DİN HÜRRİYETİ NİFAKIN ÖNLENMESİNE VESİLEDİR فَ َما ِل ٰٓه ُ۬ ُؤ ََٰٓلءِ ْالقَ ْو ِم ََل يَكَادُونَ يَ ْفقَ ُهونَ َحد۪ يثا Muhterem Müslümanlar! Mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslamiyet, insan düşüncesine büyük önem vermiş, Allah'ın dünyada ve üzerimizde yarattığı nimetlerin hatırda tutulmasını bizden istemiştir. İslam'ın zuhurundan beri müslüman ülkelerde İslam'ın egemen olduğu zamanlarda gayri müslimlere bile tanınmış düşünce ve ibadet etme hürriyeti sadece müslüman ediplerce değil insafı elden bırakmayan batılı tarihçiler tarafından da kabul edilmiştir. Hz. Ömer devrinde bazı kimselerin bir yahudiye ait olan toprak parçasını gasp edip yerine cami inşa ettiklerini haber alan Halifenin, caminin derhal yıkılmasını ve arsasının sahibine teslimini emretmesi, keza Şam'daki Emeviye camiinin genişletilmesi maksadıyla yanında bulunan kilisenin yıkılıp camiye ilave edilmesinin bazı Hristiyanlar tarafından devrin halifesi Ömer b. Abdül Aziz'e şikayet edilmesi üzerine, halife caminin, kilisenin yerine isabet eden kısmının yıkılmasını ve kilisenin yeniden inşa edilip restore edilmesini emretmesi, ancak oradaki Hristiyanlar nakdi tazminatı kabul edince meselenin ihtilafsız halledilmesi bu alanda mevcut olan sayısız örneklerden sadece iki tanesini teşkil etmektedir ki, (1) bunlar hiristiyan ve yahudilerin sahip oldukları mabed edinme ve ibadet etme haklarının ne derece teminat altına alınmış olduğunu göstermekte. 20. asrın sonlarına gelinmesine rağmen bir kısım muhitlerde camilerin tahrip edildiğinin müslümanların en tabii hakları olan ibadetlerinden dolayı işkencelere maruz bırakılmalarının yanında İslam'ın bil fiil ispat ettiği uygarlığı anlatmaktadır. O kadar ki İslam dini müslüman olmayan anne ve babanın ibadet ihtiyaçlarını telafi maksadıyla gittikleri kiliseden gelemezlerse onlara yardımcı olmayı ve evlerine kadar getirmeyi müslüman evladına bir vazife olarak vermiş (2) hiristiyan ailenin dinine müdahale edilmemesini emretmiştir. "Müdavelei efkârdan hakikatler doğar" prensibi ile karşılıklı danışma ve tartışma kapılarını açık tutan dinimiz baskı ve zorlama yollarına, cebir ve ceberut sahiplerine asla iltifat etmemiştir. Fitneyi adam öldürmekten, nifakı küfürden daha tehlikeli saydığı için buna yol açacak olan sebepleri de tanımış olduğu düşünce ve ibadet hürriyeti ile ortadan kaldırmıştır. Maddi ve manevi yönden zarar göreceğini tahmin ettiği için inanç ve ibadetini gizlemeyi şahsi açısından faydalı ve uygun bulan kimselerin daha zararlı hale gelmelerini önlemek gayesiyle başvurulacak en makul yolun inançları dairesinde serbest bırakılmaları olduğu aşikârdır. Her türlü baskı bir süre küfrü önlese de ondan daha zararsız ve tehlikesiz olmayan nifaka yol açacağı kaçınılmaz olacaktır. Hz. Ali efendimiz sakınılması mümkün olduğundan kâfirden, zarar gelmeyeceğinden dolayı da müslümandan endişe edilmemesini, ama tehlikeli ve zararlı olduğu için münafıklıktan ve münafıklardan korkulmasını tavsiye etmiştir. (3) Abdullah b. Sebe gibi gerçekte yahudi fakat sûreta müslüman görünen münafıklardan alemi İslam'ın ne kadar zarar gördüğü bilinmektedir. Hz. Peygamberimiz "Kendisinde dört haslet bulunan münafık, bunlardan bir tanesini bulunduranda da onu terk edince ye kadar münafıklıktan bir haslet olduğunu, bu hasletlerinde emanete hiyanet, sözde yalancılık, ahde vefasızlık ve intikam almak istediğinde haddi aşmak olduklarını açıklamıştır". (4) Aziz Cemaat! Münafıklık alametlerinden en önemlisi olan yalancılığa kişileri itecek ve inanmadığını söylemeye, olmadığı gibi görünmeye sevk edecek olan terör havasını üzerlerine estirmeyi dinimiz faydalı bulmadığı için tasvip etmemiş, bu konuda ikna, talim ve tebliğ yolunu seçmiştir. Allah'ın Rasulü "Sadakat ve samimiyetle Allah'ın birliğine ve Muhammed'in Peygamberliğine şehadet getiren kimseyi Allah cehennemde (ebedi olarak) bırakmaz" (5) buyuruyor. Dünyada fertleri ve cemiyetleri her türlü buhrandan ve bunalımdan kurtaran ahirette de kurtaracak ve cennete koyacak olan bu imanı Resulullah'ın uyguladığı tebliğ metodu ile her çeşit küfür ve nifak bataklığına düşmüş kimselere aşılamayı her inanmış kişi asrımızda başta gelen vazife bilmeli, bu vazifeyi ifa etmeyi de en büyük fazilet kabul etmelidir. Tebliğ yerinin sadece cami ve mescit olmadığını belki fabrika, atölye, işyeri, tarla ve dükkân gibi çalışma yerlerinin mescidin birer uzantısı olduklarına inanmalı ve fiilen göstermelidir. Müslüman hürriyet dilenen değil, başkalarına hürriyet bağışlayabilme mevkiine çıkmak, kendi inanç ve medeniyetini kurmak ve korumak, asrımızda ki zulmün insanlığa el koymasına engel olmak için ahlakta ve takvada kuvvetli olmanın yararı da, inançsız milletlerden evvel davranıp eşya ve tabiat kuvvetlerine sahip çıkmak, böylece yeryüzünün halifesi olduğunu ilan ve ispat etmek mecburiyetindedir. Haccacı, zalime "Eshaba kavuştuğun, durumlarını ve tutumlarını gördüğün halde neden Hz. Ömer gibi adil olmazsın" denildiğinde minber üzerinden seslenerek "Siz takvada ve ahlakta Hz. Ebuzer gibi olursanız ben de insaf ve adalette Hz. Ömer gibi olurum" (6) cevabını vermiştir. İslam'ı adaletin ferah ve mutluluğundan mahrum olmaya sebep. Takvadan ayrılmak ve tebliği bırakmak olduğunu bu da açıkça göstermektedir. Hak ve hakikatin tebliğini duydukları halde onu almayan ve anlamayanlar Rabbi Zülcelalimizden tasvip görmedikleri hutbemizin evvelinde okuduğumuz ayeti celileden anlaşılmaktadır. Allahü Teala "O topluluğa ne oldu ki sözü (Kuranı) anlamaya yanaşmıyorlar" (7) hitabı İlahisi ile bu kabil kimselerin anlayışsızlıklarını ortaya dökmekte, hakkın sesini duymaya yanaşmayanları kınamaktadır. *** (1) Muhammed Hamidullah : Islama Giriş terceme Kemal Kuscu Sh. 236 (2) (3) (4) (5) (6) (7) Ahlak-ı Alâ-i Cilt 2 Sh. 49 Mev.'âna Ebül Kemal ö'.ümsüz Müdafaa Etterhibü vetterhib Cilt 4 Th 10 Et-T&e Cilt 1 Sh. 31 TefOriittesnim Fi Kalbi Sel'm 1/42 Nisa Suresi Ayet 78 Kasım 1979