“Hayır” diyeceksiniz
* AKP’nin özel sözcüleri ya da yetkilileri gibi davranan vali ve kay
makamları, yeniden “devletin valisi”, “devletin kaymakamı” haline döndürmek için “Hayır” diyeceksiniz.
* İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, açlık diz boyu, Türkiye bölücü terör
tehdidi altında, AKP ise bu sorunlara çözüm bulacağına,
ağlaşıyor, mağdurları oynuyor ve en kötüsü bir de Türkiye’yi anlamsız, gereksiz ve gerçekte hiçbir soruna çözüm getirmeyen bir
referandum ile meşgul ediyor. Yazıktır, günahtır. Bu insafsızlığa
“Hayır” diyeceksiniz.
* AKP’nin zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ekonomik
politikalarına “Hayır” diyeceksiniz.
* AKP’nin gelir dağılımındaki adaletsizliğe seyirci kalmasına
“Hayır” diyeceksiniz.
71
* Halk iradesinin Meclis’e yansımasının önündeki en büyük
engellerden biri olan %10 barajı uygulamasına isyan edecek ve
AKP’nin “demokratikleşme” söylemindeki samimiyetsizlik nedeniyle “Hayır” diyeceksiniz.
* Kilit ve anahtar gibi birbirine bağlı ve bağımlı olan toplu iş
sözleşmesi ile grev ve lokavt hakları olmadan memurlar dahil
tüm çalışanlara “toplu iş sözleşmesi yapma hakkı” getirileceği
propagandası yapan AKP iktidarının samimiyetsizliğine “Hayır”
diyeceksiniz.
Kamuda sendikal örgütlenmenin önüne geçmek amacıyla uydurulmuş “sözleşmeli işçi ve sözleşmeli memur” haksızlığına
“Hayır” diyeceksiniz.
* Cumhuriyet kazanımları millet malının, “özelleştirme”
kandırmacısıyla yandaşlara “babalar gibi” peşkeş çekilmesine
“Hayır” diyeceksiniz.
* Tam 20 defa değiştirilerek AKP’nin istediği hale getirilen “Kamu
İhale Kanunu”nun da yardımıyla kamu ihalelerini çoğunlukla
hep aynı “badem bıyıklı”ların kazanmalarına “Hayır” diyeceksiniz. Büyük şehirlerin en değerli arazilerinin AKP yandaşlarına verilmesine “Hayır” diyeceksiniz.
* Hukuka aykırı dinlemelere “Hayır” diyeceksiniz. AKP’nin
muhalif basını susturma çabalarına göz yummayacaksınız;
yasaların emrine uyarak tarikatlar hakkında soruşturma başlattığı için tutuklanan Cumhuriyet savcılarını koruma altına alacaksınız; Tutukluluğunun cezaya ve infaza dönmesi haksızlığı
ve hukuksuzluğu karşısında susmayacaksınız; Ve AKP’nin
referanduma sunulan Anayasa Paketine “Hayır” diyeceksiniz.
* Siyasi Partiler Kanunu’nda özellikle parti içi demokrasiyi
sağlayacak değişiklikleri yapmadan, milletvekili dokunulmazlığını, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlamadan “demokratikleşme”den söz eden AKP’nin inandırıcılıktan uzak bu tutumuna
“Hayır” diyeceksiniz; ve en önemlisi, AKP’nin defalarca söz vermesine rağmen, bu Anayasa Değişikliği Paketi’ne de dahil
etmediği “dokunulmazlık” sonucu, “yüz kızartıcı suç işleyenlerin
sığınma evi” haline dönüşmüş olan Yüce Meclis’i bu utanç verici
konumdan kurtarmaya yönelik adımları atmayan AKP iktidarına
“Hayır” diyeceksiniz.
72
* YÖK’ü ele geçirdiği için artık gündemine almayan, böylece
üniversitelerin gerçek anlamda özerk, ilim-irfan yuvalarına
dönüşmelerine yönelik plan, proje ve projeksiyonları bir başka
bahara erteleyen, gerçek bir eğitim reformu yapacağına, milyonlarca gencin dershane önlerinde sürünmesine göz yuman
AKP duyarsızlığına ve insafsızlığına “Hayır” diyeceksiniz.
* AKP iktidarı ve yandaşları, “12 Eylül ile hesaplaşmak ve
darbeleri tarihe gömmek için evet” diye haykırıyorlar. 12 Eylül
ile hesaplaşmanın, Anayasa değişikliğine bağlı olmayıp,
demokrasi kültürünün gelişmişliği ile ilgili olduğunun bile
farkında değiller. Siz’ler de bu cehalete “Hayır” diyeceksiniz.
* Türkiye’de “sansür”ün kaldırılışının 102.yılında, hala 50 kadar
gazeteci cezaevinde yatarken, muhalif gazeteciler ise, okuyucunun haber alma hakkına doğrudan müdahale sonucunu doğuracak biçimde haber ve yorumları nedeniyle hapis tehdidi
altında görevlerini sürdürürlerken, ceza kanunu (27 madde) ile
Terörle Mücadele Kanunu’nda (özellikle teröristten önce basını
hedef alan ve basın ifade özgürlüğünü, kısıtlayan 6. ve 7. maddeler) yer alan bazı hükümler, gazetecilerin başında “Demokles
Kılıcı” gibi sallanırken, pişkince “12 Eylül ile hesaplaşıp
demokratikleşeceğiz” diyen AKP’ne “kırmızı kart” göstereceksiniz ve “Hayır” diyeceksiniz.
* Etkisiz ve çaresiz biçimde, kendi haline terk edilmiş olan yerel
medyayı da, elindeki vergi idaresini ekonomik bir silah gibi kullanarak susturmayı başarmış olan AKP’nin, uygulamada mevcut
olan ve adeta “sansür”ü yaşatan yasal düzenlemelerle yüzleşmeden “özgürlük” demesindeki çelişkiyi sorgulayacak ve
“daha fazla demokrasi” söylemindeki kamuoyunu yanıltmaya
yönelik “çakma demokrat”lığına “Hayır” diyeceksiniz.
* Demokrat Parti, hak ve özgürlüklerin kullanılmalarının esas,
sınırlandırılmalarının istisna olduğu, uzlaşma sonucu hazırlanmış, eşitlikçi ve özgürlükçü, demokratik bir Anayasa talebinde
ısrarcıdır. Bu itibarla da 12 Eylül Anayasası’nın devamı niteliğindeki AKP Anayasa Değişiklik Paketine “Hayır” diyecektir.
* Demokrat Parti, uzlaşmadan uzak, dayatma ile millete kabul
ettirilmek istenen, üstelik hiçbir kişi, kurum ya da kuruluş için
“yenilik” ya da “iyileştirme” içermeyen bu AKP Anayasa’sına
“Hayır” diyecektir. Siyasi kutuplaşmaya “Hayır” diyecektir.
73
* 13 Eylül sabahı, laiklik karşıtı eylemlerin, yani irticanın, yani
gericiliğin odağı olduğu, bizzat Anayasa Mahkemesi tarafından
1/10 oy çokluğu ile kararlaştırılmış olan AKP’den kurtulma
ümidiyle uyanabilmek için “Hayır” demelisiniz.
* Terör inisiyatif almış, azmış durumda. Her gün şehit cenazeleri
kaldırılıyor. Gözyaşı, öfke had safhada. Yurdun muhtelif
köşelerinde “kalkışma” provaları yapılıyor. Kayıtsız-şartsız bir
“milli mutabakat”a ihtiyaç var. Ama AKP ve Başbakan,
Türkiye’nin en deneyimli siyasi partilerin başında yer alan 65
yıllık Demokrat Parti ile görüşmeye gerek duymuyor. İşte bu aymazlığa, bu sorumsuzluğa “Hayır” diyeceksiniz.
* Demokrasiyi, özgürlükleri yok etmek için bir araç gibi kullanmak
isteyenlere “Hayır” diyeceksiniz.
* AKP’nin gizli hedeflerine “Hayır” diyeceksiniz. Böylece,
AKP’nin “siyasi darbe teşebbüsü”nün “milli irade duvarı”na
çarparak engellenmesini sağlamış olacaksınız.
* Habur sınır kapısındaki görüntüleri hazmedemiyorsanız,
teröristleri kızdırmamak uğruna, Habur’da kurulan “orta oyunu
çadırı” benzerinde, Türk Bayrağı ile Atatürk resimlerinin indirilmesini içinize sindiremiyorsanız ve teröristlerin adeta kahramanlar gibi karşılanmaları kanınıza dokunuyorsa, ”Hayır”
diyeceksiniz.
* Atatürk Havalimanı’nda apronda “deve” kesenlere ve bu
komediye göz yumanlara “Hayır” diyeceksiniz.
* “Başına çuval geçirilen asker utancı”na “Hayır” diyeceksiniz.
* Türkiye Cumhuriyetin’nin yeniden “tekke ve zaviye”lerle dolarak
“şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar” ülkesi olmasını istemiyorsanız “Hayır” demelisiniz.
* Atatürk’ün başkentinde, Arap Krallarını, Şeyhlerini, ayaklarına
kadar giderek, kaldıkları otel odalarında ziyaret ederek,
”mahiyette görüntü veren” Cumhurbaşkanı ve Başbakan istemiyorsanız, ”teröristin ayak dibinde bir başbakan resmi”nden
hicap duyuyorsanız “Hayır” demelisiniz.
* “Hakimlerin iktidarı”ndan şikayet edip, gerçekte, “iktidarın
hakimleri”ni yaratmak isteyenlere “Hayır” diyeceksiniz.
* Sosyal devlet ilkesinin arkasına saklanarak, fukaralığı ve
74
çaresizliği, devletin valileri, kaymakamları ve diğer görevliler
eliyle dağıtılan sadakalar vasıtasiyle oya çevirmek isteyenlere
“Hayır” diyeceksiniz.
* “Yetki bende, asarım da keserim de” zihniyetine “Hayır”
diyeceksiniz.
* Mücahit olarak gelip, müteahhit olanlara; Harun gibi gelip,
Karun’laşanlara “Hayır” diyeceksiniz.
* Siyasete, siyaset dışı müdahalelerin de etkisiyle giderek
derinleşen siyasal ve toplumsal kutuplaşma ve kurumlar arası
çatışma. Kısacası, “yönetemeyen demokrasi” ve “adalet üretemeyen yargı”, yasama ve yürütmenin tek elde toplandığı,
yargıya da hâkim olma çabalarının ön plana çıktığı, başta
medya olmak üzere hiçbir muhalif-baskı grubuna tahammül
gösterilmeyen bir “başbakanlık sistemi’’... Varılan bu noktadan
memnun iseniz “evet”, değilseniz “Hayır” demelisiniz.
* ‘’Parti disiplini’’ adı altında ‘’lider sultasına teslim olduğu için
denetleme görevini yerine getiremeyen bir meclise ve yerlerde
sürünen parlamenter demokrasiye razı iseniz “evet”, değilseniz
“Hayır” demelisiniz.
* Ve ‘’modernleşme-demokratikleşme avazeleri arasında ‘’sivil
vesayet’’ tehlikesi...’ne;
Ve Leyla Şahin davasında ret kararı veren Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne kızıp, “Bu konuda ulema karar vermelidir” diyebilen bir başbakan…’a ;
Halen Anayasa Mahkemesine ait olan “siyasi partileri kapatma”
yetkisini, T.B.M.M.’ne devredelim demek suretiyle “kuvvetler
ayrılığı” prensibini çiğnemeye hazır ve istekli olduğunu açıkça
ve fütursuzca ifade edebilen bir başbakan…’a razı iseniz, “evet”,
değilseniz “Hayır” demelisiniz.
* O Başbakan ki, “Hem laik, hem Müslüman olunmaz” diyen,
Danıştay’ı ideolojik kararlar vermekle suçlayan, Anayasa
Mahkemesi’ne ateş püsküren, Yargıtay’dan söz ederken “Ciğerimiz yanıyor” diyen, ülkeyi kendi keyfine göre yönetmesine
engel ne varsa yakıp yıkmak isteyen... Dahası var, şehitlere
“kelle” diyen o Başbakan ki, son olarak köşe yazarlarını “patronun kulu kölesi” olarak gördüğünü itiraf etmiştir.
Aynı Sayın Başbakan, içeriği belirsiz “açılımlar”a karşı çıkanlara
75
“vampir”, erken seçim isteyenlere “hain”, millet malının yok pahasına yandaşlara peşkeş çekilmesine karşı çıkanlara “sermaye
ırkçısı”, Davos’u eleştirenlere “hazımsız, şizofren tipler”, hak mücadelesi veren tekel işçilerine “yetim hakkı yemeye çalışan hortumcular” diyen, askere, “askerlik yan gelip yatma yeri değildir”
diye çıkışan, sendikaları “yalancılıkla”, “Deniz feneri” diyenleri
“iftiracılıkla” suçlayan, Yargıtay telefonlarının dinlenmesine
karşı çıkanları “kirli senaristler”, AB’ye karşı çıkanları “vizyonsuz, cahil” diye damgalayan, “Cibilliyetsiz, ananı al da git, densiz, ahlaksız, beyinsiz, soytarı ve benzeri “vasıfsız” ifadeleri
kullanmayı alışkanlık haline getirmiş olan kişidir.
Ve bu kişi, Cumhurbaşkanı’na karşı çıkanları, babasının çiftliğinden kovarcasına “Beğenmiyorsan çek git bu memleketten” diye
azarlayan, “tuuu, yuhhh, kanı bozuk” bağrışmaları arasında, intikam çığırtkanlığı yapanlarla, 87 yıllık Cumhuriyet’imizin temel
değerlerine saldıranlara kol-kanat geren kişidir.
Ve de bu kişi, maalesef 8 yıldır bu ülkenin Başbakanıdır. Kendi
kontrolünde, özgür olmayan bir basın isteyen, köşe yazarlarını
hizaya getirmek amacıyla patronlarına şikâyet eden “tek parti
yönetimi” rüyaları gören de O’dur, yüz kırk iki yaşındaki Danıştay’a, katsayıya ilişkin kararı eleştirerek, ‘’Ben imam hatipliyim
diye mi o kararı verdiniz‘’ diyen de odur... Böylesine bir
başbakanı hak ettiğinizi, uygun bulduğunuzu, Türkiye
Cumhuriyeti’ne yakışır olarak niteleyebileceğinizi düşünüyorsanız “evet”, aksi takdirde “Hayır” demelisiniz.
* Kısacası Recep Tayip Erdoğan’dan yorulduysanız “Hayır”
diyeceksiniz.
* Yargıyı denetimi altına almak isteyen bir yürütme…istiyorsanız;
Alenen çiğnenen yasaları ile kanayan, yaralı bir demokrasi…
istiyorsanız;
Her an dinlenme paranoyası, korku ve güvensizliğin hâkim
olduğu tepkisiz bir toplum…olarak yaşamayı içinize sindirebiliyorsanız…”evet” diyeceksiniz. Aksi halde “Hayır” demelisiniz.
* ‘’Hâkimin vicdanı ile cüzdanı arasında sıkıştığını ifade eden;
“HSYK’ya parlamento tarafından üye seçilmesi, bu kurumun
siyasallaşmasına neden olacak” diyen, “Yapılmak istenen
düzenlemelerle yürütme yargıyı daha da kuşatma altına almak
76
istemektedir” diyen, ‘’Yüksek yargıda yangın var, ateş bacayı
sardı, baskı altındayız’’ diye feryat eden Yargıtay Başkanları…
“Hükümet kendi yargısını yaratacak. Hükümet R.T.Ü.K benzeri
bir H.S.Y.K oluşturmak istiyor” diyen bir YARSAV Başkanı...
’Yargı siyasallaştırılmakta, hukuk hukuksuzlaştırılmakta,
hukuksuzluk ise hukukileştirilmeye çalışılmaktadır’’ diyen İstanbul Barosu Başkanlığı...
Öte yandan, ‘’Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı, asimetrik
psikolojik harekât var, askerin morali bozuk, tehdit altındayız’’
diye şikâyetini dile getiren bir Genelkurmay Başkanı…görmeye
devam diyorsanız “evet”, aksi halde “Hayır” demelisiniz.
* Şemdinli, Habur, Erzincan-Erzurum ve İstanbul-Silivri arasına
sıkışmış, tepkisiz bir Türkiye… ‘de;
Değer yargılarının alt üst edildiği, haksızlığın olağan hale
geldiği, bu yüzden de güçlü olanın haklı sayıldığı bir ülke haline
gelmiş olan Türkiye…’de;
Anayasa Mahkemesi’nin 10’a 1 kararı ile ‘’laiklik karşıtı
eylemlerin odağı olduğu’’ tespit edilen bir parti tarafından
yönetilen bir ülkede;
Eli kanlı teröristlerin ayağına giderek, Habur’da kurdurduğu ortaoyunu çadırında hukuka dokuz takla attırmak suretiyle devlet
onurunu ayaklar altına alanlar tarafından yönetilen;
Başsavcıya telefonla hukuk dışı müdahale edip, talimat vermeye
kalkan ‘’Saygıdeğer” (!) politikacılar tarafından yönetilen;
‘’Bana suikast yapılmak istendi’’ diye televizyonlarda ağlayan,
‘’devletin tehdit önceliklerinin değiştirilmesi suretiyle irticanın
iç tehdit olmaktan çıkarılacağını’’ iddia eden, o anda riyasetteki
Meclis Başkan Vekili’nin çalışma odasını ‘’basmak’’ suretiyle
T.B.M.M’nin manevi şahsiyetine hakaret etmekten çekinmeyen,
siyaseti ‘’tuu,’’ ‘’şeyini şey ettiğimin şeyi’’ seviyesine düşüren;
‘’kansızlar’’ diye alçakça bir nitelendirmeyi reva gördükleri,
kendilerine göre, yüce milletimizin ‘’onlar’’ bölümünü fişlediklerini itiraf edenlerce yönetilen;
“Anayasa’dan ‘Türk’ sözcüğü çıkarılmalıdır’’ demek gafletinde
bulunanlarca yönetilen;
77
Bu kaotik ortamı ‘’ülkenin kutlu yürüyüşü’’ olarak niteleyenlerce
yönetilen;
Hukukun üstünlüğüne değil, iktidarın üstünlüğüne inananlarca
yönetilen…
bir Türkiye’de yaşamaya devam etmek istiyorsanız “evet” diyeceksiniz. Aksi taktirde “HAYIR” demelisiniz.
* …Ve nihayet vatan müdafaasını emanet ettiğimiz ve binlerce
evladımızı teslim ettiğimiz silahlı kuvvetlerimizi adeta düşman
olarak görenlerce yönetilen, yalnız ve güzel ülkem… Türkiye !..
…Ve Kanun-u Esasi’nin üzerinden yüz otuz dört yıl geçmesine
rağmen, hala “yeni bir anayasa” arayışındaki Türkiye... Tamam
mı, devam mı? Evet mi, “Hayır” mı ?..
12 Eylül Referandumunda “Evet” Derseniz...
* 1982 Anayasası’nın “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi
edilemez” maddelerinin, yani, “Türkiye Cumhuriyeti’nin
demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliklerinin
birer birer değiştirilmeye çalışılacağı” tehdit ve tehlikesine
karşı, başvuracak yüce bir makam bulamayabileceksiniz.
* Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine uygun olarak getirilen
“Eğitim Birliği Esası”nın yok edilerek, “cumhuriyet düşmanı nesiller yetiştirilmesi” tehlikesi karşısında ses çıkaramayacaksınız.
* Türkiye’nin başkanlık sistemine geçip, “tek adam
cumhuriyeti”ne dönüştürülmesini engelleyemeyeceğiniz gibi,
“Ortak Türk kimliği” in yok oluşuna da, elinizden hiçbir şey
gelmeksizin, sadece üzülerek şahit olacaksınız.
* Tıpkı bir çok kamu kurum ve kuruluşunda açıkça görüldüğü
gibi, özellikle ordudan, yargıdan ve üniversitelerden tüm
Atatürk’çü, milliyetçi, liberal ve tabii ki çağdaş düşünceye ve
yapıya sahip görevliler tasfiye edilecekler ve yerlerine dünya
görüşleri bilinen, genellikle çağdaş kavram ve uygulamalara yabancı “badem bıyıklı”lar getirilecektir. Ardından da, türban
serbestisi ve içki yasağı ile başlayacak uygulamalar gelecek ve
siz’ler de, hiçbir şekilde müdahale gücü ya da imkanına sahip
olmaksızın, bu vahim tablonun sadece birer seyircisi olacaksınız
78
(İran’da da “Molla Rejimi”, sözde demokratlar başta olmak üzere,
laik solcular, sağcılar, hatta mütedeyyin -samimi- Müslümanların destekleriyle iktidara gelmişti).
12 Eylül referandumu, Türkiye için bir dönüm noktasıdır. Ya,
“çağdaş bir yönetim”le, demokrasiyi özümsemiş, benimsemiş,
dünyada oynanan oyunun kurallarına vakıf , laik vatanperverlerle Büyük Atatürk’ün gösterdiği “muasır medeniyetler seviyesi”ne ulaşma çabamızı sürdüreceğiz; ya da üçüncü sınıf bir
Ortadoğu ülkesi olarak kalmaya razı olacağız.
Bu itibarla Türkiye’nin, “demokratik, laik sosyal bir hıkuk devleti” olarak varlığını sürdürmesinden yana olanlar, hiç tereddütsüz “Hayır” demelidirler.
* Ve nihayet, Roma Hukukundan kaynaklanan bir kural olan ve
tüm demokratik Batı dünyasınca benimsenmiş ve uygulanmakta olan “Benzerler oylanır, farklılar farklı oylanır” kuralını
hiçe sayarak, 12 Eylül’de birbiriyle ilgisi olmayan maddelerden
oluşan bir Paket’i referanduma sunmak suretiyle “milli irade”yi
hiçe sayan AKP zihniyetine “Hayır” demelisiniz.
* Tek Adam’a, yani Recep Tayyip Erdoğan’a “Yeter, söz benimdir”
diyebilmek için “Hayır” demelisiniz.
* Kısaca, Tayyip Bey Cumhuriyeti tehlikesine “Hayır” demelisiniz
12 Eylül Pazar gününün, Türkiye’nin Kara Pazar’ı olmaması için
“Hayır”...
“Hayır”da hayır vardır…
79
4. Bölüm
DP’nin Anayasa Taslak Metni
Yüce Divan Yetkisinin Yargıtay’a
Verilmesini Öngörüyoruz
Demokrat Parti Tarafından Hazırlanan Anayasa Değişikliği
Hakkındaki “Taslak Metin”e İlişkin Not:
Madde-1. Siyasi partilerin mali denetimleri Sayıştay’a veriliyor.
- Anayasa Mahkemesi’nde siyasi parti kapatma davasının açılması, Yargıtay Ceza Dairelerinden oluşturulacak bir Kurulun iznine bağlanıyor.
- Bir siyasi partinin temelli kapatılması, Anayasa Mahkemesi
Genel Kurulu’nun 4/5 oyuna bağlanıyor.
- Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle
sebep olanlar için halen 5 yıl olarak uygulanan siyaset yasağı, 3
yıla düşürülüyor.
Madde-2. Hâkimler ve savcıları denetlemekle görevli Adalet
Müfettişleri Kurulu HSYK’na bağlanıyor.
Madde-3. Anayasa Mahkemesi Genel Kurul ve iki daire halinde
çalışmak üzere 17 üyeden oluşturuluyor.
Üyelerin;
- 7’si Yargıtay, 4’ü Danıştay, 1’i Sayıştay Genel Kurulları’nca,
- 2’si üniversitelerarası kurul tarafından,
- 2’si Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulunca,
80
Üye tam sayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla doğrudan,
- 1 üyesi ise, kamuda en az 20 yıl hizmeti olup bunun 10 yılı
Anayasa Mahkemesinde raportörlükte geçmiş olanlar arasından
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nca, üye tam sayısının salt
çoğunluğu ve gizli oyla,
Seçilmeleri öngörülüyor.
Madde - 4. Anayasa Mahkemesi üyelik süresi 12 yılla sınırlandırılıyor, yaş haddinden önce görev süresi bitenlerin asli kurumlarına dönmeleri esası getiriliyor.
Madde - 5. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı
tanınıyor.
Madde - 6. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun bir başkan ve
on iki üye ile toplanması ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla
karar vermesi hükmü getiriliyor.
- Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin iki daire şeklinde teşkilatlanması, her dairenin bir başkan ve altı üye ile toplanması ve salt
çoğunlukla karar vermesi planlanıyor.
-Anayasa değişikliklerinin denetimi, iptal ve itiraz davaları ile
siyasi parti kapatma davaları, doğrudan Genel Kurul tarafından,
bireysel başvurular ise, daireler tarafından karara bağlanıyor.
-Anayasa değişikliklerinde iptale karar verilebilmesi, toplantıya
katılanların 3/5’inin oyuna, siyasî parti davalarında, kapatılmaya
ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmaya karar verilebilmesi
ise, Genel Kurul üye tam sayısının 4/5’inin oyuna bağlanıyor.
Madde - 7 .Yargıtay’ın halen HSYK tarafından seçilen üyelerinin,
birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından, kendi Genel
Kurulu’nca, ilk iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü, üçüncü
oylamada ise, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla
seçilmeleri hükmü getiriliyor.
Madde - 8. Danıştay’ın, halen dörtte üçü birinci sınıfa ayrılmış
idari yargı hâkim ve savcıları arasından HSYK tarafından, dörtte
biri ise, üst kademe yöneticileri arasından Cumhurbaşkanınca
doğrudan seçilen üyelerinin; dörtte üçünün, birinci sınıf idarî
yargı hâkim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından,
dörtte birinin ise, nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından Danıştay Genel Kurulunca ilk iki oylamada üye tamsayısının
81
beşte üçü, üçüncü oylamada ise, üye tamsayısının salt çoğunluğu
ile ve gizli oyla seçilmeleri hükmü getiriliyor.
Madde - 9. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı
yeniden oluşturuluyor;
- Adalet Bakanı ve Müsteşarı HSYK’ndan çıkarılıyor.
- HSYK’nın 7 asıl 5 yedek olan üye sayısı, 21 asıl 6 yedek üyeye
yükseltiliyor ve Kurul’un üç daire şeklinde çalışması planlanıyor.
Buna göre;
- Kurulun 21 asıl, 6 yedek üyesinden;
- 9 asıl ve 2 yedek üye, Yargıtay Genel Kurulunca,
- 6 asıl ve 2 yedek üye, Danıştay Genel Kurulunca kendi üyeleri
arasından,
- 4 asıl ve 1 yedek üye birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve
savcıları arasından Yargıtay Genel Kurulunca,
- 2 asıl 1 yedek üye birinci sınıfa ayrılmış idarî yargı hâkim ve
savcıları arasından Danıştay Genel Kurulunca, üye tam sayısının
beşte üç çoğunluğu ile ve gizli oyla seçiliyor. İlk iki oylamalarda
beşte üç çoğunluk sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada salt
çoğunlukla doğrudan seçiliyor.
- Asıl ve yedek üyelerin, 4 yıllık dönemler halinde ve en çok 8 yıl
görev yapmaları öngörülüyor.
- HSYK Genel Kurulu’nun bir Başkan yirmi üye ile toplanması ve
üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar vermesi, meslekten
ihraç kararlarının ise, üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile
alınması esası getiriliyor.
- Genel Kurul, sicil ve disiplin işlerine karşı itirazları karara
bağlıyor. Bugünkü uygulamanın aksine, HSYK’nun tüm kararları
yargı denetimine tabi tutuluyor.
- Başkan ve başkan vekillerinin, HSYK Genel Kurulu’nca
seçilmeleri planlanıyor.
- Halen Adalet Bakanlığının görevleri arasında bulunan adlî ve
idarî yargı hâkim ve savcı adaylarının sınav ve eğitimlerini yapmak görevi de HSYK’na veriliyor.
82
- Halen Adalet Bakanlığına bağlı olan Adalet Akademisi ve Adli
Tıp Kurumu da HSYK’ya bağlanıyor.
Madde - 10. Yüce Divan yetkisinin Anayasa Mahkemesi’nden alınarak, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı’nın Başkanlığında,
Yargıtay’ın beş ceza dairesi başkanı ile ceza dairelerinden seçilecek birer üyeden oluşturulacak Kurul’a, Temyiz yetkisinin ise,
Yargıtay Başkanının Başkanlığında, Yüce Divan üyeleri dışında
kalan üyelerin katılacağı Ceza Genel Kurulu’na verilmesi
öngörülüyor.
Yüce Divanda yargılanacaklar arasına TBMM Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları da dâhil ediliyor.
83
T.C. Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesine ve Bir Madde Eklenmesine Dair
Demokrat Parti Tarafından Hazırlanan
Taslak Metin
Madde - 1 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasa’sının 69. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Siyasî Partilerin Uyacakları Esaslar:
Madde 69.- Siyasî partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve
çalışmaları demokratik hukuk devleti ilkelerine uygun olur. Bu
ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir.
Siyasî partiler, ticarî faaliyetlere girişemezler.
Siyasî partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması
gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Siyasi partilerin mali denetimi Sayıştay tarafından yapılır. Sayıştay’ca siyasî
partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık
halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. Sayıştay’ın
bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir.
Siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine, Yargıtay Başkanının
Başkanlığında; Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulunca Yüce
Divan üyesi olmayan üyeleri arasından seçeceği onsekiz üyeden
oluşturulacak Komisyonun üye tam sayısının beşte dört çoğunluğu ve gizli oyla vereceği izin üzerine açılır ve Anayasa
Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır. Komisyonun kararları, yargı denetimi dışındadır. İzin talebinin Yargıtay’a ulaşmasından itibaren otuz gün içinde Komisyon oluşturulur ve kararını izin
talebinin Yargıtay’a ulaşmasından itibaren en geç altmış gün
içinde verir.
Bir siyasî partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine
aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu
nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa
Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir. Bir siyasî
parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde
işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan
84
veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük
Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan
doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği
takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır. Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözler, Mecliste ileri sürülen düşünceler ile
idarenin eylem ve işlemleri, odaklaşmanın tespitinde gözetilemez.
Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki fıkralara göre kapatma yerine,
dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin Devlet
yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar
verebilir.
Bir siyasî partinin kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep
olan kurucuları dâhil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin kapatmaya
ilişkin kesin kararının Resmî Gazetede gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak üç yıl süreyle bir başka partinin kurucusu,
üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar.
Yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzelkişilerden maddî yardım alan
siyasî partiler kapatılır.
Siyasî partilerin kuruluş ve çalışmaları, denetlenmeleri, kapatılmaları ya da Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun
bırakılmaları ile siyasî partilerin ve adayların seçim harcamaları
ve usulleri yukarıdaki esaslar çerçevesinde kanunla düzenlenir.”
Madde - 2 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 144. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Hâkim ve Savcıların Denetimi:
Madde 144 - Hâkim ve savcıların görevlerini hukuka uygun olarak
yapıp yapmadıklarını denetleme, görevlerinden dolayı veya
görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin
sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kuruluna bağlı adalet müfettişleri tarafından yapılır.
Adalet müfettişleri Yüksek Kurul tarafından atanır ve kurul
halinde görev yapar.
85
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak
olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabilir.”
Madde - 3 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 146. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu:
Madde 146 - Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden oluşur
Yedi üye Yargıtay, dört üye Danıştay, bir üye de Sayıştay genel kurullarınca en az üç yıl üyelik görevinde bulunmak ve elli yaşını
doldurmuş olmak şartıyla kendi başkan ve üyeleri arasından üye
tam sayılarının salt çoğunluğu ve gizli oyuyla seçilir.
İki üye Üniversitelerarası Kurulun üniversitelerin anayasa hukuku,
kamu hukuku veya siyaset bilimi alanında çalışan ve öğretim
üyeliğinde 20 yılını tamamlamış ve elli yaşını doldurmuş profesörleri arasından üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli
oyla, iki üye Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu’nca en az 20 yıl
avukatlık yapmış ve elli yaşını doldurmuş avukatlardan üye tam
sayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla, bir üye elli yaşını doldurmuş ve kamuda en az 20 yıl hizmeti olup bunun 10 yılı Anayasa
Mahkemesinde raportörlükte geçmiş olanlar arasından Anayasa
Mahkemesince üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli
oyla seçilir.
Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tamsayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir başkan ve iki başkanvekili seçer. Bu seçimlerde toplantı yetersayısı en az onikidir. İlk
turda seçilme için yeterli oyun sağlamaması durumunda en çok
oy alan iki aday arasında oylama yapılır. Bu oylamada en çok oy
alan aday seçilmiş olur. Başkan ve Başkanvekilleri en fazla iki kez
seçilebilir.
Anayasa Mahkemesi üyeleri, aslî görevleri dışında resmî veya
özel hiçbir görev alamazlar.”
Madde - 4 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 147. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
86
“Üyeliğin Sona Ermesi:
Madde 147 - Anayasa Mahkemesi üyeleri bir defaya mahsus
olmak üzere ve oniki yıl için seçilirler ve altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Yaş haddinden önce görev süreleri
bitenler asli kurumlarına dönerler.
Anayasa Mahkemesi üyeliği, bir üyenin hâkimlik mesleğinden
çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi halinde
kendiliğinden; görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla kesin olarak anlaşılması halinde
de, Anayasa Mahkemesi Genel Kurul üye tamsayısının salt
çoğunluğunun kararı ile sona erer.”
Madde - 5 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 148. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Görev ve Yetkileri:
Madde 148 - Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün ve
Anayasa değişikliklerinin Anayasaya şekil ve esas bakımından
uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar.
Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın,
öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil
bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük
Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun
yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil
bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri
sürülemez.
Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği savıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir.
Başvuruda bulunabilmek için kanun yollarının tüketilmiş olması
gerekir.
Bireysel başvurusunun gerekçesinde, ihlâl edildiği ileri sürülen
temel hak ile ihlâle neden olan işlem, eylem veya ihmal belirtilir.
87
Bireysel başvuru ile ilgili başvurunun dinlenebilirlik şartları,
Anayasa Mahkemesi içinde oluşturulacak ön inceleme komisyonlarının ve dairelerin kuruluş ve yetkileri ile daire kararlarının
sonuçlarına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine
getirir.”
Madde - 6 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın 149. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Çalışma ve Yargılama Usulü:
Madde 149 - Anayasa Mahkemesi, Genel Kurul ve iki daire şeklinde çalışır. Her daire bir başkan ve altı üye ile toplanır ve salt
çoğunlukla karar verir. Anayasa Mahkemesi Başkanı Genel Kurulun, başkanvekilleri de dairelerin başkanlıklarını yürütür. Genel
Kurul bir başkan ve oniki üye ile toplanır ve üye tamsayısının salt
çoğunluğuyla karar verir.
Anayasa değişikliklerinin denetimi ile iptal ve itiraz davaları ile
siyasi parti kapatma davaları doğrudan Genel Kurul tarafından
görülür. Genel Kurul, daireler arasındaki yorum farklılıklarını
giderir.
Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılması dava edilen kanunun yürütülmesini durdurmaz. Anayasa Mahkemesi kanunun
uygulaması halinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğması ve kanunun açıkça hukuka aykırı olması hallerinin birlikte
gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilir.
Anayasa değişikliklerinde iptale karar verilebilmesi için toplantıya katılanların beşte üçünün ve siyasî parti davalarında kapatılmaya ya da devlet yardımından yoksun bırakılmaya karar
verilebilmesi için Genel Kurul üye tam sayısının beşte dördünün
oyu şarttır.
Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince
öncelikle incelenip karara bağlanır.
Anayasa Mahkemesi önüne gelen işleri dosya üzerinde inceler.
Ancak, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek
üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve siyasî
88
partilerin temelli kapatılması veya kapatılmasına ilişkin
davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler.
Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ve yargılama usulleri kanunla;
mahkemenin çalışma esasları ve üyeleri arasındaki işbölümü
kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir.”
Madde - 7 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 154. maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre
ile başarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren
nitelikleri yitirmemiş adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile
bu meslekten sayılanlar arasından Yargıtay Genel Kurulunca ilk
iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü ve üçüncü oylamada üye
tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir.”
Madde - 8 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 155. maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Danıştay üyeleri, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre
ile başarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren
nitelikleri yitirmemiş idari yargı hakim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Danıştay Genel Kurulunca ilk iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü ve üçüncü oylamada üye
tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir”
Madde - 9 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 159. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu:
Madde 159- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmibir asıl ve
6 yedek üyeden oluşur ve üç daire halinde çalışır. Asıl ve yedek
üyeler Genel Kurul şeklinde toplanır.
89
Dokuz asıl ve iki yedek üye Yargıtay Genel Kurulunca, altı asıl ve
iki yedek üye Danıştay Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından,
dört asıl ve bir yedek üye birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim
ve savcıları arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl bir yedek
üye birinci sınıfa ayrılmış idarî yargı hâkim ve savcıları arasından
Danıştay Genel Kurulunca; üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu
ile ve gizli oyla seçilir. İlk iki oylamalarda beşte üç çoğunluk
sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada salt çoğunluk aranır.
Asıl ve yedek üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler
yeniden seçilebilir. Ancak bir üye sekiz yıldan fazla görev yapamaz.
Daireler “Atama, Nakil Ve Yetkilendirme”, “Terfi, Sicil Ve Disiplin
İşleri” İle “Denetim, Soruşturma Ve Ceza İşleri” olmak üzere teşkilatlandırılır. Daireler yedi kişi ile toplanır ve salt çoğunlukla karar
verir. Karara çekimser kalınmaz, karşı oy gerekçeli yazılır.
Yüksek Kurul Genel Kurulu, Yargıtay ve Danıştay üyeliğinden asıl
üyeliğe seçilenler arasından bir başkan seçer. Yüksek Kurulun
yönetimi ve temsili Yüksek Kurul Başkanına aittir. Yüksek Kurul
Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz.
Yüksek Kurul Genel Kurulu asıl üyeler arasından üç daire başkanı
seçer. Daire başkanlarından biri, Yüksek Kurul Başkanı tarafından
Yüksek Kurul Başkan Vekili olarak görevlendirilir.
Genel Kurulu bir başkan ve yirmi üye ile toplanır, üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar verir. Genel Kurul, sicil ve disiplin işlerine karşı itirazları karara bağlar. Meslekten ihraç kararları
toplam üye tam sayısının üçte ikisi ile alınır. Dairelerin itiraz
edilmeyen kararları ile itiraz üzerine verilen kararlar yargı denetimine tabidir. Bu kararlar aleyhine açılacak davalar ilk derece
mahkemesi olarak Danıştay’da görülür.
Yüksek Kurulun asıl ve yedek üyeleri, görevlerinin devamı
süresince başka görev alamazlar. Görev süresi dolan üyeler eski
görevlerine dönerler.
Yüksek Kurul; adlî ve idarî yargı hâkim ve savcı adaylarının sınav
ve eğitimlerini yapma, mesleğe kabul etme, atama ve nakletme,
geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro
dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında
karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlem-
90
lerini yapar. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir
hâkimin veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini
karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.
Adalet Bakanlığının merkez kuruluşunda geçici veya sürekli
olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıların muvafakatlerini alarak
atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.
Yüksek Kurul Başkanı Yüksek Kurulunun ilk toplantısında onaya
sunulmak üzere, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
hizmetin aksamaması için hâkim ve savcıları geçici yetki ile
görevlendirebilir.
Adalet Akademisi ve Adli Tıp Kurumu Yüksek Kurulun bağlı kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlarla ilgili atama yetkisi Yüksek Kurula aittir. Yüksek Kurul atama yetkisini devredebilir.
Dairelerin oluşumu ve iş bölümü, çalışma usul ve esasları, karar
ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve inceleme usulleri ile
Yüksek Kurulun Sekretarya hizmetlerini yürütecek Genel
Sekreterliğin kuruluş, yetki ve görevleri kanunla düzenlenir.“
Madde - 10 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasına aşağıdaki madde eklenmiştir.
“Yüce Divan:
Ek Madde - 1 Yüce Divan, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanının
Başkanlığında Yargıtay’ın beş Ceza Dairesi Başkanı ile her ceza
dairesinden Yargıtay Genel Kurulunca üye tam sayısının salt
çoğunluğu ile seçilecek birer üyeden oluşur.
Yüce Divan, Cumhurbaşkanını, TBMM Başkanını Bakanlar Kurulu
üyelerini, Genelkurmay Başkanını, kuvvet komutanlarını,
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay Başkan ve üyeleri ile
Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı vekilini, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan
dolayı yargılar.
Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya
Cumhuriyet Başsavcı vekili yapar.
91
Yüce Divan kararlarına karşı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna itiraz
edilebilir. Ceza Genel Kuruluna Yargıtay Başkanı Başkanlık eder.
Yüce Divan sıfatıyla yargılamaya katılan başkan ve üyeler temyiz
incelemesine katılamazlar.
Bu Kurulun kararları kesindir.”
Madde 11 - Bu Kanun, Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte
yürürlüğe girer.
Genel Gerekçe
Hukukun üstün tutularak, yaşamın her alanında egemen kılınmasının olmazsa olmaz koşulu, yargı erkinin görevini yaparken
bağımsız, yansız ve bu işlevi doğrudan yerine getiren yargı mensuplarının güvenceli olmalarıdır. Bunu sağlamanın yolu, yargı
erkinin, diğer iki erkten, yani yasama ve yürütme erklerinin etki
alanından uzak tutulması, bu iki erkin alt ya da üst derecesinde
değil, ancak eşiti bir konumda bulunması ile mümkün olduğunun
net bir biçimde algılanmasıdır.
Anayasanın yüksek yargı ile ilgili maddelerinde yapılması
düşünülen değişikliklerde yargı erkinin diğer iki erkin etki alanından uzaklaştırılması ve bağımsızlaştırılması ilke alınmıştır.
Örneğin Anayasa Mahkemesine ve HSYK’ya Yasama Organından
üye seçilmemelidir.
Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi yeniden yapılandırılırken
üyelerinin büyük çoğunluğunun yüksek yargı organlarının kendi
Başkan ve üyeleri içinden ve bu organların genel kurullarınca
doğrudan seçilmesi yöntemi benimsenmelidir.
HSYK başkan ve üyeleri ise bu çerçevede tamamen yargı mensuplarından oluşturulmalıdır.
Bu düşünceden hareketle Anayasa Mahkemesi yargı bağımsızlığı
ilkesi çerçevesinde yeniden yapılandırılmakta görev ve yetkileri
yeniden düzenlenmektedir.
Buna göre;
Anayasa Mahkemesi’nin temel görevi, yasama organının kimi
92
işlemlerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesi'nin asli işi olmayan dava türleri başka
mahkemelere verilmektedir.
Anayasa Mahkemesi, bugünkü yapısı itibariyle ceza yargılaması
yapmaya yeterli değildir. Üyeler arasında ceza yargılaması yapmayanlar olduğu gibi hâkim sınıfından olmayan üyeler de bulunmaktadır. Ceza hukukçusu olmayan üyelerin ceza yargılaması
yapması yanlıştır. Mevzuatımızda yargı birliği ilkesinden sapmanın en önemli örneğini Yüce Divan müessesesi oluşturmaktadır. Çağımızda ceza hukuku, diğer hukuk dallarından ayrı,
hukuk kavramlarını kendi amacına göre tanımlayan özerk bir dal
haline gelmiştir. Yargıtay'ın yıllardan beri baktığı davaların nitelikleri ve sayıları, Yargıtay üyelerinin yetişme biçimleri ile donanımları nazara alındığında Yüce Divan görevinin, yargılama
birliğinin bir gereği olarak, yargılanacak kişiler bakımından oluşturacağı hukuksal güvence de dikkate alınmak suretiyle Yargıtay
Ceza Genel Kurulu Başkanının Başkanlığında beş ceza dairesi
başkanı ile ceza Dairelerinden seçilecek birer üyeden oluşan Kurula, Temyiz yetkisinin ise, Yargıtay Başkanının başkanlığında
Yargıtay Ceza Genel Kuruluna(Yüce Divan üyelerinin girmediği
Kurula) verilmesi yargı birliği ilkesinin bir gereğidir.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, Anayasa
Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek
İdare Mahkemesi Başkan ve üyeleri, Başsavcıları, Cumhuriyet
Başsavcı Vekili, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay
Başkan ve üyeleri görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanmaktadırlar. Bugüne kadar yürürlükte olan
Anayasalarımızda unutulmuş olduğu düşünülen TBMM Başkanı
ve Genel Kurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının da Yüce Divanda yargılanacak olanlar arasına alınması hukuki bir boşluğu
ortadan kaldırmıştır.
Partilerin mali denetimi gibi teknik ve yargılama içermeyen bir
konu ile Yüksek Mahkemenin meşgul edilmesi kesinlikle yerinde
bir yöntem değildir. Bu nedenle siyasi partilerin mali denetimi
Sayıştay’a bırakılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin üye sayısı, herkese bireysel başvuru
hakkı tanınması nedeniyle onyediye çıkarılmıştır. Anayasa
Mahkemesi üyelerinin görev süresi oniki yılla sınırlandırılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin hâlihazırdaki tekli organizasyon yapısı
93
değiştirilerek Mahkemenin iki daireye şeklinde çalışması
öngörülmüştür.
Anayasa yargısında “yürürlüğün durdurulması” kurumunun
Anayasal düzenlemeye kavuşturulmasına yönelik düzenleme getirilmektedir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesinin içti hadi
yoldan sahiplendiği yürürlüğün durdurulması yetkisini 1995 yılından bu yana kullanmakta olduğu dikkate alındığında uygulama
açısından yenilik doğurucu nitelikte bir öneri değildir. Söz konusu
öneri sadece sürüp gelmekte olan uygulamanın anayasal düzenlemeyle tahkim edilmesi anlamınadır.
Tasarıda siyasi partilerin kapatılması yeni esasa bağlanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının dava açmasından önce Yargıtay Ceza Daireleri üyelerinden oluşturulacak bir kurulundan izin
alması koşulu getirilmektedir. Bu önemli bir yeniliktir.
Hukuk devletinin, kuvvetler ayrılığının, insan haklarının en
önemli güvencesi ve adil yargılamanın vazgeçilmez koşulu Yargı
bağımsızlığıdır. Yargıcın tarafsız ve bağımsız karar vermesi, her
şeyden önce yargının kurumsal olarak yürütme ve yasamadan
bağımsız olmasına bağlıdır. Bağımsız bir yargının temel öğesi sistemin, siyasal iktidarların yargıyı etkilemesini önleyecek
güvenceler içermesidir.
Demokrasiyle yönetilen devletler bu güvenceyi anayasal düzenlemelerle ve siyasal iktidardan bağımsız, çoğunluğu ya da tümü
yargıçlardan oluşan kurullar oluşturarak sağlamışlardır
Yargının gerçekten bağımsız olması, “yargı bağımsızdır, hâkimler
sadece vicdanlarına ve yasaya, hukuka göre karar verirler” gibi
ifadelerin yasalarda yer alması ile olmaz. Asıl bağımsızlık
yargının mali ve idari bakımdan bağımsızlığına bağlıdır.
Bunu sağlamanın en önemli koşullarından biri hâkim ve
savcıların bağımsızlığının bir Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunca garanti altına alınması, diğeri yargıçların ve savcıların atanmaları ve meslekte ilerlemeleri ile aylık, ödenek ve diğer özlük
haklarının hükümet dışındaki merciler tarafından yapılmasıdır.
Anayasamızın 159. maddesinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yetkileri düzenlenmektedir. Buna göre Kurul 7
üyeden oluşmaktadır. Kurul’un Başkanı Adalet Bakanı, Bakanlık
Müsteşarı da doğal üyesidir. Diğer 5 üyeyi Cumhurbaşkanı, Yargı-
94
tay ve Danıştay’ın gösterecekleri adaylar arasından seçmektedir.
Kurul’un görevleri arasında Yargıtay’a ve Danıştay’a üye seçme,
yargıç ve savcıları atama, nakletme, disiplin cezası verme,
görevden uzaklaştırma işlemleri bulunmaktadır.
HSYK yargı bağımsızlığının anahtarı niteliğindedir. O nedenle her
şeyden önce kendisinin bağımsız olması gerekir. Ancak HSYK
iddia edildiği gibi bağımsız değildir. Hatta bazı çevrelerin ısrarla
belirttikleri gibi de kendi başına buyruk hiç değildir.
Bir kere, HSYK kendi başkanını seçme olanağından yoksundur.
Kurul Başkanı Anayasa gereği Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanı’nın
Kurul’a üye olması, bazı ülkelerde de görülen bir durumdur. Ama
o ülkelerde bizde olduğu gibi bakanın hiçbir konuda yargıya müdahalesi söz konusu değildir. Bizde Bakan’ın başkanlığına ek
olarak, Müsteşar’ının da üye olması, kurul üzerinde yürütmenin
etkisini güçlü bir biçimde duyurmaktadır.
Kurul 7 kişi ile toplanmak zorundadır. Bakan toplantıya katılmadığı takdirde Yargıtay’dan seçilen yedek üye Bakanın yerine
toplantıya katılabilmektedir. Buna karşılık Müsteşarın toplantıya
katılmadığı takdirde yerine katılacak yedeği de yoktur. Bu bakımdan Kurul Müsteşar katılmadan toplanamamaktadır. Aslında
HSYK’nın görevleri Bakan’ın ve Müsteşar’ın bulunmasını gerektirecek nitelikte görevler değildir. Bakanın ve Müsteşarın HSYK’ya
dahil edilmesindeki amaç, yürütme ile işbirliği ise, bu başka yollardan da sağlanabilir. Bunun için Bakanın Kurul Başkanı olmasına gerek yoktur.
HSYK’nın bağımsızlığı açısından büyük sakıncalar taşıyan önemli
bir husus da Anayasanın 159. maddesinde yer almaktadır.
Bu maddede Adalet Bakanlığının merkez kuruluşunda geçici veya
sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıların muvafakatlerini
alarak atama yetkisi Adalet Bakanına verilmiştir. Bundan daha
önemlisi, yorumu herkese göre değişkenlik gösteren
“gecikmesinde sakınca bulunan hallerde” hizmetin aksamaması
için Adalet Bakanının hakim ve savcıları geçici yetki ile
görevlendirmesidir.
Bu hükümler Yürütme organı temsilcisi olan Adalet Bakanı
tarafından verilen yetki dahilinde yargı bağımsızlığını zedeler şekilde uygulanmaktadır.
95
HSYK’nın bağımsızlığı açısından sakıncalı başka bir husus da,
2461 sayılı HSYK Yasasının “Kurul Adalet Bakanlığı’nda toplanır.
Kurulun işleri Adalet Bakanlığı’nca yürütülür” yolundaki hükmüdür. Bunun sonucunda HSYK’nın ayrı bir binası, ayrı bir
bütçesi ve sekretaryası bulunmamaktadır. Kurul, Adalet Bakanlığı
içinde, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir birimi halinde çalışmakta,
iş ve işlemleri Bakanlık memurlarınca yürütülmektedir.
Görev alanına giren işleri doğrudan yürütemeyen, Bakan ve
Müsteşar istemediği takdirde ya da müsteşar katılmadığı takdirde
toplanamayan, verdiği kararları izleme olanağından yoksun,
kararları yargı denetimine kapalı bir kurulun bağımsızlığından
söz edilemez. Ve bu şekilde düzenlemeler var olduğu sürece yargı
bağımsızlığı hiçbir zaman sağlanamaz.
Sistem, 12 Eylül Anayasası ile yargının aleyhine işletildi. Yani
yargı bağımsızlığı ileri gideceğine geri götürüldü. Oysa 1961
Anayasasındaki eski Yüksek Hakimler Kurulu, Yüksek Savcılar
Kurulu şimdikinden çok daha ileri seviyedeydi. Adalet Bakanı,
Yüksek Hâkimler Kurulu toplantılarına katılabilir, oylamaya katılamazdı. Bugün Kurulun Başkanı Adalet Bakanı oy hakkına da
sahiptir. Adalet Bakanı isterse bir hâkim hakkında da dinletebilmektedir.
Eğer bugün gerçekten kuvvetler ayrılığı ilkesi ve buna bağlı yargı
bağımsızlığı söz konusu olacaksa bağımsız bir yargı sistemi kurulması gerekmektedir.
Avrupa Konseyi’ne bağlı “Avrupa Yargıçları Danışsal Konseyi”
2001 yılında kabul ettiği kararlarda, Avrupa’da çok değişik sistemlerin bulunduğunu belirterek iki öğe üzerinde önemle durmaktadır. Bunlar, yargıçların atama ve terfilerinin nesnel ölçütlere
bağlanması ve bunun yürütmeden bağımsız bir organ tarafından
yapılması, diğeri, bu organın büyük bir bölümünün yargıçlardan
oluşması ve bunların demokratik bir biçimde öteki yargıçlar
tarafından seçilmesidir.
Bizde yargı bağımsızlığını tam olarak hakim kılabilmek için
HSYK’yı yargı bağımsızlığının gerektirdiği yeni bir yapıya ve işleyişe kavuşturacak düzenlemelerin bir an önce yapılması zorunludur. HSYK’daki düzenleme bu düşünceyle yapılmıştır.
Bunun için “yargı” tamamen yürütmeden ayrılmış, HSYK yürütmenin dışında tutulmuştur. Teftiş Kurulu, Adalet Akademisi ve
96
Adli Tıp HSYK’ya bağlanmış, sekretarya hizmetleri HSYK’ın
bünyesine alınmıştır.
Kurul tıpkı Yüksek Mahkemeler gibi İdari ve Mali açıdan özerk
hale getirilmiş, üyeleri Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarınca
kendi üyeleri arasından doğrudan ve birinci sınıfa ayrılmış ve
Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kazanmış hakim
ve savcılar arasından ilgisine göre Yargıtay ve Danıştay genel kurularlıca doğrudan seçilmeleri öngörülmüştür.
Cumhurbaşkanı bugün devleti temsil eden bir yüce makamdır,
ama sonuç itibariyle aynı zamanda Bakanlar Kuruluna da Başkanlık edebilmektedir. Bu nedenle yürütmenin müdahalesi anlamına
gelecek Cumhurbaşkanının doğrudan ya da gösterilen adaylar
arasından üye seçmesi sistemi terk edilmiştir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adlî ve idarî yargı hâkim ve
savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki
verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma,
meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme,
disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapmakla görevli ve yetkili bulunduğundan, her biri 7 üyeden oluşan
üç Daire halinde örgütlenmesi öngörülmektedir.
Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Kararlarının yargı denetimine
tabi tutulması yönünde düzenleme yapılmıştır. Yüksek kurul
kararlarının yargı denetimine tabi tutulmasının gerekliliği
Anayasa mahkemesi kararlarıyla ortaya konulmuştur.
Bilindiği üzere, yönetimin hukuka bağlılığını sağlamada en etkili
yol, etkili yargısal denetimdir. Yönetimin eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolunun açık olduğu Anayasanın 125.maddesinde vurgulanarak, hukuk devletinin zorunlu öğelerinden birine vurgu
yapılmıştır.
Yargı yolu, hiçbir neden ve biçimle kısıtlanamaz. Ancak, yönetimin yargısal denetimi, yargının kendiliğinden hareket ederek
yönetimi denetlemesi ve yönetimin yerine geçerek yönetsel
eylem ve işlemler kurması demek değildir. Yürütme ve yönetme
yetki ve görevi, Anayasa ve yasalara göre hükümetler tarafından
kullanılır ve yerine getirilir. Yargı denetimi, bu görev ve yetkinin
"Anayasaya ve yasalara göre kullanılmasını ve yerine getirilmesini " sağlamak, yönetimi "hukuk düzeni" içinde tutmak için
gereklidir. Yönetimin hukuka bağlılığını yargısal denetimle sağla-
97
mak, hukuk devletinin zorunlu gereği ve insan haklarının
güvencesidir. Anayasada Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik
hukuk devleti niteliği vurgulanırken, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmıştır. Çünkü yargı
denetimi, hukuk devletinin "olmazsa olmaz" koşuludur.
Anayasanın 125.maddesinde yer alan "İdarenin her türlü eylem
ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır" denilmesine karşın, gerek
bu maddenin değişik fıkralarında gerekse diğer ilgili maddelerde
bu temel ilkeye önemli sınırlamalar getirilerek idari yargının,
yargısal denetimini özenle kısıtlama yoluna gidilmiştir. Bu
bağlamda almış olduğu kararları incelenemeyecek, başka bir deyimle idari yargı denetiminden geçmeyecek kurum kurumların
başında HSYK gelmektedir.
Mevcut Anayasada yer alan HSYK ile ilgili hüküm, yargı denetimini ortadan kaldırmakta, hâkimleri hukuksal güvenceden yoksun bırakmaktadır. Mevcut düzenlemenin gerekçesinde,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkan ve Üyelerinin yüksek
dereceli hâkimlerden seçilmiş olması nedeniyle alacakları kararların idarî yargının denetimine tabi tutmakta yarar ve gerek olmayacağı öne sürülmüştür.
Oysa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, sadece yüksek yargı
tarafından seçilen üyelerinden oluşmamaktadır. Adalet Bakanı ve
Adalet Bakanlığı Müsteşarı da Kurulun üyesidir. Ayrıca idarî nitelikte bir kuruluşun yüksek dereceli yargı üyelerinden oluşması
kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmasını gerektirmez. Zira
bu kararların niteliğine bakıldığında kararların bir yargı kararı olmadığını, aksine idari nitelikte olduğu görülür.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun idarî bir organ ve kararlarının da idarî karar olduğu kuruluşu ile ilgili yasama belgelerinde, öğretide, kazaî kararlarda ve özellikle Anayasa
Mahkemesinin 15.5.1963 günlü, Esas: 1963/169, Karar: 1963/113
sayılı kararında kuşkuya yer vermeyecek kesinlikte belirtilmiştir.
1961 Anayasasının 144. maddesinin değiştirilmesinden önce Yüksek Hâkimler Kurulu kararlarına karşı açılan davalara Danıştay'ca
bakılmıştır. Anayasada yapılan bu değişiklik, Kurulun ve aldığı
kararın idarî niteliğini değiştirmemiş, 1961 Anayasasının 1488
sayılı Kanunla değiştirilen 143. maddesi hükmü de kurulun ve
aldığı kararların idarî niteliğini daha da belirgin hale sokmuştur.
Gerçekten 1488 sayılı Yasa değişikliğinden önce Adalet Bakanına,
sadece kurulun toplantılarına katılma hakkı verilmişken 143.
98
maddede yapılan değişiklikle gerekli gördüğü hallerde Kurula
başkanlık etmek yetkisi tanınmıştır. Bugün de durum bundan çok
farklı değildir. Hatta Bakan Anayasa gereği Kurul Başkanıdır. Bir
yürütme görevlisinin Mahkemeye başkanlık etmesi düşünülemeyeceğinden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yargısal bir
kurul, kararlarını da yargısal bir karar saymak olanaksızdır.
Hâkimi yargı yoluna başvurma hakkından yoksun olan bir devlette, bireylerin hukuksal güvenceye sahip olduğu savunulamaz.
Şikâyete uğrayan veya denetim nedeniyle hakkında soruşturma
açılan hâkim, Hâkimler ve Savcılar Kurulu kararıyla meslekten
çıkarılabilecek, fakat hâkim, bu karara karşı yargı yerine başvuramayacaktır. Bunun hukukla bağdaşır bir yönü yoktur. Bu nedenlerle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararlarına karşı
yargı yoluna başvurulamaması hukuk devleti ilkesine ters düşen
bir durumdur.
Anayasa Mahkemesi 1976/43 sayılı kararında Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun kararlarına karşı yargı denetimini engelleyen kuralın, Anayasanın hukuk devleti İlkesine aykırı
olduğuna karar vermiştir.
Bu nedenle Anayasa değişikliklerinde HSYK’nın istisnasız tüm
kararlarının yargı denetimine açılması yönünde düzenleme
yapılmıştır.
Ancak Kurul kararlarını yargı denetimine taşımadan önce kimi
kararlara örneğin sicil ve disiplin kararlarına itiraz hakkı tanınmıştır. İtirazları inceleme yetkisi HSYK Kuruluna verilmiştir. Bu
Kurulunca verilen kararlara karşı idari dava açma süresi içinde
iptal davası açılabilecektir.
HSYK’nın disiplin ve sicil işlemleri dışında diğer tüm tasarrufları
doğrudan iptal davasına konu edilmiştir. İptal davaları bu konuda
ihtisaslaşmış bulunan Danıştay’ın yargılama dairelerinden birine
verilmiş. Kararların İdari Dava Daireleri Kurulunda temyiz
edilmesi öngörülmüştür.
Madde Gerekçeleri
Madde 1. Siyası partinin mali denetiminin Sayıştay’a verilmesi
öngörülmekte, Sayıştay’ın bu denetim sonucunda vereceği
kararın kesin olduğu açıklanmaktadır.
99
Siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davaların, Venedik Komisyonu olarak bilinen ve Avrupa Konseyinin danışma organı olan
Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonun Cumhuriyet
Başsavcısının parti kapatma davası açma yetkisinin bir tür
demokratik kontrole tabi tutulacağı bir sistemin getirilmesi
tavsiyesine uygun olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının
talebi üzerine, Yargıtay Ceza Dairelerinden oluşturulacak bir Kurulun iznine bağlanmakta, siyası parti kapatılması yetkisinin,
Anayasa Mahkemesinin iki daire şeklinde çalışmasının
öngörülmüş olması sebebiyle Anayasa Mahkemesi Genel Kuruluna verilmesi hükme bağlanmaktadır.
Bir siyasi partinin temelli kapatılması Anayasa Mahkemesi Genel
Kurulu’nun 4/5 oyuna bağlanarak demokrasinin vazgeçilmezlerinden olan siyasi partilerin kapatılmaları zorlaştırılmaktadır.
Bu düzenleme ile siyasi partilerin Anayasanın 68. Maddesinin
dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden dolayı temelli
kapatılması hükmü muhafaza edilmekte, ancak, bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebep olanlar
için halen 5 yıl olarak uygulanan siyaset yasağı, 3 yıla
düşürülüyor.
Madde 2. Hâkimler ve Savcıları denetlemekle görevli Adliye
Müfettişlerinin Kurula bağlanması öngörülmektedir.
Madde 3. Anayasa Mahkemesinin Genel Kurul ve iki daire halinde
çalışmak üzere 17 üyeden oluşması hükme bağlanmaktadır.
Üyelerin, 7’si Yargıtay, 4’ü Danıştay, 1’i Sayıştay Genel Kurulları’nca, 2’si üniversitelerarası kurul tarafından, 2’si Türkiye
Barolar Birliği Genel Kurulunca üye tam sayısının salt çoğunluğu
ve gizli oyla doğrudan, 1 üyesi ise, kamuda en az 20 yıl hizmeti
olup bunun 10 yılı Anayasa Mahkemesinde raportörlükte geçmiş
olanlar arasından Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nca, üye tam
sayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla, seçilmeleri öngörülüyor.
Bu yapılanmada hukuk eğitimine ağırlık verilmiş, enaz 50 yaş
sınırı getirilmiş, kamu hizmetinde uzunca bir süre bulunmuş
olmak şartları aranmıştır.
Başkan ve iki başkan vekilinin dört yıl süre ile Genel Kurul tarafından seçilmesi hükmü getirilmiş, ikinci kez seçilebilmeye olanak
tanınmıştır.
100
Madde 4. Anayasa Mahkemesi üyeliği 12 yılla sınırlandırılmıştır.
65 yaşına gelenlerin emekliye ayrılmaları öngörülmüştür.
Madde 5. Anayasa Mahkemesinin görevleri yeniden düzenlenmiş,
Yüce Divan yetkisi Yargıtay’a verilmiş, herkese bireysel başvuru
hakkı tanınmıştır.
Madde 6. Anayasa Mahkemesinin Genel Kurul ve iki daire şeklinde çalışmasının öngörülmüş olması nedeniyle, her dairenin bir
başkan altı üye ile toplanması ve salt çoğunlukla karar vermesi
hükmü getirilmiştir. Genel kurulun oniki üye ile toplanıp salt
çoğunlukla karar vermesi öngörülmüştür.
Bugüne kadar Anayasa Mahkemesi içtihadı ile uygulanmakta
olan iptal davasına konu kanunun yürütmesinin durdurulmasına
karar verilmesi, bir anayasa kuralı haline getirilmiş, kanunun
uygulaması halinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğması ve kanunun açıkça hukuka aykırı olması hallerinin birlikte
gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verilebileceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa değişiklikleri, iptal ve itiraz davaları ile siyasi parti kapatma davalarının genel kurulda görüşülmesi, anayasa değişikliğinin toplantıya katılanların 5/3’ünün, siyasi parti kapatmalarda
ise genel kurul toplantı nisabının 5/4’ünün oyunun şart olduğu
hükme bağlanmıştır.
Madde 7. Yargıtay’ın halen HSYK tarafından seçilen üyelerinin,
birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından, kendi Genel
Kurulu’nca, ilk iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü, üçüncü
oylamada ise, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla
seçilmeleri hükmü getirilmektedir.
Madde 8. Danıştay’ın, halen dörtte üçü birinci sınıfa ayrılmış idari
yargı hâkim ve savcıları arasından HSYK tarafından, dörtte biri
ise, üst kademe yöneticileri arasından Cumhurbaşkanınca doğrudan seçilen üyelerinin; dörtte üçünün, birinci sınıf idarî yargı
hâkim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından, dörtte
birinin ise, nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından
Danıştay Genel Kurulunca ilk iki oylamada üye tamsayısının
beşte üçü, üçüncü oylamada ise, üye tamsayısının salt çoğunluğu
ile ve gizli oyla seçilmeleri hükmü bağlanmaktadır.
Madde 9. Avrupa Konseyi’ne bağlı “Avrupa Yargıçları Danışma
101
Konseyi”nin 2001 yılında kabul ettiği kararlarında belirttiği
yargıçların atama ve terfilerinin nesnel ölçütlere bağlanması ve
bunun yürütmeden bağımsız bir organ tarafından yapılması, bu
organın büyük bir bölümünün yargıçlardan oluşması ve bunların
demokratik bir biçimde öteki yargıçlar tarafından seçilmesi” ilkesine uygun olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı
yeniden oluşturulmaktadır. Kurulun üç daire şeklinde görev yapması düşünüldüğünden seçilmiş asil üye sayısı beş ten yirmibire
yükseltilmiş, yürütme organının temsilcileri bakan ve müsteşarın
kurulla ilişkileri kesilmiştir.
Kurulun 21 asıl, 6 yedek üyesinin tamamen yargı mensupları
arasından seçilmesi kuralı getirilmektedir. Buna göre;
- Dokuz asıl ve iki yedek üye Yargıtay Genel Kurulunca,
- Altı asıl ve iki yedek üye Danıştay Genel Kurulunca kendi üyeleri
arasından,
- Dört asıl ve bir yedek üye birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim
ve savcıları arasından Yargıtay Genel Kurulunca,
- İki asıl bir yedek üye birinci sınıfa ayrılmış idarî yargı hâkim ve
savcıları arasından Danıştay Genel Kurulunca,
Doğrudan seçilmeleri,
Ayrıca asıl ve yedek üyelerin dört yıl için seçilecekleri, süresi biten
üyelerin yeniden seçilebilecekleri, ancak 8 yıldan fazla görev yapamayacakları,
Yüksek Kurul Genel Kurulunun bir başkan yirmi üye ile
toplanacağı ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar vereceği, Yüksek Kurul Başkanının Yargıtay ve Danıştay üyelerinden
asıl üyeliğe seçilenler arasından seçileceği, Yüksek Kurul Genel
Kurulunun, sicil ve disiplin işlerine karşı itirazları karara bağlayacağı, meslekten ihraç kararlarının üye tam sayısının üçte ikisi ile
alınacağı öngörülmektedir.
Bu düzenleme ile getirilen en önemli yeniliklerden biri; Yüksek
Kurul kararlarının tümünüm idari yargı denetimine tabi tutulmasının öngörülmesidir. Açılacak davalarda ilk derece
mahkemesi
olarak
Danıştay’ın
yargılama
daireleri
görevlendirilmiştir. Temyiz incelemesi ise Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulunda görülecektir.
102
Getirilen yeniliklerden ikincisi, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine
yapılacak seçimlerin Yüksek Kurulun görevleri arasından alınarak
Yargıtay ve Danıştay genel Kurullarına verilmesidir. Yüksek Kurul
bundan böyle Yargıtay ve Danıştay’a üye seçmeyecek, bundan
önce de olduğu gibi, adli ve idari yargı hakimlerinin mesleğe
alınma, eğitim, tüm sicil, disiplin, terfi ve diğer özlük işlerini
yürütecektir.
Madde 10. Yüce Divan yetkisinin Anayasa Mahkemesinden alınarak Yargıtay’ın beş Ceza Dairesi Başkanı ile her ceza dairesinden seçilecek birer üyeden oluşacak bir Kurula verilmesi ve bu
Kurulun verdiği kararların Yargıtay Ceza Genel Kurulunda temyizen incelenmesi hükme bağlanmakta, ayrıca Yüce Divanda
yargılanacaklar arasına TBMM Başkanı, Genelkurmay Başkanı,
kuvvet komutanlarının dahil edilmesi öngörülmektedir.
Madde 11. Kanunun yürürlüğünü göstermektedir.
Download