1 İçindekiler Kamer Sûresi'nin 31. âyetinde "Biz onlara korkunç bir ses gönderdik, davar ağılındaki kuru ot ve çırpı gibi oldular." denilmektedir. Bu ayette bilimsel bir mucize var mıdır? ....................3 Allah, nefsi neden bu kadar asi, şerre meyilli ve şiddetle kötülüğü emredici yaratmış? ...........6 Bazı kişilerin her kurban bayramında yaptığı kurbana sataşmalara nasıl cevap verilmelidir? .......................................................................................................................................................8 Kitapların düşünce ve inanç mekanizmasındaki rolü nedir? .....................................................9 Ebedi cehennemlik günahlar var mı? .......................................................................................10 Cennet annelerin ayağı altındadır, hadisinin sıhhati ve tahrici nasıldır? ...............................12 Sahabeler az yedikleri halde o kadar ağır savaşlara nasıl dayanıyorlardı? ............................13 Temiz olmayan bir elbise temiz olanların içerisine karışsa hangisi olduğu da bilinmese hepsini mi yıkamak gerekir? ......................................................................................................15 İslam bir dairedir, döndüğü müddetçe siz de kitapla beraber o dairenin içinde dönünüz, hadisini tamamı nasıldır? ..........................................................................................................16 Kurban kesinceye kadar saçınızdan ve tırnaklarınızdan bir şey almayın, anlamında bir hadis var mıdır?....................................................................................................................................17 2 Kamer Sûresi'nin 31. âyetinde "Biz onlara korkunç bir ses gönderdik, davar ağılındaki kuru ot ve çırpı gibi oldular." denilmektedir. Bu ayette bilimsel bir mucize var mıdır? Kuran-ı Kerim'in nazil olduğu zamanlarda ses dalgalarının ayette ifade edildiği gibi bir helakete sebebiyet verebileceği bilgisi yoktu. Kuran-ı Kerim'in bu bilgiyi vermesi bilimsel bir mucizedir. Bilim ilerledikçe Kuran'ın ifadelerinin mucizeliği de ortaya çıkmaktadır. Kur'ân Âyetlerinde Ses ve Titreşim (Sami Polatöz) Ses ve titreşim günlük hayatımızın vazgeçilmez hâdiselerindendir. Bu hâdiseler birbiriyle oldukça bağlantılıdır. Ses, basınç dalgalarıyla oluşturulur. Basınç dalgaları da kulak zarı gibi yapıların titreşimine sebep olur. Bu yüzden ses, havadaki çok küçük basınç dalgalarındaki değişmelerin iletilmesi olarak da tarif edilir. Titreşim ise, bir denge noktası etrafındaki mekanik salınımdır. Salınım hareketi, bir cismin fizikî özelliğinin periyodik olarak değişmesi neticesinde oluşur. Bu fizikî özellik, yer değiştirme, hız, basınç sıcaklık vb. olabilir. Bu salınımlar, bir sarkaçın hareketi gibi periyodik olabileceği gibi çakıllı bir yolda tekerleğin hareketi gibi düzensiz de olabilir. Ses dalgaları, hava moleküllerinin küçük titreşimleri iletmesi ile meydana gelir. Araçta yolculuk ederken meydana gelen küçük sarsıntılar, sarkaç tarzı hareketler, elek mekanizmaları, çamaşır makinesinin sarsıntıları, depremler, titreşim tarzı hareketlere örneklerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de ses ve titreşimle alâkalı çok sayıda âyet bulunur. Meselâ, inançsız kimselerin anlatıldığı birçok âyette onların kulaklarının içerisine ağırlık konulmasından veya kulaklarında ağırlık olmasından bahsedilir. Kehf Sûresi 57. âyette "Biz onların kalblerine bunu anlamalarına engel olacak perdeler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk." denilmektedir. "Kulaklardaki ağırlık" ifadesi, En'am 25, Lokman 7, Fussilet 5, Fussilet 44 âyetlerinde de geçmektedir. Lokman Sûresi'nin 7. âyetinde; "Âyetlerimiz o kimseye okunduğu zaman, sanki kulaklarında ağırlık var da işitmiyormuş gibi büyüklenerek sırt çevirir." denilmektedir. Titreşim için genelde doğru olan ağırlık kavramı, kütlenin artması ile titreşim frekansının azalmasını ifade eder. Ses yüksek frekansta bir titreşimdir. İnsan kulağı 20 Hz ile 20.000 Hz aralığındaki sesleri duyabilir. Kulakta ağırlık olması, kulak zarının titreşim frekansını azaltacağı için işitme kaybına sebep olur. Her ne kadar bu ağırlık gerçek bir ağırlık olmasa da, Kur'ân da duymak ve anlamak istemeyen inkârcılara karşı temel bir fizik kavramına işaret edilerek sağırsınız (duymuyorsunuz, işitmiyorsunuz) denilmektedir. Bu âyetlerin gelişen ilimlerle yeni yorumlarının yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu âyetlerde son zamanlarda geliştirilen bazı teknolojilere işaret olabileceği gibi, henüz uygulanmamış bazı yeniliklere imalar da olabilir. Mülk Sûresi'nin 13 ve 14. âyetlerinde geçen ifadeler, enteresandır: "Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, sinelerin özünü bilmektedir. Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır." Bu âyetlerde ultrason âletinin çalışma prensibine işaret vardır, şöyle ki: Gizlenen söz ile duyma frekans aralığında olmayan ses dalgaları ve açığa vurulan söz ile duyma frekans aralığındaki ses dalgaları kastedilmiş olabilir. Sinelerin özünü bilme ile insanın mânevî yapısı, düşünceleri ve kalbî hayatı anlatılır. Ayrıca bununla, insan vücudunun içerisindeki en ince biyolojik ayrıntılara da, işaret edilmektedir. Ultrason âleti ile kulağımızın duyamayacağı yükseklikte ses dalgaları, vücuda gönderilir. Yansıyan dalgaların toplanması ve analizi ile görüntü oluşturulur. Bu görüntülerle, iç yapımız hakkında bilgi edinilir. Ameliyat ve tahribat yapmadan en ince detayları bilmek için, bu ses dalgalarına ihtiyaç vardır ve âyette buna işaret edilmektedir. 3 Titreşimlerde çok temel bir kavram rezonanstır. Salınım yapan her sistemin tabiî bir frekansı vardır. Açarsak, bu sistemin dış tesir ve müdahale olmaksızın serbest salınım yaparkenki frekansıdır. Eğer dış zorlama faktörüne ait frekansın değeri, tabiî frekansa çok yakın ise, baskın rezonans oluşur. Rezonansa girmiş bir sistemde, çok küçük zorlama genlikleri (genlik, bir dalganın normal konumundan yükselme ve alçalma mesafesidir.) ile sisteme çok büyük hareketler sağlanabilir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 1940'da yapılan Tacoma Narrows asma köprüsü açıldıktan çok kısa bir süre sonra, böyle bir rezonans neticesi yıkılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de bu tip bir rezonansa işaret olabilir mi? Hud Sûresi'nin 94. âyetinde; "Zulmedenleri ise o korkunç ses bastırıverdi de diyarlarında çökekaldılar." denilmektedir. Rezonans ile vücudumuzun iç organlarına ait hücreleri tahrip edebilecek bir ses dalgası oluşturulabilir. Böyle bir ses dalgası, binalara ve diğer eşyalara (farklı tabii frekansları olduğu için) zarar vermeyebilir. Medyen halkının helâk olmasına, böyle bir ses dalgasıyla ortaya çıkan rezonans sebep olmuş olabilir. Mu'minun Sûresi'nin 41. âyetinde; "Derken korkunç bir ses onları bastırıverdi. Adalet yerini buldu. Onları sel süprüntüsüne çevirdik. Zalimler güruhunun canı cehenneme!" denilmektedir. Ses dalgasının rezonansı ile organları ve hücreleri parçalanmış insanlar, bir sel süprüntüsünü andırıyor olabilirler. Ankebut Sûresi'nin 40. âyetinde; "Onlardan her birini kendi suçu sebebiyle cezaya çarptırdık: Kiminin üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik, kimini korkunç bir gürültü bastırıverdi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmedi, onlar asıl kendi kendilerine zulmettiler." denilmektedir. Ankebut Sûresi'nin 37. âyetinde de, Medyen halkının helâk olmasıyla ilgili olarak "Ama onu yalanladılar. Bu yüzden onları bir titreme aldı ve oldukları yerde dizüstü çöküverdiler." denilmektedir. Bazı meallerde "titreme aldı" yerine "deprem sarsıntısı" ifadesi de kullanılmaktadır ki, diğer âyetlerle birlikte düşünüldüğünde Medyen halkının başına gelen felâket, bir sesten kaynaklanan gürültü olmalıdır ve bu ses, vücutlarında bir rezonans meydana getirerek onları tahrip etmiş olabilir. Semud halkının helâk edilmesi de yine Araf Sûresi'nin 78. âyetinde şöyle ifade edilmektedir: "Bunun üzerine onları o gürültü yakaladı da, yurtlarında dizüstü donakaldılar." Bazı meallerde Araf Sûresi'nin 91 ve 155. âyetlerinde geçen "racfeh" kelimesi yanlış tercüme ile deprem olarak ifade edilmiştir. Bu kelimeyle kastedilen hâdise, sesin sebep olduğu bir titreşim olmalıdır. Yasin Sûresi'nin 28. ve 29. âyetlerinde, ses dalgalarının tahrip edici özelliği şöyle vurgulanmaktadır: "Ondan sonra milleti üzerine gökten bir ordu indirmedik; zaten indirecek de değildik; sadece tek bir ses yeter, hemen sönüp gittiler." Ses dalgaları ile düşman kuvvetlerinin tahrip edilmesi hususu, üzerinde çalışılması gereken bir konu olarak görünüyor. Kamer Sûresi'nin 31. âyetinde ise; "Biz onlara korkunç bir ses gönderdik, davar ağılındaki kuru ot ve çırpı gibi oldular." denilmektedir. Haşir Sûresi'nin 21. âyetinde; "Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misâlleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz." denilmektedir. Bu âyette, ses dalgası ile rezonanstan dolayı bir parçalanmaya işaret edilmiş olabilir. İleride dağlardan yollar açabilmek için, ses dalgaları ile dağları rezonansa getirme üzerinde çalışmalar yapılabilir. 4 Rad Sûresi'nin 31. âyetinde; "Eğer dağları yürütecek, yeri param parça edecek, ölüleri bile konuşturacak bir kitap olsaydı, işte o, bu Kur'an olurdu!" buyrulmaktadır. Yine Enbiya Sûresi'nin 79. âyetinde; "Davutla beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık." ifadesinde Hz. Davut'un (as) sesiyle dağların rezonansa gelmesi ve ses dalgalarını aksettirme mu'cizesi anlatılmaktadır. Benzer bir teknoloji ile ileride sesleri daha geniş ortamlarda ve yüksek şiddette yaymak mümkün olabilecektir. Muhammed Sûresi'nin 30. âyetinde; "Hattâ sen onları (münafıkları) ses tonlarından kesinlikle tanırsın. Allah bütün işlerinizi bilir." denilmektedir. İyi bir ses analizi ile bir yalan makinesi yapılıp şahsın doğru söyleyip söylemediği hakkında bir fikir edinilebilir. Mevcut yalan makineleri, temel olarak kan basıncı ve nabız atışındaki artış gibi adrenalinin yan tesirlerini ölçerek çalışmaktadır. Depremlere karşı dağların ve dağlık bölgelerin daha korunaklı olduğu bilinen bir gerçektir. Dağların oluşturduğu büyük kütlelerin hem deprem dalgalarını söndürme, hem de kütle artışına bağlı olarak deprem frekansını düşürme ve deprem dalgalarının tahribatını azaltma tesirleri mevcuttur. Bu hakikatlere birçok âyette işaret edilir: Hicr Sûresi'nin 19. âyetinde; "Yeri uzatıp yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belli olan her çeşit nebatı bitirdik." denilmektedir. Nahl Sûresi'nin 15. âyetinde; "Hem dünya, hareketleriyle sizi sarsmasın diye yeryüzüne ağır baskılar çaktı, sabit dağlar koydu, maksatlarınıza ermeniz için ırmaklar, geçitler yerleştirdi." buyrulmaktadır. Çamaşır makinelerinde dönen kazan titreşimlere yol açmaktadır ve kazanın üzerine ciddi bir ağırlık yerleştirilerek titreşimlerin azaltılması hedeflenir. Yeryüzündeki titreşimleri azaltmada ise bu görevi dağlar üstlenmiştir. Enbiya Sûresi'nin 31. âyetinde; "Yerin insanları sarsmaması için oraya dağlar yerleştirdik. Maksatlarına ermeleri için orada geniş yollar, geçitler yaptık." denilmektedir. Neml Sûresi'nin 61., Lokman Sûresi'nin 10., Kaf Sûresi'nin 7. ve Nebe Sûresi'nin 7. âyetlerinde de benzer ifadeler geçmektedir. Netice olarak, ses ve titreşim yönüyle Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerinin yeniden ele alınıp yorumlanmasına ihtiyaç vardır. Çünkü yukarıda belirtilen âyetler, mevcut ilmî hakikatlere işaret etmekle birlikte, ileride yeni teknolojilerin gelişmesine de öncülük edebilecek mânâlar ihtiva etmektedir. (Bk. Sami Polatöz, Kur'ân Âyetlerinde Ses ve Titreşim, Sızıntı Dergisi, sayı 400, Mayıs, 2012) 5 Allah, nefsi neden bu kadar asi, şerre meyilli ve şiddetle kötülüğü emredici yaratmış? - Allah imtihan açmayı uygun görmüştür. Onun bu tercihini sorgulamaya ne hakkımız ne de haddimiz vardır. Sadece hikmetini öğrenmeye gayret sarf edebiliriz. Ancak tıkandığımız yerde de bütün benliğimizle kendisine iman ettiğimiz rabbimize teslim olup haddimizi bilmeye özen göstermemiz gerekir. - İmtihanın adil yapılması için, hem imtihanın kazanmasına, hem de kaybetmesine yardımcı olacak unsurların bulunması gerekir. Bu açıdan bakıldığı zaman, müspet yönde imtihanda olan insanlara yardımcı olan akıl, fikir, vahiy gibi çok kuvvetli unsurlarla insanlara destek sağlamıştır. Bunun yanında nefis gibi menfi yönde imtihana etki edecek unsurları da var etmiştir. Kaldı ki, nefis denilen mekanizmayı eğitim ve öğretimle müspet katkı verecek bir rotaya girmesini sağlamak da mümkündür. Nefsin Levvame, mutmainne, radiye, mardıye gibi dereceleri onun bu müspet yönüne işaret eder. - Aslında bu imtihan çok fazla da zor değildir. “Zorluk” kavramı, tartışmaya açık, rölatif içerikli olduğundan zor anlaşılan bir kavramdır. Böyle olmakla beraber, gerçek anlamından da kaydırılmıştır. “Zorluk” kavramı, hep imkânsız gibi negatif bir enerji santral merkezi görevini üstlenmiştir. Bu sebeple de akıl yönetiminde bir mantık yöntemi kullanılmadan psikolojik bir travmanın yaşanmasına yol açılmıştır. - Şimdi insafla bakalım, Allah bize her türlü yiyecek ve içeceği helal kılmış, sadece şarap-içki ve domuz eti gibi -sağlımıza zararlı- bazı şeyleri yasaklamıştır. Hayatı boyunca insan o yasaklardan uzak kalsa, zerre kadar ne sağlığından, ne gıdasından ve ne de damağının tadından bir şey kaybeder. Cinsel dürtüleri tatmin etmek için de meşru bir dairede insana yakışan bir disiplin içinde bir evlilik akdiyle bunu gerçekleştirebilir. - İnsanlar genellikle, zor olduğu için değil, o güzelim aklın ve fıtratının derinliklerinde yer alan vicdanının sesine kulak vermediği için, imtihanı kaybeder. Tabii ki, bununla her şeyin çok kolay olduğunu söylemek istemiyoruz. Hangi imtihan çok basittir ki? Hele ucunda hiç de ucuz olmayan bir cennetin ve hiç de lüzumsuz olmayan bir cehennemin bulunduğu bir imtihanın ağırlığı, ciddiyeti ve disiplini elbette tartışılamaz. Ancak Allah’ın affı, sonsuz rahmeti, rahmetinin her zaman gazabının önünde olması, tövbe kapısının her zaman açık olması, kötülüklerin bire bir, iyiliklerin en az bire on yazılması, imtihanın kazanmasına yönelik verilen tolerans olduğu gerçeğini hangi akıl ve vicdan reddedebilir! - Rivayete göre, bir sefer/yolculuk esnasında sahabelerden bazıları normal yürürken, bazıları bitkinlikten ötürü- yavaş yürüyordu. O sıralarda Peygamberimiz, Hac suresinin (kıyamet depreminden sözeden) ilk iki ayetini sesli bir şekilde okudu. Reslullah’ın bu ayetleri sesli okuduğunu duyan oradaki bütün sahabiler -bunun mutlaka bir hikmeti var diyerek- yanına koştular. Pür-merak çevresinde toplananınca da Peygamberimiz; “Siz (bu ayetlerin bahsettiği) bu günün hangi gün olduğunu bilir misiniz?” diye sordu ve şöyle devam etti: “O gün Adem’e çağrı yapıldığı; Allah’ın “Ey Adem! Ateşin payını ayır!” diye emrettiği gündür. 6 Adem “Ya Rab! ateşin payı nedir?" diye sorar. Allah da: “her bin kişiden doksan dokuzu ateşe/cehenneme, bir kişi de cennete girecektir.” diye buyurur. Bunu duyan sahabilerin çehreleri değişti, üzüntüden yüzlerinde tebessüm eseri kalmamıştı. Resulullah sahabenin bu ümitsiz ve üzüntülü hallerini görünce şöyle buyurdu: “Müjdelenin, ümitvar olun ve salih amel yapmaya devam edin! Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, o gün siz, öyle iki mahluk taifesi arasındasınız ki, onlar kimlerle, hangi şeyle karşılaştırılırsa mutlaka hepsinden daha fazla gelirler. Bunlar: Yecuc-Mecucdur, bir de Adem’in ve(cinlerin babası olan) İblisin neslinden helak olanlardır.” Bunu duyunca sahabelerin yüzü gülmeye başladı. Resulullah sonra şunları söyledi: “Amellerinizi yapın ve ümitvar olun; Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz o gün bir devenin (sağ veya sol) yanında bulunan bir ben, veya bir hayvanın kolunda bulunan bir çizgi (bir rivayette: bir siyah öküzün yanı üzerindeki beyaz bir pul, yahut da beyaz bir öküzün yanı üzerindeki siyah bir pul) kadarsınız” Bu hadisi ayrıca Nesai’nin yanında Tirmizi de rivayet etmiş ve bunun hasen-sahih olduğunu belirtmiştir. (bk.İbn Cerir Taberî, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri) Bu hadisi Tirmizi, Ahmed b. Hanbel de rivayet etmiştir. Tirmizi bunun hasen-sahih olduğunu belirtmiştir. (bk. Tirmizi, tefsir, 23; İbn Hanbel, 4/435). İmam Buhari de bu konuyu “bir sefer esnasında..” şeklindeki başlangıç kısmına yer vermeden rivayet etmiştir. (bk. Buhari, Tefsiru sureti 22, 1) - Rivayetlerin ifadelerinden anladığımız kadarıyla, cehenneme gidecekler için verilen sayı, kıyamet günü, ilahî mahkeme başlamadan önceki merhaleye ait olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre, bu sayıyla cehennemi hakkeden her türlü kâfir ve her türlü günahkâr insanların içinde bulunduğu bir yekundan bahsedilmiştir. Halbuki, daha sonra değişik sahih hadislerin ifade ettiği üzere, pek çok insan, Allah’ın affına mazhar olarak cehenneme girmekten kurtulacaktır. Keza, pek çok insan da Hz. Muhammed’in, diğer peygamberlerin, evliyanın, şehitlerin ve büyük alimlerin yapacakları şefaatle kurtulacaktır. Yani hakkı cehennem olduğu halde oraya girmeden kurtulacaktır. Keza, önemli bir kısmı, cehenneme gitmekle beraber, “zerre kadar imanı taşıdığı için” Allah’ın lütuf ve rahmetiyle oradan çıkacak ve cennete girecektir. Elbette cennete adam istediği gibi cehennem de adam ister. “Zalimler için yaşasın cehennem!” İlave bilgi için tıklayınız: İmtihan sırrının Allah’a bakan yönü nedir? 7 Bazı kişilerin her kurban bayramında yaptığı kurbana sataşmalara nasıl cevap verilmelidir? - Dünya çapında kesilen kurbanlarla, diğer zamanlarda yılda kesilen hayvanların sayısını karşılaştıracak bir bilgiye sahip değiliz. - Ancak işin ehli olan bazı kimselerin bildirdiğine göre, “Türkiye’de Kurban Bayramı’nda 2 milyona yakın küçükbaş, 800 bine yakın da büyükbaş hayvan kesilmektedir." Bunun normal kesime göre daha az olduğunu düşünüyoruz. - Bu konuda kurbanın hikmetini anlamaya çalışmak ve bunları diğer insanlarla da paylaşmak güzeldir. Ancak bazı dinsizlerin her fırsatı kullanarak İslam dinine saldırmalarına cevap vermek, saldırılarını sona erdirmeyebilir. Bizler görevlerimizi yapmaya devam edeceğiz. - Bununla beraber, Allah sadece kurban bayramında kurban olarak kesilen hayvanları değil, başka zamanda da bazı hayvanların kesimine izin vermiş ve insanların bunlardan istifade etmelerini tavsiye etmiştir. Bu sebeple, aslında kurbanlarla diğer kesilen hayvanlar arasında sayı bakımından bir karşılaştırmaya hiç gerek yoktur. Çünkü, kurbana karşı çıkanların onlara da karşı çıkmaları gerekir. Halbuki dünyada kendine vejeteryan diyenlerin sayısı çok azdır. Kaldı ki, bunlardan bir kısmı, beyaz et yiyor, sadece kırmız et yemiyor. Peki, tavukların da canı can değil mi? Balık da yiyorlar. Peki, balığın da canı can değil mi? Ayrıca kırmızı et yemeyenlerin sağlıklarına zarar verdikleri uzmanlarca kabul edilmektedir. Bu açıdan bakıldığı zaman, et yemeyenler veya kurbanlara karşı çıkanlar, hem Allah’ın fıtrat kanunlarına, hem insanların sağlık kanunlarına, hem insanların büyük çoğunluğun kabul ettiği beslenme kanunlarına karşı çıkmış oluyorlar. İlave bilgi için tıklayınız: Kurban Karşıtlığı.. 8 Kitapların düşünce ve inanç mekanizmasındaki rolü nedir? İnsanı insan yapan, onun düşünebilen, konuşabilen, akıl ve idrak yeteneğine sahip olan bir varlık olmasıdır. Ancak, yaratılışının gereği olarak, meleklerle akıl melekesinde, hayvanlarla öfke ve iştihada, bitkilerle de büyüme ve gelişme melekesinde ortak olmuştur. Bu farklı unsurların zıt etkileri vardır. İnsanlık kompozisyonu bakımından, bunlardan biri “yaşa!” derse, diğeri “öl!” diyebilir. Bu sebeple, Allah imtihanda insanı sadece aklından ötürü sorumlu tutmamış, aksine kitap ve peygamberler göndererek insanı irşat etmiş ve bu irşadın sonucuna göre imtihanı kazanıp kazanmadığını değerlendirmiştir. “Kim doğru yolu seçerse, kendisi için seçmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa, kendi aleyhinde sapmış olur. Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz. Biz peygamber göndermediğimiz hiçbir halkı cezalandırmayız.” (İsra, 17/15) mealindeki ayette, hidayet ve dalaletin sebebi, vahiy olarak indirilen kitaba/Kur’an’a (ve diğer kitaplara) tabi olup olmamak olarak belirtilmiştir. Ve kitap/peygamber insanlara gönderilmeden onların sorumlu tutulmayacağına da vurgu yapılmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, imtihana tabi tutulan insanların bir yandan kişilik itibariyle “akıl-bâliğ” olmaları/rüşt çağına girmiş olmaları şart koşulmuşken, diğer taraftan da bu insanlara hak ve hakikati öğreten kitapların ve bu kitapları öğreten muallimlerin/peygamberlerin varlığı zorunlu kılınmıştır. Bu hakikatler gösteriyor ki, hak ve hakikati öğrenmek için Allah’ın gönderdiği kitapları okumak ve o kitapları ders veren peygamberlerin öğütlerine ve peygamberlerin izini takip eden yetkili ilim erbabına kulak vermek şarttır. Özellikle bütün vahiylerin esaslarını ihtiva eden ve en son vahiy kaynağı olan Kur’an’a aykırı beyanlarda bulunan her kitap yanlış olduğu gibi, sünnetiyle Kur’an’ı tefsir edip açıklayan Hz. Muhammed’in beyanlarına ters düşen her öğretmenin öğrettikleri de kesinlikle yanlıştır ve zararlıdır. Yete ki, bu farklı kaynakların ifadelerini doğru algılayabilelim. İşte bütün bu açıklamalar gösteriyor ki, akıl tek başına hakikati keşfedemez. Bilakis, akıl eğitildiği fikirler istikametinde tepki gösterir. “Her doğan çocuk fıtrat dini olan İslam’ı kabul edebilecek bir kabiliyette doğar. Sonra annesi, babası, çevresi, onu Yahudî, Hıristiyan, Mecusî yaparlar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) manasına gelen hadisin ifadesi, aklın yanıltılabileceği ve yanılabileceğini göstermektedir. Bu sebeple -sizin de işaret ettiğiniz gibi- aklımızı eğitirken, kitaplarımızı, hocalarımızı iyi seçmek durumundayız. Bu hadis aynı zamanda, imtihan sahasında bir tek zorunlu istikamet gösteren kodlama trafik işaretinin de söz konusu olmadığına işaret etmektedir. İnsanın cüzi iradesi, iyi veya kötü yolu tercih edebilecek bir özgürlüğe sahiptir. Bir takım fasık olan kimselerin çocuklarının salih birer insan, tersine salih kimselerin çocuklarının da fasık olmaları bu gerçeğin reddedilmez kanıtıdır. 9 Ebedi cehennemlik günahlar var mı? - Ehl-i sünnet alimlerinin değişik ayet ve hadislere dayanarak vardıkları kanaate göre, şirk de dahil her türlü inkar ebedi cehennemliktir. Bu gerçek kısaca, “imansız olarak kabre girenler ebedi olarak cehennemde kalırlar” şeklinde ifade edilir. İmansızlığı doğurmayan hiçbir günah ebedi olarak cehennem cezasını gerektirmez. - İlgili ayetlerin meali -tertip sırasına göre- şöyledir: a) “Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Bu, onların “Alış veriş de faiz gibidir” demelerindendir. Halbuki Allah alış verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir. Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/275) Konuya şu ayeti de dahil edebiliriz: b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93) c) “Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” (Müminun, 23/103) d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur. Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.” (Furkan, 25/68-69) Bu ayetleri, maddelerinin sırasına göre açıklayacağız: a) Faizle ilgili olarak ebedi cehennemde kalanlar, kâfir kimselerdir. Çünkü bunlar ayette belirtildiği üzere, “Alış veriş de faiz gibidir” demişlerdir. Yani Faizin haramlığını inkâr etmişler. Bilindiği gibi, helali haram, haramı helal saymak küfürdür. Demek bunların cehennemde ebedi kalmalarının sebebi, faiz yemeleri değil, faizi helal saymalarıdır. (bk. Razî, Beydavî, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri) Bazı alimlere göre, ayetin sonunda yer alan “onlar orada ebedî kalacaklardır” mealindeki ifadesi, hakiki ve mecazi olmak üzere iki manada açıklanabilir. Hakiki manada olduğu zaman; söz konusu edilen faizciler “Alış veriş de faiz gibidir” deyip kâfir olduklarından, gerçekten cehennemde ebedi kalırlar. Mecazi manada olduğu zaman; ayette yer alan “cehennemde ebedi kalmak” ifadesi, uzun bir süre kalmak anlamında olur. Ayette “Her kime Rabbinden bir talimat gelir…” ile başlayan cümle bu manaya imkân vermektedir. (bk. İbn Aşur, ilgili yer) b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir” mealindeki ayetin hükmü konusundan alimlerin farklı yorumları olmakla beraber, imanla kabre girmiş kimselerin ebedi olarak cehennemde kalmayacakları konusunda ittifak halindedirler. Onun için yorumlar da bu düşüncenin etrafında şekillenmiştir. (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri) 10 Bununla beraber, bizce şu yorumlar önem arzetmektedir: 1) Bu ayette Allah’ın, “Bir mümini kasden öldüren kimsenin” cezası/yaptığı bu suçun karşılığı ebedi cehennem olduğunu belirtmesi, suçun dehşetini ve hakettiği cezayı ortaya koymaktadır. Ancak bu cezanın tahakkuk etmesi ise, Allah’ın iradesine bağlıdır. Bu suçu işleyen kâfirleri ebedi cehenneme koyabildiği gibi, müminleri de affedebilir veya uzun bir süreliğine cehennemde tuttuktan sonra onu oradan çıkarabilir. Razî’nin benimsemediği bu görüş Kaffal’a aittir. (krş. Razî, ilgili yer) 2) Bu ayetin hükmü hakiki manasında olmakla beraber, Allah’ın affı devreye girdiği zaman, bu hüküm değişebilir. Nitekim alimlerin büyük çoğunluğuna göre, katil sağlam tövbe ettiği takdirde affa mazhar olabilir. Küfrün tövbesi kabul gördüğü halde, katlin tövbesinin kabul edilmemesi düşünülemez. “Şu muhakkak ki Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder.” (Nisa, 4/48) mealindeki ayetin beyanı bunu desteklemektedir. (bk. Razî, ilgili yer) 3) Bazı alimlere göre, bu ayetin konusu olanlar -bazı rivayetlerde geçtiği gibi-Mekis b. Dababe adında biri /veya katli helal kabul ederek dinden çıkan kâfirler olabilir. Dolayısıyla bu hüküm hakiki manasında olarak kafirler için söz konusudur, demektir. Yahut da buradaki “ebedilik” kavramı mecaz olup uzun süre anlamındadır. (bk. Beydavî, Nesefi, ilgili yer) c) Müminun suresinin 102-103. ayetlerinde, günah-sevaptan ziyade, iman-küfür muvazenesi yapılmıştır. Bu sebeple,“O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar” mealindeki ayette imanı ve salih amelleri ağır basanların durumu belirtilmiştir. “Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır” mealindeki ayette ise, küfür ve kötü ameller yapanlar söz konusudur. (krş. Razî, Beydavî, Ebu’s-Suud, ilgili ayetlerin tefsiri) d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur” mealindeki ayette yer alan “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar” cümlesi, konuya imanı da katmaktadır. Buna göre, ayette yer alan “Kim de bunları yaparsa” mealindeki ifadede “kim ki Allah’tan başkasına ibadet ederse” hususu da dahildir. Bu ise, açık bir küfürdür. Bu ayette zikredilenler kâfir/müşrik kimselerdir. Oradaki kötülükleri de genellikle kâfirler işler. Onun için küfür/şirk vasfıyla birlikte onlar da zikredilmiştir. (bk. Ebu’s-Suud, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri) 11 Cennet annelerin ayağı altındadır, hadisinin sıhhati ve tahrici nasıldır? - Hadisin senedinde yer alan Musa b. Muhammed b. Ata yalancılıkla itham edilmiştir. Bu sebeple, alimlerin çoğu bu hadisin zayıf/veya mevzu olduğunu söylemişlerdir. - Hakim’in rivayet ettiği iki senedinde de zayıf kabul edilen ravi (Cahime) yoktur. Bu sebepledir ki, Hâkim bu hadisin sahih olduğunu belirttiği gibi, Zehebi de onu tasdik etmiştir. (bk. Zehebi, Telhis, Müstedrekle birlikt, 2/114, 4/167) Ayrıca hadisin manasının sahih olduğunu gösteren ayetler ve başka sahih hadisler vardır. (bk. İsra, 24; Lokman, 14; Ahkaf, 15) - Heysemi de Taberanî’nin (el-Kebir, 2/289) konuyla ilgili olarak yaptığı rivayetin senedinde yer alan bütün ravilerin sika/sağlam olduğunu belirterek hadisin sahih olduğuna işaret etmiştir. (Mecmau’z-Zevaid,8/138) - Nesai de zayıf ravinin içinde yer almadığı bir senetle bu hadisi rivayet etmiştir. (Nesai, Cihad, 6) - Nasıruddin Elbani, bu rivayetin sahih olduğunu belirtmişt ir(bk. Sahihu ve Daifu Süneni’nNesaî, 7/176/ h. no: 3104) Bazı kaynaklarda bu rivayetin zayıf olduğunu söyleyenler, içindeki bazı ravilerin durumuna göre söylemişlerdir. Halbuki görüldüğü üzere, senedi sağlam olan rivayetler de vardır. İlave bilgi için tıklayınız: "Cennet annelerin ayakları altındadır." Bu hadis bütün anneler için ... 12 Sahabeler az yedikleri halde o kadar ağır savaşlara nasıl dayanıyorlardı? - Sahabenin her zaman aç olduklarına dair bir bilgi elimizde yoktur. O zamanın şartlarına göre müslüman olmayanlar için olduğu gibi- müslüman olanların bazıları zengin bazıları fakir idi. - Eğer bu itiraz sahabenin bazı savaşlarda yiyecek-içecek ve silah bakımından zayıf olduğuna dair haberler ise, o zaman bu haberlere inanan bir kişi, onların zafer kazandıklarına da inanması gerekir. Aynı haberde yer alan ifadelerin bir kısmına inanmak bir kısmına inanmamak ilmi değildir, keyfi bir durumdur. - Ayrıca sadece bu rivayetlerde değil, kırk yönden mucize olan Kur’an’da bizzat bazı zaferlere yer verilmiş ve sebebi de açıklanmıştır. Mesela: 1) Bedir zaferi için müslümanların azlığına, güçsüzlüğüne dikkat çekilirken, onların zafer kazanmasının arka planında Allah’ın olduğuna vurgu yapılmıştır. “Allah iki topluluktan birine sizi galip kılacağını vâd ettiğinde siz silahsız olan topluluğun (kervanın) sizin olmasını arzu ediyordunuz. Halbuki Allah ise, emirleriyle hakkı üstün kılmak ve şirkin kuvvetini yok ederek kâfirlerin ardını kesmek istiyordu ki, o suçlu müşrik gürûhu hoşlanmasa da, hak olan İslâm’ı yüceltsin, batıl olan şirki de ortadan kaldırsın. O vakit siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da: “Ben size peş peşe gelecek bin melaike ile imdad edeceğim” diye duanızı kabul buyurdu. Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz güven duysun diye yaptı.Yoksa gerçekte yardım ancak Allah’tandır, başkasından değil!Çünkü Allah, azîzdir, hakîmdir.” (Enfal,8/ 7-10) Bu ayette yer alan şu noktalara dikkat ediniz: a) “Allah iki topluluktan birine sizi galip kılacağını vâd ettiğinde..” mealindeki ifade daha savaş başlamadan önce Allah iki topluluktan birini (Ebu Süfyan’ın kervanını veya Kureyş ordusunu) yeneceklerine söz vermiştir. b) “O vakit siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da: ‘Ben size peş peşe gelecek bin melaike ile imdad edeceğim’ diye duanızı kabul buyurdu” mealindeki ifade de meleklerin de müminlerin imdadına gönderildiği açıkça belirtilmiştir. c) “Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz güven duysun diye yaptı. Yoksa gerçekte yardım ancak Allah’tandır” mealindeki ifadede zaferin yalnız Allah’ın elinde olduğuna vurgu yapılmıştır. d) “Şu bir gerçektir ki, sizler (sayı ve silah bakımından) çaresiz/perişan bir durumda olduğunuz halde, Bedir’de Allah size yardım etmişti. O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız!” (Al-i İmran, 3/123) mealindeki ayette de müminlerin Bedir savaşında maddi güç bakımından perişan bir durumda olmalarına rağmen Allah’ın kendilerine zafer ihsan ettiği bildirilmiştir. 2) Uhud savaşında müslümanlar, sayıca az olmakla beraber, bilerek savaşa katıldıkları için silah ve cephaneleri bakımından Bedir savaşına göre durumları daha iyi olmasına rağmen, ilk önce üstün daha sonra ise mağlup olmuşlardır. Ve bunun sebebi, açlık veya şu bu değil, Hz. Peygamberin emrine aykırı davranan bazı kimseler yüzünden olduğu Kur’an’da açıkça ifade edilmiştir. 13 a) “Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı. İşte Biz, Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarması, sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imha etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran, 3/140-141) mealindeki ayette Müslümanların Uhud savaşında aldığı yenilginin sosyolojik ve psikolojik boyutuyla ilgili açıklamalara yer verilmiştir. b) “İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya, işte onları, işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti. Allah yine de onları affetti. Çünkü Allah gafurdur, halimdir/çok affedici ve müsamahalıdır.” (Al-i İMran, 3/155) mealindeki ayette bazıların yaptığı yanlışlarına vurgu yapılmıştır. 3) Hendek savaşında müslümanlar, oldukça kuvvetli olan ve değişik kabilelerden oluşan birleşik ordular karşısında Medine’nin içinde hendekler kazarak savunma yapmak durumunda kaldılar. Fakat Allah, bir ay kadar bir sürede müminleri de imtihan ettikten sonra, o şımarık orduların başına gönderdiği şiddetli bir kasırga ile onları perişan edip hezimete uğrattır. Neye uğradığını şaşıran kâfirler birçok silah ve diğer lojistik destek sağlayan mallarını bırakıp kaçmak zorunda kaldı. Bu husus sahih hadisler ve tarih kaynaklarında geçtiği gibi, Kur’an’da veciz bir tarzda, o günlerde müslümanları yaşadığı kritik anlar ile sonuçtaki zafer şöyle ifade edilmiştir: “Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani birleşik ordular üzerinize saldırmıştı da, Biz onlara karşı, bir rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptığınız her şeyi görüyordu. O vakit onlar hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti. Siz de Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye başlamıştınız. İşte orada müminler çetin bir imtihana tâbi tutulmuş, şiddetle silkelenmiş ve kuvvetli bir şekilde sarsılmışlardı.” (Ahzab, 33/9-11). 4) Huneyn savaşında Müslümanlar hem sayıca hem de silah ve lojistik destek bakımından en çok güçlü oldukları bir durumdaydı. Ancak ne sayıları ne silahları ne de yiyecekleri onlara bir fayda sağladı. Onlar bir anlık gafletle kendi gücüne güvendikleri için Allah onlara unutamayacakları bir ders verdi. Savaşın ilk dakikalarında düşmanın bir anda ortaya çıkıp attıkları oklar karşısında feleğini şaşırdılar. Ancak Allah, yine de onların o hatalarını-Hz. Peygamberin yüzü suyu hürmetinebağışladı ve onları zafere ulaştırdı. Bu konu da sağlam hadis ve tarihe ve siyer kaynaklarında yer almıştır. Kur’an’da ise yine çok veciz bir ifadeyle olayın nirengi noktasına vurgu yapılmıştır: “Şu kesindir ki Allah size birçok savaş yerlerinde yardım etti, Huneyn günü de... O gün, sayıca çokluğunuz sizi böbürlendirmiş ama bu, size fayda etmemişti. Olanca genişliğine rağmen, dünya başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız. Sonra Allah, Resulünün ve müminlerin üzerlerine sekinetini, güven veren rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o kâfirleri azaba uğratmıştı. İşte kâfirlerin cezası budur!” (Tövbe, 9/25-26) 14 - Bütün bu açıklamalar bize gösteriyor ki, müslümanların zafere ulaşmaları Allah’ın yardımı sayesindedir. Yenilgiye uğramaları da Allah’ın iradesiyledir. Bu husus, sadece asr-ı saadette değil, her zaman geçerli bir kuraldır. Örneğin Emevi, Abbasi, Osmanlı devletinin zaferleri de yenilgileri de bu kuralın dışında değildir. Ne zaferlerde -gerçek anlamda- karnın tok olmasının, ne de yenilgilerde karnın aç olmasının rolü vardır.. Bu işlerin gerçek hikmetlerini ancak Kur’an ve sünnet çizgisinde düşünebilen müminler tam anlayabilir. Ateistlerin bunları tam anlamları için iman etmeleri gerekir. Temiz olmayan bir elbise temiz olanların içerisine karışsa hangisi olduğu da bilinmese hepsini mi yıkamak gerekir? Hepsini yıkamak gerekmez. Kanaatine göre temiz olanı kirli olanı ayırır. İki elbiseden hangisinin necis olduğunu bilmiyorsa, kanaatma göre temiz olanıyla namaz kılar. Yine kanaatine dayanarak birinin temiz olduğunu sanıp onunla öğle namazını kıldıktan sonra bu kez kanaatini değiştirir ve ikinci elbiseyle ikindi namazını kılarsa, ikindi namazı yerine gelmemiş sayılır. Beraberinde iki elbise bulunur da onlarda necaset bulunduğunun farkında olmadan biriyle öğle namazını, diğeriyle ikindi namazını, sonra öğle namazını kıldığı elbiseyle akşam namazını, ikindi namazım kıldığı elbiseyle yatsı namazını kıldıktan sonra onlardan birinde dirhem miktarım aşan bir necasete rastlar ve hangisiyle hangi vakit namazını kıldığını tesbit edemezse, bu durumda öğle ile akşam namazları caizdir, ikindi ile yatsı namazları fasiddir (bozulmuş, yerine gelmemiştir). (Bk. Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/211.) 15 İslam bir dairedir, döndüğü müddetçe siz de kitapla beraber o dairenin içinde dönünüz, hadisini tamamı nasıldır? Hadisin tamamı şöyledir: - Rivayete göre, Muaz b. Cebel şöyle anlatıyor: Resulullah buyurdu ki: “Hediye, hediye olduğu sürece alabilirsiniz. Din üzerine bir rüşvet(sizi dinden taviz vermeye yönelik) olduğu zaman ise almayın. Onu (kolay kolay) terk etmezsiniz. Fakirlik ve muhtaçlık (bazı kaynaklarda: korkularınız) bu rüşveti almamanıza engel olur. .(...) Dikkat edin/şunu iyi bilin ki, İslam’ın mihveri/yörüngesi (dönüp dolaştığı alan) bir dairedir. Öyleyse siz de kitabın/Kur’an’ın döndüğü dairede (eksende) dönüp dolaşın. Şuna da dikkat edin ki, ileride kitap (Kur’an) ile sultan (devlet) birbirinden ayrılacaklar. Bu durumda siz kitaptan ayrılmayın. Şunu da iyi bilin ki, ileride başınıza öyle reisler gelir ki, kendileri için verdikleri hükmü (menfaatlerine olan şeyleri elde etmek için aldıkları kararları) sizin için vermezler. (Yani: Hukukun üstünlüğüne riayet etmezler, üstünlerin hukukunu oluşturmaya gayret ederler). Öyle ki, eğer onlara isyan ederseniz, sizi öldürürler, itaat ettiğiniz takdirde de sizi hak yoldan saptırırlar." "Peki ne yapalım ey Allah’ın resulü!” diye sorduklarında ise, peygamberimiz şöyle buyurdu: "Meryem oğlu İsa’nın arkadaşları gibi yapın! Onlar (dinleri uğrunda) testerelerle biçildiler, ağaçlarda asıldılar.. (Evet,) Allah’a itaat yolunda ölmek, Allah’a isyan etmekle geçen bir hayattan daha hayırlıdır.” (Taberanî, es-Sağir, 2/42) - Heysemi’nin değerlendirmesine göre, bu rivayetin senedinde inkıta vardır. Ayrıca senette yer alan bir ravi bazı alimler tarafından “SİKA”, diğer bazıları tarafından ise “ZAYIF” görülmüştür. Diğer ravilerin hepsi sıkadır. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/238/ h. no:9208) - Hatb el-Bağdadi, kendi rivayetinde “İslam” kelimesini kullanırken, İbn Hacer, rivayetinde “İslam” yerine “İman” kelimesini kullanmıştır. (bk. Hatib, el-Bağdadî, Telhisu’l-Müteşabih, 1/365; İbn Hacer, el-Metalibu’l-âliye, 17/574/h. no:. 4344) 16 Kurban kesinceye kadar saçınızdan ve tırnaklarınızdan bir şey almayın, anlamında bir hadis var mıdır? Konuyla ilgili hadis şöyledir: Ümmü Seleme radıyallahu anha, Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kimin kesecek bir kurbanı varsa, Zilhiccenin hilali yenilenince kurbanını kesinceye kadar saçından ve tırnaklarından bir şey almasın.” (Müslim, Edâhî 39-42 (1977); Ebu Davud, Dahâyâ, 2-3; İbn Mâce, Edâhî 11) Hadisin zahirine göre, kurban bayramında kurban kesmek isteyen bir kimsenin, Zilhiccenin ilk gününden itibaren, kurbanını kesmesine kadar geçen süre içerisinde, saçlarını, sakallarını veya vücudundaki kıllarını kesip kısaltması ya da tıraş etmesi ve tırnaklarını kesmesi yasaklanmıştır. (…) Bayramda kurban kesmek niyetinde olan kimsenin Zilhicce ayının ilk 10 gününde kıllarını gidermemesi ve tırnaklarını kesmemesinin hikmeti ile ilgili olarak Sindi şöyle bir açıklama yapar: "Bir görüşe göre kurban sahibinin kendisini ihrâmlı kimselere benzetmesidir. Diğer bir görüşe göre amaç, vücûdun bütünüyle cehennem ateşinden âzadlanmasıdır." (Sindi, ilgili hadisin şerhi) Fıkıh âlimlerinin bu husustaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür: 1. İmam Ahmed’le İshak, Said b. el-Müseyyeb, Dâvûd Zahirî ve Şafiîlerden bazılarına göre; kurban sahibinin kurbanlığı bayram gününün kuşluğunda, kesmesine kadar, vücudundaki kıl ve tırnaklardan bir şey alması haramdır. Delilleri; mevzuumuzu teşkil eden hadis-i şeriftir. 2. Hanefilere göre; kurban sahibinin sözü geçen süre içerisinde vücudundaki, kıllarını veya tırnaklarını kesmesi tenzîhen mekruhtur. İmam Şafiî’nin meşhur olan görüşü de bu olduğu gibi bu görüş İmam Mâlik’ten de rivayet olunmuştur. Bu görüşte olan âlimlere göre; konumuzla alakalı hadis-i şerifteki kılları ve tırnakları kesmekle ilgili yasak, tahrim için değil, tenzih içindir. Bu yasağın hükmünü haramlıktan çıkarıp tenzihen mekruhluğa çeviren delil ise; başka bir hadistir. Sözü geçen hadis-i şerifte Fahr-i kâinat Efendimizin Medine’den Mekke’ye kurbanlık gönderdiği, kendisinin Medine’de kaldığı ve kurbanlığı daha Mekke’ye ulaşıp kesilmeden önce kendisinin ihramlılar için geçerli olan yasaklara uymadığı ifade edilmektedir. Bu sebeple, Hattâbî de, sözü geçen hadisin konumuzu ilgilendiren hadisteki yasağın haramlık ifade etmeyip, tenzihen mekruhluk ifade ettiğine delil olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu görüşte olan âlimlere göre; “kurban sahibinin kurbanı kesmeden önce, elbisesini giyip güzel kokular sürünmesinin caiz olduğunda, tüm âlimlerin ittifak etmiş olmaları da, tırnakların ve saçların kesilmesiyle ilgili sözü geçen yasağın kerahet-i tenzihiyye ile ilgili olduğuna delâlet eden hususlardandır.” bk. - Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Necati Yeniel, Hüseyin Kayapınar, Necat Akdeniz, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1990, 10/467-468. - Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 8/488-489. 17