YENİ YAYINLARDAN ÖZETLER Metilfenidat ve Amfetamin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocukların Lenfositlerinde Sitogenetik Hasar Yapmıyor araştıran çalışmalara gereksinim bulunmaktadır. Öğr. Gör. Dr. Devrim Akdemir İnhibitör Kontrol Sırasında Sağ İnferior Frontal Korteks Aktivasyonunda Atomoksetinin Düzenleyici Rolü: Farmakolojik Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme Çalışması Witt KL, Shelby MD, Itchon-Ramos N ve ark. (2008) Methylphenidate and amphetamine do not induce cytogenetic damage in lymphocytes of children with ADHD. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 47(12):1375-1383. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun (DEHB) tedavisinde metilfenidat elli yıldan fazla süredir amfetamin de 1996 yılından bu yana kullanılmaktadır. Her ikisinin de baş edilebilir yan etkileri bulunmaktadır, genellikle güvenlikleri iyi ilaçlardır. Ancak, 2005 yılında yayınlanan bir makalede DEHB’nin tedavisinde kullanılan metilfenidatın sitogenetik hasara neden olabildiği bildirilmiştir. Diğer bazı çalışmalarda bu bulgu desteklenmese de halk sağlığı açısından önemli olan bu bulgunun araştırılması gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı DEHB tedavisinde üç ay süreyle kullanılan metilfenidatın sitogenetik hasar yapıp yapmadığını araştırmaktır. Bu çalışmada amfetaminin de sitogenetik hasara neden olup olmadığına bakılmıştır. Chamberlain SR, Hampshire A, Müler U ve ark. (2008) Atomoxetine Modulates Right Inferior Frontal Activation During Inhibitory Control: A Pharmacological Functional Magnetic Resonance Imaging Study. Biol Psychiatry [Epub ahead of print] Bu çalışma tek doz (40 mg) atomoksetinin sağlıklı gönüllülerde “dur işareti” görevinde nöronal ağdaki etkilerini fMRI ile ölçmeyi amaçlamıştır. Çalışma çift kör, plasebo kontrollü, randomize yapılmıştır. 19 sağlıklı gönüllü çalışmaya alınmıştır. Atomoksetin ya da plasebo alan gönüllüler “dur işareti” ve “devam et işareti” görevleri sırasında ortalama reaksiyon zamanı ve fMRI ile bu görevler sırasında oluşan beyin kan akımı değişiklikleri açısından karşılaştırılmıştır. Ayrıca plazma atomoksetin seviyeleri ile beyin kan akımı değişiklikleri arasında ilişki olup olmadığına bakılmıştır. Çalışma paralel gruplu, açık uçlu, seçkisiz bir çalışmadır. 6-12 yaşında DEHB tanısı alan 25 hastaya metilfenidat, 24 hastaya da amfetamin 90 gün süreyle verilmiştir. Yanlılığı önlemek amacıyla lenfosit kültürü örneklemleri puanlamadan önce yapılmış ve tedavi öncesi ve tedavi sonrası alınan örneklemler beş ay süreyle karışık olarak birarada tutulmuştur. Üç aylık tedavi sonucunda her iki ilaç tedavisinin de sitogenetik hasarda artışa neden olmadığı, tedavi öncesinde de sonrasında da sitogenetik hasarın beklenen düzeyde olduğu görülmüştür. Bu çalışmanın sonuçları tedavi edici düzeydeki metilfenidatın insanlarda sitogenetik hasarı arttırmadığını destekleyen bulgulara benzemektedir. Ancak bu bulgular DEHB’nin tedavisinde stimulanların uzun dönemli güvenliğine kanıt oluşturmamaktadır. Bu hastalığın tedavisinde çok daha uzun süreli olarak ilaç tedavisi gerektiğinden stimulanların uzun süreli güvenirliklerini Çalışma sonucunda “devam et işareti” görevinde ortalama reaksiyon zamanının plasebo ile atomoksetin grupları arasında eşit olduğu ancak “dur işareti” görevinde ortalama reaksiyon zamanının atomoksetin grubunda plasebo grubuna göre daha kısa olduğu görülmüştür. Ayrıca bu çalışmada atomoksetin grubunda plasebo grubuna göre sağ inferior frontal gyrus ve süperior temporal korteks bölgelerinde daha fazla aktivasyon artışı olduğu gözlenmiştir. Sadece başarılı ketleme sırasında plazma atomoksetin seviyeleri ile bu bölgelerdeki kan akımı arasında anlamlı ilişki olduğu tespit edilmiştir. I Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi : 15 (3) 2008 Bu çalışma sağlıklı gönüllülerde atomoksetinin inhibitör kontrol hızını başarılı/başarısız ketleme yapıp yapmadıklarına bakmaksızın düzelttiğini ve inferior prefrontal/süperior temporal korteks bileşkesinde beyin kan akımını artırdığını göstermiştir. Bu bölgelerin tepki ketleme hızını ayarlamada anahtar rol oynadığı bilinmektedir. Ancak başarılı/başarısız ketleme sırasında da bu bölgelerde aktivasyon görülmesi tek başına bu bölgelerin aktivasyonunun yeterli olmadığını düşündürmektedir. Bu çalışmanın inhibitör kontrol sırasında beyin bölgelerindeki atomoksetinin etkilerini inceleyen ilk çalışma olmasına rağmen klinik örneklemle çalışılmamasının önemli bir kısıtlılık olduğu makalede vurgulanmıştır. oluşturulmuştur. Son olarak DAT1, DRD4 ve DRD5 ile bilişsel işlevler arasındaki bağıntı araştırılmıştır. Çalışmada 251 aileden 6-18 yaş arası 540 katılımcı yer almıştır. Kardeş çiftleri arasında zeka bölümü (ZB), cinsiyet, DEHB alt tipinde farklılık olmaması istenmiştir. Katılımcıların %82’si beyaz, % 11’i hispanik, %1’i afrika kökenli Amerikalı ve %9’u diğer veya karışık ırktan gelmektedir. Katılımcılara 70 ve üzeri ZB seviyesi, DEHB ile ilişkili olan genetik hastalıkların bulunmaması, şizofreni ve otizm tanısının bulunmaması şartı getirilmiştir. Bilişsel ölçümler için Stroop testi, durdurucu sinyal testi ve Wechsler zeka testi kullanılmıştır. Genetik tiplendirme için kan örnekleri alınmıştır. Dr. Hayati Sınır ZB değerlerinde yüksek kardeş uyumu görülmüştür. Durdurucu testlerde görülen uyum istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Babada DEHB bulunmasının bilişsel işlevleri etkilemediği fakat annede DEHB bulunmasının bilişsel işlev puanlarını düşürdüğü ortaya çıkarılmıştır. DRD4 geninin riskli alelini taşıyanlarda daha düşük ZB değerleri saptanmıştır. Aynı şekilde DRD4 riskli alelini taşıyan hastaların durdurucu testlerde belirgin olarak daha yavaş tepki gösterdiği ortaya çıkarılmıştır. DAT1 ve DRD5 geninin bilişsel işlevler üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkisi tespit edilememiştir. Gen-gen etkileşimlerinin istatistiksel olarak anlamlı etkisi saptanamamıştır. Hem annesinde DEHB bulunan ve hem de kendisinde DRD4 riskli aleli bulunan çocuklar ise daha düşük bilişsel işlev puanları almıştır. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğundan Etkilenen Kardeş Çiftlerinde Bilişsel İşlevler: Ailesel Kümelenme ve Dopamin Genleri Loo SK, Rich EC, Ishii J ve ark. (2008) Cognitive functioning in affected sibling pairs with ADHD: familial clustering and dopamine genes. J Child Psychol Psychiatry 49:950-957. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun (DEHB) % 76’ya varan bir oranla genetik olarak aktarılabildiği gösterilmiştir. Yapılan çalışmalarda dopaminin patofizyolojideki rolü ve psikostimülan ilaçların tedavideki etkinliği göz önüne alınarak dopaminerjik genler üzerine odaklanılmıştır. Olası sorumlu genler dopamin taşıyıcısı (DAT1), dopamin reseptörü D4 ve D5’dir (DRD4, DRD5). Son yapılan çalışmalarda heterojeniteyi azaltması ve bağlantıyı arttırması amacıyla genler ve tanılar arasındaki ilişkiler yerine genler ve alt tipler arasındaki ilişkiler araştırılmaya başlanmıştır. Bu yönde atılacak bir adım da DEHB’de dopaminerjik genler ve bilişsel işlevler arasındaki bağlantıyı test etmektir. Günümüze kadar yapılan çalışmalarda küçük örneklemler (50’den az) üzerinde çalışılmış, çoklu gen etkisi göz ardı edilmiş ve birbirleriyle çelişen sonuçlar elde edilmiştir. Yapılan bu çalışmada çoklu gen etkisi araştırılmış, anne babalardan en az bir tanesinde de DEHB tanısı bulunmaktaysa genetik yükün artacağı ve bilişsel işlevselliğin düşeceği hipotezi Yapılan bu çalışma artmış genetik yükün bilişsel işlevleri kötü yönde etkilediğini ortaya çıkarmıştır. Annede DEHB bulunmasının daha düşük puanlara yol açması da bu bulgu ve daha önce yapılan ve DEHB’li kadınlarda genetik yükün daha fazla olduğunu gösteren çalışmalarla uyumludur. Çalışmanın tüm insanlara genellenmesini sınırlandıran temel faktör örneklemin ırksal kökeninin heterojen olmasıdır. Bu bağlamda daha homojen gruplarda ileri çalışmalar yapılmalıdır. Sonuç olarak bilişsel işlevler DEHB olanlarda ailesel kümelenme gösterir ve DRD4 geni bilişsel işlevleri etkiler. İnt. Dr. Volkan ARSLAN II Otizmde Dil Gelişimi: Ortak Dikkat ve Oyuna Yönelik Desteklerin Seçkisiz Karşılaştırması olası nedeni sembolik oyun öğrenilirken dolaylı olarak ortak dikkatin de gelişmesidir. İfade yeteneği gelişiminde ise ortak dikkat grubunda sembolik oyun ve kontrol gruplarına göre anlamlı fark elde edilmiştir. Çocuğun başlattığı ilişki süreleri kontrol grubuna göre belirgin uzamıştır. Bu çalışma bize otistik çocuklarda ortak dikkati geliştirmenin dil gelişimine olumlu yönde katkısı olduğunu göstermektedir. Kasari C, Paparella T, Freeman S ve ark. (2008) Language outcome in autism: Randomized comparison of joint attention and play interventions. J Consult Clinic Psychol 76:125-137. Otistik çocuklarda dil gelişimi gecikmiştir, bu gecikme çoğu kez ailelerin tıbbi yardım aramasına neden olmaktadır. Dil gelişimi bu çocuklarda oldukça değişkendir. Bazı çocuklar yaşlarına uygun konuşabilmekteyken, bazıları hiç konuşamamaktadır. 10-13 yaşları arasındaki otistik çocukların ¼ ile ½’sinin gelişmiş bir dile sahip olmadığı bildirilmiştir. İnt. Dr. Özlem YURTSEVER Alkol Kullanım Bozukluğu Olan Ergenlerde Tedavi Sonrası Hizmetlerin Etkinliği: Seçkisiz, Kontrollü bir Çalışma Kaminer Y, Burleson JA, Burke RH (2008) The efficacy of aftercare for adolescents with alcohol use disorders: A randomized controlled study. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 47(12):1405-1412. Ortak dikkat becerisinin dil gelişimiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Nesneler ve insanlar arasında bağlantı kurma çabaları dil gelişimini desteklemektedir. Otistik çocuklara nasıl iletişim kuracaklarını öğretmek dil gelişimine katkıda bulunmaktadır. Ortak dikkat becerilerindeki pozitif değişimlerin dil gelişimi üzerinde olumlu sonuçlar üretmesi beklenmektedir. Bu amaçla 3-4 yaşları arasında 58 otistik çocuk 1) ortak dikkat becerileri öğretilenler 2) sembolik oyun becerileri öğretilenler 3) kontrol grubu olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Alkol kullanım bozukluğu nedeniyle tedavi gören ergenlerde tedavi bitiminden sonraki ilk 3-6 ayda relaps hızının yaklaşık %60 olduğu bildirilmiştir. Alkol ve diğer madde kullanım bozukluklarının tedavi sonrası da sürekli aktif izlem gerektiren, relapslarla giden kronik bozukluklar olduğu kabul edilmektedir. Bu çalışmada, alkol kullanım bozukluğu olan ergenlerde tedavi sonrası dönemde verilen aktif hizmetlerin tedavi ile elde edilen kazanımların korunmasına sağladığı katkı araştırılmıştır. Çocuklara “Erken Müdahale Programı” adı verilen bir program uygulanmıştır. Bu program haftada 30 saat süren, otistik, gelişimsel veya davranışsal bozukluğu olan çocuklara yönelik bir programdır. Her çocuk eğiticiyle bire bir 30 dakika geçirmektedir. Her gruba 30 dakikalık sürede kendi amaçlarına uygun eğitim verilmiştir. Bu süre zarfında çocuğun ilgi alanına yönelik aktiviteler ve bu aktivitelerle ilgili konuşmalar yapılmakta; düzeltici geribildirimler verilerek çocukla göz teması kurulmaktadır. Bunun yanı sıra atıştırma, öğle yemeği, teneffüs, tuvalet eğitimi, kıyafet değiştirme eğitimi de programda yer almaktadır. Araştırmaya katılan çocuklar 6 ay ve 12 ay sonra tekrar değerlendirilmiş ve ortak dikkat becerisine yönelik destek alan grubun dil gelişiminde 12 ay sonra kontrol grubuna kıyasla belirgin fark olduğu gözlenmiştir. Sembolik oyun grubunda da benzer oranda gelişim gözlenmiştir. Bunun III Alkol kullanım bozukluğuna dair DSM-IV ölçütlerini karşılayan 13-18 yaş arasındaki 177 ergen, haftada bir kez olmak üzere dokuz hafta boyunca yapılan bilişsel davranışçı tedavi oturumlarından oluşan tedavi fazına alınmıştır. Tedaviyi tamamlayıp tedavi sonrası izlem fazına geçen 144 ergen, üç grup oluşacak şekilde seçkisiz olarak ayrılmıştır. İlk gruptaki hastalara 50 dakika süreyle dört kez, yüz yüze birebir görüşme yöntemiyle motivasyon arttırıcı tedavi ve bilişsel davranışçı tedavi verilmiştir. İkinci gruptaki ergenlere aynı içerikli tedavi 12-15 dakikalık telefon konuşmaları aracılığıyla verilirken üçüncü grup kontrol grubu olarak kabul edilmiş, bu gruba tedavi sonrası aktif hizmet verilmemiştir. Tedavinin bitimi ile izlemin bitimi arasındaki süreçteki alkol kullanımı çeşitli parametrelerle değerlendirilmiştir. Tedavi sonrası izlem boyunca her üç grupta yeniden alkol kullanmaya başlayan ergenler olsa da bu değişiklik erkeklerde daha belirgin bulunmuştur. Tedavi sonrası aktif hizmet verilen iki grupta alkol içilen ve fazla alkol içilen gün sayıları kontrol grubuna göre anlamlı miktarda azdır. Aktif hizmet verilip verilmemesi erkek hastalarda alkol kullanmama hızını değiştirmezken tedavi sonrası aktif izlem yapılan kızlarda alkol kullanmama oranında anlamlı bir azalma yoktur. Aktif hizmetin yüz yüze görüşme veya kısa telefon görüşmesi şeklinde verilmesi, alkol kullanma parametrelerinde anlamlı bir değişiklik oluşturmamıştır. yatrik hastalıkların (Pediatric Autoimmune Neuropsychiatric Disorders Associated with Streptococcal Infections, PANDAS) kriterlerini taşıyan çocuklardaki tik ve obsesif kompulsif bozukluk (OKB) belirtilerinde şiddetlenmeler arasında özgül bir ilişki olup olmadığını göstermek amacıyla yapılmıştır. 40 kişilik PANDAS’lı olgu grubu ile 40 kişilik streptokok enfeksiyonu ile ilişkilendirilememiş kronik tik ve OKB’si olan kontrol grubunun karşılaştırılması şeklinde oluşturulmuş uzunlamasına kohort çift-kör bir çalışmadır. Gruplar iki sene (2003-2005) boyunca streptekokal enfeksiyonlar ile tik ve OKB belirtilerinin şiddetlenmesi açısından yoğun laboratuar tetkikler ve klinik izlemler ile takip edilmiştir. Sonuç olarak, tedavi sonrası aktif bakım hizmeti verilen gruplarda tedavi ile elde edilen olumlu sonuçların zamanla kaybedilmesinde ve relapslarda azalma olduğu görülmüştür. Aktif hizmet verilen kızlarda anlamlı oranda relaps gözlenmemiştir. Bu çalışma, alkol kullanım bozukluğu olan ergenlerin tedavi sonrası izleminde kısa telefon görüşmelerinin yüz yüze görüşmeler kadar etkili olabileceğini önermektedir. Vaka grubunda kontrol grubuna göre daha fazla GABHS enfeksiyonu gözlenmiştir. Yine vaka grubunda kontrol grubuna göre tik ve OKB belirtilerinde daha fazla şiddetlenme gözlenmiştir. GABHS olmayan enfeksiyon ile belirtilerdeki kötüleşme arasındaki ilişkiye bakıldığında vaka grubunun ilişkisiz fakat kontrol grubunun ilişkili olduğu görülmüştür. Kontrol grubuna göre daha fazla saptanmasına rağmen yine de PANDAS’lı vaka grubundaki hastaların tik ve OKB belirtilerindeki şiddetlenmelerinin %75-92.5’u GABHS ile ilişkilendirilememiştir. İnt. Dr. Yılmaz YILDIZ Streptokokal Enfeksiyonlar ile Çocukluk Çağı Tik ve ObsesifKompulsif Bozukluğu (OKB)’nun Belirtilerindeki Şiddetlenmeler Sonuç olarak; PANDAS’lı hastaların, tik ve/veya OKB’nin GABHS’a karşı hassas bir alt grubunu oluşturduğu düşünülmüştür. Tik ve OKB’nin GABHS dışında başka tetikleyicileri de olduğu ve bunların diğer alt grupları oluşturacağı fakat bunlar için daha fazla araştırma ve kanıt gerekmekte olduğu belirtilmiştir. Kurlan R, Johnson D, Kaplan E ve ark. (2008) Streptococcal infection and exacerbations of childhood tics and obsessive-compulsive symptoms: A prospective blinded cohort study. J Pediatrics 121:1188-1197. Bu çalışma, Grup A β-hemolitik streptekok (GABHS) enfeksiyonu ile streptekok enfeksiyonları ile ilişkili pediyatrik otoimmün nöropsiki- İnt. Dr. Baise YEŞİL IV