cuma namazı - Mehmet Bozkurt

advertisement
1
14
-CUMA NAMAZI
Cuma namazının tanımı ve mahiyetine geçmeden önce, Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı, yani Cuma günü
öğle namazı ile ilgili ayetleri gözden geçirmek gerekir. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim:
“Ey İman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı
anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” “Namaz bitince
yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfünden rızık isteyin, Allah’ı çok anın ki, umulur ki, kurtuluşa
erişesiniz.” (Cum’a, 62/9-11)
Türkçemiz’de cuma denince, hem cuma günü, hem de cuma namazı anlaşılır. Arapça’da bu kelime, “cum’a,
cumu’a, cume’a” şeklinde de söylenebilir. Ancak yaygın olan şekli cumu’a olanıdır. Cuma namazı, cuma günü
öğle vaktinde ve cemaatle iki rekat olarak, şartlarını taşıyan her mükellefin kılması, farz olan özel bir namazdır.
Cuma’ya ilk defa cuma adını veren zatın Mekke’nin başkanı Ka’b bin Lüey olduğu rivayet edilmektedir. (Prof. Dr.
Vehbi Yunus Yavuz,“Cuma Namazı”,s. 7-9; Vecdi Akyüz, “Mukayeseli İbadetler İlmihali”, II, s. 152)
Cuma namazı toplu bir namazdır ve Müslümanlara farzdır. Cuma esas olarak toplanmak, bir araya gelmek
anlamındadır. O halde, Müslümanlar hangi yerde ve hangi şartlar içinde olurlarsa olsunlar, Cuma namazı kılma
imkanına sahip bulunduklarında, kendilerine bu namaz farz olmuştur. Hitap bütün mü’minlere olduğuna
göre, kadınların da Cuma namazı kılmaları kesinlikle farzdır. Elbette ki, zorlayıcı nedenlerden dolayı
istisnai durumlar olabilir. Ancak kadınların Cuma namazı kalmamalarını prensip haline getirip, Allah’ın emrini
erkeklere özgü haline getirerek, kadınları bu hayatı ve ilahi emrin dışında tutmak, Kur’an-ı Kerim’in ruhuna
aykırıdır. Kesinlikle kadınların Cuma namazına katılmaları, diğer namazları kılmalarından çok daha önemli nimet
ve bereketlerin doğmasına yol açacaktır. Bu gün var olan uygulama, kaynağını Kur’an-ı Kerim’den almamaktadır.
Tamamen bir Emevi geleneğidir ve günümüze kadar varlığını korumaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı ile
ilgili sadece bir ayet vardır. Yukarıda ifade edilen ayet, herkesin rahatlıkla anlayabileceği kadar açıktır. Herkese
hitap ederek başlayan ayette kadın ve erkek ayırımı yapılmamaktadır. Ne acıdır ki, bu anlamda bir açıklama
yapan her ilahiyatçıya, her nedense toplumumuzda bir tepki ortaya çıkmıştır. Bu satırları okurken bana çok
kızabilirsiniz ve şaşırabilirsiniz, ama amacım ilahi emri bir defa daha bilgilerinize arz etmek ve bu konuda
düşünmenizi sağlamaktır. Bu gün camilerimizde kadınların namaz kılma ortamları arzulanan doğrultuda olmasa
da, onları Cami’nin dışında tutmak, sosyal hayatın dışına itmek ve cemaatten uzaklaştırmak anlayışı, İslam’dan
onay alamaz. İslam’ın bu konudaki emri de bu anlayışı ortaya koymaz. Kadını Cami’den ve sosyal hayattan
uzaklaştırmak, İslam’ın emri değil, Emevi geleneğinin devamı ve erkek egemen bir din anlayışının sonucudur.
Oysa dinin bütün emirlerinin muhatabı, kadın-erkek bütün Müslümanlardır. Bu konu, uzmanlarınca açıkça
konuşulmalı ve tartışılmalıdır. Bir an önce bu konuda toplum aydınlatılmalı ve yanlıştan dönülmelidir. Çünkü
Allah’ın emri, “Ey iman Edenler!” diye başlar. Bu iman edenler, sadece erkeklerden ibaret olamaz. İlahi emir
gayet açıktır.
Cemaatle namaz kılmanın hükmü, Hanbeli mezhebine göre Farz-ı Ayn, Şafii mezhebine göre Farz-ı Kifaye,
Hanefi ve Maliki mezheplerine göre ise Sünnet-i Müekked olarak tespit edilmiştir. (Mahmut Yeşil, Cami
Kadın ve Aile, “Rivayetler Işığında Cami ve Kadın”, adlı makalesi”, s. 74; Alıntı: Abdullah
Kahraman, “Klasik Fıkıh Literatüründe Kadının Cemaatle İbadet Konusundaki Yaklaşımlarda
Fitne Söyleminin Rolü”, adlı makalesi, Marife, Yıl: 4, Sayı: 2, s. 59-80) Cemaatle namaz kılmanın
fazileti, kadın ve erkek için aynı derecededir. Çünkü Hz. Peygamber(s.a.v), kadınların camiye gitmelerine engel
olunmamasını ısrarla istemiş, onların geceleri bile camiye gitme taleplerinin olumlu karşılanmasını emretmiştir.
(Mahmut Yeşil, “Cami Kadın ve Aile”, agm, s. 75; Alıntı: Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı,
“Cemaat”, DİB, VII, s. 288) Kadınlar bayram, Cuma ve vakit namazlarında saf tutmuş, (Buhari, Salat, 2;
İdeyn, 7; İlim, 32) engellenmemiş, (Buhari, Ezan, 162; Müslim, Salat, 139) sorularını sorup bilgi sahibi
olmuş, (Ahmet İbn-i Hambel, “Müsned”, c. VI, s. 148) toplumsal meselelerde fikirlerini kınanmadan
beyan edebilmişlerdir.(Fatma Bayraktar Karahan, “Cami Kadın ve Aile” “Caminin Fonksiyon
Çeşitliliği”, adlı makalesi, s. 68; Alıntı: Muhammed Reşid Rıza, “Vahyu’l-Muhammedi”, s. 283)
Kadınları camiden ve cemaatten uzaklaştırmak, onları ilim ve irfan meclisinden, toplumsal hayattan da
uzaklaştırmaktır. Kadınları camiden ve cemaatten uzak tutmak, aileyi cehaletin kucağına, hurafe ve batıl
inanışların kör kuyusuna terk etmektir. Çocukları ve gelecek nesilleri edepten, adaptan, sohbetten, terbiyeden,
sevgiden, bilgiden, birlikten, ibadetten, saftan, huzurdan ve maneviyattan mahrum etmektir. (Prof. Dr.
2
Mehmet Görmez, “Cami Kadın ve Aile”, Sunuş, s. 9) Camiler, ibadet için kullara temiz kılınmış
yeryüzünün cennet bahçeleridir. Cennet ise annelerimizin ayaklarının altındadır. Camiler ve kadınlar arasında
böyle bir bağ varken kadınları camisiz ve camileri de kadınlarsız düşünemeyiz. (Prof. Dr. İrfan Aycan, Cami
Kadın ve Aile, “İslam Geleneğinde Cami ve Kadın” adlı makalesi, s. 13)
Bugün toplumumuzda insanların İslam hakkındaki bilgi düzeyleri zayıftır. Her hafta en azından Cuma
hutbesini dinlemelerine rağmen böyle bir durum söz konusudur. Ancak kadınların din konusunda daha da yetersiz
bir bilgi seviyesinde olduklarını söylemek zor değildir. Çünkü onlar, caminin bu bilgilendirici ve eğitici yanından
erkekler gibi istifade edememektedirler. (Prof. Dr. İbrahim H. Karslı, Cami Kadın ve Aile, “Kadın,
Sosyal Hayat ve Cami”, adlı makalesi, s. 36)
Eğitimde cinsiyet eşitliği prensibinin gözetildiği İslam dininde, ilim öğrenmenin herkes için önemli olduğu
ifade edilmiştir. (Ankebut, 29/43; Fatır, 35/28; Kalem, 68/1-3, Alak, 96/1-5; İbn-i Mace, I/81) Nazil
olan ayetler, herhangi bir ayırım gözetilmeksizin hem erkeklere ve hem de kadınlara bildirilmiştir. (Prof. Dr.
Hüseyin Yılmaz, “Cami Kadın ve Aile” “Kadınların Eğitiminde Camilerin Rolü”, adlı Makalesi,
s. 49; Alıntı: Muhammed bin İshak, “es-Siretu’n- Nebeviye”, Tahk. Prof. Dr. Muhammed
Hamidullah, s. 128) Çünkü İslam inancına göre erkekler için gerekli görülen pek çok bilgi kadınlar için de
gereklidir. Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde genç-yaşlı, kadın-erkek bütün Müslümanlar camiye gidiyordu.
Mescid-i Nebevi’de kılınan vakit, Cuma ve bayram namazlarına kadınlar da katılıyor, orada sunulan eğitim
faaliyetlerinden toplumun her kesimi yararlanıyordu. “Kadınlarınızı Mescitten alıkoymayınız!” (Buharı,
Nikah, 116) buyuran Hz. Peygamber (s.a.v), bu konuda yasaklama eğiliminde olanları uyarmıştır. (Prof. Dr.
Hüseyin Yılmaz, “Cami Kadın ve Aile”, agm, s. 49)
Cuma günü, Cuma vaktinde ezan okunduğunda Müslümanlar iş ve alışverişlerini durdurup, Hak huzurunda
bir araya gelmeleri emredilmiştir. O halde ilahi emir bu iken, Müslüman toplumda yönetim, Cuma namazının
rahatlıkla yapılabilmesi için gerekli süre tatil olarak verilmelidir. İlahi emrin yanı sıra, bunu bir insan hakları olduğu
inancımı de öncelikle ifade etmek isterim. Cuma namazından hemen sonra iş hayatının bütün canlılığı ile devamı
istenir. Hz. Peygamber(s.a.v) döneminde hutbeden sonra iki rekat farz namaz kılınır ve daha sora cemaat
dağılırdı. Farzdan sonra çeşitli adlarla kılınan 10 rekatlık namaz, tespihler ve dualar tamamen sonradan ilavedir.
Bu uygulama bid’at olsa da, secde edildiği için karşı çıkmak mümkün değil ve yanlış olarak da göremeyiz.
Cuma günü ve cuma namazı ile ilgili olarak, Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır.
“Güneş, Cuma gününden daha üstün bir gün üzerine doğup batmamıştır. Cuma günü
içinde öyle bir saat vardır ki, bir Müslüman Allah’tan hayırlı bir şey isteyerek bu saate denk
getirirse, mutlaka dileği kabul olur. Herhangi bir kötülükten de Allah’a sığınırsa, mutlaka
Allah, onu bu kötülükten korur.” (Ebu Muhammed Muhyissünne Begavi, “Şerhu’s-Sünne”, IV,
s. 204)
“Cuma günü yıkanmak her ergenlik yaşına girmiş olan kimseye vaciptir.” (Buhari, Cum’a,
2)
Cahiliye devrinde cuma gününe “arube” denilirdi. Bu, “saygı gösterilen farklı bir gün” demektir.
Sonradan toplanmak veya içinde toplanılan manasında “cum’a” denilmiştir. Daha kuvvetli olan iki rivayete göre,
Hz. Adem (a.s)’in yaratılmasının bugün toparlanması veya halkın namaz için toplanmaları sebebiyle böyle
adlandırılmıştır. Cuma namazı konusundaki gelişmeler ile ilgili, Hz. Peygamber(s.a.v) Medine’ye hicret etmeden
önce, Cuma namazının farz olduğunu bildiren ayet henüz inmemişti. Buna rağmen Medineli Müslümanlar, kendi
aralarında toplanarak şöyle bir karara vardılar: “Yahudiler ile Hıristiyanlar haftada bir gün
toplanıyorlar. Bizler de kendimize bir gün ayırarak toplanalım ve Allah’ı topluca zikredelim,
şükredelim, denildi. Cumartesi Yahudilerin günü, Pazar da Hıristiyanların günüdür. Arube
gününü ise kendimiz için toplanma günü yapalım.”
Medineliler, daha önce cuma gününe arube günü diyorlardı. Medineli Müslümanlar yukarıdaki kararı
aldıktan sonra Esad bin Zürare (r.a)’in evinde toplandılar. Esad bin Zürare (r.a) toplanan cemaate burada iki rekat
namaz kıldırdı ve bir de konuşma yaptı. Toplandıkları o güne de Cuma adını verdiler. Esad bin Zürare (r.a)
Cuma’dan sonra cemaate bir koyun keserek ziyafet verdi. Öğle ve akşam yemeklerini orada beraber yediler.
Cuma namazının farz olduğunu bildiren ayet, Hz. Peygamber(s.a.v)’in hicretinden sonra Medine’de inmişti.
(Ebü’s-Sena Şehabeddin Alusi, “Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’l-Kur’anı’l-Azım ve’s-Sab’i’l-Mesanii”,
3
28/100; Suyuti, “ed-Durrü’l-Mensur”, 8/159-160; Muhammed Hamdi Yazır, age, 6/4975-4978)
İslam tarihinde kılınan bu ilk cuma namazında kırk kişi bulunmuştur. Bazı İslam bilginlerinin naklettiğine göre,
Cuma namazı Mekke’de farz kılındı, ancak yeterli sayıda cemaat bulunmadığı veya Cuma’nın anlamı,
Müslümanların bir gösterisi mahiyeti arz ettiğinden, burada Cuma namazı kılınamamıştı. Oysa Hz. Peygamber
(s.a.v) ve ashabı, ibadetlerini ancak gizli olarak yapabiliyor ve açıktan açığa ibadetlerini yerine getiremiyorlardı.
(Alusi, “Ruuu’l-Meani”, 28/99-100; Begavi, age, 4/221) İbn-i Münziri’nin kaydettiğine göre, Cuma namazı
Mekke’de Mirac gecesi farz olmuştur. Müslümanların sayısı az, İslam da gizli olarak yaşandığı için orada Cuma
namazı kılma imkanı bulamamışlardır. (Alusi, age, 28/99-100)
Cuma namazının ne zaman farz olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre, hicretten önce, bir
görüşe göre hicretin 1. yılında, bir görüşe göre 2. yılında ve başka bir görüşe göre de hicretin 6. yılında farz
olmuştu. En doğru görüşün hicretin 6. yılında farz olduğunu söyleyenlerin görüşüdür, diyenler de vardır.
Cuma’nın, hicretin 6. yılında farz olduğu görüşünün doğru görüş olduğunu ileri sürenlerin düşünceleri de
kuvvetli değildir. (Prof. Dr. Vehbi Yunus Yavuz, age, s. 17) Sonuç olarak Cuma namazının ne zaman farz
olduğu hususunda ittifak edilen bir görüş yoktur. Çünkü Cuma namazı farz olmazsa veya böyle bir namaz
bilinmezse, bunu ne Medine’li Müslümanlar kendi başlarına müzakereye koyabilirler ve ne de Hz.
Peygamber(s.a.v), Mus’ab (r.a)’ı Cuma kıldırmak üzere Medine’ye gönderirdi? Ne de hicretin ilk haftasında Hz.
Peygamber(s.a.v), yolcu olduğu halde bu namazı kılmazdı. Bu namaz için gösterilen bütün bu ihtimamlar, onun
hicretten önce Mekke’de farz olduğunu, fakat orada bunu eda etme fırsatı bulunmadığı için kılınmadığını ve bu
fırsat bulunur bulunmaz hemen kılındığını göstermektedir. Bu durum, onun farz olduğuna delildir. Farz olmazsa,
onun üzerinde bu kadar önemle durulmazdı.” (Prof. Dr. Vehbi Yunus Yavuz, age, 18)
Taberani’nin bir rivayetine göre, Cuma namazı, hicretten önce farz kılınmış olmakla beraber, müşriklerin
baskısı yüzünden, Mekke’de kılınmamıştır. Sahabe’den bir kısmı hicret edince, Hz. Peygamber(s.a.v), onların da
arzularını göz önüne alarak, kılmalarını emretmiştir. Hz. Peygamber(s.a.v) hicret sırasında, Kuba’ya gelince
burada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kalmış ve en yakınları ile beraber çalışarak Kuba
Mescidi’ni yapmıştır. Aynı zamanda bu Mescit, ilk Mescit’tir. Hz. Peygamber(s.a.v)’in Kuba’da konakladığı bu
tarih, daha sonra hicri tarihin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Sonra Cuma günü yola çıkmışlar ve Cuma namazı
vaktinde Medine’ye bağlı olan Saim bin Avf yurduna gelmişler, Ranuna vadisinde ilk Cuma namazını
kıldırmışlardır. Bu uygulamaya bakılarak Cuma namazının, hicretin ilk yılında farz kılındığı ifade edilmiştir.
(Kurtubi, “el-Camu’l-Ahkami’l-Kur’an”, s.97,98; Prof. Dr. Hayrettin Karaman,“İslam’ın
Işığında Günün Meseleleri”, s. 23)
Cumhur’a göre, Cuma namazı Farz-ı Ayın’dır ve inkar edenler dinden çıkar. Cuma’nın farz olduğu kitap,
Sünnet ve İcma ile sabittir. “Ey İman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu)
zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilseniz bu sizin için daha
hayırlıdır.” (Cum’a, 62/9) Yani alış-verişi bırakıp Allah’ı zikretmeye gidin emri, bu ayette Cuma’ya gitmek için
emredilmiştir. Bu emir Cuma’nın farz olmasını gerektirir. Çünkü ancak farz olan bir şeye farz koşmak farz olur. Bu
ayet, Cuma namazını kaçırmamak için, namaz vakti yaklaştığında alış veriş ile meşgul olmayı yasaklamıştır. Eğer
Cuma’ya gitmek farz olmasaydı, bundan dolayı alışveriş yasaklanmazdı. Bu ayetteki “Allah’ı anmaya
koşun”’dan amaç, Cuma’ya gitmek olup, soluk soluğa koşmak demek değildir. Ayetteki “zikrullah” Allah’ın
zikri ifadesi Cuma namazı ve hutbesi olarak tefsir edilmiştir.( Kasani, “Bedaiü’s-Sanai’ fi Tertibi’ş-Şerai”,
I, s. 256)
Birçok Hadis’te Cuma namazının farz olduğu ifade edildiği gibi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in tatbikatında, onun
farz olarak uygulandığını görmekteyiz. Hz. Peygamber (s.a.v): “Bazı kimseler ya Cuma’ya gitmemeye son
verirler veya Allah onların kalplerine mühür vurur da sonra gafillerden olurlar.” (Müslim,
Cum’a, 40) Ayrıca, “Cuma ezanı duyan kimselere Cuma namazı farzdır.” (Ebu Davud, 129, 131)
Cuma’nın farz kılındığı günden itibaren, büyük bir titizlilikle kılınması İcma meydana getirmiştir. (İbn Rüşd,
“Bidayetu’l-Muctehid”, I, 121–123; Kasani, age, I, s. 256-258; İbn-i Kudame, “Muvaffaku’dDin, el-Muğni”, II, s. 301-302; Ayetullah Humeyni Ruhullah bin Mustafa, “Zubdetü’l-Ahkam”,
s. 82-87)
İbadetler içinde Cuma namazının ayrı bir yeri var ve bir bakıma Hac da Cuma’ya benzer. Baştan beri Cuma
namazının siyasi bir niteliği olmuştur. Siyasetçiler ve idareciler çoğu zaman bizzat hutbe okuyarak buradan halka
4
hitap etmişlerdir. İtikad, ibadet ve ahlak dinin temel ve öz konularıdır. Laik olan bir devlette politikacıların ve
yöneticilerin bu alana müdahale etmemeleri, dini kendi alanında serbest bırakmaları gerekir. Bir yönetici, devlet
ve siyaset adamı, dini konularda geniş bilgi sahibi ve dindar olabilir. Fakat bu, bir yönetici olarak ona dini konulara
karışma yetkisi vermez. Dine ve dinin emirleri olan insan inancına devletin müdahalesi, büyük bir haksızlıktır. Dine
karşı çıkış, Kur’an-ı Kerim’in genel mesajına göre, Allah’a karşı çıkış ile eşdeğerdedir. Bunun da İslam’a göre
hükmü bellidir. Tarih boyunca ülkemizde, dine ve dini inancından dolayı insana ciddi mağduriyetler yaşatıldığı
bilinmektedir. Bu haksızlığın zaman zaman zulüm derecesinde, bir boyut kazandığı da milletin hafızasında yerini
almıştır. Bu da bir kul hakkıdır ve mahşerde hesabı görülecektir. Ancak dünya durdukça, nesilden nesile bu utanç
konuşulacak ve geleceğe aktarılacaktır. Dileğimiz o dur ki, insanlar inancından dolayı mağduriyet yaşamasın..!
Çünkü inanç, insanın en tabii haklarından birisidir.
Konu hakkında araştırmamızı zaman içinde daha da derinleştirmek isterim. Ama şimdilik bu kadarı ile
yetinelim. Araştırmamız bizi bu sonuca götürdü. En doğrusunu Allah bilir.
(İslam Hıristiyanlık Yahudilikte İnanç ve İbadetlerin Felsefi ve Sosyolojik
Boyutları) adlı kitabımdan, s.347-353
Eğitimci, İlahiyatçı Araştırmacı Yazar Mehmet BOZKURT
www. mehmetbozkurt.com.tr
Download