Alman İslam Konferansı (DIK)

advertisement
Alman İslam Konferansı (DIK)
Çalışma Grupları’nın ve Mülâkat Grubu’nun
Vardıkları Ara Sonuçlar
Alman İslam Konferansı’nın 4. Genel Kurul Toplantısı İçin
Hazırlık
25. Haziran 2009
Berlin
Ö n s ö z
Berlin, Haziran 2009
27 Eylül 2006 tarihinde Alman İslam Konferansı’nı (AIK) ilk kez toplanmaya
çağırmamın üzerinden yaklaşık üç yıl geçmiş bulunmakta. Bu çağrının nedeni,
Müslümanlar’ın bir dinî cemaat olarak temsil edilmesi hakkında görüşmek değildi;
amacım, Federal Hükümet, eyaletler ve belediyelerle birlikte Almanya’daki
Müslümanları temsil eden kişilerle bir araya gelerek din hukuku ve toplumsal yaşam
açısından daha iyi bir entegrasyona giden yolları saptamak ve –mümkün olduğuncayol almakdı. Alman İslam Konferansı, ilk kez Alman Müslümanların temsilcileri ile
kurumsallaştırılmış bir diyaloğa girme imkânını sunuyordu.
O tarihten bu yana Alman İslam Konferansı’nın çalışma grupları ve mülâkat grubu,
toplumumuzda birlikte yaşamaya ilişkin sorular, İslâmiyetin dinî teşkilât mevzuatımıza
entegre edilmesi, medyanın rolü ve Almanya’daki Müslümanlar ile güvenlik mercileri
arasındaki işbirliği gibi konular üzerinde yoğun bir şekilde çalıştılar. Çalışma grupları
ve mülâkat grubu, 13 Mart 2008’de yapılan üçüncü genel kurul toplantısında
Almanya’daki Müslümanlar ile çoğunluk toplumunun birlikte yaşamasını iyileştirmek
için önemli bir temel teşkil eden merkezî sorularla ilgili tezlerini ortaya koydular. Bu
tezler, üçüncü genel kurul toplantısı için hazırlanan ara sonuçlara yansıtılmıştır.
Bugün çalışma grupları ve mülâkat grubu 2008 yılı ilkbahar aylarından bu yana
yapmış oldukları yoğun çalışmaların sonunda Alman İslam Konferansı’na ait diğer
önemli konulara ilişkin yine birlikte hazırlamış oldukları tezleri ve kararları
sunmaktadır.
1. Çalışma Grubu özellikle değerler uzlaşısınının, toplumsal birlikteliğin ve
Almanya’daki Müslümanların topluma entegre olmasının günlük hayatta nasıl
desteklenebileceği konuları üzerine eğilmiştir. Bu araştırma ve tartışmaların odak
noktasını, yarının toplumunun bir örneği olan okullardaki durum ile çocukların ve
gençlerin eğitimi oluşturmuştur. Çalışma grubundaki Müslümanlar çalışmalarından
elde ettikleri ve gerek grup içindeki uzlaşmayı gerekse farklı görüşleri yansıtan
sonuçları birlikte sunmaktadırlar. Açıklama aynı zamanda Alman İslam Konferansı’na
katılan Müslümanların bu konferansı İslâm cemaatinin kendi bünyesi içinde diyaloğu
mümkün kılan bir platform olarak gördüğünü ve bu platform aracılığı ile toplumsal
tartışmalara katıldıklarını da ortaya koymaktadır.
2.Çalışma Grubu’nun çıkardığı sonuçlar, eyaletlerin eğitim dairelerinin ve okul
alanında çalışmakta olanların deneyimlerini temel alarak, okul hayatında söz konusu
olan dinî uygulamalarla ilgili görüşleri ile okulda yaşanması muhtemel ihtilâf
1
durumlarının yasal çerçeve içinde yapıcı ve uzlaştırıcı bir şekilde nasıl
çözülebileceğine ilişkin öneriler sunmaktadır. Aynı zamanda bu grup Almanya’da
İslâmiyetin şartlarının uygulanması ve Almanya’da tesis edilmiş bir imamlık eğitiminin
hedefleri ve gelecekte sunabileceği imkânlar hakkında da görüş bildirmektedir. Bu
grubun çalışmalarının sonuçları, grup mensuplarının tümü tarafından savunulan
Almanya’da İslâm ilâhiyatı eğitimi veren kuruluşların oluşturulması konusunda
çözümlenmesi gereken sorular için vazgeçilmez bir temel oluşturmaktadır.
3. Çalışma Grubu ‘nun çalışmaları, medyanın İslâmiyet ve Müslüman
yurtdaşlarımızla ilgili haberlerini sorumlu ve bilinçli bir şekilde hazırlamasının ve
yayınlamasının ortak geleceğimizle ilgili aydın ve yapıcı bir tartışma kültürü için ne
kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermektedir. Bu, Almanya’daki Müslüman
topluluklar tarafından da daha etkin bir şekilde halkla ilişkiler çalışması yapılmasını
gerektirmektedir. Berlin’de oluşturulan, Alman ve Türk gazetecilerin bir araya geldiği
bir “Yuvarlak Masa”, Alman ve Türk medyasının entegrasyon sürecinde oynadıkları
bu merkezî role verilen önemin diğer bir göstergesidir.
“Güvenlik ve İslamcılık” adlı mülâkat grubunun çıkardığı sonuçlar, İslâmi örgütlerle
devlet kuruluşları arasında bir işbirliğinin gerçekleşmesi için şeffaflığın taşıdığı önemi
vurgulamaktadır. Şeffaflık, bir sorun oluştuğunda bunu derhal adlandırmak anlamına
da gelmektedir. Bu nedenle Müslüman halkın aşırı düşünceler ve radikalleşme
süreçlerinin neden olduğu sorunlar hakkındaki bilincinin güçlendirilmesi ve bunlara
aktif bir şekilde karşı koymanın yollarının onlara gösterilmesi gerekmektedir. Bu
bağlamda devlet kuruluşları ile İslâmi örgütlerin, aşırı ve radikal düşünce ve görüşleri
önleyici ortak projeleri hayata geçirmelerinin başarı vaat ettiği görülmüştür. Mülâkat
grubu bundan sonra pratik önleyici çalışmalarla daha çok ilgilenecektir. Bu alandaki
ilk proje, “Müslümanlar Özgürlük ve Çeşitlilikten Yana” adlı bir ortak yayın olacaktır.
Çalışma gruplarının ve mülâkat grubunun faaliyetlerine paralel olarak Alman İslam
Konferansı ile birlikte www.deutsche-islam-konferenz.de adresi altında bir de internet
sayfası oluşturmuş bulunmaktayız. Alman İslam Konferansı’nın internet sayfası,
Konferans ve Almanya’da İslâmiyet hakkında bilgi vermektedir. Aynı zamanda tüm
vatandaşların tartışma forumlarında Alman İslam Konferansı süreci konusuna katılımı
mümkün kılınmıştır. Kullanıcı sayısının gösterdiği gibi bu internet sayfası ile Alman
İslam Konferansı ve Almanya’da İslâmiyet konularının geniş çapta kamuoyunca
tartışılması için etkin bir platform sunulmaktadır.
2
Diyaloğa girerek bir çok başarı elde etmiş olduğumuzu yalnızca çalışma gruplarının
ve mülâkat grubunun çalışmaları veya raporlarında görmekle kalmıyoruz. Burada
vurgulanması gereken bir şey daha bulunuyor: Mart 2008’deki 3. Genel Kurul
toplantısında “Almanya’da Müslüman Yaşam” adlı bir araştırma yapılması
kararlaştırılmıştı. Bu araştırma tamamlanmış olup, telefonla yapılan bu anketin
sonuçları ile ilk kez Almanya’daki Müslümanların sayısı, mevcut mezhepler, dindarlık
oranı, pratik hayatta dinî uygulamalar ve entegrasyonla ilgili çeşitli konular hakkında
gerçekleri yansıtan bilgiler elde edilmiş bulunmaktadır. Bu araştırma, bundan sonraki
çalışmalarımız ve önümüzde bulunan görevler açısından vazgeçilmez deneysel bir
temel oluşturmaktadır.
Alman İslam Konferansı bir süreçtir, daha iyi bir birlikteliğe giden ortak bir yoldur. Ne
zaman ki Almanya’daki insanların aklına İslâmiyetten söz edildiğinde her şeyden
önce Müslümanların toplumumuza yaptıkları olumlu katkı gelir; Almanya’daki din
çeşitliliği tehdit değil, toplumun zenginleşmesi olarak algılanır; Müslümanlar
Almanya’yı memleketleri olarak görmeye başlar ve kendilerini burada kabul edilmiş
olarak hissederler ve İslâmi örgütler dinî cemaatler olarak Alman devleti ile işbirliği
yapmaları için gerekli önşartları yerine getirirler ise, işte o zaman İslam Konferansı
hedefine ulaşmış olacaktır. Bu sürecin üç yıl içinde tamamlanmamış olması,
konunun tabiatı gereğidir. Bu yola çıkmış bulunan bizler ki, bu yol oldukça taşlıdır ve
kolay bir yol değildir, bundan sonra da sorunları açıkça adlandırmak, farklılıkları
ortaya koymak, üzerinde tartışmak ve –mümkün olduğunca- ortak bir anlayış
geliştirmek zorundayız. Tarafların tümünün daha iyi bir entegrasyon için üzerine
düşeni yapması zorunludur. Bu hedef üzerinde çalışmaya devam etmek ve bu süreci
hızlandırmak heyecan verici ve yapmaya değer bir görevdir.
Bugüne değin çalışmalara katkısı bulunanlara ve bundan sonra da İslam
Konferansı’nda daha iyi bir birlikte yaşam için çaba gösterecek olanlara en içten
teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Wolfgang Schäuble
Almanya Federal Cumhuriyeti İçişleri Bakanı
3
İ ç i n d e k i l e r
Önsöz …………………………………………………………………...
Sayfa 1
1. Çalışma Grubunda temsil edilen Müslümanların açıklaması .......
Sayfa 5
2. Çalışma Grubu’nun açıklaması …………………………….
Sayfa 12
2. Çalışma Grubu’nun açıklaması’na Ek…............................
Sayfa 16
3. Çalışma Grubu’nun açıklaması …………………………….
Sayfa 26
“Güvenlik ve İslamcılık” adlı mülâkat grubunun çıkardığı sonuçlar...
Sayfa 30
4
Alman İslam Konferansı’nın
1.Çalışma Grubundaki Müslümanların Açıklaması
“Almanya’nın Toplumsal Düzeni ve Değerler Uzlaşısı”
1. Alman İslam Konferansı Hakkında
Bizler, Alman İslam Konferansı’nın 1. Çalışma Grubundaki Müslümanlar1 olarak
Alman İslam Konferansı’nın oluşturulmasından dolayı memnuniyet duymaktayız.
Alman İslam Konferansı ile Almanya Federal Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk kez
Almanya’da yaşayan Alman Müslümanlarla bir diyaloğa girmek için bütün devleti
içine alan bir çerçeve oluşturulmuş bulunmaktadır. Bu, yepyeni bir toplumsal
gerçeğin kabul edildiği anlamına gelmektedir: Biz Müslümanlar artık Almanya’nın bir
parçasını oluşturmaktayız.
Alman İslam Konferansı Alman devleti ile kurulan diyaloğun yanısıra Almanya’da
islâmi çevrelerin kendi bünyelerindeki farklı ve çeşitli akım ve konumlarının da
birbirleri ile bir diyaloğa girmesi için gereken çerçeveyi sunmaktadır. Burada çeşitli
konumlar söz konusu olduğundan İslam Konferansı’nın bir çok mutabakatın yanısıra
bir çok da görüş farklılığı içermesi doğaldır. Ancak farklı görüşler üzerinde tartışmak,
demokratik yaşamın en önemli unsurlarından birini oluşturur. Alman İslam Konferansı
Müslümanların bu görüş farkları üzerinde açıkça tartışmalarını sağlamakta ve
böylece Almanya’daki Müslümanlar arasında demokrasi ilkelerine uygun bir tartışma
kültürünün güçlenmesini mümkün kılmaktadır. Almanya’daki Müslümanlar arasında
mevcut olan bu çeşitliliğin kamuoyu tarafından da giderek daha çok dikkate alınması
İslam Konferansı’nın başarılarından birini oluşturmaktadır.
Üç yıl süren çalışmalarından sonra Alman İslam Konferansı Almanya’da yaşayan
Müslümanların topluma ve din mevzuatına daha iyi uyum sağlaması yolunda önemli
sonuçlar elde etmiştir. Ulaşılan en önemli hedeflerden biri ise şöyledir : Alman devleti
* Dipnot: Bazı eyaletlerde alevî din derslerinin verilmeye başlanmasından dolayı dinî cemaat olarak
resmen kabul edilmiş olan „Almanya Alevî Cemaati“ (Die „Alevitische Gemeinde Deutschland e.V.“)
(AABF), „Alman İslam Konferansı’nın 1. Çalışma Grubu’na katılan Alevîlerin Açıklaması“ başlığı
altında, ancak içeriği aynı olan bir tez sunmuştur. Bu tezin ilk cümlesi „Biz Alevîler […]“ ibaresi ile
başlamaktadır.
1
Açıklamayı imzalayanlar arasında „Verband der Islamischen Kulturzentren e.V.“ (VIKZ), „Türkisch-
Islamische Union der Anstalt für Religion e.V.“ (DITIB) ve „Zentralrat der Muslime in Deutschland e.V.“
(ZMD) kuruluşlarının temsilcileri ve Bayan Dr. Cezairli, Bayan Demirbüken-Wegner, Bayan Dr. Kelek
ve Bay Kolat (Türkische Gemeinde in Deutschland e.V., TGD namına) bulunmaktadır. „Islamrat für die
Bundesrepublik Deutschland e.V.“ (IRD) açıklamalara katılmamıştır.
5
ile Müslümanlar arasındaki ve Müslümanların kendi bünyesindeki diyalog süreklilik
kazanmıştır. Bu sürekliliği muhafaza etmemiz gerekmektedir. Bundan ötürü Alman
İslam Konferansı’na katılan Müslümanlar, İslam Konferansı’nın çalışmalarına devam
etmesi gerektiğini savunmaktadırlar.
2. 1. Çalışma Grubu’nun Temel Aldığı Alman İslam Konferansı 3.Genel Kurul
Toplantısı’nın Ara Sonuçları
Birinci Çalışma Grubu tarafından yapılan çalışmalar, Alman İslam Konferansı’nın 13
Mart 2008 tarihli genel kurul toplantısının ara sonuçlarındaki merkezî açıklamalar
temelinde yürütülmüştür.
“1. Almanya kendini Avrupa’da gelişmiş bir kültür ulusu olarak görmekte olup
özgürlükçü teşkilâta sahip demokratik bir hukuk devletidir. Ülkemizdeki tüm insanların
–hangi dine ait olurlarsa olsunlar- gelişmesini mümkün kılan, barış içinde ve birbirine
saygı göstererek birlikte yaşaması ancak tüm insanların bu toplumsal düzene
entegre olması ile mümkündür. Toplumsal düzenin her birey için ve bireylerden
oluşan gruplar için içerdiği haklar ve yükümlülükler Almanya’da yaşayan veya
yaşamak isteyen herkes için bağlayıcıdır.
2. Entegrasyon, Almanya’da yaşayan Müslümanları Almancayı öğrenmek ve
kullanmak için aktif olarak girişimde bulunmaya çağırdığı gibi Alman hukuk düzenini
ve anayasanın değerler düzenini kayıtsız şartsız kabullenmelerini şart koşar. Aynı
zamanda çoğunluğu oluşturan toplumdan da, Almanya’da yaşayan Müslümanları
Alman toplumunun eşit haklara sahip bir parçası olarak kabul etmesi ve onlara saygı
göstermesi beklenmektedir.
3. Dinin getirdiği şartlar ve içerdiği değerler bireyin hayatına bir anlam verebildiği gibi
toplum içindeki ortak yaşamın da yapıcı bir birliktelik içinde gelişmesine katkıda
bulunabilir. Bireyin din özgürlüğü, demokratik temel düzenle ters düştüğü yerle
sınırlanır. Her vatandaşın özgürlük haklarını koruyan bu karşılıklı sınırlama aynı
zamanda seküler devletin otoritesini ve din cemaatlerinin faaliyet alanlarını da korur.
4. Alman hukuk düzeni ve anayasanın değerler düzeni üzerinde kurulmuş
demokratik bir birlikteliği desteklemek, tüm vatandaşların haklarını korumak ve
özgürlükçü demokrasiye karşı girişimlere –Almanya’daki tüm insanların güvenliğini
tehlikeye koyduğundan dolayı- birlikte karşı çıkmak devletin ve vatandaşların ortak
sorumluluğudur.“
6
3. Birinci Çalışma Grubunda Ara Sonuçtan Bu Yana Atılan Adımlar
Alman İslam Konferansı’nın geçtiğimiz yıl Mart ayındaki 3. Genel Kurulundan bu
yana çalışma grubumuz her iki ayda bir toplanarak özellikle son genel kurulda
üzerinde mutabık kalınan değerler uzlaşısının pratik yaşamda nasıl uygulanabileceği
ve teşvik edileceği konusu ile ilgilenmiştir. Toplumu bütünü ile ilgilendiren sorular
üzerinde tartışırken, okul alanı bir “büyüteç” olarak kullanılmıştır. Çalışma grubu, çok
sayıda İslam kökenli çocuğun devam etmekte olduğu üç okulu örnek alarak burada
yaşanan ihtilâflar ve çözüm yolları üzerinde tartışmalarda bulunmuştur. Kendilerine
fikir danışılan okul müdürleri ihtilâfların önlenmesi ve çözümlenmesi için –eğitimle
doğrudan ilgili konuların yanısıra- üç alanın bilhassa önemli olduğunu ortaya
koymuştur: Söz konusu bireylerin tümünde eleştirel kültürlerarası yeterliğin
güçlendirilmesi, ebeveynlerin katılımının iyileştirilmesi ve üçüncü taraflarla yapılan
işbirliğinin yoğunlaştırılması. Çalışma grubunda bunun ardından yapılan tartışma
öncelikle şu konular üzerinde yoğunlaşmıştır: Değerlerin çatışması ve entegrasyon
açısından eksikliklerin söz konusu olduğu durumlarda sosyal sınıfla bağlantılı
nedenlerin yanısıra geleneklere/dine bağlı nedenler de var mıdır veya sosyal
nedenlere dayanması muhtemel olan ihtilafların din veya kültürle açıklandığı
durumlar sık yaşanmakta mıdır? Bunu takip eden entegrasyon tartışmasında ileri
sürülen ana konular ise toplum içi dayanışmanın bir taraftan ortak noktaların
güçlendirilmesi diğer taraftan kültürel ve dinî çoğulculuk haklarının vurgulanması
suretiyle takviye edilmesi olmuştur.
Çalışma grubu, okul alanının yanısıra Müslüman ailelerde değerlerle ilgili eğitim
konusu üzerine eğilmiştir. Bu konu ile ilgili olarak Federal Aileler, Yaşlılar, Kadınlar ve
Gençlik Bakanlığı ve Alman Gençlik Enstitüsü (Deutsches Jugendinstitut e.V.)
mensuplarına, bilim uzmanlarına ve proje bazında çalışan uzmanlara
başvurulmuştur. Araştırmalardan birinin sonuçları, Müslüman ailelerin bir kısmında
aile içi eğitimin daha otoriter ve kadın-erkek arasındaki ayrımın ve eşitsizliğin daha
belirgin olduğuna işaret etmektedir. Dinlenen bilim uzmanları diğer taraftan bu
ailelerde aile içi ve kuşaklar arası dayanışmanın daha güçlü olduğunu belirtmektedir.
Araştırma ebeveynlerin üçte biri için çocukların eğitiminde İslâmiyetin büyük önem
taşıdığını göstermektedir. Ebeveynlerin yüzde onunda geleneksel, ağırlıklı olarak
grup kimliğine yönelik bir İslamiyet anlayışının mevcut olduğu ve bunun
entegrasyona engel olduğu belirtilmektedir. Ancak, risk teşkil eden bu gruplara ait
çocuk ve gençlerin bir kısmı için dine bağlılığın istikrar sağlayan olumlu bir unsur
olduğu da söylenmektedir. Böylelikle bir bireyin dindar olup olmadığından ziyade
dindarlığını nasıl yaşadığının önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
7
Bu konunun incelenmesinde göz ardı edilmemesi gereken bir nokta da, Müslüman
ailelerde verilen değerlere ilişkin eğitim söz konusu olduğunda, bunun eğitim seviyesi
nispeten düşük ve maddî durumu iyi olmayan anne ve babalar tarafından
yapıldığıdır. Bu bağlamda ailelerin ve bireylerin kendilerini geri çekme eğilimlerine
değinildiği ve ailelere yardım olanakları araştırıldığında İslâmi yardım derneklerinin ve
aile birliklerinin eksikliğine de dikkat çekilmiştir.
Pratik yaşamla ilgili örnekler üzerinde çalışmasının ardından çalışma grubu,
üyelerinin söz konusu ihtilâfların ve entegrasyon eksikliklerinin nedenleri hakkında
açıkladığı görüşleri ve sundukları çözüm yolları üzerinde tartışmıştır. Buna paralel
olarak İslâmi kaynakların Alman anayasası ile ne derece bağdaştığı konusu
tartışılmıştır. Şubat 2009’da çalışma grubu mensuplarında oluşan bir Redaksiyon
Grubu tarafından çalışma grubunun elde ettiği sonuçların kataloğu (müdahale
önerileri) derlenmiştir. Burada Alman İslam Konferansı’nın 1.Çalışma Grubundaki
Müslümanlar tarafından sunulan sonuçlar, çalışma grubu üyelerinin tavsiyeleri ve
redaksiyon
grubunun
hazırladığı
taslak
temelinde
oluşmuştur.
4. İslâmi bakış açısından varılan sonuçlar, bundan sonra atılacak adımlara
ilişkin öneriler ve henüz cevaplanmamış olan sorular
Günlük yaşamın barış içinde ve gelişmeye elverişli bir şekilde gerçekleşmesi için
yalnız yasalara uyulması yeterli değildir; bunlar, tüm insanların günlük yaşamda
geçerli olan davranış kuralları üzerinde bir mutabakata varmış olmasını gerektirir; bu
kurallar, yasalarda belirlenmiş olmanın ötesinde ahlâki buyruk olarak görülmelidir,
örn.:
• Başka inanç sahiplerine karşı hoşgörü ve (herhangi bir dinî veya ruhanî inanca
bağlı olmayanlar da dahil olmak üzere) saygı göstermek,
• Farklı bir dünya görüşüne sahip veya farklı yaşam biçimleri olan insanlara
karşı hoşgörü ve saygı göstermek,
• Özgürlükçü-demokratik temel düzen zemininde kalmak kaydıyla İslamiyetin
farklı şekillerde yorumlanan ve yaşanan biçimlerine Müslümanların kendi
aralarında hoşgörü ve saygı göstermesi.
Anayasanın içerdiği değerler düzenini desteklemek, güçlendirmek ve bu değerler
düzeninin Alman toplumunun kendini bir bütün olarak algılamasının ve insanların
kendilerini bu topluma ait hissetmelerinin temeli olarak kabul edilmesini sağlamak
amacıyla Alman İslam Konferansı’nın 1.Çalışma Grubunda temsil edilen Müslümanlar,
8
günlük yaşamda uygulanması üzere aşağıdaki önerileri sunmaktadırlar2:
1. Okullar, hoşgörü eğitimi veren ve hoşgörünün pratikte uygulanarak öğrenildiği
yerler olmalıdırlar.
2. Bir toplumu anlamanın anahtarı eğitim ve öğrenimdir. Eğitim ve öğrenim, dil ile
başlar. Bundan ötürü Almancanın öğrenilmesi için verilen dil eğitimi, çocuklar küçük
yaştayken ve günlük çocuk bakım kuruluşlarında başlayarak tüm eğitim-öğrenim
hayatı boyunca da güvence altına alınmalıdır.
3. Çokdillilik de bunun yanısıra aynı şekilde desteklenmelidir. Müslüman çocukların
ana dilleri ve ailelerinde kullanılan dillerden yararlanılmalı, bunların da gelişmesi
sağlanmalıdır. Eğitim Bakanları Konferansı tarafından bu konuda gösterilen çabalar
Müslüman tarafça memnuniyet ile karşılanmaktadır.
4. Okullardaki ders programlarının, burada yaşayan Müslümanların geldikleri ülkeler
arasında en başta yer alanlarının tarihi ve kültürüne ait bilgileri ve bu ülkelerin
Almanya ve Avrupayla olan karşılıklı ilişkileri hakkındaki bilgileri de dahil ederek içerik
bakımından genişletilmesi teklif edilmektedir.
5. Müslüman ülkelerden gelen çocuk ve gençlerin oranının yüksek olduğu okullar,
hedefe uygun bir şekilde desteklenmelidir. Müslüman sosyal işler uzmanlarının ve
öğretmenlerin sayısının artırılması ve kültürlerarası yeteneği artırmayı hedefleyen
meslek içi eğitimler, burada kısa süre içinde çözüme yardımcı olabilir (bu tür eğitimler
yeni öğretmen eğitimi standartlarında şart koşulmuştur).
6. 1. Çalışma Grubunda temsil edilen Müslümanlar, eğitim alanında geniş, çeşitli bir
yelpazenin sunulmasını ve tamgün tedrisatlı okulların buna dahil edilmesini
savunmaktadırlar. Bunların özellikle ebeveynlerinin eğitim düzeyi yüksek olmayan
çocuklar için faydalı olduğu pratik eğitim ve öğretim alanında görülmektedir.
7. Müslüman çocuk ve gençlerin ebeveynleri, çocuklarını eğitim-öğrenim ve yüksek
kalifikasyon edinme konusunda teşvik etmeleri için cesaretlendirilmelidir. Müslüman
ebeveynlerin eğitim konusundaki bilgisinin ve bilincinin artırılması gerek devletin
gerekse Müslüman birlik, dernek ve örgütlerin görevi olarak görülmektedir.
Ebeveynlerin çocuklarının karşılaştığı güçlükleri daha iyi anlayabilmesi için
2
Din kaynaklı, pratik okul yaşamında ortaya çıkan sorular ve bunlara bağlı ihtilâflar (başörtüsü ve
diğer dinî giysiler, kız ve erkeklerin birlikte spor ve yüzme derslerine gitmesi vb.) burada göz önüne
alınmamıştır. Bu konular, Alman İslam Konferansı’nın 2. Çalışma Grubunca işlenmiştir.
9
Almanya’nın eğitim sisteminin içerdiği görevler ve fırsatlarla ilgili daha fazla bilgi
verilmesi ve ebeveynlerin aile içi eğitim yeteneklerinin güçlendirilmesi gerekmektedir.
8. Sivil toplum kuruluşlarınca sunulan eğitimle ilgili burs ve destekler ve belediye
düzeyinde desteklenen teşvik projeleri daha iyi tanıtılmalıdır. Müslüman Almanların
örnek olarak üstlendiği işlevden daha iyi bir şekilde yararlanılmalıdır.
9. Müslüman çocukların ve gençlerin öz değerleri, iki kültürlülükleri sayesinde sahip
oldukları yetenekleri ve bilgilerinden yararlanmak ve onlara örneğin okul hayatında
sorumluluk
içeren
görevler
yüklemek
suretiyle
güçlendirilmelidir.
10. Köklerinin bulunduğu ülkenin tarihi ve kültürü hakkında sağlam bilgi sahibi
olabilmeleri için Müslüman çocukların ve gençlerin tabiatıyla kültürlerinin bir parçasını
oluşturan İslâmiyet hakkında bilgi sahibi olmaları zorunludur. DITIB, IRD, ZMD, VIKZ
(kendilerini İslâmi din cemaatleri olarak gördüklerinden) ve Bayan DemirbükenWegner Almanya Cumhuriyeti Anayasası, 7. maddesi 3. fıkrası uyarınca İslâm din
derslerine başlanması taraftarıdırlar; kendilerini seküler Müslümanların temsilcisi
olarak gören Bay Kolat (Almanya Türk Toplumu, TGD, namına), Bayan Dr. Cezairli
ve Bayan Dr. Kelek ise İslâmiyet Bilgisi derslerinin verilmesi taraftarıdır.
11. Anayasa’nın değerler düzeninin temel unsurlarından birini teşkil eden kadınerkek eşitliği, Müslüman çocuklar ve gençler nezdinde teşvik edilmelidir. Alman
devlet okullarında kız ve erkek çocukların birlikte eğitim görmesi, günlük pratik
yaşamla ilgili belli başlı ve merkezî deneyimlerden biri olarak görülmektedir.3
Alman İslam Konferansında temsil edilen Müslüman birlik ve derneklerinin değerler
uzlaşısı ve entegrasyon konularının desteklenmesine ne şekilde katılımda
bulundukları konusunda 1.Çalışma Grubu mensupları arasında anlaşmazlık
mevcuttur. Bir taraftan Müslüman birlik ve derneklerinin şimdiye dek entegrasyon
konusunda göstermiş olduğu katılıma –örneğin dindar insanların sivil topluma ait
organize edilmiş yapılar içine alınması veya Müslümanlara sunulan ev ödevlerine
yardım veya Almanca kursları gibi eğitim tedbirleri- işaret ederek bu çabaların
toplumsal açıdan daha belirgin bir şekilde takdir edilmesi talep edilmektedir. Diğer
taraftan ise Müslüman dernek ve birliklerin faaliyetlerinin entegrasyona yardımcı
olmaktan ziyade bir ayrım sürecini desteklediği ileri sürülmektedir.
3
Bununla ilgili bkz. dipnot 2.
10
Sn. Bay Kolat ise (TGD’yi temsilen) –üçüncü bir görüş açısı olarak-, şunu ortaya
koymaktadır: Bu tür bir değerlendirme yapılması için belirleyici nokta, toplumsal
katılıma ve komşuluk ilişkileri içerisinde bir arada yaşamaya ne derece katkıda
bulunulduğunun ve toplumsal dayanışma anlamında ortak değerlerin kabul edilerek
aktarılıp aktarılmadığının irdelenmesidir. 1.Çalışma Grubundaki Müslümanlar
arasında entegrasyon konularında İslâmi örgütler ile işbirliği yapma konusunda
sunulacak öneriler üzerinde 4. Genel Kurul’a dek mutabakata varılamamıştır.
11
2. Çalışma Grubu’nun Vardığı Sonuçlar
„Alman Anayasa Anlayışı Bağlamında Dinle İlgili Sorular“
13 Mart 2008’de yapılan 3. Genel Kurul Toplantısından bu yana sözkonusu Çalışma
Grubu “Dinî Semboller”, “Okulda Entegrasyon”, “Almanya’da İslâmi Normların
Uygulanabilirliği”, “Din Görevlilerinin Eğitimi” ve “Alman Üniversitelerinde İslâm
ilâhiyatı ile ilgili araştırma ve öğretim” konuları ile ilgilenmiştir.
“Dinî semboller” ve “okulda entegrasyon” konuları üzerinde yapılan ayrıntılı
tartışmalardan sonra, ekte bulunan ve okul hayatında dinle ilgili yaşanan pratik
sorunların hukukî temellerini işleyen ve bu konuda öneriler içeren hazırlık malzemesi
üzerinde mutabakata varılmıştır. Çalışma Grubu genel kurula bunu onaylayarak
kabul etmesini önermektedir.
Diğer konular bakımından Çalışma Grubunun tüm mensupları aşağıdaki sonuçlar ve
öneriler üzerinde görüş birliğine varmışlardır:
1. Almanya’da İslâmi Normların Uygulanabilirliği
Almanya’da uygulanan hukuk, yalnızca ve yalnızca Alman hukuk düzenine göre
belirlenir. İslâmi normlar olarak adlandırılan normlar (şeriat) söz konusu olduğunda
dar anlamda dinî faaliyetlerle ilgili davranış kuralları ile toplum içinde birlikte
yaşamayı düzenlemeye yönelik şartlar arasında bir ayrım yapılması gerekmektedir.
İbadet yükümlülükleri, oruç buyruğu gibi dini normların uygulanması, din
özgürlüğünün koruma alanına dâhildir. İslami inanç ilkelerine uygun hukukî normlar
ve hukuki düşünceler, Alman hukuk düzeni ölçüt alındığında, özel hukuk alanında iki
durumda uygulanabilir:
•
Alman Medeni Hukukunu’nu Düzenleyici Kanun’ da (EGBGB) yer alan ilgili hukuk
uygulama emrinin kaydı altında ve karşılaştırılabilir hukukî temellerin bulunması
halinde, yabancı bir ülkeyle bağlantılı evlilik hukuku, aile hukuku ve miras
hukukuna ilişkin belirli konularda Alman ordre public (kamu düzeni) çerçevesinde
yabancı hukukun uygulanması yoluyla Milletlerarası Özel Hukuk’ta kullanılır.
Ancak burada İslam dinî hukukunun doğrudan uygulanması değil, İslami inanç
kaidelerine uygun düzenlenmiş (olabilecek) yabancı devlet hukukunun
uygulanması söz konusudur.
12
•
Kişisel tasarrufa izin verdiğinde Alman eşya hukukunda, meselâ aile ve miras
hukukunun bazı alanlarında veya iktisat hukukunda Alman medenî hukuku
düzenleme serbestîsi tanımışsa. Bu, örneğin sözleşme ve vasiyet özgürlüğü
çerçevesinde evlilik sözleşmeleri, vasiyetler veya borçlar hukuku sözleşmelerinin
düzenlenmesi veya mali işlemlerin düzenlenmesiyle ilişkilidir.
Yabancı hukuki normların ve hukuki düzenlemelerin uygulanmasında sınır daima
Alman kamu düzenidir, yani yabancı normların uygulanması veya kişisel tasarrufa
izin veren eşya hukukundaki hukukî düzenlemeler Alman hukuk düzeninin temel
ilkeleriyle uyuşmaz durumda olmamalıdır (bkz. madde 6, 13/2, 17/2 EGBGB). Alman
eşya hukukuna tabi hukukî işlemler için taraflar dikkate alınmaksızın Alman Medeni
Kanunu’nun 138. maddesinde de yer alan sıkı ölçütler geçerlidir (ahlâka aykırı
işlemler yasağı). Alman hukuk düzenine uygunluk, münferit durumda incelenmeli ve
gerektiğinde mahkemelerce açıklığa kavuşturulmalıdır.
Kamu hukuku ve özellikle de ceza hukuku alanında yabancı normların
uygulanmasına ilke olarak yer yoktur.
İslama özgü hukuk veya dini paralel yargılama Almanya'da uygulanamaz ve
Müslüman dernek ve birliklerce de hedeflenmemektedir.
2. Din Görevlilerinin Eğitimi
Müslüman din görevlileri, sadece İslam cemaati içinde değil, gayrimüslim toplum,
diğer din cemaatleri ve kamu kuruluşları ile olan ilişkiler çerçevesinde de, özellikle
cemiyet yaşamında önemli bir rol almaktadır. Üstlendikleri ruhanî görev çerçevesinde
yerine getirdikleri icraat ve faaliyetler ile dinle ilgili konularda verdikleri eğitim ve
danışmanlık hizmetleri, bu insanların çoğu zaman cemaat mensuplarının aile ile ilgili
konular veya özel hayatlarına dair diğer konularda başvurduğu bilhassa güvenilen
kişiler olmasına neden olmaktadır. Aynı zamanda İslam cemaatinin temsilcileri olan
bu kişiler, entegrasyon alanında olduğu gibi dinler arası ve kültürler arası diyalog
konusunda da özel bir rol üstlenmiş bulunmaktadırlar.
Din görevlilerinin mevkilerine yerleştirilmesi ve eğitimi, anayasa tarafından güvence
altına alınmış bulunan dinî cemaatlerin özerkliği çerçevesinde gerçekleştirilmektedir.
Yabancı ülkelerden Almanya’ya gönderilen veya başka bir şekilde geçici bir süre için
Almanya’da görev alan Müslüman din görevlileri için devlet tarafından entegrasyon
kurslarının verilmesi ve onlara Alman hukuk ve toplumunun öğretilmesi ve bu
13
kişilerin sözkonusu kurslara katılması tüm Çalışma Grubu mensupları tarafından
entegrasyon süreci için faydalı bir geçici çözüm olarak görülmekte ve bunların
yukarıda sözü edilen görevlerin yerine getirilmesinde yardımcı olacağı
düşünülmektedir.
Ancak, Müslüman taraf da orta va uzun vadeli bir hedef olarak, öncelikle Almanya’da
yetişmiş ve burada eğitim almış kişilerin ana mesleklerinde veya ek görevlerinde din
görevlisi olmalarını arzu etmektedir. Bu kişilerin, üstlendikleri dinî mevki ile birlikte
gelen çeşitli görevleri yerine getirebilmeleri ve dışarıya karşı da temsil edebilmeleri
için akademik düzeyde bir ilâhiyat eğitimi almaları mutabakat içerisinde
hedeflenmektedir.
Bu nedenle Müslüman din görevlileri için eğitim ve ileri eğitim kurumlarının kurulması
büyük bir memnuniyet ile karşılanmaktadır ve benzer öneme sahip toplumsal
görevleri olan diğer din cemaatlerinde olduğu gibi bu hususun da devlet tarafından
aynı şekilde desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekmektedir..
3. Alman Üniversitelerinde İslâm İlâhiyatı ile ilgili Araştırma ve Öğretim
Kürsüleri
Devlet yüksek öğretim sistemi içerisinde İslâm ilâhiyatına yönelik araştırma ve
öğretim imkânlarının oluşturulması ve bunun için gerekli çerçeve koşulların en kısa
süre içinde yaratılması gerektiği konusunda mutabakat mevcuttur. İslâm ilâhiyatının
akademik düzeyde tesis edilmesi sadece İslam din dersleri verecek din
öğretmenlerinin yetişmesi açısından değil, din görevlilerinin de yetiştirilmesi ve, her
şeyden önce Alman toplumunun ortasında yer alan ve diyaspora’daki müslüman
yaşama ait sorulara uygun cevaplar verebilen ve genel sosyopolitik tartışmalara
katılabilen bir İslâm ilâhiyatının bütünleştirici etkisi bakımından gerekli görülmektedir.
Yüksek öğrenim konusunda olduğu gibi devletin din toplulukları ve çeşitli dünya
görüşlerini temsil eden gruplarla olan ilişkileri konusunda da eyaletlerin esas
yetkisine dokunmaksızın, bu husus entegrasyon süreci için özellikle önem taşıyan ve
devletin bütününü ilgilendiren bir görev olarak görülmektedir.
Devlete ait yüksek öğrenim kurumlarında teolojik araştırma ve öğrenim imkânlarının
tesis edilmesi, aynen kamu okullarında din dersleri gibi devlet ve din cemaatlerinin
ortak konusudur. Bundan dolayı devletin, ders içeriğini bağlayıcı bir şekilde
belirleyebilecek din cemaatleri ile işbirliği yapmaya ihtiyacı vardır. Devlete ait yüksek
öğrenim kurumlarında ve kıyaslanabilir akademik düzeydeki eğitim kuruluşlarında
ilâhiyat derslerinin verilebilmesi ancak din cemaatleri ile işbirliği yaparak mümkündür;
sözkonusu cemaatler ile bu yüksek öğretimin içerikleri, sınav düzenlemeleri ve
14
öğretim üyeleri hakkında mutabakata varılması gerekmektedir. Bu işbirliğinin
gerçekleşmesi için kamu tüzel kişiliği statüsü zorunlu değildir. Din cemaatleri ile
birlikte çalışma gerekliliği burada İslam din derslerinin verilmesine ilişkin karşılaşılan
temel soruları tekrar ortaya çıkarmaktadır. Burada da, üniversitelerde İslam ilâhiyatı
derslerinin verilmesini mümkün kılan çerçeve koşulların gecikmeksizin yaratılabilmesi
için çözümlerin bulunması gerekmektedir.
İslami din dersinin tesis edilmesi için Eyaletlerde hâlihazırda devam eden model
denemeleri çerçevesindeki mevcut münferit vakıf profesörlükleri ile misafir
profesörlükler ve öğretim personelinin eğitimi ve meslek içi ileri eğitim için kürsüler,
bu yolda başarı vaat eden ilk adımlar olarak takdir edilmektedirler. Ancak konular
yelpazesini tümüyle kapsayan ve aynı zamanda bilimsel tartışmaları destekleyen,
genç bilim uzmanları yetiştirebilecek boyutlara sahip akademik kuruluşlara da ihtiyaç
vardır. Bu bağlamda münferit durumlarda ilgili yüksek öğretim mevzuatının çerçeve
şartları ve hukukî sonuçları dikkate alınmalıdır. Gerekli adımların atılmasına yakın
zamanda başlanmalıdır.
Çalışma Grubu, Bilim Konseyi’nin bu konular üzerinde müzakerelere başlamış
olduğunu ilgi ile öğrenmiş bulunmaktadır ve Genel Kurul’a, arzedilen bu önerileri
Bilim Konseyi’nin de dikkatine sunmasını tavsiye etmektedir.
15
Alman İslam Konferansı
2. Çalışma Grubu
Ek
Okullarda Pratikde Yaşanan ve Dinden Kaynaklanan Sorular
- Okul ve Aileler için Öneriler -
Toplumumuzda ve böylelikle okullarda da dinî çeşitlilik artık her gün yaşanan
olgulardan biri haline gelmiştir. Büyük ölçüde göçten kaynaklan dinî çeşitlilik yalnız
toplumdaki çoğulculuğa neden olmakla kalmamış, aynı zamanda her gün çeşitli
dinlerin farklı ifade biçimleri ile karşılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Okullar
öğrencilerinin etnik, kültürel ve dinî açıdan sahip olduğu çeşitliliğe adım uydurmuştur
ve böylelikle eğitim çalışmaları ve dersleri ile toplumsal dayanışmaya da katkıda
bulunmaktadır. Ancak kültürlerin çeşitliliği ile bireylerin sahip olduğu farklı deneyimler
ve yaşam biçimleri okullarda da bazı tereddütlerin oluşmasına neden olmaktadır.
Kültürlerarası yetkinliğe sahip, göçmen kökenli öğretmenlerin sayısının artırılması
burada yaşanan sorunların çözülmesine katkıda bulunabilir.
Göçmen kökenli çocukların ve gençlerin topluma entegre olmalarının ve okulda
başarılı olmalarının en önemli önşartlarından biri dil becerilerinin olması ve
çoğunluğu oluşturan toplumda yaşıtları ile düzenli ilişki kurmalarıdır. Bundan ötürü
devletin eğitme görevi ve eğitim hedefleri ile öğrencilerin din özgürlüğü ve
ebeveynlerin eğitme hakkının çatışmasından kaynaklanan ve okulda yaşanan
ihtilaflar sadece hukuksal açıdan değil, aynı zamanda entegrasyon politikası
bakımından da önem taşımaktadır. Burada okul ile aile arasında işbirliği özellikle
önemlidir.
Başarılı bir entegrasyon için, kişilik geliştirmeleri bağlamında öğrencilerin ve
ebeveynlerin kapsamlı bir katılıma ulaşabilmek maksadıyla tüm imkânları kararlı bir
şekilde kullanmaları gerekmektedir. Geniş kapsamlı katılım, öğrencilerin ve
ebeveynlerin anayasanın güvence altına aldığı din özgürlüğünden yararlanabilmesi
anlamına da gelmektedir. Bunlara rağmen her somut durumda, öğrencilerin okul
hayatına ilişkin hedeflerinin söz konusu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Aşağıdaki bilgiler, okullar, öğrenciler ve ebeveynler arasında sık yaşanan ihtilâflarla
ilgili hukukî durumu açıklayarak bu hukukî çerçeve içerisinde ihtilâfların nasıl
çözümlenebileceğine ilişkin öneriler sunmaktadır.
16
Bu öneriler tüm sorunlar için geçerli çözüm anlamına gelmemektedir; ancak
öğretmenler, öğrenciler ve ebeveynlerin birlikte arayarak bulacağı çözümler için bir
temel olarak düşünülmüştür. Zira kamu okullarına verilmiş olan eğitim ve öğretim
görevi, çocukların ve gençlerin tümünün okulda en yüksek performansı vermelerini
sağlamayı ve kişilik gelişimlerini teşvik etmeyi de içermektedir. Bu görevin
başarılması ancak okul hayatındaki bu üç partnerin birlikte çaba göstermesi ve
sorumluluk üstlenmesi ile mümkündür.
A. Devletin eğitim görevi, ebeveynlerin eğitim hakkı ve öğrencilerin din
özgürlüğü
1. Hukukî Durum
Devletin Anayasa’nın 7. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen eğitim ve öğretim görevi
ile öğrencilerin ve ebeveynlerin Anayasa’nın 4. ve 6. maddelerinde belirtilen temel
hakları, okul hayatında yaşanan bazı durumlarda, örn. spor veya yüzme dersinden
veya sınıf gezilerinden muaf tutulma veya özel nedenlerden ötürü dersten uzak
kalma izni talep edilen durumlarda birbirleri ile çatışabilir. Bu durumlarda pratik
uyuşum (konkordans) anlamında bir anlaşmaya varılması gerekir. Aşağıda bu
bağlamda muhtemelen karşılaşılabilecek tezat teşkil eden hukukî konumlar belirtilmiş
ve çözüm olanakları sunulmuştur.
Anayasa 7.maddesinin 1. fıkrasına göre devletin okul hakkında karar verme hakkı
yalnız okulla ilgili konuların organize edilmesi ile sınırlı olmayıp, aynı zamanda
devletin eğitim ve öğretim görevini de içermektedir. Anayasa’nın 7. maddesinin 1.
fıkrası ile devlet bir yandan ders hedeflerini belirlemekle yetkilendirilmiş olup, diğer
yandan devlete kendi eğitim hedeflerini biçimlendirme ve okuldaki eğitimi bu
hedeflere göre yönlendirme hakkı verilmiştir. Böylelikle devletin eğitim ve öğretim
görevi, bilgi aktarımının ötesinde çocuğun kişiliğini kapsamlı bir biçimde teşvik etme
hakkını olduğu gibi azınlıkların eşit haklarla katılımını sağlamak için gerekli koşulları
oluşturma hakkını ve yükümlülüğünü de kapsamaktadır..
Anayasının 6. maddesinin 2. fıkrasının 1. cümlesine göre çocuklara bakmak ve onları
eğitmek ebeveynin doğal hakkıdır ve herşeyden evvel ebeveynin uhdesindeki bir
görevdir. Ebeveynlerin bu hak ve yükümlülükleri okul bağlamında da geçerlidir ve
devletin Anayasanın 7. maddesinin 1. fıkrasında de söz edilen eğitme ve yetiştirme
hakkı ile eşit düzeyde düzenlenmiştir. “Bakım ve eğitim”, çocuğun yaşamını ve
gelişmesini belirleyen koşullarla ilgili kapsamlı sorumluluk anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 6. maddesinin 2. fıkrasının 1. cümlesinden doğan eğitme hakkı,
ebeveynlerin çocuklarına dinî konularda eğitim vermesini de kapsamaktadır. Çocuk,
17
dinle ilgili karar verecek erginliğe varıncaya dek din eğitimi hakkında karar verme
yetkisi ebeveynlere aittir. Henüz dinle ilgili karar verecek erginliğe erişmemiş
çocukların ebeveynleri tarafından kendi dinî inançları ve dünya görüşlerine göre
eğitilmesi ebeveynlerin sadece hakkı değil, aynı zamanda yükümlülüğüdür.
Ebeveynlere verilmiş olan eğitme hakkı her bakımdan bir başkasının yararına, yani
sadece çocuğun menfaatine ve iyiliğine kullanılmakta olup, bu nedenle de bu hak
diğer temel haklara kıyasla “emaneten kullanılan bir özgürlüktür”.
Esas olarak bir çocuk ondört yaşını doldurduğunda dini hakkında karar verebilme
erginliğine sahip olur. Ancak çocuk, ebeveynleri ile anlaşmak suretiyle bundan önce
de din özgürlüğünü içeren temel haklarından yararlanabilir. Din hakkında karar verme
erginliğine ulaşmaları ile çocuklar din aidiyetleri ve dinî uygulamaları hakkında
kendileri karar verme ve inançları doğrultusunda davranma hakkını da elde etmiş
olurlar. Böylelikle ebeveynlerin, çocuğun din derslerine katılıp katılmaması kararını
verme hakkı da sona ermiş olur. Ancak bu, ebeveynlerin çocukları ile anlaşarak onu
ilgilendiren dinî konuları ile ilgilenme hakkını yitirdiği anlamına gelmez. Ancak,
çocuğun yaşı ilerledikçe ve özerklik düzeyi arttıkça ebeveynin ilgili konulardaki
eğitme hakkı giderek çocuğun Anayasa’nın 4.maddesinden kaynaklanan haklarının
arkasına geçer.
2. Pratik yaşamda davranışa dair öneriler
Okulların olumlu yaklaşımlar geliştirmek ve muhtemel ihtilâfları önlemek amacıyla
sistematik bir şekilde ve uzun vadeli düşünerek sağlam bir işbirliği ağı oluşturmasının
faydalı olduğu görülmüştür. Bu tür girişimler bir semtteki bir kaç okul tarafından ortak
olarak gerçekleştirildiğinde en iyi sonuçlar elde edilmektedir. Bu ağlara sadece bu tür
sorular üzerinde deneyim sahibi kişiler ve kuruluşlar değil, genel olarak Müslüman
ebeveynler de aktif olarak ve sorumluluğu paylaşan bir şekilde dâhil edilmelidir. Bu
ağlar yalnız öğretmenler, ebeveynler ve öğrenciler arasında bağlayıcı bir unsur
oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda multiplikatör olarak da önemli bir işlev
göstermektedirler. Böyle bir işbirliği ağını sağlam bir şekilde yapılandırmak için
ebeveynler –gerekirse kendi ana dillerinde- hakları ve yükümlülükleri hakkında
aydınlatılmalıdırlar. Çok sayıda okulda, acil ihtilâf durumlarında yapıcı bir şekilde
müdahale edilebilmesi için (örn. teneffüslerdeki sorunlu davranışlar, ayrımcılık) etkin
araçlar geliştirilmiş bulunmaktadır. Örneğin farklı dinî ve kültürel kökenleri olan
öğrencilerin sorumlu bir şekilde arabuluculuk görevini üstlenmesi faydalı
olabilmektedir. Ayrıca toplum bilgisi, Almanca, din dersi, ana dili dersi gibi derslerde
söz konusu ihtilâfların ele alınması ve Müslümanların temsilcileri ile bilgilendirme ve
müzakere toplantılarının yapılması da önerilmektedir.
18
B. İhtilâf Alanları
I. Başörtüsü ve diğer dinî giysiler
1. Hukukî durum
Öğrenciler, din özgürlüğü hakkından yararlanarak kamu okullarında dinî aidiyetlerini
yansıtmakta veya dinlerinin belirlediği şartlara göre giyinmekte serbesttir. Bundan
dolayı okul tüzükleri, ebeveynlerle yapılan sözleşmeler v.b. ile başörtü takılması
yasaklanamaz.
Anayasanın 6. maddesinde taahhüt edilen ebeveynlerin çocuğun dinle ilgili erginliğe
erişmesi öncesinde sahip olduğu eğitme hakkı çocukların giysileri hakkında karar
verme yetkisini de kapsar. Böylelikle ebeveynler kız çocuklarını dinî reşitliğe
erişinceye dek ve ergenlik çağından önce başörtüsü takmaya teşvik edebilir; ancak
Müslümanların çoğunluğu tarafından ergenlik öncesinde başörtüsü takma
zorunluğunun bulunmadığı belirtilmektedir.
Buna karşılık bir öğrencinin yüzünü kapatması okuldaki eğitimi ve öğretim sürecini
belirleyen açık iletişimi engelleyen bir unsurdur. Bu durumlarda devletin Anayasa’nın
7. maddesinin 1.fıkrasına göre sahip olduğu eğitme görevi, öğrenciler açısından
Anayasa’nın 4. maddesinden ve ebeveynler açısından Anayasa’nın 6. maddesinden
kaynaklanan haklarından daha üstündür.
Münferit durumlarda, örneğin doğa bilimleri dersinde açık ateşle çalışırken öğrencinin
güvenliği açısından başörtüsünün belli bir malzemeden olması veya belli bir şekilde
bağlanması şart koşulabilir. Spor dersinde de öğrencinin güvenliği açısından dinî
giysilerin belli şekillerde kullanılması istenebilir (başörtüsüne iğne takılmaması); bu
talebin yerine getirilmesi mümkün olmadığı takdirde öğrenci ders içinde bazı spor
dallarından muaf tutulabilir.
2. Pratik Uygulamalarla İlgili Öneriler
Müslümanların çoğunluğu, ergenlik çağından önce başörtüsü takılmasının zorunlu
olmadığını düşünmektedir. Müslüman cemaatler de bu bilgiyi vermektedir.
Kız öğrencilerin din özgürlüğünden yararlanarak başörtüsü taktığı durumlarda gerek
okul gerekse ebeveynler, eğitimi ortakça gerçekleştiren partnerler olarak ve karşılıklı
hoşgörü içinde bu öğrencilerin başörtüsünden ötürü dışlanmamasına dikkat
etmelidirler; başörtüsü takan Müslüman kız öğrenciler üzerinde başörtüsü
19
taktığından, takmayanlar üzerinde ise takmadığından dolayı baskı yapılmamasına ve
öğrencilerin tutumlarını savunmak zorunda bırakılmamalarına dikkat edilmelidir.
II. Kız ve erkek öğrencilerin birlikte yüzme derslerine katılması
1. Kanunî Durum
Okulun eğitme görevi spor ve yüzme derslerini de kapsar. Bu dersler öğrencilerin
sağlığını olumlu bir şekilde etkilediğinden, spor alanındaki yeteneklerini artırdığından
ve sosyal davranışlarını geliştirme imkânını sunduğundan özel bir işlev görmektedir.
Ayrıca yüzme dersi çocukların tehlike bilinci edinmelerini, yüzmeyi öğrenmelerini ve
kendi bedensel güçlerinin de gerçekçi bir şekilde bilincine varmalarını sağlar.
Böylelikle spor ve yüzme dersleri, okulun diğer derslerin yanısıra aktarması gereken
bilgi ve yetenekleri içermektedir: örn. sağlığı destekleme, sosyal alanda eğitim,
kurallara uyma ve manevî değerleri içselleştirme.
Dinî nedenlerden ötürü kız ve erkek öğrencilerin birlikte spor ve yüzme derslerine
katılması sorun oluşturabilmektedir. Müslüman öğrencilerin kız ve erkek öğrencilerin
birlikte eğitildiği spor ve yüzme derslerinden muaf tutulması sorusu ortaya çıktığında
bir tarafta devletin eğitme görevi ve devlete ait eğitim hedefleri ile diğer tarafta
öğrencilerin din özgürlüğü ve ebeveynlerin çocuklarını eğitme hakkı karşı karşıya
gelmektedir. Yasaların şart koştuğu okula devam yükümlülüğü öğrencilerin ders
planındaki zorunlu derslerin tümüne katılmasını mecburî kılmaktadır; bu derslere
spor ve yüzme dersleri de dahildir.
Kanunen belirlenmiş olan okula gitme yükümlülüğü ise Anayasa’nın 4. maddesinin 1.
ve 2. fıkrası uygulandığında dinî inançların ve bunlardan kaynaklanması muhtemel
giyim şartlarının da korunması ile karşı karşıya gelmektedir. Birbiri ile tezat oluşturan
bu anayasal ilkelerin, hoşgörü buyruğu da göz önünde tutularak, bir denge içine
getirilmesi gerekmektedir. Pratik uyuşum bağlamındaki bir mütalla aşağıda belirtilen
sonucu vermektedir:
Spor ve yüzme derslerinin kız ve erkek öğrencilere birlikte verilmesinin küçük
çocuklar için oynadığı rol, ergenlik yaşına varmış olanlardan farklıdır. İlkokulda sportif
ve sosyal temel becerilerin edinilmesi, ilişkilerde sosyal açıdan uygun davranışların
öğrenilmesi ve aynı şekilde temel bir deneyim olan kendi sınırlarını tanıma ve karşı
cinsle mesafeli olma ile birlikteliğin ve yakınlığın öğrenilmesi ön plandadır. Kamu
okulunun eğitme ve öğretme görevinin içerdiği bu hedefler karşısında öğrencilerin din
özgürlüğü ve ebeveynlerin eğitme hakkı arka planda kalmak zorundadır; bu durumda
kız ve erkek öğrencilere ayrı ayrı ders verilmesini veya öğrencilerin dinî nedenlerden
dolayı spor ve yüzme derslerinden muaf tutulmasını talep etme hakkı yoktur.
20
Ancak Federal İdarî Mahkeme’nin vermiş olduğu kararlar uyarınca münferit vakalarda
öğrencinin ergenlik yaşına erişmesi ile dersten muaf tutulması mümkündür: Kız ve
erkek öğrencilerin birlikte olduğu spor dersi Müslüman kız öğrenciler için dinlerinin
giyim şartlarını bağlayıcı olarak kabullenmiş olduklarından ötürü bir vicdanî çelişkiye
neden olduğu takdirde bu hak mevcuttur.
İlkokul sonrası okullar, yüzme derslerini ve kız ve erkek öğrencilerin birlikte olduğu
diğer spor derslerini ebeveynler ve öğrenciler tarafından talep edildiği takdirde tek
cinsiyetden oluşan gruplar halinde organize etmek zorundadır; bu, aynı sınıflarda
olan veya farklı sınıflardaki öğrencilerden gruplar oluşturmak suretiyle
gerçekleştirilebilir.
Herhangi bir okulda organizasyonla ilgili nedenlerden ötürü (örn. spor salonlarının
açık olduğu zamanlar, spor öğretmenlerinin sayısı, uygun büyüklükte grupların
oluşturulması vb. gibi nedenler) böyle bir çözüm bulunamadığı takdirde Müslüman
öğrencilerin, vicdanî bir ihtilaf yaşadıklarını tarafsızca incelendiğinde anlaşılması
mümkün bir şekilde kanıtlayabildikleri takdirde kız ve erkeklerin birlikte ders gördüğü
spor ve yüzme dersinden muaf tutulmayı talep etme hakları mevcuttur. Ergenlik
yaşından itibaren, yani tahminen 5.sınıftan itibaren, öğrencilerin din özgürlüğü
devletin spor veya yüzme dersleri ile gerçekleşen eğitim ve öğretim görevinden
üstündür. Bu gibi durumlarda devletin eğitim ve öğretim görevinin ağırlığını
yitirmesinin nedeni şöyle açıklanabilir: Kız ve erkek çocukların ergenlik döneminden
itibaren farklı şekilde gelişmesi onların dinî inançlarının ve buradan kaynaklanan
giyim şartlarının özellikle korunmasını gerektirir; bu koruma zorunluğu, sözkonusu
derslere katılma yükümlülüğünden üstündür. Kız ve erkek öğrencilerin birlikte ders
gördükleri spor veya yüzme derslerinden muaf tutulması, ancak yazılı talep üzerine
mümkündür; bu muafiyet öğrencinin aynı zamanda bu dersin kuramsal kısımlarından
da muaf tutulması anlamına gelmez.
2. Pratik Uygulamalarla ilgili Öneriler
Bir öğrencinin dersten muaf tutulması, sağlıkla ilgili nedenlerden ötürü, sosyal açıdan
ve entegrasyon ile ilgili bakış açısından en iyi çözüm olarak kabul edilemez. Her
halükârda okulların spor ve yüzme derslerini cinsiyetlere göre ayrı ayrı verilecek
şekilde organize etmesi ve böylece tüm öğrencilerin katılmasını sağlaması tercih
edilmelidir. Belli spor veya yüzme kıyafetine müsaade edilmesi mümkündür. Aynı
yerde hep birlikte duş almak Müslüman öğrenciler için cinsiyetler aynı olsa dahi
çoğunlukla sorun teşkil etmektedir. Kapatılması ve kilitlenmesi mümkün duş
kabinlerinin olmadığı yerlerde örneğin duşların birbirinden perde ile ayrılması
21
mümkün olabilir. Böylece söz konusu öğrencilerin dinî düşüncelerine uygun bir
şekilde üstlerini değişmeleri sağlanabilir. Müslüman öğrencilerin ebeveynlerinin
endişe ve korkularını yenmek için bu tür konulara bir ebeveyn temsilcisini de dahil
etmek faydalı olabilir.
III. Okulda Cinsel Eğitime Katılma
1. Kanunî Durum
Cinsel eğitim dersi devletin eğitme görevi çerçevesinde öğrencilerin kişiliğinin
gelişmesi bağlamında büyük önem taşır; aynı zamanda bu dersin sağlığı
desteklemeye de önemli katkısı bulunmaktadır. Bundan dolayı cinsel eğitim
derslerinden muaf tutulma hakkı yoktur.
Ebeveynlerin okulda verilen cinsel eğitim derslerinin şekillendirilmesine katılım hakkı
bulunmamakla beraber din özgürlüğüne ve çocuklarını eğitme haklarına dayanarak
cinsel eğitim derslerinin yapılandırılmasında aşırı ileri gidilmemesini ve hoşgörü
uygulanmasını talep edebilirler. Okul, çocukların doğal utanç duygularına saygı
göstermek ve ebeveynlerin inançlarını ve dünya görüşünü de dikkate almak
zorundadır. Bu ders, örn. üreme, hamileliği önleme ve hastalıklardan korunma gibi
konularda bilgilendirmelidir; derste dinî veya felsefî açıdan herhangi bir
değerlendirme yapılmaması gerekir.
2. Pratik Uygulamalarla İlgili Öneriler
Okuldaki cinsel eğitim konusunda ihtilâfların oluşmasını önlemek amacıyla dersler
başlamadan önce ebeveynler konuya dahil edilmeli ve bilgilendirilmelidir. Ebeveynler,
cinsel eğitim derslerinin içeriği, metodları ve araçları hakkında önceden
bilgilendirilmelidir. Aynı zamanda bu dersin, okulun zorunlu görevleri arasında
bulunduğu ve derse katılmamanın gerekçesiz okula gelmeme durumunu teşkil ettiği
de ebeveynlere anlatılmalıdır. Bu bilgilendirme, velî toplantılarında veya ebeveynler
için hazırlanan bilgi broşürleri ile yapılabilir. Ancak cinsel eğitim konularında da tüm
ebeveynlerle mutabakat sağlanması zorunlu değildir. Öğretmenler ders esnasında
kullanılan dile hassasiyetle dikkat etmeli ve kullanılan araçları özenle seçmelidirler.
IV. Sınıf Gezilerine Katılma
1. Kanunî Durum
Bir günden fazla süren geziler, keşif gezileri, günübirlik doğa gezileri ve okul
pansiyonlarında kalarak bir kaç gün süren geziler okul tarafından düzenlenen
etkinliklerdir ve derse katkı olarak görülürler; bu tür etkinlikler eğitime katkıda
bulunduğu gibi entegrasyonu da desteklemektedirler. Böylelikle çocuklar yeni
tecrübeler edinirler ve birlikte yaşamanın kurallarına alışırlar. Geziler esnasında
22
öğretmenler çocukların farklı yönlerini tanıma fırsatını elde ederek
onların
ihtiyaçlarını daha iyi anlama imkânını bulurlar. Sınıf gezileri okul tarafından
düzenlenen etkinliklerdir ve böylece okulda gerçekleşen eğitim ve öğretimin bir
unsurunu oluştururlar.
Bu tür gezilere katılma sözkonusu olduğunda da çocukların din ve vicdan özgürlüğü
ile ebeveynlerin eğitme hakkı devletin eğitme ve yetiştirme görevi ile çatışabilir.
Örneğin dinî şartların kız çocuklarının yalnız başına yolculuk yapmasını engellediği
veya ebeveynlerin aile içi eğitimle ilgili düşüncelerinin buna manî olduğu durumlarda
çocuğun geziye katılmaması talebi gelebilir. Ancak prensipte sınıf gezilerinden muaf
tutulma hakkı mevcut değildir.
Ancak sınıf gezilerini hazırlarken okulun ebeveynlerin ve öğrencilerin dinî inançlarını
göz önünde tutması gerekir. Örneğin kız ve erkekler için ayrı yatakhanalerin
olmasına ve yemek şartlarına dikkat edilmesi önemlidir. Bir günden fazla süren
etkinliklere kız öğrencilerin de katılması halinde eyaletlerin okul yasaları bir kadın
öğretmenin refakat etmesini şart koşmaktadır. Münferit bir durumda bu şartın yerine
getirilmesi mümkün olmadığı takdirde, sınıf gezisinden muaf tutulma talebinde
bulunma hakkının doğması mümkün olabilir.
2. Pratik Uygulamalarla İlgili Öneriler
Okul dışında yapılan ve bir gün süren etkinlikler genel olarak normal derslerden pek
farklı olmaz.
Ancak bir günden fazla süren okul dışı etkinliklere de öğrencilerin tümünün katılması
tercih edilmelidir. Bu tür etkinliklerin hazırlığına başlanırken ebeveynler daha ilk
planlama safhasından itibaren bunlara dahil edilmelidirler. Örneğin ebeveynlere
etkinliğin hedeflerini, gidilecek yerleri, gezi tarihlerini bildiren bir yazı iletilebilir ve
burada dinî yemek şartlarına uyulacağı, kız ve erkek çocukların denetim altında ayrı
odalarda kalacağı ve çocuklar için alkol yasağının geçerli olduğu da açıklanabilir.
Müslüman ebeveynler buna rağmen çocuklarının geziye katılması konusunda
tereddüt ettikleri takdirde ebeveynlerin endişeleri ciddiye alınarak onlarla
tereddütlerinin nedenleri hakkında vaktinde konuşmalı ve gerekirse bu konuşmaya
her iki tarafın da güvendiği bir kişinin katılması sağlanmalıdır. Bu uygulamaların
faydalı olduğu birçok okulda kanıtlanmış bulunmaktadır. Her iki tarafın çıkarlarını göz
önünde tutan dengeleyici bir çözüm ararken ebeveynlerin sunduğu çözümler de
mümkün olduğunca dikkate alınmalıdır. Ebeveynlerin, refakatçi olarak sınıf gezisine
katılma imkânına da değinilmelidir. Ancak ebeveynlerin tereddütlerinin maddî
nedenlerden kaynaklanıyor olması ve ebeveynlerin bunu söylemeye utanmasının da
mümkün olabileceği unutulmamalıdır.
23
Tüm bunlara rağmen bir öğrencinin geziye katılmasının gerek öğrenciden gerekse
ebeveynlerinden beklenemeyeceği durumlarda okula gerekçeli bir dilekçe verilmesi
gerekir. Uygun görüldüğü takdirde okul yönetimince sözkonusu öğrenci geziye
katılmaktan muaf tutulabilir. Bu durumda öğrenci kendi sınıfı gezide olduğu sürece
başka bir sınıfın derslerine katılır.
Başarılı bir geziden döndükten sonra öğretmelerin, öğrencilerin ve ebeveynlerin
toplanarak gezi hakkındaki anıların anlatılması, fotoğrafların sergilenmesi sınıf
gezilerinin önemini anlamak ve tereddütleri gidermekte yardımcı olabilir.
V. Dinî Bayramlarda Okuldan İzin Alınması
1. Kanunî Durum
Dinî bayram günlerinde bazı dinî görevlerin yerine getirilmesi gerekebilir; bundan
ötürü öğrencilerin o gün okula gitmesi mümkün olmayabilir. İslâmi dinî bayramlar
Almanya’da resmî tatil günleri olarak tanınmamaktadır. Bununla birlikte eyaletlerin
bir çoğunda öğrencilerin önemli dinî bayramlarına katılmasını mümkün kılan bazı
düzenlemeler yapılmış bulunmaktadır. Öğrencilere Kurban Bayramı veya Ramazan
Bayramı gibi önemli dinî bayramlarda en az bir gün okuldan izin verilmesi zorunluğu
Anayasada belirtilen haklardan kaynaklanır. Bu izin, okulda bulunmak zorunluğundan
muaf olmak anlamına gelir; öğrenci bu izin gününde kaçırdığı dersleri önceden veya
daha sonra işleyerek okulla ilgili yükümlülüğünü yerine getirmiş olur. Bu alanda farklı
modeller uygulanmaktadır: Bazı yerlerde öğrenciler dilekçe ile talep gerekmeksizin
derse katılmaktan muaf tutulurken, bazı yerlerde ders muafiyeti veya izin gününün
özel olarak talep edilmesi gerekmektedir.
2. Pratik Uygulamalarla İlgili Öneriler
Genel olarak eyaletler Müslüman dernek ve birliklerle görüşerek Müslüman dinî
bayramların tarihlerini yayınlarlar. Okulun yıllık zaman tablolarını tespit ederken bu
bayram günlerini de dikkate alması önerilmektedir. Özellikle sınavların bu tarihlere
denk gelmemesine dikkat edilmesi önemlidir.
Öğrencilere bayram günlerinde okuldan izin verilmesi: İçinde okulun öğretmenlerinin,
ebeveynlerin ve öğrencilerin temsil edildiği karar mercii, resmî bayram günlerine dahil
olmayan bayram günleri için eyalet hukukuna göre izin verilmesi üzerinde eşit ölçütler
uygulayarak bir karar almalı ve bunu yaparken değişken tatil günlerini de göz önünde
tutmalıdır. İzin verme konusunda standart ölçütler geliştirilmelidir. Bütün okulu içine
alan uygulanabilir bir çözümün bulunabilmesi için konuyla ilgili ebeveynler ve
Hıristiyanlığın dışındaki dinlere ait öğrenciler de bu karar sürecine katılmalıdır. Bunun
24
yanısıra okul izin verdiği öğrencilerinden, kaçırdıkları dersleri sonradan telafi
etmelerini talep edebilir. İzin alınmasının dilekçeye bağlı olduğu durumlarda çocuk
okula kaydolurken velîler okul tarafından izin alma imkânı hakkında bilgilendirilmeli
ve gerekirse dilekçe yazmakta kendilerine yardımcı olunmalıdır.
VI. Ramazan
1. Kanunî Durum
Ramazan, Müslümanların güneşin doğması ile batması arasında oruç tuttukları
aydır. Ancak İslâmi anlayışa göre bu dinî görev yalnız sağlığı oruç tutmaya elverişli
olanlar için farzdır. Bundan ötürü hastalar ve ergenlik yaşına varmamış çocuklar
oruç tutmaya mecbur değildirler. Hukukî açıdan bakıldığında öğrenciler Anayasanın
4. maddesinden doğan din özgürlüğünün bir ifadesi olarak okulda da oruç tutmak,
yemek ve içmekten feragat etmek konusunda serbesttir. Ancak öğrenciler Ramazan
ayında da okulla ilgili görevlerini yerine getirmek ve eğitim hedeflerine ulaşmak için
çalışmakla yükümlüdür.
2. Pratik Uygulamalarla İlgili Öneriler
Bütün gün boyunca oruç tutmak öğrencilerin performansını kısıtlayabilir ve
konsantre olmalarını zorlaştırabilir. Özellikle Ramazan ayı sınıfta bir çok yazılı
sınavın olduğu bir döneme denk geldiğinde, bu tür sorunların ortaya çıkması
muhtemeldir. Bundan dolayı ebeveynler çocuklarının Ramazan’da da yeterli ölçüde
uyumasına dikkat etmelidirler. Diğer taraftan İslâmiyetde ergenlik öncesinde oruç
tutmanın farz olmadığı da unutulmamalıdır. Genel olarak bu bağlamda çocukların
yazılı sınav ve benzeri durumlarda performansının etkilenmesini önleyici, esnek
çözümlerin bulunmasında yarar görülmektedir. Bundan bağımsız olarak, sınıf
gezilerinin plânlanmasında ve staj, gezi, okul partileri gibi etkinliklerin tarihlerinin
belirlenmesinde okul Ramazan ayını da mümkün olduğunca göz önünde
bulundurmalıdır.
25
3. Çalışma Grubu’nun Çıkardığı Sonuçlar
„Ekonomi ve Medya’nın Köprü İşlevi“
Ön açıklama: Çıkarılan sonuçlardan ekonomi konularını içine alanlar Alman İslam
Konferansı’nın 13 Mart 2008’deki 3. Genel Kurul Toplantısı için hazırlanan tezde
ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Medya alanı ile ilgili aşağıdaki sonuçlar ara raporda
bulunan geniş kapsamlı sonuçların devamını oluşturmaktadır.
Medya Konuları ile İlgili Çıkarılan Sonuçlar:
Başlangıçta yoğun bir şekilde Almanya’da İslamiyetin medyadaki görünümü ile
ilgilenen Çalışma Grubu 3. Genel Kurul Toplantısını müteakiben öncelikle Alman ve
Türk medyasındaki haberciliğin burada sürmekte olan entegrasyon tartışmasını
etkileyip etkilemediği veya ne şekilde etkilediği konularını ele almıştır.
Bundan ötürü Almanya Federal Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı’nın daveti üzerine 19
Haziran 2008’de “Almanya’da medya: Entegrasyona engel mi, yoksa bir fırsat mı?”
başlığı altında 80 gazeteci, politikacı ve medya bilimcinin katıldığı bir uzmanlar
toplantısı yapılmıştır. Katılımcılar bu toplantıda entegrasyon sürecinde medyanın rolü
ve sorumlulukları üzerinde tartışmıştır. Birçok farklı görüşün ortaya konduğu
toplantıda katılımcıların bir konuda mutabık olduğu görülmüştür: Medya entegrasyon
süreci üzerinde kuşkusuz önemli ve merkezî bir rol oynamaktadır. Gerek bağımsız ve
eleştirel habercilikte gerekse eğlence programları çerçevesinde medyanın, farklı etnik
ve kültürel grupların görünümünün belirlenmesinde önemli bir rolü bulunmaktadır.
Katılımcılar, Almanya’daki medyanın şimdiye dek burada yaşayan Müslümanlar ve
onların ülkemizin ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamına yaptığı katkı hakkında
aktardığı görünümün sadece kısmî olduğundan şikâyette bulunmuş, Müslümanlar
hakkında daha çok sorunlar bağlamında haber yapıldığını ileri sürmüştür.
İslâmiyetin aşırı derecede şiddet ve uç akımlarla bağdaştırıldığı, bundan ötürü de
Müslümanların kamuoyu tarafından yanlış algılanmasına neden olunduğu ileri
sürülmüş, bunların özellikle Müslümanlar için acı verici olduğuna dikkat çekilmiştir.
Bu tür stereotiplerin yapıcı bir diyaloğu engellediği de vurgulanmıştır.
Katılımcılar, günlük yaşamı tüm ayrıntıları ile kapsayan bir bakış açısı sunmak için
daha kapsamlı ve tarafsız bir haberciliğe ihtiyaç olduğunun ve herşeyden önce
medyada daha fazla sayıda göçmen kökenli elemanın çalıştırılması gerektiğinin altını
çizmiştir. Bugüne dek göçmen kökenli halkın medyada çok düşük oranda temsil
edildiği belirtilmiştir.
26
Geçtiğimiz yıllarda çok kereler telaffuz edilen, Almanya’da yaşayan Türklerin
kendilerini güya kapattıkları sözde “Medya Gettosu”, toplantıya katılan uzmanların
görüşüne göre gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Yapılan araştırmaların sonuçları,
Alman ve Türk medyasının sunduğu olanakların birbirlerini tamamlayıcı olarak
kullanıldıklarını göstermiştir. Uzmanlar toplantısında bu konu hakkında konuşan Prof.
Dr. Hans-Jürgen Weiß, Türk medyasının kullanımı ile ayrımcılık eğilimleri arasında
mevcut olduğu iddia edilen bağlantının da araştırmalarla kanıtlanmadığını belirtmiştir.
Aksine, Türkçe ve Almanca yayın yapan bilgi kaynaklarının eşdeğerle kullanıldığı
takdirde bu medya kullanımının entegrasyonu destekleyici bir etkisi olabileceğine
işaret edilmiştir.
Toplantıya katılanların hemfikir oldukları diğer bir konu da, medya haberciliğinin nasıl
yapıldığının doğal olarak medya çalışanlarına bağlı olduğudur. Düşünce ve basın
özgürlüğünün medya üretimine katkıda bulunanlara bazı ayrıcalıklar sağladığı gibi
bazı sorumlulukları da beraberinde getirdiği de dile getirilmiştir. Bundan dolayı medya
çalışanlarının, sorumluluklarının bilincinde olan bir seçkin grup olarak, yayınlarının
oluşumu, etkisi ve sonuçları üzerinde eleştirel bir bakışla düşünmeleri gerektiği
belirtilmiştir.
3. Çalışma Grubu, medya temsilcilerinin giderek artan bir şekilde böyle düşündükleri
ve sorumluluklarını üstlendikleri görüşündedir.
Çalışma Grubu, İkinci Alman
Televizyonu’nun “Cuma Toplantısı” (Forum am Freitag) veya Güney Batı Radyo ve
TV Kurumu’nun “Müslüman Sözler” (İslamisches Wort) adlı girişimleri ile yakın bir
ilişki içinde bulunmaktadır. Bu olumlu çabaları daha geniş bir zümreye tanıtmak
amacı ile Alman İslam Konferansı proje teşvik çalışmaları kapsamında “Müslüman
Sözler” adlı broşüre de destek vermektedir.
Çalışma Grubu ayrıca Alman İslam Konferansı için resmî bir internet sitesi
oluşturarak Almanya’da İslâmiyetle ilgili geniş bir toplumsal tartışma için platform
oluşturma çalışmalarına da katkıda bulunmuştur.
Kurban Bayramına denk gelen 8 Aralık 2008 gününde Almanya Federal Cumhuriyeti
İçişleri Bakanı Dr. Schäuble tarafından resmen kullanıma açılan internet sitesi, İslam
Konferansı’nın müzakereleri ve önerilerinin daha şeffaf olmasını sağlamaktadır.
Çevrimiçi tartışma forumunun sunduğu katılım imkânı Almanya’da İslâmiyetle ilgili
diyalog sürecinin açıklığını vurgulamaktadır; aynı zamanda böylelikle İslâmiyetin
toplumda kabul edilmesine ve Almanya’da süregelmekte olan İslâmiyet tartışmasının
nesnelleştirilmesine de yardımcı olmaktadır.
27
Her ay değişen ağırlıklı konularda ele alınan sorunlar, İslam Konferansı’nın Çalışma
Grupları’nın müzakerelerinden beslenmektedir; bu konular, Alman Müslümanlar ile
çoğunluğu oluşturan toplumun birlikte yaşaması ile ilgilidir.
Çalışma Grubu, her iki ülkenin ve Almanya’da yaşayan Türk azınlığın özel dış
ilişkileri ile ilgili konuların işlenmesi için Herbert Quandt-Vakfı ile birlikte Berlin’de
Alman ve Türk gazetecilerin bir araya geldikleri bir “Yuvarlak Masa” oluşturmuştur.
Yuvarlak Masa’nın içeriğinin hedefi, entegrasyon politikası ve iç politikaya ilişkin
güncel konular ile ve Müslümanları ilgilendiren konuları tartışmak; Alman ve Türk
medya çalışanları arasında gayrıresmî ve gazetecilik düzeyinde bir mübadeleyi
sağlamak ve böylelikle entegrasyona destek olmakdır. Burada her iki ülkeden gelen
gazetecilerin birbirlerinin çalışma tarzlarını tanıması, karşı tarafın yaptığı siyasî,
kültürel, dinî ve toplumsal analizleri daha iyi anlaması hedeflenmektedir. Bugüne dek
üç kez gerçekleşen bu gayrıresmî toplantılarda konuk konuşmacılar olarak Almanya
Federal Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Dr. Schäuble ve BÜNDNIS 90/DIE GRÜNEN
partisi Federal Başkanı Cem Özdemir gibi önemli şahsiyetlerin katılımı
sağlanabilmiştir.
Örgütlenmiş olan Müslümanlar öncelikle dernek ve birliklerce temsil edildiğinden 3.
Çalışma Grubu Almanya’daki Müslüman dernek ve birliklerin halkla ilişkiler
çalışmaları ve bilgilendirme politikasını da ele almıştır. Çalışma Grubu dernek ve
birliklere medya ile daha etkin ve yapıcı bir işbirliği yapmalarını önermiş,
kamuoyundaki görünümün yanısıra medyada yansıtılmanın da büyük önem
taşıdığına işaret etmiştir. Dernek ve birliklerin şu andaki halkla ilişkiler faaliyetleri,
neredeyse hiç dikkat çekmemektedir. Bundan ötürü birlik ve derneklerin
temsilcilerinin güçlendirilmesi ve eğitilmesi ile bu kişilerin aktif bir şekilde medya ile
ilişki kurması önerilmektedir.
Çalışma Grubu Müslüman dernek ve birlik temsilcilerinin redaksiyon çalışmalarını ve
gazetecilikle ilgili konuları daha iyi tanıması ve üst düzey görevlilerini medyaya
hazırlama çalışmaları yapması gerektiği sonucuna varmıştır. İmamlar ve cami
temsilcilerinin gerektiğinde ve kendilerine başvurulduğunda medya ile ilişki
kurabilmeleri için eğitilmeleri de büyük önem taşımakta ve arzu edilmektedir. Bu
bağlamda cemaat yaşamında yapılan basın çalışmalarının da iyileştirilmesine
değinilmiştir. Örneğin her caminin bir basın sözcüsü olmasının faydalı olacağı
düşünülmektedir. Bu görevliler, burada yetişmiş ve sosyalize olmuş, Almanca bilen
ve halkla ilişkiler konusuda belli bir yenetek sahibi kişiler arasından seçilmelidir.
Duisburg-Marxloh camisi bu bağlamda olumlu örnek olarak gösterilmiştir.
28
Yine bu bağlamda ortaya atılan diğer bir fikir de, 3.Çalışma Grubu tarafından
Müslüman sivil toplumun gelişmesine kesintisiz destek veren, medyaya dayalı bir
teşvik programının tasarlanması ile ilgilidir. Bu programın, gazetecilik eğitimi,
gazeteciler için meslek içi eğitim, çevrimiçi projeler için donatım yardımı gibi bir çok
unsuru içermesi düşünülebilir. Çalışma Grubu mensuplarından oluşan küçük bir
grubun böyle bir programın hazırlıkları ile yakından ilgilenmesi önerilmiştir.
3. Çalışma Grubu mensupları 9 Temmuz 2009 günündeki son oturumlarında
gelecekte de çalışmalarına devam etmelerinin gerekli olduğunu vurgulamışlardır.
Grubun çalışmaları özellikle medyanın entegrasyon, dayanışma ve ülkemiz içindeki
barışla ilgili konular üzerinde ne kadar büyük bir etkisi olduğunu ortaya koymuştur;
bundan dolayı grubun çalışmasının devam etmesi ve yayınlanan görüşlerle
medyanın etkisi arasındaki etkileşime refakat etmesi zorunlu olarak görülmektedir.
29
Güvenlik ve İslamcılık Mülâkat Grubu’nun Çıkardığı Sonuçlar4
1.
“Almanya’daki Müslüman Örgütlerin Şeffaflığı” ile ilgili sonuçlar
Mülâkat Grubu Anayasa’nın değerler düzeninin güçlendirilmesinin ve böylece
toplumun aşırı akımlardan korunmasının bütün topluma düşen önemli bir görev
olduğu görüşündedir. Bundan ötürü Müslüman birlik ve dernekleri daha ilk
oturumlarında “kendi cemaatlerine de aşırı akımlara karşı bağışıklık kazandırma”nın
“hayatî öneme sahip bir konu” olduğunu tespit etmiştir. Önleyici tedbirlerin başarılı
olabilmesi için özellikle hedef gruplar, eğitim malzemeleri ve öğretmenlerin konuya
hakimiyeti ve uygunluğu ile ilgili şeffaflık yaratmanın gerekli olduğu belirtilmiştir.
Güvenlik adlı Mülâkat Grubu bu temel üzerinde 2007 Kasım ayından 2009 Haziran
ayına dek (7. – 14. oturum) ayrıntılı olarak Almanya’daki Müslüman örgütlerin
şeffaflığı konusunu ele almıştır. Grup mensuplarının önceden üzerinde anlaştığı belli
sorulardan yola çıkarak mülâkat grubunda bulunan Müslüman örgüt temsilcileri
örgütlerinin yapısı ve faaliyetlerini şeffaflık açısından tanıtmış ve bunlar üzerinde
kısmen karşıt görüşlerle tartışılmıştır.
Bütün konularda herkesin ortak bir görüşe varması sağlanamamıştır. Örneğin
İslamcılık kavramı üzerinde bir mutabakata henüz varılamamıştır. Bundan sonraki
oturumlardan birinde bu kavram üzerinde ve islamcılığın içeriği, nedenleri, tarihçesi,
yayılması ve tehlike potansiyeli üzerinde tartışmaya devam edilmesi
kararlaştırılmıştır. Ancak bu sunumlar ve bunları takip eden tartışmalar üzerine
Mülâkat Grubu üyeleri müştereken aşağıdaki sonuçlara varmıştır:
•
Mülâkat Grubu üyeleri, Müslüman örgütlerle devlet kurumları arasında bir
işbirliğinin temel önşartlarından birinin karşılıklı samimiyet olduğu görüşündedir.
•
Bu, Müslüman halk arasında varolması mümkün aşırı akımları da örneğin eğitim
çalışmaları çerçevesinde aktif bir şekilde sorun olarak dile getirmek ve tartışmak,
ve bunlara karşı kendiliğinden harekete geçmek anlamına da gelmektedir. Bu
bağlamda güvenlik mercileriyle yakın bir işbirliği yapmak faydalıdır ve Müslüman
örgütlerce de arzu edilir.
4
„Islamrat für die Bundesrepublik Deutschland e.V.“ (Federal Almanya İslam Konseyi) sonuçlara
katılmamaktadır.
30
•
Şeffaflık, yurtdışında edinilen gelirler de dahil olmak üzere finansal ve gerçek
gelirleri açıklamayı ve bunların hakkında tartışmayı da içine almalıdır.
•
Müslüman dernek ve birlikler, kendilerine ait bina ve tesislerde aşırı islamcı
propaganda, yazılı malzeme ve yayınlara müsaade etmediklerini beyan ederler.
•
Alman İslam Konferansındaki çalışmamızın pratikde başarılı olmasının önemli
önşartlarından biri, çalışmamızın sonuçlarının Müslüman örgütlere ve onun
ötesinde Almanya’da yaşayan Müslüman halka da tanıtılması ve gerektiğinde
uygulanmasıdır.
•
Mülâkat Grubu üyeleri, devlet kurum ve kuruluşları ile Müslüman örgütlere ait aşırı
radikal eğilimleri önleyici ortak projelerin başarı vaat ettiği konusunda
mutabıktırlar. Bundan ötürü Mülâkat Grubu bundan sonraki oturumlarında önleyici
tedbirleri içeren yaklaşımın pratikde uygulanması ile daha yoğun bir şekilde
ilgilenecektir.
2.
Mülâkat
Grubu’nun
Bugüne
Uygulanmasına İlişkin Sonuçlar
Değin
Varmış
Olduğu
Kararların
Mülâkat Grubu, Alman İslam Konferansı’nın 3. Genel Kurul Toplantısından bu yana
muntazam aralıklarla bugüne değin varılan kararların uygulanması ile ilgilenmiştir.
Federal Göç ve Mülteciler Dairesi nezdinde “Önleyici İşbirliği Servisi”nin tesis
edilmesi önemle belirtilmesi gereken bir edinimdir. Mülâkat Grubunda temsil edilen
Müslüman dernek ve birlikler DITIB, VIKZ, ZMD ve AABF bu servisin çalışmalarını
desteklemektedir. Muhatap olunabilecek ortakları içeren geniş kaplama alanına sahip
bir ağın oluşturulması özel önem taşımaktadır. Burada önemli ilerlemeler kaydedilmiş
olup, bunların daha geliştirilmesi gerekmektedir.
Mülâkat Grubunda gerçekleşen diyalog süreci ile birlikte çalışan “Federal HükümetEyaletler-Güven Oluşturucu Tedbirler-Çalışma Grubu” (AG Vertrauen) da “güven
oluşturucu tedbirler” konseptinin uygulanması alanında iyi bir ilerleme kaydetmiştir.
Çalışmalara katılan Müslüman birlik ve derneklerden DITIB ve ZMD ile federal
hükümetin ve eyaletlerin güvenlik mercileri, söz konusu grubun Müslüman halkın
güvenlik mercilerinin çalışmalarına güven duymasına önemli katkıda bulunduğu
konusunda görüş birliği içerisindedirler. Bu özellikle nisbeten yüksek yoğunlukta
Müslüman nüfusa sahip eyaletler için geçerlidir. Güven çalışma grubunun elde etmiş
olduğu önemli sonuçlardan biri de resmî dairelerin elemanlarının kültürler arası
31
beceriler kazanmaları için DITIB ve
konseptleridir.
3.
ZMD’nin yardımı ile hazırlanan seminer
“Müslümanlar Özgürlük ve Çeşitlilikden Yana” Adlı Broşürle İlgili Sonuçlar
Mülâkat Grubu 3. toplantısından çıkardığı sonuçlardan yola çıkarak “Müslümanlar
Özgürlük ve Çeşitlilikden Yana” adlı ortak bir broşür yayınlamayı kararlaştırmıştır. Bu
yayının hedefi Almanya’da yaşayan Müslümanları ve gayrımüslimleri İslâmiyet ve
İslâmiyetin Müslümanların yaşamındaki rolü hakkında bilgilendirmektir. Burada söz
konusu olan, İslâmiyeti toplumumuzun bir parçası olarak göstermek, Müslüman
halkın Anayasa’da belirtilen değerler düzenimizle kendini daha iyi özdeşleştirmesini
sağlamak ve açıkça şiddete ve teröre karşı tavır koymaktır. Broşürde Alman İslam
Konferansında temsil edilen birlik ve derneklerin, örgütlü olmayan Müslümanların ve
başkaca örnek işlevini üstlenebilecek tanınmış Müslümanların görüşleri yer alacaktır.
Aynı zamanda bu broşürün pekiştirilen ve birlikte gerçekleştirilen önleyici faaliyetler
için bir hareket noktası olması hedeflenmektedir. Müslüman birlik ve dernekler,
internet sayfalarında değerler düzenimizi tanıtacaklarını ve dinî nedenlerden
kaynaklananlar da dâhil olmak üzere her tür siyasî aşırılığa karşı çıkacaklarını beyan
etmişlerdir.
32
Download