Cilt / Vol:3 Sayı / No :12 Temmuz/ July :2016 MİLLİYETÇİLİK VE TOPLUMSAL CİNSİYET Arş. Gör. Feride Güner Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Derleyen: Simten Coşar ve Aylin Özman İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, 389 sayfa. ISBN: 9789750518683 Milliyetçilik ve Toplumsal Cinsiyet, Tanıl Bora’nın editörlüğünde 2015 yılında yayınlandı. Bu derleme kitap, milliyetçiliğin cinsiyetçilikle olan ilişkisini birçok cephesiyle ele alan makalelerden oluşmakta. Kitap, milliyetçiliğin farklı tarihsel ve siyasal dinamikler içerisinde farklı cinsiyetçi pratikleri üretmesi ve yeniden üretmesi düşüncesiyle, milliyetçiliğin erkek yüzünü fark edip göstermesinin ötesinde, Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca karşılaşılan toplumsal cinsiyet rejimlerinin, hangi milliyetçilik versiyonlarına eklemlendiğinin analizini sunuyor. Kitabın arka planında, milliyetçiliğe içkin toplumsal cinsiyet rejimlerine Türkiye özelinde bakma gayesiyle, 12. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi kapsamında gerçekleştirilen panel yatıyor. Aynı gayeyi paylaşan, farklı disiplinlerden akademisyenlerin yazılarının eklemlenmesi ile milliyetçiliğin toplumsal cinsiyet merceğinden görünür kılınması, derlemenin temel katkısını oluşturuyor. Derleme üç alt bölümden oluşuyor. Bu bölümler sırası ile şöyle: Cinsiyetlendirilmiş Millete Bakmak; Gündeliğin Günceli: Medyada Cinsiyetin İnşası; Geçmiş ve Bugün: Mitler, Sahneler, Aktörler. Kitabın ilk yazısı, Suavi Aydın’ın “Popüler Kültür ve Milliyetçilik: Sokağın Hissi” adlı makalesinde, Türkiye’de milliyetçiliğin sosyal bilimler alanındaki yaygın ele alınış biçimlerinin kapsamlı ve yapıcı bir eleştirisi yer alıyor. Aydın, milliyetçiliğin salt tarihsel ve salt siyasal okumasının gerekli ama yetersiz bir tercih olduğunu, milliyetçiliğin çeşitli formlar halinde yaygınlık kazanarak aynı zamanda kırılıp, değişip yeni unsurlarla bezendiğini dile getiriyor. Makale, milliyetçiliğin toplum içinde harekete geçirdiği dinamikleri, toplumla etkileşimini, insanların hayatlarını anlamlandırma biçimlerinin ve deneyimlerinin milliyetçilik ile nasıl bir ilişki içinde bulunduğunu ve insanlar arası ilişkilerin milliyetçiliğe nasıl tercüme edildiğini irdeliyor. Bu bağlamda milliyetçiliğin sahada irdelenmesi, hafıza, söylem, mekân, mit gibi insan varlığını dışa vuran soyut ve somut varlıklarla doğrudan ilişki kurulması gerektiğini tespit ediyor. Gündelik hayatta, milli olanın aslında gizli olduğunu, onun gerektiğinde görünür hale geldiğini ve görünür olma halinin milliyetçiliğin sokakta tepkiye ve eyleme dönüşmesiyle ilintili olduğunu söyleyen Aydın, milliyetçi duyguyu ayakta tutacak en önemli mecranın, milliyetçiliğin popüler kültür içinde aldığı şekiller ve bu formlar üzerinden kendisini kitle içinde yeniden üretme potansiyeli olduğunu iddia ediyor. Bu çerçevede, Aydın tarihsel- siyasal okumanın zemininde durması gerektiğini saptadığı antropolojik yaklaşıma vurgu yaparken, milliyetçiliklerin çeşitliliklerinin tek bir kuramsal yaklaşıma sığamayacağına işaret ediyor. Suavi Aydın’ın metodoloji ve kuramsal çerçeve üzerine yaptığı tartışmayı, onun bıraktığı yerden tamamlayan Tuba Kancı, “Türkiye’de Eğitim ve Toplumsal Cinsiyetin Kesişim Noktaları” adlı makalesinde, Türkiye’de ulus devletin kuruluş ve konsolidasyon süreçlerinde, kimlik inşa süreçlerinin temelinde yatan milliyetçilik ideolojisi ile toplumsal cinsiyet kurgularının kesişim noktalarını inceliyor. Araştırma, bu kesişim noktalarının ilköğretim ders kitaplarındaki yansımaları üzerinden, Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak 1980’li ve 1990’lı yıllara oradan 2000’li yıllara kadar geliyor. Kancı, feminist milliyetçilik okumalarıyla ilgili literatür incelemesinin ardından, Türkiye’de milliyetçiliğin nesiller boyunca aktarımında kadınlık-erkeklik kurguları vasıtasıyla doğallaştırılmasının tarihsel izlerini dönemsel olarak analiz ediyor. Süreklilikleri ve dönüşümleri inceleyebilmek amacıyla farklı hükümet politikalarının, farklı tarihsel-siyasal-toplumsal dinamiklerin milliyetçiliğin tezahüründeki ektisini açığa çıkartırken, ideal kadınlık ve erkeklik kurgularındaki sürekliliğin de altını çiziyor. Makale, erkekliğin savaşçı-koruyucu kavramlarının etrafında şekillendiği, kadınlığın ise biyolojik yeniden üretiminin yanında kültürel ve ideolojik yeniden üretiminde bir parçası ve “nesnesi” olarak kodlandığı ilköğretim ders kitaplarında, yapılan müfredat değişikliklerine rağmen tüm Cumhuriyet Dönemi boyunca milliyetçi bir söylemsel zemine oturduğuna işaret ediyor. Kancı, eşitlikçi bir toplumsal cinsiyet rejimi ve demokratikleşme için eğitim alanındaki söylemlerin, farklılıklar ve eşitlikler temelinde ve demokratik vatandaşlık ekseninde yeniden yapılandırılmasını öneriyor. Kancı’nın makalesini, “Sevginin ve Nefretin Eğilip Bükülebilirliği: Kadınların Milliyetçiliği” başlıklı bölüm takip ediyor. Nagehan Tokdoğan, Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları’nda aktif siyaset yapan ve bu haliyle milliyetçi ideolojinin özneleri olarak değerlendirebileceğimiz örgütlü milliyetçi kadınların, milliyetçi ideolojiyi nasıl yorumladıklarını, nasıl deneyimlediklerini ve nasıl üstlendiklerini açığa çıkarmaya çalışıyor. Tokdoğan, milliyetçilik ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiyi eleştirel-feminist bir perspektifle ele alarak, kadınların milliyetçi kimliklerini, gündelik pratikleri içerisinden okumaya çalışıyor. Makale, kadınların anlatılarında her ne kadar ideolojinin sesi baskın gelmiş gibi görünse de, üstlendikleri ideoloji ile uzlaştıkları kadar çatıştıklarını, kadınların zihinlerindeki sevgi ve nefret nesneleri ile onların somut bağlamdaki karşılıkları arasında savruluşlarını da vurguluyor. Bu çerçevede Tokdoğan, milliyetçi söylemin kadınların dilinde eğilip bükülebilirliğinin, onların milliyetçi ideolojinin nesneleri değil, bu ideolojiyi kendi söylemsel evlerine uyarlama ve dönüştürme potansiyeline sahip birer politik özne olduklarını gösterdiği sonucuna varıyor. Derlemenin ikinci bölümü, Giriş kısmında belirtildiği gibi, popüler kültür kanallarında milliyetçi söylemin yeniden üretilmesine, sıradanlaştırılmasına ve estetize edilmesine odaklanan çalışmalara ayrılıyor. Birbirinden farklı temalar üzerinden cinsiyetçiliğe eklenen milliyetçi motifler, medya metinlerini merkeze alarak analiz ediliyor. Kitabın ikinci bölümünün ilk yazısında, Funda Gençoğlu Onbaşı, “Zorunlu-Gönüllü Milliyetçilikler ve Toplumsal Cinsiyet: Erilliğin Bedeli” başlıklı makalesinde, yazılı medyada yer alan bedelli askerlik ve vicdani ret tartışmalarına odaklanmakta. Çalışma, askerlik üzerine ana akım söylemsel pratikleri, Türkiye’de askerlik ile ilgili tartışmaların yoğun olarak yaşandığı Mart 2011 ve Mart 2012 arasındaki bir yıllık dönemi esas alarak, toplumsal cinsiyet perspektifinden ve eleştirel bir bakış açısı ile irdelemeye çalışıyor. Gençoğlu Onbaşı, Türkiye’de kadınlık ve erkeklik kategorilerine dair yerleşik normların ve değerlerin, bedelli askerlik ve vicdani ret tartışmalarında da görülebilir olduğuna işaret ederken, eril dilin143 siyasetin toplumsal cinsiyet hiyerarşisiyle özdeşleşmiş biçimlerinin izlerini sürüyor. Bu çerçevede Gençoğlu Onbaşı, siyasal alanın erillikle özdeşleşen değerlerle tanımlandığı ölçüde; hâkim eril kimlik dışındaki kimliklerin, siyaseten ötekileştirilmeye, dışlanmaya ve sessizleştirilmeye maruz kalacaklarını somutlaştıran örnekler veriyor. “Milliyetçi ve Cinsiyetçi Söylemin Ortaklığı: Haberin Kimlik Halleri” başlıklı yazısında Burcu Şenel, Türkiye yazılı basınında Kürt kimliğinin, özellikle Kürt kadınının nasıl temsil edildiği ve bu haberlerin okuyucular tarafından nasıl alımlandığı sorularından hareketle, Sözcü gazetesini örnek alarak analiz ediyor. Çalışma, medyanın toplumsal gerçeği yansıtan bir araç olmaktan ziyade, ideolojik bir aygıt ve bir hegemonya aracı olarak ele alındığı eleştirel medya kuramları literatürüne yaslanmakta. Bu bağlamda analizde, hakikatin nasıl kurulduğuna odaklanan eleştirel söylem çözümlemesi yapılıyor. Şenel, incelenen bütün haberlerde ve yorumlarda Kürtlerin şiddet çerçevesindeki haberlere konu olduklarını, aynı zamanda “terörist”, “düşman” ya da “bölücü” ve Türkiye’ye yönelik şiddetin failleri olarak kodlandıklarını vurguluyor. Analize tabi tutulan haberler ve yorumlarda kullanılan milliyetçicinsiyetçi söz kalıpları ve simgelerin de tüm bu süreci pekiştirdiğini dile getiren Şenel, medyanın resmi tarih anlatılarına da eklemlenerek milliyetçiliğin ve cinsiyetçiliğin yeniden üretiminin teşvik edildiği bir söylemsel alan olarak nasıl iş gördüğüne dair örnekler sunuyor. Eylem Özdemir de “Batı’ya Giden Her Yol Mübah Mı? Milletin Güzellik Yarışmalarıyla İmtihanı” başlıklı çalışmasında, Türkiye’de düzenlenen ilk güzellik yarışmalarında ortaya çıkan toplumsal cinsiyet kurgusunun ulus inşa süreciyle ilişkisini inceliyor. Cumhuriyet’in “yeni kadın” kurgusunda üstlendiği rolü irdeleyen Özdemir, bu kadınlık kurgusuyla milliyetçi söylemin eklemlendiği bağlamları tartışıyor. Cumhuriyet tarihinin ilk popüler kültür örneklerinden olan güzellik yarışmalarının, dönemin Batılılaşma hedeflerini yansıttığını, aynı zamanda Kemalizmle biçimlenen “yeni kadın” imgesinin annelik, vatanperverlik gibi özelliklerinin dışında feminenliği de içerecek şekilde kurulmak istendiğinin altını çizen Özdemir, bu imgenin ırk temelli bir milliyetçilik söyleminden de etkilendiğine işaret ediyor. Bu bağlamda yazar, güzellik yarışmalarının toplumsal cinsiyet kurgularını tasarlayan tipik bir toplum mühendisliği olabileceğine dikkat çekiyor. Kadir Dede, “Erkek Doğmadık Diye Yurdumuza Küs Müyüz? : Halkevi Sahnelerinden Kadın Kesitleri” başlıklı çalışmasında, ulus inşa sürecinde tasarlanan kadınlık kurgularını Halkevleri’nde sahnelenen tiyatro eserlerindeki kadın tiplemeleri üzerinden analiz ediyor. Dede, Kemalist rejimin kadına yönelik görüş ve politikalarını, tiyatroda yer alan kadın tiplemeleriyle karşılaştırarak kadınların arz ettikleri karakteristik özellikleri ortaya koymayı amaçlıyor. Çalışma ilk olarak bir ulus inşası aracı olarak Halkevleri ve tiyatronun önemini ele alıyor ve bu araçların toplumsal cinsiyet kurgusuna yaptığı katkılara değiniyor. Dede, Kemalist rejimin kadınları, simgesel bir düzlemde kurguladığı ve nesne olma durumunun köklü bir değişime uğramadığı gerçeğinden hareketle, kadın ile erkeğin eşitliğine yapılan retorik vurgunun pratikteki eşitsizliği gizlemekte işlevsel olduğuna dikkat çekiyor. Çalışma, kadınların yeniyi eskiden, “biz”i “ötekiden” ayırmada sağlayacakları katkı nispetinde kamusal alanda var olabileceklerine işaret ediyor. Ancak bu var oluş yazara göre, nicel açıdan oldukça az, nitel açıdan ise sembolik olmaktan öteye gidemiyor. Simten Coşar ve Aylin Özman’ın, “Milliyetçiliğin Erkek Anlatısı: Eril Pasajlarda Kadın Siluetleri” adlı çalışması ise Turgut Özakman’ın üçlemesinde cinsiyetler hiyerarşisinin yeniden üretilişini odağa alıyor. 2000’ler Türkiye’sinde “ulus miti” yazımını feminist bir perspektiften okumayı amaçlayan yazarlar, Özakman’ın Şu Çılgın Türkler, Diriliş, Cumhuriyet-Türk Mucizesi adlı kitaplarını edebi açıdan değil “ulus mit” yazımına referans olması açısından değerlendiriyorlar. Üç alt bölümden oluşan çalışmada, ilk bölümde, 144 milliyetçi metinlerde toplumsal cinsiyet rollerinin kurgulanışı feminist-eleştirel bir perspektif ile ele alınıyor. İkinci bölümde, incelenen eserlerdeki Türk milliyetçiliğinin toplumsal cinsiyet üzerinden yeniden üretilişi değerlendiriliyor. Son bölümde ise Özakman’ın belirli bir okur kitlesine dünü hatırlatarak erişme çabası 2000’lerin siyasal konjonktürüne referansla okunuyor. Yazarlar, incelenen eserlerde mit sahnelerindeki hâkim dekorun eril kodlarla kurulduğunu, bu durumun, kadınların sadece figüran olarak satırlar arasında dolandıklarında değil, kahramanmışçasına sunuldukları anlarda bile figüran kılınmalarında somutlaştığı sonucuna varıyor. “Milliyetçi- Muhafazakâr Tahayyül ve 12 Eylül Filmleri” başlıklı alılmama çalışmasında ise Çağla Karabağ Sarı, eleştirel bir okumayla, gençlerin milliyetçi cinsiyetçi değerlendirmelerine odaklanıyor. Üniversiteli gençlerin, 2000 sonrası çekilen 12 Eylül filmlerini okuyup yorumlarken milliyetçi muhafazakârlığın bir okuma stratejisi olarak nasıl devreye girdiğini, nitel yöntem ve teknikler aracılığıyla toplanan veriler çerçevesinde tartışmakta. Yazar neoliberalizm, milliyetçilik ve muhafazakârlık ilişkisine kısaca değindikten sonra, analiz kısmında incelenen Vizontele Tuuba, Babam ve Oğlum ve Eve Dönüş filmleri hakkında kısaca bilgi vermekte. Takip eden kısımda ise gençlerin milliyetçi bir söylemsel çerçeveden bu filmleri nasıl yorumladıkları üzerinde duruluyor. Bu muhafazakâr-milliyetçi söylemin açığa çıkma biçimlerini aşkın bir değer arayışı, politik çatışma ve çelişkilerin üzerini tutucu kültürel söylemlerle örtme, sol karşıtlığı, devlete kutsallık atfetme, toplumsal cinsiyete dayalı geleneksel rolleri doğal kabul etme ile özetliyor. Karabağ Sarı, bu bağlamda yorumları incelenen gençlerin 2000’lerin 12 Eylül filmlerini genel olarak toplum ve politika kavrayışlarına uygun olarak onları destekleyen ve pekiştiren bir biçimde anlamlandırdıklarının altını çiziyor. Nihayetinde bu derleme kitap; milliyetçiliğin farklı veçhelerini, görünme biçimlerini, özelden kamusala uzanan yanını göstermenin ötesinde, toplumsal cinsiyetin milliyetçi pratiklerdeki merkezi konumuna dair değerli ipuçları sunuyor. Derleme, kadınlık ve erkeklikleri anlayabilmek için milliyetçiliğe bakmamız gerektiğini, toplumsal cinsiyet temelli analize dayalı milliyetçilik çözümlemesinin oldukça önemli olduğunu dile getirirken sadece var olanı açığa çıkarmayı değil, soru sordurmayı, sorgulatmayı da amaçlıyor. 145