Kasım 1979

advertisement
DİN HÜRRİYETİ NİFAKIN ÖNLENMESİNE
VESİLEDİR
‫فَ َما ِل ٰٓه ُ۬ ُؤ ََٰٓلءِ ْالقَ ْو ِم ََل يَكَادُونَ يَ ْفقَ ُهونَ َحد۪ يثا‬
Muhterem Müslümanlar!
Mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslamiyet,
insan düşüncesine büyük önem vermiş, Allah'ın dünyada
ve üzerimizde yarattığı nimetlerin hatırda tutulmasını
bizden istemiştir. İslam'ın zuhurundan beri müslüman
ülkelerde İslam'ın egemen olduğu zamanlarda gayri
müslimlere bile tanınmış düşünce ve ibadet etme hürriyeti
sadece müslüman ediplerce değil insafı elden bırakmayan
batılı tarihçiler tarafından da kabul edilmiştir.
Hz. Ömer devrinde bazı kimselerin bir yahudiye ait
olan toprak parçasını gasp edip yerine cami inşa
ettiklerini haber alan Halifenin, caminin derhal
yıkılmasını ve arsasının sahibine teslimini emretmesi,
keza Şam'daki Emeviye camiinin genişletilmesi
maksadıyla yanında bulunan kilisenin yıkılıp camiye
ilave edilmesinin bazı Hristiyanlar tarafından devrin
halifesi Ömer b. Abdül Aziz'e şikayet edilmesi üzerine,
halife caminin, kilisenin yerine isabet eden kısmının
yıkılmasını ve kilisenin yeniden inşa edilip restore
edilmesini emretmesi, ancak oradaki Hristiyanlar nakdi
tazminatı kabul edince meselenin ihtilafsız halledilmesi
bu alanda mevcut olan sayısız örneklerden sadece iki
tanesini teşkil etmektedir ki, (1) bunlar hiristiyan ve
yahudilerin sahip oldukları mabed edinme ve ibadet etme
haklarının ne derece teminat altına alınmış olduğunu
göstermekte. 20. asrın sonlarına gelinmesine rağmen bir
kısım muhitlerde camilerin tahrip edildiğinin
müslümanların en tabii hakları olan ibadetlerinden dolayı
işkencelere maruz bırakılmalarının yanında İslam'ın bil
fiil ispat ettiği uygarlığı anlatmaktadır. O kadar ki İslam
dini müslüman olmayan anne ve babanın ibadet
ihtiyaçlarını telafi maksadıyla gittikleri kiliseden
gelemezlerse onlara yardımcı olmayı ve evlerine kadar
getirmeyi müslüman evladına bir vazife olarak vermiş (2)
hiristiyan ailenin dinine müdahale edilmemesini
emretmiştir.
"Müdavelei efkârdan hakikatler doğar" prensibi ile
karşılıklı danışma ve tartışma kapılarını açık tutan
dinimiz baskı ve zorlama yollarına, cebir ve ceberut
sahiplerine asla iltifat etmemiştir. Fitneyi adam
öldürmekten, nifakı küfürden daha tehlikeli saydığı için
buna yol açacak olan sebepleri de tanımış olduğu düşünce
ve ibadet hürriyeti ile ortadan kaldırmıştır. Maddi ve
manevi yönden zarar göreceğini tahmin ettiği için inanç
ve ibadetini gizlemeyi şahsi açısından faydalı ve uygun
bulan kimselerin daha zararlı hale gelmelerini önlemek
gayesiyle başvurulacak en makul yolun inançları
dairesinde serbest bırakılmaları olduğu aşikârdır. Her
türlü baskı bir süre küfrü önlese de ondan daha zararsız
ve tehlikesiz olmayan nifaka yol açacağı kaçınılmaz
olacaktır. Hz. Ali efendimiz sakınılması mümkün
olduğundan kâfirden, zarar gelmeyeceğinden dolayı da
müslümandan endişe edilmemesini, ama tehlikeli ve
zararlı olduğu için münafıklıktan ve münafıklardan
korkulmasını tavsiye etmiştir. (3) Abdullah b. Sebe gibi
gerçekte yahudi fakat sûreta müslüman görünen
münafıklardan alemi İslam'ın ne kadar zarar gördüğü
bilinmektedir. Hz. Peygamberimiz "Kendisinde dört
haslet bulunan münafık, bunlardan bir tanesini
bulunduranda da onu terk edince ye kadar münafıklıktan
bir haslet olduğunu, bu hasletlerinde emanete hiyanet,
sözde yalancılık, ahde vefasızlık ve intikam almak
istediğinde haddi aşmak olduklarını açıklamıştır". (4)
Aziz Cemaat!
Münafıklık alametlerinden en önemlisi olan
yalancılığa kişileri itecek ve inanmadığını söylemeye,
olmadığı gibi görünmeye sevk edecek olan terör havasını
üzerlerine estirmeyi dinimiz faydalı bulmadığı için tasvip
etmemiş, bu konuda ikna, talim ve tebliğ yolunu
seçmiştir. Allah'ın Rasulü "Sadakat ve samimiyetle
Allah'ın birliğine ve Muhammed'in Peygamberliğine
şehadet getiren kimseyi Allah cehennemde (ebedi olarak)
bırakmaz" (5) buyuruyor. Dünyada fertleri ve cemiyetleri
her türlü buhrandan ve bunalımdan kurtaran ahirette de
kurtaracak ve cennete koyacak olan bu imanı
Resulullah'ın uyguladığı tebliğ metodu ile her çeşit küfür
ve nifak bataklığına düşmüş kimselere aşılamayı her
inanmış kişi asrımızda başta gelen vazife bilmeli, bu
vazifeyi ifa etmeyi de en büyük fazilet kabul etmelidir.
Tebliğ yerinin sadece cami ve mescit olmadığını belki
fabrika, atölye, işyeri, tarla ve dükkân gibi çalışma
yerlerinin mescidin birer uzantısı olduklarına inanmalı ve
fiilen göstermelidir.
Müslüman hürriyet dilenen değil, başkalarına
hürriyet bağışlayabilme mevkiine çıkmak, kendi inanç ve
medeniyetini kurmak ve korumak, asrımızda ki zulmün
insanlığa el koymasına engel olmak için ahlakta ve
takvada kuvvetli olmanın yararı da, inançsız milletlerden
evvel davranıp eşya ve tabiat kuvvetlerine sahip çıkmak,
böylece yeryüzünün halifesi olduğunu ilan ve ispat etmek
mecburiyetindedir. Haccacı, zalime "Eshaba kavuştuğun,
durumlarını ve tutumlarını gördüğün halde neden Hz.
Ömer gibi adil olmazsın" denildiğinde minber üzerinden
seslenerek "Siz takvada ve ahlakta Hz. Ebuzer gibi
olursanız ben de insaf ve adalette Hz. Ömer gibi olurum"
(6) cevabını vermiştir. İslam'ı adaletin ferah ve
mutluluğundan mahrum olmaya sebep. Takvadan
ayrılmak ve tebliği bırakmak olduğunu bu da açıkça
göstermektedir.
Hak ve hakikatin tebliğini duydukları halde onu
almayan ve anlamayanlar Rabbi Zülcelalimizden tasvip
görmedikleri hutbemizin evvelinde okuduğumuz ayeti
celileden anlaşılmaktadır. Allahü Teala "O topluluğa ne
oldu ki sözü (Kuranı) anlamaya yanaşmıyorlar" (7) hitabı
İlahisi ile bu kabil kimselerin anlayışsızlıklarını ortaya
dökmekte, hakkın sesini duymaya yanaşmayanları
kınamaktadır.
***
(1) Muhammed Hamidullah : Islama Giriş terceme Kemal Kuscu
Sh. 236
(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)
Ahlak-ı Alâ-i Cilt 2 Sh. 49
Mev.'âna Ebül Kemal ö'.ümsüz Müdafaa
Etterhibü vetterhib Cilt 4 Th 10
Et-T&e Cilt 1 Sh. 31
TefOriittesnim Fi Kalbi Sel'm 1/42
Nisa Suresi Ayet 78
Kasım 1979
Download