CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ Ahmet Hulusi AKKAġ DOKTORA TEZĠ KAMU HUKUKU ANABĠLĠMDALI KAMU HUKUKU BĠLĠMDALI GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ EKĠM 2014 iv CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ (Doktora Tezi) Ahmet Hulusi AKKAġ GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ Ekim 2014 ÖZET Hukuk düzeninin birliği, bütün hukuk düzeninin bir ahenk içerisinde bulunması amacıyla, farklı hukuk disiplinlerinin birbirleri ile bir bağlantı içerisinde bulunmasını ifade eder. Hukuk düzeninin birliği yalnızca maddi hukukta değil, muhakeme hukuku sahasında da geçerli olan bir düĢüncedir. Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisinin, hukuk düzeninin birliği ile uyumlu bir Ģekilde ele alınması gerekir. Bu sayede kiĢi hangi norma uyması gerektiğini bilecek ve dolayısıyla hukuki güvenlik ilkesi tesis edilebilecektir. Ancak hukuk düzeninin birliği düĢüncesi, bir mahkeme tarafından verilen hükmün ceza mahkemesine nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna değil, niçin etki etmesi gerektiği sorusuna bir yanıt içerir. Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna kesin hüküm kurumu cevap verir. Kesin hüküm kurumu bu soruya cevap verirken hukuk düzeninin birliği düĢüncesine dayanır. Kesin hükmün amaçlarından birisi de ortaya çıkan uyuĢmazlıkların kesin bir Ģekilde son bulmasını sağlamaktır (maddi anlamda kesin hüküm). Maddi anlamda kesin hükmün bir olumlu yönünün bir de olumsuz yönünün olduğu kabul edilmektedir. Kesin hükmün olumsuz etkisi, aynı meselenin bir daha dava konusu edilememesi (ne bis in idem) anlamına gelirken; kesin hükmün olumlu etkisi, bir mahkeme hükmüne konu bir uyuĢmazlığın sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkması halinde, sonraki yargılamayı yapan mahkemenin bu ön sorun hakkında karar verememesi, bu konuda verilmiĢ mahkeme hükmü ile bağlı olması anlamına gelir. Önceki mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık, bu mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanında, sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkabileceği gibi, söz konusu uyuĢmazlık sonraki bir davada, fakat ilk hükmü veren mahkemenin muhakeme alanı dıĢındaki bir mahkeme önünde de çıkmıĢ olabilir. Dolayısıyla kesin hükmün olumlu etkisi, sadece hükmü veren mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanı ile sınırlı olamaz. Gerek bağlayıcılık etkisinde gerekse de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisinde önemli olan husus, muhakemeyi yapan hakimin önceden kesin hükümle tespit edilmiĢ bir hukuki sonucu kendi kuracağı hükme dayanak teĢkil ettirmesidir. Bu nedenle, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi ile konumuz olan bağlayıcılık etkisinin aynı Ģeyler olduğunu söylemek gerekir. Bir mahkeme hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabilmesi için ilk baĢta bu hükmün kesinleĢmiĢ olması gerekir. Çünkü bir hüküm olağan kanun yollarına baĢvurulmak suretiyle değiĢtirilebilir olduğu müddetçe, bu hükmün diğer mahkemeler tarafından dikkate alınması söz konusu olamaz. Bir mahkeme hükmünün diğer bir mahkeme için bağlayıcı olabilmesi, ilk hükmün daha önce verilmiĢ olmasını gerektirir. Bu hükmün ceza davasının konusunu oluĢturan fiilden önce mi kesinliğe kavuĢması gerektiği; yoksa ceza mahkemesi hükmünden önce mi kesinliğe kavuĢması gerektiği, verilen hükmün niteliğine göre farklılık gösterir. Bağlayıcı etkiye sahip olacak mahkeme hükmü ile maddi gerçeğin ortaya çıkarılmıĢ olması gerekir. Muhakemelerde farklı ilkelerin benimsenmiĢ olmasının, bütün muhakeme alanlarının amacının maddi gerçeği ortaya çıkarmak olduğu gerçeğine bir zarar vermez. Bu nedenle bir yargılama sonucunda maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ ise bunun ceza mahkemesi için bağlayıcı olması esastır. Bir mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık daha sonraki ceza davasında bir ön sorun olarak ortaya çıkarsa ancak bu durumda ilk mahkeme hükmü ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabilir. Mevzuatımızda diğer mahkeme hükümlerinin bir ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracağına veya doğurmayacağına iliĢkin genel bir düzenleme yoktur. Yargıtay da vermiĢ olduğu bazı kararlarında bağlayıcılık etkisini kabul ederken, bazı kararlarında ise diğer bir mahkeme hükmünün ceza mahkemesi üzerinde etki edemeyeceğine hükmetmiĢtir. Bu nedenle mevzuatımızda bağlayıcılık etkisine yer veren örneğin CMK’nın 218’inci, HMK’nın 214’üncü ve TCK’nın 127’nci maddesi gibi düzenlemelerin tetkik edilmesine de çalıĢılmıĢtır. Bilim Kodu : 501.2.015 Anahtar Kelimeler : Ceza Muhakemesi, Maddi Anlamda Kesin Hüküm, Bağlayıcılık Etkisi, Hukuk Düzeninin Birliği Sayfa Adedi : 294 Tez DanıĢmanı : : Prof. Dr. Cumhur ġahin v THE EFFECTS OF JUDICIAL AUTHORITIES’ JUDGEMENTS ON EACH OTHER IN TERMS OF CRIMINAL PROCEDURE (Ph. D. Thesis) Ahmet Hulusi AKKAġ GAZĠ UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES October 2014 ABSTRACT The integrity of the legal system indicates the interrelationship among different legal disciplines in order to reach a harmony in the whole legal system. The idea of the integrity of the legal system is not just valid within the field of substantive law but also within the procedural law. The effect of the decisions given by the other courts on the criminal courts should be taken into account considering the integrity of the legal system. Therefore one would know the legal norms to obey and the principle of the legal security would be established. However, the idea of the integrity of the legal system does not give an answer to the question of “how” a court decision would affect the criminal courts, but instead it gives an answer to the question of “why”. The doctrine of the final judgement gives an answer to how the decisions given by the courts except criminal courts should affect criminal courts. While answering such question, the doctrine of the final judgement depends on the idea of the integrity of the legal system. Preventing a matter from raising again before a court is one of the purposes of the final judgement (the final judgement on the merits). It is accepted that the final judgement on the merits has one positive and one negative effect. While the negative effect of the final judgement refers that no legal action can be instituted twice for the same cause of action (ne bis in idem), the positive effect means that once an issue of fact has been determined before a court, that issue cannot be relitigated again before a different court. The positive effect of the final judgement cannot be limited to the court’s procedural distinction. In other words, the positive effect of the final judgement still revealed when an issue of fact has been determined before a court is relitigated before a court which adopts a different procedure than the previous one. Both regarding the binding effect and the positive effect of the final judgement on the merits, the crucial thing is while giving a decision; a judge should depend on an issue of fact previously determined with a final judgement. Thus, the positive effect of the final judgement on the merits and the binding effect are identical. In order to have a binding effect for criminal courts, a court decision needs to be a final judgement and is no longer subject to appeal. As far as a court decision can be changed through the appeal process, it cannot be possible for other courts to take such decision into consideration. In order to have a binding effect for another court, a court decision needs to be given previously. Whether such a previous court decision should be finalised before the act of crime or the decision of the criminal court regarding such act depends on the characteristics of the decision. In order to have a binding effect, a court decision needs to reveal the factual truth. Even though different principles are applied in different courts, all the proceedings in courts have the aim of seeking the factual truth. Therefore, if the factual truth is revealed by a court decision, such decision has a binding effect for criminal courts. If an issue of fact in a court decision appears as a preliminary issue in a later criminal prosecution, the previous court decision has a binding effect for the criminal court. In Turkish positive law, there is no general legislation concerning the binding effect of the other courts’ decisions on criminal courts. While the Turkish Supreme Court has concluded that the other courts’ decisions have binding effect on criminal courts in some of its decisions, the Court has ruled in some other decisions on the contrary. Therefore, the article 218 of the Turkish Criminal Procedure Code, the article 214 of the Turkish Civil Procedure Code and the article 127 of the Turkish Criminal Code which regulates the binding effect are examined in this study. Science Code Key Words : 501.2.015 : Criminal Procedure, the final judgement on the merits, the integrity of the legal system, the binding effect. Page Number Supervisor : 294 : Prof. Dr.Cumhur ġahin vi TEġEKKÜR Ceza muhakemesi hukukunun tartıĢmalı konularından birisi de ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olup olmayacağıdır. Konuya iliĢkin muhakeme kanunlarında genel bir hükmün bulunmaması ve kanunlarda yer alan düzenlemelerin birbirleri ile uyum arz etmemesi; öğretide birlik arz eden bir görüĢün ortaya çıkmasını engellediği gibi, Yargıtay kararlarında da istikrarsızlığa sebep olmuĢtur. Hocalarım Prof. Dr. Cumhur ġahin ve Prof. Dr. Ġzzet Özgenç’in önerileri doğrultusunda doktora tez konusu olarak belirlenen “Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi”, Türk öğretisinde genellikle hukuk ve ceza mahkemelerinin birbirlerine karĢılıklı etkisi bağlamında ele alınmıĢtır. Meseleyi sadece ceza mahkemesi açısından ele alan bir Türkçe monografik esere rastlamıĢ bulunmamaktayız. Bu nedenle özellikle Alman mahkeme içtihatları ve öğretisi ıĢığında konu ele alınmaya çalıĢılmıĢtır. Tezimi yazarken içine düĢtüğüm karamsarlıkları sakin duruĢu ve öğütleri ile aĢmamı sağlayan Prof. Dr. Cumhur ġahin elbette teĢekkür etmem gereken kiĢilerin baĢında gelmektedir. Kıymetli fikirlerinden istifade etmeye çalıĢtığım hocam Prof. Dr. Ġzzet Özgenç’e de teĢekkürü bir borç bilirim. Tez savunmamda bulunan ve eleĢtirileri ile tezin Ģekillenmesini sağlayan hocalarım Prof. Dr. Ender Ethem Atay’a, Prof. Dr. Mahmut Koca’ya müteĢekkirim. Kendisini bir hocadan ziyade bir büyüğüm ve bir ağabeyim saydığım Prof. Dr. Ġlhan Üzülmez’i ayrıca zikretmek isterim. ÇalıĢmanın hazırlanması sırasında Yüksek Öğretim Kurulu bursu kapsamında Augsburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde misafir araĢtırmacı olarak bulundum. Bu vesile ile Augsburg Üniversitesi’nin imkânlarından faydalanmam konusunda bana yardımcı olan Prof. Dr. Henning Rosenau’ya ve Doç. Dr. Erhan Temel’e teĢekkürü bir borç bilirim. Akademik hayatımın baĢından itibaren bana yol gösterici olan hocalarım Prof. Dr. Hakan Hakeri’yi ve Yard. Doç. Dr. Akın Ünal’ı da anmadan geçemeyeceğim. Tezimi okuyarak eleĢtirilerini sunan arkadaĢım Öğretim Görevlisi Dr. Ömer Çelen ve Musa Ġyiler; AraĢtırma Görevlisi arkadaĢlarım Ali ġahin Kılıç, Gökhan Ölmez, Ġsmail Köküsarı, Burcu Baytemir Kontacı ve kuzenim Nail Tanrıöven de teĢekkür edilmesi gereken kiĢiler arasında bulunmaktadırlar. Almanya’dan döndükten sonra ihtiyacını duyduğum bazı kaynakların teminini sağlayan kadim dostum Gökhan ġahan’a da teĢekkürü bir borç bilirim. Evlatları olmaktan her zaman gurur duyduğum annem Fatma ve babam Salih AkkaĢ’a ve ayrıca en zor zamanlarımda yanımda olan eĢim Güllü AkkaĢ’a ne kadar teĢekkür etsem azdır. Son söz elbette yuvamızın neĢe kaynağı ve Ģu satırları yazarken dahi yanımdan bir an için ayrılmayan canım kızım Fatma Ġdil AkkaĢ’ındır. vii İÇİNDEKİLER ÖZET.............................................................................................................................................................. ĠV ABSTRACT ..................................................................................................................................................... V TEġEKKÜR................................................................................................................................................... VĠ ĠÇĠNDEKĠLER ............................................................................................................................................ VĠĠ KISALTMALAR........................................................................................................................................... XĠ 1. GĠRĠġ ........................................................................................................................................................ 1 2. CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN TEMELĠNDE YATAN DÜġÜNCE: HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ ...... 5 2.1. HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ................................................................................................................. 5 2.1.1. Tanım ve Kavram......................................................................................................................... 5 2.1.2. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesine YaklaĢımlar .................................................................... 6 2.1.2.1. 2.1.2.2. 2.1.2.3. 2.1.3. ġekli ve Maddi YaklaĢımlar ................................................................................................................. 6 Sübjektif ve Objektif YaklaĢımlar ........................................................................................................ 7 Güncel YaklaĢım .................................................................................................................................. 7 Hukuk Düzeninin Birliğine Olan Gereksinimin SomutlaĢtırılması .............................................. 8 2.1.3.1. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Kanun Koyucunun Faaliyetlerine Yansıması ........................ 8 2.1.3.1.1. Kavram Birliği ve Hukuk Düzeninin Birliği ................................................................................. 8 2.1.3.1.2. Genel Özellik Arz Eden Düzenlemelerin Hukukun Diğer Alanlarına Aktarılması ..................... 11 2.1.3.2. Hukuk Düzeninin Birliği Bağlamında Hukuka Aykırılık ................................................................... 16 2.1.3.2.1. Tanım ......................................................................................................................................... 17 2.1.3.2.2. Hukuka Aykırılığın Kapsamı ...................................................................................................... 18 2.1.3.3. Hukuk Düzeninin Birliği ve Ġdare Bağlantısı ..................................................................................... 26 2.1.3.3.1. Genel Olarak Ġdare Bağlantısı Kavramı ...................................................................................... 26 2.1.3.3.2. Ġdare Bağlantısının Görünüm ġekilleri ....................................................................................... 27 2.1.3.4. Diğer Hukuk Disiplinlerinin Amaçlarını Ġhlal Etme Yasağı Olarak Hukuk Düzeninin Birliği .......... 31 2.1.3.4.1. Para Cezalarının Vergi Borcundan Ġndirilememesi .................................................................... 32 2.1.3.4.2. Ahlaka Aykırı Bir ĠĢin Gördürülmesi Ġçin Ödenen Meblağın, Hile Sonucu Verildiği Gerekçesi ile Geri Ġstenememesi ..................................................................................................................................... 32 2.1.3.4.3. Hukuk Muhakemesinde Geçerli Olan Senetle Ġspat Kuralının Ceza Muhakemesinde Uygulanabilirliği Sorunu ................................................................................................................................ 33 2.2. HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ VE HUKUKĠ GÜVENLĠK .......................................................................... 37 2.2.1. Hukuki Güvenlik ........................................................................................................................ 37 2.2.2. Hukuki Güvenlik ve Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Bağlantısı ................................... 39 2.3. HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ DÜġÜNCESĠNĠN CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ MESELESĠNE YANSIMASI .................................................. 41 2.3.1. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesine KarĢı Çıkan GörüĢ ....................................................... 41 2.3.2. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi Meselesinin Sadece Bir Muhakeme Hukuku Konusu Olduğu GörüĢü .................................................... 42 2.3.3. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi Meselesini Yargılama Birliği Bağlamında Ele Alan GörüĢ ..................................................................... 43 2.3.4. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi Meselesini Hukuk Düzeninin Birliği Bağlamında Ele Alan GörüĢ ......................................................... 44 2.3.5. GörüĢümüz ................................................................................................................................ 45 3. CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNE (BAĞLAYICILIK ETKĠSĠ) GENEL BAKIġ ............................................... 49 3.1. MESELENĠN ORTAYA KONULMASI ..................................................................................................... 49 3.2. BAĞLAYICILIK ................................................................................................................................... 51 3.2.1. Tanım ......................................................................................................................................... 51 viii 3.2.2. Bağlayıcılık Etkisi mi, Kesin Delil mi? ..................................................................................... 52 3.3. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠ VE MADDĠ ANLAMDA KESĠN HÜKÜM ............................................................ 54 3.3.1. Genel Olarak Kesin Hüküm ...................................................................................................... 54 3.3.2. Maddi Anlamda Kesin Hükmün Kapsamı ................................................................................ 57 3.3.2.1. 3.3.2.2. 3.3.3. 3.3.4. Kesin Hükmün Olumsuz Etkisi Bakımından ..................................................................................... 57 Kesin Hükmün Olumlu Etkisi Bakımından ....................................................................................... 59 Bağlayıcılık Etkisinin Maddi Anlamda Kesin Hükmün Olumlu Yönünü OluĢturması............. 62 Bağlayıcılık Etkisinin Mahiyeti ve Kesin Hüküm Teorileri ...................................................... 65 3.3.4.1. 3.3.4.2. 3.3.4.3. Maddi Hukuk Teorisi ......................................................................................................................... 66 Usul Hukuku Teorisi ......................................................................................................................... 67 Teorilerin Değerlendirilmesi ............................................................................................................. 67 3.4. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠNĠN DĠĞER HÜKÜM ETKĠSĠ TÜRLERĠ ĠLE KARġILAġTIRILMASI ......................... 69 3.4.1. ĠnĢai Etki ile KarĢılaĢtırılması .................................................................................................... 69 3.4.1.1. 3.4.1.2. 3.4.1.3. 3.4.2. Unsur Etkisi ile KarĢılaĢtırılması ............................................................................................... 74 3.4.2.1. 3.4.2.2. 3.4.2.3. 3.4.3. Genel Olarak ĠnĢai Etki ...................................................................................................................... 69 Hangi Mahkeme Hükümlerinin ĠnĢai Etki OluĢturabileceği Sorunu .................................................. 70 ĠnĢai Etkinin Bağlayıcılık Etkisinden Farkı ........................................................................................ 73 Genel Olarak Unsur Etkisi .................................................................................................................. 74 Unsur Etkisinin Diğer Muhakeme Alanlarına Sirayeti ....................................................................... 75 Unsur Etkisinin Bağlayıcılık Etkisinden Farkı ................................................................................... 79 Tespit Etkisi ile KarĢılaĢtırılması ............................................................................................... 80 3.4.3.1. 3.4.3.2. 3.4.3.3. Genel Olarak Tespit Etkisi ................................................................................................................. 80 Tespit Etkisi ile Bağlayıcılık Etkisinin ĠliĢkisi ................................................................................... 81 Tespit Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi ................................................................................ 81 3.5. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠNĠN ALEYHĠNDE VE LEHĠNDE ĠLERĠ SÜRÜLEN GÖRÜġLER ............................... 84 3.5.1. Aleyhinde Ġleri Sürülen GörüĢler ............................................................................................... 85 3.5.1.1. Ceza Hâkiminin Maddi Gerçeği AraĢtırma Zorunluluğu Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ .. 85 3.5.1.2. Ceza Hâkiminin Bir Diğer Ceza Mahkemesi Hükmü ile Dahi Bağlı Olmaması Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ ............................................................................................................................. 86 3.5.1.3. Ġlk Hükümdeki Olası YanlıĢlıkların Devam Edeceği DüĢüncesiyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ .. 88 3.5.1.4. Hukuki Dinlenilme Hakkına Zarar Vereceği Gerekçesiyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ ............... 89 3.5.1.5. Ceza Muhakemesi ile Diğer Muhakeme Alanlarının Korudukları Menfaatlerin Farklı Olması Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ ............................................................................................................ 89 3.5.1.6. Kesin Hükmün Sübjektif Sınırı Nedeniyle Diğer Muhakeme Alanlarında Yer Alan Mahkemeler Tarafından Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesini Bağlamayacağı GörüĢü ..................................................... 92 3.5.2. Lehinde Ġleri Sürülen GörüĢler .................................................................................................. 92 Hükmün Bünyesinde Kamusal Bir Emir Barındırdığı Gerekçesi ile Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ 92 3.5.2.2. Yargılamanın Yenilenmesi Sebeplerinden Yola Çıkarak Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ ............... 93 3.5.2.3. Daha Önceki Ceza Mahkemesi Hükmünün Aynı Sanık Hakkında Olması Durumunda Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ ............................................................................................................................................... 94 3.5.2.4. Önceki Ceza Mahkemesi Tarafından Verilen Beraat Hükmünün Bağlayıcılığını Kabul Eden GörüĢ 94 3.5.2.5. Yargılamaların Ekonomikliği Gerekçesiyle Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ ................................... 95 3.5.2.1. 3.5.3. GörüĢümüz ................................................................................................................................ 96 3.6. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠNĠN ġARTLARI ............................................................................................... 103 3.6.1. Ġlk Hükmün KesinleĢmiĢ Olması ............................................................................................ 103 3.6.2. Ġlk Hükmün Zaman Bakımından Önce Olması ........................................................................ 106 3.6.3. Ġlk Hüküm ile Maddi Gerçeğin Ortaya ÇıkarılmıĢ Olması ..................................................... 108 3.6.4. Bağlayıcı Etki Doğuracak Hükmün Ceza Mahkemesi Huzurunda Ortaya Çıkan Ön Sorun Hakkında Olması (Präjudizialität) ......................................................................................................... 112 3.6.4.1. Genel Olarak Ön Sorun TeĢkil Etme ................................................................................................ 112 3.6.4.2. Ön Sorun TeĢkil Edebilmenin ġartları ............................................................................................. 114 3.6.4.2.1. Soyut Hukuki Tanımların Aynılığı ........................................................................................... 114 3.6.4.2.2. Ceza Davasında Sanık Olarak Yer Alan KiĢinin Önceki Davanın Taraflarından Birisi Olması 115 3.6.4.2.3. UyuĢmazlık Konusunun Aynılığı ............................................................................................. 121 3.7. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠNĠN BENZER KURUMLARLA KARġILAġTIRILMASI .......................................... 128 ix 3.7.1. Anayasa Mahkemesi Kararlarının Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması ...................................... 129 3.7.2. Ġçtihadı BirleĢtirme Kararlarının Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması ........................................ 132 3.7.3. Madde ve Yer Bakımından Yetki UyuĢmazlıklarında Merciin VermiĢ Olduğu Kararların Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması .......................................................................................................... 135 3.7.4. Hükme KarĢı BaĢvurulan Kanun Yolu Yargılaması Sonucunda Üst Dereceli Mahkemelerin VermiĢ Oldukları Kararlara Direnilememesi ile KarĢılaĢtırılması ........................................................ 137 3.8. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠ VE HAKĠM BAĞIMSIZLIĞI .............................................................................. 140 3.8.1. Genel Olarak Hakim Bağımsızlığı .......................................................................................... 140 3.8.2. Hakim Bağımsızlığının Yargı Erkine KarĢı Korunması .......................................................... 141 3.8.3. Bağlayıcılığın Hakim Bağımsızlığı Üzerine Etkisi ................................................................. 143 4. MEVZUATIMIZDA YER ALAN DÜZENLEMELERĠN CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ KAPSAMINDA DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ............................................................................................................................ 145 4.1. CEZA MAHKEMESĠ HARĠCĠNDEKĠ MAHKEMELER TARAFINDAN VERĠLEN HÜKÜMLERĠN CEZA MAHKEMESĠ ĠÇĠN BAĞLAYICILIĞINA DAĠR DÜZENLEMELERĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ................................. 145 4.1.1. Ceza Mahkemesinin Bekletici Sorun Kararı Vermesi veya Nispi Muhakeme Yapması (CMK md. 218)................................................................................................................................................. 145 4.1.1.1. Madde Hakkında Genel Bilgi ........................................................................................................... 145 4.1.1.2. Bekletici Sorun Kararı Verme veya Nispi Muhakeme Yapma Konusunda Ceza Mahkemesinin Takdir Yetkisinin Sınırı ................................................................................................................................................. 148 4.1.1.2.1. Takdir Yetkisinin Zaman Ġtibariyle Sınırlandırılması ............................................................... 148 4.1.1.2.2. Takdir Yetkisinin Konu Ġtibariyle Sınırlandırılması ................................................................. 151 4.1.1.3. CMK md. 218 Uyarınca Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesine Etkisi ........................................ 154 4.1.1.3.1. Bekletici Sorun Kararı Verilmesi Durumunda Ġlgili Yargı Yerince Verilen Hükmün Ceza Mahkemesine Etkisi ...................................................................................................................................... 154 4.1.1.3.2. YaĢ Tashihine ĠliĢkin VerilmiĢ Hukuk Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi . 156 4.1.2. Senedin Sahteliği Hakkında Verilen Hukuk Mahkemesi Hükmünün veya Kararının Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığı (HMK md. 214, f. 1).............................................................................. 161 4.1.2.1. HMK’nın 214’üncü Maddesinin Kapsamı........................................................................................ 161 4.1.2.2. Senedin Sahteliği Hakkında Verilen Hukuk Mahkemesi Hükmünün veya Kararının Ceza Muhakemesine Etkisi......................................................................................................................................... 165 4.1.2.2.1. Senedin Sahte Olmadığı Hakkında Verilen Kararların Ceza Muhakemesine Etkisi ................. 165 4.1.2.2.2. Senedin Sahte Olduğu Hakkında Verilen Kararların Ceza Muhakemesine Etkisi .................... 167 4.1.2.3. Senedin Sahteliğinin Hem Hukuk Muhakemesinde Hem de Ceza Muhakemesinde AraĢtırılması Durumunda Bekletici Sorun Kararı Verilmesi ................................................................................................... 168 4.1.3. Ġdare Bağlantısının Bulunduğu Suçlarda Ceza Mahkemesinin Gerek Ġdari ĠĢlemlerle Gerekse de Bu ĠĢlemler Hakkında Ġdare Mahkemeleri Tarafından Verilen Hükümler ile Bağlılığı.................... 170 4.1.3.1. Genel Olarak .................................................................................................................................... 170 4.1.3.2. Ġdari ĠĢlemlerin Maddi Ceza Hukukuna Etkisi ................................................................................. 174 4.1.3.2.1. Hukuka Uygun Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi ...................................................................................... 174 4.1.3.2.2. Hatalı Olarak Tesis Edilen Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi .................................................................... 175 4.1.3.3. Ġdari ĠĢlemler ile Ceza Hakiminin Bağlılığı ...................................................................................... 181 4.1.3.3.1. Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemler Bakımından ................................................................................. 181 4.1.3.3.2. Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Bakımından .............................................................................. 182 4.1.3.4. Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi .................................................................................................................................. 182 4.1.3.4.1. Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin Etkisi .................................................................................................................. 182 4.1.3.4.2. Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin Etkisi .................................................................................................................. 183 4.1.4. Vergi Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi .................................................. 184 4.1.4.1. 4.1.4.2. 4.1.4.3. Genel Olarak.................................................................................................................................... 184 VUK’un 367’inci Maddesinin Son Fıkrasının Vergi Mahkemelerini de Kapsaması Sorunu........... 186 Vergi Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığı ............................................ 188 x 4.1.5. Grev veya Lokavtın KanundıĢı Olup Olmadığına ĠliĢkin ĠĢ Mahkemesi Hükmünün Ceza Davaları Ġçin Kesin Delil OluĢturması (6356 Sayılı Kanun md. 71, f. 1) .............................................. 192 4.1.5.1. Düzenleme Hakkında Genel Bilgi ................................................................................................... 192 4.1.5.2. Grev ve Lokavtın Tanımı................................................................................................................. 193 4.1.5.3. Kanun DıĢı Grev ve Lokavt Halleri ................................................................................................. 194 4.1.5.3.1. Amaç Unsuru Bakımından Kanun DıĢı Grev veya Lokavt ....................................................... 194 4.1.5.3.2. Kanunda Öngörülen Usule Uyulmaksızın Yapılan Grev veya Lokavt..................................... 196 4.1.5.3.3. Kanunda Öngörülen Yasak ve Sınırlandırmalara Uyulmadan Yapılan Grev veya Lokavt ...... 196 4.1.5.4. Grev veya Lokavtın Kanun DıĢı Olup Olmadığının Tespit Edilmesi ............................................... 197 4.1.5.4.1. Tespit Davası Açmaya Yetkili Olanlar ve Görevli ve Yetkili Mahkeme ................................. 197 4.1.5.4.2. Grev veya Lokavtın Kanun DıĢı Olup Olmadığını Tespit Eden Mahkeme Hükmünün Açılacak Davalara Etkisi.............................................................................................................................................. 198 4.2. DĠĞER CEZA MAHKEMELERĠ TARAFINDAN VERĠLEN HÜKÜMLERĠN CEZA MAHKEMESĠ ĠÇĠN BAĞLAYICILIĞINA DAĠR DÜZENLEMELERĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ............................................................. 201 4.2.1. Hakaret Suçunda Ġsnadın Ġspatlanması (TCK md. 127, f. 1) ................................................... 201 4.2.1.1. TCK md. 127’deki Düzenleme Hakkında Genel Bilgi .................................................................... 203 4.2.1.2. Ġsnat Edilen ve Aynı Zamanda Suç TeĢkil Eden Fiiller Hakkında Verilen Hükümlerin Hakaret Suçundan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi .................................................................................................. 204 4.2.1.2.1. Mahkumiyet Hükmünün Etkisi ............................................................................................... 206 4.2.1.2.2. Beraat Hükmünün Etkisi .......................................................................................................... 208 4.2.1.2.3. Diğer Hükümlerin Etkisi .......................................................................................................... 208 4.2.1.3. Ġsnat Edilen Ancak Suç TeĢkil Etmeyen Fiiller Hakkında Kurulan Hükümlerin Hakaret Suçundan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi ................................................................................................................... 210 4.2.2. Bağlantılı Davalarda Kurulan Hükümlerin Birbirine Etkisi ..................................................... 211 4.2.2.1. Genel Olarak Bağlantılı Davalar...................................................................................................... 211 4.2.2.2. Bağlantılı Dava ÇeĢitleri.................................................................................................................. 211 4.2.2.2.1. Tek Yönlü Bağlantı- KarıĢık Bağlantı ..................................................................................... 211 4.2.2.2.2. Dar Bağlantı- GeniĢ Bağlantı ................................................................................................... 212 4.2.2.3. Bağlantılı Davalarda BirleĢtirme ..................................................................................................... 212 4.2.2.4. BirleĢtirilmeyen Bağlantılı Davalar Sonucunda Kurulan Hükümlerin Diğer Yargılamayı Yapan Mahkeme Ġçin Bağlayıcılığı............................................................................................................................... 215 4.2.3. Türk Ceza Kanunu’nda Yer Alan ve Kanuni Tarifinde Öncül Suça Yer Veren Bazı Suç Tiplerine ĠliĢkin Yargılamalarda, Öncül Suçla Ġlgili Verilen Kararların veya Hükümlerin Bu Yargılamalara Etkisi .............................................................................................................................. 217 4.2.3.1. Genel Olarak Öncül Suç Kavramı ................................................................................................... 217 4.2.3.2. Öncül Suç ile Asıl Suç Arasındaki ĠliĢki ......................................................................................... 219 4.2.3.3. Öncül Suçtan Dolayı Kurulan Hükmün veya Verilen Hakim ya da Mahkeme Kararının Asıl Suçtan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi ................................................................................................................... 220 4.2.3.3.1. Suç Tipleri Hakkında Genel Bilgi ............................................................................................ 220 4.2.3.3.2. Hüküm Türlerine Göre Değerlendirme .................................................................................... 230 5. SONUÇ ...................................................................................................................................................... 243 KAYNAKLAR.............................................................................................................................................. 259 xi KISALTMALAR Bu çalıĢmada kullanılmıĢ kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda sunulmuĢtur. Kısaltmalar Açıklamalar ABD AD AG AĠHM AĠHS Art. AÜEHFD AÜHFD AYD BayObLG BFH BGH BGHSt BımSchG : Ankara Barosu Dergisi : Adalet Dergisi : Amtsgericht : Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi : Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi : Artikel : Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi : Askeri Yargıtay Dergisi : Bayerisches Oberstes Landesgericht : Bundesfinanzhof : Bundesgerichtshof : Entscheidungen des Bundesgerichtshof in Strafsachen : Gesetz zum Schutz vor schädlichen Umweltswirkungen durch Luftverunreinigungen, Geräusche, Erschütterungen und ähnliche Vorgänge : Borçlar Kanunu : Bakınız : Bundestagsdrucksache : Bundesverfassungsgericht : Entscheidungen des Bundesverfassungsgerichts : Gesetz über das Bundesverfassungsgericht : Ceza Dairesi : Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Ġnfazı Hakkında Kanun : Ceza Hukuku Dergisi : Ceza Muhakemesi Kanunu : Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu : Çeviren : Devlet Memurları Kanunu : Dipnot : Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi : Esas : Einkommensteuergesetz : Ege Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi : Fıkra : Goldammer’s Archiv für Strafrecht : Grundgesetz : Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi : Hukuk Dairesi : Hukuk Muhakemeleri Kanunu : Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu : Ġstanbul Barosu Dergisi : Ġcra ve Ġflas Kanunu : Ġstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası : Ġdari Yargılama Usulü Kanunu BK bkz. BT-Drs BVerfG BVerfGE BVerfGG CD CGTĠHK CHD CMK CMUK çev. DMK dn. DÜHFD E. EStG EÜHFD f. GA GG GÜHFD HD HMK HUMK ĠBD ĠĠK ĠÜHFM ĠYUK xii JA JuBeG JuMoG JZ K. KÜHFD md. NJW Nr. NStZ OLG OWĠG PVSK RKD Rn. s. SBArD StGB StPO StR SÜHFD TBBD TBMM TCK TDK TĠSGLK vd. vs. VUK YCGK YD YHGK YĠBK YKD ZPO ZStW : Juristische Arbeitsblätter :Entwurf eines Ersten Gesetzes zur Beschleunigung von Verfahren der Justiz : Entwurf eines Gesetzes zur Modernisierung der Justiz : Juristische Zeitung : Karar : Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi : Madde : Neue Juristische Wochenschrift : Nummer :Neue Zeitschrift für Strafrecht : Oberlandesgericht : Gesetz über Ordnungswidrigkeiten : Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu : Resmi Kararlar Dergisi : Randnummer : Sayfa : Sosyal Bilimler AraĢtırma Dergisi : Strafgesetzbuch : Strafprozessordnung : Strafrecht : Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi : Türkiye Barolar Birliği Dergisi : Türkiye Büyük Millet Meclisi : Türk Ceza Kanunu : Türk Dil Kurumu : Toplu ĠĢ SözleĢmesi Grev ve Lokavt Kanunu : Ve devamı : Vesaire : Vergi Usul Kanunu : Yargıtay Ceza Genel Kurulu : Yargıtay Dergisi : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu : Yargıtay Ġçtihadı BirleĢtirme Kararı : Yargıtay Kararları Dergisi : Zivilprozessordnung : Zeitschrift für die gesamte Strafrechtswissenschaft 1 1. GĠRĠġ Konunun Takdimi ÇalıĢmamızın konusunu “Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi” oluĢturmaktadır. Yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi denildiği zaman; sonraki yargılamada ön sorun olarak ortaya çıkan uyuĢmazlığın bir baĢka mahkeme tarafından çözülmüĢ olması durumunda, ön sorun hakkında verilen bu hükmün asıl uyuĢmazlıktan dolayı yargılama yapan mahkeme için bağlayıcı olup olmayacağı söz konusu edilir. Bu durum, uygulamada önemli bir sorun olarak ortaya çıkmakta ve gerek öğretide gerek yargı kararlarında farklı Ģekillerde çözüme kavuĢturulmaktadır. Konuya iliĢkin olarak özellikle Yargıtay kararlarında bir istikrar söz konusu değildir. Bunun da temel sebebi, mevzuatımızda yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisini düzenleyen genel bir düzenlemenin bulunmamasıdır. Mevzuatın değiĢik yerlerinde bulunan düzenlemeler ise birbirleriyle uyum arz etmemektedir. Bu düzenlemelerden yola çıkarak yargı mercileri kararlarının birbirlerine niçin etki etmesi veya niçin etki etmemesi gerektiğine iliĢkin bir sonuca ulaĢılamayacağını düĢünüyoruz. Kanımızca yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etki etmesinin kural olarak kabul edilmesi gerekir. Yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etki etmesinin bütünüyle reddedilmesi halinde, aynı konuya iliĢkin olarak birbirleriyle çeliĢen hükümler ortaya çıkabilir. Hatta birbirleriyle çeliĢen bu hükümler dolayısıyla aynı fiil farklı mahkemeler tarafından, hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilmiĢ olabilir. Bu durum ise hukuk devleti prensibine dayanan hukuki güvenlik ilkesine ve hukuk düzeninin birliği düĢüncesine aykırılık teĢkil eder. Açıklanan nedenlerle yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etki etmesi gerektiği düĢüncesinin temelinin hukuk düzeninin birliğinde olduğunu düĢünmekteyiz. Ancak hukuk düzeninin birliği düĢüncesi, yargı mercilerinin kararlarının birbirleri üzerinde nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna değil; niçin etki etmesi gerektiği sorusuna bir yanıt içerir. Yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde nasıl etki etmesi gerektiğinin kesin hüküm kurumu bağlamında değerlendirilmesi gerekir. 2 Konunun Sınırlandırılması ÇalıĢmamızda bütün yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etkisi değil; sadece hukuk, idare, vergi ve ceza mahkemelerinin bir ceza mahkemesine etkisi değerlendirilmiĢtir 1 . Bunun için de ilk baĢta bağlayıcılık etkisi ile ilgili genel bir değerlendirme yapılmaya çalıĢılmıĢ, daha sonra ise mevzuatta diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisine iliĢkin somut düzenlemeler ele alınmıĢtır. Ülkemizin de dahil olduğu Kıta Avrupa’sı hukuk sisteminde yargı ayrılığı sistemi kabul edilmiĢtir. Yargı ayrılığı sisteminin kabul edildiği ülkelerde kiĢilere ayrı hukuk, devlete ayrı hukuk uygulanmaktadır 2 . Bu sistemin ayırıcı özelliği olarak, adli yargının dıĢında bir de idari yargının bulunuyor olması gösterilmektedir3. Adliye mahkemelerinin ve idare mahkemelerinin birbirinden bağımsız iki düzen oluĢturduğu yargı ayrılığı sisteminde, bu düzenlerin her birisi “yargı kolu” olarak adlandırılmaktadır 4 . Ülkemizde geçerli olan yargı ayrılığı sisteminde adliye mahkemeleri hukuk ve ceza mahkemelerinden oluĢur5 ve bu mahkemelerinin temyiz mercii Yargıtay’dır. Ġdari yargıda yer alan idare ve vergi mahkemelerinin temyiz mercii ise DanıĢtay’dır. Dolayısıyla ceza mahkemeleri haricindeki mahkemeleri ifade ederken, diğer yargı kolundaki mahkemeler ifadesini kullanmak doğru olmayacaktır. Zira adli yargı kolu içerisinde yer alan hukuk mahkemesi hükmünün de ceza mahkemesine etkisi gündeme gelebilmektedir. Açıklanan bu gerekçelerden dolayı çalıĢmamızda ceza mahkemeleri haricindeki bütün mahkemeler için “farklı muhakeme alanlarında görev yapan mahkemeler” ifadesini kullanmayı uygun bulduk. ÇalıĢma konumuzun yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi olması nedeniyle, hangi kararların bağlayıcılık etkisi doğuracağının da açıklığa kavuĢturulması gerekir. Türk Dil Kurumu (TDK) Türkçe Sözlükte “karar”, “bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı” olarak tarif edilmiĢtir. Kelimenin hukuk literatüründeki anlamının ise “herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı, hüküm” olduğu belirtilmiĢtir 6 . Bu verilen tanımdan karar ve hüküm ifadelerinin aynı anlama geldiği sonucu çıkmaktadır. Oysa muhakeme hukukunda karar ve hüküm aynı kurumlar değildir. 1 2 3 4 5 6 Yabancı mahkeme kararlarının da bir ceza mahkemesine etkisi gündeme gelebilirse de konu bütünlüğünü sağlamak için sadece Türk mahkemelerinin kararları değerlendirmeye tabi tutulmuĢtur. Gözler, K. (2013). Hukuka Giriş. (10. Baskı). Bursa, s. 464. Gözler, 2013, s. 464. Gözler, 2013, s. 464. Arslan, R. ve Tanrıver, S. (2001). Yargı Örgütü Hukuku. (2. Baskı). Ankara, s. 53. http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS. 530bbb6d5e7f93.82145581. 3 Muhakeme hukukunda “karar” hükmü de içeren genel bir kavram olarak kullanılmaktadır. Bu bakımdan her hüküm bir karar olmakla birlikte, her karar hüküm değildir7. Hakimlerin fikri iĢlemleri olarak nitelendirilen kararlar nitelikleri bakımından “idare kararları” ve “yargılama kararları” Ģeklinde ikili bir ayrıma tabi tutulmuĢtur8. Yargılama, uyuĢmazlığın kolektif muhakeme yapılarak çözülmesi faaliyeti olduğu için uyuĢmazlığın çözülmesi esnasında verilen kararlar da yargılama kararlarıdır9. Yargılama kararları da hakimlik ve mahkeme kararları Ģeklinde ikiye ayrılmakta olup mahkeme kararları da ara karar ve nihai karar Ģeklinde ikiye ayrılmaktadır10. Ara karar, nihai kararları hazırlayıcı nitelikteki kararlardır11. Ceza muhakemesinde yapılan bu tanıma benzer bir Ģekilde hukuk muhakemesinde de ara kararlar “yargılamaya son vermeyen, bilakis onu yürütmeye, ilerletmeye yarayan kararlar” Ģeklinde tarif edilmiĢtir. Mahkemelerin, madde ve yer bakımından yetkisizlik taleplerinin reddine iliĢkin kararları veya bir delilin kabule Ģayan olup olmadığına iliĢkin kararları ara kararlara örnek olarak gösterilmektedir 12 . Hukuk muhakemesi için verilen bu örneklerin ceza muhakemesi ve idari muhakeme için de geçerli olduğuna kuĢku yoktur. Ara kararlar yargılamaya son vermeyen kararlar olduğu ve taraflar arasındaki uyuĢmazlığı nihai bir Ģekilde gidermedikleri için; sonraki yargılamayı yapan mahkeme için herhangi bir bağlayıcı etkiye sahip olmazlar. Bu bakımdan ara kararların kural olarak diğer yargı mercileri üzerinde etkisi söz konusu olamaz. Ancak kanun koyucu bu kuralın aksini kabul etmiĢ olabilir. Nitekim HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasında hukuk mahkemesi tarafından verilen ara kararların da ceza mahkemesi için bağlayıcı olduğu kabul edilmiĢtir. Muhakemeye son veren ve hakimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran kararlara ise nihai karar denilir13. Nihai kararlar ise esasa iliĢkin nihai kararlar ve usule iliĢkin nihai kararlar olmak üzere ikiye ayrılır14. Bir mahkeme hükmünden bahsedildiği zaman esasa iliĢkin nihai kararlar anlaĢılır. Bu bakımdan hüküm, davayı esastan çözümleyen, taraflar arasındaki uyuĢmazlığı nihai olarak sona erdiren kararlardır15. Usule 7 8 9 10 11 12 13 14 15 Pekcanıtez, H., Atalay, O. ve Özekes, M. (2011). Medeni Usul Hukuku. (12. Bası). Ankara, s. 537; Balcı, M. (2013). Ceza Muhakemesinde Hüküm ve Çeşitleri. Ankara, s. 20. Kunter, N. (1989). Ceza Muhakemesi Hukuku. (YenileĢtirilmiĢ ve GeliĢtirilmiĢ Dokuzuncu Bası). Ġstanbul, s. 498. Kunter, 1989, s. 498. Kunter, 1989, s. 500. Kunter, 1989, s. 501. Kuru, B., Arslan, R. ve Yılmaz, E. (2011). Medeni Usul Hukuku. (22. Baskı). Ankara, s. 467. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 468. Hukuk muhakemesinde buna ek olarak “davanın konusuz kalması halinde verilen kararlar” da nihai kararlar arasında sayılmaktadır (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 468). Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 469. 4 iliĢkin nihai kararlar ile de yargılama sona erer ve davaya bakmakta olan mahkeme o davadan elini çeker. Ancak bu kararlar ile taraflar arasındaki uyuĢmazlık henüz sona ermiĢ değildir. Çünkü usule iliĢkin nihai kararlar, taraflar arasındaki uyuĢmazlık hakkında bir çözüm içermezler 16 . Bu nedenle yargı mercileri tarafından verilen usule iliĢkin nihai kararların, uyuĢmazlık konusu olayın esasına iliĢkin olmamaları nedeniyle, sonraki yargılamada bağlayıcı bir etkiye sahip olmaları söz konusu değildir. Bu kararlar yalnızca usul bakımından kesin hüküm etkisi teĢkil ederler17. Esasa iliĢkin nihai kararlar ise hüküm olarak adlandırılmaktadır. Bağlayıcı etkiye sahip olabilecek kararlar, iĢin esasına girip taraflar arasındaki uyuĢmazlığa son veren nihai kararlar, baĢka bir deyiĢle hükümlerdir. Bu nedenle çalıĢmamızda bağlayıcı etkiye sahip olabilecek nihai kararları belirtmek için “hüküm” ifadesi kullanılmıĢtır. ÇalıĢmamız üç bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisinin temelinde yatan düĢünce olan hukuk düzeninin birliği açıklanmıĢ; bu bölümün sonunda hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin, yargı mercileri tarafından verilen kararların ceza mahkemesine etkisi sorununa yansıması ele alınmıĢtır. Ġkinci bölümde bağlayıcılık etkisi denildiği zaman neyin anlaĢılması gerektiği açıklanmıĢ; bağlayıcılık etkisinin aleyhinde ve lehinde ileri sürülen görüĢler ortaya konulduktan sonra, kendi görüĢümüz belirtilmiĢ; bağlayıcılık etkisi ile diğer hüküm etkisi türleri karĢılaĢtırılmıĢ; bağlayıcılık etkisinin Ģartları ortaya konulmuĢ; bazı mahkeme kararları ile ilgili olarak mevzuatın değiĢik yerlerinde geçen “bağlar”, “bu kararlara karĢı direnilemez”, “kesindir” gibi ifadelerin bağlayıcılık etkisi ile bağlantısı ortaya konulmuĢ; nihayetinde bağlayıcılık etkisinin hakim bağımsızlığına aykırılık teĢkil edip etmediği açıklanmıĢtır. Üçüncü bölümde mevzuatın değiĢik yerlerinde bağlayıcılık etkisine yer veren düzenlemeler tek tek değerlendirilmiĢtir. Bu değerlendirme yapılırken ceza mahkemesi haricindeki mahkemelerin ceza mahkemesi üzerindeki etkisi ve ceza mahkemeleri tarafından verilen hükümlerin diğer bir ceza mahkemesine etkisi iki ayrı ana baĢlık altında ele alınmıĢtır. 16 17 Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 470. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 694. 5 2. CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN TEMELĠNDE YATAN DÜġÜNCE: HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ 2.1. Hukuk Düzeninin Birliği 2.1.1. Tanım ve Kavram Karl Engisch’in 1935 yılında yazdığı kitabın baĢlığı olarak kullanmıĢ olduğu “Hukuk Düzeninin Birliği” (Die Einheit der Rechtsordnung) ifadesi, daha sonra hukuki bir kavram haline gelmiĢtir18. Hukuk düzeninin birliği, bütün hukuk düzeninin bir ahenk içerisinde bulunması amacıyla, farklı hukuk disiplinlerinin birbirleri ile bağlantı içerisinde bulunmasını ifade eder. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin arkasında yatan sebep, farklı hukuk disiplinlerinin birbirleri ile bağlantısız bir Ģekilde bulunmalarını önlemek ve böylece uyumlu bir bütünlük arz etmelerini sağlamaktır. Hukuk düzeninin, kamu hukuku- özel hukuk Ģeklinde bölümlere, bunların da alt disiplinlere ayrılması, hukuk düzeninin birliği düĢüncesine herhangi bir aykırılık teĢkil etmez. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine aykırılık teĢkil eden husus, farklı hukuk disiplinlerinde birbiriyle çeliĢkili normatif düzenlemelerin ve farklı muhakeme alanlarında görev yapan mahkemelerin birbirleri ile çeliĢki arz eden hükümlerinin mevcut olmasıdır. BaĢka bir deyiĢle, kamu hukuku- özel hukuk gibi bir ayrım bütünlük arz eden bir hukuk düzeninde bulunabilir ve hatta bulunmalıdır19. Yeter ki farklı hukuk disiplinlerine iliĢkin normatif düzenlemeler ve farklı muhakeme alanlarında görev yapan mahkemeler tarafından verilen hükümler, diğer hukuk disiplinlerine iliĢkin normatif düzenlemeleri ve mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümleri iĢlevsiz hale getirmesin20. 18 19 20 Dagmar, F. (1998). Einheit der Rechtsordnung: zur verfassungsrechtlichen Relevanz einer juristischen Argumentationsfigur. Tübingen, s. 1; Bräutigam-Ernst, S. (2010). Die Bedeutung von Verwaltungsvorschriften für das Strafrecht. Baden-Baden, s. 330. Eğer Kant’ın dilinden konuĢacak olursak, “ bütün meslekler, el sanatları ve sanatlar iĢ bölümünden kazançlı çıkmıĢlardır; çünkü o zaman, bir kiĢi her Ģeyi yapmaz; her biri, bir iĢi en yetkin ve en kolay Ģekilde yapabilmek için, yapılıĢı bakımından diğerlerinden gözle görülür bir biçimde farklı olan bir iĢi yapmakla yetinir”, Kant, I. (2009). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (çev. Kuçuradi Ġ.). (Dördüncü Baskı). Ġstanbul, s. 3. Dagmar, 1998, s.142. 6 2.1.2. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesine YaklaĢımlar Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinden neyin anlaĢılması gerektiği sorusu öğretide farklı Ģekilde cevaplandırılmıĢ, bu düĢünce farklı bakıĢ açılarından ele alınmıĢtır. Neyi ifade ettiği hususunda farklı görüĢler ileri sürülmüĢ olsa da hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin nihai amacı, farklı hukuk disiplinlerinin uyumlu bir bütün haline getirilmesidir. Burada bu farklı bakıĢ açılarını ortaya koymaya çalıĢacağız. 2.1.2.1. ġekli ve Maddi YaklaĢımlar Hukuk düzeninin Ģekli anlamda birliği, aynı Ģekilde kullanılan kavramların aynı anlama gelmesi gerektiğini ifade eder. Hukuk, farklı kategorilere ayrılmıĢ ve farklı yaĢam iliĢkilerine göre ĢekillendirilmiĢ olsa da hukuk düzeninin Ģekli anlamda birliği, bütünlük arz eden kavramların oluĢturulması suretiyle garanti altına alınmalıdır 21 . Fakat bazı yazarlara göre, hukuk disiplinlerinin birbirlerinden bağımsız hale getirilmiĢ olması, bunların kendilerine has özellikler göstermesine ve birbirlerinden farklılaĢmasına sebep olur. Bu durum, hukuki kavramların göreceli olması sonucunu ortaya çıkarır. Bu görüĢe paralel olarak çeĢitli hukuk disiplinlerinde ortak olarak kullanılan örneğin nedensellik ya da taksir gibi temel kavramların hukuk disiplinlerine has özellikler nedeniyle farklı anlamlar ihtiva etmeleri mümkündür22. Hukuk düzeninin maddi anlamda birliği ise diğer hukuk disiplinlerince yapılan değerlendirmelerin dikkate alınması gerekliliği ile ilgilidir. Maddi birlikten kasıt, hukuk düzeninin değerlendirme tutarsızlıklarından arındırılmıĢ olmasıdır 23 . Bu noktada, klasik örnek ise bir fiilin hukuka uygunluk değerlendirmesinin hukuk düzeni içerisinde bütünlük arz eder Ģekilde yapılmasıdır24. BaĢka bir deyiĢle, aynı fiilin bir hukuk disiplini tarafından hukuka uygun, baĢka bir hukuk disiplini tarafından hukuka aykırı olarak değerlendirilmesi, maddi anlamda hukuk düzeninin birliği yaklaĢımı bakımından tutarlı olmayacaktır. 21 22 23 24 Dagmar, 1998, s. 162. Günther, H. L. (1983). Strafrechtswidrigkeit und Strafunrechtsausschluβ. Köln; Berlin; Bonn; München, s. 94. Bräutigam-Ernst, 2010, s. 336. Bräutigam-Ernst, 2010, s. 336. 7 2.1.2.2. Sübjektif ve Objektif YaklaĢımlar Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine kiĢiler cephesinden bakıldığında Ģöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Normun muhatabı kiĢinin, aynı kavramların farklı hukuk disiplinlerinde farklı anlamlarda kullanılması (Ģekli anlamda hukuk düzeninin birliği) ya da gerçekleĢtirmiĢ olduğu bir fiilin farklı hukuk disiplinleri tarafından farklı değerlendirilmesi suretiyle (maddi anlamda hukuk düzeninin birliği) güvensiz duruma düĢürülmemesi gerekir 25 . Buraya kadar olan husus hukuk düzeninin sübjektif anlamda birliğidir. Zira burada normun muhatabı kiĢinin bakıĢ açısından bir değerlendirme yapılmaktadır. Diğer taraftan bir hukuk disiplininin amacına ulaĢması, baĢka bir hukuk disiplinine iliĢkin kanuni düzenlemeler ile engellenmemelidir. Bu husus, kiĢilerin menfaatleri ile doğrudan ilgili olmadığı için burada hukuk düzeninin birliğinin objektif anlamda sağlanması söz konusudur26. Gerek yargı kararlarında gerekse de öğretide yapılan tartıĢmalarda, hukuk düzeninin birliğine ağırlıklı olarak birey cephesinden bakıldığı görülmektedir 27. Normun muhatabı kiĢi, aynı hukuk düzeninin içerisinde yer alan farklı düzenlemeler nedeniyle güvensiz hale getirilmemelidir. KiĢilere, gerçekleĢtirecekleri fiilden önce, bu fiilin doğuracağı sonuçları bilmelerinin, en azından öngörebilmelerinin garanti edilmesi gerekir. Eğer aynı fiil farklı hukuk disiplinleri tarafından farklı değerlendirilmelere tabi tutulursa anayasal bir ilke olan hukuki güvenlik ilkesine aykırı davranılması söz konusu olur. BaĢka bir deyiĢle, devlet bireyler ile farklı dillerle konuĢmamalıdır28. 2.1.2.3. Güncel YaklaĢım Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin son yıllarda önem kazanmasının baĢlıca nedeni, hukuki düzenlemelerin sayısal olarak çok fazlalaĢmasıdır. Bu düzenlemelerde yaĢanan enflasyon nedeniyle hukuk düzeni öngörülemez ya da kontrol edilemez bir duruma gelmiĢtir. 25 26 27 28 Dagmar, 1998, s. 163. Dagmar, 1998, s. 163. Dagmar, 1998, s. 163. Dagmar, 1998, s. 163. 8 Hukuki düzenlemelerde yaĢanan enflasyonun sonucu ise birbiriyle çeliĢen düzenlemelerin ortaya çıkmasıdır 29 . Hukuki düzenlemelerin ve farklı mahkemeler tarafından verilen hükümlerin birbirleriyle çeliĢmesi arzu edilmemektedir. Dolayısıyla günümüzde hukuk düzeninin birliği, hukuk düzeninin tutarlılık arz etmesi gerektiği anlamına indirgenmiĢtir30. Bu anlamı ile hukuk düzeninin birliği, hem soyut hem somut gereklilik normlarını (Sollensätze) kapsamaktadır. Bu kapsamda sadece kanunların değil, bundan daha fazla bir Ģekilde idari makamlar tarafından verilen kararların ve mahkemeler tarafından verilen hükümlerin kendi içlerinde tutarlılık arz etmesi gerekir. 2.1.3. Hukuk Düzeninin Birliğine Olan Gereksinimin SomutlaĢtırılması Bütünlük arz eden bir hukuk düzeninde, birbirleriyle çeliĢen düzenlemelerden ve mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerden kaçınmak için hukuk düzeninin birliği düĢüncesi değiĢik Ģekillerde ele alınmaktadır. Fakat bunlardan dördü öne çıkmaktadır. 2.1.3.1. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Kanun Koyucunun Faaliyetlerine Yansıması 2.1.3.1.1. Kavram Birliği ve Hukuk Düzeninin Birliği Hukuk düzeninin birliği denilince ilk akla gelen hususun hukuk terminolojisinde birliğin sağlanması gereği olduğu söylenmektedir31. Bunu sağlama yükümlülüğü de daha çok kanun koyucuya aittir. Yoksa hukuk öğretisinin bir hukuki kurumu farklı Ģekillerde adlandırmasının, hukuk düzeninin birliği ile doğrudan bir ilgisi yoktur32. 29 30 31 32 Dagmar, 1998, s. 2; Benzer durumun bir hukuk disiplininin içerisinde de söz konusu olduğu Ģu Ģekilde belirtilmektedir: “ülkemizde idare hukuku kurallarının başta anayasa, kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik; hatta yüzlerce adsız düzenleyici işlemle düzenlenmiş olması, bu kuralları uygulayan kamu görevlilerini zorlamakta, kimi zaman düzensiz ve birbiriyle çelişen hükümler sebebiyle keyfi uygulamalara neden olmaktadır” Akyılmaz, B., Sezginer M. ve Kaya, C. (2014). Türk İdare Hukuku. (GüncelleĢtirilmiĢ ve GeliltirilmiĢ 5. Baskı). Ankara, s. 43. Dagmar, 1998, s. 143. Dagmar, 1998, s. 157. Örneğin Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Ġnfazı Hakkında Kanun’un 107 ve devamı maddelerinde düzenlenen “koĢullu salıverilme” kurumu öğretide, “meĢruten tahliye”, “Ģartla salıverme”, “koĢullu salıverme” olarak farklı Ģekilde adlandırılmaktadır. Bkz. AkkaĢ, A. H. (2008). KoĢullu Salıverilme. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XII, sayı 1-2, s. 305 vd; Benzer Ģekilde idare hukukunda, idari iĢlemle ilgili olarak “tasarruf”, “muamele”, “karar”, “kural”, “norm”, “düzenleme” gibi çeĢitli ifadelerin kullanıldığı; ancak bu durumun sürekli değiĢim ve geliĢim gösteren bir hukuk dalı olan idare hukuku için gerekli ve hatta zorunlu olduğu savunulmaktadır. Bkz. Akyılmaz, B. (2000). İdari Usul İlkeleri Işığında İdari İşlemin Yapılış Usulü. Ankara, s. 23. 9 Kavram birliğinden, belirli bir durum ile ilgili olarak bir hukuki terimin sadece belirli Ģeklinin kullanılması gerekliliği anlaĢılır33. ENGISCH’e göre, kanun koyucunun bir tanıma dayalı olan hukuk kurallarına iliĢkin terminolojide duraksaması ya da daha doğru ifade ile farklı kavramları tercih etmesi durumunda, teknik anlamda bir çatıĢma vardır 34. Teknik anlamda çatıĢma, aynı terimin farklı hukuk disiplinlerinde farklı anlamlara sahip olması Ģeklinde ortaya çıkabileceği gibi; aynı husus için farklı hukuk disiplinlerinde farklı terimlerin kullanılması Ģeklinde de ortaya çıkabilir35. Bu gibi durumlarda gerçek anlamda bir çatıĢmadan ziyade, hukuki terimlerin oluĢturulmasında bir problemin söz konusu olduğu savunulmaktadır36. Bu yüzden teknik anlamdaki çatıĢmalar diğer çatıĢma türlerine oranla daha az sorun teĢkil etmektedir 37 . ENGISCH’in tarifi ile teknik anlamdaki çatıĢmalar, bugün birçok yazar tarafından hukuki bakımdan çok tehlikeli görülmese de bu tarz çatıĢmaların normun açıklığı ve belirlilik ilkelerine temas ettiğini savunan yazarlar da mevcuttur38. Hukuk düzeni, tutarlılık arz etmek zorunda olduğu için aynı terimler farklı hukuk disiplinlerinde kullanılmıĢ olsa da aynı anlama sahip olmalıdırlar39. Örneğin, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) çeĢitli maddelerinde geçen “zilyet” ifadesinin40 Medeni Kanunda yer alan “zilyet” ifadesi ile aynı anlama gelmesi gerekmektedir41. 33 34 35 36 37 38 39 40 41 Dagmar, 1998, s. 158. Engisch, K. (1935). Die Einheit der Rechtsordnung. Heidelberg, s. 43. Engisch, 1935, s. 43. Renzikowski,J. (1992). Wertungswidersprüche als (straf-) rechtsmethodisches Problem. GA, s. 159. Von Arnauld, A. (2006). Rechssicherheit Perspektische Annäherungen an eine idée directrice des Rechts. Tübingen, s. 259; Bräutigam-Ernst, 2010, s. 331. Schall, H. (1990). Umweltschutz durch Strafrecht: Anspruch und Wirklichkeit. NJW, s. 1265; Dagmar, 1998, s. 191. Dagmar, 1998, s. 165; Baldus, M. (1995). Die Einheit der Rechtsordnung. Berlin, s. 11; aksi yönde bkz. CoĢkun-Karadağ, N. (2009). Hukuki Güvenlik Ġlkesinin Vergi Planlamasında TaĢıdığı Anlam. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan, cilt 1, Ankara, s. 693 vd. Yazara göre, vergi kanunlarında kullanılan kavramlar günlük dildeki ve diğer kanunlardaki kullanımından farklılık arz edebilir. Bu kavramlar, ilgili kanundaki anlamıyla kullanılıyorsa açıkça bu kanuna atıf yapılmalıdır. Gayrimenkul, mesken gibi kavramlar vergi kanununda özel bir anlamda kullanılıyorsa, bunun açıkça belirtilmesi gerekir. Vergi hukukunun özelliği bahane edilerek yeni kavramlar oluĢturulması hukuk bütünlüğüne zarar verir (CoĢkun-Karadağ, 2009, s. 760). Zilyet ifadesine TCK’da Hırsızlık (md. 141), Kullanma Hırsızlığı (md. 146), Güveni Kötüye Kullanma (md. 155), KaybolmuĢ veya Hata Sonucu Ele GeçmiĢ EĢya Üzerinde Tasarruf (md. 160), KarĢılıksız Yararlanma (md. 163) ve Zimmet (md. 247) suçlarında yer verilmiĢtir. Benzer bir husus gerek ceza hukukunda kullanılan gerekse de medeni hukukta kullanılan “fiil ehliyeti” kavramı ile ilgili olarak söz konusu olmaktadır. Öğretide ÖZGENÇ, fiil ehliyetini, bir kiĢinin davranıĢlarını belli bir gayeye doğru yönlendirebilme yeteneği olarak tarif etmekte ve bu kavramın Alman hukukunda kullanılan “Handlugsfähigkeit” ifadesine karĢılık geldiğini belirtmektedir. Yazara göre, bu bakımdan medeni hukukta kullanılan hak ehliyet-fiil ehliyeti ayrımı isabetsizdir. Medeni hukukta kullanılan “fiil ehliyeti” kavramı yerine “hukuki muamele ehliyeti” kavramının kullanılması daha isabetli olur (Özgenç, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler. (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 10. Bası). Ankara, s. 160, dn. 127). 10 Kavram birliğinin sağlanması bütün hukuk düzeni açısından geçerli olmakla birlikte, birbirleri ile yakın bir bağlantı içerisinde bulunan hukuk disiplinleri açısından ayrı bir öneme sahiptir 42 . Örneğin idare hukuku ile ceza hukukunun sıkı bir bağlantı içerisinde bulunduğu çevre ceza hukuku bakımından durum Ģu Ģekilde örneklendirilebilir. Çevre ceza hukukunda önemli bir yere sahip “atık” veya “atom reaktörü” gibi kavramlar idare hukukunda ve ceza hukukunda aynı anlamı ifade etmelidir43. Nitekim bu durumla ilgili olarak Alman Ceza Kanunu’nda (StGB) yapılan değiĢiklik ile Kanunun 327’inci paragrafında yer alan “çöp yok etme tesisi”44 terimi yerine “çöp arıtma tesisi”45 teriminin getirildiği belirtilmektedir46. Ġdare hukukunun, ceza hukukuna bu etkisi kavram bağlantısı olarak adlandırılmaktadır. Bu konuyla ilgili açıklamalar çalıĢmamızın “Ġdare Bağlantısı ve Hukuk Düzeninin Birliği” baĢlığı altında yapılacaktır. Aynı hukuki kurumun farklı hukuk disiplinlerinde farklı Ģekillerde adlandırılması kavram birliğini zedeler niteliktedir. Ne yazık ki ülkemizdeki kanun yapma çalıĢmalarında bu duruma özen gösterilmemektedir. Örneğin Anayasanın yasama dokunulmazlığını düzenleyen 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasında, seçimden önce veya sonra bir suç iĢlediği iddia edilen milletvekilinin, Meclisin kararı olmadıkça tutulamayacağı, sorguya çekilemeyeceği, tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı belirtilmiĢtir. Bazı yazarlar, yakalama ile tutulma ifadelerinin eĢ anlamlı olduğunu, zira Anayasa’da bazen yakalama, bazen de yakalanamaz anlamında “tutulamaz” ifadesi ile yakalama yerine tutulmanın da kullanıldığını belirtmiĢlerdir 47 . 23.03.2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama ġekli Hakkında Kanun’un 18’inci maddesi ile 1.06.2005 tarihi itibariyle yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun (CMUK) birçok hükmünde yakalama yerine “tutulma” ifadesi kullanılmıĢtır48. 42 43 44 45 46 47 48 Schall, 1990, s. 1265. Schall, 1990, s. 1265. Abfallbeseitigungsanlage. Abfallentsorgungsanlage. Dagmar, 1998, s. 19. Tosun, Ö. (1981). Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri. cilt 1, Genel Kısım, (Üçüncü Bası). Ġstanbul, s. 685; buna karĢılık KUNTER, anayasada kullanılan “tutma” ifadesinin hatalı olduğunu bunun yerine “yakalama” ifadesinin kullanılması gerektiğini savunmaktadır (Bkz. Kunter, 1989, s. 101). Bu ifadeye yer veren hükümler Ģu Ģekilde idi: 1- CMUK md. 106/3: “Tutuklama müzekkeresinin sureti tutma anında tebliğ edilir. Bu mümkün olmadığı takdirde de, tutma sebepleri ve aleyhindeki isnat sanığa hemen yazılı olarak bildirilmekle beraber tevkif evine konulduğunun en geç ertesi günü kendisine tebliğ olunur.” 2- CMUK md. 108/1: “Sanık tutuklama müzekkeresi üzerine tutulduğunda derhal ve nihayet yirmidört saat içinde yetkili hakim önüne çıkarılarak sorguya çekilir ve tutmanın devam edip etmeyeceği hakkında bir karar verilir.” 3- CMUK md. 108/son: “Bu Kanunun 223 üncü maddesinin ikinci fıkrası ile 229 uncu maddesindeki tutuklama sebepleri hariç sanığın sorgusu sırasında yalnız Cumhuriyet Savcısı ile müdafi hazır bulunabilir 11 Anayasa’nın 83’üncü maddesinde yer alan düzenleme, 1.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) hükümleri karĢısında daha sorunlu bir hale gelmiĢtir. Zira 1412 sayılı CMUK’un aksine 5271 sayılı CMK yakalama ve gözaltına alma Ģeklinde iki farklı koruma tedbirini kabul etmiĢtir 49. Bunun yanında, “tutulma” adı altında ayrı bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir. Anayasadaki düzenleme karĢısında, kanunda açıkça düzenlenen yakalama ve gözaltına alma koruma tedbirlerinin yanında, bunların ikisini de kapsayacak nitelikte, tutulma adında üçüncü bir koruma tedbirinin olduğu izlenimi uyanmaktadır. Sonuç olarak Anayasa’da yer alan bu düzenlemelerin ceza muhakemesi sistemi ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Örnekleri çoğaltmak mümkünse de çalıĢma konumuzdan uzaklaĢmamak adına, münferit bir çalıĢma konusu olmayı hak eden kavram birliği sorunu hakkında bu kısa açıklamalar ile yetinmeyi uygun buluyoruz. 2.1.3.1.2. Genel Özellik Arz Eden Düzenlemelerin Hukukun Diğer Alanlarına Aktarılması Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin kanun koyucunun faaliyetlerinde önem arz ettiği bir baĢka husus, bir hukuk disiplininde yer alan ve fakat sadece bu hukuk disiplini için değil, diğer hukuk disiplinlerinde de uygulama kabiliyeti bulan kurumlarda bir uyumun bulunmasının gerekmesidir. Bu konuda özellikle hukuka uygunluk nedenleri bağlamında yapılan tartıĢmalar ön plana çıkmaktadır. Bunun da nedeni, hukuka uygunluk nedenlerinin hukuk düzeninin bütününden çıkartılması gerekip gerekmediği sorunu bir yana; bu nedenlere, birbirleri ile yakın bağlantı içerisinde bulunan hukuk disiplinlerine iliĢkin kanuni düzenlemelerde yer verilmiĢ olmasıdır. 49 ve tutulmanın devam edip etmeyeceği hakkında bir karar verilmeden önce Cumhuriyet Savcısı ile hazır bulunan müdafi dinlenir.” 4- CMUK md. 109: “Sanık 108 inci maddede gösterilen süre içinde yetkili hakim önüne çıkarılamazsa aynı süre içinde tutulma yerine en yakın sulh hakimi önüne çıkarılır. Sorguya çekilmede tutuklama müzekkeresinin geri alındığı veya tutulan kimsenin tutuklama müzekkeresinde yazılan Ģahıs olmadığı anlaĢılırsa sanık hemen salıverilir.” 1412 sayılı Kanun döneminde yakalama, gözaltına almayı da kapsayacak Ģekilde anlaĢılmakta ve öğretide yakalama için Ģöyle bir tanım getirilmekte idi: “ Şüphelinin veya sanığın kişi hürriyetinin, herhangi bir hakim kararı olmaksızın sınırlandırılarak nezarethane adı verilen yere konmasına yakalama denir.” Öztürk, B. Özbek, V.Ö. ve Erdem, M. R. (2001). Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku. (Gözden GeçirilmiĢ ve GeniĢletilmiĢ 6. Baskı), Ankara, s. 586. 12 Örneğin, Almanya’da Düzene Aykırılıklar Kanunu’nun (OWiG) 15’inci paragrafında bir hukuka uygunluk nedeni olan “meĢru savunma hali” düzenlenmiĢtir 50 . Düzene Aykırılıklar Kanunu’ndaki bu düzenleme, Alman Ceza Kanunu’nun 32’nci paragrafında düzenlenen “meĢru savunma hali” hukuka uygunluk nedeninden esinlenerek hazırlanmıĢtır. GUNTHER’in tespiti ile Düzene Aykırılıklar Kanunu’nun gerekçesinde, genel düzenlemelerin uyumlaĢtırılması gerekliliğini, aksi takdirde Ceza Kanunu’nda ve Düzene Aykırılıklar Kanunu’nda farklı düzenlemelerin yer almasının hukuk sisteminin bütünlüğüne zarar vereceği belirtilmiĢtir. Fakat diğer taraftan aynı gerekçede, ceza hukukunun ve düzene aykırılıklar hukukunun kendilerine has özelliklerinin göz önünde bulundurulması karĢısında, Ceza Kanunu’nun genel hükümlerinin doğrudan Düzene Aykırılıklar Kanunu’na aktarılmasının mümkün olmayacağı söylenmiĢtir51. GUNTHER, Ceza Kanunu’nun 32’nci paragrafı örnek alınarak hazırlanan Düzene Aykırılıklar Kanunu’nun 15’inci paragrafının sadece düzene aykırılıklar bakımından geçerli olacağını savunmaktadır. Yazara göre, eğer kanun koyucu bütünlük arz eden bir hukuka aykırılık kavramını ve buna paralel olarak bütün hukuk düzeni bakımından sonuç doğuracak hukuka uygunluk nedenlerinin varlığını kabul etmiĢ olsaydı, Düzene Aykırılıklar Kanunu’ndaki bu düzenlemeler gereksiz hale gelecekti. Çünkü bu durumda gerek Ceza Kanunu’nda gerekse de Medeni Kanun’da düzenlenmiĢ bir hukuka uygunluk nedeni olan meĢru savunma halinin düzene aykırılıklar için de geçerli olması söz konusu olacaktı52. Hukuka uygunluk nedenlerinin bir hukuk disiplininde uygulanabilmesi için mutlaka o hukuk disiplinine iliĢkin kanuni düzenlemede yer alması gerektiğini savunan bu görüĢe katılmamaktayız. Zira aĢağıda hukuka aykırılık konusunda da bahsedileceği gibi, hukuka uygunluk nedenleri hukuk düzeninin bir bölümünden kaynaklanabilir. Fakat bu neden 50 51 52 Söz konusu madde metni Ģu Ģekildedir: “(1) Her kim, meşru savunma hali içerisinde bir hareket gerçekleştirirse, hukuka aykırı davranmış olmaz. (2) Meşru savunma, kişinin kendisine veya bir başkasına yönelik saldırıyı defetmek amacıyla gerçekleştirdiği ve gerekli olan bir savunma hareketidir. (3) Meşru savunmanın sınırları heyecan, korku veya telaş ile aşılmışsa, faile ceza verilmez”. http://www.gesetzeim-internet.de/owig_1968/__15.html, eriĢim tarihi 01.07.2013. Söz konusu düzenlemenin ilk iki fıkrası StGB §32’nin ve üçüncü fıkrası ise meĢru savunmada sınırın aĢılması halini düzenleyen StGB § 33’ün aynısıdır. Günther, 1983, s. 39. Günther, 1983, s. 39. 13 bütün hukuk disiplinleri için uygulama kabiliyeti bulur. Yani bu nedenin varlığı durumunda fiil, hukuk düzeninin diğer bölümleri açısından da hukuka uygun hale gelir53. Alman Düzene Aykırılıklar Kanunu ile kıyaslama yapabileceğimiz 30.03.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na baktığımızda, hukuka uygunluk nedenleri ile ilgili hususun Kanunun 12’nci maddesinde düzenlenmiĢ olduğunu görmekteyiz. Ġlgili maddede, “Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, Türk Ceza Kanununun hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlere ilişkin hükümleri, kabahatler bakımından da uygulanır” ifadesine yer verilmiĢtir54. Hukuk düzeninin birliği ile uyum arz eden bu düzenlemede açıkça TCK’daki düzenlemelerin kabahatler bakımından da geçerli olduğu vurgulanmıĢtır. Fakat belirtmek gerekir ki sadece TCK’da yer alan hukuka uygunluk nedenleri değil, diğer kanunlarda yer alan hukuka uygunluk nedenleri de kabahatler bakımından uygulama kabiliyetini haizdir. Kanun koyucunun 12’nci maddede geçen “Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde” ifadesi ile neyi anlatmak istediğinin ortaya konulması gerekir. Öğretide, kanun koyucu, bu ifade ile bir kabahati düzenleyen kanunda özel bir hukuka uygunluk düzenlemesine yer vermiĢ ise artık TCK’daki genel nitelikteki hukuka uygunluk nedenlerinin uygulama alanı bulamayacağı ileri sürülmektedir55. Kanımızca kanun koyucu burada hukuka uygunluk nedenlerinden ziyade kusurluluğu kaldıran nedenlerle ilgili bir noktaya iĢaret etmektedir. ġöyle ki TCK’da yer alan yaĢ küçüklüğüne veya akıl hastalığına iliĢkin düzenlemeler birer kusurluluğu kaldıran veya azaltan düzenlemelerdir. BaĢka bir deyiĢle, bu düzenlemeler sayesinde iĢlemiĢ olduğu suçun varlığına rağmen, faile ya hiç 53 54 55 Akbulut, B. (2010). Türk Ceza Kanunu ile Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi. Ankara, s. 339; Kangal, Z. (2011). Kabahatler Hukuku. Ġstanbul, s. 120; Yargıtay da, davalının davacıyı meĢru savunma sınırları içerisinde kalarak öldürmeye çalıĢtığını, bunun ceza mahkemesince Ģüpheye yer bırakmayacak derecede tespit edildiğini, meĢru savunmanın varlığı halinde saldıranın kiĢiliğine ve mallarına yapılan zararın haksız olamayacağını, bu nedenle davacının tazminat istemeye hakkı olmadığına karar vermiĢtir: Yargıtay 4. HD, 15.03.1976 tarih ve E. 1975/6678, K. 1976/2634 sayılı karar (Arslan, Ġ. (1980). Ceza Hukuku Kurallarının Haksız Fiilden Doğan Tazminat Taleplerine Etkisi. YD, Ekim, cilt 6, sayı 4, s. 524); Eren de, meĢru savunma sınırları içerisinde savunmada bulunan kiĢinin, saldırıda bulunan kiĢinin mallarına veya Ģahsına vermiĢ olduğu zararları tazmin etmek zorunda olmadığını belirtmiĢtir. Bkz. Eren, F. (2012). Borçlar Hukuku Genel Hükümler. (14. Baskı). Ankara, s. 608. Her ne kadar madde metninde “Türk Ceza Kanununun hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlere ilişkin hükümleri” ifadesine yer verilmiĢse de TCK’da hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler Ģeklinde bir ayrıma gidilmemiĢtir. TCK’nın ilgili bölüm baĢlığı “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler” Ģeklindedir. Burada meselenin çözümünde sıklıkla CMK md. 223 hükmünden yola çıkılarak TCK’daki hukuka uygunluk nedenlerinin hakkın kullanılması (TCK md. 26, f. 1), kanun hükmünü yerine getirme (TCK md. 24, f. 1), meşru savunma (TCK md. 25, f. 1) ve ilgilinin rızası (TCK md. 26, f. 2) olduğu belirtilmektedir (Kangal, 2011, s. 121; Akbulut, 2010, s. 344). Kangal, 2011, s. 121. 14 ceza verilmemekte ya da verilecek cezada belli bir oranda indirim yapılması söz konusu olmaktadır. Ancak kabahatler bakımından TCK’dan farklı düzenlemelere yer verilebilmektedir. Nitekim Kabahatler Kanunu’nun 11’inci maddesinin birinci fıkrasında on beĢ yaĢından küçüklere, iĢlemiĢ oldukları kabahatler nedeniyle idari para cezası verilemeyeceği hüküm altına alınarak TCK’nın yaĢ küçüklüğüne iliĢkin düzenlemelerinden ayrık bir düzenlemeye yer verilmiĢtir56. Üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise meĢru savunma halinde kolluğun silah kullanmasına iliĢkin düzenlemelerdir. Bu noktada ilk karĢımıza çıkan düzenleme 4.07.1934 tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun (PVSK) 02.06.2007 tarihli ve 5681 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesi ile değiĢik 16’ncı maddesidir. Ġlgili maddenin ilk beĢ fıkrasında, polisin zor kullanma yetkisinin Ģartları belirtildikten sonra, altıncı fıkrada, kendisine veya baĢkasına yönelik bir saldırı karĢısında, zor kullanmaya iliĢkin koĢullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı TCK’nın meĢru savunmaya iliĢkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunabileceği hüküm altına alınmıĢtır. Ayrıca yedinci fıkranın “a” bendi gereği polis, meĢru savunma halinde gerektiğinde silah da kullanmaya yetkilidir57. 56 57 Nitekim Kanun maddesinin gerekçesi de bu görüĢümüzü desteklemektedir. Bu nedenle madde gerekçesine yer vermekte yarar görmekteyiz: “Madde metninde, Türk Ceza Kanununun hukuka uygunluk nedenleriyle kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerine ilişkin hükümlerinin kabahatler açısından da uygulanabileceği kabul edilmiştir. Ancak, Tasarıda aksine hüküm bulunan haller saklı tutulmuştur. Türk Ceza Kanununun hukuka uygunluk nedenlerine ilişkin hükümleri, hakkın kullanılması, görevin yerine getirilmesi, meşru savunma ve ilgilinin rızası olmak üzere dört ana grupta toplanabilir. Kusurluluğu etkileyen nedenlere ilişkin hükümleri ise, kusurluluğu azaltan veya ortadan kaldıran nedenler olarak iki gruba ayrılabilir. Maddenin düzenlemesine göre, hukuka uygunluk nedenleri ile zorunluluk hali, cebir veya tehdit etkisinde olma, hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi gibi kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerin varlığı halinde, idarî para cezasına karar verilemeyecektir. Ancak, yaş küçüklüğü ve akıl hastalığı ile ilgili olarak Tasarıda ayrı hükümlere yer verilmiş olması dolayısıyla, Türk Ceza Kanununun bu hallere özgü hükümleri kabahatler açısından uygulanamayacaktır. Keza, Türk Ceza Kanununun örneğin haksız tahrik gibi kusurluluğu azaltan nedenlere ilişkin hükümleri, kabahatler açısından uygulanamayacaktır” (TBMM, Dönem: 22, Yasama Yılı: 3, Sıra sayısı: 840). PVSK’nın “Zor ve Silah Kullanma” baĢlıklı 16’ıncı maddesi Ģu Ģekildedir: (1) Polis, görevini yaparken direniĢle karĢılaĢması halinde, bu direniĢi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. (2) Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek Ģekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî Ģartları gerçekleĢtiğinde silah kullanılabilir. (3) Ġkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kiĢilere karĢı veya eĢya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kiĢilere karĢı veya eĢya üzerinde bedenî kuvvetin dıĢında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaĢartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder. (4) Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. (5) Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir. (6) Polis, kendisine veya baĢkasına yönelik bir saldırı karĢısında, zor kullanmaya iliĢkin koĢullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meĢru savunmaya iliĢkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. (7) Polis; a) MeĢru savunma hakkının 15 Görüleceği gibi, kanun koyucu TCK’daki meĢru savunmaya iliĢkin düzenlemelerin polis mevzuatı için de geçerli olduğunu hukuk düzeninin birliği gereğince kabul etmiĢtir. Polisin meĢru savunma halinde olmasına karĢılık, silah kullanma yetkisinin Ģartlarının oluĢmadığı gerekçesi ile disiplin yaptırımına maruz bırakılması ya da meĢru savunmanın Ģartlarının normal kiĢilere nazaran, polis için farklı düzenlenmesi hukuk düzeninin birliğine aykırılık teĢkil eder. BaĢka bir deyiĢle, meĢru savunma halinde olan kiĢinin kolluk görevlisi veya sivil kiĢi olması arasında bir fark söz konusu değildir 58 . ġu hususu da belirtmek gerekir ki meĢru savunma durumunda polisin zor ve silah kullanma yetkisine iliĢkin düzenlemelere baĢvurmaksızın da doğrudan TCK’nın meĢru savunmaya iliĢkin düzenlemelerine müracaat edilebilir 59 . Gerek PVSK’da gerekse de kollukla ilgili diğer kanunlarda, meĢru savunma halinde zor ve silah kullanmaya iliĢkin bir düzenleme bulunmasaydı dahi TCK’da yer alan düzenlemeler gereğince, meĢru savunma durumunda bulunan kolluk görevlisi silah kullanma yetkisine sahip olacaktı. Mevzuatımızdaki her düzenlemenin PVSK’daki kadar sorunsuz olduğu söylenemez. MeĢru savunmaya iliĢkin düzenlemelere yer veren bazı kanunların kaleme alınıĢ Ģekillerinden, sanki bu kanunların kolluk için öngördükleri meĢru savunma yetkisinin sivil kiĢilere oranla daha geniĢ kapsamlı olduğu izlenimi uyanmaktadır. Örneğin 13.05.1971 tarih ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 19.09.1980 tarih ve 2301 sayılı kanunun 3’üncü maddesi ile değiĢik 4’üncü maddesinin ikinci fıkrasında meĢru savunma durumuna düĢen güvenlik kuvvetleri mensuplarının doğruca ve duraksamadan hedefe ateĢ edebilecekleri belirtilmektedir. Benzer düzenlemeye 25.10.1985 tarih ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 23’üncü maddesinin ikinci fıkrasında da yer verilmiĢtir 60 . 58 59 60 kullanılması kapsamında, b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniĢ karĢısında, bu direniĢi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiĢ olan kiĢilerin ya da suçüstü halinde Ģüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde, silah kullanmaya yetkilidir. (8) Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kiĢiye duyabileceği Ģekilde "dur" çağrısında bulunur. KiĢinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateĢ edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kiĢinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateĢ edilebilir. (9) Polis, direniĢi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karĢı silahla saldırıya teĢebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teĢebbüs eden kiĢiye karĢı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateĢ edebilir. Dönmezer, S. (2005). Kolluğun Zor Kullanma Yetkisi ve Ġnsan Hakları. Kolluğun Silah Kullanma Yetkisi, Ġstanbul, s. 24. Özgenç, 2014, s. 304. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, “sözü edilen bu hükümleri "ateş etme yetkisi" "öldürme yetkisi" anlamına gelmez. Anılan Kanunun 4. maddesinin 2. fıkrasında sözü edilen yetki, aynı maddenin 1. fıkrasından kaynaklanmaktadır. 1. fıkrada "görevlilerin ... Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat ve Vazife Nizamnamesinde silah kullanmayı icap 16 Kolluğun bahsedilen durumlarda genelde, Anayasada garanti altına alınan “yaşama hakkı”na ve “vücut dokunulmazlığı” na müdahale edecek olması karĢısında meselenin kanuni düzenleme ile çözülmesi ve ilgili kanunların yeknesak bir hale getirilmesinin zorunlu olduğu aĢikârdır61. 2.1.3.2. Hukuk Düzeninin Birliği Bağlamında Hukuka Aykırılık Hukuk düzeninin birliği bağlamında tartıĢılması gereken en önemli konu belki de bir fiilin hukuka aykırılığının hukuk düzeninin tamamı açısından mı; yoksa her bir hukuk disiplini bakımından ayrı ayrı mı tespit edileceğidir 62. Bu noktada ilk akla gelen husus, kanun koyucunun bir hukuk disiplinine iliĢkin yapmıĢ olduğu düzenlemede hukuka aykırı veya hukuka uygun olarak belirlediği bir fiili baĢka bir hukuk disiplinine iliĢkin olarak yapmıĢ olduğu düzenlemede tam tersi Ģeklinde düzenleyebilip düzenleyemeyeceğidir. Ġkinci husus ise hukuku uygulamakla görevli mahkemelerin durumudur. Bu bakımdan bir mahkemenin, bir baĢka mahkeme tarafından hukuka uygunluğu veya aykrılığı tespit edilmiĢ bir fiili, bu tespitin aksi yönünde değerlendirebilip değerlendiremeyeceğinin de tartıĢılması gerekir. Zira hukuka aykırı davranmıĢ bir kiĢi, bu fiili nedeni ile yargılanır ve gerçekleĢtirdiği fiil dolayısıyla bu kiĢi hakkında bir hüküm tesis edilirse ancak bu durumda hukuktan ve bir hukuk düzeninden bahsedilebilir63. Çünkü diğer toplumsal düzen kuralları gibi normatif bir özellik arz eden hukuk kurallarının konusu da belirli bir insan davranıĢının yapılması veya yapılmamasıdır64. KonulmuĢ olan bu kurallara riayet edilip edilmediğinin en etkin Ģekilde kontrolü ise mahkemeler vasıtasıyla yapılmaktadır. ÇekiĢmesiz yargılamalar hariç, mahkemeler tarafından verilen hükümler ise öz itibari ile bir fiilin hukuka uygun olup 61 62 63 64 ettiren hal ve şartlardan herhangi birinin tahakkuku halinde, silah kullanma yetkisini haiz ... oldukları" hüküm altına alınmıştır”, diyerek söz konusu hükümleri sınırlandırma yoluna gitmiĢtir, YCGK, 6.10.1986 tarih ve E. 1986/199, K. 1986/419 sayılı karar, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 05.09.2011; kararın eleĢtirisi için bkz. Özgenç Ġ. (1994, Ocak-ġubat-Mart). Emniyet Görevlilerinin Silah Kullanması Üzerine DüĢünceler. İBD, 68(1-2-3). s. 98. Yenisey, F. (2005). Kolluğun Zor ve Silah Kullanma Yetkisi:Mukayeseli Hukuk, AĠHM Kararları. Kolluğun Silah Kullanma Yetkisi, Ġstanbul, s. 104; Nitekim 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun “Silah Kullanma Yetkisi”ni düzenleyen 22. maddesinin birinci fıkrasında “ancak silahla karşılığa yeltenilmesi ve sair surette meşru müdafaa durumuna düşülmesi halinde, yetkili memurlar saldırıyı etkisiz kılacak oranda doğrudan hedefe ateş edebilir” denilmek suretiyle, bu eleĢtiriler dikkate alınmıĢtır. Baldus, 1995, s. 12. Aral, V. (2010). Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine. Ġstanbul, s. 104. Gözler, 2013, s. 56. 17 olmadığına iliĢkindir 65 . Bu hükmü veren mahkeme bir ceza mahkemesi, bir hukuk mahkemesi veya bir idare mahkemesi olabilir 66 . Bu bakımdan hukuk düzeninin birliği bağlamında, hukuka aykırılıktan ne anlaĢılması gerektiğinin ortaya konulması gerekmektedir. 2.1.3.2.1. Tanım Hukuka aykırılık genel anlamıyla, hukuk normuna karĢı geliĢ veya gerçekleĢtirilen fiilin hukuk düzeni ile çatıĢma içerisinde bulunması olarak tanımlanmaktadır 67 . Kanun koyucu, insanların toplum içerisinde birlikte yaĢamalarını garanti altına almak amacıyla, hukuk normu olarak adlandırılan (Rechtsnormen) bağlayıcı davranıĢ kuralları ihdas etmiĢtir. Bu davranıĢ kuralları bir fiilin gerçekleĢtirilmesi yönündeki emirlerden oluĢabileceği gibi, gerçekleĢtirilmemesi yönündeki yasaklardan da oluĢabilir. Bu bakımdan hukuka aykırılık, kiĢinin hukuk normu içerisindeki davranıĢ kurallarına karĢı geliĢidir68. Fiil ile hukuk düzeni arasında bir çeliĢme söz konusu ise hukuka aykırı bir fiilden bahsedilir69. Hukuka aykırılık ile haksızlık kavramları çoğu zaman eĢ anlamlı olarak kullanılmaktadır. Ancak bu ikisi farklı kavramlardır. Hukuka aykırılık, kiĢinin hukuk normuna karĢı gelmesi iken 70 ; haksızlık, hukuka aykırı olarak değerlendirilen fiilin kendisidir71. Haksızlık teĢkil eden fiil, bir haksız fiil, suç ya da idari yaptırım gerektiren bir 65 Aral, 2010, s. 104. TOSUN’un tamamıyla katıldığımız görüĢünü burada zikretmekte yarar buluyoruz: “Her şeyden önce, “yargılama görevi”nin tek olduğu görülmektedir. Yargılama ile yapılan iş demek olan yargılama görevi, mahkemelerin yaptığı iş, uyuşmazlığı çözmektir. Uyuşmazlığı çözümlemek, somut bir olayı hukuk kuralları ile karşılaştırmak ve bir sonuca varmak yani olayın hukuka uygun mu aykırı mı olduğunu saptamaktır; uyuşmazlığı sona erdirmektir. Her hakimin yaptığı iş budur; bu hakim ister ceza,ister hukuk, ister idare, ister anayasa hakimi olsun yapılan iş budur; değişiklik sadece uyuşmazlığın çeşididir. Demek ki, yargılamada aynı olan, yapılan iştir, görevdir.” Tosun, 1981, s. 268. 67 Kirchhof, P. (1978). Unterschiedliche Rechtswidrigkeiten in einer einheitlichen Rechtsordnung. Heidelberg-Karlsruhe, s. 5; Hakeri, H. (2014). Ceza Hukuku Genel Hükümler. (17. Baskı). Ankara, s. 283; “hukuka aykırılık, maddi ve manevi unsurları tamam ve yasadaki tanıma uygun olan eylem ile hukuk düzeni arasındaki aykırılık, eylemin yalnız ceza hukukuyla değil, bütün hukuk düzeni ile çatışma halinde bulunmasıdır” (Alacakaptan, U. (1975). Suçun Unsurları. Ankara, s. 95). 68 Jescheck, H. H. ve Weigend, T. (1996). Lehrbuch des Strafrechts, Allgemeiner Teil. (5. vollständig neubearbeitete und erweiterte Auflage). Berlin, s.233. 69 Katoğlu, T. (2003). Ceza Hukukunda Hukuka Aykırılık. Ankara, s. 19. 70 “Hukuka aykırılık bir değer hükmüdür. Hukuk düzeninin hukuka aykırı olarak nitelendirdiği bir davranış, bir fiili önce hukuka aykırı olarak nitelendirip, sonra da bazı sebeplerin varlığını ileri sürüp, bu sebeplerin fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldırdığını iddia etmek mümkün değildir” Eren, 2012, s. 601. 71 Roxin, C. (2006). Strafrecht Allgemeiner Teil. Band I, (4. vollständig neu bearbeitete Auflage). München, s. 601; Jescheck/Weigend, 1996, s. 233. 66 18 kabahat olabilir. Bu bakımdan fiil ya hukuka uygundur ya da hukuka aykırıdır. Hukuka uygunluk ve hukuka aykırılık arasında bir gri alan söz konusu değildir. Ayrıca fiile hukuka aykırılık vasfı verildikten sonra, hukuka aykırılığın derecelendirilmesi söz konusu değildir72. Buna karĢılık bahse konu fiilin haksızlık içeriğinin azlığından veya çokluğundan bahsedilebilir 73 . Haksızlık içeriğinin farklılığı, o fiile uygulanacak yaptırım Ģeklinin belirlenmesinde ve uygulanacak yaptırımların hangi ağırlıkta uygulanması gerektiği hususunda bir ölçüt oluĢturur. Ceza hukuku öğretisinde hukuka aykırılığın suçun unsurlarından hangisine dahil olacağı konusunda görüĢ birliği yoktur 74 . Bu konudaki tartıĢmalara girmeksizin, Ģunu belirtelim ki hukuka aykırılığın suçun genel bir unsuru olduğunu kabul etmekteyiz 75 . Yukarıda yaptığımız tanımda da görüleceği gibi, bizce hukuka aykırılık tüm hukuk düzeninin fiil hakkında yapmıĢ olduğu değersizlik yargısıdır. Bu fiilin suç teĢkil etmesinin ön koĢulu, ceza hukukunda geçerli olan kanunilik prensibi gereğince (Anayasa md. 38; TCK md. 2), kanunda belirtilen suç kalıbına tam olarak uymasıdır. Fiilin kanunda belirtilen tipe uygunluğu belirlenirken, fiil sadece ceza hukuku bakımından bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Bu aĢamadan sonra fiili hukuka uygun hale getiren bir nedenin bulunmaması durumunda, fiil suç teĢkil edecektir76. 2.1.3.2.2. Hukuka Aykırılığın Kapsamı Hukuka Aykırılığı Hukuk Düzeninin Bütünü Açısından Geçerli Sayan GörüĢ ENGISCH, yukarıda bahsetmiĢ olduğumuz teknik anlamda çatıĢmaların yanında, bir baĢka çatıĢma türü olarak norm çatıĢmasını görmektedir. Bir fiil hukuk düzeni içerisinde aynı zamanda yasaklanmıĢ ve izin verilmiĢ, yasaklanmıĢ ve emredilmiĢ; kısacası bir fiil aynı anda hem hukuka aykırı hem de hukuka uygun olarak düzenlenmiĢ ise bu durumda bir norm çatıĢması söz konusudur 77 . Diğer taraftan bir davranıĢın hem emredilmiĢ hem de yasaklanmıĢ olması, hukuk normunun insan davranıĢı üzerindeki kontrol ve düzenleme fonksiyonunu geçersiz kılar78. 72 73 74 75 76 77 78 Hakeri, 2014, s. 283. Özgenç, 2014, s. 286. Bu konudaki tartıĢmalar için bkz. Dönmezer, S. ve Erman, S. (1999). Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım Cilt II. (Yeniden Gözden GeçirilmiĢ On ikinci Bası). Ġstanbul, no. 667 vd. Koca, M. ve Üzülmez, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 7. Baskı). Ankara, s. 250. Koca/Üzülmez, 2014, s. 250. Engisch, 1935, s. 46; Renzikowski, 1992, s. 160. Von Arnauld, 2006, s. 260. 19 Bu görüĢe paralel olarak ÖZGENÇ, bir fiilin hukuka aykırı olmasının, onun bütün hukuk düzenine aykırı olduğu anlamına geldiğini; hukukun farklı disiplinlere ayrılmıĢ olmasının, bu disiplinler arasında hukuka uygunluk ve hukuka aykırılık bağlamında farklı ölçütlerin olduğu anlamına gelmeyeceğini belirtmiĢtir79. Hukuk düzeni kiĢilerin yapmak ve yapmamak zorunda oldukları fiillere iliĢkin kurallardan oluĢmaktadır 80 . Bu görüĢten yola çıkıldığında, bir kimse belirli bir hukuk disiplinince öngörülmüĢ kurallara uymak zorunda ise bu kiĢiye yüklenmiĢ mutlak bir ödev söz konusudur. Hukukun bir bölümü için norm tarafından belirlenmiĢ kurallara uymak yükümlülüğü var ise diğer bir bölüm için böyle bir ödevin olmadığı iddia edilemez81. Hukuka aykırılığı parçalanması mümkün olmayan bir kavram olarak gören DÖNMEZER/ERMAN’a göre de bir fiil, belirli bir hukuk disiplinine göre hukuka uygun kabul edildikten sonra, bu fiilin baĢka bir hukuk disiplinince hukuka aykırı sayılması hukuk kavramının özüne ters düĢer. Ceza kuralına aykırılık diye adlandırılan kavram, hukuka uygunluk nedenlerinin sadece ceza hukukunda aranması sonucunu doğuracaktır. Ancak bir fiilin gerçekleĢmesine izin verecek bir hukuk kuralı ceza hukuku dıĢında da bulunabilir82. Yazarlara göre, bir fiilin hukuka aykırı olduğu genel olarak tespit edildikten sonra, bu fiilin ceza hukuku bakımından da hukuka aykırılık niteliğine sahip olup olmadığının ayrıca araĢtırılması gerekir. Bu özel anlamı gereğince cezai hukuka aykırılıktan söz etmek mümkün olabilecektir83. Hukuka Aykırılığı Münferit Hukuk Disiplinlerine Aykırılık Olarak Kabul Eden GörüĢ Hukuka aykırılığı hukuk düzeninin bütününe inhisar ettiren görüĢün aksine, bazı yazarlarca hukuka aykırılık dar yorumlanmıĢtır. Bu bağlamda bahsedilmesi gereken ilk görüĢe göre, bir fiile açıkça ya da üstü kapalı bir biçimde bütün hukuk düzeni tarafından yasak getirilmiĢ ise mutlak hukuka aykırılıktan; bu fiile sadece belirli bir hukuk disiplinince yasak getirilmesine karĢılık, diğer hukuk disiplinlerince yasak getirilmemiĢ ise nispi hukuka aykırılıktan söz etmek gerekir84. 79 80 81 82 83 84 Özgenç, 2014, s. 282; aynı yönde bkz. Koca/Üzülmez, 2014, s. 251. Kaneti, S. (2007). Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru. Ġstanbul, s. 80. Kaneti, 2007, s. 101. Dönmezer/Erman, 1999, no. 679. Dönmezer/Erman, 1999, no. 679; KUNTER’e göre “bu tabir ile fiilin, hukuka aykırılık unsurunu da ihtiva eden kanuni tipe uygunluğunun, yani müşahhas suçun kasdedildiğini belirtmekte fayda vardır” (Kunter, N. (1949). Suçun Kanuni Unsurları Nazariyesi. Ġstanbul, s. 114). Manzini, I, 1950, s. 96-97’den naklen: Dönmezer/Erman, 1999, no. 677. 20 Bu anlayıĢ bizi hukuka aykırılığın göreceliliği görüĢüne götürür. Bu görüĢ taraftarlarına göre, farklı hukuk disiplinleri aynı olaya farklı bakıĢ açılarından bakmaktadır. Örneğin otobanda hız sınırlarını aĢarak seyreden bir araç söz konusu ise otoban görevlileri, aracın hızlı seyretmesini hukuka aykırılık olarak değerlendirir. Buna karĢılık ceza takibatını yapmakla görevli savcılık organları, sürücünün ve araç sahibinin hareketini, ceza hukukunda hukuka aykırılık bağlamında ele alır. Sorumluluk hakkında karar verecek hukuk hakimi ise olayın bütününü sebep-sonuç iliĢkisi içerisinde inceler ve ortada bir zarar söz konusu ise bu zarar bağlamında bir değerlendirme yapar. BaĢka bir deyiĢle polis, hukuku esas olarak zarar tehlikesi ile ilgilenirken; ceza hukuku, zarar veren kiĢi ile; sorumluluk hukuku ise zarar görenin durumu ve zarar ile ilgilenir85. Bu görecelilik aynı hukuk disiplini içerisinde dahi söz konusu olabilir. Örneğin meĢru savunma halinde olan bir kimsenin saldırıyı gerçekleĢtirene karĢı yapmıĢ olduğu hareket, hukuka uygun olarak değerlendirilirken; bu davranıĢın saldırıyı gerçekleĢtireni aĢıp üçüncü bir Ģahsa yönelmesi halinde, aynı fiil hukuka aykırılık teĢkil eder86. Hukuka aykırılığın göreceliliğinin bir baĢka sonucu, bir fiilin ceza hukuku bakımından hukuka aykırılığının ortadan kalkmıĢ olmasına rağmen, fiili gerçekleĢtiren kiĢinin diğer hukuk disiplinleri tarafından öngörülen yaptırımlarla karĢılaĢabilmesidir. BaĢka bir deyiĢle, yalnızca ceza hukuku bakımından hukuka aykırılığı kaldıran; fakat bunun karĢısında diğer hukuk disiplinlerindeki hukuka aykırılığı saklı tutan nedenler de vardır. Bu görüĢ taraftarlarına göre, örneğin üçüncü kiĢi lehine meĢru müdafaada bulunmak için görev yerini terk eden askerin davranıĢı ceza hukuku bakımından hukuka uygun olmasına rağmen; bu durum o askerin görev yerini terk etmesi nedeniyle disiplin yaptırımına maruz kalmasına engel olmaz87. 85 86 87 Kirchhof, 1978, s. 5; Hans-Joachim Rudolphi’ye göre de birden fazla hukuk disiplinine karĢı gelen bir hareketi, bu hareketin doğurduğu farklı sonuçlara göre farklı Ģekilde yaptırıma tabi tutmak, bunun sonucu olarak bir hukuk düzenine aykırılık bakımından hukuka uygun, diğer bir hukuk düzeni tarafından hukuka aykırı olarak değerlendirmek, hukuk düzeninin birliği ile uyum içerisindedir (Bräutigam-Ernst, 2010, s. 338). Kirchhof, 1978, s. 12. Giulio Battaglini, Dritto Penale, Parte Generale, 2. Bası, Bologna, 1940’tan naklen: Kunter, 1949, s. 109; KILIÇOĞLU’na göre, bir sanık ceza yargılamasından, eylemi meĢru savunma halinde iĢlediği gerekçesi ile beraat etmiĢ olsa da; hukuk hakimi meĢru savunmayı sabit görmeyerek, aynı Ģahsı, tazminata mahkum edebilir (Kılıçoğlu, A. (1972). Haksız Fiillerden Sorumlulukta Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk ĠliĢkisi. AÜHFD, 29 (3-4), s. 197). Fakat yazar makalesinin ilerleyen bölümlerinde, ceza mahkemesince verilen mahkumiyet kararlarının hukuk hakimini bağlamamasının sadece kusurun takdiri ve zarar miktarını tayin hususuna hasredildiğini, bunun dıĢındaki haller bakımından ceza mahkemesinin mahkumiyet kararının hukuk mahkemesi için bağlayıcı olduğunu belirtmiĢtir. Yazar, “aksi tutum, bir kimsenin bir fiili işlemiş olduğu için cezasını çekmesi, diğer taraftan bu fiili işlememiş olduğu kabul edilerek tazminata mesul tutulması gibi garip bir sonucun doğmasına yol açar, adliyenin nüfuzunu kırardı” diyerek kendi içerisinde çeliĢkiye düĢmüĢtür (Kılıçoğlu, 1972, s. 201). Zira yazarın mahkumiyet kararlarının 21 Hukuka aykırılığın temelini hukuka aykırılık teĢkil eden fiile uygulanacak müeyyidede gören bir baĢka görüĢe göre, belli bir müeyyide öngörülmeden önce hukuka aykırılığın varlığından bahsetmek söz konusu olamaz. Hukuka aykırılık ile müeyyide aynı niteliğe sahiptir. Müeyyide, hukuka aykırılığın sadece vücuduna yol açmaz, aynı zamanda hukuka aykırılığın doğasını belirler. Bu bakımdan genel bir hukuka aykırılıktan bahsedilmesinin yerine; eğer bu fiil ceza hukuku düzenine karĢı geliĢ ise cezai hukuka aykırılıktan, idare hukuku düzenine karĢı geliĢ ise idari hukuka aykırılıktan bahsetmek gerekir88. Hukuka aykırılık kavramı ile cezai hukuka aykırılık kavramı arasında fark olduğunu ileri süren GUNTHER’e göre, bir fiilin hukuka uygunluk veya hukuka aykırılık değerlendirmesi genel hukuk öğretisine ait olan bir problemdir. Ceza hukuku, genel hukuk öğretisi tarafından bir fiilin hukuka aykırı olarak belirlenmesi üzerine inĢa edilir. Genel hukuk öğretisi tarafından belirlenen hukuka aykırı davranıĢın sadece ufak bir kısmı ceza hukuku açısından suç teĢkil eder. Ceza hukukunda geçerli olan kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi gereğince, bir suçtan söz etmek için bu hareketin tipik olması gerekmektedir. Bu yüzden, genel hukuk öğretisinin yapmıĢ olduğu hukuka aykırılık değerlendirmesi tipik fiilin bir Ģartıdır; buna karĢılık bir fiilin cezai hukuka aykırılık değerlendirmesi fiilin tipikliğinden sonra gelir89. Tipiklik ve cezai hukuka aykırılığı aynı gören baĢka bir görüĢe göre, bir davranıĢa idare hukuku ve medeni hukuk tarafından izin verilmiĢse bu davranıĢ ceza hukuku tarafından yaptırıma bağlanamaz. Fakat bunun tam tersi ise her zaman zorunlu değildir. BaĢka bir deyiĢle, idare hukukuna veya medeni hukuka aykırı davranıĢ zorunlu olarak tipik ve cezai anlamda hukuka aykırı olmak zorunda değildir. Ceza hukuku bakımından bu fiil cezaya layık bir haksızlık olabilecek nitelikte midir değil midir, bunun değerlendirilmesi yapılmalıdır90. Aynı fiilin farklı hukuk disiplinlerince farklı değerlendirilmesini norm çatıĢması olarak değerlendiren ENGISCH’in görüĢleri eleĢtiriye maruz kalmıĢtır. Buna göre, hukuk devleti prensibinin kanun koyucuya içeriği vatandaĢ tarafından en azından ilke olarak 88 89 90 bağlayıcılığına iliĢkin belirtmiĢ olduğu husus, meĢru savunma bakımından da geçerlidir. BaĢka bir deyiĢle, bir mahkeme tarafından fiilin “meĢru savunma” gerekçesi ile hukuka uygun olduğunu söyleyip; aynı fiile baĢka bir mahkemece, hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile bir yaptırım öngörmek de garip bir durumdur ve yargıya güveni sarsar. Katoğlu, 2003, s. 26. Günther, 1983, s. 19. Bräutigam-Ernst, 2010, s. 339. 22 anlaĢılabilen normlar oluĢturmasını Ģart koĢması, belirli bir fiilin bütün hukuk düzeni içerisinde her zaman ya hukuka uygun ya da hukuka aykırı olarak değerlendirilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Örneğin bir polis memuru, silah kullanma yetkisinin Ģartları oluĢmadığı halde, meĢru savunma halinde kalması nedeniyle silahını kullanmıĢ ise kendi mevzuatına aykırı hareket ettiğini bilmektedir. Bu yüzden aynı hareketin aynı anda hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilmiĢ olması, bu normların muhatabı için açık olmadığı ve bu yüzden onun bu hukuki duruma göre hareketlerini yönlendiremeyeceği anlamına gelmez91. Bu görüĢ doğrultusunda, polis memurunun her ne kadar meĢru savunma halinde olduğu için cezalandırılması söz konusu olmasa da; silah kullanma yetkisinin Ģartlarının oluĢmaması nedeniyle, bu kiĢiye disiplin yaptırımının uygulanacak olması, anayasal bir sorun teĢkil etmez. GörüĢümüz Bir fiil hakkında hukuka aykırılık değerlendirmesinin, hukuk düzeninin bütününün göz önünde bulundurulması suretiyle yapılması gerektiği kanaatindeyiz. Bu değerlendirme, kaynağını davranıĢ normlarından alır. Esasını, olması gereken insan davranıĢlarının teĢkil ettiği, bu bakımdan insanın tekamülü için örnek teĢkil eden davranıĢ normlarının 92 icra ettiği ilk fonksiyon, insanın bazı davranıĢlarının doğru olmadığının tespitidir93. Buradan anlaĢılmaktadır ki hukuk düzeninin hukuka aykırı olarak değerlendirdiği fiil, aslında hukuk öncesi sahada da bir değersizlik oluĢturmaktadır. Bir fiilin sadece karĢı geldiği normun yer aldığı hukuk disiplinine aykırı olduğunu savunmak ise hukuk düzeninin birliğini tanımamak anlamına gelir 94 . BaĢka bir deyiĢle, medeni hukuka aykırılık veya ceza hukukuna aykırılık gibi nitelendirmelerin yanlıĢ olduğu kanaatindeyiz. Zira bir fiil belirli bir hukuk disiplini tarafından yaptırıma bağlanmamıĢ olsa da hukuka aykırılık vasfı taĢıyabilir. Örneğin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda evli çiftlerin zinası suç olarak düzenlenmiĢ olmasına rağmen; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda bu fiilin cezalandırılmamıĢ olması, hukuka aykırılık teĢkil etmediği anlamına gelmemektedir. Nitekim eĢlerin zinası mevcut hukuk sistemimizde bir boĢanma nedeni olarak değerlendirilmektedir. 91 92 93 94 Dagmar, 1998, s. 244. Özgenç, Ġ. (1996). DavranıĢ Normları Teorisi Haksızlık ve Müeyyide ĠliĢkisi. SÜHFD Prof. Dr. M. Şakir Berki’ye Armağan, 5 (1-2). s. 444. Özgenç, 1996, s. 447. Kaneti, 2007, s. 107. 23 GUNTHER; bütünlük arz eden bir hukuka aykırılık kavramını savunanların, medeni hukuk veya idare hukuku kapsamında hukuka uygun sayılan fiilin ceza hukuku bakımından hukuka aykırı olarak nitelendirilemeyeceğini savunduklarını; bu durumun tam tersinin ise göz ardı edildiğini belirtmektedir. BaĢka bir deyiĢle, medeni hukuk ve idare hukuku açısından hukuka aykırı olarak değerlendirilen bir fiilin, otomatik olarak “cezai hukuka aykırılık” sonucu doğurmaması, bütünlük arz eden hukuka aykırılık kavramı taraftarlarınca görmezden gelinmektedir95. Yazarın görüĢlerinin kısmen isabetli olduğunu kaydetmek gerekir. Zira bir fiil ceza hukuku tarafından korunmaya değer hukuki menfaatleri zarara uğratıyorsa veya tehlikeye düĢürüyorsa ancak bu durumda ceza hukuku yaptırımları ile karĢılaĢır. Diğer yandan ceza hukuku yaptırımları, kiĢi hürriyetine en ağır müdahale teĢkil eden yaptırımlar oldukları için bu yaptırımlara ancak sosyal bakımdan tehlike arz eden fiili önleyecek yegane yöntem olmaları durumunda baĢvurulur 96 . Bir fiilin cezaya layık bir haksızlık olarak değerlendirilebilmesi için cezaya liyakat sınırına ulaĢmıĢ olması gerekir97. Fakat bu durum farklı bir cezai hukuka aykırılık görüĢünün kabul edilmesi için gerekçe olamaz. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi, bir fiilin ceza hukuku tarafından cezalandırılmıyor olması, o fiilin hukuka uygun olduğu anlamına gelmez. Bütünlük arz eden bir hukuka aykırılık görüĢünün taraftarı olduğumuz için bu gibi durumlarda fiilin sadece ceza hukuku tarafından cezalandırılmadığı sonucu ortaya çıkar. Yoksa ceza hukuku bu fiilin hukuka uygunluğu veya aykırılığı hususunda bir değerlendirme yapmamaktadır. Bu fiilin hukuka uygun olup olmadığına iliĢkin bir değerlendirme bütün hukuk düzeni açısından yapılmalıdır98. 95 96 97 98 Günther, 1983, s. 45-46. Renzikowski, 1992, s. 169; Bräutigam-Ernst, 2010, s. 339. OLG Hamm. (1970). NJW, s. 2074- 2075; Yargıtay da örf ve adet hukukunun ceza hukukuna kaynak teĢkil edebileceğini belirttiği bir kararında konumuzla ilgili Ģu görüĢlere yer vermiĢtir: “hırsızlık cürmünün oluşması için suçun nicelik yeterliği açısından gereken boyutlara ulaşmadığı neticesine varıldığından” YCGK, 26.10.1987 tarih ve E. 1987/6-406, K. 1987/499 sayılı kararı. www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 05. 10. 2011. Ancak belirtmemiz gerekir ki; soyut bir haksızlığın haksızlık içeriğinin fazla olması durumunda, baĢka bir deyiĢle bu haksızlığın cezaya liyakat sınırına ulaĢmıĢ olması durumunda, onun kanunlarda suç olarak düzenlenmesinin gerekli olduğunu savunuyoruz. Bir fiil kanuni tarifteki tanıma uyuyor ise bu fiili suç olarak kabul etmek gerekir. Bu nedenle Yargıtay’ın vermiĢ olduğu kararın isabetli olmadığı kanaatindeyiz. Zira bu kararda her ne kadar hırsızlık suçu gerçekleĢmiĢ olsa da somut hırsızlık fiilinin haksızlık içeriğinin az olmasından bahsedilebilirdi. Nitekim 5271 sayılı CMK, iĢlenen fiilin haksızlık içeriğinin az olması durumunda hakimin sanık hakkında “ceza verilmesine yer olmadığı kararı” verebilmesine imkan tanımıĢtır (CMK md. 223, f. 4, bent “d”). Bu yüzden, hukuka aykırı fiilleri doğurdukları hukuki veya cezai mesuliyete göre 1- Haksız fiil teĢkil edip suç teĢkil etmeyen fiiller 2- Suç teĢkil ettikleri halde haksız fiil sayılmayan fiiller 3- Hem suç hem de 24 Hukuka aykırılığın temelini fiile uygulanacak müeyyidede gören görüĢ de isabetli değildir. Zira bahse konu fiile bir müeyyide uygulanmadan önce de bu fiil hukuka aykırılık vasfı taĢımaktadır. Bir davranıĢın emredici veya yasaklayıcı Ģekilde düzenlenmiĢ olan davranıĢ normlarına aykırılık teĢkil etmesi, ona haksızlık muhtevası kazandırır. Burada yapılan haksızlık değerlendirmesi, bir davranıĢın suç teĢkil edip etmediği hususunda yapılan değerlendirmeden daha önce yapılmaktadır. Sorumluluk ancak davranıĢ normlarına aykırı hareket edilmesi halinde söz konusu olur. Bu sorumluluk davranıĢın mahiyetine göre cezai veya idari olabileceği gibi, özel hukuk sorumluluğu da olabilir. DavranıĢ normuna aykırı hareket eden kiĢi, bu davranıĢı ile belli bir kiĢinin hukukunu ihlal etmiĢ ise özel hukuk sorumluluğundan; davranıĢ normuna aykırı hareket, hukuk toplumundaki düzeni ciddi bir tehlikeye maruz bırakmıĢsa kamu hukuku sorumluluğundan bahsedilir99. Hukuka aykırılığın hukuk düzeninin bütünü bakımından geçerli olduğunu kabul ettikten sonra, bir fiili hukuka uygun hale getiren nedenlerin de bütün hukuk düzeni bakımından geçerli olduğunu savunduğumuz ortaya çıkar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu bakımdan bir fiil ya hukuka aykırıdır ya da değildir. Hukuka uygunluk ve hukuka aykırılık arasında hukuktan arındırılmıĢ bir alan mevcut değildir. Hiçbir hukuk kuralı tarafından düzenlenmemiĢ fiiller de hukuken önemlidir. Bir hususun hukuk kuralları tarafından düzenlenmemiĢ olması, o fiilin gerçekleĢtirilmesinde kiĢilerin özgür olduğu anlamına gelir100. Hukuka uygunluk nedenleri kamu hukukundan kaynaklanabileceği gibi, özel hukuktan da kaynaklanabilir. Hukuk düzeninin birliği gereği, hukuka uygunluk nedenleri sadece ilgili bulundukları hukuk disiplini bakımından değil, diğer hukuk disiplinleri bakımından da sonuç doğurup fiili hukuka uygun hale getirirler 101 . Hukuka uygunluk nedeni kapsamında gerçekleĢtirilen fiile ne ceza hukuku yaptırımının ne de baĢka bir 99 100 101 haksız fiil sayılan fiiller, Ģeklinde üçlü bir tasnife tabi tutan görüĢe katılmamaktayız. (bkz. Kılıçoğlu, 1972, s. 185-186). Özgenç, 1996, s. 451. Katoğlu, 2003, s. 23; ROXIN’e göre, Alman hukukunda da ağırlıktaki görüĢ bir fiilin ya hukuka uygun ya da hukuka aykırı olduğunu kabul etmektedir. Fakat son yıllarda ağırlık kazanan bir görüĢ, bunların dıĢında bir üçüncü alanın olduğunu savunmaktadır. Bu alan, hukukun kayıtsız kaldığı alandır (rechtsfreier Raum). Yazara göre, bu alanda nasıl hareket edilmesi gerektiği kanun koyucu tarafından kiĢinin kendi vicdanına bırakılmıĢtır. Örneğin her iki çocuğu boğulma tehlikesi geçiren ve bunlardan sadece birisini kurtarabilecek durumda olan babanın çocuklardan birisini kurtarmak için tercih yapması; ya da bir kiĢiyi taĢıyabilecek dirençte olan tırmanma halatında asılı kalan iki dağcıdan, üstteki dağcının kendisini kurtarmak için ipi kesmesi olayları hukukun kayıtsız kaldığı alanlar değildir (Roxin, 2006, s. 610). Keçelioğlu, E. (2010, Mart-Nisan). Kusurluluğu Ortadan Kaldıran Sebeplerle Hukuka Uygunluk Sebepleri Arasındaki Ayrımın TCK’nın Uygulaması Bakımından Pratik Sonuçları. TBBD, (87), s. 302; Günther, 1983, s. 2. 25 hukuk disiplininin yaptırımının uygulanması söz konusu olabilir102. Örneğin bir saldırıya maruz kalan kiĢi, insan olmanın bir gereği olarak, bu saldırıya karĢılık verir. KiĢinin bu hareketi hukuk düzeninin korumaya çalıĢtığı bir hakka yönelik olduğu için bu saldırıyı bertaraf etmek amacıyla yapılan savunma hareketi hukukun amacıyla örtüĢür 103 . Bu nedenle meĢru savunma halinde bulunan kiĢinin ne cezai ne de hukuki sorumluluğu söz konusu olur. YapmıĢ olduğumuz açıklamalar nedeniyle, yukarıda bahsettiğimiz polisin meĢru savunma halinde silah kullanması durumunda ceza sorumluluğu doğmamasına rağmen, disiplin sorumluluğunun doğacağı görüĢüne katılmamaktayız104. Ayrıca hukuka uygunluk nedenlerinin sınırının aĢılması halinde, aynı fiilin hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilebileceği görüĢünde de isabet yoktur. Zira hukuka uygunluk nedenleri, gerçekleĢtirilen fiili eğer bu fiil hukuka uygunluk nedenlerinin sınırları içerisinde kalmıĢ ise hukuka uygun hale getirmektedir. Fakat hukuka uygunluk nedenleri ile çizilen sınırın aĢılması durumunda, farklı bir değerlendirmenin yapılması gerekmektedir. Buna göre, failin aĢkın kısımdan dolayı sorumlu tutulup tutulmayacağı; sorumlu tutulacaksa ne Ģekilde sorumlu olacağı araĢtırılacaktır 105 . Görüldüğü gibi, bu noktada yapılacak değerlendirme, failin fiilinin aĢkın kısmı üzerinde yapılmaktadır. Bu yüzden yukarıda verilen meĢru savunmada sınırın aĢılması örneğinde, fiilin tamamının hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilebileceği görüĢüne katılmamaktayız. 102 103 104 105 Koca/Üzülmez, 2014, s. 254. Koca/Üzülmez, 2014, s. 260; “Yasal savunma halinde işlenen fiil, hukuka uygundur, çünkü hukuk düzeni hakkın ve haklının saldırıya uğramasına izin vermez.” YCGK, 15.02.2000 tarih ve E. 2000/22, K. 2000/27, sayılı kararı (Kaban, M., AĢaner, H., Güven, Ö. ve Yalvaç, G. (2001). Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları. Ankara, s. 59). Bu durum, Alman hukukunda ciddi tartıĢmalara neden olmuĢtur. Bir görüĢ, polisin meĢru savunma hükümlerinden faydalanmasını fakat bunun karĢısında disiplin sorumluluğunun devam etmesi gerektiğini savunurken; baĢka bir görüĢ, meĢru savunma durumunda bulunan polisin, disiplin sorumluluğunun da doğmayacağını savunmaktadır. Bu görüĢlere karĢı, aslında ilk görüĢe yakın bir görüĢ ortaya atılmıĢtır. Bu son görüĢe göre, polisin meĢru savunma halinde bulunup bulunmadığını tespit edecek ceza hakimi, fiilin hukuka uygun olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapmamalı, sadece kiĢinin ceza alıp almayacağına karar vermelidir (Dagmar, 1998, s. 57 vd). TartıĢmaların asıl sebebinin polis mevzuatlarındaki silah kullanmaya iliĢkin düzenlemeler olduğunu düĢünmekteyiz. Örneğin Bayern Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun (Gesetz über die Aufgaben und Befugnisse der Bayerischen Staatlichen Polizei) 60’ıncı paragrafında genel bir ilkeye yer verilmiĢtir. Anılan hüküm gereği polisin doğrudan zor kullanma yetkisi bu Kanunun, 61 ile 69. paragrafları arasında düzenlenmiĢtir. 60. paragrafın ikinci fıkrasında ise “meşru savunma ve zorunluluk haline ilişkin düzenlemelerin medeni hukuk ve ceza hukuku bakımından doğuracağı etkiler saklıdır” hükmüne yer verilmiĢtir. Kanun daha sonra 67. paragrafta polisin hangi durumlarda silah kullanabileceğini belirtmiĢtir. Polisin meĢru savunma halinde, 67. paragraftaki Ģartlarla sınırlı kalmadan silah kullanabileceği açıkça belirtilmediği için kanunun ilgili hükümleri farklı Ģekillerde yorumlanabilmektedir. Koca/Üzülmez, 2014, s. 284. 26 2.1.3.3. Hukuk Düzeninin Birliği ve Ġdare Bağlantısı 2.1.3.3.1. Genel Olarak Ġdare Bağlantısı Kavramı Hukuk düzeninin birliği kavramı ile ilgili tartıĢmalar, Alman hukukunda seksenli yıllarda idare hukuku ile ceza hukuku arasındaki iliĢki dolayısıyla yeniden gündeme gelmiĢtir106. Özellikle idare hukukunun ceza hukukunu yönlendirici etkisi, bu iki hukuk disiplininin yakın bir iliĢki içerisinde bulunduğu çevre hukuku alanında görülmüĢtür 107. Bunun nedeni olarak Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 28’inci bölümünde108 düzenlenen çevreye karĢı iĢlenen suçların, kanun yapma tekniği bakımından, idare hukuku ile bağlantılı olması gösterilmektedir 109 . Ceza hukukunun, çevre hukuku alanında, idare hukuku ile bağlantılı olması, “çevre hukukunda idare bağlantısı” olarak adlandırılmaktadır110. Esasen, çevre hukukunda doğal yaĢama olumsuz yönde etki eden her insan davranıĢının yaptırım altına alınması söz konusu değildir111. Çünkü insanın havayı, suyu veya toprağı etkilemeden yaĢaması mümkün değildir. Bu bakımdan idare hukukunun, teknik ve standartları göz önünde bulundurarak bazı fiilleri hukuka uygun olarak değerlendirmesi ve bunlara müsaade etmesi, zorunlu olarak ceza hukukunu idare hukuku ile bağlı hale getirmektedir. Bu nedenle, ceza hukukunun idare hukuku tarafından müsaade edilen fiilleri cezalandıramayacağı görüĢü ileri sürülmüĢtür 112 . Hukuk düzeninin birliği düĢüncesi de ayrıntılı, kanuni çözüme kavuĢturulmuĢ ve idare tarafından somutlaĢtırılmıĢ idari bir durumun, ceza hukukunda gerek suç tiplerinin oluĢturulmasında gerekse de bu kanun hükümlerinin uygulanmasında dikkate alınmasını gerektirir113. Her ne kadar idare bağlantısı, genellikle ceza hukuku alanında ele alınmıĢ olsa da diğer suç tiplerinde de tesis edilmiĢ olabilir. Örneğin çevreye karĢı suçlar arasında yer alan TCK’nın “Ġmar Kirliliğine Neden Olma” baĢlıklı 184’üncü maddesinin birinci fıkrasında, yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapılmasının veya yaptırılmasının cezalandırılması öngörülerek suç tipinde bir idare bağlantısı tesis 106 107 108 109 110 111 112 113 Dagmar, 1998, s. 16. Dagmar, 1998, s. 16. ġu an itibariyle 29’uncu bölüm. Dagmar, 1998, s. 16. Dagmar, 1998, s. 16. Dagmar, 1998, s. 23. Breuer, R. (1988). Empfehlen sich Änderungen des strafrechtlichen Umweltschutzes insbesondere in Verbindung mit dem Verwaltungsrecht?. NJW, s. 2077. Breuer, 1988, s. 2078. 27 edilmiĢtir. Benzer Ģekilde, TCK’nın “UyuĢturucu veya Uyarıcı Madde Ġmal ve Ticareti” baĢlıklı 188’inci maddesinin birinci fıkrasında da uyuĢturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç edilmesi yaptırım altına alınmıĢtır. Görüleceği gibi, her iki suç tipinin de ortak noktası öngörülen fiillerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak gerçekleĢmesi gerektiğidir. Dolayısıyla “Ġmar Kirliliğine Neden Olma” suçu bakımından yapılan açıklamalar uyuĢturucu maddelerin imal, ithal veya ihracı için de geçerli olacaktır. 2.1.3.3.2. Ġdare Bağlantısının Görünüm ġekilleri Ġdare bağlantısının kavram bağlantısı, idare hukuku bağlantısı ve idari iĢlem bağlantısı olmak üzere üç farklı görünüm Ģeklinin olduğu ileri sürülmüĢtür114. Kavram Bağlantısı (Begrifflicheakzessorietät) Kavram birliğinin sağlanmasının, hukuk düzeninin birliği açısından gerekli; bu durumun birbiriyle yakın bağlantı içerisinde bulunan hukuk disiplinleri açısından ayrı bir öneme sahip olduğunu belirtmiĢtik. Bu bakımdan örneğin idare hukuku ile ceza hukukunun birbiriyle yakın bağlantı içerisinde bulunduğu çevre ceza hukuku alanında bu birliğin sağlanması gerekir. Bu da daha çok idare hukukunda kullanılan kavramların ceza hukukunda da kabul edilmesi sonucunu doğurur115. Bu durumda, ceza hukukunun kavram bağlantısından söz edilir. Kavram bağlantısı dolayısıyla idare hukukunun ceza hukuku üzerindeki etkisi, suç tipinde kullanılan terminolojide birlik sağlanmasına iliĢkindir. Nitekim TCK’nın “Ġmar Kirliliğine Neden Olma” baĢlıklı 184’üncü maddesi formüle edilirken, Ġmar Kanunu’nda yer alan “yapı ruhsatiyesi” kavramının tercih edildiği belirtilmiĢtir116. Benzer bir duruma TCK’nın “Çevrenin Kasten Kirletilmesi” baĢlıklı 181’inci maddesinde rastlamaktayız. Maddede “atık” veya “artıkların” ilgili kanunlardaki teknik usullere aykırı ve çevreye zarar verecek Ģekilde toprağa, havaya veya suya verilmesi; ayrıca “atık” veya “artıkların” izinsiz olarak ülkeye sokulması yaptırım altına alınmıĢtır. Maddede yer alan “atık” veya “artık” ifadelerinin ne anlama geldiğine iliĢkin bir tanım ise 114 Dagmar, 1998, s. 18; Schall, 1990, s. 1265. Schmitz, R. (2014). Vorbemerkung zu den §§ 324 ff. Münchener Kommentar zum StGB. Band 5, (2. Auflage), Rn. 42; Dagmar, 1998, s. 19. 116 Bkz. TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri Üzerindeki GörüĢmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara, s. 640. 115 28 TCK’da yer almamaktadır. Bu kavramların ne anlama geldiği yine ilgili kanunlardaki düzenlemelerden ve tanımlardan çıkarılabilir117. Nitekim 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 2’nci maddesinde “atık” kavramı tarif edilmiĢtir. Buna göre “atık”; “herhangi bir faaliyet sonucunda çevreye atılan veya bırakılan zararlı maddeleri” ifade eder. Buna karĢılık, söz konusu kanunda “artık” kavramının ne anlama geldiğine iliĢkin bir tanım bulunmamaktadır 118 . Öğretide bir görüĢ, “artık” kavramının “tüketildikten sonra geriye kalan ve elden çıkarılan her türlü madde” olarak tanımlanabileceğini; kanun koyucunun, TCK’daki ilgili hükmü oluĢtururken atık olarak tanımlanamayacak ancak elden çıkarılmasıyla çevreye zarar verme ihtimali olan maddelerle çevrenin kirletilmesini önlemek istediğini savunmaktadır119. Kanımızca “artık” kavramının herhangi bir kanuni tanımı bulunmamasına rağmen, TCK md. 181’de bu kavrama yer verilmesi suçta ve cezada kanunilik ilkesine, dolayısıyla hukuki güvenlik ilkesine aykırılık teĢkil eder. Zira kanundaki bu düzenleme karĢısında kiĢiler; hangi maddelerin toprağa, havaya veya suya bırakılmasının veya hangi maddelerin izinsiz olarak ülkeye sokulmasının suç teĢkil ettiğini bilmeyerek güvencesiz duruma düĢürülmektedir. Ġdare hukukundaki kavramlara suç tiplerinde yer verilmesi, bu kavramlarda yapılan değiĢikliklerin, eĢ zamanlı olarak ceza hukukuna da yansıtılmasını zorunlu kılar. Bu bakımdan daha önce de belirtildiği gibi, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’nci paragrafında kullanılmakta olan “çöp yok etme tesisi” kavramı yerine “çöp arıtma tesisi” kavramı kabul edilmiĢtir. Ġdare Hukuku Bağlantısı (Verwaltungsrechtakzessorietät) Ġdare hukuku bağlantısından, ceza kanunlarında yer alan suç tiplerinin idare hukuku normları ile bağlı hale getirilmiĢ olması anlaĢılır. Böyle bir durumda cezalandırılabilirlik, failin gerek idare hukukuna iliĢkin kanunlara gerekse de bu kanunlara dayanılarak çıkarılan tüzük, yönetmelik gibi idarenin düzenleyici iĢlemlerine aykırı hareket etmesine bağlı hale getirilebilir 120 . Örneğin Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 329’uncu paragrafının birinci fıkrasında Federal Emisyondan Koruma Kanunu’na (Bundesimmissionsschutzgesetz) 117 118 119 120 Talas, Serdar. (2013). Türk Ceza Kanunu’nda Çevrenin Kasten ve Taksirle Kirletilmesi Suçları. İÜHFM, LXXI(1), s. 1151. Ancak Kanuna 3.3.1988 tarih ve 3416 sayılı Kanunu’nun 11. maddesi ile eklenen Geçici Madde 2’de “Bu Kanunun 12 ve 13 üncü maddelerinde belirtilen ilgili yönetmelikler yürürlüğe konuluncaya kadar, her türlü yakıt, atık, artık ve kimyasal maddenin ithali Çevre Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Devlet Bakanının onayına tabidir” denilmek suretiyle “artık” kavramı kullanılmıĢtır. YokuĢ Sevük, H. (2013). Çevre Hukuku. Ankara, s. 298. Breuer, 1988, s. 2079; Schall, 1990, s. 1265; Scheele, R. (1993). Zur Bindung des Strafrichters an fehlerhafte behördliche Genehmigungen im Umweltstrafrecht. Berlin, s. 19. 29 dayanılarak çıkarılan düzenlemelere aykırı fiil, suç olarak tanımlanmıĢtır. Benzer bir Ģekilde, TCK’nın “Çevrenin Kasten Kirletilmesi” baĢlıklı 181’inci maddesinin birinci fıkrasında, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesi suç olarak düzenlenmiĢtir. Bu suçun varlığından bahsedilebilmesi için fiilin “ilgili kanunlarla belirlenen usule aykırı olması” Ģart koĢulmak suretiyle kanun koyucu, fıkrada belirtilen suç bakımından idare hukuku bağlantısını kabul etmiĢtir121. Bir görüĢ, çevre ceza hukukuna iliĢkin kanuni düzenlemelerde idare hukuku bağlantısının tesis edilmesinin, teknik ve ekonomik geliĢmelere ceza hukukunun daha hızlı bir Ģekilde adapte olmasını sağlayacağını savunmaktadır122. Bu konuda üzerinde durulması gereken en önemli husus, idare hukuku bağlantısının kanun haricindeki düzenlemeler ile kurulmasının suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teĢkil edip etmeyeceğidir 123 . Hukukumuzda yapılan tartıĢmalar daha ziyade TCK’nın 181’inci maddesine iliĢkindir. Öğretide bir görüĢ, TCK’nın 181’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ilgili kanun” ifadesinden sadece kanunların değil, bir kanuna dayalı olarak savunmaktadır 124 çıkarılan idarenin düzenleyici iĢlemlerinin de kastedildiğini . Bu görüĢe göre, bağlantının idarenin düzenleyici iĢlemleri ile kurulması durumunda beyaz hüküm de söz konusu olmaz. Zira düzenlemede, suç oluĢturan fiil ve yaptırımı açıkça belirlenmiĢtir 125 . Ayrıca çevrenin korunmasına yönelik tüm teknik usullerin kanunlarla düzenlenmesinin imkanı yoktur. Bu kanunlara dayanılarak çıkarılan yönetmeliklerde öngörülen teknik usullere aykırılıkların da ilgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırılık olarak kabulü gerekir126. Bu görüĢe karĢılık olarak fıkrada geçen “ilgili kanunlar” ifadesi ile Ģekli anlamdaki kanunların anlaĢılması gerektiği savunulmuĢtur. Zira aksi durumun kabul edilmesi halinde, idarenin düzenleyici iĢlemleriyle bir fiilin suç olarak kabul edilmesi veya suç olmaktan çıkarılması mümkün hale gelecektir127. Kanımızca ikinci olarak belirtilen görüĢte isabet vardır. Çünkü suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hangi fiillerin suç teĢkil edeceğinin mutlaka kanunla belirlenmesini Ģart koĢar. Bu nedenle “ilgili kanun” ifadesinin kanun haricindeki diğer düzenleyici iĢlemleri 121 122 123 124 125 126 127 YokuĢ Sevük, 2013, s. 302. Schall, 1990, s. 1266. Zira TCK’nın “Suçta ve Cezada Kanunilik Ġlkesi” baĢlıklı 2’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, “Ġdarenin düzenleyici iĢlemleriyle suç ve ceza konulamaz”. YokuĢ Sevük, 2013, s. 302; Talas, 2013, s. 1153. Talas, 2013, s. 1153. YokuĢ Sevük, 2013, s. 302. Alıca, S. (2008). Türkiye’de Çevre Suçları. Uğur Alacakaptan’a Armağan. cilt 1, Ġstanbul, s. 63. 30 de kapsadığının kabul edilmesi, suçun unsurlarının kanun harici düzenlemelerle çizilmesi anlamına gelir. TCK’nın 181’inci maddesinin yapım süreci de görüĢümüzü teyit etmektedir. Maddenin birinci fıkrasının Adalet Alt Komisyonu’nda kabul edilen tasarı metninde, suçun oluĢabilmesi için “ilgili mevzuatta belirlenen teknik usullere” aykırı hareket edilmesi gerekmekteydi. Maddeye iliĢkin Adalet Komisyonu’nda yapılan değiĢiklikte, suçta ve cezada kanunilik ilkesine riayet etmek amacıyla “ilgili mevzuatta” ifadesinin “ilgili kanunlarla” olarak değiĢtirildiği belirtilmiĢtir128,129. Ġdari ĠĢlem Bağlantısı (Verwaltungsaktakzessorietät) Ġdari iĢlem bağlantısı ile kastedilen Ģey, ceza kanunlarında yer alan suç tiplerinin maddi idare hukukuna değil de bir idari iĢlem, baĢka bir deyiĢle, somut durumda idari makamlarının vermiĢ olduğu kararlar ile bağlı olmasıdır 130 . Ġdari iĢlem bağlantısının olduğu suçlarda genelde, idareden izin alınmadan veya idare tarafından konulmuĢ yasaklara aykırılık teĢkil eden fiiller ceza yaptırımı altına alınmaktadır 131 . Bu tarz bir bağlantıyı Alman kanun koyucusu, örneğin Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’nci paragrafının birinci fırkasında oluĢturmuĢtur. Ġlgili düzenlemedeki suçun oluĢabilmesi için fiilin idari makamların izni olmadan gerçekleĢtirilmesi gerekir 132 . Ġdari makamlardan verilen geçerli bir iznin varlığı durumunda, hukuka aykırı bir fiilin varlığından söz edilemez. Aynı Ģekilde, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 324’üncü paragrafında “yetkisiz” Ģekilde suyun kirletilmesi cezalandırılmaktadır. Bu fiil bakımından da kiĢinin sadece idari makamlardan aldığı iznin hukuka aykırılığı kaldıran bir etkisinin olduğu kabul TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri Üzerindeki GörüĢmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara, s. 635. 129 Her ne kadar çevre ceza hukukuna iliĢkin olmasa da Anayasa Mahkemesi’nin, TCK’nın “Ġnfaz Kurumuna veya Tutukevine Yasak EĢya Sokmak” baĢlıklı 297’nci maddesinin ikinci fıkrası ile ilgili vermiĢ olduğu karar, burada yapılan tartıĢmalara ıĢık tutar niteliktedir. Söz konusu düzenlemede “Birinci fırkada sayılanların dıĢında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya tutukevine sokulması yasak olan eĢyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumuna veya tutukevine sokan veya bulunduran ya da kullanan kiĢi” cezalandırılmaktaydı. Anayasa Mahkemesi söz konusu düzenlemeyi Anayasa’nın 38’inci maddesinde düzenlenen “suçta ve cezada kanunilik ilkesi”ne aykırı bularak iptal etmiĢtir. Yüksek Mahkeme’ye göre, “297. maddenin (1) numaralı fıkrasında suça konu olabilecek eşyaların nitelikleri tek tek sayılmış olmasına karşın, itiraz konusu kuralda böyle bir nitelik belirlemesi yapılmadan, sınırsız, belirsiz ve geniş bir alanda idare içinde yer alan yetkili makama suça konu olabilecek eşyaları belirleme yetkisi tanınmıştır. Buna göre kuralda, idare içinde yer alan yetkili makama suça konu olabilecek eşyaları belirlerken hangi nitelikleri esas alacağı hususuna açık ve belirgin olarak yer verilmediğinden dolayı kural, belirli ve öngörülebilir olmadığı gibi suçun yasallığı ilkesine de uygun değildir”, Anayasa Mahkemesi, 7.7.2011 tarih ve E. 2010/69 E. ve 2011/116 K. sayılı kararı, http://www.kararlar.anayasa.gov.tr/kararYeni.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=3409& content=, eriĢim tarihi 05.01.2014. 130 Dagmar, 1998, s. 20; Schall, 1990, s. 1266; Scheele, 1993, s. 22; Breuer, 1988, s. 2079. 131 Schmitz, 2014, Rn. 46. 132 Dagmar, 1998, s. 20. 128 31 edilmektedir. KiĢinin, iznin Ģartlarını yerine getirmiĢ olmasına rağmen, herhangi bir izin veya ruhsat almamıĢ olması durumunda ise hukuka uygun bir fiilden bahsedilemez 133 . BaĢka bir deyiĢle, kiĢiye suyu kirletme yetkisi veren bir idari iĢlem, fiili hukuka uygun hale getirecektir134. TCK’nın 181’inci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen suç bakımından da idari iĢlem bağlantısı kabul edilmiĢtir. Zira söz konusu fıkradaki suçun oluĢabilmesi için atık veya artıkların ülkeye izinsiz sokulması gerekir. Eğer atık veya artıkları ülkeye sokan kiĢiye yetkili makamlar tarafından bir izin verilmiĢ ise belirtilen suç oluĢmayacaktır. Burada Ģu hususa dikkat çekmek gerekmektedir. Ġdari iĢlem bağlantısının söz konusu olduğu suçlarda, idari iĢlemin sebep unsurunun mutlaka kanunla belirlenmiĢ olması gerekir. Örneğin, TCK’nın 181’inci maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen suçun oluĢabilmesi için, kiĢinin hangi tür atık veya artıkların izne tabi olduğunu 135; hangi tür atıkların ülkeye sokulmasının yasak olduğunu136, dolayısıyla bu atıkları ülkeye izin almıĢ olsa bile getiremeyeceğini bilebilmesi için söz konusu hususun kanunda açıkça belirtilmiĢ olması gerekir. 2.1.3.4. Diğer Hukuk Disiplinlerinin Amaçlarını Ġhlal Etme Yasağı Olarak Hukuk Düzeninin Birliği Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin arkasında yatan baĢka bir husus da farklı hukuk disiplinlerinin birbirlerinin amaçlarını karĢılıklı olarak ihlal etmelerinin ve sınırlandırmalarının yasaklanmasıdır. Hukuk düzeninin farklı hukuk disiplinlerinin bir yığınından daha fazla bir Ģey olduğunu ifade etmiĢtik. Bu demektir ki farklı hukuk disiplinleri mutlaka bir ahenk içerisinde bulunmalıdırlar. Eğer bir hukuk disiplini çerçevesinde oluĢturulmuĢ kuralların, diğer hukuk disiplini çerçevesinde oluĢturulmuĢ kurallar nedeniyle uygulanmasının bir anlamı kalmıyorsa bu ahenk bozulmuĢ demektir. Bu konu ile ilgili önemli gördüğümüz birkaç hususun açıklanmasında fayda vardır. 133 Breuer, 1988, s. 2080. Dagmar, 1998, s. 20. 135 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 13’üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı bazı yakıtların, maddelerin, atıkların, tehlikeli kimyasallar ile bu kimyasalları içeren eşyaların ithalini, Bakanlığın görüşünü alarak yasaklayabilir veya kontrole tâbi tutabilir”. Görüleceği gibi, hangi atıkların ülkeye getirilmesinin izne tabi olduğu BaĢbakanlık DıĢ Ticaret MüsteĢarlığının belirlemesine bağlı kılınmıĢtır. Hangi atıkların ülkeye getirilmesinin izne tabi tutulacağı idari bir tasarrufla belirleneceği için bu durumun da yine suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teĢkil ettiğini belirtmek gerekir. 136 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 13’üncü maddesinin dördüncü fıkrasına göre, “Tehlikeli atıkların ithalatı yasaktır”. 134 32 2.1.3.4.1. Para Cezalarının Vergi Borcundan Ġndirilememesi Diğer hukuk disiplinlerinin amaçlarını ihlal etme yasağı bağlamında öne çıkan bir husus, para cezalarının gider olarak gösterilerek tahakkuk eden vergi borcundan indirilebilip indirilememesi sorunudur137. Hukuk düzeninin birliği bağlamında, kesilen hem idari hem de adli para cezalarının, tahakkuk eden vergi borcundan indirilmemesinin kabul edilmesinin temelinde yatan düĢünce, hukuki güvenlik ilkesi ve normun açıklığı ilkesinden ziyade; diğer hukuk disiplinlerinin amaçlarının göz önünde bulundurulmasının gerekliliğidir. Bu yüzden vergi hukuku, ceza hukukunun doğuracağı etkileri geçersiz hale getiremez138. Bu görüĢ paralelinde, Gelir Vergisi Kanunu’nun 41’inci maddesinin altıncı fıkrasında, her türlü para cezaları ve vergi cezaları ile teĢebbüs sahibinin suçlarından doğan tazminatlara iliĢkin ödemelerin gider olarak gösterilemeyeceği hüküm altına alınmıĢtır. Benzer bir düzenleme Almanya’da Federal Gelir Vergisi Kanunu’na (EStG) 1984 yılında eklenmiĢtir. Anılan kanunun 4’üncü paragrafının beĢinci fıkrasının birinci bendinin sekiz numaralı alt bendine göre, mahkemeler ve Gelir Vergisi Kanunu’nca yetkili kılınan organlar tarafından verilen para cezaları ve uyarı cezaları ile Avrupa Birliği organlarınca bu kapsamda verilen cezalar, tahakkuk eden vergiden indirilemezler. Kanunda yapılan bu değiĢikliğin gerekçesinde ise açıkça değiĢikliğin hukuk düzeninin birliğini garanti altına almak amacıyla yapıldığı belirtilmiĢtir139. 2.1.3.4.2. Ahlaka Aykırı Bir ĠĢin Gördürülmesi Ġçin Ödenen Meblağın, Hile Sonucu Verildiği Gerekçesi ile Geri Ġstenememesi Bu noktada ele alacağımız bir baĢka husus ise haksız veya ahlaka aykırı bir iĢin gördürülmesi için ödenen meblağın, hile ile elde edildiği gerekçesiyle, ödeme yapılan kiĢiden alınıp alınmayacağıdır. Konuyu bir örnekle açıklığa kavuĢturacak olursak: A, kamu görevlisi K’yı çok iyi tanıdığını, ona istediği her iĢi sorunsuzca yaptırabileceğini söyler. Bu sözlere itimat eden B, görevin gereklerine aykırı olarak bir iĢi yapması amacıyla K’ya verilmek üzere, A’ya bir miktar para verir. Daha sonra A’nın dolandırmak amacıyla hareket ettiği anlaĢılır ve A, TCK’nın 157’inci maddesinde düzenlenen “Dolandırıcılık” 137 138 139 Dagmar, 1998, s. 161. Dagmar, 1998, s. 161. Dagmar, 1998, s. 386. 33 suçundan dolayı mahkum olur. Burada B’nin, A’ya vermiĢ olduğu parayı geri istemesi durumunda özel hukukta geçerli olan bir ilke gündeme gelecektir. Bu ilke, Borçlar Kanunu’nun 81’inci maddesinde düzenlenmiĢtir. Buna göre, “hukuka ve ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez”. Bu nedenle, kiĢinin dolandırıldığı ceza mahkemesi hükmü ile sabit olsa da bahse konu meblağ hukuka ve ahlaka aykırı bir amaç için ödenmiĢ olduğu için paranın geri alınması söz konusu olamaz140,141. 2.1.3.4.3. Hukuk Muhakemesinde Geçerli Olan Senetle Ġspat Kuralının Ceza Muhakemesinde Uygulanabilirliği Sorunu Diğer hukuk disiplinlerinin amaçlarını ihlal etme yasağı bağlamında üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise hukuk muhakemesinde geçerli olan senetle ispat kuralının, ceza muhakemesinde de uygulanabilir olup olmadığı sorunudur. Daha açık bir Ģekilde ifade edecek olursak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) senetle ispat Ģartına tabi tuttuğu bir husus 142 , bir suç dolayısıyla ceza mahkemesinde mevzu bahis olunca, her türlü delille ispat edilebilecek midir, yoksa HMK’daki bu düzenlemenin içinin boĢaltılmasının önlenmesi adına, ceza muhakemesinde de senetle ispat kuralı mı geçerli olacaktır? 140 141 142 Aynı yönde bkz. Tunçomağ, K. (1962). Mahkeme Kararları Kroniği. İÜHFM, XXVIII(3-4), s. 846; Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında aynı gerekçelere dayanmıĢtır: “davacının kocasının cezai takibattan kurtulması için davalının adli mercilere vereceğini beyan ederek kendisinden almış olduğu 700 liranın tahsilini istediği ve davalının bu fiilinden ötürü ceza mahkemesince dolandırıcılıktan mahkum edildiği anlaşılmış ve Borçlar Kanunu’nun 53’ünci maddesi uyarınca ceza mahkemesinin mahkumiyet kararları hukuk hâkimini takyit eylemesi gerekmekte bulunmuş ise de, bu husustaki muhkem kaziye, fiilin sübutuna müessir olup, aynı kanunun 65’inci maddesi muvacehesinde şahsi hak talebine müessir olmamak icap eder. Çünkü mezkûr maddede haksız yahut ahlaka mugayir bir maksat istihsali için verilen bir şeyin istirdat edilemeyeceği açıkça belirtilmiştir. Bu cihet göz önünde tutulmadan yerinde olmayan sebep ve düşüncelerle yazılı şekilde tahsile karar verilmesi yolsuz ve bozma dileği bu bakımdan yerinde olduğundan hükmün bu sebepten bozulmasına…” Yargıtay 3. HD, 13.1.1961 tarih ve E. 623, K. 275 sayılı kararı (AD, Kasım- Aralık 1961, (11-12), s. 1175). Her ne kadar somut olayda söz konusu meblağ, dolandırıcılık suçundan mahkum olmuĢ kiĢiden alınıp suçun mağduruna verilemeyecekse de bu durum, dolandırıcılık suçunun faili hakkında TCK’nın 55’inci maddesinde düzenlenen kazanç müsaderesi hükümlerinin uygulanmasına engel değildir. HMK’nın “Senetle Ġspat Zorunluluğu” baĢlığını taĢıyan 200’üncü maddesi hükmü Ģu Ģekildedir: “(1)Bir hakkın doğumu, düĢürülmesi, devri, değiĢtirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki iĢlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeĢyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki iĢlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeĢyüz Türk Lirasından aĢağı düĢse bile senetsiz ispat olunamaz. (2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karĢı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir”. 34 Bahse konu sorun ile ilgili Yargıtay’ın bazı suç tipleri hakkında vermiĢ olduğu kararlar, öğreti açısından belirleyici olmuĢtur. Yargıtay tarafından, baĢlangıçta yalan yere yemin suçuna (765 sayılı TCK md. 287, TCK md. 275); sonraları ise açığa imzanın kötüye kullanılması suçuna (765 sayılı TCK md. 509, TCK md. 209) dair verilen kararlar üzerinde bu konu tartıĢılmıĢtır. Yalan yere yemin suçuna iliĢkin mesele genelde Ģu Ģekilde cereyan etmiĢtir: A, B aleyhine hukuk mahkemesinde alacak davası açmıĢtır. Söz konusu alacak senetle ispat sınırları içerisinde kalmasına rağmen, A’nın elinde alacağı ispatlayan bir senet bulunmamaktadır. Elinde senet bulunmayan A, borcunun olmadığına dair B’ye yemin verdirir. B’nin borcunun olmadığına dair yemin etmesi üzerine A’nın davası reddedilir. A, bunun üzerine B hakkında yalan yere yemin ettiği gerekçesi ile suç duyurusunda bulunur ve ceza davasında tanık dinletmek suretiyle B’nin yalan söylediğini ispat etmek ister. Bu suretle, hukuk mahkemesinde reddedilmiĢ bir iddia, ceza mahkemesi huzurunda dolaylı bir yoldan ispat edilmeye çalıĢılmaktadır143. Yargıtay’ın 2 Nisan 1941 tarihli Ġçtihadı BirleĢtirme Kararına kadar bu konuya iliĢkin olarak uygulamada birlik yoktu. Yargıtay’ın bazı kararlarında bu gibi durumlarda ceza mahkemesinde tanık dinletilebileceği kabul edilirken, diğer kararlarında uyuĢmazlığın ancak senetle ispat edilebileceği kabul edilmekteydi 144 . Yargıtay, söz konusu içtihadı birleĢtirme kararında, hukuk mahkemesi huzurunda iĢlenen yalan yere yemin suçunun ceza mahkemelerindeki duruĢmalarında ceza hâkimlerinin yazılı delil aramalarının gerektiğine hükmetmiĢtir145,146. Oğuzman, K. (1952, Mart). HUMK’nun Ġspatını Kanuni Delile Tabi Tuttuğu Bir Mesele Bir Suç Dolayısıyle Ceza Mahkemesinde Mevzubahis Olunca Her Türlü Delille Ġspat Edilebilir mi?. İBD, XXVI (3), s. 147. 144 Bu kararlar için bkz. Dönmezer, S. (1943). Mahkeme Ġçtihatları. İÜHFM, IX (1-2), s. 431 vd. 145 “Hukuk Davalarında müddei ve müddealeyh sıfatını haiz olduğu halde yalan yere yemin eden kimsenin Türk Ceza Kanunun (287) nci maddesine tevfikan cezalandırılması için ceza mahkemesinde yapılacak duruşmasında ceza hakiminin bir nevi beyyine ile tekayyüd edip etmeyeceği hakkında hususi ve sarih bir kayıt yoktur. Gerçi Ceza Muhakeme Usulü Kanunun (254) üncü maddesinde (mahkeme irat ve ikame edilen delillerin duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder.) Denilmiş ise de; Bu ıtlak diğer suçlardan bariz hususiyetle farklı bulunan yalan yere yemin suçuna da şamil olmaması iktiza eder. Çünkü, Hukuk Davaları Usulü Muhakemeleri Kanununun (287) nci maddesinde sırf intizamı amme mülahazasıyla (kanunun bir delil ile ispatını emreylediği hususların başka suretle ispat olunamayacağı) katiyetle ifade edilmiş ve yine hukuk usulünün (445) inci maddesinin (6) ncı bendinde (Mahkûmunaleyhin yalan yere yemin ettiği ikrarı veya beyyinei tahririye ile sabit olmuş olması) deyu yazılı bulunması da yalan yere yemin suçunun ancak ikrar veya beyyinei tahririye ile ispat edilmesi lüzumuna işaret mahiyetinde bulunmuştur. Ceza Muhakemeleri usulünün sakit bulunduğu hususlarda daha umumî bir usulü kanunî olan hukuk muhakemeleri usulünün hükümlerine müracaat olunmak mutat bulunmasına göre ceza usulü Muhakemesi Kanunun zikri geçen (254) üncü maddesinin ıtlak ibaresi yalan yere yemin suçunun sübut sebeplerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri ile ceza hakiminin takayyüt etmesini kabulde ehemmiyetli bir mahzur tasavvur olunamaz. Aksini iltizamda ise Hukuk Mahkemesinde Kanunun emreylediği yazılı beyyineyi hukuki münasebetin teessüsünde ihmal eden bir tarafın hasmına 143 35 Yargıtay, “açığa imzanın kötüye kullanılması” suçuna iliĢkin vermiĢ olduğu içtihadı birleĢtirme kararında da aynı gerekçeyi benimsemiĢtir147. Yargıtay’ın her iki içtihadı birleĢtirme kararındaki hareket noktası, hukuk muhakemesinde kabul edilmiĢ olan senetle ispat kuralının ceza muhakemesi vasıta kılınarak iĢlevsiz hale getirilmemesi ve diğer taraftan aynı konuya iliĢkin farklı hükümlerin çıkmasının önüne geçilmesidir. Bu amacı sağlamak adına Yargıtay, ispat konusunda ceza hâkiminin sınırlanabileceğini kabul etmiĢtir. Yargıtay’ın bu içtihadı öğretide bazı yazarlar tarafından kabul görmüĢtür 148 . Bu yazarlardan BELGESAY’a göre, CMUK md. 255 yemin verdirdikten sonra ceza mahkemesine müracaatla şahit ikame etmek ve binnetice tazminat adı altında isteyeceği hakkı şahsî ile hasmını mahkûm ettirerek iadei muhakeme yolunu fiilen refettirmek ve cezaya da çarptırmak iktidarı ve bu suretle nizamı amme için konulan bir müeyyideyi kıymetsiz bir hale koymak fırsat ve salahiyeti bahşedilmiş, diğer taraftan da kanunî tahdidata riayet etmeyenlerin elinde yalan yere yemin suçunun bir tehdit vasıtası olarak kullanılmasına cevaz verilmiş olur. Bundan başka iki mahkemenin kararları arasında taraflara müessir bir takım tezatların ve kanunların hükümleri arasında bazı ahenksizliklerin husulüne sebebiyet verilmiş olur. Hukuk Mahkemesinde, tekevvün eden ve diğer suçlara nazaran bir hususiyet arz eden bu suçun, maznunun ceza mahkemesindeki duruşmasında ceza hakiminin Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunda yazılı tahdidata tabi tutulmasından doğacak mahzurlar daha mühim olduğundan bu hususta ceza hakiminin Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunun vaz eylediği tahdidatıyla mukayyet olmasını kabul ile derpiş edilen mahzurlara meydan bırakmamak icap eder. Binaenaleyh tahriri vesika ile ispatı lazım gelen meselede hukuk mahkemelerinde yalan yere yemin etmekle maznunualeyh olan kimselerin ceza mahkemelerindeki duruşmalarında ceza hakimlerinin Hukuk Davaları Usulü Muhakemeleri Kanunun 287, 288, 289 ve 290 ncı maddeleri hükümleriyle mukayyet olarak yazılı delil arayıp ona göre hüküm vermeleri lazım geleceğine ekseriyeti sülüsan ile karar verildi” YĠBK, 2.04.1941 tarih ve E. 1940/19, K. 1941/12 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi, 18.04.2012. 146 Yargıtay bu görüĢünü daha sonraki kararlarında da devam ettirmiĢtir: “Sanık tarafından yalan yere yapıldığı iddia olunan yeminin kanıt yokluğu nedeniyle kendisine yöneltildiği anlaşıldığından, bu suçun yazılı biçimde ispatı gerektiği gözetilmelidir” Yargıtay 4. CD, 24.11.2004 tarih ve E. 2003/953, K. 2004/11430 sayılı kararı; “Sanıklar tarafından yalan yere yapıldığı iddia olunan yeminin, delil yokluğu nedeniyle teklif edildiği anlaşıldığına göre, bu suçu yazılı delille kanıtlamak gerektiği gözetilmeden hükümlülük kararı verilmesi doğru değildir” Yargıtay 4. CD, 16.12.1986 tarih ve E. 1986/9718, K. 1986/10207 sayılı kararı; “Kiraya verilen dükkanın ihtilaflı yıllık kira bedelinin saptanması davasında, hukuk mahkemesinde delil yokluğu nedeniyle teklif ve yerine getirilen yeminin yalan yere yapıldığının, ceza mahkemesinde tanıkla kanıtlanması olanaksızdır” Yargıtay 4. CD, 6.04.1983 tarih ve E. 1983/1574, K. 1983/1994 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi, 18.04.2012. 147 “İmzalı boş bir kağıdın anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasının cezada sabit görülerek verilen mahkumiyet kararının aksine olarak hukuk mahkemesinde böyle bir iddianın yerinde olmadığının kabulü ile alacağın gerçek bulunduğu sabit olduğu takdirde, alacaklı ceza kararı sonucu mahkum olacak ve fakat aynı alacaklı hukuk mahkemesi kararı sonucu alacağını icrada tahsil edecektir. Böylesine çelişkili durumun ortaya çıkmasına hukuk mantığının cevaz vermeyeceği doğaldır. Bu sonucu benimsemek Borçlar Kanunu'nun az önce açıklanan 53. maddesindeki hukuki esaslarla da bağdaştırılamaz. Aksinin kabulü halinde senet borçlusu hiç bir zaman ne İcra Tetkik Mercii Hakimliğine, ne de Ticaret Mahkemesine başvurma yoluna gitmeyecek, şahit temin ederek C. Savcılığına başvurarak dava açılmasını, kamu davasına da katılarak şahsi hakkının hüküm altına alınmasına ve asıl önemli olan TCK.nun 36. maddesine dayanarak davaya konu belgenin zoralımına karar verilmesini sağlayabilecektir. Hal böyle olunca ve bu yol açılınca HUMK ve İİK hükümleriyle getirilen sınırlamaların uygulama olanağı da eylemli olarak kalkacaktır” YĠBK, 24.03.1989 tarih ve E. 1988/1, K. 1989/2 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 03.11.2011. 148 Erem, F. (1993). Türk Ceza Kanunu Şerhi Özel Hükümler Cilt 3. Ankara, s. 2492; Yasa, F. (1937). Yalan Yere Yemin Suçu ve Sübut Delilleri. Adliye Ceridesi, 9, s. 784 vd; Belgesay, M. R. (1942). Yalan Yemin Suçunun Ġspatına Dair Türkiye Temyiz Mahkemesi Tevhidi Ġçtihat Kararının Analizi. Adliye Ceridesi, 36 hükmü ne kadar mutlak olursa olsun, senetle ispatı düzenleyen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) md. 288 hükmünün ceza mahkemelerinde uygulanmasına engel olmaz149. Ġspat konusunda ceza hâkiminin sınırlandırılması kanımızca doğru değildir 150 . Bilindiği gibi ceza muhakemesinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için delil serbestîsi ilkesi kabul edilmiĢtir. Delil serbestîsi, ceza muhakemesinde her Ģeyin delil olabilmesi, her Ģeyin her Ģeyle ispatlanabilmesi, hukuk muhakemesinin aksine belli bir ana kadar değil, duruĢmanın her aĢamasında delil ileri sürülmesi ve bunun sonucunda da delillerin hâkim tarafından serbestçe değerlendirilmesi anlamına gelir 151 . Ceza muhakemesinde kural olarak delil serbestîsi kabul edildiği için bu ilkeden ayrılmak ancak kanunun açıkça izin verdiği bir durumda söz konusu olur152. Bahse konu suçlar açısından ise kanunda böyle açık bir muvafakati barındıran bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle yüksek mahkemenin 1941 tarihli içtihadı birleĢtirme kararında “Hukuk Davalarında müddei ve müddealeyh sıfatını haiz olduğu halde yalan yere yemin eden kimsenin Türk Ceza Kanunun (287) nci maddesine tevfikan cezalandırılması için ceza mahkemesinde yapılacak duruşmasında ceza hakiminin bir nevi beyyine ile tekayyüd edip etmeyeceği hakkında hususi ve sarih bir kayıt yoktur” Ģeklinde vermiĢ olduğu hüküm isabetli değildir. Zira CMK’da delil serbestîsi ilkesi geçerli olduğu için bahsedilen hususla alakalı özel ve açık bir düzenlemenin olmayıĢı, bu durumda da delil serbestîsi ilkesinin geçerli olduğu anlamına gelir. Hukuk muhakemesinde hakim olan senetle ispat kuralının ceza muhakemesinde uygulanacak olması, ceza muhakemesi hukukunda geçerli olan maddi gerçeğin araĢtırılması ve delil serbestisi ilkelerinin iĢlevsiz hale gelmesine yol açar153. Bu bakımdan ceza muhakemesinde senetle ispat kuralının iĢletilmemesi sonucunda, aynı konuya iliĢkin birbirleriyle çeliĢkili kararların çıkacağını savunmak da isabetli değildir. Zira alacağını senetle ispatlayamayan kiĢinin davası, bu kimsenin o hakka sahip olmadığı gerekçesi ile 149 150 151 152 153 (sayı 6), s. 745 vd; YavaĢ, M. (2009). Senetle İspat ve Senede Karşı Senetle İspat Kuralları ile Bu Kuralların İstisnaları. Ankara, s. 226. Belgesay, 1942, s. 750. Oğuzman, 1952, s. 146 vd; Dönmezer, 1943, s. 431 vd; Feyzioğlu, M. (2002). Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat. Ankara, s. 94 vd; Centel, N. ve Zafer, H. (2014). Ceza Muhakemesi Hukuku. (YenilenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 11. Bası). Ġstanbul, s.7, 8; Gökcen, A. (2013). Belgede Sahtecilik Suçları. (3. Baskı). Ankara, s. 77; Ünver, Y. (1995-1996). Ceza Yargılaması Hukukunda Ġspata ĠliĢkin Bir Yargıtay ĠBK’nın Ġncelenmesi. İÜHFM, LV(1-2), s. 183 vd. ġahin, C. ve Göktürk, N. (2013). Ceza Muhakemesi Hukuku. Ġkinci Cilt, (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 2. Baskı). Ankara, s. 18. Oğuzman, 1952, s. 150; Dönmezer, 1943, s. 437; Ünver, 1995-1996, s. 202. Oğuzman, 1952, s. 150. 37 değil; sadece mevcut deliller çerçevesinde alacağını ispatlayamadığı için reddedilmektedir154. BaĢka bir deyiĢle, böyle bir durumda hukuk mahkemesinin alacaklının talebini reddettiğine iliĢkin hükmü, bu kiĢinin gerçekte alacaklı olmadığını göstermemektedir. Hukuk mahkemesi huzurunda yemin eden borçlu hakkında yapılan ceza yargılamasında ise delil serbestisi ilkesi gereğince, bu kiĢinin gerçeği söyleyip söylemediği tanık dahil bütün ispat vasıtaları ile araĢtırılır. Bunun sonucunda alacağını senetle ispatlayamadığı için hukuk davası aleyhine sonuçlanan alacaklı, borçlunun yalan yere yemin ettiğini ve kendisine borçlu olduğunu, dinleteceği tanıklarla ispatlayabilir. Ceza mahkemesinin, hukuk davasında yalan yere yemin eden ya da açığa atılan imzayı kötüye kullanan kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili her türlü delille ispat etmesi, hukuk ve ceza mahkemesi hükümleri arasında bir çeliĢkinin oluĢtuğu anlamına gelmez. Bu bakımdan ceza mahkemesinin, hukuk mahkemesinin aksine, açığa atılan imzayı kötüye kullanan veya yalan yere yemin eden kiĢiler hakkında mahkumiyet kararı vermesi, diğer hukuk disiplinlerinin amaçlarını ihlal etme yasağına aykırılık teĢkil etmez. 2.2. Hukuk Düzeninin Birliği ve Hukuki Güvenlik 2.2.1. Hukuki Güvenlik Hukuk düzeninin öncelikli görevi toplum yaĢamını bir düzen içerisine oturtmaktır. Bu görevin yerine getirilmesini, maddi adalet ilkesi ile birlikte hukuk devletinin temel unsurlarından hukuki güvenlik ilkesi mümkün kılar155. Hukuki güvenlik ilkesinin iĢlevsel olması sayesinde hukuk kuralları Ģeffaf, genel ve açık hale gelir. Böylece normun muhatabı kiĢi, nasıl hareket etmesi gerektiğini bilebilir, en azından tahmin edebilir ve gerçekleĢtirdiği hareketin hukuki sonuçlarını öngörebilir156. Hukuki güvenliğin ne anlama geldiği noktasında somut bir tanım yapılmamaktadır. Kavramı ifade etmenin göstermiĢ olduğu güçlük karĢısında yazarlar bir tanım yapmaktan kaçınmıĢlardır. Hukuki güvenliğin tanımlanması yerine, bu ilkeye ait olduğu belirtilen diğer ilkelerden faydalanılmıĢtır. Bu yüzden “hukuki güvenlik nedir?” sorusu yerine, 154 155 156 Oğuzman, 1952, s. 154; Dönmezer, 1943, s. 438. Günther, 1983, s. 94. Köküsarı, Ġ. (2008, Kasım-Aralık). Hukuk Devletinde Bireyin Hukuki Güvenliği ve Önemi. Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, (51-52), s. 7. 38 “hukuki güvenlik neyi gerektirir?” ya da “hukuki güvenliğe neler dahildir?” soruları sorulmaktadır157. Bir görüĢe göre hukuki güvenlik ilkesi, hukuk kurallarının muhatapları için açık, belirli ve kararlı bir çerçeve oluĢturmasını; ayrıca bu kiĢilere fiillerinin sonuçlarını öngörme olanağı vermesini gerekli kılar158. ARAL da bir tanım vermek yerine hukuki güvenliğin gerçekleĢmesinin bazı Ģartların varlığına bağlı olduğunu belirtmiĢtir 159 : Birincisi, bahse konu hukuk kuralının devlet gücüyle uygulanıyor olması baĢka bir deyiĢle, yürürlükte olmasıdır. Ġkincisi, hukukun kesin ve açık kavramlara yer vermesi, bunun karĢısında hakime geniĢ takdir yetkisi vermemesidir. Üçüncüsü, hukuk üzerinde tartıĢma bulunmayan, sınırları belirli kavramlara yer vermelidir. Dördüncüsü ise, gerçekleĢmesi mümkün olmasa da hukukun sürekli ve değiĢmez olmasıdır. Anayasa Mahkemesi de vermiĢ olduğu bir kararında hukuki güvenliği Ģu Ģekilde tarif etmiĢtir: “Hukuk devleti ilkesinin önkoşullarından biri olan hukuk güvenliği ile kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar”160. Hukuki güvenlik kavramının içeriğini en geniĢ Ģekliyle Franz SCHOLZ oluĢturmaya çalıĢmıĢtır. SCHOLZ’a göre hukuki güvenlik, yaĢama iliĢkin hakları mümkün olduğunca tam manasıyla ve etkili bir Ģekilde koruyan ve bu korumayı tarafsız ve adil bir Ģekilde gerçekleĢtiren bir hukuki durumdur. Bu durum, hukuki koruma mekanizmaları ile sağlanmakta ve hak arayan kiĢinin güveni hukukun adil kullanılması suretiyle tesis edilmektedir161. Hukuki güvenlik ilkesi, gelecekteki hukuki durumun Ģimdiden beklenilebilir ya da öngörülebilir olmasını amaçlar. Bu amaçtan hareket edildiğinde hukuki güvenlik ilkesinin 157 158 159 160 161 Von Arnauld, 2006, s. 102. Kaboğlu, Ġ. (2009). Anayasa Hukuku Dersleri Genel Esaslar. (Gözden GeçirilmiĢ 5. Baskı). Ġstanbul, s. 391; CoĢkun-Karadağ, 2009, s. 720. Aral, 2010, s. 22. Anayasa Mahkemesi, 7.2.2008 tarih ve E. 2005/38, K. 2008/53 sayılı karar, http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=2571&content=, eriĢim tarihi 10.08.2011; Anayasa mahkemesi hukuki güvenlik hakkında geliĢtirmiĢ olduğu bu tanımı diğer kararlarında da kullanmıĢtır. Bkz. Anayasa Mahkemesi, 11.06.2009 tarih ve E. 2007/115, K. 2009/80 sayılı karar, http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=2803&content=, eriĢim tarihi 11.08.2011. Scholz, F. (1955). Die Rechtssicherheit. Berlin, s. 3. 39 temel esaslarını öngörülebilirlik (Berechenbarkeit), güvenilirlik (Verlässlichkeit) ve tanınabilirlik (Erkennbarkeit) olarak belirleyebiliriz 162 . Öngörülebilirlik, gelecekte hukukun ne olacağı ile ilgilidir. Ġstikrarlı olan ve değiĢimi ya da gelecekteki kullanımı öngörülebilir olan hukuk, güvenli bir hukuktur. Tanınabilirlik, hukukun aleni olmasının yanında daha açık olmasını gerektirir. Buradan hukukun belirli, net ve anlaĢılabilir olması gerektiği sonucuna ulaĢılır. Güvenilirlik, hukukun istikrarlı olmasını gerekli kılar, bunun da baĢlıca Ģartı hukukun yürürlükte olmasıdır163. Normun açıklığı, belirlilik, kesin hüküm, geçmiĢe yürümeme ilkeleri gibi hukuki güvenliğe ait olan ilkeler, bu temel esaslar altında sınıflandırılmalıdır 164 . Fakat bahse konu ilkelerin temel esaslar altında sınıflandırılması demek, onların birbirlerinden tamamen bağımsız oldukları anlamına gelmemektedir. Bu ilkeler çoğu zaman tek baĢlarına değil, ancak diğer ilkeler ile birlikte hukuki güvenliği sağlayabilmektedir. Bu yüzden hukuki güvenliğe ait olduğu belirtilen bu ilkeler genelde birlikte anılmaktadır. 2.2.2. Hukuki Güvenlik ve Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Bağlantısı Hukuk devleti ile hukuki güvenlik ilkesi arasında sıkı bir bağ olduğunu düĢünen SCHOLZ’a göre hukuk devleti, hukuki güvenliğin devletidir 165 . Aynı Ģekilde hukuk düzeninin birliği ile hukuk devleti arasında sıkı bir bağ olduğunu düĢünen yazarlara göre de hukuk düzeninin birliği, hukuk devleti ilkesinden meydana gelmiĢtir; burada hukuk devleti ile ilgili bir ilke söz konusudur166. Bu iki ilkeyi hukuk devleti ortak paydasında birleĢtiren baĢka bir görüĢe göre de hukuki güvenlik, belirlilik ve aynı zamanda hukuk düzeninin birliğinin çıkıĢ noktası olan hukuk düzeninin tutarlılık arz etmesi, hukuk devleti prensibinin birer sonuçlarıdır167. Bu iki ilkenin de hukuk devletinden doğmuĢ olduğunun söylenmesi, aralarındaki bağlantının tespit edilmesi için yeterli değildir. Bu yüzden meselenin daha da somutlaĢtırılması, özellikle hukuki güvenlik ilkesinin unsurları olarak görülen ilkelerden bazılarının daha yakından incelenmesi gerekir. 162 Von Arnauld, 2006, s. 105. Von Arnauld, 2006, s. 106. 164 Von Arnauld, 2006, s. 106. 165 Scholz, 1955, s. 5. 166 Schall, 1990, s. 1265. 167 Günther, 1983, s. 94. 163 40 Bu kapsamda belirlilik ilkesi önem arz eder. Bir görüĢe göre, hukuk düzenin birliği için hukuki güvenlik ilkesinden türemiĢ olan belirlilik ilkesi168 önemli bir yere sahiptir169. ġöyle ki, devlet toplum yaĢamını her Ģeyden önce yasama, yürütme ve yargı tarafından verilen emir ve getirilen yasaklar sayesinde garanti altına alır. Bu verilen emir ve getirilen yasaklar ilgili kiĢi için bir değer ölçüsü olarak hizmet eder. Bu kiĢi de kendisini emir ve yasaklar ile belirlenmiĢ davranıĢa uyma yönünde motive eder. Böylece vazedilmiĢ bu emir ve yasaklara bakılarak kiĢilerin hareketleri bir değerlendirmeye tabi tutulur. Ancak bu bahsedilen durumun gerçekleĢebilmesi için kiĢinin kendisine yöneltilen emir ve yasakları bilmesi gerekir. Bunun için de kiĢinin nasıl hareket etmesi gerektiğinin ve hareketinin hukuki sonuçlarının açık ve anlaĢılır olması gerekir170. Diğer taraftan, emir veya yasağın toplumdaki düzen görevini ifa edebilmesi için diğer hukuki emirler ve değerlendirmeler ile çatıĢma içinde olmaması da gerekir. Bu çatıĢmanın söz konusu olduğu durumlarda ilgili kiĢi ne hukuki durumunu bilebilir ne de kendi davranıĢını bu emir ve yasaklara göre yönlendirebilir. Bu yüzden hukuki güvenlik ilkesi, hukuk düzenin birliğinin çıkıĢ noktası olarak görülür171. Görüldüğü gibi, hukuk düzeninin birliği için hukuki güvenliğin bir unsuru olan belirlilik ilkesi önemli bir yere sahiptir. Hukuki belirliliğin tam olarak sağlanabilmesi için öngörülebilirliğin de tesis edilmiĢ olması gerekir. Öngörülebilirliğin iki farklı yönünün önem arz ettiği düĢüncesindeyiz. Birincisi, hukuk kurallarının öngörülebilir olmasıdır. Hukuk devleti olmanın bir gereği olarak idarenin ve kiĢilerin uymak zorunda oldukları hukuk kurallarının ne olduğunun bilinmesi ve bu kuralların açık, düzenli ve güvenli bir sistem içinde bulunmaları gerekir172. Ayrıca kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilin hukuki neticelerini öngörebilmesi, hukuk kuralları arasında birbirine aykırı hükümlerin Anayasa Mahkemesi yukarıda dn. 113’te zikrettiğimiz kararında belirlilik ilkesini Ģu Ģekilde açıklamıĢtır: “Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi zorunludur. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup yasal bir düzenlemede hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bireyin, belirli bir kesinlik içinde bilmesi gerekmektedir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.”, Anayasa Mahkemesi, 11.06.2009 Tarih ve E. 2007/115, K. 2009/80 sayılı karar. 169 Günther, 1983, s. 94. 170 Günther, 1983, s. 95. 171 Günther, 1983, s. 95. 172 Oytan, M. (1996, Temmuz-Ağustos). Mevzuatın Ayıklanması ve Yürürlükte Olanların Tek Metin Halinde Derlenmesi ÇalıĢmaları ve Sonuçları. Yeni Türkiye Dergisi Yargı Reformu Özel Sayısı, Temmuz-Ağustos 2 (10), s. 232. 168 41 bulunmamasına bağlıdır. Ġkincisi ise mahkeme kararlarının öngörülebilirliğidir. Aslında bu durum birinci durumla yakından ilgilidir. Zira mahkemeler, hukuk kurallarını somut olaylara uygulayan merciiler oldukları için hukuk kurallarında mevcut olan öngörülemezlik doğrudan veya dolaylı olarak yargı kararlarına da yansıyacaktır. Diğer taraftan hukuka aykırılık bahsinde ele alındığı üzere, kiĢinin gerçekleĢtirdiği fiilin hukuka uygunluk bakımından farklı mahkemelerce birbirine çeliĢki arz edecek Ģekilde değerlendirilmesi, bu kiĢinin fiilinin hukuki sonuçlarını öngörememesine neden olur. Bu durum da sonuç itibariyle hukuki güvenlik ilkesini zedeler. 2.3. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi Meselesine Yansıması 2.3.1. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesine KarĢı Çıkan GörüĢ Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine karĢı olan yazarlar, görüĢlerini düĢüncenin anayasal bir temele sahip olmamasına dayandırmaktadırlar 173 . Çünkü bu görüĢteki yazarlara göre, bir ilke veya bir düĢünce temellerini yazılı ya da yazısız anayasada bulduğu ölçüde hukuk uygulaması için bir öneme sahiptir174. BaĢka bir görüĢe göre, hukuk düzeninin birliği düĢüncesi temelini adaletin gerekliliğinden (Gerechtigkeitsgebot) almaktadır; birlik, hukuk düzeninin tutarlılık arz etmesini garanti altına almaya çalıĢmak suretiyle, sadece eĢitlik ilkesinin bir karakteristiğini meydana getirmektedir. Diğer bir üst değer olan “hukuki güvenlik ilkesi” de aynı amaca hizmet etmektedir175. Bir baĢka yazara göre ise anayasa, kanun koyucuya farklı hukuk disiplinleri arasında ortaya çıkabilecek çeliĢkileri giderme yönünde bir yükümlülük yüklememiĢtir. Bu bağlamda anayasal bir ilke söz konusu değildir176. Yine bir baĢka yazar da anayasanın daha önceden hukuk düzeninin birliğine iliĢkin unsurları düzenlememiĢ olması nedeniyle, hukuk düzeninin birliğinin anayasa tarafından Ģart 173 174 175 176 Dagmar, 1998, s. 10. Dagmar, 1998, s. 399; Bräutigam-Ernst, 2010, s. 334. Canaris, Claus- Wilhelm, Systemdenken und Systembegriff in der Jurisprudenz, 2. Aufl., Berlin, 1983, s. 17’den naklen, Dagmar, 1998, s. 10. Degenhart Christoph, Staatsrecht I, 7. Auflage, Heidelberg 1991, paragraf 307’den naklen, Dagmar, 1998, s. 12. 42 koĢulduğunun söylenemeyeceğini savunmaktadır. Çünkü anayasa, hukuk düzeninin belirleyici bir yapı taĢıdır177. BaĢka bir görüĢe göre, hukuk düzeninin birliği düĢüncesi, münferit hukuk disiplinleri tarafından kabul edilen hukuka aykırılık kavramını reddeder. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine göre, bir fiil ya hukuka aykırıdır ya da hukuka uygundur178. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin kuvvetlenebilmesi için yürürlükteki hukukta bir takım Ģartların bulunması gerekir. Ancak anayasada hukuk düzeninin birliği düzenlenmiĢ değildir. Ġlkenin kabulü belki farklı hukuk disiplinleri arasındaki çatıĢmaları çözmekte önem arz edebilir. Ancak bu amacı gerçekleĢtirmek için de bu kuruma ihtiyaç yoktur 179 . ÇatıĢmanın söz konusu olduğu durumlarda, sonraki kanunun önceki kanunu yürürlükten kaldırdığını belirten ilke gibi (lex posterior derogat legi priori) genel hukuk kaidelerinden hareket edilerek çatıĢmaların önüne geçilebilir180. 2.3.2. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi Meselesinin Sadece Bir Muhakeme Hukuku Konusu Olduğu GörüĢü Bu görüĢteki yazarlar, hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etki etmesine dayanak teĢkil etmeyeceğini, bu meselenin muhakeme hukuku kuralları çerçevesinde halledilebilecek bir mesele olduğunu savunmaktadır181. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine paralel olarak, bir hukuki münasebetle ilgilenen mahkemenin, bu görevini tüm yargı erki adına yaptığı ve somut olay hakkında bir hüküm kurduğu inkâr edilemez. Bu bakımdan baĢka bir mahkemenin, yargı erki adına aynı anda bu hükümden daha farklı bir hükme ulaĢmasının savunulması zor gözükmektedir. Meseleye daha yakından bakıldığında, aynı konu hakkında birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının mümkün olmadığı görülür. Çünkü bir muhakeme kuralı olarak, aynı dava konusu, daha sonra bir baĢka muhakemenin konusu olamaz182. 177 178 179 180 181 182 Friedrich Müller, Die Einheit der Verfassung, Berlin 1979, s. 106’dan naklen, Dagmar, 1998, s. 182. Peine, F. J. (1990). Privatrechtsgestaltung durch Anlagengenehmigung. NJW, s. 2446. Peine, 1990, s. 2446. Peine, 1990, s. 2446. Bruns, H.J. (1957). Bindet die Rechtskraft Deklaratorischer Urteile Der Zivil- und Verwaltungsgerichte Auch Den Strafrichter?. Festschrift Für Friedrich Lent Zum 75. Geburtstag, München und Berlin, s. 109; Haaf, E. (1984). Die Fernwirkungen gerichtlicher und behördlicher Entscheidungen. Paderborn, s. 43. Haaf, 1984, s. 44. 43 Diğer taraftan, anayasadaki kanuni hakim güvencesinden doğan yetki kuralları (madde bakımından yetki, yer bakımından yetki vs.), bir kiĢinin aynı meseleyi birden çok mahkeme önüne getirmesine engel olur. Ayrıca birer muhakeme Ģartı olan, aynı konuda daha önceden verilmiĢ bir kararın bulunmaması (kesin hüküm) ve davanın görülmekte olmaması (derdestlik) kurumları da aynı meselenin bir kez daha ele alınmasına engeldir183. Buraya kadar olan husus aynı konunun aynı muhakeme alanı içerisinde tekrardan ele alınıp alınmayacağına iliĢkindir. Diğer taraftan bu görüĢe göre bir hukuk düzeni, temsili olarak bir binanın dıĢ çerçevesini oluĢturmaktadır184. Buradan, hukuk düzeni içerisinde yer alan farklı hukuk disiplinlerinin bağımsız bölümleri oluĢturduğu ve bunun sonucunda da hukuk düzeninin içerisinde birbirinden farklı hükümlerin verilebileceğinin önceden öngörüldüğü sonucu çıkmaktadır. Netice olarak, hukuk düzeni bir hukuki iliĢkiye dayalı olarak sonuçların aynı olmasını sağlamak amacıyla, bütünlük arz eden bir sistem öngörmez. Tam aksine kamusal organlar, devlet gücünü kullanmada farklı araçlar, yollar, enstrümanlar ve karar yöntemleri kullanırlar. Böylece idari makamlar ile mahkemeler arasında ve aynı zamanda yargı erki içinde farklı kararlar ortaya çıkabilir 185 . Zira bir muhakeme alanında maddi gerçeğin araĢtırılması esas iken, baĢka bir muhakeme alanında Ģekli gerçeğin araĢtırılması öngörülmüĢ olabilir. Böylece muhakeme alanlarının farklı ilkelerden hareketle oluĢturulmaları, hukuk düzeninin, bu alanlarda yer alan mahkemelerden farklı hükümler çıkma olasılığını önceden kabullendiği anlamına gelir. Benzer prensiplere sahip muhakeme alanlarından aynı konuya iliĢkin farklı hükümlerin çıkmasının yasaklanması teorik olarak düĢünülebilirse de bu sorun hukuk düzeninin birliği ile alakalı değil, yalın bir muhakeme hukuku problemidir186. 2.3.3. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi Meselesini Yargılama Birliği Bağlamında Ele Alan GörüĢ Yargılama birliği ilkesi, her devlet içinde yargı erkinin tek oluĢunu ve Devletin egemenliğine tabi bütün Ģahısların bir tek yargılama kuvvetine bağlı oluĢunu ifade eder187. Hukuki uyuĢmazlıkların türüne göre yargı teĢkilatının örneğin adli yargı ve idari yargı, adli yargının da kendi içerisinde ceza ve hukuk yargısı Ģeklinde muhakeme alanlarına ayrılmıĢ 183 184 185 186 187 Haaf, 1984, s. 44. Haaf, 1984, s. 45. Haaf, 1984, s. 45. Haaf, 1984, s. 45. Kunter, 1989, s. 142. 44 olması, yargılama birliği ilkesine aykırılık teĢkil etmez188. Buna karĢılık, aynı konuda en az iki mahkemenin görevli olması, yargılama birliğine aykırılık teĢkil eder. Bu da genellikle aynı devlet mekanizması içerisindeki büyük baskı gruplarının kendilerine faydalı olan, normal kiĢilerin yargılandıkları mahkemelerin yanında, bu gruplarla ilgili uyuĢmazlıkları çözen mahkemelerin teĢekkül edilmesini sağlamaları ile meydana çıkar. KUNTER’in deyimiyle “kendi mahkememi isterim” sözü yargılama birliğine aykırılık teĢkil eder189. Türk hukukunda bir görüĢ ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisini yargılama birliği bağlamında ele almaktadır. Bu görüĢ taraftarlarına göre, yargı mercileri kararlarının birbirlerine ve aynı zamanda diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisi meselesi, genelin aksine yargı (kesin hüküm) nedeniyle değil, yargılama birliği nedeniyle kabul edilmelidir. Bu bağlamda Ģu gerekçeler ileri sürülmüĢtür: “Bir mahkeme kararı kesinleşince yargı olur ve onun bazı etkileri vardır: değiştirilemez, bağlayıcı olur. Yargı kavramı ile bu sorunu açıklamaya çalıştığımızda, bir son kararın yargı durumuna erişmesi yani ilişkin olduğu uyuşmazlığın bir daha ele alınmaması için üç koşul gerektiğini görürüz. Bunlar konunun, sebebin ve tarafların aynı olmasıdır. Bir uyuşmazlık hukuk mahkemesinde çözümlenirken taraflar A ve B olabilir; ceza mahkemesinde ise taraflar savcı ve B’dir; taraflar aynı değildir. Bir hukuk mahkemesinde karar verilirken dava konusu tazminattır; ceza mahkemesinde ise cezalandırmaktır; konu aynı değildir. Bir hukuk mahkemesinde dava sebebi haksız fiildir; ceza mahkemesinde ise dava sebebi için gerekli üç koşulun aynı olması durumu incelediğimiz sorun bakımından doğru değildir; sorunu yargılama birliği ilkesi bakımından ele almak gereklidir”190 . 2.3.4. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi Meselesini Hukuk Düzeninin Birliği Bağlamında Ele Alan GörüĢ Bu görüĢe göre, hukuk düzeninin birliği ilkesi, ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi meselesine dayanak teĢkil eden bir husustur. Bu bağlamda, BINDING’in görüĢleri öne çıkmaktadır. Yazar, kaleme almıĢ 188 189 190 Kunter, 1989, s. 144; Tosun, 1981, 270. Kunter, 1989, s. 144. Tosun, 1981, s. 279. 45 olduğu eserinde 191 her ne kadar hukuk düzeninin birliğinden ziyade, devlet gücünün bütünlüğünden (Einheitlichkeit der Staatsgewalt) bahsetmiĢse de bu görüĢün ilk savunucularından biri olarak kabul edilmektedir192. Yazara göre, devlet adına hareket etme yetkisine sahip bir makamın irade açıklamasının, baĢka bir organ tarafından görmezden gelinmesi ya da ortadan kaldırılması devletin bütünlüğüne zarar verir193. Devlet gücünün bütünlük arz etmesinden iki önemli ilke doğmaktadır: Devlet faaliyetlerinin mümkün olduğunca ekonomik bir Ģekilde gerçekleĢtirilmesi ve mümkün olduğunca birbirleriyle uyum arz etmeleridir. Aynı devletin tamamen aynı olan bir hukuki sorunla birkaç sefer ilgilenmesi, iĢgücü israfına neden olduğu gibi; meselenin her ele alınıĢında farklı sonuçlara ulaĢma ihtimali de olur. Bu da devletin adil ve akil olduğu düĢüncesini zedeler194. 2.3.5. GörüĢümüz Yukarıda belirtilen görüĢlerden hukuk düzeninin birliği düĢüncesini reddeden görüĢ kabul edilemez. ġöyle ki; çalıĢmamızın en baĢından itibaren açıklamaya çalıĢtığımız üzere, hukuk düzeninin birliği düĢüncesi hukuk devleti prensibine dayanan bir düĢüncedir. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine karĢı çıkan yazarlardan bazıları, anayasanın kanun koyucuya farklı hukuk disiplinleri arasında ortaya çıkabilecek çatıĢmaları giderme yönünde bir yükümlülük yüklemediğini savunmaktadırlar. Oysa ki bir hukuk devleti prensibi olduğu günümüzde ittifakla kabul edilen ve hatta Anayasa Mahkemesi dahil bir çok mahkeme içtihadında kendisine atıf yapılan “hukuki güvenlik ilkesi” bir kimsenin gerçekleĢtirmiĢ olduğu bir fiilin aynı anda hem hukuka aykırı hem de hukuka uygun olarak değerlendirilmesini yasaklar. Aynı Ģekilde bir hak veya bir hukuki iliĢkinin bir mahkeme tarafından var olduğu tespit edildikten sonra, bir baĢka mahkeme tarafından mevcut olmadığının hükme bağlanması da hukuki güvenlik ilkesine aykırılık teĢkil eder. Bu bağlamda, hukuk düzeninin birliği düĢüncesi ile hukuki güvenlik ilkesinin iliĢkisini ortaya koymaya çalıĢtık. Bu nedenle, anayasal bir temeli olmadığı gerekçesi ile hukuk düzeninin 191 192 193 194 Binding, K. (1915). Strafrechtliche und Strafprozessuale Abhandlungen. (Zweiter Band). München und Leipzig. Haaf, 1984, s. 43. Binding, 1915, s. 304. Binding, 1915, s. 348; Tschöpe, H. G. (1934). Die Grenzen der Bindung des Strafrichters an die Präjudiziellen Entscheidungen Gerichtlicher und Sonstiger Behörden. Jena, s. 7; Aksi görüĢte olan yazarlara göre körü körüne daha önce verilmiĢ kararlara bağlanmak, bu kararların tekrardan ele alınarak farklı Ģekilde değerlendirilmesinden daha fazla bir Ģekilde devlet otoritesine zarar verir. Bkz. Grünwald, G. (1964). Die Teilrechtskraft im Strafverfahren. Göttingen, s. 41. 46 birliği düĢüncesini reddetmek, ilk etapta hukuki güvenlik ilkesini ve aynı zamanda hukuk devleti prensibini de tanımamak anlamına gelir. Ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi meselesinin yalnızca bir muhakeme hukuku problemi olduğunu iddia etmek de doğru değildir. Bu yazarlar, aynı konunun daha sonra bir baĢka muhakemenin konusu olmasının imkansız olduğunu belirtmekteler. BaĢka bir deyiĢle, bir sonraki bölümde üzerinde duracağımız ve kesin hükmün olumsuz etkisi olarak nitelendirdiğimiz “Ne bis in idem” ilkesinden hareketle bu sonuca varmaktadırlar. 6100 sayılı HMK’nın 303’üncü maddesinde Ģu hüküm yer almaktadır: “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir” (HMK md. 303, f. 1). Benzer düzenlemeye 6100 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 237’nci maddesinde yer verilmiĢti. 5271 sayılı CMK’da açıkça “Ne bis in idem” ilkesine yer verilmemiĢ olsa da 223’üncü maddede “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddinde karar verilir” (CMK md. 223, f. 7) denilmek suretiyle, bu ilkenin ceza muhakemesi sahasında da uygulanma imkanı bulması sağlanmıĢtır. Ġdari muhakemeye iliĢkin mevzuatta açık bir Ģekilde zikredilmemiĢ olsa da kesin hükmün olumsuz etkisinin idari muhakeme tarafından da kabul edildiği belirtilmektedir 195 . “Ne bis in idem” ilkesi, farklı muhakeme alanlarında farklı Ģartlara sahip olsa da doğurduğu etki sonraki muhakemenin yapılmamasını sonuçlayan olumsuz bir etkidir ve kural olarak hükmü veren mahkeme ile aynı muhakeme alanında yer alan mahkemeler bakımından etki doğurur. Oysa maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olarak nitelendirdiğimiz bağlayıcılık etkisinde ise aynı fiilden dolayı farklı muhakeme alanlarında yapılan bir yargılamanın sonunda veya ceza muhakemesinde ön sorun olarak ortaya çıkan mesele hakkında verilen hükmün ceza mahkemesine etkisi söz konusudur. Dolayısıyla bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu durumlarda, ilk verilen mahkeme hükmünün sonraki yapılan ceza muhakemesinin yapılmamasını sonuçlayan bir olumsuz etkisi bulunmamaktadır. Böyle bir etkiyi yalın bir muhakeme hukuku problemi olarak görmek ise sorunu temellendirmeden, bu soruna çözüm aramak anlamına gelir. 195 Çağlayan, R. (1999). Ġdari Yargıda Kesin Hüküm. AÜEHFD, III (1), s. 126 vd. 47 Ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi meselesini yargılama birliği ve hukuk düzeninin birliği bağlamında ele alan görüĢleri birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesi günümüzde aynı konuya iliĢkin gerek soyut hukuki normların gerekse mahkemeler tarafından verilen hükümlerin birbiriyle çeliĢik olmamasını gerekli kılar. Görüleceği gibi, hukuk düzeninin birliği düĢüncesi sadece maddi hukukta değil, muhakeme hukuku sahasında da geçerli olan bir düĢüncedir196. Yargılama birliği de yargılama yetkisinin devletin birlik arz eden bir faaliyeti olduğu ve bu yetkinin değiĢik mahkemeler tarafından kullanılmıĢ olmasının sonucunda, birbiriyle çeliĢki arz eden kararların çıkmaması gerektiği düĢüncesine dayanır. Bu bakımdan yargılama birliği düĢüncesinin de hukuk düzeninin birliği düĢüncesinden kaynaklandığı belirtilmektedir197. Kanımızca da muhakeme hukuku ile maddi hukuku ayrı değerlendirmek imkansızdır. Soyut hukuk kurallarında birbiriyle çeliĢen düzenlemelerin hukuk düzeninin birliğine aykırılık teĢkil ettiğini söyledikten sonra, bu kuralları uygulamakla görevli mahkemelerin verecekleri hükümlerin birbirleriyle çeliĢebileceğini kabul etmek, açık bir çeliĢki arz eder. Zira mahkemeler tarafından verilen hükümlerin birbiriyle çeliĢmesi durumunda, maddi hukuk kurallarında oluĢturulmaya çalıĢılan düzenin herhangi bir anlamı kalmaz. Ancak gerek hukuk düzeninin birliği gerekse de yargılama birliği düĢüncesi; ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna değil, niçin etki etmesi gerektiği sorusuna bir yanıt içerir. Ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna kesin hüküm kurumu cevap verir. Kesin hüküm kurumu bu soruya cevap verirken hukuk düzeninin birliği ve yargılama birliği düĢüncesine dayanır. 196 197 Ünver, Y. ve Hakeri, H. (2013). Ceza Muhakemesi Hukuku. (8. Baskı). Ankara, s. 108. Völzmann, A. (2006). Die Bindungswirkung von Strafurteilen im Zivilprozess. Köln-Berlin-München, s. 149. 48 49 3. CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNE (BAĞLAYICILIK ETKĠSĠ) GENEL BAKIġ Meselenin Ortaya Konulması 3.1. Yargı mercileri arasında, gördükleri iĢlere veya çözümledikleri uyuĢmazlıklara göre bir ayrım söz konusudur. Bu ayrım, genellikle yargılamanın temelinde yatan uyuĢmazlığın niteliğine göre yapılmaktadır. Bu sayede hakimlerin sürekli benzer iĢlerle ilgilenerek daha verimli çalıĢtıkları ve iyi iĢ çıkardıkları söylenmektedir198. Farklı muhakeme alanlarına ait mahkemelerin ve hakimlerin farklı iĢler ile ilgilenmeleri neticesinde verdikleri kararlar da farklılaĢmakta ve birinin verdiği kararın kural olarak ötekinin verdiği kararla; birinin yaptığı yargılamanın ötekinin yaptığı yargılama ile doğrudan bir iliĢkisi bulunmamaktadır 199 . Ancak istisnai de olsa, ortaya çıkan uyuĢmazlıklar ve bunun neticesinde verilen hükümlerin diğer muhakeme alanlarında yer alan mahkemeleri de ilgilendirmesi söz konusu olabilmektedir200. Bu durum bazen aynı fiilin farklı hukuk disiplinlerinde yer alan yaptırımları gerektirmesi durumunda ortaya çıkabilmektedir. Örneğin, haksız bir fiil özel hukuk cephesinden tazminat sorumluluğunu gerektirirken; suç teĢkil etmesi halinde, bazen de ceza hukuku cephesinden bir ceza yaptırımının uygulanmasını gerekli kılabilir. Bazen de bir ceza mahkemesinin çözmesi gereken uyuĢmazlık gerek diğer muhakeme alanlarındaki gerekse de bu uyuĢmazlığı çözecek mahkeme ile aynı muhakeme alanında yer alan mahkemenin çözeceği bir uyuĢmazlığa bağlı kılınmaktadır. Bu gibi durumlarda bir mahkemenin, hakkında hüküm vermiĢ olduğu uyuĢmazlık, baĢka bir mahkemenin vereceği hüküm için bir ön sorun teĢkil etmektedir. Örneğin bir malın mülkiyetinin kime ait olduğunu belirleyen bir hukuk mahkemesi hükmü, daha sonra bu malın çalınması durumunda, hırsızlık suçundan dolayı yapılacak yargılamada önem arz edebilir ve bu sayede hakkında hüküm verilen uyuĢmazlık bir ön sorun olarak ortaya çıkabilir. Ya da hırsızlık suçundan dolayı verilmiĢ mahkeme hükmü, daha sonra hırsızlık suçunun konusunu oluĢturan malın satın alınması nedeniyle yapılan yargılamada önem arz edebilir 198 199 200 Tosun, 1981, s. 271. Tosun, 1981, s. 275. Bötticher, E. (1960). Die Bindung der Gerichte an Entscheidungen anderer Gerichte. Karlsruhe, s. 540. 50 ve bu hükme konu uyuĢmazlık sonraki yapılan yargılamada bir ön sorun olarak ortaya çıkabilir. Ceza mahkemelerinin kendi yargılama yetkileri dıĢındaki ve baĢka bir yargılamada dava konusu teĢkil edebilecek bir sorun hakkında nispi muhakeme yapmak suretiyle karar verebilmesi kabul edilmekle birlikte (CMK md. 218); bu sorunun yetkili mahkeme tarafından önceden çözülmüĢ olması durumunda, ceza mahkemesinin verilen bu hükümle bağlı olup olmadığı, dolayısıyla ceza mahkemesinin bu sorun hakkında da nispi muhakeme yapıp yapamayacağı konusunda mevzuatta açık bir düzenleme bulunmamaktadır201. Bu yüzden mahkemeler tarafından verilen hükümlerin, daha sonraki yargılamayı ne Ģekilde etkileyeceği sıkça karĢılaĢılan bir soru haline gelmektedir 202 . Bu bağlamda Ģu sorular sorulabilir: Ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorunun daha önceden baĢka bir mahkeme veya organ tarafından çözüme kavuĢturulmuĢ olması, ceza mahkemesince bu soruna iliĢkin yeniden delil toplanmasına engel olur mu? Ceza davasına katılan taraflardan birisinin, ön sorun hakkında verilen hükmün doğru olmadığı itirazı, mahkeme tarafından dikkate alınır mı? Mahkeme, ön sorun hakkında verilen hükmün doğruluğundan Ģüphe duyarsa, kendisi bu sorun hakkında yeniden karar verebilir mi? Ön sorun hakkında yapılan yargılama henüz sonuçlanmamıĢ ise ceza mahkemesi durma kararı verebilir mi203? Son soruya olumlu yanıt verilmesi halinde bir baĢka soru daha gündeme gelmektedir: Acaba bu durumda ön sorun hakkında verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ olan mahkeme hükmü ile ceza mahkemesi bağlı mıdır? Görüleceği gibi, bu soruların merkezinde ceza mahkemesinin, gerek diğer muhakeme alanlarındaki mahkemeler gerek baĢka bir ceza mahkemesi tarafından verilen hüküm ile bağlı olup olmayacağı meselesi yatmaktadır. Bu konuya iliĢkin ne öğreti ne de yargı kararlarında görüĢ birliği mevcuttur. Mesele hakkında birbirinden çok farklı görüĢlerin ortaya çıkmasının esas sebebi; ceza muhakemesine iliĢkin kanunlarda, ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olacağını öngören veya diğer mahkeme hükümlerinin dikkate alınmasını yasaklayan genel bir düzenlemenin bulunmamasıdır 204 . ÇalıĢmanın esasını burada yer alan sorulara verilecek yanıtlar oluĢturacaktır. Ancak bu konulara temas etmeden önce, ilk baĢta bağlayıcılıktan ne anlaĢılması gerektiğinin ortaya konulması gerekir. 201 202 203 204 Bruns, 1957, s. 108. Haaf, 1984, s. 15. Haaf, 1984, s. 15. Waldeyer, K. (2006). Die Bedeutung eines rechtskräftigen Strafurteils im Rahmen der Strafzumessung. Hamburg, s. 67; Haaf, 1984, s. 16. 51 3.2. Bağlayıcılık 3.2.1. Tanım Ġlgi, iliĢki, rabıta anlamlarına gelen “bağ” kelimesinden türemiĢ olan “bağlayıcılık” kelimesi, TDK Türkçe Sözlükte “bağlayıcı olma durumu” olarak tarif edilmektedir205. Bu tanım ile neyin kastedilmek istendiği tam olarak anlaĢılamamaktadır. Zira bir bilinmez, baĢka bir bilinmez kullanılarak açıklanmıĢtır. Bu nedenle “bağlayıcı” kavramının ne anlama geldiğine de bakılması gerekmektedir. Yine TDK Türkçe Sözlükte “bağlayıcı” sıfatı “uyulması zorunlu” olan Ģey anlamına gelecek Ģekilde tanımlanmıĢtır 206 . Bu tanımdan hareket edildiğinde bağlayıcılığın karĢılıklı bir iliĢki içinde bulunma durumuna iĢaret ettiği ortaya çıkar. Bu iliĢkide “uyulması zorunlu” olan cephesinden bakıldığında bağlayıcılık, uyması zorunlu olan cephesinden bakıldığında ise bağlılık durumu söz konusudur. Bağlayıcılık iliĢkisinin edilgen durumunda olan “bağlılık” kelime anlamı olarak, “birine karşı, sevgi, saygı ile yakınlık duyma ve gösterme, sadakat” anlamına gelmektedir 207 . Bilimsel anlamda ise daha çok psikoloji ilmi sahasında; bir partnere, norma, değere veya bir nesneye karĢı zorunluluk olarak kabul edilen bir iliĢkiyi ifade edecek Ģekilde kullanılmaktadır 208 . GörünüĢte, bağlılık kelimesinin bu anlamı çalıĢmamızda ve ayrıca hukuk literatüründe kullanılan anlamından uzakmıĢ gibi durmaktadır. Ancak bir mahkemenin, baĢka bir mahkeme hükmüne karĢı bağlılığı da bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Bu zorunluluk bir baĢka makamın kararına karĢı gelmeme, onunla çeliĢen bir hüküm vermeme Ģeklinde tezahür eder. Bu yüzden “zorunluluk olarak kabul edilen iliĢki” sadece psikoloji sahası ile sınırlandırılamaz209. Bağlayıcılık etkisi ise genel olarak bir mahkemenin, vereceği hükümde değerlendirmesi gereken hususların daha önceden baĢka bir mahkeme hükmü ile tespit edilmiĢ olmasıdır. Bu, bazen ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin daha önce bir dava konusunu teĢkil ettiği; bazen de baĢka bir mahkeme tarafından hükme bağlanmıĢ veya bağlanacak bir uyuĢmazlığın, ceza yargılamasında bir ön sorun olarak ortaya çıkması durumunda gündeme gelir. Bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu durumlarda 205 206 207 208 209 http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4fd9d5cae2e7f2. 52425189. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4fd9d0e1adda52. 16604839. http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF 4376734BD947CDE&Kelime=ba%c4%9fl%c4%b1l%c4%b1k Heil, U. (1983). Die Bindung der Gerichte an Entscheidungen anderer Gerichte. Bochum, s. 10. Heil, 1983, s. 11. 52 mahkeme, ne ilk verilmiĢ hükümden ayrı bir karar verebilir ne de ilk hükmün dayandığı konularda yeniden delil ikame edebilir210. Sonraki mahkemenin ilk mahkeme hükmü ile çeliĢememesi, aynı zamanda o mahkeme hükmünün içeriğinin doğru olarak kabul edildiği anlamına da gelir211. 3.2.2. Bağlayıcılık Etkisi mi, Kesin Delil mi? Görüldüğü gibi bağlayıcılık etkisinin gündeme geldiği durumlarda, ilk yargılama sonucunda verilen hükmün sonraki ceza yargılamasının yapılamaması sonucunu doğuran olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır. AĢağıda ayrıntılı Ģekilde ele alınacağı üzere bağlayıcılık etkisi, maddi anlamda kesin hüküm konusu çerçevesinde ele alınması gereken bir konudur. 6100 sayılı HMK haricindeki diğer muhakeme kanunlarında maddi anlamda kesin hükme iliĢkin açık bir düzenlemeye rastlanmamaktadır212. Daha önce de bahsedildiği gibi, HMK’nın 303’üncü maddesinde kesin hüküm kurumu düzenlenmiĢtir. Bu düzenlemeye göre kesin hüküm sonraki muhakeme bakımından olumsuz bir etkiye sahiptir. Fakat bu etkinin ortaya çıkabilmesi için ilk dava ile ikinci davanın taraflarının, sebeplerinin ve konularının (davacının talep sonucunun) aynı olması gerekir. Ancak kesin hüküm sadece olumsuz etki ile sınırlı değildir. Bunun yanında bir de kesin hükmün olumlu etkisi mevcuttur213. Hukuk muhakemesinde “kesin hüküm” kesin deliller arasında kabul edilmektedir. Bir hususun kesin delil olmasının en önemli sonucu ispat kuvveti açısındandır. Hukuk muhakemesinde taraflardan birisi iddiasını kesin delil ile ispat ederse ve karĢı taraf da buna karĢı kesin delil sunamaz ise hakimin kesin delil sunan tarafın lehine karar vermek zorunda olduğu belirtilmektedir 214 . Bu bakımdan kesin hükümle sonuçlanmıĢ bir uyuĢmazlığın ardından aynı taraflar arasında yeni bir uyuĢmazlık çıkması durumunda; ilk yargılama sonucunda verilen hüküm, ikinci yargılamada kesin delil teĢkil eder. Örneğin kira bedelinin tespiti davası sonucunda verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ olan hükümden sonra, davacı ev sahibinin kira alacağının ödenmesi için açmıĢ olduğu alacak davasında, ilk verilen mahkeme hükmü kesin delil teĢkil eder. Bu bakımdan kiracı, alacak davasında kira 210 211 212 213 214 Völzmann, 2006, s. 4; Bötticher, 1960, s. 526; Heil, 1983, s. 10. Haaf, 1984, s. 26. 6100 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda da benzer bir hükme yer verilmiĢti. Anılan düzenleme Ģu Ģekilde idi: “Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir. Kaziyei muhkeme, mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır” (HUMK md. 237). Yurtcan, E. (1987). Ceza Yargılamasında Kesin Hüküm. Ġstanbul, s. 27. Karslı, A. (2012). Medeni Muhakeme Hukuku. (3. Baskı). Ġstanbul, s. 570. 53 miktarının daha az olduğunu ileri süremez. Bunun yanında ev sahibi de kira miktarının daha fazla olduğunu ileri süremez215. Yapılan açıklamalardan da anlaĢılmaktadır ki her iki mahkemenin hukuk mahkemesi olması halinde, dava sebebi ve taraflar aynı ise ilk davada verilen hüküm sonraki dava açısından kesin delil teĢkil eder. Buradan hareket eden bazı yazarlar, hukuk mahkemesi hükmünün istisnai bazı hallerde 216 ceza mahkemesi için de kesin delil teĢkil edeceğini savunmaktadırlar 217 . Bu görüĢün ceza muhakemesi sahasına taĢınıp taĢınamayacağının; baĢka bir deyiĢle, ceza muhakemesinde “kesin delil” kavramının kullanılabilip kullanılamayacağının tetkik edilmesi gerekir. Ceza muhakemesi kısaca, maddi ceza hukukunun ihlal edilip edilmediğinin araĢtırılması faaliyetidir. Ceza muhakemesinin bu faaliyeti yürütmesi için gerekli olan deliller önceden hazırlanmadıkları gibi, gizlenmek istenmektedir218. Ceza muhakemesinde delil serbestisinin kabul edilmesinin nedenlerinden birisi de ceza muhakemesinin belirtmiĢ olduğumuz bu özelliğidir. Ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesinin geçerli olmasının önemli bazı sonuçları vardır: Bunlardan ilki her Ģeyin delil olabilmesidir. Ġkincisi, her vakıanın her Ģekilde ispat edilebilmesi; üçüncüsü ise muhakemenin her aĢamasında delil 215 216 217 218 Kuru, B. (2001). Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 5. (altıncı baskı), s. 5068. Bu yazarlara göre hukuk mahkemesi ile ceza mahkemesinin kararlarının kural olarak birbirlerini etkilemesi söz konusu değildir. Ancak istisnai hallerde hukuk mahkemesi kararı ceza mahkemesi için kesin delil teĢkil edebilir. Bu hallerin hukuk yargılamasında senedin sahte olmadığına iliĢkin hukuk mahkemesi kararının ceza mahkemesini etkilemesi (HMK md. 214/1), yaĢ düzeltilmesine iliĢkin ceza yargılamasından önce verilmiĢ hukuk mahkemesi kararının ceza mahkemesini etkilemesi ve en son olarak ceza mahkemesinin bir meselenin halli için bekletici mesele saydığı durumlarda hukuk mahkemesinin verdiği kararın ceza mahkemesini etkilemesi (CMK md. 218/1) olduğu ifade edilmektedir (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 700). Belirtmemiz gerekir ki, hukuk düzeninin birliği ilkesini savunmanın bir sonucu olarak, bütün mahkemeler yargı erkinin birer temsilcileridirler. Bu nedenle mahkemelerin verdikleri hükümlerin birbirlerini etkilemesi kural, etkilememesi ise istisnadır. Ġstisnai bir düzenlemenin ise açık bir kanun hükmü ile gösterilmesi gerekir. Mevzuatımızın bütünü ele alındığında mahkeme hükümlerinin birbirlerini etkilemeyeceğine veya etkileyeceğine iliĢkin genel bir düzenleme mevcut değildir. Ayrıca yazarların istisna olarak belirttiği hallerden sadece hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olmadığına iliĢkin verilen kararın ceza mahkemesini bağlayacağı kanuni bir düzenlemede hüküm altına alınmıĢtır. Diğer belirtilen hallerin hiçbirisinde ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararı ile bağlı olacağına veya olmayacağına iliĢkin kanunlarda bir düzenleme yer almamaktadır. Sonuç olarak, yazarların hukuk mahkemesi kararlarının istisna olarak ceza mahkemesine etki etmesi gerektiği görüĢüne katılmamaktayız. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 701; 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu’nun 71. maddesinde de bu yazarların görüĢünün benimsendiğini düĢünmekteyiz. Zira söz konusu Kanun’un ilgili maddesinde grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin iĢ mahkemesince tespit davası sonucunda verilen hükmün ceza davaları için de kesin delil teĢkil edeceği hüküm altına alınmıĢtır. Benzer düzenlemeye 6356 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 2822 sayılı Toplu ĠĢ SözleĢmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun 46’ıncı maddesinde de yer verilmiĢti. ġahin/Göktürk, 2013, s. 18. 54 ileri sürülebilmesidir. Hakimin, sunulmuĢ olan delilleri serbestçe değerlendirebilmesi de bu ilkenin bir sonucudur219. Delil serbestisi ilkesinin önemli bir baĢka sonucu da kanundaki bazı istisnai haller dıĢında220 bütün delillerin soyut olarak eĢ değerde olmasıdır221. Hukuk muhakemesinden ayrı olarak ceza muhakemesinde kesin delil takdiri delil Ģeklinde bir ayrıma gidilmemiĢtir. Bu bakımdan öğretideki bazı yazarlar hukuk mahkemesi kararlarının ceza mahkemesine etkisi meselesinde “kesin delil” yerine, haklı olarak, hukuk mahkemesi kararının “kesin hüküm” teĢkil edeceğini belirtmiĢlerdir222. Burada kesin hükümle kastedilen Ģey, sonraki yargılamanın yapılamaması sonucunu doğuran olumsuz bir etki değildir. Zira ilk yargılamanın konusu bir özel hukuk uyuĢmazlığı, ikinci yargılamanın konusu ise bir ceza uyuĢmazlığıdır. Bu nedenle, açıkça belirtilmemiĢ olsa da kesin hükümden kasıt bağlayıcılık etkisidir. Kanaatimizce de bir mahkeme tarafından verilen hükmün ceza mahkemesine etkisine iliĢkin olarak bu mahkemenin hükmünün “kesin delil” teĢkil ettiğini söylemek ceza muhakemesine hakim olan delil serbestisi ilkesi karĢında mümkün değildir. Bunun yerine bu mahkeme hükmünün bağlayıcılık etkisinden bahsetmek gerekmektedir. 3.3. Bağlayıcılık Etkisi ve Maddi Anlamda Kesin Hüküm 3.3.1. Genel Olarak Kesin Hüküm Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etki edebilmesi için onların tartıĢılamaz hale gelmiĢ olması, baĢka bir deyiĢle kesin hükme ulaĢmıĢ bulunmalarının gerektiği kabul edilir. Kesin hüküm ise -eski tabiriyle kaziyei muhkememahkemeler tarafından verilmiĢ hükümlerin belli Ģartlar altında kazanmıĢ oldukları kanuni gerçekliktir 223 . Kesin hükmün amacı, bir taraftan kiĢiler arasındaki uyuĢmazlıkların 219 220 221 222 223 ġahin/Göktürk, 2013, s. 18. CMK’nın 210’uncu maddesinin birinci fıkrasına göre, “Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise bu tanık duruĢmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiĢ tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez”. Kanun burada bazı durumlarda tanık beyanının belge deliline nazaran daha kıymetli olduğunu kabul etmiĢtir. Bir diğer hal ise, duruĢma tutanaklarının ispat gücüne iliĢkindir. CMK’nın 222’inci maddesine göre, “duruĢmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı, ancak tutanakla ispat olunabilir. Tutanağa karĢı yalnız sahtecilik iddiası yöneltilebilir”. Bu iki istisnai hal dıĢında ceza muhakemesinde delillerin hepsi soyut olarak eĢ değerde görülmüĢtür. ġahin/Göktürk, 2013, s. 18; Ünver/Hakeri, 2013, s. 87. Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 582; bir mahkeme hükmü için “kesin delil” ifadesinin kullanılmasının yanlıĢ olduğunu belirten görüĢ için bkz. Akkan, M. (2009). Medeni Usul Hukukunda Tarafların Farklı Olması Durumunda Kesin Hükmün Delil Niteliği. DÜHFD, 11(Özel Sayı), s. 8. Postacıoğlu, Ġ. (1975). Medeni Usul Hukuku Dersleri. Ġstanbul, s. 677; KUNTER, “kesin hüküm” ifadesini yanlıĢ bulmakta, bunun yerine “Yargı” ifadesinin kullanılmasını Ģu gerekçelerle savunmaktadır: 55 sonsuza kadar sürmesinin önüne geçmek (Ģekli anlamda kesin hüküm); diğer taraftan da ortaya çıkan uyuĢmazlıkların kesin bir Ģekilde son bulmasını sağlamaktır (maddi anlamda kesin hüküm)224. Bu bakımdan kesin hüküm kurumu, Ģekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Verilen hükme karĢı olağan kanun yollarına baĢvurulamaması durumunda, bu hükmün Ģekli anlamda kesinleĢtiğinden bahsedilir225. ġekli anlamda kesin hükmün amacı bir davanın sona ermesine hizmet etmektir226. Ancak Ģunu ifade etmek gerekir ki, Ģekli anlamda kesinlik aynı muhakeme alanına iliĢkindir. BaĢka bir deyiĢle, bir fiilden dolayı bir kiĢi hakkında örneğin ceza yargılamasının yapılmıĢ ve hükmün kesinleĢmiĢ olması, o fiil dolayısıyla tazminat talep edilmesine engel oluĢturmaz. Bu nedenle Ģekli anlamda kesin hükmü Ģu Ģekilde tarif etmenin daha doğru olduğunu düĢünüyoruz: ġekli anlamda kesin hüküm, bir hükmün aynı muhakeme alanı bakımından artık ortadan kaldırılamaması, o hükme karĢı olağan kanun yollarına gidilememesi anlamına gelir 227 . Kararların Ģekli anlamda kesinlik kazanmaları, davaların, dolayısıyla uyuĢmazlıkların sürekli olarak devam etmesini önler228. ġekli anlamda kesin hüküm, mahkemenin hükmüne karĢı baĢvurulacak herhangi bir kanun yolu bulunmuyorsa veya böyle bir kanun yolu bulunmasına rağmen, 224 225 226 227 228 “Yargı, taraflar bakımından kesinlik ihtiyacını karşılar. Her kararın tartışılmasına imkan olmadığından, bazılarının tartışılamayacağı önceden kabul edilir. Bunlara “kesin karar” denir. Bazıları da verildiklerinde kesin değildir. Bunlar, aleyhlerinde olağan kanun yolu kabul edilen kararlardır. Fakat zorunluluklarla bunların da bir an gelip kesinleştiği kabul olunur. Bunlara da “kesinleşmiş karar” denir. O halde “yargı” terimi hem kesin kararı, hem kesinleşmiş kararı ifade eder. Bu sebeple “kaziye-i muhakeme” karşılığı olarak “kesin karar” veya “kesin hüküm” değil, “yargı” denilmelidir”(Kunter, 1989, s. 44); Hakkında yargı kararı ile yarılmıĢ hukuki uyuĢmazlığın sonsuza kadar çözümlenmiĢ sayılmasına “res iudicata” denilmektedir. Bu tanımdan hareket eden GÖZLER, öğreti ve yargı kararlarında ve hatta mevzuatta kullanılan “kesin hüküm” teriminin sadece Ģekli anlamda kesin hüküm olarak adlandırılan duruma iĢaret ettiğini, “res iudicata” karĢılığı olarak yargılanmıĢ Ģey anlamında “yargı” teriminin daha doğru olacağını belirtmektedir. Fakat yazara göre, “yargı” ifadesinin kullanılması bu ifadenin diğer anlamları ile karıĢtırılmasına müsaittir. Bu nedenle ya “res iudicata” ya da bunun tam karĢılığı olan “kaziye-i mahkuminbiha” ifadesi kullanılmalıdır (bkz. Gözler, K. (2007). Res Ġudicata’nın Türkçesi Üzerine. AÜHFD, 56( 2). Akcan, R. (1988). Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Birbirine Etkisi, YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ankara, s. 22; bunların yanında mahkeme kararlarına saygı duyulmasını ve bu kararlara uyulmasını sağlamak ve birbirlerine zıt kararların verilmesine engel olmak da kesin hükmün amaçları arasında gösterilmektedir (Çenberci, M. (1964). Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, AD, (9-12), s. 1136; Karslı, 2012, s. 603; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 686). Ceza muhakemesi açısından ise sanığın korunmasının da kesin hükmün amaçları arasında öne çıktığı savunulmaktadır. Zira bir hukuk devletinde bir kiĢinin aynı eylemden dolayı tekrar takibata uğramayacağının garanti edilmesi gerekmektedir (Haaf, 1984, s. 108). Yurtcan, 1987, s. 14; Karslı, 2012, s. 603; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 684; Akcan, 1988, s. 23; Çenberci, 1964, s. 1134; Rosenberg, L., Schwab, K. H. ve Gottwald, P. (1993). Zivilprozessrecht. München, s. 908; Spinellis, D. (1962). Die Materielle Rechtskraft des Strafurteils. München, s. 16; Önen, E. (1981). İnşai Dava. Ankara, s. 174; Selçuk, S. (1973, Kasım). Medeni Usul Hukukunda Kesin Hüküm, ġartları, Kesin Hüküm Ġtirazı. AD, yıl 64, sayı 11, s. 939; Çağlayan, R, 1999, s. 123. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 684; Akcan, 1988, s. 24. Roxin,C. (1995). Strafverfahrensrecht. (24. Auflage). München, s. 371. Akcan, 1988, s. 24. 56 davayı kaybeden tarafın bu hakkı zamanında kullanmaktan kaçınması halinde veya kanun yollarına baĢvurulmuĢ olup da hüküm temyiz mahkemesince (Yargıtayca) onanmıĢsa gerçekleĢir229. Maddi anlamda kesin hükmü ise Ģu Ģekilde tarif etmek mümkündür: Maddi anlamda kesinlik, yargısal kararlara tanınan kanuni hakikat vasfıdır 230 . Maddi anlamda kesin hükmün en önemli amacı, bu kararlara saygı duyulmasını ve uyulmasını sağlamaktır231. Hükme kanuni bir gerçeklik niteliği tanındığından gerek taraflar gerek mahkemeler bu belirlenen gerçekle bağlı olurlar ve artık mevcut kararın verilmesine neden olan uyuĢmazlık son bularak, yeniden tartıĢma mevzuu yapılması imkansız hale gelir232. Maddi anlamda kesinlik, diğer taraftan çeliĢkili hükümler verilmesine engel olarak toplum hayatı için gerekli olan hukuki düzeni sağlar. ġekli anlamda kesin hüküm yargılamanın usulen sonlandırılması ile alakalı iken; maddi anlamda kesin hüküm, hükmün içeriğinin göstermiĢ olduğu etkidir. Maddi anlamda kesin hükmün etkisini gösterebilmesi için hükmün Ģeklen kesinleĢmiĢ olması gerekir233. Bu nedenle ileride görüleceği gibi, biz de bir hükmün Ģekli anlamda kesinleĢmiĢ olmasını bağlayıcılığın bir Ģartı olarak kabul etmekteyiz. Mahkemeler tarafından verilen hükümler, kesinliğe kavuĢmaları ile adeta bir kanun hükmü gibi, ilgililer hakkında bağlayıcı duruma gelir. Bir mahkeme hükmüne bu Ģekilde kanuni gerçeklik vasfı tanınması, hakimlerin hiçbir zaman yanlıĢ karar vermeyecekleri anlamına gelmez. Tam aksine, bununla uyuĢmazlıkların sürekli ele alınarak hukuka olan güvenin ve saygının toplum nazarında kaybolması önlenmek istenmektedir234,235. 229 230 231 232 233 234 235 Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 684; Akcan, 1988, s. 25; Haaf, 1984, s. 103. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 686; Akcan, 1988, s. 29; Çenberci, 1964, s. 1136. Akcan, 1988, s. 29. Schwab, K. H. (1960). Bindung des Strafrichters an rechtskräftige Zivilurteile. NJW, s. 2171; Akcan, 1988, s. 29. Kuttner, G. (1914). Urteilswirkungen Ausserhalb des Zivilprozesses. München, s. 17; Akkan, 2009, s. 5; Çenberci, 1964, s. 1156; Selçuk, 1973, s. 953; Haaf, 1984, s. 104; Yurtcan, 1987, s. 19; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 685; Çağlayan, R, 1999, s. 124; Völzmann, 2006, s. 66. Yurtcan, 1987, s. 8; Özkaya-Ferendeci, H. Ö. (2009). Kesin Hükmün Objektif Sınırları. Ġstanbul, s. 1; Abel, G. (1961). Rechtskraft und Feststellungswirkung des Strafurteils. Nürnberg, s. 20; Heil, 1983, s. 20; Beling, Deutsches Reichsprozessrecht, 1928, s. 269’dan naklen: Schmidt, G. (1966). Schuldspruch und Rechtskraft. JZ, Nr. 3, s. 90; Alman Anayasa Mahkemesi de bir kararında hukuki barıĢ ve hukuki güvenliğin hukuk devletinin önemli unsurlarından birisi olduğuna, bu ilkelerin tesis edilmesi adına bazen yanlıĢ kararlara dahi katlanılabileceğine hükmetmiĢtir (BVerfG, Urteil vom 1.7.1953- 1 BvL 23/51, NJW 1953, s. 1138). Aynı konuya iliĢkin olarak yeniden muhakeme yapılmasının ve hüküm kurulmasının yasaklanmasından Ģu sonuçlar elde edilmeye çalıĢılmaktadır: ilk olarak, bu sayede hak arayan kiĢi hangi karara göre hareket edeceği noktasında bir belirsizlik yaĢamayacaktır. Ġkinci olarak, kesin hüküm sayesinde aynı konuda sadece bir mahkeme hükmü olacağı için, mahkemelerin itibarını sarsan, birbiriyle çeliĢen kararlara 57 3.3.2. Maddi Anlamda Kesin Hükmün Kapsamı Maddi anlamda kesin hükmü, hükmün göstermiĢ olduğu etki olarak tarif etmiĢtik. Bu nedenle, kesin hüküm etkisi denildiği zaman aslında maddi anlamda kesin hükümden bahsedilmektedir. Bu bakımdan maddi anlamda kesin hükmün bir olumlu yönünün, bir de olumsuz yönünün olduğu kabul edilmektedir 236 . Kesin hükmün olumsuz etkisi, aynı meselenin bir daha dava konusu edilememesi (ne bis in idem) anlamına gelirken; kesin hükmün olumlu etkisi, bir mahkeme hükmüne konu bir uyuĢmazlığın sonraki bir yargılamada ön sorun olarak ortaya çıkması halinde, sonraki yargılamayı yapan mahkemenin bu ön sorun hakkında karar verememesi, bu konuda verilmiĢ mahkeme hükmü ile bağlı olması anlamına gelir237. Maddi anlamda kesin hükmü olumlu ve olumsuz etki Ģeklinde ikiye ayırdığımız için kesin hükmün kapsamını da her iki etkiye göre ayrı olarak belirlemek gerekmektedir. 3.3.2.1. Kesin Hükmün Olumsuz Etkisi Bakımından Kesin hükmün olumsuz etkisi daha çok “ne bis in idem” ilkesi olarak bilinmekte ve genelde bir ceza muhakemesi prensibi olarak kabul edilmektedir. Fakat diğer muhakeme alanlarına iliĢkin uyuĢmazlıklar bakımından da bu ilke geçerli olmaktadır238. Bu yüzden kesin hükmün olumsuz etkisinin kapsamının her bir muhakeme alanı bakımından belirlenmesi gerekmektedir. Her ne kadar çalıĢmamızda kesin hükmün olumsuz etkisi olan “ne bis in idem” ilkesi incelenmeyecekse de kesin hüküm kurumunun daha iyi anlaĢılabilmesi için bu ilke hakkında kısa da olsa bir bilgi verilmesinin yararlı olacağı kanaatindeyiz. Hukuk muhakemesinde kesin hükmün olumsuz etkisinin gündeme gelebilmesi için ilk dava ile ikinci davanın konularının, sebeplerinin ve taraflarının aynı olması gerektiği belirtilmektedir 239 . 6100 sayılı HMK’nın 303’üncü maddesi de esasen bu durum çerçevesinde kaleme alınmıĢtır. Eski dava ile yeni davanın konularının aynı olup olmadığının tespit edilebilmesi için hakimin, ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davanın 236 237 238 239 rastlanmayacaktır. Bu açıklanan nedenlerden dolayı kesin hüküm, hukuki güvenlik ilkesini gerçekleĢtiren bir kurumdur (Haaf, 1984, s. 108). Spinellis, 1962, s. 17; Yurtcan, 1987, s. 27 vd. Yurtcan, 1987, s. 29. Oğurlu,Y. (2003). Ceza Mahkemesi Kararının Disiplin Cezalarına Etkisi ve Sorunu Ne Bis Ġn Ġdem Kuralı. AÜHFD, 52(2), s. 103. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 687; Gözler, 2007, s. 48. 58 talep sonucunu karĢılaĢtırması gerekir 240 . Hukuk muhakemesinde bu üç unsur birlikte arandığı için aynı kiĢiler arasında, aynı dava sebebi olsa da dava konusunun değiĢmesi durumunda kesin hükmün olumsuz etkisinden bahsedilemeyecektir. Örneğin davacı, aynı dava sebebine dayalı olarak davalıdan ilk dava ile manevi tazminat, ikinci dava ile de maddi tazminat talep edebilir. Bunun önünde herhangi bir engel yoktur241. Asıl olarak ceza muhakemesi ile özdeĢleĢmiĢ olan “ne bis in idem” ilkesine göre bir kiĢi hakkında kamu davası açıldıktan veya hüküm verildikten sonra, aynı fiilden dolayı bu kiĢi tekrardan yargılanamaz ve hakkında yeni bir hüküm verilemez 242 . Görüleceği gibi, ceza muhakemesinde ilkenin iki unsuru bulunmaktadır. Bunlar kiĢinin ve fiilin aynılığıdır. Bir karĢılaĢtırma yapılacak olursa fiil, hukuk muhakemesindeki dava sebebine karĢılık gelmektedir. Bu karĢılaĢtırmadan da ceza muhakemesi bakımından ilkenin göstermiĢ olduğu etkinin hukuk muhakemesinde göstermiĢ olduğu etkiden farklı olduğu kolayca anlaĢılır. Zira daha önce söylediğimiz üzere, hukuk muhakemesinde aynı dava sebebine dayalı olarak, baĢka bir talepte bulunulmasına “ne bis in idem” ilkesi engel oluĢturmamaktadır. Buna karĢılık, ceza muhakemesinde aynı fiile iliĢkin bir yargılama yapıldıktan sonra, bu fiile dayalı olarak baĢka bir suçtan dolayı yargılama yapılmasına “ne bis in idem” ilkesi engel olur. Buna rağmen, aynı fiilden dolayı aynı sanık hakkında yeni bir yargılama yapılmıĢ ise bu yargılamanın yok hükmünde olduğu kabul edilmektedir243. Örneğin bir kiĢi hırsızlık suçundan dolayı yargılandıktan ve hakkında hüküm verildikten sonra, gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilin aslında güveni kötüye kullanma olduğu gerekçesi ile tekrardan yargılanamaz 244 . Ceza muhakemesinde “ne bis in idem” ilkesinin adil yargılanma hakkının bir sonucu olması nedeniyle, hukuk muhakemesi ile aralarında böyle bir farkın oluĢtuğu söylenebilir. Çünkü aynı fiilden dolayı yargılanmıĢ bir kiĢinin, bu hüküm kesinleĢtikten sonra tekrardan yargılanması, hem adalet duygusunu rencide eder hem de failin aĢırı Ģekilde cezalandırılması anlamına gelir245. Bu nedenle, “ne bis in idem” ceza muhakemesinde sanığın korunmasına da hizmet eden bir ilkedir246. 240 241 242 243 244 245 246 Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 687. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 687. Özgenç, Ġ. (2002, Temmuz). Non Bis Ġn Ġdem Kuralının Milletlerarası Değeri ve TCK.nun 10/A Maddesi Hükmüne ĠliĢkin Değerlendirme. YD, 28(3). s. 323. Roxin, 1995, s. 372. Erem, F. (1963). Ceza Usulünde Kesin Hüküm. AÜHFD, 20 (3-4), s. 46. Cihan, E. ve Yenisey, F. (2004). Ne bis in idem Ġlkesi. Çetin Özek Armağanı, Ġstanbul, s. 220; Özen,M. (2010). Non Bis Ġn Ġdem (Aynı Fiilden Dolayı Ġki Kez Yargılama Olmaz) Ġlkesi. GÜHFD, XIV(1), s. 391; GülĢen, R. (2005, Eylül). Yeni Türk Ceza Kanunu ve Milletlerarası Ceza Hukuku Bağlamında Non Bis in Ġdem Ġlkesi. SBArD Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’ye Armağan, (6), s. 374. Roxin, 1995, s. 373. 59 Ġdari muhakemeye iliĢkin mevzuatta açık bir Ģekilde zikredilmemiĢ olsa da kesin hükmün olumsuz etkisinin idari muhakeme tarafından da kabul edildiği belirtilmektedir247. Ġdari muhakemede kesin hükmün olumsuz etkisinin gösterdiği etki, hukuk muhakemesi ile benzerlik arz etmektedir. Aynen hukuk muhakemesinde olduğu gibi, idari muhakemede de aynı sebebe dayalı olarak yeni bir dava açılamaz. AçılmıĢ olsa bile, önceki davada verilmiĢ karar kesin hüküm oluĢturacağı için bu yeni dava kesin hükmün varlığı nedeniyle reddedilir. Bunun yanında idari muhakemede idari iĢleme karĢı açılan iptal davasında mahkeme, iĢin esasına girdikten sonra idari iĢlemi yetki, Ģekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden inceler. Davacı, örneğin sadece yetki unsuru yönünden dava açmıĢ ve mahkeme sadece yetki unsuru yönünden davayı reddetmiĢse, süresinde olmak Ģartıyla bu sefer davacının aynı iĢleme karĢı diğer unsurlar yönünden dava açabileceğinin hukuken mümkün olduğu belirtilmektedir 248 . Ġdare hukuku cephesinden bakıldığında ise kesin hükmün önleyici etkisi olan “ne bis in idem” ilkesinin idari yaptırımların hepsi bakımından kendi aralarında geçerli olduğu savunulmaktadır249. Kesin hükmün olumsuz etkisi olan “ne bis in idem” ilkesi diğer muhakeme alanlarında, aynı muhakeme alanı içerisinde olmak kaydıyla, aynı sebebe dayalı olarak aynı taleple dava açılmasına engel olmaktadır. Ceza muhakemesinde ise bir fiile iliĢkin olarak sanık hakkında karar verildikten sonra, bu fiil nedeniyle kiĢinin tekrar yargılanması mümkün olmamaktadır. Ġlkenin diğer muhakeme alanlarına sirayet etmesi kural olarak mümkün değildir. Bu nedenle örneğin, kiĢi aynı fiilden dolayı ikinci bir ceza kovuĢturmasına uğramayacaksa da bu kiĢi hakkında aynı fiile iliĢkin olarak diğer hukuk disiplini yaptırımlarının uygulanmasına bir engel yoktur250. 3.3.2.2. Kesin Hükmün Olumlu Etkisi Bakımından Kesin hükmün olumsuz etkisi kural olarak sadece aynı muhakeme alanına iliĢkin uyuĢmazlıklar arasında geçerli olur. Buna karĢılık, aynı uyuĢmazlık konusuna iliĢkin olarak diğer muhakeme alanında yeni bir dava açılabilir. Örneğin hırsızlık suçundan mahkum olmuĢ bir kiĢi hakkında, aynı fiilinden dolayı yeniden bir ceza muhakemesi yapılamazken; bu kiĢi aleyhine ceza muhakemesi sonuçlandıktan sonra veya ceza muhakemesi devam ederken örneğin bir tazminat davası açılabilir. 247 248 249 250 Çağlayan, R, 1999, s. 126 vd. Çağlayan, R, 1999, s. 138. Oğurlu, 2003, s. 105. Özen, 2010, s. 390. 60 Buna karĢılık, kesin hükmün amacından hareket edildiğinde, kesin hükmün olumlu etkisinin diğer muhakeme alanlarındaki mahkemelere de etki etmesinin gerektiği söylenebilir 251 . Kesin hükmün amacı, bir yönüyle taraflar için hukuki bir belirlilik oluĢturmak, diğer yönüyle de aynı uyuĢmazlığın birden fazla tartıĢılmasının önüne geçmek olunca, böyle bir etki hem yargılamaya katılanların, hem de toplumun menfaatinedir. Fakat bazı yazarlarca sırf kesin hükmün amacından hareket etmenin, bizi her zaman için doğru sonuca götürmeyebileceği dile getirilmektedir252. Bunun nedeni ise henüz bu aĢamada kesin hükmün Ģartlarının dikkate alınmamıĢ olmasıdır253. Bu yazarlara göre, ilk olarak kesin hüküm etkisinden bahsedebilmek için sonraki davada çözülmesi gereken (ön) sorun ile ilk davada ele alınan sorunun tamamıyla aynı olması gerekmektedir. Önceki mahkeme ile sonraki mahkemenin farklı muhakeme alanlarında yer almaları durumunda ise bu ayniyeti tespit etmek çok da kolay olmamaktadır 254 . Ġkinci olarak, kesin hüküm etkisinin nispi bir karakter ihtiva etmesidir. Ġlke olarak kesin hüküm, sadece davaya katılmıĢ kiĢiler üzerinde etki gösterir. Sonraki yargılamanın baĢka bir muhakeme alanına mensup bir mahkemede yapılması durumunda, ilk davaya katılanlar ile sonraki davaya katılanlar çoğu zaman aynı kiĢiler olmayacaktır255. Bu durumda, sonraki davaya katılmıĢ, ancak ilk davanın tarafı olmayan bir kimseyi, verilmiĢ ilk hükümle bağlı tutmanın hukuk mantığı ile ne derece örtüĢtüğü sorusu gündeme gelir 256 . Zira bu kiĢi, ilk davaya katılmadığı için hükme karĢı kendisini savunamamıĢ, hükmün oluĢmasında herhangi bir müdahalesi olmayan bir kiĢidir257. Maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi, bir mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlığın sonraki davada ön sorun olarak ortaya çıkması halinde, sonraki mahkemenin bu ön sorun hakkında karar verememesi, bu konuda verilmiĢ hüküm ile bağlı olması Ģeklinde tarif edilmiĢti. Bu etkiyi aynı muhakeme alanı içerisinde açıklamak nispeten daha kolaydır258. Örneğin hukuk muhakemesinde bir önceki dava ile sonraki davanın sebebinin, taraflarının ve konusunun aynı olması durumunda kesin hükmün olumsuz etkisinden bahsedilmesine karĢılık 259 ; bir önceki davanın tarafları ile dava sebebi aynı fakat dava 251 252 253 254 255 256 257 258 259 Schwab, 1960, s. 2173. Haaf, 1984, s.110. Haaf, 1984, s.110. Haaf, 1984, s.110. Haaf, 1984, s. 111. Haaf, 1984, s. 111. Haaf, 1984, s. 111. Haaf, 1984, s. 15; Grunsky, W. (1968). Zur Bindungswirkung der Materiellen Rechtskraft im Strafprozess. Tübinger Festschrift für Eduard Kern, Tübingen, s. 224. Akkan, 2009, s. 14. 61 konuları farklı ise kesin hükmün olumlu etkisinden bahsedilir. Bu durumda kanun gereğince bir önceki mahkeme hükmü, sonraki muhakemede kesin delil teĢkil eder (HMK md. 204, f. 1). Ancak dava sebebi veya davanın tarafları da farklı ise önceki verilen mahkeme hükmünün, güçlü bir takdiri delil olduğu söylenmektedir 260 . Zira böyle bir durumda kesin hükmün nispi oluĢu, baĢka bir deyiĢle sadece davanın tarafları bakımından etki doğurması, üçüncü kiĢinin kendisinin dahil olmadığı davadan etkilenmemesine iliĢkin menfaati, usul ekonomisi ilkesi ve çeliĢik kararların önlenmesi amaçlarından üstün tutulmalıdır261. Açıklamalardan da anlaĢıldığı gibi önceki mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık, bu mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanında, sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkabilir. Örneğin ev sahibi, kiracıya karĢı, kira borcunu ödemediği gerekçesiyle, tahliye davası açmıĢ ve dava ev sahibi lehine sonuçlanmıĢtır. Ev sahibi, bu sefer de yine aynı kiracıya karĢı alacak davası açmıĢtır. Bu davada, ilk verilen hüküm, kesin hükmün olumlu etkisini göstereceğinden kiracı artık borcunun olmadığını ileri süremeyecektir. Söz konusu uyuĢmazlık sonraki bir davada, fakat ilk hükmü veren mahkemenin muhakeme alanı dıĢındaki bir mahkeme önünde de çıkmıĢ olabilir. Örneğin, bir kiĢinin yaptırmıĢ olduğu bina ruhsata aykırı olduğu gerekçesi ile idare tarafından mühürlenir. Mühürleme iĢlemine karĢı açılan iptal davası idare mahkemesi tarafından, binanın ruhsata aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilir. Sonra bu kiĢi hakkında ruhsata aykırı bina 260 261 Kuru, 2001, cilt 5, s. 5084; “Davacı taraf, dava konusu taşınmazın miras bırakanından kaldığını ileri sürdüğüne göre, davacıdan miras bırakanına ait veraset belgesi istenip tereke iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi ise, tüm mirasçıların davaya katılmalarının sağlanması veya miras ortaklığına bir mümessil tayin ettirilerek onun huzur ile yargılamaya devam olunması ve bundan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir. Bundan ayrı bu davanın davalısı Şehri tarafından davacı Güllü'nün kardeşi Bayram aleyhine açılmış olan 1980/5 esas sayılı dava, başarı ile sonuçlanmış ve davalı Bayram’ın el atmasının önlenmesine dair mahkemece verilen hüküm Yargıtay'ca onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Bu kez, Bayram'ın kardeşi güllü tarafından aynı yer hakkında Şehri aleyhine men'i müdahale davası açılmış ve yapılan yargılama sonunda mahkemece, 1.12.1980 tarihli ve 1980/50 esas, 1980/202 karar sayılı hükmün, kesin hükmü olarak kabul edilip, davanın reddine karar verilmiştir. Kesin hükmün koşulları HUMK.nun 237. maddesinde sayılmıştır. Bu madde hükmüne göre, bir hükmün kesin hüküm olabilmesi için; taraflarının, dava konusunun ve dayanılan sebebin aynı olması gerekmektedir. Oysa, bu son davadaki taraflarla eski hükmün tarafları arasında fark vardır. Bir davada verilen kesin hükmü, bu davanın taraflarından biri tarafından, başkaca birine "üçüncü kişiye" karşı açılan veya üçüncü kişi tarafından birinci davanın taraflarından birine karşı açılan ve konusu ile dava sebebi "vakıalar” aynı olan ikinci bir davada kesin deli teşkil etmez; çünkü iki davanın tarafları farklıdır. Fakat, birinci davada verilen kesin hüküm, ikinci davada kuvvetli bir takdiri delil teşkil eder. Bu esas göz önünde tutulmak suretiyle tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde gösterecekleri deliller toplanıp birlikte değerlendirildikten sonra uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi gerekir. Bunlardan zuhur ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz ve davacının temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile hükmün BOZULMASINA karar verildi” Yargıtay 8. HD, 16.12.1981 tarih ve E. 1981/12206, K. 1981/12135 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 12.07.2013. Yıldırım, N. D. (1996). Türk, İsviçre ve Alman Medeni Usul Hukukunda Kesin Hükmün Sübjektif Sınırları. Ġstanbul, s. 49. 62 yapmaktan dolayı ceza davası açılır (TCK md. 184, f. 1). Görüleceği gibi, idari uyuĢmazlığın konusu, bu kiĢinin ruhsata aykırı bina yapıp yapmadığıdır. Bu mesele ise önceki bir mahkeme hükmü ile kesin bir Ģekilde çözülmüĢtür. Bu nedenle ceza muhakemesinde binanın ruhsata uygun olup olmadığı tartıĢılmamalıdır. Zira ceza muhakemesinde de önem arz eden husus, aynı kiĢinin ruhsata aykırı bina yapıp yapmadığıdır. Verilen iki örnek karĢılaĢtırıldığında, söz konusu uyuĢmazlıkların ilk kararı veren mahkemenin bağlı olduğu muhakeme alanında çıkması ile baĢka bir muhakeme alanında çıkması arasında herhangi bir farkın olmadığı anlaĢılmaktadır. Bu nedenle, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisinin, hükmün verildiği muhakeme alanını aĢıp diğer muhakeme alanlarına sirayet edebileceğini kabul etmek gerekir. Buradan yola çıkıldığında, kesin hükmün olumlu etkisini sadece kendi muhakeme alanı içerisinde göstereceği anlayıĢı terk edilmelidir262. 3.3.3. Bağlayıcılık Etkisinin Maddi Anlamda Kesin Hükmün Olumlu Yönünü OluĢturması Maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisinin diğer muhakeme alanlarına da sirayet edebileceğini ortaya koyduktan sonra, onun bağlayıcılık etkisi ile aynı Ģey olduğunu söylemek çok da zor olmamaktadır. Zira gerek bağlayıcılık etkisinde gerekse de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisinde önemli olan husus, yargılamayı yapan hakimin önceden kesin hükümle tespit edilmiĢ bir hukuki sonucu kendi kuracağı hükme dayanak teĢkil ettirmesidir 263 . Hakim, hükmünü adeta ilk verilen mahkeme hükmü üzerine inĢa etmektedir. Böyle bir durumda, kesin hükmün olumsuz etkisi olan “ne bis in idem” uygulama alanı bulamaz. Çünkü ilk dava ile ikinci davanın konuları (idem) aynı değildir264. Kesin hükmün amacı, taraflar arasındaki uyuĢmazlığı bir nihayete erdirmek ve böylece aynı konuda birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasını önlemektir. Ceza muhakemesinde ise buna ek olarak, Ģüpheli veya sanığın bir daha ceza takibatına uğramayacağına yönelik güveninin tesis edilmesi de kesin hükmün öncelikli amaçları arasında yer almaktadır265. Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesindeki amaç da aynı konu 262 263 264 265 Bötticher, 1960, s. 535. Heil, 1983, s. 27. Heil, 1983, s. 27. Roxin, 1995, s. 373. 63 hakkında birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının önlenmesidir. Bu bakımdan her iki etkinin amaçları bakımından da bir benzerliğin olduğu görülür. Öğretideki bir görüĢün maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisini, hükmün verildiği muhakeme alanı ile sınırlı olarak kabul ettiğini belirtmiĢtik. Zira bu görüĢe göre, hükmün verildiği mahkemeler farklı muhakeme alanlarında olduğu zaman iki husus karĢımıza çıkar: Birincisi, uyuĢmazlıklar ister istemez farklılaĢmaktadır. Ġkincisi, davaya baĢka kimseler dâhil olacağı için maddi anlamda kesin hükmün Ģartlarından birisi olan “taraf aynılığı” yerine gelmeyecektir266. Bu bakımdan hem objektif Ģartın, hem de sübjektif Ģartın yerine getirilmemiĢ olmasından dolayı, bir mahkeme hükmünün farklı muhakeme alanlarında göstermiĢ olduğu etki, maddi anlamda kesin hüküm etkisi ile açıklanamaz 267. Ġstisnaen her iki davanın konusu olan uyuĢmazlığın tamamen birbiriyle örtüĢtüğü durumlarda dahi bir bağlayıcılık etkisinden bahsedilemez. Çünkü böyle bir durumda sonraki yargılamayı yapacak mahkeme, önündeki uyuĢmazlık ile hakkında hüküm verilmiĢ uyuĢmazlığın aynı olup olmadığını denetlemek durumundadır. Bunu yaparken de muhtemelen yeni delil ikamesine ihtiyaç duyacaktır. Böyle olunca da bağlayıcılık etkisinde olduğu gibi, bir önceki mahkeme hükmünün doğrudan kendi hükmüne dayanak teĢkil ettirilmesi de söz konusu olmayacaktır268. BaĢka bir görüĢe göre ise bir mahkemenin vermiĢ olduğu hükmün kesin hüküm etkisi doğurması, kural olarak bu mahkemenin bağlı olduğu muhakeme alanı içerisinde söz konusudur. Fakat bu verilen hükmün diğer muhakeme alanlarındaki mahkemelere etkisi meselesi, hükmün aynı muhakeme alanı içerisinde doğurduğu etkiden farklı bir Ģekilde açıklanamaz. Bu etki farklı muhakeme alanlarına da sirayet etse, temelini gene hukuki güvenlik ve hukuk devleti prensiplerinde bulur. Zira bir mahkeme, yetkisi dahilinde bakmıĢ olduğu uyuĢmazlık hakkında yargı erkinin bir temsilcisi olarak karar vermektedir 269 . Hakkında kesin bir Ģekilde karar verilen uyuĢmazlığın aynı muhakeme alanı içerisinde bir daha ele alınmamasını maddi anlamda kesin hüküm kurumu garanti eder. Hukuki güvenlik ilkesi zedelenmek istenmiyorsa bu uyuĢmazlığın bir defa ele alınmasını sağlamak için bu etkinin, kararın verildiği muhakeme alanını aĢması gerekir. Fakat bunun maddi anlamda kesin hüküm kurumu ile sağlanabilip sağlanamayacağı konusu net değildir. Bu yüzden ayrı bir hüküm etkisi olarak bağlayıcılıktan 266 267 268 269 Haaf, 1984, s. 110-111. Haaf, 1984, s. 110 vd. Haaf, 1984, s. 129. Heil, 1983, s. 46. 64 bahsedilmektedir270. Bu görüĢ taraftarlarına göre, bağlayıcılık etkisi ile kesin hüküm etkisi arasında davaların konusu bakımından bir farklılık bulunmaktadır. Bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu durumlarda, önceki hüküm sonraki hükmün bir kısmına iliĢkin olmaktadır. Her iki davanın konusu farklı olduğu için sonraki mahkeme çözeceği uyuĢmazlığın bir kısmı ile ayniyet gösteren önceki hükmün ayniyetini tespit etmek amacıyla bu hükmü incelemek zorundadır. Kesin hüküm etkisinde ise her iki davanın konusunun aynı olması gerekir271. Bir önceki baĢlıkta, hükmü veren mahkemeler farklı muhakeme alanlarında görev yapan mahkemeler olsa da bazı durumlarda önlerine gelen uyuĢmazlıkların benzer olduğu ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Bu nedenle mahkemelerin farklı muhakeme alanlarında görev yapıyor olmasının, her zaman için uyuĢmazlık konularını farklılaĢtırdığı görüĢüne katılmamaktayız. Ayrıca, daha önce de açıkladığımız üzere, kesin hükmün bir olumsuz etkisinin, bir de olumlu etkisinin mevcut bulunduğunu savunmaktayız. Olumlu etkiden bahsedebilmek için zorunlu olarak her iki davanın konularının farklı olması ya da aynı fiilin farklı muhakeme alanlarında yürütülen yargılamaların konusunu oluĢturması gerekir. Bu etki hukuk muhakemesinde kesin delil olarak adlandırılmaktadır. Belki bu tabir hukuk muhakemesi için doğru olabilir. Zira HMK’da mahkeme ilamlarının sahteliği ispat oluncaya kadar kesin delil sayılacağı açık bir Ģekilde düzenlenmiĢtir (HMK md. 204, f. 1). Ancak böyle bir düzenlemeye CMK’da yer verilmemiĢtir. Bu bir eksiklik değildir. Zira ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerli olduğu için ceza muhakemesi kesin delil kavramına yabancıdır. Ancak Ģunu belirtmek gerekir ki bu durumda da doğan etki kesin hüküm nedeniyledir. Bu nedenle ceza muhakemesi bakımından kesin delil yerine bağlayıcılık etkisinden bahsetmek gerekir. Hukukumuzda ise daha çok ceza ve hukuk mahkemesi iliĢkisinde ortaya çıkmıĢ olsa da; bir mahkeme tarafından verilen hükmün, aynı konuya iliĢkin ve fakat baĢka bir muhakeme alanındaki mahkeme üzerinde göstermiĢ olduğu etki, ağırlıklı olarak ve isabetli bir Ģekilde kesin hüküm bağlamında ele alınmıĢtır272. Buna karĢılık, öğretide diğer bazı 270 271 272 Heil, 1983, s. 47. Heil, 1983, s. 59. Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 582; Tosun, 1981, s. 288; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 701; Ceza mahkemesi hükmünün hukuk mahkemesine etkisine iliĢkin olarak Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında bu hususu dile getirmiĢtir. Kararın konumuzu ilgilendiren kısmının gerekçesi Ģu Ģekildedir: “Davacı, müdahil O. ve vekilinin bu açıklama ve beyanlarına rağmen Yozgat Ağır Ceza Mahkemesi’nce sanıklardan M’nin TCK’nın 456/4, 51/2 ve 59’uncu maddeleri gereğince 13 gün süre ile Z’nin ise TCK’nın 456/3, 51/1 ve 59’uncu maddeleri gereğince 3 yıl 1 ay ve 15 gün süre ile hapislerine 5.10.1978 gün ve 97/117 sayı ile karar verildiği ve M’nin cezasında hesap hatası yapıldığı anlaşıldığından onun cezası 16 güne çıkarılmak suretiyle karar onanmak suretiyle kesinleştiği mahkemece benimsenmiştir. O halde davacının gözünün kör olmasına, davalı Z’nin sebebiyet verdiğinde çekişme kalmamıştır. Bu yön 65 yazarlar ceza mahkemesi tarafından verilen hükmün hukuk mahkemesi için bağlayıcı olması durumlarını kesin hüküm kurumuyla açıklamamaktadırlar. Bu yazarların düĢüncesi de yukarıda belirttiğimiz görüĢe paralellik arz etmektedir. Nitekim bu yazarlara göre, her iki davanın konuları farklı olacağından ortada kesin hükümden bahsedilecek bir durum yoktur. Hukuk yargıcının bağlılığının sebebi, bir mahkemede maddi olayın araĢtırılıp, belirlenmiĢ olmasının tabi sonucudur273. Kanımızca bu görüĢ, yargılama birliği ve hukuk düzeninin birliği düĢüncelerini kabul etmesi bakımından isabetli bir görüĢtür. Ancak diğer taraftan yargılama birliği ve hukuk düzeninin birliği düĢüncesi bir mahkemenin baĢka bir mahkeme hükmüne bağlayıcı etki doğurması için yalnızca bir dayanak noktası teĢkil edebilir. BaĢka bir deyiĢle, yargılama birliği ve hukuk düzeninin birliği, bir muhakeme alanındaki kesin hükmün diğer muhakeme alanlarında niçin etki göstermesi gerektiğini açıklar. Bu nedenle diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etki edip edemeyeceğini kesin hüküm kurumu çerçevesinde ele almak gerekmektedir. 3.3.4. Bağlayıcılık Etkisinin Mahiyeti ve Kesin Hüküm Teorileri Bağlayıcılık etkisinin mahiyeti noktasında öne çıkan iki teori mevcuttur. Bunlardan birincisi maddi hukuk teorisi, ikincisi ise usul hukuku teorisidir274. Kabul edilen teoriye 273 274 ceza mahkemesinin kesinleşmiş ilamı ile gerçekleşmiştir. Borçlar Kanunu’nun 53’üncü maddesi hükmüne göre ceza mahkemesinin bu mahkumiyet kararı hukuk hakimini de bağlar bu da kuşkusuzdur” YHGK, 8.10.1986 tarih ve E. 1985/4-369, K. 1986/841 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 4.9.2012. Tunçomağ, K. (1963). Mahkeme Kararları Kroniği. İÜHFM, XXIX( 1-2), s. 379; Türker, E. (1980, Ocak). Ceza Mahkemesi Kararlarının Haksız Fiiller Konusunda Hukuk Hakiminin Kararlarına Etkisi. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi, XVI(1), s. 318; Erçin, F. (2000). Ceza Mahkemesi Kararlarının Hukuk Mahkemesine Etkisi - Borçlar Kanunu 53.maddesi. Ġstanbul, s. 54; Kılıçoğlu, 1972, s. 208; Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında ceza mahkemesi hükmünün hukuk mahkemesi için bağlayıcı etki doğurmasını kesin hükümde görmemiĢtir. Kararın konumuzu ilgilendiren kısmı Ģu Ģekildedir: “yukarıdan beri bağlayıcılık yönü belirtilen kararların bu niteliği, kesin hüküm-muhkem kaziye olması itibariyle değil, 53’üncü maddesinin esas hukuku yönünden koyduğu kuralla Usulün 295’inci maddesinin mehaz kanundan farklı olarak getirdiği esasa dayanmaktadır” Yargıtay 4. HD, 9.1.1973 tarih ve E. 1972/4940, K. 1973/189 sayılı kararı, (RKD, 1973/8, s. 179-182). Bu teorilerin yanında bir de “yargısal sözleĢme” teorisinin bulunduğu belirtilmektedir. Kökünü Ulpianus’tan aldığına inanılan yargısal sözleĢme teorisine göre dava açılması bir çeĢit yargısal sözleĢme olarak görülmektedir. Taraflar mahkemeye baĢvurmakla, önceden onun hükmüne uymak yönünde anlaĢmıĢ sayılmaktadırlar. Bu nedenle hakimin verdiği karar, yargısal sözleĢme gereğince tarafları bağlayacaktır (Bkz. Çenberci, 1964, s. 1136; Ayrıca bkz. Selçuk, 1973, s. 942). UyuĢmazlığın mahkemeye taraflar arası sözleĢme sonucu değil, hakkın inkar ve ihlali sonucu intikal etmiĢ bulunmasına, kesin hükmün sözleĢmeden öte yalnız tarafları değil, mahkeme ve kanun koyucuyu da bağlayıcı nitelikte olmasına dayanılarak bu görüĢ eleĢtirilmiĢtir. Zira yargısal sözleĢme yalnızca özel hukuk münasebetleri için söz konusu olabilir. Buna karĢılık ceza davasında tasarrufu mümkün olmayan haklar söz konusu olmaktadır (EleĢtiriler için bkz. Erem, F. (1978). Ceza Usulü Hukuku. (GeniĢletilmiĢ BeĢinci Baskı). Ankara, s. 642). 66 göre hükmün göstermiĢ olduğu etkinin kapsamı farklılık arz etmektedir. Bu teorilerden kısa da olsa bahsetmek konunun anlaĢılması için önemlidir. 3.3.4.1. Maddi Hukuk Teorisi Kurucusu olarak Friedrich Carl v. Savigny’nin gösterildiği275 maddi hukuk teorisine göre kesin hüküm, daha önce mevcut olmayan, yeni bir hak meydana getirir276. Bu teori taraftarları hükmü maddi gerçekle örtüĢmeyen hükümler ve maddi gerçekle örtüĢen hükümler Ģeklinde ikiye ayırmaktadırlar. Hukuk muhakemesinde ve idari muhakemede maddi gerçekle örtüĢen hüküm, hüküm anına kadar olan hukuki durumun onaylanması anlamına gelir. Buna karĢılık, maddi gerçekle örtüĢmeyen hüküm ise yeni bir hukuki durum meydana getirir: Hükümle hatalı olarak kabul edilen talep sayesinde haksız durum haklı duruma; hükümle hatalı olarak reddedilen talep neticesinde, haklı durum haksız duruma dönüĢmektedir277. Aynı Ģekilde, ceza muhakemesinde de maddi gerçekle örtüĢen hüküm, devletin cezalandırma hakkını teyit etmekte veya devletin cezalandırma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Maddi gerçekle örtüĢmeyen hüküm ise ya devlet için yeni bir cezalandırma hakkı meydana getirmekte (sanığın hatalı olarak mahkûm olması halinde) ya da devletin cezalandırma hakkını ortadan kaldırmaktadır (sanığın hatalı olarak beraat etmesi halinde)278. Bu teori taraftarlarına göre hükmün kesinleĢmesinden sonra, her hakim bu hükümle oluĢmuĢ yeni hukuki durumu kabul etmek zorundadır. BaĢka bir deyiĢle, maddi hukuk teorisi taraftarları sonraki yargılamayı yapacak hakimin ilk hüküm ile zorunlu olarak bağlı olacağını savunmaktadırlar279. Böylece ceza hakimi dahi hukuk mahkemesinin kesinleĢmiĢ tespitlerini görmezden gelemez. Maddi hukuk teorisinin kabul edilmesi halinde, sonraki hakimin bağlılığı bir mahkeme hükmüne karĢı değil; tam aksine, yeni oluĢturulmuĢ hukuki duruma karĢı olur. 275 276 277 278 279 Özkaya- Ferendeci, 2009, s. 89; Bloomeyer, A. (1968). Kesin Hüküm Tesiri ve Sınırları (çev. Yazman, Ġrfan). AÜHFD, 25 (3-4), s. 226; baĢka bir yazar tarafından ise bu teorinin kurucuları olarak Kohler ve Pagenstecher gösterilmektedir. Bu görüĢ için bkz. Trousil, T. J. (2005). Die Bindung des Zivilricters an strafgerichtliche Erkenntnisse. Köln, s. 30; ayrıca bkz. Spinellis, Dionysios; s. 20; Heil, 1983, s. 21, dn. 1. Kuttner, 1914, s. 218; Tschöpe, 1934, s. 26. Haaf, 1984, s. 105; Trousil, 2005, s. 31; Heil, 1983, s. 22. Hellmann,J. (1954). Die Bindung des Strafrichters an Straf-, Zivil- und Verwaltungsgerichtsurteile. Iburg, s. 33. Schwab, 1960, s. 2171; Kuttner, 1914, s. 218. 67 Zira maddi hukuk teorisine göre, bütün hükümler yeni bir hukuki durum meydana getirirler (inĢai hüküm)280. 3.3.4.2. Usul Hukuku Teorisi Günümüzde ağırlıklı olarak kabul edilen usul hukuku teorisine göre, hüküm sadece neyin haklı neyin haksız olduğuna iliĢkin verilir. Hüküm, kural olarak yeni bir hukuk inĢa etmez281. Bu hüküm hatalı da verilmiĢ olabilir. Fakat bu, gerçek hukuki durumun değiĢtiği anlamına asla gelmez. Usul hukuku teorisine göre kesinleĢmiĢ hükmün konusunu oluĢturan uyuĢmazlık, ön sorun olarak ortaya çıktığı davada sonraki yargılamayı yapan mahkeme tarafından göz önünde bulundurulmalıdır. Fakat bu göz önünde bulundurma, kesin hükmün olumlu etkisinin söz konusu olduğu durumlarda, sonraki mahkemenin meseleyi tekrardan ele alıp, önceki mahkemenin hükmüne paralel bir karar verme Ģeklinde değil; önceki mahkemenin hükmüne uyma, onu gerçek kabul etme Ģeklinde tezahür eder. Maddi hukuk teorisi taraftarlarının aksine, usul hukuku teorisi taraftarlarına göre kesin hükmün olumsuz etkisinin mevcut olduğu durumda sonraki hakim iĢin esasına girmeden, davayı kesin hüküm gerekçesi ile reddetmelidir. Zira ancak bu sayede birbiriyle çeliĢen hükümlerin verilmesinin önüne geçilebilir282. Kesin hükmün doğurduğu bu mecburiyet sadece sonraki yargılamayı yapacak hakim bakımından geçerli değildir. Kesin hüküm etkisini davaya katılan kiĢiler üzerinde gösterdiği için bu davaya katılmıĢ kiĢiler de aynı meseleyi bir daha baĢka bir mahkeme huzuruna götüremezler283. 3.3.4.3. Teorilerin Değerlendirilmesi Maddi hukuk teorisi günümüzde hemen hemen hiç savunulmamaktadır. Bunun nedenlerinden birisi olarak maddi hukuk teorisinin usule iliĢkin hükümleri açıklamakta yetersiz kalması gösterilebilir. Örneğin temyiz süresi geçtikten sonra temyiz talebinin neden reddedilmesinin gerektiği, maddi hukuk teorisi çerçevesinde cevaplandırılabilecek 280 281 282 283 Haaf, 1984, s. 105; Bloomeyer, A, 1968, s. 226; Bruns, 1957, s. 130; Heil, 1983, s. 23. Haaf, 1984, s. 107; Erem, 1963, s. 37. Tschöpe, 1934, s. 31; Schwab, 1960, s. 2171; aksi görüĢ için bkz. Heil, 1983, s. 26 vd. Tschöpe, 1934, s. 31. 68 bir soru değildir 284 . Ayrıca, maddi anlamda kesin hükmün sonuçlarının sadece davanın tarafları arasında doğmasının gerektiği de maddi hukuk teorisince açıklanamamaktadır. Bu görüĢ tarafından bütün hükümler inĢai hüküm olarak kabul edilince, bu hükmün davanın taraflarının yanı sıra üçüncü kiĢileri de bağlaması icap eder 285 . Ancak gerek davanın taraflarının gerekse de üçüncü kiĢilerin hükümle bağlılığı kesin hüküm etkisi dolayısıyla değil; tam aksine anayasal bir prensip olan hukuka ve kanuna bağlılıktan kaynaklanacaktır. Çünkü hükümle yeni bir hukuki durum oluĢturulmaktadır ve oluĢturulan bu yeni hukuki duruma herkes uymak zorundadır286. Maddi gerçekle uyum arz etmeyen hükümlerin istisnayı oluĢturması gerekirken, maddi hukuk teorisinin bunun tam aksine, bu hükümlerden yola çıkarak teoriyi temellendirmeye çalıĢması da eleĢtirilmiĢtir 287 . Buna karĢılık usul hukuku teorisi ise hükmün gerçekliği hakkında bir Ģey söylememektedir. Bu teoriye göre bir hüküm, hatalı olarak da verilmiĢ olabilir. Fakat bu durum o hükmün kesin hüküm haline gelmesine engel değildir. Eğer hüküm maddi gerçekle uyuĢmuyorsa; bu mesele, Ģartlarını taĢıması durumunda, yargılamanın yenilenmesi suretiyle giderilebilir. Bu nedenle maddi gerçekle bağdaĢmayan bir hükmün ortaya çıkması usul hukuku teorisi açısından çok da fazla bir sorun teĢkil etmemektedir288. Ancak maddi hukuk teorisi, maddi gerçekle bağdaĢmayan hükümlerin bile yeni bir hukuki durum oluĢturduğunu kabul edince, bu hükümlerin yargılamanın yenilenmesi gibi müesseseler sayesinde nasıl ortadan kaldırılacağı noktasında çözümsüz kalmaktadır. Maddi hukuk teorisi, tüm hatalı hükümlerin sonuçta birer inĢai hüküm özelliği kazanacağı fikrine ağırlık vermek suretiyle bu tür hükümlerin kapsamını oldukça geniĢletmiĢtir. Bu doğru olmayan bir yargıdır. Çünkü inĢai hükümler ancak kanunun öngördüğü durumlarda verilirler. ĠnĢai hükümler bakımından numerus clausus ilkesi geçerlidir 289 . Ayrıca maddi hukuk teorisi bütün hükümlerin neden inĢai hüküm olması gerektiğini yeteri derecede açıklayamamaktadır. Genel olarak hakim, vermiĢ olduğu hükümle bir hak yaratmaz, sadece kanuna göre haklı olanı tespit eder290. Maddi hukuk teorisinin kabul edilmesi, hüküm ile kanunun aynı derecede olduğunun kabul edilmesi anlamına gelir. Ancak ikisi arasındaki temel fark, kanunların soyut-genel 284 285 286 287 288 289 290 Haaf, 1984, s. 106. Haaf, 1984, s. 106. Trousil, 2005, s. 33. Haaf, 1984, s. 106; Heil, 1983, s. 23. Trousil, 2005, s. 33. Önen, 1981, s. 176. Önen, 1981, s. 177. 69 hukuki sonuçlar ihtiva etmesine karĢılık; hükümlerin somut bir hukuki durum hakkında varılan yargıyı ifade etmesidir291. Açıklanan nedenlerden dolayı günümüzde maddi hukuk teorisi terk edilmiĢ, bunun yerine usul hukuku teorisi kabul görmüĢtür. Ancak usul hukuku teorisi de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisinin ceza mahkemelerine etkisini kendi içerisinde farklı Ģekilde cevaplandırmaktadır. Kimi yazarlar ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olduğunu kabul ederken, kimi yazarlar ise bu bağlılığı reddetmektedirler. Bu görüĢlere bağlayıcılık etkisinin lehinde ve aleyhinde ileri sürülen görüĢler baĢlığı altında yer vereceğiz. 3.4. Bağlayıcılık Etkisinin Diğer Hüküm Etkisi Türleri Ġle KarĢılaĢtırılması Bağlayıcılık etkisi ile maddi anlamda kesin hükmün bağlantısı ortaya konulduktan sonra, genel olarak bir mahkeme hükmünün göstermiĢ olduğu diğer etkilerden bahsetmek gerekmektedir. Muhakeme hukukunda bir hükmün içeriğine bazı etkiler tanınmıĢ olabilir. Bu etkileri topyekûn hüküm etkileri olarak adlandırabiliriz292. Bu bağlamda kesin hüküm etkisinin haricinde öne çıkan etki türlerini inĢai etki, unsur etkisi ve tespit etkisi olarak sayabiliriz. 3.4.1. ĠnĢai Etki ile KarĢılaĢtırılması 3.4.1.1. Genel Olarak ĠnĢai Etki Mevcut bir hukuki durumun değiĢtirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun meydana getirilmesine inĢai dava293, bu davanın kabulü halinde verilen hükme ise inĢai hüküm, bu hükmün göstermiĢ olduğu etkiye de inĢai etki denilmektedir. Mesela, boĢanma davası sonucunda verilen karar inĢai bir hükümdür. Çünkü evlilik birliği ortadan kalkmıĢ ve bu birliği oluĢturan eĢler farklı bir statüye kavuĢmuĢlardır. ĠnĢai etki kendisini, daha önce mevcut olmayan bir hukuki sonucun bu hükümle oluĢturulmasında gösterir294. ĠnĢai hükümler bir hukuki iliĢki tesis ederler veya bir hukuki iliĢkiyi değiĢtirirler ya da onu ortadan kaldırırlar. Bu hükümler hukuki değiĢiklik ile karar anına kadar mevcut olmayan 291 292 293 294 Völzmann, 2006, s. 58. Haaf, 1984, s. 59. Kuru, B. (1988). Tespit Davaları. (2. Basım). Ġstanbul, s. 8; Heil, 1983, s. 15; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 277. Haaf, 1984, s. 65. 70 bir hukuki sonuç meydana getirirler ve herkes için bağlayıcı olurlar. Hukuki güvenlik ilkesi gereğince, bu karar ancak kesinleĢmesi halinde hüküm ve sonuç doğurur295. ĠnĢai davalar, hukuki iliĢkiye bağlı olarak maddi veya usuli bir hukuki sonucun doğması için açılması gereken davalardır 296 . Davanın konusunu oluĢturan maddi vakıa, hukuki iliĢkinin değiĢmesi için tek baĢına yeterli değildir. Bu konuda mutlaka bir dava açılması gerekir297. Örneğin boĢanma davası inĢai bir dava ve boĢanmanın gerçekleĢmesi kararı da inĢai bir hükümdür. Ancak boĢanmanın gerçekleĢebilmesi için bir davanın açılması gerekir. Bu nedenle, Medeni Kanun’da yer alan boĢanma sebepleri gerçekleĢmiĢ olsa bile diğer eĢin dava açmaması halinde evlilik birliği varlığını sürdürmeye devam eder. 3.4.1.2. Hangi Mahkeme Hükümlerinin ĠnĢai Etki OluĢturabileceği Sorunu Yukarıdaki örneklerden anlaĢıldığı üzere inĢai etki, daha ziyade hukuk mahkemeleri tarafından verilen hükümlere tanınmıĢ bir özelliktir. Ancak bunun yanında bazı idare mahkemesi hükümlerinin de inĢai hüküm olduğu kabul edilmektedir. Nasıl ki, evlilik birliğinin boĢanma ile sona ermesi kararı sadece hukuk hakimi tarafından göz önünde bulundurulacak bir mesele değilse; bir idari iĢlemin idare mahkemesince ortadan kaldırılması da sadece idare hakimi tarafından göz önünde bulundurulacak bir mesele değildir298. Bu nedenle, bir idari iĢlemin iptali için açılan davada talebin yerinde görülmesi, bu idari iĢlemin hukuka aykırı olduğunun kanıtıdır. Bu doğrultuda verilen hüküm de inĢai bir hükümdür299. Bazı hukuk ve idare mahkemesi hükümlerinin inĢai etki doğurabilecekleri kabul edilse de ceza mahkemesi hükümlerinin inĢai etki gösterip göstermediği konusu tartıĢmalıdır. Ceza mahkemesi hükmünün de inĢai etki doğuracağını kabul eden yazarlar arasında dahi bir takım görüĢ ayrılıkları bulunmaktadır. Ceza mahkemesi hükmünün de bir inĢai hüküm etkisi doğuracağı, en geniĢ anlamıyla MARXEN’in görüĢlerinde yer almaktadır. Bu yazar, ceza mahkemesi hükmünün mahiyetini belirlerken, ceza muhakemesinde geçerli olan “Ģüpheden sanık yararlanır ilkesi”nden hareket etmektedir. Buna göre, kiĢinin suçlu olup olmadığı ilk defa hükümle ortaya çıkar. Daha öncesinde soruĢturma ve kovuĢturma makamları, bir suçun varlığını ne 295 296 297 298 299 Haaf, 1984, s. 63; Önen, 1981, s. 175. Önen, 1981, s. 166. Önen, 1981, s. 167. Bötticher, 1960, s. 515. Bötticher, 1960, s. 539. 71 iddia edebilir ne de kiĢiye suçluymuĢ gibi muamele edebilir. Suç ilk olarak hükümle meydana gelmiĢtir 300 . Bu açıklanan gerekçe ile yazar, ceza hukukunda geçerli olan kanunsuz suç olmaz ilkesini (nullum crimen sine lege), yargılamasız suç olmaz (nullum crimen sine processu) Ģeklinde yeniden formüle etmiĢtir301. Bu görüĢe karĢı, haklı olarak suçun bir yargılamadan bağımsız bir Ģekilde ortaya çıktığı ve ceza davasının konusunun iddianamede yer alan fiil olduğu, bunun da fiilin ceza yargılaması yapılmadan da mevcut bulunduğu sonucuna götürdüğü belirtilmektedir 302 . Ayrıca MARXEN’in görüĢlerinin suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teĢkil edeceği de savunulmuĢtur 303 . Zira suçta ve cezada kanunilik ilkesine göre, bir suçun cezalandırılabilmesi için fiil gerçekleĢtirilmeden önce, neyin suç olduğu kanun koyucu tarafından açıkça belirlenmelidir. Suçun ilk defa ceza yargılaması sonucunda verilen hüküm ile ortaya çıktığının söylenmesi, suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı bir Ģekilde, suçun belirlenmesinin mahkeme, yani yargı erki tarafından yapıldığı anlamına gelir. Bir baĢka görüĢ ise bütün mahkumiyet hükümlerinin inĢai hüküm Ģeklinde olduğunu; zira bu hükümle birlikte sanığın, cezalandırılmamıĢ olma durumundan (der rechtliche Zustand des Nicht-bestraft-seins) cezalandırılmıĢ olma durumuna (der recthlihce Zustand des Bestraft-seins) geçtiğini savunmaktadır304. Yine bu yazarlara göre, ceza muhakemesi hukuku, cezalandırılabilir fiil için maddi ceza hukukunda öngörülen yaptırımların yerine getirilmesine hizmet eder. Bu hizmet ancak devlet organlarının sürece katılması sayesinde yerine getirilebilir 305 . Bu bakımdan ceza, icrası sadece mahkeme hükmü sayesinde mümkün olan hukuki bir sonuçtur. Hükmün inĢai etki doğuran kısmı ise bu hukuki sonuç hakkında verilen karardır306. Sanığın statüsünden hareket eden bir baĢka görüĢ de ceza mahkemesi hükmünün inĢai hüküm olduğunu kabul etmektedir. Bu görüĢün MARXEN’in görüĢünden temel farkı, suçun hükümden önce ve hükümden bağımsız bir Ģekilde ortaya çıktığını kabul etmesidir. Bu yazarlara göre, ceza mahkemesi hükmü bir statü hükmüdür ve bu nedenle bir inĢai hükümdür. ġöyle ki sanık mahkum olduğu zaman bir hukuki statüden (özgür birey), baĢka 300 301 302 303 304 305 306 Klaus Marxen, Straftatsystem und Strafprozess, Berlin, 1984, s. 345’ten naklen, Waldeyer, 2006, s. 176. Zaczyk, R. (1988). Bindungswirkung eines rechtskräftigen Strafurteils für das materielle Strafrecht. GA, s. 360. Zaczyk, 1988, s. 360; Waldeyer, 2006, s. 183. Zaczyk, 1988, s. 360; Waldeyer, 2006, s. 183. Schmidt, E. (1964). Lehrkommentar zur Strafprozessordnung zum Gerichtsverfassungsgesetz, Teil I. Göttingen, Rn. 30; Abel, 1961, s. 15. Schmidt, E, 1964, Rn. 24. Schmidt, E, 1964, Rn. 29. 72 bir hukuki statüye (hükümlü) geçmektedir307. Ceza mahkemesi hükmü, bir statü hükmü olarak değerlendirilince, beraat kararları dahi inĢai karar olmaktadır. Zira beraat kararıyla, muhakeme sürecinde sanığın statüsünde oluĢan belirsizlik ortadan kalkmaktadır308. Her ne kadar ceza mahkemesi hükmü bir statü hükmü, dolayısıyla inĢai bir hüküm olsa da bu görüĢe göre, sanık hakkında verilen mahkumiyet hükmüne konu hususun, sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkması durumunda, sonraki mahkeme ilk mahkemenin mahkumiyet kararı ile bağlı değildir. Zira sanığın sonraki davada diğer kiĢilerle eĢit Ģekilde masum sayılma hakkı söz konusudur. Böyle olunca da bu kiĢinin ön sorun teĢkil eden suçunun, daha sonraki davada tekrardan araĢtırılması ve tespit edilmesi gerekir309. Bu yazarların görüĢünden hareket edilirse Ģu örnek olay bakımından verilmiĢ olan ilk mahkumiyet hükmünün herhangi bir bağlayıcılık etkisi yoktur: A, hırsızlık suçundan dolayı mahkûm olmuĢtur ve bu karar kesinleĢmiĢtir. Daha sonra A, hırsızlık konusu malları, bunların hırsızlık ürünü olduğunu bilen B’ye satmıĢtır. B hakkında, suç eĢyasını satın alma suçundan (TCK md. 165) dolayı yapılacak yargılamada, A’nın hırsızlık suçunu iĢleyip iĢlemediği tekrardan araĢtırılmalıdır. VerilmiĢ olan mahkumiyet kararı ile yetinilmemelidir310. Yapılan tartıĢmaların odak noktasını, diğer muhakeme alanlarında geçerliliği kabul edilen inĢai hükümlerin ceza muhakemesi alanına taĢınmaya çalıĢılması oluĢturmaktadır. ĠnĢai hükmün temel özelliği, maddi hukuki durumu değiĢtirmesidir. Örneğin, boĢanma kararı ile evli bireylerin hukuki durumu değiĢmekte, bu kiĢiler verilen hükümle bekar bireyler konumuna gelmektedirler. Benzer bir durumun ceza muhakemesine taĢınılabilirliğine ise Ģüphe ile yaklaĢılmalıdır. Zira mahkumiyet kararlarının inĢai hüküm olduğunu kabul etmek, sanığın bu hüküm ile suçsuz konumundan suçlu konumuna geçtiği anlamına gelir. Oysaki gerek Anayasa’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrasında gerekse de AĠHS’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında Ģüpheli veya sanığın, hakkında kesinleĢmiĢ bir hüküm verilinceye kadar “suçsuz olduğu”ndan değil “suçsuz sayılacağı”ndan bahsedilmektedir. Suçsuz olmak ile suçsuz sayılmak farklı Ģeylerdir. Suçsuzluk karinesi olarak da adlandırılan bu ilke, Ģüpheli veya sanığın suçsuz olduğunun varsayılmasından ibarettir 311 . Ġlke bu yönüyle özellikle soruĢturma ve kovuĢturma makamlarına karĢı bir koruma sağlamaktadır. Sanığın, hakkında yürütülen yargılamanın sonunda beraat 307 308 309 310 311 Zaczyk, 1988, s. 364. Zaczyk, 1988, s. 364, dn. 44. Zaczyk, 1988, s. 370. Zaczyk, 1988, s. 370. Feyzioğlu, M. (1999). Suçsuzluk Karinesi. AÜHFD, 48(1-4), s. 139. 73 edebileceği ihtimali göz önünde bulundurulduğunda, suçsuz sayılması bir gerekliliktir. Adil bir yargılama yapmanın gereği olarak sanığa suçu iĢlediği ön yargısıyla yaklaĢılmamalı; sanığın suçsuzluğunu ispatlaması değil, tam aksine, savcılığın kiĢinin suçlu olduğunu ispatlaması gerekir. Görüleceği gibi sanığın, hakkında hüküm verilinceye kadar masum sayılmasının gerekçesi, sanığın suçsuz olması değil, adil bir yargılamanın yapılabilmesinin sağlanmasıdır. Aslında sanık, eğer suç iĢlemiĢse bu anda suçlu konumuna girmektedir. KiĢinin gerçekleĢtirdiği bu suçtan dolayı mahkum olması ise gerçek durumu ortaya çıkaran, onu tespit eden bir hüküm niteliğindedir. Aynı Ģekilde sanık hakkında verilen beraat kararı da sanığın gerçek durumunu ortaya koyan bir hüküm niteliğindedir. 3.4.1.3. ĠnĢai Etkinin Bağlayıcılık Etkisinden Farkı Bağlayıcılık etkisi ile inĢai etkiyi birbirinden ayırt etmek oldukça güçtür. Her iki etki de sonuçta, sonraki mahkemenin ilk verilen mahkeme hükmü doğrultusunda hareket etmesini sağlasa da inĢai etkide mevcut hukuki durumun değiĢmesi söz konusudur. Bağlayıcılık etkisinde ise verilen mahkeme hükmü, mevcut hukuki duruma iliĢkindir. Yani bir anlamda verilen mahkeme hükmü tespit etkisi gösterir312. Öğretideki hakim görüĢe göre, bir hükmün inĢai olması, onun herkese karĢı ve herkes için etki doğuracağı anlamına gelir. Böylece inĢai hükmün daha sonraki hakim kararı üzerindeki bağlayıcılığı, onun bu kurucu etkisinden kaynaklanır 313 . Buna karĢılık kesin hüküm, etkisini sadece davaya katılanlar üzerinde gösterir. Bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen yazarlar dahi inĢai hükümlerle ceza mahkemesinin bağlı olduğunu kabul etmektedirler. Ancak ceza hakimi hükmün içeriği ile değil, bu hükümle değiĢmiĢ hukuki durumla bağlıdır 314 . Bu bakımdan yeni bir hukuki durum kuran, değiĢtiren veyahut mevcut hukuki durumu ortadan kaldıran idari iĢlemler dahi istisnai olarak ceza mahkemesini bağlar315. 312 313 314 315 Waldeyer, 2006, s. 175; Yıldırım, 1996, s. 60; Önen, 1981, s. 179. Bötticher, 1960, s. 515; Heil, 1983, s. 53; Gollwitzer, W. (2001). §262. Löwe-Rosenberg Kommentar. (Vierter Band), Berlin, Rn. 15; Meyer-Goβner, L. (2005). Strafprozessordnung, Gerichtsverfassungsgesetz, Nebengesetze und ergänzende Bestimmungen §262. (48. Neu bearbeitete Auflage). München, Rn. 3. Kugler, R. (1955). Die Bindung des Strafrichters an Zivilurteile. Nürnberg, s. 8; Hellmann, 1954, s. 21; Koch, H.J. (1963). Ist der Strafrichter an Zivilurteile Gebunden?. Hamburg, s. 5; Heil, 1983, s. 53. Gollwitzer, 2001, Rn. 11; Meyer-Goβner, 2005, § 262, Rn. 3; Hellmann, 1954, s. 21; Haaf, 1984, s. 71. 74 Ceza hakimi de inĢai hükmü göz önünde bulundurmalıdır. Bu hüküm bir hukuk mahkemesi hükmü dahi olabilir. Örneğin TCK’nın 167’inci maddesindeki Ģahsi cezasızlık sebebinin uygulanabilmesi için hırsızlık suçunun faili ile mağdurunun suç iĢlendiği anda evli olmaları gerekir. Söz konusu hırsızlık fiilinin gerçekleĢtiği anda kiĢiler boĢanmıĢ ise hırsızlık suçunun faili Ģahsi cezasızlık sebebinden faydalanamaz316. Bu boĢanma kararına rağmen ceza hakimi bu kiĢilerin hala eĢ olduklarını söyleyemez317. ĠnĢai hüküm, doğrudan Ģahsi hukuki durum üzerinde kurucu etki doğurur. Hukuki durum, dıĢ dünyada hükümden sonraki Ģekliyle varlık gösterir. Dolayısıyla bu hukuki durum ile alakadar olan baĢka bir hakim, hukuki durumu mevcut hali ile kabul eder. Bunun gerekçesi, hakimin önceki mahkeme hükmüne güvenmesi değil, hukuki durumun yargılamanın yapıldığı anda değiĢmiĢ olmasıdır318. Bu bakımdan inĢai hükmün meydana getirdiği etki, maddi anlamdaki kesin hüküm etkisinden farklıdır. BaĢka bir deyiĢle, inĢai hükümler maddi anlamda kesin hüküm etkisinden dolayı değil; sadece inĢai etki kuvvetinden istifade ettikleri için değiĢtirilemezler319. Aradaki bu farklılıktan dolayı, inĢai etki ile bağlayıcılık etkisinin farklı etki türleri olduğu iddia edilmektedir320. Aralarında belirtilen bu farkların olduğu inkar edilmese de sonuçtan hareket etmenin daha doğru olacağını düĢünmekteyiz. Zira her iki durumda da sonraki mahkeme ilk mahkeme hükmü doğrultusunda hareket etmektedir. Bağlayıcılık etkisinde ilk verilen mahkeme hükmü doğrudan bir etki gösterirken; inĢai etkide hüküm dolaylı bir etkiye sahip olmaktadır. Zira inĢai etkide sonraki mahkemenin göz önünde bulundurduğu husus, mahkeme hükmü ile değiĢikliğe uğramıĢ olan hukuki durumdur. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu hukuki durum da bir mahkeme hükmü ile oluĢmuĢtur. Bu nedenle inĢai etkinin de bağlayıcılık etkisi kapsamında değerlendirilebileceğini düĢünmekteyiz. 3.4.2. Unsur Etkisi ile KarĢılaĢtırılması 3.4.2.1. Genel Olarak Unsur Etkisi Maddi ceza hukuku, bazı suç tanımlarında belirli bir mahkeme hükmünün, hakim veya mahkeme kararının veyahut bir idari iĢlemin yalnızca varlığını bir unsur Ģartı olarak düzenleyebilmektedir. Bu gibi durumlarda bir unsur etkisi gündeme gelir. Unsur etkisinden 316 317 318 319 320 Bötticher, 1960, s. 524. Tschöpe, 1934, s. 18. Heil, 1983, s. 15; Haaf, 1984, s. 69. Kuru, 1988, s. 9, dn. 22. Waldeyer, 2006, s. 175. 75 bahsettiğimizde, bir yargılama sonucunda verilen hüküm, sonraki davada verilecek hükmün dayandığı bir hukuk kuralının unsurunu ya da koĢulunu oluĢturmaktadır321. Bu bakımdan bazen bir suç tipinde bir ceza mahkemesi hükmü veya bir hakim veya mahkeme kararı unsur olarak düzenlenmiĢ olabilir. Örneğin TCK’nın “Suçluyu Kayırma” baĢlıklı 283’üncü maddesinin birinci fıkrasında “suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkan sağlayan” kiĢinin cezalandırılacağı hükmüne yer verilmiĢtir. Burada suçluyu kayırma suçundan dolayı yargılama yapan mahkeme, sanığın, bir baĢkası hakkında verilen örneğin bir tutuklama kararının etkisiz kılınması amacıyla, bu kiĢiye imkan sağlayıp sağlamadığını araĢtıracaktır. Buna karĢılık, bu mahkemenin kayrılan kiĢi hakkında verilen tutuklama kararının hukuka uygun olup olmadığını denetleme yetkisi ise yoktur322. Aynen inĢai etkide olduğu gibi, ceza mahkemesi daha önceki mahkeme hükmünden ziyade, doğrudan değiĢikliğe uğramıĢ hukuki durumu dikkate alır323. Somut düzenlemede bir unsur etkisinin mevcudiyetinden bahsedilmez 324 . Bilakis, unsur etkisinin var olup olmadığı, hükmün değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkarılmalıdır. 3.4.2.2. Unsur Etkisinin Diğer Muhakeme Alanlarına Sirayeti Unsur etkisi sadece hükmün verilmiĢ olduğu muhakeme alanı ile sınırlı değildir. Belirli bir hukuk disiplininin iĢleyiĢine iliĢkin bir kanunda dahi baĢka bir hukuk disiplinine iliĢkin konularda yargılama yapan bir mahkeme tarafından verilmiĢ hükümler bir bağlantı noktası olarak düzenlenebilir325. Bu bakımdan, bir ceza mahkemesinin vereceği hüküm de diğer hukuk disiplinlerine iliĢkin kanuni düzenlemelerde bir unsur olarak öngörülmüĢ olabilir. Örneğin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun (DMK) 48’inci maddesinin beĢinci fıkrası gereğince, maddede belirtilen suçlardan dolayı hapis cezasına mahkum olunması veya kasten iĢlenen herhangi bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla hapis cezasına mahkum olunması, kiĢinin devlet memurluğuna alınmasına engel teĢkil eder326. Bu suçlardan mahkum olan bir kiĢinin, devlet memurluğuna alınması talebinin söz konusu mahkumiyet gerekçesi ile reddedilmesi halinde, bu iĢleme karĢı idari yargıda dava açması durumunda, idari yargı yeri bu kiĢi hakkında verilmiĢ bir mahkumiyet kararının varlığını 321 322 323 324 325 326 Gollwitzer, 2001, Rn. 20; Koch, 1963, s. 8; Akkan, 2009, s. 26. Waldeyer, 2006, s. 161. Heil, 1983, s. 54; Koch, 1963, s. 8; Grunsky, 1968, s. 232; Bruns, 1957, s. 110; Bötticher, 1960, s. 514. Yıldırım, 1996, s. 55. Haaf, 1984, s. 80. Akyılmaz/Sezginer/Kaya, 2014, s. 639. 76 tespit etmekle yetinecek; ceza mahkemesi hükmünün doğru olup olmadığını ise denetleyemeyecektir. Aynı Ģekilde, bir suç tipinde diğer muhakeme alanlarındaki bir mahkeme hükmüne bir unsur olarak yer verilmiĢ olabilir. Örneğin, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 84’üncü paragrafında yer alan suç bakımından da bir unsur etkisi söz konusudur. Anılan düzenlemeye göre, faaliyetinin anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiĢ bir siyasi partinin devam ettirilmesi suç olarak düzenlenmiĢtir. Bu suç tipinde görüleceği gibi, partinin anayasaya aykırı olduğuna Anayasa Mahkemesince karar verilmektedir 327 . Anayasaya aykırı bir partinin devam ettirilmesi suçundan dolayı yargılama yapan ceza mahkemesi, artık bu partinin anayasaya aykırı olup olmadığını denetleyemez. Anayasa Mahkemesi’nin vermiĢ olduğu hüküm bir unsur etkisi doğurduğu için ceza mahkemesi, anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiĢ bir partinin devam ettirilmesi suçundan dolayı yargılama yaparken, sadece Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatmaya iliĢkin kararının varlığını tespit etmelidir. Buna karĢılık ceza mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararının hukuka uygun olup olmadığını ise denetlemeye yetkili değildir 328 . Ceza mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin partinin anayasaya aykırı olduğuna iliĢkin vermiĢ olduğu karar ile bağlıdır329. Hukukumuzda da benzer Ģekilde hakim veya mahkeme kararı veya mahkeme hükmü bir suç tipinde maddi unsur olarak yer almıĢ olabilmektedir. Bu durumlarda da suç hakkında yargılama yapan mahkeme, önceki hükmün veya hakim ya da mahkeme kararının hukuka uygun olup olmadığını denetleme yetkisine sahip değildir. Mahkeme, suç tipi bakımından böyle bir mahkeme hükmünün veya hakim ya da mahkeme kararının var olup olmadığını tespit etmekle yetinecektir. Örneğin 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’da330 böyle bir düzenlemeye yer verilmiĢti. Adı geçen Kanun’un 2’nci maddesinde, 1’inci maddede belirtilen Ģekilde eĢlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaĢayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi Ģiddete maruz kalması üzerine Aile Mahkemesi Hakimi’nin belli süreyle maddede sayılan tedbirlere hükmetmesinden sonra, belirlenen sürede koruma kararına aykırı davranılması suç olarak düzenlenmiĢti. Bu 327 328 329 330 Stenberg-Lieben, D. (2010). § 84. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage). München, Rn. 2; Gollwitzer, 2001, Rn. 21. Steinmetz J. (2012). § 84. Münchener Kommentar zum StGB, (Herausgegeben von Joecks, Wolfgang; Miebach, Klaus), (2. Auflage). München, Rn. 8. Stenberg-Lieben, 2010, Rn. 4. Bu Kanun 8.03.2012 tarihinde kabul edilen 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına KarĢı ġiddetin Önlenmesine Dair Kanun” ile yürürlükten kaldırılmıĢtır. 6284 sayılı Kanuna göre Ģiddet uygulayan kiĢinin tedbir kararlarına uymaması halinde, bu kiĢi hakim kararı ile üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulabilecektir (md. 13, f. 1). 77 noktada sorun arz eden husus, söz konusu suçtan dolayı yargılama yapan ceza mahkemesinin, koruma kararı veren Aile Mahkemesinin kararının hukuka uygunluğunu denetleyebilip denetleyemeyeceğiydi. Konuya iliĢkin olarak Yargıtay vermiĢ olduğu bir kararında, ceza mahkemesinin, kesinleĢmiĢ tedbir kararının içeriğini denetleme olanağının bulunmadığını; sadece sanığın koruma tedbirine aykırı davranıp davranmadığını araĢtırması gerektiğine hükmetmiĢtir331. Sadece mahkeme karar veya hükümleri değil, idari iĢlemler de bazı suç tiplerinde bir unsur olarak yer almıĢ olabilirler. Böyle bir durumda idari iĢlemin tek baĢına bir unsur 331 Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına yansıyan olay Ģu Ģekilde gerçekleĢmiĢtir: Sanık hakkında, aynı çatı altında nikahsız olarak birlikte yaĢadığı eĢine karĢı tehdit ve Ģiddet içeren eylemleri nedeni ile mahkemece (Tufanbeyli Asliye Hukuk Mahkemesi) Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un 1’inci maddesinin “a” bendi gereği 4 ay süre ile Ģiddet ve korkuya dayalı davranıĢlarda bulunmaması tedbirine karar verilmiĢtir. Ancak sanığın, 4 aylık süre içerisinde eĢine karĢı etkili eylemde bulunduğu iddia edilmiĢtir. Bunun üzerine sanık hakkında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un 2’inci maddesi uyarınca kamu davası açılmıĢ olsa da, mahkumiyetine yeterli delil olmaması nedeniyle beraat kararı verilmiĢtir. Davayı temyiz üzerine inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesi mahkumiyet hükmü kurulması için yeterli delil olduğu gerekçesi ile verilen beraat kararının bozulmasına karar vermiĢtir. Ceza dairesi bu sonuca ulaĢırken hukuk mahkemesinin tedbir kararının içeriğini de denetlemiĢ ve nikahsız birliktelik durumunda dahi söz konusu kanundaki koruma tedbirlerine baĢvurulabileceğini belirtmiĢtir. Yargıtay Cumhuriyet BaĢsavcılığı’na göre ise, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu anlamında bir aileden söz edebilmek için Medeni Kanun hükümlerine göre kurulmuĢ yasal bir evliliğin bulunması Ģarttır. Bu nedenle aile gibi yaĢıyor olsalar da, resmi nikahsız olarak sürdürülen birliktelikler bir aile sayılamaz ve 4320 sayılı kanun kapsamındaki koruma tedbirleri bu birliktelikler hakkında uygulanamaz. Bu yönüyle hukuk mahkemesinin, kanuni anlamda korunması mümkün olmayan bir konuda karar vermesi halinde, bu kararın içeriğinin de sonraki bir (ceza) mahkeme (si) tarafından denetlenmesi mümkündür. BaĢsavcılık bu gerekçelerle özel daire kararının kaldırılmasını Ceza Genel Kurulu’ndan talep etmiĢtir. Ceza Genel Kurulu yapmıĢ olduğu inceleme sonucunda konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile ilgili olarak Ģu tespitlerde bulunmuĢtur: “Anılan Yasanın (Ailenin Korunmasına Dair Kanun) 2. maddesinde ise; 1. maddeye göre verilmiş bulunan tedbir kararlarının etkin kılınmasına yönelik bir yaptırıma yer verilmiştir. Bu maddedeki suçun oluşabilmesi için, öncelikle, birinci madde uyarınca verilmiş ve kesinleşmiş bir tedbir kararının bulunması, ikinci olarak, tedbir kararına uyulmaması halinde hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedileceği keyfiyetini de içeren tedbir kararının, aleyhine tedbir kararı verilmiş bulunan kişiye tebliğ edilmiş olması, üçüncü olarak ise, tedbir kararının, kararda belirtilmiş olan süre içerisinde ihlal edilmiş olması, gerekmektedir. Belirtilen üç koşulun birlikte gerçekleşmesi halinde, durumu öğrenen Cumhuriyet savcısı 4320 sayılı Yasanın 2. maddesi uyarınca tedbire uymayan kişi hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açmak zorundadır. Görüldüğü üzere, anılan Yasa ile Cumhuriyet savcısına yüklenen ödev; 1. maddeye göre verilmiş olan tedbir kararının içeriğini denetlemek değil, kesinleşmiş olan tedbir kararının uygulanabilirliğini sağlamak, takip etmek ve ihlal edilmesi halinde de kamu davası açmaktır. Zira, Cumhuriyet savcısının 1. madde uyarınca tedbir kararı verilmesini isteme yetkisi bulunmasına rağmen, verilmiş bulunan tedbir kararına karşı yasa yoluna başvurma yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla, gerek Anayasaya uygun sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, gerekse uluslararası sözleşmelerden etkilenilmek suretiyle, aile içi şiddetin önüne geçmeyi amaçlayan Yasa Koyucu Yasanın 1. maddesinde korumanın şeklini, sınırlarını ve korumadan yararlanma usulünü belirlerken, 2. maddesinde “aile içi şiddeti” önleme fonksiyonunu etkin kılmak adına, 1. madde uyarınca verilmiş bulunan tedbir kararlarına uymayanları cezalandırma yoluna gitmiştir. 4320 sayılı Yasada ihdas edilmiş olan suçla korunan hukuki yarar, “4320 sayılı Yasanın 1. maddesi uyarınca verilmiş bulunan tedbir kararının hukuki otoritesidir”. Bu nedenle de, Cumhuriyet savcısını veya Sulh Ceza Hakimini ilgilendiren; 1. madde uyarınca verilmiş ve kesinleşmiş bir tedbir kararının bulunması ve bu kararda hükmedilen tedbirlere uyulmamış olmasıdır, yoksa kesinleşmiş olan tedbir kararının içeriğinin doğru olup olmadığı Cumhuriyet savcısı ve ceza hakimi tarafından denetlenemez” Yargıtay CGK, 08. 12. 2009 tarih ve E. 2009/7-131, K. 2009/284 sayılı kararı, (Akçin, Ġ., Erel, K., Hatipoğlu, C., Bozoğlu, S., Fazla, Y., Örer, F. B. ve Özbey, Ö. (2012). Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları (2005-2012), Ankara, s. 1647 vd). 78 etkisi doğurup doğurmayacağının; baĢka bir deyiĢle, ceza mahkemesinin bu idari iĢlemle bağlı olup olmayacağının tetkik edilmesi gerekir. Kanımızca bir idari iĢlemin bir suç tipinde unsur olarak düzenlenmiĢ olması, bu idari iĢlemin ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurmasına yol açmaz. Aksi kabul, idari iĢlemler ile mahkeme hükümlerinin eĢ değer oldukları anlamına gelir. Örneğin bir kiĢinin ruhsat alarak yapımına baĢladığı bir inĢaat, belediye ekiplerince ruhsata aykırı olduğu gerekçesi ile mühürlenir (3194 sayılı Ġmar Kanunu md. 32)332. ĠĢleme karĢı idari yargıda dava açma süresinin geçirilmesi sebebiyle, bu iĢlem kesinleĢir. Bu kiĢi hakkında aynı zamanda imar kirliliğine neden olma suçundan (TCK md. 184) dolayı yargılama yapan ceza mahkemesi, kiĢinin gerçekten ruhsata aykırı bina yapıp yapmadığını artık serbestçe değerlendirmelidir. Her ne kadar iki ceza mahkemesi arasında olsa da unsur etkisinin gündeme geldiği tekerrüre iliĢkin düzenlemelerden de bahsetmekte fayda vardır. Mevcut ceza hukuku sistemimizde tekerrür, cezanın ağırlaĢtırılmasını gerektiren bir hal olarak düzenlenmemiĢtir. Tekerrür kurumu, hapis veya adli para cezasının seçimlik olarak öngörüldüğü hallerde, sonraki suça iliĢkin uygulanacak olan koĢullu salıverilme süresinde ve mahkum olunan hapis cezasının infazından sonra kiĢi hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanması ile bağlantılı olarak dikkate alınacaktır 333 . Bu bakımdan örneğin mükerrir A Ģahsı, hapis veya adli para cezasının seçimlik olarak öngörüldüğü bir suçu iĢlese ve bu davada önceki mahkumiyetinin haksız olduğunu, bu nedenle kendisinin mükerrir sayılmayacağını ve sonuçta hakkında adli para cezasına hükmedilebileceğini iddia etse334, bu iddia tekerrür halinde iĢlenen suçtan dolayı yargılama yapan mahkemece dikkate alınacak mıdır? Bu soruya olumsuz yanıt vermek gerekir. Zira ilk suçtan dolayı verilmiĢ mahkumiyet hükmü, tekerrür hükümlerinin uygulanması için bir unsur teĢkil etmekte ve tekerrür halinde iĢlenen suçtan dolayı yargılamayı yapacak olan mahkeme tekerrür hükümlerinin uygulanmasında sadece önceden mahkumiyet kararının varlığını araĢtıracaktır. Önceki mahkumiyet kararının doğru olup olmadığını ise araĢtırmayacaktır. Bu bakımdan, öğretide bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen yazarlar dahi tekerrür 332 333 334 Almanya’da Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG Stuttgart) park yasağının ihlali fiiline iliĢkin bir olayda, park yasağı iĢaretinin bir idari iĢlem olduğunu ve bu nedenle ceza hakiminin bu iĢlemin hukuka uygunluğunu, iĢlemin yoklukla malul olma durumu hariç, denetleme yetkisinin olmadığını belirtmiĢtir. Bkz. OLG Stuttgart, Urteil vom 7.09.1966- 1Ss 314/66. (1967). NJW, s. 122. Özgenç, 2014, s. 795. TCK’nın 58’inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmüne göre, “Tekerrür halinde, sonraki suça ilişkin kanun maddesinde seçimlik olarak hapis cezası ile adli para cezası öngörülmüşse, hapis cezasına hükmolunur”. 79 hükümlerinin uygulanmasında sonraki yargılamayı yapan mahkemenin ilk mahkemenin hükmü ile bağlı olduğunu kabul etmektedirler335. 3.4.2.3. Unsur Etkisinin Bağlayıcılık Etkisinden Farkı Bağlayıcılık etkisini, bir mahkemenin kuracağı hükümde tespit etmesi gereken hususların daha önceden baĢka bir mahkeme hükmü ile tespit edilmiĢ olması Ģeklinde tarif etmiĢtik. Bu nedenle bağlayıcılık etkisinin söz konusu olabilmesi için ilk hükme konu uyuĢmazlığın sonraki belirtilmektedir 336 davada bir ön sorun olarak ortaya çıkması gerektiği . Bu yönüyle bağlayıcılık etkisinde ilk mahkemenin vermiĢ olduğu hüküm, sonraki yargılamayı yapacak olan ceza mahkemesi için önem arz eder. BaĢka bir deyiĢle, sonraki yargılamayı yapacak olan hakim, ilk mahkemenin kurmuĢ olduğu hükmün içeriği ile bağlıdır. Unsur etkisinin söz konusu olduğu durumlarda ise ilk hükümle ulaĢılan sonuçların ön sorun teĢkil eder bir yanının bulunmadığı savunulmaktadır337. Mahkeme, unsur etkisinde bu iĢlemin veya hükmün sadece etkinliğini denetler, içerik olarak hukuka uygunluklarını ise denetlemeye gerek yoktur338. Bu görüĢteki yazarlara göre, sonraki yargılamayı yapacak Schmidt, E, 1964, Rn. 322; Grünwald, 1964, s. 43; Grunsky, 1968, s. 232; Yurtcan, 1987, s. 33; ancak aksi görüĢte olan yazarlar da mevcuttur. Bu yazarlar tekerrür halinde iĢlenen suçlarda sonraki yargılamayı yapacak mahkemenin sanık hakkında ilk verilmiĢ kararı yanlıĢ bulması durumunda tekerrür hükümlerini uygulamayabileceğini kabul etmektedirler. Bu görüĢler için bakınız Alsberg-Nüse, Der Beweisantrag im Strafprozess, 2. Auflage, 1956, s. 91 ve Eduard Kern, “Die Aussetzung des Strafverfahrens zur Klärung präjudizieller Fragen nach § 262 StPO”, Die Reichsgerichtspraxis im deutschen Rechtsleben, Bd. V, 1929, s. 149’dan naklen: Schmidt, G, 1966, s. 93; ayrıca Abel, 1961, s. 74. Alman hukukunda istisnai olarak yargı kararlarında, aksi görüĢte olan yazarların görüĢleri de benimsenmiĢtir. Buna iliĢkin olarak yaĢanmıĢ bir olayın ve bu olay neticesinde verilmiĢ mahkeme kararının aktarılmasının yararlı olacağı kanısındayız. Olay Ģu Ģekilde gerçekleĢmiĢtir: Eyalet mahkemesi bir sanığı kredi dolandırıcılığı ve belgede sahtecilik suçundan toplamda 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırmıĢtır. Mahkemenin yapmıĢ olduğu bu yargılamaya, sanık hakkında Doğu Almanya’da verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ mahkumiyet kararı okunmak suretiyle dahil edilmiĢtir. Sanık, okunan bu hükmün gerçekliğine itiraz etmiĢ ve bu konuda iki tane Ģahidinin olduğunu belirtmiĢtir. Mahkeme ise, bahse konu olay hakkında kesinleĢmiĢ bir mahkeme hükmü olduğu gerekçesi ile sanığın bu konuya iliĢkin tanık dinletme talebini reddetmiĢtir. Mahkeme, cezanın belirlenmesinde sanık hakkında verilmiĢ önceki mahkumiyet kararını dayanak olarak göstermiĢtir. Bu olayla ilgili Federal Alman Yüksek Mahkemesi özetle Ģu kararı vermiĢtir: Bir sanık hakkında daha önce verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ mahkumiyet kararı, sanığın daha sonra iĢlediği bir suçta tekrardan gündeme gelirse, önceki verilmiĢ kesin hüküm ceza hakimini bağlamaz. Söz konusu önceki suça iliĢkin eylemin nasıl gerçekleĢtiğini, sonraki yargılamayı yapan mahkemenin araĢtırması gerekir. Bu tarz hükümler, bir belge delili olmaları hasebiyle, sonraki yargılamaya getirilebilirler. Ancak sonraki yargılamayı yapan mahkeme, bu delilleri tetkik etmeden, sadece kesinleĢmiĢ bir mahkeme hükmü olduğu gerekçesiyle kendi kararına dayanak teĢkil ettiremez. Eğer yargılamaya katılan kiĢilerden birisi, daha önce verilmiĢ hükmün gerçekliğine itiraz ederse, mahkeme yapacağı araĢtırma ile hükmün üzerinde oluĢan Ģüpheleri gidermek zorundadır (BGH, Beschluss vom, 3.6.1997- 1 StR, 183/97, NJW, 1997, s. 2828). 336 Waldeyer, 2006, s. 163. 337 Haaf, 1984, s. 78. 338 Gollwitzer, 2001, Rn. 20. 335 80 olan hakim, sadece önceki hükmün mevcudiyetini dikkate almakla yetineceği için muhakeme hukukuna iliĢkin olarak bağlayıcılık etkisinden de söz edilemez339. Öğretide hakim olan bu görüĢün karĢısındaki yazarlara göre ise bağlayıcılık etkisi ile unsur etkisi arasındaki ayrım teknik anlamda bir ayrımdır. Sonuçta her ikisinin de doğurduğu etki aynıdır. Bu yazarlara göre, bir hükmün kesin hüküm etkisinde olduğu gibi, yenilemez bir Ģekilde gerçek olarak görülmesi ile unsur etkisinde olduğu üzere, daha sonraki hükmün sadece bir hükmün varlığına sonuç bağlaması arasında sonuçta bir farklılık söz konusu değildir. Zira her iki durumda da önceki hükmün içeriği, sonraki mahkeme için bağlayıcı olmaktadır340. Azınlıkta kalan bu ikinci görüĢün daha isabetli olduğu kanısındayız. Çünkü hem unsur etkisinin olduğu hallerde hem de bağlayıcılık etkisinin kabul edildiği hallerde, yargılama yapan mahkeme daha önceki mahkeme hükmü ile bağlı olmaktadır. Ġlk mahkeme hükmünün bağlayıcılığının, sonraki mahkemenin ilk mahkeme hükmünü sadece tespit etmesi sonucunda oluĢması (unsur etkisi) ile ilk hükmün içeriğinin etki etmesi sonucunda oluĢması (bağlayıcılık etkisi) arasında bir fark söz konusu değildir. Bu bakımdan bağlayıcılık etkisinin unsur etkisini de içerisine alan bir üst kavram olarak ele alınması daha isabetli olacaktır. 3.4.3. Tespit Etkisi ile KarĢılaĢtırılması 3.4.3.1. Genel Olarak Tespit Etkisi Özel hukukta bir hukuki iliĢkinin var olup olmadığını tespit etmek için açılan davalara tespit davası denmektedir 342 341 , bunun neticesinde verilen hükümlere ise tespit hükmü . Tespit davasında, genel olarak taraflardan birisinin iddia ettiği hukuki iliĢkinin varlığı veya yokluğu hakkında kesin bir Ģekilde karar verilir. Sonraki bir yargılamada, aynı sorun ile meĢgul olan mahkemenin bu ilk verilen hüküm ile bağlı olmasına tespit etkisi denilir343. Ancak Ģu hususu da belirtmek lazımdır ki sadece tespit davaları sonucunda değil, gerek eda davaları sonucunda gerekse de inĢai dava sonucunda bir tespit hükmü verilmiĢ olabilir. Zira eda davasının kabulü halinde hüküm, ilk olarak davanın dayandığı hakkın veya hukuki iliĢkinin var olduğunu tespit eder; ikinci olarak ise 339 340 341 342 343 Haaf, 1984, s. 78; Trousil, 2005, s. 28; Schmidt, G, 1966, s. 93; Völzmann, 2006, s. 53. Grunsky, 1968, s. 232. Kuru, 1988, s. 18; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 271. Kuru, 1988, s. 99. Hellmann, 1954, s. 42; Heil, 1983, s. 18. 81 davacının istediği edanın yerine getirilmesi hususunda davalıya yöneltilmiĢ bir emir içerir344. Buna karĢılık, eda davasının reddine iliĢkin hüküm ise doğaldır ki yalnızca bir tespit hükmüdür. Zira burada verilen karar ile davacının iddia ettiği hakkın veya hukuki iliĢkinin mevcut olmadığı tespit edilmektedir345. Eda davasının reddine iliĢkin hüküm gibi, inĢai davanın reddine iliĢkin hüküm de bir tespit hükmüdür. Zira bu ret kararı ile davacının varlığını iddia ettiği inĢai hakkın mevcut olmadığı tespit edilmektedir346. 3.4.3.2. Tespit Etkisi ile Bağlayıcılık Etkisinin ĠliĢkisi Tespit davasını, genel olarak bir hukuki iliĢkinin var olup olmadığının tespit edilmesine iliĢkin davalar olarak tarif etmiĢtik. Bunun yanında, özel hukuktaki inĢai davalarda ve eda davalarında bu davaların kabulü halinde mutlaka bir tespitin yapılmasının gerektiği; ayrıca gerek eda davalarının gerekse de inĢai davaların reddinin, davaya konu iliĢkinin var olmadığı anlamına geldiği için birer tespit hükümleri olduğunu belirtmiĢtik. Diğer taraftan bağlayıcılık etkisi, bir hükme konu uyuĢmazlığın ceza davasında ön sorun olarak ortaya çıkmasının ardından, bu konuya iliĢkin verilmiĢ mahkeme hükmünün gösterdiği etkidir. Bu yönüyle bağlayıcılık etkisinin tipik Ģeklini tespit hükümleri oluĢturmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı tespit hükümlerinin göstermiĢ olduğu etki ile kesin hüküm etkisinin eĢ değer olduğu söylenmektedir 347 . Bağlayıcılık etkisi ile ilgili tartıĢmaların odak noktasını da tespit hükümleri oluĢturmaktadır. 3.4.3.3. Tespit Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi Tespit hükümlerinin ve eda davası sonucunda verilen hükümlerin ceza hakimi için bağlayıcılık etkisi doğurmayacağı bazı yazarlar tarafından savunulmaktadır 348 . Bu yazarlara göre, Ģu örnek olayda hukuk mahkemesi hükmünün ceza mahkemesine herhangi bir etkisi yoktur: A’nın B aleyhine açmıĢ olduğu dava neticesinde mahkeme, belirli bir menkul malın A’ya ait olduğuna karar vermiĢtir. Bu karar kesinleĢmiĢtir. B, bu malı A’dan 344 345 346 347 348 Eda davasının kabulüne iliĢkin kararda, hem tespit hem de eda hükmüne yer verilmesinin gerektiği savunulmaktadır. Bu görüĢ için bkz. Kuru, 1988, s. 8; aynı yönde Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 271. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 271. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 279. Önen, 1981, s. 173. Eschelbach, R. (2010). § 262. Strafprozessordnung Kommentar (Herausgegeben von Graf, Jürgen Peter), München, Rn. 5. 82 geri almıĢtır349. Böyle bir durumda, bu görüĢ taraftarlarına göre, hukuk mahkemesi menkul malın sahibinin A olduğuna karar vermiĢ olsa da ceza mahkemesi malın gerçek sahibinin B olduğu gerekçesi ile B’yi üzerine atılı hırsızlık suçundan dolayı beraat ettirebilir. Ancak herkes için ve herkese karĢı etki doğurabilecek türden olan tespit hükümlerinin ise ceza hakimi için de bağlayıcı olduğu kabul edilmektedir350. Mesela, babalığı tespit eden hukuk mahkemesi hükmü, ceza hakimi açısından da bağlayıcılık etkisi doğuracaktır. Alman hukukunda tespit hükümlerinin ceza mahkemesine etkisi hakkında yapılan tartıĢmalar, nafaka yükümlülüğüne iliĢkin verilen hükümlerde somutlaĢmaktadır 351 . Federal Alman Yüksek Mahkemesi, eski tarihli bir kararında, nafaka yükümlülüğünün ihlalinden dolayı yapılan ceza yargılamasında, sanığın hukuk mahkemesince önceden nafakaya mahkum edilmesi veya nafaka talebinin hukuk mahkemesince reddedilmesinin ceza mahkemesini bağlamayacağına hükmetmiĢtir352. BaĢka bir deyiĢle, hukuk mahkemesi kiĢinin nafaka ödemesi gerektiğine hükmetmiĢ olsa da ceza mahkemesi sanığın nafaka ödemesinin gerekli olmadığı gerekçesiyle sanık hakkında beraat kararı verebilir. Bunun gerekçesi olarak da hukuk muhakemesinde Ģekli gerçeğin; buna karĢılık, ceza muhakemesinde maddi gerçeğin aranılıyor olması gösterilmektedir 353 . Bu bakımdan, hukuk mahkemesi tarafından sanığın nafaka ödemesine karar verildikten sonra, sanığın bu karara uymamasının nafaka yükümlülüğünün ihlali suçuna vücut verip vermediğinin tespiti ceza mahkemesine aittir354. Yüksek mahkemenin vermiĢ olduğu bu karar gerek öğreti ve gerekse de uygulamanın konuya yaklaĢımına öncülük etmiĢtir. Buna karĢılık denilmiĢtir ki, nafaka yükümlülüğünün varlığının tespiti hem hukuk muhakemesinde hem de ceza muhakemesinde medeni hukuk cephesinden değerlendirilmelidir 355 . Daha somut bir ifadeyle, ceza hakimi, nafaka yükümlülüğünün 349 350 351 352 353 354 355 Heil, 1983, s. 9; benzer bir olay için bkz. Tschöpe, 1934, s. 2. Lenckner, T. (2010). § 170. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch. (28. Auflage). München, Rn. 11; Kuttner, 1914, s. 70; Gollwitzer, 2001, Rn. 11. Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) konuya iliĢkin §170 birinci fıkra düzenlemesi Ģu Ģekildedir: “Her kim, kanuni nafaka yükümlülüğünü yerine getirmez ve bunun sonucunda nafaka alacaklısının yaĢamsal ihtiyaçlarını karĢılayamama tehlikesi doğarsa veya nafaka alacaklısının üçüncü bir kiĢiden yardım aldığı durumlarda, bu kiĢinin yardımı olmasaydı yaĢamsal ihtiyaçlarını karĢılayamama tehlikesi doğmuĢ olsaydı, üç yıla kadar hapis cezası veya para cezası ile cezalandırılır”. BGH, Beschluss vom 4.11.1953, 4 StR 91/53. (1954). NJW, 1954, s. 81; aynı yönde bkz. OLG Stuttgart, Urteil vom 11.03.1960-2Ss 786/59. (1960). NJW, s. 2204. Engelhardt, H. (2008). § 262. Karlsruher Kommenter Zur Strafprozessordnung (Herausgegeben von Hannich, Rolf), (6. Auflage). München, Rn. 3; Gollwitzer, 2001, Rn. 11. BGH. (1954). NJW, s. 82. Bruns, 1957, s. 127. 83 ihlali suçuna iliĢkin yapılan yargılamada, sanığın nafaka yükümlülüğünün olup olmadığı hakkında verilmiĢ hukuk mahkemesi hükmü ile bağlıdır356. Bir görüĢe göre, sanık hakkında nafaka yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesi ile bir ceza yargılaması yapılmadan önce, sanığın nafaka yükümlüsü olmadığını söyleyen bir hukuk mahkemesi hükmü varsa, artık ceza mahkemesinin nafaka yükümlülüğünün ihlal edildiğine hükmedememesi gerekir 357 . Aynı Ģekilde, kiĢi hukuk mahkemesi tarafından daha önceden malın maliki olarak kabul edilmiĢ ve bu yönde bir hüküm verilmiĢ ise artık söz konusu malı çaldığı gerekçesi ile hırsızlık suçundan dolayı cezalandırılamamalıdır358. Görüleceği gibi, her iki durumda hukuk mahkemesi hükmünün ceza mahkemesi üzerinde göstermiĢ olduğu etki bir tespit hükmünden kaynaklanmaktadır. Zira burada hukuk mahkemesi tarafından malın mülkiyetinin kime ait olduğu veya nafaka yükümlülüğünün olup olmadığı tespit edilmektedir. Nafaka yükümlülüğünün ihlaline iliĢkin olarak hukuk mahkemesince verilmiĢ hükümlerin ceza mahkemesine etki etmeyeceğini savunan yazarlar, neticede hakkaniyete aykırı hükümler verilebileceğini öngördükleri için görüĢlerini yumuĢatma yoluna gitmiĢlerdir. Mesela, eğer kiĢi hakkında hukuk mahkemesinde bir nafaka davası açılmıĢ ve hukuk mahkemesi kiĢinin nafaka ödemek zorunda olmadığına hükmetmiĢse bu hükmün bu kiĢi hakkında nafaka yükümlülüğünü ihlalden dolayı yapılacak ceza yargılamasına etki etmesi gerekir. Çünkü bu kiĢi verilmiĢ olan hukuk mahkemesi hükmüne güvenmiĢtir. Bu nedenle bu kiĢi, nafaka yükümlülüğünün varlığı konusunda kaçınılmaz bir hataya düĢmüĢtür. KiĢinin düĢmüĢ olduğu bu kaçınılmaz hata ceza hakimi tarafından göz önünde bulundurulmalıdır 359 . Zira böyle bir durumda kiĢinin cezalandırılmaya kalkıĢılması kiĢilerin yargıya güvenlerinin sarsılması gibi çok ağır sonuçları doğurur360. Kanımızca gerek tespit etkisinin söz konusu olduğu diğer durumlarda gerekse de nafaka yükümlülüğünün ihlali ile ilgili olarak önceden verilmiĢ bir mahkeme hükmünün bulunduğu durumlarda, ceza mahkemesinin bu hükmü görmezden gelmesi hukuk düzeninin birliği ile örtüĢmez. Zira nafaka yükümlülüğünün ihlali suçunun oluĢabilmesi için ilk baĢta bir nafaka yükümlülüğünün olması gerekir. Sanığın nafaka yükümlüsü 356 357 358 359 360 Kaiser, E. (1972). Bindung des Strafrichters an Zivilurteile in Verfahren nach § 170 b StGB. NJW, Heft 41, s. 1847; Lenckner, § 170, Rn. 13. Bötticher, 1960, s. 525. Bötticher, 1960, s. 525; Schwab, 1960, s. 2172. Eschelbach, 2010, Rn. 5; Gollwitzer, 2001, Rn. 11. Schwab, 1960, s. 2170. 84 olduğunu tespit eden bir hukuk mahkemesi hükmü var ise artık ceza mahkemesinin bu hükmü görmezden gelmesi mümkün değildir. ġu hususu da belirtmekte fayda vardır ki sanığın hukuk mahkemesinde nafaka ödemeye mahkum edilmiĢ olması, nafaka yükümlülüğünün ihlali durumunda onun ceza mahkemesi tarafından mutlaka cezalandırılacağı anlamına da gelmez 361 . Böyle bir durumda, hukuk düzeninin birliği düĢüncesine aykırılık teĢkil eden husus, hukuk mahkemesinin nafaka yükümlülüğünün oluĢtuğunu belirtmesine rağmen, ceza mahkemesinin kendi değerlendirmesi sonucunda nafaka yükümlülüğünün oluĢmadığına kanaat getirerek sanığı beraat ettirmesidir. Yoksa, ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin hükmü doğrultusunda nafaka yükümlülüğünün oluĢtuğunu kabul etmesine rağmen, ceza hukukuna hakim olan ilkeler çerçevesinde, örneğin sanığın tehdit sonucu nafaka borcunu ödememiĢ olması durumunda olduğu gibi, sanık hakkında herhangi bir cezaya hükmetmemiĢ olmasının hukuk düzeninin birliği ilkesine aykırılık teĢkil etmeyeceği kanaatindeyiz. 3.5. Bağlayıcılık Etkisinin Aleyhinde Ve Lehinde Ġleri Sürülen GörüĢler Mevzuatımızda diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerle ceza mahkemesinin bağlı olduğuna veya olmadığına iliĢkin genel bir düzenleme bulunmamaktadır. Bağlayıcılık etkisi ile ilgili mevcut düzenlemeler ise birbiriyle uyumlu değildir. Bazılarında diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesi için bağlayıcı olduğu belirtilirken362, bazılarında ise ceza mahkemesinin bağlı olmayacağı363 açık bir Ģekilde belirtilmektedir. Bu nedenle gerek öğreti gerekse de mahkeme kararlarında bağlayıcılığın lehinde ve aleyhinde görüĢler ortaya çıkmaktadır. Biz de bu belirtilen duruma paralel olarak bağlayıcılık ile ilgili görüĢleri iki grup halinde incelemeye çalıĢacağız. 361 362 363 Schwab, 1960, s. 2172. Örn. 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu’nun 71’inci maddesi, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 214/1 hükümleri, ceza mahkemelerinin diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler veya kararlar ile bağlı olduğuna yer veren kanuni düzenlemelerdir. Örn. 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 367’inci maddesinin dördüncü fıkrasında vergi makam ve mercilerinin kararlarının ceza hakimini bağlamayacağı hükmüne yer verilmiĢtir. 85 3.5.1. Aleyhinde Ġleri Sürülen GörüĢler Öğreti ve uygulamada ceza mahkemesinin diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler ile bağlı olmayacağına iliĢkin değiĢik görüĢler ileri sürülmektedir. Bu görüĢlerden bir kısmı bağlayıcılık etkisini tamamen reddederken; diğer bir kısmı, hükmü veren mahkemeye göre bağlayıcılığı ya kabul etmektedir ya da reddetmektedir. Bu baĢlık altında görüĢlerden yola çıkılarak bir tasnif yapılmaya çalıĢılmıĢtır. Bu nedenle bağlayıcılığın karĢısında olan bazı yazarların farklı gerekçelerini farklı baĢlıklar altında toplama zarureti doğmuĢtur. Aslında ceza mahkemesinin diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler ile bağlı olmadığını savunan yazarların temel dayanağı, ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesinin geçerli olmasıdır. Ancak bu durum bazı görüĢlerde açıkça dile getirilirken, bazı durumlarda bu görüĢten hareket edilerek farklı gerekçeler ileri sürülmüĢtür. Bağlayıcılık etkisinin aleyhinde ileri sürülen görüĢleri oluĢtururken bu husus da göz önünde bulundurulmuĢtur. 3.5.1.1. Ceza Hâkiminin Maddi Gerçeği AraĢtırma Zorunluluğu Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğe ulaĢmaktır. Maddi gerçek ise bugüne dayanılarak dünün öğrenilmesidir 364 . Ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araĢtırılıyor olmasının en önemli sonucu, soruĢturma ve kovuĢturma makamlarının olayı resen araĢtırmasının ve bunun sonucunda da mahkemenin toplanan delilleri vicdani kanaatine göre serbestçe değerlendirmesinin kabul edilmesidir (CMK md. 217, f. 2). Ceza hakiminin diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler ile bağlı olmaması gerektiğini savunan yazarların dayanak noktası da ceza muhakemesinde maddi gerçeğin aranıyor olmasıdır. Bu yazarlara göre, bağlayıcılığı kabul etmek, ceza hakimine, gerçekliğinden Ģüphe duyduğu bir durumu zorla kabul ettirmek anlamına gelir. Bu da ceza muhakemesinde geçerli olan, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve adalet prensiplerine aykırılık teĢkil eder 365. 364 365 ġahin/Göktürk, 2013, s. 15. Schmidt, E, 1964, Rn. 322; Schmidt, G, 1966, s. 94; Hellmann, 1954, s. 68; Abel, 1961, s. 34; Yurtcan, 1987, s. 32; Feyzioğlu, 2002, s. 137. 86 Ceza hukuku, kiĢi hak ve hürriyetlerine en ağır müdahaleyi oluĢturan hukuk disiplinidir. Bir kiĢinin haksız yere mahkum olması, toplumun adalete olan güven duygusunda tamiri mümkün olmayan yaralar açar. Bu yüzden bu hukuk disiplini çerçevesinde, adaletin tecelli etmesi ile kesin hüküm nedeniyle diğer mahkeme hükümleri ile bağlılık (hukuki güvenlik gerekçesiyle) bir terazinin farklı iki kefesine konulsa adaletin tecelli etmesinin yer aldığı taraf daha ağır gelir366. Zira her ceza hakiminin maddi gerçeği kendi kanaatine göre değerlendirmesi gerektiği, muhakemenin vazgeçilmez bir ilkesidir. Kesin hüküm nedeniyle, vazgeçilmez olan bu ilkeye sınırlandırma getirilemez367. Ancak bu görüĢte olan yazarlar, her iki dava arasında uzunca bir zaman aralığının girmiĢ olması durumunda, maddi gerçeğe ulaĢmanın güçlük arz edeceğini de itiraf etmektedirler368. Bir önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda dahi yine ceza muhakemesinde hakim olan maddi gerçeğin aranmasından hareket edilerek, bağlayıcılık etkisi reddedilmektedir. Bu görüĢteki yazarlara göre, ceza muhakemesinde maddi gerçek araĢtırılsa da mahkemelerin hükümleri ile ulaĢtığı gerçeklik hiçbir zaman mutlak gerçeğin kendisi değildir. Mahkemenin ulaĢtığı gerçeklik, belirli bir yargılamanın sonunda ve belirli delillerin değerlendirilmesi sonucunda ulaĢılan gerçekliktir. Mahkemenin ulaĢtığı bu gerçeklik, mutlak gerçek ile bazen az bazen ise çok uyum içerisindedir. Bu nedenle ulaĢılan gerçeklik her zaman için sübjektif bir karakter arz eder. Ġlk verilmiĢ hükme konu olan uyuĢmazlık, sonraki bir davada bir ön sorun olarak ortaya çıkarsa sonraki yargılamayı yapan ceza mahkemesinin de bu ön sorun hakkında kendi gerçeğini tesis etmesi gerekir369. 3.5.1.2. Ceza Hâkiminin Bir Diğer Ceza Mahkemesi Hükmü ile Dahi Bağlı Olmaması Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ Bu görüĢ ceza hakiminin vicdani kanaatine göre karar vermesi gerektiğini esas almıĢtır. Ceza muhakemesi öğretisinde, ceza hakiminin olay hakkında vicdani kanaatine göre karar vermesi gerektiği yönünde görüĢ birliği mevcuttur. Bu ilkeden yola çıkılarak denilmiĢtir ki eğer ceza hakimi baĢka bir mahkeme hükmü ile bağlı olursa, vicdani kanaatine göre hüküm vermiĢ olmaz. Çünkü hakimin kanaati ile baĢka bir mahkemenin hükmü yer değiĢtirmiĢtir370. Bu nedenle ceza hakimi, hukuk mahkemesi hükmü ile asla 366 367 368 369 370 Hellmann, 1954, s. 69. Yurtcan, 1987, s. 32; Feyzioğlu, 2002, s. 137. Yurtcan, 1987, s. 32. Tolksdorf, K. (1999). Zur Bindung des Strafrichters an Feststellungen rechtskräftiger Strafurteile. Festschrift für Gerald Grünwald, (1. Auflage). Baden- Baden, s. 737. Abel, 1961, s. 7. 87 bağlı olamaz. Zira ceza hakimi, bir ön sorunun değerlendirilmesi noktasında, bu ön sorun baĢka bir ceza mahkemesi tarafından çözülmüĢ olsa dahi vicdani kanaate göre hüküm verilmesi ilkesi gereğince, bu mahkemenin kararına uymak zorunda değildir. Bu bakımdan kendi muhakeme alanındaki bir mahkemenin hükmü ile bağlı olmayan bir mahkeme, evleviyetle baĢka bir muhakeme alanındaki mahkeme hükmü ile de bağlı olmaz371. Önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda bağlayıcılığı kabul etmeyen yazarları iki grupta toplamak mümkündür. Ġlk gruptaki yazarlar önceki ceza mahkemesi hükmünün bağlayıcılık etkisi doğurmasını, ceza yargılamasının görevinden hareket ederek reddetmektedirler. Bu yazarlara göre, ceza yargılamasının temel görevi sanığın cezalandırılmasıdır. Bundan dolayı ceza davasının konusu, devletin cezalandırma hakkının olup olmadığının tespitidir 372 . Sanık hakkında mahkumiyet hükmü verilmiĢ olması, bu hakkın var olduğu; beraat hükmü ise bu hakkın mevcut olmadığı anlamına gelir373. Bu nedenle hükmün kesin hükme kavuĢan kısmı ise sadece devletin cezalandırma hakkının olup olmadığının tespitidir. Ancak devletin cezalandırma üzerindeki bu hakkı, daha sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkmaz. Daha sonraki davada ön sorun olarak ortaya çıkacak husus, sanığın daha önceden suç iĢleyip iĢlemediğidir. Bu da mahkumiyet veya beraat hükmü ile kesin bir Ģekilde tespit edilmiĢ değildir. Böyle olunca da kesin hükme kavuĢmamıĢ bir hususun, daha sonraki davada bağlayıcılık etkisi göstermesi söz konusu olamaz. Bu görüĢe göre, önceki mahkeme hükmü sonraki davaya belge delili olarak sunulabilir. Ancak bu durum, önceki mahkemenin hükmünün sonraki hakim için bağlayıcı olacağı anlamına gelmez. Sonraki hakim delillerin serbestçe takdir edilmesi prensibi gereğince, önceki mahkeme hükmünü diğer delillerle birlikte bir değerlendirmeye tabi tutar374. Ġkinci gruptaki yazarlar, sanık tarafından gerçekleĢtirilen suç hakkında verilen hükmün kesinleĢtiğini kabul etmelerine rağmen, ilk hükmü veren ceza mahkemesi hükmünün baĢka bir konu hakkında yargılama yapan ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurmayacağı görüĢündedirler 375 . Bu yazarlara göre, ceza mahkemesi hükmü yalnızca kesin hükmün olumsuz etkisinin söz konusu olduğu durumlarda bağlayıcı bir etkiye sahiptir. Dava konularının farklı olduğu durumlarda, sonraki ceza mahkemesi önceki ceza mahkemesi hükmü ile bağlı değildir. Ceza mahkemesinde delillerin serbestçe araĢtırılması 371 372 373 374 375 Koch, 1963, s. 50; Abel, 1961, s. 8. Abel, 1961, s. 66 Abel, 1961, s. 65. Abel, 1961, s. 71. Schmidt, E, 1964, Rn. 322; Schmidt, G, 1966, s. 94; Hellmann, 1954, s. 68. 88 ve değerlendirilmesi ilkesi geçerlidir (CMK md. 217, f. 2; StPO § 261). Bir ceza mahkemesi, kesinleĢmiĢ baĢka bir ceza mahkemesi hükmü ile bağlı olduğu müddetçe delilleri serbestçe araĢtırıp değerlendiremeyecek, aynı zamanda bir yükümlülük olan bu yetkisini yerine getiremeyecektir376. Görüldüğü gibi bu görüĢteki yazarlar önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda dahi bağlayıcılığı kabul etmemektedirler. Kanunda aksine bir düzenleme (TCK md. 127 gibi) mevcut değilse diğer ceza mahkemelerinden verilen hükümler de ceza hakimini bağlamaz. Aynı husus, bir idari iĢlemin hukuka uygunluğu hakkında verilen idare mahkemesi hükümleri için de geçerlidir. Yani idare mahkemesi tarafından bir idari iĢlemin hukuka uygun olduğuna karar verilmiĢ olsa da ceza mahkemesi, ön sorun teĢkil etmesi nedeniyle değerlendirmek zorunda olduğu bu idari iĢlemi hukuka aykırı olarak değerlendirebilir. Maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesi bunu gerektirir377. 3.5.1.3. Ġlk Hükümdeki Olası YanlıĢlıkların Devam Edeceği DüĢüncesiyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ Bu görüĢteki yazarlara göre, bağlayıcılık etkisinin kabul edilmemesi durumunda birbiriyle çeliĢen hükümler ortaya çıkabilir. Fakat bağlayıcılık etkisinin söz konusu olması durumunda ilk hükümde yapılan hata daha sonraki yargılamada devam eder. Bu durum ise mahkeme hükümlerinin birbiriyle çeliĢmesinden daha vahim bir durum arz eder378. Bu görüĢteki yazarlar, görüĢlerini gerekçelendirirken hukuki güvenlik ilkesini referans almaktadırlar. Bu yazarlara göre, ilk hükmün hatalı olması ve bu hükme bağlayıcılık etkisinin tanınması durumunda, ikinci yargılamada ulaĢılan sonuç da hatalı olacaktır. Eğer bağlayıcılık etkisi kabul edilmez ise sonraki hükmün gerçeğe uygun bir hüküm olması daha kuvvetli bir ihtimal olur. Ġki hatalı hükmün verilmesi, tek hatalı hükmün verilmesine nazaran daha fazla bir Ģekilde hukuki güvenlik ilkesini zedeler379. 376 377 378 379 Hellmann, 1954, s. 68. Moschüring, H. (1993). § 262. Reihe Alternative Kommentare Kommentar zur Strafprozeβordnung. Band 2, Teilband 2 (Gesamtherasugeber Wassermann Rudolf), Luchterhand, Rn. 7. Henkel, s. 392(Strafprozessrecht 1968)’den naklen Yurtcan, 1987, s. 31. Bruns, 1957, s. 143 dn. 2. 89 3.5.1.4. Hukuki Dinlenilme Hakkına Zarar Vereceği Gerekçesiyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ Bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen baĢka bir görüĢ, bunun nedeni olarak hukuki dinlenilme hakkını (rechtlichen gehörs) görmektedir. Bu ilkeye göre herkes, bütün muhakeme hukuku alanları bakımından geçerli olmak üzere, hakkında bir hüküm verilmezden evvel olaya iliĢkin iddialarını ve savunmalarını hakime sunmak imkanına sahip olmalıdır. Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi bu ilkeye zarar verir. Zira bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi ile olayın taraflarının sonraki mahkeme önünde bu olaya iliĢkin iddia ve savunma yapma olanakları ellerinden alınmıĢ olur380. 3.5.1.5. Ceza Muhakemesi ile Diğer Muhakeme Alanlarının Korudukları Menfaatlerin Farklı Olması Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ Bazı yazarlar önceki mahkemenin ceza mahkemesi olmaması halinde, bu mahkemelerin farklı bir menfaati korudukları gerekçesi ile ceza mahkemesi açısından bağlayıcı bir hüküm veremeyeceklerini savunmaktadırlar381. Hukuk muhakemesinde tarafların karĢılıklı çatıĢan menfaatleri söz konusu iken; ceza muhakemesi devletin yoğunlaĢmaktadır 382 suç iĢleyen kiĢiyi cezalandırması hakkı üzerinde . Ayrıca hukuk ve ceza davalarının amaçları ve yargılama usulleri birbirinden tamamıyla farklıdır: Ceza davalarının amacı genel menfaate, hukuk davalarının amacı ise özel menfaate dayanmaktadır. Bunun sonucu olarak da ceza muhakemesinde deliller serbest Ģekilde ele alınırken; hukuk muhakemesinde bu serbesti söz konusu değildir. Bundan dolayı, delillerini serbestçe takdir eden bir hakimi, hükmünü kanunun öngördüğü delillere dayandırmaya mecbur olan ve takdirlerinde serbest olmayan hakimlerin hükümlerini kabul etmeye mecbur tutmak, açık bir mantıksızlığı gösterir383. 380 381 382 383 Plank J.W, “Soll einem prozessordnungsgemäβ erlassenem strafrichterlichen Urtheile, wodurch eine Frage entschieden ist, welche der Entscheidung einer Civilsache präjudiziert, für diese letztere die Kraft eines vollen Beweises eingeräumt werden?”, Gutachten, Verhandlungen des Siebenten deutschen Juristentages, 1. Band, Berlin (1868), s. 3’den naklen, Trousil, 2005, s. 16. Tolksdorf, 1999, s. 734. Hellmann, 1954, s. 90. Kantar, B. (1957). Ceza Muhakemeleri Usulü, Birinci Kitap. (Dördüncü Bası). Ankara, s. 310; aynı Ģekilde hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararlarından bağımsız olduğu belirtilirken de ceza hukuku ile borçlar hukukunun amaçlarının birbirinden farklı olduğu gerekçesine dayanılmaktadır. Bu görüĢe göre, “ ceza hukuku esas itibariyle kamu yararı amacına yöneliktir ve bu arada suçlunun ıslahını ön plana almaktadır. Buna karĢın borçlar hukukunun dolaylı olarak kamu yararı amacından hareket ettiği söylenebilirse de görünür ilk amacı haksız fiile uğrayanın kiĢisel zararının giderilmesidir” (Türker, 1980, s. 313). 90 Hukuk muhakemesinde ve ceza muhakemesinde uyuĢmazlık konuları farklı olduğu için (ceza muhakemesinde söz konusu edilen Ģey devletin cezalandırma hakkı iken; hukuk muhakemesinde, tarafların özel hukuka iliĢkin talepleridir), maddi olgulara iliĢkin tespitler birbirleri için kesin hükme kavuĢmazlar. Bu yüzden hukuk hakimi, sanık ceza yargılaması sonucunda beraat etmiĢ olsa da davalı aleyhine hüküm verebilir. Maddi olgularla ilgili tespitlerin bağlayıcılığına iliĢkin soru, kesin hüküm etkisi ile ilgili bir soru değildir. Eğer bu konuda özel bir düzenleme mevcut değilse maddi olgulara iliĢkin tespitler bir bağlayıcılık etkisi doğurmazlar384. Bu görüĢteki yazarlardan bazıları, hukuk mahkemesinin kesin hükmünün ceza davasına hiçbir etkisinin olmayacağını, fakat ceza mahkemesince bekletici sorun yapılmıĢ ise bu konudaki kesinleĢmiĢ hukuk mahkemesi kararının ceza davasını etkileyeceğini savunmaktadır 385 . Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında “hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve mahiyetleri tamamıyla ayrı olduğu cihetle, hukuk mahkemelerinden verilen kesinleşmiş bir hükmün kural olarak ceza davasına etkili olmaması” gerektiği kanaatindedir386. 384 385 386 Bruns, 1957, s. 122. Taner, T. (1950). Ceza Muhakemeleri Usulü. (Ġkinci bası). Ġstanbul, s. 104-105. “Ceza hakiminin, hangi hallerde hukuk mahkemesinin kararı ile bağlı olduğu hususunun aydınlığa kavuşturulmasında yarar bulunmaktadır. Ceza kakimi, CMUK 'nun cevaz verdiği ve sanık iradesine bağlı kalmadığı "re 'sen tahkik" ve delil toplama imkanına sahip olduğu halde, hukuk hakimi, davacı veya davalı tarafından talep ve iddia edilmeyen bir hususu (HUMK m. 74 ve 75) asla kendiliğinden nazarı itibare alamaz ve onun tahkikine girişemez. Binaenalyh, ceza hakimi, delil toplama yönünden, hukuk hakiminden daha serbest ve daha farklı durumdadır (İsmail Doğanay, Hukuk Hakimi Ceza Mahkemesi 'nin Hangi Kararı ile Bağlıdır. Yargıtay Dergisi, 1975; sayı : 2). CMUK 'nun 254. maddesinde : (Mahkemenin irat ve ikame edilen delilleri duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaata göre takdir edeceği) hükme bağlanmıştır. Bu hüküm, hakimin vicdani kanaatine büyük önem verildiğini gösterir ve bir ceza davasına hakimin, gerceğe güvenli biçimde ulaşabilmesi için, olayla ilgili tüm delillerle, arasına zorunluluk olmadıkça bir aracı girmeksizin, doğrudan doğruya ilişki kurması gereklidir. Hukuk usulünde hakim çok kez yasaya ve şekle ilişkin delillerle bağlıdır. Ceza usulünde ise delillere dayalı vicdani kanı söz konusu olduğundan delil serbestliği esastır. Delillerin suçluluğu kesinlikle ispatlayıcı güçte olduğu kanısına varmadan hakimini mahkumiyet kararı vermemesi gerekir. Tam bir kanıya varılmayan, kuşkulu hallerde, kuşkunun sanığın lehine olduğu kuralına uyulmak gerektiği gibi (Selami Akdağ, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Şerhi, s. 410); hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve mahiyetleri tamamıyla ayrı olduğu cihetle, hukuk mahkemelerinden verilen kesinleşmiş bir hükmün kural olarak ceza davasına etkili olmaması gerekir. Ancak, hukuk mahkemesinin kesin hükme bağladığı meselenin halli, daha önce meselei müstehire (bekletici neden) şeklinde ceza mahkemesinden hukuk mahkemesine tevdi edilmiş ise, bu konuda verilecek hüküm, diğer delillerle birlikte takdir edilecek ve kuşkusuz ceza mahkemesince gözönünde tutulacaktır. Olayımızda böyle bir durum da söz konusu değildir. Bartın 2. A. Hukuk Mahkemesi 'nin 1978/449 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; yasa dışı lokavtın unsurlarından olan, işverenin 57 işçiyi işten çıkarmasıyla işyerinde faaliyetin büsbütün ortadan kalkmadığı hususu yeterince araştırılmadan adı geçen mahkemece hüküm kurulduğu görüldüğü gibi; yerel mahkemenin, sanık ve vekili tarafından ileri sürülen ve sanığın suç kastına tayinine yarayacak delilleri toplama gereği duymadan, Bartın 2. A. Hukuk Mahkemesi 'nin 19.9.1978 tarihli kesinleşmiş kararına dayanarak müsnet suçun oluştuğunu kabul etmesi yerinde bulunmadığından sanık vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir” YCGK, 21.04. 1980 tarih ve E. 1980/9-110, K. 1980/166 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 26.10.2011. 91 Bir mahkeme tarafından verilmiĢ hükmün diğer muhakeme alanlarına sirayet etmesi üzerindeki tartıĢma yeni değildir. Mesela, 1868 yılında yapılan 7. Alman Hukukçular Kongresinde, neredeyse görüĢ birliği halinde, hukuk mahkemesinin ceza hakiminin tespitleri ile bağlı (Kognitionsfreiheit) olması, gerekçesi hakimin araĢtırma özgürlüğünü ile reddedilmiĢtir. Bu durumun, sınırlandırdığı maddi gerçeğin araĢtırılmasının hukuk davalarındakinden daha önemli olduğu ceza davalarında ve bu bakımdan ceza hakimi açısından evleviyetle kabul edilmesinin gerekli olduğu savunulmaktadır387. Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi ile ilgili bir baĢka giriĢim, yine Almanya’da 2003 yılında, iki farklı kanun tasarısının hazırlanması suretiyle gerçekleĢtirilmiĢtir. Her ne kadar bu kanun tasarıları ceza mahkemesi hükümlerinin hukuk mahkemelerine etkisi ile ilgili olsa da konumuz açısından bahsedilmeye değerlerdir. Bunlardan ilki “Birinci Yargılamaların Hızlandırılmasına ĠliĢkin Kanun Tasarısı” (Entwurf eines Ersten Gesetzes zur Beschleunigung von Verfahren der Justiz- JuBeG) 388 , ModernleĢtirilmesine ĠliĢkin Kanun Modernisierung der Justiz- JuMoG) 389 Tasarısıdır (Entwurf bir diğeri ise Yargının eines Gesetzes zur . Ġlk tasarıda Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (ZPO) 286’ıncı paragrafına bir üçüncü fıkra eklenmek istenmekteydi 390 . Ġkinci tasarıda ise yine Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na 415’inci paragraftan sonra gelmek üzere, 415a paragrafının eklenmesi öngörülmüĢtü391. Belirtilen tasarı metinleri392, 1 Temmuz 2004 tarihinde kabul edilen ve 1 Eylül 2004 tarihinde yürürlüğe giren “Birinci Yargının ModernleĢtirilmesi Kanunu’nda (1. Justizmodernisierungsgesetz) yer almamıĢlardır 393 . Bunun gerekçesi olarak ceza muhakemesinde ve hukuk muhakemesinde farklı yargılama prensiplerinin kabul edilmesi 387 388 389 390 391 392 393 Bötticher, 1960, s. 524; Trousil, 2005, s. 4. Tasarının tam metni için bkz. BT-Drs, 15/1508, http://dipbt.bundestag.de/dip21/btd/15/015/1501508.pdf, eriĢim tarihi: 03.06.2012. Tasarının tam metni için bkz. BT-Drs, 15/999, s. 1 vd, http://dipbt.bundestag.de/dip21/btd/15/009/1500999.pdf, eriĢim tarihi: 03.06.2012. Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (ZPO) 286’ıncı paragrafına eklenmek istenen üçüncü fıkra hükmü Ģu Ģekilde idi: “KesinleĢmiĢ bir ceza mahkemesinin olaya iliĢkin tespitleri, aynı olaya iliĢkin taleplerden dolayı açılan davada mahkemeyi bağlar. Eğer mahkeme ceza hükmünün gerçekliğinden Ģüphe duyuyorsa veya olayı farklı değerlendirmek veya yeniden delil ikamesi için hukuki gerekçeleri bulunuyorsa, ceza mahkemesinin kararının bağlayıcılık etkisi bulunmaz”, bkz. BT-Drs, 15/999, s. 3. Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenmesi düĢünülen “KesinleĢmiĢ Ceza Mahkemesi Hükümlerinin Ġspat Kuvveti” baĢlıklı 415a paragrafı Ģu Ģekilde idi: “1- Cezalara ve kabahatlere iliĢkin kesinleĢmiĢ mahkeme hükümleri, ispat etmiĢ oldukları olaylara iliĢkin tam bir kanıt teĢkil ederler. 2Taraflardan birisinin, gerekçeli olmak kaydıyla, yeni kanıt önerisi üzerine aynı olay ile ilgili yeni delillerin toplanması mümkündür”, bkz. BT-Drs, 15/1508, s. 6. Belirtilen tasarı metinleri, daha sonra “Birinci Yargının ModernleĢtirilmesi Kanununa ĠliĢkin Tasarı” baĢlığı altında birleĢtirilmiĢtir, bkz. BT-Drs, 15/3482, s. 3. Trousil, 2005, s. 2. 92 gösterilmiĢtir. Bu bakımdan taraflarca getirilme (dispositionsgrundsatz) ve resen araĢtırma ilkesinin (untersuchungsgrundsatz) karıĢtırılması kabul edilemez. Zira eğer bu tasarı kabul edilmiĢ olsa, ilgililerin hukuki durumları açıkça kötüleĢtirilmiĢ olacaktır. Ayrıca ceza mahkemesi hükümlerinin muhakemesindeki mevcut hukuk mahkemesine kurallara da büyük etkisini zarar kabul verecektir. etmek, ceza Çünkü ceza muhakemesinde ulaĢılan sonuçların hukuk muhakemesinde nasıl bir sonuç doğuracağını sanık öngörebilecek durumda değildir394. 3.5.1.6. Kesin Hükmün Sübjektif Sınırı Nedeniyle Diğer Muhakeme Alanlarında Yer Alan Mahkemeler Tarafından Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesini Bağlamayacağı GörüĢü Bu görüĢ taraftarlarına göre, kesin hükmün sübjektif sınırı ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararı ile bağlı olmasına engel teĢkil eder. Zira hukuk mahkemesinin kesin hüküm etkisi yalnızca ilk davaya katılan kiĢiler üzerinde doğar. Ancak ceza davasının bir tarafını temsil eden savcılık hiçbir zaman hukuk davasında bir taraf olamaz. Taraf aynılığından bahsedilemeyince de kesin hüküm etkisi kendiliğinden oluĢmayacaktır. Bu yüzden ceza hakimi de hukuk mahkemesi hükmü ile bağlı olamaz395. 3.5.2. Lehinde Ġleri Sürülen GörüĢler Bağlayıcılık etkisinin karĢısında olan yazarlar gibi, bağlayıcılık etkisini savunan yazarlar da görüĢlerini birden fazla sebebe dayandırmaktadırlar. Bu nedenle, aynen bağlayıcılık etkisinin aleyhinde ileri sürülen görüĢlerde olduğu gibi, bazı yazarların farklı gerekçelerine farklı baĢlıklar altında yer vermiĢ bulunmaktayız. 3.5.2.1. Hükmün Bünyesinde Kamusal Bir Emir Barındırdığı Gerekçesi ile Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ Bağlayıcılık etkisinin lehinde ileri sürülen görüĢlerin en eskisi olan bu görüĢün temel çıkıĢ noktası, mahkemelerin aslında devlet otoritesinin birer temsilcisi olarak görev 394 395 BT-Drs, 15/3482, s. 17. Bruns, 1957, s. 136; AĢık, Ġ. (1998-1999). Ceza ve Hukuk Yargılama Usulleri Arasındaki BaĢlıca Farklar ve Bunun Ġki Yargılama Faaliyetinin Birbirini Etkilemesi Açısından Önemi. KÜHFD, yıl 2, sayı 2, s. 9. 93 yapmasından ve verdikleri hükümlerin bütünlük arz eden devlet otoritesinin bir yansımasından ve tasdik edilmesinden baĢka bir Ģey olmadığı düĢüncesidir396. Bu düĢüncenin bir sonucu olarak bir hüküm, sadece somut bir hukuki durumu tespit etmiĢ olması nedeniyle değil; ayrıca ve daha fazla bir Ģekilde, devletin iradesinin bir yansıması olması nedeniyle, bağlayıcı etkiye sahiptir. Bu haliyle bir mahkeme hükmü, herkes için ve herkese karĢı kamusal bir emir ihtiva eder397. Aynı Ģekilde, idari merciler ve mahkemeler de bağlayıcı olan bu kamusal emri dikkate almalıdırlar. Hiçbir mahkemenin veya idari merciin verilmiĢ olan bu hükmü Ģüpheli hale sokma yetkisi yoktur398. 3.5.2.2. Yargılamanın Yenilenmesi Sebeplerinden Yola Çıkarak Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ Yargılamanın yenilenmesi sebeplerinin hukuki güvenlik ilkesi nedeniyle kabul edilmesinden yola çıkan bir görüĢ, bu sebeplerin, bağlayıcılık etkisinin kabul edildiğini gösteren bir kanıt olarak görülebileceğini belirtmektedir 399 . Bir hükümde yargılamanın yenilenmesini gerektirecek bir hata söz konusu değilse bu hüküm, sonraki hâkim için bağlayıcıdır. Sonraki yargılamayı yapan mahkeme, ilk hükümde yargılamanın yenilenmesini gerektirecek bir hata görürse o hükümden ayrılabilir400. Çünkü yargılamanın yenilenmesi söz konusu olursa mahkeme, önceki hükmünü değiĢtirme hakkına sahiptir. Bir mahkemenin kendi hükmünden ayrılabildiği durumlarda, baĢka bir mahkemeyi bu mahkemenin ilk verilen hükmü ile bağlı tutmak açık bir çeliĢki arz eder401. Konuyla ilgili Yargıtay’ın, bir ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi hükmüne etkisi hakkında vermiĢ olduğu bir karar dikkat çekicidir. Yüksek mahkeme her ne kadar yargılamanın yenilenmesi sebeplerinden bahsetmemiĢse de bu baĢlık altında belirtilen görüĢe paralel bir Ģekilde, ilk hükmün hatalı olarak verildiğinin anlaĢılması durumunda, bu hüküm ortadan kalkmıĢ olmasa da sonraki mahkemenin bu hükümden ayrılabileceğine karar vermiĢtir402. 396 397 398 399 400 401 402 Kuttner, 1914, s. 3. Binding, 1915, s. 347. Kuttner, 1914, s. 3. Waldeyer, 2006, s. 146; Binding, 1915, s. 350. Binding, 1915, 315, s. 351; Zaczyk, 1988, s. 371. Binding, 1915, s. 350. Yüksek mahkeme, kararında özetle Ģu hususları belirtmiĢtir: “Davacı kendisini davalının dövmüş olduğunu ve bu yüzden bir takım giderlere katlandığını ileri sürerek bunların tazminini istemiştir. Davalı, dövme olayından dolayı ceza mahkemesince hükümlendirilmiş ve hükümlülük kararı kesinleşmiştir. 94 3.5.2.3. Daha Önceki Ceza Mahkemesi Hükmünün Aynı Sanık Hakkında Olması Durumunda Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ Bu görüĢteki yazarlar, her iki yargılamanın da aynı sanık hakkında yürütülmüĢ olması durumunda bağlayıcılığı kabul etmiĢtir403. Böyle bir durumda sanığın aynı olmasına karĢılık, davanın konusu olan fiillerin farklı olması gerektiğini belirtmekte fayda vardır. Zira fiilin de aynı olması durumunda kesin hükmün olumlu etkisinden değil, olumsuz etkisinden bahsetmek gerekir. Bu bakımdan Ģu örnek olayda bu yazarlar tarafından bir bağlayıcılık etkisinin söz konusu olacağı ve sonraki yargılamayı yapacak hakimin, ilk mahkeme hükmü ile bağlı olacağı savunulmaktadır: A, sigortalı evinde, genel güvenliği tehlikeye sokacak Ģekilde, kasten yangına sebebiyet vermekten dolayı mahkum edilir (TCK md. 170). A’nın, evinin yandığı gerekçesi ile sigorta Ģirketinden sigorta parasını talep etmesi üzerine, bu sefer de A hakkında, nitelikli dolandırıcılığa teĢebbüs etmekten dolayı soruĢturma baĢlatılır ve iddianame düzenlenir (TCK md. 158, f. 1, bent “k”). Bu yazarlara göre, bu örnek olayda, dolandırıcılık suçundan dolayı yargılama yapan mahkemenin, dolandırıcılığın dayanağını oluĢturan evin yakılması olayını araĢtırmasına gerek yoktur 404 . Verilen örnekten de anlaĢılmaktadır ki bu yazarlara göre bağlayıcılık, sanığın hem lehine hem de aleyhine etki göstermiĢ olabilir. Bağlayıcılığın sanığın aleyhine de etki gösterebilmesinin temel sebebi, bir önceki davada sanığın kendisini savunma imkanını bulmuĢ olmasıdır. Bu sayede, temel bir sanık hakkı olan hukuki dinlenilme hakkına da aykırı davranılmamıĢ olunmaktadır. 3.5.2.4. Önceki Ceza Mahkemesi Tarafından Verilen Beraat Hükmünün Bağlayıcılığını Kabul Eden GörüĢ Bu görüĢ taraftarları önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda, sadece verilmiĢ beraat hükümlerinin bağlayıcılık etkisi doğurabileceğini savunmaktadır. 403 404 Davacı, bu olaylara dayanarak şimdiki davayı açmış ve bu dava sırasında kendisini dövenin davalı olmayıp, kardeşleri olduğunu ve fakat davalının kardeşlerinin suçunu üzerine almış bulunduğunu ileri sürmüştür. Hakimin haklı olarak titizlik göstermesi ve kendisine sözlerinin ne demek olduğunu sorarak durumu yeniden açıklatması üzerine son sözlerinde davacı direnmiştir. Buna göre ve bir kimsenin kendi davasını çürüten sözlerinin hukuk davalarında ona karşı sonuç doğurmasının usul hukukunun temel kurallarından bulunmasına ve bu tazminat davasının hukuki nitelikçe kamu düzenini ilgilendiren bir dava olmamasına göre burada Borçlar Kanunu’nun 53’üncü maddesi uyarınca ceza mahkemesi hükümlülük kararının hukuk hakimini bağlayacağı ileri sürülemez” YHGK, 22.5.1963 tarih ve E. 3/14, K. 13 sayılı kararı, (AD, yıl 54, Eylül-Ekim 1963, sayı 9-10, s. 1060-1061). Grunsky, 1968, s. 223 vd. Grunsky, 1968, s. 235. 95 Buna karĢılık, bir kiĢi hakkında verilmiĢ olan mahkumiyet hükmüne konu uyuĢmazlık, daha sonraki bir yargılamada ön sorun olarak ortaya çıkarsa bu kiĢinin sonraki davada diğer kiĢilerle eĢit Ģekilde masum sayılma hakkı söz konusu olur. Bu nedenle de bu kiĢinin ön sorun teĢkil eden suçunun, daha sonraki davada tekrardan araĢtırılması ve tespit edilmesi gerekir 405 . Bu görüĢün kabul edilmesi durumunda, bir önceki baĢlıkta vermiĢ olduğumuz örnekte, kiĢi genel güvenliği kasten tehlikeye sokmaktan mahkum olduktan sonra, dolandırıcılık suçundan dolayı yargılandığı davada, evini kasten yakmadığı konusunda delil ileri sürebilecektir. 3.5.2.5. Yargılamaların Ekonomikliği Gerekçesiyle Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ Kesin hükmün bağlayıcılık etkisine sahip olmayacağını savunanlara karĢı denilmiĢtir ki kesin hükmün bağlayıcılık etkisine sahip olmamasını, temelde ceza hukukunda geçerli olan maddi gerçeğin aranmasına dayandırmak doğru değildir. KesinleĢmiĢ bulunan bir hüküm yeniden ele alınmamalıdır. Kesin hükmün varlığının kabul edilmemesinin neticesinde, her hakim aynı olayı tekrar ele almak isterse önceki hükmün verilmesi için geçirilmiĢ bulunan zamanın ve bunun için yapılan masrafların boĢa gitmesi tehlikesiyle karĢılaĢılabileceği gibi406, aynı konuya iliĢkin olarak verilmiĢ çeliĢkili hükümler de ortaya çıkabilecektir. Bu nedenle kesin hükmün varlığının kabul edilmesi gerekir. Aksi takdirde toplum düzenini ve kiĢilerin adalete olan güvenini sağlamak zor olur407. Yukarıda zikrettiğimiz “Birinci Yargılamaların Hızlandırılmasına ĠliĢkin Kanun Tasarısı”nın (JuBeG) gerekçesinde de benzer hususlara atıf yapılmıĢtır. Bu doğrultuda, önceki mahkeme hükmü ile bağlı olacak mahkemenin iĢ yükü azalmıĢ olacaktır. Ayrıca ilk mahkeme hükmü ile olay anı arasında daha kısa bir zaman aralığı olduğu için delil durumu ilk hüküm anında daha iyi olacaktır408. Yargının ModernleĢtirilmesine ĠliĢkin Kanun Tasarısı (JuMoG) ile Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenmek istenen 415a maddesinin gerekçesinde de benzer hususlara temas edilmiĢtir. Bu kapsamda, ilk yargılama olan ceza yargılamasında mağdur olarak yer alan kiĢinin, aynı olaya iliĢkin açmıĢ olduğu daha sonraki hukuk davasında, bu olayın neticesini, mesela sanığın evinden hırsızlık yaptığını, ispat etmesine gerek yoktur. 405 406 407 408 Zaczyk, 1988, s. 370. BT-Drs 15/1508, s. 12. Akcan, 1988, s. 52. BT- Drs, 15/999, s. 17. 96 Böylece aynı hususa iliĢkin aynı iĢlemlerin sonraki yargılamada tekrarlanmasının önüne geçilmiĢ olur409. Bir ceza mahkemesi hükmünün hukuk mahkemesine etkisi bakımından ileri sürülen Ģu görüĢün diğer mahkemeler tarafından verilen hükmün ceza mahkemesine etkisi bakımından da geçerli olduğu düĢüncesindeyiz. Bu görüĢe göre; bağlayıcılık etkisi zamandan, emekten ve yargılama için yapılacak masraflardan tasarruf edilmesini sağlar. Eğer bir olaya iliĢkin gerçeklik, Ģüpheye yer bırakmayacak Ģekilde bir ceza mahkemesi tarafından ortaya konulmuĢ ise hukuk mahkemesi de ceza mahkemesinin bu hükmünden yola çıkarak olaya özel hukuk hükümlerini uygulayabilir. Zira ceza mahkemesi bazen kiĢi hakkında müebbet hapse hükmedebilmekte ve devlet de bu hükmün icrası noktasında herhangi bir çekince göstermemektedir. Hukuk mahkemesinin de bu hükme güven noktasında bir çekince göstermemesi gerekir. Aksi bir durumda, yani hukuk mahkemesinin ceza mahkemesinin hükmüne konu olan olayla ilgili tekrardan bir araĢtırma yapması, ceza mahkemesinin itibarını ve etkinliğini azaltır410. 3.5.3. GörüĢümüz Bağlayıcılık etkisinin leh ve aleyhinde ileri sürülen görüĢler kapsamındaki temel sorun; hukuk, idare ve ceza mahkemelerinin vermiĢ oldukları hükümlerin sonraki ceza davasında kesin hüküm etkisi doğurup doğurmayacağıdır. Bağlayıcılık etkisinin aleyhinde görüĢ bildiren yazarların temel çıkıĢ noktası, ceza muhakemesinde maddi gerçeğin aranması olsa da görüĢler kendi içerisinde farklılık arz etmektedir. Aynı Ģekilde, bağlayıcılık etkisinin lehinde ileri sürülen görüĢlerin temel çıkıĢ noktası, aynı konuda birbiriyle çeliĢen hükümlerin verilmesinin önlenmesi suretiyle hukuki güvenliğin tesis edilmesi olsa da yine görüĢlerin kendi içerisinde farklılaĢtığı görülmektedir. Bu nedenle, ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olup olmadığının; bağlı ise hangi hükümler ile bağlı olduğunun ve bağlılığın sınırının ne olması gerektiğinin belirlenebilmesi için belirtilen bu görüĢlerin tetkik edilmesinin zorunlu olduğu kanaatindeyiz. 409 410 BT- Drs, 15/1508, s. 20. Eduard von Liszt, “Soll einem prozessordnungsgemäβ erlassenem strafrichterlichen Urtheile, wodurch eine Frage entschieden ist, welche der Entscheidung einer Civilsache präjudiziert, für diese letztere die Kraft eines vollen Beweises eingeräumt werden”, Gutachten, Verhandlungen des Siebenten deutschen Juristentages, 1. Band, Berlin, 1868, s. 35’den naklen, Trousil, 2005, s. 15. 97 Bağlayıcılık etkisinin aleyhinde ileri sürülen görüşlerle ilgili olarak, ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araĢtırılıyor ve bunun sonucunda da toplanan delillerin mahkemece serbestçe değerlendiriliyor olması, ilk baĢta ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olmayacağına iliĢkin bir dayanak noktası gibi görülebilir. Ancak bu hususun daha yakından incelenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda ilk olarak Ģu soru sorulmalıdır: Acaba bu ilke mutlak mıdır? BaĢka bir ifadeyle, ceza muhakemesinde maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun araĢtırılacak mıdır? Bu soruya olumsuz yanıt vermek gereklidir. Zira delil yasakları kapsamında bu ilkeye önemli sınırlandırmalar getirilmiĢtir. Örneğin ifade almada yasak usullerin kullanılması (CMK md. 148) veya hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunan hallerde savcı kararı olmadan iletiĢimin denetlenememesi (CMK 135), bu kapsamda düĢünülebilir. Delillerin serbestçe değerlendirilmesi gerektiği ilkesinin düzenlendiği CMK’nın 217’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, hükme esas teĢkil edecek deliller mutlaka hukuka uygun bir Ģekilde toplanmıĢ olmalıdır. Hukuka aykırı Ģekilde elde edilmiĢ deliller, maddi gerçeği ortaya çıkarıyor olsa da hükme esas teĢkil edemez. Bu durumda toplanan diğer delillerin mahkûmiyet hükmü verilebilmesi için yeterli olmaması durumunda, sanık hakkında beraat kararının verilmesi gerekir. Diğer taraftan mevzuatımızda yer alan bazı düzenlemeler ile ceza mahkemesinin aynı konuya iliĢkin araĢtırma yapmasına bir sınırlandırma getirilmiĢ olabilir. Örneğin hakaret suçunda, mağdurun isnat edilen fiilden dolayı bir baĢka mahkeme tarafından mahkum edilmesi durumunda, faile ceza verilmeyecektir (TCK md. 127, f. 1). Bu gibi durumda isnat edilen fiil ile ilgili olarak mağdur, hakaret suçuna iliĢkin davada, o fiili gerçekleĢtirmediğini ileri süremez. Bu çerçevede grev ve lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin iĢ mahkemesinin tespitleri de ceza hakimini bağlar. ĠĢ mahkemesi grev veya lokavtın kanun dıĢı olduğuna karar vermiĢ ise ceza hakimi kanuni olduğunu söyleyemez (6356 sayılı Kanun md. 71). Tüm bu örnekler göstermektedir ki hukuk düzenimiz de ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesine sınırlandırmaların getirilmesine yabancı değildir. Kanunda belirtilen bu sınırlandırmaların yanında, hukuk devleti olmanın bir gereği olarak kesin hükme saygı, hukuk düzeninin birliğinin ve hukuki güvenliğin tesis edilmesinin sağlanması amacıyla da maddi gerçeğin araĢtırılmasına sınırlandırılma getirilmiĢ olabilir. Bu bakımdan belirtilen bu ilkeleri hayata geçirmek üzere, aynı konu hakkında birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının önlenmesi için bağlayıcılık etkisinin kabul 98 edilebileceği kanaatindeyiz. Bu nedenlerle, maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesinin gerekliliği, tek baĢına bağlayıcılığın kabul edilmemesi için yeterli bir gerekçe değildir411. Ceza mahkemesinin olaya ilişkin tespitlerinin kesin hükme kavuşmadığını savunan görüş, bugün için tarihi bir değer taĢımanın ötesine geçemez. Zira ceza mahkemesi tarafından verilen hükümlerin de kesin hükme kavuĢtuğu, gerek öğreti gerekse de yargı kararlarında oybirliği ile kabul edilmiĢtir. Ceza muhakemesinin görevi ve amacı, sadece devletin cezalandırma hakkının tespiti ve tesis edilmesi değildir412. Bunun yanında, sanığın iddia edilen fiili gerçekleĢtirmiĢ olup olmadığının ortaya çıkarılması da ceza muhakemesinin amaçları ve görevleri arasındadır. Böyle olunca, sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil üzerinde yapılan tespitler de kesin hükme kavuĢur. İlk hükümdeki yanlışlıkların devam edeceği düşüncesiyle bağlayıcılığı reddeden görüş, ilk hükmün maddi gerçekle uyumlu olabileceğini göz ardı etmektedir. Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi halinde, önceki mahkemece verilmiĢ yanlıĢ hükümlerin sonraki yargılamaya taĢınacağı tehlikesi olsa da; bağlayıcılığın kabul edilmediği durumda da mahkemenin doğru bir hükümden ayrılması tehlikesinin bulunduğunu unutmamak gerekir 413 . Görüleceği gibi, hükümdeki yanlıĢlığın devam edeceği görüĢü, bağlayıcılığı reddetmek için tek baĢına bir gerekçe olamaz. Hukuki dinlenilme hakkının da bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi halinde bir zarara uğramıĢ olması söz konusu değildir. Zira “Bağlayıcılık Etkisinin ġartları” baĢlığı altında değineceğimiz üzere, sonraki ceza yargılamasında sanık olarak yer alan kiĢinin, bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün konusunu oluĢturan uyuĢmazlığın bir tarafı olması gerekir. Aksi durumda hukuki dinlenilme hakkına zarar verilir. Sanık, önceki uyuĢmazlığın bir tarafı olunca, kurulmuĢ olan bu hükme karĢı savunma yapma hakkını elde etmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle, ilk kurulan hüküm, sanığın hiç dahil olmadığı, gidiĢatına müdahale edemediği bir dava sonunda verilmiĢ olmayacaktır. Bu sayede hukuki dinlenilme hakkının zarara uğratılması ihtimali de ortadan kalkmıĢ olur. Ceza muhakemesi ile diğer muhakeme alanlarının korudukları menfaatlerin farklı olması nedeniyle bağlayıcılığı kabul etmeyen görüş de eleĢtiriye açıktır. Maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi bağlamında açıklamaya çalıĢtığımız üzere, diğer muhakeme alanlarında yer alan mahkemelerin verdikleri hükümler de ceza davasında kesin hüküm etkisi gösterebilir. Bu bakımdan hukuk muhakemesi ve ceza muhakemesi arasında bir 411 412 413 Tolksdorf, 1999, s. 735. Abel, 1961, s. 61. Waldeyer, 2006, s. 148; Haaf, 1984, s. 26. 99 takım farkların bulunması, hukuk mahkemesi tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesi için bağlayıcılık etkisi doğurmasına engel olmamalıdır414. Aralarındaki mevcut farklılıklar nedeniyle hukuk muhakemesinde Ģekli gerçeğin arandığı, buna karĢılık ceza muhakemesinde maddi gerçeğin arandığı görüĢüne katılmıyoruz. Kanımızca maddi gerçeğin araĢtırılması, bütün muhakemelerin amacıdır415. Ceza hakiminin diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler ile bağlı olmaması, bu mahkemelerin taraflar nezdindeki itibarına zarar verir 416 . Zira bir baĢka mahkeme tarafından dikkate alınmayan bir hükmün taraflar üzerindeki etkisi de o oranda az olur. Ayrıca mahkemeler tarafından verilen hükümlere uyulması ve hükümlerin yerine getirilmesi anayasal bir ilke olarak düzenlenmiĢtir (1982 Anayasası md. 138, f. 4). Ceza mahkemesinin, ön sorun hakkında karar vermiĢ olan mahkeme hükmü ile bağlı olmaması neticesinde, birbiriyle çeliĢen iki farklı hüküm ortaya çıkar. Tarafların da aynı olduğunu düĢündüğümüzde, aynı kiĢilere yönelik ve aynı konu ile bağlantılı, birbiriyle çeliĢen iki farklı hükmün çıkması söz konusu olur. Anayasa gereği bu iki hükme de uyulması gerekecektir. Fakat bir hüküm doğrultusunda hareket edilmesi, diğer hükmün gereklerinin yerine getirilmemesi anlamına gelir. Bu durumda kiĢilerin hangi hükme uymaları gerektiği konusunda yaĢayacakları belirsizlik, doğrudan hukuki güvenlik ilkesine zarar verir. Sübjektif sınırından hareket ederek önceki hükmün ceza mahkemesi için kesin hüküm etkisi göstermeyeceği görüşüne de katılmamaktayız. Bu görüĢte olduğu gibi, eğer savcıyı ceza muhakemesinde bir taraf olarak ele alırsak diğer mahkemelerin (hukuk mahkemesinin) hükümlerinin ceza mahkemesine etki etmeyeceği görüĢü isabetli olabilir. Ancak ceza muhakemesi bir taraf muhakemesi değildir. Ceza muhakemesinde kamu adına bir yargılama yapılmaktadır. Suç kamu düzenini bozduğu için bu suçun soruĢturulması da kamunun bir temsilcisi olan savcı tarafından yapılmaktadır. Savcı soruĢturmayı yürütürken sadece Ģüphelinin aleyhine olan delilleri değil, lehine olan delilleri de toplamak zorundadır (CMK md. 160, f. 2). SoruĢturmayı kamu adına yürüten savcılık, kovuĢturma aĢamasında yine kamu adına iddia makamında yer almaktadır. Ġddia makamında yer alan savcılık, kamu adına hareket ettiği için hatalı görmüĢ olduğu hükme karĢı sanığın lehine olarak da kanun yollarına baĢvurabilir. Bu nedenle bir taraf muhakemesi olmayan ceza muhakemesindeki savcının, hukuk muhakemesinde olduğu gibi bir taraf olarak 414 415 416 Akcan, 1988, s. 56; Koch, 1963, s. 55. Akcan, 1988, s. 61; Völzmann, 2006, s. 147; YavaĢ, 2009, s. 210. Schwab, 1960, s. 2169. 100 değerlendirilemeyeceğini, savcıdan hareketle sonraki ceza muhakemesinde ve önceki muhakemede yer alan tarafların aynı olmadığının ileri sürülemeyeceği görüĢündeyiz. Bağlayıcılık etkisinin lehinde ileri sürülen görüşlerle ilgili olarak, hükmün bünyesinde kamusal bir emir barındırdığı gerekçesi ile bağlayıcılığı kabul eden görüş, bugün için tarihi bir değer taĢımanın ötesine geçemez. Bu görüĢün çıkıĢ noktası, mahkemelerin devletin egemenlik yetkisini kullanan birer temsilcisi olmaları ve bu yüzden mahkemeler tarafından verilen hükümlerin bu egemenlik yetkisinin yansımasından baĢka bir Ģey olmadığıdır417. Bunun sonucu olarak hüküm, somut hukuki durumun tespitinden öte, bünyesinde herkes için ve herkese karĢı geçerli olan kamusal bir emir barındırır. Yargının, devletin egemenlik yetkisinin bir yansıması olmasından ve adli iĢlemlerin birer kamusal faaliyet olmalarından Ģüphe duyulmasa da kamusal nitelik taĢıyan bu faaliyetin genel olarak herkes için bir yükümlülük arz etmesi söz konusu değildir. Otoriter devlet anlayıĢının bir yansıması olan bu görüĢ bugün için kabul edilemez 418 . Yargı kararları, onların sırf bir kamu otoritesi tarafından verilmesi nedeniyle değil, daha ziyade hukuk düzeni ile uyumlu olmaları nedeniyle bir meĢruiyet kazanır. Açıklanan nedenlerle günümüzde bu görüĢün yerine, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, kesin hüküm etkisinin sadece aynı dava sebebi ve konuya iliĢkin olarak yalnızca davanın taraflarının üzerinde doğacağı kabul edilmektedir. Zira bir hukuk devletinde hiç kimse, gidiĢatına müdahale edemediği, tarafı dahi olmadığı bir yargılama sonucunda verilen hükümle bağlı kılınamaz. Bu teori bugün için geçerliliğini yitirmiĢ olsa da temel söylemi bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesinde hala kabul görmektedir. Zira bağlayıcılık etkisini kabul eden görüĢlerin birçoğunun dayanak noktası, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının, mahkemelere ve dolaylı olarak da devlet otoritesine olan güveni sarsacağı inancıdır419. Bağlayıcılığın lehinde ileri sürülen görüşlerden, hükümde yargılamanın yenilenmesi sebepleri mevcut ise mahkemenin ilk hükümden ayrılabileceği görüşü de eleĢtiriye açıktır. Ġlk olarak Ģu söylenmelidir ki bağlayıcılık etkisi ile kesin hükmün yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılması farklı konulardır420. Yargılamanın yenilenmesi ile daha önce kesinleĢmiĢ bir hüküm ortadan kaldırılmaktadır. Yargılamanın yenilenmesi üzerine yapılan davanın ve ortadan kaldırılan hükme iliĢkin davanın konuları aynıdır. Völzmann, 2006, s. 55. Haaf, 1984, s. 40. 419 Haaf, 1984, s. 42. 420 Grünwald, 1964, s. 41. 417 418 101 Yargılamanın yenilenmesi kurumunun amacı, kesinleĢmiĢ hükümdeki bulunan yanlıĢlıkları ortadan kaldırmaktır. Bağlayıcılık etkisinde ise daha önce kesinleĢmiĢ bir mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlığın, sonraki bir ceza davasında ön sorun olarak ortaya çıkması söz konusudur. Bağlayıcılık etkisinin amacı, uyuĢmazlık konuları farklı olan hükümler arasında bir çeliĢkinin ortaya çıkmasını önlemektir. Bu bakımdan, bağlayıcılık etkisi söz konusu olduğunda, önceki kesinleĢmiĢ hüküm mevcut halini muhafaza etmektedir. Yargılamanın yenilenmesinde ise kesin hüküm ortadan kalkmaktadır. Ġkinci olarak ilk hükmün hatalı olduğuna kanaat getirilmesi suretiyle bu hükümden ayrılmak, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bu durum da daha önce belirttiğimiz üzere, yargıya olan güveni sarsar. Diğer taraftan sonraki yargılamayı yapan ceza mahkemesinin kendi yargılamasından elde ettiği bilgilerden ve tanık beyanlarından hareketle ilk hükmün hatalı olduğuna karar vermesi, kabul edilemez 421 . Bir kere mahkemenin böyle bir yetkisinin olduğuna kuĢku ile yaklaĢmak gerekir. Zira 1982 Anayasası’nın 36’ncı maddesine göre, hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz. Bu hükmün tersi anlamından, mahkemelerin görev ve yetkilerine girmeyen bir davaya bakmalarının da yasak olduğu sonucu ortaya çıkar. Ancak kanunda aksine bir düzenleme mevcut ise mahkemeler bu iĢlerde de yetkili ve görevli olabilirler. Hakkında karar verilmiĢ bir uyuĢmazlık ile ilgili, mahkemelerin tekrardan araĢtırma yapmaları ve delil toplamaları kanımızca bu belirtilen hüküm gereğince mümkün değildir. Bu gibi bir durumda mahkemenin önceden verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ mahkeme hükmüne saygı göstermesi gerekir. Eğer kuracağı hüküm için önceki mahkeme hükmü önem arz ediyorsa ceza mahkemesinin yapacağı Ģey, hatalı gördüğü, ancak kesinleĢmiĢ olan bu hükmün, hükmün verildiği muhakeme alanında belirtilen yöntemler çerçevesinde ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. Zira mevzuatımızda kesin hükmün ortadan kaldırılması yolları açıkça düzenlenmiĢtir. Bu yollara baĢvurulmadan, baĢka bir deyiĢle, verilmiĢ olan hüküm ortadan kaldırılmadan, o hükmün aksini kabul etmek kesin hüküm kurumunu iĢlevsiz hale getirir422. Sonraki ceza davasında sanık olarak yer alan kişi hakkında, farklı bir fiilden dolayı önceden yapılan yargılama sonucunda verilen hükmün bağlayıcılık etkisine sahip olduğunu belirten görüşte isabet vardır. Zira sonraki davada sanık olarak bulunan kiĢi, bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu davada yer alan bir kiĢi olduğu için bu hükme 421 422 Benzer Ģekilde, ceza mahkemesinin bu belirtilen gerekçelerle hukuk mahkemesi kararı ile bağlı olmaması da eleĢtirilmektedir. Bkz. Çenberci, 1964, s. 1143, dn. 43. Yargıtay 5. CD, 8.02.1963 tarih ve 496/1953 sayılı kararı , (Çağlayan, M. (1966). Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Cilt2. Ankara, s. 418). 102 karĢı savunmasını yapabilmiĢ ve bunun sonucunda da hukuki dinlenilme hakkı muhafaza edilmiĢtir. Her iki mahkemenin de bir ceza mahkemesi olmasına iliĢkin olan bu görüĢün, diğer mahkemeler ile ceza mahkemesi arasında da geçerli olması gerektiği düĢüncesindeyiz. Dolayısıyla sonraki ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢinin, önceki hukuk davasının veya idari davanın taraflarından birisi olması durumunda bu mahkemelerde yapılan yargılama sonucunda verilen hükmün, biraz sonra tespit edeceğimiz Ģartların bulunması kaydıyla, ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olması gerekir. Yazarların sigorta dolandırıcılığına iliĢkin vermiĢ olduğu örnek olayda sigorta dolandırıcılığına iliĢkin yapılan yargılamada mahkeme, evin kasten yakıldığını tespit eden mahkeme hükmü ile bağlıdır. Ancak burada Ģu hususu belirtmekte fayda vardır ki dolandırıcılık suçu bir amaç suçudur. Zira bu suçun oluĢabilmesi için failin sigorta bedelini almak maksadıyla hareket etmiĢ olması gerekir. Bu nedenle mahkeme her ne kadar sanığın evini kasten yakıp yakmadığını araĢtırmayacaksa da evin sigorta bedeli alınmak maksadıyla yakılıp yakılmadığını araĢtırmak zorundadır. Masumiyet karinesinden yola çıkarak sadece ceza mahkemelerince verilen beraat kararlarına bağlayıcılık etkisi tanıyan görüşe de katılmamaktayız. Masumiyet karinesi, bir kiĢinin hakkında mahkumiyet kararı verilinceye kadar suçlu sayılmamasını gerektirir. Ġlkeye öneminden dolayı 1982 Anayasası’nda da yer verilmiĢtir (1982 Anayasası md. 38, f. 4). Görüleceği gibi, ilke bir davada kiĢi hakkında hüküm verilinceye kadar geçerlidir. Bu karine kesinleĢmiĢ hükümle ortadan kalkar. Bundan sonra kiĢi ya suçludur ya suçsuzdur. KiĢinin mahkum olduğu suçla ilgili olarak baĢka bir suçtan dolayı yapılan sonraki yargılamada masum olduğundan bahsetmek, hakkında verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ hükmü görmezlikten gelmek olur423. Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesindeki temel amaç, yargılamaların hızlı ve ekonomik yapılmalarının sağlanmasıdır. Bu sayede ceza mahkemelerinin iĢ yükleri de azalır424. Ceza muhakemesinde maddi gerçek aranmaktadır. Ancak bu prensibin AĠHS’nin 6’ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan makul sürede yargılanma hakkı ile birlikte 423 424 Waldeyer, 2006, s. 140. Bu görüĢe karĢı denilmiĢtir ki, diğer bir mahkemenin hükmü ile bağlı olan mahkemenin yargılamayı daha hızlı ve ekonomik yapacağı doğrudur. Ancak olaya bağlayıcı etki gösteren mahkeme cephesinden bakıldığında durum tam tersidir. ġöyle ki, bu dava aleyhlerine sonuçlanan taraflar, hükmün sonraki yapılan yargılamada da etki göstereceğini bilmektedirler. Bu nedenle sonraki yargılamada aleyhlerine olarak mahkumiyet kararı çıkacağı düĢüncesinde olacaklardır. Sonuç olarak, yargılama aleyhine sonuçlanan kiĢi bu hükmü mutlaka kanun yoluna taĢıyacaktır. Böyle olunca da bu sefer kanun yoluna götürülen dosya sayısı çoğalacak ve üst dereceli mahkemelerin iĢ yükü artacaktır (Trousil, 2005, s. 80). 103 düĢünülmesi gerekir425. Makul sürede yargılanma hakkı, bir suçun aydınlatılmasının makul bir zaman aralığında gerçekleĢtirilmesini Ģart koĢar. Bu sayede hem kamunun menfaatlerinin hem de sanığın menfaatlerinin korunması amaçlanır. Yargılamanın ekonomikliği ve ceza yargılamasının makul bir sürede bitirilmesi gerekliliği göz önünde bulundurulduğunda, bağlayıcılık etkisinin kabul edilmemesi yargılamaların uzamasına ve gereksiz iĢ gücü kaybına neden olacaktır426. 3.6. Bağlayıcılık Etkisinin ġartları Ceza muhakemesinde kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi açık bir Ģekilde düzenlenmediği için diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin bir ceza mahkemesi için hangi durumlarda bağlayıcı olacağının Ģartlarını belirlerken, kesin hükmün ceza muhakemesinde açıkça düzenlendiği “ne bis in idem” ilkesinden ve diğer muhakeme alanlarında yer alan düzenlemelerden istifade edilebilir. Bu düzenlemeler göz önünde bulundurulduğunda, bir mahkemenin hükmünün ceza mahkemesine etki edebilmesi için gerekli Ģartları Ģu Ģekilde sıralayabiliriz: 3.6.1. Ġlk Hükmün KesinleĢmiĢ Olması Ġlk hükmün ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurması, sonraki ceza hakiminin olayları serbestçe araĢtırma özgürlüğünü (Kognitionsfreiheit) önemli ölçüde kısıtlar. Bu nedenle, ilk verilen hükmün usule iliĢkin bir takım kıstasları yerine getirmesi Ģart koĢulmalıdır427. Bir hükmün diğer mahkemeler tarafından ölçüt alınabilmesi, bu hükmün kesinlik kazanmıĢ olmasına bağlıdır. Hüküm olağan kanun yollarına baĢvurulmak suretiyle değiĢtirilebilir olduğu müddetçe, bu hükmün diğer mahkemeler tarafından dikkate alınması Waldeyer, 2006, s. 119; Federal Alman Yüksek Mahkemesi de vermiĢ olduğu bir kararında yurt dıĢında bulunan bir tanığın dinlenmesinden, yargılamanın makul sürede bitirilmesi gerekçesi ile vazgeçilebileceğini belirtmiĢtir. Mahkeme, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ilkesinin, yurt dıĢındaki tanığı davet etmeyi gerektirip gerektirmediğine iliĢkin olarak menfaatler tartımından hareket edilebileceğini belirtmiĢtir. Mahkemeye göre, bu tartımda suçun ağırlığı, delil araçlarının delil değeri ve anlamı bir tarafta; tanığın davet edilmesi ve dinlenmesi neticesinde yargılamanın geciktiriliyor olması bir tarafta bulunacaktır (BGH, Beschluß vom 25. 4. 2002 - 3 StR 506/01. (2002). NJW, s. 2403). 426 Waldeyer, 2006, s. 122. 427 Haaf, 1984, s. 31. 425 104 söz konusu olamaz. Bu nedenle diğer mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesini bağlayabilmesi için bu hükümlerin kesinleĢmiĢ olmaları gerekir428. Ġlk hükmün kesinleĢmesi “Ģekli anlamda kesin hüküm” terimi ile ifade edilmektedir. Buna göre, hükme karĢı olağan kanun yollarına müracaat edilemiyorsa belli bir konuya iliĢkin uyuĢmazlık hakkında verilmiĢ olan hüküm kesinleĢmiĢ sayılır429. Bu kesinlik bazen hükmün kurulduğu anda meydana gelir. Bu gibi durumlarda kanun yoluna (istinaf veya temyiz) baĢvurulamayan bir hüküm söz konusudur. Bazen de hüküm verildiği anda kesin değildir. Böyle bir durumda hükme karĢı ilgililer kanun yoluna gitme hakkına sahiptirler. Kanun yoluna gitme hakkına sahip kiĢilerin, bu haklarını süresi içerisinde kullanmamıĢ olmaları veya kullanmıĢ olmalarına rağmen hükmün üst dereceli mahkeme tarafından onanması ve bu onama kararına karĢı gidilebilecek olağan kanun yolu olmaması durumunda hüküm kesinleĢmiĢ olur. Ġlk mahkeme hükmünün kesinleĢmesi ile doğrudan bağlantılı olan bir baĢka husus ise bu hükmün hangi kısmının kesinliğe kavuĢacağı konusudur. Bilindiği gibi, mahkeme hükümleri bir hüküm fıkrası (tenor) ve bir de gerekçe kısmından oluĢmaktadır. Yapılan tartıĢmalar ise mahkeme hükümlerinin sadece tenor kısmının mı, yoksa bunun yanında gerekçe kısmının da mı kesinliğe kavuĢacağına iliĢkindir. Bu konuda ortaya çıkan görüĢleri bağlayıcı etkinin kaynağı olan mahkemenin bir hukuk mahkemesi, bir idare mahkemesi veya bir ceza mahkemesi olmasına göre ayrı olarak ortaya koymak gerekir: Hukuk mahkemeleri bakımından ağırlıklı olarak, hükmün sadece tenor kısmının kesinleĢtiği kabul edilmektedir. Zira hukuk davalarında hakim, kural olarak iddia ve savunma ile bağlıdır ve bu nedenle tarafların taleplerinden fazlasına hükmedemez. Hükmün tenor kısmı ise ya davacının talebinin reddini ya da davacının talebinin kabulü neticesinde dava ile elde edilmek istenen amacı bildiren kısımdır. Muhakemede ise tarafların ve hakimin çabası bu amacı sağlamaya yöneliktir. Bu nedenle, kesin hüküm kural olarak hüküm fıkrasına tanınmalıdır430. 428 429 430 Kugler, 1955, s. 31; Hellmann, 1954, s. 7; Koch, 1963, s. 11; Tschöpe, 1934, s. 4; Abel, 1961, s. 9. Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurması ile bu hükümlerin infaz edilebilirliğinin farklı hususlar olduğunu ve bu iki kurumun birbiriyle karıĢtırılmaması gerektiğini belirtmekte fayda vardır. Zira bir hüküm, kanuni düzenlemeler gereğince veya o muhakemeye iliĢkin özellikler nedeniyle kesinleĢmiĢ olmasa da icra edilebilir. Bu hükmün icra edilebilir olması, ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracağı anlamına gelmez. Bu bakımdan hukuk muhakemesine iliĢkin birçok uyuĢmazlıkta hükmün icra edilebilmesi için kesinleĢmiĢ olması Ģart değildir. Buna karĢılık, ceza mahkemelerinden verilmiĢ mahkumiyet kararlarının infaz edilebilmesi için kesinleĢmiĢ olmaları Ģarttır (CGTĠHK md. 4). Yurtcan, 1987, s. 14. Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 694; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 571; Selçuk, 1973, s. 951; Kuru, 2001, cilt 5, s. 5049. 105 Resen araĢtırma ilkesinin geçerli olduğu idari muhakemede ise idare mahkemesi hükümlerinin gerekçe kısmının da kesinleĢtiği ve bağlayıcı etkiye sahip oldukları kabul edilmektedir431. Aynen idari muhakemede olduğu gibi ceza muhakemesinde de resen araĢtırma ilkesi geçerli olsa da ceza mahkemesi hükümlerinin hangi kısmının kesinliğe kavuĢtuğu hususunda tartıĢmalar mevcuttur. Bazı yazarlar ceza mahkemesi hükmünün gerekçe kısmının kesin hükme kavuĢmadığı görüĢündedirler432. Hükmün gerekçe kısmının neden kesinliğe kavuĢmadığı konusunda ise sessiz kalınmıĢtır 433 . Bu yazarlara göre, hükmün gerekçe kısmı kesin hükme kavuĢmadığı için daha önce verilen ceza mahkemesi hükmü aynı sanığın baĢka bir fiilinden dolayı yapılan yargılamada bağlayıcı etkiye sahip olamaz. Bu bakımdan Ģu örnek olayda herhangi bir bağlayıcılık etkisi ortaya çıkmaz: A, kanunsuz avlanma suçundan dolayı beraat eder. Bu hükümden sonra, gerçekleĢtirdiği baĢka bir fiilden dolayı, A hakkında yine kanunsuz avlanmadan dolayı dava açılır. A’yı yargılayacak olan mahkeme ilk hükme konu fiilin gerçekleĢtirildiğini kabul ederek, A’yı itiyat haline getirilmiĢ kanunsuz avlanmadan dolayı mahkum edebilir434. KarĢı görüĢteki yazarlara göre ise kesin hüküm etkisinin derinliği maddi olarak da değerlendirilmeli ve dava konusu ile sınırlandırılmalıdır. Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Maddi gerçek ise sanığın ceza davasının konusunu oluĢturan ve aynı zamanda suç teĢkil eden fiili iĢleyip iĢlemediğidir. Bu bakımdan ceza muhakemesinin ana görevi fiile iliĢkin tespitlerin yapılmasıdır. Bu nedenle hüküm gerekçesinde yapılan tespitler de kesin hükme kavuĢurlar435. 431 432 433 434 435 DanıĢtay konuya iliĢkin olarak vermiĢ olduğu bazı kararlarında özetle Ģu hususlara vurgu yapmıĢtır: “Bir yargı yerince yasada gösterilen usullere göre verilen karar, itiraz ve temyiz yollarından geçerek veya itiraz ve temyiz süreleri sona ererek kesinleştikten sonra yargılamanın iadesi gibi bazı istisnaların dışında artık değişmez bir nitelik kazanır, hiç bir makam, merci, hatta kararı vermiş olan yargı yeri dahi başka bir kararıyla onu değiştiremez. İşte yargı kararlarının bu değişmezlik kuvvet ve niteliğine kesin hüküm (muhkem kaziye) denilmektedir. Yine kesin hüküm halini alan bir yargı kararının sadece hüküm fıkrası itibariyle değil aynı zamanda gerekçesi itibariyle de en başta davanın taraflarını bağladığı, bunların kesin hükme bağlanan bir uyuşmazlığın yeniden tartışılmasını hukuken mümkün kılacak bir olanağa sahip bulunmadıkları ve yargı yerinin de kesin hükümle çözümlenen uyuşmazlık hakkında yeniden karar veremeyeceği açıktır” DanıĢtay 5. Dairesi, 06.11.2002 tarih ve E. 1999/2310, K. 2002/4242 sayılı kararı; “hüküm fıkrasına zorunlu bir şekilde bağlı olan ve bu nedenle kesin hüküm teşkil eden gerekçeye karşı da lehine hüküm kurulan tarafın temyiz yoluna başvurması mümkündür” DanıĢtay 5. Dairesi, 16.03.1999 tarih ve E. 1998/4303, K. 1999/705 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 11.02. 2013. Roxin, 1995, s. 373; Meyer-Goβner, L, 2005, Einleitung, Rn. 170; Beulke, W. (2004). Strafprozessrecht. Heidelberg, Rn. 503. Waldeyer, 2006, s. 71. Beulke, 2004, Rn. 503; karĢı görüĢ için bkz. Zaczyk, 1988, s. 371. Schmidt, E, 1964, Rn. 318 vd; Binding, 1915, s. 308; Tschöpe, 1934, s. 22. 106 Kanımızca bu ikinci görüĢte isabet vardır. Zira örneğin bir mahkumiyet hükmünde, sanığın gerçekleĢtirdiği hangi fiilinin suça vücut verdiğini tespit edebilmek için hükmün gerekçe kısmına bakmak gerekir. Gerek Anayasa’nın 141’inci maddesinin üçüncü fıkrasında gerekse de CMK’nın 33’üncü maddesinin birinci fıkrasında, mahkeme hükümlerinin gerekçeli yazılacağı belirtilerek gerekçenin hükmün ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanmıĢtır 436 . Hükmün ayrılmaz bir parçası olan gerekçenin de hükümle birlikte kesinliğe kavuĢacağı muhakkaktır. Bu nedenle hükmün tenor kısmı ile gerekçe kısmı arasında oluĢturulmaya çalıĢılan farklılık kabul edilemez437. 3.6.2. Ġlk Hükmün Zaman Bakımından Önce Olması Bir mahkeme hükmünün diğer bir mahkeme için bağlayıcı olabilmesi, ilk hükmün daha önce verilmiĢ olmasını gerektirir. Bu durum inĢai hükümler ve tespit hükümleri için de geçerlidir. Çünkü bir Ģeyin kendisinden daha sonra meydana gelmiĢ bir Ģey ile bağlı olması düĢünülemez438. Bir görüĢe göre, bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin iĢlenmesinden önce kesinleĢmiĢ olması gerekir. Zira bir fiilin gerçekleĢtirilmesinden sonra ve fakat ceza kovuĢturmasından önce verilmiĢ hüküm ile ceza hakiminin bağlı olduğunu söylemek, ceza hakiminin araĢtırma özgürlüğüne bir sınırlandırma getirmek anlamına gelir439. Yukarıda bağlayıcılık etkisinin görünüĢ Ģekillerinden birisi olarak bir mahkeme hükmünün veya hakim veya mahkeme kararının bir suç tipinin unsuru olması hallerini de (unsur etkisi) zikretmiĢtik. GRUNSKY, unsur etkisinin sadece erteleme ve tekerrüre iliĢkin düzenlemelere münhasır olduğunu kabul etmektedir. Yazara göre, unsur etkisinin doğduğu durumların hepsinin ortak özelliği, sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu sonraki fiilinin ilk dava sonucunda verilen hükmün kesinleĢmesinden sonra iĢlenmiĢ olmasıdır. Bu da göstermektedir ki kanun koyucu, her iki dava arasındaki bağlantıyı yeterli görmemiĢ, buna ek olarak sanığın bir hüküm aracılığıyla uyarılmasını da aramıĢtır. Eğer sanık hükümle yapılan bu uyarıya rağmen uslanmaz ise hakkında hükmedilecek cezanın miktarı artırılacak veya hükmedilecek cezanın infaz rejimi ağırlaĢtırılacaktır. Hükmün bu uyarı fonksiyonu kesin hükmün etkisi bakımından da dikkate alınmalıdır. Bu Ģu anlama gelmektedir: 436 437 438 439 Feyzioğlu, 2002, s. 136. Waldeyer, 2006, s. 73. Heil, 1983, s. 11. Bötticher, 1960, s. 524; OLG Braunschweig, Urteil vom 12.12. 1952- Ss 133/52. (1953). NJW, s. 558. 107 GerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilden dolayı yargılanan sanığın bu fiili, bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün verilmesinden sonra gerçekleĢtirmiĢ olması gerekir440. ĠnĢai hükümlerin de bağlayıcılık etkisi doğuracağından bahsetmiĢtik. Bu hükümler yeni bir hukuki durum meydana getirdikleri için bu hükümlerin de cezalandırılabilir fiilin gerçekleĢtirilmesinden önce kesinleĢmiĢ olmasının gerektiği savunulmaktadır441. Mesela, eĢlerin boĢanmasına iliĢkin hüküm inĢai bir hükümdür. Evlilik birliği, kesinleĢmiĢ bir hükümle ortadan kalktıktan sonra, eĢlerin birbirlerine karĢı iĢlemiĢ oldukları bazı suçlardan dolayı Ģahsi cezasızlık sebebi söz konusu olamaz (TCK md. 167). Ancak bu hüküm kesinleĢmeden önce, örneğin bir eĢ diğer eĢe karĢı hırsızlık suçunu iĢlerse, Ģahsi cezasızlık sebebi söz konusu olur442. Diğer bazı yazarlar ise ilk mahkemenin hükmünün sonraki ceza mahkemesine etki edebilmesi için ceza mahkemesi hükmünden önce verilmiĢ olmasını yeterli görmektedir443. Doğaldır ki bu hüküm sonraki ceza mahkemesi hükmünden önce kesinleĢmesi halinde etkisini gösterebilir. Eğer bir kesin hüküm, ceza mahkemesine etki edecekse bu hükmün ceza davasının konusu olan fiilin iĢlenmesinden önce verilip verilmemesi önemli değildir444. Bu durum özellikle bekletici sorun kararı verilmesi bakımından ayrı bir öneme sahiptir 445 . Zira CMK’nın 218’inci maddesine göre, ceza mahkemesi, yüklenen suçun ispatının ceza mahkemelerinden baĢka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı olması halinde, bu meselenin görevli mahkemede çözülmesi için bekletici sorun kararı verebilir. Bu durum gösteriyor ki bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün ceza davasının konusunu oluĢturan fiilden önce kesinleĢmesi her zaman için gerekli değildir. Bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün ceza davasının konusunu oluĢturan fiilden önce kesinleĢmesini mutlak bir Ģekilde savunmak, açıkça CMK md. 218 hükmüne aykırılık teĢkil eder. Kanımızca her iki görüĢün de kendi cephesinden bakıldığında haklı yanları bulunmaktadır. Ancak yukarıda yazarların kendi görüĢlerini güçlendirmek amacıyla vermiĢ oldukları örneklerden hareketle bir genelleme yapılamaz. Mesela tekerrür hükümlerinin iĢletilebilmesi için daha önce iĢlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleĢtikten sonra yeni bir suçun iĢlenmesi gerekir (TCK md. 58, f. 1). Burada kiĢinin ilk hükümle ikaz edildiği, 440 441 442 443 444 445 Grunsky, 1968, s. 235. OLG Oldenburg, Urteil vom 18.09.1951- Ss 130/51. (1952). NJW, s. 118; Hellmann, 1954, s. 21; Gollwitzer, 2001, Rn. 16; Eschelbach, 2010, Rn. 4; Engelhardt, 2008, Rn. 6. Bötticher, 1960, s. 524. Kuttner, 1914, s. 72; Schwab, 1960, s. 2169; Koch, 1963, s. 11 Schwab, 1960, s. 2169. Çenberci, 1964, s. 1158. 108 bu ikaza rağmen tekrardan suç iĢlemesi nedeniyle kiĢiye verilecek cezanın hukuki sonuçlarının daha farklı olacağı belirtilmiĢtir. KiĢinin ilk hükümle uyarıldığından bahsetmek için de doğal olarak ilk hükmün tekerrür halinde gerçekleĢtirilen fiilden önce kesinleĢmesi gerekir446. Fakat unsur etkisinin söz konusu olduğu her durumda, unsur etkisi doğuracak hükmün sonraki hükmün konusunu oluĢturan fiilden önce kesinleĢmesi gerekmemektedir. Örneğin TCK’nın 165’inci maddesinde “Suç EĢyasının Satın Alınması veya Kabul Edilmesi” suçu düzenlenmiĢtir. Bu suçun oluĢabilmesi için daha önce bir suçun iĢlenmiĢ olması gerekir. Fakat bu öncül suç hakkında verilecek hüküm, bu suçtan kaynaklanan eĢyanın satın alınması veya kabul edilmesi fiilinden sonra da kesinleĢmiĢ olabilir. Maddenin gerekçesinde de açıkça, suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun oluĢabilmesi için öncül suçtan dolayı daha önceden mahkumiyet kararı verilmesinin gerekmediği belirtilmiĢtir. Sonuç olarak bağlayıcılık etkisinden bahsedebilmek için ilk hükmün sonraki ceza mahkemesi hükmünden önce verilmesi gerekir. Ancak bu hükmün sonraki ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin iĢlenmesinden önce mi verilmesinin gerektiği, yoksa fiilin iĢlenmesinden sonra ve fakat hükümden önce verilmesinin mi yeterli olacağı hususunun her somut olaya göre değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. 3.6.3. Ġlk Hüküm ile Maddi Gerçeğin Ortaya ÇıkarılmıĢ Olması Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bu nedenle ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olan bir mahkeme hükmünün de maddi gerçeği ortaya çıkarmıĢ olması gerekir. Ancak böyle bir durumun varlığı halinde, bağlayıcı etkiye sahip bir mahkeme hükmünden bahsedebiliriz. Belirli bir hukuki soruna iliĢkin olarak mahkemelerin kurmuĢ oldukları hükmün içeriğinin muhakemeye hakim olan ilkenin tasarruf ilkesi 447 (Dispositionsmaxime) veya resen 446 447 448 hareket ilkesi 448 (Offizialmaxime) olmasına göre farklılık arz edeceği Grünwald, Gerald; Die materielle Rechtskraft im Strafverfahren der Bumdenrepublik Deutschland, in: Deutsche strafrechtliche Landesreferate zum IX. Internationalen Kongress für Rechtsvergleichung, Teheran, 1974, Beiheft zur ZStW, s. 119’dan naklen, Waldeyer, 2006, s. 166. Tarafların dava konusu üzerinde ve yargılamanın seyri hakkında etki edebildiklerini ifade eden ilkeye tasarruf ilkesi denilmektedir (Alangoya, Y. (1979). Medeni Usul Hukukunda Vakıaların ve Delillerin Toplanmasına İlişkin İlkeler. Ġstanbul, s. 2; Karslı, 2012, s. 293). Davanın ancak taraf iradesiyle açılması, ihtilaf konusunun davacı tarafından belirlenmesi, feragat, kabul ve sulh yolu ile dava konusu ve yargılama üstünde tasarruf edilmesi; davanın geri alınabilmesi, kanun yoluna müracaattan feragat edilmesi, tasarruf ilkesinin somut yansımaları olarak değerlendirilmektedir (Alangoya, 1979, s. 3). Hakimin taraflarca bir istem olmadan harekete geçebilmesini ve hüküm verebilmesini ifade eden ilkeye ise resen hareket ilkesi denilmektedir (Alangoya, 1979, s. 3; Karslı, 2012, s. 297). 109 savunulmaktadır449. Bu yazarlara göre, tasarruf ilkesinin geçerli olduğu bir davada, örneğin davacı tarafın davadan feragat etmesi durumunda, mahkeme davaya konu hakkın mevcut olup olmadığını söylemeden davayı reddedecektir. Bu nedenle, tasarruf ilkesinin söz konusu olduğu bir dava sonucunda verilen hüküm, dava konusu hakkın mevcut olup olmadığına iliĢkin soruya yanıt içermez450. Aynı Ģekilde taraflarca getirilme ilkesinin (Verhandlungsmaxime, Beibringungsgrundsatz) geçerli olduğu bir dava sonucunda verilen hüküm ile resen araĢtırma ilkesinin (Untersuchungsmaxime, Ermittlungsgrundsatz) geçerli olduğu bir dava sonucunda verilen hükmün, gerek konularının gerekse de dayandıkları temellerin farklı olacağı savunulmaktadır 451 . Resen araĢtırma ilkesinin geçerli olduğu bir davada yargı mercileri, uyuĢmazlık konusunun taraflarından bağımsız olarak gerekli bütün maddi vakıaları ve ispat araçlarını yargılamaya getirmekle görevli ve yetkilidir. Taraflarca getirilme ilkesinin hakim olduğu bir davada ise mahkeme, sadece taraflarca getirilen ispat araçları ve bunlarla ispatlanan vakıaları hükmüne esas teĢkil ettirebilir 452 . Taraflarca getirilme ilkesine göre hakim, iki taraftan birinin söylemediği Ģeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranıĢlarda dahi bulunamaz (HMK md. 25, f. 1). Bu nedenle, delillerin getirilmesinin taraflara bırakılmasının, çoğu zaman olayı aydınlatacak hususların mahkemenin bilgisi haricinde kalmasına ve mahkemenin kurmuĢ olduğu hükmün ise maddi gerçekle örtüĢmemesine yol açtığı savunulmaktadır 453 . Aralarındaki bu farktan dolayı taraflarca getirilme ilkesinin hakim olduğu bir davada Ģekli gerçeğin arandığı, resen araĢtırma ilkesinin geçerli olduğu bir davada ise maddi gerçeğin arandığı söylenmektedir454. Bir muhakeme alanında genel olarak hangi ilkenin geçerli olacağı, davaya konu uyuĢmazlığın özelliği ile doğrudan alakalıdır. Bu bakımdan örneğin hukuk muhakemesine konu uyuĢmazlıklar eĢit süjeler arasında meydana gelir. Bu süjeler uyuĢmazlık konusu olay hakkında en iyi bilgiye sahip durumdadırlar. Bu nedenle uyuĢmazlık konusunun aydınlatılması için ispat vasıtalarının, uyuĢmazlığın taraflarından istenmesi en mantıklı 449 450 451 452 453 454 Haaf, 1984, s. 116. Haaf, 1984, s. 117. Haaf, 1984, s. 120. Alangoya, 1979, s. 9; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 351. Haaf, 1984, s. 121; Fakat bu görüĢe karĢı, taraflarca getirilme ilkesinin hukuk muhakemede sınırsız bir Ģekilde uygulanacak olmasının, hakimin yanlıĢ dava malzemesine göre karar vereceği durumlarını ortaya çıkaracağı; bu tehlikenin önüne geçmek için tarafların doğruluk ödevi, hakimin davayı aydınlatma ödevi, tarafların isticvabı, geciken dava malzemesinin reddi gibi bir takım prensiplerin kabul edildiği belirtilmektedir (Karslı, 2012, s. 303 vd). Haaf, 1984, s. 122; Abel, 1961, s. 16; Gollwitzer, 2001, Rn. 3; OLG Oldenburg, Urteil vom 18.09.1951Ss 130/51. (1952). NJW, s. 118. 110 yoldur. UyuĢmazlık konusunun tarafları kendilerinin haklı olduğunu göstermek için adeta birbirleriyle yarıĢırlar 455 . Diğer taraftan hukuk muhakemesine iliĢkin uyuĢmazlıklardan doğan hak ihlalleri çoğu zaman kamusal haklara yönelik değil, bireysel haklara yöneliktir. Kamu düzenini ilgilendirmeyen bir durumda, kiĢiler adına resen hareket edilmesi ve resen delil araĢtırmasına giriĢilmesi, kamu otoritesinin organlarından beklenemez. Hukuk muhakemesinde kural olarak taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olmasına karĢılık, idari muhakemede ve ceza muhakemesinde resen araĢtırma ilkesi geçerlidir 456. Bunun sebebi, idari muhakemede ve ceza muhakemesinde resen araĢtırma ilkesi sayesinde maddi gerçeğin daha kolay bir Ģekilde ortaya çıkarılacak olmasıdır. Bu bakımdan, örneğin idari uyuĢmazlıklarda, bu uyuĢmazlığın aydınlatılmasını sağlayacak deliller, genelde davanın taraflarından olan idarenin elinde bulunmaktadır. Ġdare mahkemesi hakiminin resen araĢtırma yetkisine sahip olması ile ancak bu deliller davaya dahil edilebilir. Eğer idari muhakemede de aynen hukuk muhakemesinde olduğu gibi taraflarca getirilme ilkesi geçerli olsaydı, idare mahkemesi hakiminin sağlıklı bir karar veremeyeceğini kabul etmek gerekecekti. Zira idari muhakemede taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olması durumunda, gerçekleĢtirdiği idari eylem veya iĢleme karĢı dava açılan idare, bu eylem veya iĢlemin hukuka aykırı olup olmadığını aydınlatacak delilleri mahkemeye sunmaktan imtina edebilecektir. Kanımızca her iki muhakeme bakımından farklı ilkelerin geçerli olması, bazı durumlarda bağlayıcılık etkisine engel teĢkil etse de bu ilkelerin farklılığından hareketle bağlayıcılık etkisini peĢinen reddetmek doğru olmaz. Zira belirli bir hukuki uyuĢmazlık hakkında verilecek mahkeme hükmünün içeriğinin, söz konusu davaya hakim olan ilkenin tasarruf ilkesi (Dispositionsmaxime) ya da resen hareket ilkesi (Offizialmaxime); taraflarca getirilme ilkesi (Verhandlungsmaxime) ya da resen araĢtırma ilkesi (Untersuchungsgrundsatz) olmasına göre farklılık arz edeceği bir hakikattir. Bu bakımdan yargılamanın hangi ilkeye göre yapıldığı, bu yargılamanın sadece Ģekline iliĢkin bir husus olmakla kalmaz; aynı zamanda, yargılama sonucunda verilecek hükmün içeriğine de etki edebilir 457 . Diğer taraftan bütün muhakeme alanlarının amacının uyuĢmazlığın temelini oluĢturan maddi vakıaların gerçekten vuku bulup bulmadıklarını tespit etmek ve buna göre 455 456 457 Alangoya, 1979, s. 88. Sunay, S. ġ. (1997). İdari Yargılama Usulüne Hakim Olan İlkeler Karşısında İsbat ve Delil Hususları, Ġstanbul, s. 5. Haaf, 1984, s. 116. 111 doğru bir hüküm vermek olduğu kanısındayız 458 . Gerçeğin bulunup ortaya çıkarılması açısından muhakeme alanları arasında bir fark yoktur. Bir muhakeme hukuku alanındaki hakime, delillerin ve vakıaların araĢtırılması açısından, diğer muhakeme hukuku alanındaki hakimden daha geniĢ veya daha az yetki verilmiĢ olması, bu amaç üzerinde bir değiĢiklik meydana getirmez459. Bu nedenle bir yargılama sonucunda maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ ise bunun ceza mahkemesi için bağlayıcı olması esastır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, yargılamanın hangi ilkeye göre yapıldığı, bu yargılamanın sadece Ģekline iliĢkin bir husus olmakla kalmaz; aynı zamanda, yargılama sonucunda verilecek hükmün içeriğine de etki edebilir. Bu etki neticesinde maddi gerçeğin araĢtırılmasından vazgeçilmekte ise söz konusu yargılama sonucunda kurulan hükmün de ceza mahkemesi üzerinde bağlayıcı bir etkiye sahip olmadığını kabul etmek gerekir. Örneğin tasarruf ilkesinin geçerli olduğu bir yargılamada davalı taraf, davacının alacağını ispatlayan senedin gerçekliğini kabul ettiğinde ve bu senede karĢı borcu ödediğini gösteren bir senet ileri süremediğinde, mahkeme kural olarak davacının alacaklı olduğuna hükmedecektir. Mahkeme burada senedin gerçekliğini veya sahteliğini araĢtırmayacaktır. Bu gibi durumda alacaklının bu senede dayanarak alacağını temin etmiĢ olması, bu senedin sahte olmadığı anlamına gelmez. Senedi düzenleyen kiĢi aleyhine sonradan belgede sahtecilik suçundan dolayı yapılan ceza yargılamasında, ilk verilmiĢ hukuk mahkemesi hükmünün bir etkisi olamaz. Aynı durum, davacının davasından feragat etmesi ya da senedin sahte olduğunu ikrar etmesi halleri için de geçerli olmalıdır. Zira ne davadan feragat ne de ikrar neticesinde maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ değildir460. Aynı Ģekilde usule iliĢkin nedenlerden dolayı bazı durumlarda dava reddedilmekte ve aynı konu bakımından tekrardan dava açılması söz konusu olamamaktaysa da bu gibi durumlarda da iĢin esasına girilip maddi gerçek henüz ortaya çıkarılmıĢ değildir. Bu yüzden ilk hükmün kesinleĢmesi nedeniyle değil de dava açma süresinin geçirilmesi gibi nedenlerle dava açma hakkının kaybı durumunda, o konu hakkında ilgili mahkemede dava açılamayacak olması, sonraki yargılamayı yapacak ceza mahkemesi için herhangi bir bağlayıcı etki doğurmayacaktır. Konu bir örnekle açıklanırsa daha iyi anlaĢılacaktır: Bir 458 459 460 Bu bakımdan ALANGOYA’nın Ģu görüĢünde isabet vardır: “ maddi hukuk kuralların unsurlarını karşılayacak maddi vakıaları tespit ve uygun olan normu olaya uygulama şeklindeki yargılama faaliyetine dayanan her usul sisteminde, bu maddi vakıaların gerçekten vukubulup bulmadıklarını tespit ve böylece doğru hüküm verebilme amaçtır. Burada söz konusu edilen gerçek 19’uncu yüzyılın şekli gerçeği değildir. Hiçbir usul, kendisinin maddi gerçek ile ilgilenmediğini sadece şekli gerçeği yeterli gördüğünü iddia edemez” (Alangoya, 1979, s. 86). Alangoya, 1979, s. 87. Haaf, 1984, s. 117. 112 kiĢi belirli bir malın kendisine ait olduğu gerekçesi ile hukuk mahkemesinde istihkak davası açması için gerekli süreyi geçirir. Daha sonra bu kiĢi bu malı çalmaktan dolayı yargılandığı ceza mahkemesinin önünde, bu malın kendisine ait olduğunu iddia eder. Kanımızca ceza mahkemesi bu kiĢinin gerçekten malın maliki olup olmadığını araĢtırmalıdır. Yoksa kiĢinin istihkak davasını açmamıĢ olması, onun gerçekten de o malın sahibi olduğuna ceza mahkemesi tarafından karar verilmesine engel değildir. Bir görüĢe göre ise kiĢinin ihmali veya kasıtlı hareketsizliği ceza hukuku sahasına taĢınmalıdır. BaĢka bir deyiĢle, kiĢi istihkak davasının süresini kaçırmıĢsa artık o malın maliki olduğunu ceza mahkemesi önünde iddia edememelidir. Ceza hakimi de bu kiĢinin malın asıl sahibi olduğuna karar vermemelidir461. Bu görüĢe karĢı haklı olarak denilmiĢtir ki dava açma süresinin kaçırılması sebebiyle bir konu üzerinde hak iddia edilememesi ile esasa iliĢkin bir dava ile o hakkın mevcut olmadığının tespit edilmesi farklı Ģeylerdir. Ġkinci durumda o konu hakkında verilmiĢ bir mahkeme hükmü söz konusudur462. O konu hakkında bir mahkeme hükmünün olması demek; tarafların meseleyi devletin bağımsız, tarafsız ve doğal hakim güvencesini yerine getirmiĢ olan bir makamı huzurunda tartıĢmıĢ ve bu makamın da yapılan tartıĢma neticesinde kimin haklı kimin haksız olduğuna karar vermiĢ olduğu anlamına gelir. Bu nedenle, iĢin esasına mahkeme tarafından girilmiĢ ve maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ ise artık bu hükmün kural olarak bir ceza mahkemesi tarafından göz önünde bulundurulması gerekir. 3.6.4. Bağlayıcı Etki Doğuracak Hükmün Ceza Mahkemesi Huzurunda Ortaya Çıkan Ön Sorun Hakkında Olması (Präjudizialität) 3.6.4.1. Genel Olarak Ön Sorun TeĢkil Etme Bir mahkeme hükmü, sonraki ceza yargılaması sonucunda verilecek hüküm için önemli ise ancak bu durumda bağlayıcı etkiye sahip olabilir. Bunun için de ilk hükümde ulaĢılan hukuki sonucun, sonraki ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorun 463 461 462 463 Bruns, 1957, s. 128. Bötticher, 1960, s. 533. “Ön sorun” kavramı ile yakın bir anlama sahip olan bir baĢka kavram ise “Bekletici sorun” kavramıdır. Öğretide bu iki kavramın aynı olmadığı savunulmaktadır (Pekcanıtez, H. (1980). Bekletici Sorun. EÜHFD, 1(1-4). s. 252; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 483; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 395). Bir davada, davaya devam edilebilmesi ve davanın karara bağlanabilmesi için çözümlenmesi gereken sorunlara ön sorun adı verilirken (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 395); bir davadaki asıl sorun hakkında karar verilebilmesi için daha önce baĢka bir mahkeme tarafından çözülmesi gereken sorunlara ise bekletici sorun adı verilir (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 483). Bu bağlamda geniĢ anlamda ön sorun kavramı bekletici sorunu da içermektedir (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 483; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 113 hakkında olmasının gerektiği savunulmaktadır(Präjudizialität) 464 . Mesela, bir eĢyanın mülkiyeti konusunda önceden verilmiĢ bir hukuk mahkemesi hükmüne konu teĢkil eden sorun, sonradan mülkiyet hakkının hırsızlık ve yağma gibi suçlarla ihlal edilmesi durumunda, yapılacak ceza yargılaması için önem arz edebilir465. Nitekim CMK’nın “Ceza Mahkemelerinin Ek Yetkisi” baĢlıklı 218’inci maddesinde “yüklenen suçun ispatı ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise” ifadesiyle, ilk mahkeme hükmüne konu teĢkil eden uyuĢmazlığın ceza davası için önem arz etmesi gerektiği hususu vurgulanmıĢtır. Aynı Ģekilde, diğer muhakeme kanunlarının bekletici sorun sayarak davaya ara verilmesi hakkındaki düzenlemelerinde de benzer ifadelere yer verilmiĢtir. Buna iliĢkin olarak, HMK’nın 165’inci maddesinin birinci fıkrasında Ģu yönde bir hüküm bulunmaktadır: “Bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar dava bekletilebilir”. Aynı düzenlemeye Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (ZPO) 148’inci ve Alman Ġdari Muhakeme Kanunu’nun (VwGO) 94’üncü paragraflarında da yer verilmiĢtir466. Daha önce de belirtildiği gibi, bir sorun hakkında ceza yargılaması baĢlamadan önce hüküm verilmiĢ ve bu hükmün kesinleĢmiĢ olması, bu sorunun ön sorun teĢkil edebilmesine engel değildir. Böyle bir durumda, sadece ceza mahkemesinin bekletici sorun 464 465 466 2011, s. 395). HMK bu iki kavram arasında bir farklılığın olduğunu kabulden hareketle, her iki müesseseye farklı maddelerde yer vermiĢtir. Aynı Ģekilde CMK da “Ceza Mahkemelerinin Ek Yetkisi” baĢlıklı 218’inci maddesinde, yüklenen suçun ispatının ceza mahkemelerinden baĢka bir mahkemenin görev alanına girmesi durumunda ceza mahkemesinin bu konuyu bekletici sorun sayacağını belirterek dolaylı da olsa, hukuk muhakemesi öğretisinde savunulan görüĢü benimsemiĢtir. Görüleceği gibi, bekletici sorundan bahsedildiği durumlarda, bu soruna iliĢkin olarak ilgili yargı yerince henüz karar verilmemiĢ olması söz konusudur. Ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde henüz yargılama devam etmekteyse veya henüz bir dava açılmamıĢ ise asıl davanın bu sorun hakkında verilecek hükmü beklemesi gerekir. Böyle bir durumda bekletici sorundan bahsedilmesi elbette daha doğru olur. Ancak, ceza muhakemesi baĢlamadan önce de ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorun hakkında daha önceden karar verilmiĢ olması mümkündür. Bahsedilen bu son durumda da belirtmiĢ olduğumuz diğer Ģartların yerine gelmesi durumunda, ilgili yargı yeri tarafından verilen hükmün ceza mahkemesinin vereceği hükme etki etmesinin mümkün olduğunu düĢünmekteyiz. Bu nedenle Almancada kullanılmakta olan “präjudizialität” kavramının karĢılığı olarak “ön sorun teĢkil edebilme” ifadesinin kullanılmasının daha uygun olacağı kanısındayız. Hellmann, 1954, s. 6; Bruns, 1957, s. 118; Koch, 1963, s. 12; Haaf, 1984, s. 29. Hellmann, 1954, s. 6; Yargıtay ise bir kararında, hukuk mahkemelerinden verilen kesinleĢmiĢ hükmün kural olarak ceza davasını bağlamayacağını; buna karĢılık bu mesele hakkında ceza mahkemesi tarafından bekletici sorun kararı verilmiĢ ise buna iliĢkin olarak hukuk mahkemesi tarafından verilen hükmün ceza mahkemesince değerlendirileceğine hükmetmiĢtir. YCGK, 21. 04. 1980 tarih ve E. 1980/9- 110, K. 1980/166 sayılı kararı, (YKD, VI(10), Ekim 1980, s. 1410 vd). Ġlgili kanunlardaki düzenlemelerin orijinal metinleri için bkz. www.gesetze-iminternet.de/vwgo/_94.html, www.gesetze-im-internet.de/zpo/_148.html. 114 kararı verebilmesi veya nispi muhakeme yapabilmesi sorunu gündeme gelir ki bu hususla ilgili açıklamaları bir sonraki bölümde yapmaya çalıĢacağız. Bağlayıcı etki doğuracak hükme konu uyuĢmazlığın ceza davasında ön sorun teĢkil edebilmesi için de bir takım Ģartların yerine getirilmiĢ olması gerekir. 3.6.4.2. Ön Sorun TeĢkil Edebilmenin ġartları 3.6.4.2.1. Soyut Hukuki Tanımların Aynılığı Soyut hukuki tanımların aynılığı sorunu, ön sorun hakkında hüküm vermiĢ veya verecek mahkemenin bir ceza mahkemesi olmaması durumunda ortaya çıkar. Zira önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda, sonraki mahkemenin de aynı kanuni düzenlemelere dayanacak olması nedeniyle, hukuki tanımların aynılığı ile ilgili bir problem söz konusu olmaz. Ġlk bölümde hukuk düzeninin birliğinden bahsederken, aynı terimlerin farklı hukuk disiplinlerinde kullanılması durumunda da aynı anlama sahip olmalarının gerekli olduğunu belirtmiĢtik. Ancak birçok kanunda kullanılan aynı kavramların hukuk disiplinlerine göre ayrı anlamlara geldiği de bir hakikattir. Bu bakımdan ceza mahkemeleri haricindeki mahkemelerin (hukuk mahkemesi) hükmünün ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorun hakkında olduğunun kabul edilebilmesi için her iki hukuki iliĢkiyi tarif eden tanımların aynı olması, ayrıca olayların da örtüĢmesi gerekir467. Örneğin akraba, niĢanlı veya kamu görevlisi gibi kavramlar içerik olarak her iki yargılama açısından örtüĢmüyorlarsa, diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin sonraki ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorun hakkında olması ve bu meseleye iliĢkin olarak ilgili yargı yerinde henüz bir karar verilmemiĢ olması durumunda, ceza mahkemesinin buna bağlı olarak bekletici sorun kararı verebilmesi söz konusu olamaz468,469. 467 468 Bruns, 1957, s. 126; Koch, 1963, s. 12; Tschöpe, 1934, s. 6. Serbest meslek icra eden avukatlar bazı yazarlarca idare hukuku uygulaması bakımından kamu görevlisi olarak değerlendirilmemektedir. Zira bu yazarlara göre, “kamu kesimindeki bir teĢkilata bağlı olarak görev yapma” kamu görevlisi sayılmanın olmazsa olmaz bir Ģartı olarak görülmektedir. Buna karĢılık, özel hukuk tüzel kiĢisi tarafından istihdam edilen kiĢiler, kamu kesimindeki bir teĢkilata bağlı olmaksızın kamuya yararlı hizmet ifa edenler veya kamu hizmeti ifa edenler kamu görevlisi sayılmamaktadır (Akyılmaz/Sezginer/Kaya, 2014, s. 623; Atay, E. E. (2012). İdare Hukuku. (GüncellenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 4. Bası). Ankara, s. 820). Konuya iliĢkin olarak DanıĢtay da vermiĢ olduğu bir kararında, serbest meslek icra eden avukatların bir kamu hizmeti yerine getirdikleri gerekçesi ile memurlar gibi kamu görevlisi sayılamayacaklarını ve bu bağlamda af kanunu hükümlerinden faydalanamayacaklarını belirtmiĢtir. Yüksek mahkemenin söz konusu kararının konumuzu ilgilendiren kısmı Ģu Ģekildedir: “1136 sayılı Avukatlık Yasasının 1.maddesinde Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir şeklinde 115 3.6.4.2.2. Ceza Davasında Sanık Olarak Yer Alan KiĢinin Önceki Davanın Taraflarından Birisi Olması Genel Olarak Kural olarak kesin hüküm sadece davanın tarafları için ve bu kiĢilere karĢı geçerli olur. Davaya katılmayan diğer kiĢiler bakımından bu hükmün bağlayıcılığından söz edilemez 470 . Bu bakımdan kesin hükmün etkisi oldukça sınırlandırılmıĢ olmaktadır. Bu etkinin yalnızca davanın taraflarına hasredilmesinin sebebi, davaya katılmamıĢ kiĢilerin bu davanın sonuçlarından etkilenmesinin söz konusu olmamasındandır. Bu hükümden dolayı, davanın tarafı olmayan üçüncü kiĢi ne bir hak iktisap edebilir ne de bir hak kaybına uğrayabilir471. Eğer ilk davanın tarafları ile ikinci davanın tarafları ve dava sebebi aynı; buna karĢılık her iki davanın konusu farklı ise kesin hükmün olumlu etkisi söz konusu 469 470 471 tanımlanmıştır. Anılan yasa kuralından anlaşılacağı üzere avukatlık mesleği bir kamu hizmeti olmakla beraber serbest bir meslek olduğundan avukatların memurlar gibi kamu görevlisi olarak kabulüne olanak yoktur. Bu durumda davacıya verilen ceza 3817 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Disiplin Cezalarının Affı Hakkındaki Yasa kapsamında bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle Ankara 4.İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verildi” DanıĢtay 8. Dairesi, 27.1.1994 tarih ve E. 1993/177, K. 1994/306 sayılı karar, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 4.9.2012. 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 279’uncu maddesinde kamu görevlisi ve kamu hizmetlisi ayrımı yapılmaktaydı. Maddeye göre, ceza kanununun uygulanmasında devamlı veya geçici olarak, teĢrii, idari veya adli bir kamu görevi gören devlet veya diğer her türlü kamu kurumlarının memur, müstahdemleri; devamlı veya geçici, ücretsiz veya ücretli, ihtiyari veya mecburi olarak teĢrii, idari veya adli bir kamu görevi gören diğer kimseler memur sayılmaktaydı. 5237 sayılı TCK’da ise kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kiĢi anlaĢılmaktadır (TCK md. 6, f. 1, bent “c”). Madde gerekçesinde açıkça, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminde kabul edilen memurlar ve diğer kamu görevlileri ayrımının terk edildiği; kamusal faaliyet ölçütü esas alınarak, memur tanımını da içine alan kamu görevlisi tanımının benimsendiği belirtilmektedir. Bu kabul karĢısında, mesleklerinin icrası bağlamında avukat veya noterlerin de kamu görevlisi olarak kabul edilmesi gerekir. 5237 sayılı TCK’nın 6’ıncı maddesinin birinci fıkrasının “c bendindeki kamu görevlisi tanımından hareket edildiğinde, avukatların da kamu görevlisi olduğunun kabul edilmesi gerekir. Avukatların kamu görevlisi olduğunu açıkça ifade eden bir hükme TCK’nın 94’üncü maddesinin ikinci fıkrasının “b” bendinde yer verilmiĢtir. Söz konusu hükme göre, avukata veya diğer kamu görevlilerine karĢı görevlerinden dolayı iĢkence edilmesi, iĢkence suçunun nitelikli halini oluĢturur. Ceza kanunlarının uygulanmasında avukatların kamu görevlisi olarak kabul edilmesi karĢısında maddede “avukatlar ve diğer kamu görevlileri” ifadesinin kullanılmasının gereksiz bir tekrar olduğu belirtilmektedir (Mahmutoğlu, F. S. ve Talas S. (2007, Ocak). Avukatların Görev Suçları ve Yargılanması Rejimi. İBD Ceza Hukuku Özel Sayısı, s. 18, dn. 10). Yargıtay da avukatlara karĢı görevlerinden dolayı iĢlenen suçların kamu görevlisine karĢı iĢlenmiĢ sayılması gerektiğine karar vermiĢtir. Yüksek Mahkeme’nin konuya iliĢkin vermiĢ olduğu bir kararının özeti Ģu Ģekildedir: “Sanığın, çocuk teslimine ilişkin mahkeme ilamının icrası için evine gelen davalı vekili katılan avukata karşı "hangi hakla çocukları almaya geldin, kalkın buradan gidin, buradan kan çıkar, çocukları vermem" diyerek tehdit etmesi eyleminin TCY’nin 258/1.maddesine uyduğu gözetilmelidir (5237 sayılı TCK md. 265/1)” Yargıtay 4. CD, 23.11.2004 tarih ve E. 2003/11512, K. 2004/11292 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 23.11.2012. Ancak aynı Yüksek Mahkeme, failinin bir kamu görevlisi olması durumunda baĢka bir suça vücut vereceği hallerde, avukat tarafından iĢlenen suçun güveni kötüye kullanma olarak değerlendirilmesi gerektiğine karar vermiĢtir. Yargıtay 4. CD, 13.04.2011 tarih ve E. 2011/101, K. 2011/4975 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 23.11.2012. Yıldırım, 1996, s. 15. Waldeyer, 2006, s. 281. 116 olacak ve sonraki yargılamayı yapacak mahkeme için ilk verilmiĢ hüküm bağlayıcılık etkisi doğuracaktır. Önceki mahkemenin diğer muhakeme alanlarında yer alan bir mahkeme olması durumunda, mutlak bir taraf aynılığından bahsetmek her zaman için mümkün olmayabilir. Örneğin, önceki mahkeme bir hukuk mahkemesi ise bu mahkemenin yapmıĢ olduğu yargılamada davacı ve davalı taraf yer alacaktır. Buna karĢılık ceza davasında, mağdurun veya suçtan zarar görenin davaya katılması bir zorunluluk arz etmediği için (CMK md. 237 vd) önceki davanın tarafları ile ceza davasında yer alan kiĢilerin aynılığı çoğu zaman gerçekleĢmez. Bu nedenle, önceki davanın taraflarının ceza davasının konusunu oluĢturan maddi uyuĢmazlığın da tarafı olmaları halinde diğer muhakeme alanlarında yer alan mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesi bakımından bağlayıcı etkiye sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Bu kiĢilerin ceza davasında sanık ve katılan Ģeklinde karĢılıklı bulunmaları ise gerekli değildir. Aksi kabul, bağlayıcılık etkisinin doğabilmesini kiĢilerin iradesine bırakmak anlamına gelir. Daha açık bir ifadeyle, önceki davada davacı veya davalı olarak yer alan, ceza yargılamasında ise mağdur olarak bulunan kiĢinin davaya katılma talebinde bulunması ve bu talebin mahkemece kabul edilmesi halinde bağlayıcılık etkisinin doğacağını; bu kiĢinin katılma talebinde bulunmaması durumunda bağlayıcılık etkisinin doğmayacağını kabul etmek, kesin hüküm kurumu ile bağdaĢmaz. Diğer muhakeme alanlarında kesin hükmün yalnızca davanın tarafları bakımından geçerli olacağı düĢüncesi, ceza mahkemesi hükmünün sanığa karĢı geçerli olması hususuna da aktarılabilir472. BaĢka bir deyiĢle, ilk mahkemenin bir ceza mahkemesi olması halinde, bağlayıcılık etkisinden bahsedebilmek için kural olarak her iki yargılamanın da aynı sanık hakkında yapılmıĢ olması gerekir. Kesin hükmün olumsuz etkisi olan “ne bis in idem” nasıl ki ceza yargılamasında sadece aynı sanık bakımından geçerli ise kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık da aynı sanık için veya aynı sanığa karĢı geçerli olmalıdır. Bu bakımdan ceza mahkemesi hükmünün herkes için ve herkese karĢı geçerli olduğu görüĢünde isabet yoktur473. 472 473 Waldeyer, 2006, s. 281. Bkz. Zaczyk, 1988, s. 362; Alman Anayasası’nın 103’üncü paragrafının birinci fıkrasında “meram anlatma ilkesi” düzenlenmiĢtir. Bu düzenlemeden yola çıkan bazı yazarlar, sonraki ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢinin, sanık olarak yer almadığı bir yargılama sonucunda verilen hükümlerle bağlı olmadığını; bu hükümlere bağlayıcılık etkisinin tanınmasının ise bu kiĢilerin gidiĢatına hiç müdahale edemediği bir yargılama sonucunda verilen hükümler ile bağlı tutulacağı anlamına geleceğini belirtmektedirler. Böyle bir durum ise bu yazarlara göre meram anlatma ilkesine aykırılık teĢkil edecektir (Waldeyer, 2006, s. 282). 117 Ceza Davasında Sanık Olarak Yer Alan KiĢinin Önceki Davanın Taraflarından Birisi Olmasa da Bağlayıcılık Etkisinin Doğacağı Haller Ġlk hükme konu uyuĢmazlığın sonraki ceza davasında bir ön sorun olarak ortaya çıkabilmesi ve bunun sonucunda söz konusu uyuĢmazlık hakkında verilen hükmün sonraki ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabilmesi, sonraki ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢinin, bağlayıcı etki gösterecek hükme konu uyuĢmazlığın bir tarafı olmasına bağlıdır. Ancak bazı durumlarda, her iki yargılama farklı kiĢiler hakkında yapılmıĢ olsa bile ilk verilen mahkeme hükmünün sonraki ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurması söz konusu olur. Kanunda Açık Bir Düzenlemenin Bulunduğu Haller Bazı istisnai durumlarda, kanuna açık bir hüküm sevk edilerek bağlayıcılık etkisi doğurması söz konusu olan hükme konu uyuĢmazlığın taraflarının baĢka kiĢiler olmasına rağmen; bu dava sonucunda verilen hükmün, farklı sanık hakkında yargılama yapan ceza mahkemesi bakımından bağlayıcılık etkisi doğuracağı hüküm altına alınmıĢ olabilir. Bu durumla ilgili olarak mevzuatımızda rastladığımız tek örnek hakaret suçunda isnadın ispat edilmiĢ olması hususudur (TCK md. 127, f. 1). Söz konusu düzenlemeye göre hakaret edilen kiĢi, hakarete konu ve aynı zamanda suç teĢkil eden fiilinden dolayı mahkum olursa; hakaret eden kiĢi isnadını ispat etmiĢ sayılır ve hakkında hakaret suçundan dolayı açılan davadan beraat eder. Görüleceği gibi, burada iki yargılama söz konusudur. Birincisi, hakaret eden kiĢiye karĢı yürütülen ceza yargılaması; ikincisi ise hakaret edilen kiĢi hakkında hakarete konu fiile iliĢkin olarak yürütülen ceza yargılamasıdır. BaĢka bir deyiĢle, yürütülen her iki yargılama da farklı sanıklar hakkındadır. Ancak kanun koyucu, söz konusu düzenlemede, hakaret edilen kiĢinin hakarete konu fiil nedeniyle mahkum olması durumunda, isnadın ispat edilmiĢ olacağını, dolayısıyla bu yargılama sonucunda verilen hükmün hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapacak mahkemeyi bağlayacağını kabul etmiĢtir. Her ne kadar TCK’da açık bir düzenleme bulunmuyor olsa da hakaret suçu ile benzerlikler gösteren iftira ve yalan tanıklık suçlarında da farklı sanıklar hakkında yapılan yargılamanın diğer yargılamaya etki etmesinin gerektiği savunulmaktadır. Bu görüĢteki yazarlara göre, aksi takdirde birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkma ihtimali söz konusu olur. Bu bakımdan, örneğin A, iĢlemediğini bildiği halde, B hakkında bir suç isnadında bulunur. B, yapılan ihbarın iftira olduğunun anlaĢılması üzerine davadan beraat 118 eder. Bu durumda, A hakkında yapılan yargılamada mahkemenin sadece manevi unsur bakımından bir değerlendirme yapması gerekir474. Kanımızca iftira veya yalan tanıklık suçlarından dolayı yapılan yargılamada bu fiillerin bir baĢka yargılama esnasında iĢlendiğinin anlaĢılması ve bu yargılamayı yapan mahkemenin söz konusu fiillerin iftira veya yalan tanıklık olduğunu, vermiĢ olduğu hükmün gerekçe kısmında belirtmiĢ olması, iftira veya yalan tanıklıktan dolayı yargılama yapan mahkemenin, gerekçede belirtilen bu tespit ile bağlı olmasını gerektirmez. Zira örneğin iftira suçunun konusunu oluĢturan suçtan ve iftira suçundan dolayı yapılan yargılamada sanık olarak yer alan kiĢiler farklıdır. Bu bakımdan maddi anlamda kesin hükmün sübjektif koĢulu oluĢmamıĢtır. Dolayısıyla iftira suçunun konusunu oluĢturan suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda verilen hükmün gerekçesinde belirtilen bir hususun, iftira suçundan dolayı yapılan yargılamayı yapan mahkemeyi bağlayacağını kabul etmek; iftira suçunun sanığının, gidiĢatına hiç müdahale etmediği bir yargılama sonucunda verilen hükümden sorumlu tutulması anlamına gelir475. Bu nedenle her ne kadar hakaret suçu ile benzerlik gösterseler de kanunda bağlayıcılığa iliĢkin açık bir düzenleme olmadığı için iftira ve yalan tanıklık suçlarının konusunu oluĢturan suçların yargılaması sonucunda verilen hükümlerin, iftira ve yalan tanıklık suçları dolayısı ile yargılama yapan mahkeme için herhangi bir bağlayıcı etkisi olmayacaktır. Ġftira ve yalan tanıklık suçlarından dolayı yargılama yapan mahkemenin, bu suçların konusunu oluĢturan maddi olayları tekrardan araĢtırması gerekir. İnşai Hüküm Etkisi ve Unsur Etkisinin Söz Konusu Olduğu Haller Öğretideki hakim olan görüĢe göre, inĢai hükümlerin herkes için ve herkese karĢı geçerli olduğunun kabul edildiğini belirtmiĢtik476. Buradan çıkarılan diğer bir sonuç, inĢai hükme konu uyuĢmazlığın bir sonraki ceza davasında bir ön sorun olarak ortaya çıkması durumunda, her iki yargılama farklı kiĢiler hakkında yapılıyor olsa da hükmün ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracak olmasıdır. Bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen yazarlar dahi ceza mahkemesinin inĢai hükümler ile bağlı olacağını kabul etmektedirler477. 474 Erem, 1963, s. 44. Askeri Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında, zimmet suçundan dolayı yapılan yargılamada tanık olarak dinlenen kiĢinin yalan tanıklık yaptığının ortaya çıkmasının ve bu durumunun zimmet suçundan dolayı verilen hükmün gerekçesinde belirtilmiĢ olmasının, yalan tanıklık suçundan dolayı yapılan yargılamada bağlayıcı etki doğurmayacağına hükmetmiĢtir. Askeri Yargıtay 1. Dairesi, 15.03.2006 tarih ve E. 2006/362, K. 2006/417 sayılı kararı, (AYD, 2007, (20), s. 568). 476 Bkz. 3.4.1.1.3. 477 Bkz. 3.4.1.1.3. dn. 313. 475 119 Unsur etkisinin söz konusu olduğu durumlarda ise genellikle daha sonraki ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢi, unsur etkisi doğuran önceki hükme konu uyuĢmazlığın bir tarafını teĢkil eder. Bu hüküm bir ceza mahkemesi hükmü ise ilgili davada sanık olarak yer alan kiĢi daha sonraki ceza davasında da sanık olarak yer almaktadır. Örneğin TCK’da önceden iĢlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleĢtikten sonra, yeni bir suçun iĢlenmesi halinde, tekerrür hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiĢtir (TCK md. 58, f. 1). Görüleceği gibi, önceki suç ile tekerrür halinde iĢlenen suçun faili aynı kiĢidir. Tekerrür halinde iĢlenen suçtan dolayı tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verecek mahkeme, sadece önceki suça iliĢkin verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ mahkeme hükmünün varlığını kontrol eder. Buna karĢılık, bu mahkeme hükmünün hukuka uygun verilip verilmediğini ise kontrol etmez. Alman Ceza Kanunu’nda da “Meslek Ġcra Yasağının Ġhlali” suçu açısından bir unsur etkisinin söz konusu olduğu (StGB § 145c), bu suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin daha önceden meslek icra yasağına karar veren mahkemenin hükmünü hukuka uygunluk yönünden denetleyemeyeceği kabul edilmektedir478. Bunun yanında unsur etkisini doğuran mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlığın tarafları ile sonraki ceza davasında yer alan sanık, farklı kiĢiler olabilir. Örneğin TCK’nın “Suçluyu Kayırma” baĢlıklı 283’üncü maddesinin birinci fıkrasında, suç iĢleyen bir kiĢiye araĢtırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için yardım sağlayan kiĢinin cezalandırılacağı hüküm altına alınmıĢtır. Hükümden de açıkça anlaĢılabileceği gibi, suçluyu kayırma suçunun faili ile hakkında araĢtırma, yakalama, tutuklama kararı verilen veya hüküm kurulan kiĢi farklı kiĢilerdir. Bu kiĢi hakkında verilmiĢ karar veya hüküm suçluyu kayırma suçu bakımından bir unsur etkisi göstermektedir. TCK’nın “Suç EĢyasının Satın Alınması veya Kabul Edilmesi” baĢlıklı 165’inci maddesinde bir suçun iĢlenmesiyle elde edilen eĢyayı veya diğer malvarlığı değerini, bu suçun iĢlenmesine iĢtirak etmeksizin, satan, devreden, satın alan veya kabul eden kiĢinin cezalandırılacağı hüküm altına alınmıĢtır. Aynı Ģekilde suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun faili ile bu suçun öncülü olan suçun faili farklı kimselerdir. Suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı mahkumiyet hükmü tesis edilebilmesi için ilk baĢta öncül suçun gerçekleĢtiğinin bir hükümle belirlenmiĢ olması gerekir479. Bu suça iliĢkin verilen mahkeme hükmü, suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı yapılan yargılama bakımından bir unsur 478 479 Haaf, 1984, s. 76. Özgenç, Ġ. (2013). Suç Örgütleri. (Gözden GeçirilmiĢ ve GeniĢletilmiĢ 7. Bası). Ankara, s. 132. 120 etkisi doğurur. BaĢka bir deyiĢle, örneğin öncül suç faili hakkında mahkumiyet kararı verildikten sonra, suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı yargılama yapan mahkeme, öncül suçun gerçekleĢtiğinden hareket edecek, bu hususu tekrardan araĢtırma konusu yapmayacaktır. Ceza Davasının Konusunu Oluşturan Fiil ile İlgili Objektif Bir Değerlendirmenin Yapıldığı Haller Ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢinin, bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün konusu olan uyuĢmazlığın taraflarından birisinin olmasının gerekmediği bir diğer durum da ceza davasının konusunu oluĢturan fiil ile ilgili daha önceden objektif bir değerlendirmenin yapılmıĢ olmasıdır. Objektiflik ile uyuĢmazlık konusu hakkında failin sübjektif durumundan arındırılmıĢ bir Ģekilde hüküm verilmiĢ olması kastedilmektedir. Bu durum daha çok ceza mahkemeleri arasında söz konusu olduğu için öğreti de bağlayıcılığı ceza mahkemelerini esas alarak kabul etmiĢ veya reddetmiĢtir. Biz de önemine binaen bu durum hakkında, çalıĢmamızın son bölümünde, ayrı bir baĢlık atlında açıklamalarda bulunacağız. Ceza mahkemeleri arasında ortaya çıkan bu durumun ceza davasının konusunu oluĢturan fiil ile ilgili bir baĢka mahkemenin objektif bir değerlendirme yaptığı durumlarda da geçerli olduğu kanısındayız. Ġlk bölümde hukuk düzeninin birliği bağlamında hukuka aykırılık bahsinde, bir fiilin bütün hukuk düzeni bakımından hukuka uygun veya hukuka aykırı olduğunu söylemiĢtik 480 . Bu bakımdan bir idare mahkemesi veya bir hukuk mahkemesi, gerçekleĢtirilen ve dava konusu olan fiilin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile davacının davasını reddetmiĢ ise artık verilen bu hükmün ceza mahkemesi için de bağlayıcı olması ve ceza mahkemesinin bu fiilin hukuka aykırı olduğuna karar verememesi gerekir. Aynı Ģekilde hukuk veya idare mahkemesi davaya konu olan fiilin hiç vuku bulmadığına veya daha sonraki ceza yargılamasında sanık olarak yer alan kiĢi tarafından gerçekleĢtirilmediğine karar vermiĢ ise bu konuda verilen hükümlerin de ceza mahkemesini bağlaması gerekir481. 480 481 Bkz. 2.1.3.2. Yargıtay da eski bir kararında kesin hükme uyma zorunluluğundan hareketle, fiilin sübut ve ademi sübutuna iliĢkin kararların ceza yargıcını bağlayacağına hükmetmiĢtir. Mahkeme bu kararında Ģu hususları dile getirmiĢtir: “ceza yargıcı ceza sorumluluğu tayinde hukuk kaideleriyle hukuk mahkemesi kararlarına ve hukuk yargıcı da tazmini sorumluluğu tayin ve tespitte ceza hukuku esasları ile ceza mahkemesi kararlarına bağlı değildir… Ancak bu kaide sorumluluğu tayinde ceza ve hukuk prensiplerinin bağımsızlıkları noktasından caridir. Bir vitrin camının kırılmasında kast bulunmadığından 121 3.6.4.2.3. UyuĢmazlık Konusunun Aynılığı UyuĢmazlık Konusunun Ceza Davasının Konusunu OluĢturan ve Suç TeĢkil Eden Fiile ĠliĢkin Olması Durumunda Fiilin Aynılığının Tespiti Fiil, kişinin iradesiyle hakim olduğu belli bir neticeyi gerçekleştirmeye matuf ve harici dünyada cereyan eden bir davranış, Ģeklinde tarif edilebilir482. Bu bakımdan fiil icrai bir davranıĢla iĢlenebileceği gibi, ihmali bir davranıĢla da iĢlenebilir483. Haksızlık teĢkil eden fiil, aynı zamanda hem ceza hukuku yaptırımlarını gerektiren bir suç hem de diğer hukuk disiplinlerinin yaptırımlarını gerektiren bir haksızlık olabilir. Bu durumda, aynı fiilin ceza mahkemesindekinin yanında, farklı mahkemelerdeki yargılamaların da konusunu teĢkil etmesi söz konusudur. Örneğin, kamu görevlisi olan bir kiĢi, bir baĢka kiĢiye karĢı kasten yaralama suçunu iĢler. Failin gerçekleĢtirmiĢ olduğu bu fiil, suç teĢkil etmesi nedeniyle bir ceza davasının; haksız fiil teĢkil etmesi nedeniyle bir hukuk davasının; disiplin yaptırımını gerektirmesi nedeniyle de bir idari davanın konusunu oluĢturabilir. CMK’da, HMK’da olduğunun aksine, dava konusunu ve kesin hükmün objektif sınırlarını belirleyen bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir. Ancak ceza davasının konusu ile hükmün konusunun aynı Ģeyler olduğu, bu nedenle de dava konusunun tespitinin, kesin hükmün sınırları bakımından belirleyici olacağı savunulmaktadır 484 . CMK’da hükmün konusunun ise ancak iddianamede unsurları gösterilen suça iliĢkin fiil olduğu belirtilmektedir (CMK md. 225, f. 1). Benzer düzenlemeye Alman Ceza Muhakemesi ceza hukuku bakımından sanığın sorumlu tutulmasına imkan bulunmadığından ceza hukuku bakımından sanığın sorumlu tutulmasına imkan bulunmadığı gerekçesi ile ceza mahkemesinden verilen beraat hükmü dikkatsizlikle yapılan bir zararın tazmini münasebetiyle yine bu hadise hakkında hukuk kaidelerini yorumlayan hukuk yargıcını şüphesiz takyit etmez. Ancak vitrinin kırıldığı zaman sanığın başka bir mekanda bulunduğuna dair ceza mahkemesinin ademi sübut bakımından vardığı netice ve verdiği kararın hasıl ettiği kaziye-i muhkeme hukuk mahkemesini takyit ettiği gibi, hukuk mahkemesinin de fiilin sübut ve ademi sübutu bakımından vereceği kararın ceza mahkemesini takyit etmesi tabiidir. Aksi halde, delilleri takdirde her iki zümre mahkemesi arasında belirecek görüş ayrılıkları tekevvün eden kaziye-i muhkemi bertaraf eder ve toplumda emniyet ve istikrarı selbeden tezatlara yol açar. Binaenaleyh katileşen hukuk mahkemesi hükmü ile çalındığı iddia edilen malın sanığın malı olduğu kabul edilmiş olmasına göre yargılamanın iadesi veya başka suretle hukuk mahkemesi hükmü ıslah edilmedikçe aynı meselenin ceza mahkemesinde tekrar mevzuu bahsedilmesi doğru görülemez” Yargıtay 2. HD, 11.12.1945 tarih ve 10809 sayılı kararı, (Tan, H. (1951, Mayıs). Medeni Hukuk Münasebetlerine Müteallik Meselelerde Ceza Mahkemesinin Yetkisi. AD, (5), s. 660). 482 Özgenç, 2014, s. 159. 483 Özgenç, 2014, s. 159. 484 Abel, 1961, s. 47. 122 Kanunu’nun (StPO) 155 ve 264’üncü paragraflarında yer verilmiĢtir. UyuĢmazlık konusu fiilin aynılığından söz edebilmek için daha önceki yargılamada verilmiĢ hükmün konusu ile ceza davasındaki ön sorunun aynı olması gerekir. Haksızlık teĢkil eden fiil hukuk davasının sebebini oluĢturmaktadır. Haksız fiili gerçekleĢtiren kiĢiye karĢı açılan davada dava sebebi, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Bu vakıalar ile ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin aynı olması gerekir. Hukuk davasında davacının, talebini dayandırdığı vakıaların oluĢturduğu hayat olayını mahkemeye sunması yeterlidir. Bunun yanı sıra davacı, hukuki sebebi bildirmek zorunda değildir 485 . Hukuk davasında mahkeme, taraflar arasında tartıĢmalı bulunan hususlar hakkında karar vereceğinden, dava konusu ile hükmün konusu aynı Ģeylerdir. Kesin hükmün konusu ise davada ileri sürülen talepler hakkında verilen karardır 486 . Hukuk davasında, dava konusunu davacı tarafın talebi belirlemektedir. Bu talep üzerine yargılamanın hangi husus üzerinde yapılacağı ve mahkemeden hangi hususa iliĢkin karar vermesinin isteneceği tespit edilmektedir 487 . Bundan dolayı uyuĢmazlık konusu fiilin aynılığını tespit etmek için ilk dava sonucu çıkan kararın hüküm fıkrası ile ikinci ceza davasının konusunu karĢılaĢtırmak gerekecektir. HMK’nın 303’üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre bir hüküm, davada veya karĢılık davada ileri sürülen taleplerden sadece hükme bağlanmıĢ olanlar hakkında kesin hüküm teĢkil eder. Bu nedenle bağlayıcılık etkisini de yalnızca hükme bağlanmıĢ talepler ya da dava konusu gösterir. Sonuç olarak, hukuk muhakemesinde kesin hükmün sınırı taraflarca üzerinde karar verilmesi istenen taleptir. Bu talep, dava konusunu oluĢturur488. Ġdari muhakemede ise davanın konusu açılan davanın türüne göre farklılık gösterir. Ġptal davalarında davanın konusu idari iĢlemdir. Davacının davasını açarken hangi idari iĢleme karĢı iptal davasını açtığını belirtmesi gerekir489. Ġdari muhakemede de maddi anlamda kesin hükmün konusunun davacının talebi hakkında mahkeme tarafından verilen kararın olduğu belirtilmektedir490. Ceza davasının konusunu oluĢturan fiil ile aynı olması gereken Ģey ise iptal davasının konusunu oluĢturan idari iĢlemin yapılmasına sebep olan hukuki ya da fiili etkenlerdir. Bunlara idari iĢlemin sebep unsuru da denilmektedir. Bir idari iĢlemin sebebi maddi bir fiilin yanında bir hukuki 485 486 487 488 489 490 Özkaya- Ferendeci, 2009, s. 44. Heil, 1983, s. 37. Özkaya- Ferendeci, 2009, s. 177. Özkaya- Ferendeci, 2009, s. 180. Çağlayan, R. (2011). İdari Yargılama Hukuku. Ankara, s. 160. Haaf, 1984, s. 112. 123 iĢlem de olabilir 491 . Örneğin bir kamu görevlisinin gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemesi (DMK md. 125/D-f) kademe ilerlemesinin durdurulmasını gerektiren bir fiildir. Hakkında verilen kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karĢı ilgili kamu görevlisinin açmıĢ olduğu iptal davasında, davanın konusu kademe ilerlemesinin durdurulmasına iliĢkin idari iĢlem; idari iĢlemin sebep unsuru ise kamu görevlisinin gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemesi fiilidir. DMK’nın 141’inci maddesi hükmüne göre, hakkında görevden uzaklaĢtırma kararı verilen kiĢiye maaĢının 2/3’ü ödenir. Burada ise maaĢın az ödenmesini sonuçlayan idari iĢlemin sebebini, bir hukuki iĢlem olan görevden uzaklaĢtırma kararının oluĢturduğu belirtilmektedir 492 . Ġdari iĢlemin sebebi yukarıdaki örnekten de anlaĢılacağı üzere, kamu görevlisinin gerçeğe aykırı rapor düzenlemesi Ģeklinde açık ifadelerle belirlenmesine karĢılık; kamu düzeni, genel sağlık, genel ahlak Ģeklinde, muğlak ifadelerle de belirlenmiĢ olabilir. Ġdari iĢlemin sebep unsurunun genel, soyut veya muğlak olduğu durumlarda da idarenin sebep olarak somut olay veya durumlara dayanmak zorunda olduğu savunulmaktadır493. Ġptal davalarında idari iĢlemin sebep unsurunu oluĢturan fiil, davacı tarafından gerçekleĢtirilmektedir. Buna karĢılık tam yargı davalarının konusunu idare tarafından gerçekleĢtirilen ve bir zarara sebep olan eylem veya iĢlem oluĢturur. Bu bakımdan tam yargı davası sonucunda verilen hüküm, bu iĢlemi gerçekleĢtiren kamu görevlisi hakkında yürütülen ceza davası açısından önem arz edebilir. Örneğin, bir kapalı ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan bir kiĢi, infaz koruma memurlarının dikkatsizliğinden faydalanarak yan koğuĢa geçer ve aralarında husumet bulunan diğer bir mahkumu öldürür. Bu olayla ilgili, ölen Ģahsın yakınlarının Adalet Bakanlığı aleyhine açmıĢ olduğu tam yargı davasında mahkeme, infaz koruma memurlarının görevlerinin gereklerine aykırı davranarak diğer bir mahkumun ölümüne sebep oldukları gerekçesi ile Adalet Bakanlığının, ölen kiĢinin yakınlarına tazminat ödemesine hükmeder. Aynı zamanda ilgili kamu görevlileri hakkında, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kiĢilerin mağduriyetine sebep oldukları gerekçesi ile kamu davası açılır (TCK md. 257, f. 1). Görüleceği gibi, her iki davada da önem arz eden husus, infaz koruma memurlarının görevinin gereklerine aykırı davranıp davranmadığıdır. 491 492 493 Çağlayan, R, 2011, s. 341. Çağlayan, R, 2011, s. 341. Çağlayan, R, 2011, s. 342. 124 Uyuşmazlık Konusunun Ceza Davasının Konusunu Oluşturan ve Aynı Zamanda Suç Teşkil Eden Fiile İlişkin Olması Durumunda Bağlayıcılık Sorunu UyuĢmazlık konusunun aynı zamanda ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiile iliĢkin olması durumunda, mahkemeler tarafından fiil hakkında yapılacak değerlendirmelerin birbirleriyle uyum arz etmesi, geniĢ anlamda hukuk düzeninin birliği ile alakalı bir husustur. Bu nedenle örneğin bir mahkeme, fiili hukuka uygun bulurken; diğerinin fiili hukuka aykırı olarak değerlendirmesi ya da bir mahkemenin fiilin fail tarafından gerçekleĢtirildiğini belirtmesine karĢılık, diğer mahkeme tarafından fiilin o fail tarafından gerçekleĢtirilmediğinin söylenmesi, birbirleriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasına neden olur 494 . Bu tarz çeliĢkili hükümlerin çıkmasının önüne geçilmesi gerekmektedir. Birbirleriyle çeliĢki arz eden hükümlerin ortaya çıkmaması için ise aynı fiil hakkında farklı muhakeme alanlarında yapılan yargılamalardan birisinin diğerini beklemesi gerekir. Hukukumuzda bir fiilin hem suç hem de diğer hukuk disiplinlerindeki yaptırımları gerektirmesi halinde, diğer mahkemelerin ceza mahkemesinin hükmünü beklemesi gerektiğine iliĢkin genel bir düzenleme mevcut değildir 495 . Aynı Ģekilde ceza mahkemesinin, diğer mahkemeler tarafından verilecek hükmü beklemesine iliĢkin de genel bir düzenleme mevcut değildir. Konu hakkında mevzuatımızda bulunan düzenlemeler ise birbirleri ile uyum arz etmemektedir. Örneğin DMK’da, aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuĢturmaya baĢlanmıĢ olmasının, disiplin kovuĢturmasını geciktirmeyeceği hüküm altına alınmıĢtır (md. 131, f. 1). Benzer bir düzenlemeye Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda yer verilmiĢtir (md. 72, f. 1). Buna karĢılık Avukatlık Kanunu’nda, disiplin iĢlem ve kararına konu teĢkil edecek bir eylemde bulunmuĢ olan avukat hakkında aynı eylemlerden dolayı ceza mahkemesinde dava açılmıĢ olmasının avukat hakkındaki disiplin kovuĢturması için zorunlu bir bekletici mesele teĢkil edeceği hüküm altına alınmıĢtır (md. 140, f. 2). Aynı Ģekilde Noterlik Kanunu’nda da disiplin iĢlem ve kararına konu teĢkil eden fiilinden dolayı hakkında ceza soruĢturması açılmıĢ bulunan noter hakkındaki disiplin kovuĢturmasının, ceza soruĢturmasının kesin bir karar veya hükümle sonuçlanmasına kadar bekletileceği hüküm altına alınmıĢtır (md. 142, f. 2)496. 494 495 496 Arslan, 1980, s. 508. Arslan, 1980, s. 509. Mevzuatımızdaki düzenlemelere karĢılık Ġtalyan Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir fiilin hem bir suç hem de haksız fiile vücut vermesine iliĢkin genel bir düzenleme bulunmaktadır. Buna göre, bir fiil hem bir suç hem de bir haksız fiile vücut veriyorsa, eğer ceza yargılamasına baĢlanmıĢ ise hukuk yargılamasının duracağı açıkça hüküm altına alınmıĢtır ( Ġtalyan Ceza Muhakemesi Kanunu md. 3). Aynı Ģekilde anılan Kanun’un 27’nci maddesinde ceza mahkemesi tarafından verilen hükmün hukuk 125 Hukukumuzda konu hakkında genel bir düzenleme bulunmadığı için öğretide konuya iliĢkin farklı görüĢler ileri sürülmüĢtür. Bir görüĢe göre, mahkemelerin birbiriyle çeliĢen hükümler vermesinin önüne geçmek amacıyla, hukuk mahkemesinin ceza davasının sonucunu beklemesi gerekmektedir497. BaĢka bir görüĢ ise bekletici sorunun bir davada yapılan ve o davaya bakan mahkemenin yargı yetkisi dıĢında olan bir husus ile ilgili olduğunu; ancak bu gibi durumda haksız fiil ile ilgili yargılamayı yapmaya hukuk mahkemesinin yetkili olduğunu, bu nedenle de hukuk mahkemesinin ceza mahkemesi kararını beklemesinin gereksiz olduğunu savunmaktadır498. Yargıtay ise vermiĢ olduğu bazı kararlarda suç teĢkil eden fiilin, örneğin bir boĢanma sebebi 499 veya iĢ akdinin haklı nedenle feshini teĢkil etmesi 500 durumlarında hukuk mahkemesinin ceza mahkemesinin hükmünün kesinleĢmesini beklemesi gerektiği ve mahkemesi için bağlayıcı olduğu açıkça belirtilmiĢtir. Buna göre, “hükmü veya müteaddit maddede gösterilen kararı müteakip suçluya veya medeni hukuk bakımından sorumlu kiĢiye karĢı baĢlatılan veya devam edilen tazminata veya iadeye iliĢkin medeni ve idari yargılamada söz konusu hüküm veya karar fiilin mevcut olduğu, fiilin hukuka aykırı olduğu veya mahkumun sorumluluğu konularında kesin hüküm niteliğini taĢırlar…” (bkz. Arslan, 1980, s. 512). 497 Tosun, 1981, s. 334; Arslan, 1980, s. 511. 498 Türker, 1980, s. 312-313. 499 “Zina, mutlak bir boşanma sebebi teşkil eder. Onun için boşanma davasında Ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararı dışında başkaca bir delil aranmasına gerek yoktur. Ceza ilamı, başlı başına boşanma kararı vermeye yeterlidir. Bu itibarla olayda Hukuk hakiminin kesinleşen zinaya ilişkin cezalandırma ilamına rağmen, fiilin sabit olup olmadığı konusunda yeniden araştırma yapması ve zinanın mevcut olmadığı yolunda sonuca ulaşması yanlıştır” Yargıtay 2. HD, 24.10.1988 tarih ve 8407/9547 sayılı kararı, (ġener, E. (1997). Uygulamada ve Teoride Her Yönüyle Boşanma. Ankara, s. 51); “Davalının başkasiyle münasebet tesis ettiği ve tevali eden işbu zinasından dolayı mahkum olduğu dosyada mevcut kesinleşmiş ilam ile sübuta ermiştir. Ceza mahkemesinin mahkumiyet kararı hukuk hakimini bağlar” Yargıtay 2. HD, 26.12.1972 tarih ve 7046/7371 sayılı kararı, (ġener, 1997, s. 52); “Davalı kadın, kocasına hakaret etmiş ve ayrıca müessir fiilde bulunmuş ve her iki suçtan dolayı Ü. Sulh Ceza Mahkemesinin 12.5.1988 tarihli ve 1553/886 sayılı kesinleşmiş kararı ile mahkum olmuştur. Dava dilekçesinde bu olay pek fena muamele olarak nitelendirilerek boşanma istenmiştir… Ceza mahkemesinin aynı zamanda boşanma sebebi bir suçtan dolayı verdiği ve mahkumiyet kararında belirlenen maddi olgu, boşanma davasında hukuk hakimini bağlar, kesin delil teşkil eder” Yargıtay 2. HD, 29.09.1988 tarih ve 7363/8606 sayılı kararı, (ġener, 1997, s. 69); Yüksek mahkeme sırf mahkumiyet hükümlerinin değil, beraat hükümlerinin dahi hukuk mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabileceği görüĢündedir: “Olayda kadına atfedilen hareket, açık bir yerde (alenen) erkekle cinsel ilişkide, yani zinada bulunmaktan ibarettir. Oysa ceza mahkemesinin kararında, böyle bir olayın vaki olmadığı, şikayet ve ihbarın, sırf bir tertipten ibaret bulunduğu vurgulanmış, beraat kararı verilmiş, hüküm kesinleşmiştir. Şu durumda kadına izafe edilen fiil sübuta ermemiştir. Az önce belirtildiği üzere hukuk hakimi tespit ile bağlıdır. Onun için hakim delil toplayarak kadın yararına meydana gelen işbu kesin hükmü ortadan kaldıramaz” Yargıtay 2. HD, 30.06.1986 tarih ve 6295/6584 sayılı kararı, (ġener, 1997, s. 53). 500 “Davacı iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, davalı ise davacının mağaza müdürü olarak çalıştığı işletmedeki emtiaları hile ile yok ederek zimmetine geçirdiğini ve şirketin kasasından hukuka aykırı para tahsil ettiğini, keza bu fiilleri gizlemek amacıyla çeşitli muhasebe ve kayıt hilelerine başvurduğunu, bu nedenlerle şirket yönetim kurulunun 10.1.2005 tarih 25 no.lu kararı ile davacının iş akdine İş K.nun 25/11 maddesi uyarınca feshedilmesine karar verdiğini beyan etmiştir. Davacı hakkında davalının şikayeti üzerine söz konusu eylemle ilgili ceza mahkemesinde emniyeti suistimal davası açılmış olup, beraat kararı verilmiş ise de kararın kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Fail-eylem ilişkisi maddi bir olgudur. Dolayısı ile ceza mahkemesinde bu yöne ilişkin verilecek karar B.K. 53. maddesine göre sonuca etkili olmaktadır. Bu nedenle mahkemece ceza mahkemesinin kararının kesinleşmesi beklenmelidir. Eksik araştırma ile karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir” Yargıtay 9. HD, 06.06.2011 tarih ve E. 2011/26212, K. 2011/16791 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 24.07.2013. 126 hukuk mahkemesinin ceza mahkemesi hükmü ile bağlı olacağı sonucuna varmıĢtır. Ancak yüksek mahkeme bir kararında hukuk mahkemesinin ceza mahkemesi hükmünün kesinleĢmesini beklemesine gerek olmadığına, yerel mahkemenin eldeki deliller ile sonuca ulaĢabileceğine hükmetmiĢtir501. Kanımızca, bir fiilin hem bir ceza davasının konusunu hem de diğer muhakeme alanlarındaki davaların konusunu oluĢturması durumunda, diğer mahkemelerin ceza mahkemesi hükmünün kesinleĢmesini beklemesi, böylece ceza mahkemesi hükmünün diğer mahkemeler için bağlayıcı etkiye sahip olması gerekir. Bunun temel sebebi, bir fiilin bir haksızlık teĢkil edip etmediğinin araĢtırılmasında, ceza muhakemesi araçlarının daha etkili olmasıdır. Örneğin, haksız fiilden dolayı hukuk mahkemesinde yapılan bir yargılamada olaya iliĢkin deliller taraflarca getirilir. Bu yargılamada tanık dinletilmesi mümkün olsa da tanıklar yine taraflarca temin edilir. Buna karĢılık aynı fiile iliĢkin yapılan ceza yargılamasında, soruĢturma bir kamu otoritesi olan savcılık ve onun emrindeki adli kolluk tarafından yapılır. SoruĢturma ve kovuĢturma makamları bir delile ulaĢmak için zor kullanma yetkisine sahiptirler. Örneğin olayın tanığı duruĢmada mahkeme tarafından zorla getirtilebilir (CMK md. 44, f. 1; md. 146, f. 7). Dahası, delillerin muhafazası ve sanık hakkında verilen hükmün infaz edilebilmesi için Ģüpheli veya sanığın soruĢturma ve kovuĢturma makamlarının elinin altında olması sağlanabilir. Bunun için Ģüpheli veya sanık hakkında tutuklama veya adli kontrol gibi koruma tedbirlerine baĢvurulabilir. Sonuç olarak, ceza yargılaması sonucunda ulaĢılan gerçeklik maddi gerçeğe daha fazla yaklaĢır502. UyuĢmazlık konusunu bir suça iliĢkin fiilin oluĢturması durumunda ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olmaması esas itibariyle geçerli olmalıdır. Mesela, bir kiĢi hakkında hırsızlık suçunu iĢlediği gerekçesi ile hem tazminat hem de ceza davası açılmıĢ olsun. Bu durumda, ceza mahkemesinin, tazminat davasına bakan mahkemenin kararını beklemesi söz konusu olmamalıdır. Hatta diğer mahkemenin ceza davasının sonucunu beklemesi gerekir503. Ancak, mevzuatımızda bu duruma iliĢkin genel bir düzenleme bulunmadığı için her iki yargılamanın paralel yürümesinde herhangi bir kanuni engel yoktur. Bu nedenle eğer diğer muhakeme alanlarındaki dava ceza 501 502 503 “Hukuk hakimi topladığı delillerle maddi olayı sabit sayabilir. Bu bakımdan, hukuk hakiminin ceza mahkemesindeki davanın sonucunu beklemeden zina eylemini var saymasında kanuna aykırılık yoktur” Yargıtay 2. HD, 27.09.1976 tarih ve, 4884/6456 sayılı kararı, (YKD, 1978/5, s. 691-692). Akcan, 1988, s. 18. Engelhardt, 2008, Rn. 7. 127 davasından önce sonuçlanmıĢ ise ceza mahkemesinin verilen bu mahkeme hükmünü göz önünde bulundurması gerekir504. Her ne kadar uyuĢmazlık konusunun ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden bir fiil olması durumunda, diğer mahkemelerin ceza mahkemesinin konuya iliĢkin vereceği hükmü beklemeleri gerekirse de istisnai bazı durumlarda ceza mahkemesinin diğer mahkemenin hükmünü beklemesi gerekir. Eğer kanunda açıkça diğer mahkeme tarafından verilen hükmün ceza mahkemesini bağlayacağına iliĢkin bir düzenleme bulunuyorsa ceza mahkemesinin, diğer mahkeme hükmünün kesinleĢmesini beklemesi gerekir. Buna iliĢkin olarak HMK’da bir düzenleme bulunmaktadır. Söz konusu Kanun’un 214’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre, belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleĢtikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenemez. Görüldüğü üzere, söz konusu düzenlemede açıkça belirtilmemiĢ olsa da ceza mahkemesinde sahtelik iddiasının dinlenememesi, ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi tarafından verilen karar ile bağlı olması sonucunu doğurur. Bu nedenle kanundaki açık düzenleme karĢısında, bir belgenin (senedin) sahteliği hem hukuk muhakemesinin hem de ceza muhakemesinin konusunu oluĢturmakta ise ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararını beklemesi gerekir. Kanunda açık bir düzenleme bulunmuyor olsa bile eğer ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin hukuka uygun olup olmadığına iliĢkin değerlendirme, diğer muhakeme alanlarında bulunan ve ceza mahkemesine göre uzman sayılan bir mahkeme tarafından yapılacak ise ceza mahkemesinin bu mahkemenin fiil hakkında vereceği hükmün kesinleĢmesini beklemesi gerekir505. Aynı fiile iliĢkin birbiriyle çeliĢki arz eden hükümlerin önüne geçmek için Ceza mahkemelerinin ek yetkisini düzenleyen CMK’nın 218’inci maddesine, birinci fıkradan sonra gelmek üzere, Ģu yönde bir fıkranın eklenmesinin gerektiği kanaatindeyiz: (2) Bir fiilin hem bir ceza davasının hem de diğer muhakeme alanlarındaki davaların konusunu oluĢturması durumunda, ceza davası sonucunda verilen hüküm kesinleĢinceye kadar diğer haksızlığa iliĢkin yargılama durur. Ceza mahkemesi hükmü, diğer haksızlıkla ilgili uygulama kabiliyeti bulduğu müddetçe, hükmü verecek mahkemeyi bağlar. 505 “Kamu ihale kurumunca verilen ihalenin iptaline dair kararın iptaline ilişkin olarak, MESKİ tarafından belirtilen idare aleyhine Ankara 2. İdare Mahkemesine açılan 2006/748, ihaleyi kazanan şirket tarafından Kamu İhale Kurumu ile MESKİ yönetim kurulu tarafından verilmiş ihalenin iptali kararlarının iptaline dair belirtilen idareler aleyhine Ankara 11. İdare Mahkemesine açılan 2006/1656 Esas sayılı davaların bu dava ile irtibatı nazara alınarak, halen karara çıkmamışsa kesinleşmiş sonuçlarının beklenilmesi, sonuçlanıp kesinleşmesi halinde ise delil olarak dosya arasına onaylı suretlerinin konulmasından sonra, iddia ve kanıtların birlikte değerlendirilmesi suretiyle sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ile hüküm kurulması…” (Yargıtay 5. CD, 28.11.2007 tarih ve E. 2012/4508, K. 2012/12798 sayılı kararı). Söz konusu karara konu olayda sanıklar hakkında ihaleye fesat karıĢtırdıkları gerekçesi ile yerel mahkeme tarafından mahkumiyet hükmü 504 128 UyuĢmazlık Konusunun Ceza Davasının Konusunu OluĢturan ve Suç TeĢkil Eden Fiilin Bir Unsuruna ĠliĢkin Olması Durumunda Bazen de diğer mahkeme hükmü, ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiilin tamamı hakkında değil, bu suçun maddi unsurlarından birisi hakkında olabilir. Böyle bir durumda verilen mahkeme hükmü, bağlayıcılık etkisi için belirttiğimiz diğer Ģartları taĢıması ve suçun oluĢup oluĢmadığı hususunda ya da nitelikli hallerin uygulanması bakımından önem arz ediyorsa ceza mahkemesi bu mahkeme hükmü ile bağlıdır. Diğer mahkeme hükümlerinin, ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiilin bir unsuruna iliĢkin olması durumu ile diğer mahkeme hükmünün ceza mahkemesi bakımından bir unsur etkisi doğurması durumunu birbirleri ile karıĢtırmamak gerekir. Unsur etkisinde bir mahkeme hükmü veya hakim ya da bir mahkeme kararı suç tipinin bir unsuru olarak düzenlenmiĢtir. Örneğin “Suçluyu Kayırma” suçunda, hakkında yakalama kararı verilmiĢ bir kiĢinin kayrılması cezalandırılması gereken bir hareket olarak düzenlenmiĢtir. Öncül suç faili hakkında bir yakalama kararının verilmiĢ olması, suçluyu kayırma suçunun bir unsurunu teĢkil etmekte, bu yönüyle bu kiĢinin yakalanmasına iliĢkin karar, suçluyu kayırma suçu açısından bir unsur etkisi doğurmaktadır. Görüleceği gibi, unsur etkisinin söz konusu olduğu suç tiplerinde, bir mahkeme hükmü veya hakim ya da mahkeme kararı, açık bir Ģekilde yer almaktadır. Buna karĢılık, ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiilin bir unsuruna iliĢkin mahkeme hükümleri tespit hükmü Ģeklinde olabileceği gibi bir inĢai hüküm de olabilir. Örneğin hırsızlık suçuna konu menkul malın bir hukuk mahkemesince, ceza davasında sanık olarak bulunan kiĢiye ait olduğuna hükmedilmesi, bu kiĢinin kendi menkul malı üzerinde hırsızlık suçunu iĢleyememesi sonucunu doğurması yönünden önem arz eder. 3.7. Bağlayıcılık Etkisinin Benzer Kurumlarla KarĢılaĢtırılması Mevzuatımızda bazı kurumlarla ilgili olarak mahkemeler tarafından verilen hükümlerin bağlayıcı olduğuna iliĢkin düzenlemelere yer verilmiĢtir. Bu düzenlemelerde yer alan hükümlerin bağlayıcı oluĢu ile maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan verilmiĢtir. Ancak sanıklar, Kamu Ġhale Kurumunca ihalenin iptaline iliĢkin verilen kararın iptali amacıyla idari yargıda dava açmıĢlardır. Yargıtay’a göre Kamu Ġhale Kanunu’na bir aykırılığın olup olmadığını tespit etme konusunda uzman yargı yeri idari yargıdır. Bu nedenle Yargıtay’ın, ceza mahkemesinin bu konuya iliĢkin idare mahkemesinin kararını beklemesine karar vermesi isabetlidir. Ancak aynı fiile iliĢkin verilen mahkeme hükmünün kesin hüküm teĢkil etmesi yerine sadece delil olarak değerlendirileceğini belirtmesi ise isabetsizdir. Ayrıca bkz. Yargıtay 11. CD, 01.12.2003 tarih ve 10407/8521 sayılı kararı, (Hatipoğlu, M. ve Parlar, A. (2005). Özel Ceza Yasaları Uygulamalarında Ekonomik ve Ticari Suçlar. Ankara, s. 330). 129 bağlayıcılık etkisinin mi yoksa baĢka bir Ģeyin mi kastedildiğinin araĢtırılması; bunun için de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile söz konusu hükümlerde yer alan bağlayıcı olma durumlarının karĢılaĢtırılması gerekmektedir. 3.7.1. Anayasa Mahkemesi Kararlarının Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması 1982 Anayasası’nın 153’üncü maddesinin son fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkiĢileri bağlar. Burada kullanılan “bağlar” ifadesinin, bir kararın içeriğine uyma ve bu karar doğrultusunda hareket etme anlamına geldiği belirtilmektedir506. Bu hükümden de açıkça anlaĢıldığı gibi yargı organları dahi Anayasa Mahkemesi kararları ile bağlıdır. ÇalıĢma konumuz, diğer yargı mercilerinin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesine etkisi olduğu için anayasanın ilgili hükmünün çalıĢmamız açısından bir dayanak noktası olabileceği izlenimi uyanmaktadır. Zira her iki durumda da bağlayıcılığın konusu bir yargı kararıdır. Bağlayıcılığın muhatabı ise baĢka bir yargı organıdır 507 . Bu düzenlemede Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının bütün yargı organları için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan, bağlayıcılığın muhatabı olan mahkemenin ilk derece mahkemesi veya yüksek dereceli mahkeme olması arasında bir fark söz konusu değildir508. ÇalıĢmamızda ele aldığımız bağlayıcılık, kesin hükmün olumlu bir etkisi niteliğindedir. Bu nedenle konumuz açısından, bir mahkeme hükmünün baĢka bir mahkeme bakımından bağlayıcılığından söz edebilmek için her iki hüküm arasında, ele aldıkları uyuĢmazlıklar ve davanın tarafları bakımından bir bağlantı bulunmalıdır. Anayasa Mahkemesi kararları ise 153’üncü maddede belirtilen bütün organ ve makamları bağlayıcı etkiye sahiptir. Doğal olarak bir ceza mahkemesi de Anayasa Mahkemesinin vermiĢ olduğu kararlarla bağlıdır. Ancak, ceza mahkemesinin Anayasa Mahkemesi kararları ile bağlı olması, aynı konuya iliĢkin daha önce verilmiĢ diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olması hakkında bir yanıt içermemektedir509. Zira her iki durum da birbirlerinden farklı amaçları ihtiva etmektedir. 506 507 508 509 Köküsarı, Ġ. (2009). Anayasa Mahkemesi Kararlarının Türleri ve Nitelikleri. Ġstanbul, s. 224. Heil, 1983, s. 66. 1982 Anayasası’nın 153. Maddesine paralel bir düzenleme Alman Anayasa Mahkemesi Kanunu’nda (BVerfGG) yer almaktadır. Anılan kanunun 31’inci Paragrafının ilk fıkrasına göre, Anayasa mahkemesi kararları Federal ve Federe anayasa organları, bütün mahkemeler ve idare makamları için bağlayıcıdır. Köküsarı, 2009, s. 240. Waldeyer, 2006, s. 211. 130 Kesin hükmün temel amacı, bir uyuĢmazlık hakkında nihai bir karara ulaĢarak bu uyuĢmazlığın sürüncemede kalmasını engellemektir. Kesin hüküm bu yönüyle hukuki güvenlik ilkesine hizmet etmektedir. Bu nedenle kesin hüküm, hükme konu olmuĢ somut uyuĢmazlığın tekrardan bir uyuĢmazlık konusu olması noktasında etkisini gösterir. Anayasa mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı konusu ise daha çok anayasanın üstünlüğü ile ilgilidir. Anayasa mahkemesinin temel görevi anayasayı yorumlamak suretiyle, hukuk düzeninde bir güvenin ve istikrarın oluĢmasını sağlamaktır510. Bu görevin tam anlamıyla yerine getirilebilmesi için zorunlu olarak Anayasa mahkemesi kararlarına bağlayıcılık etkisinin tanınması gerekir. Anayasa mahkemesi kararları ile bağlılık bir bakıma anayasa ile bağlılık anlamına gelmektedir511. 1982 Anayasası’nda, hiçbir kimsenin veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı (Anayasa md. 6, f. son) ve ayrıca anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluĢ ve kiĢileri bağlayacağı hüküm altına alınmıĢtır (Anayasa md. 11). Fakat bu durum bu organların her zaman anayasanın çizdiği sınırlar içerisinde kalacakları ve böylece anayasaya uygun davranacakları anlamına gelmez. Anayasaya uygunluğu denetlemek amacıyla gerek ülkemizde gerekse de diğer ülkelerde anayasa yargısına yer verilmiĢ ve bunun sonucu olarak da anayasa mahkemeleri kurulmuĢtur512. Anayasanın bağlayıcılığının sözde kalmaması için kurulmuĢ olan bu mahkeme kararlarının da bağlayıcı olması adeta bir zorunluluk oluĢturmaktadır. Görüleceği gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarına tanınan bu bağlayıcılık etkisi, farklı yargı mercilerinin hükümleri arasındaki çeliĢkiyi gidermek amacıyla değil; tam aksine anayasanın iĢlerliğini ve saygınlığını korumak amacıyla kabul edilmiĢtir. Açıklanan nedenlerden dolayı, Anayasa’nın 153’üncü maddesinde yer alan bağlayıcılık, kesin hükmün olumlu etkisi niteliğinde bir bağlayıcılık olarak görülemez. Anayasa mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ile ilgili üzerinde durulması gereken bir diğer konu, bireysel baĢvuru513 sonucu verilen ihlal kararların durumudur. 6216 sayılı 510 511 512 513 Rupp, H. (1968). Zur Bindungswirkung der Entscheidungen des Bundesverfassungsgerichts. Tübinger Festschrift für Eduard Kern, Tübingen, s. 405. Heil, 1983, s. 68. Döner, A. (2008). Anayasa Mahkemesi Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığına ĠliĢkin Bazı Sorunlar. Prof. Dr. Ergun Özbudun’a Armağan, cilt II, Ankara, s. 215. Temel hak ve özgürlükleri kamu gücü tarafından ihlal edilen kiĢilerin Anayasa Mahkemesine baĢvurduğu yol olarak tarif edilen (Karaman, E. (2013). Karşılaştırmalı Anayasa Yargısında Bireysel Başvuru Yolu. Ġstanbul, s. 34) bireysel baĢvuru, 12.09.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucunda hukukumuza girmiĢtir. Akabinde, 1982 Anayasası’nın 148’inci maddesinde gerekli değiĢiklikler yapılmıĢ ve bireysel baĢvuru yolunun da düzenlendiği 30.03.2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun kabul edilmiĢtir. 131 Kanun’un 50’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, bireysel baĢvuru sonucunda Anayasa Mahkemesince “tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmıĢsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama 514 yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir… Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak Ģekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir”. Hükümden de anlaĢılacağı gibi, yeniden yargılama yapacak mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda karar vermek zorundadır515. Anayasa mahkemesinin bireysel baĢvuru sonucunda vermiĢ olduğu kararın bağlayıcılığının iki yönü bulunmaktadır. Birincisi, Anayasa Mahkemesinin bu konudaki vermiĢ olduğu kararın bağlayıcı olmasının temel sebebi, Anayasa’nın 153’üncü maddesinin son fıkrasıdır. Bu durumda söz konusu edilen bağlayıcılığın, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile bir ilgisinin olmadığını, yukarıdaki paragraflarda açıklamaya çalıĢmıĢtık. Ġkincisi ise Anayasa Mahkemesi’nin bireysel baĢvuru sonucu vermiĢ olduğu ihlal kararına konu olay ile ilk derece mahkemesinin bir temel hakkın ihlaline neden olduğu tespit edilen kararın dayanağı olay aynıdır. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi bir ihlal tespit ettiğinde, ilk derece mahkemesi yapmıĢ olduğu yargılamayı yenileyerek aynı olaya iliĢkin Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda karar verecektir. Örneğin Anayasa Mahkemesi, milletvekili seçilen sanığın tutuklu bulunmasının, Anayasa’nın 67’nci maddesinde güvence altına alınan seçme ve seçilme haklarını ihlal ettiği sonucuna varırsa ilk derece mahkemesi, sanığın tutukluluk haline son vermelidir516. Anayasa Mahkemesinin bireysel baĢvuruya iliĢkin ihlal kararının bağlayıcılığı; aynen aĢağıda açıklayacağımız kanun yolu yargılamasında, üst dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararın bağlayıcılığında olduğu gibi, aynı konuya iliĢkindir. Konumuz olan bağlayıcılık etkisinde ise farklı mahkemelerin farklı dava konusu üzerinde vermiĢ oldukları kararlarının, Ģartların bulunması halinde, birbirine etki etmesi söz konusudur. 514 515 516 Fıkrada geçen “yeniden yargılama yapmak” ifadesi her zaman için bir olağanüstü kanun yolu olan “yargılamanın yenilenmesi”ne karĢılık gelmemektedir. Zira fıkrada mahkeme kararlarından bahsedildiği için özellikle bir ceza yargılaması içerisinde verilen örneğin bir tutuklama kararı da bir hak ihlaline sebep olabilir. Böyle bir durumda yeniden yargılama yapmak ifadesi, ceza yargılamasının tümünün değil, sadece tutuklama yargılamasının yeniden yapılması anlamına gelmektedir. Karaman, 2013, s. 305. Anayasa Mahkemesi 4. 12. 2013 tarih ve BaĢvuru no: 2012/1272 sayılı kararı, http://www.kararlar.anayasa.gov.tr/kararYeni.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=100006 54&content=balbay. 132 Görüleceği üzere, bireysel baĢvuru sonucunda verilen ihlal kararı neticesinde, ilk derece mahkemesinin yeniden yargılama yapmak suretiyle Anayasa Mahkemesi kararı ile bağlı olmasının, konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir ilgisi yoktur. 3.7.2. Ġçtihadı BirleĢtirme Kararlarının Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması Yüksek mahkemelerin temel görevi hukuk kurallarının yurt çapında eĢit ve aynı Ģekilde uygulanmasını sağlamaktır. Mevzuatta öngörülen kanun yolu sisteminin iĢletilmesi suretiyle, ilk derece mahkemeleri tarafından verilen kararların denetimi sağlanır ve bunun sonucunda da somut durumlara hangi kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği ortaya çıkarılmıĢ olur. Ancak yüksek mahkemelerin değiĢik zamanlarda verdiği kararlar arasında çeliĢkiler olabileceği gibi; daire sayılarının fazlalığı karĢısında, benzer uyuĢmazlıklarla ilgili birbiriyle çeliĢen kararların çıkması da söz konusu olabilmektedir. Birbiriyle çeliĢen kararların giderilmesinin bir çaresi de içtihatların birleĢtirilmesi yoluna gidilmesidir. Bu bakımdan içtihadı birleĢtirme kararını Ģu Ģekilde tarif edebiliriz: Bir olayda uygulanacak olan hukuk kuralının hangisinin olduğu yönünde verilen kararlar arasında çeliĢmeye düĢülmesi veya bir olayda uygulanacak bir hukuk kuralının baĢka davalarda değiĢik biçimde yorumlanarak uygulanması durumunda, ortaya atılan hukuki görüĢlerden hangisinin hukuka uygun olduğunu belirtmek üzere alınan ve bağlayıcı olan kararlara içtihadı birleĢtirme kararı denir517. Bu amaçla gerek Yargıtay518, gerek DanıĢtay519 gerekse 517 518 519 Anayasa Mahkemesi 12.06.1969 tarih ve E. 1968/38, K. 1969/34 sayılı kararı, http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=274&content=, eriĢim tarihi 22.09.2012. 4.02.1983 tarih ve 2797 numaralı Yargıtay Kanunu’nun 7, 15, 16, 17, 27, 41, 42, 50, 58’inci maddelerinde bu kurumdan bahsedilmiĢ, ancak asıl olarak Kanun’un 45’inci maddesinde içtihatların birleĢtirilmesi kurumu doğrudan düzenlenmiĢtir. Kanuna göre, içtihadı birleĢtirme kararı vermeye yetkili makamlar, Yargıtay Büyük Genel Kurulu ile Hukuk ve Ceza Genel Kurullarıdır. Hukuk Genel Kurulunun benzer olaylarda birbirine aykırı biçimde verdiği kararları ile Ceza Genel Kurulunun yine benzer olaylarda birbirine aykırı olarak verdiği kararları veya Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulu; Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi; Hukuk Genel Kurulu ile bir ceza dairesi veya Ceza Genel Kurulu ile bir ceza dairesi; Ceza Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi veya bir hukuk dairesi ile bir ceza dairesi arasındaki içtihat uyuĢmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleĢtirmek yetki ve görevini Yargıtay Büyük Genel Kurulu yerine getirir (Yargıtay Kanunu, md. 16, fıkra 1- 5). Hukuk ve Ceza Genel Kurulları ise Ģu durumlarda içtihatları birleĢtirmekle yetkili ve görevlidir: Aynı veya farklı yer bölge adliye mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında uyuĢmazlık bulunursa; Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuĢmazlıkları bulunursa; Yargıtay dairelerinden biri, yerleĢmiĢ içtihadından dönmek isterse veya benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiĢ bulunursa ( Yargıtay Kanun md. 15). Hukuk ve Ceza Genel Kurulları’nın içtihadı birleĢtirme yetkisi maddede ortak Ģekilde düzenlenmiĢ olsa da hukuk daireleri söz konusu olduğu zaman Hukuk Genel Kurulu’nun; ceza daireleri söz konusu olduğunda ise Ceza Genel Kurulu’nun içtihatları birleĢtirmekle yetkili olduğu maddeden açıkça anlaĢılmaktadır. 6.01.1982 tarih ve 2575 numaralı DanıĢtay Kanunu’nun 39’uncu maddesine göre, İçtihatları Birleştirme Kurulu, dava dairelerinin veya idari ve vergi dava daireleri kurullarının kendi kararları veya ayrı ayrı verdikleri kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık görüldüğü veyahut birleştirilmiş içtihatların 133 Askeri Yargıtay 520 ve nihayetinde Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi 521 Kanunlarında içtihadı birleĢtirme müessesesine yer verilmiĢtir522. Ġçtihadı birleĢtirme kararları, o kararı veren yüksek mahkemenin baĢında bulunduğu yargı kolu (muhakeme alanı) için bağlayıcı bir etkiye sahiptir523. Ayrıca bu kararlar, aynen kesin hükümde olduğu gibi, verildikleri andan sonraki durumlar için bağlayıcı olurlar. Ġçtihadı birleĢtirme kararından önce kesinleĢmiĢ mahkeme kararları ise içtihadı birleĢtirme kararlarından etkilenmezler524. Ġçtihadı birleĢtirme yoluna belirli bir somut olayda ortaya çıkan uyuĢmazlığın giderilmesi amacıyla baĢvurulmaz. Bunun tam aksine bu yola, benzer durumlarda uygulanan hukuk kurallarının ülke çapında birliğinin sağlanması amacıyla baĢvurulur525. Bu bakımdan içtihadı birleĢtirme kararı verilmesinin amacı somut davalarla ilgili özel ve 520 521 522 523 524 525 değiştirilmesi gerekli görüldüğü takdirde, Danıştay Başkanının havalesi üzerine, Başsavcının düşüncesi alındıktan sonra işi inceler ve lüzumlu görürse, içtihadın birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkında karar verir. 27.06.1972 tarih ve 1600 numaralı Askeri Yargıtay Kanunu’nun 30’uncu maddesine göre, Askeri Yargıtay’ın bir dairesi hukuki bir meselede kendinin yerleşmiş bir içtihadından veya Daireler Kurulunun veya diğer bir dairenin yerleşmiş içtihadından ayrılmak isterse veya bir daire ile Daireler Kurulunun kararları arasında aykırılık bulunursa bu konudaki içtihatların birleştirilmesi Genel Kurulun içhatları birleştirme toplantısında karara bağlanır. 4.07.1972 tarih ve 1602 numaralı Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi Kanunu’nun “Genel Kurul’un Görevleri” baĢlıklı 29’uncu maddesine göre, Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi Genel Kurulu, dairelerin veya Daireler Kurulunun kendi kararları veya ayrı ayrı verdikleri kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık görüldüğü veyahut birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi gerekli sayıldığı takdirde, Başsavcının düşüncesi alındıktan sonra işi incelemek ve gerektiğinde, içtihadın birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkında karar vermekle yetkili ve görevlidir. Bilge, N. (1974). Yargısal Ġçtihatların Bağlayıcı Etkileri ve Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları. Dr. A. Recai Seçkin’e Armağan. Ankara, s. 245; Kuru, B. (1977). İçtihatların Birleştirilmesi Yolu ile İlgili Bazı Sorunlar. Ankara, s. 15. Yürürlükte bulunan Yargıtay Kanunu’na göre, Ġçtihadı birleĢtirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar (Yargıtay Kanunu md. 45, f. 5). Yargıtay bakımından özellik arz eden husus, adli yargı alanında Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun yanı sıra Hukuk ve Ceza Genel Kurulları’nın da içtihadı birleĢtirme kararı vermeye yetkili olmasıdır. KURU, 1973 tarihli ve 1730 numaralı Yargıtay Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde yazmıĢ olduğu eserinde Yargıtay Ġçtihadı BirleĢtirme Büyük Genel Kurulu’nun vermiĢ olduğu içtihadı birleĢtirme kararlarının bütün adalet mahkemelerini, bütün Yargıtay dairelerini ve Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulunu bağlayacağını belirtmiĢtir. Buna karĢılık yazara göre, Yargıtay Hukuk Bölümü Ġçtihadı BirleĢtirme Genel Kurulu’nun vermiĢ olduğu içtihadı birleĢtirme kararları, yalnız bütün hukuk dairelerini ve Hukuk Genel Kurulu’nu bağlar; ceza dairelerini ve Ceza Genel Kurulu’nu bağlamaz. Çünkü bu içtihadı birleĢtirme kararlarının verilmesine ceza daireleri baĢkan ve üyeleri katılmıĢ değildir (Bkz. Kuru, 1977, s. 28). Aynı durum Yargıtay Ceza Bölümü Ġçtihadı BirleĢtirme Genel Kurulu’nun kararları açısından da geçerli olsa gerektir. Aynı görüĢün halen yürürlükte olan 2797 numaralı Yargıtay Kanunu bakımından da geçerli olduğu savunulmaktadır (Bkz. CoĢkun, K. (2001). Ġçtihatların BirleĢtirilmesi. ABD, (1), s. 124). DanıĢtay Kanunu’na göre, DanıĢtay tarafından alınan içtihadı birleĢtirme kararlarına DanıĢtay daire ve kurulları ile idari mahkemeler ve idare uymak zorundadır (DanıĢtay Kanunu md. 40, f. 4). Askeri Yargıtay Kanunu’na göre, Askeri Yargıtay tarafından verilen içtihatları birleĢtirme kararları, benzer olaylarda Askeri Yargıtay Daireler Kurulu ile daireleri ve askeri mahkemeler ile disiplin mahkemelerini bağlar (Askeri Yargıtay Kanunu md. 32, f. 1). Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi Kanunu’na göre ise, Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi tarafından alınan içtihadı birleĢtirme kararlarına bu mahkeme organları ile idare uymak zorundadır (Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi Kanunu, md. 29, f. 4). Bilge, 1974, s. 266. Bilge, 1974, s. 278. 134 öznel kararlar vermek değil, benzer olaylarda uygulama bakımından yararlanılabilecek genel ve nesnel kurallara eriĢmektir526. Buna karĢılık bağlayıcılık etkisindeki amaç ise aynı olaya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının engellenmek istenmesidir. Aralarındaki bu temel farktan dolayı içtihadı birleĢtirme kararları ile diğer mahkemelerin bağlı olacağının bir takım kanunlarda hüküm altına alınmıĢ olmasının, konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir iliĢkisi yoktur. Her ne kadar bağlayıcılık etkisi ile içtihadı birleĢtirme kararlarının bağlayıcılığı, birbirlerinden tamamen farklı kurumlar olsalar da her ikisi de hukuki güvenlik ilkesinin tesis edilmesine yardımcı olurlar. Zira kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasını engellemek suretiyle hukuki güvenlik ilkesine hizmet eder. Aynı Ģekilde içtihadı birleĢtirme kurumu da hukuki güvenlik ilkesine hizmet etmektedir. Anayasa Mahkemesi her ne kadar hukuki güvenlik ilkesinden doğrudan bahsetmese de içtihadı birleĢtirme kurumunun hukuki güvenlik ilkesi ile bağlantısını Ģu Ģekilde kurmuĢtur: “mahkemelerin benzer olaylarda verdikleri kararlar arasında çelişmeler doğabilmekte ve bu çelişmeler Anayasa'nın 12. Maddesinde (1982 Anayasası md. 10) tanınan yasa önünde eşitlik ilkesini zedelemekte ve bundan dolayı içtihatlar arasında birlik sağlama zorunluğu ortaya çıkmaktadır. Anayasa'nın 139. Maddesi (1982 Anayasası md. 154) hükmü ile 12. maddesi hükmü bir arada düşünülünce, Yargıtay'ın anayasal görevleri arasında içtihat birliğini sağlama görevinin bulunduğu da açıkça görülmektedir. Yargıtay'ın, gerek alt mahkemelerin verdikleri kararları denetlemek görevini, gerekse hukuk kurallarının yorumlanmasında birliği gerçekleştirme, başka deyimle, çelişmeleri önleme görevini yapabilmesi için, verdiği kararların hiç değilse bir bölümünün mahkemeleri bağlayıcı kararlar olması gerekmektedir. Gerçekten Yargıtay kararlarının hiç değilse bir bölümüne bağlayıcı nitelik tanınmayacak olursa, Yargıtay görüşünün benimsenmesi, mahkemelerin iradesine bağlı kalacak ve Yargıtay'ın durumu, danışma yolu ile karar veren bir yer olmaktan ileri gidemeyecektir. Sosyal açıdan adaletin en önemli gereklerinden birisi, belli olaylara belli hükümlerin tek anlamda olmak üzere uygulanmasıdır. Demek ki aynı nitelikteki olaylara başka başka hükümlerin ya da aynı hükmün başka başka biçimlerde uygulanması, doğrudan doğruya adalet duygusunu incitici ve yurttaşların Devlete karşı güvenini azaltıcı ve yerine göre temelden sarsıcı bir etki doğurmaktadır. İşte sosyal bakımdan çok ağır olan bu sakıncayı önlemek üzere Anayasa, Yargıtay'a, adlî yargı alanında hukuk uygulamalarında birliği sağlamak görevini dahi 526 Bilge, 1974, s. 278. 135 vermiştir. Özet olarak denilebilir ki, içtihadı birleştirme kararlan vermek yetkisi ve bu kararların bütün mahkemeler için bağlayıcı olmak niteliği, bir bakıma Anayasa'nın 139 ve 12. maddeleri hükümlerinin uygulanmasını sağlamaya elverişli tedbirlerdendir”527. Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararından hareket edildiğinde Ģu söylenebilir ki hukuk düzenimiz benzerlik arz eden durumlarda dahi birbiriyle çeliĢen kararların engellenmesine yönelik müesseseleri kabul etmektedir. Bu kabulün, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının önlenmesi bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. 3.7.3. Madde ve Yer Bakımından Yetki UyuĢmazlıklarında Merciin VermiĢ Olduğu Kararların Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması Bir ülkenin içerisinde birden fazla yargı kolunun bulunması, mevcut uyuĢmazlığın nasıl ve nerede çözüleceği noktasında bazı sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir528. Bu sorunların çözülmesi amacıyla ülkemizde UyuĢmazlık Mahkemesi kurulmuĢtur529. Buna karĢılık, bu uyuĢmazlık aynı muhakeme alanı içerisinde çıkmıĢ ise bu uyuĢmazlığı çözmekle hangi yargı yerinin görevli olacağı her bir muhakeme kanununda ayrı ayrı belirlenmiĢ bulunmaktadır. Aynı muhakeme alanı içerisinde çıkan uyuĢmazlıkların öne çıkanları madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarıdır. Belirli bir uyuĢmazlığa aynı muhakeme alanı içerisindeki ilk derece mahkemelerinden hangisinin 527 528 529 Anayasa Mahkemesi, 12.06.1969 tarih ve E. 1968/38, K. 1969/34 sayılı kararı, http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=274&content=, eriĢim tarihi 22.09.2012. Çağlayan, R, 1999, s. 127. 12/06/1979 tarihli ve 2247 sayılı UyuĢmazlık Mahkemesinin KuruluĢ ve ĠĢleyiĢi Hakkında Kanun’un 1’inci maddesine göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir. Bu hükme göre, UyuĢmazlık Mahkemesi farklı yargı kollarındaki mahkemeler arasında doğacak görev, daha doğru ifadeyle yargı yolu uyuĢmazlıklarını çözüme kavuĢturduğu gibi, farklı yargı kolları arasındaki mahkemeler arasındaki hüküm uyuĢmazlıklarını da gidermekle yetkili ve görevlidir. Bir önceki baĢlıkta aynı yargı kolu içerisindeki mahkemeler arasında hüküm uyuĢmazlıklarının çıkması durumunda bunun Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları ile giderileceğini belirtmiĢtik. ÇalıĢmamızın baĢında ise bir uyuĢmazlığın birden fazla farklı yönünün olabileceğini ve bu uyuĢmazlığın aynı zamanda örneğin hem idari yargının hem de adli yargının konusu olabileceğini belirtmiĢtik. ĠĢte aynı uyuĢmazlığın farklı yargı kollarındaki mahkemeler önünde yer alması durumunda, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen kararların çıkması muhtemeldir. Bu uyuĢmazlığın Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları ile de giderilemeyeceği muhakkaktır. Zira Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları aynı muhakeme alanı içerisinde veya aynı yargı kolu içerisinde doğan uyuĢmazlıkların giderilmesi için baĢvurulabilen bir yoldur. Bu nedenle farklı yargı kollarında yer alan mahkemeler arasında, uyuĢmazlık hakkında verilmiĢ nihai kararlar aiptalrasındaki çeliĢkinin giderilmesi için UyuĢmazlık Mahkemesi görevli ve yetkili kılınmıĢtır. 136 (madde bakımından yetki) ve hangi yerdeki (yer bakımından yetki) mahkemenin bakacağını düzenleyen kurallara genel olarak yetki kuralları adı verilir530. Madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında nasıl hareket edileceği her bir muhakeme kanununda farklı Ģekilde düzenlenmiĢtir. ÇalıĢma konumuzunun dıĢında kaldığından, burada bu farklar ve uyuĢmazlıkların nasıl giderileceği hakkında bilgi verilmeyecektir. Bizim için önem arz eden husus, madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında madde veya yer bakımından yetkili yargı yerini belirleyen ve kararına karĢı herhangi bir kanun yoluna gidilemeyen merciin kararının, bu kararda madde veya yer bakımından yetkili olarak belirtilen yargı merci için bağlayıcı olmasıdır531. Merciin madde veya yer bakımından yetkiye iliĢkin olarak vermiĢ olduğu kararın, madde veya yer bakımından yetkili mahkeme için bağlayıcı olmasının konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir ilgisinin olup olmadığının ortaya konulması gerekir. Her ne kadar madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında olduğu gibi, bağlayıcılık etkisinde de bağlayıcılığın muhatabı bir mahkeme olsa da bağlayıcılık etkisinde sonraki mahkemenin bağlı olduğu Ģey, çözmesi gereken uyuĢmazlık hakkında önceden verilmiĢ bir mahkeme hükmüdür. Bu durumda iĢin esası hakkında verilmiĢ bir hüküm mevcuttur ve bağlayıcı etkiye sahip olan ise bu hükümdür. Bu hükme konu uyuĢmazlık ise sonraki yargılamada bir ön sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında ise ortada henüz iĢin esası hakkında verilmiĢ bir karar mevcut değildir. Merciin vermiĢ olduğu karar, bu kararda madde ve yer bakımından yetkili olarak belirtilen mahkeme için bağlayıcı olsa da ortada iĢin esasını çözen bir karar 530 531 Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 119. Aslında mevzuatımızda bu konuda birlik arz eden bir ifade kullanılmamaktadır. Örneğin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda konuya iliĢkin olarak, “Bölge adliye mahkemesince veya Yargıtayca verilen yargı yeri belirlenmesi ile kanun yolu incelemesi sonucunda kesinleĢen göreve veya yetkiye iliĢkin kararlar, davaya ondan sonra bakacak mahkemeyi bağlar” (HMK md. 23, f. 2) ifadesine yer verilmiĢtir. Buna karĢılık CMK’da görev ve yetki konusunda mahkemeler arasında uyuĢmazlık çıktığında görevli ve yetkili mahkemeyi ortak yüksek görevli mahkemenin belirleyeceği hüküm altına alınmıĢtır (CMK md. 4, f. 2;17, f. 1). Ceza muhakemesinde de merciin vermiĢ olduğu kararın kesin olduğu ve buna karĢı kanun yoluna gidilemeyeceği görüĢü hakimdir (ġahin, C. (2014). Ceza Muhakemesi Hukuku. Birinci Cilt, (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 5. Baskı). Ankara, s. 235). Ġdari muhakeme içerisinde yer alan mahkemeler arasında görev ve yetki uyuĢmazlığı çıktığı durumda görevli ve yetkili mahkemeyi yerine göre DanıĢtay veya Bölge Ġdare Mahkemeleri belirler. ĠYUK’ta bu mahkemelerin görev ve yetki uyuĢmazlığına iliĢkin vermiĢ oldukları kararların kesin olduğu belirtilmektedir (ĠYUK md. 43, f. 3). Bir mahkemenin kararının ister kesin olduğundan isterse de bir baĢka mahkeme için bağlayıcı olduğundan bahsedilsin aynı sonuca ulaĢılmaktadır. Her iki durumda da görevli veya yetkili olarak görülen mahkeme, merciin görev veya yetki hakkında vermiĢ olduğu karara uymak zorundadır. Bu bakımdan bu tarz bir durumda mahkemenin kararının bağlayıcı olduğunun veya kesin olduğunun belirtilmesi suretiyle birlik arz etmeyen ifadelerin kullanılması, sadece kavram birliği bakımından önem arz eden bir husustur. 137 bulunmadığı için bu karara konu uyuĢmazlığın da sonraki yargılamada bir ön sorun olarak ortaya çıkması söz konusu olamaz532. Madde ve yer bakımından yetki kurallarına iliĢkin düzenlemelerin ortak yönü, bu konudaki uyuĢmazlığın bir noktada nihayete erdirilmesini amaç edinmeleridir. Zira madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıkları çıktığı zaman, henüz esas yargılamaya geçilememekte veya esas yargılama devam ederken madde veya yer bakımından yetki sorunu ortaya çıkmıĢ ise esas yargılamaya devam edilememektedir. Eğer bu uyuĢmazlık sürüncemede bırakılırsa yargılamanın uzaması ve bu nedenle sanığın makul sürede yargılanma hakkına zarar verilmesi tehlikesi doğar. Diğer taraftan, yargılamanın uzaması yargılamanın ekonomikliği ilkesine de aykırılık oluĢturur. Bu durum yargılamayı yapan devlete ek bir külfet getirir. Bu yüzden bu tarz uyuĢmazlıkların kısa sürede sonuçlandırılması arzulanır533. Bunun için de bir noktadan sonra madde ve yer bakımından yetkiye iliĢkin verilen kararların kesin olduğu kabul edilmektedir. Bu bakımdan madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında merciin vermiĢ olduğu kararın bağlayıcı olması ile amaçlanan hususun, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisinin amacı arasında önemli bir farkın olduğu ortaya çıkar. Madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında merciin kararının bağlayıcı olmasının amacı, usule iliĢkin bu tarz uyuĢmazlıkların bir an önce bitirilerek esas yargılamaya bir an önce geçilmesini sağlamaktır. Maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılığın amacı ise daha önce de belirttiğimiz gibi, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının önlenmek istenmesidir. Sonuç itibariyle, madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında merciin vermiĢ olduğu kararın bağlayıcı oluĢunun, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile bir iliĢkisi bulunmamaktadır. 3.7.4. Hükme KarĢı BaĢvurulan Kanun Yolu Yargılaması Sonucunda Üst Dereceli Mahkemelerin VermiĢ Oldukları Kararlara Direnilememesi ile KarĢılaĢtırılması Yargı mercilerince verilen hükmün temel özelliği, onun tarafların iĢtirakiyle verilmiĢ, baĢka bir ifadeyle kolektif oluĢudur 534 . Tarafların iĢtirakiyle, yani iĢbirliği içerisinde 532 533 534 Heil, 1983, s. 88. Heil, 1983, s. 87. Kunter, 1989, s. 38. 138 verilmiĢ olması, hakimin verdiği hükmün bağlayıcı olmasının sebebidir. Hükmün kolektif oluĢu, bu karara baĢka hakimlerin katılması suretiyle de sağlanır. Bunun zorunlu bir sonucu olarak hakimin kurmuĢ olduğu hüküm genelde bir denetime tabi tutulur535. Derece yargılaması olarak da ifade edilen bu durum sayesinde, bir iĢe baĢka yargı merciin bir daha bakması sağlanır. Bu sayede bir hüküm birden fazla hakimin denetiminden geçer ve daha isabetli bir sonuca ulaĢılır536. Tabii ki bu denetimin ilânihaye devam etmesi de söz konusu olamaz. Hüküm üzerindeki denetimin de bir aĢamada nihai bir kararla son bulması, hem adalet hem de hukuki güvenlik ilkesi nedeniyle gereklidir. Hangi aĢamadan sonra verilmiĢ kararın kesinlik taĢıyacağını belirleme yetkisi ise kanun koyucudadır. CMK’da olağan ve olağanüstü kanun yolları Ģeklinde ikili bir ayrıma gidilmiĢ; itiraz kanun yolu, olağan kanun yolları arasında sayılmıĢtır. Kanuna göre, hakim kararları ile kanunun gösterdiği hallerde, mahkeme kararlarına karĢı itiraz kanun yoluna gidilebilir (CMK md. 267, f. 1). Bu durum karĢısında, itiraz kanun yolunun sadece hakim veya mahkeme kararlarına karĢı baĢvurulabilen bir kanun yolu olduğu, hükme karĢı ise kanunda öngörülen diğer kanun yollarına baĢvurmanın mümkün olduğu sonucuna ulaĢırız. Ayrıca, her ne kadar CMK’da itiraz üzerine merciin verdiği kararların kesin olduğu hükme bağlanmıĢsa da (CMK md. 271, f. 4) burada merciin vermiĢ olduğu kararın aynen madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarındaki merciin vermiĢ olduğu kararların kesin oluĢu ile benzerlik taĢıdığını belirtmekte fayda vardır. Bu yönüyle itiraz üzerine merciin vermiĢ olduğu kararın kesin oluĢu ile konumuz olan bağlayıcılık etkisinin farklı Ģeyler olduğunu söyleyebiliriz. Açıklanan gerekçelerle, bu baĢlık altında sadece hükme karĢı baĢvurulan 535 536 Bir uyuĢmazlık hakkında verilmiĢ ilk derece mahkemesi hükmünün çoğu zaman verildiği anda kesinleĢmemesinin, bu karara karĢı kanun yoluna müracaat edilebilmesinin bazı nedenleri vardır. Bunların baĢında, verilen karardan tatmin olmayan tarafın ikna edilmesi zarureti gelir. Bu da kiĢilere ilk derece mahkemelerinden verilen kararları denetletme imkanının sunulması suretiyle yerine getirilir. Tabi bu belirttiğimiz husus, daha çok özel hukuk uyuĢmazlıkları için geçerli olabilir. Ceza muhakemesi toplum adına yapıldığı için, ilk derece mahkemesi tarafından verilmiĢ kararda bulunan hukuka aykırılıkların giderilmesinde kamunun yararı vardır. BaĢka bir deyiĢle, ceza muhakemesinde kanun yollarının öngörülmesinin baĢlıca nedeninin öncelikli olarak kiĢilerin tatmini değil, kararda bulunan hukuka aykırılıkların ortadan kaldırılması olduğu söylenebilir. Bununla bağlantılı bir diğer neden de hukuk kurallarının doğru ve bütün yurt sathında birlik içerisinde uygulanmasının sağlanmasının gerekli olmasıdır (Bkz. Bilge, N. (1966). Yargıtay Kurullarında GeliĢme ve Reform Zorunluluğu. AÜHFD, 22(1), s. 244). Kunter, 1989, s. 41; Anayasa Mahkemesi de içtihadı birleĢtirme kararlarının Anayasaya aykırılığı istemiyle açılan ve daha önce de zikrettiğimiz kararında, kanun yolu denetiminin gerekliliğini Ģu gerekçelerle savunmuĢtur: “Hâkimler de her insan gibi yanılabilir, usule ve yasaya aykırı kararlar verebilir veya hâkimlerin verdikleri kararlar, taraflar için doyurucu olmayabilir. Bu durum, mahkeme kararına karĢı mahkemenin kendisine veya baĢka bir mahkemeye baĢvurarak bu kararların yeniden incelettirilmesi zorunluluğunu doğurmuĢtur. Yargıtay bu zorunluluğu karĢılamak ereği ile ve özel yasa ile kurulmuĢtur”, Anayasa Mahkemesi 12.06.1969 tarih ve E. 1968/38, K. 1969/34 sayılı karar, http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=274&content=, eriĢim tarihi 22.09.2012. 139 kanun yollarında üst dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararların alt dereceli mahkemeyi bağlaması inceleme konusu edilecektir. Kanun yolu yargılamasında uyuĢmazlığın bir noktadan sonra devam etmesini önlemek amacıyla, üst dereceli mahkeme kararlarına bağlayıcılık etkisinin tanındığını belirtmiĢtik. Bu bakımdan, kanun yolları aĢamasında da alt dereceli mahkemelerin üst dereceli mahkeme kararları ile bağlı olduğuna iliĢkin hükümler bulunmaktadır. Gerçi bu gibi durumlarda kanun koyucu, alt dereceli mahkemenin üst dereceli mahkeme kararı ile bağlı olduğundan değil de üst dereceli mahkeme kararlarının kesinliğinden veya bu kararlara karĢı direnmenin yasak olduğundan bahsetmektedir537. Alman Ceza Muhakemesi Kanunu’nun temyizin düzenlendiği 358’inci paragrafında ise ilk derece mahkemesinin temyiz mahkemesi kararları ile bağlı olduğu ve bu mahkemenin bozma gerekçelerini sonraki kuracağı hükme dayanak teĢkil ettirmesinin gerektiği ifade edilmektedir. Hukukumuzdaki düzenlemenin aksine, Alman hukukunda mahkeme kararlarının kesin olduğu veya bu kararlara karĢı direnmenin yasak olması ifadesine karĢılık, bu kararları kendi kararına dayanak teĢkil ettirme anlamına gelecek “Zugrunde zu legen” ifadesi tercih edilmiĢtir. Aynı ifadeye Alman Medeni Usul Kanunu’nun 563’üncü paragrafının ikinci fıkrasında da yer verilmiĢtir. Sonuç olarak, bu düzenlemelerden de bir mahkemenin vermiĢ olduğu kararın baĢka bir mahkeme için bağlayıcı olması sonucu çıkmaktadır. Zira bir mahkemenin kararının kesin olmasının veya o karara karĢı direnmenin söz konusu olmamasının, bu kararın muhatabı olan mahkemenin veya ilgilinin verilmiĢ karara karĢı gideceği bir kanun yolunun olmaması ve kararın muhatabı olan mahkemenin o karar doğrultusunda hareket etmesi gerektiği anlaĢılır. Sonuç itibariyle alt dereceli mahkemenin her halükarda üst dereceli mahkeme kararı ile bağlılığı söz konusu olacaktır. Bir hükme karĢı baĢvurulan kanun yolu sonucunda üst dereceli mahkemelerin kararlarının bir noktadan sonra kesinlik arz etmesi veya alt dereceli mahkemenin bu mahkeme kararlarına karĢı direnememesi, alt dereceli mahkemenin üst dereceli mahkeme kararı doğrultusunda hareket etmesini zorunlu kılar. Bu bakımdan belirtilen bu hususların bağlayıcılık etkisi ile bir bağlantısının olup olmadığı sorusu akla gelir. Bir yargılama içerisinde söz konusu olan ve hükme karĢı baĢvurulan kanun yolları bağlamında ortaya çıkan bağlayıcılık ile konumuz olan bağlayıcılık etkisi arasında önemli 537 Örneğin CMK’nın 284’üncü maddesinin birinci fıkrasında, Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karĢı direnilemeyeceği; aynı Ģekilde temyiz üzerine Yargıtay tarafından verilen bozma kararlarına karĢı bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkının olduğu, ancak direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karĢı direnilemeyeceği hüküm altına alınmıĢtır (CMK md. 307, f. 4). 140 farklar mevcuttur. Birincisi ve belki de en önemlisi, kanun yolu aĢamasında üst dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararın ve alt dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararın dayandığı uyuĢmazlığın aynı olmasıdır. Oysa bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu durumlarda her iki yargılamanın konusu farklıdır. Her iki mahkemenin farklı muhakeme alanlarında bulunması durumunda, aynı fiilin farklı yönlerden değerlendirilmesi ve bu değerlendirmenin sonraki ceza mahkemesi için önem arz etmesi de söz konusu olabilir. Aralarındaki bir diğer fark ise kanun yolu aĢamasında bağlayıcı karar veren veya hükmüne karĢı direnilemeyen mahkeme ile bu zorunluluğun yöneldiği mahkemenin bir alt-üst iliĢkisi içerisinde bulunmasıdır. Oysa bağlayıcılık etkisinde bağlayıcı karar veren mahkeme ile bu kararın muhatabı mahkeme arasında bir alt-üst iliĢkisi bulunmamaktadır538. 3.8. Bağlayıcılık Etkisi ve Hakim Bağımsızlığı 3.8.1. Genel Olarak Hakim Bağımsızlığı Hakimler, eğer kararlarını verirken özgür iseler; baskı ve tesir altında da bulunmuyorlarsa hakim bağımsızlığı 539 var demektir. Ayrıca hakimlere baskı yapılması kadar, baskı yapılması ihtimali de hakim bağımsızlığını etkiler 540 . Hakim bağımsızlığı, anayasayı oluĢturan temel prensipler arasında sayılmasının yanında; kuvvetler ayrılığı prensibinin bir yansıması ve aynı zamanda bir hukuk devleti prensibidir 541 . Kuvvetler ayrılığı ilkesinin doğal bir sonucu olarak bir hukuk devletinde, hakimlerin yasama ve yürütme organlarına karĢı bağımsız olması esastır. Yasama ve özellikle yürütme organı, Hukukumuzda bazı durumlarda Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla (1982 Anayasası md. 148, f. 6,7) ya da Yargıtay Ceza Genel Kurulu (Yargıtay Kanunu md. 15) veya Yargıtay Ceza Daireleri (Hakimler Savcılar Kanunu, md. 90, f. 1) anayasada ve ilgili kanunlarda belirtilen kiĢiler hakkında yargılama yapmaktadır. Söz konusu düzenlemelere bakıldığında, yargılanan kiĢilerin taĢıdıkları unvan dolayısıyla yargılamaların bu mahkemelerde yapıldığı ortaya çıkar. Bu mahkemelerin söz konusu yargılamalar bağlamında bir kanun yolu mahkemesi olarak görev yapmadıkları ortadadır. Normal bir vatandaĢın genel yetkili mahkemelerde yargılanması ile kanunlarda ve Anayasa’da belirtilen kiĢilerin yüksek dereceli bir mahkemede yargılanması arasında bir fark yoktur. Yüksek dereceli mahkemelerde de yapılan yargılamalarda, sanığın taraf olduğu baĢka bir uyuĢmazlık hakkında verilen karar önem arz edebilir. Bu yönüyle bir bağlayıcılık etkisi gündeme gelebilir. 539 Öğretide “hakim bağımsızlığı” kavramı yerine ve aynı anlama gelecek Ģekilde, “yargı bağımsızlığı” ve “mahkeme bağımsızlığı” kavramları da kullanılmaktadır. Bir görüĢe göre, “yargı bağımsızlığı” kavramı diğer kavramlara nazaran konuyu ifade bakımından daha kapsayıcı olduğu için daha tercih edilebilir görülmektedir (Yavuz, B. (2012). Kuruluş ve İşleyişi Bakımından Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı, Ankara, s. 12). 540 Kunter, 1989, s. 347. 541 Detterbeck, S. (2007). Art. 97. Grundgesetz Kommentar (Herausgegeben von Michael Sachs), München, Rn. 1. 538 141 mahkemelere yargılama görevinin icrası sırasında görevleriyle alakalı emir ve talimat veremez542. Hakim bağımsızlığı ülkemizde anayasal teminat altına alınmıĢtır. Bu bakımdan 1982 Anayasası’na göre, hakimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kiĢi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz (md. 138, f. 1, 2). Hakimin yapmıĢ olduğu yargılama faaliyetinin temel amacı, çatıĢan menfaatler arasında adil bir dengeyi sağlamaktır. Adaletin sağlanabilmesinin temel Ģartı, hakimin yargılama dıĢı etkilere kapılmadan karar verebilmesidir. Yargılama dıĢı etkiler yasamadan, yürütmeden, hakimin bulunduğu ortamdan veya davanın taraflarından veyahut medyadan gelebileceği gibi, yargı erkinin kendi içerisinden dahi gelebilmektedir 543 . ÇalıĢma konumuz esas itibariyle diğer mahkemelerden verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisi olduğuna göre, bizi ilgilendiren husus, yargı erkinden kaynaklanan bağlayıcılık etkisinin hakim bağımsızlığına aykırılık teĢkil edip etmeyeceğidir. 3.8.2. Hakim Bağımsızlığının Yargı Erkine KarĢı Korunması Anayasa’nın yukarıda belirtilen hükmü gereğince, hakimin gerek aynı düzeydeki mahkemelere karĢı gerekse de üst dereceli mahkemelere karĢı korunması hakim bağımsızlığının bir gereğidir 544 . Bu noktadaki bağımsızlığın kapsamının belirlenmesi gerekmektedir. Ġlk olarak hakimin aynı düzeydeki diğer hakim ve mahkemelere karĢı bağımsızlığının sağlanması gerekir. Bu açıdan hakim, kendi önündeki olay hakkında karar verirken, bu olaya benzer nitelikteki mahkeme kararlarından istifade edebilir. Ancak hakimin bu kararlardan istifade edecek olması, mutlaka o hükümlere uygun karar vereceği anlamına gelmemektedir545. Hakimler, önlerinde bulunan uyuĢmazlıklarla ilgili yargılama yaparken bağımsızdırlar. Hakimin önünde bulunan uyuĢmazlık, her ne kadar hakkında 542 543 544 545 Ünal, ġ. (1995). Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hakimlik Teminatı. Ankara, s. 6; Kuvvetler ayrılığı ilkesinin hakim bağımsızlığı açısından önemli olduğu, ancak hakim bağımsızlığının tek baĢına gerekçesi olamayacağı, hakim bağımsızlığının varlık sebebi açısından hukuk devleti, adil yargılanma hakkı, demokratik devlet gibi ilkelerin daha güçlü gerekçeler oluĢturduğu kabul edilmektedir (Yavuz, 2012, s. 15). BVerfG (3. Kammer des Zweiten Senats), Beschluβ vom 29.02.1996- 2 BvR 136/96, NJW, 1996, s. 2149 vd. Demirkol, F. (1991). Yargı Bağımsızlığı. Ġstanbul, s. 78. Yavuz, 2012, s. 101. 142 hüküm verilmiĢ uyuĢmazlıkla benzerlik gösterse de sonuçta birbirlerinin aynısı değillerdir. Bu nedenle hakim, benzer durum ile ilgili verilmiĢ kararlar ile kural olarak bağlı değildir546. Bazen benzer duruma iliĢkin emsal teĢkil eden karar, aynı mahkemenin daha önce vermiĢ olduğu bir karar da olabilir. Bu durumda dahi mahkemenin aynı kararı tekrarlamak zorunda olmadığı kabul edilmektedir547. Ġkinci olarak hakimin bağımsızlığının üst dereceli mahkemelere karĢı da korunması gerekir. Yargı teĢkilatının dereceli bir yapıya sahip olması, hakim bağımsızlığına aykırılık teĢkil etmez 548 . Zira yargı teĢkilatının dereceli bir yapıda olmasının sebebi, ilk derece yargılamasında verilmiĢ hatalı kararların, üst dereceli mahkemelerce denetlenmesi sonucu giderilerek daha adil kararların verilmesini sağlamaktır. Ġki dereceli bir yargılamada hatalı bir kararın verilmesi ihtimali, tek dereceli yargılamada hatalı bir karar verilmesi ihtimalinden daha düĢüktür549. Yargı teĢkilatında dereceli bir yapının olması, üst dereceli mahkemelerin alt dereceli mahkemelere çözecekleri uyuĢmazlıklarla ilgili emir verebileceği anlamına gelmez. Yüksek dereceli hakimlerin, önceden genel nitelikli emir ve talimat vermesi hakim bağımsızlığı ilkesi ile bağdaĢmaz 550 . Bir önceki paragrafta da belirtildiği gibi, yargı teĢkilatında dereceli bir yapının kabul edilmesinin sebebi, daha doğru ve daha adil bir kararın verilmesini sağlamaktır. Bu bakımdan ilk derece mahkemesi hükmünü kurarken tamamen bağımsızdır. Üst dereceli mahkeme de verilmiĢ bir hükmü denetlerken tamamen bağımsızdır551. Açıklanan nedenlerden dolayı bir hakim veya mahkemenin kararının baĢka bir hakim veya mahkeme tarafından denetlenmesinin, hakim bağımsızlığı ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Ayrıca, denetim muhakemesinin bir gereği olarak uyuĢmazlık konusu hakkında bir aĢamadan sonra nihai bir kararın verilmesi gerekmektedir. Bunu sağlamanın yolu da belli bir aĢamadan sonra üst dereceli mahkeme kararına uyulmasının zorunlu tutulmasıdır. 546 547 548 549 550 551 Demirkol, 1991, s. 79. Gözler, 2013, s. 176; TOSUN, vermiĢ olduğu örnekte, aynı konuya iliĢkin durumlarda dahi hakimlerin kararlarının birbirlerini etkilemeyeceğini savunmaktadır. Yazara göre, “bir kitabın müstehcen olduğu konusundaki mahkumiyet kararına rağmen, aynı kitabın bir baĢka baskısı için açılmıĢ davada hakim daha önce bu kitabın aynı olan basısı için verilmiĢ kararla bağlı değildir; açılan dava üzerine yeniden bir muhakeme yapılır ve gerekli karar verilir; bu karar birinci karar gibi olabilir yahut değiĢik olabilir. Bunun tersi kabul edildiğinde sonraki mahkeme ilk mahkemenin emri ile hareket etmiĢ olur; bu ise bağımsızlığa ayıkırı düĢtüğünden kabul edilemez” (Tosun, 1981, s. 362). Yavuz, 2012, s. 98. Gözler, 2013, s. 461. Kunter, 1989, s. 355. Tosun, 1981, s. 362; Demirkol, 1991, s. 79. 143 Nitekim Anayasa Mahkemesi de vermiĢ olduğu bir kararında, itiraz üzerine mercii tarafından verilen kararların kesin olmasını hakim bağımsızlığına aykırı bulmamıĢtır552. 3.8.3. Bağlayıcılığın Hakim Bağımsızlığı Üzerine Etkisi Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi halinde ceza hakimi, bir olayın tespit edilmesinde veya olaya bir kanun maddesinin uygulanmasında kendisini özgür hissetmeyebilir. Çünkü ön sorun hakkında daha önceden bir hüküm verilmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle, bu hususa iliĢkin daha önce yapılmıĢ olan bir değerlendirme ceza hakimin önünde mevcut bulunmaktadır 553 . Ceza hakimi, vicdani kanaatiyle serbestçe karar vermeden, sadece bu sorun hakkında daha önceki mahkemenin kararı yönünde hüküm kuracaktır. Bu gerekçelerle bu durum bazı yazarlar tarafından hakimin delilleri serbestçe değerlendirmesi ilkesine getirilmiĢ önemli bir sınırlandırma olarak görülmektedir554. ġu hususu belirtmek gerekir ki hakim bağımsızlığına iliĢkin düzenlemeler ceza hakimine özel bir ayrıcalık bahĢetmemektedir. Ceza hakimi gibi diğer hakimler de hakim 552 553 554 “Bir yargılama yerinin verdiği kararda kanuna ve geçerli bir hukuk kuralına aykırılık olduğunun ileri sürülmesi ile ortaya çıkan uyuşmazlığın çözülmek üzere yargılama yeri önüne getirilmesi, bir "kanun yolu" davasının açılması niteliğindedir… Yargı yerlerinde görev yapan hâkimler de her insan gibi yanılabilir, usul ve kanuna aykırı düşen bazı kararlar vermiş olabilirler veya verdikleri kararlar, taraflar için doyurucu sayılmayabilir. Diğer yönden hâkimlerin, belli olaylarda uyguladıkları kanunları ve ilgili öteki hukuk kurallarını kendi kamlarına göre başka başka biçimlerde yorumlamaları olanağı ve olasılığı vardır. İşte yargı yerlerinin verdikleri kararlarda, gerek yanılma gerekse başka biçimde yorumlama sonucu olarak doğan ve olağan sayılması gereken kanuna ve hukuka aykırılıkların zamanında giderilmesini sağlamak amacıyla bazı uygun metotların konulması zorunlu olmuştur. Genel olarak "Kanun yolu" diye tanımlanan bu metotlara başvurulması olanağı ile gerek toplum gerekse taraflar için güvence sağlanması görevi de yerine getirilmiş olmaktadır. Böylece bir temel hukukî uyuşmazlığın yargı yerlerince çözülmesi sonunda esastan verilecek kararların, gerek bireylerin gerekse toplumun adalet duygularını daha büyük ölçüde doyurması da gerçekleşecektir… Şu hale göre, bir hâkimin veya mahkemenin işlem veya kararının başka bir hâkim veya mahkeme tarafından denetlenmesi, 132. maddenin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu bakımdan, verilen kararların veya hükümlerin Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygunluğunu güvenlik altına almak üzere, bir işin veya uyuşmazlığın çözülmesi için bir yargı yerince verilen karar veya hükmün başka bir hâkime veya mahkemeye incelettirilmesini ve o hâkim veya mahkeme kararının ilk kararı veya hükmü veren hâkim veya mahkeme için bağlayıcı olmasını öngören bir kanun hükmü, Anayasa'nın sözü edilen maddesindeki, "mahkemelerin bağımsızlığı" ilkesine aykırı sayılamaz. Hattâ böyle bir maddenin kendi kapsamı içinde hâkimleri ve mahkemeleri Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygun karar veya hüküm vermekle ödevli kılan kuralın, gerçekten uygulanması ereğini güden bir tedbir hükmü niteliğinde olduğu da söylenebilir” Anayasa Mahkemesi, 18.2.1971 tarih ve E. 1970/31, K. 1971/21 sayılı kararı, http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=337&content=, eriĢim tarihi 9.3.2012. Anayasa Mahkemesi aynı gerekçelerle, temyiz yargılaması üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararlarının kesin olmasının hakim bağımsızlığına aykırı olduğu nedeniyle CMUK’un ilgili maddelerinin iptali için yapılan baĢvuruyu reddetmiĢtir. Bkz. Anayasa Mahkemesi, 20.10.1977 tarih ve E. 1977/112, K. 1977/128 sayılı karar, http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=513&content=, eriĢim tarihi 9.3.2012. Bötticher, 1960, s. 513; Schwab, 1960, s. 2171. Hellmann, 1954, s. 13; Trousil, 2005, s. 2. 144 bağımsızlığından istifade etmektedirler 555 . Buna karĢılık, bazı muhakeme kanunlarında ispat kurallarına sınırlandırmalar getirilebilmektedir. Mesela, hukuk muhakemesinde hakim ikrar ile bağlı kılınmıĢtır. Bu gibi durumlarda da aslında hakimin olay hakkında yapacağı araĢtırmaya bir sınırlandırma getirilmesi söz konusudur. Fakat bağlayıcılık ile bu husus farklıdır. Bağlayıcılıkta hakimin olayı araĢtırmasına getirilen sınırlandırmanın nedeni, aynı meselenin daha önceden baĢka bir hakim kararı ile belirlenmiĢ olmasıdır. Diğer taraftan, daha önceki bir hakim kararı ile bağlılığın örneğin temyiz mahkemesinin ilk derece mahkemesinin olaya iliĢkin tespitleri ile bağlı olması ile pek bir farkı yoktur. Bu iki durum birlikte ele alındığında Ģu söylenebilir, bir olayın tek bir hakim tarafından mı, yoksa birden fazla hakim tarafından mı araĢtırılmasının yeterli olacağını belirleme yetkisi bir hukuk devletinde yasa koyucunun bileceği bir iĢtir 556 . Nasıl ki kanun yolu aĢamasında uyuĢmazlığa bir noktadan sonra son vermek gerekmekte ise bağlayıcılıkta da aynı Ģey söz konusudur. Bu bakımdan bağlayıcılık sadece aynı meselenin tekrardan baĢka bir hakim incelemesinden geçirilmemesi anlamına gelir. Bu yüzden bağlayıcılık denildiği zaman, hakimin araĢtırmasına getirilmiĢ bir sınırlamadan değil, yapılacak araĢtırmanın sayısına getirilen bir sınırlamadan bahsedilir. Sonuç olarak bağlayıcılık etkisinin hakim bağımsızlığına bir etkisinin olmadığı ortaya çıkar557. 555 556 557 Waldeyer, 2006, s. 109. Bötticher, 1960, s. 514. Bötticher, 1960, s. 514; Heil, 1983, s. 52. 145 4. MEVZUATIMIZDA YER ALAN DÜZENLEMELERĠN CEZA MUHAKEMESĠ KARARLARININ BAĞLAMINDA BĠRBĠRLERĠ YARGI MERCĠLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ KAPSAMINDA DEĞERLENDĠRĠLMESĠ 4.1. Ceza Mahkemesi Haricindeki Mahkemeler Tarafından Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığına Dair Düzenlemelerin Değerlendirilmesi Ceza Mahkemesinin Bekletici Sorun Kararı Vermesi veya Nispi Muhakeme 4.1.1. Yapması (CMK md. 218) 4.1.1.1. Madde Hakkında Genel Bilgi Bir ceza davasında hükmün verilmesi bazen ceza davasının konusunu teĢkil etmeyen bir sorunun çözülmesine bağlı kılınmıĢ olabilir. Bu duruma iliĢkin olarak CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrasında Ģu hükme yer verilmiĢtir: “Yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise; ceza mahkemesi bu sorunla ilgili olarak da bu kanun hükümlerine göre karar verebilir. Ancak bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir”. Düzenlemeye göre, bu gibi bir durumda ceza hakiminin önünde iki seçenek bulunmaktadır: Ġlk olarak, ceza hakimi ön sorun hakkında kendisi karar verebilir. Ceza hakimi, sorunu kendisinin çözecek olması halinde, olayı CMK’da geçerli olan prensiplere göre çözer558. Bu düzenleme, ceza hakimine kendi yetki alanı dıĢındaki bir sorun hakkında da karar verme yetkisini mümkün kılmaktadır. Eğer ceza hakimi ilk yolu tercih etmez ise uyuĢmazlığın ilgili yargı yerinde karara bağlanması için bekleme kararı verebilir. Ceza hakimi, bekletici sorun kararını yargılamaya katılanların talebi üzerine veya resen de verebilir559. 558 559 “Bu fıkradan anlaşılıyor ki, eğer bir fiilin cezalandırılıp cezalandırılmayacağına karar vermek, evvela hukuki bir meselenin halledilmesini icap ettiriyorsa, ceza mahkemesi bu meseleyi de serbest takdir prensibine göre halleder. Yoksa halli lazım gelen meselenin hukuki olması onun Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri ile bağlı tutulmasını istilzam etmez. Mademki ceza mahkemesinde delillerin serbest takdiri kaidesi hakimdir, o halde bu mahkemede halli lazım gelen bütün meselelerin hallinde de bu kaideye riayet lazımgelir” (Kantar, 1957, s. 306); Moschüring, 1993, Rn. 1; Engelhardt, 2008, Rn. 1; Gollwitzer, 2001, Rn. 3. Eschelbach, 2010, Rn. 6. 146 Ceza mahkemesine bekletici sorun yapma veya sorunu kendisinin çözme yetkisinin tanınmıĢ olmasının nedeni, farklı yargı mercilerinin aynı sorun ile meĢgul olmalarını, ayrıca aynı soruna iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin verilmesini engellemektir 560 . Düzenlemenin bu belirtilenlerle bağlantılı bir baĢka amacı ise yargılamanın hızlı ve ekonomik bir Ģekilde yapılmasını sağlamaktır561. Bu nedenle ceza mahkemesi, bu amaçları göz önünde bulundurmak suretiyle, takdir hakkını hangi seçenekten yana kullanacağına karar vermelidir. 1412 sayılı CMUK’un 255’inci maddesine göre, bir fiilin suç olup olmaması “adi hukuka” ait bir sorunun çözümüne bağlı ise ceza hakimi sorunu ceza muhakemesi hükümleri çerçevesinde çözebileceği gibi, bu durumu bekletici sorun da sayabilirdi. Madde bir bütün olarak değerlendirildiğinde, adi hukuktan kastın özel hukuk iliĢkileri olduğu sonucuna ulaĢılmaktaydı. Zira söz konusu maddenin üçüncü fıkrasında, ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin kararını bekleyebileceği belirtilmekteydi. Bu nedenle, sanki bir fiilin suç olup olmaması idari yargıda çözülmesi gereken bir sorunun halline bağlı olması durumunda, CMUK’un 255’inci maddesi hükmünün uygulanmayacağı gibi bir sonuç ortaya çıkmaktaydı. Buna karĢılık CMK’nın 218’inci maddesinde, “yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise” denilmek suretiyle, idari uyuĢmazlıklar da açıkça söz konusu hüküm kapsamına alınmıĢtır562. 560 561 562 Moschüring, 1993, Rn. 28; Bir baĢka görüĢe göre ise ceza mahkemelerine bekletici sorun kararı verme yetkisinin tanınmıĢ olmasının nedeni, birbiriyle çeliĢen kararların verilmesinin önüne geçmek olamaz. Düzenlemenin asıl amacı, yargılamanın ekonomik yapılması ilkesinin arkasına sığınarak, ceza muhakemesinin kötüye kullanılmasının önüne geçmektir. Zira tecrübe göstermiĢtir ki, diğer hukuk disiplinleri ile bağlantılı durumlarda, bu hukuk disiplinine iliĢkin uyuĢmazlıklar ceza mahkemesine çözdürülmek istenmektedir. Çünkü ceza muhakemesinde delil serbestisinin oluĢu, iddia sahibinin iddiasını daha rahat ispatlamasına olanak sağlamaktadır. Bu nedenle, birçok durumda hukuki uyuĢmazlıkların ceza muhakemesi içerisinde çözdürülme giriĢimleri olmaktadır. Eğer ceza mahkemesine hukuk mahkemesi kararını bekleme yetkisi verilmemiĢ olsa ceza hakimi bu uyuĢmazlık hakkında da karar vermek zorunda kalacaktı (Gollwitzer, 2001, Rn. 25). Bu görüĢe katılmasak da görüĢün kendi içerisinde tutarlı olduğunu belirtmemiz gerekir. Zira hem bağlayıcılık etkisini kabul etmeyip hem bu yetkinin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasını engellemek olduğunu söylemek bir çeliĢki arz eder. Çünkü bağlayıcılık etkisini kabul etmemek, bekletici soruna iliĢkin verilen hüküm ile ceza hakiminin bağlı olmayacağı anlamına gelmektedir. Bu durumda ceza hakimi, ön sorunu çözen mahkeme hükmü ile tatmin olmaz ise kendisi bu hükümden ayrılabilecektir. Sonuçta, bağlayıcılık etkisinin kabul edilmemesi, doğal olarak birbiriyle çeliĢen hükümlerin meydana çıkabileceğinin kabullenilmesi anlamına gelir. Bu nedenle, hem bağlayıcılık etkisini kabul etmeyip hem de CMK md. 218 hükmünün (StPO § 262) birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasını engellemek olduğunu söylemek, açık bir çeliĢkidir. Moschüring, 1993, Rn. 28; Eschelbach, 2010, Rn. 6; Gollwitzer, 2001, Rn. 25. Benzer bir düzenleme Alman StPO’nun 262’inci paragrafında yer almaktadır. Düzenleme Ģu Ģekildedir: “StPO 262: 1) Bir fiilin cezalandırılabilirliği özel hukuka ait bir iliĢki hakkında verilecek karara bağlı ise, ceza hakimi bu mesele hakkında da, ceza yargılamasında ispata ve usule iliĢkin hükümler çerçevesinde, karar verir. 2) Mahkeme ayrıca, yargılamaya ara vermeye ve davaya katılanlardan birisine hukuk mahkemesinde dava açmak için süre vermeye veya hukuk mahkemesinin kararını beklemeye yetkilidir”. 147 Yüklenen suçun ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin yetkisine giren bir suçun iĢlenip iĢlenmediğine bağlı olması halinde, bu durumda da yargılamayı yapan ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı verebilip veremeyeceği konusu tartıĢmalıdır. Alman Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (StPO), CMK md. 218 hükmünün karĢılığı olan 262’nci paragrafında sadece hukuki uyuĢmazlıklar zikredildiği için yüklenen suçun ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin yetkisine giren bir suçun iĢlenip iĢlenmediğine bağlı olması halinde, ceza mahkemesinin bu madde hükümlerine göre hareket edemeyeceği görüĢü savunulmaktadır563. Hukukumuzda ise yüklenen suçun ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin yetkisine giren bir suçun iĢlenip iĢlenmediğine bağlı olması halinde, ilk baĢta davaların birleĢtirilmesi müessesinin iĢletilmesi gerekir. Çünkü böyle bir durumda suçlar arasında bir bağlantı söz konusudur. Bağlantılı suçlarda ise ilk olarak savcılık, birleĢtirmek suretiyle davaları yüksek görevli mahkemede açabilir (CMK md. 9). Davalar ayrı mahkemelerde açılmıĢ olsa da kovuĢturma evresinin her aĢamasında, bağlantılı ceza davalarının birleĢtirilmesine yüksek görevli mahkeme tarafından karar verilebilir (CMK md. 10, f. 1). Görüleceği gibi, uyuĢmazlıklar arasında bir bağlantı bulunması durumunda, davaların birleĢtirilmesine karar verilip uyuĢmazlık yüksek görevli mahkemede çözüme kavuĢturulacağı için bekletici sorun kararı verme veya nispi muhakeme yapma yollarına gerek dahi bulunmayacaktır. Fakat uyuĢmazlıklar arasında bağlantı bulunması, davaların mutlaka birleĢtirileceği anlamına da gelmemektedir. Eğer davaların birleĢtirilmesi suretiyle yargılama daha çabuk ve ekonomik yapılacaksa ve daha isabetli bir karar verilecekse birleĢtirme yapılmasında fayda vardır. Buna karĢılık davaların birleĢtirilmesinde fayda yok ise davalar ayrı görülmeye devam eder. Ancak böyle bir durumda, yargılamayı yapan ceza mahkemesinin diğer ceza mahkemesinin konuya iliĢkin vereceği hükmü beklemesi gerekir. Her ne kadar CMK’nın 218’inci maddesinde “yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise” denilmek suretiyle, yüklenen suçun ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin yetkisine girmesi durumunda bekletici sorun kararı verilemeyeceği gibi bir durum ortaya çıksa da mahkemenin bu durumla ilgili de bekletici 563 CMUK md. 255 hükmünün aslı olan Alman StPO 262 hükmünde de hukuk uyuĢmazlıkları zikredilmiĢ, idari veya diğer uyuĢmazlıklardan bahsedilmemiĢtir. Ancak, Alman öğretisinde StPO § 262 hükmünün hukuk uyuĢmazlıkları dıĢındaki uyuĢmazlıklar için de uygulanabileceği noktasında görüĢ birliği mevcuttur (Moschüring, 1993, Rn. 2; Eschelbach, 2010, Rn. 2; Gollwitzer, 2001, Rn. 1; Meyer-Goβner, 2005, § 262, Rn. 1). Gollwitzer, 2001, Rn. 33 148 sorun kararı verebileceği kanaatindeyiz. Bu durumda, ceza muhakemesinde serbest olan kıyas müessesesine baĢvurulmak suretiyle bir çözüm yoluna gidilebilir. Çünkü mevzuatımızda bir baĢka ceza mahkemesinin yapacağı yargılamanın beklenmesi gerektiğine iliĢkin düzenlemeler bulunmaktadır (Örn. TCK md. 127). Söz konusu düzenlemelerden yola çıkarak yüklenen suçun ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin yetkisine giren bir suçun iĢlenip iĢlenmediğine bağlı olması halinde de bekletici sorun kararı verilebileceği sonucuna ulaĢılabilir. Bekletici sorun kararı verilmesinin veya nispi muhakeme yapılmasının sadece ilk derece mahkemelerinde değil, istinaf aĢamasında da uygulanma imkanına sahip olduğu; buna karĢılık temyiz aĢamasında ise bu hükmün uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Bunun sebebinin ise temyiz mahkemesinin, kural olarak baĢka olayların tespitini ve onların değerlendirilmesini dikkate alamayacak olması gösterilmektedir564. 4.1.1.2. Bekletici Sorun Kararı Verme veya Nispi Muhakeme Yapma Konusunda Ceza Mahkemesinin Takdir Yetkisinin Sınırı 4.1.1.2.1. Takdir Yetkisinin Zaman Ġtibariyle Sınırlandırılması Takdir yetkisinin zaman itibariyle sınırlandırılması ile kastedilen, mahkemenin ne zaman nispi muhakeme yapmaya karar vermesi ne zaman bekletici sorun kararı vermesi gerektiğidir. Bu bakımdan ön sorun ile ilgili üç ihtimal ortaya çıkabilir. Ġlk olarak, ceza yargılaması yapılırken ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde henüz bir dava açılmamıĢ olabilir. Ġkinci olarak, ceza yargılamasına paralel bir Ģekilde, ilgili yargı yerinde de ön sorun hakkında bir yargılama yapılıyor olabilir. Son olarak da ceza mahkemesi ön sorunu tespit etmeden önce, bu sorun hakkında ilgili yargı yerinde bir karar verilmiĢ olabilir. Bu ihtimaller çerçevesinde ceza mahkemesinin sorunu kendisinin mi çözeceği, yoksa bu durumu bir bekletici sorun mu sayacağının tespit edilmesi gerekir. Maddenin düzenlemesinden, ceza hakiminin bekletici sorun kararı verme veya nispi muhakeme yapma yollarından birisini seçme konusunda tamamen serbest olduğu izlenimi uyanmaktadır. Ancak soruna daha yakından bakıldığında, bunu söylemenin o kadar da kolay olmadığı ortaya çıkmaktadır. Zira ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde ceza yargılamasından önce dava açılmıĢ olması veya bu sorun hakkında önceden ilgili yargı yerince karar verilmiĢ olması hallerinde, nasıl hareket edileceğine iliĢkin olarak madde 564 Gollwitzer, 2001, Rn. 27. 149 metninde açık bir ifade yer almamaktadır. Kanımızca ceza hakiminin bu serbestisi, ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde herhangi bir yargılama yapılmamıĢ olması durumunda tamdır. Zira maddenin ilk fıkrasının “Ancak” diye baĢlayan ikinci cümlesini göz önünde bulundurduğumuzda, ceza hakiminin bu serbestisinin söz konusu olabilmesi için henüz ortada diğer mahkemeler tarafından bir yargılamanın yapılmamıĢ olması gerektiği sonucu çıkar. Çünkü ikinci cümlenin “ancak” diye baĢlaması, fıkrada yer alan her iki cümlenin bir bağlantı içinde olduğunun göstergesidir. Fıkranın ikinci cümlesine göre ise ceza hakimi, bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilecektir. Görüleceği gibi, ilgili yargı yerinde henüz dava açılmamıĢ olması durumunda ceza mahkemesi dava açılması için bekletici sorun kararı verebilir veya sorunu kendisi çözer. Ġlgili yargı yerinde açılmıĢ bir dava var ise ceza hakimi ancak bekletici sorun kararı verebilir565. Sonuç olarak 218’inci maddenin birinci fıkrasına göre ceza hakiminin önünde henüz ceza mahkemelerinden baĢka bir mahkemeye götürülmemiĢ bir sorunla ilgili iki seçenek bulunmaktadır: ceza hakimi bu sorunu ya kendisi çözecek ya da sorunun baĢka bir mahkemede çözülmesi için veya açılmıĢ davanın sonucunun beklenmesi için bekletici sorun kararı verecektir. Buna karĢılık ön sorun ile ilgili olarak ilgili yargı yerinde açılmıĢ bir dava bulunmakta ise ceza hakimi sadece bekletici sorun kararı verebilecektir. Ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde henüz bir dava açılmamıĢ ise ceza mahkemesi ilgililere süre vererek bu sorun hakkında ilgili yargı yerinde dava açılmasını sağlayabilir. Ceza mahkemesinin ilgililere süre vermiĢ olması, bu kiĢilerin ilgili yargı yerinde dava açmak zorunda oldukları anlamına gelmemektedir 566 . Tayin ettiği süre zarfında dava açılmamıĢ olması durumunda, ceza mahkemesinin ön sorun hakkında kendisinin karar vermesi mümkündür567. Ġlgililerin belirlenen süre zarfında dava açmamaları halinde, ceza mahkemesinin yeniden bir süre tayin etmesine ise herhangi bir kanuni engel olmasa da bu durum, ceza yargılamasının gereksiz yere uzaması anlamına gelir. Bekletici sorun 565 566 567 Kantar, 1957, s. 307; Ġlgili yargı yerinde açılmıĢ bir dava olması halinde ceza mahkemesi nispi muhakeme yapamasa da, yapmıĢ olduğu yargılamaya ara verip vermeme konusunda takdir hakkına sahiptir. Bkz. Tan, 1951, s. 663. Moschüring, 1993, Rn. 39; Engelhardt, 2008, Rn. 10; Gollwitzer, 2001, Rn. 40. HMK’nın bekletici sorunun düzenlendiği 165’inci maddesinde yer alan düzenlemeye göre ise; hukuk mahkemesinin bekletici sorun kararı verdiği durumlarda, ilgili yargı yerinde dava açması için kendisine süre verilen taraf, bu süre içerisinde davasını açmaz ise, bu tarafın bu husustaki iddiasından vazgeçmiĢ sayılacağı hüküm altına alınmıĢtır (HMK md. 165, f. 2). Söz konusu düzenleme tasarruf ilkesinin geçerli olması nedeniyle hukuk muhakeme açısından kabul edilebilir. Fakat ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı verdiği durumlarda ilgili yargı yerinde dava açılmamıĢ olması, ilgililerin bu haklarından vazgeçtiği anlamına gelmez. Ceza muhakemesinde maddi gerçek araĢtırıldığı için artık böyle bir durumda konuyla ilgili olarak ceza mahkemesinin kendisinin karar vermesi en uygun yoldur. 150 sayılması nedeniyle ceza yargılamasına ara verilmesi durumunda, dava zamanaĢımına iliĢkin süreler durur (TCK md. 67, f. 1)568. Fakat sürenin durmuĢ olması, sanığın makul sürede yargılanma hakkına bir istisna getirilebileceği anlamına gelmemektedir. Ġlgili yargı yerinde dava açılmasını sağlamak amacıyla ceza davasının sürekli durmasına karar vermek, ceza muhakemesinin makul sürede bitirilememesine neden olabilir. Bunun neticesinde de sanığın söz konusu hakkı ihlal edilmiĢ olur. Bu nedenle, ceza mahkemesinin ilgililerin dava açıp açmayacaklarını en kısa sürede netleĢtirip bu kiĢilerin vereceği karara göre hareket etmesinde büyük yarar vardır. Ön sorun, daha önceden kesin bir Ģekilde ilgili yargı yerinde sonuçlandırılmıĢ ise; ceza hakiminin nispi muhakeme yapmasının veya bekletici sorun kararı vermesinin mümkün olmadığı savunulmaktadır 569 . Bu görüĢe kısmen katıldığımızı, kısmen de katılmadığımızı belirtmekte fayda vardır. ġöyle ki, ön sorun hakkında ilgili yargı yerince önceden karar verilmiĢ olması durumunda ceza hakimi, bekletici sorun sayarak ilgili yargı yerinde dava açılmasına karar veremez. Zira bu sorun hakkında daha önceden kesinleĢmiĢ bir hüküm mevcuttur. Taraflardan birisi tekrardan dava açmak isterse bu durumda ilgili yargı yerindeki ikinci mahkeme, kesin hüküm bulunması nedeniyle davayı kabul etmeyecektir. ĠĢletilmesi olanağı dahi bulunmayan bir yola baĢvurulmasının ise kabul edilmemesi gerekir. Bu yönüyle belirtilen görüĢ isabetlidir. Buna karĢılık, tezimizin ikinci bölümünde, bağlayıcılık etkisinin Ģartları belirtilerek hangi mahkeme hükümlerinin ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olması gerektiği, hangilerinin ise bağlayıcı etkiye sahip olamayacağı açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Bu bakımdan, ilgili yargı yerince ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olmayan bir hüküm verilmesi durumunda, ceza mahkemesi bekletici sorun sayarak ilgili yargı yerinde tekrardan dava açılmasına karar veremez ise de bu durumla ilgili nispi muhakeme yapabilir 568 569 Güngör, D ve Okuyucu-Ergün, G. (2009). Ceza Muhakemesinde Bekletici Sorun Kararının Dava ZamanaĢımının Durmasına Etkisi. TBBD, (83), s. 69; Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında bu hususu dolaylı olarak dile getirmiĢtir. Anılan kararın konumuzu ilgilendiren kısmı Ģu Ģekildedir: “Yerel mahkemece, 3.3.1987 tarihli oturumda, kadastro mahkemesinin dava dosyasının sonucunun beklenilmesine karar verilmiş ise de, yapılan keşiflerde suça konu emvalin kesildiği yerin itirazlı 1193 nolu parsel dışında kaldığı, dolayısıyla dava konusu yer ile orman emvalinin kesildiği yerin aynı yerler olmadığı, mahkemece suça konu emvalin kesildiği yerin, orman olup olmadığı usulünce araştırılmak suretiyle sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, sanığın hukuki durumunu hiçbir şekilde etkilemeyecek olan kadastro mahkemesine açılan dava sonucunun beklenilmesinin, ön sorun olarak kabul edilemeyeceği, zamanaşımını kesen en son işlem tarihi olan sanığın sorgusunun yapıldığı 8.7.1983 tarihinden itibaren TCY’nin 102/4. Maddesinde belirtilen 5 yıllık zamanaşımı süresinin 8.7.1988 tarihinde dolduğu saptandığından, kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına ilişkin direnme kararı isabetlidir” YCGK, 04.05.2004 tarih ve E. 2004/3-89, K. 2004/110 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 22.05.2012. Oğuzman, 1952, s. 149; bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen yazarlar da bu durumda ceza hakiminin bekletici sorun kararı veremeyeceği, buna karĢılık nispi muhakeme yapabileceği görüĢündedirler (Gollwitzer, 2001, Rn. 34). 151 ve sorunu kendisine yetecek ölçüde çözebilir. Ġlgili yargı yerince ceza mahkemesini bağlayıcı etkiye sahip bir hükmün verilmiĢ olması durumunda ise ceza mahkemesi bu verilen mahkeme hükmü ile bağlı olacağı için konu ile ilgili nispi muhakeme yapamaz. 4.1.1.2.2. Takdir Yetkisinin Konu Ġtibariyle Sınırlandırılması Takdir yetkisinin konu itibariyle sınırlandırılmasından, ceza mahkemesinin, öngörülen bu iki yoldan birisini seçme yönündeki takdir yetkisinin her türlü uyuĢmazlık bakımından mutlak olmadığı kastedilmektedir. Kanun koyucu bazen bu gibi durumlarda ceza mahkemesinin sorunu kendisinin çözmesini zorunlu kılarken; bazı durumlarda ise bekletici sorun kararı vermesini zorunlu kılmıĢ olabilir. Bekletici Sorun Kararının Verilmesinin Zorunlu Olduğu Haller Hukukumuzda bekletici sorun kararının verilmesinin zorunlu olmasının en tipik örneğini Anayasaya aykırılık iddiaları oluĢturmaktadır. Böyle bir durumda, ceza hakimi de zorunlu olarak bekletici sorun kararı vererek bu sorunun ilgili yargı yerinde sonuçlandırılmasına kadar yargılamaya ara vermek zorundadır. 1982 Anayasası’nın 152’nci maddesinin birinci fıkrasına göre, “bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır”. Bu hüküm gereğince, uygulayacağı kanun hükümleri bakımından bir anayasaya aykırılık sorunu ortaya çıkması halinde ceza mahkemesi, bu sorunu kendisi çözemeyecek ve zorunlu olarak bu durumu bekletici sorun sayacaktır. Ceza mahkemelerinin bekletici sorun kararı vermek zorunda olduğu haller anayasaya aykırılık iddiası ile sınırlı değildir. Bekletici sorun kararının verilmesinin zorunlu olduğu bir baĢka durum ise Türk VatandaĢlığı Kanunu’nda yer almaktadır. Bilindiği üzere, ceza hukukunda mülkilik ilkesi geçerlidir. Bu ilke gereğince suç Türkiye’de ister yabancı isterse de bir Türk vatandaĢı tarafından iĢlenmiĢ olsun, olaya Türk kanunları uygulanır (TCK md. 8). Buna karĢılık yabancı ülkede iĢlenilen suçlarda fail veya mağdurun Türk vatandaĢı olup olmaması, Türk mahkemelerinin yetkili olup olmamasında etkili olabilmektedir. ĠĢte böyle bir durumda, fail veya mağdurun Türk vatandaĢı olup olmadığı noktasında dava esnasında bir tereddüt yaĢanırsa ceza mahkemesi mutlaka bekletici sorun kararı vermek zorundadır. Zira 5901 sayılı Türk VatandaĢlığı Kanunu’nun 36’ncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre, 152 “bir kişinin Türk vatandaşı olup olmadığı konusunda herhangi bir tereddüde düşüldüğü takdirde, bu husus Bakanlıktan sorulur”. Burada kastedilen bakanlığın ĠçiĢleri Bakanlığı olduğu açıktır (5901 sayılı Kanun md. 3)570. Bekletici sorun kararının verilmesinin zorunlu olduğu bir baĢka durum da 2247 sayılı UyuĢmazlık Mahkemesinin KuruluĢ ve ĠĢleyiĢi Hakkındaki Kanun’da düzenlenmiĢtir. Adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında olumlu görev uyuĢmazlığının571 çıkması halinde görev konusunda UyuĢmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesi geri bırakılır (2247 sayılı Kanun md. 18, f. 1). UyuĢmazlık Mahkemesi kararını altı ay içerisinde vermelidir. Eğer altı ay içerisinde UyuĢmazlık Mahkemesi’nin kararı gelmez ise yargılamaya devam olunur. Altı ay geçtikten sonra ve fakat esasa iliĢkin bir karar verilmeden önce, UyuĢmazlık Mahkemesinin kararının gelmesi durumunda, UyuĢmazlık Mahkemesinin göreve iliĢkin vermiĢ olduğu karara uyulması gerekmektedir (2247 sayılı Kanun md. 18, f. 2). Ceza mahkemeleri arasında olumlu madde (CMK md. 4) ve yer bakımından yetki (CMK md. 17) uyuĢmazlıklarının çıkması halinde de mahkemeler yargılamaya devam edemezler. Bu konuda merci tarafından bir karar verilinceye kadar yargılamanın durdurulması gerekmektedir. Bekletici sorun kararı vermenin zorunlu olmadığı diğer bütün durumlarda bekletici sorun kararı verme veya nispi muhakeme yapma yetkisi ceza hakimindedir572. Yargıtay ise 1412 sayılı CMUK zamanında vermiĢ olduğu bir kararında, yaĢ düzeltme ve fiilin suç olup olmamasına iliĢkin konular dıĢındaki sorunlara ceza mahkemesince karar verilemeyeceğini; bu gibi durumlarda ceza mahkemesinin ya bekletici sorun kararı vermesi ya da eldeki kayıtlarla yetinerek hüküm kurması gerektiğine hükmetmiĢtir573. Yargıtay’ın 570 571 572 573 Bu konu ile ilgili olarak yürürlükten kaldırılan 403 sayılı Türk VatandaĢlığı Kanunu’nun 41’inci maddesinde daha açık bir ifadeye yer verildiği kanısındayız. Bu hükme göre “Danıştay dışında herhangi bir Türk yargı organı önünde bir kimsenin Türk vatandaşı olup olmadığı iddia edilir veya ilgili organ tarafından tereddüde düşülürse bu husus İçişleri bakanlığından sorulur. İçişleri bakanlığı en geç bir ay içinde kararını bildirir. İçişleri bakanlığınca verilen kararın davaya bakmakta olan mahkemece taraflara tebliğinden başlayarak bir ay içinde ilgililerce Danıştay’a başvurulmadığı takdirde bakanlık kararı kesinleşir. 2’nci fıkrada, belirtilen şekilde Danıştay’a başvurulursa, bakılmakta olan dava, karara kadar durdurulur. Sözü edilen fıkra gereğince yapılan müracaatları Danıştay üç ay içinde kesin olarak karara bağlar”. Kanun’un 17’inci maddesine göre, olumlu görev uyuĢmazlığı Ģu Ģekilde tanımlanmıĢtır: “ Olumlu görev uyuşmazlığı; adli, idari ve askeri yargıya bağlı ayrı iki yargı merciine açılan ve tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davalarda bu yargı mercilerinin her ikisinin kendilerini görevli sayan kararlar vermiş olmaları, görev kararlarına karşı itiraz yolunun açık olduğu ceza davalarında bu kararların kesinleşmiş bulunması” haline denir. Güngör/Okuyucu-Ergün, 2009, s. 70. “Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın adam öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde cezayı azaltıcı tahrik ve takdire ilişkin sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen 153 bu kararı 1412 sayılı CMUK’un 255’inci maddesinin birinci fıkrası hükmü ile uyum arz etmektedir. Zira ilgili kanuni düzenlemede “bir fiilin suç olup olmamasının adi hukuka ilişkin bir meselenin halline bağlı” olması durumunda ceza mahkemesinin kendisinin bu sorun hakkında karar verebileceği belirtilmiĢti. Yani Yargıtay’ın belirttiği gibi, fiilin suç teĢkil edip etmemesi değil de; suç olmakla beraber, özel hukuka iliĢkin bir problemin çözümü, bu suçun mahiyetinde bir değiĢiklik yapacak ise bu durumda ceza mahkemesinin sorunu kendisinin çözmesine olanak yoktu. Yargıtay’ın söz konusu içtihadının 5271 sayılı CMK karĢısında ise bir geçerliliğinin kalmadığı düĢüncesindeyiz. Zira CMK’nın 218’inci maddesinin 1’inci fıkrasına göre, “yüklenen suçun ispatının ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise” ceza mahkemesi bu sorun hakkında kendisi karar verebilir. CMK bu yönüyle CMUK’tan daha geniĢ kapsamlıdır. Çünkü “Yüklenen suçun ispatı” kavramının içerisine eylemin suç teĢkil edip etmemesi sorunu girebileceği gibi, o eylemin baĢka bir suçu veya suçun nitelikli halini oluĢturup oluĢturmaması hususu da girer. Bekletici Sorun Kararının Verilmesinin Yasak Olduğu Haller Bazı durumlarda ise bekletici sorun kararının verilmesi kanun tarafından yasaklanmıĢ olabilir. CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, “ kovuşturma evresinde mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü verir”. Bu düzenlemeden açıkça anlaĢıldığı üzere, sanığın veya mağdurun yaĢının düzeltilmesi gerektiğinde, ceza mahkemesi zorunlu olarak bu sorunu kendisi gidermelidir. hükümde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin duruşmalı incelemede; tahrikin derecesine, Cumhuriyet Savcısının; otopsi raporunun beklenmesi gerektiğine ilişen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, Ancak; a) CMUK. 255. maddesinin, bir fiilin suç olup olmaması adi hukuka ait bir meselenin halline bağlı olan durumlarda ceza mahkemesinin bu meseleye dair karar vermesinin mümkün olduğuna işaret etmesi, maktülenin anne adında yapılan değişikliğin ise eylemin suç olup olmadığını değil suçun niteliğini değiştirmesi karşısında, ceza mahkemesinin nüfus kaydında böyle bir düzeltmeye karar verme yetkisinin bulunmadığı gözetilmeden maktülenin anne adının "C." olarak düzeltilmesine karar verilip buna göre suça vasıf verilmesi, b) Yaş düzeltilmesine veya meselenin suç olup olmamasına ilişkin ihtilaflar dışındaki meselelere ceza mahkemesince karar verilemeyeceğinden, bu gibi durumlarda hukuk mahkemesine dava açılmış ise sonucuna intizar edilmesi, aksi takdirde mevcut kayıtlarla yetinilerek hüküm kurulması gerektiğinden sanığın mevcut kayıtlar dikkate alınarak TCK.nun 448,51/1,59. maddeleri uyarınca mahkumiyetine karar verilmesi icap ederken yazılı şekilde mahkumiyetine hükmedilmesi, Kanuna aykırı, sanık ve C.Savcısının temyiz itirazları bu itibarla kabul edilerek hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi (BOZULMASINA), 26.6.2001 gününde oybirliği ile karar verildi” Yargıtay 1. CD, 26.06.2001 tarih ve E. 2001/2184, K. 2001/2972 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 22.05.2012. 154 Burada dikkat edilmesi gereken husus, sanığın veya mağdurun yaĢının düzeltilmesinin ceza hükümleri bakımından önem arz etmesi gerektiğidir. Örneğin, sanığın 18 yaĢını ikmal etmiĢ olup olmaması sanığa verilecek cezanın miktarı bakımından önem arz eder. Buna karĢılık sanığın örneğin 29 yaĢında mı, yoksa 30 yaĢında mı olduğu uygulanacak ceza hükümleri bakımından bir önem arz etmez. Bu belirtilen ikinci durumda, sanık hakkında bir ceza yargılamasının yapılıyor olması, sanığın yaĢının mutlaka ceza mahkemesi tarafından düzeltilmesi gerektiği anlamına gelmez574. Böyle bir durumda ceza mahkemesinin, sanığın veya mağdurun yaĢını düzeltmeye yetkisi dahi yoktur. Yargıtay da vermiĢ olduğu kararlarında, görülmekte olan bir ceza yargılaması varsa ve ceza hükümleri bakımından gerekli olması durumunda, sanığın veya mağdurun yaĢının ceza mahkemesince düzeltilmesi gerektiğini belirtmiĢtir575. CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça belirtilmiĢ olmasa da diğer bazı konular bakımından da ceza mahkemesi bekletici sorun kararı veremez. Örneğin, taksirli yaralamadan dolayı sanık hakkında hem ceza yargılaması hem de mağdurun zararının tazmini için bir hukuk yargılaması sürdürülmektedir. Suçun manevi unsurunu tespit etmek bizzat ceza hakiminin görevidir. Bu nedenle ceza hakiminin, fiilin taksirli olup olmadığını kendisinin değerlendirmesi gerekir, tazminat davasının sonucunu bekleme yetkisi ise yoktur576. 4.1.1.3. CMK md. 218 Uyarınca Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesine Etkisi 4.1.1.3.1. Bekletici Sorun Kararı Verilmesi Durumunda Ġlgili Yargı Yerince Verilen Hükmün Ceza Mahkemesine Etkisi CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi, ceza hakimine ilgili yargı yerinin hükmünü bekleme imkanı vermesine karĢılık madde, bu mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza hakiminin kararına etkisinin ne olacağı konusunda ise sessiz kalmaktadır577. Aslında bağlayıcılık konusunda zikrettiğimiz görüĢler bekletici sorun 574 575 576 577 Yargıtay 1. CD, 20.9.1957 tarih ve 566/2541 sayılı kararı, (Baykal, A. (1973, Mayıs-Haziran). Ceza Davası Sırasında YaĢ Kayıtlarının Düzeltilmesi. AD, (5-6), s. 419). Yargıtay 18. HD, 28.12.2004 tarih ve E. 2004/9139, K. 2004/10256 sayılı kararı; Yargıtay 18. HD, 09.03.2004 tarih ve E. 2004/676, K. 2004/1843 sayılı karar; Yargıtay 5. CD, 15.12.2003 tarih ve E. 2003/184, K. 2003/7337 sayılı karar; YCGK, 13.06. 2000 tarih ve E. 2000/124, K. 2000/125 sayılı kararı; Yargıtay 10. CD, 22.04.1999 tarih ve E. 1999/1415, K. 1999/4763 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 23.05.2012. Gollwitzer, 2001, Rn. 30. Bruns, 1957, s. 107. 155 kararı verilmesi durumu açısından da geçerlidir. Çünkü bir mahkeme hükmüne bağlayıcılık etkisi tanınıyorsa bu mahkeme hükmünün, bağlayıcılık etkisi doğuracağı yargılamadan önce verilmesi veya bu yargılamanın durması neticesinde verilmesi arasında bir fark yoktur. Bu nedenle bu baĢlık altında bağlayıcılık etkisi üzerine sadece bekletici sorun çerçevesinde zikredilen görüĢleri aktarmakla yetineceğiz. Öğretide bekletici sorun kararı verilmesi durumunda dahi ceza mahkemesinin ön sorun hakkında verilen mahkeme hükmü ile bağlı olmadığını düĢünen yazarlar çoğunluktadır. Bu yazarlara göre, ceza hakiminin bağlılıktan masuniyeti, ön sorun hakkında verilmiĢ hükümler bakımından da geçerlidir. Ön soruna iliĢkin hüküm, suç teĢkil eden fiilin gerçekleĢtirilmesinden önce verilmiĢ olsa bile, bu hükmün herhangi bir bağlayıcılık etkisi yoktur. Ceza hakimi, bu ön sorun hakkında kendisi özgürce karar verebilir. Ancak verilen mahkeme hükmünün gerçekliğine inanmıĢ ise bu hükmü kendi hükmüne de dayanak teĢkil ettirebilir578. Bu nedenle ceza hakimi, ön sorun hakkında karar verilebilmesi için hukuk mahkemesinin kararını bekleyebilir. Böyle bir durumda, verilmiĢ hukuk mahkemesi hükmünü kendi hükmüne dayanak teĢkil ettirmek, tamamen ceza hakiminin takdirinde olan bir husustur579. Bir önceki bölümde, daha önceden verilmiĢ mahkeme hükmünün kural olarak ceza hakimi açısından bağlayıcı etkisinin olduğunu kabul edince; ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı vermesi halinde verilecek mahkeme hükmünün bağlayıcı etki doğuracağını evleviyetle kabul etmek gerekir580. Zira ceza yargılamasının durdurulmasındaki asıl amaç, aynı konuya iliĢkin hem ceza mahkemesinin hem de diğer muhakeme alanlarındaki mahkemelerin birbiriyle çeliĢen hükümler vermesinin önlenmek istenmesidir 581 . Ceza hakimi bekletici sorun kararı vererek bir bakıma bu konuda verilecek mahkeme hükmünü kabul edeceğini baĢtan belirtmiĢtir. Bu nedenle, ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı 578 579 580 581 Tan, 1951, s. 662; Engelhardt, 2008, Rn. 3; Gollwitzer, 2001, Rn. 3; Moschüring, 1993, Rn. 6; Eschelbach, 2010, Rn. 2; Kaiser, 1972, s. 1848; Waldeyer, 2006, s. 142; Federal Alman Yüksek Mahkemesi de vermiĢ olduğu bir kararında, ceza mahkemesinin StPO § 262’ye göre bekletici sorun kararı verdiği durumlarda dahi verilen mahkeme kararı ile bağlı olmayacağı görüĢündedir. Yüksek mahkemeye göre ceza mahkemesi yalnızca inĢai etki doğuran hukuk mahkemesi kararları ile bağlıdır (BGH, Beschluβ vom 4.11.1953, 4 StR 91/53. (1954). NJW, s. 82). OLG Stuttgart, Urteil vom 11.03.1960- 2Ss 786/59. (1960). NJW, s. 2204; OLG Oldenburg, Urteil vom 18.09.1951- Ss 130/51. (1952). NJW, s. 118; Gollwitzer, 2001, Rn. 10. Dönmezer, 1943, s. 438; Koch, 1963, s. 20. Koch, 1963, s. 20. 156 verebilmesini kabul ettikten sonra, bunun sonucunda verilen mahkeme hükmü ile bağlı olmadığının söylenmesi açık bir çeliĢki arz eder582. 4.1.1.3.2. YaĢ Tashihine ĠliĢkin VerilmiĢ Hukuk Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi Diğer mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesine etkisi ile ilgili CMK’nın 218’inci maddesi bağlamında tartıĢmak istediğimiz bir baĢka sorun, sanığın veya mağdurun yaĢının daha önceden bir mahkeme hükmü ile düzeltilmiĢ olması halinde ceza mahkemesinin ne yapacağıdır. Bu noktada iki farklı görüĢ ortaya çıkmaktadır. Birinci görüĢteki yazarlar, sanık veya mağdurun yaĢına iliĢkin daha önceden bir hukuk mahkemesi hükmü olsa da bununla ceza mahkemesinin bağlı olmayacağını ve ceza hakiminin sanığın veya mağdurun yaĢını tekrardan tespit edebileceğini savunmaktadırlar. Ġkinci görüĢteki yazarlar ise yaĢ düzeltmeye iliĢkin hukuk mahkemesi tarafından bir hüküm verilmiĢ olması durumunda, ceza mahkemesinin bu hükümle bağlı olması gerektiğini; bundan dolayı yeniden sanığın veya mağdurun yaĢının tespit edilemeyeceği kanaatindedirler. Yargıtay kararlarında ise bir istikrar söz konusu değildir. Yüksek mahkeme vermiĢ olduğu bazı kararlarında, ceza mahkemesinin sanığın veya mağdurun yaĢını düzelten hukuk mahkemesi kararı ile bağlı olacağını söylerken; diğer bazı kararlarında ise ceza mahkemesinin maddi gerçeği araĢtırdığı gerekçesiyle, hukuk mahkemesi hükmünden ayrılabileceğine hükmetmiĢtir. 582 Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 702; “mağdura ait zeytinleri terhin ettiği kabul edildiği ahvalde maznun, bahis mevzuu zeytinlerin kendisine satıldığını tahkikatın her safhasında dermeyan etmiştir. Bu husus hakkında mağdur, maznun Kemal Ziya Özyücel ile Muazzez Özyücel ve Ziraat Bankası aleyhine zeytin bedeli 14.000 liranın tahsiline mütedair Gemlik asliye hukuk mahkemesinde dava açmıştır. İşbu dava neticesinde istihsal edilecek karar emniyeti suiistimal davasının esasına müessir olacağından, mesele-i müstehire mahiyetinde olan hukuk davasının sonucunun beklenilmesi lüzumunun düşünülmemesinde de isabet mütalaa edilemediğinden, meselenin bir kere de yüksek umumi ceza heyetince tetkik olunarak yazılı sebeplerden dolayı daire kararının kaldırılarak mahalli mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmesi hususunda itiraz edilmekle, icabı görüşülüp düşünüldü: dosya münderecatına ve tahkikat safahatına göre itiraz varit görüldüğünden 4’üncü ceza dairesinin 24.4.1959 tarihli tasdik kararının kaldırılmasına ekseriyetle karar verildi” YCGK, 15.6.1959 tarih ve 46/46 sayılı kararı, (Çağlayan, M, 1966, s. 424); ayrıca bkz. Yargıtay 2. CD, 26.5.1959 tarih ve 18514/18593 sayılı kararı, (Çağlayan, M, 1966, s. 425). 157 Hukuk Mahkemesince Hüküm VerilmiĢ Olsa da Ceza Hakiminin YaĢ Düzeltmesi Yapabileceği GörüĢü Bu görüĢteki yazarlara göre, sanık veya mağdurun yaĢı daha önceden bir hukuk mahkemesi tarafından düzeltilmiĢ olsa da eğer ceza hakimi sanığın veya mağdurun düzeltilmiĢ bu yaĢının doğru olmadığını düĢünüyorsa gerçek yaĢı tekrardan araĢtırır583. Bu yazarlardan bazıları, yaĢ düzeltme ile ilgili ceza mahkemesinin bir nispi muhakeme yaptığı görüĢündedir. Nispi muhakeme yapılmıĢ olması; eğer mağdur veya sanığın yaĢı ilk defa ceza mahkemesi tarafından düzeltiliyor ise ceza yargılamasından sonra sanık veya mağdurun yaĢını düzeltmek amacıyla tekrardan görevli ve yetkili yargı yerinde dava açabileceği anlamına gelmektedir. Bu nedenle, ceza mahkemesinin yaptığı iĢe düzeltme dahi denilmemeli, yaĢ tespitinden söz edilmelidir584. Ceza mahkemesinin yaptığı iĢ yaĢ düzeltme değil, sadece gerçek yaĢı tespit olduğu için sanığın veya mağdurun yaĢının önceden hukuk mahkemesinde düzeltilmiĢ olması bir anlam ifade etmez. Ceza mahkemesi, eğer önceden verilmiĢ hukuk mahkemesi hükmüne itibar etmiyorsa sadece o yargılama ile sınırlı olmak kaydıyla, sanığın veya mağdurun gerçek yaĢını tespit edebilir. Buna karĢılık bir baĢka görüĢe göre ise ceza mahkemesinin yaptığı iĢ nispi muhakeme değildir. Bu durumda davaların birleĢtirilmesi söz konusudur. BaĢka bir deyiĢle ceza mahkemesinin sanığın veya mağdurun yaĢını düzelttiği durumda, bu karar sadece o dava bakımından değil, her iĢ bakımından geçerli olmalıdır. Bunun sonucu olarak da ceza mahkemesi tarafından yaĢı düzeltilmiĢ olan kiĢi, hukuk mahkemesinde tekrardan yaĢını düzeltmek isterse bu talebi, Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36’ncı maddesinin birinci fıkrasının “b” bendi 585 nedeniyle reddedilmelidir 586 . YaĢ düzeltme iĢi, ceza mahkemesi 583 584 585 586 Kunter, 1989, s. 311; Hukuk mahkemesince hüküm verilmiĢ olsa da ceza hakiminin tekrardan yaĢ tespiti yapabileceği görüĢünü savunan yazarlara YCGK’nın 30. 03. 1981 tarih ve E. 1981/5-2, K. 1981/106 sayılı kararı ilham vermiĢtir. Yargıtay söz konusu kararında özetle Ģu hususları belirtmiĢtir: “Mağdurenin olay tarihindeki gerçek yaşı, Adli Tıp Meclisi raporu gibi kuşkuya yer bırakmayacak bir delille kesinlikle saptanabildiği ve bu gerçek yaşı ile, nüfus kaydındaki kesinleşmiş bir ilamla düzeltilmiş yaşı arasında, olayımızda olduğu gibi, sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde bir uyum bulunmadığı takdirde, ceza hakiminin maddi hakikat açık bir şekilde ortada iken, şekli hakikatle yetinip sanığa daha fazla bir ceza verilmesi gibi, hak ve adalet duygularını inciten bir uygulama yapıp yapamayacağı sorunu yine de zihinleri kurcalamakta ve bu olay dolayısıyla gündemimizde yer almış bulunmaktadır…”, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 25. 05. 2012; aynı yönde Yargıtay 5. CD, 2.2.1982 tarih ve E. 1982/44, K. 1982/229 sayılı kararı, (YKD, Haziran 1982, 8(6), s. 876-877). Kunter, 1989, s. 312, dn. 92. Söz konusu hüküm Anayasa Mahkemesince iptal edilmiĢtir. Kararın tam metni için bkz. Anayasa Mahkemesi, 30.03.2012 tarih ve E. 2011/34, K. 2012/48 sayılı kararı, http://www.kararlar.anayasa.gov.tr/kararYeni.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=100002 57&content=, eriĢim tarihi, 27.01.2014. Tosun, 1981, s. 338; Yargıtay da bir içtihadı birleĢtirme kararında, ceza mahkemelerince yapılan yaĢ tespitlerinin dahi nüfus kütüğüne iĢlenmesi gerektiğine karar vermiĢtir: YĠBK, 31.01. 1945 tarih ve E. 1944/22, K. 1945/3 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 25.05.2012. 158 tarafından davaların birleĢtirilmesi suretiyle yapıldığı için kural olarak hukuk mahkemesi tarafından verilmiĢ karar ceza mahkemesi için bir karine oluĢturur. Ancak hukuk mahkemesinin vermiĢ olduğu bu kararın aksi sabit olursa ceza mahkemesi, bu karardan ayrılabilir ve sanığın veya mağdurun yaĢını kendisi tespit eder587. Sonuç olarak bu görüĢ de ilk görüĢ gibi, ceza mahkemesinin hatalı olarak değerlendirdiği hukuk mahkemesi hükmünden ayrılabileceğini kabul etmektedir. Zira bir taraftan ceza muhakemesinde maddi gerçek, hukuk muhakemesinde ise Ģekli gerçek aranmaktadır. Diğer taraftan, hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve mahiyetleri tamamıyla ayrı olduğu için hukuk mahkemelerinden verilen kesinleĢmiĢ bir hükmün kural olarak ceza davasına herhangi bir etkisinin olmaması gerekir. Ancak hukuk mahkemesinin kesin hükme bağladığı meselenin halli, daha önce bekletici mesele yapılarak hukuk mahkemesine tevdi edilmiĢ ise bu konuda verilecek hüküm, diğer delillerle birlikte takdir edilir ve kuĢkusuz ceza mahkemesince göz önünde tutulur588. Hukuk Mahkemesince Hüküm VerilmiĢ Olması Durumunda Ceza Hakiminin YaĢ Düzeltmesi Yapamayacağı GörüĢü Diğer görüĢteki yazarlara göre, sanık veya mağdurun yaĢı daha önceden bir hukuk mahkemesi tarafından düzeltilmiĢ ise ceza hakimi, sanığın veya mağdurun yaĢını tekrardan düzeltemez. Zira hukuk mahkemesince verilmiĢ hüküm ceza mahkemesi için kesin hüküm teĢkil eder589. Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında özetle Ģu hususu dile getirmiĢtir: “…ceza davası açılmadan evvel yaş tashihi davalının asliye hukuk mahkemesince karar verilerek kesinleşmesine göre, hukuk mahkemesi ilamının doğruluğundan şüphe edilmeye, yeniden tashihi yoluna gitmeye hukuk muhakemeleri usulü kanununun 237’inci maddesi mani olduğu gibi, muhakemenin iadesi yoluna başvurularak kesin hüküm ortadan kaldırılmadıkça yaş tashihi isteğinin ceza mahkemesince yeniden ele alınmasına imkan yoktur”590. 587 588 589 590 Tosun, 1981, s. 291. YCGK, 30. 03. 1981 tarih ve E. 1981/5-2, K. 1981/106 sayılı kararı. Baykal, 1973, s. 423; Akcan, 1988, s. 80; Erçin, 2000, s. 45; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 701. Yargıtay 1. CD, 25. 09. 1963 tarih ve 1281/1850 sayılı kararı, (Baykal, 1973, s. 422); ayrıca bkz. YCGK, 19.11.1962 tarih ve 48/44 sayılı kararı; Yargıtay 1. CD, 2.10.1962 tarih ve 2120/2325 sayılı kararı, (Çağlayan, M, 1966, s. 419-420). 159 GörüĢümüz Kanımızca yaĢ düzeltmeye iliĢkin olarak hukuk mahkemesince önceden verilmiĢ hüküm, ceza mahkemesini bağlar. Bu görüĢümüzün gerekçelerini Ģu Ģekilde sıralayabiliriz: Ġlk olarak ceza mahkemeleri de sanığın veya mağdurun yaĢını düzeltirken bunu nispi muhakeme Ģeklinde değil; tam aksine davaların birleĢtirilmesi Ģeklinde yapmaktadır. Çünkü CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça, ceza mahkemesinin ilgili kanundaki hükümler çerçevesinde sanığın veya mağdurun yaĢına iliĢkin sorunu çözeceği hüküm altına alınmıĢtır. Eğer kanun koyucu ceza mahkemesinin sorunu kendi yargılamasına yetecek oranda çözeceği düĢüncesindeyse bunu açıkça belirtirdi. Ayrıca söz konusu edilen sanığın veya mağdurun yaĢının tespitinin, ceza yargılamasına yetecek oranda çözülmesi ne anlama gelmektedir? Sanığın veya mağdurun ceza yargılaması bakımından belirli bir yaĢta, diğer durumlarda farklı bir yaĢta olduklarını kabul etmek ne derece doğrudur? Hukuk mahkemesi yaĢ tespiti ile ilgili hatalı bir karar vermiĢ olabilir. Fakat bu hatalı kararla bağlı olunmamasını sağlamak için ceza mahkemesinin yaptığı iĢ nispi muhakeme olarak değerlendirilemez. Yargıtay da vermiĢ olduğu bazı kararlarında açılmıĢ bir ceza davası var ise hukuk mahkemesindeki dava ile ceza davasının birleĢtirilmesi gerektiğine hükmetmiĢtir591. Zira her iki uyuĢmazlığın da konusu, sebebi ve tarafları aynıdır. Davaların birleĢtirilmesinin gerektiğini söylemek, Yargıtay’ın ceza mahkemesinin yaĢ düzeltmeye iliĢkin yapmıĢ olduğu iĢin bir nispi muhakeme değil, bağımsız bir dava olduğunu kabul ettiği anlamına gelir. Ġkinci olarak CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça, ceza mahkemesinin de ilgili kanun hükümlerine göre meseleyi çözeceğinden bahsedilmektedir. Bu demek oluyor ki, yaĢ düzeltmeye iliĢkin olarak önceki hukuk mahkemesi ile ceza mahkemesi aynı usulü takip edecektir. Bu nedenle Yargıtay’ın 30.03.1981 tarihli kararında savunduğu “maddi gerçeği araştıran ceza mahkemesinin şekli gerçeği araştıran mahkeme kararı ile bağlı olmayacağı” görüĢüne katılmamaktayız. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 591 “Ceza Usulünün 255’inci maddesinin son fıkrası hükmünce tahkikat esnasında yaş tashihleri Nüfus Kanunu’ndaki usule göre ceza mahkemelerine aittir. Son tahkikatın açılması kararında Usulün 255/sonuncu maddesi icabınca lüzum görülecek tashihin mahkemece nazara alınmasına işaret olunmakla beraber, mahkeme maznunun yaş tashihi davasına Taş Köprü asliye hukuk mahkemesinde bakılmakta olduğuna muttali olduğu halde, o dava dosyasını getirip birleştirerek ağır cezada, maznunun yaşının tashihine lüzum bulunup bulunmadığını ve delillerini tetkik etmesi ve röntgen ile kemik sistemini tetkik ettirerek hakiki yaşını tespit eylemesi icap ederken Taş Köprü hukuk mahkemesindeki yaş davası neticesini bekleyerek vazifesiz mahkemenin vermiş olduğu 10.10.1956 tarihli karara istinatla maznunun doğumunun 1.3.1926 olduğunu kabul ile hüküm tesisi yolsuzdur” Yargıtay 1. CD, 189/2985, (Çağlayan, M, 1966, s. 422). 160 vermiĢ olduğu bir kararında, “yaş tashihi istenen kimsenin tashih edilecek yaşta bir kardeşi bulunur ve ikiz olmadıkları anlaşılır ise diğer kardeşlerin celp ve muayenesinden hasıl olacak kanaate göre hüküm verilmelidir” demektedir592. Bu karardan da açıkça anlaĢıldığı üzere, hukuk mahkemesi de ilgilinin gerçek yaĢını tespit etmek amacıyla gerekli bütün incelemeleri yapmalıdır. Davacının talebi ve tanıkların ifadeleri ile yetinmemelidir. Ceza mahkemesince yapılan yaĢ düzeltme iĢinin ayrı bir dava olarak görülmesinin bir diğer sonucu, hukuk mahkemeleri ile ceza mahkemeleri arasında görev uyuĢmazlığının çıkacak olmasıdır. Bu bakımdan ceza muhakemesinin hangi aĢamasında hukuk mahkemeleri yetkili olmalı, hangi aĢamasında ceza mahkemeleri yetkili olmalı, onun tespit edilmesi de gerekir: Ġlk olarak Ģüphelinin veya mağdurun yaĢı ile ilgili problem soruĢturma aĢamasında ortaya çıkmıĢ olabilir. ġüpheli veya mağdurun gerçek yaĢının tespiti soruĢturma aĢamasında da önem arz etmektedir. SoruĢturma aĢamasında ortada henüz görevli ve yetkili mahkeme bulunmadığı ve savcılığın yaĢ düzeltmeye iliĢkin bir yetkisi olmadığı için bu aĢamada ortaya çıkan sorun hukuk mahkemesi tarafından giderilmelidir. Sorun hukuk mahkemesi tarafından giderilinceye kadar yaĢ tespiti ile ilgili olanlar bakımından soruĢturma iĢlemleri askıya alınmalıdır593. Ġkinci olarak hukuk mahkemesindeki yaĢ düzeltmeye iliĢkin açılmıĢ dava, ceza muhakemesinde kovuĢturma evresine geçildikten sonra açılmıĢ olabileceği gibi; hukuk mahkemesinde dava devam ederken, diğer taraftan ceza muhakemesinde kovuĢturma evresine geçilmiĢ olabilir. CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, kovuĢturma evresinde mağdur veya sanığın yaĢı ile ilgili bir problemin çözülmesi noktasında ceza 592 593 YHGK, 27. 12. 1950 tarih ve 2-148-93/99 sayılı kararı, (Baykal, 1973, s. 419). “1.10.1986 doğumlu olan sanığın 21.9.1997 suç tarihinde 10 yaşında olup 11 yaşından küçük olması sebebiyle 2253 sayılı kanunun 11. maddesi gereğince hakkında kamu davası açılmasının mümkün olmadığı, c. savcılığınca yaşı yönünden kuşku duyulması halinde Asliye Hukuk Mahkemesi'ne dava açılıp yaşının düzeltilmesinin istenmesi ve sonucunda 11 yaşından büyük olduğu anlaşılırsa kamu davasının açılması gerekli olduğu cihetle CMUK'nun 255. maddesine göre yaş tashihlerinin ceza mahkemesinde yapılmasının usulen açılmış davalarda uygulanabileceği gözetilerek aynı kanunun 253/4. maddesi uyarınca yargılamanın durmasına ve dosyanın C. Savcılığına tevdiine karar verilmesi gerekirken hataı olarak açılan davada yargılama sürdürülüp yaş tashihi de yapılmak suretiyle hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiş sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeksizin hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 24.2.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi” Yargıtay 2. CD, 24. 02. 2000 tarih ve E. 2000/1437, K. 2000/2034 sayılı kararı; aynı yöndeki kararlar için bkz. Yargıtay 18. HD, 24. 10. 1995 tarih ve E. 1995/10227, K. 1995/10625 sayılı kararı; Yargıtay 2. CD, 29. 09. 1994 tarih ve E. 1994/ 8254, K. 1994/9667 sayılı kararı; YCGK, 04. 05. 1987 tarih ve E. 1987/6-121, K. 1987/251 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 28.05.2012. 161 mahkemeleri yetkili olduğu için hukuk mahkemesinin böyle bir davaya bakmaması ve görevsizlik kararı vermesi gerekir594. 4.1.2. Senedin Sahteliği Hakkında Verilen Hukuk Mahkemesi Hükmünün veya Kararının Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığı (HMK md. 214, f. 1) 4.1.2.1. HMK’nın 214’üncü Maddesinin Kapsamı HMK’ya göre, belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleĢtikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez (HMK md. 214, f. 1). HMK’da bulunan bu hükmün, 1086 sayılı HUMK’un 314’üncü maddesi ile aynı olduğu ve HUMK’ta yer alan düzenlemenin günümüz Türkçesi’ne uyarlanarak HMK’ya aktarıldığı söylenmektedir595. HUMK’un ilgili 314’üncü maddesi Ģu Ģekildeydi: “Resmi ve gayrı resmi her nevi senedatın sahteliğini iddia eden kimse asıl davayı rüyet eden mahkemede bu iddiasını gerek davayı asliye ve gerek davayı hadise suretiyle ikame edebilir. Usulüne tevfikan icra kılınan tetkikat neticesinde senedin sahte olmadığına dair mahkemeden sadır olan karar kesbi katiyet ettikten sonra iş bu senet hakkında mahakimi cezaiyede dahi sahtelik iddiası mesmu olmaz”. HUMK’un 314’üncü maddesinde senet kelimesinin çoğulu olan “senedat” ifadesinin karĢılığı olarak HMK’nın 214’üncü maddesinde “belge” ifadesi kullanılmıĢtır. HMK’ya göre, uyuĢmazlık konusu vakıaları ispata elveriĢli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taĢıyıcıları bu Kanuna göre belgedir (HMK md. 199). Görüleceği gibi, HMK’nın 214’üncü maddesinde kullanılan belge, senet kavramını da 594 595 “Dava, S. G.'in nüfus kütüğünde yazılı 03.03.1992 olan doğum tarihinin 03.03.1989 olarak değiştirilmesi istemine ilişkindir. Dosyada toplanan bilgi ve belgelerden, doğum tarihinin düzeltilmesi istenilen S. G.'in Afyon ili Şuhut ilçesi nüfusuna kayıtlı olduğu ve velisi ( babası ) ile birlikte Afyon il merkezinde oturduğu, buna göre 1587 Sayılı Nüfus Yasası'nın 46.maddesi hükmü uyarınca davaya bakmakta adı geçenin oturduğu yer Afyon Asliye Hukuk Mahkemesi'nin yetkili bulunduğu anlaşılmakta ise de; Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin 27.01.2005 gün ve 2004/470 esas sayılı yazısı içeriğinden S.'ın rızası ile kaçırılıp alıkonulmak suçlarından sanık E. G. hakkında kamu davasının açılmış olduğu belirlendiği cihetle, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 255.maddesinin son fıkrası uyarınca mağdurenin yaşının düzeltilmesi davasının adı geçen Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi gerekir” Yargıtay 18. HD, 29. 03. 2005 tarih ve E. 2005/1705, K. 2005/2924 sayılı kararı; aynı yöndeki kararlar için bkz. Yargıtay 18. HD, 28. 12. 2004 tarih ve E. 2004/9139, K. 2004/10256 sayılı kararı; Yargıtay 18. HD, 09. 03. 2004 tarih ve E. 2004/676, K. 2004/1843 sayılı kararı; Yargıtay 18. HD, 27.01.2011 tarih ve E. 2010/12143, K. 2011/689 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 28.05.2012. Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/574), TBMM, Dönem 23, Yasama Yılı: 3, s. 68. 162 içine alan ve ondan daha geniĢ bir anlama sahip olan bir kavramdır 596 . Dolayısıyla HMK’nın 214’üncü maddesi hükmüne, HUMK’un 314’üncü maddesinin yalnızca günümüz Türkçesine uyarlanmıĢ hali denilmesi isabetsizdir. Ceza hukuku öğretisinde ise belge, “olayları nakleden, içerdiği irade beyanları hukuken değer taĢıyan ve muayyen kimse tarafından oluĢturulan her türlü yazı” Ģeklinde tanımlanmıĢtır 597 . Resmi Belgede Sahtecilik suçunun düzenlendiği TCK’nın 204’üncü maddesinin gerekçesinde de belge ile ilgili Ģu açıklamalara yer verilmiĢtir: “Belge, eski dilimizde “evrak” kelimesi karşılığında kullanılmakta olup, yazılı kağıt anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, yazılı kağıt niteliğinde olmayan şey, ispat kuvveti ne olursa olsun, belge niteliği taşımamaktadır… Ayrıca belirtilmelidir ki, her ne kadar, belgeden söz edilen durumlarda yazılı bir kağıdın varlığı gerekli ise de; bazı durumlarda belgenin varlığını kabul için, yazının kağıt üzerinde olması gerekmez. Bir metal levha üzerine yazı yazılması halinde de belgenin varlığını kabul etmek gerekir. Bu itibarla, araç plakaları da resmi belge olarak kabul edilmek gerekir ”. Buradan da anlaĢılmaktadır ki ceza hukuku uygulamasında belge, sadece yazılı kağıt niteliğinde olan veya üzerlerine yazı yazılması gereken bir takım maddelere inhisar ettirilmiĢ olup özel hukuktaki belge tarifinden daha dar bir anlama sahiptir. Zira ceza hukuku uygulamasında bir belgeden bahsedilebilmesi için belgenin okunabilir olması Ģarttır. Bu nedenle ses ve görüntülerin yer aldığı CD’ler veya fotoğraf belge sayılmaz 598 . Buna karĢılık HMK’nın 199’uncu maddesi gereğince, uyuĢmazlık konusu vakıayı ispata yarayan plan, kroki, fotoğraf vs. dahi HMK uygulamasında belge sayılmıĢtır. Ceza hukuku uygulamasında kullanılan belge kavramı ile hukuk muhakemesi uygulamasında kullanılan belge kavramı aynı anlama gelmemektedir. Bu durum çalıĢmamızın ilk bölümünde değindiğimiz kavram birliğinin hukuk düzeninin birliği açısından önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaĢılmaktadır ki HUMK’un 314’üncü maddesi ile amaçlanan hususun; hukuk mahkemesinde bir senedin sahte olmadığı hüküm altına alınmıĢ ise bu senetle ilgili olarak ceza mahkemesi huzurunda belgede sahtecilik suçlarından 596 597 598 599 599 dolayı tekrardan yargılama yapılmasının önlenmesi olduğu ortaya Senet, “bir kimsenin vücuda getirdiği veya getirttiği ve kendi aleyhinde delil teĢkil eden yazılı belge” olarak tarif edildikten sonra; HMK’nın belge kavramını senet yerine kullanmadığı, zira HMK’da senet kavramı ve gücünün korunduğu, bu nedenle özel hukukta geçerli olan senetle ispat kuralının, belge ile ispat kuralı haline gelmediği belirtilmektedir (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 388). Gökcen, 2013, s. 71. Gökcen, 2013, s. 73. Belgede sahtecilik suçları TCK’nın ikinci kitabının “Topluma KarĢı Suçlar” baĢlıklı üçüncü kısmının, “Kamu Güvenine KarĢı Suçlar” baĢlıklı dördüncü bölümünde 204-212’inci maddeler arasında düzenlenmiĢtir. Bu bölümde yer alan suç tipleri ise Ģunlardır: Resmi Belgede Sahtecilik (TCK md. 204); 163 çıkmaktaydı. Oysa HMK’nın 214’üncü maddesinde senet kavramı yerine belge kavramının kullanılması ve ayrıca HMK’nın 199’uncu maddesinde belgeden ne anlaĢılması gerektiğinin tarif edilmesi karĢısında, hukuk mahkemesi tarafından belgenin sahte olmadığı hakkında verilen kararın sadece belgede sahtecilik suçlarından dolayı yapılan yargılamalara değil; ceza mahkemesi huzurunda herhangi bir suçtan dolayı yapılan yargılamalara da etki etmesinin söz konusu olabileceği gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Ancak, HMK’nın 214’üncü maddesinde geçen “ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez” ifadesi ile kastedilen Ģey, iddia makamı olan Cumhuriyet savcılığının belgede sahtecilik suçlarından dolayı Ģüpheli hakkında iddianame düzenleyememesi; söz konusu hükme rağmen Ģüpheli hakkında iddianamenin düzenlenmiĢ olması durumunda ise mahkemenin sanık hakkında beraat kararı vermesi gerektiğidir. Dolayısıyla HMK’nın ilgili düzenlemesinde her ne kadar “senet” yerine belge ifadesi kullanılarak bir anlam kargaĢasına neden olunmuĢsa da bu düzenlemeyi de belgede sahtecilik suçları ile sınırlı olarak anlamak gerekmektedir. HMK’nın 214’üncü maddesine göre gerek senedin sahte olduğuna iliĢkin açılan sahtecilik davası sonucunda verilen hüküm gerekse de bir senede dayalı olarak açılan davada (örn. Alacak davası) senedin sahteliğinin iddia edilmesi üzerine, mahkemenin senedin sahte olmadığı hakkında vermiĢ olduğu karar600, ceza mahkemesi bakımından aynı etkiye sahip olacaktır. Her ne kadar düzenlemede senedin (belgenin) sahte olmadığına hukuk mahkemesi tarafından karar verildikten sonra, senedin sahteliği iddiası ceza mahkemesinde dinlenmez denilse de; burada söz konusu edilen husus, senedin sahte olmadığı hakkında verilen hukuk mahkemesi kararının ceza mahkemesi için bağlayıcı olmasıdır. Bu nedenle, senedin sahte olmadığı hukuk mahkemesince tespit edilmiĢ ise ceza mahkemesi huzurunda senedin sahte olduğu ileri sürülemeyecektir. Madde metninde her ne kadar ceza mahkemesi denilmiĢ olsa da bu durumu ceza muhakemesi sistemi ile telif etmek gerekmektedir. Dolayısıyla hukuk mahkemesince Resmi Belgeyi Bozmak, Yok Etmek veya Gizlemek (TCK md. 205); Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan (TCK md. 206); Özel Belgede Sahtecilik (TCK md. 207); Özel Belgeyi Bozmak, Yok Etmek ve Gizlemek (TCK md. 208); Açığa Atılan Ġmzanın Kötüye Kullanılması (TCK md. 209). 765 sayılı TCK’nın ikinci kitabının “Ammenin Ġtimadı Aleyhine Cürümler” baĢlıklı altıncı babının “Evrakta Sahtekarlık” isimli üçüncü ve “Hüviyet Cüzdanı ve Nüfus Tezkeresi, Pasaport, Ruhsatname, Ġlmühaber, ġahadetname ve Beyannamelerde Sahtekarlık” suçları, 5237 sayılı TCK’nın “Belgede Sahtecilik” suçlarına karĢılık gelmekteydi. Öğretideki bazı yazarlara göre, 5237 sayılı TCK’da bulunan düzenlemeler 765 sayılı TCK’daki düzenlemelere oranla daha kolay uygulanabilen ve kanunilik ilkesine daha uygun olan düzenlemelerdir (Gökcen, 2013, s. 33). 600 “İbraz edilen senedin sahteliğini iddia eden kimse, davayı gören mahkemede bu iddiasını hadise şeklinde ileri sürebileceği gibi, ayrı dava da açabilir. Ayrı bir senet iptal davası açmakta hukuki yarar vardır” Yargıtay 13. HD, 17.04.1986 tarih ve E. 1986/1986, K. 1986/2341 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 25.06.2013. 164 senedin sahte olmadığı hakkında karar verildikten ve bu karar kesinleĢtikten sonra, aynı senede dayalı olarak bir kiĢi hakkında belgede sahtecilik suçlarından dolayı soruĢturma açılmıĢ ise Cumhuriyet savcılığının da kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermesi gerekir. Cumhuriyet savcılığı, senedin sahte olmadığı hakkında verilmiĢ hukuk mahkemesi kararını gözden kaçırarak iddianame düzenlemiĢ ve iddianame mahkeme tarafından kabul edilmiĢ ise601 ceza mahkemesinin sanık hakkında CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasının “a” bendi gereğince beraat kararı vermesi gerekir. Bu yüzden HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrası hükmünden bahsederken ceza mahkemesi yerine, ceza muhakemesi organları ifadesinin kullanılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Madde metninde, yalnızca hukuk mahkemesince senedin sahte olmadığı hakkında verilen kararların ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olduğunun belirtilmesi karĢısında, senedin sahte olduğu hakkında verilen kararların bağlayıcı olup olmayacağı sorusu akla gelmektedir. HUMK’un yürürlükte olduğu dönemde, düzenlemeden yola çıkan bazı yazarlar, senedin sahte olduğu hakkında verilen hukuk mahkemesi kararının veya hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı olmayacağını savunmaktaydılar602. Bu yazarlara göre, hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olduğu karara bağlandıktan sonra dahi ceza mahkemesi senedi düzenleyen kiĢinin sorumsuzluğuna ve beraatına karar verebilirdi603. Bu nedenle her ne kadar madde metninde belirtilmiĢ olmasa da senedin sahte olmadığı hakkındaki hukuk mahkemesi kararının, ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olup olmayacağının da değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca hukuk mahkemesinde senette sahtecilik yapıldığı gerekçesi ile ayrı bir dava açıldıktan veya senedin sahteliği davada ön sorun olarak ileri sürüldükten önce ya da sonra; ancak her halükarda hukuk mahkemesince senedin sahteliği hakkında bir karar verilmeden önce, belgede sahtecilik suçlarından dolayı bir ceza soruĢturmasının baĢlatılmasında herhangi bir kanuni engel bulunmamaktadır. Bu nedenle hukuk mahkemesi tarafından senedin sahteliği hakkındaki 601 602 603 Hukuk mahkemesi tarafından verilen senedin sahte olmadığına dair kesinleĢmiĢ hüküm veya kararın bulunduğu, iddianame düzenlendikten sonra ve fakat henüz iddianamenin incelenmesi esnasında ortaya çıksa bu durumun iddianamenin iadesi sebebi teĢkil edebilip edemeyeceği sorusu akla gelebilir. Kanımızca böyle bir durumda mahkeme, CMK md. 170’teki Ģartları taĢıyan ve baĢka bir iade sebebi bulunmayan bir iddianameyi kabul etmeli ve sanık hakkında beraat kararı vermelidir. Zira iddianamenin iadesi sebepleri CMK md. 174’te sınırlı bir Ģekilde sayılmıĢtır. Sanık hakkında beraat kararının verilmesini gerektiren bir durumun ortaya çıkması ise iddianamenin iadesi sebebi olarak sayılmamıĢtır. Ancak mahkeme baĢka bir sebepten dolayı iddianamenin iadesine karar vermiĢ ise iddianame kendisine iade edilen Cumhuriyet BaĢsavcılığı, hukuk mahkemesinin kararını gerekçe göstererek Ģüpheli hakkında kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermelidir. Kuru, B. (2001). Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 2. (altıncı baskı). Ġstanbul, s. 2169; Postacıoğlu, 1975, s. 709; Arslan, 1980, s. 514; Kılıçoğlu, 1972, s. 188. Kuru, 2001, cilt 2, s. 2169. 165 kararın veriliĢ anına göre değiĢik ihtimaller çerçevesinde konuyu değerlendirmek gerekmektedir. 4.1.2.2. Senedin Sahteliği Hakkında Verilen Hukuk Mahkemesi Hükmünün veya Kararının Ceza Muhakemesine Etkisi Bu baĢlık altında, belgede sahtecilik suçları ile ilgili ceza muhakemesi yapılmadan önce hukuk mahkemesi tarafından senedin sahteliği hakkında verilen kararların ceza muhakemesine etkisi ele alınacaktır. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, senet (belge) hem hukuk muhakemesinin hem de ceza muhakemesinin eĢ zamanlı olarak konusu olabilir. Böyle bir durumda ise hangi mahkemenin diğerinin kararını beklemesi gerektiği veya böyle bir durumda bekletici sorun kararının verilmesinin gerekip gerekmediği sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu hususun ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulmasının gerektiği kanaatindeyiz. 4.1.2.2.1. Senedin Sahte Olmadığı Hakkında Verilen Kararların Ceza Muhakemesine Etkisi HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasının açık düzenlemesi gereğince hukuk mahkemesi senedin (belgenin) sahte olmadığına karar vermiĢ ise artık ceza mahkemesinde aynı senede dayalı olarak belgede sahtecilik yapıldığı gerekçesi ile dava açılamayacaktır. Daha önce de söylediğimiz gibi, bu hükmün soruĢturma aĢamasını da kapsaması gerekir. Hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olmadığı hakkındaki kararın kesinleĢmesinden sonra, aynı senede dayalı olarak bu senedi düzenleyen veya senedin altında imzası bulunan kiĢi hakkında bir de belgede sahtecilikten dolayı suç duyurusunda bulunulmuĢ veya savcılık resen harekete geçmiĢ ise savcılığın da kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermesi gerekir 604 . Hukukumuzda kural olarak savcılığın, yürütülen soruĢturma sonucunda bir 604 Yargıtay da bir kararında HUMK’un 314’üncü madde düzenlemesinin soruĢturma evresi bakımından da sonuç doğuracağına hükmetmiĢtir. Söz konusu kararın özeti Ģu Ģekildedir: “Müşteki Hüseyin ve Ayşe tarafından senedin sahte olduğu ileri sürülerek hukuk mahkemesinde açılan dava reddedilmiş ve bu karar da kesinleşmiş olmasına göre, Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanunu’nun 314’üncü maddesi sarahati muvacehesinde artık bu senet hakkında cezada, iş hazırlık tahkikatında ise, sahtecilikten dolayı hakkında başkaca bir tahkikat yapılmaksızın savcılıkça takibata mahal olmadığına, ilk tahkikata intikal etmişse muhakemenin menine ve mahkeme safhasında bulunduğu takdirde de, sanığın beraatına karar verilmesi icap edeceği ve ancak sözü edilen Kanun’un 315’inci maddesine tevfikan hukuk ve ticaret mahkemelerince senedin sahteliğine karar verildiğinde ciheti cezaiyede sanıkların bu sahtekarlık suçu ile bir alaka ve münasebetlerinin tespiti bakımından davanın görülebileceğine göre sanığın mahkumiyetine 166 iddianame düzenlemesi ve bu iddianamenin kabul edilmesi ile kovuĢturma evresine geçildiği için HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkra düzenlemesinin daha çok soruĢturma evresinde sonuç doğurması söz konusu olmaktadır. KovuĢturmaya yer olmadığı kararı verilmek suretiyle soruĢturma evresi sonlandırıldığı ve bu kararın kesinleĢmesi halinde kovuĢturma evresine geçilemediği için söz konusu düzenleme ancak istisnai durumlarda ceza mahkemeleri için bir anlam ifade edecektir. Hukuk mahkemesinin senedin sahte olmadığı hakkında vermiĢ olduğu kararların hepsinin mi ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olması gerektiği de tartıĢılması gereken bir sorundur. Zira tezimizin ikinci bölümünde bağlayıcılık etkisinin Ģartlarından bahsederken, bir mahkemenin vermiĢ olduğu hükmün ceza mahkemesi için bağlayıcı olabilmesi için bu hükümle maddi gerçeğin ortaya çıkarılmıĢ olmasının gerektiğini belirtmiĢtik. Bu nedenle hukuk mahkemesi, aynen ceza muhakemesi organlarının da yapacağı araĢtırmalar sonucunda, senedin sahte olmadığını tespit etmiĢ ise verilen bu hükmün veya kararın ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacağını kabul etmek gerekir. HMK’nın 211’inci maddesinde, belge üzerinde sahtelik incelemesinin nasıl yapılacağı hüküm altına alınmıĢtır. Buna göre, hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememiĢse huzurda bu kiĢiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda baĢka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. Ġsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiĢ olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiĢ sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir. Hakim yapmıĢ olduğu incelemeye rağmen, belgenin sahteliği konusunda bir kanaat edinememiĢ ise bilirkiĢi incelemesine karar verir. BilirkiĢi incelemesinden önce, mevcutsa o tarafa ait olan karĢılaĢtırma yapmaya elveriĢli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. BilirkiĢi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. BilirkiĢi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir (HMK md. 211). Görüleceği gibi söz konusu düzenleme çerçevesinde henüz maddi gerçek ortaya çıkarılmamıĢ olsa bile hukuk muhakemesinde, davaya taraf olanların iradesinin etkisi karar verilmesi, bozmayı gerektirmiş ve temyiz itirazları bu itibarla varit bulunmuş olduğundan” Yargıtay 6. CD, 30.04.1970 tarih ve E. 1979, K. 2173 sayılı kararı, (RKD, 1971, III/2, s. 21-22). 167 sonucunda, hakim, bir belgenin sahte olmadığına karar verebilmektedir. HMK’nın 211’inci maddesinin düzenlemesi ile HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasının birlikte değerlendirilmesi durumunda, hukuk mahkemesi tarafından maddi gerçeğin ortaya çıkarılmadığı durumlarda verilen karar veya hükümlerin dahi ceza muhakemesi organları bakımından bağlayıcı olması gerektiği sonucu çıkar. Bu durum ise ceza muhakemesinde geçerli olan maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesine açık bir aykırılık teĢkil eder. Bu nedenle HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasında yapılacak bir değiĢiklik ile hukuk mahkemesi tarafından verilen ve yalnızca maddi gerçeği ortaya çıkaran karar veya hükümlerin ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacağı hüküm altına alınmalıdır605. 4.1.2.2.2. Senedin Sahte Olduğu Hakkında Verilen Kararların Ceza Muhakemesine Etkisi HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasında, sadece senedin (belgenin) sahte olmadığı hakkında verilen hukuk mahkemesi hüküm veya kararının ceza mahkemesi için bağlayıcı olduğu hususu düzenlendiği için; bazı yazarlara göre, hukuk mahkemesince senedin (belgenin) sahte olduğu hakkında verilen kararlar ise ceza mahkemesini bağlamaz. Böyle bir durumda, ceza mahkemesinin senedi (belgeyi) düzenleyen kiĢinin sorumsuzluğuna ve beraatına karar verebileceği savunulmaktadır606. Bu görüĢe kısmen katılmakla birlikte, bazı hususlarda bu görüĢün isabetsiz olduğu kanaatindeyiz. ġöyle ki hukuk mahkemesi senedin sahte olduğuna karar vermiĢ olsa bile, bu, ceza mahkemesinin senedi düzenleyen kiĢi hakkında mutlaka mahkumiyet kararı vermesini gerektirmez. Örneğin, belgenin sahte olmasına rağmen, belgeyi düzenleyen kiĢinin yaĢ küçüklüğü veya akıl hastalığı gibi bir nedenle kusur yeteneğinin bulunmaması (CMK md. 223, f. 3, bent “a”), kiĢinin sahte belgeyi cebir veya tehdit etkisiyle düzenlemesi (CMK md. 223, f. 3, bent “b”) gibi durumlarda kiĢinin kusurunun bulunmaması dolayısıyla bu kiĢi hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilecektir. Her ne kadar hukuk mahkemesi senedin sahteliğine karar vermiĢ ise de ceza mahkemesi, yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması (CMK md. 223, f. 2, bent “c”) veya iddianamede sanık olarak gösterilen kiĢinin yüklenen suçu Yaptığımız açıklamalar neticesinde HMK md 214, f. 1 düzenlemesinin Ģu Ģekilde olması gerektiği kanaatindeyiz: "Bu Kanun'un 211'inci maddesi gereğince yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde, belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar veya hüküm kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza muhakemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez". 606 Kuru, 2001, cilt 2, s. 2169. 605 168 iĢlediğinin sabit olmaması nedeniyle (CMK md. 223, f. 2, bent “e”), bu kiĢi hakkında beraat kararı verebilir. Bu yönüyle senedin sahte olduğu hakkında hukuk mahkemesi tarafından verilen karar veya hüküm ceza mahkemesi için bağlayıcı olmayacaktır. Görüleceği gibi, belirtilen bu durumların hepsinde ceza mahkemesi, belgenin sahteliği hakkında bir değerlendirme yapmadan, sırf sanığın durumundan hareket ederek bir hüküm tesis etmektedir. Dolayısıyla ceza mahkemesi tarafından belirtilen ceza verilmesine yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi halleri, hukuk mahkemesi kararı veya hükmü ile çeliĢen bir durum ortaya çıkarmaz. Bu nedenle ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararı veya hükmü ile bağlı olmamasını, belirtilen bu haller ile sınırlı olarak anlamak gerektiği kanaatindeyiz. Diğer taraftan HMK’nın 212’inci maddesi gereğince hukuk mahkemesi, senedin sahte olduğuna dair karar kesinleĢtikten sonra, senedin altına sahte olduğunu yazarak bu senedi iptal eder. Böyle bir senetle ilgili yapılan ceza muhakemesinde, mahkemenin bu senedin sahte olmadığından hareketle hüküm tesis etmesi ise birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasına neden olur. Dolayısıyla hukuk mahkemesi senedin sahte olduğuna karar verdikten sonra, ceza mahkemesi senedin sahte olmadığına karar veremez; hukuk mahkemesinin senedin sahte olduğu hakkında vermiĢ olduğu karar ile bağlıdır. 4.1.2.3. Senedin Sahteliğinin Hem Hukuk Muhakemesinde Hem de Ceza Muhakemesinde AraĢtırılması Durumunda Bekletici Sorun Kararı Verilmesi Senetle ilgili ceza muhakemesinde belgede sahtecilik suçlarından dolayı bir soruĢturma veya kovuĢturma baĢlatılmıĢ iken; aynı zamanda hukuk mahkemesinde de senedin sahte olduğu asıl davada bir ön sorun olarak ileri sürülmüĢ veya bağımsız bir davanın konusu edilmiĢ olabilir. Mevzuatımızda bu duruma engel teĢkil edecek bir düzenleme ise bulunmamaktadır. Bir görüĢe göre, HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrası (HMUK md. 314) açıkça, hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olmadığı hakkında verilen kararın ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacağını belirttiği için ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararını bekletici sorun sayması gerekmektedir607. Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında, hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olmadığına karar verilmesi 607 Kunter, 1989, s. 315. 169 üzerine, aynı konunun tekrardan ceza mahkemesinde araĢtırılamayacağına ve bu nedenle ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararını beklemesi gerektiğine hükmetmiĢtir608. Diğer bir görüĢ, senedin sahte olmadığı hakkında hukuk mahkemesinde bir karar verilmeden önce, senedin sahte olduğu hakkında ceza mahkemesinde bir dava açılmıĢ ise davanın ceza mahkemesince yürütülüp karara bağlanmasına herhangi bir engel olmayacağını savunmaktadır. Zira Kanun koyucu “karar kesinleĢtikten sonra” demek suretiyle, ancak kesinleĢen hukuk mahkemesi kararlarına veya hükümlerine bağlayıcılık etkisi tanımıĢtır609. Böyle bir durumda, hukuk mahkemesinin ceza mahkemesinin kararını beklemesinde yarar vardır610. Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında, senetle ilgili olarak ceza mahkemesinde belgede sahtecilikten dolayı bir dava açılmıĢ olmasının karĢısında, icra tetkik merciin bu davayı bekletici sorun sayması gerektiğine hükmetmiĢtir611. Ġleri sürülen diğer bir görüĢe göre ise hangi mahkemenin diğerinin kararını bekletici sorun sayması gerektiği konusunda genel bir kural konulamaz. Mahkemelerden birisinde yürütülen dava diğerindeki yürütülen davadan daha ileri bir safhada ise diğer mahkemenin bekletici sorun kararı vermesi gerekir612. Kanımızca ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı vermesinin gerekli olduğunu savunan görüĢte isabet vardır 613 . Zira HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca, gerek herhangi bir ceza soruĢturması veya kovuĢturması yürütülmeden gerekse de ceza soruĢturması veya kovuĢturması ile eĢ zamanlı yürüyen bir dava sonucunda 608 609 610 611 612 613 Yargıtay’ın söz konusu kararının özeti Ģu Ģekildedir: “her ne kadar sahteliği iddia olunan milli emlak müdürlüğü ifadeli 5011/591 sayı ve 9.1.1952 tarihli yazı; hukuk usulü muhakemeleri kanununun 314’üncü maddesinde yazılı resmi senedattan madut değil ise de, tapuda yapılan intikal muameleleri sahteliği iddia olunan bu vesikaya müsteniden yapılmış ve senetler de buna göre verilmiş bulunmasına ve hazinece hukuk mahkemesine açılan davada bu vesikaya istinaden yapılan intikal muamelesinin iptali istenmiş olmasına göre, hukuk mahkemesinin neticesine intizar edilmesi gerekli ve bozma ilamına bu sebeple uyulması lazım iken yazılı şekilde eski hükümde ısrar olunması yolsuzdur” YCGK, 21.03. 1960 tarih ve 1/12-11 sayılı kararı, (Çağlayan, M, 1966, s. 420). Kayalar, M. (1955). Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 314’üncü Maddesi 2’inci Fıkrası Tatbikatı Hakkında. ABD, (6), s. 507. Kayalar, 1955, s. 508 “Senetle ilgili olarak ceza mahkemesinde dava açıldığı iddiası varsa, bu husus araştırılmalı, olumlu sonuca varılırsa bekletici mesele olarak kabul edilmelidir” Yargıtay 12. HD, 01.12.1981 tarih ve E. 1981/7648, K. 1981/9188 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 25.06.2013. Kuru, 2001, cilt 2, s. 2174. HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasının sadece ceza mahkemeleri yani kovuĢturma evresi için değil; soruĢturma evresi için de geçerli olduğunu söylemiĢtik. Bu nedenle hukuk mahkemesinde senedin sahteliği hakkında bir dava açılmıĢ ise ve bununla eĢ zamanlı olarak yapılan ceza muhakemesinde henüz soruĢturma evresinde bulunuluyor ise soruĢturmayı yürüten Cumhuriyet savcısının hukuk mahkemesi kararının kesinleĢmesini beklemesi gerekir. KovuĢturma evresinin aksine soruĢturmaya ara verilmesi için herhangi bir karar alınmasına gerek yoktur. Bu durumda fiili bir uygulama yapılarak hukuk mahkemesinin kararının beklenmesi gerekir. Eğer hukuk mahkemesi senedin sahte olmadığına karar verir ve bu karar kesinleĢirse soruĢturmayı yürüten Cumhuriyet savcısının da kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermesi gerekir. 170 senedin sahte olmadığı hakkında verilen hukuk mahkemesi karar veya hükmü, ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacaktır. Bekletici sorun kararı vermesi gereken mahkemenin hukuk mahkemesi olduğunu veya bu konuda genel bir kuralın bulunmadığını, bu nedenle hangi muhakeme daha ileri safhada ise diğer mahkemenin bekletici sorun kararı vermesi gerektiğini söylemek, HMK’nın 214’üncü maddesi birinci fıkra düzenlemesinin herhangi bir anlam ifade etmemesi sonucunu doğurur. Bu nedenle, HMK’nın ilgili düzenlemesi yürürlükte olduğu sürece, bekletici sorun kararı vermesi gerekenin ceza mahkemesi olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararını beklemeden hüküm kurması sonucunda, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin çıkması söz konusu olabilecektir. Örneğin, eğer hukuk mahkemesindeki yargılamanın sonucu beklenmeden, ceza mahkemesinde belgede sahtecilik yaptığı gerekçesi ile sanığın mahkum edilmesi ve bu esnada hukuk mahkemesinin belgenin sahte olmadığına karar vermesi durumunda, ceza yargılaması sonucunda hakkında mahkumiyet kararı verilen sanık, hukuk mahkemesinin bu kararını yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak ileri sürebilecek (CMK md. 311, f. 1, bent “e”) ve ceza yargılamasının yeniden yapılması ihtimali ortaya çıkacaktır. Bu durum ise usul ekonomisine açık bir aykırılık teĢkil edecektir. Diğer taraftan ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin kararını beklememesi durumunda, aynı senedin farklı mahkemeler tarafından farklı değerlendirilmesi söz konusu olacak, bu ise hukuki güvenlik ilkesine zarar verecek; kiĢilerin mahkeme kararlarına olan güvenini sarsacaktır. 4.1.3. Ġdare Bağlantısının Bulunduğu Suçlarda Ceza Mahkemesinin Gerek Ġdari ĠĢlemlerle Gerekse de Bu ĠĢlemler Hakkında Ġdare Mahkemeleri Tarafından Verilen Hükümler ile Bağlılığı 4.1.3.1. Genel Olarak Ġdare bağlantısının görünüm Ģekilleri olan idare hukuku bağlantısının ve idari iĢlem bağlantısının olduğu suçlarda, özellikle idare tarafından tesis edilen iĢlemlerin failin cezalandırılabilirliğine etki etmesi nedeniyle, bu baĢlık altındaki açıklamalar da idari iĢlem çerçevesinde yapılacaktır614. 614 Ġdare hukuku bağlantısı da failin cezalandırılabilirliğine etki edebilir. Ġdare hukuku bağlantısının ancak Ģekli anlamda kanun sayılan metinlerle oluĢturulması gerektiğini belirtmiĢtik. Bu bakımdan suç tipinde atıf yapılan kanunda baĢka bir kanun ile failin lehine değiĢiklik yapılması veya ilgili kanunun baĢka bir kanun ile yürürlükten kaldırılması hallerinde, failin durumunun TCK’nın “Zaman Bakımından 171 Ġdari iĢlemin ceza hukukuna etkisi hem maddi ceza hukuku buna bağlı olarak hem de ceza muhakemesi bakımından söz konusu olur. ÇalıĢmamızda ceza mahkemesinin gerek idari iĢlemlerle gerekse de bu iĢlemler hakkında verilen idare mahkemesi hükümleri ile bağlı olup olmadığı konu edilmesine rağmen, maddi ceza hukukunun idari iĢlemle bağlılığı konusu ceza mahkemesinin bağlılığının tespitine doğrudan etki etmektedir. Örneğin, idare bağlantısının bulunduğu bir suçta idare tarafından verilen bir iznin fiili suç olmaktan çıkartacağı kabul edildiğinde, bu durum maddi ceza hukuku cephesinde fiilin hukuka uygunluğu; muhakeme hukuku cephesinde ise soruĢturmayı yürüten cumhuriyet savcısının kovuĢturmaya yer olmadığı kararı, yargılama aĢamasında ise mahkemenin sanık hakkında beraat kararı vermesi sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle, ceza mahkemesinin gerek idari iĢlemlerle gerekse de idari iĢlemler hakkında verilen idare mahkemesi hükümleri ile bağlı olup olmadığını tespit etmeden önce, idari iĢlemlerin maddi ceza hukukuna etkisine iliĢkin öğretide ileri sürülen görüĢlerin değerlendirilmesini uygun bulduk. Ġdari makamlar tarafından verilen kararlar, özellikle de çevre ceza hukuku alanında ayrı bir öneme sahiptir. Bu bakımdan Alman hukukunda, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 324’üncü paragrafında yer alan suçun oluĢmasının, idari makamlar tarafından verilen kararlara bağlı kılındığı savunulmaktadır 615 . “Suyun Kirletilmesi” 616 baĢlığını taĢıyan paragrafta izinsiz olarak suyu kirleten veya suyun özelliklerini olumsuz bir Ģekilde değiĢtiren kiĢinin cezalandırılacağı hüküm altına alınmıĢtır. Benzer Ģekilde Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’nci paragrafında genel olarak bir takım tesislerin izinsiz olarak iĢletilmesi suç olarak kabul edilmiĢtir. Söz konusu paragrafın birinci fıkrasında bir nükleer 615 616 Uygulama” baĢlıklı 7’nci maddesi gereğince yeniden değerlendirilmesi gerekir (Centel, N., Zafer, H. ve Çakmut, Ö. (2008). Türk Ceza Hukukuna Giriş. (5. Bası). Ġstanbul, s. 106). Suç tipinde atıf yapılan ilgili kanun düzenlemesinin soyut norm veya somut norm denetimi suretiyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi halinde, Anayasa Mahkemesi kararının geçmiĢe yürüyüp yürümeyeceği ise tartıĢmalıdır. Yargıtay vermiĢ olduğu bir kararında iptal kararlarının da geriye yürüyebileceğine hükmetmiĢtir (Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 9.3.1998 tarih ve E. 1998/82 ve K. 1998/854 sayılı kararı, YKD, Mart 1998, 24(3), s. 455 vd). Buna paralel olarak öğretide bir görüĢ de sanık lehine olan Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geçmiĢe yürümesinin gerektiğini savunmaktadır (Centel/Zafer/Çakmut, 2008, s. 104). Bu görüĢün karĢısında olan yazarlar ise Anayasa’nın Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmiĢe yürümeyeceğini düzenleyen 153’üncü maddesi karĢısında, suç teĢkil eden fiilin gerçekleĢtirilmesinden sonra ilgili kanun hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesinin, failin cezai sorumluluğuna herhangi bir etkisinin olamayacağını savunmaktadır (Özgenç, 2014, s. 136; Koca/Üzülmez, 2014, s. 68; Hakeri, H. (2013). Ceza Hukuku Genel Hükümler. (16. Baskı). Ankara, s. 75). HAKERĠ, kitabının bir sonraki basısında bu konudaki görüĢünü değiĢtirmiĢ ve Yargıtay’ın kararının Anayasaya aykırı olsa da ceza hukukunun zaman bakımından uygulama ilkelerine uygun olduğunu savunmuĢtur (Hakeri, 2014, s. 77); Anayasanın söz konusu hükmünün ceza hukuku bakımından bir haksızlığa sebebiyet vereceği düĢüncesiyle ilgili hükmün Ģu Ģekilde olması gerektiği savunulmaktadır: “İptal kararları geriye yürümez. Ancak bir suçun unsurlarına, sair cezalandırılabilme şartlarına, cezasına, ceza mahkumiyetinin kanuni neticelerine ilişkin kanun hükümlerinin iptali halinde; lehe sonuç doğuran iptal kararları, geriye etkili olur” (Özgenç, 2014, s. 137). Dagmar, 1998, s. 30. Gewässerverunreinigung 172 enerji tesisinin gerekli olan izin alınmaksızın veya infaz edilebilir bir ret kararına rağmen iĢletilmesi ya da kısmi olarak sökülmesi yahut da böyle bir tesise sahip olunması ceza yaptırımını gerektirmektedir. Ġkinci fıkrada ise bazı kanunlara617 göre iĢletilmesi izne bağlı tesislerin izin alınmaksızın veya infaz edilebilir bir ret kararına rağmen iĢletilmesi suç olarak kabul edilmiĢtir. Paragrafın ikinci fıkrası ile ilgili olarak Nördlingen Sulh Ceza Mahkemesi (Nördlingen Amtsgericht) anayasaya aykırılık iddiasında bulunmuĢtur618. Alman Anayasa 617 618 Bu kanunlar Ģunlardır: Federal Emisyonu Koruma Kanunu (Bundesimmissionsschutzgesetz), Su Kanunu (Wasserhaushaltsgesetz), Geri DönüĢüm ve Atık Kanunu (Kreislaufwirtschaftsgesetz). AG Nördlingen, Vorlagebeschluß vom 22.10.1985 - Ds 300 Js 58742/85. (1986). NStZ, s. 315 vd. Mahkemenin baĢvuru gerekçesinde ileri sürdüğü hususlardan bazıları Ģu Ģekildedir: “327’nci paragrafın ikinci fıkrasının bir numaralı alt bendinde, sadece Federal Emisyonu Koruma Kanunu’nda öngörülen idari iznin alınmaksızın iĢletilmesi suç teĢkil etmektedir… Buna karĢılık idari düzenlemeler, idari makamlara, izinsiz iĢletilen bir tesise mutlaka bir idari yaptırım uygulanmasını emretmemektedirler. Federal Emisyondan Koruma Kanunu’nun (BImSchG) 20’nci paragrafının ikinci fıkrasına göre, yetkili idari makam; gerekli izin alınmaksızın kurulan, iĢletilen veya yapısında değiĢiklik yapılan bir tesisin faaliyetini durdurabilir veya tesisi kapatabilir. Ġkinci fıkranın ikinci cümlesine göre ise faaliyetin durdurulması veya tesisin kapatılması için faaliyetin toplumun geneli veya tesisin çevresi bakımından tehlike arz etmesi ve tehlikeden baĢka suretle korunma imkanının olmaması gerekir. Federal Emisyondan Koruma Kanunu’nun (BImSchG) 20’nci paragrafının ikinci fırkası ile Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’nci paragrafının ikinci fıkrasının birinci alt bendi karĢılaĢtırıldığında, birincisinin idari makamlara sunduğu iĢletmeleri tolere etme yetkisinin ikincisinin mahkemelere sunduğundan çok daha fazla olduğu sonucu ortaya çıkar… Ceza Kanunu’nun (StGB) ilgili hükmü, Federal Emisyondan Koruma Kanunu’na (BImSchG) göre kapatma kararının verilebilmesi için gerekli olan tesisin tehlikeliliğini göz ardı etmektedir. Söz konusu hükme göre, tesisin izin alınmadan kurulması veya faaliyetini devam ettirmesi cezalandırılabilmek için yeterlidir… Ancak ceza mahkemeleri idari makamlar ve idare mahkemeleri tarafından verilen kararları göz önünde bulundurmalıdırlar. Zira idare bağlantısı gereğince, bu kararlar somut olayda suçun maddi unsurlarında hata (StGB § 16) veya yasak hatası (StGB § 179) gibi kurumların uygulanması sonucunu doğurabilirler. Bir ceza kanunu hükmü ile cezalandırılan fiilin suç teĢkil etmesinin, bir kanun hükmünün yanı sıra idari makamlar tarafından verilen kararlara da bağlı hale getirilmesi, anayasaya aykırılık teĢkil eder. Ceza Kanunu’nun (StGB) söz konusu hükmündeki idare bağlantısı türünde, idari makamların Federal Emisyondan Koruma Kanunu’ndaki (BImSchG) izin Ģartları gerçekleĢmeden bir tesisin iĢletilmesine izin vermesi, cezalandırılabilirliğe engel teĢkil etmekte olup, bu durum ise anayasaya aykırılık teĢkil etmektedir. Ġdarenin vermiĢ olduğu izin kararının cezalandırılabilirliğe engel olması, bu kararın doğrudan Ceza Kanunu’na (StGB) ve onun genelliğine etki etmesi anlamına gelir. BaĢka bir deyiĢle, Ceza Kanunu (StGB) kendisi tarafından düzenlenen bir yaĢam olayında devre dıĢı bırakılmaktadır… 327’nci paragrafın ikinci fıkrasında da değiĢiklik yapan Ceza Hukukuna ĠliĢkin 18. Reform Kanunu’nda, idarenin, ceza tehdidi ile karĢılaĢması muhakkak olan bir tesisin iĢletilmesine müsaade etmesinin bir hukuka uygunluk nedeni oluĢturacağını kanun koyucunun düĢünüp düĢünmediği hususu belirsizdir. Zira reform kanununun gerekçesinde konuya iliĢkin Ģu açıklamalar yer almaktadır: “Bir fiilin tipik olup olmadığına ve aynı zamanda hukuka aykırı olup olmadığına iliĢkin sorunun cevabı, federal ve federe devlet kanunlarının ilgili hükümlerinden çıkarılabilir”. Her halükarda kanun, idari makamların ve idare mahkemelerinin verdikleri kararların hukuka uygunluk etkisi oluĢturmasına cevaz vermektedir. Ancak anayasa, kanun koyucunun, ceza hukuku sahasında idareye yetki veren bir düzenleme yapmasına müsaade etmemiĢtir. Anayasal bir yetkinin olmaması karĢısında, Federal Emisyondan Koruma Kanunu’nun (BImSchG) 20’nci paragrafının ikinci fıkrası çerçevesinde suç teĢkil eden bir fiile müsaade edilmesi; ceza hukukunun, kendi yetki sahası içerisindeki bir yaĢam olayında devre dıĢı bırakılması veya bir hukuka uygunluk sebebinin oluĢturulması arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Ceza Kanunu’nun 327’nci paragrafının ikinci fıkrasının birinci alt bendi, kanun koyucunun ve idarenin kuvvetler ayrılığı prensibi ile bağlılığına iki açıdan aykırılık teĢkil etmektedir. Ceza Kanunları dıĢındaki bir hükümde, örneğin Federal Emisyondan Koruma Kanunu’nun (BImSchG) 20’nci paragrafının ikinci fıkrasında olduğu gibi, idareye verilen yetki ile idari bir karar sonucunda ceza kanununun devre dıĢı kalması veya ceza kanununda öngörülmemesine rağmen, bir hukuka uygunluk sebebi oluĢturulması, fazladan açıklamayı gerektirmemektedir. ĠĢletilmesi için izin alınması gereken bir tesise Federal 173 Mahkemesi (BVerfG), mahkemenin bu talebini reddetmiĢtir. Anayasa Mahkemesine göre, Ceza Kanunu’nun ilgili maddesinde, Federal Emisyondan Koruma Kanunu’na (BImSchG) göre izin alınması gereken bir tesisi izin almaksızın iĢleten kiĢi cezalandırılmaktadır 619. Federal Emisyondan Koruma Kanunu’nda ise iznin Ģartları açık bir Ģekilde düzenlenmiĢtir (BImSchG, § 4) 620 . Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, Ceza Kanunu’nun ilgili düzenlemesini Anayasa’ya aykırı bulmamıĢtır 621 . Anayasa Mahkemesi’nin (BVerfG) bu kararı ile Alman hukukunda, idare tarafından verilen bir iznin diğer hukuk disiplinlerinde etki doğurması üzerindeki Ģüphelerin de giderilmiĢ olduğu savunulmaktadır622. Ġdare tarafından verilen iznin sadece çevreye karĢı iĢlenilen suçlarla korunan hukuki değerler bakımından mı geçerli olduğu; yoksa bu fiil ile kiĢilerin örneğin yaralanmasına veya ölmesine sebep olunması durumunda da bu iznin gerçekleĢen diğer suçlar bakımından 619 620 621 622 Emisyondan Koruma Kanunu hükümleri gereğince izin verilmiĢ olmasının doğrudan ceza hukukunda bağlayıcı etki doğurması dolayısıyla, Ceza Kanunu’nun 327’nci paragrafının ikinci fıkrasının bir numaralı alt bendi yine kuvvetler ayrılığı prensibine aykırılık teĢkil edecektir. Bu durumda iki soru akla gelmektedir: Acaba (Ceza) kanun koyucu(su), idareye böyle bir yetki vermek istemiĢ midir? Acaba, iĢletilmesi için izin alınması gereken bir tesise idarece izin verilmiĢ olmasına rağmen, ceza mahkemeleri idari kararın aksine ilgililerin aleyhine olacak Ģekilde hüküm tesis edebilir mi? Zira genelde yetkili idari makamın verdiği kararda tesisin izne ihtiyaç göstermediğini belirtmesi, Ceza Kanunu’nun 327’nci paragrafının ikinci fıkrasının bir numaralı alt bendi gereğince yargılanan tesisin iĢletmecisi bakımından, suçun maddi unsurlarında hata hükmünün uygulanmasına neden olmaktadır. Ġzne ihtiyaç gösteren tesisin iĢletmecisinin cezai sorumluluğuna etki eden idarenin az önce belirtilen bu yetkisi, iki açıdan kuvvetler ayrılığı prensibine aykırılık teĢkil etmektedir: Böyle bir müdahalenin, kanun koyucu tarafından murat edilmediği veya anayasada yeteri kadar düzenlenmemiĢ olduğu durumlarda; bu müdahale, kanun koyucunun ceza hukuku sahasında düzenleme yapma yetkisine karıĢılması anlamına gelir. Her Ģeyden önce idarenin bu yetkisi, ceza mahkemelerinin karar verme tekeline izin verilmeyen bir müdahale teĢkil eder. Çünkü ceza mahkemeleri, Ceza Kanunu’nun 327’nci paragrafının ikinci fıkrasının bir numaralı alt bendi gereğince, bir suçun oluĢup oluĢmadığına bağımsız bir Ģekilde karar vermelidir… Ceza Kanunu’nun ilgili maddesinde yer verilen ve ceza sorumluluğunu kaldırıcı veya düzenleyici etki doğuran idare bağlantısı, Anayasa’da düzenlenen ceza hukukunun belirli olması ilkesine (GG, § 103/2) aykırılık teĢkil eder. Tesisin iĢletmecisi, ceza hukuku için bağlayıcı etki doğuran idari karar nedeniyle; tesisin iĢletilmesinin bir suç teĢkil edip etmediğini anlayamayacaktır. Zira gerek tesisin iĢletilmesine müsaade eden gerekse de tesisin iĢletilmesi için iznin gerekli olmadığına iliĢkin kararlar, hukuka aykırı olsalar bile, idare bağlantısı nedeniyle ceza hukuku için bağlayıcı etkiye sahip olacaktır. Ġdare bağlantısı Ceza Kanunu’nun (StGB) ilgili maddesi açısından bir belirsizliğe yol açacaktır. Zira böyle bir durumda, bir fiilin Ceza Kanunu (StGB) tarafından cezalandırılabilir olup olmadığı belirsizliğini koruyacaktır. Tesisin iĢletmecisi ise kendi davranıĢlarını, Ceza Kanunu (StGB) hükümlerine göre değil de idari kararlara göre yönlendirmek zorunda kalacaktır… Ceza Kanunu’nun (StGB) ilgili maddesindeki ceza tehdidinin belirsizliği, her Ģeyden önce, tesisin iĢletmesi için iznin alındığı ancak daha sonra tesiste yapısal bir değiĢiklik nedeniyle tekrardan bir izne ihtiyaç duyulduğu durumlarda ortaya çıkar… DeğiĢikliğin varlığı ve bununla birlikte bu değiĢikliğin izne ihtiyaç gösterip göstermediği üzerindeki belirsizlik, birçok durumda idare tarafından verilen ve hukuki yönden bağlayıcılığı olan kararlar ile giderilir. Bu ise Anayasa’nın (GG) 103’üncü paragrafının ikinci fıkrasında düzenlenen belirlilik ilkesine aykırılık teĢkil eder. Çünkü iznin gerekliliğini tamamen karĢılayan ve idare tarafından verilen karar, Ceza Kanunu’nda (StGB) tipikliğin unsurlarından hiçbirisi olarak değerlendirilemez”. Entscheidungen des Bundesverfassungsgerichts. (1988). 75. Band, Tübingen, s. 330. BVerfGE 75, s. 331. BVerfGE 75, s. 340. Dagmar, 1998, s. 31; Schall, 1990, s. 1266. 174 da etki doğurup doğurmayacağı, bu konuda tartıĢılması gereken bir diğer sorundur 623 . Alman öğretisinde, Alman Kanun Koyucusunun, çevreye karĢı iĢlenilen suçlarla yalnızca büyük insan topluluklarının sağlık, vücut dokunulmazlığı ve yaĢam haklarının tehlikeye düĢürülmesi hususunu düzenlediği; buna karĢılık, tehlikenin gerçekleĢmesi durumunda, oluĢacak suçlar bakımından söz konusu idari kararın bir hukuka uygunluk etkisi oluĢturmayacağı kabul edilmektedir624. Bu durum hukuk düzeninin birliği düĢüncesine de bir aykırılık teĢkil etmeyecektir. Zira çevreye karĢı iĢlenilen suçlar bakımından verilen ve bu suçlar için etki doğuran idari izinlerin; yaralama veya öldürme suçları bakımından etki doğurması, idare hukukunca da kabul edilemez625. 4.1.3.2. Ġdari ĠĢlemlerin Maddi Ceza Hukukuna Etkisi 4.1.3.2.1. Hukuka Uygun Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi Bir kiĢiye bir hak tanıyarak, bir hakkı kuvvetlendirerek ya da bir yükümlülüğü kaldırarak bu kiĢinin hukuki hareket alanını geniĢleten idari iĢlemlere yararlandırıcı idari iĢlem (begünstigender Verwaltungsakt) denilmektedir 626 . Ġdari iĢlem bağlantısının bulunduğu suç tiplerinin çoğunluğunda yer alan idari iĢlemler, yararlandırıcı idari iĢlemlerdir. Bu tarz suçlarda idari iĢlemin varlığı, fiili hukuka uygun hale getirir 627 . Ġdareden alınmıĢ bir iznin varlığı durumunda, örneğin TCK’nın 181’inci maddesinin ikinci fırkasında düzenlenen suçtan; bir yapı ruhsatiyesinin alınması durumunda ise TCK’nın 184’üncü maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suçtan söz edilemeyecektir628. 623 624 625 626 627 628 Dagmar, 1998, s. 32. Dagmar, 1998, s. 32. Hübenett, C. (1986). Rechtswidrige behördliche Genehmigung als Rechtfertigungsgrund- ein gelöstes strafrechtliches Problem?. Bonn, s. 31. Akyılmaz, 2000, s. 55. Schmitz, 2014, Rn. 53; Hübenett, 1986, s. 62. TCK’nın 181’inci maddesinin gerekçesinde de benzer hususlar dile getirilmiĢtir. Buna göre “maddenin birinci fıkrasına göre, bu suç, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten verilmesiyle oluşur. Ancak, atık veya artıkların ilgili kanunlarla belirlenen teknik usullere uygun olarak doğal ortama bırakılması halinde, hukuka aykırı bir davranışın varlığından ve dolayısıyla bu suçun oluştuğundan söz edilemez”. 175 Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi KiĢilerin hukuki durumlarını sınırlayan, onlara yapmak, katlanmak, kaçınmak yükümlülüğü yükleyen idari iĢlemlere yükümlendirici idari iĢlemler (belastender Verwaltungsakt) denilmektedir629. Yararlandırıcı idari iĢlemlerin varlığı, failin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili hukuka uygun hale getirir. BaĢka bir deyiĢle, yararlandırıcı idari iĢlemlerin varlığı, suçun oluĢmasına engel teĢkil eder. Buna karĢılık, bir suç tanımında yükümlendirici bir idari iĢleme yer verilmiĢ ise suçun oluĢması idari iĢlemin varlığına bağlı kılınmıĢtır630. Alman hukukunda yükümlendirici idari iĢlemlerin bulunduğu suçlara örnek olarak Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’inci paragrafının birinci fıkrasında düzenlenen suç gösterilmektedir631. Söz konusu düzenlemedeki seçimlik hareketlerden birisi de bir nükleer enerji tesisinin infaz edilebilir bir ret kararına rağmen iĢletilmesidir. ĠĢte bu seçimlik hareket bakımından yükümlendirici bir idari iĢlem söz konusu edilmiĢtir. Zira bu durumda failin, bir Ģeyi yasaklayan idari iĢleme karĢı geliĢi söz konusudur. TCK’da ise “Çevreye KarĢı Suçlar” arasında değil de “Kamunun Sağlığına KarĢı ĠĢlenilen Suçlar” arasında yer alan 195’inci maddedeki “BulaĢıcı Hastalıklara ĠliĢkin Tedbirlere Aykırı Davranma” suçunda yükümlendirici bir idari iĢleme karĢı geliĢ ceza yaptırımı altına alınmıĢtır. Çünkü söz konusu düzenlemede, bulaĢıcı hastalıklardan birine yakalanmıĢ veya bu hastalıklardan ölmüĢ kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uyulmaması suç olarak kabul edilmiĢtir. 4.1.3.2.2. Hatalı Olarak Tesis Edilen Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi Hatalı Olarak Tesis Edilen Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi Yok Hükmünde Olan İdari İşlemler Alman hukuk öğretisinde çoğunluk görüĢü, yok hükmünde olan idari iĢlemlerin ceza hukuku tarafından göz ardı edileceğini savunmaktadır 632 . Zira bağlı bulunduğu hukuk disiplini tarafından değerlendirilmeyen bir iĢlemin, bir baĢka hukuk disiplini tarafından 629 630 631 632 Akyılmaz, 2000, s. 56. Schmitz, 2014, Rn. 67. Dagmar, 1998, s. 30. Horn, E. (1988). Bindung des Strafrechts an Entscheidungen der Atombehörde. NJW, Heft 35, s. 2338; Dagmar, 1998, s. 35; Schall, 1990, s. 1266; Hübenett, 1986, s. 55. 176 değerlendirilmesi kabul edilemez 633 . Bu durumda yok hükmünde olan bir idari izne dayanılarak gerçekleĢtirilen fiilin de hukuka uygunluğundan bahsedilemez. Bu bakımdan idare bağlantısı, bu gibi durumlarda, idari iĢlemin muhatabı olan kiĢinin fiilinin ceza hakimi tarafından bağımsız bir Ģekilde değerlendirilmesine herhangi bir engel teĢkil etmez. Hukuka Aykırı İdari İşlemler Yok hükmünde olmayan, ancak bünyesinde bir hukuka aykırılık ihtiva eden bir idari iĢlemin ceza hukukuna etkisi noktasında ise değiĢik görüĢler ileri sürülmüĢtür. Katı İdare Bağlantısı Görüşü (Strenge Verewaltungsakzessoriteät) Bu görüĢe göre, yok hükmünde olanlar hariç, her türlü idari iĢlem (karar) ceza hukuku için bağlayıcı etkiye sahiptir. Zira bir idari iĢlemin idare hukuku sahası içerisinde icrai olabilmesi için onun mutlaka maddi hukuka uygun olması gerekmiyor ise; aynı durumun bu idari iĢlemin ceza hukukuna etki etmesi bakımından da geçerli olması gerekir 634 . Ġdare hukukuna bu denli katı bir bağlayıcılık etkisi tanımak, iznin sonradan hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile geri alınmasının da fiilin cezalandırılabilirliğine etkisinin kabul edilmesi sonucunu doğurur. Böylece ilk baĢta idare tarafından izin verilmesi nedeniyle hukuka uygun kabul edilen bir fiil, bu iznin hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile geri alınması üzerine hukuka aykırı hale gelebilir ve çevreye karĢı iĢlenilen suçlardan birisine vücut verebilir635. Sınırlı İdare Bağlantısı Görüşü (Eingeschränkte Verwaltungsakzessorietät) Bu görüĢ taraftarları bir idari iĢlemin, çevreye karĢı iĢlenilen suçlardan dolayı yapılan yargılamalarda yol gösterici olmasını kabul etmelerine rağmen; hakkın kötüye kullanılmasının söz konusu olduğu hallerde, ceza hukukunun idari iĢlemle bağlı olmaması gerektiğini savunmaktadırlar636. Buna göre, idari iĢlemin muhatabının örneğin verilmesi gerekli izni hile, tehdit veya rüĢvet yoluyla elde etmesi halinde, hakkın kötüye kullanılması söz konusudur. Böyle bir durumda idari iĢlemin bir hukuka uygunluk etkisi doğurması söz konusu değildir637. Aynı Ģekilde, idari iĢlemin muhatabının idari iĢlem tesis edilirken idari 633 634 635 636 637 Scheele, 1993, s. 35. Scheele, 1993, s. 37. Dagmar, 1998, s. 36; Scheele, 1993, s. 38; Hübenett, 1986, s. 24. Hübenett, 1986, s. 13; Scheele, 1993, s. 124 vd; Rudolphi, H. J. (1984). Primat des Strafrechts im Umweltschutz. NStZ, Heft 5, s. 197. Hübenett, 1986, s. 7. 177 iĢlemin hukuka aykırı olduğunu bilmesi durumunda da bu kiĢinin, gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil bakımından idari iĢlemin varlığını ileri sürememesi gerekir. Maddi İdare Hukuku Bağlantısı Görüşü (Materielle Verwaltungsrechtakzessorietät) Ġdare bağlantısı düĢüncelerinin karĢısında olan bir görüĢ ise bir Ģeyin yapılmasına izin veren idari iĢlemin bağlayıcılık etkisinin, bu iĢlemin idare hukukunca icrai etkiye sahip olmasında değil, bu iĢlemin maddi hukuka uygunluğunda bulunduğunu savunmaktadır638. Bu bakımdan idari iĢlemin tesisinde usule iliĢkin yapılan hataların, bu görüĢ taraftarlarınca herhangi bir önemi yoktur. Çünkü bu yapılan hataların ceza hukuku ile korunan hukuki değere ne pozitif ne de negatif bir tesiri bulunmaktadır639. Ceza hukukunun idare hukukuna iliĢkin kanunlarla, kararnamelerle ve talimatnamelerle ilke olarak bağlı olduğunun kabul edilmesi, idari makamların vermiĢ oldukları kararların ceza hukuku açısından değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü idari makamlar, kanunun ne üzerinde ne de ona eĢtirler. Bir idari iĢlem ile ceza hukukunun ve dolayısıyla ceza mahkemesinin bağlı olması için o idari iĢlemin icrai olması tek baĢına yeterli değildir. Bu iĢlemin ayrıca maddi hukuka uygun olması da gereklidir640. Bu görüĢ taraftarlarına göre, örneğin öngörülen bütün Ģartları taĢımasına rağmen, inĢaat için ruhsat alamayan bir kiĢinin, buna rağmen inĢaatın yapımına baĢlaması durumunda, imar kirliliğine neden olma suçundan dolayı sorumluluğu cihetine gidilemeyecektir. Aynı Ģekilde Ģartları taĢımamasına rağmen, bir inĢaata ruhsat verilmesi durumunda, bu inĢaatı yapan kiĢi imar kirliliğine neden olma suçundan dolayı sorumlu tutulabilecektir641. Buna karĢılık, verilen izin idare hukuku normları ile uyum içerisinde, baĢka bir deyiĢle, hukuka uygun ise bu durumda ceza hakimini mutlak olarak bağlayacaktır642. Cezai Hukuka Aykırılık Görüşü (Die Lehre vom strafrechtlichen Rechtswidrigkeitsbegriff) Bu görüĢ taraftarlarına göre ceza muhakemesi organları, tamamen ceza hukukunda geçerli olan değerlendirmeler vasıtasıyla, idari makamlar tarafından verilen iznin, çevreye karĢı gerçekleĢtirilen fiillerin haksızlığını ortadan kaldırıp kaldırmadığını belirlemeleri gerekir643. Yapılan değerlendirmede idari iĢlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmiĢ ise 638 639 640 641 642 643 Schall, 1990, s. 1267; Bkz. Scheele, 1993, s. 36. Schall, 1990, s. 1266. Dagmar, 1998, s. 41. KrĢ. Schall, 1990, s. 1267; Ünver, Y. ve Nuhoğlu, A. (1999). Federal Almanya Çevre Ceza Hukuku. Ġstanbul, s. 65. Scheele, 1993, s. 52. Dagmar, 1998, s. 43. 178 bu idari iĢlemin çevreye karĢı gerçekleĢtirilen fiilin haksızlığını ortadan kaldırması söz konusu olamayacaktır 644 . Ġdari iĢlemin yok hükmünde olduğu veya verilen iznin ceza hukuku ile korunan hukuki menfaatlere önemli derecede zarar vermeleri halinde, bu verilen iznin ceza hukukunda herhangi bir etki doğurması kabul edilemez645. Görüşümüz Ġdare bağlantısının, yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla oluĢturulduğu suç tiplerinde, idari iĢlemin hukuka uygun olması durumunda herhangi bir sorun ortaya çıkmaz. Böyle bir durumda, kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil hukuka uygundur ve bir kimsenin hukuka uygun bir fiilinden dolayı cezalandırılması söz konusu olamaz. Esasen sorun arz eden husus, kiĢiye bir Ģeyi yapması konusunda izin veren idari iĢlemin hukuka aykırı olması durumunda bu kiĢinin, gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilden sorumlu tutulabilip tutulamayacağıdır. Öğretide, kiĢiye izin veren idari iĢlemin yok hükmünde veya sadece hukuka aykırı olmasına göre bir ayrım yapılmaktadır. Öğretideki yazarların ittifakla belirttiği gibi, kanımızca da yok hükmünde olan yararlandırıcı bir idari iĢlem, failin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili hukuka uygun hale getirmez. Kanımızca böyle bir durumda dahi kiĢinin içerisine düĢmüĢ olduğu hata, kanundaki hata hükümlerinin uygulanabilirliği noktasında değerlendirilmeye tabi tutulabilir 646 . Ancak bu, kiĢinin içerisine düĢmüĢ olduğu hatadan mutlaka faydalanabileceği anlamına gelmemektedir. KiĢinin, yararlandırıcı idari iĢlemi hile, cebir, tehdit veya rüĢvet gibi yollarla elde etmesi halinde, bu kiĢi, hukuka aykırı bir zeminde olduğunu idari iĢlemin tesis edildiği anda bilmektedir. Dolayısıyla böyle bir durumda olan kiĢi, cezai sorumluluktan kurtulmak için idari iĢlemin varlığını ileri süremez647. Öğretide bir görüĢ, hukuka aykırı olan yararlandırıcı idari iĢlemin dahi kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili hukuka uygun hale getireceğini savunmaktadır648. Ancak bu görüĢe haklı olarak, hukuka aykırılık kavramının bütün hukuk düzeni bakımından geçerli olduğu ve ceza hukukunun hukuka aykırı bir idari iĢlemi hukuka uygun olarak değerlendiremeyeceği gerekçesi ile karĢı çıkılmıĢtır649. Kanımızca da böyle bir durumda olan kiĢi hukuka uygun hareket etmemiĢtir. Ancak kiĢinin içerisine düĢmüĢ olduğu hatanın 644 645 646 647 648 649 Scheele, 1993, s.36. Hübenett, 1986, s. 137. Dagmar, 1998, s. 35, dn. 140. Horn, 1988, s. 2337. Hübenett, 1986, s. 56; Rudolphi, 1984, s. 197. Ostendorf, Heribert; “Die strafrechtliche Rechtmäβigkeit rechtswidrigen hoheitlichen Handels”, JZ, 1981, s. 174’ten naklen: Hübenett, 1986, s. 8. 179 bir değerlendirilmeye tabi tutulması gerekir. Buna göre, kiĢi idari iĢlemin Ģartları konusunda bir hataya düĢmüĢ ise; örneğin, alınan idari iznin, hukuka uygun olduğu konusunda bir hataya düĢmüĢ ise suçun maddi unsurlarında hata söz konusudur650. Hukuka aykırı idari iĢlemlerin ve hatta yok hükmünde olan idari iĢlemlerin varlığı durumunda dahi idari iĢlemin muhatabı kiĢi hakkında hata hükümlerinin uygulanabileceğini belirtmiĢtik. Bu bakımdan idare bağlantısının bulunduğu bir suçun iĢlenmesinden sonra, idari iĢlemin hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile geri alınması veya bu iĢlemin idari yargı organlarınca iptal edilmesi, iĢlemin muhatabı kiĢi hakkında hata hükümlerinin uygulanmasına engel değildir. Hatalı Olarak Tesis Edilen Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Yok Hükmünde Olan İdari İşlemler Aynen yararlandırıcı idari iĢlemlerde olduğu gibi yükümlendirici idari iĢlemlerin de fiilin ceza hukuku açısından değerlendirilmesinde herhangi bir etkisi yoktur 651 . Yükümlendirici idari iĢlemler dolayısıyla idare bağlantısının oluĢturulduğu suç tiplerinde, yükümlendirici idari iĢlemlerin cezalandırılabilirlik için varlıklarının Ģart olduğunu belirtmiĢtik. Yok hükmünde olan yükümlendirici idari iĢlemler de herhangi bir etkiye sahip olamayacakları için böyle bir durumda, idari iĢlemin muhatabı kiĢinin de cezalandırılması söz konusu olamayacaktır. Sonuç olarak yok hükmünde olan bir idari iĢleme dayalı olarak bir hak iktisap edilemeyeceği gibi, böyle bir idari iĢlem kimseye bir yükümlülük dahi getiremez. Hukuka Aykırı İdari İşlemler Sadece hukuka aykırı olan idari iĢlemler bakımından ise iki görüĢün ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Hukuka Aykırı İdari İşlemin de Ceza Hukukuna Etki Edeceği Görüşü Yararlandırıcı idari iĢlemlerin ceza hukuku bakımından önem arz etmesi ve failin cezalandırılmasına engel olmasında olduğu gibi, yükümlendirici idari iĢlemler de ceza hukuku bakımından etkili olur. Böyle bir durumda, idari iĢlemin muhatabı, bu iĢlem hukuka aykırı olsa bile, idari iĢleme aykırı davranıĢın cezai sonuç doğurabileceğini 650 651 Alt, R. (2014). § 324. Münchener Kommentar zum StGB, (2. Auflage), München, Rn. 87. Dagmar, 1998, s. 47. 180 öngörmek durumundadır. Zira cezalandırılabilirlik için önem arz eden husus, fiilin gerçekleĢtirildiği anda hukuka aykırı da olsa icrai bir idari iĢlemin varlığıdır. Bu bakımdan, böyle bir idari iĢlemin, fiilin gerçekleĢtiriliĢinden sonra idare mahkemesi tarafından iptal edilmiĢ olmasının failin cezalandırılabilirliğine herhangi bir etkisi olmaz652. Hukuka Aykırı İdari İşlemlerin Ceza Hukukuna Etki Etmeyeceği Görüşü Bu noktadaki görüĢleri de ikiye ayırabiliriz. Birinci görüĢ, hukuka aykırı idari iĢlemin ceza hukukuna etki etmeyeceği halleri sınırlandırmıĢtır. Buna göre, icrai ancak hukuka aykırı bir idari iĢlemin muhatabının cezalandırılabilirliği, bu idari iĢlemin veya düzenlemenin açıkça çevreyi koruma amacıyla bağdaĢtırılamadığı durumlarda kabul edilmemektedir653. Bu bakımdan örneğin idari makamların sırf idari iĢlemin muhatabına zarar vermek amacıyla bir idari iĢlem tesis etmeleri durumunda, böyle bir idari iĢleme karĢı geliĢ herhangi bir cezai yaptırımla karĢılaĢmamalıdır. Bu konuda ileri sürülen ikinci bir görüĢ ise idare bağlantısının bulunduğu suç tiplerinde dahi failin hukuka aykırı olan yükümlendirici idari iĢlemden dolayı cezalandırılmasını, hukuk düzeni açısından tahammül edilemez bir durum olarak değerlendirmektedir. Zira ceza hukukunun bir idari iĢlemin varlığı ile bağlı kalması ve bunun sonucu olarak ceza hakiminin hukuki değerlendirme yapmasının engellenmesi, Alman Anayasası’nın 19’uncu paragrafında da düzenlemesini bulan hukuki korunma hakkına aykırılık teĢkil edecektir. Çünkü böyle bir durumda ceza hakimi, muhtemelen hukuka aykırılığına karar verilecek bir idari iĢlemi, cezalandırılabilirliğin bir Ģartı olarak kabul etmeye zorlanacaktır654. Görüşümüz Kanımızca yukarıda zikredilen görüĢlerden ikincisi kabul edilebilir. BaĢka bir deyiĢle, hukuka aykırı bir yükümlendirici idari iĢlemin varlığı durumunda, bu idari iĢleme karĢı gelen kiĢinin cezai sorumluluğu yoluna gidilemez. Çünkü aynen yukarıda da belirtildiği gibi; hukuka aykırı yükümlendirici idari iĢlemlere dayanılarak failin cezalandırılması yoluna gidilmesi, ceza hakiminin hukuka aykırılığına karar verilebilecek bir iĢlemi, cezalandırılabilirliğin bir Ģartı olarak kabul etmeye zorlanması anlamına gelir. 652 653 654 Scheele, 1993, s. 163. Dölling, Dieter, “Umweltstraftat und Verwaltungsrecht”, JZ, 1985, s. 465’ten naklen: Dagmar, 1998, s. 49. Kühl, K. (1987). Probleme der Werwaltungsakzessorietät des Strafrechts. Festschrift für Karl Lackner zum 70. Geburstag am 18. Februar 1987, Berlin-Newyork, s. 845. 181 4.1.3.3. Ġdari ĠĢlemler ile Ceza Hakiminin Bağlılığı 4.1.3.3.1. Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemler Bakımından Ġdari iĢlemlerin maddi ceza hukukuna etkisi ortaya konulduktan sonra, cevaplandırılması gereken bir diğer sorun, soruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısının; kovuĢturma evresinde ise ceza hakiminin bu idari iĢlemin içeriğini denetleyebilip denetleyemeyeceğidir. Zira idari iĢlemin içeriğinin denetleyemeyeceğini söylemek, ceza hakiminin bu idari iĢlemin içeriği ile bağlı olacağı anlamına gelmektedir655. Ġdari iĢlem bağlantısının yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla kurulduğu suçlarda, idari iĢlemin maddi ceza hukukuna etki etmesi, soruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısının; kovuĢturma evresinde ise ceza hakiminin iĢlemin içeriğini denetleyemeyeceği anlamına gelmez. Bir görüĢe göre, idari iĢlemin doğrudan ceza hakimi için bağlayıcı olması; yargı yetkisinin bağımsız mahkemeler eliyle kullanılacağını belirten Alman Anayasası’nın (Grundgesetz) 92’nci paragrafına (1982 Anayasası md. 9) aykırılık teĢkil eder. Bağlayıcılığı kabul etmek, bir fiilin suç teĢkil edip etmediğinin belirlenmesinin idarenin vereceği karara bırakılmıĢ olacağı anlamına gelir 656 . Kanımızca da bu görüĢte isabet vardır. Ayrıca idari iĢlemlerin ceza hakimi için bağlayıcı olması, normlar hiyerarĢisinde idari iĢlemlerin kanunlardan daha üst düzeyde olduklarının kabul edilmesini sonuçlar. Çünkü 1982 Anayasası’nın 152’nci maddesinin birinci fıkrasına göre, “bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birisinin Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır”. Görüleceği gibi, davaya bakmakta olan mahkeme, somut norm denetimi de denilen bu yol vasıtasıyla, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararname hükmünün Anayasaya aykırılığını ileri sürebilmekte ve söz konusu hükmü Anayasaya aykırılık bakımından denetletebilmektedir. Oysa idari iĢlemlerin ceza hakimi için bağlayıcı olduğunu söylemek, ceza hakimini bu iĢlemlerin içeriğini denetleyememesi sonucunu doğurur. Bu nedenle soruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısı; kovuĢturma evresinde ise ceza hakimi, hakkında herhangi bir iptal davası açılmamıĢ olan yararlandırıcı idari iĢlemin hukuka uygun olup olmadığını, CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrası gereğince, nispi muhakeme yapmak suretiyle denetleyebilir. 655 656 Kühl, 1987, s. 844. Kühl, 1987, s. 844. 182 4.1.3.3.2. Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Bakımından Ġdari iĢlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenmesinin gerekli olması, yükümlendirici idari iĢlemlere aykırı davranılmasının cezai yaptırıma bağlandığı durumlarda da önem arz eder657. SoruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısının; kovuĢturma evresinde ise ceza hakiminin, aynen yararlandırıcı idari iĢlemlerde olduğu gibi, yükümlendirici idari iĢlemlerin de içeriğini denetleme yetkisi sınırlandırılamaz. Bu bakımdan yararlandırıcı idari iĢlemler hakkında belirtilen görüĢler, yükümlendirici idari iĢlemler bakımından da geçerlidir. 4.1.3.4. Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi 4.1.3.4.1. Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin Etkisi Yararlandırıcı idari iĢlemlerin maddi ceza hukukuna etkisi anlatılırken, bu idari iĢlemlerin hukuka uygun olmaları halinde ortada suç teĢkil eden bir fiilin bulunmayacağını belirtmiĢtik. Ġdari iĢlemin hukuka aykırı olduğunun tespit edilmesi halinde ise bu idari iĢlemin fiili hukuka uygun hale getiremeyeceği; ancak böyle bir durumda failin hakkında hata hükümlerinin uygulanabilir olup olmadığının araĢtırılması gerektiğini söylemiĢtik. Ġdari iĢlem bağlantısının yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla kurulduğu suçlardan dolayı kiĢi hakkında bir ceza soruĢturması veya kovuĢturması yürütülüyor, aynı zamanda da bu idari iĢleme karĢı idare mahkemesinde iptal dava açılmıĢ olması durumunda nasıl hareket edilmesi gerektiğinin de açıklığa kavuĢturulması gerekir. Ceza muhakemesi baĢlamadan önce veya ceza muhakemesi devam ederken söz konusu idari iĢlem hakkında idare mahkemesinde iptal davası açılmıĢ ise artık ceza muhakemesi organlarının iptal davasının sonucunu beklemesi gerekir. Çünkü idare mahkemesi hükmü, Ģüpheli veya sanığa yüklenen suçun ispatında önem arz etmektedir. Ġptal davası açıldığı esnada, ceza muhakemesi henüz soruĢturma evresinde ise savcılığın iptal davası sonuçlanıncaya kadar soruĢturmayı bekletmesi gerekir. Bunun için soruĢturmayı yürüten Cumhuriyet savcısının herhangi bir karar almasına gerek yoktur. Eğer idare mahkemesi idari iĢlemin hukuka uygun olması gerekçesi ile idari iĢlemin iptali 657 Kühl, 1987, s. 846. 183 talebini reddetmiĢse bu durumda idare bağlantısının bulunduğu suçtan dolayı Ģüpheli hakkında kovuĢturmaya yer olmadığı kararı verilmelidir. Ġdari iĢlemin hukuka aykırı olduğuna karar verilmiĢ olmasına rağmen Cumhuriyet savcısı, Ģüphelinin idari iĢlemin varlığına güvendiği kanısındaysa, suçun maddi unsurlarında hataya düĢüldüğü gerekçesi ile yine Ģüpheli hakkında kovuĢturmaya yer olmadığı kararı verebilir. Ceza muhakemesinde kovuĢturma evresine geçilmiĢ ise ceza mahkemesinin, hakkında iptal davası açılmıĢ idari iĢlemin hukuka uygun olup olmadığını nispi muhakeme yapmak suretiyle denetleme yetkisi yoktur. Ceza mahkemesi CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrası hükmü gereğince bekletici sorun kararı vermelidir. Böyle bir durumda idare mahkemesi tarafından verilen hükmün hangi durumlarda ceza mahkemesi için bağlayıcı olacağının, ikinci bölümde bağlayıcılık etkisinin Ģartlarına iliĢkin yaptığımız açıklamalar çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Ancak Ģu hususu belirtmek gerekir ki eğer idari mahkemesi idari iĢlemin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile davayı reddetmiĢse bu durumda, sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilin suç teĢkil etmemesi nedeniyle sanık hakkında beraat kararı verilmelidir (CMK md. 223, f. 2, bent “a”). Ġdare mahkemesi hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile idari iĢlemi iptal etmiĢ ve sanık da bu idari iĢlemin varlığına güvenerek söz konusu fiili gerçekleĢtirmiĢ ise bu durumda ceza mahkemesi suçun maddi unsurlarında hata hükümlerinin (TCK md. 30, f. 1) uygulanabilir olup olmadığını araĢtırmalıdır. Mahkeme, sanığın suçun maddi unsurlarında hataya düĢtüğü kanısında ise bu hata kastı kaldıran bir hata olduğu için, sanık hakkında yine beraat kararı vermelidir (CMK md. 223, f. 2, bent “c”). 4.1.3.4.2. Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin Etkisi Yararlandırıcı idari iĢlemlerde olduğu gibi, yükümlendirici idari iĢlemler hakkında verilecek idare mahkemesi hükümleri de suçun ispatı açısından önem arz eder. Bu durumda da idare mahkemesi hükmünün beklenilmesi gerekir. Yükümlendirici idari iĢlemler hakkında açılan iptal davası sonucu idare mahkemesi tarafından verilen hükümler, yararlandırıcı idari iĢlemler hakkında verilen hükümlerin tam tersi sonuç doğurur. ġöyle ki, yükümlendirici idari iĢlemler hakkında açılan iptal davası, idari iĢlemin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile reddedilmiĢ ise ortada maddi unsurları tamamlanmıĢ bir suç vardır. Bu suçtan sanığın sorumlu olup olmadığı, ceza mahkemesi tarafından değerlendirilmelidir. 184 Buna karĢılık, idari iĢlemin idare mahkemesince iptal edilmesi karĢısında, suçun unsurları tamamlanmadığı için kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil de suç teĢkil etmeyecektir. Böyle bir durumda, soruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısının Ģüpheli hakkında kovuĢturmaya yer olmadığı kararı; kovuĢturma evresinde ise mahkemenin sanık hakkında, gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilin suç teĢkil etmemesi nedeniyle, beraat kararı vermesi gerekir (CMK md. 223, f. 1, bent “a”). 4.1.4. Vergi Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 367’inci maddesinin son fıkrasında “Ceza mahkemesi kararları, bu Kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu makam ve mercilerce verilecek kararlar da ceza hakimini bağlamaz” ifadesine yer verilmiĢtir. Düzenlemede açıkça bir makam veya merciin kararının ceza mahkemesi için bağlayıcı olmayacağı belirtildiği için bu düzenlemeden ne anlaĢılması gerektiğinin ve ayrıca bu ifadenin vergi mahkemelerini de kapsayıp kapsamadığının incelenmesi, konumuz açısından önem taĢımaktadır. 4.1.4.1. Genel Olarak Vergi mevzuatına aykırı bazı fiiller Vergi Usul Kanunu’nda suç olarak kabul edilmiĢler ve bu fiiller karĢılığında kanun koyucu hapis cezası öngörmüĢtür 658. Kanuna göre suç teĢkil eden fiiller vergi mahremiyetinin ihlal edilmesi (VUK md. 362); Kanunun 6’ıncı maddesinde belirtilen kiĢilerin, vergi mükelleflerinin özel iĢlerini yapması (VUK md. 363) ve vergi kaçakçılığı suçudur (VUK md. 359). Bu suçların cezalandırılmasındaki 658 KarĢılığında ceza hukuku yaptırımı öngörülen haksızlıklara suç denilmektedir. Vergi Usul Kanunu’nda ise suç teĢkil eden haksızlıklara hapis cezası öngörülmüĢtür. Bu haksızlıklardan dolayı bir kiĢinin cezalandırılabilmesi için bu kiĢi hakkında teknik anlamda bir ceza yargılamasının yapılması gerekir. Bunun yanında vergi suçu olarak nitelendirilen diğer haksızlıklar karĢılığında vergi ziyaı veya usulsüzlük cezası öngörülmektedir. Bu haksızlıklara karĢı yaptırım uygulamaya yetkili makam ise vergi idaresidir. Bu cezaların verilebilmesi için herhangi bir yargılama yapılmasına gerek yoktur. Vergi idaresi bir haksızlık tespit ettiği zaman bu haksızlık karĢılığındaki yaptırımı uygulamaya doğrudan yetkilidir. Ġdari bir makam olan vergi idaresinin uygulamıĢ olduğu ceza verme iĢlemi de idari bir iĢlemdir. Bu nedenle karĢılığında bu tarz yaptırım öngörülen haksızlıkları vergi suçu olarak değil, vergi kabahati olarak isimlendirmek daha doğrudur. Vergi idaresinin vergi cezası iĢlemi idari bir iĢlem olduğu için ilgililer anayasal güvence gereğince (Anayasa md. 125, f. 1) bu iĢleme karĢı idari yargıya müracaat etme hakkına sahiptir. 185 amacın vergi kanunlarına uygun hareket edilmesini sağlamak ve bunun neticesinde vergi kayıplarının önlenmesinin olduğu belirtilmektedir659. Kanunda, vergi kaçakçılığı ve mükelleflerin özel iĢlerinin yapılması dolayısıyla eğer vergi ziyaına sebebiyet verilmiĢse bu suçları gerçekleĢtiren kiĢilere ayrıca vergi ziyaı cezasının da kesileceği hüküm altına alınmıĢtır (VUK md. 359, f. son, md. 363). GerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil hem vergi ziyaı hem de vergi suçu oluĢturan kiĢi, ceza mahkemesinde vergi suçundan dolayı yargılanırken; hakkında kesilen vergi ziyaı cezasına karĢı vergi yargısına müracaat etmiĢ ise aynı konuya iliĢkin vergi mahkemesinin de yargılama yapması söz konusu olabilmekte; bu durumda bir yanıyla vergi ziyaı bir yanıyla da vergi suçu teĢkil eden aynı fiil hem ceza hem de vergi yargılamasının konusunu oluĢturabilmektedir 660,661 . Dolayısıyla, aynı konuya iliĢkin olarak farklı mahkemelerden verilen hükümlerin birbirlerine etki edip edemeyeceği sorunu ortaya çıkmaktadır. 659 660 661 Akkaya, M. (2000). Vergi Mahkemesi ve Ceza Mahkemesi Kararlarının EtkileĢimi Üzerine Bir Ġnceleme. AÜHFD, cilt 49, s. 86. Bu bağlamda vergi ziyaı cezasının düzenlendiği VUK’un 344’üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü büyük öneme sahiptir. Söz konusu düzenlemeye göre, “vergi ziyaına 359. maddeki fiillerle sebebiyet verilmesi halinde, maddeye göre öngörülen vergi ziyaı cezası üç kat olarak uygulanacaktır”. Görüleceği gibi, kanun koyucu VUK md. 359’da sayılan vergi kaçakçılığı fiilleri hakkında aynı zamanda vergi ziyaı cezası uygulanmasını öngörmektedir. Kanunun bu düzenlemesi karĢısında daha önce de belirtildiği gibi, aynı fiil nedeniyle vergi ziyaı cezasına karĢı vergi yargısına müracaat edilmesi durumunda, aynı fiil hem vergi yargılamasının konusunu hem de ceza yargılamasının konusunu oluĢturacaktır. Bu durumda da vergi mahkemesi kararları ile ceza mahkemesi kararlarının birbiriyle etkileĢimi gündeme gelecektir. Öğretideki bir görüĢ, bir fiilin vergi ziyaı meydana getirmeye elveriĢli bulunmaması durumunda bu fiilin kaçakçılık suçunu oluĢturmayacağını savunmaktadır (ġenyüz, D. (2012). Vergi Ceza Hukuku. Bursa, s. 78). VUK’ta vergi ziyaı “mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder” Ģeklinde tanımlanmıĢ (VUK md. 341) ve vergi ziyaına 359’uncu maddede yazılı fiillerle sebebiyet verilmesi halinde verilecek vergi ziyaı cezasının üç kat, bu fiillere iĢtirak edenlere ise bir kat olarak uygulanacağı belirtilmiĢtir (VUK md. 344, f. 2). Ancak kanun koyucunun bu Ģekilde bir düzenleme yapmıĢ olması, vergi kaçakçılığı suçunun oluĢabilmesi için mutlaka vergi ziyaına sebebiyet verilmesi gerektiği Ģeklinde yorumlananamaz. Eğer vergi kaçakçılığı suçu için vergi ziyaına sebebiyet verilmiĢ olması Ģart olarak öngörülmüĢ olsaydı, kanun koyucunun bunu vergi kaçakçılığını düzenlediği 359’uncu maddede mutlaka belirtmesi gerekirdi. Ayrıca kanun koyucu VUK’un bir çok maddesinde vergi suçu iĢleyenler hakkında ceza verilmesinin bu kiĢilere ayrıca vergi ziyaı cezası verilmesine engel olmayacağını belirterek (VUK md. 359, f. son, md. 363, md. 367, f. 4), görüĢümüzü teyit etmiĢtir. Örneğin, ancak Maliye Bakanlığı ile anlaĢması bulunan kiĢilerin basabileceği belgeleri, Bakanlık ile anlaĢması olmadığı halde basanlar veya bilerek kullananlar vergi kaçakçılığı suçunu iĢlemiĢ olmalarına rağmen, bu örnekler kullanılmak suretiyle fatura düzenlenmiĢ ve dolayısıyla herhangi bir vergi ziyaı ortaya çıkmamıĢ olabilir. Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında vergi kaçakçılığı suçunun oluĢumu için vergi ziyaının oluĢmasının gerekmediğine hükmetmiĢtir. Yargıtay’ın söz konusu kararında özet olarak Ģu husus vurgulanmıĢtır: “213 sayılı Kanun'un 4369 sayılı Kanunla değiştirilen 359/b-1 maddesine göre, vergi kanunlarınca düzenlenmesi gereken belgelerin sahte olarak düzenlenmesi suçun oluşumu için yeterli olup, bu belgelerin kullanılması ve vergi zıyaı doğması suçun unsuru olmaktan çıkarılmıştır. Ayrıca, iddianamede belirtilen sahte fatura düzenlemek ve kamu kurumu olan icra müdürlüğünü aracı kılmak suretiyle dolandırıcılık suçunun oluşup oluşmayacağına ilişkin delillerin takdir yetkisinin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekir” Yargıtay 11. CD, 25.09.2006 tarih ve E. 2005/3238, K. 2006/7513 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 27.03.2013. 186 4.1.4.2. VUK’un 367’inci Maddesinin Son Fıkrasının Vergi Mahkemelerini de Kapsaması Sorunu VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasında geçen “vergi cezalarını uygulayacak makam ve merciler” ifadesinin vergi mahkemelerini de kapsayıp kapsamadığı tartıĢmalı bir konudur. Öğretide bir görüĢ, herhangi bir gerekçe ileri sürmeden, kanun koyucunun bu hükümle vergi mahkemelerini de kastettiğini, ceza mahkemesi kararlarının vergi makamlarını ve uygulamalarının vergi ve vergi mahkemelerini mahkemelerinin bağlamayacağını, kararlarının da vergi makamlarının ceza mahkemelerini bağlamayacağını savunmaktadır662. BaĢka bir görüĢe göre de maddenin son fıkrasında geçen “makam ve merciler” ifadesi yalnızca idari mercileri değil, vergi yargısını da kapsamaktadır663. Dolayısıyla vergi mahkemeleri tarafından verilen hükümler, ceza mahkemesi için bağlayıcı bir etkiye sahip değildir. Öğretideki bir baĢka görüĢ ise konuyu vergi kaçakçılığı suçu bağlamında değerlendirmiĢtir. Bu görüĢteki yazarlara göre, kaçakçılık suçundan dolayı kiĢi hakkında ceza yargılaması yapılırken; vergi makamları da fiilin vergi ziyaı kabahatini oluĢturması nedeniyle fail hakkında vergi ziyaı cezası kesmektedir. KiĢi ise kesilen bu cezaya karĢı vergi yargısına baĢvurabilmektedir. Yargı mercileri kararlarının birbirine etkili olmayacağı kanunda açıkça düzenlendiği için (VUK md. 367) ceza mahkemesi sanığın kastının olmadığı gerekçesiyle beraat kararı verirken; aynı olayda vergi idaresi vergi kaçırma kastı vardır diyerek kiĢi hakkında vergi cezası uygulayabilir. Bu yazarlara göre, ceza yaptırımı uygulama yetkisinin bu Ģekilde idari organlara bırakılmıĢ olması, anayasaya aykırılık sorununu gündeme getirir664. Bu görüĢlere karĢılık olarak VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasının mahkemeler arasındaki etkileĢime iliĢkin olmadığı, sadece vergi idaresi ile ceza mahkemesi kararları arasındaki etkileĢimi düzenlediği savunulmaktadır665. Zira bir bütün olarak ele alındığında, bu düzenlemedeki asıl amacın haksızlık teĢkil eden fiile karĢı ceza hukuku yaptırımları ile idari para cezasının ayrı ayrı uygulanmasını sağlamak olduğu görülmektedir. BaĢka bir deyiĢle, bu düzenleme sayesinde, ceza mahkemesi kararlarının kesin hükmün önleyici 662 663 664 665 Kaneti, S. (1989). Vergi Hukuku. Ġstanbul, s. 251. Donay, S. (2008). Ceza Mahkemesinde Yargılanan Vergi Suçları. Ġstanbul, s. 78. Hızlı, Y. (1984). Türk Vergi Hukukunda Kaçakçılık Suçu. Ankara, s. 46. Akkaya, 2000, s. 88. 187 etkisi nedeniyle, vergi idaresinin ceza uygulama yetkisini ortadan kaldırmaması garanti altına alınmıĢtır666. Kanımızca bu ikinci görüĢte isabet vardır. Çünkü VUK, 4.1.1961 tarihinde kabul edilmiĢ ve 10.1.1961 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Oysa vergi mahkemeleri 6.1.1982 tarihinde kabul edilen ve 20.01.1982 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2576 sayılı Kanun ile kurulmuĢlardır. Kanun koyucunun vergi mahkemeleri kurulmadan, bu mahkemeler ile ceza mahkemeleri arasında bir etkileĢimi öngördüğü ise kabul edilemez bir düĢüncedir 667 . Ayrıca VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasında “bu kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve merciler” den bahsedilmektedir. Kanunun dördüncü kitap ikinci kısmına baktığımızda ise birinci bölümde vergi ziyaı cezasının, ikinci bölümde ise usulsüzlük cezasının düzenlendiğini; cezaları kesme yetkisinin ise mükellefin bağlı olduğu vergi dairesinde olduğunu (VUK md. 365) görmekteyiz. Dolayısıyla, kanunun lafzından hareket edildiğinde dahi VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasından hiçbir Ģekilde vergi mahkemelerinin kastedilmediği sonucuna ulaĢılmaktadır. VUK’un 367’inci maddesinde değiĢiklik yapan 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 280’inci maddesine iliĢkin olarak Adalet Komisyonu raporundaki Ģu ifade de görüĢümüzü desteklemektedir. Rapora göre, “maddi gerçeği araştıran ceza mahkemesinin bu bağlamdaki hükmünün, sadece vergi mevzuatı uygulayıcıları tarafından değil, vergi mahkemeleri tarafından da göz önünde bulundurulmaları gerekir”668. VUK’un 367’inci maddesinde değiĢiklik yapan kanun maddesinin Adalet Komisyonu raporunda dahi vergi mevzuatı uygulayıcıları ile vergi mahkemelerinin farklılığına vurgu yapılmıĢtır. Vergi mahkemelerinin kurulmasından sonra yapılan bir kanun değiĢikliğinde dahi vergi mevzuatı uygulayıcıları ile vergi mahkemelerinin farklılığına vurgu yapılması nedeniyle, kanun koyucunun söz konusu düzenlemede kullandığı “vergi cezalarını uygulayacak makam ve merciler” ifadesinden asla vergi mahkemelerini de kastettiği sonucu çıkarılamaz. 666 667 668 Akkaya, 2000, s. 90. Akkaya, 2000, s. 90. Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla ÇeĢitli Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/335), TBMM, Dönem 23, Yasama Yılı:2, s. 136. 188 4.1.4.3. Vergi Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığı Görüleceği gibi, VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrası ceza mahkemeleri ile vergi mahkemeleri arasındaki etkileĢime iliĢkin bir düzenleme değildir. Konuya iliĢkin olarak ne CMK’da ne ĠYUK’ta ne de VUK’ta bir düzenleme bulunmaktadır669. Burada Ģu hususu belirtmek gerekir ki, vergi idaresinin vergi ziyaı nedeniyle vermiĢ olduğu kararlar ceza mahkemesini bağlamayacaktır. Zira hem vergi ziyaı kabahati hem de vergi suçu oluĢturan fiiller bakımından, vergi idaresi kararları vergi suçu bakımından ne bir unsur teĢkil etmektedir ne de bu kararların inĢai bir özelliği bulunmaktadır. Bir idari merciin vermiĢ olduğu kararın kesin hüküm etkisi de doğurması söz konusu değildir. Dolayısıyla vergi idaresi vergi ziyaı oluĢmadığı gerekçesi ile fail hakkında vergi ziyaı cezası kesmemiĢ bile olsa ceza mahkemesi vergi suçunu oluĢturduğu gerekçesi ile fail hakkında mahkumiyet kararı verebilir. Aynı Ģekilde örneğin vergi idaresi vergi kanunlarına göre tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan defter ve kayıtlarda muhasebe hilesi yapıldığı gerekçesi ile fail hakkında vergi ziyaı cezası kesmiĢ bile olsa (VUK md. 344, f. 2) ceza mahkemesi söz konusu fiili muhasebe hilesi saymayarak, fail hakkında beraat kararı verebilir 670 . Ceza mahkemesi, vergi idaresi 669 670 Bu duruma iliĢkin olarak Alman hukukunda ise Eski Vergi Kanunu’nun 468’inci maddesinde bir hüküm bulunmaktaydı. Söz konusu düzenleme 10.08.1967 tarihine kadar yürürlükte kalmıĢtır. Bu düzenlemeye göre, ceza mahkemesinde vergi kaçakçılığı veya vergi usulsüzlüğü ile ilgili yapılan yargılamada, mahkumiyet hükmünün verilebilmesi için; devletin vergi hakkının olup olmadığı, ya da bu hususta usulsüzlük yapılıp yapılmadığı, haksız yere vergi istisnası oluĢturulup oluĢturulmadığına iliĢkin daha önceden Federal Alman SayıĢtay’ı (Bundesfinanzhof- BFH) tarafından bir karar verilmiĢ ise, bu karar ceza hakimi için bağlayıcı olacaktır. Söz konusu düzenlemeye göre, ceza yargılaması baĢlamadan önce, BFH’nın bir kararı mevcut değilse, bu kararın alınması için muhakemeye ara vermek ceza hakiminin takdirinde olan bir husustur (Heil, 1983, s. 74). Söz konusu hüküm, sadece vergi uyuĢmazlıklarının temyiz merci olan Federal Alman SayıĢtay’ının kararlarının ceza hakimi için bağlayıcılık etkisi doğuracağı, buna karĢılık vergi uyuĢmazlıklarının ilk inceleme merci olan finans mahkemelerinin (Finanzgerichte) kararlarının ise bağlayıcılık etkisi doğurmayacağı Ģeklinde yorumlanmaktaydı (Heil, 1983, s. 75). Düzenlemenin tersi yorumundan kanun koyucunun, ceza mahkemesinin finans mahkemesi kararları ile bağlı olmasını istemediği sonucu çıkarılmaktaydı (Heil, 1983, s. 75). Ancak aynı yazar, eğer finans mahkemesi daha önceden ceza mahkemesindeki ön sorun hakkında karar vermiĢ ise bu kararın ceza mahkemesi için bağlayıcı olacağını belirterek, kendi içerisinde bir çeliĢkiye düĢmüĢtür (Heil, 1983, s. 75). Yargıtay da, vergi mahkemeleri kurulmadan önceki döneme iliĢkin vermiĢ olduğu bir kararında, yargı organı olmadığı kabul edilen vergi itiraz komisyonları veya vergiler temyiz komisyonlarının verdikleri kararların ceza mahkemesi için bağlayıcı olmadığına hükmetmiĢtir. Anılan karar da özetle Ģu hususlar dile getirilmiĢtir: “…Deftere tabi vergi mükellefi olan sanığın, tahliye tazminatı (hava parası) olarak aldığı 375 bin liradan makbuz verdiği, 75 bin lirasını deftere kayıt ettiği halde, makbuzsuz aldığı 300.000 lirayı vergi defterine yazmadığı, Amerikan, Türk Ticaret Bankası Genel İdare Kurulu Kararı, Banka kayıtları, ödeme fişi, bunları doğrulayan tanık sözleri ile mahkemece kabul edilmiş, dosyada mevcut delillere göre bu kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir. Temyiz layihasına eklenen vergi temyiz komisyonu kararı henüz kesinleşmemiştir. Danıştay’a başvurulabilir. Kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmiş dahi olsa mahkemeleri bağlayıcı nitelikteki kararlardan değildir” Yargıtay 7. Ceza Dairesi, 5.5.1971 tarih ve E. 6155, K. 5890 sayılı kararı, (RKD, 1971, III/2, s. 84). 189 raporları ile bağlı değilse de söz konusu belgeler suçun oluĢup oluĢmadığı bakımından göz önünde bulundurulmalıdır671. Vergi mahkemeleri ile ceza mahkemelerinin hükümlerinin birbirine etkisi sorununa gelince, aynı fiil nedeniyle farklı muhakeme alanlarında iki farklı yargılama yapılmaktaysa bu yargılamaların birbirini hiç etkilemeyeceğini söylemenin, hukuk düzeninin birliğine aykırılık teĢkil edeceğini söylemiĢtik. Bu bağlamda, VUK’taki düzenlemeler gereğince, aynı fiilin hem ceza yargılamasının hem de vergi yargılamasının konusunu oluĢturması mümkün olduğuna göre, bu iki yargılamanın sonucunda verilen hükümlerin birbirini etkilemeyeceğini savunmak güçtür 672 . Bu bakımdan, örneğin aynı zamanda vergi kaçakçılığı suçunu da oluĢturan ve vergi ziyaına sebebiyet veren bazı fiillerden dolayı kesilen vergi ziyaı cezasına karĢı vergi yargısına müracaat edilmiĢ olsa ve tutulan defterlerde muhasebe hilesi yapılmadığı nedeniyle, vergi mahkemesi kesilen cezayı iptal etmiĢ olsa; bu karara rağmen ceza mahkemesinin tutulan defterlerde muhasebe hilesi yapıldığı gerekçesiyle mahkumiyet kararı vermesi, aynı konuda birbiriyle çeliĢen hükümlerin çıkmasına neden olur. Aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmaması için yargılamayı yapan mahkemelerden birisinin diğerinin kararını beklemesi gerekir. Bu noktada sorulması gereken soru, hangi mahkemenin bu durumda bekletici sorun kararı vermesi gerekeceği ve buna bağlı olarak hangi yargılama sonucunda verilen hükmün diğerine etki edeceğidir. “Sanık hakkında iddianame ile canlı tavukla beraber sevkini yaptığı 100 koli yumurta için sevk irsaliyesi düzenlenmemesi şeklinde oluşan muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek suçunun 9.7.1998 tarihli tutanak ve bunu düzenleyen vergi denetim elamanlarının duruşmadaki beyanları karşısında sübuta erdiğinin kabulü gerekir” Yargıtay 11. CD, 16.04.2003 tarih ve E. 2002/13871, K. 2003/1676 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 27.03.2013; “Kasap olan sanığın,1992 ve 1993 yıllarında gerçekte üreticiden yaptığı bazı canlı hayvan alımları için müstahsil makbuzu düzenleyerek, stopaj gelir vergisi ödemek zorunluluğu karşısında,bu vergiden kurtulmak amacıyla paravan olarak kurdukları saptanan C. Dericilik-Besicilik ile, S. Tarım Ürünleri Şirketleri'nden sahte faturalar temin edip kullanmak suretiyle stopaj gelir vergisi ve ayrıca sahte faturalarda ödenmiş görünen katma değer vergilerini de indirim konusu yaparak,Katma Değer Vergisi ziyaına sebebiyet verdiğinin, vergi inceleme raporları, tutanaklar, sahte faturalar düzenleyen firmalar hakkında yapılan incelemeler ve sair dosya kapsamı ile anlaşılması karşısında yanlış tesbitler içeren bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde beraat hükmü tesisi kanuna aykırı ve müdahil vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak bozulmasına”, Yargıtay 9. CD, 15.1.1997 tarih ve E. 1996/4387, K. 1997/115 sayılı kararı, www.kazanci.com.tr, eriĢim tarihi 02.04.2013. 672 Akkaya, 2000, s. 95; vergi mahkemelerinden verilen hükümlerin ceza mahkemeleri için bağlayıcı olacağı konusunda ise Yargıtay’ın kararları arasında bir tutarlılık bulunmamaktadır. Yüksek mahkeme bazı kararlarında vergi mahkemesi kararının ceza mahkemesi için bağlayıcı olacağı, bu nedenle ceza mahkemesinin vergi mahkemesinin kararını beklemesi gerektiği yönünde görüĢ belirtirken, bkz. Yargıtay 11. CD, 01.12.2003 tarih ve 10407/8521 sayılı kararı, (Hatipoğlu/Parlar, 2005, s. 330); diğer bazı kararlarında vergi mahkemesi ve DanıĢtay’ın kararlarının ceza mahkemesi için bağlayıcı olmayacağına hükmetmiĢtir: Yargıtay 11. CD, 01.12.2003 tarih ve 10120/8524 sayılı kararı ;Yargıtay 11. CD, 08.10.2001 tarih ve 8689/9047 sayılı karar; Yargıtay 11. CD, 17.10.2001 tarih ve 8869/9594 sayılı kararı, (Hatipoğlu/Parlar, 2005, s. 331). 671 190 Öğretideki bir görüĢ, vergi mahkemesi hükümleri ile ceza mahkemesi hükümleri arasındaki etkileĢimin nasıl olacağına iliĢkin bir düzenleme bulunmadığı için sorunun usul hukukunun genel prensipleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini savunmaktadır673. Buna göre, aynı kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil hem vergi yargılamasının hem de ceza yargılamasının konusunu oluĢturduğu için uyuĢmazlıklar arasında sübjektif bağlantı vardır. Fakat vergi mahkemeleri ile ceza mahkemeleri farklı muhakeme alanlarında yer alan mahkemeler oldukları için her iki davanın birleĢtirilmesi gibi bir durum söz konusu olamaz674. Buna karĢılık bu yazarlar, söz konusu durumda CMK’nın 218’inci (CMUK md. 255) maddesinin uygulanmasında; baĢka bir deyiĢle, ceza mahkemesinin, hürriyeti bağlayıcı ceza gerektiren bir vergi suçuna iliĢkin davada, nispi muhakeme yapma veya vergi mahkemesinin kararını bekletici sorun sayma hususuna iliĢkin herhangi bir kanuni engelin olmadığı görüĢündedir675. Kanımızca bu görüĢ bekletici sorun kararı vermesi gereken mahkemenin ceza mahkemesi olmasını belirtmesi yönünden isabetlidir. Zira söz konusu uyuĢmazlık bir vergi uyuĢmazlığıdır ve çözümü uzmanlık isteyen bir konudur. Bu konuya ihtisas mahkemesi olan vergi mahkemesinin el atması karĢısında, ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı vermesi gerekir676. Ancak bir fiilin aynı zamanda hem vergi ziyaı kabahati hem de bir vergi suçu oluĢturması durumunda ortada nispi muhakeme yapmayı gerektirecek bir durum yoktur. VUK’taki ilgili düzenlemelere bakıldığında bu görüĢümüz daha iyi anlaĢılacaktır: VUK’un 363’üncü maddesinde, Kanun’un 6’ıncı maddesinde sayılan kiĢilerin vergi mükelleflerinin özel iĢlerini yapması halinde, bu kiĢilerin TCK’nın 257’inci maddesinin birinci fıkrasına göre cezalandırılacağı; bu hareketlerle vergi ziyaına sebebiyet verilmesi durumunda, bu kiĢilere ayrıca vergi ziyaı cezası kesileceği hüküm altına alınmıĢtır. Dikkat edilirse Kanunun 6’ıncı maddesinde belirtilen kiĢilerin, vergi mükelleflerinin özel iĢlerini yapıp yapmadığının tespiti uzmanlık isteyen bir konudur. Hakkında vergi ziyaı cezası 673 674 675 676 Akkaya, 2000, s. 91 vd. Akkaya, 2000, s. 91. Akkaya, 2000, s. 92; aksi görüĢ için bkz. Donay, 2008, s. 78. Ceza mahkemesi vergi mahkemesinin kararını bekletici sorun saymaz ve kiĢi hakkında mahkumiyet kararı verir; ancak vergi mahkemesi vergi ziyaı cezasına karĢı açılan davada davacının hukuka uygun davrandığı gerekçesi ile vergi ziyaı cezasını iptal ederse bu durum ceza yargılaması bakımından bir yargılamanın yenilenmesi nedeni oluĢturacaktır. Zira Yargıtay suçun oluĢmasına etkili gördüğü vergi dairesi raporunun dahi yargılamanın yenilenmesine sebep olacağı görüĢündedir. Söz konusu kararda özetle Ģu hususlar dile getirilmiĢtir: “Vergi mükellefi olan sanığın yapılan tebligata rağmen defter ve belgeleri ibraz etmediğinden bahisle hakkında yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de, söz konusu tebligatın geçersiz olduğuna ve hükmedilen cezalı tarhiyatın terkin edildiğine ilişkin hükümden sonra dosyaya ibraz edilen Bakırköy vergi dairesi müdürlüğünün yazısı ile kararının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. Maddesi kapsamında yeni delil olarak kabulü gerekir” Yargıtay 7. CD, 13.02.2008 tarih ve E. 2007/13594, K. 2008/1374 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 27.03.2013. 191 kesilen kiĢi, bu cezaya karĢı vergi mahkemesine müracaat etmiĢ; bu kiĢi hakkında ayrıca görevi kötüye kullanma suçundan dolayı (TCK md. 257, f. 1) ceza davası açılmıĢ olsa hem ceza yargılaması hem de vergi yargılaması için önem arz eden husus, bu kiĢinin mükelleflerin özel iĢlerini yapıp yapmadığı olacaktır. Nispi muhakeme ise bir mahkemenin kendi yargılama konusu için yeterli olacak oranda, aslında bir baĢka yargılamanın konusunu oluĢturacak uyuĢmazlık hakkında karar vermesi Ģeklinde tanımlanabilir. Tanımdan da anlaĢıldığı gibi, nispi muhakemede aslında baĢka bir mahkemenin yargılama yetkisinde olan bir husus hakkında mahkeme karar vermektedir. Oysa VUK’un 363’üncü maddesinde cezalandırılan ve aynı zamanda suç teĢkil eden fiil, bir yanıyla ceza yargılamasının; vergi ziyaı oluĢturması durumunda ise vergi yargılamasının konusunu oluĢturmaktadır. BaĢka bir deyiĢle, her iki mahkeme de aynı fiil hakkında, farklı yönlerden de olsa yargılama yapma yetkisine sahip olmaktadır. Dolayısıyla burada ne ceza mahkemesi için ne de vergi mahkemesi için nispi muhakeme yapılmasını gerektirecek bir durum bulunmaktadır. Aynı durum VUK’un 359’uncu maddesinde düzenlenen vergi kaçakçılığı suçu bakımından da geçerlidir. Mahkemeler arasında mutlak bir etkileĢimsizliği savunmak ne derece yanlıĢ ise vergi mahkemesinin verdiği her hükmün ceza mahkemesi için önemli olduğunu ve bu nedenle bekletici sorun kararı verilmesinin gerektiğini savunmak da o derece yanlıĢtır. Somut olayın Ģartlarına göre, eğer vergi mahkemesince verilecek hüküm ceza yargılamasında suçun ispatı bakımından bir etki göstermeyecek ise bu durumda vergi mahkemesinin kararının beklenmesine gerek yoktur677. Ayrıca vergi mahkemesi hükmü ile maddi gerçek ortaya çıkarılmamıĢ ise bu hükmün de ceza mahkemesi için bağlayıcı etkisi olamaz. Örneğin vergi mahkemesi usuli bir takım eksiklikler nedeniyle kesilen vergi ziyaı cezasını iptal etmiĢ olabilir. Verilen bu iptal kararı ile kiĢinin söz konusu fiili iĢleyip iĢlemediği 677 “Sanık aşamalarda değişmeyen savunmasında,Vergi Kontrol Memurları tarafından incelenmek üzere 23301-23350 A Seri nolu satış fişlerinden ibaret cildin kendisinden istendiğini, ancak bu numaraları taşıyan A Seri nolu bir ciltten ibaret satış fişlerini Ö......... Matbaası 'ndan teslim almadığını, idare ile uzlaşmaya gittiğini, uzlaşamadıkları konuyla ilgili olarak Vergi Mahkemesine dava açtığını,ileri sürmektedir… Sanığın Vergi Mahkemesine açtığı dava, uyuşmazlık konusu olay bakımından bekletici ön sorun niteliğinde bulunmadığından sonucunun beklenmesine gerek yoktur” YCGK, 8.04.1991 tarih ve E. 1991/9-81, K. 1991/111 sayılı kararı, www.hukukturk.com, 27.03.2013; “Müsnet suçun 213 sayılı Kanunun 253. Maddesine göre ait olduğu yılı takip eden takvim yılından başlamak üzere beş yıl süre ile muhafaza edilmesi gereken defter ve belgelerin usulüne uygun olarak yapılan tebligata rağmen aynı kanunun 13. Maddesinde gösterilen mücbir sebeplere veya kastı kaldıran diğer nedenlere dayanılmadan yetkililere ibraz edilmemesiyle oluştuğu ve kararda sözü edilen vergi mahkemesi kararlarının dava konusu fiille ilgisi bulunmadığı dikkate alınarak tebliğ edilen belgenin aslı ya da onaylı bir örneği dosyaya getirilip CGK’nın 17.12.1990 gün ve 312-340 sayılı kararında belirlenen ilkelere göre sanıkların cezai sorumlulukları da değerlendirilmek suretiyle bir sonuca varılması gerekirken vergi mahkemesinin kararları esas alınarak eksik soruşturmaya beraat kararı verilmesi” Yargıtay 11. CD, 12..03.1998 tarih ve 1706/1681 sayılı kararı, (Hatipoğlu/Parlar, 2005, s. 221). 192 ortaya çıkarılamadığı için vergi mahkemesi hükmünün de ceza mahkemesini bağlamaması gerekir. Böyle bir durumda, ceza mahkemesi failin gerçekleĢtirdiği iddia edilen fiilin vergi kaçakçılığı suçuna veya mükelleflerin özel iĢlerinin yapılması suçuna vücut verip vermediğini kendi değerlendirmesi sonucunda tespit etmelidir. 4.1.5. Grev veya Lokavtın KanundıĢı Olup Olmadığına ĠliĢkin ĠĢ Mahkemesi Hükmünün Ceza Davaları Ġçin Kesin Delil OluĢturması (6356 Sayılı Kanun md. 71, f. 1) 4.1.5.1. Düzenleme Hakkında Genel Bilgi 18.10.2012 tarihinde kabul edilen ve 7.11.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu’nun 71’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, “taraflardan her biri, karar verilen veya uygulanmakta olan bir grev veya lokavtın kanun dışı olup olmadığının tespitini mahkemeden her zaman talep edebilir. Mahkeme bir ay içinde karar verir. Kararın temyizi hâlinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karara bağlar. Verilecek karar, tarafları, işçi ve işveren sendikasının üyelerini bağlar ve ceza davaları için kesin delil teşkil eder”. Benzer bir düzenleme bu kanun ile yürürlükten kaldırılan 2822 sayılı Toplu ĠĢ SözleĢmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun 46’ıncı maddesinin birinci fıkrasında da bulunmaktaydı. Söz konusu düzenlemelerde bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin tespitin ceza davaları için kesin delil oluĢturacağı söylenmiĢ olsa da burada kastedilenin söz konusu hükmün ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurmasıdır. Zira bir grev veya lokavtın kanun dıĢı veya kanuni olduğu görevli veya yetkili mahkeme tarafından tespit edildikten sonra, bu düzenlemelere göre, ceza mahkemesi bu kararın aksini kabul edemeyecektir678. 678 2822 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce yürürlükte bulunan 15.07.1963 tarih ve 275 sayılı Toplu ĠĢ SözleĢmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun 54’üncü maddesinde kanun dıĢı grev ve lokavt suç olarak kabul edilmiĢ; ancak bu kanunda bir grev veya lokavtın kanuni veya kanun dıĢı olduğunu tespit eden mahkeme hükmünün ceza davaları için bağlayıcı olacağına iliĢkin bir düzenlemeye yer verilmemiĢti. Yargıtay da bu kanunun yürürlükte olduğu dönemde vermiĢ olduğu bir kararında kanun dıĢı lokavt suçundan dolayı yapılan yargılamada, ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararı ile bağlı olmayacağını, bu nedenle, her ne kadar lokavtın kanun dıĢı olduğu Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından tespit edilmiĢ olsa da bu konuda hukuk mahkemesinin verdiği karar ile yetinilemeyeceğine hükmetmiĢtir. Yargıtay’ın söz konusu kararının özeti Ģu Ģekildedir: “Kanun dışı lokavt iddiası ile açılan bir kamu davasında ceza mahkemesi, lokavtın sözü edilen kanuni unsurlarını göz önünde tutarak iddia ve savunmayı dengeli bir biçimde araştırmak, sahip olduğu geniş ve serbest yetkiye dayanarak bütün delilleri her yolla eksiksiz bir şekilde topladıktan sonra sonuca ulaşmak durumundadır. Ceza mahkemesinin, böyle bir davada hüküm kurarken sadece hukuk mahkemesi tarafından verilen tesbit kararına dayanması, savunmayı kısıtlar… Bartın 2. A. Hukuk Mahkemesi 'nin 1978/449 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; yasa dışı lokavtın unsurlarından olan, işverenin 57 işçiyi işten çıkarmasıyla işyerinde faaliyetin büsbütün ortadan kalkmadığı hususu yeterince 193 6356 sayılı Kanun’daki düzenleme ile ilgili açıklamalara geçmeden önce grev ve lokavtın tanımı ve bir grev veya lokavtın ne zaman kanun dıĢı bir grev ve lokavt sayılacağı konusunda kısa bir açıklama yapmanın faydalı olacağı kanısındayız. 4.1.5.2. Grev ve Lokavtın Tanımı Bir tanıma göre grev, iĢçilerin, topluca çalıĢmamak suretiyle bir iĢ kolunda veya iĢyerinde faaliyeti durdurmak veya iĢin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla, aralarında anlaĢarak veyahut bir teĢekkülün aynı amaçla topluca çalıĢmamaları için verdiği bir karara uyarak iĢ bırakmalarıdır 679. Bir baĢka tanıma göre ise grev, iĢçilerin kolektif hareket ile iktisadi ve sosyal durumlarını korumak için; iĢyerindeki faaliyeti durdurmak üzere iĢi bırakmalarıdır680. 2822 sayılı Kanun’un 25’inci maddesinde grevin, kanuni grevin ve kanun dıĢı grevin tanımının yapıldığı681, özellikle genel anlamda grev ile kanuni grev arasındaki farka dikkat edilmesinin gerektiği söylendikten sonra, grev için Ģu Ģekilde bir tanım getirilmiĢtir: “Grev; işçilerin, isteklerini elde etmek üzere iş sözleşmesini geçici bir süre için yerine getirmeme niyetlerini açıklayan ve topluca veya bir karara uyarak işi bırakmalarıdır”682. 6356 sayılı Kanun’da ise grev Ģu Ģekilde tarif edilmiĢtir: “İşçilerin, topluca çalışmamak suretiyle işyerinde faaliyeti durdurmak veya işin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla, aralarında anlaşarak veya bir kuruluşun aynı amaçla topluca çalışmamaları için verdiği karara uyarak işi bırakmalarına grev denir” (md. 58, f. 1). Grevin aksine lokavt kararını iĢveren, sendikanın kararı ile alabileceği gibi, sendika kararı olmadan da alabilir. Bir lokavttan söz edebilmek için iĢçilerin iĢveren veya iĢveren vekili tarafından iĢten uzaklaĢtırılmaları gerekir683. Lokavt ise Ģu Ģekilde tarif edilmektedir: “lokavt; bir veya birden çok işveren tarafından, bir iş mücadelesi amacına ulaşmak için, araştırılmadan adı geçen mahkemece hüküm kurulduğu görüldüğü gibi; yerel mahkemenin, sanık ve vekili tarafından ileri sürülen ve sanığın suç kastına tayinine yarayacak delilleri toplama gereği duymadan, Bartın 2. A. Hukuk Mahkemesi 'nin 19.9.1978 tarihli kesinleşmiş kararına dayanarak müsnet suçun oluştuğunu kabul etmesi yerinde bulunmadığından sanık vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir” YCGK, 21.04.1980 tarih ve E. 1980/9-110, K. 1980/166 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 05.04.2013. 679 Ersoy, Y. (1973). Çalışma Hürriyetine Karşı Suçlar. Ankara, s. 248. 680 Yarsuvat, D. (1978). Çalışma Ceza Hukuku. Ġstanbul, s. 278. 681 7.11.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve 2822 sayılı kanunu yürürlükten kaldıran 6356 sayılı kanun’un 58’inci maddesinde de 2822 sayılı kanunda olduğu gibi ilk baĢta grev tarif edilmiĢ, daha sonra bir grevin hangi durumlarda kanuni hangi durumlarda kanun dıĢı bir grev olacağı belirtilmiĢtir. 682 Tunçomağ, K. ve Centel, T. (2008). İş Hukukunun Esasları. (5. Bası). Ġstanbul, s. 458. 683 Ersoy, 1973, s. 258. 194 çok sayıda işçinin belli bir plan uyarınca topluca işten uzaklaştırılmasıdır”684. Daha genel bir tanımda ise lokavt, bir veya birden fazla işverenin işyerini, işçilerin çalışmasına kapaması olarak tarif edilmiĢtir685. 6356 sayılı Kanun ise lokavtın tanımını Ģu Ģekilde yapmıĢtır: “İşyerinde faaliyetin tamamen durmasına neden olacak tarzda, işveren veya işveren vekili tarafından kendi kararıyla veya bir kuruluşun verdiği karara uyarak, işçilerin topluca işten uzaklaştırılmasına lokavt denir” ( md. 59, f. 1). 4.1.5.3. Kanun DıĢı Grev ve Lokavt Halleri 6356 Sayılı Kanun bir grev veya lokavtın ne zaman kanuni bir grev veya lokavt sayılacağını da hükme bağlamıĢtır. Buna göre, toplu iĢ sözleĢmesinin yapılması sırasında uyuĢmazlık çıkması hâlinde, iĢçilerin ekonomik ve sosyal durumları ile çalıĢma Ģartlarını korumak veya geliĢtirmek amacıyla, bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılan greve kanuni grev denir (md. 58, f. 2). Yine aynı Ģekilde, toplu iĢ sözleĢmesinin yapılması sırasında uyuĢmazlık çıkması ve iĢçi sendikası tarafından grev kararı alınması hâlinde bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılan lokavta ise kanuni lokavt denir (md. 59, f. 2). Kanuni grev ve lokavt için aranan Ģartlar gerçekleĢmeden yapılan grev ve lokavta ise kanun dıĢı grev ve lokavt denilmekte olup (md. 58, f. 3; md. 59, f. 3), bu durumun bir haksızlık teĢkil etmesi nedeniyle kanun dıĢı grev ve lokavtı gerçekleĢtiren kiĢiler bir takım yaptırımlarla karĢılaĢmaktadırlar. Kanundaki düzenlemeleri göz önünde bulundurduğumuzda bir grev veya lokavtı kanun dıĢı saymamızı gerektiren halleri, bu grev veya lokavtın amacının kanuna uygun olmaması, grev veya lokavtın kanundaki usule göre yapılmaması ve kanundaki yasak ve sınırlandırmalara riayet edilmemesi olarak sınıflandırabiliriz686. 4.1.5.3.1. Amaç Unsuru Bakımından Kanun DıĢı Grev veya Lokavt Kanun, kanuni grevi tarif ederken grevin hangi amaçla yapılabileceğini de göstermiĢtir. Buna göre bir grevin kanuni grev olarak nitelendirilebilmesi için ekonomik ve sosyal durumlar ile çalıĢma Ģartlarının korunması veya geliĢtirilmesi amacıyla yapılması 684 685 686 Tunçomağ/Centel, 2008, s. 510. Yarsuvat, 1978, s. 300. Ersoy, 1973, s. 247. 195 gerekir. Mesleki amaç olarak adlandırılan bu durum dıĢında yapılan bütün grevler kanun dıĢı grevdir687. Kanun dıĢı grevlere örnek olarak mesleki amaç bulunmaksızın kamu organlarının karar almasını sağlamaya yönelik grevleri 688 ya da kanunlarca yasaklanmıĢ bir hükmü iĢverene kabul ettirmek için yapılan grevleri gösterebiliriz. Bu bakımdan yalnızca kendi üyelerinin iĢe alınması amacıyla yapılan grevler, amaç unsuru bakımından kanun dıĢı bir grevdir689. Amaç unsuru bakımından kanunda belirtilen amaçlar dıĢında yapılan grevlerle, grev haklarının kötüye kullanıldığı durumları birbirinden ayırmak gerektiği savunulmaktadır690. Buna göre, kanunda öngörülen amaç dıĢında yapılan grevler doğrudan kanun dıĢı grevdir. Buna karĢılık kanuni grev için aranan Ģartlar gerçekleĢmesine rağmen, grevin uygulanması dürüstlük kuralı ile bağdaĢmıyor ise grevin uygulanmasının bu nitelikte olduğu mahkemece saptanıp grevin durdurulmasına karar verilinceye kadar grev kanuni grevin gösterdiği bütün etkileri gösterir. 6356 sayılı Kanun, grevin hangi amaçla yapılması durumunda kanuni bir grev olacağını belirtmesine rağmen; lokavt açısından bir amaç belirlemesi yapmamıĢtır. Ancak Kanun’un 72’nci maddesinin ikinci fıkrası düzenlemesinden, lokavtın iĢ yerini temelli kapalı tutmak amacıyla yapılamayacağı sonucunu çıkarmaktayız. Bunun yanında Yargıtay örneğin yasal grevi engellemek amacıyla691 veya toplu iĢ sözleĢmesinin getireceği yükün ağırlığından kurtulmak amacıyla692 yapılan lokavtları kanun dıĢı saymıĢtır. Çifter, A. (2005). YasadıĢı Grev ve Sonuçları. İktisat Fakültesi Mecmuası, 55(1), s. 470. Yargıtay da iĢçilerin, devlet güvenlik mahkemeleri kanun teklifini protesto etmek amacıyla yaptıkları toplu iĢ bırakma hareketinin o dönemde yürürlükte olan 275 sayılı toplu iĢ sözleĢmesi, grev ve lokavt kanununun 17’inci maddesine göre kanun dıĢı bir grev olacağını belirtmiĢtir. Kararda özetle Ģu husus dile getirilmiĢtir: “275 sayılı Yasanın 17. maddesinin 1. fıkrasında grevin tanımı yapılmış, 2. fıkrasında ise yasal ve yasa dışı grevler anlatılmıştır. Anılan madde açıklığına göre dava konusu işçi hareketi yasal sayılamaz. Topluca iş bırakma şeklinde tezahür eden bu hareket, işçi işveren münasebetiyle ilgili değildir. TBMM. nde görüşülmekte olan yasa teklifinin yasalaşmasını önlemeye yöneliktir. İşyeri faaliyeti durduğundan yasa dışı grev fiili oluşmuştur. Bu hususun tesbiti için iş mahkemesi kararına ihtiyaç yoktur” YCGK, 17.04.1978 tarih ve E. 1978/9-89, K. 1978/140 sayılı kararı, www.hukukturk.com.tr, 08.04.2013. 689 Çifter, 2005, s. 471. 690 Çifter, 2005, s. 472. 691 “Yasal grevi engellemek amacıyla alınan işyerini kapatma kararı gerçek ve samimi olmadığından, işyerinde kanun dışı lokavt uygulandığının tesbitine ilişkin açılan davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir” Yargıtay 9. HD, 07.06.1991 tarih ve E. 1991/9017, K. 1991/9388 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 08.04.2013. 692 “…Esasen davalı toplu iş sözleşmesinin getireceği yükün ağırlığından söz ederek işyerini kapattığını savunmuştur ki bu işyerini kapatmak için yasal açıdan bir gerekçe olamaz” Yargıtay 9. HD, 15.06.1990 tarih ve E. 1990/6798, K. 1990/7405 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 08.04.2013. 687 688 196 4.1.5.3.2. Kanunda Öngörülen Usule Uyulmaksızın Yapılan Grev veya Lokavt Kanuni bir grev ve lokavta iliĢkin usul, kanunda ayrıntılı bir Ģekilde gösterilmiĢtir (6356 Sayılı Kanun md. 60). Kanun, amaç unsurunun yanında, kanunda öngörülen usule uyulmaksızın yapılan grev veya lokavtın da kanun dıĢı grev veya lokavt olacağını belirtmiĢtir. Bir grevin kanuni bir grev olabilmesi için amaç unsurunun yanı sıra, toplu görüĢme ve arabuluculuk aĢamalarından geçilmesi, belli bir süre içerisinde grev kararının alınması, kararın karĢı tarafa tebliği için notere tevdi edilmesi, grevin uygulanacağı tarihin iĢyerinde ilan edilmesi gibi bir takım usuli iĢlemlerin yerine getirilmesi gerekir. Ayrıca gerek 6356 sayılı Kanunda gerekse de 2822 sayılı ve 275 sayılı Kanunlarda kanun koyucu, kanuni bir grevden bahsedilebilmesi için grev kararının iĢçi sendikası tarafından alınmıĢ olmasını Ģart koĢmuĢtur. Bu bakımdan iĢçilerin kendi aralarında anlaĢarak iĢi bırakmaları durumunda kanun dıĢı bir grev söz konusu olur693. Benzer usuller lokavt kararı bakımından da öngörülmüĢtür. Kanunda belirtilen usule uyulmadan yapılan grev veya lokavt kanun dıĢı grev veya lokavt olarak değerlendirilecek ve kanun dıĢı grev ve lokavta bağlanan sonuçlar ortaya çıkabilecektir. 4.1.5.3.3. Kanunda Öngörülen Yasak ve Sınırlandırmalara Uyulmadan Yapılan Grev veya Lokavt Kanun, grev ve lokavtın yapılmasının yasak olduğu durumları belirlemiĢ olabilir. Böyle bir durumda diğer Ģartlar gerçekleĢmiĢ olsa bile yapılan grev ve lokavt kanun dıĢı olur694. 6356 sayılı Kanun, önemli gördüğü bazı hizmetlerin devam etmesini sağlamak amacıyla bu hizmetlerin görüldüğü iĢyerlerinde grev ve lokavt kararı alınamayacağını düzenlemiĢtir. Buna göre, “Can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze işlerinde ve mezarlıklarda; şehir şebeke suyu, elektrik, doğal gaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile nafta veya doğalgazdan başlayan petrokimya işlerinde; bankacılık hizmetlerinde; Millî Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye ve şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde ve hastanelerde grev ve lokavt yapılamaz” (md. 62, f. 1). 693 Ersoy, 1973, s. 251; Tunçomağ/Centel, 2008, s. 470. 694 Ersoy, 1973, s. 264. 197 Bakanlar Kurulu’na da belli Ģartlar altında ve bu Ģartların devam ettiği süre zarfında grev ve lokavtın geçici süre ile yapılmasının yasaklama yetkisi verilmiĢtir. Buna göre, “Bakanlar Kurulu, genel hayatı önemli ölçüde etkileyen doğa olaylarının gerçekleştiği yerlerde bu durumun devamı süresince yürürlükte kalmak kaydıyla gerekli gördüğü işyerlerinde grev ve lokavtı yasaklayabilir. Yasağın kalkmasından itibaren altmış gün içinde altı iş günü önce karşı tarafa bildirilmek kaydıyla grev ve lokavt uygulamasına devam edilir” (6356 sayılı Kanun md. 62, f. 2). Yine Bakanlar Kurulu, karar verilmiĢ veya baĢlanmıĢ olan kanuni bir grev veya lokavtın genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu nitelikte olması durumunda bu uyuĢmazlıkta grev ve lokavtı altmıĢ gün süre ile erteleyebilir (6356 sayılı Kanun md. 63, f. 1). Erteleme kararına riayet edilmeden grev veya lokavta devam edilmesi, grev veya lokavtın kanun dıĢı olması sonucunu doğurur. Ayrıca bazı durumlarda, mahkemelere de grev ve lokavtı durdurma yetkisi tanınmıĢtır. Grev veya lokavtın durdurulmasına mahkemece karar verilmiĢ olmasına rağmen, devam ettirilen grev ve lokavt, kanun dıĢı grev veya lokavt olur. Buna göre, “taraflardan birinin veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının başvurusu üzerine mahkemece, grev hakkı veya lokavtın iyi niyet kurallarına aykırı tarzda toplum zararına veya millî servete zarar verecek şekilde kullanıldığının tespit edilmesi hâlinde, uygulanmakta olan grev veya lokavtın durdurulmasına karar verilir” (6356 sayılı Kanun md. 72, f. 1). Daha önce de bahsedildiği gibi, bir lokavt iĢ yerini tamamen kapalı tutmak amacıyla yapılamaz. Bu bakımdan 6356 sayılı Kanun hükümlerine uygun bir Ģekilde alınmıĢ kanuni bir lokavtın bu amaçla yapıldığı mahkemece tespit edilirse bu lokavtın kaldırılması gerekir. Aksi takdirde, bu lokavtı uygulayan iĢveren kanun dıĢı lokavtın sonuçları ile karĢı karĢıya kalır (6356 sayılı Kanun md 72, f. 2). 4.1.5.4. Grev veya Lokavtın Kanun DıĢı Olup Olmadığının Tespit Edilmesi 4.1.5.4.1. Tespit Davası Açmaya Yetkili Olanlar ve Görevli ve Yetkili Mahkeme Karar verilen veya uygulanmakta olan bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığını taraflar mahkemeden her zaman isteyebilirler. Bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığının tespit edilmesinde iĢverenin, sendikanın ve greve katılan iĢçilerin menfaati vardır695. 695 Narmanlıoğlu, Ü. (2001). İş Hukuku II (Toplu İş İlişkileri). Ġzmir, s. 664. 198 ĠĢçi sendikası karar verilen veya uygulanmakta olan grevin kanuni olduğunun tespit edilmesini mahkemeden isteyebilir. Bunun yanında sendika alınmıĢ bir lokavt kararının kanun dıĢı olduğunun tespitini de isteyebilir. Buna karĢılık iĢveren sendikası veya sendika üyesi olmayan iĢveren, karar verilen veya uygulanmakta olan grevin kanun dıĢı olduğunu tespit ettirebilir. ĠĢveren veya sendika üyesi olmayan iĢveren, yine karar verilen veya uygulanmakta olan lokavtın kanuna uygunluğunun tespit edilmesini mahkemeden isteyebilir. Bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığını tespit etmekle görevli mahkeme iĢ davalarına bakan mahkemedir (6356 sayılı Kanun md. 79). Yetkili mahkeme ise görevli makamın bulunduğu yere göre değiĢiklik gösterir. Görevli makamın neresi olduğunu ise 6356 sayılı Kanun’un tanımlar baĢlıklı 2’inci maddesinden hareketle tespit etmek mümkündür. Anılan maddeye göre görevli makam, “ĠĢyeri toplu iĢ sözleĢmesi için iĢyerinin, iĢletme toplu iĢ sözleĢmesi için iĢletme merkezinin bağlı bulunduğu ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl Müdürlüğünü, aynı ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl Müdürlüğünün yetki alanına giren iĢyerleri için yapılacak grup toplu iĢ sözleĢmelerinde bu iĢyerlerinin bağlı bulunduğu ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl Müdürlüğünü, birden fazla ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl Müdürlüğünün yetki alanına giren iĢyerlerini kapsayacak grup toplu iĢ sözleĢmesi için ise Bakanlığı (ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı)” ifade eder (md. 2, f. 1, bent “c”). 4.1.5.4.2. Grev veya Lokavtın Kanun DıĢı Olup Olmadığını Tespit Eden Mahkeme Hükmünün Açılacak Davalara Etkisi 2822 Sayılı Kanun Döneminde 2822 sayılı TĠSGLK’nın 46’ıncı maddesinde bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin yetkili iĢ mahkemesinin vermiĢ olduğu tespit hükmünün grev ve lokavtın taraflarını ve iĢçi ve iĢveren sendikasının mensuplarını bağlayacağı ve ceza davaları için de kesin delil teĢkil edeceği hüküm altına alınmıĢtı. Burada her ne kadar hangi ceza davasının olduğu belirtilmemiĢ olsa da verilen bu tespit hükmünün, kanun dıĢı grev veya lokavtla bağlantılı fiiller nedeniyle yapılan yargılama bakımından bağlayıcı olacağı açıktı. Zira kanunda kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bazı fiiller suç olarak kabul edildiğine göre, bu fiillere iliĢkin yapılan yargılamalardaki ön sorun, söz konusu grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığıdır. Kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin hangi fiillerin suç teĢkil ettiği ise Kanun’un 70 ile 75’inci maddeleri arasında düzenlenmiĢti. 2822 sayılı Kanun dönemine iliĢkin olarak Kanun’un 46’ıncı maddesinde yer alan ifade sebebiyle, 199 kanun dıĢı grev ve lokavtla bağlantılı fiiller nedeniyle açılacak ceza davasında mahkemenin, daha önceden grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin bir mahkeme kararı var ise bu karar ile bağlı olacağı belirtilmekteydi. Hatta henüz iĢ mahkemesi tarafından bir karar verilmemiĢ olsa bile, yargılamayı yapacak ceza mahkemesinin iĢ mahkemesinin kararını beklemesi gerektiği savunulmaktaydı696. Bu görüĢün 2822 sayılı Kanun düzenlemesi ile uyum arz ettiğini söylememiz gerekir. Zira Kanun, iĢ mahkemesinin tespit hükmünün ceza mahkemeleri için bağlayıcı olacağını kabul ettiğine göre, eğer iĢ mahkemesinde grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin bir dava açılmıĢ ise kanundaki düzenlemeye iĢlerlik kazandırmak için ceza mahkemesi iĢ mahkemesinin bu kararını beklemeliydi. Aksi takdirde, aynı konuya iliĢkin olarak birbiriyle çeliĢen hükümlerin çıkması söz konusu olabilecekti. Her ne kadar iĢ mahkemesinin tespit hükmü ceza davaları için bağlayıcı etkiye sahip olacaktıysa da kanundaki düzenlemeler karĢısında grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığı iĢ mahkemesi tarafından her zaman için tespit edilememekteydi. Zira 2822 sayılı Kanun’da grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığının tespitinin mahkemeden her zaman istenebileceği belirtilmiĢ olsa da gerek öğreti697 gerekse de Yargıtay kararlarında698 grev veya lokavtın uygulanması imkanı ortadan kalktıktan sonra, tespit davasının açılamayacağı kabul edilmekteydi. Durum böyle olunca da ceza yargılamasını yapabilmek için iĢ mahkemesinin tespit hükmünün varlığını mutlaka aramak, kanun dıĢı olup olmadığı tespit edilmemiĢ veya uygulanmaları bittiği için tespit davası açılamayacak bir grev veya lokavttan dolayı, bu fiiller suç teĢkil etmiĢ olsaydı bile, ceza yargılamasının yapılamaması sonucunu doğuracaktı. Bu nedenle grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığının tespit edilmediği durumlarda, grev veya lokavta iliĢkin suç teĢkil eden fiillerden dolayı yargılamayı yapan ceza mahkemesi, ilk baĢta grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığını kendisi tespit etmeliydi. 696 697 698 Tunçomağ/Centel, 2008, s. 502; Kanımızca 2822 sayılı Kanunda iĢ mahkemesinin tespit hükmünün bağlayıcı olacağına iliĢkin bir düzenleme bulunmamıĢ olsaydı dahi ikinci bölümde belirttiğimiz Ģartların yerine gelmiĢ olması kaydıyla, yine iĢ mahkemesinin grevin veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin tespit hükmü ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olacaktı. Tuncay, C. Toplu İş Hukuku. (2010). Ġstanbul, s. 326; Narmanlıoğlu, 2001, s. 666. “Bundan başka, 2822 sayılı Yasa'nın 46. maddesi içeriğine göre, karar verilen veya uygulanmakta olan bir grev veya lokavtın kanun dışı olup olmadığının tespitine karar verilebilir. Şayet uygulanmakta olan bir grev sona erdirilmişse, artık tesbit davası açılamaz. İşverenin greve iştirak etmiş olan işçilerin iş akitlerini feshetmiş olması halinde, uygulanmakta olan bir grevden söz edilemez. Bölge Çalışma Müdürlüğünün yazısında, davacı işçilerin iş akitlerinin olaydan sonra ve bu davadan önce 29.7.1991 tarihinde feshedildiği yazılıdır. Gerçekten, davalıların iş akitlerinin davadan önce işveren tarafından feshedilmişse, işveren böyle bir tespit davası açamayacağından, davanın öncelikle bu noktadan reddine karar vermek gerekir” Yargıtay Nöbetçi Hukuk Dairesi, 03.08.1992 tarih ve E. 1992/9927, K. 1992/8768 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 08.04.2013. 200 Ceza mahkemesinin, iĢ mahkemesinin tespit hükmü ile bağlılığı sadece grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmaması noktasındadır. Esasen, iĢ mahkemesi grev veya lokavtın kanuni olduğunu tespit ettikten sonra, ceza mahkemesi kanun dıĢı grev veya lokavtla bağlantılı fiillerden dolayı yaptığı yargılamada failler hakkında beraat kararı vermek zorunda kalacaktı. Bu noktada asıl sorun ise iĢ mahkemesinin grev veya lokavtın kanun dıĢı olduğunu tespit etmesi durumunda çıkmaktaydı. ĠĢ mahkemesinin grev veya lokavtın kanun dıĢı olduğunu tespit ettiği durumlarda da ceza mahkemesinin suçun oluĢup oluĢmadığını ayrıca değerlendirmesi gerekirdi. BaĢka bir ifadeyle, grev veya lokavtın kanun dıĢı olduğunun tespit edilmiĢ olması, ceza mahkemesinin failleri mutlaka cezalandıracağı anlamına gelmiyordu 699 . Örneğin 2822 sayılı Kanun’un 70’inci maddesinin dördüncü fıkrasında kanun dıĢı greve katılanların adli para cezası ile cezalandırılacakları hüküm altına alınmıĢtı. Grevin kanun dıĢı olduğunun tespit edilmesine rağmen, iĢçinin bu karardan haberi olmayarak grevin kanuni olduğunu düĢünmesi neticesinde bu greve katılması durumunda, ceza mahkemesinin bu suçun failini içerisine düĢmüĢ olduğu hata halinden yararlandırması gerekirdi. 6356 Sayılı Kanun Döneminde 6356 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin fiiller suç olmaktan çıkmıĢ; karĢılıklarında idari para cezası öngörülerek bu fiillerin artık kabahat türünden bir haksızlık olduğu kabul edilmiĢtir. Kanun dıĢı grev ve lokavt kapsamında hangi fiillerin yaptırımla karĢılaĢacağı ise Kanun’un 78’inci maddesinde gösterilmiĢtir700. ÇalıĢmamızla doğrudan bağlantılı olmadığı için Kanunun 78’inci maddesinde kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin fiilleri ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutmayacağız. Her ne kadar Kanun’da belirtilmemiĢ olsa da bir önceki baĢlıkta 2822 sayılı Kanun döneminde, kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin suç teĢkil eden fiilleri yargılayan ceza 699 700 Tuncay, 2010, s. 329; Yarsuvat, 1978, s. 341. Her ne kadar Kanunda kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bir takım fiillerin kabahat türünden haksızlıklar olduğu kabul edilmiĢ olsa da Kanun’un 71’inci maddesinde iĢ mahkemesinin tespit hükmünün ceza davaları için kesin delil teĢkil edeceği hükmü hala bulunmaya devam etmektedir. Bu düzenleme 2822 sayılı Kanun döneminde bir anlam ifade etmekteydi. Zira söz konusu Kanun döneminde kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bir takım fiiller suç olarak kabul edildikleri için bu suçlarla bağlantılı yapılan yargılamalar da teknik anlamda bir ceza yargılaması olacaktı. Oysa 6356 sayılı Kanun ile kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bir takım fiillerin kabahat türünden haksızlık olarak kabul edilmesi karĢısında, bu fiillerle bağlantılı yapılacak bir ceza yargılaması da bulunmayacaktır. Her ne kadar ilgililer, haklarında kesilen idari para cezasına Kabahatler Kanunu’nun 27’inci maddesi gereğince itiraz etme imkanına sahip olsalar ve bu itirazı inceleyecek merci sulh ceza mahkemesi olsa da bu durumda sulh ceza mahkemesinin yapacağı yargılama teknik anlamda bir ceza yargılaması olmayacaktır. Açıklanan nedenlerden dolayı, kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bir takım fiillerin suç olmaktan çıkarılmasına karĢılık, grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığının tespit edilmesinin ceza davaları için kesin delil teĢkil edeceğini söylemek, kanun yapma tekniği ile örtüĢmemektedir. 201 mahkemesi için yapılan tespitler, idari para cezasını uygulayacak idari makam 701 ve bu makamın kararına karĢı itiraz edilmesi durumunda itirazı inceleyecek olan sulh ceza mahkemesi için de geçerlidir. BaĢka bir deyiĢle, eğer grev veya lokavtın kanuni olduğu iĢ mahkemesi tarafından tespit edilmiĢse grev veya lokavta karar veren veya greve katılan kiĢiler hakkında, bu fiillerinden dolayı idari para cezasına hükmedilemeyecektir. Böyle bir para cezasına hükmedilmesi ve bu karara itiraz edilmesi durumunda, itiraz mercii olan sulh ceza mahkemesi iĢ mahkemesinin kararı ile bağlı olacaktır. Ayrıca grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin iĢ mahkemesinde bir dava açılmıĢ ise idare, bu davanın sonucuna kadar ilgililer hakkında herhangi bir yaptırım kararı vermemelidir. Diğer taraftan grev veya lokavt sona erdikten sonra da iĢ mahkemesi tarafından herhangi bir tespit yapılmamıĢ olsa dahi ilgililer hakkında idari para cezası verilebilecektir. 4.2. Diğer Ceza Mahkemeleri Tarafından Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığına Dair Düzenlemelerin Değerlendirilmesi 4.2.1. Hakaret Suçunda Ġsnadın Ġspatlanması (TCK md. 127, f. 1) Ġspat hakkını, hakaret eden faile yaptığı isnadın ispatlanması durumunda ceza verilmemesi olarak tarif edebiliriz 702 . Ġsnadın ispatına iliĢkin düzenlemelerin amacı, kesinleĢmiĢ bir yargılamaya konu olmuĢ bir fiilin tekrardan araĢtırılmasının önüne geçmektir. Bu tarz ispat kuralları sayesinde, bir taraftan birbiriyle çeliĢen mahkeme hükümlerinin ortaya çıkması engellenmekte; diğer taraftan yargılamaya katılanlar, hakkında kesinleĢmiĢ mahkeme hükmü bulunan fiiller ile ilgili yeniden gerçeği ortaya çıkarma mecburiyetinden kurtarılmaktadırlar703. Bu sayede, eğer hakaret edilen bu fiilden dolayı kesinleĢmiĢ bir hüküm ile mahkum olmuĢ ise hakaret eden; eğer hakaret edilen bu fiilden dolayı kesinleĢmiĢ bir hüküm ile beraat etmiĢ ise hakaret edilen lehine bir ispat kolaylığı sağlanmıĢ olmaktadır. Ġsnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler gerek bağlayıcılık etkisinin aleyhinde gerekse de bağlayıcılık etkisinin lehinde görüĢ bildiren yazarlar tarafından bir dayanak noktası olarak görülmüĢtür. 701 702 703 Kanun’da idari para cezasını kesmeye yetkili makamın ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl Müdürü olduğu belirtilmiĢtir (md. 78, f. 3). Soyaslan, D. (2014). Ceza Hukuku Özel Hükümler. (GüncelleĢtirilmiĢ 10. Baskı). Ankara, s. 331. BayObLG, Urteil vom 7.09.1960-RevReg. 1 St 387/60. (1961). NJW, s. 85. 202 Bir görüĢe göre, isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler göstermiĢtir ki mahkeme hükümlerinin birbiri için bağlayıcı olabilmesi, bu konuda açık bir kanuni düzenlemeyi gerekli kılar. Mahkemenin adil ve gerçek bir hükme ulaĢma mecburiyeti, ancak kanuni bir düzenleme ile sınırlandırılabilir. Bir ceza mahkemesinin, baĢka bir uyuĢmazlık konusu hakkında karar vermiĢ mahkemenin hükmü ile bağlılığı konusunda genel bir kanuni düzenleme bulunmadığı için bağlayıcılığı kabul etmek, ceza muhakemesinde geçerli olan ilkelerle; özellikle de maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesi ile bağdaĢmaz. Bu bakımdan isnadın ispatı gibi düzenlemeler münferit düzenlemelerdir. Ġstisna teĢkil eden bu düzenlemelerden hareket edildiğinde, ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olduğuna iliĢkin bir sonuca değil; bunun tam aksine, ceza mahkemesinin diğer mahkemelerin verdikleri hükümler ile kural olarak bağlı olmadığı sonucuna ulaĢılır704. Buna karĢılık, bağlayıcılık etkisinin söz konusu olabilmesi için ceza yargılamasında sanık olarak bulunan kiĢinin önceki yargılamanın taraflarından birisi olması gerektiğini savunan yazarlar da görüĢlerine kanıt olarak hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeleri göstermektedirler705. Bu yazarlara göre, isnadın ispatı durumunda, örneğin A Ģahsı hakkında yapılan yargılama sonucunda kurulan hüküm (isnat edilen suç hakkında), B Ģahsı hakkında yapılan yargılamaya (hakaret suçu hakkında) doğrudan etki etmektedir. Eğer B Ģahsı bakımından, kendisinin tarafı olmadığı bir yargılamanın sonucu, bu kiĢi hakkındaki yargılamanın sonucuna etki edebiliyorsa; kendisinin tarafı olduğu bir yargılama sonucunda kurulan hükmün, bu kiĢi hakkında yapılan diğer yargılamaya evleviyetle etki etmesi gerekir (Erst-recht-Schluss)706. Bu konuda ileri sürülen üçüncü bir görüĢe göre, hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler, bir ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olacağına veya bağlı olmayacağına iliĢkin bir kanıt olarak görülemezler 707 . Yine bu görüĢteki yazarlara göre, her ne kadar isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler ile daha önceki mahkeme hükmünün, daha sonraki mahkemeyi bağlayacağı kabul edilmiĢ olsa da; bu düzenleme dahi açık bir Ģekilde bağlayıcılığın ancak kanunla düzenlenmesini gerektiren bir hüküm ihtiva etmemektedir 708 . Diğer taraftan, bu düzenlemelerde her iki yargılamada sanık olarak bulunan kiĢilerin farklı olması durumunda isnat edilen suça iliĢkin yargılama sonucunda verilen hükmün, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya etki edeceği hüküm altına 704 705 706 707 708 Schmidt, E, 1964, Rn. 322; Schmidt, G, 1966, s. 93; Abel, 1961, s. 75. Grunsky, 1968, s. 230. Grunsky, 1968, s. 230. Tolksdorf, 1999, s. 738. Tolksdorf, 1999, s. 739; Waldeyer, 2006, s. 193. 203 alınmaktadır. Bu düzenlemelerde tarafların aynılığı halinde bağlayıcılık etkisinin oluĢacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır709. Daha önce de açıkladığımız gibi, bir ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlılığını esas olarak hukuk düzeninin birliği çerçevesinde ele almak gerekir. Bu yönüyle hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeleri, ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olmayacağına kanıt olarak gösteren görüĢte isabet yoktur. Bu yazarlara göre, ceza mahkemesi kural olarak diğer mahkeme hükümleri ile bağlı değildir. Hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler bunun bir istisnasını oluĢturur. Kanımızca da hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler istisnai düzenlemelerdir. Ancak bu istisnailik, bağlayıcılık etkisinin genel olarak kabul edilmemesi bakımından değil, taraf aynılığı bakımından kabul edilmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle, kanun koyucu bu düzenlemeler ile istisnai olarak her iki yargılamada farklı sanıklar bulunmasına rağmen, önceki mahkeme hükmünün hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapacak mahkeme için bağlayıcı olacağını kabul etmiĢtir. 4.2.1.1. TCK md. 127’deki Düzenleme Hakkında Genel Bilgi Hakaret suçunda isnadın ispatlanmasını düzenleyen TCK’nın 127’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, isnat edilen ve suç oluĢturan fiilin ispat edilmiĢ olması halinde kiĢiye ceza verilmez. Bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleĢmiĢ bir mahkumiyet kararı verilmesi halinde, isnat ispatlanmıĢ sayılır. Bunun dıĢındaki hallerde isnadın ispat isteminin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaĢılmasında kamu yararının bulunmasına veya Ģikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır. TCK’da “Hakaret Suçu” seçimlik hareketli bir suç olarak düzenlenmiĢtir. Seçimlik hareketlerden birincisi bir kimseye onur, Ģeref ve saygınlığını rencide edebilecek Ģekilde somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi; seçimlik hareketlerden ikincisi ise bir kimsenin onur, Ģeref ve saygınlığına sövmek suretiyle hakaret edilmesidir. Ġsnadın ispatının yalnızca birinci seçimlik harekete münhasır kılınmasının gerektiği, buna karĢılık mağdura sövülmesi durumunda, bir olumsuz değer yargısı ileri sürüldüğü için, bunun ispatına olanak bulunmadığı, bu nedenle sövmek suretiyle hakaret suçunun iĢlenmesi durumunda isnadın ispatının mümkün olmadığı haklı olarak belirtilmektedir710. 709 710 Tolksdorf, 1999, s. 739. Dönmezer, S. (2001). Kişilere ve Mala Karşı Cürümler. (16. Bası). Ġstanbul, s. 295; Önder, A. (1994). Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar. Ġstanbul, s. 252; Artuk, M. E., Gökcen, A. 204 Hakaret teĢkil eden isnadın ispatına iliĢkin olarak TCK ikili bir ayrım yapmıĢtır. Birincisi hakarete konu fiilin suç oluĢturması, ikincisi ise hakarete konu fiilin suç oluĢturmaması halidir 711 . Birinci halde isnat edilen fiile iliĢkin olarak yapılan ceza yargılaması sonucunda verilen mahkumiyet hükmü, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya doğrudan etki etmektedir. Hakarete konu fiilin suç teĢkil etmemesi durumunda ise ya isnat edilen fiilin doğru olup olmadığının anlaĢılmasında kamu yararı bulunmalı ya da Ģikayetçi ispata razı olmalıdır712. Biz de hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin açıklamaları bu ayrıma göre yapmaya çalıĢacağız. 4.2.1.2. Ġsnat Edilen ve Aynı Zamanda Suç TeĢkil Eden Fiiller Hakkında Verilen Hükümlerin Hakaret Suçundan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi Ġsnadın konusunu suç teĢkil eden bir fiil oluĢturuyorsa TCK’nın 127’inci maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilmesi için bu suç dolayısıyla henüz bir hüküm verilmemiĢ olması gerekir713. TCK’da kabul edilen sisteme göre, isnadın konusunun suç teĢkil etmesi durumunda, hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin bu konuda bekletici sorun kararı 711 712 713 ve Yenidünya, A. C. (2013). Ceza Hukuku Özel Hükümler. (YenilenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 13. Baskı). Ankara, s. 514; Tezcan, D. Erdem, M. R. ve Önok, M. (2013). Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku. (9. Baskı). Ankara, s. 482; Özbek, V.Ö., Kanbur, M. N., Doğan, K., Bacaksız, P. ve Tepe, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. (GeniĢletilmiĢ ve GüncellenmiĢ 7. Baskı). Ankara, s. 502; Üzülmez, Ġ. (2010, Nisan). Hakaret Suçu. CHD, (12), s. 60; Dülger, Ġ. (2009). 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 127. Maddesinin Anayasaya Uygunluğu Sorunu. 3. Yılında Yeni Ceza Adaleti Sistemi (Editör: Öztürk, Bahri), Ankara, s. 571; Soyaslan, 2014, s. 331; “765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 481. ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 127. maddesinde düzenlenen ispat hakkının belirli bir fiil isnadına dayanan hakaret suçlarında söz konusu olması, yargılamaya konu kamu davasının ise sövme suçuna ilişkin bulunması karşısında, soruşturmanın bu yönde genişletilmesine gerek bulunmadığı” YCGK, 11.07.2006 tarih ve 4162/181 sayılı kararı, (Parlar, A. ve Hatipoğlu, M. (2008). Hakaret Suçları ve Tazminat Davaları. Ankara, s. 280). Üzülmez, 2010, s. 61. TCK’nın Adalet Alt Komisyonu’nda kabul edilen Tasarı metninin 129’uncu maddesinde isnadın ispatı sırf suç teĢkil eden fiiller bakımından kabul edilmiĢti. Tasarı metninin 129’uncu maddesinin birinci fıkrası Ģu Ģekilde idi: “İsnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmiş olması halinde kişiye ceza verilmez. Bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı verilmesi halinde, isnat ispatlanmış sayılır” (TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri Üzerindeki GörüĢmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara, s. 491). Madde üzerinde 05.07.2004 tarihinde Adalet Komisyonundaki görüĢmeler sonucunda, maddenin bu haliyle Anayasa’ya aykırı olacağı sonucuna varılmıĢ ve maddenin birinci fıkrasının sonuna “Bunun dışındaki hallerde ispat isteminin kabulü ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır” ifadesinin konulmasına karar verilmiĢtir. Böylece TCK’nın 127’inci maddesinde isnadın ispatının Ģartları, suç teĢkil eden fiilin isnat edilmesi ve suç teĢkil etmeyen fiilin isnat edilmesi durumuna göre ayrı ayrı oluĢturulmuĢtur (TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri Üzerindeki GörüĢmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara, s. 492-494). Üzülmez, 2010, s. 61. 205 vermesi gerekir714. Zira madde gerekçesinden de anlaĢıldığı üzere, isnadın doğruluğunun ispatı ancak isnat edilen suçu yargılamakla görevli mahkeme huzurunda söz konusu edilebilir 715 . Bu durumla bağlantılı olarak öğretide ikili bir ayrım yapılmaktadır. Buna göre, isnat edilen ve suç teĢkil eden fiil bakımından baĢlamıĢ bir soruĢturma veya kovuĢturma var ise hakaret davasına bakan mahkemenin bekletici sorun kararı vereceği; buna karĢılık, isnat edilen fiille ilgili henüz baĢlamıĢ bir soruĢturma ve kovuĢturmanın bulunmaması durumunda, isnadın konusunu oluĢturan fiille ilgili yargılamanın normal ispat kurallarına göre yürüyeceği, ancak neticede verilen hükmün hakaret davasına bakan mahkeme bakımından bağlayıcı olacağı savunulmaktadır716. Kanımızca hakaret suçundan dolayı yargılama yapıldığı esnada, isnat edilen fiille ilgili bir soruĢturma ve kovuĢturma baĢlamıĢ olsun veya olmasın, hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin bu konuda bekletici sorun kararı vermesi gerekir. Zira CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, ceza mahkemesi görevli mahkemede henüz bir dava açılmamıĢ olsa bile, dava açılması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı 714 715 716 Artuk/Gökcen/Yenidünya, 2013, s. 515. Konuya iliĢkin olarak madde gerekçesinde Ģu ifadelere yer verilmiĢtir: “Bu sistemde, isnadın doğruluğunun ispatı, hakaret suçundan dolayı açılan davanın görüldüğü mahkemede yapılmamaktadır. Hakaret suçunun işlendiğinden bahisle açılan davanın görüldüğü mahkeme, yapılan somut vakıa isnadının bir suç oluşturması durumunda, bu suçun gerçekten işlenmiş olup olmadığının ortaya çıkarılmasını bekletici mesele kabul ederek, bu nedenle açılmış veya açılacak olan davanın sonucunu beklemelidir”. “Olay günü Cumhuriyet Halk Partisi İlçe Kongresinde konuşan katılan sanık Hamdi Yakut'un Oto Gül Sanayi Ticaret Limited Şirketinin sahibi olan katılan Şerafettin Güleç ile aynı şirketin müdürü olan diğer müşteki Yalçın Görgöz'e "Oto Gül Servisinin müdürü Yalçın Görgöz partimizin aracına 700 TL'lik sahte fatura keserek partimizi dolandırmıştır" diyerek hakaret ettiğinden bahisle dava açılması ve sanık Hamdi Yakut'un iddiasına kanıt olarak sözlerinde bildirdiği faturada belirtilen ve fiyatlandırılan debriyaj setinin aslında hiç değiştirilmemiş olduğuna ilişkin araç tamir ustasının imzasının da bulunduğu 18.06.2005 tarihli tutanağı dosyaya sunması karşısında, isnat edilen fiilin suç oluşturması nedeniyle TCK'nın 127. maddesi uyarınca isnadın ispatı açısından mahkemece re'sen sanığın sahte fatura ve dolandırıcılık iddiası ile ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunması için süre verilerek, isnat hakkındaki süreç, kesin hüküm veya kesinleşmiş kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilinceye kadar bekletici mesele yapılmak suretiyle sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik araştırma ve yetersiz gerekçeyle hükümlülük kararı verilmesi,” Yargıtay 4. CD, 18.06.2013 tarih ve E. 2013/3795, K. 2013/19645 sayılı kararı. Hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkemenin, dolandırıcılık ve belgede sahtecilik suçlarından dolayı yapılan yargılamaların sonuçlarını beklemesi gerektiğini belirtmesi bakımından, Yargıtay’ın söz konusu kararı isabetlidir. Ancak söz konusu karar, hakaret suçu sanığına dolandırıcılık ve belgede sahtecilik suçlarından dolayı Cumhuriyet Savcılığı’na baĢvuruda bulunması için süre verileceğini belirtmesi bakımından isabetsizdir. Zira gerek dolandıcılık suçu gerekse de resmi ve özel belgede sahtecilik suçları resen takip edilen suçlardır. Bu suçlarla ilgili mağdur veya suçtan zarar gören yetkili makamlara bir baĢvuruda bulunmuĢ olmasa bile, durumdan haberdar olan Cumhuriyet savcılığı, kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen iĢin gerçeğini araĢtırmaya, baĢka bir deyiĢle soruĢturmaya baĢlar (CMK md. 160, f. 1). Dolayısıyla hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkeme, isnada iliĢkin fiilin suç teĢkil etmesi durumunda, hakaret suçu sanığına herhangi bir süre vermeksizin, doğrudan kendisi ilgili Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmalı ve isnat hakkındaki sürecin sonuçlanmasına kadar bekletici sorun kararı vermelidir. Özbek/Kanbur/Doğan/Bacaksız/Tepe, 2014, s. 503. Üzülmez, 2010, s. 63. 206 verebilmektedir. Bu bakımdan hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkeme de isnat edilen fiille ilgili bir soruĢturma ve kovuĢturmanın yapılmadığını tespit etmesi halinde, durumdan yetkili Cumhuriyet savcılığını haberdar edecek, bu suçla ilgili bir dava açılması üzerine, bu konuda bir hüküm verilinceye kadar, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamayı bekletecektir. 4.2.1.2.1. Mahkumiyet Hükmünün Etkisi TCK’nın 127’nci maddesinin birinci fıkrasına göre, isnadın bir suça iliĢkin olması ve bu suçtan dolayı hakaret edilenin mahkum olması ve bu kararın kesinleĢmesi durumunda isnat ispatlanmıĢ sayılır717. BaĢka bir deyiĢle, hakaret suçunun mağduru, bir suç iĢlediği gerekçesi ile hakarete maruz kalmıĢ ise hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkeme, bu kiĢinin isnat edilen fiili iĢleyip iĢlemediğini araĢtırmak zorundadır. Eğer bu kiĢi, baĢka bir mahkeme tarafından yargılanır ve kesinleĢmiĢ bir hükümle mahkum edilir ise; o zaman bu hüküm, hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkemeyi bağlar718. Bu durumda isnat edilen suça iliĢkin yapılan yargılama sonucunda verilen mahkumiyet hükmü, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya doğrudan etki eder. BaĢka bir deyiĢle, bu mahkumiyet kararı karĢısında, kendisine hakaret edilen kiĢi, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamada kendisine isnat edilen fiili iĢlemediğini iddia edemez. Hakaret suçunun mağdurunun bu hususa iliĢkin ortaya konulmasını istediği delil, CMK’nın 206’ncı maddesinin ikinci fıkrası gereğince mahkeme tarafından reddedilmelidir. Zira delil ile ispat edilmek istenilen olay bir baĢka mahkeme hükmü ile aydınlatılmıĢtır. Bu nedenle mağdurun olaya iliĢkin sunacağı delillerin hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkemenin kararına bir etkisi bulunmayacaktır. Hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkeme, bu konuda bir araĢtırma yapmadan, verilen mahkumiyet kararı ile bağlı olur. Ġsnat edilen fiile iliĢkin olarak hakaret edilen kiĢinin mahkum olması ve bu hükmün kesinleĢmesi yeterlidir. Bu bakımdan bu kiĢi hapis cezasının haricinde adli para cezasına da mahkum olmuĢ veya bu kiĢi hakkında verilen kısa süreli hapis cezası seçenek yaptırımlara da çevrilmiĢ ve hatta bu kiĢi hakkında sadece güvenlik tedbirlerine 717 718 Soyaslan, 2014, s. 334; Artuk/Gökcen/Yenidünya, 2013, s. 514. Waldeyer, 2006, s. 189. 207 hükmedilmiĢ olabilir. Belirtilen durumların hepsinde hükmün kesinleĢmiĢ olması Ģartıyla, isnadın ispat edildiğinin kabulü gerekir719. Ġsnat edilen fiile iliĢkin olarak hakaret edilen kiĢi hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi durumunda, nasıl bir yol izleneceğinin de açıklığa kavuĢturulması gerekir. Hemen belirtelim ki yargılamayı yapan mahkeme sanık hakkında bir mahkumiyet hükmü kurduktan sonra hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermektedir. Hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen kiĢinin denetim süresi içinde kasten yeni bir suç iĢlememesi ve denetimli serbestlik tedbirlerine iliĢkin hükümlere uygun davranması nedeniyle davanın düĢmesine karar verilmesinin (CMK md. 231, f. 10) isnadın ispat edilmemiĢ sayılması sonucunu doğurmayacağı düĢüncesindeyiz. Bu bakımdan hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, isnat edilen fiile iliĢkin olarak sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına iliĢkin dava dosyasını, bu karar kesinleĢtikten sonra, CMK md. 231, f. 13 hükmü çerçevesinde isteyebilir. Bu mahkeme, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğini tespit ettikten sonra, hakaret suçundan dolayı yargılanan kiĢinin isnadının ispatlandığını kabul ederek, bu kiĢi hakkında beraat kararı vermelidir720. 719 720 Üzülmez, 2010, s. 62; aksi görüĢ için bkz. Artuk/Gökcen/Yenidünya, 2013, s. 515. Yargıtay ise Ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesi kararına iliĢkin olarak vermiĢ olduğu bir kararında, ceza mahkemesi tarafından verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının olayın tespiti bakımından hukuk mahkemesini bağlamayacağına hükmetmiĢtir. Yüksek mahkemenin vermiĢ olduğu kararın özeti Ģu Ģekildedir: “Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ceza mahkemesince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuki niteliğinin ne olduğu; buna göre 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 53. maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlayıp bağlamayacağı noktasında toplanmaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı kesin bir mahkumiyet anlamında değildir. Bu nedenle ortada ceza hukuku anlamında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmadığından hukuk hakimini bağlamayacaktır. Aksi düşünüldüğü takdirde beş yıllık deneme süresi içinde bir suç işlendiğinde mahkemece hüküm açıklanacak ve temyiz hakkı doğacak; şayet yapılan temyiz incelemesinde ceza mahkemesi kararı bozulursa hukuk mahkemesinin kararının da dayanağı ortadan kalkacak ve yargılamanın yenilenmesi gündeme gelecektir. Diğer taraftan, beş yıllık denetim süresi bittikten sonra menfi tespit davası açıldığında ortada ceza mahkemesi kararı bulunmadığından BK’nun 53. maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlayıcı bir karardan da söz edilemeyecektir. Aksine, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuk hakimini bağlayacağı kabul edildiğinde hukuk hakimince verilecek karar davanın beş yıllık deneme süresi içinde ve sözü edilen süre bittikten sonra açılması veya kararın sözü edilen süre bittikten sonra verilmesi hallerinde farklı farklı hukuki sonuçlara ulaşılacaktır. Daha da ötesi, bir olayda birden fazla sorumlu olup da, bunlardan biri hakkında beş yıllık süre içinde, diğeri hakkında beş yıllık süre geçtikten sonra hukuk mahkemesinde dava açılması halinde her iki davalı hakkında da aynı olay nedeniyle farklı kararlar verilebilecektir ki, bu durum adalete olan güveni sarsacaktır. Sonuç olarak maddi olgunun belirlenmesi yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, kesinleşmiş bir ceza hükmü olmadığından, hukuk hakimini bağlamayacağının kabulü gerekir” YHGK, 1.02.2012 tarih ve E. 2011/19-639, K. 2012/30 sayılı karar. 208 4.2.1.2.2. Beraat Hükmünün Etkisi Ġsnat edilen suçtan dolayı hakaret edilen kiĢinin beraat etmesi durumunda ne olacağına iliĢkin TCK md. 127’de herhangi bir ifade yer almamaktadır. Bu hususa iliĢkin olarak madde gerekçesinde “Ancak, hakarete uğrayan, isnat edilen fiil dolayısıyla hakkında açılan davada kesinleşmiş bir hükümle beraat etmişse, isnat ispat edilememiş sayılır ve hakaret eden kişi cezalandırılır” ifadesine yer verilmiĢtir. Buradan da anlaĢılıyor ki isnat edilen suçtan dolayı açılan davada, bir fiil isnat edilen kiĢinin beraat etmiĢ olması durumunda hakaret eden kiĢi, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamada isnadını ispat etmeye çalıĢamayacaktır. Ġsnatta bulunulan kiĢinin, bu isnat nedeniyle yapılan yargılamada hangi gerekçe ile beraat etmiĢ olduğunun ise bir önemi yoktur. CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen beraat nedenlerinden hepsi bakımından aynı sonuç doğacaktır. BaĢka bir deyiĢle, isnat edilen kiĢi hakkında isnat edilen fiile ilgili olarak hangi nedenle beraat kararı verilmiĢ olursa olsun, isnat ispat edilememiĢ sayılır. Aynen isnat edilen suçtan dolayı verilen mahkumiyet kararlarında olduğu gibi, isnat edilen suçtan dolayı verilen beraat kararları da hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkeme için bağlayıcı etkiye sahip olur. TCK’daki düzenlemenin aksine Alman Ceza Kanunu’nda beraat kararları ile ilgili açık bir hükme yer verilmiĢtir. Buna göre, hakaret edilen kiĢi, hakarete konu fiilden önce kesin bir Ģekilde beraat ederse isnadın ispatına izin verilmez (StGB § 190). Bu hükümden yola çıkan bazı yazarlar, hakaret edilen kiĢinin hakarete konu fiilden sonra beraat etmesi durumunda, verilen beraat kararı ile hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin bağlı olmayacağını savunmaktadırlar721. 4.2.1.2.3. Diğer Hükümlerin Etkisi Aynen beraat kararında olduğu gibi, hakaret edilen kiĢi hakkında yapılan ceza yargılaması sonucunda baĢka bir hükmün verilmiĢ olmasının, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya etkisine iliĢkin madde metninde bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir. Bu hususa iliĢkin olarak madde gerekçesinde ise “Hakarete uğrayan kişi hakkında, isnat edilen fiil dolayısıyla takipsizlik kararı veya açılan davada düşme kararı verilmiş olması halinde de; isnadın doğruluğu ispat edilmemiş sayılacaktır” ifadesine yer verilmiĢtir. Buradan hareket eden bazı yazarlar, Cumhuriyet savcılığının takipsizlik veya açılan davada 721 Lenckner, T. (2010). § 190. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch. (28. Auflage). München, Rn. 4 209 düĢme kararı verilmiĢ olması durumunda isnadın ispatlanmadığını kabul ederek, hakaret suçunun failinin cezalandırılması gerektiğini savunmaktadır722. CMK’nın 223’üncü maddesine göre, beraat ve mahkumiyet kararları dıĢındaki hüküm çeĢitleri ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirlerine hükmedilme, davanın reddi ve düĢmesi kararlarıdır. Daha önce güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi kararlarının aynen mahkumiyet hükmü gibi sonuç doğuracağını belirtmiĢtik. Buna benzer Ģekilde ceza verilmesine yer olmadığı kararlarının da mahkumiyet hükmü gibi sonuç doğurması gerekir. BaĢka bir deyiĢle, isnat edilen fiile iliĢkin olarak, sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmiĢse, isnadın ispatlandığının kabulü ile hakaret suçunun faili hakkında beraat kararı verilmelidir. Çünkü CMK’nın 223’üncü maddesi göz önünde bulundurulduğunda, sanığın gerçekleĢtirdiği haksızlığın suç olduğu, ancak sanığın ya kusurluluğunun bulunmaması dolayısıyla ya da iĢlenen fiilden dolayı sanık hakkında mahkumiyet kararının verilmesinin daha ağır sonuçlara yol açacağı hallere iliĢkin olarak sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmektedir. Böyle bir durumda, hükmü veren mahkeme, aslında sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili tespit etmiĢ ve bunun bir suç olduğuna karar vermiĢtir. Bu bakımdan hakaret edilen kiĢi hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verildiği durumda da aslında isnat ispat edilmiĢtir. Davanın reddi kararıyla ilgili tartıĢılacak bir hususun bulunmadığını düĢünmekteyiz. Zira aynı fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiĢ bir hüküm veya açılmıĢ bir dava varsa davanın reddine karar verilecektir (CMK md. 223, f. 7). Dolayısıyla isnadın ispatı bakımından göz önünde bulundurulacak hüküm, daha önceden verilen veya açılmıĢ dava sonucunda verilecek hüküm olacaktır. DüĢme kararının söz konusu olduğu durumlarda nasıl hareket edileceği ise sorun arz etmektedir. Gerekçedeki ifade kabul edilecek olursa Ģu örnek olayda hakaret suçunu iĢleyen faili isnadını ispat edemediği gerekçesiyle cezalandırmak gerekir: A, kamu görevlisi olan B’yi, belirli tarihler arasında yapmıĢ olduğu iĢlemlerden elde ettiği paraları zimmetine geçirmekle itham etmiĢtir. A hakkında hakaret suçundan, B hakkında ise zimmet suçundan dolayı kamu davası açılmıĢ ve A hakkında yargılamayı yapan mahkeme, zimmet suçundan dolayı yapılan yargılamayı bekletici sorun saymıĢtır. B, hakkındaki yargılama devam ederken yaĢamını yitirmiĢtir. Bu durumda zimmet suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, zorunlu olarak davanın düĢmesine karar verecektir (TCK 722 Üzülmez, 2010, s. 62. 210 md. 64)723. Böyle bir durumda kanımızca isnadın doğruluğunu araĢtırmadan, A’yı hakaret suçundan dolayı mahkum etmek hakkaniyetle bağdaĢmaz. Bu nedenle B’nin zimmetine para geçirip geçirmediği hususu, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamada genel ispat kurallarına göre araĢtırılmalıdır724. Ancak isnadın yapılmasından önce, düĢme sebeplerinin gerçekleĢmesi nedeniyle, hakaret suçunun mağduru hakkında söz konusu fiilden dolayı soruĢturma ve kovuĢturma yapılamıyor ise isnadın ispatlanamadığının kabul edilmesi gerekir725. 4.2.1.3. Ġsnat Edilen Ancak Suç TeĢkil Etmeyen Fiiller Hakkında Kurulan Hükümlerin Hakaret Suçundan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi Ġsnat edilen fiilin suç oluĢturmaması durumunda ispat edilmesinin istenmesinin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaĢılmasında kamu yararının bulunmasına veya Ģikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır (TCK md. 127, f. 1). Ġsnadın ispatında kamu yararı var ise Ģikayetçi isnadın ispatına razı olmasa dahi mahkeme isnadın ispatlanması talebini kabul edebilir726. Ġsnadın ispatında kamu yararı yok ise Ģikayetçinin isnadın ispatını kabul etmesi gerekir. Bu iki halden birisi varsa hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan ceza mahkemesi, CMK’nın 218’inci maddesi çerçevesinde hareket edebilecektir. BaĢka bir deyiĢle, ceza mahkemesi ya nispi muhakeme yaparak sorunu çözecektir ya da bu olayla ilgili açılmıĢ ve henüz sonuçlanmamıĢ bir dava var ise veya henüz bir dava açılmamıĢ ise durumu bekletici sorun sayarak açılmıĢ veya açılacak davanın sonucunu bekleyecektir. Bekletici sorun kararı verilmesi durumunda verilen mahkeme hükmü ile isnat ispatlanmıĢ ise ceza mahkemesi hakaret suçunun faili hakkında beraat kararı verecek; isnat ispat edilmemiĢ ise fail hakkında mahkumiyet kararı verecektir. 723 724 725 726 Ancak böyle bir durumda, öldüğü anda dosyadaki mevcut deliller göz önüne alındığında sanık hakkında beraat kararı verilebiliyor ise mahkemenin düĢme kararı değil, beraat kararı vermesi gerekir (CMK md. 223, f. 9). Daha önce de söylendiği üzere, isnat edilen fiile iliĢkin yapılan yargılama sonucunda failin beraat etmiĢ olması durumunda, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamanın sanığı artık isnadını ispatlayamamıĢ sayılacaktır. ÖNDER, Hakaret suçunun mağdurunun ölmesi durumunda faile isnadını ispat hakkının tanınması hususunun tartıĢmalı olduğunu belirtmektedir. “Mağdur ölmüş ise ispat hakkı tanınmalı mıdır? Konu tartışmalıdır. Bir görüşe göre, şikayet ile sanığa kanunun tespit ettiği bütün haklar tanınmış olacağından, mağdurun ölümü tanınan bu hakkın sınırlandırılmasına imkan vermemelidir. Buna karşı, mağdurun ölümü veya ölmesi halinde ispat talebine yer verilmez; zira ölü mağdur isnadın ispatına yönelik iddialara gerektiği gibi cevap veremeyecektir. Memurluk sıfatı ölüm sebebiyle mevcut olamayacağına, ölüm halinde mağdur hakkında kovuşturma yapılamayacağına göre, gerçeğin ispatına da cevaz verilmeyecektir. Öğreti bu ikinci hal tarzını savunmaktadır”. (Önder, 1994, s. 256). Nitekim öğretide DÖNMEZER, isnat edilen fiilin affa uğraması nedeniyle kovuĢturma olanağı kalmamıĢ ise, ispat iddiasının kabul edilmemesi gerektiği görüĢündedir (Dönmezer, 2001, s. 296). Üzülmez, 2010, s. 63. 211 Eğer ceza mahkemesi tercihini nispi muhakeme yapma yönünde kullanmıĢ ise isnat edilen fiili kendisine yetecek oranda aydınlattıktan sonra hakaret suçuna iliĢkin hükmünü kuracaktır. 4.2.2. Bağlantılı Davalarda Kurulan Hükümlerin Birbirine Etkisi 4.2.2.1. Genel Olarak Bağlantılı Davalar Muhakeme hukukunda muhakeme konusu uyuĢmazlıkları birbirlerine yaklaĢtıran ve onları birbirine bağlayan ortak noktalara bağlantı; söz konusu uyuĢmazlıklara da bağlantılı uyuĢmazlıklar adı verilir 727 . Bu bakımdan bağlantılı uyuĢmazlıklar tek yönlü bağlantıkarıĢık bağlantı; dar bağlantı-geniĢ bağlantı Ģeklinde ayrımlara tabi tutulmuĢtur728. Her ne kadar CMK’da bağlantının soruĢturma evresinde tespit edilmesi durumunda nasıl hareket edileceği hüküm altına alınmıĢsa da (CMK md. 9); çalıĢma konumuz ceza muhakemesi bağlamında yargı mercilerinin verdikleri kararların diğer yargı mercilerine etkisi olduğu için bağlantılı uyuĢmazlıkların sadece kovuĢturma evresinde doğuracakları etki üzerinde durulacaktır. 4.2.2.2. Bağlantılı Dava ÇeĢitleri 4.2.2.2.1. Tek Yönlü Bağlantı- KarıĢık Bağlantı Aralarında bağlantı bulunan davaların tümü ceza davası olduğunda tek yönlü bağlantıdan; bağlantı bulunan davalardan birisi ceza davası olmakla birlikte, diğer davanın farklı bir muhakeme alanında olması durumunda ise karıĢık bağlantıdan söz edilir729. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun birinci kitap, birinci kısım, üçüncü bölüm altında bağlantı türlerinden sadece tek yönlü bağlantıdan bahsedilmiĢ; tek yönlü bağlantı- karıĢık bağlantı ayrımında kural olarak tek yönlü bağlantısı olan davaların birlikte görülmesine müsaade edilmiĢtir. Ancak bu duruma kanunla istisna getirilmesi mümkündür. Nitekim çalıĢmamızın bu bölümünde 730 ele aldığımız üzere; aslında bir hukuk uyuĢmazlığı olan mağdur veya sanığın yaĢının düzeltilmesi meselesi, gerekli olması halinde, davaya bakan 727 728 729 730 Centel/Zafer, 2014, s. 587. Centel/Zafer, 2014, s. 587 vd. Kunter, 1989, s. 305. Bkz. 4.1.1.3.2. 212 ceza mahkemesi tarafından çözümlenmelidir (CMK md. 218/2). BaĢka bir deyiĢle, bir hukuk uyuĢmazlığı olan sanığın veya mağdurun yaĢının tespiti meselesi, ceza yargılamasının konusunu oluĢturan uyuĢmazlık ile birlikte çözülecektir. 4.2.2.2.2. Dar Bağlantı- GeniĢ Bağlantı Ceza davaları arasındaki bağlantının kanun koyucu tarafından somut olarak belirlenmesi durumunda davalar arasında dar bağlantı vardır. Davalar arasındaki bağlantının sanık esas alınarak kurulmuĢ olması durumunda, dar bağlantının bir türü olan sübjektif bağlantıdan; buna karĢılık bağlantının dava konusu olay esas alınmak suretiyle kurulmuĢ olması durumunda, objektif bağlantıdan söz edilir 731 . Dar bağlantının türleri, CMK’nın 8’inci maddesinin birinci fıkrasında, “bir kişi birden fazla suçtan dolayı sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır” denilmek suretiyle tarif edilmiĢtir. CMK, suçun iĢlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme fiillerinin de bağlantılı suç sayılacağını belirtmek suretiyle, dar bağlantının kapsamını geniĢletmiĢtir (CMK md. 8/2)732. Ceza davaları arasında dar bağlantının çeĢitleri olan objektif ve sübjektif bağlantı bulunmasa ve suç teĢkil eden fiilin iĢlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme hallerinden birisi bulunmasa da mahkeme, yargılamakta olduğu davaların birlikte görülmesinde fayda görebilir. Bu durumda geniĢ bağlantıdan söz edilir (CMK md. 11). 4.2.2.3. Bağlantılı Davalarda BirleĢtirme Bağlantılı davaların birleĢtirilmesinin muhakeme hukuku açısından birçok faydası vardır. Bu faydalardan bir kaçını Ģu Ģekilde zikredebiliriz: En baĢta bağlantılı ceza davalarının birleĢtirilmesi ile aynı konuya iliĢkin ceza muhakemesi iĢlemlerinin gereksiz tekrar edilmesinin önüne geçilecektir. Böylece AĠHS’nin 6’ncı maddesinin birinci fıkrasında da öngörüldüğü üzere, yargılamalar hızlandırılacaktır733. Bu bakımdan davalar 731 732 733 ġahin, 2014, s. 239. Centel/Zafer, 2014, s. 588. Rotsch, T. ve Sahan, O. (2005). Verbindung und Trennung von Strafsachen. JA, s. 802; Anayasa Mahkemesi de somut norm denetimi yoluyla önüne gelen bir olayda, davaların birleĢtirilmesinin usul ekonomisine hizmet edeceğinden bahisle, ilk derece mahkemesinin davaların birleĢtirilmesi kararının bağlayıcı olmasının Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasını reddetmiĢtir. Mahkeme, Anayasa’ya aykırılık 213 birleĢtirildiği için tanık dinlenmesi, keĢif yapılması gibi bazı ceza muhakemesi iĢlemleri sadece bir kere yapılacaktır. Ayrıca davaların birleĢtirilmesi, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına daha iyi varılmasını sağlayacak ve aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢkili kararların ortaya çıkması önlenmiĢ olacaktır734. Davaların birleĢtirilmesinin, yargılaması yapılacak uyuĢmazlık veya yargılanacak sanık sayısının artmasına neden olacağı muhakkaktır. Böylece daha kısa sürede 734 iddiasının reddi kararında özetle Ģu hususları dile getirmiĢtir: “ Başvuru kararında, aralarında bağlantı bulunan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalarda, ikinci davanın açıldığı mahkeme tarafından verilen birleştirme kararıyla birinci davanın açıldığı mahkemenin bağlı olduğu ve bu karara karşı başvuru hakkının olmadığı bu nedenle bir mahkeme kararının diğerinden üstün tutulduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural Anayasa’nın 141. ve 142. maddeleri yönünden de incelenmiştir. İtiraz konusu kuralla, aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalarda, ikinci mahkeme tarafından verilen birleştirme kararının, davanın gönderildiği birinci mahkemeyi bağlayacağı öngörülmektedir. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde bağımsız oldukları, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri belirtildikten sonra, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 141. maddesiyle yargıya, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması görevi verilmiş; 142. maddesiyle de mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanun ile düzenlenmesi öngörülmüş, usul kanunlarının Anayasa’ya uygun olmak koşulu ile düzenlenmesi hususu kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Bu bağlamda kanun koyucu, kamu yararı amacıyla kararların özelliklerine göre farklı kanun yolları öngörebilir yahut bazı kararlar için de hiçbir kanun yolu öngörmeyebilir. Zira Anayasa’da tüm mahkeme kararlarıyla ilgili mutlaka bir kanun yolunun öngörülmesine ilişkin hükme yer verilmemiştir. Kanun, hukuk mahkemelerinde uygulanacak yargılama usullerini düzenlemektedir. Kanun’un 166. maddesinde düzenlenen davaların birleştirilmesi müessesesi, hukuk davalarında, ayrı ayrı açılmış davalar arasında maddede gösterilen anlamda bir bağlantı bulunması hâlinde, bu davaların birleştirilmesini öngören bir usul hukuku müessesesidir. İtiraz konusu kural ise aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalarda verilen birleştirme kararlarının, davanın gönderildiği birinci mahkemeyi bağlayacağını öngörmektedir. Kişiler arasındaki uyuşmazlıkların daha kısa süre içinde kesin bir şekilde çözümlenmesi, usul ekonomisi bakımından önemli olduğu gibi davanın taraflarını davaların uzaması nedeniyle oluşabilecek mağduriyetlere karşı korumak bakımından da önemlidir. Kanun koyucunun, itiraz konusu kuralla, uyuşmazlığın esasına ilişkin olmayan birleştirme kararlarının ilk davaya bakan mahkemeyi bağlayacağı kabul edilerek davaların görülmesi ve sonuçlandırılmasının hızlandırılmasını amaçladığı açıktır. Kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında, davaların hızlı bir şekilde görülmesi ve sonuçlandırılması için kamu yararı amacıyla kabul edilen itiraz konusu kuralda Anayasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Öte yandan, itiraz konusu kural davanın esasına ilişkin olmayan bir usul hukuku düzenlemesidir. Bu bağlamda, itiraz konusu kuralın, hâkimlerin görevlerini bağımsız olarak yürütmelerini, uyuşmazlığın esası hakkında Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm vermelerini engelleyen bir yönü bulunmadığı gibi yargı yetkisinin kullanılması bakımından mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat verilmesine yol açan bir yönü de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 36., 138., 141. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir” Anayasa Mahkemesi, 27.3.2014 tarih ve E. 2014/5, K. 2014/65 sayılı kararı, http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/8151509e-24ea45148bb68cb0038453e6?excludeGerekce=False&wordsOnly=False, eriĢim tarihi, 17.12.2014. Kunter, 1989, s. 306; Rotsch/Sahan, 2005, s. 802. 214 yapılabilecek yargılamaların uzamasına neden olunabilir735. Buna bağlı olarak davaların birleĢtirilmesi, yargılamayı yapacak mahkemeye ek bir külfet getirebilir736. Davaların birleĢtirilmesinin hem olumlu yönlerinin hem de olumsuz yönlerinin olması nedeniyle, somut olayda yapılan değerlendirme sonucunda olumlu yönlerin ağır basması durumunda davaların birleĢtirilmesine karar verilmelidir. Davaların birleĢtirilmesinin her iki davanın da ceza davası olması durumunda mümkün olduğunu belirtmiĢtik. Bu bakımdan uyuĢmazlıklar arasında yukarıda belirtilen dar veya geniĢ bağlantıdan birisinin olması, davaların birleĢtirilmesinin birinci Ģartıdır. Ġkinci olarak davaların birleĢtirilmesinde yarar bulunmalıdır. Davaların birleĢtirilmesinde yarar bulunup bulunmadığını yargılamayı yapan mahkeme tayin edecekse de mahkemenin birleĢtirmeye iliĢkin vermiĢ olduğu karar denetime tabidir737. Davaların birleĢtirilmesinin üçüncü Ģartı, birleĢtirilecek her iki davanın aynı aĢamada olmasıdır. Bu durum öğretide, davaların birleĢtirilmesi için “maddi imkanın bulunması” Ģeklinde ifade edilmektedir 738 . Buna göre örneğin, görülen davalardan birisi hüküm aĢamasına gelmiĢ, diğeri ise henüz duruĢma hazırlığı aĢamasında ise davaların birleĢtirilmesi olanağı yoktur739. Belirtilen Ģartların varlığı, davaların otomatik olarak birleĢtirileceği anlamına gelmez. Daha önce de belirttiğimiz gibi, yargılamayı yapan mahkemenin bu konuda takdir 735 736 737 738 739 Kunter, 1989, s. 306. Rotsch/Sahan, 2005, s. 802. Bu konuya iliĢkin olarak Yargıtay örnek kabilinden bir kararında “Somut olaylarda; sanıkların bilgileri kodlanarak sahte üretilmiş yurtiçi ve yurtdışı kredi kartlarını temin edip sanık Serhat Demir'in sahibi olduğu üye işyerindeki Akbank Türk Anonim Şirketi ve Denizbank Anonim Şirketi'ne ait POS. cihazlarından geçirdikleri ve alışveriş yapılmadığı halde yapılmış gibi gerçeğe aykırı bir biçimde üretilen slipleri katılan bankalara ibraz ederek haksız menfaat sağladıklarının iddia olunmasına göre, eylemlerin sübutu halinde kullanılan sahte kredi kartlarında adı geçen bankalar sayısınca, aynı bankaya ait birden fazla sahte kredi kartının kullanılması halinde teselsül eden 765 sayılı TCK.nun 525/b-2 ( 5237 sayılı TCK.nun 245. ) maddesinde öngörülen suçu oluşturacağı ve sanık Mehmet Şükrü Yıldırım hakkında da, aynı suçtan benzer nitelikte kamu davalarının açıldığının anlaşılması karşısında; ilgili dava dosyaları celbedilerek, olaylarda kullanılan sahte kredi kartlarından aynı bankalara ait olanların tespiti halinde, bu dava dosyalarının birleştirilmesi ile sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme sonucu mahkumiyetlerine hükmolunması” demek suretiyle birleĢtirilme yapılması gerektiğine hükmetmiĢken, Yargıtay 11. CD, 5.06.2006 tarih ve E. 2006/2428 ve K. 2006/5098 sayılı kararı, www.kazanci.com, eriĢim tarihi, 01.12.2014; bir kararında da “İncelenen dosya içeriğine, sanıkların üzerine atılı suçun niteliğine, iddianamede olayın anlatış biçimine, her iki mahkemenin dava dosyaları arasında sanıkları ve suçları yönünden şahsi, hukuki ve fiili irtisat bulunmadığı ve varsa ortak delillerin onaylı örneklerinin karşılıklı olarak temininin mümkün bulunduğu anlaşılmakla, davaların birlikte yürütülmesinde hukuki yarar görülmediğinden, ... Ağır Ceza Mahkemesinin ... ... Karar sayılı Birleştirme Kararının Kaldırılmasına, davaların her mahkemenin kendi dosyası üzerinden yürütülmesine, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 23.10.2008 günü oybirliği ile karar verildi” demek suretiyle yerel mahkeme tarafından verilen birleĢtirme kararının hukuka aykırı olduğuna hükmetmiĢtir, Yargıtay 5. CD, 23.10.2008 tarih ve E. 2008/9582, K. 2008/8790 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 24.11.2014. ġahin, 2014, s. 241. Kunter, 1989, s. 308; Centel/Zafer, 2014, s. 591. 215 yetkisi vardır. Bu bakımdan Ģartların oluĢmasına rağmen, davaların birleĢtirilmesine karar verilmemiĢ olabilir. Ayrıca davalar arasında bağlantının bulunmasına rağmen, kanun koyucu bazı durumlarda davaların birleĢtirilmesini yasaklamıĢ olabilir. Böyle bir durumda aralarında bağlantı bulunsa da davaların ayrı mahkemelerde görülmesi gerekmektedir. Örneğin Ġcra Ġflas Kanunu’nun 346’ncı maddesine göre, icra mahkemelerinin yargılama yetkisine giren ceza davaları diğer ceza davaları ile birleĢtirilemez. Aynı Ģekilde CMK’nın 3’üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, barıĢ zamanında asker olmayan kiĢiler, askeri mahkemelerin yetkisine giren bir suçu asker kiĢilerle iĢtirak halinde iĢlemiĢ olsa da genel yetkili ceza mahkemeleri tarafından yargılanacaklardır. Bu Ģekilde mutlak bir birleĢtirme yasağı öngörülmemiĢse de birleĢtirmeye iliĢkin Çocuk Koruma Kanunu’nun 17’nci maddesindeki hükümden de bahsetmek gerekir. Söz konusu düzenlemeye göre, on sekiz yaĢından küçüklerin yetiĢkinlerle birlikte suç iĢlemesi halinde, çocuklar hakkındaki soruĢturma ve kovuĢturma yetiĢkinlerden ayrı yapılır. Ancak zorunluluk var ise yargılama, genel yetkili ceza mahkemesinde yapılabilir. 4.2.2.4. BirleĢtirilmeyen Bağlantılı Davalar Sonucunda Kurulan Hükümlerin Diğer Yargılamayı Yapan Mahkeme Ġçin Bağlayıcılığı Takdir yetkisinin birleĢtirmeden yana kullanılmamıĢ, kanun koyucu tarafından davaların birleĢtirilmesinin yasaklanmıĢ veya yargılama esnasında örneğin fiilin tek kiĢi tarafından iĢlendiği fakat hüküm kesinleĢtikten sonra bu fiile baĢka kiĢilerin de iĢtirak ettiğinin ortaya çıkmıĢ olması gibi hallerde, yargılamalar farklı mahkemelerde yapılacaktır. ĠĢte böyle bir durumda, uyuĢmazlık konusu ile ilgili, mahkemelerden birinin verdiği kararının diğer mahkeme için bağlayıcılığı gündeme gelir. Öğretideki bir görüĢ, ceza muhakemesinde maddi anlamda kesin hükmün olumsuz etkisinin bir Ģartı olan sanığın aynılığının bağlayıcılık etkisi bakımından geçerli olduğunu, bu nedenle örneğin tek bir kiĢi tarafından gerçekleĢtirildiği belli olan bir suçtan dolayı bir sanık hakkında hüküm verilmiĢ olmasının, bu suçtan dolayı bir baĢka sanığın yargılanıp mahkum olmasına engel olmayacağını savunmaktadır740. Aynı Ģekilde suç faili söz konusu fiilin suç olmadığı gerekçesi ile beraat etmiĢ olsa bile, aynı fiilden dolayı azmettiren veya yardım edenin mahkum olmasına herhangi bir engel yoktur741. 740 741 Abel, 1961, s. 45. Bruns, 1957, s. 141. 216 Bu görüĢteki yazarlara göre, ceza muhakemesinde maddi gerçek aranır ve her hakim bunu bizzat yapacağı yargılamada araĢtırır. Bu nedenle bir kimse hakkında verilen beraat kararı yalnızca bu kimseyi korumalıdır. Eğer gerekli ise bir baĢka kimse de örneğin kasten öldürme suçundan dolayı yargılanabilmelidir. Zira ikinci yapılan bu yargılamada mağdurun intihar etmediği, bir baĢka kimse tarafından öldürüldüğü gerçeği ortaya çıkarılabilir. Söz konusu suçun maddi olarak mevcut olmadığı gerekçesi ile bir daha baĢka sanık hakkında yapılacak yargılamaya engel olunması, ceza muhakemesinde maddi gerçeğin değil, Ģekli gerçeğin arandığı anlamına gelir742. Bu görüĢün karĢısında olan yazarlara göre, belli bir fiilden dolayı bir kiĢi yargılanmıĢ ve bu kiĢiye isnat edilen fiilin maddi mevcudiyeti bulunmadığı sebebiyle veya objektif sebeplerle ceza davasının düĢmesine karar verilmiĢ ise verilen bu hükmün lehte olması Ģartıyla, bu karar fiili gerçekleĢtiren diğer sanıklara da etki etmelidir. Bu bakımdan örneğin bir kiĢi bir baĢka kiĢiyi öldürmekten yargılanmıĢ, fakat bu yargılamada mağdurun öldürülmediği tam aksine intihar ettiği sonucuna varılmıĢ olması nedeniyle fail beraat etmiĢ ise; bir baĢka kimse hakkında, mağduru öldürdüğü gerekçesi ile tekrardan ceza davası açılamamalıdır743. Kanaatimizce dar bağlantının bir türü olan objektif bağlantı durumunda aslında kurulan hükümlerin birbirleri için etkili olmaması esastır. Zira farklı kiĢiler hakkında yürütülen davalarda uyuĢmazlık konusu aynı olmakla birlikte, uyuĢmazlık konusunun 742 743 Yurtcan, 1987, s. 45; Abel, 1961, s. 45. Kunter, 1989, s. 301; Erem, 1963, s. 45; Yargıtay da bu görüĢ doğrultusunda; ihaleye fesat karıĢtırma suçundan yargılanan sanıkların, bu suçtan değil de görevi kötüye kullanma suçundan dolayı mahkum olmaları halinde, bu kiĢileri ihaleye fesat karıĢtırmaya azmettirdiği iddia edilen kiĢilerin de ihaleye fesat karıĢtırmaya azmettirmeden dolayı cezalandırılamayacağına karar vermiĢtir. Anılan kararın konumuzu ilgilendiren kısmı Ģu Ģekildedir: “5237 sayılı TCK'nın 235. maddesinde ihaleye fesat karıştırma halleri yasa koyucu tarafından tahdidi olarak sayılmış olup, maddede sayılan seçimlik hareketlerin ya da faillik durumunun genişletilmesinin anılan Yasanın 2. maddesindeki kanunilik ilkesine aykırılık teşkil edeceğinde bir kuşku bulunmadığı, her ne kadar bir kısım öğretide özgü suç olarak kabul edilmese de madde metni gerekçesiyle birlikte incelendiğinde; 2. fıkranın "a" ve "b" bentlerinde sayılan hallerde ihale sürecinde görev alan ilgili kamu görevlileri, "d" bendinde belirtilen halde ise ihaleye katılan ya da katılmak isteyen kişilerin suçun faili olabileceği, dolayısıyla söz konusu suçun özel faillik niteliği taşıyan kimselerce işlenebileceğinde bir tereddüt bulunmadığının kabulü gerektiği, bu itibarla 5237 sayılı TCK'nın 40/2. maddesine göre özgü suç niteliğinde olan ve TCK'nın 235/2-(a-2) maddesi uyarınca ihale sürecinde görev alan kamu görevlisi tarafından işlenebilen ihaleye fesat karıştırma suçuna iştirak eden diğer kişilerin azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulabilecekleri dikkate alındığında İhale Komisyon başkanı ve yetkilisi Şahap Bulak'ın ihaleye katılma yeterliliğine ve koşullarına sahip olmadığını bildiği Mehmetoğlu İnş. Ltd. Şti'ne ihalenin verilmesini sağlayıp, sözleşme imzalaması suretiyle ihaleye fesat karıştırmak suçundan, gerçeği yansıtmayan iş deneyim belgesini yetkisi olmadığı halde düzenleyip veren Hazro Ziraat Odası Başkan vekili sanık Ekrem Özavcı ve bu belge ile sahte düzenlenmiş vergi borcu yoktur yazısını vermek suretiyle ihaleye katılıp alan firma yetkilisi Veysi Mehmetoğlu'nun ise bu suça azmettiren veya yardım eden olarak cezalandırılmaları gerektiğinin gözetilmemesi, Kamu görevlisi olan sanıkların eylemlerinin görevi kötüye kullanma olarak kabulüyle mahkümiyetlerine hükmedilmesine rağmen sanıklar Veysi Mehmetoğlu ile Ekrem Özavcı'nın eylemlerinin ihaleye fesat karıştırma olarak kabulüyle mahkümiyetlerine karar verilmesi suretiyle hükümde çelişki oluşturulması…”,Yargıtay 5. CD, 11.02.2013 tarih ve E. 2012/11221 ve K. 2013/1058 sayılı kararı. 217 taraflarının farklı olması sebebiyle kurulan hükümler kural olarak bir diğerini etkilemez. Ancak ayrı yapılan yargılamalarda mahkeme, objektif nitelikli bir karar vermiĢ ise bu hükmün diğer yargılamaya, bu yargılamadaki sanığın lehine olmak kaydıyla, etki etmesi kabul edilmelidir. Örneğin kasten öldürme suçundan dolayı yapılan yargılamada mağdurun ölmediği, bilakis intihar ettiği ortaya çıkmıĢ ve bunun sonucunda sanık kasten öldürme suçunu iĢlemediği gerekçesi ile beraat etmiĢ ise; aynı olaydan dolayı daha sonra yargılanmak zorunda kalınan azmettiren kiĢinin de bu hükümden faydalanması gerekir. Sübjektif bağlantının söz konusu olduğu durumlarda ise, eğer bir yargılamaya konu uyuĢmazlık diğer yargılama için önem arz ediyor, fakat davalar da birleĢtirilmemiĢ ise; ön sorun teĢkil eden uyuĢmazlık hakkında verilen kararın diğer yargılama için bağlayıcı etkiye sahip olması gerekir. Bu durumda ilk yargılamada sanık mahkum edilmiĢ, baĢka bir deyiĢle ilk yargılama sonucunda verilen hüküm, sonraki yargılamaya sanık aleyhine olacak Ģekilde etki edecek olsa bile bağlayıcılık etkisi kabul edilmelidir744. Zira bir önceki davada sanık kendisini savunma imkanı bulmuĢ ve bu sayede kanaatimizce temel bir sanık hakkı olan hukuki dinlenilme ilkesine riayet edilmiĢtir. 4.2.3. Türk Ceza Kanunu’nda Yer Alan ve Kanuni Tarifinde Öncül Suça Yer Veren Bazı Suç Tiplerine ĠliĢkin Yargılamalarda, Öncül Suçla Ġlgili Verilen Kararların veya Hükümlerin Bu Yargılamalara Etkisi 4.2.3.1. Genel Olarak Öncül Suç Kavramı Bazı suç tanımlarında suçun iĢlenebilmesi, kendisinden önce iĢlenmiĢ bir baĢka suçun varlığına bağlı kılınmıĢ olabilir. BaĢka bir deyiĢle, kendisine bağlı kılınan suç, temel suçun öncülü konumundadır. ĠĢte kendisine bağlı kılınan bu suçlara öncül suç adı verilmektedir. Örneğin suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunda, daha önce iĢlenmiĢ bir suçun delil ve izlerinin; suçluyu kayırma suçunda, öncül suç failinin iĢlemiĢ olduğu bir suçun; suç eĢyasının satın alınması ve kabul edilmesi suçunda suç eĢyasının elde edildiği bir suçun; ya da suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçunda, malvarlığı değerlerinin kaynağı olan bir suçun varlığı gereklidir 745 . 744 745 Grunsky, 1968, s. 235. Dülger, M.V. (2011). Suç Gelirlerinin Aklanmasına İlişkin Suçlar ve Yaptırımları, Ankara, s. 48. 218 Öncül suçlar, suç genel teorisi bakımından herhangi bir özellik arz etmezler. Bu suçlar sadece belirli suçların iĢlenebilmesi için varlıklarının gerekli olduğu suçlardır746. Öncül suç terimi yerine Türk hukuk öğretisinde temel suç747, ön suç748, ön fiil749 ve evvelki suç 750 tabirleri kullanılmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu 1990 tarihli Strazburg 751 , 2000 tarihli Palermo 752 ve 2003 tarihli BirleĢmiĢ Milletler Yolsuzlukla Mücadele SözleĢmelerinin 753 Ġngilizce metinlerinde “Predicate offence” terimi, sözleĢmelerin resmi Türkçe çevirisinde ise bu terimin karĢılığı olarak “Öncül suç” ifadesi kullanılmıĢtır. Almancada ise “Vortat” ifadesi kullanılmaktadır. Ġç hukukumuzda, TCK’nın 282’nci maddesinde değiĢiklik yapan 26.06.2009 tarihli ve 5918 sayılı Kanunu’nun 5’inci maddesinin gerekçesinde “Öncül suç” ifadesine yer verilmiĢtir 754 . Biz de çalıĢmamızda kanun koyucu tarafından da benimsenen “öncül suç” ifadesini kullanmayı uygun bulduk. 746 747 748 749 750 751 752 753 754 Dülger, M. V, 2011, s. 482. Kocasakal, Ümit. (2000). Karapara Aklama Suçu. YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul, s. 161. Önder, 1994, s. 441. Zafer, H. (2004). Faile Yardım Suçu ve Müdafiin Bu Suçtan Sorumluluğu. Ġstanbul, s. 77 vd. Erem, 1993, s. 2501. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanmasının önlenmesi amacıyla Avrupa Konseyi tarafından 08.11.1990 tarihinde Strazburg’da kabul edilmiĢ olan “Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması, AraĢtırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına ĠliĢkin SözleĢme” ülkemiz adına 27.09.2001 tarihinde imzalanmıĢtır. Ġmzalandığı kentin adıyla Strazburg SözleĢmesi olarak anılan sözleĢmenin 16.06.2004 tarihli ve 5191 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunmuĢ ve SözleĢme Bakanlar Kurulunun, 30.07.2004 tarihli ve 2004/7712 sayılı Kararı ile onaylanmıĢtır. SözleĢme metni daha sonra 01.09.2004 tarihli ve 25570 sayılı resmi gazetede yayımlanmıĢtır. 12-15 Aralık 2000 tarihlerinde Ġtalya’nın Palermo kentinde hazırlanarak imzaya açılan “SınıraĢan Örgütlü Suçlara KarĢı BirleĢmiĢ Milletler SözleĢmesi” ülkemiz adına 13.12.2000 tarihinde imzalanmıĢtır. Ġmzalandığı kentin adıyla Palermo SözleĢmesi olarak anılan sözleĢmenin 30.01.2003 tarihli ve 4800 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunmuĢ ve SözleĢme, Bakanlar Kurulu’nun 26.02.2003 tarihli ve 2003/5329 sayılı kararı ile onaylanmıĢtır. SözleĢme metni daha sonra, 18.03.2003 tarihli ve 25052 sayılı resmi gazetede yayımlanmıĢtır. SözleĢme 10.12.2003 tarihinde kabul edilmiĢ ve sözleĢmenin onaylanması 18.05.2006 tarihli ve 5506 sayılı Kanunla uygun bulunmuĢtur. SözleĢme Bakanlar Kurulu’nun 11.08.2006 tarihli ve 2006/10885 sayılı Kararı ile onaylanmıĢ ve sözleĢme metni 02.10.2006 tarihli ve 26307 sayılı resmi gazetede yayımlanmıĢtır. Maddenin gerekçesinde öncül suç ile ilgili Ģu ifadelere yer verilmiĢtir: “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması, Türk Ceza Kanunu’nun 282’inci maddesinde suç olarak tanımlanmıştır. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun öncül suçu bakımından eşik sistemi benimsenmiş ve alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren suçların, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçunun öncül suçları olduğu kabul edilmiştir. Ancak, OECD bünyesinde çalışmalarını yürütmekte olan FATF tarafından yayımlanan 40 tavsiyeye göre; eşik sistemini benimseyen ülkelerin alt sınırı altı ay hapis cezasını gerektiren suçları öncül suç kapsamına almaları gerekmektedir. Bu nedenle, Türk Ceza Kanunu’nun 282’inci maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklik ile, FATF tavsiyelerine uyum sağlamak amacıyla, öncül suçlara ilişkin bir yıl olarak düzenlenen eşik, altı aya indirilmiştir” (TBMM, Dönem: 23, Yasama Yılı: 3, Sıra Sayısı: 353). 219 4.2.3.2. Öncül Suç ile Asıl Suç Arasındaki ĠliĢki Öncül suç ile kanuni tarifinde yer bulduğu asıl suç, aslında birbirinden tamamen bağımsız suç tipleri olsalar da bu suçların aralarında sıkı bir bağ vardır. Ġleride daha detaylı açıklayacağımız üzere, asıl suçun iĢlenmiĢ sayılması öncül suçun varlığına bağlıdır. Bu bakımdan öncül suçla ilgili bir mahkeme hükmü veya hakim ya da mahkeme kararı, asıl suç için bir unsur etkisi doğurur. Örneğin suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçunda öncül suç, asıl suçun maddi unsurları arasında değerlendirilmiĢtir. Daha önce unsur etkisini tarif ederken Ģunu söylemiĢtik: Unsur etkisi, bir suç tanımında bir mahkeme hükmünün veya hakim ya da mahkeme kararının unsur olarak belirtilmesi durumunda söz konusudur. Böyle bir durumda, asıl suçtan dolayı yargılamayı yapacak olan mahkeme, bu kararın veya hükmün yalnızca varlığını tespit eder. Buna karĢılık, bu kararın veya hükmün doğru olup olmadığını ise denetlemez. Öncül suç ile asıl suç arasındaki iliĢkinin en iyi bir Ģekilde suçluyu kayırma suçunda tespit edilebileceğini düĢünmekteyiz. Zira bu suç tipinde gerek bir karara dayanması gereken koruma tedbirleri gerekse de yargılama sonunda kurulan hükme suçun unsurları arasında yer verilmiĢtir. Öncül suçtan dolayı yapılan soruĢturma veya kovuĢturmada, bu suçun faili olarak Ģüphelenilen kiĢi hakkında araĢtırma yapılması; yakalama, gözaltı veya tutuklama kararı verilmesi yahut da kovuĢturmanın sonucunda hüküm kurulmuĢ olması, suçluyu kayırma suçunun maddi unsurları arasında yer almaktadır. Dolayısıyla, maddede belirtilen koruma tedbirlerine baĢvurulmuĢ olması veya sanık hakkında hüküm kurulması, suçluyu kayırma suçundan dolayı yapılan yargılamada bir unsur etkisi doğurur. Söz konusu koruma tedbirlerine baĢvurulması kararı veya verilen hükmün unsur etkisi doğurması, suçluyu kayırma suçundan dolayı yargılama yapacak mahkemenin bu kararların veya hükmün hukuka uygun olup olmadığını araĢtırmaya yetkili olmadığı anlamına gelmektedir. Suçluyu kayırma suçundan dolayı yargılama yapacak mahkeme, sadece böyle bir koruma tedbiri kararının veya hükmün varlığını araĢtıracaktır. Kararın veya hükmün içeriğinin doğruluğunu ise araĢtırmayacaktır. 220 4.2.3.3. Öncül Suçtan Dolayı Kurulan Hükmün veya Verilen Hakim ya da Mahkeme Kararının Asıl Suçtan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi 4.2.3.3.1. Suç Tipleri Hakkında Genel Bilgi Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçu (TCK md. 282) TCK’nın 282’nci maddesinde “Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi… cezalandırılır” denmek suretiyle suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu düzenlenmiĢtir. Maddenin ikinci fıkrasında “birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, bu suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran veya kullanan kişi… cezalandırılır” denmek suretiyle, öncül suçun failinin de suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan sorumlu olabileceği hüküm altına alınmıĢtır755. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu, öncül suçun varlığına bağlı bir suç tipidir 756 . Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan bahsedebilmemiz için suçtan kaynaklanan bir malvarlığı değerinin olması gerekir757. Öncül suçtan elde edilen gelir, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu oluĢturur758. Bu bakımdan malvarlığı değerlerinin elde edildiği suçun belirli bir suç olması gerekir. Henüz iĢlenip iĢlenmediği veya hangi suçu oluĢturduğu belli olmayan 755 756 757 758 Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması müstakil olarak ilk defa 13.11.1996 tarihli ve 4208 sayılı “Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun” ile ceza yaptırımı altına alınmıĢtır (Kocasakal, Ümit. (2008). Karapara Aklama ile Mücadele ve Yeni Türk Ceza Kanununun 282. Maddesinde Düzenlenen Suç Gelirlerinin Aklanması Suçu. Karapara Aklama ve Terörizmin Finansmanı (Editör: Süleyman Aydın), Ankara, s. 61; CoĢkun, N. (2003). Karaparanın Aklanması Suçu. YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Konya, s. 75). Söz konusu kanun 1.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıĢ ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması TCK’nın 282’inci maddesinde suç olarak kabul edilmiĢtir. Türk Ceza Kanunu’nun 282’nci maddesi düzenlemesi karĢısında “Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama” suçunun öncül suçları sadece alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar olabilir. Değirmenci, O. (2007). Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçu. Ankara, s. 288; Kocasakal, 2000, s. 177. Özgenç, 2013, s. 99; Değirmenci, 2007, s. 294; öğretide bazı yazarlar suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun oluĢması için, öncül suçtan elde edilen bir malvarlığı değerinin olması gerektiğini belirtmekle birlikte, temel suçun varlığını suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu için bir ön Ģart olarak kabul etmektedirler. Bkz. Kocasakal, 2000, s. 177. 221 fiillerden yola çıkarak TCK’nın 282’nci maddesinde yer alan suçun oluĢtuğu kabul edilemez759. Yargıtay’ın ise konuya iliĢkin vermiĢ olduğu kararlarda bir tutarlılık bulunmamaktadır. Yüksek mahkeme, 4208 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde vermiĢ olduğu bir çok kararında, maddi menfaatin hangi suçtan elde edildiğinin kesin bir Ģekilde ortaya konulmadan, kara paranın aklanması suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilemeyeceğine hükmetmiĢtir 760 . Ancak Yargıtay, bir kararında uyuĢturucu parasının yurda getirileceği ihbarını, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçunun öncülünün gerçekleĢtiğinin kabulü için yeterli sayarken761; görevlilerce yapılan aramada üzerinde deklaresiz çok miktarda döviz bulunan kiĢinin paranın kaynağını açıklayamamasını da kara paranın aklanması (suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama) suçunun oluĢması için yeterli saymıĢtır762. Her ne kadar aklama suçundan dolayı mahkumiyet hükmü kurulabilmesi için öncül suçun iĢlendiğinin bir hükümle sabit olması gerekirse de bu, aklama suçunun öncül suç hakkında hüküm verilmesinden sonra iĢlenebileceği ve aklama suçundan dolayı soruĢturma veya kovuĢturmanın öncül suça iliĢkin hükmün kurulmasından sonra baĢlaması gerektiği anlamına gelmemektedir. Henüz öncül suç hakkında bir soruĢturma baĢlamamıĢ dahi olsa, aklama suçunun iĢlenmesi mümkündür. Aynı Ģekilde aklama suçundan dolayı yürütülen soruĢturmaya veya kovuĢturmaya öncül suç hakkındaki kovuĢturmadan önce baĢlanılmasına da herhangi bir engel yoktur 763 soruĢturmadan veya . Suç EĢyasının Satın Alınması veya Kabul Edilmesi Suçu (TCK md. 165) TCK’nın 165’inci maddesinde “Bir suçun işlenmesiyle elde edilen eşyayı veya diğer malvarlığı değerini, bu suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, satan, devreden, satın alan veya kabul eden kişi… cezalandırılır” denmek suretiyle suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu düzenlenmiĢtir764. Bu suç tipi 765 sayılı TCK’nın 512’nci maddesinde Özgenç, 2013, s. 103. Yargıtay 7. CD, 16.06.1999 tarih ve E. 1999/7666, K. 1999/7558 sayılı kararı; aynı yönde Yargıtay 7. CD, 5.5.2000 tarih ve E. 2000/4580, K. 2000/6656 sayılı kararı, (Ergül, E. (2005). Kara Ekonomi ve Aklama Suçu. Ankara, s. 107); Yargıtay vermiĢ olduğu bir kararında gelirin öncül suçtan elde edildiğinin ispatlanamadığı durumlarda suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçundan dolayı beraat kararı verilmesi gerektiğine hükmetmiĢtir. Yargıtay 7. CD, 27.02.2002 tarih ve E. 2002/322, K. 2002/2087 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 03.05.2013. 761 Yargıtay 7. CD, 10.06.1999 tarih ve E. 1998/8325, K. 1999/7117 sayılı kararı, (Ergül, 2005, s. 107). 762 Yargıtay 7. CD, 25.10.2000 tarih ve 12155/13587, (Hatipoğlu/Parlar, 2005, s. 896). 763 Ünver, Y. (2012). Adliyeye Karşı Suçlar. (3. Baskı). Ankara, s. 374. 764 TCK’da “Suç EĢyasının Satın Alınması veya Kabul Edilmesi” suçu kanunun ikinci kitap, ikinci kısım, onuncu bölümü olan malvarlığına karĢı suçlar arasında düzenlenmiĢ iken; bu suçun Alman Ceza 759 760 222 düzenlenmiĢti. Söz konusu düzenleme, “her kim, 296’ncı maddede beyan olunan haller haricinde kendisi cürmün irtikabına iştirak etmeksizin bir cürümden hasıl olan para veya sair eşyayı bilerek kabul eder veya saklar yahut satın alır yahut her ne suretle olursa olsun kabul etmek ve saklamak ve satmak hususlarında tavassut eylerse üç seneye kadar hapis ve doksan bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır. Şu kadar ki tayin edilecek ceza asıl fiil için verilecek cezanın üçte birini geçemez” Ģeklindeydi. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunda olduğu gibi, suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun oluĢabilmesi için eĢyanın daha önce iĢlenmiĢ olan bir suçtan elde edilmiĢ olması gerekir765. Bu bakımdan suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun konusunu oluĢturan eĢya veya malvarlığı değerinin, hangi öncül suçtan elde edildiğinin mahkeme tarafından verilen hükümle sabit olması gerekir766. Asıl suçtan dolayı hükmün kurulmuĢ olması, 765 sayılı Kanun döneminde ise ayrı bir öneme sahipti. Bu kanuna göre, cürüm eĢyasının satın alınması suçu için verilecek olan ceza öncül suçtan dolayı verilen cezanın üçte birinden fazla olamayacaktı. Öncül suç bakımından söz konusu edilen ceza ise kanunda yazılı soyut ceza değil, yapılan yargılama sonucunda verilen somut ceza idi. Dolayısıyla 765 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde, cürüm eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesinden dolayı ceza tayini için öncül suç nedeniyle verilmiĢ bir mahkumiyet kararının bulunması gerekliydi. Yargıtay’ın da görüĢü bu doğrultudaydı767. Ancak yüksek mahkeme konuya iliĢkin vermiĢ olduğu bir kararında, öncül suç faillerinin, haklarındaki yapılan yargılama sonucunda beraat etmiĢ olmaları durumunda bile; bu kiĢilerden suç konusu edilen eĢyayı alan kiĢinin, suç eĢyasını satın alma veya kabul etme suçundan dolayı sorumlu olacağına hükmetmiĢtir768. 765 766 767 768 Kanunu’ndaki (StGB) karĢılığı olan “Hehlerei” §259’da düzenlenmiĢ olup, adliyeye karĢı iĢlenilen suçlar arasında yer almaktadır. Önder, 1994, s. 441; Wessels, J. ve Hillenkamp, T. (2005). Strafrecht Besonderer Teil 2. (28. neubearbeitete Auflage). Heidelberg, Rn. 832. Dönmezer, 2001, s. 534; Özgenç, 2013, s. 132. “Asıl hırsızlık eylemi hakkında soruşturma yapılıp ceza verilememiş olmasına göre, TCK'nun 512/son maddesindeki 1/3 oranının ne biçimde korunduğu açıklanıp tartışılmadan temel cezanın 2 yıl hapisten başlatılması”, Yargıtay 6. CD, 19.04.2004 tarih ve E. 2003/722, K. 2004/4924 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 07.06.2013. “Hırsızlık suçundan sanık N. Y., hırsızlık malını bilerek alma suçundan sanıklar K. B. ve D. A. hakkında MAÇKA Asliye Ceza Mahkemesi'nce yapılan yargılama sonunda 30.01.2003 tarih ve 2002/36 esas 2003/11 karar sayı ile beraat kararı verildiği; müdahiller tarafından süresi içinde temyiz edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığın'ca ret-onanma-bozma isteğiyle dava dosyasının tebliğname ekinde 01.04.2004 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: KARAR : 1Müşteki H. S.'ın sanıklar K. B. ve D. A. hakkında kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi: İddianame ile sanıkların, müdahil E. S.'ın evinden çalınan baltayı hırsızlık malı olduğunu bilerek kabul ettiklerinden bahisle TCK'nın 512/1. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılması üzerine sanıklar hakkında bu suçtan dolayı beraat hükmü tesis edilmiş olduğu ve müşteki H. S. tarafından sunulan 19.6.2002 havale tarihli müdahale dilekçesinin sanık N. hakkında hırsızlık suçundan açılan davaya ilişkin bulunduğu nazara alınarak müşteki H. S.'ın temyiz isteminin 5320 sayılı 223 Yine aynen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunda olduğu gibi, öncül suç hakkında henüz bir soruĢturma baĢlamamıĢ olsa bile, suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu iĢlenebilir. Suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu hakkındaki soruĢturma veya kovuĢturma öncül suç hakkındaki soruĢturma veya kovuĢturmadan önce baĢlayabilir. Fakat suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçuna iliĢkin olarak hüküm kurulması, öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğinin kesin bir Ģekilde belirlenmiĢ olmasına bağlı olduğu için bu suçtan dolayı yargılama yapan mahkemenin öncül suç hakkında yapılan yargılamanın sonucunu beklemesi gerekir769. Bilgi Vermeme Suçu (TCK md. 166) 765 sayılı Kanun’un 512’nci maddesinde düzenlenen “cürüm eĢyasının satın alınması” suçundan farklı olarak, 5237 sayılı TCK’nın 165’inci maddesinde düzenlenen “suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi” suçunun iĢlenebilmesi için doğrudan kast gerekli değildir. Bu suç olası kastla da iĢlenebilir. Bu bakımdan satın aldığı veya kabul ettiği eĢyanın veya malvarlığı değerinin bir suçun iĢlenmesiyle elde edildiğini öngören, ancak buna rağmen eĢyayı satın alan veya kabul eden kiĢi bu suçtan sorumlu olur. Ancak satın aldığı veya kabul ettiği anda söz konusu eĢyanın veya malvarlığı değerinin bir suçun iĢlenmesiyle elde edildiğini öngöremeyen kiĢi, bu suçtan sorumlu olmaz. Buna karĢılık, bu eĢyanın veya malvarlığı değerinin bir suçun iĢlenmesiyle elde edildiğinin sonradan öğrenilmesine rağmen, sessiz kalınması da bir haksızlık teĢkil eder. Bu durumu öngören kanun koyucu, suçtan elde edilen eĢyayı veya malvarlığı değerini durumunu bilmeden satın alan veya kabul eden; ancak bu durumu daha sonra öğrenmesine rağmen sessiz kalan kiĢileri de cezalandırmak amacıyla TCK md. 166’daki “bilgi vermeme” suçunu ihdas etmiĢtir. 769 kanun'un 8/1. maddesi ve 1412 sayılı CMUK'un 317. maddesi uyarınca REDDİNE; 2- Müdahil E. S.'ın sanık K. B. hakkında kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz itirazı ile müdahiller E. S. ve H. S.'ın sanık N. Y. hakkında kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi, Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine incelenen dosya içeriğine göre müdahillerin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün istem gibi ONANMASINA; 3- Müdahil E. S.'ın sanık D. A. hakkında kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi: İncelenen dosya içeriği itibariyle; hırsızlık suçunu işlediğine veya bu suça iştirak ettiğine dair aleyhinde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, suça konu baltayı müdahile teslim etmiş olması ve kollukta alınan ifadesinde, suça konu baltanın sapını kırarak sakladığını kabul etmiş olması karşısında, sanığın eyleminin TCK'nın 512. maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu nazara alınarak mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde beraat hükmü tesisi, SONUÇ: Bozmayı gerektirmiş, müdahilin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün istem gibi BOZULMASINA” Yargıtay 10. CD, 23.06.2005 tarih ve E. 2004/4940, K. 2005/13317 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 07.06.2013. Soyaslan, 2014, s. 459. 224 TCK’nın 166’ncı maddesine göre, “Bir hukuki ilişkiye dayalı olarak elde ettiği eşyanın, esasında suç işlemek suretiyle veya suç işlemek dolayısıyla elde edildiğini öğrenmesine rağmen, suçu takibe yetkili makamlara vakit geçirmeksizin bildirimde bulunmayan kişi, altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır”. Yukarıda yapılan açıklamalardan ve suç tipinin kanundaki düzenleniĢ Ģeklinden, bu suçun “suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi” suçu ile sıkı bir bağ içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan “suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi” suçu ile öncül suç arasındaki iliĢkinin “bilgi vermeme” suçu ile bu suçun öncülü olan suç arasında da geçerli olduğu kanısındayız. Ancak her iki suç arasındaki temel farkın “bilgi vermeme” suçunun yalnızca doğrudan kastla iĢlenebilmesi olduğunu vurgulamak gerekir. Zira maddede bir hukuki iliĢkiye dayanılarak elde edilen eĢyanın, bir suçun iĢlenmesi suretiyle veya bir suçun iĢlenmesi dolayısıyla elde edildiğinin öğrenilmesinden bahsedilmektedir. Bir hususun öğrenilmesi ise ona iliĢkin bilginin tam olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bilgi vermeme suçunun oluĢabilmesi için doğrudan kast gereklidir. Suçluyu Kayırma Suçu (TCK md. 283) Suçluyu kayırma, TCK’nın 283’üncü maddesinde müstakil bir suç tipi olarak düzenlenmiĢtir. Buna göre, “suç işleyen bir kişiye, araştırma, yakalanma, tutuklanma770 veya hükmün infazından kurtulması için, imkan sağlayan kimse… cezalandırılır (f. 1). Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır (f. 2). Bu suçun, üstsoy, altsoy, eş, kardeş veya diğer suç ortağı tarafından işlenmesi halinde, cezaya hükmolunmaz (f. 3)”. Bu suçun karĢılığı 765 sayılı Kanun’un 296’ncı maddesinde düzenlenmiĢti. Maddeye göre, “her kim hapis cezasından aşağı olmayan cezayı müstelzim bir cürüm işledikten sonra bu cürmün icrasında faillerle evvelce ittifak etmiş ve cürmü neticelendirmekte yardımı dokunmuş olmaksızın, bir kimsenin o cürümden istifadesini temine veya hükümetçe icra olunacak tahkikatı yanlış yola sevk etmeye yahut hükümetin araştırmalarına veya hükmün icrasına karşı faili gizlemeye yardım eder yahut hakkında yakalama veya tevkif müzekkeresi çıkarılmış olan bir kimsenin saklı bulunduğu yeri bildiği halde mercilere derhal haber vermezse veya her kim bu cezaları istilzam eden bir cürmün eser ve 770 5271 sayılı CMK gıyabi tutuklama kararına yer vermediği için Ģüpheli veya sanığın tutuklanmasına karar verilebilmesi için bu kiĢilerin hakim veya mahkeme huzurunda hazır bulunmaları gerekmektedir. Tutuklama kararı ise derhal yerine getirilecektir. Dolayısıyla bu hükmün uygulanabilmesinin yegane yolu, Ģüpheli veya sanığın hakkında verilen tutuklama kararının hemen akabinde duruĢma salonundan kaçarak durumdan haberdar olan birisine sığınması ve bu kiĢinin Ģüpheli veya sanığa yetkili makamların ulaĢmasını engellemesi suretiyle gerçekleĢir. 225 delillerini yok eder yahut bunları bir suretle değiştirir veya bozarsa,… mahkum olur. Şu kadar ki, bu ceza müddeti asıl cürüm için kanunda tayin edilen cezanın üçte birini geçemez. Sair fiillerden dolayı tertip olunacak ceza… ağır para cezasıdır (f. 1). Bu fiili usul veya fürunun, karı veya kocasının yahut kardeşlerinin lehine olarak işleyen kimseye ceza verilmez (f. 2)”. Söz konusu suç tanımında 5237 sayılı TCK’da yer alan suçluyu kayırma (md. 283), tutuklu, hükümlü veya suç delillerini bildirmeme (md. 284) ve suç delillerini yok etme gizleme veya değiĢtirme (md. 281) suçlarının tanımlarına yer verilmiĢti. 5237 sayılı TCK’nın 283’üncü maddesinde düzenlenen suçluyu kayırma suçu ise 765 sayılı Kanunun 296’ncı maddesinde düzenlenen suçun seçimlik hareketlerden birisini oluĢturan “bir kimsenin o cürümden istifadesini temine veya hükümetçe icra olunacak tahkikatı yanlış yola sevk etmeye yahut hükümetin araştırmalarına veya hükmün icrasına karşı faili gizlemeye yardım” fiillerine karĢılık gelmektedir771. Aynen suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçlarında olduğu gibi, suçluyu kayırma suçu da bir baĢka suçun varlığına bağlı bir suç tipidir. BaĢka bir deyiĢle, suçluyu kayırma suçunun oluĢabilmesi için ortada daha önce iĢlenmiĢ bir suçun bulunması gereklidir772. TCK’nın 283’üncü maddesinin gerekçesinde bu suçla güdülen amacın, suç iĢlendikten sonra failin herhangi bir yardım görmesinin engellenmesi olduğu ifade edilmiĢtir773. Zira suç Ģüphesi altında bulunan kiĢiye yargılanmasını engellemek amacıyla yapılan yardımlar veya hükümlü kiĢinin mahkum olduğu cezanın veya tedbirin infazının engellenmesi, ceza adaletinin gerçekleĢmesini engelleyecektir. Gerekçedeki açıklamalardan da anlaĢılacağı gibi, suçla korunmak istenen hukuki değer ceza adaletinin yerine getirilmesidir. Öğretideki bazı yazarlar ise bu suçla korunan hukuki değerin, ceza adaletini gerçekleĢtirmeyi amaçlayan adliyenin saygınlığı olduğunu ileri sürmektedirler774. Oysa ki adliyenin saygınlığı muğlak bir ifade olmasının yanı sıra, kanımızca bütün suçlarla korunmak istenen Ģey bir bakıma adliyenin saygınlığıdır. Örneğin, sürekli hırsızlık suçunun iĢlendiği bir bölgede failler hakkında adli bir takibatın yapılmaması veya bu kiĢilerin gerçekleĢtirmiĢ oldukları fiillerden dolayı cezalandırılmamaları, diğer kiĢilerin 771 772 773 774 Özgenç, 2013, s. 153. CoĢkun, N, 2003, s. 101. Koca, M. ve Üzülmez, Ġ. (2013). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara, s. 805; TCK md. 283’ün karĢılığı olan 765 sayılı Kanun’un 296’ncı maddesiyle de kanun koyucunun izlediği amacın, suç iĢlendikten sonra failin herhangi bir Ģekilde yardım görmesinin engellenmesi olduğu belirtilmektedir (ġahin, C. (1999, Mayıs). Türk Ceza Kanunu ve Tasarısında Suçlunun Kayrılması Suçları. Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi, 15(102), s. 23). Meran, N. (2006). Kamu Görevlisine ve Adliyeye İlişkin Suçlar. Ankara, s. 343. 226 soruĢturma ve kovuĢturma makamlarına olan güvenlerini sarsacak, sonuçta soruĢturma ve kovuĢturma makamlarının bu kiĢiler nezdindeki saygınlığı azalacaktır. Dolayısıyla hırsızlık suçunu iĢleyen kiĢilerin yaptırıma tabi tutulması, bir anlamda soruĢturma ve kovuĢturma makamlarının bu kiĢiler nezdindeki saygınlığını sağlamanın bir yolu olacaktır. Diğer taraftan suçla korunan hukuki değerlere tecavüz, bu kiĢinin iĢlediği fiille söz konusu ideal değerleri tanımadığı, bunların geçerliliğine karĢı çıktığı anlamına gelmektedir 775 . Dolayısıyla suçla korunan hukuki değerin “adliyenin saygınlığı” olduğunu kabul ettiğimiz zaman, kiĢinin suçluyu kayırma teĢkil eden fiilleriyle soruĢturma ve kovuĢturma makamlarının geçerliliğine karĢı çıktığını söylememiz gerekecektir. Oysa bu suçta failin amacı, suçlu kiĢi hakkında verilen koruma tedbirlerinin veya hükmün sonuçsuz kalmasını sağlamaktır. Bu suçun faili olan kiĢi, soruĢturma ve kovuĢturma makamlarının geçerliliğine karĢı çıkmamakta, somut olayda verilen koruma tedbirinin veya hükmün uygulanmasını engellemeye çalıĢmaktadır. Suçluyu kayırma suçunun konusu, hakkındaki soruĢturma daha sonra baĢlamıĢ olsa bile suçlu kiĢidir776. Suçluyu kayırma suçunun öncülü olan suç, kasten iĢlenen bir suç olabileceği gibi taksirli bir suç da olabilir777. Bu bakımdan kasten iĢlenen suçlarla taksirle iĢlenen suçlar arasında bir fark söz konusu değildir. Ayrıca bu suçlardan dolayı henüz bir soruĢturma baĢlatılmamıĢ dahi olsa, suçluyu kayırma suçunun oluĢması mümkündür778. Örneğin, A, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir Ģekilde araç kullandığı için bir yayaya çarparak ölümüne sebep olur ve olayın hemen sonrasında arkadaĢı B’ye sığınır. B, bunun üzerine irtibata geçtiği kiĢiler vasıtasıyla A’nın yurt dıĢına kaçmasına yardımcı olur. Bu olayda henüz soruĢturma baĢlamadan A yurt dıĢına kaçmıĢtır. SoruĢturma, suçluyu kayırma arz eden hareketlerden sonra baĢlamıĢ dahi olsa, B’yi suçluyu kayırma suçundan dolayı sorumlu tutmak gerekecektir. 1982 Anayasası’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrasında “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” denilmek suretiyle, masumiyet karinesi 775 776 777 778 Özgenç, 2014, s. 155. Özgenç, 2013, s. 153. Özgenç, 2013, s. 154; Koca/Üzülmez, 2013, s. 806. Özgenç, 2013, s. 154; Ünver, 2012, s. 394; Koca/Üzülmez, 2013, s. 807; Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında suçun iĢlenmesinden hemen sonra faile yapılan yardımın suçluyu kayırma suçu bağlamında değerlendirilmesi gerektiğine hükmetmiĢtir. Kararda özetle Ģu hususlar dile getirilmiĢtir: “Sanıklardan birinin öldürme eylemi öncesinde veya sırasında asli fail olan diğer sanığa yardımda bulunduğuna, herhangi bir aşamada yardımda bulunmayı vadeylediğine ilişkin kanıt bulunmadığı, ancak maktulün vurulmasından sonra öldü düşüncesiyle araca bindirilirken asli failin ısrarı ile yardım etmesi ve suç delillerini gizlemesi eylemi, TCK’nun 296. Maddesi kapsamında değerlendirilmelidir” Yargıtay 1. CD, 4.4.2005 tarih ve E. 2004/5159, K. 2005/690 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 16.05.2013. 227 anayasal bir güvence altına alınmıĢtır. Bu düzenlemeye paralel bir Ģekilde, CMK’nın 2’nci maddesinde Ģüpheli ve sanık kavramları tanımlanırken suçlu kiĢiden değil, suç Ģüphesi altında bulunan kiĢiden bahsedilmiĢtir. Dolayısıyla henüz soruĢturma veya kovuĢturma aĢamasında bulunan kiĢi suçlu değil, suç Ģüphesi altında bulunan bir kiĢidir. Yapılan yargılama sonucunda bu kiĢi hakkında beraat kararının verilmiĢ olması, soruĢturma veya kovuĢturma aĢamasında bu kiĢinin Ģüpheli veya sanık statüsünde bulunmuĢ olmasına engel değildir. Diğer taraftan suçluyu kayırma suçu ile korunan hukuki değerin ceza adaletinin yerine getirilmesi olduğunu söylemiĢtik. Bu suçla soruĢturma veya kovuĢturmanın sıhhatli bir Ģekilde yapılması amaçlanmıĢtır. Bu bakımdan soruĢturma veya kovuĢturma makamlarının maddi gerçeğe ulaĢmak için ihtiyaç duydukları anda ve ceza muhakemesindeki kurallar çerçevesinde Ģüpheli veya sanığa ulaĢmaları bir gerekliliktir. Bu ihtiyacı temin maksadıyla CMK’da yakalama, arama ve tutuklama gibi koruma tedbirleri öngörülmüĢtür. ĠĢte bu suç tipiyle esas olarak, Ģüpheli veya sanığa soruĢturma veya kovuĢturma makamlarının ulaĢması sağlanmak istenmiĢ, bunu engelleyici hareketler ise ceza yaptırımına bağlanmıĢtır. Bu suç tipindeki seçimlik hareketlerden “hükmün infazından kurtulması için imkan sağlanması” bir kenara, suçluyu kayırma suçunun iĢlendiği anda suçun konusunu oluĢturan kayrılan kiĢinin henüz suçlu değil, suç Ģüphesi altında bulunan kimse olduğu anlaĢılır. Öğretideki bazı yazarlar, bu görüĢten yola çıkarak kayrılan kiĢinin iĢlediği iddia edilen suçtan dolayı yapılan yargılama sonucunda beraat etmiĢ olması halinde dahi suçluyu kayırma suçunun oluĢacağını kabul etmektedirler. Bu yazarlara göre, suçluyu kayırma suçunun oluĢabilmesi için öncül suçtan dolayı yapılan kovuĢturma sonucunda kayrılan kiĢi hakkında mutlaka mahkumiyet kararının verilmesi Ģart değildir779. Öğretide bazı yazarlar ise suçluyu kayırma suçundan dolayı mahkumiyet hükmü kurulabilmesi için öncül suçun kayrılan kiĢi tarafından iĢlendiğinin veya bu kiĢinin iĢtirakiyle iĢlendiğinin kesin hükümle sabit olması gerektiğini savunmaktadır. Bu yazarlara göre, suçluyu kayırma suçunun düzenlendiği madde metninde suçlu kiĢiden bahsedilmektedir ve bunun için ise bir kiĢinin hakkında kesinleĢmiĢ mahkumiyet kararının bulunması gereklidir. Bu nedenle, öncül suç ile ilgili kayrılan kiĢi hakkında beraat kararı 779 Soyaslan, 2014, s. 807; 5237 sayılı TCK’nın 283’üncü maddesine karĢılık gelen 765 sayılı Kanun’un 296’ncı maddesinde yer alan seçimlik hareketlerden “bir kimsenin o cürümden istifadesini temine veya hükümetçe icra olunacak tahkikatı yanlış yola sevk etmeye yahut hükümetin araştırmalarına veya hükmün icrasına karşı faili gizlemeye yardım” için de kayrılan öncül suç failinin bilahare beraat etmesinin önemli olmadığı savunulmaktaydı (Zafer, 2004, s. 84; ġahin, 1999, s.26). 228 verilmesi durumunda, ortada suçlu bir kiĢi bulunmayacağı için suçluyu kayırma suçu da oluĢmayacaktır780. Kanunun lafzı ile uyum arz eden ikinci görüĢte isabet vardır. Zira suçlu bir kimseden bahsedebilmemiz için bu kiĢi hakkında verilen mahkumiyet hükmünün kesinleĢmiĢ olması gerekir (Anayasa md. 38, f. 4). Dolayısıyla kayrılan kiĢinin iĢlediği iddia edilen suçtan dolayı beraat etmesi durumunda, ortada suç iĢleyen baĢka bir deyiĢle suçlu bir kimse bulunmayacağı için suçluyu kayırma suçu da oluĢmayacaktır. Ancak madde gerekçesinde bu suçla korunan hukuki değerin ceza adaletinin gerçekleĢmesi olduğu açık bir Ģekilde vurgulanmıĢtır. Bu yüzden, henüz soruĢturma veya kovuĢturma aĢamasında olunmasına rağmen, suç iĢlediği konusunda Ģüphe bulunan bir kimsenin kayrılması da ceza adaletinin yerine getirilmesini engeller. Ayrıca “suçluyu kayırma” suçu maddedeki seçimlik hareketlerden birisinin yapılması ile oluĢan bir sırf hareket suçudur. Sırf hareket suçları ise kanuni tarifte yer alan fiilin yapılması ile tamamlanan ve failin cezalandırılabilmesi için herhangi bir neticenin gerekli olmadığı suçlardır. Bu nedenle TCK’nın 283’üncü maddesinde yapılacak bir değiĢiklikle suçluyu kayırma suçunun, hakkında bir koruma tedbiri kararı verilen veya hüküm kurulan kiĢinin, bu kararın veya hükmün sonuçsuz kılınması amacıyla kayrılması suç haline getirilmelidir781. Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme veya DeğiĢtirme Suçu (TCK md. 281) Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçu 5237 sayılı TCK’nın 281’inci maddesinde düzenlenmiĢtir. Buna göre “Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek 780 781 Özgenç, 2013, s. 154; Ünver, 2012, s. 392; Koca/Üzülmez, 2013, s. 806; YaĢar, O., Gökcan, H. T. ve Artuç, M. (2010). Yorumlu- Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Cilt VI. Ankara, s. 8076; Yargıtay da, suçluyu kayırma suçunun öncül suçundan dolayı sanık hakkında beraat kararı verilmesi durumunda, suçluyu kayırma suçunun nasıl oluĢtuğunun tartıĢılması gerektiği düĢüncesi ile ilk derece mahkemesi hükmünü bozmuĢtur. Yüksek mahkemenin söz konusu kararının özeti Ģu Ģekildedir: “sanığın kayırdığı ileri sürülen Özkan M.’ın hırsızlık suçundan beraat etmesi karşısında, suçluyu kayırma suçunun öğelerinin nasıl oluştuğu açıklanıp tartışılmadan hükümlülük kararı verilmesi… yasaya aykırı ve sanık Adem Uygun müdafiinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden Hükmün Bozulmasına…” Yargıtay 4. CD, 04.07.2007 tarih ve E. 2006/2953, K. 2007/6405 sayılı kararı, (YaĢar/Gökcan/Artuç, 2010, s. 8079). TCK md. 283’te öncül suç faili için “suçlu” ifadesinin kullanılmıĢ olması nedeniyle, suçluyu kayırma suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilebilmesi için öncül suç failinin söz konusu suçu iĢlediğinin kesin bir hükümle sabit olmasının gerektiğini belirtmiĢtik. Suçla korunan hukuki değerin ceza adaletinin yerine getirilmesi olması karĢısında, hakkında daha sonra beraat kararı verilmiĢ olan failin dahi kayrılması durumunda bu suçun oluĢması gerektiğini de belirtmiĢtik. Ayrıca madde metninde bütün koruma tedbirlerine değil de sadece yakalama ve tutuklama koruma tedbirlerine yer verilmesi de eleĢtiriye açık bir durumdur. Zira madde metninin bu düzenlemesi karĢısında örneğin hakkında “yurt dıĢına çıkıĢ yasağı” verilmek suretiyle adli kontrol tedbirine baĢvurulan kiĢinin, bu kararın etkisiz kılınması için yurt dıĢına kaçırılması durumunda suçluyu kayırma suçu oluĢmayacaktır. Belirtilen bu gerekçelerle TCK’nın 283’üncü maddesinin birinci fıkrasının Ģu Ģekilde düzenlenmesi gerektiği görüĢündeyiz: “(1) Her kim; hakkındaki bir araştırmanın, verilen koruma tedbiri kararının uygulanamaması veya hükmün infazından kurtulması için bir kimseye imkan sağlarsa, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. 229 amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi… cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez”. Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak iĢlenmesi cezanın artırılmasını gerektiren bir nitelikli hal olarak kabul edilmiĢ (TCK md. 281, f. 2); ayrıca suç delillerini gizleyen kiĢinin, bu delilleri hüküm verilmezden önce mahkemeye sunmasını sağlamak için, cezada indirim yapılmasını gerektiren bir hal olarak etkin piĢmanlık hükümlerine yer verilmiĢtir (TCK md. 281, f. 3). 5237 sayılı TCK’da düzenlenen “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme” suçu 765 sayılı Kanunun 296’ncı maddesinde düzenlenen suçun seçimlik hareketlerden birisini oluĢturan, hapis cezasından aĢağı olmayan cezayı müstelzim bir cürmün eser ve delillerinin yok edilmesi yahut bunların bir suretle değiĢtirilmesi veya bozulması fiillerine karĢılık gelmektedir. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunun konusunu daha önce iĢlenmiĢ bir suçun delili oluĢturmaktadır. Dolayısıyla, bu suçun da oluĢabilmesi için ortada daha önce iĢlenmiĢ bir suçun bulunması gerekir 782 . Bu durum madde gerekçesinde Ģu Ģekilde açıklanmıĢtır: “Bu suçun konusunu, daha önce işlenmiş olan bir suçun delil ve eserleri oluşturmaktadır. Bir suçtan elde edilmiş olan eşyayı da, suçun eser ve delili olarak kabul etmek gerekir. Bu itibarla, söz konusu suç, önceden işlenmiş bir suçun varlığını gerekli kılmaktadır”. Suçluyu kayırma suçunda olduğu gibi; suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunun da öncülü olan suç kasten iĢlenen bir suç olabileceği gibi, taksirle iĢlenen bir suç da olabilir783. Ayrıca öncül suç failinin kusur yeteneğine sahip olmaması veya Ģahsi cezasızlık sebeplerinden faydalanıyor olması, bu suçun oluĢabilmesi bakımından önemli değildir784. Suç Delillerinin Yerini Bildirmeme Suçu (TCK md. 284, f. 2) TCK’nın 284’üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, “ İşlenmiş olan bir suça ilişkin delil ve eserlerin başkaları tarafından saklandığı yeri bildiği halde yetkili makamlara bildirmeyen kimse… cezalandırılır”. 782 783 784 Wessels/Hillenkamp, 2005, Rn. 803; Alman hukukunda TCK’nın 281’inci maddesinde düzenlenen suçun tam bir karĢılığı yoksa da StGB § 257’deki Begünstigung (Suçluya Yardım) suçunun suç delillerini yok etme, değiĢtirme veya gizleme suçu ile benzerlik gösterdiği söylenebilir. Özgenç, 2013, s. 146; Koca/Üzülmez, 2013, s. 795. Schmidt, R., Priebe, K. (2007). Strafrecht Besonderer Teil I. (6. Auflage). Grasberg bei Bremen, Rn. 1076. 230 Suç delillerinin yerini bildirmeme suçunun konusunu daha önce iĢlenmiĢ bir suça iliĢkin delil ve eserler oluĢturur. Öncül suçun varlığı kesinleĢmiĢ bir hükümle tespit edilmeden, suç delillerinin yerini bildirmeme suçu oluĢmayacaktır. Aksi kabul masumiyet karinesine aykırılık teĢkil edecektir. Bu ilkeye göre, nasıl ki hakkında kesinleĢmiĢ mahkumiyet kararı bulunmayan kimseye suçlu diyemiyorsak; henüz kesinleĢmiĢ bir mahkumiyet kararı bulunmadan, bu kiĢinin gerçekleĢtirdiği iddia edilen hareketleri de suç olarak nitelendiremeyiz 785. 4.2.3.3.2. Hüküm Türlerine Göre Değerlendirme Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değeri; suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun konusunu, daha önce iĢlenmiĢ bir suçtan elde edilen değerler; bilgi vermeme suçunun konusunu, suç iĢlemek suretiyle elde edildiği öğrenilen eĢya; suçluyu kayırma suçunun konusunu, hakkındaki soruĢturma daha sonra baĢlamıĢ olsa bile, suçlu kiĢi; suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçu ile suç delillerinin yerini bildirmeme suçlarının konusunu, daha önce iĢlenmiĢ bir suçun delili oluĢturmaktadır. Görüleceği gibi belirtilen bütün bu suçlar daha önce iĢlenen bir suçun varlığına bağlıdır. Dolayısıyla belirtilen bu suçların oluĢtuğunu kabul edebilmemiz için bu suçların öncülü olan suçların iĢlendiğinin kesin bir hükümle belirlenmiĢ olması gerekir. Hüküm çeĢitleri CMK’nın 223’üncü maddesinde sayılmıĢtır. Buna göre beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkumiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düĢmesi kararı hükümdür (CMK md. 223, f. 1). Öncül suç ile ilgili kurulan her hüküm asıl suçtan dolayı yapılan yargılama üzerinde aynı etkiyi göstermemektedir. Bu nedenle her bir hüküm çeĢidi bakımından ayrı bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. Beraat Hükmünün Etkisi CMK’ya göre yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamıĢ olması, yüklenen suçun sanık tarafından iĢlendiğinin sabit olmaması, yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve yüklenen suçun sanık tarafından iĢlendiğinin sabit olmaması hallerinde sanık hakkında beraat kararı verilir (CMK md. 223, f. 2). Bir görüĢe göre, yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamıĢ olması ve yüklenen suçun 785 Ünver, 2012, s. 417. 231 sanık tarafından iĢlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması hallerinde ortada iĢlenmiĢ bir suçtan bahsedilemeyeceği için aklama suçu da oluĢmayacaktır786. Ancak öncül suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması, bu suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması ve bu suçun sanık tarafından iĢlendiğinin sabit olmaması durumlarında fail veya faillerin söz konusu suç ile irtibatlarının olmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildiği, bu nedenle de bu durumlarda öncül suça iliĢkin verilen beraat kararlarının aklama suçundan dolayı kurulacak hükme etki etmeyeceği savunulmaktadır787. Bir baĢka yazar ise suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile ilgili olarak, öncül suçun failinin beraat etmesinin, asıl suç failinin de beraat etmesini gerektirmediğini, öncül suç faili hakkında beraat kararı verilmiĢ olsa da asıl suç faili hakkında mahkumiyet kararı verilebileceğini savunmaktadır788. Kanımızca öncül suç faili hakkında farklı gerekçelerle verilen beraat hükümleri asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya farklı Ģekilde etki edecektir. Bu nedenle, CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen her bir beraat nedeni ile ilgili ayrı bir değerlendirme yapılması gerekir. Yüklenen Fiilin Kanunda Suç Olarak Tanımlanmamış Olması CMK’ya göre fail hakkında beraat kararı verilecek birinci hal, yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamıĢ olmasıdır (CMK md. 223, f. 2, bent “a”). Bu durumda kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil suç teĢkil etmediği için bu fiilin neticesinde elde edilen malvarlığı değerlerinin aklanması söz konusu olamayacak veya bu kiĢiden fiil sonucu elde edilen değerlerin satın alınması veya kabul edilmesi herhangi bir suçu oluĢturmayacaktır. TCK’nın 283’üncü maddesinde suçlu kiĢiden bahsedildiği ve yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamıĢ olması halinde, ortada suç teĢkil eden bir fiil de olamayacağı için bu fiili gerçekleĢtiren kiĢi de suçlu olarak değerlendirilemeyecektir. Dolayısıyla kayrılan kiĢinin, gerçekleĢtirdiği iddia edilen suçtan dolayı yapılan yargılamadan bu gerekçe ile beraat etmesi durumunda, suçluyu kayırma suçu da oluĢmayacaktır. Aynı Ģekilde suç 786 787 788 Değirmenci, 2007, s. 434. Değirmenci, 2007, s. 435; Dülger, M. V, 2011, s. 504. Ünver, 2012, s. 370. Ancak yazar eserinin ilerleyen sayfalarında “bu malvarlığının kaynağı meşru olmamalıdır. Bir suçtan kaynaklanan ve gayrimeşru bir kaynak ve bu kaynağın da suç teşkil etmesi gerekmektedir. TCK’nın 282. maddesindeki suçun maddi konusu malvarlığının elde edildiği eylem veya faaliyetin suç teşkil etmemesi veya bir suçtan kaynaklanmadığının kesinleşmiş yargı kararıyla ispat edilmiş olması durumunda, bu malvarlığı kaynakları üzerinde tipik davranışların yapılması, TCK’nın 282. Maddesindeki suça vücut vermez” demek suretiyle kendi içerisinde çeliĢkiye düĢmüĢtür. Bkz. Ünver, 2012, s. 373. 232 delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme ve suç delillerini bildirmeme suçlarının oluĢtuğundan bahsedebilmemiz için de öncül suçun varlığı gereklidir. Bu suçların öncülü olan fiillerin suç teĢkil etmemesi durumunda örneğin, bu fiillere iliĢkin delillerin yok edilmesi, suç delillerini yok etme; bu fiillere iliĢkin delillerin saklandığı yerin bildirilmemesi ise suç delillerini bildirmeme olarak değerlendirilemeyecektir. Yüklenen Suçun Sanık Tarafından İşlenmediğinin Sabit Olması Beraat kararı verilecek ikinci hal ise yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olmasıdır (CMK md. 223, f. 2, bent “b”). Bu durumda verilen beraat kararında aslında ortada suç vardır, fakat bu suçun öncül suça iliĢkin yapılan yargılamada sanık olarak bulunan kiĢi tarafından iĢlenmediği kesin bir Ģekilde ortaya çıkmıĢtır. BaĢka bir deyiĢle, bu durumda fiil hakkında değil, fail hakkında bir değerlendirme yapılmaktadır789. Böyle bir durumda asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin nasıl hareket edeceği ise bir sorundur. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile bağlantılı ileri sürülen bir görüĢe göre, böyle bir durumda asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme nispi muhakeme yapmak suretiyle bir sonuca ulaĢmalıdır790. Kanımızca suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile ilgili olarak öncül suçun, bu suça iliĢkin yargılamada sanık olarak bulunan kiĢi tarafından iĢlenmediğinin sabit olması gerekçesi ile verilen beraat hükmü de asıl suçtan dolayı yargılama yapan mahkeme için bağlayıcı olmalıdır. Ancak bu durumda ortaya çıkan bağlayıcılık etkisi, aĢağıda belirteceğimiz üzere, mahkumiyet kararındaki bağlayıcılık etkisi gibi olacaktır. Zira böyle bir durumda her ne kadar yargılamada sanık olarak yer alan kiĢinin suçu iĢlemediği ortaya çıkmıĢ olsa da suçun varlığı tespit edilmiĢtir. Asıl suçtan dolayı yargılama yapan mahkeme için ise önemli olan öncül suçun var olup olmadığıdır. Bu baĢlık altında incelenen gerekçe ile öncül suç faili hakkında bir beraat kararı verilmesi halinde, asıl suçtan yargılama yapan mahkeme öncül suçun gerçekleĢmediğine karar veremez. Öncül suç hakkında kurulan hükümle bu yönüyle bağlıdır. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile ilgili yapılan açıklamalar, suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu için de geçerlidir. Zira suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun failinin suça konu malvarlığı değerinin veya eĢyanın bir suçtan elde edildiğini bilmesi veya bu durumu öngörmesi 789 790 Dülger, M.V, 2011, s. 505. Dülger, M.V, 2011, s. 505. 233 yeterlidir. Bu suçun failinin, öncül suçun kimin tarafından iĢlendiğini bilmesine veya öngörmesine gerek yoktur. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunda da öncül suçun faili ile bir bağlantı kurulmadan, bir suçun delillerinin yok edilmesi, silinmesi, gizlenmesi, değiĢtirilmesi veya bozulmasından bahsedilmektedir. Dolayısıyla bu suç için de önemli olan husus öncül suçun varlığıdır. Aynı Ģekilde suç delillerini bildirmeme suçunda da önemli olan husus bir suçun delillerinin saklandığı yerin bilinmesidir. Öncül suçun kim tarafından iĢlendiğinin bilinmesi ise önemli değildir791. Dolayısıyla bu suçların öncülü olan suçların faili olarak gösterilen kiĢilerin haklarındaki yapılan yargılamadan bu baĢlık altında gösterilen nedenden dolayı beraat etmeleri, bu suçların oluĢmasına engel teĢkil etmez. Yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması durumunda verilen beraat kararında fiil bakımından değil, fail bakımından bir değerlendirme yapıldığını; buna ilave olarak da suçluyu kayırma suçunun konusunun suçlu kiĢi olduğunu söylemiĢtik. Bu gerekçe ile verilen beraat kararında kayrılan kiĢinin suçlu olmadığı ortaya çıkmıĢtır. Ortada suçlu bir kimse bulunmadığına göre, suçluyu kayırma suçu da oluĢmayacaktır. Dolayısıyla yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması durumunda verilen beraat kararı, diğer suçlardakinin aksine, suçluyu kayırma suçu bakımından olumsuz bir etkiye sahip olacaktır. Yüklenen Suç Açısından Failin Kast veya Taksirinin Bulunmaması Yüklenen suç açısından kast veya taksirinin bulunmaması durumunda sanık hakkında yine beraat kararı verilecektir (CMK md. 223, f. 2, bent “c”). Yeni ceza hukuku sistemine göre kast ve taksir haksızlığın birer gerçekleĢtiriliĢ Ģekilleridir 792 . Kast veya taksir olmaksızın gerçekleĢtirilen bir fiilin haksızlık, yani bir suç olduğundan bahsedilemeyecektir. Bu bakımdan öncül suç faili hakkında bu gerekçe ile verilen beraat kararı öncül suçun gerçekleĢmediği anlamına gelecektir. Dolayısıyla, aynen “gerçekleĢtirilen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmaması” nedeniyle verilen beraat kararının asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya etkisinde olduğu gibi, “yüklenen suç 791 792 Yargıtay ise 765 sayılı Kanun döneminde vermiĢ olduğu bir kararında öncül suçun kim tarafından iĢlendiği bilinmeden suçun eser ve delillerinin yok edilmesinden bahsedilemeyeceğine hükmetmiĢtir. Anılan kararın özeti Ģu Ģekildedir: “Oluşa ve dosya içeriğine göre suçun, eser ve delillerini yok etme eyleminde korunması istenen kimse belli olmadığı gibi, sanığın hareketinin soruşturmayı yanıltmak veya adli soruşturmayı önlemek maksadıyla yapıldığı hususunda delil de elde edilememiş olduğundan unsurları oluşmayan suçtan dolayı beraati yerine hakkında yazılı şekilde hüküm kurulması”, Yargıtay 4. CD, 14.05.1986 tarih ve E. 1986/3014, K. 1986/3535 sayılı kararı), www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 06.06.2013. Özgenç, 2014, s. 229. 234 açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması” nedeniyle verilen beraat kararı da asıl suçun oluĢmaması sonucunu doğuracaktır. Yüklenen Suçun Sanık Tarafından İşlenmesine Rağmen, Olayda Bir Hukuka Uygunluk Nedeninin Bulunması Fail hakkında beraat kararı verilmesini gerektiren bir diğer hal “yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması”dır (CMK md. 223, f. 2, bent “d”). ÇalıĢmamızın birinci bölümünde açıkladığımız üzere, bir fiil ya hukuka uygundur veya hukuka aykırıdır. Bu bakımdan aynı fiilin farklı hukuk disiplinleri ve farklı muhakeme alanlarında görev yapan hakimler tarafından farklı değerlendirilmesi, hukuk düzeninin birliğine aykırılık teĢkil eder. Farklı muhakeme alanlarındaki hakimlerin aynı fiili farklı değerlendirmemesi zorunluluğu karĢısında, bu durumun aynı muhakeme alanlarında yer alan hakimler için evleviyetle geçerli olması gerekir. Bu nedenle, öncül suçun sanık tarafından iĢlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeni bulunması nedeniyle verilen beraat hükmü karĢısında; asıl suçtan yargılamayı yapan mahkeme de bu fiili hukuka uygun kabul etmelidir. Bir fiilin hukuka uygun kabul edilmesi ise onun suç teĢkil edemeyeceği anlamına gelir. Dolayısıyla hukuka uygun olduğu gerekçesiyle gerçekleĢtirilen fiil, öncül suçu oluĢturmayacaktır. Öncül suçun gerçekleĢmemiĢ olması, asıl suçun da gerçekleĢmesine engel teĢkil edecektir. Yüklenen Suçun Sanık Tarafından İşlendiğinin Sabit Olmaması Yüklenen suçun sanık tarafından gerçekleĢtirildiğinin sabit olmaması durumunda da sanık hakkında beraat kararı verilir (CMK md. 223, f. 2, bent “e”). Bu durumda öncül suç faili hakkında verilen beraat kararının asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya nasıl etki edeceği ise öğretide tartıĢmalıdır. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile ilgili olarak bazı yazarlar, bu durumda suçun sadece sanık tarafından gerçekleĢtirildiğinin ispatlanamaması nedeniyle sanık hakkında beraat kararı verildiğini, dolayısıyla ortada bir suçun olduğunu ve bu nedenle asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin öncül suçun gerçekleĢip gerçekleĢmediğini nispi muhakeme yapmak suretiyle belirleyebileceğini savunmaktadır793. Bu görüĢe karĢı olarak suçun sanık tarafından gerçekleĢtirildiğinin sabit olmaması durumunda verilen beraat kararının dahi asıl suçtan dolayı yapılan yargılamada etkili 793 Değirmenci, 2007, s. 434. 235 olması gerektiği ileri sürülmüĢtür. BaĢka bir deyiĢle, bu gerekçe ile öncül suç faili hakkında beraat kararı verilmiĢ ise asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme öncül suçun iĢlendiğine karar veremez794. Kanımızca bu ikinci görüĢte isabet vardır. Zira öncül suç hakkında yargılamayı yapan da bir ceza mahkemesidir. Bu mahkeme yapmıĢ olduğu yargılama sonucunda suçun sanık tarafından iĢlendiğini gösteren yeterli delil bulamamıĢtır. Bu nedenle de CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasının “e” bendi gereğince beraat kararı vermiĢtir. Delil durumunda bir değiĢiklik olmadığı sürece, bu mahkemenin nispi muhakeme yapmak suretiyle öncül suçun iĢlendiğini söylemesi aynı konuda birbiriyle çeliĢen kararların çıkmasına neden olur795. Bu da gerek hukuki güvenlik ilkesine gerekse de hukuk düzeninin birliği ilkesine aykırılık teĢkil eder. Açıklanan nedenlerden dolayı öncül suç faili hakkında, suçu iĢlediği yönünde yeterli delil bulunmadığı gerekçesi ile beraat kararı verilmiĢ olması, asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya etki edecek ve bu yargılamayı yapan mahkeme öncül suçun ispat edilemediğini kabul edecektir. Bu durum suçluyu kayırma suçu açısından fazla bir sorun arz etmez. Zira suçluyu kayırma suçunun konusu suçlu bir kiĢidir ve suçluyu kayırma suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilebilmesi için kayrılan kiĢinin iddia edilen suçu iĢlediği kesin bir hükümle tespit edilmelidir. CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasının “e” bendi gereğince verilen beraat kararının nedeni ise suçun sanık tarafından iĢlendiğini gösteren yeterli delilinin bulunamamasıdır. BaĢka bir deyiĢle, öncül suçun failinin iddia edilen suçu iĢlediği kesin bir hükümle tespit edilememiĢtir. Dolayısıyla suçluyu kayırma suçu açısından bu suçun konusunu oluĢturan suçlu bir kimse bulunmamaktadır. Alman hukukunda ağırlık kazanan bir görüĢe göre, öncül suçtan dolayı sanık hakkında beraat kararı verilmiĢ olsa bile suçluya yardım ve cezayı önleme suçlarından dolayı mahkumiyet kararı verilebilecektir. Bunun tam aksi de mümkündür. BaĢka bir deyiĢle, öncül suç hakkında yapılan yargılamada, suçu iĢlediği gerekçesi ile sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmiĢ olsa bile, söz konusu suçlardan dolayı yargılamayı yapan mahkeme öncül suçun iĢlenmediğine hükmederek, sanık hakkında beraat kararı verebilir.796 Bu görüĢün temelini Alman Ġmparatorluk Mahkemesi’nin vermiĢ olduğu bir karar oluĢturmaktadır. Alman Ġmparatorluk Mahkemesi (Reichsgericht) kararına yansıyan olay Ģu Ģekilde gerçekleĢmiĢtir: A1, hakkında hırsızlık suçundan dolayı yürütülen ceza 794 795 796 Kocasakal, 2008, s. 78; Dülger, M.V, 2011, s. 506. Dülger, M.V, 2011, s. 507. Stree, W. (2010). § 257. Schönke/Schröder, Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage). München, Rn. 9; Tschöpe, 1934, s. 23. 236 yargılaması sonucunda, üzerine atılı suçu iĢlediğine dair yeterli delil bulunamadığından dolayı beraat etmiĢtir. Daha sonra A2 hakkında, cezayı önleme suçundan -A2’nin A1’in iĢlediği hırsızlık suçundan sonra faile yardım ettiği iddia edilmiĢ- dolayı yargılama yapılmıĢ ve A2, bu suçu iĢlediği gerekçesiyle mahkum olmuĢtur (StGB §258, Strafvereitelung). Yapılan yargılamada, A2’nin soruĢturmayı yürüten kolluk görevlilerinden olduğu ve A1’i gizlediği; ayrıca, her ne kadar bir baĢka mahkeme tarafından ispatlanamamıĢ olsa da A1’in hırsızlık suçunu iĢlediği kanaatine varılmıĢtır. Alman Ġmparatorluk Mahkemesi bu olaya iliĢkin Ģu görüĢleri ileri sürmüĢtür 797 : Öncül suçun failinin bu suçu iĢleyip iĢlemediği maddi hukuka ait bir sorundur. Suçluyu kayırma suçunu yargılayacak mahkemenin öncül suçun faili hakkında verilmiĢ ilk mahkeme hükmü ile bağlı olup olmaması ise usul hukukuna ait bir konudur. Ġkinci mahkeme suçluyu kayırma suçunun oluĢup oluĢmadığını bağımsız bir Ģekilde tespit etmelidir. Ġlk hüküm bu hakimi bağlamaz. Bu noktada belki birbiriyle çeliĢen kararların çıkması muhtemeldir. Fakat bu, yargılamaların farklı mahkemelerde yapılmasının kaçınılmaz bir sonucudur. Alman Ġmparatorluk Mahkemesinin bu kararı bazı yazarlar tarafından eleĢtiriye uğramıĢtır798. Buna göre, maddi ceza hukuku cephesinden bakıldığında Ģöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Ceza muhakemesinin devlet tarafından yapılmasını korumaya hizmet eden StGB md. 258 hükmü, devletin bir suçun varlığını reddettiği bir durumda uygulanmaktadır. Çünkü daha önce StGB md. 258’in dayanağını oluĢturan hırsızlık suçundan dolayı yapılan yargılamada, fail bu suçtan dolayı beraat etmiĢtir. Muhakeme hukuku cephesinden bakıldığında ise A1’in hırsız olup olmadığı hakkında birbiriyle çeliĢen iki karar mevcuttur. Bu kararlar mevcut delil durumunda herhangi bir değiĢiklik olmamasına rağmen ortaya çıkmıĢtır. Sonraki mahkeme mevcut delilleri sadece ilk mahkemeden daha farklı değerlendirmiĢtir. Sonuçta gerek maddi ceza hukuku gerekse de usul hukuku cephesinden bakıldığında, bağlayıcılığın kabul edilmemesi halinde, A2’nin aleyhine bir durum oluĢmaktadır. Zira bu Ģekilde A2’nin ilk yargılamadaki hükme dayanması engellenmektedir. Mahkumiyet Hükmünün Etkisi Öncül suç faili hakkında mahkumiyet kararı verilmesinin, asıl suçtan dolayı yargılama yapan mahkeme için bu kiĢinin söz konusu suçu iĢlediğinin kabul edilmesi 797 798 RGst 58’den naklen, Zaczyk, 1988, s. 357. Zaczyk, 1988, s. 357. 237 bakımından, tek baĢına yeterli olmadığı savunulmaktadır799. Bu görüĢ taraftarlarına göre, öncül suç faili hakkında mahkumiyet kararı verilmiĢ olsa dahi asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, bu kiĢinin söz konusu suçu iĢleyip iĢlemediğini nispi muhakeme yapmak suretiyle belirlemelidir800. Öncül suç hakkında verilmiĢ mahkumiyet kararı nispi muhakeme yapılırken önemli bir delil olarak değerlendirilecek olsa da asıl suç ile öncül suç birbirlerinden bağımsız suçlar oldukları için asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin öncül suç hakkında verilen mahkumiyet kararı ile bağlı olmaksızın, bu suçun iĢlenip iĢlenmediğini kendi kanaatine göre belirlemesi gerekir801. CMK’nın 223’üncü maddesinin beĢinci fıkrasına göre “yüklenen suçu iĢlediğinin sabit olması halinde sanık hakkında mahkumiyet kararı verilir”. Daha önce de belirttiğimiz gibi suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçlarının oluĢtuğundan bahsedebilmemiz için öncül suçun iĢlendiğinin kesin bir hükümle tespit edilmiĢ olması gerekir. Öncül suçla ilgili henüz bir soruĢturma veya kovuĢturma yapılmamıĢ veya baĢlatılmıĢ olmakla birlikte sonuçlandırılmamıĢ olması durumunda, öncül suç hakkında yapılacak soruĢturmayı veya kovuĢturmayı bekletici mesele sayan mahkeme, bu yargılamanın sonucunda verilen karara göre hareket edecektir. Bu bakımdan öncül suçun iĢlendiği gerekçesi ile fail hakkında mahkumiyet kararı verilmesi, failin yüklenen suçu iĢlediğinin sabit olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla öncül suç hakkında verilen hükmün kesinleĢmesi üzerine, asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğini artık araĢtırmayacaktır. Öncül suçun iĢlendiğinden hareketle asıl suçtan dolayı yargılamayı yapacaktır. Bu bakımdan, öncül suçtan dolayı sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmiĢ olmasına rağmen, asıl suçtan yargılama yapan mahkemenin nispi muhakeme yapması gerektiğini ve bu mahkemenin öncül suç hakkında verilen mahkumiyet hükmünün tam tersi yönde kanaat getirebileceğini savunan görüĢe katılmıyoruz. Diğer Hükümlerin Etkisi Ceza Verilmesine Yer Olmadığı Kararının Etkisi Ceza verilmesine yer olmadığı kararı ya sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu haksızlıktan dolayı kusurlu olmamasından (CMK md. 223, f. 3) veya diğer nedenlerden kaynaklanabilir 799 800 801 Değirmenci, 2007, s. 434. Kocasakal, 2008, s. 72. Dülger, M.V, 2011, s. 503. 238 (CMK md. 223, f. 4). CMK’ya göre, sanığın yaĢ küçüğü, akıl hastası veya sağır ve dilsiz olması ya da sanıkta geçici nedenlerin bulunması; yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hali ya da cebir veya tehdit etkisiyle iĢlenmesi; meĢru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaĢ nedeniyle aĢılması; kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düĢülmesi durumunda, sanık hakkında, kusurun bulunmaması nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir (CMK md. 223, f. 3). Ayrıca iĢlenen fiilin suç olma özelliği devam etmesine rağmen, sanığın etkin piĢmanlık hükümlerinden veya Ģahsi cezasızlık sebeplerinden faydalanması; sanığın hakaret suçunu mağdurla karĢılıklı olarak iĢlemesi veya iĢlenen fiilin haksızlık içeriğinin az olması nedeniyle sanığa ceza verilmemesi hallerinde de ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir (CMK md. 223, f. 4). Gerek suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması gerekse de suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan802 ve ayrıca suçluyu kayırma, bilgi vermeme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme ve nihayet suç delillerinin yerini bildirmeme suçlarından dolayı mahkumiyet kararı verilebilmesi için öncül suçun faili hakkında mutlaka mahkumiyet kararının verilmiĢ olması gerekli değildir. Öncül suç faili hakkında örneğin kusursuz olduğu gerekçesi ile veya Ģahsi cezasızlık sebepleri bulunduğu için ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmiĢ olsa bile, asıl suçtan dolayı mahkumiyet kararı verilebilecektir. Zira böyle bir durumda öncül suçun gerçekleĢtiği belirlenmiĢ ancak ceza siyaseti gereği failin cezalandırılmasından sarfınazar edilmiĢtir803. Dolayısıyla öncül suç faili hakkındaki ceza verilmesine yer olmadığı kararı, asıl suçtan dolayı yapılan yargılamada, aynen mahkumiyet kararının doğurduğu etkiye sahip olacaktır. Suçluyu kayırma suçu ile ilgili olarak, kayrılan kiĢi kusur yeteneğine sahip olmasa bile bu suçun iĢlenebileceğini kabul etmek gerekir804. Örneğin yaĢ küçüğü veya akıl hastası bir kiĢinin kayrılması durumunda, bu kiĢi hakkında her ne kadar gerçekleĢtirmiĢ olduğu haksızlık karĢılığında yaptırım olarak cezaya hükmedilemese bile, kanunda öngörülen güvenlik tedbirlerine hükmedilebilecektir. Hükmedilen güvenlik tedbirlerinin uygulanmaması için kiĢinin kayrılması durumunda da suçluyu kayırma suçuna iliĢkin hükümleri uygulamak gerekir. Özgenç, 2013, s. 109. Özgenç, 2013, s. 109; Wessels/Hillenkamp, 2005, Rn. 833; Samson, E. (1995). § 259. Systematischer Kommentar zur Strafgesetzbuch. (5 und 6. neuarbeitete Auflage). Berlin, Rn. 8; OLG Hamburg, Urteil vom 15. 6. 1966 - 1 b Ss 23/65. (1966). NJW, s. 2228. 804 Stree, 2010, § 257, Rn. 3. 802 803 239 Davanın Reddi Kararının Etkisi Davanın reddi kararıyla ilgili tartıĢılacak bir hususun bulunmadığını düĢünmekteyiz. Zira aynı fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiĢ bir hüküm veya açılmıĢ bir dava varsa davanın reddine karar verilecektir (CMK md. 223, f. 7). Dolayısıyla asıl suçtan dolayı yapılan yargılamada göz önünde bulundurulacak hüküm, daha önceden verilen veya açılmıĢ dava sonucunda verilen hüküm olacaktır. Düşme Kararının Etkisi Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu ile ilgili olarak, öncül suç hakkında davayı veya cezayı düĢüren nedenlerin bulunması, aklama suçunun oluĢmasını engellemeyecektir805. Aynı durum suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu açısından da geçerlidir806. DüĢme sebeplerinin suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması veya suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçuna iliĢkin hareketlerin yapılmasından önce807 veya sonra gerçekleĢmesi arasında bir fark yoktur. Örneğin A, aynı konutta yaĢamadığı kardeĢi B’den çalmıĢ olduğu çok değerli bir saati durumdan haberdar olan C’ye satar. Birinci ihtimal: A’nın saati C’ye satmasından önce B, A’dan Ģikayetçi olmayacağını açıklamıĢtır. Ġkinci ihtimal: A’nın saati C’ye satmasından sonra B, A’dan Ģikayetçi olmayacağını açıklamıĢtır. Her iki durumda da Ģikayet Ģartı gerçekleĢmediği için A, hırsızlık suçundan dolayı cezalandırılamayacak olsa da C, suç eĢyasını satın alma veya kabul etme suçundan dolayı sorumlu olacaktır. Zira Ģikayete bağlı suçlarda Ģikayetin bulunması suçun varlığına etkili olan bir husus değil, yalnızca bir soruĢturma ve 805 806 807 Kocasakal, 2000, s. 355; Değirmenci, 2007, s. 436. Erem, F. (1985). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Cilt 4. Ankara, s. 816. Öğretide ÖZGENÇ, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçuna iliĢkin hareketlerin gerçekleĢtirildiği esnada öncül suçun zamanaĢımına uğraması durumunda, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilemeyeceğini savunmaktadır. Yazara göre, öncül suç bakımından dava zamanaĢımı süresinin dolması üzerine, bu suçtan kaynaklanan malvarlığı değerinin müsaderesine karar verilemeyecektir. Müsaderesine hükmedilemeyecek olan malvarlığı değerinin kaynağının gizlenmesine yönelik fiillerin de cezalandırılmaması gerekir (Özgenç, 2013, s. 110). Bu görüĢün karĢısında olan yazarlar ise öncül suçun zamanaĢımına uğramıĢ olması durumunda dahi gerek suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun gerekse de suç eĢyasını satın alma veya kabul etme suçunun oluĢacağını kabul etmektedirler (Önder, 1994, s. 442; Kocasakal, 2000, s. 357; aynı yazar, 2008, s. 79; Dülger, M.V, 2011, s. 511). Kanımızca bu ikinci görüĢte isabet vardır. Zira bütün düĢme sebeplerinde olduğu gibi zamanaĢımının dolması nedeniyle davanın düĢmesine karar verilmesi, sadece devletin cezalandırma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Buna karĢılık gerçekleĢtirilen fiil bir haksızlık olarak kalmaya devam etmektedir. Bu nedenle öncül suç zamanaĢımına uğramıĢ olması nedeniyle soruĢturulamaz veya kovuĢturulamaz ise de bu, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı mahkumiyet hükmü kurmaya engel değildir. 240 kovuĢturma Ģartıdır808. ġikayet Ģartı gerçekleĢmese bile öncül suç failinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil haksızlık ihtiva edecektir. Böyle bir durumda Ģikayet Ģartı gerçekleĢmediği için öncül suç faili hakkında bir yargılama yapılması söz konusu olamayacak ve bu kiĢinin söz konusu suçu iĢleyip iĢlemediği bir mahkeme hükmü ile tespit edilemeyecektir. Dolayısıyla suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, ilk baĢta nispi muhakeme yapmak suretiyle öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğini tespit etmelidir. Öğretideki bazı yazarlar ise suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu ile ilgili olarak, öncül suç hakkında yargılama yapan mahkemenin düĢme kararı vermeden önce failin bu suçu gerçekleĢtirdiğini tespit edebileceği ve kuracağı hükümde bu hususu açıkça belirtebileceği görüĢündedirler809. Öncül suç hakkında yapılan yargılamanın hüküm kurma safhasına geldiği sırada düĢme sebeplerinin oluĢması halinde bu görüĢ kabul edilebilir. Örneğin dava zamanaĢımının dolması nedeniyle verilecek düĢme kararında mahkeme, öncül suçun iĢlendiğinin sabit olduğuna, ancak dava zamanaĢımı süresinin dolması sebebiyle düĢme kararı vermek zorunda kaldığına hükmedebilir. Zira böyle bir durumda mahkeme, gerekli yargılamayı yapmıĢ ve toplanması gerekli delillerin hepsine ulaĢmıĢtır. Bu aĢamada davanın düĢmesine karar verilecek bile olsa, sanığın suçu iĢleyip iĢlemediğinin tespit edilmiĢ olması herhangi bir sorun arz etmez. Ancak henüz kovuĢturmanın baĢında dava zamanaĢımının dolması durumunda, öncül suç hakkında yargılamayı yapan mahkeme, sanığın suçu iĢlediğini nasıl tespit edecektir? Benzer bir 808 809 Benzer bir Ģekilde Yargıtay da öncül suçun failinin Ģahsi cezasızlık sebebinden faydalanması durumunda da bu kiĢiden eĢyayı satın alan kiĢilerin cezai sorumluluklarının devam edeceğine karar vermiĢtir. Yargıtay’ın ilgili kararının özeti Ģu Ģekildedir: “Hırsızlık malı bilerek satın almaktan sanık Aziz, Hıdır ve Şeyhmus haklarında yapılan duruşma sonunda; mahkumiyetlerine dair Ömerli Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 23.2.1982 tarihli hükmün temyizen tetkiki Üst Mardin C. Savcısı tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığı Yüksek Makamından bozma isteyen 25.10.1982 tarihli tebliğname ile 8.11.1982 tarihinde daireye gönderilmekle okunarak, gereği görüşülüp düşünüldü: Şikayetçinin oğlu Masum, babasının rızası olmadan evden çaldığı eşyaları sanıklara satmış ve bu sanıklar yerel mahkemece TCK.nun 512/1, 522, 523. maddeleri uyarınca cezalandırılmışlardır. TCK.nun 524. maddesindeki hüküm, devletin aile bütünlüğüne dıştan el atmasını önlemek amacıyla düzenlenmiş, çoğu kara Avrupa Ülkeleri ceza yasalarında ve bu arada kaynak İtalyan Ceza Yasasının 433. maddesinde de aynı gerekçeyle yer almış bulunmaktadır. Bu amaç ve gerekçe doğrultusunda incelendiğinde, anılan maddedeki akrabalık ilişkilerinin malvarlığına karşı işlenen suçların maddi ve hukuki objektivitesine ilişkin suça bağlı haklılık nedenleri niteliğinde olmadıkları için, eylemin suçluluğunu etkilemedikleri ve bu yüzden de suçun hukuka aykırılık unsurunu kaldırmadıkları, tersine aile ilişkilerine el atmaktan kaçınan devletin cezalandırma yetkisinden bütünüyle ya da bir bölümüyle vazgeçtiği için, kişiye bağlı cezasızlık nedenlerini oluşturdukları görülmektedir. Nitekim kaynak yasanın gerekçesinde de, suçluluğun değil cezai sorumluluğun kalkması ya da azalmasından söz edilmiştir. Yasa koyucunun suç faili ile suçtan zarar gören arasındaki ilişkiyi gözeten bir düzenlemeyi öngörmesi de bu yorumu doğrulamaktadır. Kişiye bağlı cezai sorumluluğu kaldırıcı ya da azaltıcı nedenlerin mağdurlarla bu tür ilişkisi bulunmayan suç ortaklarını ya da inceleme konusu olayda görüldüğü gibi üçüncü kişileri de kapsaması söz konusu edilmeyecektir” Yargıtay 6. CD, 15.02.1983 tarih ve E. 1982/9940, K. 1983/1139 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 30.04.2013. Özgenç, 2013, s. 134. 241 sorun soruĢturma aĢamasında düĢme sebeplerinin oluĢması durumunda kovuĢturmaya yer olmadığı kararı verilirken de ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, öncül suç hakkında davanın düĢmesine karar verildiği veya düĢme sebepleri oluĢtuğu için kovuĢturmaya yer olmadığı kararının verildiği durumlarda, asıl suçtan yargılamayı yapan mahkemenin ilk baĢta öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğini nispi muhakeme yapmak suretiyle tespit etmesinin gerektiği kanaatindeyiz. Suçluyu kayırma suçu teĢkil eden hareketler yapıldığı esnada öncül suç takip edilebilir bir suç olmaktan çıkmıĢ ise fail, suçluyu kayırma suçundan sorumlu olmaz. Örneğin suçluyu kayırma kapsamındaki hareketlerin gerçekleĢtirildiği anda öncül suçun mağduru Ģikayetten vazgeçmiĢ810, öncül suç için kanunda öngörülen zamanaĢımı süreleri dolmuĢ veya öncül suç bakımından genel af çıkmıĢ ise suçluyu kayırma suçu oluĢmaz811. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçu 812 ile suç delillerini bildirmeme suçu açısından da aynı durum söz konusudur. TCK’daki düĢme sebeplerinin oluĢması nedeniyle, öncül suç takip edilebilir olmaktan çıkmasına rağmen, bu suçun failinin kayrılması veya bu suça iliĢkin delillerin yok edilmesinin yahut da bu suçun delillerinin yerinin gizlendiği yerin bildirilmemesinin cezalandırılması bir çeliĢki arz eder. Zira bu suçların hepsinin ortak amacının ceza muhakemesinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olduğunu söyleyebiliriz. Oysa kanun koyucu, düĢme sebeplerinin oluĢması nedeniyle, öncül suça iliĢkin maddi gerçeği araĢtırmaktan vazgeçmiĢtir. Kanun koyucunun takibinde yarar görmediği bir suçun, örneğin failinin kayrılmasını cezalandırmak ise kabul edilebilir bir durum değildir. Buna karĢılık, suçluyu kayırma suçunu, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme ya da suç delillerini bildirmeme suçunu teĢkil eden davranıĢlar yapıldıktan sonra, öncül suç hakkında kanundaki düĢme sebeplerinden birisinin gerçekleĢmesi nedeniyle davanın düĢmesine karar verilmiĢ ise bu hüküm asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya öncül suçun iĢlenmediğini kabul yönünde etki etmeyecektir. Böyle bir durumda aynen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve suç eĢyasının satın 810 811 812 Alman hukukunda kayrılan kiĢinin iĢlemiĢ olduğu suçun takibi Ģikayete bağlı bir suç olması durumunda, suçluya yardım suçundan dolayı takibat yapılabilmesi için de Ģikayet edilmesi gerekmektedir (Samson, 1995, Rn. 47; Wessels/Hillenkamp, 2005, Rn. 805 ). Bu durum suçluya yardım suçunun düzenlendiği StGB § 257/4’te açıkça düzenlenmiĢtir. Buna karĢılık cezayı önleme suçunun düzenlendiği StGB § 258’de öncül suçun takibi Ģikayete bağlı olması hususu açık bir Ģekilde düzenlenmiĢ olmasa da, öncül suçun takibi Ģikayete bağlı bir suç olması durumunda cezayı önleme suçunun öncül suçtan dolayı Ģikayet hakkı kullanılmadan da iĢlenebileceği, ancak cezayı önleme suçundan dolayı takibatın yapılabilmesi için öncül suçtan dolayı Ģikayet hakkının kullanılmıĢ olması gerektiği görüĢü ileri sürülmektedir (Stree, W. (2010). §258. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage). München, Rn. 4). ġahin, 1999, s. 24; Erem, F. (1985). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Cilt 3. Ankara, s. 574. Özgenç, 2013, s. 146. 242 alınması veya kabul edilmesi suçunda olduğu gibi, öncül suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, her ne kadar düĢme sebepleri oluĢmuĢsa da öncül suçun iĢlenip iĢlenmediği hususuna hükmünde yer verebilir. Eğer bu imkan dahilinde değilse bu suçlardan dolayı yargılamayı yapan mahkeme ilk baĢta öncül suçun iĢlenmiĢ olup olmadığını nispi muhakeme yapmak suretiyle tespit etmelidir. 243 5. SONUÇ Hukuk düzeninin birliği, bütün hukuk düzeninin bir ahenk içerisinde bulunması amacıyla, farklı hukuk disiplinlerinin birbirleri ile bir bağlantı içerisinde bulunmasını ifade eder. Hukuk düzeninin birliği yalnızca maddi hukukta değil, muhakeme hukuku sahasında da geçerli olan bir düĢüncedir. ÇalıĢmamızda tartıĢma konusu ettiğimiz husus bir hukuk, idare, vergi veya ceza mahkemesinin yapmıĢ bulunduğu tespitlerin ve bu mahkemeler tarafından verilen kesinleĢmiĢ hükümlerin; bu hükme konu uyuĢmazlığın bir ceza mahkemesi huzurunda ön sorun olarak ortaya çıkması durumunda, ceza mahkemesi için bağlayıcı olup olmayacağıdır. Hukuk düzeninin birliği, kanun koyucunun, bir hukuk disiplinine iliĢkin yapmıĢ olduğu bir düzenlemede hukuka aykırı veya hukuka uygun olarak belirlediği bir fiili, baĢka bir hukuk disiplinine iliĢkin yapmıĢ olduğu düzenlemede tam tersi Ģeklinde düzenleyememesini; bunun yanında, hukuku uygulamakla görevli mahkemelerin de hukuka uygunluğu veya hukuka aykırılığı bir baĢka mahkeme tarafından tespit edilmiĢ bir fiili, bu tespitin tam aksi yönünde değerlendirememesini gerektirir. Bu nedenle hukuka aykırılık, bir fiilin bütün hukuk düzeni ile çatıĢma içerisinde olması anlamına gelmekte olup; bir fiilin yalnızca bir hukuk disiplininde yasaklanmasına karĢılık, diğer hukuk disiplininde bu fiile izin verilebileceğini savunan görüĢlerde isabet yoktur. Bir fiilin hukuk düzeni içerisinde aynı zamanda hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilmesi, hukuk normunun insan davranıĢı üzerindeki kontrol ve düzenleme fonksiyonunu geçersiz kılar. Zira kiĢi hangi norma uyması gerektiğini bilemeyeceği için hukuki güvenlik ilkesi de tesis edilemeyecektir. Aynı durum mahkemeler tarafından verilen hükümlerin birbirleriyle çeliĢmesi durumunda da söz konusu olacağı için diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisinin hukuk düzeninin birliği ile uyumlu bir Ģekilde ele alınması gerekir. Bu bakımdan bir kimsenin gerçekleĢtirmiĢ olduğu bir fiilin aynı anda hem hukuka aykırı hem de hukuka uygun olarak değerlendirilmesi; aynı Ģekilde bir hak veya bir hukuki iliĢkinin bir mahkeme tarafından var olduğu tespit edildikten sonra, bir baĢka mahkeme tarafından mevcut olmadığının hükme bağlanması da hukuk düzeninin birliğine aykırılık teĢkil eder. Ancak hukuk düzeninin birliği düĢüncesi, bir mahkeme tarafından verilen hükmün ceza mahkemesine nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna değil, niçin etki etmesi gerektiği sorusuna bir yanıt içerir. Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna kesin hüküm kurumu cevap verir. Kesin 244 hüküm kurumu bu soruya cevap verirken hukuk düzeninin birliği düĢüncesine dayanır. Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etki edebilmesinin temel Ģartı, onların tartıĢılamaz hale gelmiĢ; baĢka bir deyiĢle kesin hükme ulaĢmıĢ olmalarıdır. Kesin hükmün amacı, bir taraftan kiĢiler arasındaki uyuĢmazlıkların sonsuza kadar sürmesinin önüne geçmek (Ģekli anlamda kesin hüküm); diğer taraftan da ortaya çıkan uyuĢmazlıkların kesin bir Ģekilde son bulmasını sağlamaktır (maddi anlamda kesin hüküm). ġekli anlamda kesin hüküm, muhakemenin usulen sonlandırılması ile alakalı iken; maddi anlamda kesin hüküm, hükmün içeriğinin göstermiĢ olduğu etkidir. Maddi anlamda kesin hükmün etkisini gösterebilmesi için hükmün Ģeklen kesinleĢmiĢ olması gerekir. Maddi anlamda kesin hüküm, hükmün göstermiĢ olduğu etki olduğu için kesin hüküm etkisi denildiği zaman, aslında maddi anlamda kesin hükümden bahsedilmektedir. Bu bakımdan maddi anlamda kesin hükmün bir olumlu yönünün bir de olumsuz yönünün olduğu kabul edilmektedir. Kesin hükmün olumsuz etkisi, aynı meselenin bir daha dava konusu edilememesi (ne bis in idem) anlamına gelirken; kesin hükmün olumlu etkisi, bir mahkeme hükmüne konu bir uyuĢmazlığın sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkması halinde, sonraki yargılamayı yapan mahkemenin bu ön sorun hakkında karar verememesi, bu konuda verilmiĢ mahkeme hükmü ile bağlı olması anlamına gelir. Önceki mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık, bu mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanında, sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkabileceği gibi söz konusu uyuĢmazlık sonraki bir davada, fakat ilk hükmü veren mahkemenin muhakeme alanı dıĢındaki bir mahkeme önünde de çıkmıĢ olabilir. Dolayısıyla maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi, sadece hükmü veren mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanı ile sınırlı olamaz. Gerek bağlayıcılık etkisinde gerekse de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisinde önemli olan husus, muhakemeyi yapan hakimin önceden kesin hükümle tespit edilmiĢ bir hukuki sonucu kendi kuracağı hükme dayanak teĢkil ettirmesidir. Bu nedenle maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi ile konumuz olan bağlayıcılık etkisinin aynı Ģeyler olduğunu söylemek gerekir. Ceza mahkemesinin, gerek diğer muhakeme alanlarındaki mahkemeler gerek baĢka bir ceza mahkemesi tarafından verilen hüküm ile bağlı olup olmayacağı konusunda ne öğreti ne de yargı kararlarında görüĢ birliği mevcuttur. Mesele hakkında birbirinden çok farklı görüĢlerin ortaya çıkmasının esas sebebi, ceza muhakemesine iliĢkin kanunlarda doğrudan doğruya bağlayıcılığı yasaklayan veya bağlayıcılığa izin veren genel bir 245 düzenlemenin bulunmamasıdır. Bu etkinin belirli Ģartlar altında sonraki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması halinde dahi geçerli olacağı kanaatindeyiz. Bunun için ilk baĢta bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün Ģekli anlamda kesin hükme kavuĢmuĢ bulunması gerekir. Çünkü bir hüküm olağan kanun yollarına baĢvurulmak suretiyle değiĢtirilebilir olduğu müddetçe, bu hükmün diğer mahkemeler tarafından dikkate alınması söz konusu olamaz. Bir mahkeme hükmünün diğer bir mahkeme için bağlayıcı olabilmesi, ilk hükmün daha önce verilmiĢ olmasını gerektirir. Bu hükmün ceza davasının konusunu oluĢturan fiilden önce mi kesinliğe kavuĢması gerektiği; yoksa ceza mahkemesi hükmünden önce mi kesinliğe kavuĢması gerektiği, verilen hükmün niteliğine göre farklılık gösterir. Bağlayıcı etkiye sahip olacak mahkeme hükmü ile maddi gerçeğin ortaya çıkarılmıĢ olması gerekir. Kanımızca muhakemelerde farklı ilkelerin benimsenmiĢ olmasının, bütün muhakeme alanlarının amacının maddi gerçeği ortaya çıkarmak olduğu gerçeğine bir zarar vermez. Bu nedenle bir yargılama sonucunda maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ ise bunun ceza mahkemesi için bağlayıcı olması esastır. Ancak yargılamanın hangi ilkeye göre yapıldığı, bu yargılamanın sadece Ģekline iliĢkin bir husus olmakla kalmaz; aynı zamanda, yargılama sonucunda verilecek hükmün içeriğine de etki edebilir. Bu etki neticesinde maddi gerçeğin araĢtırılmasından vazgeçilerek muhakemeye hakim olan ilkeler gereğince bir hüküm kurulması söz konusu ise; bu hükmün ceza mahkemesi üzerinde bağlayıcı bir etkiye sahip olmadığını kabul etmek gerekir. Bir mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık daha sonraki ceza davasında bir ön sorun olarak ortaya çıkarsa ancak bu durumda ilk mahkeme hükmü ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabilir. Bu durum için Alman hukukunda kullanılan “Präjudizialität” kavramı yerine “Ön sorun teĢkil edebilme” ifadesinin kullanılmasının daha doğru olacağını düĢünmekteyiz. “Präjudizialität” kavramı yerine “Bekleticilik” ifadesinin kullanılmasının eksik olacağı kanısındayız. Zira bekleticilikten bahsedildiği durumlarda, ceza muhakemesi devam ederken henüz bağlayıcı etkiye sahip olacak bir hüküm söz konusu değildir. Ceza mahkemesi, hakkında henüz hüküm kurulmamıĢ veya davası devam eden bir uyuĢmazlığı gerekçe göstererek bekletici sorun kararı verebilir. Böyle bir durumda kurulacak hükmün ceza mahkemesi için bekleticiliğinden bahsedilebilir. Ancak ceza muhakemesi baĢlamadan önce de ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorun hakkında daha önceden karar verilmiĢ olması mümkündür. Bahsedilen bu son durumda da belirtmiĢ olduğumuz diğer Ģartların yerine gelmesi 246 durumunda, ilgili yargı yeri tarafından verilen hüküm ceza mahkemesinin vereceği hükme etki edebilir. Bağlayıcı etki doğuracak hükme konu uyuĢmazlığın ceza davasında ön sorun teĢkil edebilmesi için de bir takım Ģartların yerine getirilmiĢ olması gerekir. Bu bakımdan ceza mahkemeleri haricindeki mahkemelerin (hukuk mahkemesi) hükmünün ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorun hakkında olduğunun kabul edilebilmesi için her iki hukuki iliĢkiyi tarif eden tanımların aynı olması, ayrıca olayların da örtüĢmesi gerekir. Ayrıca bazı istisnai haller dıĢında, ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢinin, ön sorun teĢkil eden uyuĢmazlığın bir tarafını teĢkil etmesi gerekir. Bir ön sorundan bahsedebilmek için uyuĢmazlık konusunun aynı olması gerekir. UyuĢmazlık konusunun ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiile iliĢkin olması durumunda diğer mahkemelerin ceza mahkemesi hükmünün kesinleĢmesini beklemesi, böylece ceza mahkemesi hükmünün diğer mahkemeler için bağlayıcı etkiye sahip olması gerekir. Dolayısıyla uyuĢmazlık konusunun ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiile iliĢkin olması durumunda diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler kural olarak ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olamaz. Ancak kanunda açıkça diğer mahkeme tarafından verilen hükmün ceza mahkemesini bağlayacağına iliĢkin bir düzenleme bulunuyorsa veya ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin hukuka uygun olup olmadığına iliĢkin değerlendirme, diğer muhakeme alanlarında bulunan ve ceza mahkemesine göre uzman sayılan bir mahkeme tarafından yapılacak ise ceza mahkemesinin bu mahkemenin fiil hakkında vereceği hükmün kesinleĢmesini beklemesi gerekir. Diğer mahkeme hükmünün, ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiilin tamamı hakkında değil de bu suçun maddi unsurlarından birisi hakkında olması ve ayrıca bağlayıcılık etkisi için belirttiğimiz diğer Ģartları taĢıması ve suçun oluĢup oluĢmadığı hususunda ya da nitelikli hallerin uygulanması bakımından önem arz etmesi durumunda, ceza mahkemesi bu mahkeme hükmü ile bağlıdır. Mevzuatımızda bazı kurumlarla ilgili olarak mahkemeler tarafından verilen hükümlerin bağlayıcı olduğuna iliĢkin düzenlemelere yer verilmiĢtir. Bu düzenlemelerde yer alan hükümlerin bağlayıcı oluĢu ile maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisinin mi yoksa baĢka bir Ģeyin mi kastedildiğinin araĢtırılması; bunun için de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile söz konusu hükümlerde yer alan bağlayıcı olma durumlarının karĢılaĢtırılması gerekmiĢtir. Bu 247 bakımdan ilk olarak Anayasamızın 153’üncü maddesinde geçen Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkiĢileri bağlayacağı ifadesinin, konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir ilgisinin olup olmadığı araĢtırılmıĢtır. Anayasa mahkemesinin temel görevi anayasayı yorumlamak suretiyle, hukuk düzeninde bir güvenin ve istikrarın oluĢmasını sağlamaktır. Bu görevin tam anlamıyla yerine getirilebilmesi için zorunlu olarak Anayasa mahkemesi kararlarına bağlayıcılık etkisinin tanınması gerekir. Anayasa mahkemesi kararları ile bağlılık bir bakıma anayasa ile bağlılık anlamına gelmektedir. Sonuç olarak Anayasa mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı konusunun daha çok anayasanın üstünlüğü ile ilgili olduğunu, bu nedenle konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile herhangi bir ilgisinin bulunmadığını söyleyebiliriz. Konumuz olan bağlayıcılık etkisinin içtihadı birleĢtirme kararlarının bağlayıcı olması durumu ile de bir karĢılaĢtırılması yapılmıĢtır. Ġçtihadı birleĢtirme yoluna belirli bir somut olayda ortaya çıkan uyuĢmazlığın giderilmesi amacıyla baĢvurulmaz. Bunun tam aksine bu yola, benzer durumlarda uygulanan hukuk kurallarının ülke çapında birliğinin sağlanması amacıyla baĢvurulur. Bu bakımdan içtihadı birleĢtirme kararı verilmesinin amacı, somut davalarla ilgili özel ve öznel kararlar vermek değil; benzer olaylarda uygulama bakımından yararlanılabilecek genel ve nesnel kurallara eriĢmektir. Buna karĢılık bağlayıcılık etkisindeki amaç ise aynı olaya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının engellenmek istenmesidir. Aralarındaki bu temel farktan dolayı içtihadı birleĢtirme kararları ile diğer mahkemelerin bağlı olacağının bir takım kanunlarda hüküm altına alınmıĢ olmasının, konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir iliĢkisi yoktur. Madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında madde veya yer bakımından yetkili yargı yerini belirleyen ve kararına karĢı herhangi bir kanun yoluna gidilemeyen merciin kararının, bu kararda madde veya yer bakımından yetkili olarak belirtilen yargı merci için bağlayıcı olmasının konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir bağlantısının olup olmadığı da ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Zira madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında olduğu gibi, bağlayıcılık etkisinde de bağlayıcılığın muhatabı bir mahkemedir. Madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında merciin kararının bağlayıcı olmasının amacı, usule iliĢkin bu tarz uyuĢmazlıkların bitirilerek esas yargılamaya bir an önce geçilmesini sağlamaktır. Maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılığın amacı ise aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının önlenmek istenmesidir. Dolayısıyla madde ve yer bakımından yetki 248 uyuĢmazlıklarında merciin vermiĢ olduğu kararın bağlayıcı oluĢunun, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile bir iliĢkisi bulunmamaktadır. Bir hükme karĢı baĢvurulan kanun yolu sonucunda üst dereceli mahkemelerin kararlarının bir noktadan sonra kesinlik arz etmesi veya alt dereceli mahkemenin bu mahkeme kararlarına karĢı direnememesi, alt dereceli mahkemenin üst dereceli mahkeme kararı doğrultusunda hareket etmesini zorunlu kılar. Bu bakımdan belirtilen bu hususların bağlayıcılık etkisi ile bir bağlantısının olup olmadığı sorusu akla gelir. Bu durumun da konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir bağlantısı bulunmamaktadır. Çünkü kanun yolu aĢamasında üst dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararın ve alt dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararın dayandığı uyuĢmazlığın aynıdır. Oysa bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu durumlarda her iki yargılamanın konusu farklıdır. Ayrıca kanun yolu aĢamasında bağlayıcı karar veren veya hükmüne karĢı direnilemeyen mahkeme ile bu zorunluluğun yöneldiği mahkeme bir alt-üst iliĢkisi içerisinde bulunmaktadır. Oysa bağlayıcılık etkisinde bağlayıcı karar veren mahkeme ile bu kararın muhatabı mahkeme aynı derecede yer alan mahkemelerdir. Bağlayıcılık etkisinin hakim bağımsızlığına bir aykırılık teĢkil etmediğini savunmaktayız. Çünkü bağlayıcılık etkisi sadece aynı meselenin tekrardan baĢka bir hakim incelemesinden geçirilmemesi anlamına gelmekte olup, bu durumda hakimin araĢtırmasına getirilmiĢ bir sınırlamadan değil, yapılacak araĢtırmanın sayısına getirilen bir sınırlamadan bahsedilir. Dolayısıyla bağlayıcılık etkisinin hakim bağımsızlığına bir etkisinin olmadığı ortaya çıkar. Mevzuatımızda diğer mahkeme hükümlerinin bir ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracağına veya doğurmayacağına iliĢkin genel bir düzenleme yoktur. Yargıtay da vermiĢ olduğu bazı kararlarında bağlayıcılık etkisini kabul ederken, bazı kararlarında ise diğer bir mahkeme hükmünün ceza mahkemesi üzerine etki edemeyeceğine hükmetmiĢtir. Bu nedenle mevzuatımızda bağlayıcılık etkisine yer veren düzenlemelerin tetkik edilmesine çalıĢılmıĢtır. Diğer mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesine etkisi konu edildiği zaman, ilk akla gelen düzenleme ceza mahkemelerinin ek yetkisinin düzenlendiği CMK’nın 218’inci maddesidir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasında, yüklenen suçun ispatının ceza mahkemeleri haricindeki mahkemelerin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı olması durumunda ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı verebileceği gibi, ceza mahkemesinin ilgili sorunu CMK’da geçerli olan ilkeler çerçevesinde çözebileceği de hüküm altına alınmıĢtır. 249 Ceza hakiminin, henüz ceza mahkemelerinden baĢka bir mahkemeye götürülmemiĢ bir sorunla ilgili olarak önünde iki seçenek bulunmaktadır: Ceza hakimi bu sorunu ya kendisi çözecek ya da sorunun baĢka bir mahkemede çözülmesi veya açılmıĢ davanın sonucunun beklenmesi için bekletici sorun kararı verecektir. Ön sorun ile ilgili olarak ilgili yargı yerinde açılmıĢ bir dava bulunmakta ise ceza hakimi sadece bekletici sorun kararı verebilecektir. Ön sorunla ilgili olarak ceza yargılaması baĢlamadan önce ilgili yargı yerinde bir hüküm verilmiĢ ve bu hüküm kesinleĢmiĢ olabilir. Böyle bir durumda ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı vermesi mümkün değildir. Buna karĢılık ilgili yargı yerince ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olmayan bir hükmün verilmiĢ olması durumunda, ceza mahkemesi bekletici sorun sayarak ilgili yargı yerinde tekrardan dava açılmasına karar veremez ise de bu durumla ilgili nispi muhakeme yapabilir ve sorunu kendisine yetecek ölçüde çözebilir. Ġlgili yargı yerince ceza mahkemesini bağlayıcı etkiye sahip bir hükmün verilmiĢ olması durumunda ise ceza mahkemesi bu verilen mahkeme hükmü ile bağlı olacağı için konu ile ilgili nispi muhakeme yapamaz. Ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı verdiği durumlarda da aynı Ģekilde hareket edilmelidir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında, kovuĢturma evresinde mağdur veya sanığın yaĢının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karĢılaĢılması halinde; ceza mahkemesinin, ilgili kanunlardaki belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hüküm vereceği düzenlenmiĢtir. Ancak sanık veya mağdurun yaĢı daha önceden hukuk mahkemesinde açılan dava sonucunda düzeltmiĢ ise artık böyle bir durumda yaĢ tashihin ceza mahkemesi tarafından yapılmasına imkan yoktur. Ceza mahkemesi sanık veya mağdurun yaĢını düzeltilmiĢ Ģekliye kabul etmek zorundadır. Çünkü ceza mahkemesi de sanık veya mağdurun yaĢını düzeltmek isterse CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince, önceki hukuk mahkemesinin olaya uyguladığı kanun hükümlerini uygulayacaktır. Bu nedenle sanık veya mağdurun yaĢına iliĢkin olarak daha önce verilmiĢ olan hukuk mahkemesi hükmü ceza mahkemesi için kesin hüküm etkisi doğuracaktır. Kanun koyucu, HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasında, belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen kararın kesinleĢtikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde sahtelik iddiasının dinlenmeyeceği hükmüne yer vererek; bir hukuk mahkemesi karar veya hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı olacağını kabul etmiĢtir. Madde metninde sadece ceza mahkemesinde sahtelik iddiasının dinlenmeyeceği belirtilmiĢtir. Fakat ilgili düzenlemenin ceza muhakemesi sistemi ile telif 250 edilmesi gerekmektedir. Çünkü hukuk mahkemesinde senedin (belge) sahte olmadığı hakkında karar verildikten ve bu karar kesinleĢtikten sonra, aynı senede (belge) dayalı olarak bir kiĢi hakkında belgede sahtecilik suçlarından dolayı soruĢturma açılmıĢ ise Cumhuriyet savcılığının da kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermesi gerekir. Cumhuriyet savcılığı, senedin (belge) sahte olmadığı hakkında verilmiĢ hukuk mahkemesi kararını gözden kaçırarak iddianame düzenlemiĢ ve iddianame mahkeme tarafından kabul edilmiĢ ise ceza mahkemesinin sanık hakkında CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasının “a” bendi gereğince beraat kararı vermesi gerekir. Bu yüzden HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrası hükmünden bahsederken ceza mahkemesi yerine, ceza muhakemesi organları ifadesini kullandık. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 214’üncü maddesindeki düzenleme ile kanun koyucu, yalnızca hukuk mahkemelerinde açılan bir sahtelik davası sonucunda verilen hükümlerin değil; bunun yanında, açılan bir davada sahtelik iddiasının ön sorun olarak ileri sürülmesi halinde, bu soruna iliĢkin verilen ara kararların da ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacağını kabul etmiĢtir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 214’üncü maddesinde, yalnızca hukuk mahkemesince senedin sahte olmadığı hakkında verilen kararların ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olduğunun belirtilmiĢ olmasına rağmen, senedin (belge) sahte olduğu hakkında verilen kararların da ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olması gerekir. Çünkü HMK’nın 212’nci maddesi gereğince hukuk mahkemesi, senedin sahte olduğuna dair karar kesinleĢtikten sonra, senedin altına sahte olduğunu yazarak bu senedi iptal eder. Böyle bir senetle ilgili yapılan ceza yargılamasında, mahkemenin bu senedin sahte olmadığından hareketle hüküm tesis etmesi ise birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasına neden olur. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 214’üncü maddesinde herhangi bir ayrım yapılmaksızın senedin sahte olmadığına iliĢkin hukuk mahkemesi kararı veya hükmünün ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacağı hüküm altına alınmıĢtır. HMK’nın 211’inci maddesinde ise senet üzerinde sahtelik incelemesinin nasıl yapılması gerektiği belirtilmiĢtir. HMK’nın 211’inci maddesine göre hukuk hakimi, herhangi bir uzmana inceleme yaptırmaksızın senedin sahte olduğu veya olmadığı sonucuna ulaĢabileceği gibi; imzayı inkar eden tarafın çağrıya rağmen gelmemesi üzerine imzanın o kiĢi tarafından atıldığına karar vermesi gerekir. Belirtilen bu durumların ise ceza muhakemesi sistemi ile uyumlu olmadığı ortadadır. Bu nedenle HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasının yapılacak değiĢiklik ile ceza muhakemesi sistemine uyumlu hale getirilmesi 251 gerekmektedir. Bunun için söz konusu maddenin birinci fıkrasının Ģu Ģekilde olması gerektiği kanaatindeyiz: "Bu Kanun'un 211'inci maddesi gereğince yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde, belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar veya hüküm kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza muhakemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez". Bir senetten (belge) dolayı aynı anda hem hukuk mahkemesinde sahtelik davası açılmıĢ veya bir davada ön sorun olarak sahtelik iddiasında bulunulmuĢ hem de belgede sahtecilik suçlarından dolayı soruĢturma yürütülmekte veya kovuĢturma evresinde bulunuluyor ise ceza muhakemesi organlarının, hukuk mahkemesince verilen kararların kesinleĢmesini beklemesi gerekir. Ancak bu sayede HMK’nın 214’üncü maddesine geçerlilik kazandırılabilir. Ġdare bağlantısının bulunduğu suçlarda da idari iĢlem hakkında, iptal davası sonucunda verilen idare mahkemesi hükümlerinin ceza mahkemesi için bağlayıcılığı gündeme gelebilir. Ġdari iĢlemlerin ise tek baĢlarına ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurmaları mümkün değildir. Bazı suçlarda idari iĢlem bağlantısı yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla kurulmuĢ olabilir. Böyle bir durumda, idari iĢlem hakkında iptal davası açılması için gerekli süre geçirilmiĢ ise; ilgili suçun oluĢup oluĢmadığına iliĢkin yapılan yargılamada ceza mahkemesinin, CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrası gereğince nispi muhakeme yapmak suretiyle idari iĢlemin hukuka uygun olup olmadığını denetlemesi gerekir. Aynı Ģekilde yükümlendirici idari iĢlemler hakkında iptal davası açılmamıĢ ve iptal davası açılması için gerekli süre geçirilmiĢ ise; ceza mahkemesinin, suçun oluĢtuğunu söyleyebilmesi idari iĢlemin hukuka uygun olmasına bağlı olduğu için, yükümlendirici idari iĢlemin hukuka uygunluğunu yine nispi muhakeme yapmak suretiyle denetlemesi gerekir. Ceza muhakemesi baĢlamadan önce veya ceza muhakemesi devam ederken gerek yükümlendirici idari iĢlemler gerekse de yararlandırıcı idari iĢlemler hakkında idare mahkemesinde iptal davası açılmıĢ ise artık ceza muhakemesi organlarının iptal davasının sonucunu beklemesi gerekir. Çünkü idare mahkemesi hükmü, Ģüpheli veya sanığa yüklenen suçun ispatında önem arz etmektedir. Bu bakımdan idare bağlantısının yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla kurulduğu suçlarda idari iĢlemin hukuka uygun olması, suçun oluĢmasına engel olurken; idare bağlantısının yükümlendirici idari iĢlemler vasıtasıyla kurulduğu suçlarda ise idari iĢlemin hukuka uygun olması, failin cezalandırılabilmesi için Ģarttır. 252 Vergi Usul Kanunu’nun 367’nci maddesinin son fıkrasında “Ceza mahkemesi kararları, bu Kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu makam ve mercilerce verilecek kararlar da ceza hakimini bağlamaz” ifadesine yer verildiği için; ilk baĢta bu hükmün vergi mahkemelerini kapsayıp kapsamadığı değerlendirilmiĢtir. Vergi Usul Kanunu 4.1.1961 tarihinde kabul edilmiĢ ve 10.1.1961 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Buna karĢılık vergi mahkemeleri, 6.1.1982 tarihinde kabul edilen ve 20.01.1982 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2576 sayılı Kanun ile kurulmuĢtur. Dolayısıyla, kanun koyucunun vergi mahkemeleri kurulmadan, bu mahkemeler ile ceza mahkemeleri arasında bir etkileĢimi öngörmesinin mümkün olamayacağı sonucuna varılmıĢtır. Ayrıca VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasında “bu kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve merciler” den bahsedilmektedir. Kanunun dördüncü kitap ikinci kısmının birinci bölümde vergi ziyaı cezası, ikinci bölümde ise usulsüzlük cezası düzenlenmiĢtir. Bu cezaları kesme yetkisi ise mükellefin bağlı olduğu vergi dairesindedir (VUK md. 365). Dolayısıyla, kanunun lafzından hareket edildiğinde dahi VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasından hiçbir Ģekilde vergi mahkemelerinin kastedilmediği sonucuna ulaĢılmaktadır. Sonuç olarak vergi mahkemeleri hükümlerinin ceza mahkemesi için bağlayıcı olduğuna veya olmadığına iliĢkin mevzuatımızda açık bir kanuni düzenleme bulunmamaktadır. GerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil hem vergi ziyaı kabahati hem de vergi suçu oluĢturan kiĢi, ceza mahkemesinde vergi suçundan dolayı yargılanırken; hakkında kesilen vergi ziyaı cezasına karĢı vergi yargısına müracaat etmiĢ ise aynı konuya iliĢkin vergi mahkemesinin de yargılama yapması söz konusu olabilmekte; bu durumda bir yanıyla vergi ziyaı kabahati bir yanıyla da vergi suçu teĢkil eden aynı fiil hem ceza hem de vergi yargılamasının konusunu oluĢturabilmektedir. Dolayısıyla, aynı konuya iliĢkin olarak farklı mahkemelerden verilen hükümlerin birbirlerine etki edip edemeyeceği sorunu ortaya çıkmaktadır. Aynı fiil nedeniyle farklı muhakeme alanlarında iki farklı yargılama yapılmaktaysa bu yargılamaların birbirini hiç etkilemeyeceğini söylemek, hukuk düzeninin birliğine aykırılık teĢkil eder. Çözülmesi gereken problem asıl itibariyle vergi uyuĢmazlığı olması ve vergi mahkemelerinin de vergi uyuĢmazlıklarını çözmede ihtisas mahkemeleri olmaları sebebiyle aynı fiilden dolayı hem vergi yargılaması hem de ceza yargılaması yapılmaktaysa ceza mahkemelerinin CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrası gereğince bekletici sorun kararı vermesi ve vergi mahkemesinin fiil hakkında vermiĢ 253 olduğu karara göre hareket etmesi gerekir. Vergi yargılaması baĢladığında henüz ceza muhakemesinde soruĢturma evresinde bulunuyor ise soruĢturmayı yürüten savcının vergi mahkemesinin hükmü sonuçlanıncaya kadar soruĢturmayı bekletmesi gerekir. 18.10.2012 tarihinde kabul edilen ve 7.11.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu’nun 71’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, iĢ mahkemesi tarafından verilen bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olduğuna veya olmadığına iliĢkin kararlar ceza davaları için kesin delil oluĢturacaktır. Her ne kadar kanun maddesinde iĢ mahkemesi hükmünün ceza davaları için kesin delil oluĢturacağından bahsedilse de burada söz konusu edilen Ģey, iĢ mahkemesi hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı olacağıdır. Zira ceza muhakemesi sistemi kesin delil kavramına yabancıdır. 6356 sayılı Kanun ile kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin gerçekleĢtirilen fiiller suç olmaktan çıkarılmıĢtır. Kanunda, kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bir takım fiillerin suç oluĢturmamasına rağmen, iĢ mahkemesi hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı etki göstereceğini kabul etmek kanun yapımındaki özensizliğe iĢaret eder. Bir ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracak mahkeme hükmü bir baĢka ceza mahkemesi tarafından da verilmiĢ olabilir. Mevzuatımızda konuya iliĢkin yegane düzenleme hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin TCK’nın 127’nci maddesidir. Bu düzenleme sayesinde, eğer hakaret edilen isnat edilen fiilden dolayı kesinleĢmiĢ bir hüküm ile mahkum olmuĢ ise hakaret eden; eğer hakaret edilen isnat edilen fiilden dolayı kesinleĢmiĢ bir hüküm ile beraat etmiĢ ise hakaret edilen lehine bir ispat kolaylığı sağlanmıĢ olmaktadır. Kanun koyucu, hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenleme ile istisnai olarak her iki yargılamada farklı sanıklar bulunmasına rağmen, önceki mahkeme hükmünün hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapacak mahkeme için bağlayıcı olacağını kabul etmiĢtir. Ġsnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler ile maddi anlamda kesin hükmün sadece davaya katılanlar bakımından doğacağı kuralına bir istisna getirilmiĢtir. Hakaret teĢkil eden isnadın, ispatına iliĢkin olarak TCK'da ikili bir ayrım yapılmıĢtır. Birincisi, hakarete konu fiilin suç oluĢturması, ikincisi ise hakarete konu fiilin suç oluĢturmaması halidir. Birinci halde isnat edilen fiile iliĢkin olarak yapılan ceza yargılaması sonucunda verilen mahkumiyet hükmü, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya doğrudan etki etmektedir. Hakarete konu fiilin suç teĢkil etmemesi 254 durumunda ise ya isnat edilen fiilin doğru olup olmadığının anlaĢılmasında kamu yararı bulunmalı ya da Ģikayetçinin ispata razı olması gerekir. TCK’da kabul edilen sisteme göre, isnadın konusunun suç teĢkil etmesi durumunda, hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin bu konuda bekletici sorun kararı vermesi gerekir. Maddede, sadece fiil isnadında bulunulan kiĢi hakkında verilen mahkumiyet kararının hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya etki edeceği hüküm altına alınmıĢtır. Buna göre hakaret edilen kiĢinin mahkum olması halinde, isnat ispatlanmıĢ sayılacağı için hakaret eden cezalandırılmayacaktır. Her ne kadar maddede düzenlenmemiĢ olsa da fiil isnadında bulunulan kiĢinin, yapılan yargılama sonucunda beraat etmesi halinin de hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkeme üzerinde bağlayıcı etki doğurması gerekir. Bu durumda hakaret ispatlanamamıĢ sayılacağından, isnatta bulunan kiĢinin hakaret suçundan dolayı sorumluluğu cihetine gidilebilecektir. Ġsnat edilen suçla ilgili verilen mahkumiyet ve beraat haricindeki kararların hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkemeye nasıl etki edeceği de kanunda düzenlenmiĢ değildir. Her ne kadar madde gerekçesinde “Hakarete uğrayan kişi hakkında, isnat edilen fiil dolayısıyla takipsizlik kararı veya açılan davada düşme kararı verilmiş olması halinde de; isnadın doğruluğu ispat edilmemiş sayılacaktır” denilse de gerekçedeki bu ifadenin kabul edilebilir olduğunu düĢünmemekteyiz. Dolayısıyla mahkumiyet ve beraat dıĢında verilen hükümleri de ayrı bir değerlendirmeye tabi tuttuk. Ġsnat edilen suçla ilgili sanık hakkında güvenlik tedbirlerine hükmedilmiĢ olması veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi halinde sanığın, isnat edilen suçu iĢlediği artık sabittir. Böyle bir durumda, hükmü veren mahkeme, aslında sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili tespit etmiĢ ve bunun bir suç olduğuna karar vermiĢtir. Bu bakımdan hakaret edilen kiĢi hakkında güvenlik tedbirine hükmedildiği veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verildiği durumlarda da isnadın ispatlandığını kabul etmek gerekir. Davanın reddi kararıyla ilgili tartıĢılacak bir husus ise bulunmamaktadır. Zira aynı fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiĢ bir hüküm veya açılmıĢ bir dava varsa davanın reddine karar verilir (CMK md. 223, f. 7). Dolayısıyla isnadın ispatı bakımından göz önünde bulundurulacak hüküm, daha önceden verilen veya açılmıĢ dava sonucunda verilecek hükümdür. Ġsnat edilen suçla ilgi kiĢi hakkında bir soruĢturma veya kovuĢturmaya baĢlanmıĢ ancak bu esnada düĢme sebepleri gerçekleĢmiĢ ise soruĢturma evresinde kovuĢturmaya yer olmadığı kararı; kovuĢturma evresinde ise düĢme kararı verilecektir. Böyle bir durumda 255 hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin isnadın doğru olup olmadığını araĢtırması gerekir. Ancak isnadın yapılmasından önce, düĢme sebeplerinin gerçekleĢmesi nedeniyle, hakaret suçunun mağduru hakkında söz konusu fiilden dolayı soruĢturma ve kovuĢturma yapılamıyor ise isnadın ispatlanamadığının kabul edilmesi gerekir. Ġsnat edilen fiilin suç teĢkil etmemesi durumunda isnadın ispatında ancak kamu yararının bulunması veya ilgilinin isnadın ispatına razı olması durumunda isnadın ispatlanması talebi kabul edilebilir. Böyle bir durumda hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkeme CMK'nın 218'inci maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre hareket etmelidir. Muhakeme hukukunda, muhakeme konusu uyuĢmazlıkları birbirlerine yaklaĢtıran ve onları birbirine bağlayan ortak noktalara bağlantı; söz konusu uyuĢmazlıklara da bağlantılı uyuĢmazlıklar adı verilir. Bağlantılı davaların her ikisinin de ceza davası olması durumunda birleĢtirilmelerinin mümkün olduğunu; ancak buna CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında olduğu gibi kanun koyucu tarafından istisna getirilebileceğini belirttik. Ceza davaları arasında bağlantının olması, bu davaların her zaman birleĢtirilmesi gerektiği anlamına gelmez. Bağlantılı ceza davalarının birleĢtirilebilmesi için davaların birleĢtirilmesinde yarar bulunmalıdır. Davaların birleĢtirilmesinde yarar bulunup bulunmadığını yargılamayı yapan mahkeme tayin edecekse de mahkemenin birleĢtirmeye iliĢkin vermiĢ olduğu karar denetime tabidir. Ayrıca birleĢtirilecek her iki davanın da kovuĢturma evresinin aynı aĢamasında olması gerekir. Bu bakımdan, görülen davalardan birisi hüküm aĢamasına gelmiĢ, diğeri ise henüz duruĢma hazırlığı aĢamasında ise davaların birleĢtirilmesi mümkün değildir. Kanunlarda bağlantılı davaların birleĢtirilmesine bir yasak getirilmediği müddetçe, bağlantılı davaların birleĢtirilmesi mahkemelerin takdirinde olan bir husustur. Takdir yetkisinin davaların birleĢtirilmesinden yana kullanılmadığı zaman aynı uyuĢmazlık konusu ile ilgili, mahkemelerden birinin verdiği kararının diğer mahkeme için bağlayıcılığı gündeme gelir. Dar bağlantının bir türü olan objektif bağlantı durumunda her iki davada sanık olan kiĢilerin farklı kiĢiler olması sebebiyle, kurulan hükümlerin birbirleri için etkili olmaması esastır. Ancak ayrı yapılan yargılamalarda mahkeme, objektif nitelikli bir karar vermiĢ ise bu hükmün diğer yargılamaya, bu yargılamadaki sanığın lehine olmak kaydıyla, etki etmesi kabul edilmelidir. Örneğin kasten öldürme suçundan dolayı yapılan yargılamada 256 mağdurun ölmediği, bilakis intihar ettiği ortaya çıkmıĢ ve bunun sonucunda sanık kasten öldürme suçunu iĢlemediği gerekçesi ile beraat etmiĢ ise; aynı olaydan dolayı daha sonra yargılanmak zorunda kalınan azmettiren kiĢinin de bu hükümden faydalanması gerekir. Sübjektif bağlantının söz konusu olduğu durumlarda ise önceki davada sanığın kendisini savunma imkanı bulduğu ve bu sayede temel bir sanık hakkı olan hukuki dinlenilme ilkesine riayet edildiği için daha önceki kurulan hükmün, bağlayıcılık etkisi için belirtilen Ģartları yerine getirilmesi Ģartıyla, sonraki yapılan yargılamayı etkilemesi gerekir. Bazı suç tanımlarında suçun iĢlenebilmesi, kendinden önce iĢlenmiĢ bir baĢka suçun varlığına bağlı kılınmıĢ olabilir. Kendisine bağlı kılınan suç, temel suçun öncülü konumundadır ve bu suçlara öncül suç adı verilmektedir. Öncül suçla ilgili bir mahkeme hükmü veya hakim ya da mahkeme kararı, asıl suç için bir unsur etkisi doğurur. Dolayısıyla asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, bu kararın veya hükmün yalnızca varlığını tespit eder. Bu kararın veya hükmün doğru olup olmadığını ise denetlemez. ÇalıĢmamızda öncül suç, asıl suç iliĢkisi içerisinde incelediğimiz suçlardan suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değeri; suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun konusunu, daha önce iĢlenmiĢ bir suçtan elde edilen değerler; bilgi vermeme suçunun konusunu, suç iĢlemek suretiyle elde edildiği öğrenilen eĢya; suçluyu kayırma suçunun konusunu, hakkındaki soruĢturma daha sonra baĢlamıĢ olsa bile, suçlu kiĢi; suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçu ile suç delillerinin yerini bildirmeme suçlarının konusunu, daha önce iĢlenmiĢ bir suçun delili oluĢturmaktadır. Görüleceği gibi belirtilen bütün bu suçların konusu daha önce iĢlenen bir suçun varlığına bağlıdır. Dolayısıyla belirtilen bu suçların oluĢtuğunu kabul edebilmemiz için bu suçların öncülü olan suçların iĢlendiğinin kesin bir hükümle belirlenmiĢ olması gerekir. Öncül suça iliĢkin verilen her bir hükmün asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya etkisi farklı olduğu için hüküm çeĢitlerini ayrı ayrı değerlendirdik. Yüklenen fiilin kanunda suç olarak düzenlenmemesi, yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeni bulunması ve yüklenen suçun sanık tarafından iĢlendiğinin sabit olmaması nedenleriyle öncül suç faili hakkında beraat kararı verilmesi, yukarıda belirttiğimiz bütün suçlar açısından aynı etkiyi doğurur ve böyle durumlarda, asıl suçtan dolayı yargılama yapan mahkemenin sanık hakkında beraat kararı vermesi gerekir. 257 Yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması nedeniyle verilen beraat kararında ise aslında ortada suç vardır, fakat bu suçun öncül suça iliĢkin yapılan yargılamada sanık olarak bulunan kiĢi tarafından iĢlenmediği kesin bir Ģekilde ortaya çıkmıĢtır. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçları için önemli olan husus, öncül suçun var olup olmadığıdır. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunda da öncül suçun faili ile bir bağlantı kurulmadan, bir suçun delillerinin yok edilmesi, silinmesi, gizlenmesi, değiĢtirilmesi veya bozulmasından bahsedilmektedir. Suç delillerini bildirmeme suçunda da önemli olan husus, bir suçun delillerinin saklandığı yerin bilinmesidir. Öncül suçun kim tarafından iĢlendiğinin bilinmesi ise önemli değildir. Öncül suçun faili hakkında bu gerekçe ile bir beraat kararı verilmesi halinde, asıl suçtan yargılama yapan mahkeme, öncül suçun gerçekleĢmediğine karar veremez. Bu mahkeme, öncül suç hakkında kurulan hükümle bu yönüyle bağlıdır. Öncül suçtan sanık olarak yargılanan kiĢi hakkında bu nedenle verilen beraat kararının asıl suça etkisi farklı olur. Yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması durumunda verilen beraat kararı, diğer suçlardakinin aksine, suçluyu kayırma suçunun oluĢmasına engel olur. Çünkü bu gerekçe ile verilen beraat kararı kayrılan kiĢinin suçlu olmadığını ortaya çıkarmıĢtır. Suçlu olmadığı kesin hükümle sabit olan bir ki msenin kayrılmasının ise suç teĢkil edeceğinden bahsedilemez. Öncül suç kapsamında incelediğimiz suçların iĢlendiğinin söylenebilmesi için öncül suçun iĢlendiğinin kesin bir hükümle tespit edilmiĢ olması gerekir. Mahkumiyet hükmü de sanığın yüklenen suçu iĢlediğinin sabit olması halinde verilir. Dolayısıyla öncül suç hakkında verilen mahkumiyet hükmünün kesinleĢmesi üzerine, asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğini artık araĢtırmamalıdır. Öncül suçun iĢlendiğinden hareketle asıl suçtan dolayı yargılamayı yapmalıdır. Öncül suç faili hakkında örneğin kusursuz olduğu gerekçesi ile veya Ģahsi cezasızlık sebepleri bulunduğu için ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmiĢ olsa bile, asıl suç faili hakkında mahkumiyet kararı verilebilir. Çünkü böyle bir durumda, öncül suçun gerçekleĢtiği belirlenmiĢ ancak ceza siyaseti gereği failin cezalandırılmasından sarfınazar edilmiĢtir. Dolayısıyla öncül suç faili hakkındaki ceza verilmesine yer olmadığı kararı, asıl suçtan dolayı yapılan yargılamada, aynen mahkumiyet kararının doğurduğu etkiye sahip olur. Davanın reddi kararı ile ilgili tartıĢılacak bir husus ise bulunmamaktadır. Aynı fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiĢ bir hüküm veya açılmıĢ bir dava varsa davanın 258 reddine karar verilir (CMK md. 223, f. 7). Dolayısıyla asıl suçtan dolayı yapılan yargılamada göz önünde bulundurulması gerekli hüküm, daha önceden verilen veya açılmıĢ dava sonucunda verilen hükümdür. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu ile ilgili olarak, öncül suç hakkında davayı veya cezayı düĢüren nedenlerin bulunması, aklama suçunun oluĢmasını engellemez. Aynı durum suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu açısından da geçerlidir. Suçluyu kayırma suçu teĢkil eden hareketlerin yapıldığı esnada, öncül suç takip edilebilir bir suç olmaktan çıkmıĢ ise kayırma teĢkil eden hareketleri gerçekleĢtiren kiĢi, suçluyu kayırma suçundan sorumlu olmaz. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçu ile suç delillerini bildirmeme suçu açısından da aynı durum söz konusudur. Buna karĢılık, suçluyu kayırma suçunu, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme ya da suç delillerini bildirmeme suçunu teĢkil eden hareketler yapıldıktan sonra, öncül suç hakkında kanundaki düĢme sebeplerinden birisinin gerçekleĢmesi nedeniyle davanın düĢmesine karar verilmiĢ ise bu hüküm asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya öncül suçun iĢlenmediğini kabul yönünde etki etmeyecektir. 259 KAYNAKLAR Abel, G. (1961). Rechtskraft und Feststellungswirkung des Strafurteils. Nürnberg. Akbulut, B. (2010). Türk Ceza Kanunu ile Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi. Ankara. Akcan, R. (1988). Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Birbirine Etkisi, YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Akçin, Ġ., Erel, K., Hatipoğlu, C., Bozoğlu, S., Fazla, Y., Örer, F. B. ve Özbey, Ö. (2012). Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları (2005-2012). Ankara. Akkan, M. (2009). Medeni Usul Hukukunda Tarafların Farklı Olması Durumunda Kesin Hükmün Delil Niteliği. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 11(Özel Sayı). AkkaĢ, A. H. (2008). KoĢullu Salıverilme. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XII ( sayı 1-2). Akkaya, M. (2000). Vergi Mahkemesi ve Ceza Mahkemesi Kararlarının EtkileĢimi Üzerine Bir Ġnceleme. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 49,sayı 1-4. Akyılmaz, B. (2000). İdari Usul İlkeleri Işığında İdari İşlemin Yapılış Usulü. Ankara. Akyılmaz, B., Sezginer, M. ve Kaya, C. (2014). Türk İdare Hukuku. (GüncelleĢtirilmiĢ 5. Baskı). Ankara. Alacakaptan, U. (1975). Suçun Unsurları. Ankara. Alangoya, Y. (1979). Medeni Usul Hukukunda Vakıaların ve Delillerin Toplanmasına İlişkin İlkeler. Ġstanbul. Alıca, S. (2008). Türkiye’de Çevre Suçları. Uğur Alacakaptan’a Armağan, cilt 1, Ġstanbul. Alt, R. (2014). § 324. Münchener Kommentar zum StGB, (2. Auflage). München. Aral, V. (2010). Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine. Ġstanbul. Arslan, Ġ. (1980). Ceza Hukuku Kurallarının Haksız Fiilden Doğan Tazminat Taleplerine Etkisi. Yargıtay Dergisi, Ekim, 6, (4). Arslan, R. ve Tanrıver, S. (2001). Yargı Örgütü Hukuku. (2. Baskı). Ankara. Artuk, M. E., Gökcen, A. ve Yenidünya, A. C. (2013). Ceza Hukuku Özel Hükümler. (YenilenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 13. Baskı). Ankara. AĢık, Ġ. (1998-1999). Ceza ve Hukuk Yargılama Usulleri Arasındaki BaĢlıca Farklar ve Bunun Ġki Yargılama Faaliyetinin Birbirini Etkilemesi Açısından Önemi. Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2(2). Atay, E. E. (2014). İdare Hukuku. (GüncellenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 4. Bası). Ankara. 260 Balcı, M. (2013). Ceza Muhakemesinde Hüküm ve Çeşitleri. Ankara. Baldus, M. (1995). Die Einheit der Rechtsordnung. Berlin. Baykal, A. (1973, Mayıs-Haziran). Ceza Davası Sırasında YaĢ Kayıtlarının Düzeltilmesi. Adalet Dergisi, 64(5-6). Belgesay, M. R. (1942). Yalan Yemin Suçunun Ġspatına Dair Türkiye Temyiz Mahkemesi Tevhidi Ġçtihat Kararının Analizi. Adliye Ceridesi, 6. Beulke, W. (2004). Strafprozessrecht. Heidelberg. Binding, K. (1915). Strafrechtliche und Strafprozessuale Abhandlungen. (Zweiter Band). München und Leipzig. Bilge, N. (1974). Yargısal Ġçtihatların Bağlayıcı Etkileri ve Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları. Dr. A. Recai Seçkin’e Armağan. Ankara. Bilge, N. (1966). Yargıtay Kurullarında GeliĢme ve Reform Zorunluluğu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 22(1). Bloomeyer, A. (1968). Kesin Hüküm Tesiri ve Sınırları (çev. Yazman, Ġrfan). Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 25(3-4). Bötticher, E. (1960). Die Bindung der Gerichte an Entscheidungen anderer Gerichte. Karlsruhe. Bräutigam-Ernst, S. (2010). Die Bedeutung von Verwaltungsvorschriften für das Strafrecht. Baden-Baden. Breuer, R. (1988). Empfehlen sich Änderungen des strafrechtlichen Umweltschutzes insbesondere in Verbindung mit dem Verwaltungsrecht?. Neue Juristische Wochenschrift, 34. Bruns, H. J. (1957). Bindet die Rechtskraft Deklaratorischer Urteile Der Zivil- und Verwaltungsgerichte Auch Den Strafrichter?.Festschrift Für Friedrich Lent Zum 75. Geburtstag, München und Berlin. BT-Drs, 15/999. BT- Drs, 15/1508. BT-Drs, 15/3482. Centel, N. ve Zafer, H. (2014). Ceza Muhakemesi Hukuku. (YenilenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 11. Bası). Ġstanbul. Centel, N., Zafer, H. ve Çakmut, Ö. (2008). Türk Ceza Hukukuna Giriş. (5. Bası). Ġstanbul. Cihan, E. ve Yenisey, F. (2004). Ne bis in idem Ġlkesi. Çetin Özek Armağanı, Ġstanbul. CoĢkun, K. (2001). Ġçtihatların BirleĢtirilmesi. Ankara Barosu Dergisi, 1. 261 CoĢkun, N. (2003). Karaparanın Aklanması Suçu. YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Konya. CoĢkun-Karadağ, N. (2009). Hukuki Güvenlik Ġlkesinin Vergi Planlamasında TaĢıdığı Anlam. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan, cilt 1, Ankara. Çağlayan, M. (1966). Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Cilt 2. Ankara. Çağlayan, R. (1999). Ġdari Yargıda Kesin Hüküm. Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, III (1). Çağlayan, R. (2011). İdari Yargılama Hukuku. Ankara. Çenberci, M. (1964). Hukuk Davalarında Kesin Hüküm. Adalet Dergisi, 9-12. Çifter, A. (2005). YasadıĢı Grev ve Sonuçları. İktisat Fakültesi Mecmuası, 55(1). Dagmar, F. (1998). Einheit der Rechtsordnung: zur verfassungsrechtlichen Relevanz einer juristischen Argumentationsfigur, Tübingen. Değirmenci, O. (2007). Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçu. Ankara. Demirkol, F. (1991). Yargı Bağımsızlığı. Ġstanbul. Detterbeck, S. (2007). Art. 97. Grundgesetz Kommentar (Herausgegeben von Michael Sachs), München. Donay, S. (2008). Ceza Mahkemesinde Yargılanan Vergi Suçları. Ġstanbul. Döner, A. (2008). Anayasa Mahkemesi Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığına ĠliĢkin Bazı Sorunlar. Prof. Dr. Ergun Özbudun’a Armağan, cilt II, Ankara. Dönmezer, S. (2001). Kişilere ve Mala Karşı Cürümler. (16. Bası). Ġstanbul. Dönmezer, S. (2005). Kolluğun Zor Kullanma Yetkisi ve Ġnsan Hakları. Kolluğun Silah Kullanma Yetkisi, Ġstanbul. Dönmezer, S. (1943). Mahkeme Ġçtihatları. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, IX (1-2). Dönmezer, S. ve Erman, S. (1999). Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım. cilt II, (Yeniden Gözden GeçirilmiĢ On ikinci Bası). Ġstanbul. Dülger, Ġ. (2009). 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 127. Maddesinin Anayasaya Uygunluğu Sorunu. 3. Yılında Yeni Ceza Adaleti Sistemi (Editör: Öztürk, Bahri), Ankara. Dülger, M. V. (2011). Suç Gelirlerinin Aklanmasına İlişkin Suçlar ve Yaptırımları. Ankara. 262 Engelhardt, H. (2008). § 262. Karlsruher Kommenter Zur Strafprozessordnung (Herausgegeben von Hannich, Rolf), (6. Auflage). München. Engisch, K. (1935). Die Einheit der Rechtsordnung. Heidelberg. Erçin, F. (2000). Ceza Mahkemesi Kararlarının Hukuk Mahkemesine Etkisi - Borçlar Kanunu 53.maddesi. Ġstanbul. Erem, F. (1963). Ceza Usulünde Kesin Hüküm. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 20(3-4). Erem, F. (1978). Ceza Usulü Hukuku. (GeniĢletilmiĢ BeĢinci Baskı). Ankara. Erem, F. (1985). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Cilt 3. Ankara. Erem, F. (1985). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Cilt 4. Ankara. Erem, F. (1993). Türk Ceza Kanunu Şerhi Özel Hükümler Cilt 3. Ankara, Eren, F. (2012). Borçlar Hukuku Genel Hükümler. (14. Baskı). Ankara. Ergül, E. (2005). Kara Ekonomi ve Aklama Suçu. Ankara. Ersoy, Y. (1973). Çalışma Hürriyetine Karşı Suçlar. Ankara. Eschelbach, R. (2010). § 262. Strafprozessordnung Kommentar (Herausgegeben von Graf, Jürgen Peter), München. Feyzioğlu, M. (1999). Suçsuzluk Karinesi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 48(1-4). Feyzioğlu, M. (2002). Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat. Ankara. Gollwitzer, W. (2001). §262. Löwe-Rosenberg Kommentar. (Vierter Band). Berlin. Gökcen, A. (2013). Belgede Sahtecilik Suçları. (3. Baskı). Ankara. Gözler, K. (2007). Res Ġudicata’nın Türkçesi Üzerine. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 56( 2). Gözler, K. (2013). Hukuka Giriş. (10. Baskı). Bursa. Grunsky, W. (1968). Zur Bindungswirkung der Materiellen Rechtskraft im Strafprozess. Tübinger Festschrift für Eduard Kern, Tübingen. Grünwald, G. (1964). Die Teilrechtskraft im Strafverfahren. Göttingen. Günther, H. L. (1983). Strafrechtswidrigkeit und Strafunrechtsausschluβ. Köln; Berlin; Bonn; München. GülĢen, R. (2005, Eylül). Yeni Türk Ceza Kanunu ve Milletlerarası Ceza Hukuku Bağlamında Non Bis in Ġdem Ġlkesi. Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’ye Armağan, (6). 263 Güngör, D. ve Okuyucu-Ergün, G. (2009). Ceza Muhakemesinde Bekletici Sorun Kararının Dava ZamanaĢımının Durmasına Etkisi. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, (83). Haaf, E. (1984). Die Fernwirkungen gerichtlicher und behördlicher Entscheidungen. Paderborn. Hakeri, H . (2013). Ceza Hukuku Genel Hükümler. (16. Baskı). Ankara. Hakeri, H. (2014). Ceza Hukuku Genel Hükümler. (17. Baskı). Ankara. Hatipoğlu, M. ve Parlar, A. (2005). Özel Ceza Yasaları Uygulamalarında Ekonomik ve Ticari Suçlar. Ankara. Heil, U. (1983). Die Bindung Der Gerichte an Entscheidungen anderer Gerichte. Bochum. Hellmann, J. (1954). Die Bindung des Strafrichters an Straf-, Zivil- und Verwaltungsgerichtsurteile. Iburg. Hızlı, Y. (1984). Türk Vergi Hukukunda Kaçakçılık Suçu. Ankara. Horn, E. (1988). Bindung des Strafrechts an Entscheidungen der Atombehörde. Neue Juristische Wochenschrift, Heft 35. Hübenett, C. (1986). Rechtswidrige behördliche Genehmigung als Rechtfertigungsgrundein gelöstes strafrechtliches Problem?.Bonn. Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/574), TBMM, Dönem 23, Yasama Yılı: 3. Jescheck, H. H. ve Weigend, T. (1996). Lehrbuch des Strafrechts Allgemeiner Teil, (5. vollständig neubearbeitete und erweiterte Auflage). Berlin. Kaban, M., AĢaner, H., Güven, Ö. ve Yalvaç, G. (2001). Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları. Ankara. Kaboğlu, Ġ. (2009). Anayasa Hukuku Dersleri Genel Esaslar. (Gözden GeçirilmiĢ 5. Baskı). Ġstanbul. Kaiser, E. (1972). Bindung des Strafrichters an Zivilurteile in Verfahren nach § 170 b StGB. Neue Juristische Wochenschrift, Heft 41. Kaneti, S. (2007). Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru. Ġstanbul. Kaneti, S. (1989). Vergi Hukuku. Ġstanbul. Kangal, Z. (2011). Kabahatler Hukuku. Ġstanbul. Kant, I. (2009). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (çev. Kuçuradi Ġ.). (Dördüncü Baskı). Ġstanbul. Kantar, B. (1957). Ceza Muhakemeleri Usulü Birinci Kitap. (Dördüncü Bası), Ankara. 264 Karaman, E. (2013). Karşılaştırmalı Anayasa Yargısında Bireysel Başvuru Yolu. Ġstanbul. Karslı, A. (2012). Medeni Muhakeme Hukuku. (3. Baskı). Ġstanbul. Katoğlu, T. (2003). Ceza Hukukunda Hukuka Aykırılık. Ankara. Kayalar, M. (1955). Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 314’üncü Maddesi 2’inci Fıkrası Tatbikatı Hakkında. Ankara Barosu Dergisi, (6). Keçelioğlu, E. (2010, Mart-Nisan). Kusurluluğu Ortadan Kaldıran Sebeplerle Hukuka Uygunluk Sebepleri Arasındaki Ayrımın TCK’nın Uygulaması Bakımından Pratik Sonuçları. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, (87). Kılıçoğlu, A. (1972). Haksız Fiillerden Sorumlulukta Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk ĠliĢkisi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 29( 3-4). Kirchhof, P. (1978). Unterschiedliche Rechtswidrigkeiten in einer einheitlichen Rechtsordnung. Heidelberg-Karlsruhe. Koca, M. ve Üzülmez, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 7. Baskı). Ankara. Koca, M. ve Üzülmez, Ġ. (2013). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara. Kocasakal, Ü. (2008). Karapara Aklama ile Mücadele ve Yeni Türk Ceza Kanununun 282. Maddesinde Düzenlenen Suç Gelirlerinin Aklanması Suçu. Karapara Aklama ve Terörizmin Finansmanı (Editör: Süleyman Aydın), Ankara. Kocasakal, Ü. (2000). Karapara Aklama Suçu, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul. Koch, H. J. (1963). Ist der Strafrichter an Zivilurteile Gebunden?. Hamburg. Köküsarı, Ġ. (2008, Kasım-Aralık). Hukuk Devletinde Bireyin Hukuki Güvenliği ve Önemi. Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi,(51-52). Köküsarı, Ġ. (2009). Anayasa Mahkemesi Kararlarının Türleri ve Nitelikleri. Ġstanbul. Kugler, R. (1955). Die Bindung des Strafrichters an Zivilurteile. Nürnberg. Kühl, K. (1987). Probleme der Werwaltungsakzessorietät des Strafrechts. Festschrift für Karl Lackner zum 70. Geburstag am 18. Februar, Berlin-Newyork. Kunter, N. (1989). Ceza Muhakemesi Hukuku. (YenileĢtirilmiĢ ve GeliĢtirilmiĢ Dokuzuncu Bası). Ġstanbul. Kunter, N. (1949). Suçun Kanuni Unsurları Nazariyesi. Ġstanbul. Kuru, B., Arslan, R. ve Yılmaz E. (2011). Medeni Usul Hukuku. (22. baskı). Ankara. Kuru, B. (2001). Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 5. (altıncı baskı). Ġstanbul. Kuru, B. (2001). Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 2. (altıncı baskı). Ġstanbul. Kuru, B. (1977). İçtihatların Birleştirilmesi Yolu ile İlgili Bazı Sorunlar. Ankara. Kuru, B. (1988). Tespit Davaları. (2. Basım). Ġstanbul. 265 Kuttner, G. (1914). Urteilswirkungen Ausserhalb des Zivilprozesses. München. Lenckner, T. (2010). § 170. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch. (28. Auflage). München. Lenckner, T. (2010). § 190. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch. (28. Auflage). München. Mahmutoğlu, F. S. ve Talas, S. (2007, Ocak.). Avukatların Görev Suçları ve Yargılanması Rejimi, İstanbul Barosu Dergisi Ceza Hukuku Özel Sayısı. Meran, N. (2006). Kamu Görevlisine ve Adliyeye İlişkin Suçlar. Ankara. Meyer-GOβNER, L. (2005). Strafprozessordnung, Gerichtsverfassungsgesetz, Nebengesetze und ergänzende Bestimmungen. (48. Neu bearbeitete Auflage). München. Moschüring, H. (1993). § 262. Reihe Alternative Kommentare Kommentar zur Strafprozeβordnung. Band 2, Teilband 2 (Gesamtherasugeber Wassermann Rudolf), Luchterhand. Narmanlıoğlu, Ü. (2001). İş Hukuku II (Toplu İş İlişkileri). Ġzmir. Oğurlu, Y. (2003). Ceza Mahkemesi Kararının Disiplin Cezalarına Etkisi ve Sorunu Ne Bis Ġn Ġdem Kuralı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 52(2). Oğuzman, K. (1952, Mart). HUMK’nun Ġspatını Kanuni Delile Tabi Tuttuğu Bir Mesele Bir Suç Dolayısıyle Ceza Mahkemesinde Mevzubahis Olunca Her Türlü Delille Ġspat Edilebilir mi?. İstanbul Barosu Dergisi, XXVI( 3). Oytan, M. (1996, Temmmuz-Ağustos). Mevzuatın Ayıklanması ve Yürürlükte Olanların Tek Metin Halinde Derlenmesi ÇalıĢmaları ve Sonuçları. Yeni Türkiye Dergisi Yargı Reformu Özel Sayısı, 2(10). Önder, A. (1994). Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar. Ġstanbul. Önen, E. (1981). İnşai Dava. Ankara. Özbek, V. Ö., Kanbur, M.N., Doğan, K., Bacaksız, P. ve Tepe, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. (GeniĢletilmiĢ ve GüncellenmiĢ 7. Baskı). Ankara. Özen, M. (2010). Non Bis Ġn Ġdem (Aynı Fiilden Dolayı Ġki Kez Yargılama Olmaz) Ġlkesi. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XIV( 1). Özgenç, Ġ. (1996). DavranıĢ Normları Teorisi Haksızlık ve Müeyyide ĠliĢkisi. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Prof. Dr. M. Şakir Berki’ye Armağan, 5( 1-2). Özgenç, Ġ. (1994, Ocak-ġubat-Mart). Emniyet Görevlilerinin Silah Kullanması Üzerine DüĢünceler. İstanbul Barosu Dergisi, 68(1-2-3). Özgenç, Ġ. (2002, Temmuz). Non Bis Ġn Ġdem Kuralının Milletlerarası Değeri ve TCK.nun 10/A Maddesi Hükmüne ĠliĢkin Değerlendirme. Yargıtay Dergisi, 28(3). 266 Özgenç, Ġ. (2013). Suç Örgütleri. (Gözden GeçirilmiĢ ve GeniĢletilmiĢ 7. Bası). Ankara. Özgenç, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 10. Bası). Ankara. Özkaya-Ferendeci, H. Ö. (2009). Kesin Hükmün Objektif Sınırları. Ġstanbul. Öztürk, B., Özbek, V. Ö. ve Erdem, M. R. (2001). Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku. (Gözden GeçirilmiĢ ve GeniĢletilmiĢ 6. Baskı). Ankara. Parlar, A. ve Hatipoğlu, M. (2008). Hakaret Suçları ve Tazminat Davaları. Ankara. Peine, F.J. (1990). Privatrechtsgestaltung durch Anlagengenehmigung. Neue Juristische Wochenschrift. Pekcanıtez, H. (1980). Bekletici Sorun. Ege Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1(1-4). Pekcanıtez, H., Atalay, O. ve Özekes, M. (2011). Medeni Usul Hukuku. (12. Bası). Ankara. Postacıoğlu, Ġ. (1975). Medeni Usul Hukuku Dersleri. Ġstanbul. Renzikowski, J. (1992). Wertungswidersprüche als (straf-) rechtsmethodisches Problem. Goldammer’s Archiv für Strafrecht. Rosenberg, L., Schwab, K. H. ve Gottwald, P. (1993). Zivilprozessrecht. München. Rotsch, T. ve Sahan, O. (2005). Verbindung und Trennung von Strafsachen. Juristische Arbeitsblätter. Roxin, C. (2006). Strafrecht Allgemeiner Teil. Band I, (4. vollständig neu bearbeitete Auflage). München. Roxin, C. ( 1995). Strafverfahrensrecht. (24. Auflage). München. Rudolphi, H.J. (1984). Primat des Strafrechts im Umweltschutz. Neue Zeitschrift für Strafrecht. Rupp, H. (1968). Zur Bindungswirkung der Entscheidungen des Bundesverfassungsgerichts. Tübinger Festschrift für Eduard Kern, Tübingen. Samson, E. (1995). § 259. Systematischer Kommentar zur Strafgesetzbuch. (5 und 6. neuarbeitete Auflage). Berlin. Schall, H. (1990). Umweltschutz durch Strafrecht: Anspruch und Wirklichkeit. Neue Juristische Wochenschrift. (1993). Zur Bindung des Strafrichters an fehlerhafte behördliche Scheele, R. Genehmigungen im Umweltstrafrecht. Berlin. Schmidt, E. (1964). Lehrkommentar zur StrafprozessoRnung Gerichtsverfassungsgesetz Teil I. Göttingen. Schmidt, G. (1966). Schuldspruch und Rechtskraft. Juristische Zeitung. zum 267 Schmidt, R. ve Priebe, K. (2007). Strafrecht Besonderer Teil I. (6. Auflage). Grasberg bei Bremen. Schmitz, R. (2014). Vorbemerkung zu den §§ 324 ff. Münchener Kommentar zum StGB. Band 5, (2. Auflage). Scholz, F. ( 1955). Die Rechtssicherheit. Berlin. Schwab, K. H. (1960). Bindungs des Strafrichters an rechtskräftige Zivilurteile. Neue Juristische Wochenschrift. Selçuk, S. (1973, Kasım). Medeni Usul Hukukunda Kesin Hüküm, ġartları, Kesin Hüküm Ġtirazı. Adalet Dergisi. Soyaslan, D. (2014). Ceza Hukuku Özel Hükümler. (GüncelleĢtirilmiĢ 10. Baskı). Ankara. Spinellis, D. (1962). Die Materielle Rechtskraft des Strafurteils. München. Steinmetz, J. (2012). § 84. Münchener Kommentar zum StGB (Herausgegeben von Joecks, Wolfgang; Miebach, Klaus), (2. Auflage). München. Stenberg-Lieben, D. (2010). § 84. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage). München. Stree, W. (2010). § 257. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage). München. Stree, W. (2010). § 258. Schönke/Schröder, Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage). München. Sunay, S. ġ. (1997). İdari Yargılama Usulüne Hakim Olan İlkeler Karşısında İsbat ve Delil Hususları. Ġstanbul. ġahin, C. (1999, Mayıs). Türk Ceza Kanunu ve Tasarısında Suçlunun Kayrılması Suçları. Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi, 15(102). ġahin, C. (2014). Ceza Muhakemesi Hukuku. Birinci Cilt, (Gözden GeçirilmiĢĢ ve GüncellenmiĢ 5. Baskı). Ankara. ġahin, C. ve Göktürk, N. (2013). Ceza Muhakemesi Hukuku. Ġkinci Cilt, (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 2. Baskı). Ankara. ġener, E. (1997). Uygulamada ve Teoride Her Yönüyle Boşanma. Ankara. ġenyüz, D. (2012). Vergi Ceza Hukuku. Bursa. Talas, S. (2013). Türk Ceza Kanunu’nda Çevrenin Kasten ve Taksirle Kirletilmesi Suçları. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, LXXI(1). Tan, H. (1951, Mayıs). Medeni Hukuk Münasebetlerine Müteallik Meselelerde Ceza Mahkemesinin Yetkisi. Adalet Dergisi, (5). 268 Taner, T. (1950). Ceza Muhakemeleri Usulü. (Ġkinci bası). Ġstanbul. TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri Üzerindeki Görüşmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara (Yayın Yılı BelirtilmemiĢ) Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/335), TBMM, Dönem 23, Yasama Yılı:2 Tezcan, D., Erdem, M. R. ve Önok, M. (2013). Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku. (9. Baskı). Ankara. Tolksdorf, K. (1999). Zur Bindung des Strafrichters an Feststellungen rechtskräftiger Strafurteile. Festschrift für Gerald Grünwald. (1. Auflage). Baden- Baden. Tosun, Ö. (1981). Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri. cilt 1, Genel Kısım, (Üçüncü Bası). Ġstanbul. Trousil, T. J. (2005). Die Bindung des Zivilricters an strafgerichtliche Erkenntnisse. Köln. Tschöpe, H. G. (1934). Die Grenzen der Bindung des Strafrichters an die Präjudiziellen Entscheidungen Gerichtlicher und Sonstiger Behörden. Jena. Tuncay, C. (2010). Toplu İş Hukuku. Ġstanbul. Tunçomağ, K. (1962). Mahkeme Kararları Kroniği. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, XXVIII(3-4). Tunçomağ, K. (1963). Mahkeme Kararları Kroniği. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, XXIX(1-2). Tunçomağ, K. ve Centel, T. (2008). İş Hukukunun Esasları. (5. Bası). Ġstanbul. Türker, E. (1980, Ocak). Ceza Mahkemesi Kararlarının Haksız Fiiller Konusunda Hukuk Hakiminin Kararlarına Etkisi. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi, XVI (1). Ünal, ġ. (1995). Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hakimlik Teminatı. Ankara. Ünver, Y. (1995-1996). Ceza Yargılaması Hukukunda Ġspata ĠliĢkin Bir Yargıtay ĠBK’nın Ġncelenmesi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, LV(1-2). Ünver, Y. (2012). Adliyeye Karşı Suçlar. (3. Baskı). Ankara. Ünver, Y. ve Hakeri, H. (2013). Ceza Muhakemesi Hukuku. (8. Baskı). Ankara. Ünver, Y. ve Nuhoğlu, A. (1999). Federal Almanya Çevre Ceza Hukuku. Ġstanbul. Üzülmez, Ġ. (2010, Nisan). Hakaret Suçu. Ceza Hukuku Dergisi, (12). 269 Von Arnauld, A. (2006). Rechssicherheit Perspektische Annäherungen an eine idée directrice des Rechts. Tübingen. Völzmann, A. (2006). Die Bindungswirkung von Strafurteilen im Zivilprozess. KölnBerlin-München. Waldeyer, K. (2006). Die Bedeutung eines rechtskräftigen Strafurteils im Rahmen der Strafzumessung. Hamburg. Wessels, J. ve Hillenkamp, T. (2005). Strafrecht Besonderer Teil 2. (28. neubearbeitete Auflage). Heidelberg. Yarsuvat, D. (1978). Çalışma Ceza Hukuku. Ġstanbul. Yasa, F. (1937). Yalan Yere Yemin Suçu ve Sübut Delilleri. Adliye Ceridesi, 9. YaĢar, O., Gökcan, H.T. ve Artuç, M. (2010). Yorumlu- Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Cilt VI. Ankara. YavaĢ, M. (2009). Senetle İspat ve Senede Karşı Senetle İspat Kuralları ile Bu Kuralların İstisnaları. Ankara. Yavuz, B. (2012). Kuruluş ve İşleyişi Bakımından Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı. Ankara. Yenisey, F. (2005). Kolluğun Zor ve Silah Kullanma Yetkisi:Mukayeseli Hukuk, AĠHM Kararları. Kolluğun Silah Kullanma Yetkisi, Ġstanbul. Yıldırım, N. D. (1996). Türk, İsviçre ve Alman Medeni Usul Hukukunda Kesin Hükmün Sübjektif Sınırları. Ġstanbul. YokuĢ Sevük, H. (2013). Çevre Hukuku. Ankara. Yurtcan, E. (1987). Ceza Yargılamasında Kesin Hüküm. Ġstanbul. Zaczyk, R. (1988). Bindungswirkung eines rechtskräftigen Strafurteils für das materielle Strafrecht. Goldammer’s Archiv für Strafrecht. Zafer, H. (2004). Faile Yardım Suçu ve Müdafiin Bu Suçtan Sorumluluğu. Ġstanbul. 270 271 ÖZGEÇMĠġ KiĢisel Bilgiler Soyadı, adı : AKKAġ Ahmet Hulusi Uyruğu : Türk Doğum Tarihi ve yeri : 18.06.1981, Kayseri Medeni Hali : Evli Telefon : 0312-216 20 88 e-posta :ahakkas@gazi.edu.tr Eğitim Bilgileri : 1. Yüksek Lisans Gazi Üniversitesi 2007 2. Lisans Selçuk Üniversitesi 2003 3. Lise Sümer Süper Lisesi 1999 ĠĢ Deneyimi 2005-2009 Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2009-Devam Ediyor Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yabancı Dil Ġngilizce, Almanca Yayınlar 1. “Ġfade Hürriyeti Bağlamında Halkı Kin ve DüĢmanlığa Tahrik Suçu (TCK m.216/1)”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt I, Sayı 1, yıl 2006 2. “Suçun Yapısında Objektif Cezalandırılabilme ġartları”, Ġlhan Üzülmez ile birlikte, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt II, Sayı 1-2, yıl 2007 3. “KoĢullu Salıverilme”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Atilla Özer Armağanı, Cilt XII, Sayı 1-2, yıl 2008 4. “Ġspanyol Yeni Ceza Kanunu’nda Modern Ceza Hukuku”, çeviri yayın, Ġlhan Üzülmez ile birlikte, Dünyada ve Türkiye’de Ceza Hukuku Reformları Kongresi, Cilt 1, Ġstanbul, 2013 5. “Ceza Hukukunda Varsayılan Rıza” çeviri yayın, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Prof. Dr. Doğan Soyaslan Armağanı, Cilt VIII, Sayı 2, yıl 2013 GAZI GELECEKTIR...