RTE’nin, “Anayasa Paketi”ne Sakladığı Gizli Gündemi RTE’nin, “Anayasa Paketi”ne Sakladığı Gizli Gündemi Prof.Dr. Necdet Basa DEMOKRAT PARTİ Yayınları RTE’nin, “Anayasa Paketi”ne Sakladığı Gizli Gündemi Yazan Prof.Dr. Necdet Basa Hazırlayan Demokrat Parti Demokratik Kitle Örgütleri, Meslek Kuruluşları ve İnsan Hakları Uygulamaları Başkanlığı Yayınlayan Demokrat Parti Basın ve Propaganda Başkanlığı Adres Demokrat Parti Genel Merkezi Akay Caddesi No:16 Kızılay/Ankara Tel: 0312. 444 19 46 0312. 416 86 00 Faks: 0312. 416 86 83 web: www.dp.org.tr e-mail: dp@dp.org.tr Bilgisayar Uygulama Özlem Aksüt Çakır Kapak Tasarım Süleyman Perol 1. Baskı Ağustos 2010 2. Baskı Ağustos 2010 Baskı Binay Matbaacılık / İstanbul Tel: 0212.612 93 37 e-mail: binay1000@yahoo.com İÇİNDEKİLER 1. Bölüm / Referandumda Niçin “Hayır” Diyoruz Türkiye, “Güçler Ayrılığı”ndan “Güçler Birliği”ne Kaydırılıyor Anayasa metni, bu haliyle halkoyuna sunulamaz Anayasa Paketi, AKP dayatmasıdır Anayasa Mahkemesi, göstermelik düzeltme yaptı AYM, gerekçesi hazır olmayan bir karar açıkladı Bu anayasa, “siyasilerin yarınları” için hazırlandı Siyasetin girdiği mahkemeden, adalet kaçar Siyasi iktidar, HSYK’ya hâkim olmak istiyor 2. Bölüm / AKP Anayasa Paketi’nin Değerlendirilmesi AKP, Dün ile Bugünü Kavga Ettirmek İstiyor AKP’nin tek amacı, AYM ve HSYK’yı ele geçirmek Kutsal “savunma hakkı” zedeleniyor “Toplu Sözleşme” için de tuzaklar kurdular İşçinin hak aramasına sınırlama getiriliyor Partisi kapatılan milletvekili görevi sürdürecek Ordu mensuplarına da “gözdağı” veriliyor Hukuk devleti, savunmasız hale getiriliyor Yüce Divan kararlarına “temyiz”, yine unutuldu Yargıya, Adalet Bakanı hükmedecek 3. Bölüm / “Yeter! Söz Milletindir” Denilecek Gün 12 Eylül 2010 Referandumu Türkiye İçin Dönüm Noktası Hak aramak, tehlikeye girecek 12 Eylül’de Nelere “Hayır”? 12 Eylül Referandumunda “Evet” Derseniz... 4. Bölüm / DP’nin Anayasa Taslak Metni Yüce Divan Yetkisinin Yargıtay’a Verilmesini Öngörüyoruz 9 10 12 16 18 22 25 27 31 32 36 41 42 44 46 48 50 52 59 60 69 77 79 1. Bölüm Referandumda Niçin “Hayır” Diyoruz Türkiye, “Güçler Ayrılığı”ndan “Güçler Birliği”ne Kaydırılıyor T ürkiye Cumhuriyeti, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan ve hukukun üstünlüğü temelli bir çatı altında örgütlenmiş olan “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”. Hukuk devletinin olmazsa olmazı, yürütmenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olmasıdır. Yargının “olmazsa olmaz”ı da, mahkemelerin tam anlamı ile “bağımsızlığı ve tarafsızlığı”dır. Bağımsız yargının olmadığı bir yerde, hukuk devletinden ya da hukukun üstünlüğünden söz etmek mümkün değildir. Hukukun üstünlüğü derken kastedilen, sadece “yasaların üstünlüğü” değil, “hukukçular ya da yargıçlar devleti” hiç değildir. Kastedilen, “hukuka saygı ve bağlılık”tır. Üstünlük, demokratik hukuk devleti çerçevesinde, anayasa ve yasalardadır. Bugün Türkiye’de, hukuk devletinin tüm kurum ve kuralları ile geçerli olduğunu, uygulamaların tümüyle yasalara uygun olduğunu söylemek, maalesef çok zordur. “Herkes hukukun üstünlüğüne saygılı olmalıdır” derken, ülkemizde adeta bir “üstünlerin hukuku” nun oluşturulmak istendiğine ilişkin haklı kuşkular ve endişeler vardır. Siyasi bir bunalımın tüm işaretlerini taşıyan bu istenmeyen duruma, demokrasiyi tehdit boyutlarına ulaşmış olan kurumlar arasında mevcut yıkıcı kavganın da dahil edilmesi halinde, kısaca ‘’devlet krizi’’ne dönüşme eğilimi gösteren “demokrasi veya rejim krizi” teşhisi koymak, giderek kaçınılmaz hale gelmektedir. Türkiye, çok engebeli geçiş dönemleri yaşamıştır. Genel bir 10 demokrasi sorunumuzun olduğu da doğrudur; ama, geleceğe yönelik tehdit, hiç bu kadar vahim boyutlara ulaşmamıştır. Hem devlet içindeki çeşitli kurumlar, hem de kurumlar içindeki gruplar karşı karşıya. Kıran kırana, yok edici bir mücadele sürmektedir. ‘’Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebir ve şiddet ile yıkmaya teşebbüs etmek’’, ‘’cebren ıskat (devirme) ve anayasal düzene karşı eyleme girişmek” gibi “vahim” suçlamalar, adeta sıradanlaşmıştır. Temel değerler konusunda ciddi olarak ayrıştırılıyoruz. Kim olduğumuz sorusuna ortak cevap vermede zorlanır olduk. ‘’Kurucu felsefe’’ ile çatışıp, temel değerlerini ayaklar altında çiğneyen, dinin istismarı veya siyasallaştırılmasının da etkisi ile ortak paydalar üzerinde uzlaşamayan toplumların geleceklerinin ‘’karanlık’’ olacağını bir türlü görmek istemiyoruz, göremiyoruz. Bu tür toplumların her türlü provokasyona açık hale gelerek, dahili ve harici bedhahların saldırılarına maruz kalacaklarını hesaplayamıyoruz. Anayasa metni, bu haliyle halkoyuna sunulamaz S on yıllarda artan biçimde, 87 yıllık cumhuriyetimize meydan okuma var, cumhuriyetle hesaplaşma arzu ve teşebbüsü var. Ve en vahimi ve üzücü olanı, ‘’kalplerde nefret birikiyor’’. Türkiye Cumhuriyeti, belki ilk defa ‘’bekaa sorunu’’ ile karşı karşıyadır. Varılan nokta şudur: * ‘’Parti disiplini’’ adı altında ‘’lider sultası”na teslim olduğu için denetleme görevini yerine getiremeyen bir meclis ve işlemeyen parlamenter demokrasimiz… * Alenen çiğnenen yasaları ile kanayan, yaralı bir demokrasi… * Her an dinlenme paranoyası, korku ve güvensizliğin hâkim olduğu tepkisiz bir toplum… * Ve bir tarafta “yargı reformu” yaptığını iddia eden AKP 11 iktidarı, diğer tarafta ise, “zaman aşımı” nedeniyle her yıl işlemden kaldırılan 400 bin dosya… * Vatandaşı ile “davalı” olmak hususunda dünya şampiyonu bir “Devlet”… * Siyaset dışı müdahalelerin de etkisiyle giderek derinleşen siyasal ve toplumsal kutuplaşma ve kurumlar arası çatışma… * “Yönetemeyen demokrasi” ve “adalet üretemeyen yargı”… * Yasama ve yürütmenin tek elde toplandığı, yargıya da hâkim olma çabalarının ön plana çıktığı, başta medya olmak üzere hiçbir muhalif-baskı grubuna tahammül gösterilmeyen bir “tek adam hakimiyeti”… Yasamaya hakim olup, reform çığlıkları arasında, zaten yürütmenin kıskacındaki yargıyı da denetimi altına almak istediği aşikar olan bir ”yürütme”... Yargı, ordu ve üniversiteler ile yandaş olmayan medya ve sendikalar başta olmak üzere, sivil toplum örgütleri, iş dünyasının önemli temsilcileri ve tüm muhaliflere adeta savaş açmış bir AKP iktidarı… Kısacası, “modernleşme-demokratikleşme” avazeleri arasında sinsice altyapısı oluşturulan bir “sivil vesayet” tehlikesi ile karşı, karşıyayız. İşte böyle bir ortamda, AKP tarafından hazırlanarak TBMM’ne sunulan 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”, 13.5.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmi Gazete’de halkoyuna sunulmak üzere yayımlanmıştır. Kararları kesin hüküm niteliğini taşıyan bir “idari kurul” olan Yüksek Seçim Kurulu da, 13.05.2010 tarih ve 2010/317 sayılı kararı ile halkoylamasının 12.09.2010 Pazar günü yapılmasını kararlaştırmıştır. Oysa, bize göre, Anayasa Mahkemesi’nin, “kendini kanun koyucu” yerine koyarak verdiği “kısmi iptal” kararı ile “halkoylamasına sunulacak metinde değişiklik yapması”, “yetki aşımı”dır ve adeta yeni bir “Anayasa Değişiklik Kanunu” denilebilecek yeni metin, hiçbir şekilde milli iradeyi yansıtıyor addedilemez ve bu nedenle de “halkoylamasına sunulamaz” niteliktedir. 12 Anayasa Paketi, AKP dayatmasıdır İ ncelenmesinden de açıkça görülebileceği gibi, birbiri ile ilişkisi olmayan konuları içeren, yani gelişmiş demokratik ülke anayasalarında çok önem verilen “iç tutarlılık”tan yoksun olan bu anayasal düzenlemede, daha ileri bir demokrasiye katkısı sınırlı, ancak çoğunluğun destekleyeceği varsayılan “çocuk hakları, kadınlara pozitif ayrımcılık, özel hayatın gizliliği” gibi birkaç madde dışında, AKP’nin, hukuk devleti ilkelerini hiçe sayma pahasına “yargıyı ele geçirmek ve iktidarın kaybedilmesi halinde muhtemel yargılanma tehlikesine karşı önlem almak” isteği ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle de, tartışmalar, “yargı bağımsızlığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) yeniden yapılandırılması” odaklı olarak sürdürülmektedir. Anayasaların, “toplumsal mutabakat metinleri olmak” özelliği dikkate alınmayıp, uzlaşma ve katılım aranmadan, son şekli bizzat Başbakanın “olur”una bağlı biçimde hazırlanan bir “AKP dayatması”ndan ibaret olan bu kanunun ağırlıklı hedefinin, “yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması” ve “yüksek yargı organlarının ele geçirilmesi” olarak belirginleşmesi, “hukuk devleti” ilke ve uygulamaları açısından fevkalade vahimdir. Hal böyle iken, TBMM üyesi toplam 111 milletvekilinin (CHP ve diğer üyeler), yukarıda sözü edilen 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un bazı maddelerinin iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle 14.5.2010 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları başvuru sonuçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin, 7.7.2010 tarihinde gerekçesiz olarak açıklanan 2010/49 esas no.lu kararında, AYM ile HSYK’nun yeniden yapılandırılmasına ilişkin, tartışma konusu maddelerden, esası değiştirmeyen birkaç kelime çıkarılarak adına “kısmi iptal” denmiş ve diğer talepler reddedilmiştir. (Gerekçeli karar, 1 Ağustos 2010 tarihli Resmi Gazete’nin 27659 sayılı mükerrer nüshasında yayımlanmıştır). Gerçekten, AYM, Anayasa Değişikliği’ni esastan görüşmesine rağmen, beklentilerin aksine, özellikle AKP’nin çok önem verdiği, “yüksek mahkemeyi hakimiyetleri altına almak” ve “HSYK’nun yapısını değiştirerek yüksek yargıyı ele geçirmek” amacına yöne- 13 lik olarak hazırlanan iki maddenin özüne dokunmaksızın “kısmi iptal” ile yetinmiş ve “referandum” yolunu açmıştır. AYM’nin, hukuk devletinin temelini çatırdatacak tehlikelere yol açabilecek bu kararı, AKP yandaşlarınca demokrasi ve özgürlükler adına 12 Eylül “Darbe Anayasası”ndan kurtuluşun önemli bir merhalesi olarak takdim edilerek, yargı reformu ve yargının demokratikleştirilmesi olarak nitelendirilmektedir. “Hukuk devletinin önüne koskoca bir kaya kondu” Ö ncelikle belirtelim ki, yargının demokratikleşmesinin temel ölçütü, yasama ve yürütme karşısındaki pozisyonu ile etkili denetleme imkan ve araçlarına sahip oluşudur. Oysa, yapılan yeni düzenlemede, AYM, oluşumu itibariyle iktidara bağımlı hale getirilmek istenmektedir. HSYK’nun bağımsızlığından söz etmek ise, mümkün değildir. Yargının demokratikleşmesinden söz edenler, öncelikle Adalet Bakanı ile müsteşarını HSYK’ndan çıkarmalıdırlar. Yeni düzenlemede durum tam tersinedir. Adalet Bakanı ile müsteşarının HSYK’ndan çıkarılmaları bir yana, etkileri daha da artırılmaktadır. Bu karar, bizzat Başbakan tarafından “amaç ve hedefe uygun” bulunurken, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, kararı “fevkalade olumlu” olarak nitelendirmiştir. AKP’li Adalet Bakanı ve “yandaş medya” başta olmak üzere, bir çok AKP yetkilisi, AYM’ye yönelik “yetki aşımı” gibi göstermelik bazı eleştirilere rağmen, genelde memnuniyetlerini saklamamışlardır. İçişleri Bakanı ise, bu karardan ve kabulü halinde referandumdan sonra oluşacak “bir başka Türkiye”den söz etmek suretiyle bir bakıma saklı tutmaya çalıştıkları “gerçek niyetleri”ni ortaya koymuştur. Yüksek yargı temsilcileri ise, endişelerini ve hayal kırıklıklarını açıkça ifade etmişlerdir. Yargıtay Başkanı, iptal beklediğini söylerken, YARSAV Başkanı, ”hukuk devletinin önüne koskoca bir kaya konulmuştur. Anayasa Değişikliği Paketi, demokratik hukuk devletinin özünü yok etmeye yol açacaktır” demiştir. AB yetkilileri ise, sık karşılaştığımız çifte standartlarını burada da tekrarlamışlar ve “evet” oyu çağrısı yapmalarından başka, ufak değişikliklerle de olsa, paketin AYM’nden geçmesini “olumlu bulduklarını” belirterek, referandum sonucunun da Kasım ayı ilerleme raporuna yansıyacağını ifadeyle AKP’ ye destek vermek 14 istemişlerdir. Sadece, Türkiye-Avrupa Parlamentosu Karma Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre, “Adalet Bakanı ve Müsteşarının HSYK’na üye olmalarının kuvvetler ayrılığı ilkesini zedeleyeceğini” söylemiştir. Anayasa Mahkemesi ne yapmıştır? A nayasa Mahkemesi AKP Paketi’ni iki bakımdan ele alarak incelemiştir: 1- Bu değişiklik şekil şartlarına uygun olarak yapılmış mıdır ? Bu noktada AYM, değişiklikte şekil şartlarına aykırılık olmadığına karar vermiştir. 2- Bu pakette, Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinde, değişiklik sonucunu doğuracak hususlar var mıdır? Bu noktada da, AYM, yargıya siyasi müdahalenin yolunu açan değişikliğin özüne dokunmayarak, AYM ve HSYK’na seçilecek üyelerin seçim şekline ilişkin değişikliklerle seçim yöntemini iptal ile yetinmiştir. Bir başka ifadeyle AYM, siyasetçinin yargıya müdahalesini, “kuvvetler ayrılığı” ile “hukuk devleti ilkesi” ne aykırı bulmamış, sadece bunun yönteminin değiştirilmesini istemekle yetinmiştir. AYM, ayrıca, tartışma ve eleştiri konusu olan “esastan denetim”, “referandumdan önce iptal davası” ve “yürütmeyi durdurma” gibi hususları da, bu son kararı ile açıklığa kavuşturmuştur. Şöyle ki: * AYM, Anayasa’nın, “AYM , Anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden inceler ve denetler” hükmünü içeren, şekil şartını da, “teklif ve oylama çoğunluğu ile ivedilikle görüşme yasağı” şeklinde sınırlı tutan 148. Maddesi’nin amir hükmüne rağmen, yorum yetkisini kullanarak, daha önce “türban davası”nda da olduğu gibi, 4. Madde’de öngörülen, ilk üç maddenin “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükmünü bir şekil şartı sayarak, şekilden içeriğe girmiş ve esastan denetleme yapmıştır. * AYM, “referandumdan önce iptal davası açılamayacağı” şeklindeki tartışmayı da, CHP’nin iptal başvurusunu kabul etmek suretiyle ve daha önce Cumhurbaşkanı’nın halkoyuyla seçilmesine 15 ilişkin Anayasa değişikliği ile ilgili 5 Temmuz 2007 gün ve 2007/68 sayılı kararında da olduğu gibi,”kanunlaşma sürecinin referandumdan önce, Resmi Gazete’de yayımla birlikte tamamlandığı” varsayımından hareketle “referandumdan önce yapılan başvuru kabul edilir ve incelenir” demek suretiyle sona erdirmiştir. Bir başka ifadeyle AYM, “Anayasa değişikliklerinin sadece şekil bakımından incelenmesini öngören 148. Maddenin, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez nitelikteki ilk dört maddesi dışındaki maddeler için geçerli olduğunu değerlendirmekte ve uygulamalarını da bizzat kendi yerleşik içtihatlarına uygun olarak sürdürmektedir. * AYM, yasal dayanağı olmamasına rağmen, yorum yetkisini kullanarak, “telafisi imkansız sonuçlar doğması” ihtimal ve tehlikesine karşı, 1970’li yıllardan itibaren “yürütmenin durdurulması” kararı verebilmektedir. Aslında AYM, yürütmenin durdurulması talebini oybirliği ile reddedip, sadece Kanun’un, 16. Maddesinin 4. Fıkrası ile 22. Maddesinin 3. Fıkrasında yer alan birkaç cümle ile amaç bütünlüğü açısından belirleyici olmayan diğer bazı ibarelerin kısmi olarak iptal edilmesine ilişkin kararı sonucu, AYM ve HSYK’nun yapısını değiştiren diğer maddelere geçit vermiştir. AKP’li üyeler, göstere göstere “evet” oyu verdi 0 7.07.2010 tarihinde Başkan Haşim Kılıç tarafından gerekçesiz olarak açıklanan 2010/49 esas no.lu AYM Kararı’nın açılımı kısaca şöyledir: * TBMM’nin 111 üyesinin imzalarıyla ve “açık oy kullanıldığı” iddiasıyla ileri sürülen “Anayasa Paketi’nin şekil yönünden iptali istemi”, oybirliği ile reddedilmiştir. Oysa bazı AKP’li üyeler, oylarını aleni bir şekilde, adeta göstererek kullanmışlar, hatta, “evet oyu” verdiklerinin kanıtı olarak artan iki fişi AKP gurup yöneticilerine teslim etmişlerdir. Yani, 72 milyonun gördüğünü, AYM her nasılsa görememiştir. Ayrıca, AKP Anayasa Paketi’ni şekil açısından denetleyen AYM, anılan 5982 sayılı kanunu, “stok imza” yoluyla “teklif görünümü verilmiş bir kanun tasarısı” olarak önerildiği gerekçesiyle Anayasa’nın 175. Maddesine göre iptal etmesi gerekmekteydi. 16 Kaldı ki, oylama sürecinde, Anayasa’nın 175. Maddesine açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde AKP’ nin üç kez grup toplantısı yapması ve bu esnada Başbakan’ın “ya tarih yazarsınız, yada tarih olursunuz” sözleriyle Paketi sahiplenmesi de, AYM tarafından değerlendirilmeye değer bulunmamıştır. Benzer şekilde, Anayasa’nın 175. Maddesine göre, “anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler, Genel Kurul’da iki defa görüşülür”. Oysa, birinci görüşmesi, TBMM İçtüzüğü’nün 81. Maddesine uygun olarak yapılmış olan bu Paket’in ikinci görüşmesi, sadece maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri ile sınırlandırılmış ve siyasi parti gruplarına maddeler üzerinde söz verilmemiştir. Böylece, sözü edilen 175. Maddenin 1. Fıkrası anlamında bir ikinci görüşme yapılmamıştır. Paket’in tümünü ilgilendiren bu “anayasal ihlali” de her nedense görememiş ve “iptal kararı” vermesi gerekirken, tam tersini yapmıştır. * Yüksek Mahkeme, yaptığı esastan inceleme ve denetim sonucu, “hukuk devleti ilkesine aykırılık” iddiasını oy çokluğuyla kabul ederek, Anayasa Paketi’nde yer alan ve Anayasa’mızın 4. Maddesinde öngörülen “teklif edilemezlik yasağı” kapsamında olduğu iddia edilen 8., 14., 16., 22. ve 26. Maddelerin incelenmesine karar vermiştir. Burada önemli olan husus, AYM’ nin, Anayasa değişikliklerine ilişkin başvurularda, itirazın, “değiştirilemez nitelikteki maddeler” açısından da incelenebileceğine karar vermiş olmasıdır. Burada dikkatlere sunulması gerekli husus şudur: Anayasa Mahkemesi, göstermelik düzeltme yaptı A YM’nin 17 üyesinden en az 10’unun siyasi iktidar yandaşlarından oluşmasının güvence altına alınmasına uygun düzenlemeler içeren Anayasa Paketi’nin ilgili hükümleri ile AYM’nin üye sayısını 11’den 17’ye, HSYK’nun üye sayısını ise, 7’den 22’ye çıkaran maddeleri hukuk devleti ilkelerine uygun bulunurken, bu üyelerin aday gösterilmelerinde uygulanan oylama usulü, aynı hukuk devleti ilkesine aykırı bulunmuştur. AYM’nin bu kararı, bir hukuk garabetidir ve mutlaka sorgulanmalıdır. * Benzer şekilde, Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK’na başkan ve tabii üye olmalarını hukuk devleti ilkesine uygun bulan 17 AYM’nin, neden sadece “oylama usulleri”nin aynı ilkeye uygun olmadığını da, geçerli ve kabul edilebilir gerekçelerle açıklaması, önem arzetmektedir. AYM’nin yaptığı ve esas hedef dikkate alındığında önemsiz sayılabilecek küçük, göstermelik düzeltmeler; * AYM’ne üye gönderecek olan Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, YÖK ve Baro Başkanlarının, yapacakları seçimlerde uygulanması öngörülen “her üyenin tek adaya oy vermesi” usulünün iptali; * Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisi ile Adli ve İdari Yargı hakim ve savcılarının HSYK’na üye seçimlerinde “sadece bir adaya oy verebilme” uygulamasının iptali; ile (Kısaca, AYM ve HSYK’na üye adayı olarak Cumhurbaşkanı’na sunulacak isimlerin belirlenmesinde izlenecek seçim yöntemi iptal edilmiştir) * Cumhurbaşkanı’nın, HSYK’na doğrudan atayacağı üyelerin, “iktisat ve siyasal bilim dalları ile üst kademe yöneticileri” nden olacağına ilişkin ibarenin iptal edilmesiyle sınırlı kalmıştır. Böylece, Cumhurbaşkanı, seçimini, sadece hukuk dallarından öğretim üyeleri ile avukatlar arasından yapabilecektir. (Kısacası, AYM ve HSYK’na üye adayı seçiminde uygulanacak esaslara ilişkin iki madde ile Cumhurbaşkanı’nın HSYK’na doğrudan seçeceği dört üyenin, hukuk dışı alanlardan da seçilebilmesini öngören madde iptal edilmiştir) Burada dikkatlere sunulması gereken ilk husus şudur: AYM’nin kararında siyaset var A YM‘nin kararına göre, AYM’ne seçilecek üyelerin büyük bir çoğunluğunun tek bir siyasal gücün takdirine bırakılmış olması, yargıyı siyasallaştırmaz, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti gibi demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerine aykırılık teşkil etmez; Fakat, AYM’ne üye seçilecek kişilerden bazılarının hukukçu olmamaları, “hukuk devleti ilkesi” nin ihlali sayılır. Bu kararda, siyaset vardır. Yöntem ve usul eksikliği vardır. Tutarsızlık vardır. Çelişki vardır... Sadece hukuk çok azdır. Bu hukuk gara- 18 beti, dünyada bir başka örneği bulunmayan ve “hukukçu olmayan AYM Başkanı”mız tarafından önce saygıdeğer şahısları bakımından yeniden değerlendirilmeye muhtaçtır. Diğer husus ise, CHP’li ve diğer üyelerle birlikte toplam 111 TBMM üyesi tarafından yapılan itiraz ve iptal başvurusunun gerekçesi, “hukuk devleti ilkesinin ihlali veya zaafa uğratılması” iken, AYM’nin, içinde “cumhuriyetin temel niteliklerine aykırılıklar” saptadığı bir düzenlemeyi tümüyle iptal etmesi gerekirken, bunu yapmayıp, sınırlı iptallerle yetinmiş olmasıdır. Bir başka ifadeyle AYM, siyasi bir karar vererek, göstermelik olarak ve hiçbir şekilde esasa yönelik olmayan, yani amacı gölgelendirmeyen birkaç ibarenin iptali dışında, tartışılan Anayasa Değişiklik Paketi’ni Anayasa’ya ve hukuk devleti ilkesine uygun bulmuştur. Böylece, AYM, siyasal iktidarın yargıyı ele geçirmesi yada yargının siyasal iktidarın denetimine girmesinden kaynaklanan tehlike ve kaygının giderilmesi bir yana, aldığı tartışmalı, siyasi karar sonucu, Anayasa Paketi’nin Anayasa’ya uygun olduğunu tespit etmek suretiyle de, AKP’ ye çok önemli bir mevzi kazandırmanın yanında, referandumda kullanacağı kesin olan çok değerli bir de koz-argüman vermiştir. Üzerinde önemle durulması gerekli bir diğer husus da şudur: AYM, gerekçesi hazır olmayan bir karar açıkladı T ürkiye’de ne yazık ki, yargıya güven ve saygının derin yara aldığı, Son AYM sürecinde bir kez daha görülmüştür. Dava sürecinin gizli yürütülmesi gerekirken, her şey alenileştirilmiştir. Bu nedenle de, AYM, üzerindeki yoğun baskılara boyun eğerek, gerekçesi hazır olmadan kararını açıklamak zorunda kalmıştır. Raportörün raporu bile, kimliği ile birlikte daha hazırlık safhasında iken medyada yerini almış ve böylece haklı-haksız, yerli-yersiz bir çok spekülasyona kapı aralanmıştır. Oysa, bir çok AB ülkesinde olduğu gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde raportörün kimliği de, raporu da gizli tutulur. Esasen ülkemizde de, tüm yüksek yargı organlarında, gündem önceden hazırlanarak üyelere dağıtılır ve görüş oluşturulmasına yetecek süre tanınır. Değerlendirdiğimiz karar sürecinde 19 yaşandığı şekliyle özellikle Anayasa gibi hayati önemi haiz konularda emrivaki toplantılar yapılamaz, kararlar da aceleye getirilemez, getirilmemelidir de. Telefonların dinlenmesi nedeniyle toplantıların özel kurye ile üyelere bildirilmesi ise, hukuk adına utanç vesilesidir ve ne yazık ki, son AYM sürecinde yaşanan budur. AYM’nin sözü edilen kararı, bir başka yönü ile de, önümüzdeki günlerde tartışma konusu olabilecektir. Şöyle ki: AYM, “kısmen iptal” kararında, bazı sözcükleri ve cümleleri metinden çıkararak, adeta yeni bir “Anayasa Değişiklik Kanunu” hazırlamıştır. AYM’nin, kendini “kanun koyucu” yerine koyarak, referanduma sunulacak metinde değişiklik yapması, “yetki aşımı”dır, “milli irade”nin çiğnenmesidir ve “kuvvetler ayrılığı” ilkesine aykırıdır. Öte yandan, AYM’nin kararını açıklayan Başkan Haşim Kılıç, iptal edilen ibarelerin, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinden olan “demokratik hukuk devleti ilkesi”ne aykırılık nedeni ve gerekçesiyle iptal edildiğini söylemiştir. Bir başka ifadeyle AYM, incelediği Anayasa Değişiklik Paketi’nin bazı bölümlerinde, Anayasa’mızın değiştirilemezleri kapsamında olan “cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı” düzenlemeler tespit etmiştir. Böyle bir metnin tümüyle iptali gerekirken, Yüksek Mahkeme, “kısmi iptal” ile yetinmiştir. Ancak, unutulmamalıdır ki, Anayasa’mızın değiştirilemez maddelerini değiştirmeye teşebbüs eden siyasi partilerin kapatılmaları esastır. AYM’nin tespiti de bu yönde olduğu için, konu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından zorunlu olarak değerlendirilmek durumundadır. Ancak, unutulmamalıdır ki, “yeni bir kapatma davası”, AKP’ye tekrar çok sevdiği “mağdurları sergilemek” ve “mazlumu oynamak” imkanı verecek olması nedeniyle “istenmeyen bir durum”dur. Yukarıda da belirtildiği gibi, ilgililerin, ”Türkiye’nin ihtiyaçlarını gözeten bir mantıkla” ve AB normlarını da dikkate alarak hazırladıklarını iddia ettikleri, ancak doğrusu, ”dayatılan bir AKP düzenlemesi” olan söz konusu 5982 sayılı kanun bağlamında en çok tartışılan AYM ve HSYK’nun yeni yapılanması şöyle planlanmıştır: Ancak, önce kısaca, mevcut yasal düzenlemeler ve uygulamalar çerçevesinde “Türkiye’de yargı bağımsız mıdır?” sorusuna cevap bulmak, anlamlı olacaktır. 20 Türkiye’de yargı bağımsız mıdır ? D evlet olmanın niteliklerinden olan üç ayrı kuvvetin birbirini sınırlaması ve denetlemesi ile özgürlükler güvence altına alınmakta, demokrasi için uygun ortam sağlanmış olmaktadır. Günümüz demokrasilerinde, özellikle hukukun üstün olduğu parlamenter demokratik sistemlerin ayırıcı özelliği, yasama ve yürütmenin yargı denetimine tabi olmasıdır. Bu nedenledir ki, yargısal faaliyet sonucu ortaya çıkması umulan adalet, devletin temeli olarak nitelendirilmektedir. Hukukun üstünlüğüne bağlı demokratik hukuk devletlerinde, yargı bağımsızlığı ön koşuldur. Bu kabul gereğince de yargıçlar, devletin diğer görevlilerinden daha bağımsız, daha güvenceli bir statüde bulunmaktadırlar. 1982 Anayasası’nın 138, 139 ve 140’ıncı maddeleri, yargı bağımsızlığı konusundaki temel iç hukuk normlarını oluşturmaktadır. 138’inci maddeye göre, hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak, vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında, Yasama Meclisinde, yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Ayrıca, 139’uncu madde gereğince, meslekten çıkarmayı gerektirecek mahkümiyet yada sağlık gibi istisnalar hariç, hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasa’da gösterilen yaştan önce emekliye sevkedilemez. Bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. Yargı mekanizmasının en etkin bölümlerinden birini teşkil eden ve Anayasanın 159’uncu maddesi uyarınca Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçimi, hâkim ve savcıların atama, nakil, terfi ve disiplin gibi özlük işlemlerinin yerine getirilmesiyle görevlendirilmiş olan “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”, Adalet Bakanının başkanlığında, Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarınca gösterilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanı’nca seçilecek üyeler ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı’ndan oluşmaktadır. 21 Buna göre; Kurul’un Başkanı, Adalet Bakanı’dır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurul’un tabii üyesidir. Kurul’un üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulu’nun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanı’nca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer. Böylesi bir oluşumun, yargı bağımsızlığı ile bağdaştırılamayacağı aşikardır. Hâkim ve Savcıların bağımsızlığının, kişilerin hak ve özgürlüklerinin en önemli teminatı olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Kaldı ki, yargı bağımsızlığını gerçekleştirememiş toplumların, hukuk dışı yönetimlere, yani zorbalığa boyun eğmeleri de kaçınılmazdır. Siyasi iktidarın kontrolündeki Adalet Bakanlığı’nın, hâkim ve savcıların mesleğe girişlerine ilişkin olarak, “mülakat uygulaması”nın “etkin” yardımlarıyla sınırsız sayılabilecek bir yetkiye sahip olmasının da yargı bağımsızlığını derinden zedeleyeceği açıktır. Liderler, şimdi de yüksek yargı üyelerini seçecek H SYK’nun bağımsızlığı açısından büyük sakıncalar taşıyan önemli bir husus da, “gecikmesinde sakınca bulunan hallerde” hizmetin aksamaması için, Adalet Bakanı’nın hakim ve savcıları geçici yetki ile görevlendirebilmesidir. Bu yetki, yürütme organı temsilcisi olan Adalet Bakanı tarafından, ne yazık ki, yargı bağımsızlığını zedeler şekilde kullanılabilmektedir. Bu kısa açıklamalar ışığında, kendi başkanını bizzat seçemeyen, gündemini oluşturamayan, yedeğinin olmaması nedeniyle tabii üye olan müsteşarın katılmaması halinde toplanamayan, verdiği kararları izleme olanağından yoksun, kararları gizli ve yargı denetimine kapalı, kendine ait bir bütçesi ve sekreteryası bulunmayan ve en önemlisi, denetimlerinin de Adalet Bakanı’na bağlı müfettişlerce yapıldığı HSYK‘nun, gerçek anlamda bağımsızlığından söz edilemeyeceği, kabul edilecektir. Hal böyle iken ve günümüzde yürütmenin yargıya da hakim olma çabası ve kavgası bir vakıa iken, “HSYK ve Anayasa Mahkeme- 22 si’nin üyelerinden bir kısmını Sayın Cumhurbaşkanı ve TBMM seçsin” deniyor. Yani bugünkü şekliyle tüm bu üyeleri “Başbakan tayin etsin” isteniyor. Başbakan’ın ve diğer parti genel başkanlarının “tek seçici” olarak milletvekillerini seçtiği bir ortamda ve siyasal yapıda, tek seçicinin bir de yüksek yargı üyelerinin seçiminde söz sahibi olmasının adı “yargı reformu” olamaz. Bunun adı, “tüm davaların hem hâkimi, hem savcısı, hem de avukatı olma arzusu”dur. Yani “yargıyı kendi vesayeti altına alma girişimi”dir. “Sivil vesayete doğru bir adım daha atmak”tır. Zira hâkim ve savcıyı “hükümete bağımlı memur” yapmak istemenin başka bir adı yoktur. Bir başka ifadeyle, “Bizzat Başbakan tarafından seçilen milletvekilleri, yani atanmış milletvekili çoğunluğu, HSYK’na veya Anayasa Mahkemesi’ne hâkim, savcı seçecek, yani atayacak, bu üyeler de, kanunların Anayasa’ya uygunluğunu denetleyecek, gerektiğinde de “yüce divan” sıfatıyla kendisini atayanı veya atayanları yargılayacak, verdiği idari kararları denetleyecek, bunun da adına “yargı reformu” denecek! Denemez tabii ! Bu anayasa, “siyasilerin yarınları” için hazırlandı D emokrat Parti’ye göre, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın üyelerinin bir bölümünün dahi olsa, ne yazık ki, tarafsız olamayan Sayın Cumhurbaşkanı ve TBMM tarafından belirlenmesi, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyeceği gibi, yukarıda ifade edilen nedenlerle ve bugünkü şartlar altında, “otokrasinin ilanı” anlamına gelecektir. Demokratik bir hukuk devletinde, böyle hukuk dışı bir uygulamaya yer yoktur. Zira, sözü edilen üyelerden bir bölümünün belirlenmesi hakkının yasama ve yürütmeye bırakılması, ancak demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile uygulandığı, hukukun gerçek anlamda üstün olduğu ülkelerde, milletvekillerinin gerçek anlamda milletin temsilcisi olarak seçilmeleri durumunda söz konusu olabilir. Maalesef bu gün itibarı ile Türkiye’de değil... Siyasi etki ve saiklerle böylesine önemli kararların yönlendirilebilme ihtimalinin mevcudiyeti bile, son derece vahimdir. Bu itibarla, Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın HSYK’da yer almalarının, yargı bağımsızlığı ile bağdaştırılmasının mümkün olamayacağı dikkate alındığında, HSYK’nın yeniden 23 yapılandırılmasının kaçınılmaz olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu gün yapılmak istenen ile 12 Eylül Rejimi’nin getirdiği düzenleme arasındaki tek fark şudur: Mevcut şekliyle HSYK, “yarı bağımlı” olarak nitelenebilecek bir statüye sahip iken, öngörülen yeni düzenleme ile “tamamen mevcut iktidara bağımlı” bir kurum haline getirilecektir. Sonuç olarak, Türkiye’nin, toplumsal mutabakat belgesi özelliklerini haiz yeni bir Anayasa’nın yanında, acilen bir “yargı reformu”na ihtiyacı olduğu, tartışmasızdır. Ancak, bu reformun, “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkeleri çerçevesinde ele alınması esas olmalıdır. Yaşanan süreçte gözlenen, sözde yargı reformunun amacı ise, ne yazık ki, “yürütmenin, yargıyı denetimi altına almasının gerçekleştirilmesi” olarak belirginleşmiştir. Bu vahim gelişmeden en büyük zararı görecek olan, maalesef Türk demokrasisidir. Yeni yasal düzenlemeler, bu kaygıyı daha da pekiştirmektedir. Şöyle ki: Cumhuriyetimizin kurulduğu günlerden bu yana, hukuk alanında yapılan tüm iyileştirme ve yenilemelere rağmen, bu yapılanlardan çok daha hızlı gelişen ve kalkınan ülkemizde, toplumsal değişimlere de paralel olarak, hukuk reformu tartışmaları sürekli gündemde olmuştur. Muhtemel bir “hukuk reformu” hayata geçirilirken referans alınacak, taviz verilmeyecek nokta, tabii ki Anayasa’mızda da yer alan ‘’hukuk devleti’’ ilkesi olacaktır. Ancak, modern anlamda ilk anayasamız olan, 1876 Kanun-u Esasi’nin üzerinden yaklaşık 140 yıl geçmesine rağmen, Türkiye’de halen “acil bir hukuk reformu ihtiyacından söz edilmesi” ve yeni bir anayasa arayışı içinde olunması, üzücüdür. Artık, 1982 Anayasası dahil, tümü, olağanüstü dönemlerin ve siyaset dışı müdahalelerin ürünü olarak ortaya çıkmış olan anayasalar devri sona erdirilmelidir. Bu itibarla demokrasi standardımızın yükseltilmesini teminen ve hiçbir dış müdahale olmaksızın, sivil irade tarafından, bütün paydaşların katılımları ile çoğulcu, özgürlükçü ve tüm kişi, kurum ve kuruluşların beklenti ve temsillerine zemin hazırlayacak, demokratik bir anayasa yapma zamanı gelmiştir. Oysa, AKP’nin hazırladığı Anayasa Paketi’nde, toplumun gerçek 24 ihtiyaçlarına ve acil çözüm bekleyen sorunlarına yönelik hiçbir düzenleme olmamasına karşın, ne yazık ki, ülkenin gündemi kilitlenmiştir. • Bu “Anayasa Paketi”, halkın değil, AKP’nindir. • Bu nedenle de, uzlaşma ihtiyacı duyulmaksızın, halkın değil, AKP’nin sorunlarının çözümü amaçlanarak hazırlanmıştır. • Bu Pakette “dokunulmazlık” yoktur; parti içi demokrasiye, anti demokratik Siyasi Partiler Yasası’na ve örneği bulunmayan % 10‘luk yüksek seçim barajına yönelik hiçbir çözüm önerisi yoktur; “en kısa, en çabuk ve en az masrafla adalete nasıl ulaşılır” sorusunun cevabı yoktur; işsizlik, yoksulluk, eğitim yoktur; RTÜK ve YÖK yoktur; Kürt sorunu yoktur. Alevi’ler de yoktur. • Bu Pakette uzlaşma yok, dayatma vardır. • Bu Pakette, uyulduğu ifade edilen AB müktesebatına aykırı olarak, HSYK’da konumu daha da güçlendirilmiş bir Adalet Bakanı vardır; yeniden yapılandırılmasında yürütmenin ağırlıklı rol oynadığı bir HSYK ve adeta “Cumhurbaşkanlığı Konseyi” veya “Çankaya Güdümlü Mahkeme” haline getirilmek istenen bir Anayasa Mahkemesi vardır. • Bu Pakette, yasama ve yürütmeyi elinde tutan AKP’nin, bağımsız yargı tarafından denetlenmeyi engellemek üzere, yargıyı da ele geçirme arzu ve amacı vardır. • Bir başka ifadeyle bu Pakette, siyasi iktidarın, milletin hukukunu hiçe sayarak, “denetlenme korkusunu ortadan kaldırma” teşebbüsü vardır. • Bu Pakette, yürütmenin, yargıyı ele geçirme niyet ve teşebbüsü sonucu, en azından zedelenen “kuvvetler ayrılığı” prensibi ve buna bağlı olarak Anayasa’mızın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen “hukuk devleti” ilkesine aleni aykırılık vardır; nitekim, Yargıtay ve HSYK başkanları, bu Paket’in Anayasa’ya aykırı olduğunu açıklamışlar. AYM Başkanı bile, “Anayasa tam mutabakatla yapılır, ben yaptım oldu yaklaşımı ortamı gerer” diyerek ciddi bir uyarı yapmak ihtiyacını duymuştur. • Ve nihayet bu Anayasa Değişiklik Paketi’nde, “yargısız infaz” acılarını yaşayarak öğrenmiş insanlara sıkça rastlanan Türkiye’de, “yargının infazı” girişimi vardır. 25 • Yandaş olarak nitelenebilecek birkaç cılız destek dışında, başta yüksek yargı ve TBMM’nde grubu bulunan iki muhalefet partisi olmak üzere, daha önce anayasa hazırlıkları yapmış olan TOBB ve TÜSİAD gibi önemli meslek kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin sağlam, kabul gören gerekçelerle karşı çıktıkları bu düzenlemenin referandumdan geçerek yürürlüğe girmesi halinde, bağımsızlığını koruma mücadelesi veren yargı, önemli ölçüde yürütmenin kontrolüne girecek, böylece “hukuk devleti”, “hukukun üstünlüğü” ve benzeri çağdaş demokrasilerin vazgeçilmez kavramları anlamsızlaşacak ve siyasi iktidarın gücünün giderek artması sonucu, Türkiye hızla güçler ayrılığından, güçler birliğine doğru kayacaktır. Kısacası, yarınlar düşünülmeden, ya da sadece bazı politikacıların yarınlarda karşılaşabilecekleri “Yüce Divan” ya da benzeri muhtemel güçlükler düşünülerek, çokça demokratik değerin zorlanması pahasına, özensizce hazırlanmış, rejim açısından tehlikeli gelişmelere kapı aralayan, hukuki temeli zayıf bir “Anayasa Değişiklik Paketi” ile karşı karşıya bulunmaktayız. Siyasetin girdiği mahkemeden, adalet kaçar D .emokrat Parti, yargı bağımsızlığının, yüksek yargı için değil, ülke için, rejim için, millet için gerekli ve vazgeçilmez olduğunu, bir kez daha dikkatlere sunmak istemektedir. Demokrat Parti, siyasi iktidar sahiplerine, çağdaş demokrasilerde, ülke yönetimine ilişkin hak ve sorumluluğun, ancak ve ancak, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun biçimde, “bağımsız yargı tarafından denetlenme” koşul ve kabulü ile verilebildiğini, hatırlatma gereği duymaktadır. Ve nihayet unutulmamalıdır ki, “siyasallaştırılmış yargı, adalet değil, hüsran doğurur”. Ve nihayet unutulmamalıdır ki, “siyasetin girdiği mahkemeden, adalet kaçar”… Anayasa Mahkemesi için öngörülen yeni yapılanmaya gelince: 12 Eylül tarihinde referanduma sunulacak olan 5982 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi başlıklı” 146. Maddesi değiştirilerek, 11 olan üye sayısı on yediye 26 çıkarılıyor ve halen sayısı 4 olan yedek üyeler de, asıl üye statüsüne geçiriliyor. Getirilen yeni düzenlemede, Cumhurbaşkanı, Mahkeme üyelerinden dördünü, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim ve savcılar ile Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından doğrudan, diğer üyeleri ise, Yargıtay (3), Danıştay (2), Askeri Yargıtay (1), Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (1) ve Yükseköğretim Kurulu (3) tarafından her boş üyelik için gösterilecek üçer aday içinden olmak üzere, toplam on dördünü seçiyor. TBMM ise, ikisi Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri arasından, biri de baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üçer aday arasından olmak üzere, toplam üç üyeyi seçiyor. TBMM‘nde yapılacak bu seçimde, “her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğunun aranması, salt çoğunluğun sağlanamaması halinde ise, bu oylamada en çok oy alan iki aday için yapılacak üçüncü oylamada en çok oy alanın seçilmiş sayılması” esası getiriliyor. • Bu yapılanmada ilk dikkat çeken husus, Anayasa Mahkemesi’nde, mevcut iktidar yanlısı bir çoğunluk oluşturma niyeti ve çabasıdır. Bir başka ifadeyle “dokunulmazlıkların kalkması, iktidarın kaybedilmesi yada milletvekilliğinin sona ermesi” halleri düşünülerek, adeta dost bir yüksek yargı oluşturulmak isteniyor. • Daha da vahimi, demokratik, laik hukuk devleti, adeta savunmasız hale getiriliyor. • Öte yandan, yasama, yürütme ve yargı ile ilişkileri yeniden belirlenmeden, halen siyasi ve hukuki hiçbir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanı’na tanınacak “geniş idari karar alabilme yetkisi”, 2012’ den itibaren Cumhurbaşkanı’nın seçimle gelecek olması nedeniyle yeniden tartışma konusu yapılacak ve kaçınılmaz olarak da yeni anayasa değişikliği taleplerine dayanak teşkil edecektir. Zira, bu durumda, halktan oy isteyecek bir Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluğundan bahsedilemeyeceği gibi, halka hesap vermemesi de düşünülemeyecektir. Seçimle iş başına gelecek Cumhurbaşkanı’nın, konumu, görev, yükümlülük, sorumluluk ve yetkileri, doğrudan rejimle ilgili bir husustur ve bu da, kapalı kapılar ardında, oldu-bittilerle belirlenerek, millete dayatılacak bir husus hiç değildir 27 • Anayasamıza göre “sorumsuz” sayılan Cumhurbaşkanı’nın seçeceği üyeler de, konumuna uygun olarak sembolik düzeye indirilmelidir. Burada, Cumhurbaşkanı’nın, YÖK üyesi ve rektör atamalarında gözlenen ve “tarafsızlık” ilkesiyle bağdaşmadığı kesin olan “tercih biçimi ve kriterleri” de, unutulmamalıdır. • Seçilecek üyelerin, “demokratik anlayış”tan uzak bir yöntemle belirlenmek istenmesine açık bir örnek, Türkiye Barolar Birliği (TBB)ne dayatılan seçim usulüdür. Burada, üye sayısına bakılmaksızın, her baro başkanına bir oy hakkı öngörülmüştür. Yani, halen Türkiye’de mevcut 78 Baro içinden, yaklaşık 25 bin üyeli İstanbul Barosu ile sadece 10, 20 ya da 30 kadar üyesi olan baro başkanları eşit olarak birer oy hakkına sahiptirler. Üstelik, Cumhurbaşkanı, bu yöntemle seçilecek adaylar arasından tercih yapacaktır. Cumhurbaşkanı’nın tercih kriterleri ise, meçhul değildir. • Bugünkü yapıda TBMM’nin salt çoğunlukla üye seçmesi, Anayasa Mahkemesi’ne 12 yıllığına üye tayin etmesiyle eş anlamlıdır. Siyasi iktidar, HSYK’ya hâkim olmak istiyor H .akimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Yeniden Yapılandırılmasına gelince: Anayasa’nın, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” başlıklı 159. Maddesi değiştiriliyor ve Kurul’un oluşumu, seçimi ve çalışma usul ve esasları yeniden düzenleniyor. Kurul’un 7 asıl ve 5 yedek üyeden oluşan üye yapısı, 22 asıl ve 12 yedek üye olarak değiştiriliyor. Üç daire halinde çalışması ön görülüyor. Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı, başkan ve tabii üye olarak yerlerini koruyorlar. Kurul üyelerinden dördü, yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca doğrudan seçiliyor. Ayrıca, Yargıtay (3 asıl 3 yedek), Danıştay (2 asıl, 2 yedek), Türkiye Adalet Akademisi (1 asıl, 1 yedek) Genel Kurulları tarafından toplam 6 asıl, 6 yedek üye seçiliyor. Diğer toplam 10 asıl, 6 yedek üye ise, birinci sınıf adli (7 asıl, 4 28 yedek) ve idari (3 asıl, 2 yedek) yargı hakim ve savcıları arasından, tüm adli ve idari yargı hakim ve savcıları tarafından seçiliyor. Süre 4 yıldır ve süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Kurul’un yönetimini ve temsilini, şimdi olduğu gibi, gene Kurul Başkanı, yani Adalet Bakanı üstleniyor. Hakim ve savcıların denetlenmesi yetkisi, göstermelik olarak Kurul’a devrediliyor. Zira, Adalet Bakanı, hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma yetkisini, halen olduğu gibi elinde tutuyor; hem de bu yeni yapılanma, “darbe anayasası” tabiriyle eleştirilen 1982 Anayasası’nın ön gördüğü HSYK‘da, Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın da yer alması ve benzeri demokratik olmayan uygulamaların muhafaza edilmesindeki çelişkiye rağmen gerçekleştirilmek isteniyor. Kurul’un, sadece meslekten çıkarma cezalarına ilişkin kararları, yargı denetimine açılıyor. Kurul’un sekreterya hizmetleri için bir genel sekreterlik kuruluyor, ancak genel sekreteri atama yetkisi, Adalet Bakanına veriliyor. Kurul’un ayrı bir bina ve bütçe ihtiyacı ise, bu yeni düzenlemede yer almıyor. • Bu yeni yapılanmada, Adalet Bakanı, Kurul adına tayin, terfi seçim ve disiplin gibi hakim ve savcıları doğrudan ilgilendiren hayati konularda nihai karar mercii olan Genel Kurul’a başkanlık ediyor, Kurul’un gündemini belirliyor. Hakim ve savcıların idari soruşturmalarını yapmaya devam edecek olan ve doğrudan kendisine bağlı “Adalet Teftiş Kurulu” na talimat vermeye devam ediyor. Göstermelik olarak HSYK bünyesine alınması ön görülen “Teftiş Kurulu”na da, başkan sıfatıyla soruşturma izni vermeyi sürdürüyor. Kısacası, yeni düzenlemede, Adalet Bakanının yetkileri, iddia ettiklerinin aksine, daha da artırılıyor. Böylesine ikili bir denetim sisteminin uygulamada sorunlar üretmesi ise, kaçınılmaz görünüyor. • Uygulanmak istenen yeni sistem, siyasi iktidarın, HSYK’na hakim olma niyetini yansıtıyor. Yapılmak istenen, yüksek yargının “yandaşlaştırılması” operasyonudur. Burada, kendi kurumlarınca aday olarak seçilen üyeler arasından “atama yapma” işlemlerinde, “tek adam, yani Başbakan ve tarafsız olması gereken, ancak ne yazık ki, icraatlarında aksi gözlenen bir Cumhurbaşkanı” olgusu da unutulmamalıdır. 29 • HSYK’na, 1. Sınıf hakim ve savcılardan üye seçiminin, Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’nun gözetim ve denetimi altında yapılmak istenmesi de, hukuki değildir. Kararları kesin, idari bir kurul olan YSK’nun anayasal görevine aykırıdır. Kaldı ki, halen sayıları üç bini aşkın olan 1.derecedeki hakimlerin, seçimlerde örtülü de olsa propoganda çabası içine girmelerini, “hakim bağımsızlığı ve tarafsızlığı” ilkesi ile bağdaştırmak da mümkün değildir. • Yeni düzenleme ile HSYK’na üye seçecek olan Türkiye Adalet Akademisi, Adalet Bakanlığı’na bağlı olup, başkanı da Adalet Bakanı tarafından atanıyor. • Hakim ve savcılar arasından seçilecek üyeler, kıdem, performans vb. objektif kıstaslara göre ve elektronik ortamda, Yüksek Seçim Kurulu’nun gözetim ve denetimi altında yapılmalıdır. • HSYK’nun yeni yapılanmasında, üye sayısının 7’den 22’ye yükseltilmesine rağmen, yüksek yargının sadece 5 üye ile (3 Yargıtay, 2 Danıştay) temsil edilmesi, mevcut siyasi iktidarın yüksek yargıya güvenmediğini kanıtlıyor. • Siyasi otoritenin üstünlüğü esas alınarak hazırlandığı anlaşılan ve 12 Eylül tarihinde referanduma sunulacak olan Anayasa Değişiklik Paketi, yargı bağımsızlığını güçlendirmiyor. Yargı tarafsızlığını geliştirmiyor. Yargının verimliliğini ve etkinliğini artırmıyor. Yargıda mesleki yetkinliği de yükseltmiyor. Aksine, yüksek yargının, HSYK’ndaki ağırlığına son veriyor. Yürütme, açıkça yargıyı ele geçirmeye çalışıyor. Mevcut iktidar döneminde, hükümetle yargı arasında yaşanan sorunların, adeta Anayasa değişikliği ile çözülmesine çalışılıyor. • Unutulmamalıdır ki, HSYK idari bir kuruldur ve bu nedenle de burada, ne kuruluşta, ne de karar alma sürecinde, hiçbir siyasi kriter uygulanamaz. Uygulanması gerekli ölçüler, oluşumunda “nitelikli çoğunluk” ve “liyakat”tir. • Ve nihayet, bu “Anayasa Değişiklik Paketi”ni hazırlayan mevcut iktidar sahipleri, ısrarla AB uygulamaları ve Venedik Komisyonu Kriterlerine uygunluktan söz ediyorlar.” Yargı bağımsızlığı elden gidiyor” diyenlere, “yargı demokratikleşiyor” diye cevap veriyorlar. Sürekli, yüksek yargı üyelerinden önemli bir kısmının meclislerce, cumhurbaşkanlarınca veya değişik yasama-yürütme işbirlikleriyle seçildiği ileri demokratik ülke- 30 lerden örnekler veriyorlar. Ve özellikle Venedik Kriterleri’nce, yüksek yargı üyelerinin seçiminin siyasetçiler tarafından yapılmasının, adeta tercih ve teşvik nedeni sayıldığı “aldatmacasını” yayıyorlar. Oysa, gerek AB Komisyonu ve Venedik Komisyonu raporlarında, gerek hukuki konularda Avrupa standartlarını belirleyen Avrupa Yargıçlar Danışma Konseyi’nin 2007 yılında hazırladığı raporda, HSYK ve benzeri kurullarda başkanlık görevinin, tercihen siyasi parti mensubu olmayan, tarafsız kişiler tarafından üstlenilmesi ile yüksek yargı üyelerinin de siyasi organlarca seçilmemesi tavsiye ediliyor. • Yani, HSYK örneğinin aksine, Adalet Bakanı ve müsteşarının Kurul’a üye olmamaları gerektiği belirtiliyor. 2. Bölüm AKP Anayasa Paketi’nin Değerlendirilmesi AKP, Dün ile Bugünü Kavga Ettirmek İstiyor A .KP tarafından hazırlanan 07.05.2010 tarih ve 5982 Sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un Maddelerine İlişkin Değerlendirme: Cumhuriyetimizin kurulduğu günlerden bu yana, hukuk alanında yapılan tüm iyileştirme ve yenilemelere rağmen, bu yapılanlardan çok daha hızlı gelişen ve kalkınan ülkemizde, toplumsal değişimlere de paralel olarak, hukuk reformu tartışmaları sürekli gündemde olmuştur. Muhtemel bir “hukuk reformu” hayata geçirilirken referans alınacak, taviz verilmeyecek nokta, tabii ki Anayasa’mızda da yer alan ‘’hukuk devleti’’ ilkesi olacaktır. Ancak, modern anlamda ilk anayasamız olan, 1876 Kanun-u Esasi’nin üzerinden tam 134 yıl geçmesine rağmen, Türkiye’de halen “acil bir hukuk reformu ihtiyacından söz edilmesi” ve yeni bir anayasa arayışı içinde olunması, üzücüdür. Sadece 1982 Anayasa’sında, yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra değişiklik ihtiyacı doğmuş ve günümüze kadar farklı gerekçelerle 16 kez değişiklik yapılarak Anayasa’nın toplam 85 maddesi ile Başlangıç metni kısmen değiştirilmiştir. Demokrat Parti, artık, üzerinde 17. değişikliğin yapılmak istendiği 1982 Anayasası dahil, tümü, olağanüstü dönemlerin ve siyaset dışı müdahalelerin ürünü olarak ortaya çıkmış olan anayasalar devrinin sona ermesi gerektiğine inanmaktadır. Bu bağlamda, 32 demokrasi standardımızın yükseltilmesini teminen ve hiçbir dış müdahale olmaksızın, sivil irade tarafından, bütün paydaşların katılımları ile çoğulcu, özgürlükçü ve tüm kişi, kurum ve kuruluşların beklenti ve temsillerine zemin hazırlayacak, demokratik bir anayasa yapma zamanı gelmiştir. 12 Eylül’de “halkoylaması”na sunulacak Paket ise, çağdaş anayasaların “olmazsa olmaz”ı “toplumsal sözleşme” değil, uzlaşma aranmaksızın “dayatmacı” bir zihniyetin ürünü olması nedeniyle, olsa olsa “AKP Anayasası” olarak nitelenebilir. AKP’nin, yarınlara yönelik “Yüce Divan” ve benzeri endişelerinden kaynaklanan ihtiyaçları doğrultusunda hazırladığı “Anayasa Değişiklik Paketi”nde, toplumun gerçek ihtiyaçlarına ve acil çözüm bekleyen sorunlarına yönelik hiçbir düzenleme olmamasına karşın, ne yazık ki, ülkenin gündemi kilitlenmiştir. Şimdi gelelim maddelere: AKP’nin tek amacı, AYM ve HSYK’yı ele geçirmek M .adde (1) : Anayasa’nın, “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. Maddesinde değişiklik yapılarak, “kadınlar için pozitif ayrımcılığın önü açılıyor”. Ayrıca, “çocuklar, yaşlılar, engelliler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malûl ve gaziler için alınacak tedbirlerin, eşitlik ilkesine aykırı sayılamayacağı” hükmü getiriliyor”. • Madde, bu şekliyle bizzat Anayasa’nın 10. Madde’sine aykırılık içermektedir. Zira, korunması gereken grupların tümüne yer verilmemiştir . Kaldı ki, Anayasa’nın “Ailenin korunması” başlıklı 41. Maddesi ile “özel olarak korunması gerekenler” başlıklı 61. maddesinde de “koruma” amaçlı düzenlemeler zaten mevcuttur. Sözü edilen hususların bir çoğunun “kanun”la düzenlenmesi de mümkündü. Nitekim, “Taş Atan Çocuklara İlişkin Kanun, Cumhurbaşkanı tarafından derhal imzalanarak Resmi Gazete’de yayımlanmış ve bu Anayasa değişikliğinin henüz halkoylamasına sunulmamış olmasına rağmen, yürürlüğe konulmuştur. Hatta, bu kanuna istinaden bazı tutuklu çocuklar da serbest bırakılmışlardır. Başka bir ifadeyle taş atan çocukların Ağır Ceza’da değil, tüm demokratik batı ülkelerinde olduğu gibi, Çocuk Mahkemeleri’nde yargılanmaları için, çıkarılacak bir kanun yeterliydi, Anayasa değişikliğine ihtiyaç yoktu. 33 • Öte yandan, Anayasa’nın 41. Maddesi, “Devlet, ...özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır” demek suretiyle zaten konuyu düzenlemiştir. • Burada, tarafı olduğumuz “Çocuk Hakları’na İlişkin Sözleşme” ile “Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi”nde yer alan Türkiye’nin çekincelerini kaldırmadan, çocuklar için pozitif ayrımcılıktan söz eden, ayrıca,”kadını yok farzettiği” halde, “kadınlar için pozitif ayrımcılık”tan bahseden bir “zihniyet”in, samimiyetinin ve inandırıcılığının da sorgulanması gerekmektedir. • Kaldı ki, bu Pakette, gerçek anlamda bir “pozitif ayrımcılık”tan söz etmek de mümkün değildir. Çünkü, maddede, sözü edilen “pozitif ayrımcılık” kastedilerek, “...bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz” denmektedir. Ancak, alınacak tedbirlerin şekline, zamanına, zeminine ilişkin hiçbir hüküm getirilmediği gibi, bu tedbirlerin ne oldukları da belli değildir. Yani burada, “kadınlara pozitif ayrımcılık” değil, sadece bir “göz boyamaca” vardır. • Yerel yönetimlerde kadın oranı, Finlandiya’da %38, Fransa’da %34 ve Hindistan’da da %33 iken, bu oran Türkiye’de %2.3’tür. Dünyada 98 ülkede de yasalarla “kadın kotası “ koyulmuştur. Burada şu soru sorulmalıdır: Bu Paket geçerse, “ülkemiz siyasetinde kadın temsil oranı artacak mıdır?” Cevap, ne yazık ki “HAYIR”dır. Kaldı ki, Meclis çoğunluğuna sahip olduğu halde, AKP iktidarının, yasal düzeyde, “pozitif ayrımcılığa” ilişkin hiçbir adım atmaksızın, sadece içi boş söylemlerle kadınlarımızı oyalamaya çalışması da, en hafif deyimiyle “samimiyetsizlik” göstergesidir. • Bu vesileyle dikkatlere sunulması gerekli bir diğer husus da şudur: Anayasa’mızın, yukarıda sözü edilen 41. Maddesi, “Türk Toplumu’nun temeli olan ailenin, eşler arasında eşitliğe dayandığı” hükmünü içerir. Oysa, bizzat Sayın Başbakan, sivil toplum örgütlerinin “kadın” yöneticileriyle yaptığı toplantıda, “kadın-erkek eşitliğine inanmadığını, onun için de fırsat eşitliği demeyi tercih ettiğini” söylemiştir. İşte bu, sadece Başbakanın değil, AKP’nin zihniyetidir, kadını yok sayan bir düşüncenin ifadesidir ve bu çağdışı düşüncenin temsilcilerinden, kadına yönelik herhangi bir iyileştirici, kadının toplum içindeki saygınlığını artırıcı bir düzenleme beklememek en doğrusudur. 34 Madde (2) : Anayasa’nın, “Özel hayatın gizliliği ve korunması” başlıklı 20. Maddesinde değişiklik yapılıyor. • Özellikle günlük hayat akışında çok önemli sonuçları olabilecek bu düzenleme, uygulamada karşılaşılan eksiklik ve şikayetler de dikkate alınarak, bir an önce kapsamlı bir yasa ile birlikte yürürlüğe konulmalıdır. Ancak, en mahrem kişisel bilgilerin tüm ayrıntıları ile birlikte her gün yazılı ve görsel medyada yer aldığı bir ortamda, gerekli olan kanunu halen TBMM’nin ilgili komisyonunda tutan AKP iktidarının bu girişimi, en hafif deyimiyle “komik”tir. Kaldı ki, burada da asıl sorun, daha çok, “gizliliği ihlal eden kurumların denetimsizliği” nde saklıdır. • Bu bağlamda, ağır bir “hukuk ihlali” olarak nitelenebilecek uygulamasına halen devam edilen “telefon”, ‘’teknik takip’’ ya da “ortam dinlemeleri’’nde ortaya çıkmaktadır. Gerçekten 04 Aralık 2004 tarih ve 5271 sayılı Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre, hakim kararı olmadan telefon dinlemek ve teknik takip yapmak mümkün olmamasına rağmen, 03 Temmuz 2005 gün ve 5397 sayılı Yasa ile Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun ek 7. Maddesine “Hakim kararı ve yazılı emirler, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevlilerince yerine getirilir.” ibaresi ilave edilmiş, ayrıca, 4 Mayıs 2007 gün ve 5651 sayılı Yasa ile oluşturulan “Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na ‘’...Başbakan tarafından atama yapılır” hükmü konulmuştur. İşte toplumda ağır travma yaratan dinleme skandalları, başkanından, denetim elemanlarına ve hizmetlisine kadar tüm görevlilerinin bizzat Başbakan tarafından atandığı bilinen bu birim tarafından yönlendirilmekte ve kontrol edilmektedir. Söz konusu atamaya ilişkin maddenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olmasına rağmen, T.İ.B Başkanı yasalara aykırı biçimde halen bu görevi sürdürmekte ve kimse de bunun müsebbibi, bu ihlal suçunun faili Başbakan’ a bunun hesabını soramamaktadır. Burada önemle üzerinde durulması gereken bir diğer husus, hukukun koruması altındaki “özel hayatın gizliliği” ilkesinin, “arama uygulamaları” nedeniyle ağır biçimde ihlal edilmesidir. “Arama”nın kendisi, özel hayatın gizliliğine müdahaledir ve bu 35 nedenle de, mevzuatın öngördüğü, “ne arandığı hususu, arama kararında açıkça belirtilmelidir”, “arama kararının bir sureti, aranan kişiye mutlaka verilmelidir”, “arama yapılan yer, dağınık değil, düzgün bırakılmalıdır”, ”aramada, sadece suçla ilgili olabilecek eşyaya el konulabilir” gibi şartlara mutlaka uyulmalıdır. Ancak, Türk Milleti’nde derin endişelere neden olan uygulamalarda, hakim, savcı ve polislerin bir çoğunun, bu kurallara riayet etmeyerek suç işlediklerini de unutmamak gerekmektedir. Şimdi soralım: AKP Anayasa Paketi, yukarıda belirtilen “vahim” hukuk ihlallerinin herhangi birine çözüm getirmekte midir? Cevap, “Hayır” dır. Görüldüğü gibi, ön görülen değişiklik, hiçbir şekilde soruna çözüm getirmemektedir. Yapılması gereken, tüm yasal düzenlemelerin yeniden ele alınarak, “gizlilik ilkesi” nin daha kesin koruma altına alınmasıdır. AKP iktidarı, burada da samimi değildir. Tek düşüncesi ve amacı, AYM ve HSYK’nu ele geçirmektir. Özel hayatta, hukuka aykırı uygulama örnekleri S .on dönemde, Türkiye’de yaşanan “garip” hukuk uygulamalarının en çarpıcı örneklerinde, kaideten “delilden sonuca gidilmesi” gerekirken, genel hukuk prensiplerine aykırı biçimde “sonuçtan delile gitme” çabalarının ön plana geçtiği gözlenmektedir. İnsanları suçlamak ve “masum olduğunu kanıtla” demek, faşizme özgü bir yargılama usulüdür. Demokrasilerde ise, iddiayı kanıtlamak, iddia sahibine ait bir yükümlülüktür. Bu bağlamda, özellikle özel yetkili bazı hâkim ve savcıların “kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği” şeklindeki Anayasa’nın 38. Maddesi hükmünü hiçe saymaları, adeta olağan hale gelmiştir. Tıpkı “yasadışı dinleme yoluyla elde edilen bilginin suç duyurusunda kullanılması” yasağının yok sayılması gibi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, “Delil, ancak iç hukukta bir engel yoksa ve sözleşmedeki bir hakkın ihlali yoluyla elde edilmemişse geçerlidir” demek suretiyle paralel bir kural getirmiştir. Benzer şekilde, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. Maddesine göre, karakolda 36 alınan ifade dahi, hakim önünde alınmamışsa geçersiz sayılırken, meçhul yollarla elde edilen ses kayıtları, hukuka aykırı biçimde delil kabul edilip, davalar açılıyor, hakimler “tutuklama” ve “mahkumiyet” kararları verebiliyorlar; hem de, “haberleşme özgürlüğünü ve gizliliğini esas olan “Anayasa’nın 22. Maddesinin amir hükümlerine rağmen”... Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi, 05.12.1968 gün ve 49/60 sayılı kararında, ihbarın da, “ihbar edenin kimliğinin belli olmaması veya gizli tutulması halinde, delil olarak değerlendirilemeyeceğine” hükmetmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25 Eylül 2002 tarihli 2002/2-617 E. ve 2002/648 K. Sayılı kararında da “ceza yargılamasında olduğu gibi, hukuk yargılamasında da, hukuka aykırı yoldan elde edilen delillerin değerlendirmeye alınmaması ve yargılamada kullanılmaması gerektiği” belirtilmiştir. Ne yazık ki, özellikle son zamanlarda giderek artan biçimde bu ve benzeri onlarca yüksek mahkeme kararının, onlarca defa ihlal edildiği bir vakıadır. Kutsal “savunma hakkı” zedeleniyor B .ir başka hukuk garabeti, haberleşmenin özgürlüğü ve gizliliğine ilişkin Anayasa’nın 22.Maddesinin ihlali hallerinde müeyyideleri belirleyen Türk Ceza Kanunu’nun “haberleşmenin gizliliğinin ihlali, basın-yayın yolu ile yayınlanması, konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme veya verme” gibi fiilleri suç sayan 132 - 136. Maddeleri ile bu suçların “kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetkiyi kötüye kullanmak suretiyle” işlenmesi halinde verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı, açıkça hükme bağlanmış olmasına rağmen (TCK-137), tüm bu vahim suçların soruşturma ve kovuşturulmasının, TCK’nun 139. Maddesine göre “şikâyete bağlı” suçlardan sayılmasıdır. Son dönemde bu ve benzeri suçları sıkça işleyen, Anayasamızı ve yasalarımızı hiçe sayarak delil toplayan, gizli tanık rezaletine imza atan kamu görevlileri ve basın mensupları bellidir. İşlenen suçlar ise, “görevi kötüye kullanma”, “iftira”, “gizli kalması 37 gereken bilgileri ve belgeleri açıklama”, “sahte evrak kullanma”, “özel hayatın gizliliğini ihlal” gibi çok çeşitli suçlar olmasına rağmen, maalesef ülkeye hakim “tehdit” ve “korku atmosferi” nedeniyle açılan davalar yok denecek kadar azdır. Hakların özüne böyle hoyratça saldırıların müsamaha gördüğü bu dönemin devam etmesi, çok vahim sonuçları da beraberinde getirecektir. Bu korku dönemine son verecek olan Demokrat Parti iktidarıdır. Bu bağlamda, yukarıda sayılan tüm suçların ve benzerlerinin takibi şikayete bağlı olmaktan çıkarılacak, savcılar bu durumda resen dava açmak zorunda kalacaklardır. Aksi uygulama, savcılar için, “görevi savsaklama” veya “görevi kötüye kullanma” suçunu oluşturacaktır. Kısacası, Demokrat Parti iktidarında hiç kimse, kurum ya da kuruluş yasalara aykırı olarak hakların özüne dokunamayacaktır. Hukuka aykırılıklara, vahim hukuk ihlallerine, adeta bir tür “yargısız infaz” haline dönüşmüş olan” tutuklama” uygulaması da dahil edilmelidir. Gerçekten, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 90. maddesinde, suçüstü hali ile suçüstü bir fiil nedeniyle işlenen, kişinin kaçma olasılığının bulunması ve hemen kimliğinin belirlenmesinin mümkün olmaması durumunda gözaltına alınabileceği belirtilmektedir. CMK 91. maddesinde ise, “gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlıdır” deniyor. Uygulamada, ne yazık ki, “suçun ağır cezalık olması”, “delillerin karartılması” ve “sanığın kaçma kuşkusunun olması” gibi şartlar yok farz edilerek, “masumiyet karinesi”, “lekelenmeme hakkı” ve “adil yargılama hakkı” gibi hukukun evrensel kuralları da çiğnenerek, kolayca “tutuklama kararı” verilebilmektedir. Bu durumda “tutuklama”, “cezalandırma”ya dönüşmektedir. Benzer şekilde, tutuklanmaya itirazın reddinde kullanılan “daha yeterince hapis yatmadınız” anlamına gelen “tutukluluk sürelerini dikkate alarak” tabiri de, “peşin hüküm“ anlamına gelmekte ve böylece de “adil yargılanma hakkının” zedelenmesi sonucunu doğurmaktadır. “Gizlilik kararı’’na rağmen, soruşturmanın tüm ayrıntılarının yazılı ve görsel medyada yer alması ise, hukuk 38 cinayetidir ve bu cinayetin failleri de toplum içinde serbestçe dolaşabilmektedirler. Esasen, ceza muhakemeleri sistemimiz ‘’uzun soruşturma, kısa dava’’ uygulaması üzerine kuruludur. Demokrat Parti’ye göre, davaların uzamasının önemli nedenlerinden olan bu uygulama sonucudur ki ‘’tutuklama’’ istisna olmaktan çıkmış, cezaya dönmüştür. Kaldı ki, Demokrat Parti, tutukluların cezaevlerinde değil tutukevlerinde bulundurulmaları gerektiği görüşündedir. Adalet Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan aşağıdaki veriler, Türkiye‘de uygulanan yargılama sisteminin adil sayılamayacağını açıkça gözler önüne sermektedir: Türkiye’deki cezaevlerinde 31 Ocak 2010 itibariyle 117.547 kişi bulunuyor. Bunlardan 56.856 kişi cezaları kesinleşmiş hükümlü durumunda, yani yarısı 19.642 kişi ise, ‘’hükmen tutuklu’’ yani mahkumiyet kararları temyizde olduğu için kesinleşmiş değil. 41.049 kişi ise ‘’tutuklu’’ statüsünde, yani henüz haklarında verilmiş bir mahkûmiyet kararı yok. Öte yandan, TBB’nin verilerine göre, Türkiye’de açılan her 100 davadan 54’ü beraatle sonuçlanıyor. Yani her iki sanıktan biri masum. Bu oran Avrupa’da % 5 dolaylarındadır. Buna göre halen cezaevlerinde bulunan 41.000 kişinin yarısının da yargılama sürecinden masum çıkacağı söylenebilir. Buradan çıkacak sonuç, tutukluluğun makul sürenin üstüne çıkması, mahkemelerin ağır işlemesi ve savcı iddianamelerinde gözlenen esnekliğin de etkisiyle vatandaşını ciddi ölçüde mağdur eden bir yargı sistemiyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. Demokrat Parti, böyle bir tabloyu Türkiye’ye yakışır bulmuyor ve çözüm arayışında’’ insan hayatında yapılan tahribatın telafisinin çok zor olduğu, bazen bunun hiç mümkün olmadığı gerçeğine özel önem atfediyor. Ayni çerçevede, Demokrat Parti’ye göre, her türlü darbe iddiasının sonuna kadar araştırılması ve inandırıcı delillerin bulunması halinde, sorumluların yargıya hesap vermeleri, demokrasi ve hukuk devleti olmanın gereğidir. Ancak, “ölçülülük ilkesi” gereği, her darbe girişimi, hukuka uygun bir şekilde soruşturulmalıdır. Suçlanan kişilerin, yasaların koruyuculuğundaki haklarının ihlal edilmemesi de esastır. Yani “masumiyet karinesi” burada da geçerli olmalıdır. 39 Demokrat Parti’nin bu noktada yaptığı önemli tespit şudur: ‘’Usul esasa tercih edilemez, ya da tersi de olamaz, aksi takdirde masumiyet karinesinden de söz etmek olmaz. Önemli sonuçlar doğuran bir diğer uygulama CMK’nun, DGM.’ri sözde kaldırarak yerine, özel yargılama yetkileri ile donatılmış, ‘’geniş görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’’ kurmuş olmasıdır (Beşiktaş Mahkemeleri örneğinde olduğu gibi). Demokrat Parti’nin uygun bulmadığı bu değişikliğin sonucu, uzayan davalar, kamu vicdanını derinden yaralayan Silivri uygulamaları, Erzurum-Erzincan çatışmaları biçiminde tezahür etmektedir. Demokrat Parti, çağdaş bir devlete yakışmadığını değerlendirdiği bu uygulamaya derhal son verecektir. Bu mahkemeler derhal kaldırılacak ve diğer ağır ceza mahkemeleri ile birleştirilerek ‘’ihtisas Mahkemeleri’’ haline getirilecektir. Savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran ve Demokrat Parti’ nin yeniden düzenleyeceği bir diğer yanlış, savcılığın kısıtlama kararlarının uygulanmasında gözlenmektedir. Üstelik bu uygulama, sadece özel yetkili mahkemelerle sınırlı kalmamış asliye ceza mahkemelerine kadar inmiştir. Savcılığın ‘’kısıtlama kararı‘’ demek avukatların dosyayı görememeleri demektir; avukatların karanlığa kurşun atmak zorunda bırakılmaları demektir. Bu durumda ‘’savunma nasıl yapılacaktır, tutuklama kararına nasıl ve hangi gerekçelerle itiraz edilecektir’’ sorularının ise cevabı yoktur. Demokrat Parti ‘’kutsal savunma hakkı’’nın böylesine zedelenmesine göz yummayacaktır, bu husus ve gerekli düzenlemeleri vakit geçirmeksizin hayata geçirecektir. Devlet, sadece çocukları değil, herkesi kucaklamalı M .adde (3) : Anayasa’nın, “Seyahat hürriyeti” başlıklı 23. Maddesinde değişiklik yapılarak, “yurt dışına çıkış yasağı, hakim kararına bağlanıyor”. • Böylece, mahkeme kararı olmaksızın “idari bir tasarrufla yurt dışına çıkışın engellenmesinin önüne geçileceği” propagandası yapılıyor. Öncelikle belirtilmelidir ki, bunun için “kanuni bir düzenleme” yeterliydi, anayasal bir düzenlemeye ihtiyaç yoktu. Kaldı ki, madde bu şekliyle de yeterli değildir, zira, yargının, polisten gelen “ek gözaltı süreleri” ve benzeri taleplere adeta “otomatik” olarak cevap verdiği de bilinmektedir. 40 Madde (4) : Anayasa’nın, “Ailenin korunması” başlıklı 41. Maddesinde değişiklik yapılıyor ve maddenin başlığı, “Ailenin korunması ve çocuk hakları” şeklini alıyor. • Bu değişiklikle Devlete, çocukların, her türlü istismara ve şiddete karşı korunmalarına ilişkin görev veriliyor, ayrıca, çocukların yeterli himaye ve bakımdan yararlanmaları ile ana-baba ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme, bir çocuk hakkı olarak Anayasa’ya dahil ediliyor. Bunun dışında da, tarafı olduğumuz sözleşmeler ve uluslararası belgelerde yer alan çocuk hakları ile ilgili kabul gören evrensel ilkeler, Anayasa metnine dahil ediliyor. Demokrat Parti, devletin, sadece çocukları değil, tüm ihtiyaç sahipleri ile korunmaya muhtaç olan herkesi şevkatle kucaklaması gerektiğine inanır. Bu itibarla da, alınacak her türlü tedbirin destekçisi olur. Ancak, bu bağlamda, AKP iktidarı tarafından Anayasa’ya dahil edilmekle çocuk haklarında önemli ilerlemelerin kaydedileceğine ilişkin iddia da, tam gerçeği yansıtmamaktadır. Zira burada da önemli olan, yukarıda sözü edilen çekincelerin bir an önce kaldırılmaları ile uygulama esaslarını belirleyecek yasal düzenlemelerin süratle tamamlanmasıdır. Kaldı ki, Devlet’in, çocukları istismara ve şiddete karşı koruması önünde herhangi bir engel mevcut değildir ve yukarıda da belirtildiği gibi, zaten Anayasa’nın 41. Maddesinde gerekli düzenlemeye yer verilmiştir. Öte yandan, sözü edilen düzenlemeler, Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde yer aldığı için, bu değişiklik paketinde yer almasalar dahi, Anayasa’nın 90. Maddesi gereği zaten “yasalar üstü” bir statüde bulunmaktadırlar ve bu özellikleri ile de, Türkiye’de uygulama kabiliyetine sahiptir. Yani AKP, burada da Millet’imize doğruları söylememekte ve “mili iradeyi fesata uğratmaya çalışmakta”dır. Madde (5) : Anayasa’nın, “Sendika kurma hakkı” başlıklı 51. Maddesinin 4. Fıkrası yürürlükten kaldırılıyor. Böylece, “aynı zamanda, aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olma yasağı”na son veriliyor. • AKP iktidarı, bu değişikliği de “sendikal özgürlüklerin genişletilmesi ve 87 sayılı İLO (Uluslararası Çalışma Teşkilatı) sözleşmesine uygunluk” olarak ifade ediyor. Ancak, gerçek öyle değildir. Şöyle ki: 41 Bilindiği gibi, bir iş kolunda toplu iş sözleşmesi yetkisi alabilmenin koşulu, sendikalı işçilerin en az % 51‘inin desteğini almış olmaktır. Birden çok sendikaya üye olabilmenin sonucu olarak, o iş kolunda “toplu iş sözleşmesi yapabilmek için gerekli çoğunluğun sağlanması fevkalade güçleşecektir. Belki de hiçbir sendika, gerekli % 51’lik çoğunluğu bulamaması nedeniyle toplu iş sözleşmesi yapma imkanını elde edemiyecektir. Yani, yapılan bu değişiklik, aslında bir “tuzak”tır. “Toplu Sözleşme” için de tuzaklar kurdular M .adde (6) : Anayasa’nın, “Toplu iş sözleşmesi hakkı” başlığını taşıyan 53. Maddesinde değişiklik yapılıyor ve madde başlığı, “Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı” haline getiriliyor. Ayrıca, emekliler dahil memurlar ve diğer kamu görevlilerinin toplu sözleşme yapma hakları da, Anayasa’ya dahil ediliyor. Uyuşmazlık halleri için ise, kararları kesin olan bir “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu” (Uzlaştırma Kurulu) teşkil ediliyor. • Bu değişiklik sonucu, 1995 düzenlemesi ile Anayasa’ya dahil edilen “memurlara toplu görüşme hakkı”, “toplu sözleşme” hakkına dönüştürülüyor. Ancak, memurlara grev hakkı, bu kez de tanınmıyor. • Grev hakkı, sendika kurma hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle grevsiz toplu sözleşme hakkının, uygulamada etken bir unsur olarak dikkate alınabilmesi, mümkün değildir. • Aynı şekilde, uyuşmazlık halleri için öngörülen ve bürokratlardan oluşan “Hakem Kurulu” kararlarının kesin olması nedeniyle de, toplu sözleşme hakkı, büyük ölçüde anlamını yitirmektedir. Toplu iş sözleşmesine ilişkin yeni düzenleme ile getirilen tek farklılık, Bakanlar Kurulu’na ait olan nihai karar yetkisinin, “hakem kurulu”na veriliyor olmasıdır. Bu değişikliğin ise, sonucu değiştiremeyeceği, yani nihai olarak hükümetin isteğinin dışına çıkılamayacağı, aşikardır. • Grevsiz bu düzenleme, ILO Sözleşmeleri ile Avrupa Sosyal Şartı’na da aykırıdır. • Burada dikkatlere sunulması gerekli ilk husus, ”kamu çalışanlarına toplu iş sözleşmesi hakkı”na ilişkin kanunun, DSPMHP ve ANAP koalisyonu döneminde 25.06.2001 tarihinde 42 çıkarılmış olduğudur. O kanunda yer alan “toplu iş görüşmesi” ibaresi yerine, yeni düzenlemede “toplu iş sözleşmesi” tabirine yer verilmiştir ve bu değişikliğin de sonuca hiçbir şekilde etkili olamayacağı açıktır. AKP iktidarının samimiyetsizliğinin kanıtı olan diğer husus ise, çok eleştirilen 12 Eylül generallerince getirilen “sendikalar kanunu” na dokunulmadığı gibi, Türkiye’nin de taraf olduğu “Avrupa Sosyal Şartı” nın en önemli üç maddesi olan “adil ücret hakkı”, “örgütlenme hakkı” ve “toplu iş sözleşmesi hakkı”na konulmuş olan çekincelere de dokunulmamış olmasıdır. • Kısacası, AKP iktidarı, kendi hedefine ulaşabilmek için, milyonlarca memur ve diğer kamu çalışanları ile bunların emeklilerinin iradelerini bilerek ve isteyerek fesada uğratmaya çalışmaktadır. Zira, bu Paket’te, Sendikal uygulamalar çerçevesinde ve anlamında bir “toplu sözleşme” mevcut değildir. Anlaşmazlık halinde nihai kararı verecek olan da, idarenin oluşturduğu “Hakem Kurulu”dur ve bu Kurul’un kararlarına karşı yargı yolu da kapalıdır. Yani, AKP’nin iddia ettiğinin aksine, bu Paket’te, toplu sözleşme hakkı, grev hakkı ve de yargıya gidebilme hakkı yoktur. İşçinin hak aramasına sınırlama getiriliyor M .adde (7) : Anayasa’nın, “Grev hakkı ve lokavt” başlıklı 54. Maddesinin 3. ve 7. Fıkraları yürürlükten kaldırılıyor. Böylece, grev esnasında işyerinde meydana gelen zararlara ilişkin olarak, kasıtlı veya kusurlu da olsa, sendikanın sorumluluğuna son veriliyor; ayrıca, “siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler”e ilişkin yasaklar da kaldırılıyor. • Burada, en azından “kasıt” unsurunun istisna olarak dikkate alınmaması, hukukun genel ilkelerine de aykırı bir eksikliktir. • Burada, işçinin hak aramasının, dolaylı olarak sınırlandığı da unutulmamalıdır. Demokrat Parti, sendikal düzenlemelerin, ILO Sözleşmelerine uygun hale getirilmesini savunmaktadır. Bu bağlamda Demokrat Parti’nin önceliği, sendikal özgürlükler önündeki baraj, noter mecburiyeti ve iş kolu gibi engellerin kaldırılmasıdır. 43 Madde (8) : Anayasa’nın, “Dilekçe hakkı” başlıklı 74. Maddesinde değişiklik yapılarak, başlık, “Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” olarak yeniden düzenleniyor. Ayrıca, herkese bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı tanınıyor. • Böylece, kamuoyunda “ombudsman” diye bilinen kamu denetçiliği kurumu, dilekçe ve bilgi edinme hakkının devamı olarak Anayasa’mıza girmiş olmaktadır. Ancak, Paket’te, bu kurumun görev ve yetkileri ile başvuru şekli ve zamanına ilişkin hiçbir düzenleme öngörülmediği gibi, “Kurum”un kararlarının yargı ile çatışma durumu”na da yer verilmemiştir. Sadece, sayılan bu hususların bir kanunla düzenleneceği ifade edilmektedir. Burada da şu soru sorulmalıdır: Madem “ombudsman”lık denen bu kurum bu kadar acildi, yeterli çoğunluğa sahip olan AKP iktidarı, neden şimdiye kadar bu kanunu çıkarmadı? • Hatırlanacağı gibi, Kamu Denetçiliği’ne ilişkin kanun, 15.06.2006 tarihinde çıkarılarak yürürlüğe girmiş, ancak, anayasal dayanağı olmaması nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Şimdi yapılmak istenen, sadece bu eksiğin tamamlanmasıdır. Burada ayrıca, “Madem ihtiyaç vardı, neden 2006’dan beri beklenmiştir” sorusu da sorulmalıdır. Benzer şekilde, Bilgi Edinme Kanunu da yeni değildir ve 09.12.2009 tarihinde çıkarılmıştır. • Kamu denetçisinin TBMM‘ne bağlı olarak oluşturulması amaca uygun değildir. Bu kurum özerk olmalıdır. • Kamu denetçisinin seçim biçimi de uygun değildir. Ön görülen sistemle yani, “ üçüncü oylamada da salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için yapılacak dördüncü oylamada, en fazla oy almış olan adayın seçilmesi” usulü sonucu, ağırlıklı olarak, iktidar çoğunluğunca uygun görülecek adaylar seçilecektir. • Halen TBMM‘nde bir “Dilekçe Komisyonu”nun mevcudiyeti dikkate alınmadan “Kamu Denetçisi Kurumu” oluşturulmaya çalışılmaktadır ve uygulamada “görev, yetki ve sorumluluklar” bakımından çatışma hali” dikkate alınmamıştır. Görüldüğü gibi, istenmeyen sonuçlara neden olabilecek vahim bir “umursamazlık” ve “acelecilik” vardır • Burada son uyarımız şudur: İlgili tüm yasal düzenlemeler ve 44 gerekli diğer alt yapı tamamlanmadan uygulamaya konulması halinde, bu Kurum işlevsiz kalabilecek ve sonu da, büyük umutlarla devreye sokulan il ve ilçelerdeki “İnsan Hakları Komisyonları”nın akibetine dönüşebilecektir. • Demokrat Parti’ye göre, kamu denetçisinin seçimi, Yargıtay Genel Kurulu’nca, 2/3 çoğunluk ve gizli oyla yapılmalı, başta adaylarda aranacak nitelikler olmak üzere, uygulama esasları da, daha “adil bir Türkiye” amacı doğrultusunda çıkarılacak bir yasa ile belirlenmelidir. Partisi kapatılan milletvekili görevi sürdürecek M .adde (9) : Anayasa’nın, “Milletvekilliğinin düşmesi” başlıklı 84. Maddesi değiştiriliyor ve parti kapatma davalarında, “milletvekilliğinin düşürülmesi kararının verilemeyeceği” hükmü getiriliyor. • Böylece, partileri kapatılsa dahi, milletvekillerinin milletvekilliğinin düşmesi engellenmek isteniyor. Bir başka ifadeyle partisi, Anayasa tarafından yasaklanan “laiklik karşıtı veya bölücülük” gibi eylemlerin odağı olmak nedeni ve gerekçesiyle kapatılan milletvekilleri dahi, hiçbir surette sorumlu tutulamayacaklardır. Burada, demokrasilerin de, kendi bekaları için meşru müdafaa benzeri haklara ihtiyaç duyacakları gerçeği de, unutulmamalıdır. Bu cümleden olarak, partisinin kapanmasına neden olan milletvekili veya milletvekilleri de, bu sonuçtan sorumlu tutulabilmeli ve etkilenmelidirler. Madde (10) : Anayasa’nın, “Başkanlık Divanı” başlıklı 94. Maddesi değiştirilerek, Meclis Başkanı ve Başkanlık Divanı’nın görev süreleri, “ilk seçilenler için 2 yıl, ikinci devre seçilenler için ise, o yasama yılının sonuna kadar devam eder” denmek suretiyle belirgin ve tartışmasız hale getiriliyor. Madde (11) : Anayasa’nın, “Yargı yolu” başlıklı 125. Maddesinde değişiklik yapılıyor ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları, kısmen de olsa, yargı denetimine açılıyor. Ayrıca, yargı yetkisinin, “yerindelik denetimi” şeklinde kullanılamayacağı hususu vurgulanıyor. • Böylece, YAŞ’ın, silahlı kuvvetlerden ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açılıyor. Oysa, bu tür kararların alınacağı merci, 45 YAŞ değil, yetkili askeri makamlar olmalıdır. Aynı mantıkla “askerlik mesleğinden ihraç” da, işin doğası gereği, askeri yargının konusu olmalıdır. • YAŞ’ın, sadece “ilişik kesme” değil, tayin, terfi ve kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma” dahil, her türlü işlemlerinin yargı denetimine açılması hususları da, yeniden değerlendirilmelidir. • Burada dikkatlere sunulması gereken husus şudur: Bugüne kadar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüldüğü bilinen yüzü aşkın YAŞ kararının tümü reddedilmiştir. Yani, “YAŞ kararlarının yargı denetimine açılması” etrafında koparılmak istenen fırtına, gerçekçi değildir, göstermeliktir ve yanıltıcı bir AKP propogandasından ibarettir. • “Yerindelik denetimi”ne ilişkin vurgu ise, “katsayı”, “özelleştirme” ve benzeri bazı kararlardan duyulan rahatsızlık nedeniyle “idarenin takdir hakkının ” yüksek yargı’ya hatırlatılması” olarak değerlendirilmelidir. • Ancak, burada dikkatlerden kaçırılmaması gereken husus şudur: Kural, “yargı yetkisinin, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamayacağı”dır. “Yerindelik denetimi” ise, yargı organlarının, özellikle “kamu yararı” ve benzeri durumlarda, kendisini idarenin yerine koyarak karar vermesidir. Bu sayede, değerinin çok altında yapılan bazı özelleştirmeler iptal edilebilmiştir. Zira, Özelleştirme İdaresi, Anayasa gereği, “imtiyaz sözleşmeleri”ni Danıştay’a göndermek zorundadır. Örneğin, 2007-2008 yıllarında ihalesi yapılan İzmir, Bandırma, Samsun limanlarının işletme haklarının devrinde, Tüpraş’ın satışında ve İstanbul’da bazı arazi değerlendirme projelerinde benzer uygulamalar yapılmıştır. En son olarak, çok tartışılan “mayınlı araziler” konusunda Danıştay’ın verdiği karar, konuya ışık tutacaktır: AKP iktidarı tarafından bir İsrail firmasına verileceği iddia edilen mayınlı arazilerle ilgili olarak, Danıştay, “yerindelik denetimi” yaparak, demişti ki: “Mayın temizleme hizmetinin satın alınması ile temizlenen arazinin tarımsal amaçlı kullandırılması işinin aynı ihalede birleştirilmesi durumunda, bu ihtiyaçların en uygun şartlarla karşılanacağından söz edilemez. İhale şartnamesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır”. Yani Danıştay, 46 “yerindelik denetimi” yaparak, hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle “mayınlı araziler” ihalesini iptal etti. İşte, AKP Hükümeti, Danıştay’ın bu yetkisini iptal etmek istiyor. AKP iktidarının Milletimizden gizlemeye çalıştığı bu gerçekler, büyük şehirlerin bir çok değerli arazilerinin AKP yandaşlarına verilmesi ile tam 20 defa değiştirilerek AKP’nin istediği hale getirilen “Kamu İhale Kanunu”nun da marifetiyle önemli kamu ihalelerini nedense çoğunlukla hep benzer “badem bıyıklı”ların kazanmaları uygulamaları ile birlikte değerlendirildiğinde, ortaya, endişe verici, Türkiye’nin geleceği bakımından fevkalade vahim ve ürkütücü bir durum çıkmaktadır. AKP’nin adeta “suçüstü” yakalanması ile eşanlamlı olan bu gerçekler karşısında, ”vatan diyen”, “millet diyen”, “geleceğini bu topraklarda arayan” her Türk vatandaşının, tuzaklarla dolu AKP Anayasa Değişiklik Paketi’ne, hançeresini yırtarcasına “Hayır” diye bağırması, her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Demokrat Parti ise, bu kutsal topraklarda yaşayan 72 milyon insanımıza verilebilecek en önemli hakkın “gelecek” olduğu kabulünden hareketle 12 Eylül’de AKP dayatmasına “Hayır” diyecektir. Ordu mensuplarına da “gözdağı” veriliyor M .adde (12) : Anayasa’nın, “Kamu hizmeti görevlileriyle ilgili hükümler” başlıklı 128. Maddesi’ne, memurlara tanınması ön görülen “toplu sözleşme hakkı” ile ilgili tamamlayıcı bir cümle ekleniyor. Madde (13) : Anayasa’nın, 129. Maddesinde değişiklik yapılarak, memurlar ve diğer kamu görevlilerine verilen uyarma ve kınama gibi disiplin kararları da yargı denetimine açılıyor. Madde (14) : Anayasa’nın, “Hakim ve savcıların denetimi” başlıklı 144. Maddesinde değişiklik yapılarak, başlık, “Adalet hizmetlerinin denetimi” şekline geliyor. Hakim ve savcıların denetimlerine ilişkin esasların önemli bir bölümü Anayasa’dan çıkarılıyor ve yerine, “adalet hizmetleri ile savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimlerinin, adalet müfettişleri eliyle yapılacağı” hükmü getiriliyor. • Oysa, bu maddede yapılan değişiklik ile “hakim ve savcıların 47 denetiminin HSYK’na verilmesi” hükmü, Anayasa’ya dahil edilmeliydi. Böylece, yargı bağımsızlığına ilişkin önemli bir düzenleme, Anayasal dayanağa kavuşmuş olurdu. • Burada yapılan şudur: Hakim ve savcıların denetim yetkisinin “göstermelik olarak” HSYK’na devredilecek olması nedeniyle denetim dışında kalan ve yargı göreviyle ilgili olmayan adalet hizmetlerinin (icra daireleri, noterler ve cezaevleri gibi yerler) denetimi için Adalet Bakanlığı’na bağlı yeni bir “Teftiş Kurulu”nun kurulması öngörülmektedir. Ancak, ifade edilmeyen, araştırma-soruşturma yetkisinin, her iki durumda da Başkan olan Adalet Bakanı’nda olması hususudur ki, bu da iddia edildiğinin aksine, Adalet Bakanı’nın yetkilerinin artırılmak istendiğini göstermektedir. Kaldı ki, anlaşıldığı kadarı ile bu ikili denetim yapılanması, HSYK‘nu, iki ayrı kurul olarak yapılandıran 1961 Anayasası’ndan esinlenerek gerçekleştirimek istenmektedir. Ancak, bunun için gerekli olan “net görev tanımı” yapılmamıştır. Madde (15) : Anayasa’nın, “Askeri yargı” başlıklı 145. maddesinde değişiklik yapılıyor ve askeri mahkemelerin görev alanlarına ilişkin belirsizlik sona erdirilmek isteniyor. Kısacası, askere sivil yargının yolu açılıyor. Sivillere ise, savaş hali dışında, askeri yargı yolu kapatılmak isteniyor. • Böylece, ordu mensuplarına “gözdağı” verilmek isteniyor. Ancak, burada, mevcut yasal durumun, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, kapsam olarak, Stalin dönemi Rusya’sında yaşanan “komutan katliamı”nı çağrıştırırcasına, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne mensup, 42‘si muvazzaf ve emekli general ve amiral olmak üzere, 102 subayın “yakalanmaları kararı vermesine engel teşkil etmediği” hususu, dikkatlerden kaçırılmamalıdır. (Bilahare, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı ile kaldırılmıştır). Aynı şekilde, sivil Türk adli yargısı, Allahuekber dağlarında TSK’nin en büyük tatbikatını yöneten general ile sınıra sıfır noktasında terörist gözleyen ve gerektiğinde kovalayan general için de benzer kararlar verebilmiştir ve AKP sözcülerinin iddialarının aksine, mevcut yasal düzenlemeler, bu ve benzeri kararların alınmasına da engel teşkil etmemiştir. • AKP Hükümeti, her fırsatta, TSK ile ilgili düzenlemeleri, “askeri vesayete son vermek” amacıyla gerçekleştirmek istediğini ifade etmektedir. Burada sormak lazımdır: “Madem öyle, Siz’ce, askeri 48 vesayeti çağrıştırabilir nitelik ve biçimdeki uygulamalarda ‘odak’ kurumlardan biri olan Milli Güvenlik Kurulu’nu neden Anayasa’dan çıkarmıyorsunuz?” Benzer şekilde, Genelkurmay Başkanı, Başbakan’a “bağlı” olmayıp, Anayasa’nın 117. Maddesine göre, Başbakan’a karşı “sorumludur”. Askeri vesayetten şikayet eden AKP ve yandaşlarının, bu maddeyi de ele almaları gerekmez miydi? Eğer samimiyseler ve yaptıklarının doğruluğuna inanıyorlarsa, protokolde, Genelkurmay Başkanı’ndan sonra gelen Milli Savunma Bakanı’nın yerini yeniden düzenlemeleri gerekmez miydi? • Ayrıca, “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesi” gerekçesiyle mevcut Anayasa’nın 145. Maddesinde yer alan “askerlik hizmetinin gerekleri” ibaresinin, metinden çıkarılması ön görülüyor. Hukuk devleti, savunmasız hale getiriliyor M .adde (16) : Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi başlıklı” 146. Maddesi değiştirilerek, üye sayısı on yediye çıkarılıyor ve yedek üyeler de, asıl üye statüsüne geçiriliyor. Getirilen yeni düzenlemede, Cumhurbaşkanı, Mahkeme üyelerinden dördünü, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından doğrudan, diğer üyeleri ise, Yargıtay (3), Danıştay (2), Askeri Yargıtay(1), Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (1) ve Yükseköğretim Kurulu(3) tarafından her boş üyelik için gösterilecek üçer aday içinden olmak üzere, toplam on dördünü seçiyor. Burada, Cumhurbaşkanı’nın, kendisine gönderilen üçer adaydan birini seçme yetkisini kullanması, Yargıtay’a, Danıştay’a, Askeri Yargıtay’a, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne, YÖK’e ve bu durumdaki diğer kurumlara yapılmış ağır bir hakarettir; ”Siz doğruyu bilemezsiniz, sadece Ben bilirim” demektir. TBMM ise, ikisi Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri arasından, biri de baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üçer aday arasından olmak üzere, toplam üç üyeyi gizli oyla seçiyor. TBMM‘nde yapılacak bu 49 seçimde, “her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğunun aranması, salt çoğunluğun sağlanamaması halinde ise, bu oylamada en çok oy alan iki aday için yapılacak üçüncü oylamada en çok oy alanın seçilmiş sayılması” esası getiriliyor. • Bu yapılanmada ilk dikkat çeken husus, Anayasa Mahkemesi’nde, mevcut iktidar yanlısı bir çoğunluk oluşturma niyeti ve çabasıdır. Bir başka ifadeyle “dokunulmazlıkların kalkması, iktidarın kaybedilmesi yada milletvekilliğinin sona ermesi” halleri düşünülerek, adeta “dost bir yüksek yargı” oluşturulmak isteniyor. • Daha da vahimi, demokratik, laik hukuk devleti, adeta savunmasız hale getiriliyor. • Öte yandan, yasama, yürütme ve yargı ile ilişkileri yeniden belirlenmeden, halen siyasi ve hukuki hiçbir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanı’na tanınacak “geniş idari karar alabilme yetkisi”, 2012’ den itibaren Cumhurbaşkanı’nın seçimle gelecek olması nedeniyle yeniden tartışma konusu yapılacak ve kaçınılmaz olarak da yeni anayasa değişikliği taleplerine dayanak teşkil edecektir. Zira, bu durumda, halktan oy isteyecek bir Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluğundan bahsedilemeyeceği gibi, halka hesap vermemesi de düşünülemeyecektir. Öte yandan, seçimle iş başına gelecek Cumhurbaşkanı’nın, konumu, görev, yükümlülük, sorumluluk ve yetkileri, doğrudan rejimle ilgili bir husustur ve bu da, kapalı kapılar ardında, oldubittilerle belirlenerek, millete dayatılacak bir husus hiç değildir • Anayasamıza göre “sorumsuz” sayılan Cumhurbaşkanı’nın seçeceği üyeler de, konumuna uygun olarak sembolik düzeye indirilmelidir. Burada, Cumhurbaşkanı’nın, YÖK üyesi ve rektör atamalarında gözlenen ve “tarafsızlık” ilkesiyle bağdaşmadığı kesin olan “tercih biçimi ve kriterleri” de, unutulmamalıdır. • Seçilecek üyelerin, “demokratik anlayış”tan uzak bir yöntemle belirlenmek istenmesine açık bir örnek, Türkiye Barolar Birliği (TBB)’ne dayatılan seçim usulüdür. Burada, üye sayısına bakılmaksızın, her baro başkanının bir adaya oy vermesi öngörülmüştür. Yani, halen Türkiye’de mevcut 78 Baro içinden, yaklaşık 25 bin üyeli İstanbul Barosu ile sadece 10, 20 ya da 30 kadar üyesi olan baro başkanları eşit olarak birer oy hakkına 50 sahiptirler. Üstelik, Cumhurbaşkanı,bu yöntemle seçilecek adaylar arasından tercih yapacaktır. Cumhurbaşkanı’nın tercih kriterleri ise, meçhul değildir. • Bugünkü yapıda TBMM’nin salt çoğunluğun sağlanamaması halinde “basit çoğunluk”la üye seçmesi, Anayasa Mahkemesi’ne 12 yıllığına üye tayin etmesiyle eş anlamlıdır. Yüce Divan kararlarına “temyiz”, yine unutuldu M .adde (17) : Anayasa’nın, “Üyeliğin sona ermesi” başlıklı 147. Maddesi , “Üyelerin görev süresi ve üyeliğin sona ermesi” şeklinde değiştiriliyor ve “Anayasa Mahkemesi üyeleri 12 yıl için seçilirler” hükmü getiriliyor. Madde (18)’de, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerinin arasına, ”zamanaşımı” dikkate alınmaksızın, bireysel başvurular ilave ediliyor. Ayrıca, Genel Kurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’nın, görevleri ile ilgili suçlardan dolayı “Yüce Divan”da yargılanmaları esası ile “Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu” imkanı getiriliyor. • Yüce Divan’da sadece “seçilmişler” yargılanmalıdırlar. Askerlerin, görev suçlarından dolayı yargılanmaları, tamamen askeri yargı hukuku esasları çerçevesinde, askeri mahkemelerde yapılmalıdır. • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 14 bin kadar Türk vatandaşının başvuruda bulunduğuna (Rusya’dan sonra 2. sıra) işaret edilerek, “bireysel başvuru hakkı”nın, bu davaları en azından azaltacağı ifade edilmektedir. Burada, Anayasa Mahkemesi’nin, üstleneceği yeni görevler sonucu oluşacak ağır iş yükü nedeniyle asli görevi olan “yasaların Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesi” sürecinde sorunlarla karşılaşabileceği de unutulmamalıdır. Bu nedenle ve sadece AYM’ne bireysel başvuruya ilişkin hususlarda görev yapmak üzere, ayrı bir “İnsan Hakları Mahkemesi” nin oluşturulması da düşünülmelidir. • Ancak, AYM’ne bireysel başvuruya ilişkin düzenlemede de, dikkatlerden kaçan, yargı sistemi, hiyerarşisi ve yapısına uygun olmayan önemli bir husus mevcuttur. Şöyle ki; 51 “Hukukçu hakimler tarafından verilmiş olan kararlar, sadece AİHS’nde yer alan haklarla sınırlı tutulacak olan bireysel başvuru yoluyla intikal ettirildiği Anayasa Mahkemesi’nde, bir kısmı hukukçu olmayan üyeler tarafından denetlenecektir. Bu uygulamanın, yargı otoritesini bozucu, yargı kararlarına güveni sarsıcı ve yüksek mahkemeler arasında mevcut görev-yetki ve sorumluluk bakımından içinden çıkılamayacak bir kaosa ve karmaşaya neden olabileceği de unutulmamalıdır. • Ancak, “Yüce Divan” uygulamasına ilişkin olarak aşağıda belirtilen hususlar, AKP iktidarının sorumluluktan uzak, bilgisiz, duyarsız, araştırmadan ve aceleyle oldu-bittiye getirerek Anayasa’da istediği değişiklikleri geçirme girişimine açık örnektir. Şöyle ki: • “Yüce Divan” yargılaması, bir “ceza yargılaması”dır ve burada hukukçu olmayan üyelerin de görev alacak olmaları, yargılananlar açısından büyük bir eşitsizlik ve güvencesizlik anlamına gelebilecektir. • Değişiklik Paketi’nde,“Yüce Divan” kararlarına karşı, “yeniden inceleme” imkanı getirilmektedir. Ancak, Ceza Yargılama Kanunu’nun 23/3. Maddesine göre, “Yargılanmanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev yapan hakim, aynı kararın yeniden incelenmesinde görev alamaz”. AYM’nin, Yüce Divan sıfatı ile baktığı davaların “ceza davası” olması nedeniyle, CMK’nun anılan hükmü, burada uygulanmak zorundadır. Bu durumda da, yüce divan yargılaması yapmış olan AYM’nin, yeniden incelenme başvurusunu inceleyebilecek yeterli çoğunluğu oluşturabilmesi mümkün değildir. Yani bu durumda, yeniden inceleme yapılamaz. • Değişiklik Paketi’nde ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Yüce Divan’da yargılanmış olanların başvuruları üzerine vereceği “ihlal kararları karşısında ne yapılacağı, sorunun nasıl çözümleneceği” hususu da unutulmuştur. • Unutulan bir diğer husus, Yüce Divan’da yargılananlara “temyiz hakkı”nın tanınmamış olmasıdır. Diğer mahkemelerde yargılananlara tanınan bu hakkın, Yüce Divan’da yargılananlara tanınmaması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13. Maddesine aykırı olduğu gibi, Anayasa’mızın 40. ve Ceza Yargılaması Kanunu’muzun 34/2. ve 232/6. Maddelerine de açıkça aykırıdır. 52 Yargıya, Adalet Bakanı hükmedecek M .adde (19)’da, Anayasa Mahkemesi’nin iki bölüm ve Genel Kurul şeklinde çalışması ön görülüyor.Genel Kurul’un toplantı nisabı, “en az 12 üye” olarak kararlaştırılıyor ve “anayasa değişikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına yada Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu aranır” hükmü getiriliyor. Madde (20)’de, Askeri Yargıtay’a ilişkin bir düzenleme getiriliyor ve Askeri Yargıtay’ın kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri ile mensuplarının disiplin ve özlük işlerinin,mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre, kanunla düzenleneceği” hükme bağlanıyor. Ayrıca, “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesi” gerekçesiyle mevcut Anayasa’nın 145. Maddesinde yer alan “askerlik hizmetinin gerekleri” ibaresinin, metinden çıkarılması suretiyle bu mahkemelerin hakimlerine “teminat” getirilmesi ön görülüyor. Madde (21)’de, 20. Madde ile paralellik sağlanarak, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri ile mensuplarının disiplin ve özlük işlerinin kanunla düzenleneceği” hükme bağlanıyor; ayrıca, bu mahkemelerin hakimlerine de, ”teminat” getiriliyor. Madde (22) : Anayasa’nın, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” başlıklı 159. Maddesi değiştiriliyor ve Kurul’un oluşumu, seçimi ve çalışma usul ve esasları yeniden düzenleniyor. Kurul’un 7 asıl ve 5 yedek üyeden oluşan üye yapısı, 22 asıl ve 12 yedek üye olarak değiştiriliyor. Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı, başkan ve tabii üye olarak yerlerini koruyorlar. Kurul’un dört asıl üyesi, yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca doğrudan seçiliyor. Ayrıca, Yargıtay (3 asıl, 3 yedek), Danıştay (2 asıl, 2 yedek), Türkiye Adalet Akademisi (1 asıl, 1 yedek) Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından seçiliyor. (Toplam 6 asıl, 6 yedek üye seçiliyor. Diğer toplam 10 asıl, 6 yedek üye ise, birinci sınıf adli (7 asıl, 4 yedek) ve idari (3 asıl, 2 yedek) yargı hakim ve savcıları arasından, tüm adli ve idari yargı hakim ve savcıları tarafından seçiliyor. Yeni düzenleme ile getirilmek istenen, “Yargıtay, Danıştay ve 53 Türkiye Adalet Akademisi genel kurulları ile ilk derece mahkemelerinde, dört yılda bir yapılacak seçimlerde, her seçmenin ancak bir aday için oy kullanabilmesi” uygulaması,, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildi. Şimdi, bundan önceki gibi, her aday için ayrı ayrı oy kullanılabilecektir. Kurul’un yönetimini ve temsilini, şimdi olduğu gibi, yine Kurul Başkanı, yani Adalet Bakanı üstleniyor. Hakim ve savcıların denetlenmesi yetkisi, göstermelik olarak Kurul’a devrediliyor. Zira, Adalet Bakanı, hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma yetkisini, halen olduğu gibi elinde tutuyor; hem de bu yeni yapılanma, “darbe anayasası” tabiriyle eleştirilen 1982 Anayasası’nın öngördüğü HSYK‘da, “Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın da yer alması ve benzeri demokratik olmayan uygulamaların muhafaza edilmesindeki çelişkiye rağmen” gerçekleştirilmek isteniyor. Kurul’un, sadece meslekten çıkarma cezalarına ilişkin kararları, yargı denetimine açılıyor. Oysa, Kurul’un tüm kararları yargı denetimine açılmalıydı. Kurul’un sekreterya hizmetleri için bir genel sekreterlik kuruluyor, ancak genel sekreteri atama yetkisi, Adalet Bakanına veriliyor. Kurul’un ayrı bir bina ve bütçe ihtiyacı ise, bu yeni düzenlemede yer almıyor. • Bu yeni yapılanmada, Adalet Bakanı, Kurul adına tayin, terfi seçim ve disiplin gibi hakim ve savcıları doğrudan ilgilendiren hayati konularda nihai karar mercii olan Genel Kurul’a başkanlık ediyor, Kurul’un gündemini belirliyor. Hakim ve savcıların idari soruşturmalarını yapmaya devam edecek olan ve doğrudan kendisine bağlı “Adalet Teftiş Kurulu”na talimat vermeye devam ediyor. Göstermelik olarak HSYK bünyesine alınması öngörülen “Teftiş Kurulu”na da, başkan sıfatıyla soruşturma izni vermeyi sürdürüyor. Kısacası, yeni düzenlemede, Adalet Bakanının yetkileri, iddia ettiklerinin aksine, daha da artırılıyor. Böylesine ikili bir denetim sisteminin uygulamada sorunlar üretmesi ise, kaçınılmaz görünüyor. • Uygulanmak istenen üye seçim usulü, siyasi iktidarın, HSYK’na hakim olma niyetini yansıtıyor. Yapılmak istenen, yüksek yargının “yandaşlaştırılması” operasyonudur. Burada, kendi kurumlarınca aday olarak seçilen üyeler arasından “atama yapma” işlemlerinde, “tek adam, yani Başbakan ve tarafsız olması 54 gereken, ancak ne yazık ki, icraatlarında aksi gözlenen bir Cumhurbaşkanı” olgusu da unutulmamalıdır. • HSYK’na, 1. Sınıf hakim ve savcılardan üye seçiminin, Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’nun gözetim ve denetimi altında yapılmak istenmesi de, hukuki değildir; Kararları kesin, idari bir kurul olan YSK’nun anayasal görevine aykırıdır. Kaldı ki, halen sayıları üç bin kadar olan 1.derecedeki hakimlerin, seçimlerde örtülü de olsa propoganda çabası içine girmelerini, “hakim bağımsızlığı ve tarafsızlığı” ilkesi ile bağdaştırmak da , mümkün değildir. • Yeni düzenleme ile HSYK’na üye seçecek olan Türkiye Adalet Akademisi, Adalet Bakanlığı’na bağlı olup, başkanı da Adalet Bakanı tarafından atanıyor. Buna nasıl “demokratikleşme” denir? • Hakim ve savcılar arasından seçilecek üyeler, kıdem, performans vb. objektif kıstaslara göre ve elektronik ortamda, Yüksek Seçim Kurulu’nun gözetim ve denetimi altında yapılmalıdır. • HSYK’nun yeni yapılanmasında, üye sayısının 7’den 22’ye yükseltilmesine rağmen, yüksek yargının sadece 5 üye ile (3 Yargıtay, 2 Danıştay) temsil edilmesi, mevcut siyasi iktidarın yüksek yargıya güvenmediğini kanıtlıyor. • Siyasi otoritenin üstünlüğü esas alınarak hazırlandığı anlaşılan ve 12 Eylül’de referanduma sunulacak olan “AKP Anayasa Değişiklik Paketi”, yargı bağımsızlığını güçlendirmiyor. Yargı tarafsızlığını geliştirmiyor. Yargının verimliliğini ve etkinliğini artırmıyor. Yargıda mesleki yetkinliği de yükseltmiyor. Aksine, yüksek yargının, HSYK’ndaki ağırlığına son veriyor. Yürütme, açıkça yargıyı ele geçirmeye çalışıyor. Mevcut iktidar döneminde, hükümetle yargı arasında yaşanan sorunların, adeta Anayasa değişikliği ile çözülmesine çalışılıyor. • Unutulmamalıdır ki, HSYK idari bir kuruldur ve bu nedenle de burada, ne kuruluşta, ne de karar alma sürecinde, hiçbir siyasi kriter uygulanamaz. Uygulanması gerekli ölçüler, oluşumunda “nitelikli çoğunluk” ve “liyakat”tir. • Ve nihayet, Millet’e dayatılmak istenen bu “Paket”i hazırlayan mevcut iktidar sahipleri, ısrarla AB uygulamaları ve Venedik Komisyonu Kriterlerine uygunluktan söz ediyorlar.” Yargı bağım- 55 sızlığı elden gidiyor” diyenlere, “Yargı demokratikleşiyor” diye cevap veriyorlar. Sürekli, yüksek yargı üyelerinden önemli bir kısmının meclislerce, cumhurbaşkanlarınca veya değişik yasama-yürütme işbirlikleriyle seçildiği ileri demokratik ülkelerden örnekler veriyorlar. Ve özellikle Venedik Kriterleri’nce, yüksek yargı üyelerinin seçiminin siyasetçiler tarafından yapılmasının, adeta tercih ve teşvik nedeni sayıldığı “aldatmacasını” yayıyorlar. Oysa, gerek AB Komisyonu ve Venedik Komisyonu raporlarında, gerek hukuki konularda Avrupa standartlarını belirleyen Avrupa Yargıçlar Danışma Konseyi’nin 2007 yılında hazırladığı raporda, HSYK ve benzeri kurullarda başkanlık görevinin, tercihen siyasi parti mensubu olmayan, tarafsız kişiler tarafından üstlenilmesi ile yüksek yargı üyelerinin de siyasi organlarca seçilmemesi tavsiye ediliyor. • Yani, HSYK’da halen mevcut olup, yeni düzenlemede de devam etmesi öngörülen yapılanmanın aksine, Adalet Bakanı ve müsteşarının Kurul’a üye olmamaları gerektiği belirtiliyor. Kaldı ki, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde, Adalet Bakanı başkanlığında çalışan bir HSYK olmadığı gibi, hem bakan, hem de müsteşarının birlikte üye oldukları bir HSYK da yoktur. Ekonomik ve Sosyal Konsey’in burada ne işi var? M .adde (23) : Anayasa’ nın 166. Maddesi değiştirilerek, “Ekonomik ve Sosyal Konsey” anayasal dayanağa kavuşturuluyor. • Diğer bir çoğu gibi, bu da hiçbir aciliyeti olmayan, tamamen göstermelik bir düzenlemedir. Zira, yetkisi, “istişari nitelikte görüş bildirme” olarak sınırlanmış olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’in Anayasa’da yer almasına gerek yoktur. Kaldı ki, Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulmasına ilişkin kanun, daha önce, 57. Hükümet döneminde çıkarılmıştır. Hatta, anılan bu kanunun 7. Maddesinde, bu Konsey’in, “Başbakan veya görevlendireceği biri başkanlığında, üç ayda bir toplanması“ öngörülmüş olmasına rağmen, ilk birkaç toplantıdan sonra, Konsey fiilen çalıştırılmamıştır (Bu satırların yazarı, Başbakan başkanlığında toplanan Konsey’in ilk toplantısına, YÖK temsilcisi sıfatıyla katılmıştı). 56 Madde (24) : Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın geçici 15. Maddesi yürürlükten kaldırılıyor ve böylece “demokrasi ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan” bir 12 Eylül izinin daha yok edilmiş olacağı ifade edilerek, ısrarla “12 Eylül yöneticilerinin yargılanmaları önündeki en önemli engelin kaldırılmış olacağı” iddia ediliyor. • Burada ileri sürülen iddialar doğru değildir, önemli bir aldatmaca vardır. Zira, “zaman aşımı” ve “lehteki kanunun uygulanması ilkesi” gereğince, 12 Eylül darbecilerinin artık yargılanmaları mümkün değildir. Bu nedenle de, anılan geçici 15. Maddenin kaldırılmasının sadece sembolik bir anlamı olabilir. Yani AKP yöneticileri ve yandaşlarının her vesileyle ileri sürdükleri “darbecilerle hesaplaşma”, 15. Maddenin kaldırılmasiyla gerçekleşmeyecektir. 12 Eylül’ün zulmü de, tahribatı da ortadan kalkmış olmayacaktır. • Burada gerçek hukuki durum şudur: Anayasa’nın 38. Maddesine göre, “kimsenin işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılması mümkün değildir. Türk Ceza Kanunu’nun 7. Maddesine göre de, “işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez”. Aynı 7. Maddenin 2. Fıkrasına göre de, “suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır”. Ayrıca, TCK’nun 68, 71 ve 311. Maddelerine göre de, “zamanaşımı süresi” dolmuştur. Böylece, “Kanunların geriye doğru yürütülemeyeceği” ilkesi ve “sanığın lehine olan hükmün uygulanacağı” ilkesi ile “zaman aşımı”na ilişkin kurallar dikkate alındığında, 12 Eylül sorumluların yargılanmaları artık mümkün değildir. Yani, AKP iktidarı ve yandaşlarının, “geçici 15. Maddenin kaldırılması sonucu darbecilerin yargılanacakları” iddiası doğru değildir. • 12 Eylül ile hesaplaşmayı, Kenan Evren ile hesaplaşma zanneden AKP’ne, bunun bir zihniyet ile hesaplaşmak konusu olduğuna işaretle “Millete doğruları söylemekle yükümlü” olduğu, bu vesileyle bir kez daha hatırlatılmalıdır.. Madde (25) : Anayasa’ya geçici iki madde eklenmesine dairdir. 57 Madde (26) : Yürürlüğe dair olup, “halkoyuna sunulması halinde, tümüyle oylanır” hükmünü haizdir. • Gündemdeki “Anayasa paketi”ne ilişkin tartışmalarda, “referandum“ konusu, önemli bir yer tutmaktadır. Bu paket, Anayasa’nın 175. Maddesinde ön görülen koşullara bağlı olarak referanduma sunulacaktır. Ancak, Hükümet, Anayasa değişikliklerinin tümünün bir paket halinde halkoyuna sunulmasını istiyor. • Böylesi bir uygulama, demokratik sayılamayacağı gibi, bireysel iradeye de, “müdahale” anlamına gelecektir. Kaldı ki, Venedik Komisyonu da, “referandumlarda birbiriyle ilgisi olmayan konuların aynı anda halkoyuna sunulmasını” uygun bulmadığını, değişik raporlarında açıklamıştır. • Bu cümleden olarak, Venedik Komisyonu, 21 Aralık 2006 tarihinde yürürlüğe giren “Referandumlar Hakkında Doğru Uygulamalar Raporu”nun, “Referanduma sunulan metinlerin usul bakımından geçerliliği” başlıklı bölümünün 30. Maddesinde şöyle diyor: “İçerik birliği, özgür oy iradesinin önemli bir unsurudur. Seçmenlerin, aralarında asli bir bağ olmayan farklı konularda tek bir oy kullanmaları istenmemelidir. Seçmenin, sorulardan birini desteklerken bir diğerine karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Gerektiğinde, birden çok soru sorulmalıdır”. • AKP’nin sık sözünü ettiği aynı Venedik Komisyonu’nun, 12 Ocak 2009 tarihli ve Parlamentoya Seçilmede Sınırlamalar ve Barajlar Raporu”nun, Arzu Edilmeyen Sonuçlar” bölümünde, Türkiye’de uygulanan %10‘luk seçim barajının yüksekliğine işaretle bu barajın % 3-5‘e düşürülmesinin tavsiye edildiği” de unutulmamalıdır. Yukarıdaki tespit ve değerlendirmeler ışığında, Meclis’teki AKP çoğunluğu tarafından, sadece iktidar kriterleri dikkate alınarak, gerçek anlamda uzlaşma aranmadan, ben yaptım oldu mantığı ve aceleciliği ile yüce Milletimizin karşısına çıkarılan Anayasa paketinin asıl amacının ve gizlenmek istenen hedefinin, “yargıyı ele geçirmek olduğu“ tespiti, ne yazık ki, doğrudur. Sonuç olarak, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı gibi demokrasilerin olmazsa olmaz nitelikteki çağdaş ilkeleri hiçe sayılarak, dayatmacı bir yöntemle hazırlanıp, TBM- 58 M’den geçirilen, 12 Eylül’de de halk oylamasına sunulacak olan bu “Anayasa Değişiklik Paketi”nin, cumhuriyetin temel niteliklerini ortadan kaldırarak, ülkeyi otoriter bir yönetime sürükleyebilecek tehlikelerle dolu olduğunun da görülmesi ve geniş kitlelere de gösterilmesi gerekiyor. AKP’ye, “dün ile bugünü kavga ettirmek suretiyle geleceğe yönelik hayırlı bir iş yapılamayacağı”, mutlaka anlatılmalıdır. Yüce Milletimiz, bunu 12 Eylül’de vereceği “Hayır” oyuyla yapacaktır. • Rejim değişikliğine yönelik önemli bir hamle ile karşı karşıyayız. Karşı hamlenin adı ise, “Hayır”dır. 3. Bölüm “Yeter! Söz Milletindir” Denilecek Gün 12 Eylül 2010 Referandumu Türkiye İçin Dönüm Noktası 12 Eylül 2010 Tarihinde Yapılacak Olan Referanduma İlişkin Bazı Tespit, Görüş ve Öneriler: Son sekiz yılda uyguladığı uzlaşmadan uzak, toplumu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı politikalarla Türkiye’yi son derece vahim boyutlara ulaştığı gözlenen “toplumsal gerginlik ve çatışma“ ortamına sürükleyen AKP iktidarı, bu defa da, ülkeyi, temel amacı “yargıyı da ele geçirerek tek adam rejimi kurmak” olarak beliren ve hiçbir soruna çözüm getirmeyen anlamsız ve zamansız bir “halkoylaması”na kilitlemiştir. * Daha şimdiden yaklaşan genel seçimler ön plana çıkmış ve tartışmalar da, AKP’nin yargıyı ele geçirmek amacıyla dayattığı anayasa değişikliklerine değil, “AKP kalsın mı, gitsin mi?” sorusu ekseninde odaklanmaya başlamıştır. * Bu bağlamda referandum, anayasa değişikliğini oylamaktan ziyade, AKP hükümeti için bir güven oylamasına dönüştürülerek AKP’nin gitmesi ile anayasa değişikliği, aynı potada değerlendirilir olmuştur. * Referandum sürecinde, anayasa değişiklikleri ve “yargının AKP hükümetinin denetimine girme tehlikesi” özenle dikkatlerden kaçırılırken, asıl tartışmaların, yaşanan günlük somut gerçekler ve güçlükler üzerinde yoğunlaştırılması da adeta görünmeyen ama bilinen etki odaklarınca engellenmek istenmektedir. * İlk vurgulanması gereken husus, “bu referandumun, Türkiye’de bulunan hiç bir kişi, kurum ya da kuruluşa hiçbir somut yararının olmayacağı”dır. 60 * AKP iktidarı ve yandaşları, referandumda “Evet” sonucunun çıkması halinde “Türkiye’ye daha çok demokrasi gelecek” diyeceklerdir. Ülkesini seven herkesin, tam aksine, anayasa değişiklik paketinin kabul edilmesinin, “demokrasiye elveda” anlamına geleceğini, bin bir emekle bugünlere gelen “demokrasi ağacının kuruması” sonucunu doğuracağını halka anlatması şarttır. • Referandum kampanyalarında “evet” ya da “hayır” oyu vermeyi planlayanlar, hukuki değil, siyasi iddiaları ön plana çıkaracaklar, referandum konusu olan Anayasal düzenlemeler yerine, genel siyasi konuları öne çıkaracaklardır. Böylece ülke, referandum süreciyle birlikte en geç 12 Mart 2010 tarihinden itibaren, tam anlamı ile seçim sürecine girmiştir. • Referandum sürecinde, MHP’nin “Kürt açılımı” bağlamında “Habur” karşılama töreni ve kutlamalarını ön plana çıkarmasına karşın, CHP’nin “Recep Bey” betimlemesinde yoksulluk, yolsuzluk ve dokunulmazlıklar yanında “Kısıklı ve Havuzlu Villalar” söyleminin ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. AKP ise, ”demokratikleşme”, “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”, “demokratik açılım, birlik ve kardeşlik projesi”, “yargı bağımsızlığı”, “demokratik yargı” ve benzeri söylemleri tekrarlamaktadır. Hak aramak, tehlikeye girecek 27 Mayıs Askeri Darbesinin ürünü olan 1961 Anayasası, evrensel hak ve özgürlükler bakımından en ileri hükümleri içermesine rağmen, yürütülen kampanyalar sonucu sadece %61 oranında oy alabilmiş iken, 12 Eylül’ün yasaklarla dolu Anayasası’nın %91,3 oranında oy aldığı hatırlanmalıdır. * “Türkiye’ye daha çok demokrasi gelecek” veya “Türkiye zincirlerini kırıyor, demokratikleşiyor” söylemiyle halkı ikna etmeye çalışacak AKP ve yandaşlarına söylenecek söz şudur: Yargının tümüne hâkim bir AKP Türkiye’si; ancak bugünkü iktidar kadar demokrat olur. Yarı aydınlarla yandaş medyanın sahte demokratları kadar demokrat olur. AKP Anayasa Paketinin referandumda kabul edilmesi halinde: • Yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanacak, Türkiye “tek 61 adam rejimi”ne, “Recep Tayyip Erdoğan rejimi”ne teslim olacaktır. • Hakim ve savcılarla ilgili olarak, bunların atanmaları, tayin ve terfileriyle denetlenmeleri dahil, her bakımdan tek yetkili hale gelecek olan siyasi iktidarı kontrol etmek, denetlemek, frenlemek asla mümkün olmayacaktır. • Kişi, kurum ve kuruluşların yargı güvencesi tamamen ortadan kalkacaktır. • Demokrasilerde iktidar, siyasi partilere, yargı tarafından denetlenmeyi kabul etmeleri şartıyla verilir. Önümüzdeki 12 Eylül’de “Evet” çıkması halinde, siyasi partiler ve bu bağlamda siyasi iktidar üzerinde, sözü edilen “anayasal denetim” de ortadan kalkacaktır. • “Hak aramak” tehlikeye girecektir. Bu tehlikeyi şimdiden görmek için, hakkını aradığı için gözüne biber gazı sıkılan, yerlerde sürüklenen “Tekel işçilerini” hatırlamak yeterlidir. Hükümet aleyhine yayın yapması nedeniyle trilyonlarca TL. tutarında cezaya çarptırılan büyük medya kuruluşunu hatırlamak yeterlidir. AKP hükümetinin, yandaşı olmayan, sıcak bakmadığı sendikalar başta olmak üzere bir çok etkili sivil toplum örgütü ve meslek kuruluşuna karşı, acımasız, kin dolu tutum ve davranışını hatırlamak yeterlidir. Çok özel yetkili mahkemelerde yürütülen yargılamalar sonucu, suçlu-suçsuz olduğuna bakılmaksızın, savunmalarını dahi yapma imkanından mahrum bırakılan bir çok insanın yıllardan beri demir parmaklıklar ardında çile çektiklerini hatırlamak yeterlidir. • Bu paket geçerse “demokrasi dalı” kırılacak, böylece yok olacak olan “yargı bağımsızlığı” ile birlikte Türkiye, “hukuk devleti” niteliğini yitirecek ve yaşam ortamını kaybedecek olan “demokrasi” de can vereceği için, Türk Halkı’na, biat edip Recep Tayyip Erdoğan’ın “korku İmparatorluğu”nda birey değil, kul olarak yaşamaya razı olmaktan başka bir seçenek kalmayacaktır. • Yüksek yargıyı kendine bağlamış olan AKP iktidarı, 62 Anayasa’nın, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” hükmünü içeren maddeleri başta olmak üzere, aynı kapsamdaki Atatürk Devrimlerine ilişkin düzenlemeleri de çiğnemek cüreti gösterebilecektir. Böylesine istenmeyen bir gelişme, Türkiye’nin intiharı ile eş anlamlıdır. • Anayasa Mahkemesi ile HSYK’na hakim olan bir AKP, sekiz yıllık iktidarında defalarca denediği, ancak her defasında Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi yargı engellerine takılma nedeniyle istediği sonucu alamayıp, uygun zaman ve zemini beklemek zorunda kaldığı hedefinden vazgeçmeyecek ve “Tevhid-i Tedrisat” (Öğrenim Birliği) Kanunu’nu yeniden delme teşebbüsünü devam ettirerek, dini eğitime öncelik ve ağırlık vermeyi deneyecektir. Bu gelişme de, “Cumhuriyet kazanımlarının yitirilmesi” ile “Türkiye’nin, demokratikleşiyoruz avazeleri arasında yeniden geçmişin karanlıklarına yönelmesi” anlamına gelebilecektir. * Öte yandan, “Demokrasi getiriyoruz” diyenlere, “Madem öyle, Anayasa değişikliğini neden daha önce olduğu gibi, bir uzlaşma komisyonu kurarak işbirliği ile değil de, emrivaki sonucu, altını Meclis Başkanı’nın da yanlışlıkla imzalayıp bilahare imzasını geri çektiği bir ‘hükümet teklifi’ halinde TBMM’ne sundunuz?” sorusu ısrarla sorulmalıdır. Zira, aynı emrivaki, referandum vasıtası ile halka da yapılmaktadır. * Yargı reformu yapıyoruz diyenlere de, “Bu reformun, ancak ‘kuvvetler ayrılığı’ ve ‘hukuk devleti’ ilkelerine bağlı olarak yapılabileceği, yasama ve yürütmenin yargıya karışmamasının, yargı bağımsızlığının vazgeçilmez ön şartı olduğu, oysa, sunulan paketin amacının yargıyı denetim altına almak olduğu, kaldı ki, bu paketin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunun da AYM’nin son kararı ile tespit edildiği” gibi hususlar hatırlatılmalıdır. Vurgulanması gereken bir husus da şudur: Yargı reformunun amacı, daha etkin, adil ve hızlı bir adalet sistemi oluşturmaktır. Önümüzdeki Anayasa paketinde, bu ve benzeri amaçlara yönelik ya da uygun hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Yargıyı denetlemek amacına yönelik bir düzenlemenin adı “reform” olamayacağı gibi, böyle bir uygulamadan en büyük zararı Türk halkı ve Türk demokrasisi görecektir. 63 AYM’den, çelişkilerle dolu bir karar Burada unutulmaması ve halkın dikkatlerine sunulması gereken gerçek, “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının, sokaktaki adamın çıkarları ile yakın ilişkisi” olduğudur. Bir başka ifadeyle “Bu Paket referandumda kabul edilirse, geniş halk kitleleri de, haksızlığa uğramaları halinde, mahkemelere değil, AKP il ya da ilçe başkanlıklarına başvurmak zorunda kalabilecekler; avukat tutmak yerine ise, AKP il veya ilçe başkanlarının yardımını tercih eder hale gelebileceklerdir. * Benzer şekilde, “Anayasa değişirse 12 Eylül’cüler yargılanacak” iddiasını ortaya atan AKP’lilere ve yandaşlarına, önce, zaman aşımı nedeniyle darbecilerin artık yargılanamayacakları, kaldı ki, “lehte olan kanunun uygulanmasının, hukukun genel prensiplerinden olduğu” hatırlatılarak, darbe ve darbecilerin yargılanmaları hususunda samimi ve kararlı iseler, önce failleri belli olan “28 Şubat” veya “27 Nisan Muhtırası”ndan başlamaları gerektiği söylenmelidir. Halkın dikkati de, referanduma sunulan pakette buna ilişkin herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı noktasına çekilmelidir. * “Demokratikleşiyoruz” diyenlere ayrıca, “Madem öyle, tüm AB ülkelerinde olduğu gibi, neden bizde de TBMM, yüksek yargıya 2/3 nitelikli çoğunlukla üye seçmiyor da, yani çoğunluğun kabulüyle, yani uzlaşmayla üye seçmiyor da, halkoyuna sunulan pakette öngörüldüğü gibi, son turda basit çoğunluğu yeterli görüyor, yani iktidar çoğunluğunun isteğine göre üye seçmek istiyor?” sorusu da sorulmalıdır. * Bu bağlamda değerlendirilmesi gerekli bir diğer husus da şudur: Anayasa Mahkemesi, referanduma sunulan anayasa değişiklik paketinin bazı bölümlerini “cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı” bulmuş ve bu nedenle de düzenlemeyi tümüyle iptal etmesi gerekirken, bunu yapmayıp, siyasi ve çelişkilerle dolu bir karar vererek, “kısmi iptal”le yetinmiştir. Böylece de, AKP’nin eline, “referanduma sunulan metnin anayasaya uygun olduğu” şeklinde bir iddia olarak ileri sürebileceği önemli bir koz-argüman vermiştir. Bu durumda, daha önce AKP’nin kapatılması davasında AYM’nin 1 muhalif üyeye karşı 10 üye ile verdiği “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olması” kararına rağmen, nasıl olur da kapatıl- 64 mak bir yana, Türkiye’nin yönetimi böyle bir partiye bırakılabilir?” sorusu ön plana çıkarılmalıdır. Bir başka ifadeyle, daha önce “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak”tan mahküm olan AKP iktidarı, bu defa, demokratik açılım aldatmacası kisvesi altında ve yargıyı egemenliği altına almak amacına yönelik olarak, uzlaşma aramaksızın, tek başına hazırladığı “Anayasa Değişiklik Paketi” vasıtası ile de, Anayasa’nın değiştirilmez maddesi olan “demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı davranmak” suçunu işlemiştir. Bu husus son AYM kararında açıkça ifade edilmektedir. Bu durumda sormak lazımdır: Hangi demokratikleşme, hangi yargı reformu? Anayasa’ya aykırı bir anayasa değişikli olur mu? * Tamamına yakını AKP yandaşlarınca ele geçirilmiş olan medya aracılığı ile sürekli halkın beyni yıkanmak istenmektedir. Bu süreçte karşı görüştekileri, korkutmak, sindirmek ve susturmak için, “darbeci, demokrasi ve özgürlükler düşmanı, laikçi, askerci, ulusalcı” gibi ifadelerle “kendilerince” küçük düşürmeye çalışıyorlar. Bu arada Yüksek Mahkemeyi de, tamamen hedef saptırmak amacıyla “Ana Muhalefet Mahkemesi” olarak nitelendiriyorlar. Burada ilk yapılacak tespit şudur: Bu paketin yürürlüğe girmesi halinde, AYM, adeta bir “Cumhurbaşkanlığı Konseyi” ya da “Çankaya Mahkemesi” haline dönüşecektir. Zira, toplam 17 üyesinin 14’ü Cumhurbaşkanı tarafından atanan bir mahkemenin bağımsızlığından, etki altında kalmayacağından ve en önemlisi anayasal düzenin çok önemli bir teminatı olduğundan söz etmenin çok zor olduğu, kabul edilecektir. Kaldı ki, hedeflenen yeni yapılanma, demokrasi adına, hak adına, hukuk adına, kısacası halk adına, halkın özgürlüğü adına değil, tek adam rejiminin kurulması, kökleşmesi, yerleşmesi ve gelişmesi için kullanılacaktır. Burada AKP destekçisi sözde liberallere, yarı aydınlara ve bu eksen kaymasına kayıtsız-şartsız destek veren “bel kemiği özürlülere” de, Beni Sadr ile birlikte İran’a dönmüş olan Humeyni ve sonrası örneğini vermek lazımdır. * AKP iktidarı, gerekli alt yapı çalışmaları tamamlanmadan, günübirlik düzenlemelerle Türkiye’nin geleceği ile oynuyor ve bu arada da her türlü rasyonel sınırları aşarak kendi kaderini’ de zorluyor. * AKP iktidarı, Cumhuriyet’in temel felsefesi ile çatışıyor, dini istismara yönelik uygulamaları artırıyor, daha da ileri giderek 65 Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerini yok saymaya çalışıyor ve tüm bunları “milli irade” kavramına sığınarak yapabileceğini zannediyor. * Oysa bu yapılmak istenenler, milli iradeye itaatsizliktir, saygısızlıktır. Ve referandumda “hayır” demek, milli iradeye saygıya davet ile eşanlamlı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, milli irade adına da olsa, denetimsiz bir güç olamaz, olmamalıdır. * Referandumdan “evet” çıkması, Türkiye’de yargı bağımsızlığının ve hukuk devletinin sonu olacaktır. Dolayısıyla da, gerektiğinde halkı koruyacak hiçbir güvenilir kurum ya da kuruluş kalmamış olacaktır. Her şey, Başbakan’ın iki dudağı arasına sıkışıp kalacaktır. * Bu Anayasa Paketi, gerçekleştirilmeye çalışılan “sivil darbe”nin en önemli ayağını oluşturmaktadır. * 12 Eylül’de Türkiye, demokratik hukuk devleti olmaya “devam mı, tamam mı” sorusunu cevaplayacaktır. * Bu nedenle Demokrat Parti’nin cevabı “Hayır”dır. Demokrat Parti, 12 Eylül‘de “Hukuk Devleti”ne “elveda” dememek için “Hayır” diyecektir. * Hiç AYM tarafından 1/10 oy çokluğu ile laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna karar verilenlere Anayasa yaptırılır mı? Kurda kuzu teslim etmek gibi bir şeydir bu. • Hiç, “Demokrasi amaç değil, araçtır” diyen bir Başbakan’a anayasa yaptırılır mı ? • Hiç, “Kışladan siyaseti çıkaracağız” deyip, siyaseti camiye sokanlara anayasa yaptırılır mı? • Hiç, “40 yıldır onlar fişledi, şimdi de biz fişliyoruz” diyen zih niyete ülke geleceği teslim edilir mi? • Hiç, siyaseti terör-din ve hapsedenlere güvenilir mi? etnik kimlik (ırk) eksenine * Bugün Türkiye’de kuvvetler ayrılığı demek, “iktidar gücünün Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasında nasıl paylaşılacağı” sorusuna cevap aramak demektir. * Tek adam olma tutkusuna esir bir Başbakan tarafından yönetilen 66 Türkiye, bu gidişle gerçek demokrasiye doğru değil, ancak saltanata doğru yol alır. * Yapılan referandum değil, bunun adı halkoyu değil, halka oyun oynanmasıdır. Bir eski AKP il başkanı, kalkıyor Sayın Başbakanı “hâşâ” peygamberlerle eş tutuyor. Bir AKP’li belediye başkanı çıkıyor, terörün çözülebilmesine katkı olarak güneydoğudan 2. eş almayı tavsiye ediyor. Bir eski bakan çıkıyor, “Başbakan uçurumdan atlarsa biz de peşinden atlarız, töre budur ” diyor. Bu, sabit fikirliliktir, insanların özgür düşünebilme yetilerine pranga vurulması ile eşanlamlı olan “fikri taassuptur”; İşte AKP’ye hakim olan zihniyet de budur. * Sayın Başbakan Mehmet Akif Ersoy’un bir şiirini okuyor ve diyor ki: “Türk Arapsız yaşayamaz Kim ki yaşar der, delidir Arap’ın Türk, hem sağ gözüdür, hem sağ elidir.” Türkiye Arap’ın sağ eli ve sağ gözü olma şerefini bahşeden anlayış, modern bir Türkiye’ye yakışıyor mu? Ama ne yazık ki, AKP zihniyeti budur. Hem bu söylemde “Beyin Arap’ta kalmıştır”. * Anayasa Paketi’ne “evet” demek, yasama organına hakim olan yürütmenin, yani TBMM’e hakim olan AKP’nin, yani Recep Tayyip Erdoğan’ın, yasamayı yanına alarak, yargıya da hakim olmasına razı olmak demektir. Yargının, yürütmenin güdümüne sokulmasına razı olmak demektir. Bir başka ifadeyle 12 Eylül’de Anayasa Değişiklik Paketi’ne “evet” demek, ”Yargının da politikleşmesi“, yani hakimler ve savcılar dahil, hiç kimsenin güvende olmaması demektir; tıpkı darbe dönemlerinde olduğu gibi, binlerce kişinin sebepsiz tutuklanmaları, hatta bazılarından bir daha haber alınamaması demektir. Demokrat Parti, Türkiye’nin “politik yargı” tehlikesinden korunması için “Hayır” diyecektir. * Bu pakete “evet” demek, yetkileri artırılarak HSYK Başkanı sıfatıyla da Anayasa‘ya dahil edilen Adalet Bakanı’nın, bu sıfatı ile yapacağı ya da yönlendireceği bir çok önemli işlemin, yargı denetiminden kaçırılmasına rıza göstermek demektir. Zira bu pakette, HSYK’nın, sadece meslekten çıkarmaya ilişkin işlemlerinin yargı 67 denetimine açılması öngörülmekte, hakim ve savcılara ilişkin diğer özlük ve disiplin işlemleri ise, yargı denetimi dışında tutulmaktadır. Demokrat Parti, HSYK’nın hakim ve savcıların sadece meslekten çıkarılmaları işlemlerinin değil, adalet üzerinde “Demokrasi Kılıcı” gibi sallandırılan, özellikle son AKP iktidarı döneminde etkin bir politik silah gibi kullanıldığı bilinen tüm diğer işlemlerinin de yargı denetimine açılması gerektiğinden hareketle pakete “Hayır” diyecektir. * Bu pakete “evet” demek, HSYK’nın Adalet Bakanı’nın teftişine tabi kılınmasını kabul etmek demektir. Zira, “hakim ve savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlı oldukları”na ilişkin Anayasa’nın 140/6.maddesi, bu paketle yürürlükten kaldırılmamakta ve aynen muhafaza edilmektedir. HSYK’nın idari bir organ olması, dolayısıyla buradaki görevlerin de “idari görev” olmaları nedeniyle HSYK üyesi olan birinci sınıf hakim ve savcıların, hem HSYK, hem de adalet müfettişleri yoluyla denetimlerinin yolu açılmış olmaktadır. Yani HSYK, fiilen Adalet Bakanı’nın teftişine tabi hale gelmektedir. Çünkü, bilindiği gibi soruşturma ve benzeri emirler sadece Adalet Bakanı tarafından verilebilmektedir ve pakette de bunun aksi bir düzenleme bulunmamaktadır. Yani, HSYK üyesi 10 adli ve idari yargı mensubu birinci sınıf hakim’in mesleki gelecekleri, “soruşturmaya ilişkin tek yetkili olması nedeniyle Adalet Bakanı’nın iki dudağı arasından çıkacak talimata bağlı kılınmaktadır. Böylesine bağımlı bir statüde göreve zorlanan hakim ve savcıların bağımsızlığından söz etmek gerçekçi değildir. * Bu pakette, “iktidara yakın bir yargı yaratmak” amacıyla HSYK’nın Adalet Bakanlığı teftişine tabi bir kurul haline getirilmesi dahil, samimiyetten uzak, tuzaklarla dolu AKP düzenlemeleri vardır. Hakim ve savcılar hakkında soruşturma ve inceleme işlemlerine ilişkin izinlerin bizzat Adalet Bakanı tarafından verilebilmesi demek, müfettişlerin doğrudan Adalet Bakanına bağlı olmaları demektir. * Bu itibarla tek yanlı olarak topluma dayatılan, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir “parti devleti”’ne dönüştürme arzu ve amacıyla hazırlanmış olup, hak ve özgürlüklerin genişletilmesini yeterince dikkate almayan bu Anayasa Değişikliğinin, Anayasa’nın 2. ve dolayısıyla da 4. maddesine aykırı olduğunu değerlendiren Demokrat Parti, teftiş ve benzeri uygulamaların tümüyle HSYK’ na bırakılması gerektiğinden hareketle pakete “Hayır” diyecektir. 68 * Bu Anayasa değişiklik Paketi’nde, AKP’nin, mutlak iktidarına engel olarak gördüğü yargıyı devre dışı bırakma arzu ve hedefi vardır. “Güçler birliğine zemin yaratma” denemesi vardır. Bir başka ifadeyle bu pakette, AKP’nin, “mutlak iktidar ve tek adam hakimiyeti” amacına yönelik olarak, hukuk devleti ilkesi gereği sınırlı olması gereken iktidarını, yargı denetimi dışına çıkarmak niyet ve hedefi vardır. * AKP iktidarının, “üstünlerin hukukundan, hukukun üstünlüğüne geçişi sağlayacak değişiklikler içerdiğini iddia ettiği bu Paket’te, iddia edildiğinin aksine, yani üstünlerin hukukundan, hukukun üstünlüğüne değil, “dokunulmazların hukuk sistemine” geçiş arzu ve amacı vardır. * Bu pakette, yasamayı denetleyen ve “Yüce Divan” sıfatıyla yargılama yapan Anayasa Mahkemesi ile Türkiye’de yargı yapılanmasını oluşturan HSYK’nu “iktidar yanlısı yapma” ve böylece yüksek yargıda da bir “AKP vesayeti” yaratma hedefi vardır. Kaldı ki, Yüce Divan görevi yapan AYM’nde hukukçu olmayan üyelerin çokluğu, Yüce Divan’da yargılanacaklar için vahim bir güvencesizlik olacaktır. * Bu pakette, AYM’nin yarısından fazlasını hukukçu olmayan üyelerden oluşturmak suretiyle “gerçek bir yargı denetimi yapmaktan uzaklaştırmak “ hedefi vardır. * Bu pakette, AKP’nin ve özellikle Recep Tayip Erdoğan’ın, muhtemelen kendilerini yargılayacak hakimleri bizzat belirleme arzu ve hedefi vardır. * Bir başka ifadeyle bu pakette, tıpkı 12 Eylül yönetiminin o çok tartışılan Anayasa’nın geçici 15.maddesi marifetiyle yaptığının aynısı olan “kendini koruma altına alma ihtiyacı ve çabası” vardır. Yani, bu paket ile 12 Eylül darbecilerinin yargılanmalarını engelleyen ve göstermelik olarak şimdi kaldırılmak istenen geçici 15.madde arasında bir benzerlik, bir paralellik vardır. * Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerinin yok sayıldığı bu pakette, halkın bilgilendirilmesi sürecinin bilinçli bir şekilde kısaltılması yanında, yapılan eleştirilere gösterilen hırçın, haksız ve saldırgan tepkilerde de gözlendiği şekliyle sergilenen “darbeci bir yaklaşım” vardır. * Yargının ve halkın yargıya ilişkin sorunlarının çözümüne yönelik 69 hiçbir çözüm teklifi içermeyen bu pakette, 12 Eylül Anayasası’nın “otoriter ana ruhu“nun değiştirilmemesinden başka, AKP’li Adalet Bakanı’nın “Bağımsız yargı kötüdür, tarafsız yargı iyidir” özdeyişine (!) paralel olarak kendi yargısını ve kendi hukukunu oluşturmak isteyen bir AKP gölgesi vardır. Demokrat Parti, “Siyasetin gölgesinde adalet olmaz” diyor. Demokrat Parti, “O hak, o hukuk, o adalet bir gün size de lazım olacak”, onun için bu pakete “Hayır” diyor. Demokrat Parti, büyük bir kaygı ve üzüntü ile takip ettiği bu gelişmelerin, Türkiye’yi “aydınlık yarınlara” değil, “Ortaçağ karanlığına” sürükleyebileceği tehdit ve tehlikesini de dikkate alarak diyor ki: * Demokrat Parti, meydanı, “Türkiye’nin temel değerleri” ile çatışmayı sürdürenlere bırakmayacaktır. İran ve Hamas’ın avukatlığına soyunup “Ergenekon’un da savcısıyım” deyiverenlere bırakmayacaktır; * Demokrat Parti, meydanı, “ülkesinin yargısını ve ordusunu, fethedilmesi farz olan bir kale” gibi görenlere bırakmayacaktır. * Demokrat Parti, yürütmenin tetikçisi hâkim ve savcılara da fırsat ve aman vermeyecektir. * Demokrat Parti, ordumuza savaş açmadan da demokrat olunabileceğini gösterecektir. * Demokrat Parti, toplumu kendi ideolojilerine göre yeniden biçimlendirmek arzu ve hedefiyle, 1923 Atatürk Cumhuriyeti’ni, 2010’larda “Cemaat Cumhuriyeti”ne dönüştürmek isteyenlere geçit vermeyecektir. * Demokrat Parti’nin hukuk devletinden anladığı bu değildir. Hukuk, “herkesin tek ve son sığınağı”dır. 12 Eylül’de Nelere “Hayır”? * Ülke bütünlüğünün tehlikede olduğu bir ortamda yapay gündemler yaratarak milleti meşgul edenlere “Hayır” diyeceksiniz. * Türkiye‘nin var olma savaşını oylayacak ve “laiklikle sorunlu” AKP’ne “Hayır” diyeceksiniz. 70 * Cumhuriyetin diyeceksiniz. kurucu felsefesinin devamı için “Hayır” * Yüce Milletimizin adalete inancının zedelenmemesi için “Hayır” diyeceksiniz. * Hakim ve Savcıların, iktidarın denetimine geçmemesi için “Hayır” diyeceksiniz. * Hukukun değil, iktidarın üstünlüğüne inanan AKP’ne “Hayır” diyeceksiniz. * Dokunulmazlıklarına dokundurtmayan destekçilerine “Hayır” diyeceksiniz. AKP iktidarı ve * Sınır tanımayan AKP iktidarına “dur” demek için “Hayır” diyeceksiniz. * Din ve etnik köken üzerinden siyaset yapan AKP’ne “Hayır” diyeceksiniz. * “Deniz Feneri” davası ve sanıkları özel koruma altına alınırken, Devlet’in müsteşarını, genel müdürünü ve en önemlisi hakim ile savcısını, hiç sıkılmadan, bölücü terör örgütü mensuplarının ayağına gönderen AKP‘ne “Hayır” diyeceksiniz. * Devlet kadrolarının tarikat mensuplarıyla doldurulmasına “Hayır” diyeceksiniz * AKP’nin özel sözcüleri ya da yetkilileri gibi davranan vali ve kay makamları, yeniden “devletin valisi”, “devletin kaymakamı” haline döndürmek için “Hayır” diyeceksiniz. * İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, açlık diz boyu, Türkiye bölücü terör tehdidi altında, AKP ise bu sorunlara çözüm bulacağına, ağlaşıyor, mağdurları oynuyor ve en kötüsü bir de Türkiye’yi anlamsız, gereksiz ve gerçekte hiçbir soruna çözüm getirmeyen bir referandum ile meşgul ediyor. Yazıktır, günahtır. Bu insafsızlığa “Hayır” diyeceksiniz. * AKP’nin zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ekonomik politikalarına “Hayır” diyeceksiniz. * AKP’nin gelir dağılımındaki adaletsizliğe seyirci kalmasına “Hayır” diyeceksiniz. 71 * Halk iradesinin Meclis’e yansımasının önündeki en büyük engellerden biri olan %10 barajı uygulamasına isyan edecek ve AKP’nin “demokratikleşme” söylemindeki samimiyetsizlik nedeniyle “Hayır” diyeceksiniz. * Kilit ve anahtar gibi birbirine bağlı ve bağımlı olan toplu iş sözleşmesi ile grev ve lokavt hakları olmadan memurlar dahil tüm çalışanlara “toplu iş sözleşmesi yapma hakkı” getirileceği propagandası yapan AKP iktidarının samimiyetsizliğine “Hayır” diyeceksiniz. Kamuda sendikal örgütlenmenin önüne geçmek amacıyla uydurulmuş “sözleşmeli işçi ve sözleşmeli memur” haksızlığına “Hayır” diyeceksiniz. * Cumhuriyet kazanımları millet malının, “özelleştirme” kandırmacısıyla yandaşlara “babalar gibi” peşkeş çekilmesine “Hayır” diyeceksiniz. * Tam 20 defa değiştirilerek AKP’nin istediği hale getirilen “Kamu İhale Kanunu”nun da yardımıyla kamu ihalelerini çoğunlukla hep aynı “badem bıyıklı”ların kazanmalarına “Hayır” diyeceksiniz. Büyük şehirlerin en değerli arazilerinin AKP yandaşlarına verilmesine “Hayır” diyeceksiniz. * Hukuka aykırı dinlemelere “Hayır” diyeceksiniz. AKP’nin muhalif basını susturma çabalarına göz yummayacaksınız; yasaların emrine uyarak tarikatlar hakkında soruşturma başlattığı için tutuklanan Cumhuriyet savcılarını koruma altına alacaksınız; Tutukluluğunun cezaya ve infaza dönmesi haksızlığı ve hukuksuzluğu karşısında susmayacaksınız; Ve AKP’nin referanduma sunulan Anayasa Paketine “Hayır” diyeceksiniz. * Siyasi Partiler Kanunu’nda özellikle parti içi demokrasiyi sağlayacak değişiklikleri yapmadan, milletvekili dokunulmazlığını, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlamadan “demokratikleşme”den söz eden AKP’nin inandırıcılıktan uzak bu tutumuna “Hayır” diyeceksiniz; ve en önemlisi, AKP’nin defalarca söz vermesine rağmen, bu Anayasa Değişikliği Paketi’ne de dahil etmediği “dokunulmazlık” sonucu, “yüz kızartıcı suç işleyenlerin sığınma evi” haline dönüşmüş olan Yüce Meclis’i bu utanç verici konumdan kurtarmaya yönelik adımları atmayan AKP iktidarına “Hayır” diyeceksiniz. 72 * YÖK’ü ele geçirdiği için artık gündemine almayan, böylece üniversitelerin gerçek anlamda özerk, ilim-irfan yuvalarına dönüşmelerine yönelik plan, proje ve projeksiyonları bir başka bahara erteleyen, gerçek bir eğitim reformu yapacağına, milyonlarca gencin dershane önlerinde sürünmesine göz yuman AKP duyarsızlığına ve insafsızlığına “Hayır” diyeceksiniz. * AKP iktidarı ve yandaşları, “12 Eylül ile hesaplaşmak ve darbeleri tarihe gömmek için evet” diye haykırıyorlar. 12 Eylül ile hesaplaşmanın, Anayasa değişikliğine bağlı olmayıp, demokrasi kültürünün gelişmişliği ile ilgili olduğunun bile farkında değiller. Siz’ler de bu cehalete “Hayır” diyeceksiniz. * Türkiye’de “sansür”ün kaldırılışının 102.yılında, hala 50 kadar gazeteci cezaevinde yatarken, muhalif gazeteciler ise, okuyucunun haber alma hakkına doğrudan müdahale sonucunu doğuracak biçimde haber ve yorumları nedeniyle hapis tehdidi altında görevlerini sürdürürlerken, ceza kanunu (27 madde) ile Terörle Mücadele Kanunu’nda (özellikle teröristten önce basını hedef alan ve basın ifade özgürlüğünü, kısıtlayan 6. ve 7. maddeler) yer alan bazı hükümler, gazetecilerin başında “Demokles Kılıcı” gibi sallanırken, pişkince “12 Eylül ile hesaplaşıp demokratikleşeceğiz” diyen AKP’ne “kırmızı kart” göstereceksiniz ve “Hayır” diyeceksiniz. * Etkisiz ve çaresiz biçimde, kendi haline terk edilmiş olan yerel medyayı da, elindeki vergi idaresini ekonomik bir silah gibi kullanarak susturmayı başarmış olan AKP’nin, uygulamada mevcut olan ve adeta “sansür”ü yaşatan yasal düzenlemelerle yüzleşmeden “özgürlük” demesindeki çelişkiyi sorgulayacak ve “daha fazla demokrasi” söylemindeki kamuoyunu yanıltmaya yönelik “çakma demokrat”lığına “Hayır” diyeceksiniz. * Demokrat Parti, hak ve özgürlüklerin kullanılmalarının esas, sınırlandırılmalarının istisna olduğu, uzlaşma sonucu hazırlanmış, eşitlikçi ve özgürlükçü, demokratik bir Anayasa talebinde ısrarcıdır. Bu itibarla da 12 Eylül Anayasası’nın devamı niteliğindeki AKP Anayasa Değişiklik Paketine “Hayır” diyecektir. * Demokrat Parti, uzlaşmadan uzak, dayatma ile millete kabul ettirilmek istenen, üstelik hiçbir kişi, kurum ya da kuruluş için “yenilik” ya da “iyileştirme” içermeyen bu AKP Anayasa’sına “Hayır” diyecektir. Siyasi kutuplaşmaya “Hayır” diyecektir. 73 * 13 Eylül sabahı, laiklik karşıtı eylemlerin, yani irticanın, yani gericiliğin odağı olduğu, bizzat Anayasa Mahkemesi tarafından 1/10 oy çokluğu ile kararlaştırılmış olan AKP’den kurtulma ümidiyle uyanabilmek için “Hayır” demelisiniz. * Terör inisiyatif almış, azmış durumda. Her gün şehit cenazeleri kaldırılıyor. Gözyaşı, öfke had safhada. Yurdun muhtelif köşelerinde “kalkışma” provaları yapılıyor. Kayıtsız-şartsız bir “milli mutabakat”a ihtiyaç var. Ama AKP ve Başbakan, Türkiye’nin en deneyimli siyasi partilerin başında yer alan 65 yıllık Demokrat Parti ile görüşmeye gerek duymuyor. İşte bu aymazlığa, bu sorumsuzluğa “Hayır” diyeceksiniz. * Demokrasiyi, özgürlükleri yok etmek için bir araç gibi kullanmak isteyenlere “Hayır” diyeceksiniz. * AKP’nin gizli hedeflerine “Hayır” diyeceksiniz. Böylece, AKP’nin “siyasi darbe teşebbüsü”nün “milli irade duvarı”na çarparak engellenmesini sağlamış olacaksınız. * Habur sınır kapısındaki görüntüleri hazmedemiyorsanız, teröristleri kızdırmamak uğruna, Habur’da kurulan “orta oyunu çadırı” benzerinde, Türk Bayrağı ile Atatürk resimlerinin indirilmesini içinize sindiremiyorsanız ve teröristlerin adeta kahramanlar gibi karşılanmaları kanınıza dokunuyorsa, ”Hayır” diyeceksiniz. * Atatürk Havalimanı’nda apronda “deve” kesenlere ve bu komediye göz yumanlara “Hayır” diyeceksiniz. * “Başına çuval geçirilen asker utancı”na “Hayır” diyeceksiniz. * Türkiye Cumhuriyetin’nin yeniden “tekke ve zaviye”lerle dolarak “şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar” ülkesi olmasını istemiyorsanız “Hayır” demelisiniz. * Atatürk’ün başkentinde, Arap Krallarını, Şeyhlerini, ayaklarına kadar giderek, kaldıkları otel odalarında ziyaret ederek, ”mahiyette görüntü veren” Cumhurbaşkanı ve Başbakan istemiyorsanız, ”teröristin ayak dibinde bir başbakan resmi”nden hicap duyuyorsanız “Hayır” demelisiniz. * “Hakimlerin iktidarı”ndan şikayet edip, gerçekte, “iktidarın hakimleri”ni yaratmak isteyenlere “Hayır” diyeceksiniz. * Sosyal devlet ilkesinin arkasına saklanarak, fukaralığı ve 74 çaresizliği, devletin valileri, kaymakamları ve diğer görevliler eliyle dağıtılan sadakalar vasıtasiyle oya çevirmek isteyenlere “Hayır” diyeceksiniz. * “Yetki bende, asarım da keserim de” zihniyetine “Hayır” diyeceksiniz. * Mücahit olarak gelip, müteahhit olanlara; Harun gibi gelip, Karun’laşanlara “Hayır” diyeceksiniz. * Siyasete, siyaset dışı müdahalelerin de etkisiyle giderek derinleşen siyasal ve toplumsal kutuplaşma ve kurumlar arası çatışma. Kısacası, “yönetemeyen demokrasi” ve “adalet üretemeyen yargı”, yasama ve yürütmenin tek elde toplandığı, yargıya da hâkim olma çabalarının ön plana çıktığı, başta medya olmak üzere hiçbir muhalif-baskı grubuna tahammül gösterilmeyen bir “başbakanlık sistemi’’... Varılan bu noktadan memnun iseniz “evet”, değilseniz “Hayır” demelisiniz. * ‘’Parti disiplini’’ adı altında ‘’lider sultasına teslim olduğu için denetleme görevini yerine getiremeyen bir meclise ve yerlerde sürünen parlamenter demokrasiye razı iseniz “evet”, değilseniz “Hayır” demelisiniz. * Ve ‘’modernleşme-demokratikleşme avazeleri arasında ‘’sivil vesayet’’ tehlikesi...’ne; Ve Leyla Şahin davasında ret kararı veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kızıp, “Bu konuda ulema karar vermelidir” diyebilen bir başbakan…’a ; Halen Anayasa Mahkemesine ait olan “siyasi partileri kapatma” yetkisini, T.B.M.M.’ne devredelim demek suretiyle “kuvvetler ayrılığı” prensibini çiğnemeye hazır ve istekli olduğunu açıkça ve fütursuzca ifade edebilen bir başbakan…’a razı iseniz, “evet”, değilseniz “Hayır” demelisiniz. * O Başbakan ki, “Hem laik, hem Müslüman olunmaz” diyen, Danıştay’ı ideolojik kararlar vermekle suçlayan, Anayasa Mahkemesi’ne ateş püsküren, Yargıtay’dan söz ederken “Ciğerimiz yanıyor” diyen, ülkeyi kendi keyfine göre yönetmesine engel ne varsa yakıp yıkmak isteyen... Dahası var, şehitlere “kelle” diyen o Başbakan ki, son olarak köşe yazarlarını “patronun kulu kölesi” olarak gördüğünü itiraf etmiştir. Aynı Sayın Başbakan, içeriği belirsiz “açılımlar”a karşı çıkanlara 75 “vampir”, erken seçim isteyenlere “hain”, millet malının yok pahasına yandaşlara peşkeş çekilmesine karşı çıkanlara “sermaye ırkçısı”, Davos’u eleştirenlere “hazımsız, şizofren tipler”, hak mücadelesi veren tekel işçilerine “yetim hakkı yemeye çalışan hortumcular” diyen, askere, “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diye çıkışan, sendikaları “yalancılıkla”, “Deniz feneri” diyenleri “iftiracılıkla” suçlayan, Yargıtay telefonlarının dinlenmesine karşı çıkanları “kirli senaristler”, AB’ye karşı çıkanları “vizyonsuz, cahil” diye damgalayan, “Cibilliyetsiz, ananı al da git, densiz, ahlaksız, beyinsiz, soytarı ve benzeri “vasıfsız” ifadeleri kullanmayı alışkanlık haline getirmiş olan kişidir. Ve bu kişi, Cumhurbaşkanı’na karşı çıkanları, babasının çiftliğinden kovarcasına “Beğenmiyorsan çek git bu memleketten” diye azarlayan, “tuuu, yuhhh, kanı bozuk” bağrışmaları arasında, intikam çığırtkanlığı yapanlarla, 87 yıllık Cumhuriyet’imizin temel değerlerine saldıranlara kol-kanat geren kişidir. Ve de bu kişi, maalesef 8 yıldır bu ülkenin Başbakanıdır. Kendi kontrolünde, özgür olmayan bir basın isteyen, köşe yazarlarını hizaya getirmek amacıyla patronlarına şikâyet eden “tek parti yönetimi” rüyaları gören de O’dur, yüz kırk iki yaşındaki Danıştay’a, katsayıya ilişkin kararı eleştirerek, ‘’Ben imam hatipliyim diye mi o kararı verdiniz‘’ diyen de odur... Böylesine bir başbakanı hak ettiğinizi, uygun bulduğunuzu, Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışır olarak niteleyebileceğinizi düşünüyorsanız “evet”, aksi takdirde “Hayır” demelisiniz. * Kısacası Recep Tayip Erdoğan’dan yorulduysanız “Hayır” diyeceksiniz. * Yargıyı denetimi altına almak isteyen bir yürütme…istiyorsanız; Alenen çiğnenen yasaları ile kanayan, yaralı bir demokrasi… istiyorsanız; Her an dinlenme paranoyası, korku ve güvensizliğin hâkim olduğu tepkisiz bir toplum…olarak yaşamayı içinize sindirebiliyorsanız…”evet” diyeceksiniz. Aksi halde “Hayır” demelisiniz. * ‘’Hâkimin vicdanı ile cüzdanı arasında sıkıştığını ifade eden; “HSYK’ya parlamento tarafından üye seçilmesi, bu kurumun siyasallaşmasına neden olacak” diyen, “Yapılmak istenen düzenlemelerle yürütme yargıyı daha da kuşatma altına almak 76 istemektedir” diyen, ‘’Yüksek yargıda yangın var, ateş bacayı sardı, baskı altındayız’’ diye feryat eden Yargıtay Başkanları… “Hükümet kendi yargısını yaratacak. Hükümet R.T.Ü.K benzeri bir H.S.Y.K oluşturmak istiyor” diyen bir YARSAV Başkanı... ’Yargı siyasallaştırılmakta, hukuk hukuksuzlaştırılmakta, hukuksuzluk ise hukukileştirilmeye çalışılmaktadır’’ diyen İstanbul Barosu Başkanlığı... Öte yandan, ‘’Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı, asimetrik psikolojik harekât var, askerin morali bozuk, tehdit altındayız’’ diye şikâyetini dile getiren bir Genelkurmay Başkanı…görmeye devam diyorsanız “evet”, aksi halde “Hayır” demelisiniz. * Şemdinli, Habur, Erzincan-Erzurum ve İstanbul-Silivri arasına sıkışmış, tepkisiz bir Türkiye… ‘de; Değer yargılarının alt üst edildiği, haksızlığın olağan hale geldiği, bu yüzden de güçlü olanın haklı sayıldığı bir ülke haline gelmiş olan Türkiye…’de; Anayasa Mahkemesi’nin 10’a 1 kararı ile ‘’laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu’’ tespit edilen bir parti tarafından yönetilen bir ülkede; Eli kanlı teröristlerin ayağına giderek, Habur’da kurdurduğu ortaoyunu çadırında hukuka dokuz takla attırmak suretiyle devlet onurunu ayaklar altına alanlar tarafından yönetilen; Başsavcıya telefonla hukuk dışı müdahale edip, talimat vermeye kalkan ‘’Saygıdeğer” (!) politikacılar tarafından yönetilen; ‘’Bana suikast yapılmak istendi’’ diye televizyonlarda ağlayan, ‘’devletin tehdit önceliklerinin değiştirilmesi suretiyle irticanın iç tehdit olmaktan çıkarılacağını’’ iddia eden, o anda riyasetteki Meclis Başkan Vekili’nin çalışma odasını ‘’basmak’’ suretiyle T.B.M.M’nin manevi şahsiyetine hakaret etmekten çekinmeyen, siyaseti ‘’tuu,’’ ‘’şeyini şey ettiğimin şeyi’’ seviyesine düşüren; ‘’kansızlar’’ diye alçakça bir nitelendirmeyi reva gördükleri, kendilerine göre, yüce milletimizin ‘’onlar’’ bölümünü fişlediklerini itiraf edenlerce yönetilen; “Anayasa’dan ‘Türk’ sözcüğü çıkarılmalıdır’’ demek gafletinde bulunanlarca yönetilen; 77 Bu kaotik ortamı ‘’ülkenin kutlu yürüyüşü’’ olarak niteleyenlerce yönetilen; Hukukun üstünlüğüne değil, iktidarın üstünlüğüne inananlarca yönetilen… bir Türkiye’de yaşamaya devam etmek istiyorsanız “evet” diyeceksiniz. Aksi taktirde “HAYIR” demelisiniz. * …Ve nihayet vatan müdafaasını emanet ettiğimiz ve binlerce evladımızı teslim ettiğimiz silahlı kuvvetlerimizi adeta düşman olarak görenlerce yönetilen, yalnız ve güzel ülkem… Türkiye !.. …Ve Kanun-u Esasi’nin üzerinden yüz otuz dört yıl geçmesine rağmen, hala “yeni bir anayasa” arayışındaki Türkiye... Tamam mı, devam mı? Evet mi, “Hayır” mı ?.. 12 Eylül Referandumunda “Evet” Derseniz... * 1982 Anayasası’nın “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerinin, yani, “Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliklerinin birer birer değiştirilmeye çalışılacağı” tehdit ve tehlikesine karşı, başvuracak yüce bir makam bulamayabileceksiniz. * Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine uygun olarak getirilen “Eğitim Birliği Esası”nın yok edilerek, “cumhuriyet düşmanı nesiller yetiştirilmesi” tehlikesi karşısında ses çıkaramayacaksınız. * Türkiye’nin başkanlık sistemine geçip, “tek adam cumhuriyeti”ne dönüştürülmesini engelleyemeyeceğiniz gibi, “Ortak Türk kimliği” in yok oluşuna da, elinizden hiçbir şey gelmeksizin, sadece üzülerek şahit olacaksınız. * Tıpkı bir çok kamu kurum ve kuruluşunda açıkça görüldüğü gibi, özellikle ordudan, yargıdan ve üniversitelerden tüm Atatürk’çü, milliyetçi, liberal ve tabii ki çağdaş düşünceye ve yapıya sahip görevliler tasfiye edilecekler ve yerlerine dünya görüşleri bilinen, genellikle çağdaş kavram ve uygulamalara yabancı “badem bıyıklı”lar getirilecektir. Ardından da, türban serbestisi ve içki yasağı ile başlayacak uygulamalar gelecek ve siz’ler de, hiçbir şekilde müdahale gücü ya da imkanına sahip olmaksızın, bu vahim tablonun sadece birer seyircisi olacaksınız 78 (İran’da da “Molla Rejimi”, sözde demokratlar başta olmak üzere, laik solcular, sağcılar, hatta mütedeyyin -samimi- Müslümanların destekleriyle iktidara gelmişti). 12 Eylül referandumu, Türkiye için bir dönüm noktasıdır. Ya, “çağdaş bir yönetim”le, demokrasiyi özümsemiş, benimsemiş, dünyada oynanan oyunun kurallarına vakıf , laik vatanperverlerle Büyük Atatürk’ün gösterdiği “muasır medeniyetler seviyesi”ne ulaşma çabamızı sürdüreceğiz; ya da üçüncü sınıf bir Ortadoğu ülkesi olarak kalmaya razı olacağız. Bu itibarla Türkiye’nin, “demokratik, laik sosyal bir hıkuk devleti” olarak varlığını sürdürmesinden yana olanlar, hiç tereddütsüz “Hayır” demelidirler. * Ve nihayet, Roma Hukukundan kaynaklanan bir kural olan ve tüm demokratik Batı dünyasınca benimsenmiş ve uygulanmakta olan “Benzerler oylanır, farklılar farklı oylanır” kuralını hiçe sayarak, 12 Eylül’de birbiriyle ilgisi olmayan maddelerden oluşan bir Paket’i referanduma sunmak suretiyle “milli irade”yi hiçe sayan AKP zihniyetine “Hayır” demelisiniz. * Tek Adam’a, yani Recep Tayyip Erdoğan’a “Yeter, söz benimdir” diyebilmek için “Hayır” demelisiniz. * Kısaca, Tayyip Bey Cumhuriyeti tehlikesine “Hayır” demelisiniz 12 Eylül Pazar gününün, Türkiye’nin Kara Pazar’ı olmaması için “Hayır”... “Hayır”da hayır vardır… 79 4. Bölüm DP’nin Anayasa Taslak Metni Yüce Divan Yetkisinin Yargıtay’a Verilmesini Öngörüyoruz Demokrat Parti Tarafından Hazırlanan Anayasa Değişikliği Hakkındaki “Taslak Metin”e İlişkin Not: Madde-1. Siyasi partilerin mali denetimleri Sayıştay’a veriliyor. - Anayasa Mahkemesi’nde siyasi parti kapatma davasının açılması, Yargıtay Ceza Dairelerinden oluşturulacak bir Kurulun iznine bağlanıyor. - Bir siyasi partinin temelli kapatılması, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 4/5 oyuna bağlanıyor. - Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebep olanlar için halen 5 yıl olarak uygulanan siyaset yasağı, 3 yıla düşürülüyor. Madde-2. Hâkimler ve savcıları denetlemekle görevli Adalet Müfettişleri Kurulu HSYK’na bağlanıyor. Madde-3. Anayasa Mahkemesi Genel Kurul ve iki daire halinde çalışmak üzere 17 üyeden oluşturuluyor. Üyelerin; - 7’si Yargıtay, 4’ü Danıştay, 1’i Sayıştay Genel Kurulları’nca, - 2’si üniversitelerarası kurul tarafından, - 2’si Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulunca, 80 Üye tam sayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla doğrudan, - 1 üyesi ise, kamuda en az 20 yıl hizmeti olup bunun 10 yılı Anayasa Mahkemesinde raportörlükte geçmiş olanlar arasından Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nca, üye tam sayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla, Seçilmeleri öngörülüyor. Madde - 4. Anayasa Mahkemesi üyelik süresi 12 yılla sınırlandırılıyor, yaş haddinden önce görev süresi bitenlerin asli kurumlarına dönmeleri esası getiriliyor. Madde - 5. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanınıyor. Madde - 6. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun bir başkan ve on iki üye ile toplanması ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar vermesi hükmü getiriliyor. - Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin iki daire şeklinde teşkilatlanması, her dairenin bir başkan ve altı üye ile toplanması ve salt çoğunlukla karar vermesi planlanıyor. -Anayasa değişikliklerinin denetimi, iptal ve itiraz davaları ile siyasi parti kapatma davaları, doğrudan Genel Kurul tarafından, bireysel başvurular ise, daireler tarafından karara bağlanıyor. -Anayasa değişikliklerinde iptale karar verilebilmesi, toplantıya katılanların 3/5’inin oyuna, siyasî parti davalarında, kapatılmaya ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmaya karar verilebilmesi ise, Genel Kurul üye tam sayısının 4/5’inin oyuna bağlanıyor. Madde - 7 .Yargıtay’ın halen HSYK tarafından seçilen üyelerinin, birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından, kendi Genel Kurulu’nca, ilk iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü, üçüncü oylamada ise, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilmeleri hükmü getiriliyor. Madde - 8. Danıştay’ın, halen dörtte üçü birinci sınıfa ayrılmış idari yargı hâkim ve savcıları arasından HSYK tarafından, dörtte biri ise, üst kademe yöneticileri arasından Cumhurbaşkanınca doğrudan seçilen üyelerinin; dörtte üçünün, birinci sınıf idarî yargı hâkim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından, dörtte birinin ise, nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından Danıştay Genel Kurulunca ilk iki oylamada üye tamsayısının 81 beşte üçü, üçüncü oylamada ise, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilmeleri hükmü getiriliyor. Madde - 9. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı yeniden oluşturuluyor; - Adalet Bakanı ve Müsteşarı HSYK’ndan çıkarılıyor. - HSYK’nın 7 asıl 5 yedek olan üye sayısı, 21 asıl 6 yedek üyeye yükseltiliyor ve Kurul’un üç daire şeklinde çalışması planlanıyor. Buna göre; - Kurulun 21 asıl, 6 yedek üyesinden; - 9 asıl ve 2 yedek üye, Yargıtay Genel Kurulunca, - 6 asıl ve 2 yedek üye, Danıştay Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, - 4 asıl ve 1 yedek üye birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve savcıları arasından Yargıtay Genel Kurulunca, - 2 asıl 1 yedek üye birinci sınıfa ayrılmış idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Danıştay Genel Kurulunca, üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu ile ve gizli oyla seçiliyor. İlk iki oylamalarda beşte üç çoğunluk sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada salt çoğunlukla doğrudan seçiliyor. - Asıl ve yedek üyelerin, 4 yıllık dönemler halinde ve en çok 8 yıl görev yapmaları öngörülüyor. - HSYK Genel Kurulu’nun bir Başkan yirmi üye ile toplanması ve üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar vermesi, meslekten ihraç kararlarının ise, üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile alınması esası getiriliyor. - Genel Kurul, sicil ve disiplin işlerine karşı itirazları karara bağlıyor. Bugünkü uygulamanın aksine, HSYK’nun tüm kararları yargı denetimine tabi tutuluyor. - Başkan ve başkan vekillerinin, HSYK Genel Kurulu’nca seçilmeleri planlanıyor. - Halen Adalet Bakanlığının görevleri arasında bulunan adlî ve idarî yargı hâkim ve savcı adaylarının sınav ve eğitimlerini yapmak görevi de HSYK’na veriliyor. 82 - Halen Adalet Bakanlığına bağlı olan Adalet Akademisi ve Adli Tıp Kurumu da HSYK’ya bağlanıyor. Madde - 10. Yüce Divan yetkisinin Anayasa Mahkemesi’nden alınarak, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı’nın Başkanlığında, Yargıtay’ın beş ceza dairesi başkanı ile ceza dairelerinden seçilecek birer üyeden oluşturulacak Kurul’a, Temyiz yetkisinin ise, Yargıtay Başkanının Başkanlığında, Yüce Divan üyeleri dışında kalan üyelerin katılacağı Ceza Genel Kurulu’na verilmesi öngörülüyor. Yüce Divanda yargılanacaklar arasına TBMM Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları da dâhil ediliyor. 83 T.C. Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bir Madde Eklenmesine Dair Demokrat Parti Tarafından Hazırlanan Taslak Metin Madde - 1 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 69. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Siyasî Partilerin Uyacakları Esaslar: Madde 69.- Siyasî partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokratik hukuk devleti ilkelerine uygun olur. Bu ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir. Siyasî partiler, ticarî faaliyetlere girişemezler. Siyasî partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Siyasi partilerin mali denetimi Sayıştay tarafından yapılır. Sayıştay’ca siyasî partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. Sayıştay’ın bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir. Siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine, Yargıtay Başkanının Başkanlığında; Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulunca Yüce Divan üyesi olmayan üyeleri arasından seçeceği onsekiz üyeden oluşturulacak Komisyonun üye tam sayısının beşte dört çoğunluğu ve gizli oyla vereceği izin üzerine açılır ve Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır. Komisyonun kararları, yargı denetimi dışındadır. İzin talebinin Yargıtay’a ulaşmasından itibaren otuz gün içinde Komisyon oluşturulur ve kararını izin talebinin Yargıtay’a ulaşmasından itibaren en geç altmış gün içinde verir. Bir siyasî partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir. Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan 84 veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır. Meclis çalışmalarındaki oy ve sözler, Mecliste ileri sürülen düşünceler ile idarenin eylem ve işlemleri, odaklaşmanın tespitinde gözetilemez. Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki fıkralara göre kapatma yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verebilir. Bir siyasî partinin kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dâhil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazetede gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak üç yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar. Yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzelkişilerden maddî yardım alan siyasî partiler kapatılır. Siyasî partilerin kuruluş ve çalışmaları, denetlenmeleri, kapatılmaları ya da Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmaları ile siyasî partilerin ve adayların seçim harcamaları ve usulleri yukarıdaki esaslar çerçevesinde kanunla düzenlenir.” Madde - 2 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 144. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Hâkim ve Savcıların Denetimi: Madde 144 - Hâkim ve savcıların görevlerini hukuka uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme, görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı adalet müfettişleri tarafından yapılır. Adalet müfettişleri Yüksek Kurul tarafından atanır ve kurul halinde görev yapar. 85 Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabilir.” Madde - 3 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu: Madde 146 - Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden oluşur Yedi üye Yargıtay, dört üye Danıştay, bir üye de Sayıştay genel kurullarınca en az üç yıl üyelik görevinde bulunmak ve elli yaşını doldurmuş olmak şartıyla kendi başkan ve üyeleri arasından üye tam sayılarının salt çoğunluğu ve gizli oyuyla seçilir. İki üye Üniversitelerarası Kurulun üniversitelerin anayasa hukuku, kamu hukuku veya siyaset bilimi alanında çalışan ve öğretim üyeliğinde 20 yılını tamamlamış ve elli yaşını doldurmuş profesörleri arasından üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla, iki üye Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu’nca en az 20 yıl avukatlık yapmış ve elli yaşını doldurmuş avukatlardan üye tam sayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla, bir üye elli yaşını doldurmuş ve kamuda en az 20 yıl hizmeti olup bunun 10 yılı Anayasa Mahkemesinde raportörlükte geçmiş olanlar arasından Anayasa Mahkemesince üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tamsayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir başkan ve iki başkanvekili seçer. Bu seçimlerde toplantı yetersayısı en az onikidir. İlk turda seçilme için yeterli oyun sağlamaması durumunda en çok oy alan iki aday arasında oylama yapılır. Bu oylamada en çok oy alan aday seçilmiş olur. Başkan ve Başkanvekilleri en fazla iki kez seçilebilir. Anayasa Mahkemesi üyeleri, aslî görevleri dışında resmî veya özel hiçbir görev alamazlar.” Madde - 4 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 147. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. 86 “Üyeliğin Sona Ermesi: Madde 147 - Anayasa Mahkemesi üyeleri bir defaya mahsus olmak üzere ve oniki yıl için seçilirler ve altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Yaş haddinden önce görev süreleri bitenler asli kurumlarına dönerler. Anayasa Mahkemesi üyeliği, bir üyenin hâkimlik mesleğinden çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi halinde kendiliğinden; görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla kesin olarak anlaşılması halinde de, Anayasa Mahkemesi Genel Kurul üye tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile sona erer.” Madde - 5 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 148. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Görev ve Yetkileri: Madde 148 - Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün ve Anayasa değişikliklerinin Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar. Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez. Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği savıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurusunun gerekçesinde, ihlâl edildiği ileri sürülen temel hak ile ihlâle neden olan işlem, eylem veya ihmal belirtilir. 87 Bireysel başvuru ile ilgili başvurunun dinlenebilirlik şartları, Anayasa Mahkemesi içinde oluşturulacak ön inceleme komisyonlarının ve dairelerin kuruluş ve yetkileri ile daire kararlarının sonuçlarına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.” Madde - 6 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 149. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Çalışma ve Yargılama Usulü: Madde 149 - Anayasa Mahkemesi, Genel Kurul ve iki daire şeklinde çalışır. Her daire bir başkan ve altı üye ile toplanır ve salt çoğunlukla karar verir. Anayasa Mahkemesi Başkanı Genel Kurulun, başkanvekilleri de dairelerin başkanlıklarını yürütür. Genel Kurul bir başkan ve oniki üye ile toplanır ve üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar verir. Anayasa değişikliklerinin denetimi ile iptal ve itiraz davaları ile siyasi parti kapatma davaları doğrudan Genel Kurul tarafından görülür. Genel Kurul, daireler arasındaki yorum farklılıklarını giderir. Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılması dava edilen kanunun yürütülmesini durdurmaz. Anayasa Mahkemesi kanunun uygulaması halinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğması ve kanunun açıkça hukuka aykırı olması hallerinin birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilir. Anayasa değişikliklerinde iptale karar verilebilmesi için toplantıya katılanların beşte üçünün ve siyasî parti davalarında kapatılmaya ya da devlet yardımından yoksun bırakılmaya karar verilebilmesi için Genel Kurul üye tam sayısının beşte dördünün oyu şarttır. Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanır. Anayasa Mahkemesi önüne gelen işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve siyasî 88 partilerin temelli kapatılması veya kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler. Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ve yargılama usulleri kanunla; mahkemenin çalışma esasları ve üyeleri arasındaki işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir.” Madde - 7 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 154. maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre ile başarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Yargıtay Genel Kurulunca ilk iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir.” Madde - 8 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 155. maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Danıştay üyeleri, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre ile başarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idari yargı hakim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Danıştay Genel Kurulunca ilk iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir” Madde - 9 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu: Madde 159- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmibir asıl ve 6 yedek üyeden oluşur ve üç daire halinde çalışır. Asıl ve yedek üyeler Genel Kurul şeklinde toplanır. 89 Dokuz asıl ve iki yedek üye Yargıtay Genel Kurulunca, altı asıl ve iki yedek üye Danıştay Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, dört asıl ve bir yedek üye birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve savcıları arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl bir yedek üye birinci sınıfa ayrılmış idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Danıştay Genel Kurulunca; üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. İlk iki oylamalarda beşte üç çoğunluk sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada salt çoğunluk aranır. Asıl ve yedek üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Ancak bir üye sekiz yıldan fazla görev yapamaz. Daireler “Atama, Nakil Ve Yetkilendirme”, “Terfi, Sicil Ve Disiplin İşleri” İle “Denetim, Soruşturma Ve Ceza İşleri” olmak üzere teşkilatlandırılır. Daireler yedi kişi ile toplanır ve salt çoğunlukla karar verir. Karara çekimser kalınmaz, karşı oy gerekçeli yazılır. Yüksek Kurul Genel Kurulu, Yargıtay ve Danıştay üyeliğinden asıl üyeliğe seçilenler arasından bir başkan seçer. Yüksek Kurulun yönetimi ve temsili Yüksek Kurul Başkanına aittir. Yüksek Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Yüksek Kurul Genel Kurulu asıl üyeler arasından üç daire başkanı seçer. Daire başkanlarından biri, Yüksek Kurul Başkanı tarafından Yüksek Kurul Başkan Vekili olarak görevlendirilir. Genel Kurulu bir başkan ve yirmi üye ile toplanır, üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar verir. Genel Kurul, sicil ve disiplin işlerine karşı itirazları karara bağlar. Meslekten ihraç kararları toplam üye tam sayısının üçte ikisi ile alınır. Dairelerin itiraz edilmeyen kararları ile itiraz üzerine verilen kararlar yargı denetimine tabidir. Bu kararlar aleyhine açılacak davalar ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülür. Yüksek Kurulun asıl ve yedek üyeleri, görevlerinin devamı süresince başka görev alamazlar. Görev süresi dolan üyeler eski görevlerine dönerler. Yüksek Kurul; adlî ve idarî yargı hâkim ve savcı adaylarının sınav ve eğitimlerini yapma, mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlem- 90 lerini yapar. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir hâkimin veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir. Adalet Bakanlığının merkez kuruluşunda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıların muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir. Yüksek Kurul Başkanı Yüksek Kurulunun ilk toplantısında onaya sunulmak üzere, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde hizmetin aksamaması için hâkim ve savcıları geçici yetki ile görevlendirebilir. Adalet Akademisi ve Adli Tıp Kurumu Yüksek Kurulun bağlı kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlarla ilgili atama yetkisi Yüksek Kurula aittir. Yüksek Kurul atama yetkisini devredebilir. Dairelerin oluşumu ve iş bölümü, çalışma usul ve esasları, karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve inceleme usulleri ile Yüksek Kurulun Sekretarya hizmetlerini yürütecek Genel Sekreterliğin kuruluş, yetki ve görevleri kanunla düzenlenir.“ Madde - 10 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aşağıdaki madde eklenmiştir. “Yüce Divan: Ek Madde - 1 Yüce Divan, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanının Başkanlığında Yargıtay’ın beş Ceza Dairesi Başkanı ile her ceza dairesinden Yargıtay Genel Kurulunca üye tam sayısının salt çoğunluğu ile seçilecek birer üyeden oluşur. Yüce Divan, Cumhurbaşkanını, TBMM Başkanını Bakanlar Kurulu üyelerini, Genelkurmay Başkanını, kuvvet komutanlarını, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay Başkan ve üyeleri ile Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı yargılar. Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Başsavcı vekili yapar. 91 Yüce Divan kararlarına karşı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna itiraz edilebilir. Ceza Genel Kuruluna Yargıtay Başkanı Başkanlık eder. Yüce Divan sıfatıyla yargılamaya katılan başkan ve üyeler temyiz incelemesine katılamazlar. Bu Kurulun kararları kesindir.” Madde 11 - Bu Kanun, Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer. Genel Gerekçe Hukukun üstün tutularak, yaşamın her alanında egemen kılınmasının olmazsa olmaz koşulu, yargı erkinin görevini yaparken bağımsız, yansız ve bu işlevi doğrudan yerine getiren yargı mensuplarının güvenceli olmalarıdır. Bunu sağlamanın yolu, yargı erkinin, diğer iki erkten, yani yasama ve yürütme erklerinin etki alanından uzak tutulması, bu iki erkin alt ya da üst derecesinde değil, ancak eşiti bir konumda bulunması ile mümkün olduğunun net bir biçimde algılanmasıdır. Anayasanın yüksek yargı ile ilgili maddelerinde yapılması düşünülen değişikliklerde yargı erkinin diğer iki erkin etki alanından uzaklaştırılması ve bağımsızlaştırılması ilke alınmıştır. Örneğin Anayasa Mahkemesine ve HSYK’ya Yasama Organından üye seçilmemelidir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi yeniden yapılandırılırken üyelerinin büyük çoğunluğunun yüksek yargı organlarının kendi Başkan ve üyeleri içinden ve bu organların genel kurullarınca doğrudan seçilmesi yöntemi benimsenmelidir. HSYK başkan ve üyeleri ise bu çerçevede tamamen yargı mensuplarından oluşturulmalıdır. Bu düşünceden hareketle Anayasa Mahkemesi yargı bağımsızlığı ilkesi çerçevesinde yeniden yapılandırılmakta görev ve yetkileri yeniden düzenlenmektedir. Buna göre; Anayasa Mahkemesi’nin temel görevi, yasama organının kimi 92 işlemlerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi'nin asli işi olmayan dava türleri başka mahkemelere verilmektedir. Anayasa Mahkemesi, bugünkü yapısı itibariyle ceza yargılaması yapmaya yeterli değildir. Üyeler arasında ceza yargılaması yapmayanlar olduğu gibi hâkim sınıfından olmayan üyeler de bulunmaktadır. Ceza hukukçusu olmayan üyelerin ceza yargılaması yapması yanlıştır. Mevzuatımızda yargı birliği ilkesinden sapmanın en önemli örneğini Yüce Divan müessesesi oluşturmaktadır. Çağımızda ceza hukuku, diğer hukuk dallarından ayrı, hukuk kavramlarını kendi amacına göre tanımlayan özerk bir dal haline gelmiştir. Yargıtay'ın yıllardan beri baktığı davaların nitelikleri ve sayıları, Yargıtay üyelerinin yetişme biçimleri ile donanımları nazara alındığında Yüce Divan görevinin, yargılama birliğinin bir gereği olarak, yargılanacak kişiler bakımından oluşturacağı hukuksal güvence de dikkate alınmak suretiyle Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanının Başkanlığında beş ceza dairesi başkanı ile ceza Dairelerinden seçilecek birer üyeden oluşan Kurula, Temyiz yetkisinin ise, Yargıtay Başkanının başkanlığında Yargıtay Ceza Genel Kuruluna(Yüce Divan üyelerinin girmediği Kurula) verilmesi yargı birliği ilkesinin bir gereğidir. Öte yandan, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyeleri, Başsavcıları, Cumhuriyet Başsavcı Vekili, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyeleri görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanmaktadırlar. Bugüne kadar yürürlükte olan Anayasalarımızda unutulmuş olduğu düşünülen TBMM Başkanı ve Genel Kurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının da Yüce Divanda yargılanacak olanlar arasına alınması hukuki bir boşluğu ortadan kaldırmıştır. Partilerin mali denetimi gibi teknik ve yargılama içermeyen bir konu ile Yüksek Mahkemenin meşgul edilmesi kesinlikle yerinde bir yöntem değildir. Bu nedenle siyasi partilerin mali denetimi Sayıştay’a bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesinin üye sayısı, herkese bireysel başvuru hakkı tanınması nedeniyle onyediye çıkarılmıştır. Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresi oniki yılla sınırlandırılmıştır. Anayasa Mahkemesinin hâlihazırdaki tekli organizasyon yapısı 93 değiştirilerek Mahkemenin iki daireye şeklinde çalışması öngörülmüştür. Anayasa yargısında “yürürlüğün durdurulması” kurumunun Anayasal düzenlemeye kavuşturulmasına yönelik düzenleme getirilmektedir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesinin içti hadi yoldan sahiplendiği yürürlüğün durdurulması yetkisini 1995 yılından bu yana kullanmakta olduğu dikkate alındığında uygulama açısından yenilik doğurucu nitelikte bir öneri değildir. Söz konusu öneri sadece sürüp gelmekte olan uygulamanın anayasal düzenlemeyle tahkim edilmesi anlamınadır. Tasarıda siyasi partilerin kapatılması yeni esasa bağlanmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının dava açmasından önce Yargıtay Ceza Daireleri üyelerinden oluşturulacak bir kurulundan izin alması koşulu getirilmektedir. Bu önemli bir yeniliktir. Hukuk devletinin, kuvvetler ayrılığının, insan haklarının en önemli güvencesi ve adil yargılamanın vazgeçilmez koşulu Yargı bağımsızlığıdır. Yargıcın tarafsız ve bağımsız karar vermesi, her şeyden önce yargının kurumsal olarak yürütme ve yasamadan bağımsız olmasına bağlıdır. Bağımsız bir yargının temel öğesi sistemin, siyasal iktidarların yargıyı etkilemesini önleyecek güvenceler içermesidir. Demokrasiyle yönetilen devletler bu güvenceyi anayasal düzenlemelerle ve siyasal iktidardan bağımsız, çoğunluğu ya da tümü yargıçlardan oluşan kurullar oluşturarak sağlamışlardır Yargının gerçekten bağımsız olması, “yargı bağımsızdır, hâkimler sadece vicdanlarına ve yasaya, hukuka göre karar verirler” gibi ifadelerin yasalarda yer alması ile olmaz. Asıl bağımsızlık yargının mali ve idari bakımdan bağımsızlığına bağlıdır. Bunu sağlamanın en önemli koşullarından biri hâkim ve savcıların bağımsızlığının bir Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunca garanti altına alınması, diğeri yargıçların ve savcıların atanmaları ve meslekte ilerlemeleri ile aylık, ödenek ve diğer özlük haklarının hükümet dışındaki merciler tarafından yapılmasıdır. Anayasamızın 159. maddesinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yetkileri düzenlenmektedir. Buna göre Kurul 7 üyeden oluşmaktadır. Kurul’un Başkanı Adalet Bakanı, Bakanlık Müsteşarı da doğal üyesidir. Diğer 5 üyeyi Cumhurbaşkanı, Yargı- 94 tay ve Danıştay’ın gösterecekleri adaylar arasından seçmektedir. Kurul’un görevleri arasında Yargıtay’a ve Danıştay’a üye seçme, yargıç ve savcıları atama, nakletme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemleri bulunmaktadır. HSYK yargı bağımsızlığının anahtarı niteliğindedir. O nedenle her şeyden önce kendisinin bağımsız olması gerekir. Ancak HSYK iddia edildiği gibi bağımsız değildir. Hatta bazı çevrelerin ısrarla belirttikleri gibi de kendi başına buyruk hiç değildir. Bir kere, HSYK kendi başkanını seçme olanağından yoksundur. Kurul Başkanı Anayasa gereği Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanı’nın Kurul’a üye olması, bazı ülkelerde de görülen bir durumdur. Ama o ülkelerde bizde olduğu gibi bakanın hiçbir konuda yargıya müdahalesi söz konusu değildir. Bizde Bakan’ın başkanlığına ek olarak, Müsteşar’ının da üye olması, kurul üzerinde yürütmenin etkisini güçlü bir biçimde duyurmaktadır. Kurul 7 kişi ile toplanmak zorundadır. Bakan toplantıya katılmadığı takdirde Yargıtay’dan seçilen yedek üye Bakanın yerine toplantıya katılabilmektedir. Buna karşılık Müsteşarın toplantıya katılmadığı takdirde yerine katılacak yedeği de yoktur. Bu bakımdan Kurul Müsteşar katılmadan toplanamamaktadır. Aslında HSYK’nın görevleri Bakan’ın ve Müsteşar’ın bulunmasını gerektirecek nitelikte görevler değildir. Bakanın ve Müsteşarın HSYK’ya dahil edilmesindeki amaç, yürütme ile işbirliği ise, bu başka yollardan da sağlanabilir. Bunun için Bakanın Kurul Başkanı olmasına gerek yoktur. HSYK’nın bağımsızlığı açısından büyük sakıncalar taşıyan önemli bir husus da Anayasanın 159. maddesinde yer almaktadır. Bu maddede Adalet Bakanlığının merkez kuruluşunda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıların muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına verilmiştir. Bundan daha önemlisi, yorumu herkese göre değişkenlik gösteren “gecikmesinde sakınca bulunan hallerde” hizmetin aksamaması için Adalet Bakanının hakim ve savcıları geçici yetki ile görevlendirmesidir. Bu hükümler Yürütme organı temsilcisi olan Adalet Bakanı tarafından verilen yetki dahilinde yargı bağımsızlığını zedeler şekilde uygulanmaktadır. 95 HSYK’nın bağımsızlığı açısından sakıncalı başka bir husus da, 2461 sayılı HSYK Yasasının “Kurul Adalet Bakanlığı’nda toplanır. Kurulun işleri Adalet Bakanlığı’nca yürütülür” yolundaki hükmüdür. Bunun sonucunda HSYK’nın ayrı bir binası, ayrı bir bütçesi ve sekretaryası bulunmamaktadır. Kurul, Adalet Bakanlığı içinde, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir birimi halinde çalışmakta, iş ve işlemleri Bakanlık memurlarınca yürütülmektedir. Görev alanına giren işleri doğrudan yürütemeyen, Bakan ve Müsteşar istemediği takdirde ya da müsteşar katılmadığı takdirde toplanamayan, verdiği kararları izleme olanağından yoksun, kararları yargı denetimine kapalı bir kurulun bağımsızlığından söz edilemez. Ve bu şekilde düzenlemeler var olduğu sürece yargı bağımsızlığı hiçbir zaman sağlanamaz. Sistem, 12 Eylül Anayasası ile yargının aleyhine işletildi. Yani yargı bağımsızlığı ileri gideceğine geri götürüldü. Oysa 1961 Anayasasındaki eski Yüksek Hakimler Kurulu, Yüksek Savcılar Kurulu şimdikinden çok daha ileri seviyedeydi. Adalet Bakanı, Yüksek Hâkimler Kurulu toplantılarına katılabilir, oylamaya katılamazdı. Bugün Kurulun Başkanı Adalet Bakanı oy hakkına da sahiptir. Adalet Bakanı isterse bir hâkim hakkında da dinletebilmektedir. Eğer bugün gerçekten kuvvetler ayrılığı ilkesi ve buna bağlı yargı bağımsızlığı söz konusu olacaksa bağımsız bir yargı sistemi kurulması gerekmektedir. Avrupa Konseyi’ne bağlı “Avrupa Yargıçları Danışsal Konseyi” 2001 yılında kabul ettiği kararlarda, Avrupa’da çok değişik sistemlerin bulunduğunu belirterek iki öğe üzerinde önemle durmaktadır. Bunlar, yargıçların atama ve terfilerinin nesnel ölçütlere bağlanması ve bunun yürütmeden bağımsız bir organ tarafından yapılması, diğeri, bu organın büyük bir bölümünün yargıçlardan oluşması ve bunların demokratik bir biçimde öteki yargıçlar tarafından seçilmesidir. Bizde yargı bağımsızlığını tam olarak hakim kılabilmek için HSYK’yı yargı bağımsızlığının gerektirdiği yeni bir yapıya ve işleyişe kavuşturacak düzenlemelerin bir an önce yapılması zorunludur. HSYK’daki düzenleme bu düşünceyle yapılmıştır. Bunun için “yargı” tamamen yürütmeden ayrılmış, HSYK yürütmenin dışında tutulmuştur. Teftiş Kurulu, Adalet Akademisi ve 96 Adli Tıp HSYK’ya bağlanmış, sekretarya hizmetleri HSYK’ın bünyesine alınmıştır. Kurul tıpkı Yüksek Mahkemeler gibi İdari ve Mali açıdan özerk hale getirilmiş, üyeleri Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından doğrudan ve birinci sınıfa ayrılmış ve Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kazanmış hakim ve savcılar arasından ilgisine göre Yargıtay ve Danıştay genel kurularlıca doğrudan seçilmeleri öngörülmüştür. Cumhurbaşkanı bugün devleti temsil eden bir yüce makamdır, ama sonuç itibariyle aynı zamanda Bakanlar Kuruluna da Başkanlık edebilmektedir. Bu nedenle yürütmenin müdahalesi anlamına gelecek Cumhurbaşkanının doğrudan ya da gösterilen adaylar arasından üye seçmesi sistemi terk edilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapmakla görevli ve yetkili bulunduğundan, her biri 7 üyeden oluşan üç Daire halinde örgütlenmesi öngörülmektedir. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Kararlarının yargı denetimine tabi tutulması yönünde düzenleme yapılmıştır. Yüksek kurul kararlarının yargı denetimine tabi tutulmasının gerekliliği Anayasa mahkemesi kararlarıyla ortaya konulmuştur. Bilindiği üzere, yönetimin hukuka bağlılığını sağlamada en etkili yol, etkili yargısal denetimdir. Yönetimin eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu Anayasanın 125.maddesinde vurgulanarak, hukuk devletinin zorunlu öğelerinden birine vurgu yapılmıştır. Yargı yolu, hiçbir neden ve biçimle kısıtlanamaz. Ancak, yönetimin yargısal denetimi, yargının kendiliğinden hareket ederek yönetimi denetlemesi ve yönetimin yerine geçerek yönetsel eylem ve işlemler kurması demek değildir. Yürütme ve yönetme yetki ve görevi, Anayasa ve yasalara göre hükümetler tarafından kullanılır ve yerine getirilir. Yargı denetimi, bu görev ve yetkinin "Anayasaya ve yasalara göre kullanılmasını ve yerine getirilmesini " sağlamak, yönetimi "hukuk düzeni" içinde tutmak için gereklidir. Yönetimin hukuka bağlılığını yargısal denetimle sağla- 97 mak, hukuk devletinin zorunlu gereği ve insan haklarının güvencesidir. Anayasada Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik hukuk devleti niteliği vurgulanırken, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmıştır. Çünkü yargı denetimi, hukuk devletinin "olmazsa olmaz" koşuludur. Anayasanın 125.maddesinde yer alan "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır" denilmesine karşın, gerek bu maddenin değişik fıkralarında gerekse diğer ilgili maddelerde bu temel ilkeye önemli sınırlamalar getirilerek idari yargının, yargısal denetimini özenle kısıtlama yoluna gidilmiştir. Bu bağlamda almış olduğu kararları incelenemeyecek, başka bir deyimle idari yargı denetiminden geçmeyecek kurum kurumların başında HSYK gelmektedir. Mevcut Anayasada yer alan HSYK ile ilgili hüküm, yargı denetimini ortadan kaldırmakta, hâkimleri hukuksal güvenceden yoksun bırakmaktadır. Mevcut düzenlemenin gerekçesinde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkan ve Üyelerinin yüksek dereceli hâkimlerden seçilmiş olması nedeniyle alacakları kararların idarî yargının denetimine tabi tutmakta yarar ve gerek olmayacağı öne sürülmüştür. Oysa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, sadece yüksek yargı tarafından seçilen üyelerinden oluşmamaktadır. Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı da Kurulun üyesidir. Ayrıca idarî nitelikte bir kuruluşun yüksek dereceli yargı üyelerinden oluşması kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmasını gerektirmez. Zira bu kararların niteliğine bakıldığında kararların bir yargı kararı olmadığını, aksine idari nitelikte olduğu görülür. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun idarî bir organ ve kararlarının da idarî karar olduğu kuruluşu ile ilgili yasama belgelerinde, öğretide, kazaî kararlarda ve özellikle Anayasa Mahkemesinin 15.5.1963 günlü, Esas: 1963/169, Karar: 1963/113 sayılı kararında kuşkuya yer vermeyecek kesinlikte belirtilmiştir. 1961 Anayasasının 144. maddesinin değiştirilmesinden önce Yüksek Hâkimler Kurulu kararlarına karşı açılan davalara Danıştay'ca bakılmıştır. Anayasada yapılan bu değişiklik, Kurulun ve aldığı kararın idarî niteliğini değiştirmemiş, 1961 Anayasasının 1488 sayılı Kanunla değiştirilen 143. maddesi hükmü de kurulun ve aldığı kararların idarî niteliğini daha da belirgin hale sokmuştur. Gerçekten 1488 sayılı Yasa değişikliğinden önce Adalet Bakanına, sadece kurulun toplantılarına katılma hakkı verilmişken 143. 98 maddede yapılan değişiklikle gerekli gördüğü hallerde Kurula başkanlık etmek yetkisi tanınmıştır. Bugün de durum bundan çok farklı değildir. Hatta Bakan Anayasa gereği Kurul Başkanıdır. Bir yürütme görevlisinin Mahkemeye başkanlık etmesi düşünülemeyeceğinden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yargısal bir kurul, kararlarını da yargısal bir karar saymak olanaksızdır. Hâkimi yargı yoluna başvurma hakkından yoksun olan bir devlette, bireylerin hukuksal güvenceye sahip olduğu savunulamaz. Şikâyete uğrayan veya denetim nedeniyle hakkında soruşturma açılan hâkim, Hâkimler ve Savcılar Kurulu kararıyla meslekten çıkarılabilecek, fakat hâkim, bu karara karşı yargı yerine başvuramayacaktır. Bunun hukukla bağdaşır bir yönü yoktur. Bu nedenlerle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararlarına karşı yargı yoluna başvurulamaması hukuk devleti ilkesine ters düşen bir durumdur. Anayasa Mahkemesi 1976/43 sayılı kararında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararlarına karşı yargı denetimini engelleyen kuralın, Anayasanın hukuk devleti İlkesine aykırı olduğuna karar vermiştir. Bu nedenle Anayasa değişikliklerinde HSYK’nın istisnasız tüm kararlarının yargı denetimine açılması yönünde düzenleme yapılmıştır. Ancak Kurul kararlarını yargı denetimine taşımadan önce kimi kararlara örneğin sicil ve disiplin kararlarına itiraz hakkı tanınmıştır. İtirazları inceleme yetkisi HSYK Kuruluna verilmiştir. Bu Kurulunca verilen kararlara karşı idari dava açma süresi içinde iptal davası açılabilecektir. HSYK’nın disiplin ve sicil işlemleri dışında diğer tüm tasarrufları doğrudan iptal davasına konu edilmiştir. İptal davaları bu konuda ihtisaslaşmış bulunan Danıştay’ın yargılama dairelerinden birine verilmiş. Kararların İdari Dava Daireleri Kurulunda temyiz edilmesi öngörülmüştür. Madde Gerekçeleri Madde 1. Siyası partinin mali denetiminin Sayıştay’a verilmesi öngörülmekte, Sayıştay’ın bu denetim sonucunda vereceği kararın kesin olduğu açıklanmaktadır. 99 Siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davaların, Venedik Komisyonu olarak bilinen ve Avrupa Konseyinin danışma organı olan Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonun Cumhuriyet Başsavcısının parti kapatma davası açma yetkisinin bir tür demokratik kontrole tabi tutulacağı bir sistemin getirilmesi tavsiyesine uygun olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine, Yargıtay Ceza Dairelerinden oluşturulacak bir Kurulun iznine bağlanmakta, siyası parti kapatılması yetkisinin, Anayasa Mahkemesinin iki daire şeklinde çalışmasının öngörülmüş olması sebebiyle Anayasa Mahkemesi Genel Kuruluna verilmesi hükme bağlanmaktadır. Bir siyasi partinin temelli kapatılması Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 4/5 oyuna bağlanarak demokrasinin vazgeçilmezlerinden olan siyasi partilerin kapatılmaları zorlaştırılmaktadır. Bu düzenleme ile siyasi partilerin Anayasanın 68. Maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden dolayı temelli kapatılması hükmü muhafaza edilmekte, ancak, bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebep olanlar için halen 5 yıl olarak uygulanan siyaset yasağı, 3 yıla düşürülüyor. Madde 2. Hâkimler ve Savcıları denetlemekle görevli Adliye Müfettişlerinin Kurula bağlanması öngörülmektedir. Madde 3. Anayasa Mahkemesinin Genel Kurul ve iki daire halinde çalışmak üzere 17 üyeden oluşması hükme bağlanmaktadır. Üyelerin, 7’si Yargıtay, 4’ü Danıştay, 1’i Sayıştay Genel Kurulları’nca, 2’si üniversitelerarası kurul tarafından, 2’si Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulunca üye tam sayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla doğrudan, 1 üyesi ise, kamuda en az 20 yıl hizmeti olup bunun 10 yılı Anayasa Mahkemesinde raportörlükte geçmiş olanlar arasından Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nca, üye tam sayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla, seçilmeleri öngörülüyor. Bu yapılanmada hukuk eğitimine ağırlık verilmiş, enaz 50 yaş sınırı getirilmiş, kamu hizmetinde uzunca bir süre bulunmuş olmak şartları aranmıştır. Başkan ve iki başkan vekilinin dört yıl süre ile Genel Kurul tarafından seçilmesi hükmü getirilmiş, ikinci kez seçilebilmeye olanak tanınmıştır. 100 Madde 4. Anayasa Mahkemesi üyeliği 12 yılla sınırlandırılmıştır. 65 yaşına gelenlerin emekliye ayrılmaları öngörülmüştür. Madde 5. Anayasa Mahkemesinin görevleri yeniden düzenlenmiş, Yüce Divan yetkisi Yargıtay’a verilmiş, herkese bireysel başvuru hakkı tanınmıştır. Madde 6. Anayasa Mahkemesinin Genel Kurul ve iki daire şeklinde çalışmasının öngörülmüş olması nedeniyle, her dairenin bir başkan altı üye ile toplanması ve salt çoğunlukla karar vermesi hükmü getirilmiştir. Genel kurulun oniki üye ile toplanıp salt çoğunlukla karar vermesi öngörülmüştür. Bugüne kadar Anayasa Mahkemesi içtihadı ile uygulanmakta olan iptal davasına konu kanunun yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesi, bir anayasa kuralı haline getirilmiş, kanunun uygulaması halinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğması ve kanunun açıkça hukuka aykırı olması hallerinin birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verilebileceği hükme bağlanmıştır. Anayasa değişiklikleri, iptal ve itiraz davaları ile siyasi parti kapatma davalarının genel kurulda görüşülmesi, anayasa değişikliğinin toplantıya katılanların 5/3’ünün, siyasi parti kapatmalarda ise genel kurul toplantı nisabının 5/4’ünün oyunun şart olduğu hükme bağlanmıştır. Madde 7. Yargıtay’ın halen HSYK tarafından seçilen üyelerinin, birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından, kendi Genel Kurulu’nca, ilk iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü, üçüncü oylamada ise, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilmeleri hükmü getirilmektedir. Madde 8. Danıştay’ın, halen dörtte üçü birinci sınıfa ayrılmış idari yargı hâkim ve savcıları arasından HSYK tarafından, dörtte biri ise, üst kademe yöneticileri arasından Cumhurbaşkanınca doğrudan seçilen üyelerinin; dörtte üçünün, birinci sınıf idarî yargı hâkim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından, dörtte birinin ise, nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından Danıştay Genel Kurulunca ilk iki oylamada üye tamsayısının beşte üçü, üçüncü oylamada ise, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilmeleri hükmü bağlanmaktadır. Madde 9. Avrupa Konseyi’ne bağlı “Avrupa Yargıçları Danışma 101 Konseyi”nin 2001 yılında kabul ettiği kararlarında belirttiği yargıçların atama ve terfilerinin nesnel ölçütlere bağlanması ve bunun yürütmeden bağımsız bir organ tarafından yapılması, bu organın büyük bir bölümünün yargıçlardan oluşması ve bunların demokratik bir biçimde öteki yargıçlar tarafından seçilmesi” ilkesine uygun olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı yeniden oluşturulmaktadır. Kurulun üç daire şeklinde görev yapması düşünüldüğünden seçilmiş asil üye sayısı beş ten yirmibire yükseltilmiş, yürütme organının temsilcileri bakan ve müsteşarın kurulla ilişkileri kesilmiştir. Kurulun 21 asıl, 6 yedek üyesinin tamamen yargı mensupları arasından seçilmesi kuralı getirilmektedir. Buna göre; - Dokuz asıl ve iki yedek üye Yargıtay Genel Kurulunca, - Altı asıl ve iki yedek üye Danıştay Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, - Dört asıl ve bir yedek üye birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve savcıları arasından Yargıtay Genel Kurulunca, - İki asıl bir yedek üye birinci sınıfa ayrılmış idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Danıştay Genel Kurulunca, Doğrudan seçilmeleri, Ayrıca asıl ve yedek üyelerin dört yıl için seçilecekleri, süresi biten üyelerin yeniden seçilebilecekleri, ancak 8 yıldan fazla görev yapamayacakları, Yüksek Kurul Genel Kurulunun bir başkan yirmi üye ile toplanacağı ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar vereceği, Yüksek Kurul Başkanının Yargıtay ve Danıştay üyelerinden asıl üyeliğe seçilenler arasından seçileceği, Yüksek Kurul Genel Kurulunun, sicil ve disiplin işlerine karşı itirazları karara bağlayacağı, meslekten ihraç kararlarının üye tam sayısının üçte ikisi ile alınacağı öngörülmektedir. Bu düzenleme ile getirilen en önemli yeniliklerden biri; Yüksek Kurul kararlarının tümünüm idari yargı denetimine tabi tutulmasının öngörülmesidir. Açılacak davalarda ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’ın yargılama daireleri görevlendirilmiştir. Temyiz incelemesi ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda görülecektir. 102 Getirilen yeniliklerden ikincisi, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine yapılacak seçimlerin Yüksek Kurulun görevleri arasından alınarak Yargıtay ve Danıştay genel Kurullarına verilmesidir. Yüksek Kurul bundan böyle Yargıtay ve Danıştay’a üye seçmeyecek, bundan önce de olduğu gibi, adli ve idari yargı hakimlerinin mesleğe alınma, eğitim, tüm sicil, disiplin, terfi ve diğer özlük işlerini yürütecektir. Madde 10. Yüce Divan yetkisinin Anayasa Mahkemesinden alınarak Yargıtay’ın beş Ceza Dairesi Başkanı ile her ceza dairesinden seçilecek birer üyeden oluşacak bir Kurula verilmesi ve bu Kurulun verdiği kararların Yargıtay Ceza Genel Kurulunda temyizen incelenmesi hükme bağlanmakta, ayrıca Yüce Divanda yargılanacaklar arasına TBMM Başkanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanlarının dahil edilmesi öngörülmektedir. Madde 11. Kanunun yürürlüğünü göstermektedir.