T. C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI FİLİSTİN SORUNU ÖZELİNDE TÜRKİYE’NİN 1990’LI YILLAR VE SONRASINDAKİ ORTADOĞU POLİTİKASI YÜKSEK LİSANS TEZİ DANIŞMAN DOÇ. DR. ÖNDER KUTLU HAZIRLAYAN ZEKERİYA ÇAKMAK 044229001012 KONYA 2007 İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER i KISALTMALAR v GİRİŞ 1 I. BÖLÜM ORTADOĞU VE ORTADOĞU’DA GÜÇ MÜCADELESİ 1. Ortadoğu ve Ortadoğu’da Çekişmeler 1.1. Ortadoğu Kavramı ve Sınırları 2. Büyük Güçlerin Ortadoğu Politikaları 2.1. ABD’nin Ortadoğu Politikası 4 4 6 6 2.1.1. ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in yeri 12 2.1.2. ABD’nin Ortadoğu’ya şekil veren doktrinleri 14 2.1.2.1. Truman Doktrini 14 2.1.2.2. Eisenhower Doktrini 16 2.1.2.3. Nixon Doktrini 18 2.2. Rusya’nın Ortadoğu Politikası 19 2.3. Avrupa Birliği’nin Ortadoğu Politikası 23 i II. BÖLÜM DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA FİLİSTİN 1. İsrail’in İdeolojik Yapısı ve Temel Değerleri 27 1.1. Yahudilik 27 1.2. Türk-Yahudi İlişkiler 28 1.2.1. Osmanlılar zamanında Türk-Yahudi ilişkileri 1.3. Siyonizm ve Örgütlenmesi 29 32 2. Osmanlı Sonrası Filistin 35 3. İsrail Devleti ve Arap-İsrail Savaşları Arasında Türkiye 38 3.1. Uluslararası Raporlar ve BM Kararlarında Filistin 38 3.2. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Tarihi Seyri 41 3.3. Arap-İsrail Savaşları ve Türkiye’nin Denge Politikası 44 III. BÖLÜM 1980’Lİ YILLARDA TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’YA BAKIŞI 1. Arap-İsrail Yakınlaşması ve 1980’li Yıllardaki Gelişmeler 1.1. Camp David Anlaşmaları 48 48 ii 1.2. 1980 Sonrası Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 1.3. İntifada ve Filistin Devleti’nin Kurulması 51 54 2.Ortadoğu Su Sorununda Türkiye’nin Tutumu 55 2.1. Türkiye-Suriye-Irak Tezleri 55 2.2. Türkiye’nin Önerileri ve Projeleri 59 IV. BÖLÜM 1990’LI YILLAR SONRASI TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI 1. 1990’lı Yıllardan Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 62 1.1. Körfez Krizi ve Türkiye’nin Politikası 62 1.2. Körfez Krizi Sonrası Dönem 66 1.3. Barış Görüşmeleri ve Oslo Süreci 71 1.4. Refahyol Hükümeti ve İsrail ile İlişkiler 75 2. 11 Eylül ve ABD’nin Yeni Ortadoğu Politikası 78 2.1. Irak’ın İşgali ve Türkiye-ABD İlişkileri 82 2.2. Yeni Yüzyılda Filistin Sorunu ve Türkiye 86 3. Büyük Ortadoğu Projesi 92 iii 3.1. BOP’ de Türkiye’nin Yeri 95 SONUÇ 99 KAYNAKÇA 104 iv KISALTMALAR AB : Avrupa Birliği ABD : Amerika Birleşik Devletleri AK Parti : Adalet ve Kalkınma Partisi ASALA : Armenian Secret Army for the Liberation of Armenian (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu) BAE : Birleşik Arap Emirlikleri BM : Birleşmiş Milletler BOP : Büyük Ortadoğu Projesi CIA : Central Intelligence Agency- Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı FKÖ : Filistin Kurtuluş Örgütü GAP : Güneydoğu Anadolu Projesi HAMAS : Harakat al-Muqawama al- Islamiyya (İslami Direniş Hareketi) İKÖ : İslam Konferansı Örgütü KDP : Kürdistan Demokrat Partisi KYB : Kürdistan Yurtseverler Birliği MC : Milletler Cemiyeti v MGK : Milli Güvenlik Kurulu MÖ : Milattan Önce MS : Milattan Sonra NATO : North Atlantic Treaty Organization- Kuzey Atlantik Anlaşma Örgütü NSC : National Security Council- Ulusal Güvenlik Konseyi OPEC : Organization of Petroleum Exporting Countries- Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü PKK : Partiya Karkeren Kürdistan (Kürdistan İşçi Partisi) SALT : Strategic Arms Limitation Talks- Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri ( veya Antlaşması ) SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi TSK : Türk Silahlı Kuvvetleri vi GİRİŞ Ortadoğu, birçok kavim ve millete beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Üç büyük kıtanın yani Asya, Afrika ve Avrupa’nın kesişme noktasında olması Ortadoğu’nun en önemli özelliklerinden biridir. Ayrıca Ortadoğu’nun verimli topraklara sahip olması da kavimler ve milletler için yaşam kaynağı olmuştur. Fırat ve Dicle’nin suladığı Mezopotamya ve Nil’ in can verdiği Mısır Ortadoğu’nun yaşam merkezleri olmuştu. Soğuk Savaş sonrası yaşanan ilk on yılı kapsayan 1990–2000 yılları arası dönem, uluslararası ilişkilerde eski alışkanlıkların bir kenara itildiği, ileriye dönük planların zorlaştığı bir zaman dilimi olmuştur. Yeni dönemde bölgesel sorunlar, küresel nitelikteki sorunlara göre belirgin olarak ön plana çıktı. Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Körfez Savaşı uluslararası ilişkiler alanında bu yılların ilk önemli olayları olurken, Ortadoğu öne çıkan bölgelerin başında geldi. Ayrıca bu dönem Filistin-İsrail Barış görüşmelerinin başladığı ve somut adımların atılmaya çalışıldığı bir dönem olmuştur. Soğuk Savaşın sona ermesi ile Dünyada iki kutuplu bir yapı ortadan kalmış ve Yeni Dünya Düzeni oluşturulma çalışmaları başlamıştı. Tabiî ki bu ortamda her ülke artık bloklar olmadığı için kendi çıkarlarını daha fazla gözetir hale getirmiştir. Soğuk Savaş yılları boyunca SSCB’ye karşı bir cephe ülkesi konumunda olan, dış politika önceliklerini Soğuk Savaş koşullarına göre belirleyen Türkiye, güvenlik ve dış politika anlayışını yeni döneme uyarlamak zorunda kaldı. Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da statükonun bozulması, bu coğrafyanın merkezinde bulunan Türkiye’yi kaçınılmaz olarak daha aktif bir politika izlemeye itti. Öte yandan SSCB’nin dağılmasının ardından, Türkiye için tehdit algılamaları, giderek kuzeyden güneye kaymaya başladı. İran’ın rejim ihracına yönelik çabaları ve PKK’ya verdiği destek, Suriye ile su sorunu ve yine PKK’ya sağlanan 1 yardımlar, Irak’ta Kuzey Irak sorunu, Türkiye’nin güvenliği ile ilgili tehdit algılamalarının bu bölgede yoğunlaşmasına neden oldu. Türkiye’de ayrıca Kürt sorunlarının, içeride en büyük tehdit olarak öne çıkması, iç ve dış sorunları bağlantılı ve daha karmaşık hale getirdi. Diğer yandan Türkiye, Ortadoğu komşuları Suriye, Irak ve İran ile önceki on yıllara nazaran daha hareketli bir döneme girdi. Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinde işbirliği alanlarından çok, problemlerin öne çıktığı bir dönem oldu. Buna karşın Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerine ters orantılı olarak, İsrail ile işbirliği alanlarının genişlediği gözlendi. Özellikle Suriye ile gerginliğin tırmanışa geçtiği bir dönemde, İsrail ile askeri ve ekonomik işbirliği anlaşmaları imzalanarak, ilişkiler geliştirildi. Türkiye bu dönemde İsrail ile geliştirdiği politikalar özellikle Filistin-İsrail sorunu çerçevesinde inişli çıkışlı bir yapıya dönüştü. Türkiye hem Araplarla hem de ABD’nin destek olduğu İsrail ile denge politikası izlemeye çalışmıştır. Türkiye bu politikasında zorlanmıştır. Özellikle Filistin-İsrail çatışmalarında Türkiye’nin sıkıntılar yaşadığı bilinmektedir. Çalışmanın ilk bölümünde Ortadoğu’nun stratejik öneminden bahsedildikten sonra büyük güçlerin bu bölgedeki süregelen politikaları ele alınacaktır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerin gelişen sanayileri, enerji ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Ortadoğu’nun petrol kaynakları bakımından zengin olması büyük güçlerin dikkatini bu bölgeye çekmiştir. Bu, ciddi bir çekişme ortamını beraberinde getirmiştir. Özellikle ABD ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra kurulan Rusya Federasyon’u bu bölgeye özel ilgi göstermiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve ekonomik, siyasi bir birlik kuran Avrupa Birliği de bu bölgede söz sahibi olmayı amaçlamaktadır. Bu güçlerin çekişmesi ise hem bölge ülkelerinin hem de Türkiye’nin dış politikasını etkilemektedir. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden sonra başlayan ve günümüzde de stratejik işbirliği seviyesinde gelişen Türk-İsrail ilişkilerinin tarihsel seyri çerçevesinde Türkiye’nin 2 dış Ortadoğu dış politikası ikinci bölümde ele alınacaktır. Ayrıca İsrail Devleti’nin kurulması çalışmaları ve kurulduktan sonra ki gelişmeler ışığında Türkiye’nin Ortadoğu politikasında nasıl bir yol izlendiği konusu ele alınarak bu sorunun Türk dış politikasındaki yeri anlatılacaktır. Çalışmanın üçüncü bölümünde Arap-İsrail yakınlaşması ve İran-Irak Savaşı dönemlerinde Ortadoğu’daki durum ele alınacaktır. Bu dönemde Turgut Özal’ın Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda Türk dış politikasının Ortadoğu’daki aktif konumu ele alınacaktır. Ayrıca bölgede bir Filistin Devleti kurulmasına giden süreçte Filistin İntifadası ile Ortadoğu su sorunu işlenecektir. Çalışmanın son bölümünde ise; uluslararası politikayı derinden etkileyen olayların yaşandığı 1990’lı yıllardaki gelişmeler ele alınacaktır. Bu dönemde Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Körfez Savaşı sürecinde Türkiye’nin aktif politikası ve bu politika sonucunda Türkiye’nin 90’lı yıllardaki güvenlik endişelerine yer verilecektir. Bu dönemde Suriye ile ilişkiler ve Kuzey Irak’taki gelişmeler ele alınacaktır. Ayrıca bu dönemde Filistin-İsrail Barış Görüşmeleri’nin başladığı Oslo Süreci’nin Türk dış politikasında Ortadoğu’ya yönelik yansımaları ve bu sürece katkıları ele alınacaktır. Bu dönemde Türkiye’nin İsrail’e yakınlaşması ile özellikle Araplardan gelen tepkiler neticesinde Türkiye’nin tutumu işlenecektir.11 Eylül 2001’den sonra geleceğin yeniden şekillendiği bu dönemde Irak’ın işgali ve Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin Türk dış politikasındaki etkileri gözlemlenecektir. 11 Eylül’den sonra ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikaları çerçevesinde bölgeye getirilmeye çalışılan demokrasi, insan hakları gibi kavramların Türkiye’nin Ortadoğu politikasında nasıl bir etki oluşturduğu incelenecektir. Ayrıca BOP çerçevesinde Türkiye’de yaşanan tartışmalar ve Türkiye’nin bu politikadaki yeri tartışılarak çalışma sonlandırılacaktır. 3 I. BÖLÜM ORTADOĞU VE ORTADOĞU’DA GÜÇ MÜCADELESİ 1. Ortadoğu ve Ortadoğu’da Çekişmeler 1.1. Ortadoğu Kavramı ve Sınırları Ortadoğu kavramı yakın çağda ortaya çıkmasına pek çok farklı kapsamlarda kullanılmıştır. Bu yüzden Ortadoğu teriminin açıklanması güçtür. Farklı kaynaklarda ilk olarak 17. yüzyıl 1 veya 20. yüzyılda İngilizler 2 tarafından kullanılmaya başlandığı ifade edilse de yazılı olarak ilk kez Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan tarafından kullanılmıştır. Mahan, 1902 yılında yayınlanan National Review’de Basra Körfezi’ni anlatırken ele aldığı “The Persian Gulf and International Relations” başlıklı yazısında Arabistan ile Hindistan arasında kalan bölgeyi açıklamak için Ortadoğu kavramını kullanmıştır. 3 Daha sonra bu terimi yazılarında kullanan The Times yazarı Valentine Chirol, Basra Körfezi’nin önemini vurgulamak için “Ortadoğu Problemleri” başlıklı yazılar ele almıştır. Bu yazılarında bölgeye Almanların demiryolları ile müdahale ederek İngilizlerin çıkarlarını kötü yönde etkileyebileceklerini anlatmıştır. 4 Ortadoğu’nun neresi olduğu, sınırlarının nereden geçtiği ve hudutlarının tartışmalı olması bu kavramın tanımlanmasını güçleştirmektedir. Avrupa merkezciliğini anlayışının bir sonucudur bu. Ortadoğu teriminin bu şekilde kullanılmasında Avrupalı ve Amerikalı 1 Kona, Gamze G. “Ortadoğu’nun Yeni Sınırları”, Tusiad, http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/6.pdf (21– 07–2006) 2 Çevik H. 2005; Uluslararası Politikada Ortadoğu, Konya: Nüve Kültür Merkezi Yayınları, s. 13. Turan Ö. 2002; Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Step Ajans, s. 15. 3 Dursun D. “Ortadoğu Neresi? Sübjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve Tarihi”, Stradigma, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007). Davutoğlu A, 2004;Türkiye’nin Uluslararası Konumu Stratejik Derinlik, İstanbul: Küre Yayınları, s. 130. 4 Dursun, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007) 4 yazar ve düşünürlerin etkisi de görülmektedir. İngilizler, bu kavramı “Ortadoğu” (Middle East) olarak kullanırken Amerikalılar daha çok “Yakındoğu” (Near East) şeklinde kullanmışlardır. 5 Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar da ve bu kuruluşların yayınlarında Amerikan etkisi görülmüş ve daha çok “Yakındoğu” veya “Batı Asya” terimleri kullanmışlardır. 6 Ortadoğu terimi fiziki coğrafya olarak kendi içinde tutarlı ve kullanım itibariyle farklı bakış açıları için geçerli bir kriterler bütününün içermemektedir.7 Bu yüzden Ortadoğu kavramının farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Örneğin ABD eski Dışişleri Bakanlarından J. Foster Dulles Ortadoğu’yu Libya, Pakistan, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında kalan bölge olarak tanımlamıştır. 8 Fransız siyasi görüşü ise Ortadoğu’yu Türkiye-Arap yarımadası ve İran ile sınırlı tutmuş, Kuzey Afrika’yı bu tanım içine almamıştır. 9 Bölgenin sınırları bu kadar farklı yorumlar içermesine rağmen bazı ortak özellikleri barındırmaktadır Ortadoğu denince dinsel anlamda Müslümanların etnik anlamda Türk, Arap ve Farsların yer aldığı bir bölge akla gelmektedir. Bundan başka dini bazda Yahudilik ve Hıristiyanlığın, etnik olarak Kürtlerin ve Yahudilerin bölge içinde etkin rolleri bulunmaktadır. 10 Ortadoğu, kara altın 11 , yani petrol bakımından dünya rezervlerinin yaklaşık %68’ini bulundurması ile dünya siyasetinde önemini artırmaktadır. Ayrıca doğal gaz olarak da 5 Çevik, Ortadoğu, s. 14. Dursun, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html 7 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s. 129. 8 Özdağ M. İlkbahar 1999; “ Orta Doğu’da Yaşanan Durum ve Yakın Gelecek Üzerine Değerlendirmeler ”, Avrasya Dosyası, V, s. 10. 9 Grash, A. Dominique, V. 1991; “Orta Doğu Mezopotamya’dan Körfez Savaşına”, Çev. Hamdi Türe, İstanbul: Alan Yayıncılık, s. 40. 10 Arı T. 2005; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 25. 11 Turan, Ortadoğu, s. 17. 6 5 zengin olan bölge dünya rezervinin % 40’ını barındırmaktadır. 12 Petrolün günümüz ekonomisinde bir enerji kaynağı olması ve dünyanın birçok yerinde bulunmaması nedeniyle değerini bir kat daha artırmaktadır. Sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan birçok ülke enerjiye gereksinim duymaktadır. Bu enerji ihtiyacı şu an için daha çok petrolden sağlanmasından dolayı hem petrol hem de Ortadoğu dünya siyasetinde önemli bir yer edinmektedir. Sanayileşmiş ülkelerden Japonya petrol tüketiminin 2/3’ünü Batı Avrupa 1/3’ünü ve Amerika ise 1/10’unu Ortadoğu’dan ithal ettiği düşünüldüğünde dünya ekonomisi için petrolün ne kadar değerli olduğu ortaya çıkmaktadır. 13 Ortadoğu, coğrafi olarak üç kıtanın yani Asya, Avrupa ve Afrika’nın kesişme noktasını oluşturmaktadır. Tarihin başladığından ulus devletlerin oluşumuna kadar birçok kez el değiştirmiştir. Sümerler, Asurlular, Babil Krallığı ve daha sonra bu bölgeye dışarıdan gelen Büyük İskender, Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük güçlerin eline geçmiştir. Bu süreç ulus devletlerin kurulması ile bitse de; bu bölgede kurulan devletler arasındaki mücadelelerle savaşlar günümüze kadar gelmiştir. 2. Büyük Güçlerin Ortadoğu Politikaları 2.1. ABD’nin Ortadoğu Politikası 1492 tarihinde Amerika’nın keşfine kadar o günün insanları yalnız Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarını bilmekte idiler. Dünya sahnesinde ise yalnız bu kıtalardaki insanlar yer almaktaydı. Milattan önce ve sonra Roma İmparatorluğu bu üç kıtada da hüküm sürmüştü. M.Ö. Asya’da Çin Hanedanlıkları ve Hun İmparatorluğu vardı. Daha sonra Moğollar ve Osmanlılar tarih sahnesine çıkmıştı. 12 13 Arı, Ortadoğu, s. 27. Öztürk, Osman M. 1997; Türkiye ve Orta Doğu, İstanbul: Gündoğan Yayıncılık, s. 40. 6 ABD’nin dış siyaseti başlangıçta daha çok izolasyon felsefesine dayanmakta idi. Bu sayede dış güçlerle ittifak yapmaya gereksinim duymamaktaydılar. Bunun sebebi ise ona karadan yani Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarından uzakta olmasıydı. Ayrıca Amerika kıtasında da kendi gücüne denk devletlerin olmaması ve bu devletlerle derin ihtilafların bulunmamasında bu politikada etkili olmuştur. 14 Bununla birlikte 1823 yılında yayınlanan Monroe Doktrini’nde 15 bu izolasyonun ve Avrupa iç işlerine karışmamanın devamı niteliğinde ortaya çıkmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası bir güç olarak dünya politikasında yer bulmasından sonra bazı temel stratejik ilkeler benimsemiştir. Bunlar; 16 - Savaşların mümkün olduğunca Amerika kıtasından uzak tutulması - Afroavrasya politikasında etkin olmak ve bunun için stratejik ve diplomatik kaynakların kullanılması - Amerika kıtasından uzak yerlerde çıkan ve ABD için risk unsuru taşıyan bölgelere ulaşım için iyi bir deniz gücünün sürekli devrede olması. Bu ilkelerden de anlaşılacağı üzere ABD artık Monroe Doktrini’ni terk etmiş ve yeni bir vizyon ile küresel güç olmak için adımlar atmıştır. Tabii ki bunda ünlü jeostratejist ve deniz jeopolitikçisi olan Amiral Mahan’ın ABD Başkanı Roosevelt’e yaptığı telkinleri ve günün siyasi şartları da önemli birer etken olmuştur. 17 14 Çelik, Ortadoğu, s. 93. ABD Başkanı James Monroe’nun yalnızcılık anlayışına dayalı ABD dış politika stratejisi. Bkz. Sönmezoğlu, F. 2000; Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul: Der Yayınları, ss. 522–523. 16 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s. 341. 17 Davutoğlu, Stratejik Derinlik. 15 7 ABD’nin Ortadoğu ile ilgilenmesinde 1920’li yıllarda bölgede petrolün varlığının bulunması 18 ve 1930’lu yıllarda ABD şirketlerinin bölge ülkeleri ile başta petrol olmak üzere ticari ilişkilere girmesi ile başladığını söylemek mümkündür. 19 İki dünya savaşı arası dönemde Ortadoğu’da daha etkili olan ülkeler İngiltere ve Fransa idi. 20 Özellikle ABD’nin daha dışa açılımı tam olarak gerçekleştirmediği yıllarda bu iki ülke Ortadoğu’yu neredeyse parsel parsel paylaşmışlardı. 1920 yılında gerçekleşen San Remo Konferansı’nda İngiltere ve Fransa Ortadoğu’ya manda rejimini 21 getirerek; bölgedeki yerli halkı kendi atadıkları üst yetkilerle yönetmeye başlamışlardı. Suriye ve Lübnan Fransa’ya düşerken; Irak, Ürdün ve Filistin İngiltere’ye kalan toprak parçaları olmuştu. 22 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın siyasi konjonktürü değişmişti. Zayıflayarak çıkan ülkeler başta Almanya, Japonya olmak üzere İngiltere ve Fransa olmuştu. Savaşın akabinde dünya siyaset sahnesine iki güç çıkmıştı; ABD ve Sovyet Rusya. Amerika, İngiltere ve Fransa’dan devraldığı batı liderliğini sürdürürken; Sovyet Rusya, Rus Devrimini yaymayı amaçlamaktaydı. ABD, Ortadoğu’da İngiltere’den ve Fransa’dan boşalan bölgeye ilgisini artırmaya başlamıştır. Bölgede savaştan sonra daha rahat ticari bağlar kurmuştu. Özellikle petrol konusunda bölge ülkeleri ile sıkı ilişkiler geliştirilmişti. ABD, Suudi Arabistan ve Bahreyn’de petrol ayrıcalığı % 100’ü, Kuveyt’te % 50’si, Irak’ta % 23.75’i ve İran’da 1955’ten sonra% 40’a varan imtiyazlar elde etmişti. 23 ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra soyunduğu dünya liderliğinde Ortadoğu ayağı önemli bir yere sahipti. Çünkü dünya petrollerinin 2/3 ü bu bölgede bulunmakta idi. 18 Arı T. 2004; Irak, İran ve ABD Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 182. Arı T. 1999; 2000’li Yıllarda Basra Körfezinde Güç Dengesi, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 56. 20 Çevik, Ortadoğu, s. 93. 21 I. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan bu sistem, savaştan yenik çıkan devletlerin sömürgelerinin Müttefikler’in denetimine girmesi, onların sömürgeleri olması anlamı taşımıştır. Bkz. Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, ss. 501–502. 22 Armaoğlu F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul: Alkım Yayınevi, ss. 198–204. 23 Arı, Basra Körfezinde, s. 60. 19 8 Dünya ekonomisi hızla sanayileşmeye doğru kayarken petrol tüketimi de buna paralel olarak artmakta idi. Avrupa ve Asya’da petrol tüketimi ABD’ye nazaran daha fazlaydı. Petrol tüketimi Almanya’da %32’i, İngiltere’de %45, Fransa’da %86 ve Japonya’da %76 idi. ABD’de ise %20–30 oranında bir petrol tüketimi vardı. 24 Çin’in de geleneksel politikasını terk ederek sanayileşmeye ve dünya piyasalarına açılması petrol tüketimini daha da artırmıştır. 1993 yılında Çin’in petrol ithalatı %20 idi. Bunun %65’ini Ortadoğu’daki ülkelerden sağlamaktaydı. Fakat günümüzde Çin’in petrol ihtiyacının %40’ını ithal ettiği tahmin edilmektedir. 25 Çin’in petrol rezervlerinin 14 yıl içinde tükeneceği ve petrol ithalatının hızla artarak 2020’de %50, 2030’da ise %80’e ulaşacağı varsayılmaktadır. 26 Sanayi devriminden sonra dünya ekonomisi sanayileşmeye doğru hızla kayarken tüketilen ana ham madde petrol ve petrol ürünleri olmuştur. Tabiî ki dünya devletlerinin çoğu bu ilerlemeyi şu anda bile tam olarak sağlayamamıştır. Fakat gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke sanayide kullanılan enerjinin kaynağı olarak petrol ve petrol ürünlerini kullanmaktadır. Özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru bu tüketim hızla artmıştır. Bu tüketimde Batı Avrupa ülkeleri ile Çin ve Japonya gibi Uzak Doğu ülkeleri başat konumdadır. ABD, 1989 yılında petrol ihtiyacını %58’ini iç üretimden karşılıyordu. 2000’li yıllara gelindiğinde ise bu oran %48’e kadar düşmüştür. Avrupalı ve Uzak Doğulu ülkelere nazaran ABD, petrol ihtiyacının %25–30’luk kısmını Ortadoğu’dan karşılamaktadır. Kalan ihtiyacını ise Kanada, Venezüella ve Meksika’dan tedarik etmektedir. 27 24 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 189. Otuzbiroğlu, Serim. http://www.irarec.org/modules.php?op=modload&name=Sections&file=index&req=printpage&artid=50 (08–05–2007) 26 Özekmekçi, İnanç M. http://www.dispolitikaforumu.com/cin.pdf (08–05–2007) 27 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 190. 25 9 Petrolün dünya ekonomisindeki önemi özellikle 1973 yılındaki petrol krizinde 28 anlaşılmıştır. 1973 yılındaki petrol ambargosunda ham petrolün bir varili 1,7 dolardan 11,6 dolara yükselmiştir. Daha sonra Irak-İran savaşında ve Körfez krizinde petrolün fiyatı 31 dolara çıkmıştır. 2003 yılında Irak’ın işgalinde ise petrol fiyatları 38 dolara kadar çıkmıştır. 29 Bu gelişmeler ışığında Ortadoğu’daki herhangi bir savaş, çatışma veya dünya piyasalarını etkileyebilecek olumsuz bir gelişme ülke ekonomilerini de kötü yönde etkilemektedir. 1973’deki petrol krizinde Batı Avrupa’da ve Japonya’da bir paniğe sebep olmuştur. 30 Petrol ihraç eden ülkeler petrolden kazandıkları paraların önemli bir kısmını da güvenlikleri için harcamaktadır. Çünkü Ortadoğu I. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar hep savaşların, çatışmaların merkezi olmuştur. Özellikle İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra Arap-İsrail savaşları ve yer yer çatışmaları günümüzde de devam etmektedir. Bölge ülkelerinin 1963’ten sonra hızla artan askeri harcamaları (1985 değeri ile) 4 milyar dolardı. Bu rakam daha sonra 1983’te 68 milyar dolara, 1992 yılında ise 150 milyar dolara ulaşmıştır. 31 Bu pastadan büyük payı ise ABD almaktadır. 1973–78 yılları arasında ABD, bölgeye satılan silahların %51’ini sağlamaktaydı. 32 Günümüzde ise bu rakam %60’a ulaşmıştır. Ortadoğu, dünyada %38’lik payla silah alımında ilk sırada yer almaktadır. Bu oranın %23’ünü Suudi Arabistan harcamaktadır. Suudi Arabistan yılda yaklaşık 10 milyar dolar silah harcaması gerçekleştirmektedir. 33 Petrolün düzenli sevkıyatının sağlanamaması demek başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin ekonomileri, silah satışlarını ve sevkıyatını olumsuz etkileyecektir. Böyle 28 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, ss. 715–716. Arı, Irak, İran ve ABD, s. 189. 30 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 726. 31 Yıldız, Yavuz G. 1993; “Ortadoğu’da Silahsızlanma ve Militarizm”, Der. Şen S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayıncılık, s. 152. 32 Yıldız, “Ortadoğu’da Silahsızlanma ve Militarizm”, Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, s. 155. 33 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 192. 29 10 muazzam miktarların döndüğü bir durumda ABD, Ortadoğu’dan petrolün düzenli bir şekilde sevkıyatının sağlanmasını isterken bölgedeki çatışmalara göz yummaktadır. Dünya, yaşadığı ikinci büyük savaştan çıkarken politik olarak da yeni oluşumlarla karşı karşıya kalmıştı. Batıda ABD, liberal ve serbest piyasa ekonomisi ile dünya sahnesindeki yerini alırken; doğuda Sovyet Rusya komünizm yapılanması ile ortaya çıkmıştı. II. Dünya Savaşı’ndan gücünü önemli oranda kaybederek çıkan İngiltere, dünya liderliğine soyunun ABD’yi uyararak SSCB’nin stratejik yayılma tehlikesi için önlem alması gerektiğini belirtmekteydi. 34 II. Dünya Savaşı’nda güçlü bir devlet olarak çıkan Sovyetler Birliği için de Ortadoğu önemli bir bölgeydi. Hem petrolün varlığı hem de kendine yakın bir bölge olarak güvenlik endişeleri Sovyet Rusya’nın bu bölge ile ilgili stratejiler geliştirmesi gerektiğine itiyordu. Sovyetler Birliği bu doğrultuda II. Dünya Savaşından sonra bir güvenlik kuşağı oluşturmak amacıyla kendine komşu olan ülkelere doğrudan veya dolaylı olarak baskı uygulamıştır. 35 Böylece hem kendi güvenliğini sağlarken hem de bölgede etkili ve nüfuzlu bir güç olduğunu göstermiştir. Sovyet Rusya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra İran üzerinden Ortadoğu petrollerine, Basra Körfezi’nden Hint Okyanusu’na, Karadeniz ve Boğazlar yoluyla Ege ve Akdeniz’e yayılma girişimlerine başlamıştır. 36 Amerika, Ortadoğu’yu dış tehlikelerden korumanın yanında bölge içindeki güç odaklarından olumsuz etkilenmemesini istiyordu. Bölge dini olarak Müslümanların çoğunlukta olduğu bir bölgeydi. Fakat burada radikalizmi savunan gruplarda vardı. Bölgenin bunlardan etkilenmesi ise ABD ve Batı çıkarları için tehlikeli olabilirdi. Örneğin İran’da İslam Devrimi gerçekleştikten sonra İran rejim ihraç etmek için diğer bölge 34 Gerçeksever A. 2005; Kayıp Kimlik Basra Körfezi, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, s.24. Arı, Irak, İran ve ABD. 36 Gerçeksever, Kayıp Kimlik, s.23. 35 11 ülkelerindeki Şiileri etkilemeye çalışıyordu. İran Devriminden ABD hem Rusya ile hem de İran ile bölgede sorunlar yaşamaya başlamıştı. Amerikan yönetimi bu tür girişimlere karşı askeri müdahale de olmak üzere bazı yaptırımlar uygulayabileceğini belirtmekteydi. 1991’de Başkan Bush, Suudi Arabistan’ın İran olmayacağını, bu ülkenin istikrarıyla yakından ilgilendiklerini dile getirmekteydi. 37 2.1.1. ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in yeri İsrail’in kurulma süreci birçok sıkıntıyı da beraberinde getirmiştir. Daha önce Osmanlı toprağı olan Filistin’de az sayıda Yahudi yaşamaktaydı. Fakat Osmanlı’nın yıkılıp bölgenin İngilizler tarafından işgali ile bu topraklarda Yahudi nüfusu da artmıştır. Yahudiler daha önceleri dünyanın değişik coğrafyalarında yaşamaktaydılar. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Rusya ve ABD’de çok sayıda Yahudi bulunduğu bilinmektedir. Filistin bölgesinin İngilizlerin kontrolüne geçmesi ile bu bölgelerdeki Yahudiler planlı bir şekilde bölgeden toprak satın alınarak yerleştirilmeye başlanmıştır. Siyon Hareketi olarak da bilinen bu oluşum Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması çalışmalar yapmaktaydı. Yahudiler daha çok İngilizlerle ilişkide olsalar da ABD desteği 1920’li yıllara kadar uzanmaktadır. ABD 21 Eylül 1922 tarihinde aldığı bir kararla Balfour Deklarasyonu’na 38 destek olmuştur. Hatta İngilizlerle yaptığı bir anlaşma gereği Balfour Deklarasyonu’nun uygulanmasına müdahale hakkına sahip olmuştur. Tabiî ki bu desteğin ardında ABD de yaşayan Yahudi lobisinin de ABD Kongresinde etkili olduğu söylenmektedir. 39 ABD daha sonraki dönemlerde de desteğini Yahudilerden eksik etmemiştir. Özellikle Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını amaçlayan Taksim Planı’nda diğer 37 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 193. Altınoğlu G. 2005; Filistin-İsrail Dosyası, İstanbul: Pozitif Yayınları, ss. 303–304. 39 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 198–199. 38 12 ülkelerinde İsrail lehine oy kullanması için baskı yapmıştır. İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılında ABD bu devleti tanıyan ilk ülke olmuştur. 40 Yahudi lobisinin, Amerikan Kongresi’nde etkili olduğu, ABD-İsrail yakınlaşmasını etkileyen başka sebepler de bulunmaktadır. Bunlara kısaca değinecek olursak; - İlk olarak Amerikalılar ile Araplar arasındaki inanç farklılığı. Yahudilik de Amerikalılar ile farklı ama Yahudi inancı yüzyıllar boyunca Batı inanç sisteminde yer edinmişti. - İkinci sebep ABD ile İsrail kültürlerinin Avrupa değer sistemini benimsemeleri. - Üçüncü neden İsrail’in ABD gibi demokrasiyle yönetilmesi, Arap devletlerinde daha çok monarşinin hâkim olması. - Dördüncü neden Arap ülkelerinde Amerikan karşıtlığını benimseyen aşırı uç insanların varlığı. İsrail ise ABD ile müttefiktir. - Son neden ise Arapların hem petrol silahını kullanarak hem de terörist faaliyetlerde bulunarak ABD’yi tehdit etmesi ve Yahudilerin eskiden beri mağdur edilmesi olarak sıralayabiliriz 41 ABD, İsrail Devletine desteğini II. Dünya Savaş’ından sonra bu devletin kurulması ile hem parasal hem de siyasal destek olarak sürdürmüştür. 1973 Ekim Savaşı’ndan sonra Amerika, diğer devletlere yaptığından çok daha fazlasını İsrail’e yardım yapmıştır. ABD, İsrail’e Ekim Savaşı’nda ayrıca 2,2 milyar dolar askeri yardım yapmıştır. Bunun üzerine OPEC ülkeleri petrol ambargosu kararı almış ve petrol fiyatları hızla artarak birçok ülke ekonomisine darbe vurmuştur. 42 II. Dünya Savaşı’ndan sonra 140 milyar doları aşan bir yardımda bulunmuştur. ABD her yıl yaklaşık 3 milyar dolar, yani ABD dış yardımlar 40 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 199–200. Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 216–217. 42 http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=2266 (22–07–2006) 41 13 bütçesinin 1/5’ini İsrail’e yardım olarak vermektedir. Ayrıca ABD her bir İsrailli için yıllık 500 dolar değerinde yardımda bulunmaktadır. 43 ABD’nin İsrail’e sağladığı fonlar kişi başına 5500 doları bulurken, Filistin yönetimine sağlanan fonlar ise kişi başına 41 dolar gibi çok az bir miktardır. 44 Amerikan Kongresi, dış yardımları İsrail’e peşin öderken, diğer devletlere dört taksit halinde veya belli bir şarta bağlamaktaydı. 45 2003’te Irak’a müdahaleden sonra Amerikan Kongresi, Türkiye’ye yapacağı 1 milyar dolar hibe veya 8,5 milyar dolarlık kredinin kullanılmasını Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmemesi ve insani yardımda tam işbirliği koşuluna bağlamaktaydı. 46 ABD’nin Ortadoğu politikasını kısaca üç temel unsur şekillendirmektedir: Birincisi, bölgede petrol üretimini ve sanayileşmiş ülkelere sevkıyatının kesilmeden nakledilmesinin sağlanarak Amerikan çıkarlarının korunmasını sağlamak. İkinci unsur bölgede rakip güçlerin ortaya çıkmasını ve dışardan gelebilecek güç odaklarına karşı bölgenin korunması. Üçüncü faktör ise İsrail Devletinin korunması ve yaşamasının sağlanmasıdır. Böylece hem Araplar hem de dış güçlerin etkilerini kontrol altında tutabilmektir. 47 2.1.2. ABD’nin Ortadoğu’ya şekil veren doktrinleri 2.1.2.1. Truman Doktrini II. Dünya Savaşı, dünya siyasetinde birçok olguyu değiştirmişti. Dünya sahnesindeki güç odakları Avrupa’dan değildi artık: Biri Asya’da diğeri Amerika da idi. 43 http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html (10–05–2007) Arı, Irak, İran ve ABD, s. 206. 45 http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html (10–05–2007) 46 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=71942&tarih=13/04/2003 (11–05–2007) 47 Sinkaya, B. http://www.riskcenter.com.tr/risknews/ic.asp?menu=1&sayi=277&kat=6 (22-07-2006). Arı, Irak, İran ve ABD, s. 185. 44 14 Avrupa büyük bir yıkım yaşamış ve kendi sıkıntıları ile boğuşuyordu. Ortadoğu’da ise İngiltere ve Fransa’nın terk ettiği siyasi güç boşluğu vardı. Dünya siyasetindeki yeni güç odaklarından olan Sovyet Rusya, tarihten gelen sıcak denizlere inme politikası çerçevesinde İran’da varlığını sürdürmeye çalışırken diğer taraftan Türkiye ve Yunanistan’da baskı kurmaya başlamıştı. Türkiye’den Doğu Anadolu’dan toprak isterken, Boğazlardan üs talep ediyordu. Yunanistan iç savaşında Komünistlere destek vermekteydi. 48 Sovyetler Birliği böylece hem Ortadoğu’da hem de Doğu Avrupa’da yeniden söz sahibi olmak istiyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkan Monroe’nin aldığı kararla Avrupa iç işlerine karışmama ve izolasyon politikası I. Dünya Savaşı’nda terk edilse de karar uygulamaya devam etmiştir. Fakat bu politikadan Başkan Franklin Roosevelt döneminde çıkılmaya başlanmıştır. Başkan Roosevelt, 5 Ocak 1937’de saldırgan milletlerin karantinaya alınmasını teklif etmiş ve “Uluslararası dengesizlik ve anarşiden kaçış yok, ABD bunları görmezlikten gelemez” diyerek dünya siyasetinde ABD’nin yavaş yavaş yer alması için adımlar atılmıştır. 49 ABD’nin Monroe Doktrini çerçevesinde aldığı izolasyon kararını II. Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen terk ettiğini görmekteyiz. Özellikle Sovyet Rusya’nın Ortadoğu’ya ve sıcak denizlere inme çabaları karşısında ve İngiltere’nin bölgenin Batı çıkarları doğrultusunda korunması için ABD’ye verdiği notalar 50 çerçevesinde izolasyon politikasının uygulanmayacağı ortaya çıkmıştır. Ortadoğu’da artan Sovyet Rusya baskısı karşısında Başkan Truman, 12 Mart 1947 tarihinde Kongre’de yaptığı konuşmada özgür insanların kendi ulusal bütünlüklerini saldırgan hareketlere karşı korumalarına yardım etmekte isteksiz davranıldığı takdirde 48 Arı Irak, İran ve ABD, s. 218. Çevik, Ortadoğu, ss. 105–106. 50 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 218. 49 15 totaliter rejimlerin kendilerini zorla empoze edeceklerini belirtiyor ve ABD’nin politikasının özgür insanların iç ve dış baskılara karşı desteklenmesi doğrultusunda olması gerektiği ifade etmiş ve bu baskılarda karşı karşıya kalan ülkelere ekonomik ve mali yardım yapılmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır. 51 Başkan Truman, bu çerçevede Kongre’den Yunanistan ve Türkiye’nin Sovyet baskısından korumak için yardım programının onaylanmasını istemiştir. Kongre, sonradan 400 milyon dolarlık yardımı Yunanistan ve Türkiye için onaylamıştır. 52 22 Mayıs 1947’de Kongre’nin onayladığı yardımların 300 milyon doları Yunanistan’a, 100 milyon doları ise Türkiye’ye yapılması kararlaştırılmıştı. Truman Doktrini, esas itibariyle mali yardım içerse de, özelde ABD’nin izolasyon politikasının terk edildiğini ve kendi kıtasının dışında başka yerlere yardım yapılması ile ABD dış politikasının köklü bir değişime uğradığını göstermektedir. 53 ABD, Sovyetler Birliğini çevreleme politikası gereğince kuzey kuşak ülkelerine yani Yunanistan ve Türkiye’ye mali yardımlarda bulunurken Arap devletleriyle de anlaşmalar yapıyordu. Bu doğrultuda 1947’de Suudi Arabistan’da bir üs kurma ve 1949’da Bahreyn’de liman kolaylığını sağlayan anlaşmalar yapmıştır. 54 2.1.2.2. Eisenhower Doktrini 1950’lerin ilk yarısında Arap milliyetçiliği gelişmeye başlamıştı. Mısır’da Arap milliyetçiliğini ve toplumsal reformculuğu savunan Nasır, yönetimi eline geçirmiştir. Bunun üzerine Batılı ülkeler Mısır’a ekonomik yardımı kesmişti: Nasır, bu olaylardan dolayı 26 Temmuz 1956 tarihinde Süveyş Kanalı Şirketi’ni millileştirdiğini açıklamıştır. Nasır’ın bu hareketine ilk sert tepkileri İngiltere, Fransa ve İsrail vermiştir. Çünkü 51 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 219. Taylor A.1999; The Superpower and The Middle East, New York: Syracuse University Pres, s. 57. 53 Çevik, Ortadoğu, s. 106–107. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 442. 54 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 219. 52 16 Avrupa’ya Ortadoğu’dan giden petrollerin %75’i bu bölgeden geçiyordu. 31 Ekim’de İngiltere ve Fransa kanal bölgesini işgal etmiştir. 55 Süveyş Krizi’nde Ortadoğu’da Sovyet etkisi artmıştır. SSCB’nin kriz sırasında Mısır’a tam destek vermesi Araplar üzerindeki prestijini arttırmıştır. Batı ülkeler ve ABD, Ortadoğu’da krizden sonra biraz güç kaybetmiştir. Bu boşluğu ise Sovyetler doldurmaya çalışmıştır. Bu ters etkiyi gören Başkan Eisenhower, Kongre’den kendisine şu yetkilerin verilmesini istemiştir; 56 - Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Ortadoğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak. - Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak - Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, “milletlerarası komünizmin kontrolü altında bulunan bu ülkelerden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında” Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması Eisenhower, bu doğrultuda Kongre’den üç yıl süre ile her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemiştir. Kongre, 9 Mart 1957’de bu kararı oy çokluğu ile Senato’da 19 ret oya karşılık 72 oyla, Temsilciler Meclisi’nde ise 60 oya karşılık 350 oyla kabul edilmiştir. 57 Eisenhower Doktrini, iki hususta Ortadoğu için önemli idi. İlki Amerika, Ortadoğu’daki etki alanını biraz daha geliştirmiştir. İkinci olarak ABD bu doktrin ile İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’daki bıraktıkları boşluğu bizzat kendisi doldurmak üzere 55 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 222–223. Arı, Irak, İran ve ABD, 224. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, ss. 501–503. 57 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 224–225. 56 17 harekete geçiyor ve Sovyetler Birliği’nin karşısına çıkıyordu. ABD ile Sovyet Rusya Ortadoğu’da ilk defa karşı karşıya gelmeye başlamıştır. 58 Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu ikiye bölünmüştür. Başta Lübnan olmak üzere Pakistan, Irak, Türkiye, Yunanistan ve İsrail bu doktrini kabul etmişlerdir. Karşı çıkanlar ise Mısır ve Suriye oluştu. Daha sonra bu ikiliye Suudi Arabistan ve Ürdün’de eklenmiştir. Fakat birkaç hafta sonra Suudi Arabistan, bu doktrini iyi ve müspet bulduğunu ifade etmiştir. 59 2.1.2.3. Nixon Doktrini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki 20 yılda Amerika, dağılmış dünyanın parçalarını bir araya getirip, yeni bir uluslararası düzen kurmak için dünya liderliğine soyunmuştu. Avrupa’da ve Ortadoğu’da işler iyi gidiyordu. Fakat Asya’da komünizm gelişiyordu. Çin, komünist rejimi seçmişti. Bu yüzden zaten Kore Savaşı baş göstermişti. Daha sonra ise Fransa egemenliğinde olan Hindi çini yani Vietnam’da da yerel halk ayaklanmıştı. Yerel halkı ise komünistler destekliyordu. Fransa’ya ise ABD, askeri teçhizat yardımı yapıyordu. ABD’de ise bu savaşa girip girmeme tartışmaları yapılırken daha sonra atılan “Domino Teorisi” neticesinde Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) bu belgeyi resmileştirmiştir. Teoriye göre “bir tek Güneydoğu Asya ülkesinin kaybının bile geri kalanların da kolayca komünizme teslim olmasına neden olacağını varsaymakta idi. Bunun üzerine ABD, Vietnam bataklığına girmişti. 60 Nixon’ın politikası çerçevesinde Ortadoğu’da “İki Ayaklı” bir politika izlenmiştir. Buna göre ABD’ye yakın olan İran ile Suudi Arabistan’a silah transferleri arttırılmıştır. 58 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 503. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih. 60 Kissinger H. 2004; Diplomasi, Çev. Kurt İbrahim H. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, ss. 599–618. 59 18 Ortadoğu, ABD’nin kontrolünde bu iki devlet tarafından korunacaktı. 61 Bu bağlamda İran, Körfez’in deniz ulaşımının güvenliğini ve sorumluluğunu üstlenirken Suudi Arabistan da Körfez monarşilerinin koruyuculuğunu üstlenmiştir. 62 2.2. Rusya’nın Ortadoğu Politikası Rusya’nın Çarlık olarak kurulmasından Soğuk Savaş yıllarına kadar ki dönemde her zaman sıcak denizlere inme politikası güncel kalmıştır. Bu politika çerçevesinde Rusya’nın güneyinde bulunan Osmanlı İmparatorluğu ile birçok kez mücadelelere girişmiştir. Rusya, Çarlık Rusya döneminden Soğuk Savaş yılları da dâhil olmak üzere geçen bu sürede Boğazlardan ve Kafkasya üzerinden Anadolu’dan toprak parçaları istemiştir. Böylece Akdeniz’e ulaşarak bu bölgede etkin bir güç olmayı amaçlamıştır. Ayrıca Ortadoğu üzerinden Basra Körfezi’ne ve Hint Okyanusu’na ulaşmak Rusya’nın bu politikasının bir parçası olagelmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın bıraktığı Ortadoğu’ya ABD’nin hâkim olmak istemesi ve Rusya’nın çevrelenme endişesi Rusya’nın bu bölgeye dikkat çekmesine neden olmuştur. ABD’nin bu bölgeye hâkim olması demek Rusya açısından siyasi, ekonomik ve güvenlik konularında endişe verici bir durum demekti. Sovyetler Birliği’nin genel olarak bölgeye yönelik politikası ise; Batı’nın ve özellikle ABD’nin bölgedeki etkinliğini sınırlamak, bölgenin denetimini ele geçirmek, bir süper gücün ortaya çıkarak Sovyetler Birliği’nin güvenliğini tehdit etmemesini sağlamak, 61 62 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 228. Çevik, Ortadoğu, s. 112. 19 bölgenin güç dengesinin bozulmasına izin vermemek, petrolün sevkinin sürekliliğini sağlamak. 63 Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki ülkeler ile Batılı ülkeler arasında ne zaman bir kriz yaşansa hep Ortadoğulu ülkelerin yanında yer almıştır. Böylece SSCB, bölgede Batı’nın etkinliğini sınırlamak istemiştir. Sovyetler Birliği’nin bölgede etkinliğini artıran en büyük kriz ise1956 yılında yaşanan Süveyş Krizi olmuştur. Nasır’ın başında bulunduğu Mısır’a İngiltere, Fransa ve İsrail’in saldırması ile yaşanan krizde Sovyetler Birliği, Nasır’a tam destek vermiş ve savaşan devletlere ültimatom vermiştir. SSCB bu sayede Nasır yönetimindeki Mısır’ı yanına çekebilmiştir. 64 Sovyetler Birliği, Ortadoğu’da etkin olmaya çalışırken bölge ülkeleri arasında denge politikasını benimsemiştir. SSCB, bölgede güç dengesinin korunmasını ulusal çıkarları açısından önemli buluyordu. Hem Irak’la hem de İran’la olan ilişkilerinde tarafsızlığını korumaya çaba gösteriyordu. SSCB, Afganistan’ı işgal ettiğinde İran’ın Afgan mücahitleri desteklemesine karşı çıkarken İran-Irak Savaşı’nda Tahran yönetimine yardımda bulunuyordu. Irak ile 1972’de 15 yıllık Dostluk ve işbirliği anlaşması bulunmasına rağmen ilişkilerin soğuması üzerine bu kez Suriye ile 20 yıllık aynı türde bir anlaşma imzalamaktaydı. 65 Ortadoğu’da İsrail Devleti’nin kurulması ile baş gösteren Arap İsrail savaşları’nda iki süper gücün karşılaşma alanları olmuştur. ABD’nin İsrail tarafını tutan politikaları uygulaması Arap devletlerini Sovyetler Birliği’ne yakınlaştırmıştır. SSCB’nin Arapları desteklemesinde hem petrol gibi doğal zenginliğin olması hem de Arapların nüfus çoğunluğu ve stratejik bir coğrafyada yer alması da etkili olmuştur. SSCB, Haziran 63 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 286. Çevik, Ortadoğu, ss. 136–137. 65 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 286–287. 64 20 1967’deki Arap-İsrail Savaşı’nda uyguladığı politikalar neticesinde bölgede etkinliğini artırmaya devam etmiştir. Mısır, Suriye ve Cezayir’de deniz üstleri kuran Sovyetler Birliği, Akdeniz’de büyük bir donanma kurmuştur. SSCB, bölge ülkelerine ekonomik yardımların yanı sıra askeri yardımlarda bölge ülkelerine ekonomik yardımların yanı sıra askeri yardımlarda bulunmaya başlamıştır. 66 Sovyetler Birliği’nin 1970’li yıllardaki Ortadoğu politikasında bir takım değişimler meydana gelmiştir. Sovyetler Birliği bu dönemde bölge ülkeleri siyasi ilişkiler daha çok ekonomik ve askeri ilişkilere ağırlık verilmişti. SSCB, İran ile 1967–78 yılları arasında 1 milyar dolarlık silah satımı anlaşması yapmıştır. 67 Ayrıca bu dönemde petrol de ekonomik ilişkilerde etkili bir araç olmuştur. 1973’deki petrol krizinde SSCB, Arapların uyguladığı ambargoyu desteklemekle birlikte kendi ülkesindeki petrolün sevkinin sağlanması için Amerika ile anlaşma yapmaya çalışmıştır. Bu davranışı Arapların tepkisine neden olsa da SSCB’nin güçlü olması gerektiğini ileri sürerek bu tepkileri yatıştırmayı amaçlamıştır. 68 Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki ülkelerden İran ve Irak dışında Suudi Arabistan, Kuveyt ve özellikle Suriye gibi ülkelerle de ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Fakat Suudi Arabistan ve Kuveyt’in daha çok batılı ülkelere yakın olması ve onlarla ticari, askeri ilişkilerini geliştirmesi SSCB açısından pekiyi olmamıştır. SSCB’nin bu iki ülke ile ilişkileri sınırlı seviyede kalmıştır. Suriye ise SSCB’ye daha yakın durmuş ve hem askeri hem de ticari anlamda ilişkilerini geliştirmiştir. Özellikle SSCB’nin Irak ile 1980’li yıllarda başlayan ilişkilerdeki soğuma neticesinde Suriye ile SSCB 1980’de 20 yıllık Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalamıştır. 69 66 Çevik, Ortadoğu, s. 137. Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 293–294. 68 Çevik, Ortadoğu, s. 140. 69 Arı Irak, İran ve ABD, ss. 313–319. 67 21 Rusya, SSCB’nin dağılması ile oluşan kötü etkileri üzerinden atmaya çalışırken hem ekonomide hem de uluslararası siyasette etkin olmaya çalışıyordu. Vladimir Putin’in yeni Rusya Başkanı olmasından sonra bu amaçlarına ulaşmak için çalışmalara hız vermiştir. Putin’in Ortadoğu’da öncelik verdiği ülkeler Türkiye, İran ve Irak olmuştur. Bu iki ülke Orta Asya ve Transkafkasya ile sınır komşusudur. Ayrıca bu ülkeler adı geçen iki bölgede de Rusya ile rekabet edebilecek olması Moskova’yı endişelendirmektedir. Fakat Türkiye ve İran, Rus ekonomisi içinde gereklidir. Bu iki ülke Rusya’nın ticari ortaklarıdır. Putin’in ikinci derecede önem verdiği ülkeler ise Suudi Arabistan ve İsrail’dir. Suudi Arabistan ile petrolde ortak gibi gözükmelerine rağmen Çeçenistan konusunda ayrı düşmektedirler. İsrail ile Rusya’dan buraya göçen Rusça konuşan 1 milyon İsrailliden dolayı yakın kültürel işbirliği vardır. 70 Putin’in başkanlığındaki Rusya tekrar eski günlerindeki süper güç olma yolunda girişimlerde bulunmaktadır. Putin orta vadede İsrail-Filistin sorununda bir çözüme ulaşmak için çalışan “Dörtlü” (ABD, Rusya, AB ve BM) gruba katılarak veya 2. Irak Savaşı öncesi BM’deki veto gücünü kullanma tehdidinde bulunarak ABD’ye Rusya’nın hala uluslararası politikada önemli bir aktör ve ABD’nin dikkate alması gereken bir faktör olduğunu göstermeye çalışmıştır. 71 Putin, 2006 yılında Mısır, İsrail ve Filistin’e 2007 yılı başında da Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün’e düzenlediği gezilerle Ortadoğu’nun Rusya açısından önemli olduğunu vurgulamıştır. Putin’in Ortadoğu gezisinde başta petrol, doğalgaz ve silah satışı gibi konular gündemde olsa da bu ilişkiler Rusya’nın bölgede artan siyasi ağırlığının göstergeleri olmuştur. Ayrıca Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda dile getirdiği 70 Freedman, Robert O. 2004; “Putin Döneminde Rusya’nın Orta Doğu Politikası”, Der. Aras B. Irak Savaşı Sonrası Ortadoğu, İstanbul: Tasam Yayınları, s.61. 71 Freedman, “Putin Dönemi”, Irak Savaşı Sonrası. 22 ABD’nin tek kutuplu dayatmaların karşı koyan bir söylem geliştirmesi, Rusya’yı Ortadoğu’da daha aktif bir siyaset izlemeye sevk etmektedir. Bu açıdan, İsrail-Filistin çatışması, Lübnan savaşı ve İran, Suriye, ABD arasındaki gerginlik Moskova açısından ekonomik ve siyasi olarak bölgede tekrar güçlenmesine neden olan başlıca etmenlerdir. 72 2.3. Avrupa Birliği’nin Ortadoğu Politikası Avrupa Birliği içinde farklı devlet politikaları izleyen, ekonomik ve askeri bakımdan bölgesel birer güç olan Fransa, İngiltere ve Almanya’nın ortak hareket etmesi, AB dış politikasının yönünü tayininde etkili olmaktadır. Fakat Avrupa Birliği kuruluşundan bu yana ekonomik ve siyasal bütünleşme sürecinde özellikle siyasal açıdan ortak bir dış politikayı tam olarak geliştirememiştir. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası politikada ABD’nin daha etkin olması ve AB içindeki ülkelerin bazılarının Amerika’ya daha yakın durması AB’nin ortak bir dış politika oluşturamamasındaki diğer bir etkendir. Avrupa Birliği’nin kurulduğu yıllarda dünya iki kutuplu bir siyasi arenaya doğru ilerliyordu. AB üyesi ülkelerin II. Dünya Savaşı’ndan büyük yaralar alarak çıkmasından sonra bölgeye ABD yardımları gelmişti. Böylece bölge ülkeleri kendilerini toparlamaya çalışırken ABD’nin de üstünlüğünü kabul etmek durumunda kalmışlardır. Fakat AB üyesi ülkeler başta İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu bölgesiyle tarihten gelen köklü ilişkilerinin bulunması ve bu ilişkileri devam ettirmek istemeleri kutup politikası ile bazen anlaşmazlığa düşmelerine neden olmaktaydı. Soğuk Savaş süresince bu tarihi bağların gerektirdiği ulusal politikalarla küresel çift kutuplu yapılanmanın gerektirdiği blok 72 Dağı Z. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=500881. Ayrıca http://www.ufukcizgisi.org/index.php?in=60&p=1794 (13–05–2007) 23 politikaları arasında ciddi çelişkiler yaşandı. Bu çerçevede AB üyesi ülkeleri üç farklı politika arayışına yönelmek zorunda kalmışlardı. Bunlar; - ABD’nin de içinde bulunduğu Batı Bloğu politikası - Farklı AB üyesi ülkelerin çıkarlarını uyumlaştırmaya çalışan AB ortak dış politikası - Her ülkenin kendi tarihi, coğrafi ve ekonomik tercihlerini yansıtan ulusal dış politika 73 İngiltere’nin ABD ile yakınlaşması, Fransa’nın bu yakınlaşmaya tepkisi ve Almanya’nın kendi ekonomik gelişmesiyle meşgul olması savaş sonrası dönemin dengeleri olmuştur. Bu dönemde öne ABD çıkmıştır. Fakat Almanya’nın ekonomisini toparlaması ve Fransa’nın askeri yönden gelişmesi özellikle AB’nin daha aktif siyaset izlemesine yol açmıştır. Çünkü bu iki güç AB’nin lokomotifi konumundadır. 1990’lı yıllarda Avrupa Birliği’nin uluslararası politikadaki rakibi Fransa ve Almanya açısından ABD olmuştur. Fransa’nın NATO’da Amerikan üstünlüğünü kabul etmeyerek 1966 yılında NATO’nun askeri kanadından çekilmesi ve Almanya’nın güçlenen ekonomisi AB-ABD rekabetinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerinden çekilmesi ve daha sonra yerinin ABD tarafından doldurulmasından sonra ABD, Ortadoğu’da daha sert politikalar izlemiştir. Arap-İsrail gerginliğinde ABD çok sert bir politika izlerken, Avrupa ülkeleri Ortadoğu’da Arap toplumlarının hissiyatını gözeten bir tavra yönelmiştir. Avrupa ülkeleri özellikle petrol krizi ile eski sömürgeleri ile ilişkilerini yeniden tanımlama ve canlandırma çabası içerisine girerken, bölgede ABD egemenliğini esneten bir Ortadoğu politikası geliştirmeye başlamışlardır. Avrupa artan İsrail etkinliğine karşı Arap uluslarını desteklemeye 73 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.348. 24 başlamıştır. Özellikle Fransa-Suriye, Fransa-Lübnan, Fransa- Cezayir ve İtalya-Libya ilişkileri bu dönemde yararlı bir şekilde artmıştır. 74 Körfez Savaşı’nda ABD’nin izinde giden AB ülkeleri karşı bir diplomatik atağa geçerek Ortadoğu Barış Süreci’nin Oslo-Madrid ekseninde başlatılmasını sağlamışlardır. Bu süreç AB’nin Ortadoğu’da tekrar daha etkin bir politika kurma çabalarının bir göstergesi olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sona eren Soğuk Savaş neticesinde iki kutuplu yapı da son bulmuştur. Doğu-Batı Bloklarındaki ülkeler daha esnek bir yapıda karşıt bloktaki ülkelerle ilişkiler geliştirebilmişlerdir. Bu esnek yapı sayesinde AB Ortadoğu’da rahat hareket edebilmiştir. Özellikle AB ülkesi üyelerden Almanya ve Fransa, ABD karşıtı grupta yer alan İran ve Suriye gibi ülkelerle ilişkilerini geliştirmişlerdir. Ayrıca ABD-İsrail yakın ilişkisini stratejik bir eksen olarak gören Araplar Avrupa’yı bu ekseni dengeleyici bir faktör görmüşlerdir. ABD’nin İsrail yanlısı politikası devam ettiği sürece SSCB’nin boşalttığı bölgeyi dengeleyici olarak AB’nin özellikle ise Almanya ve Fransa’nın doldurması beklenmektedir. 75 Avrupa Birliği, Ortadoğu’yu tam kapsamasa bile Akdeniz’e komşu olan ülkeler ile ilişkilerini geliştirmek için 1990’lı yıllarda bir dizi çalışma başlatmıştır. Böyle bir çalışma ile AB hem kendisi hem de kendine yakın olan bu bölgenin kontrolünü ve güvenliğini sağlamayı amaçlamıştır. 1992 yılında Lizbon Zirvesi’yle şekillenmeye başlayan AvrupaAkdeniz Ortaklığı 1995 tarihli Cannes Zirvesi’nde kabul edilmiş ve Kasım 1995’te Barselona Bildirgesi’yle uygulanmaya başlamıştır. AB ülkeleri ile Akdeniz ülkelerinin (Cezayir, Fas, Filistin Yönetimi, İsrail, Kıbrıs, Lübnan, Malta, Mısır, Suriye, Ürdün, Tunus 74 75 Davutoğlu, Stratejik Dernlik, s.349–350. Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.351. 25 ve Türkiye) taraf olduğu Ortaklığın amacı, Barselona Bildirgesi çerçevesinde uygulanacak çalışma programları aracılığıyla bölgede refah, barış, güvenlik ve istikrar sağlanmasıdır. 76 Kasım 1995 tarihinde AB üyesi ülkeler ile 12 Akdeniz ülkesi arasında gerçekleştirilen Barselona Konferansı’nda, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı açısından önemli bir dönüm noktası oluşturan Barselona Bildirgesi kabul edilmiştir. Akdeniz bölgesinin güvenliğini garanti altına almayı hedefleyen Bildirge’de, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı aşağıda sıralanan üç temel amaç çerçevesinde toplanmaktadır 77 : — Siyasi diyalog ve güvenlik ortamının artırılması yoluyla ortak bir barış ve istikrar alanı oluşturmak; — 2010 yılına dek bir Avrupa-Akdeniz serbest ticaret alanı kurmak; — Sosyal ve kültürel alanlarda, karşılıklı dinsel ve kültürel hoşgörü temelinde dayanışmayı geliştirmek. 76 77 http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=981 (18–05–2007) http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=1026 (18–07–2007) 26 II. BÖLÜM DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA FİLİSTİN 1. İsrail’in İdeolojik Yapısı ve Temel Değerleri 1.1. Yahudilik Musevilik de denilen Yahudi dini Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadar olan peygamberlerin bildirmiş oldukları dini esasları temel alan tek Tanrılı bir dindir. Günümüzde tek Tanrı inancını benimseyen 3 büyük dinden biri olup sadece İsraillilerin benimsediği bir tür halk dini olmuştur. Yahudiliğin bir halk dini olmasındaki etken ise Yahudilerin Tanrı tarafından “seçilmiş kavim” olarak kendilerini diğer insanlardan üstün tutmaları olmuştur. 78 Hz. İbrahim, Yahudilik Dininin kurucusu sayılmakta ve Tanrı’nın buyruklarını kabilesine aktaran ve onları Tanrı Yahve’ye inanmaya ve bağlanmaya çağırmıştır. Hz. İbrahim’den sonra oğlu İshak ve daha sonra İshak’ın oğlu Yakup bu dini inancı sürdürmüşlerdir. Daha sonra Hz. Musa ile din Tanrı’dan gelen 10 emirle 79 biçimlenmiştir. 80 Yahudilerin, kutsal kitabı Tevrat’ta, Kâinatın ve insanoğlunun yaratılışının anlatılması ile başlar. Daha sonra nasıl farklı kavim ve milletlere ve dillere ayrıldığı anlatılır. İnsan soyunun Hz. Âdem’den başladığını ve silsile halinde oğullarını sıralayarak 78 Türkiye-İsrail İlişkilerinin Dünü-Bügünü-Yarını, 1997, İstanbul: Harp Akademileri Basım Evi, , s. 1. Tanrı Yahova Hz. Musa’ ya şöyle buyurmuştur; Benden başka bir tanrıya tapmayacaksın, put yapmayacaksın, kendini büyümseyip Yehova adını almayacaksın, 6 gün çalışıp cumartesi dinleneceksin, ananı ve babanı sayacaksın, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, zina etmeyeceksin, komşunun varlığına göz dikmeyeceksin. Montet, E. Lods, A. Rappoport, A.S. Garaudy, R; 2006; Tarihte ve Günümüzde Siyonizm ve Yahudilik, İstanbul: Örgün Yayınevi, s. 9. 80 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 7. 79 27 Hz. Musa’ya kadar getirir. Tevrat’ta sırasıyla sayılan peygamberlerin yaptıkları ile İsrail oğulları’nın Mısır’dan çıkarılışı anlatılır. 81 Yahudilik dininin diğer tek tanrılı dinlerden ayrılan iki farklı özelliği vardır. İlki, ulusçu bir din olması ve emirlerinin sadece İsrail oğullarına seslenmesidir. Diğer özelliği ise tek bir peygamber tarafından getirilmeyip birçok peygamberin bildirmiş olduğu emir ve yasaklardan oluşmasıdır. 82 İsrail oğullarının tarihteki ilk devleti ise yaklaşık M.Ö. 1030 yılında Hz. Davut döneminde kurulmuştur. Hz. Süleyman’ın ölümünden 70 yıl sonra M.Ö 930’da devlet ikiye bölünmüştür. Kuzeydeki İsrail krallığı M.Ö. 722 yılında Asurlular tarafından, güneydeki Yahuda devleti ise M.Ö. 589 yılında Babilliler tarafından yıkılmıştır. 83 İsrail oğulları’nın devletleri yıkılması ile birlikte sürgün hayatını yaşamaya başlamışlardır. Fakat Diaspora’da denilen Filistin’den dünyanın dört bir tarafına dağılma ise M.S. 70 yılında Roma İmparatorluğu döneminde yaşanmıştır. 84 Bu tarihten sonra Yahudiler, İsrail Devleti kuruluncaya kadar dünyanın değişik yerlerinde farklı devlet veya imparatorlukların altında yaşamlarını sürdürmeye devam etmişlerdir. 1.2. Türk-Yahudi İlişkiler M.S. 70 yılındaki Diaspora’dan sonra İsrail oğulları yakın coğrafya olan Anadolu ile birlikte dünyanın değişik bölgelerine zorunlu göç etmek zorunda kalmışlardır. İsrail oğullarının yani Yahudilerin Türkler ile ilk karşılaşmaları Türk akınlarının Anadolu’ya doğru kayması ile gerçekleşmiştir. Selçuklular, ikinci yüzyılda Anadolu’ya girerek 81 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 8. Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 9. 83 Arı, Ortadoğu, s. 36. 84 Arı, Ortadoğu. Farklı yorumlar için bkz Turan, Ortadoğu, s. 21. Çevik, Ortadoğu, s. 18. 82 28 Bizanslılarla savaşa başlamışlardır. Anadolu’nun yavaş yavaş Selçukluların eline geçmesi ile Selçukluların kurmuş olduğu düzene Yahudi toplumu da katılmıştır. 85 Yahudilerin Türkler ile beraber hareket etmesinin nedeni ise Roma İmparatorluğu’nun ve daha sonra Bizans İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı bir din olarak kabul etmesi ve Yahudilere karşı uyguladıkları baskı gelmektedir. Yahudiler, Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu Türk Beylikleri içinde yaşamlarını idame etmişlerdir. Çünkü Türklerin yumuşak ve serbest idaresi onlar için yaşamsal bir sebep olmuştur. Anadolu Türk Beylikleri’nden Karaman oğulları’nda Konya’da, Hamit oğulları’nda Antalya’da, Menteşe oğulları’nda Milas’da, Candar oğulları’nda Samsun ve Sinop’ta, Aydın oğulları’nda Tire yöresinde Yahudilere ait kanıtlar bulunmuştur. 86 1.2.1. Osmanlılar zamanında Türk-Yahudi ilişkileri Yahudilerin Anadolu’da en yoğun olduğu bölge Bursa idi. Osmanlı Beyliği’nin batıya yaptığı akınlar neticesinde 1324 yılında Bursa alınmıştı. Orhan Gazi zamanında gerçekleşen bu fetih neticesinde birçok Yahudi Bursa’dan ayrıldı. Fakat sağlanan olanaklı yaşam şartları neticesinde tekrar geri dönmüşlerdir. 87 Yahudi toplumuna ilk ayrıcalıkları veren de Orhan Gazi olmuştur. 88 Bu ayrıcalıklar isteyenler bir Yahudi mahallesinde oturabilecek, istedikleri yerlerden mal-mülk sahibi olabileceklerdi. 89 Osmanlı Beyliği, devlet olma yolunda fetihlerini batıya doğru ilerletmeye devam ederek 1363 yılında Edirne’yi hâkimiyeti altın almış ve başkent olarak ilan etmişti. 85 Besalel, Y. 1999; Osmanlı ve Türk Yahudileri, İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş, s. 20 Besalel, Osmanlı ve Türk. 87 Besalel, Osmanlı ve Türk. 88 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 545. 89 Besalel, Osmanlı ve Türk, s. 20. 86 29 Osmanlı topraklarında yaşayan Yahudiler ise Osmanlı’nın hoşgörüsünden memnun idiler. Avrupa’nın değişik yerlerindeki Yahudileri Osmanlı topraklarında yaşamaya davet ediyorlardı. Bu davetlerin sonucunda hemen olmasa bile belli aralıklarla Yahudi göçleri başta başkent Edirne olmak üzere Osmanlı’nın diğer topraklarına başlamıştır. 1415 yılında İspanya’daki Yahudiler bu daveti kabul etmiş ve Anadolu’ya gelerek I. Murat tarafından Bursa’ya yerleştirilmişlerdir. 90 Fatih Sultan Mehmet’in Yahudilerin yaşamlarındaki yeri farklı idi. Fatih İstanbul’u fethetmeye karar verdiğinde, İstanbul’daki Yahudiler tarafsız kalacaklarını bildirmişler ve fetih sırasında sözlerini tutmuşlardı. Fatih de bu olayı Yahudileri ödüllendirerek karşılık vermişti. 91 Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra burada yaşayan Müslüman olmayan halkların kendi ibadethanelerinde özgürce ibadet etmelerine ve cemaat yönetimlerini kendilerinin yönetmesine izin veriyordu. Rumlar ve Ermeniler kendi cemaatlerini yönetirken Yahudilerinde yönetimini İstanbul’daki Baş haham’a bırakmıştır. Fatih, Baş haham’a ilgi göstermiş ve hediyeleşecek kadar samimi olmuştur. 92 Fatih Sultan Mehmet, Yahudilerin İstanbul’a göç etmelerini desteklemekte idi. Yahudiler, yaşamlarını tarım ve hayvancılık yerine ticaretle uğraşarak idame ettiriyorlardı. Fatih de Yahudilerin bu özelliklerinden faydalanarak İstanbul’un ticaret hayatını canlandırarak ülke ekonomisine katkı yapmasını hedeflemekteydi. Fatih zamanında 90 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 546. Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm. 92 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 547. 91 30 İstanbul’da kırk bine yakın Yahudi esnaf, tüccar, hekim, yazar ve tefeci bulunduğundan bahsedilmekteydi. 93 Yahudilerin Filistin’den çıkışından itibaren başlayan Diaspora hayatı Avrupa’nın birçok ülkesinde sürmekte idi. Özellikle İspanya, Portekiz ve Fransa’da yaşayan Yahudiler için yaşam zorluklara katlanmaktan başka bir şey değildi. Daha sonra bu yaşadıkları yerlerden de dışlanmaları onları tekrar doğuya gitmelerine mecbur etmişti. İstanbul onların yaşamları için cazip gelen yerlerin başında gelmekte idi. Yahudilerin, Avrupa’dan çıkartılmasındaki en büyük etken ise Hıristiyanlığı benimsememeleri ve Hıristiyanlık inancındaki Hz. İsa’nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilmesinden kaynaklanan nefret duyguları bulunmaktaydı. Bu yüzden 1492 yılında İspanya’dan, 1496 yılında da Portekiz’den sürülmüşlerdi. Bu sürgünlere kucak açan devlet ise Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Sultanı II. Beyazıt bu durumu şöyle değerlendirmekte idi. “Sizin akıllı diye söz ettiğiniz şu Ferdinand, Yahudileri sürmekle yönetimini fakirleştirirken, benim idarem ise onları kabulle zenginleşmiştir. 94 Osmanlı Devleti bu tutumuyla hem bir millete yapmış olduğu yardımla insanlık âlemine ders veriyor hem de kendi ekonomisini güçlendirerek diğer krallıklara karşı üstünlüğünü pekiştirmiş oluyordu. Osmanlı Devleti, 15. ve 16. yüzyıllarda en parlak dönemlerini yaşıyordu. Bu devirde hem batıda hem de doğuda fetihler devam etmekteydi. Osmanlı’nın bu fetihlerinden Yahudileri ilgilendiren gelişme 1516 ve 1517 yıllarında Osmanlı ile Memluklular arasında geçen Mercidabık ve Ridaniye Savaşları idi. Yavuz Sultan Selim önderliğindeki Osmanlı ordusu Mercidabık Savaşı ile Filistin ve yöresini, Ridaniye Savaşı ile Mısır ve çevresini Memlukluların elinden almıştır. Bu tarihlerde Filistin’de beş bin 93 94 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 548. Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 548- 550. 31 Yahudi yaşamakta idi. 95 Osmanlılar batıdan gelen Yahudi göçlerini Filistin ve Mısır’a yerleştirmeye devam etmiştir. Bu göçler nedeniyle bu bölgede 16. yüzyılda Yahudi sayısı 10 bine ulaştığını görmekteyiz. 96 1.3. Siyonizm ve Örgütlenmesi Siyonizm, Yahudilerin Filistin topraklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurma amacına yönelik bir harekettir. Bu hareket 19. yüzyıl gelişen milliyetçilik akımlarının olumlu veya olumsuz etkileri sonucu ortaya çıkmıştır. 97 “Siyonizm” kelimesinin temelini oluşturan “siyan” sözcüğü Yahudi tarihinin ilk zamanlarından itibaren Kudüs ile eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Siyan kelimesinin oluşmasında etkili olan olay ise Filistin’deki Yahudi tapınağının Babilliler tarafından yıkılmasıdır. Bu tapınağın bulunduğu yerin Zion olarak adlandırılmış olması ve Yahudilerin tekrar buraya kavuşma arzusunu ifade etmesi açısından Yahudiler için kutsallık ifade eder. Eski Ahit’de de Yahudilerin Siyon’ u hatırlamaları ve ağlamaları ifade edilmektedir. 98 Siyon sözcüğü siyasal anlamda ilk kullanıldığı yer 1882 yılında hem Filistin’de hem de Rusya’da Yahudiler tarafından oluşturulan kolonilere ve hareketlere verilen isimlerdir. Filistin’deki koloniye Rishanle-Zian, Rusya’daki harekete ise Chibbath Zian (Siyon Sevgisi) denilmiştir. Bu hareket Filistin’e yerleşmeyi ve İbraniceyi diriltmeyi amaçlamıştır. Böylece siyasal Siyonizm’in ilk tohumları atılmış oluyordu. 99 “Siyonizm” 95 Kocabaş, S. 1987; Türkiye ve Siyonizm, Kayseri: Varlık Yayınları, s. 60. Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 563. 97 Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, s. 621. 98 Öke, M.K. 2002; Siyonizm’ den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul: Ufuk Yayınları, ss. 22- 23. 99 Taylor, A.R. 2000; İsrail’ in Doğuşu: 1897- 1947 Siyonist Diplomasinin Analizi, Çev. Mesut Karaşahan, İstanbul: Pınar Yayınları, s. 14 96 32 kavramı Filistin’de devlet kurmak amacıyla ilk kullanan kişi ise bir Rus Yahudi’si olan Nathan Bürnbaum’ dur. 100 Siyonizm yani Filistin’e dönme ve devlet kurma fikri Yahudiler arasında yayılırken, Avrupa’da ise anti-semitizm dalgaları filizlenmeye başlamıştı. Özellikle Fransa gibi özgürlük hareketinin ilk başladığı yerde anti-semitizmin yani Yahudi düşmanlığının başlamış olması Yahudiler için sorunların başlangıcı idi. Fransa’da anti-seminizmin alevlenmesi Fransa ordusunda subay olan bir Yahudi’nin devlet sırlarını Almanya’ya vermesi ve yargılama esnasında halkın sokaklarda gösteri yapması ile başlamıştır. Bu gösteriler esnasında Paris’te Viyana gazetesi olan Neve Freie Press’in muhabirliğini yapan Macar Yahudi’si Theodor Herzl’i derinden etkilemişti. Herzl, yıllardan beri var olan Avrupa’daki Yahudi Sorunu’nu çözmek için çareler aramaya başlamıştır. Bu amaçla da Der Sudenstant yani Yahudi Devleti isimli bir kitapçık hazırlamıştır. 101 Herzl, bu kitabında Yahudilerin bu sorununa son aşamada çözmek için bir ulusal devletin kurulmasından bahsetmekte idi. Ayrıca devleti kurmak için İngiliz desteğinin gerektiğini ve yer olarak da Arjantin veya Filistin topraklarında kurulmasından bahsetmektedir. Herzl’ in Arjantin’i de düşünmesi salt Filistin topraklarında bir devletin kurulmasının amaçlanmadığı, sadece Yahudiler için bir devlet kurularak sorunun çözülmesi gerektiğinin amaçlandığını görmekteyiz. 102 Theodor Herzl, kendinin bu fikirlerinin destek görmesi üzerine Basel’ de dünya Yahudilerini toplayarak 1897 yılında 1. Dünya Yahudi Kongresi’ni gerçekleştirmiştir. Kongre sonucunda Dünya Siyonist Teşkilatı kurulmuş ve başına Herzl geçmiştir. 103 100 Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 23 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 592- 593. Ayrıca bkz Turan, Ortadoğu, s. 148 102 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, ss. 15- 16. 103 Arı, Ortadoğu, s. 114. 101 33 Kongre sonucunda nihai hedef; “Yahudiler için Filistin’de kamu hukukuyla güvence altına alınmış bir devlet oluşturmaktır”. Bu amaçla yapılması gerekenler ise, 104 1. Filistin’deki Yahudi nüfusunun arttırılması ve kolonilerin oluşturulması 2. Dünyadaki Yahudileri bir çatı altında birleştirecek bir örgütün kurulması 3. Yahudi ulusal fikrinin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi 4. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için yönetimin onayının sağlanması. Theodor Herzl, hiç vakit kaybetmeden Avrupa’da çalışmalara başlamış ve bu amaçla ilk olarak Alman Kayzeri II. Wilhelm’ le görüşmüştü. Görüşmesinde Almanya himayesinde bir Yahudi arazi kalkınma şirketi kurulması yönünde teklifte bulunmuştur. Daha sonra Herzl, Kayzer’den Filistin’in kendilerine yurt olarak verilmesini Osmanlı hükümdarından talep etmesini istemiştir. Fakat bu teklifi Alman hükümdarı Osmanlı’nın içişlerine müdahale olacağını düşünerek reddetmiştir. 105 Theodor Herzl, daha sonra Filistin’e Yahudi yerleşim merkezi kurmak için Osmanlı Devleti’nden talepte bulunmuştu. Fakat bu talebine Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit ret cevabı vermişti. Osmanlı hükümdarı adına Herzl’le görüşen Başkâtip İzzet Bey, Yahudilerin Filistin hariç herhangi bir Osmanlı toprağına yerleşebileceğini, fakat yerleştiklerinde Osmanlı vatandaşlığına geçmesi gerektiğini ve Osmanlı ordusuna hizmet etmesi gerektiklerini iletmiştir. Ayrıca Yahudilerin bütün Osmanlı madenlerini işletebileceklerini de eklemiştir. Herzl ise bu teklifi geri çevirmiştir. 106 Theodor Herzl, bu girişimlerinden sonuç alamayınca ilgi ve alakasını İngiltere üzerine yoğunlaştırmıştır. İngiliz hükümetinden Sina yarımadasının bir kısmını kendilerine 104 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 17. Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 19. 106 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 605- 607. Ayrıca bkz Turan, Ortadoğu, s.150. 105 34 hibe edilmesini istemişti. Fakat Arapların karşı çıkması üzerine konu kapanmıştır. 1903 yılında İngiliz hükümeti Uganda’nın Yahudilere verilerek kolonileştirilmesini öneren bir teklif sunmuştu. 6. Siyonist Kongresinde öneri düşünülmüş ve bir komisyon Uganda’ya gönderilmişti. Herzl’in 1904 yılındaki ani ölümü ile Siyonistler biraz sarsılmıştı. Fakat amaçları için çalışmaya devam ettiler. 7. Siyonist Kongresi’nde Filistin fikri ağır basmış ve Uganda’dan vazgeçilmişti. 107 2. Osmanlı Sonrası Filistin Birinci Dünya Savaşı’nın 1914 yılında başlaması ile birlikte Osmanlı Almanya’nın yanında yer alarak savaşa katılmıştı. Osmanlı, Almanya’nın yanında yer alarak İngiltere, Fransa ve Rusya’ya savaş açmış oluyordu. Osmanlı’nın Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da savaşması gücünü azaltmış ve topraklarını bir bir kaybetmeye başlamıştı. Savaş sırasında yapılan İngiltere-Fransa ve Rusya arasında yapılan gizli anlaşmalar neticesinde Osmanlı toprakları paylaştırılmıştı. Fakat Bolşevik İhtilali ile Rusya savaştan çekilmiş ve gizli anlaşmaları yeni yönetim tüm dünyaya açıklayarak diğer devletleri zor durumda bırakmıştı. Savaş sonucunda Almanya yenildiğinden Osmanlı’da yenik sayılmıştı. İtilaf Devletleri ile Osmanlı arasında yapılan Sevr Antlaşması ile Osmanlı toprakları İtilaf Devletleri arasında paylaştırılmıştı. Filistin ve Irak İngilizlere bırakılmıştı. Herzl’den sonra Siyonist Teşkilatı’nın başına Rusyalı bir Yahudi olan Chaim Weizmann geçmişti. Weizmann 1904’te geldiği İngiltere’de Siyonizm için çalışmalara başlamıştı. Weizmann, 1906 yılında İngiliz politikacılar ile görüşmeye başlamıştı bile. İlk olarak Arthur Balfour ile temas geçmişti. Fakat bu ilişki Balfour’un kabine üyesi olmadığı 107 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 19- 20. Farklı anlatımlar için bkz Khouri, F.J. 1985; The Arab İsraeli Dilemma, New York: Syracuse University Press, s. 4. Turan, Ortadoğu, s. 155. 35 için pek işe yaramıyordu. Daha sonraki yıllarda kabine üyeleri ile temasa geçilerek Siyonizm’in amaçları doğrultusunda İngiliz Kabine’sinden kararlar çıkarılması sağlanmaya çalışılıyordu. Kabine üyesi Lloyd George ve Herberl Samuel, Siyonistlere yakın olan kişiler arasında idi. 108 Siyonistler bu girişimlerin faydalarını savaş sırasında ve sonrasında görmeye başlamışlardı. 1916 yılındaki İngiliz Kabine değişikliğinde Lloyd George Başbakan, Arthur Balfour Dışişleri Bakanı olmuştur. 109 Siyonist hareket, artık isteklerini İngiliz Hükümeti’ne rahatça ve açık bir şekilde iletmeye başlamıştı. 18 Temmuz 1917 tarihinde Siyonist hareketin önemli isimlerinde olan Lord Rotschild, Dışişleri Bakanı Balfour’a bir memorandum göndermişti. Memorandumda, bir koruma yönetimi altında Filistin’de Yahudiler için yerel özerklik ve Yahudilere göç serbestîsi isteniyordu. Ayrıca Filistin’in iskân ve ekonomik gelişimi için Yahudi Ulusal Kolonizasyon Örgütü’nün kurulması talep ediliyordu. Bu memoranduma verilen cevap daha sonra Balfour Deklarasyonu diye adlandırılacaktı. Dışişleri Bakanı Balfour, deklarasyonda, Majestelerinin hükümeti, Filistin de bir Yahudi Ulusal Yurdu’nun kurulmasını kabul etmekte ve orada bulunan diğer din ve milletlerden olan insanların medeni ve dini haklarına ve başka ülkelerdeki Yahudilerin haklarına zarar gelmeyecek şekilde, bu amaca ulaşılması için çaba gösterileceğini bildirmiş. 110 Birinci Dünya Savaşı sonucunda bir daha böyle bir yıkımın yaşanmaması için Milletler Cemiyeti kurulmuştu. M.C.’nin savaştan sonra almış olduğu kararlardan birinde kazanan devletlerin almış oldukları toprakları Manda Yönetimi adı altında 108 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, ss. 23- 25. Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 245. 110 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 640- 642. 109 36 yönetebileceklerini ifade ediyordu. Bu amaçla toplanan Müttefikler Yüksek Konseyi 26 Nisan 1920 de San Remo’ da toplanmış ve Filistin mandasını İngiltere’ye vermişti. 111 İngiltere, Filistin’de manda yönetiminin başına Siyonistlere yakınlığı ile bilinen Herbert Samuel’ i getirmişti. Temmuz 1920 de Samuel, Filistin’e gelerek görevine başlamıştı. 112 Fakat bu seçim Arapları pek memnun etmemişti. Çünkü Herbert Samuel, Musevi hatta Siyonist’ti. Araplara göre bu bir provokasyondu. 113 İngiltere, mandater devlet olarak 3 Haziran 1922 tarihinde Filistin politikasını açıklayan bir bildiriyi Dünya Siyonist Teşkilatı’na göndermiştir. Bu açıklamada Yahudilere, bir Yahudi Filistini kurma yetkisi verilmediğini, Yahudiler için Filistin’in sadece bir yurt tesisinin söz konusu olduğunu ve Yahudilerin Araplarla beraber yaşayacağını bildirmiştir. Ayrıca Filistin de yaşayan herkesin Filistin vatandaşı olduğu, Yahudilerin Filistin’e göçlerinin bu ülkenin ekonomik kapasitesine bağlı olarak gerçekleştirilebileceği açıklanıyordu. 114 Milletler Cemiyeti Konseyi, Filistin’de İngiliz Manda Yönetimi’nin esaslarını 24 Temmuz 1922’de belirlemiştir. Konseyin aldığı kararda Balfour Deklarasyonu destekleniyor ve İngiliz hükümetinin 3 Haziran 1922 tarihli açıklamaya benzer kararlar kabul ediliyordu. Filistin’in sınırları ise İngiliz Hükümeti tarafından 16 Eylül 1992 tarihinde Millet Cemiyeti’ne sonulmuş ve konsey tarafından kabul edilmiştir. Akabe Körfezi’nde Akabe şehrinin 2 mil batısından başlayıp, Araba Vadisi ve Ölü Deniz’den 111 Arı, Ortadoğu, ss. 202- 203. Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 649. 113 Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 341. 114 Armaoğlu, F. 1994; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948- 1988), Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 36. 112 37 geçerek, Şeria nehrinin Yarmuk nehri ile birleştiği noktaya uzanan ve oradan Suriye sınırına varan çizgi sınır olarak kabul edilmişti. 115 İngilizler, Filistin’de manda yönetimini oluşturmaya 1920 yazında başlamıştı. Fakat bu oluşuma Araplar hiçbir şekilde katılmamıştı. Yahudiler ise Filistin Yönetimine danışmanlık etmek için Yahudi Bürosu kurmuşlardı. Yönetimde Yahudilerin ağırlığı daha fazla hissediliyordu. 116 İngilizler, İkinci Dünya Savaşından sonra Filistin’de manda yönetimini sürdürürken bölge politikasında önemli bir ikilem oluşmuştur. İngiltere, bir yandan Birinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere bir yurt kurmaları için söz vermişti, diğer taraftan petrol çıkarları ve bölgeye verdiği stratejik ilgi nedeniyle Araplara karşı bir politika izlemesini de engelliyordu. İkilemi çözmek için bir yol buldu ve Filistin’i ablukaya aldı ve her sene Filistin’e gelecek Yahudilere kota koydu. Fakat Yahudiler yasal olmayan yollardan bu bölgeye yerleşmeye devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra İngiltere, Filistin’de manda yönetimine son vererek sorunu Birleşmiş Milletlere bırakmıştır. 3. İsrail Devleti ve Arap-İsrail Savaşları Arasında Türkiye 3.1. Uluslararası Raporlar ve BM Kararlarında Filistin İngiltere, Filistin’de yönetimini kurmaya çalışırken Yahudiler Araplar arasında çatılmalar sürmekte idi. Bu çatışmalarda Yahudiler Araplara göre daha derli toplu bir vaziyette çarpışıyorlardı. Yahudiler tek bir elden idare edilirken, Araplarda böyle bir lider 115 116 Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 37. Arı, Ortadoğu, s. 203. 38 yoktu. 117 Ayrıca Araplar kendi aralarında anlaşamadıkları için de İngiliz Manda Yönetimi’nde fazla etkiye sahip olamıyorlardı. İngiliz Hükümeti, Filistin için çalışmalarını sürdürürken 1939 yılında İngiliz Sömürgeler Bakanı Malcolm MacDonald tarafından bir kitap hazırlandı. “Beyaz Kitap” denilen bu çalışmada Filistin’e 10 yıl içinde bağımsızlık verilmesi, beş yıl içinde bölgeye 75 bin Yahudi’nin göç etmesine izin verilmesini ve Filistin topraklarını üçe bölen bir yapı öngörülmekte idi. A bölgesi Araplara ayrılmış ve Yahudilere toprak satışı yasaktı. B bölgesinde Araplara toprak satışı serbest iken Yahudilere belli şartlar getiriliyordu. C bölgesi ise Yahudilere toprak satısının serbest olduğu yerlerdi. 118 Yahudiler ve Araplar, Mac Donald Beyaz Kitabını kabul edilebilir olmadığını belirtmişler ve sert tepki göstermişlerdi. Özellikle Yahudilerin sert muhalefetiyle karşılaşan İngiliz Hükümeti, Beyaz Kitabın hukuki bir niteliğin olmadığını açıklamak zorunda kalmıştır. Fakat daha sonra II. Dünya Savaşı’nın çıkması ve bölgedeki kargaşanın artması üzerine Şubat 1940 yılında İngiltere Yahudilerin tepkisine rağmen Mac Donald Beyaz Kitabı’nı yürürlüğe koymuştur. 119 II. Dünya Savaşı’nın 1945 yılında son bulmasıyla Avrupa’da büyük bir yıkım yaşanmış, ABD ise nüfuzunu daha da artırma kararı alarak dünyada söz sahibi olmaya başlamıştı. Barışın tekrar tesisi için Birleşmiş Millerler kuruluyordu. Filistin, II. Dünya Savaşı sonucunda hala İngiliz yönetimi altında idi. İngiltere, Filistin’de tam olarak barışı sağlayamamıştı. Savaştan yara alarak çıkan İngiltere, Filistin 117 Arı, Ortadoğu, s. 205. Arı, Ortadoğu, s. 210- 211. 119 Arı, Ortadoğu, s. 212. 118 39 meselesini Şubat 1947 tarihinde Birleşmiş Milletlere getirmiştir. Bu konudaki ilk çalışma ise 2 Nisan 1947 BM Genel Kurulu’ndaki I. Özel oturumdur. 120 BM, daha sonra 28 Nisan 1947’de 11 üyeden oluşan BM Filistin Özel Komitesi’nin kurulmasına karar vermiştir. BM, Komite’den Eylül 1947 tarihine kadar bir rapor hazırlanmasını istemiştir. Komite hazırladığı raporda iki görüş ortaya çıkmıştır. Birinci görüş Çoğunluk Planı diye adlandırılan Filistin’in 3 bölgeye taksimini kararlaştırıyordu. Çoğunluk Planı, bir Filistin Arap Devleti, Yahudi Devleti ve Kudüs Bölgesi diye Filistin’i üçe ayırıyordu. Azınlık Planı ise Arap ve Yahudi devletlerinden oluşan bir Filistin Federal Devleti öngörüyordu. 121 Filistin için asıl önemli karar BM’ in 29 Kasım 1947 tarihinde almış olduğu “Taksim Kararı” idi. Genel Kuruldaki oylamada Taksim Kararı 33 oya karşılık 13 ret, 10 çekimser oyla kabul edilmişti. BM üyesi olan Türkiye, oylamada Arap Devletleri’nin yanında yer olarak ret oyu vermiştir. 122 Bu kararda Arap ülkeleriyle İslami bir dayanışmadan çok, Ankara’nın bölgeye yönelik endişeleriyle açıklanmıştır. Türkiye’nin İsrail’in kurulmasındaki endişesi ise bu devletin kurulmasına SSCB’nin destek olması ve SSCB’den bu bölgeye bir göçmen kitlesinin gelmesiydi. 123 İngiltere, BM kararı üzerine 14 Mayıs 1948 tarihinde Filistin’den çekilirken, aynı gün İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edilmekte idi. ABD, İsrail’i ilk tanıyan ülke olurken 120 Karaman, M.L. 1991; Uluslararası İlişkiler Çıkmazında Filistin Sorunu, İstanbul: İz Yayıncılık, , s. 40 Arı, Ortadoğu, ss. 218- 219. 122 Karaman, Filistin Sorunu, s.41 123 Özcan, G. 2001; “Türkiye-İsrail İlişkilerinin 50. Yılına Girerken”, Der. Sönmezoğlu, F. Türk Dış Politikasının Analizi, İstanbul: Der Yayınları, s. 159. 121 40 daha sonra SSCB tanımıştır. Bir ay içinde de beşi doğu, dördü batı bloğu içinde dokuz devlet İsrail’i tanımıştır. 124 İsrail Devleti’nin kurulmasında yalnız 8 saat gibi kısa bir süre sonra Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak, Filistin topraklarına girerek İsrail’e savaş açmışlardı. İlk Arapİsrail savaşı böylece başlarken, günümüze kadar gelen Filistin Sorunu doğuyordu. 125 3.2. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Tarihi Seyri BM’nin aldığı karar üzerine İsrail bağımsızlığını ilan etmiş ve kendini bir savaşın içinde bulmuştu. Türkiye, Taksim Planı’nda olduğu gibi tanıma hususunda Arap ülkelerinden de çekindiği için İsrail’i tanımamıştı. Fakat Türkiye, BM’ in Arap-İsrail Savaşı için Uzlaşma Komisyonu kurma kararını desteklemişti. Komisyon üyeleri ise ABD, Fransa ve Türkiye olmuştu. Ancak Türkiye komisyonda tarafsız bir politika sergilemiş ve soruna görüşmeler yoluyla bir çözüm bulunması gerektiğini savunmuştur. 126 Türkiye tarafsızlık politikasını sürdürmeye devam ediyordu. Fakat Türkiye 1949 başlarında tutumunu değiştirmeye başlamıştı. O günün şartlarında Filistin’de kurulan İsrail’in tanımamanın imkânsız olacağı gazetelerde çıkmaya başlamıştı. Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, 8 Şubat 1949’da yaptığı bir açıklamada “İsrail Devleti bir vakıadır. 30’dan fazla devlet tanımıştır. Arap temsilcileri de İsrail temsilcileriyle konuşmaktadır. 124 Bektaş, A. 1993; “Ortadoğu’ da Barışın Ayak Sesleri ve Filistin Sorununa Tarihsel Bir Bakış”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 274. 125 Bektaş, Ortadoğu’ da Barışın Ayak Sesleri. 126 Özcan, M. 2003; “Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye”, Haz. Turhan, H.İ. Filistin Çıkmazdan Çözüme, İstanbul: Küre Yayınları, s. 67 41 Türkiye’ye gelince Uzlaşma Komisyonunda vazifemizi daha iyi görebilmek için bugünkü durumumuzu değiştirmemeyi daha faydalı buluyoruz” demekteydi. 127 Türkiye’nin bu komisyonda yer alması Türkiye ile Araplar arasında ilk ayrılık noktası olmuştur. Komisyondaki görevleri nedeniyle Türkiye, İsrailli yetkililerle temasa geçmişti. Türkiye İsrail ilişkileri bu zeminde 28 Mart 1949 tarihinde başlıyordu. Türkiye böylece İsrail’i de facto olarak bu tarihte tanımış oluyordu. 128 Türkiye İsrail ilişkileri resmi olarak iki ülke arasında maslahatgüzar seviyesinde temsilci göndererek 9 Mart 1950 tarihinde gerçekleşmiştir. Resmi tanımadan iki ay sonra ilişkiler elçilik düzeyine çıkmış ve ilk İsrail elçisi Seyfullah Ersin Tel Aviv’e atanmıştır. 129 Türkiye’de bu tarihte tek parti hükümeti olan Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda idi. Daha sonra Türkiye’de çok partili hayata geçilmiş ve iktidara Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti geçmişti. Bu dönemde Türkiye, batıya açılmaya, ilişkilerini geliştirmeye çalışıyordu. Bunda doğudaki SSCB’nin toprak talepleri de etkili olmuştu. Bu amaçla Türkiye, batıya ve özellikle ABD’ye iyi görünmek için 1950’deki Kore Savaşı’na asker göndermişti. Bunun sonucunda ise Türkiye NATO ya 1952 yılında üye olmuştu. 130 Türkiye, ABD ile ilişkilerini geliştirme noktasında İsrail’i tanımış ve Türkiye-İsrail arasında 4 Temmuz 1950 yılında ilk anlaşma imzalanmıştır. “Ticaret ve Ödeme Anlaşması” olarak bilinen bu anlaşma ile ekonomik ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. 131 Türkiye, İsrail ile ilişkilerinde hep Arapları da düşünmüş ve her iki tarafı da olumsuz etkilemeyecek kararlar almaya çalışmıştır. Bir taraftan İsrail ile anlaşmalar 127 Duman, S. 1995; Filistin Sorunu ve Türkiye’nin İsrail Politikası (1947–1967), Ankara, Doktora Tezi, , s.164. 128 Dursunoğlu, A. 2000; Stratejik İttifak: Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü, İstanbul: Anka Yayınları, s.31. 129 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 32. 130 Öztürk, R. 2004; Batı Faktörünün Etkisinde Türkiye- İsrail İlişkilerinin Politikası, Ankara, Doktora Tezi, s. 108. 131 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 33 42 imzalanırken diğer taraftan Irak, İran ve Pakistan’ın yer aldığı Bağdat Paktı (1955) imzalanıyordu. Fakat bu anlaşmalar hem Arapları, hem de İsrail’i memnun etmemişti. Araplar, Türkiye’nin Ortadoğu’da Amerikan emperyalizmini yaydığını düşünüyordu. İsrail ise Türkiye’nin Irak ve Pakistan ile yakınlaşmasına pekiyi bir gözle bakmıyordu. Türkiye İsrail ilişkileri bu dönemde düşük bir profilde seyrediyordu. 132 1956 yılında Mısır, Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklaması ile İngiltere, Fransa ve İsrail bu ülkeye savaş açmıştır. 133 Bu güçlerin kanal bölgesini işgal etmeleri hem Ortadoğu’da hem de dünyada tansiyonu yükseltmiştir. Türkiye, batı yanlısı bir politika izlerken bu olayın gerçekleşmesi ile çok zor durumda kalmıştır. Türkiye krizin başında işgalci kuvvetlere tepki göstermiş ve yapılan işgali daha sonra kınamıştır. Bağdat Paktı’ndaki ülkelerin baskıları neticesinde Türkiye, İsrail Büyükelçisini geri çekmek durumunda kalmıştır. 134 Ortadoğu’da bu dönemde Mısır SSCB’ye yaklaşmış, Irak’ta Batı yanlısı rejim bir darbeyle yıkılmıştı. Ürdün ve Lübnan da ise Batı yanlısı Arap rejimleri, Mısır ve Suriye gibi Nasırcı ve Sovyet yanlısı unsurları barındıran rejimlerin yoğun baskısı altında kalmıştır. Türkiye ise bu dönemde hem Araplardan hem de SSCB’den tehdit algılaması altında kaldığını hissederek İsrail ile yakınlaşmaya başlamıştı. 1958 yazında Türkiye İsrail ile bir ittifak girişiminde bulunmuştur. Bu girişim diplomatik, askeri ve istihbarat alanlarında işbirliğini içerdiği gibi ticari ve bilimsel bilgi değişimini de içine almaktaydı. Bu ittifak İsrail’in isteği üzerine İran’ı ve Etiyopya’yı da içine almaya çalışmıştır. İttifak Sudan’ın Hıristiyan bölümlerine kadar uzanmıştır. Bu ittifak sayesinde İsrail, Arapların çevrelemesinden bir nebze kurtulmuş oluyor ve Türkiye’yi denge unsuru bir aktör olarak 132 Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, ss. 112- 116. Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 35. 134 Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, s. 118. 133 43 görmekteydi. 1958 anlaşması her iki ülke için faydalı olmuştur. Türkiye’nin coğrafi olarak geniş yapısı ile İsrail’in teknik bilgi birikimi birleşmiştir. Türkiye, İran’dan gelen petrol boru hattının inşasında, Türk endüstrisi ve tarımının geliştirilmesinde ve Türk Silahlı Kuvvetleri için teçhizat sağlanmasında İsrail’in bilgi ve teknik birikiminden faydalanmayı amaçlamıştır. Siyasi olarak ise Türkiye, İsrail’den diplomatlar bazında koordinasyon BM’de işbirliği ve Kıbrıs konusunda destek kazanmıştır. 135 3.3. Arap-İsrail Savaşları ve Türkiye’nin Denge Politikası Adnan Menderes’in 27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri darbe ile başbakanlığı sona ermişti. Askeri darbe ile sarsılan Türk siyaseti dış politikada biraz durağanlaşmıştı. Fakat bu durağanlık 1963 teki Kıbrıs olayları ile bitmişti. Kıbrıs’ta Türklere uygulanan katliamlar neticesinde Türk savaş uçakları adadaki Rum mevzilerini bombalamıştı. Bunun üzerine ABD ve batılı ülkeler Türkiye’yi kınamıştı. Türkiye’nin Batılı ülkeler ile sorunlar yaşaması kendi dış politikasını yeniden gözden geçirmesine sebep olmuştu. 136 Türkiye, Kıbrıs Sorunu ile uğraşırken güneyimizde yeni bir Arap-İsrail Savaşı patlak vermişti. Tarihler 1967’yi gösteriyordu. Türkiye, yine bir ikilem içinde kalmıştı. Fakat bu sefer Arapların yanında yer almıştı. Bu kararda Türkiye’nin başta ABD ile Batılı ülkeler arasındaki soğuk ilişkiler etkili olmuştur. Türkiye, ABD’ye İsrail’e yardım etmesi için kullanabileceği üslerin kullanımına izin vermiyordu. 137 Ayrıca 22 Haziran 1967 günü Türkiye Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil yaptığı konuşmada, Türkiye’nin dış politikasının, siyasi bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne dayandığını belirttikten sonra, kuvvet yoluyla toprak kazanılmasının karşısında olduğunu söylemiş ve Türk milletinin Kudüs’teki kutsal yerlere karşı büyük ilgisinin olmasından dolayı İsrail’in bu şehirde bir 135 Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, ss. 120–123 Arı, Ortadoğu, s. 376. 137 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 39. 136 44 takım oldubittiler yaratmaması gerektiğini vurgulamıştır. Bu arada Türk Dışişleri Bakanı, Türk Milletinin, Arap ülkeleri halklarına karşı beslediği derin dostluk ve sempatiyi de dile getirerek Arap devletlerine verilen desteği göstermiş oluyordu. 138 Savaş sonunda İsrail topraklarına Golan tepeleri de olmak üzere büyük miktarlarda toprak katmış, Araplar büyük bir hezimet yaşamış ve Mısır’da Nasır istifa etmek durumunda kalmıştır. Tabii ki bu savaş neticesinde ilk tepkiler Arap ülkelerinden gelmiştir. Savaşın ikinci günü Irak, Suudi Arabistan, Libya, Cezayir, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Abu Dabi ve Mısır temsilcileri Bağdat’ta bir araya gelerek aldıkları kararda, herhangi bir Arap devletine saldıran veya İsrail’e yardım eden devletlere petrol ambargosuna başladıklarını bildirmiştir. Ayrıca Cezayir, Mısır, Sudan, Suriye, Yemen ve Tunus, ABD ve İngiltere ile diplomatik ilişkilerini keserken Irak ve Lübnan, Amerikan ve İngiliz büyükelçiliklerinin ülkeyi 48 saat içinde terk etmelerini istemişlerdir. 139 Diğer bir gelişme ise 21 Ağustos 1969 yılındaki Mescidi Aksa’ nın yakılma girişimidir. Bu olay İslam ülkeleri arasında bir dayanışma ortamının doğmasına neden olmuştu. 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Fas’ın başkenti Rabat’ta 35 ülkenin davet edildiği bu toplantıda İslam Konferansı Örgütü’nün kurulması kararlaştırılmıştı. Türkiye, bu davete Dışişleri Bakanı düzeyinde katılmıştı. 140 Tarihler 1973’ü gösterdiğinde tekrar bir savaş patlak vermişti. Ama bu savaş diğer 1956–1967 Arap-İsrail savaşlarından farklı olmuştur. Çünkü bu savaştaki amaç İsrail’i yok 138 Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 273. Armaoğlu, Filistin Meselesi, ss.257–259. 140 Arı, Ortadoğu, s. 377. 139 45 etmek değil, geçmiş savaşlarda kazanılan toprakları geri almaktı. Ayrıca 1973 savaşında saldıran taraf İsrail değil Mısır ve Suriye olmuştur. 141 Türkiye, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda da Arapların yanında yer almıştı. Bu olayda ABD’nin İsrail’e karşı artan desteği Türkiye’yi ve Arap ülkelerini rahatsız etmişti. Türkiye, Filistin’in İsrail tarafından işgalini kınıyordu. Ayrıca Türkiye, ABD’ye 1967’de olduğu gibi üslerini kapatmıştı. Bununla birlikte Rusların Araplara yardımını üslerini açarak Araplara desteğini sürdürmüştür. 142 Savaş sonunda ise 1974 yılında Mısır ile İsrail arasında Ayırma Anlaşmaları imzalanmıştır. Bu anlaşmalar en azından Mısır ile İsrail’i bir barışa götüren ilk adımlar olmuştur. İkili ilişkileri sağlamak için ise ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger “adım adım diplomasisi” metodunu uygulamıştır. Bu diplomasinin amacı, Araplar ile İsrail veya Mısır ile İsrail arasında büyük ve kalıcı anlaşmalar değil; fakat küçük küçük, kademe kademe anlaşmalar sağlanarak iki tarafın birbirine karşı güvenin sağlayarak daha geniş çaplı anlaşmalara ve hatta barışa gidilmesini sağlamaktı. Sonuçta İsrail, Süveyş Kanalı’nın 20 mil doğusuna çekilirken, Mısır bir daha savaşa başvurmayacağı taahhüdü veriyordu. Ara bölgede ise BM Barış Gücü kuvvetleri yerleştiriliyordu. 143 1973 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra Arapların uyguladığı petrol ambargosu tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de olumsuz etkilemiştir. Ayrıca bu dönemde Türkiye, Kıbrıs’a Barış Harekâtı düzenlemesinden sonra ABD, Türkiye’ye silah ambargosu uygularken ikinci harekâttan sonra BM baskıları da iyice artmıştır. Bu krizli yıllarda Türkiye, ekonomik ve siyasi açıdan sıkıntı yaşamıştır. Ekonomik krizler sonucu Türkiye, Ortadoğu ülkeleriyle ilişkiler ticari boyut kazanmıştır. Türkiye, petrol üreten ülkeler ile 141 Armaoğlu, Filistin Meselesi, ss. 320–321. Arı, Ortadoğu, s. 378. Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 332. 143 Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 338–342. 142 46 ilişkiler kurmaya öncelik vermiştir. Türkiye’de bu dönemde “çok taraflı dış politika” tartışmaları yaşanmıştır. Bu dönemde Arap ülkeleri de coğrafi yakınlık, tarihsel bağlar, ekonomik ve siyasi çıkarlar çerçevesinde bu politikanın muhatapları olarak görülmüştür. 144 Türkiye 1974’ten itibaren istikrarlı olarak Arap yanlısı ve İsrail karşıtı önergelerin lehine oy kullanmıştır. Türkiye, Arapları destekleme politikasını daha sonraları da sürdürmüştür. BM kararları alınırken Araplar ile beraber hareket etmiştir. 1975’te BM’nin Siyonizm’i “Irkçılığın ve ırk ayrımının bir türü” olarak tanımlanan kararında Türkiye Arap ülkeleri aynı safta yer almıştır. Türkiye, Mayıs 1976’da İstanbul’da toplanan İslam Konferansı 7. Dışişleri Bakanları toplantısında hem Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) İstanbul’da bir büro açma sözü vermiş hem de Anayasa’ya aykırı olduğu için İKÖ Sözleşmesi’ni sadece resmi olarak onaylama niyetini belirmiştir. 145 Türkiye, Arap-İsrail Savaşları sırasında İsrail’le doğrudan çatışmamıştır. Türkiye, bu savaşlarda batılı ülkelere karşı Arapları desteklemişti. İsrail ile ilişkiler düşük profilde maslahatgüzar seviyesinde devam etmiştir. 146 144 Altunışık, M.B. 1999; “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-İsrail İlişkileri”, Der. Altunışık M.B. Türkiye ve Ortadoğu Tarih, Kimlik, Güvenlik, İstanbul: Boyut Kitapları, ss. 185–187. 145 Bölükbaşı, S. 2001; “Türkiye ve İsrail: Mesafeli Yakınlıktan Stratejik Ortaklığa”, Der. Çalış, Ş.H. Dağı, İ.D. Gözen, R. Türkiye’nin Dış Politika Gündemi Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara: Liberte Yayınları, ss. 254–255. 146 Arı, Ortadoğu, s. 382. 47 III. BÖLÜM 1980’Lİ YILLARDA TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’YA BAKIŞI 1. Arap-İsrail Yakınlaşması ve 1980’li Yıllardaki Gelişmeler 1.1. Camp David Anlaşmaları Mısır ile İsrail arasında yaşanan savaşlardan sonra özellikle ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger’in arabuluculuğuyla Mısır-İsrail ilişkilerinde yumuşama gözlenmişti. 1973 Yom Kippur Savaşı sonrası atılan adımlar gelecekteki anlaşmaların habercisi olmuştur. Tabiî ki bu yakınlaşmaya tepkilerde olmuştur. Özellikle Arap devletleri Mısır’ı ve Enver Sedat’ı şiddetle eleştirmişlerdir. Mısır, bu konuma elbette kolay gelmemişti. Nasır yönetimindeki Mısır, politika olarak Arap sosyalizmini ve milliyetçiliğini benimserken SSCB’ye daha yakın duruyordu. Fakat Nasır’dan sonra başa geçen Enver Sedat, sosyalist politikalar yerine daha çok liberal politikalar uygulamaya başlamıştır. Kamusal ekonominin hantal ve geri kalmışlığını belirten Sedat, yerli ve yabancı sermayeyi Mısır’a yatırım yapmaya çağırıyordu. Bu amaçla Mısır’da yabancı yatırımlar için yasal değişiklikler bile yapılmaya başlanmıştı. Sedat silah ihtiyacı konusunda Batı’ya ağırlık vermeye başlamışken, SSCB ile de 1971 yılında imzalanan Dostluk ve İşbirliği Anlaşmasını 1976 yılında feshettiğini açıklamıştır. 147 Enver Sedat, 1978 tarihinde ABD gezisinde Amerika’dan İsrail’e baskı yapmasını ve tekrar barış görüşmelerinin başlamasını istemiştir. Sedat ayrıca ABD’den F–15 ve F–16 savaş uçakları istemiştir. Bu uçakları almasının sebebi ise İsrail’e karşı kullanmak değil, 147 Arı, Ortadoğu, s. 395. 48 Sovyetlerden devamlı silah alan Libya’ya karşı denge kurmak için talepte bulunmuştur. ABD’nin bu uçak satımına onay vermesi ABD-İsrail arasını biraz bozmuştur. 148 Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin ilk olarak Sedat’ın 19–21 Kasım 1977’de Kudüs ziyareti ile görüşmüşlerdi. Bu görüşmeyi Begin’in 25–26 Aralık İsmailiye ziyareti takip etmişti. 149 Fakat bu görüşmelerde hava ısınacağına daha da sertleşmiştir. Bunun üzerine ABD devreye girmiştir. İki ülke arasındaki anlaşmazlık bu devletlerin ilişkileri olmayıp Mısır’ın Filistin sorununu görüşmelerin merkezine kaydırmak istemesinden kaynaklanmaktaydı. Sedat, Filistin sorununda elde edeceği bir başarı ile Mısır’ın Ortadoğu’da kaybettiği prestijini tekrar kazanmak istiyordu. 150 ABD Başkanı Carter’ın yönetiminde, Başkan Enver Sedat ile Başbakan Menahem Begin arasında, Ortadoğu Barışı için bir “çerçeve” çizme amacı ile görüşmeler 5 Eylül 1978 tarihinde başlamıştır. Zirve toplantısı Amerikan Başkanları’nın Washington dışındaki daha çok dinlenmek için kullandıkları Camp David tesislerinde gerçekleşmiştir. Görüşmeler zaman zaman kesilme noktasına da gelse 17 Eylül’e kadar sürmüş ve daha sonra Beyaz Saray’da Camp David Anlaşmaları imzalanmıştır. 151 Anlaşmalar “Ortadoğu Barışı için Çerçeve Anlaşması” ve Mısır-İsrail görüşlerinin yazıldığı “Ekler” kısmından oluşmaktaydı. Ortadoğu Barışı İçin Çerçeve Anlaşması, Filistin sorunu ile ilgiliydi. Metinin giriş kısmında Ortadoğu’da barış ve güvenliğin 242 ve 338 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarına dayanması gerektiği belirtilmiştir. Batı Şeria ve Gazze’nin konumunun belirlenmesi ve Filistin temsilcilerinin 3 kademeli olarak yapılacak ve bunların ilk aşamasında, 5 yıllık bir geçici özerk yönetim için seçim yapılması ve bu özerk yönetimin 148 Armaoğlu, Filistin Meselesi, ss. 399–403. Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 407. 150 Arı, Ortadoğu, ss. 400–401. 151 Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 407. 149 49 yetkilerinin Mısır, İsrail ve Ürdün arasında yapılacak müzakerelerle belirlenmesi gerektiği diğer kısımda ifade edilmiştir. Filistin özerk yönetimi, İsrail askeri yönetiminin yerine geçecekti. Üçüncü aşama olan özerk yönetimin işlemeye başlaması ile taraflar arasında en geç üç yıl içinde nihai statü görüşmeleri başlayacaktı. 152 Camp David Anlaşmaları’na olumlu tepkiler olduğu gibi ihanet edilmiş gözüyle de bakılmıştır. Avrupa Topluluğu ülkeleri anlaşmayı desteklerken SSCB ve özellikle Arap ülkeleri Arap davasına ihanet edilmiş olarak yorumlamışlardır. 153 Mısır’la İsrail arasında barış anlaşmasının imzalanmasından Türkiye yayınladığı bildiriyle Ortadoğu sorununun barışçı yollarla çözümlenmesi gerektiğini vurgulayarak, kapsamlı bir anlaşmanın ancak sorunu çözeceğini söylemiştir. Bunun gerçekleşebilmesi içinde İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini vurgulamış ayrıca Filistinlilerin bir devlet altında toplanmaları gerektiğini söylemiştir. Bu bildiriyle Türkiye Mısır’ın tek başına yaptığı bu anlaşmanın yeterli olmadığını vurgulayarak, diğer Arap devletlerinin yanında yer almıştır. Fakat Mısır’la diplomatik ilişkilerinde bir gerginlik yaşamamıştır. Bunun sebebi Türkiye’nin 1949’dan beri taşıdığı İsrail’i tanıyan tek Müslüman ülke olma yükünden kurtulmuş olmasıydı. Bunun yanında, Mısır-İsrail barış sürecinin arkasında ABD‘in bulunması da Türkiye’nin gelişmelere bakışını etkilemiştir. 154 Türkiye’nin Arap yanlısı tutumu 1980’li yıllara doğru değişime uğramaya başlamıştır. Çünkü Arap devletleri ve FKÖ, Türkiye’yi özellikle Kıbrıs konusunda desteklememişlerdir. Ne BM’de ne de İslam Konferansı toplantılarında Arap dünyası, Kıbrıslı Türklerin kendilerine ait ayrı bir ulusal kimlikleri olduğunu ve Kıbrıs sorununun 152 Armaoğlu, Filistin Meselesi, ss. 416–417. Arı, Ortadoğu 404–405 154 Kürkçüoğlu, Ö. Çağrı, E. 2001; Türk Dış Politikası, Der. Oran, B. vd. (eds), Cilt I, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 801. 153 50 çözümünde Türk toplumunun kendi kaderini tayin etme hakkı taleplerini tanımamışlardır. Pek çok Arap devleti ve FKÖ’nün Kıbrıslı Rumlarla bu dönemde yakın ilişkileri vardı. Ayrıca Araplar adada Rumları tek meşru devlet olarak tanıyorlardı. Bu durum Türkiye tarafında aldatılma hissi uyandırmıştır. 155 1.2. 1980 Sonrası Türkiye’nin Ortadoğu Politikası İran’da 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nden sonra İran belli bir dönem, en azından devrim yerleşinceye kadar, izolastyonist bir politika izleme kararı aldı. Irak, İran’ın bu zayıf durumundan faydalanmak için, tarihsel ve sınır sorunlarını çözmek, İran’ın devrim ihracını önlemek ve kolay bir zafer kazanarak Arap dünyasında lider olabilmek için uzun yıllar sürecek bir savaşa kalkışmıştı. 156 Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak 1975 yılında iki ülke arasında imzalanan Cezayir Anlaşmasını 17 Eylül 1980’de tek taraflı olarak feshetmiştir. Daha sonra 22 Eylül’de Irak, İran topraklarına girerek 8 yıl sürecek uzun bir savaşa başlamasına neden olmuştur. Türkiye’de bu esnada 12 Eylül darbesi olmuş ve yönetimde askerler yer almaktaydı. Türkiye bu olay karşısında hemen tarafsızlığını ilan etmiştir. 157 Ayrıca Türkiye, savaş sırasında arabuluculuk görevi de görmüştür. 158 Türkiye, Irak-İran Savaşı boyunca tarafsızlığını sürdürürken Turgut Özal’ın başa geçmesi ile ekonomik olarak her iki ülke ile aktif politika izlemiştir. Türkiye her iki ülke ile de gelişen ekonomik ilişkiler kurmuştur. Türkiye’nin 1980’de bu iki ülkeye olan ihracatının tüm ihracatındaki yeri %4 iken, 198’de %16’ya, 1982’de ise %25’e çıkmıştır. 155 Bölükbaşı, “Türkiye ve İsrail: Mesafeli Yakınlık”, s. 256–257. Arı, Ortadoğu, s. 542. 157 Kürkçüoğlu, Ö. Akdevelioğlu, A. 2005;Türk Dış Politikası, Der. Oran, B. vd. (eds), Cilt II, İstanbul: İletişim Yayınları, ss. 130–131. 158 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 780. 156 51 Türkiye arabulucu rolü oynamaya çalıştığı iki ülke arasındaki savaş boyunca bu ülkelerin dış dünyaya açılan pencere vazifesi görerek dış ilişkilerini sağlayan bir ülke olmuştur. 159 Ortadoğu’da 70’li yılların ikinci yarısından itibaren Mısır ile İsrail arasında görüşmeler gerçekleşmeye başlamıştı. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menehem Begin barış için görüşmelere başlamışlardı. Bu görüşmelerin sonucunda ABD önderliğinde Eylül 1978’de Mısır ile İsrail arasında Camp David Antlaşması imzalanıyordu. Bu anlaşma Araplar tarafından büyük tepkiyle karşılanmış ve Mısır’ı Arap davasına ihanetle suçlanıyorlardı. Bu anlaşma ile ilk defa bir Arap devleti İsrail’i tanıyordu. İsrail’de Sina yarımadasını Mısır’a geri veriyordu. Bir yıl sonra Mısır ile İsrail arasında 26 Mart 1979’da Barış Antlaşması imzalanıyordu. 160 Bu dönemde Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulma noktasına geldiği tarih ise 30 Temmuz 1980’dir. Bu tarihte İsrail Meclisi’nin(Knesset) Kudüs’ü İsrail’in daimi başkenti yapma kararı alması ilişkileri bozmuştu. Türkiye bu kararı kınadı ve iptalini istedi. Daha sonra 1956 yılından beri devam eden maslahatgüzar seviyesindeki ilişkiler 28 Ağustos 1980’de Kudüs Konsolosluğu’nun kapatılmış ve ilişkilerde sembol mana içeren ikinci kâtiplik seviyesine düşürülmüştü. Bu dönem İsrail-Türkiye ilişkileri açısından ‘iniş ve duraklama’ döneminin başlangıcı olmuştur. 161 Ortadoğu’da Arapların tepkilerine rağmen Camp David Anlaşmaları ile barış rüzgârları eserken Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ikinci defa askeri darbeyi yaşıyordu. Darbe yönetimi, İsrail ile ilişkilerde ilk başta fazla bir mesafe kat etmemişti. Fakat daha sonra İsrail, ABD’deki lobisi aracılığıyla ABD yönetiminden Türkiye ile ilişkiler için Türk 159 Arı, T. 2001; “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikasının Analizi ve İlişkileri Belirleyen Dinamikler”, Der. Bal, İ. 21. Yüzyıl Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayıncılık, s. 681. 160 Arı, Ortadoğu, ss. 394–406. 161 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 43- 44. Ayrıca Altunışık, M.B. “Soğuk Savaş Sonrası”, s. 188. 52 tarafını ikna etmesi isteniyordu. 1981 yılında 69 ABD senatörü ziyaret etmiş ve Türk İsrail ilişkilerinin gelişmesi, ABD ile ilişkilerde iyi bir adım olacağı Türk yetkililere söylenmiştir. Türkiye, buna yanıt olarak BM’nin Golan Tepeleri için alacağı kararda çekimser oy kullanmıştır. Ayrıca İsrail, Türk diplomatları öldüren ASALA örgütünün kampını bombalayarak ASALA liderini öldürmüştür. Böylece Türkiye-İsrail ilişkileri gelişmeye başlıyordu. 162 Türkiye’de 1983 yılındaki seçimlerle iş başına gelen Turgut Özal ile birlikte dış politikada yeni atılımlarla ilerlemeler sağlanıyordu. Özal dış politikaya ‘ekonomi gözlüğü’ ile bakmasıyla dış siyasette önemli gelişmeler elde edilmiştir. Bu dönemde İran ve Irak pazarları zorlanırken aynı politika ABD ile de gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Özal, dış politikayı ekonomik çıkarlar elde etmek için de kullanmaya başlamıştır. 163 Ekonomik olarak da dışa açılım hedefleniyordu. Özal, 1982 yılında Başbakan yardımcısı iken İsrail’e karşı ağır ifadeler kullanırken, Başbakan olduktan sonra ABD Başkanı’ndan ekonomik ve askeri yardım sözü alınca gizlice İsrail lobisi ile temasa geçmiştir. Bu temaslar neticesinde İsrail Dışişleri Bakanı İzak Şamir’ den PKK ve Ermeni terörüne karşı ortak işbirliği teklifi alınmıştı. 164 Türkiye-İsrail ilişkileri bu olumlu temaslar neticesinde tekrar gelişmeye başlamıştı. Türkiye, BM’de Arapların İsrail’in diplomatik itimatnamelerinin reddi için verdiği tasarıya ret oyu vermişti. ABD’deki Yahudi lobisi de Ermeni ve Rum lobilerine karşı Türkiye’yi destekliyordu. Bu sıcak ilişkiler neticesinde 19 Aralık 1991 tarihinde İsrail’deki diplomatik temsilcilik büyükelçilik düzeyine çıkarılıyordu. 165 162 Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, ss. 192–193. http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=7 (19–11–2006) 164 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 46. 165 Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, s. 194. 163 53 1.3. İntifada ve Filistin Devleti’nin Kurulması Filistin halkı, İsrail Devleti’nin kurulması ile başlayan uzun dönemli savaş yıllarında sürekli yıkımlara, tacizlere ve katliam denilecek saldırılarla karşı karşıya kalmıştı. Bu uzun yıllar boyunca Filistin halkını idare etmeye çalışan Yaser Arafat yönetimindeki El Fetih İsrail saldırılarını tam anlamıyla önleyemiyordu. FKÖ’nün ve Filistin halkının elindeki imkânları İsrail gibi arkasında ABD’nin ekonomik ve askeri desteğinin olduğu bir güce karşı yetersiz gelmekteydi. İsrail yönetiminin bu baskıcı tutumu ters tepmiş ve İsrail hiç beklemediği bir durumla karşı karşıya kalmıştı. İntifada ile Filistin halkı 20 yıldır süren işgalin katlanılmaz hayat şartlarına karşı bir başkaldırı gerçekleştirmiştir. Ayrıca yıllarca süren ve Filistin halkı için pek fayda sağlamayan diplomatik girişimlere karşı bir tutum olmuştur intifada. Filistin hareketinin böyle bir eylemi başlatması ve bu eylemi kararlı bir şekilde sürdürmesi elbette kolay değildi. Filistinliler, yıllarca işgal altında yaşamış, daha çok kendini eğitmiş ve bilinçlendirmiş, kendi toplumsal düzenini sağlamış, gönüllü çalışma ve kendi toplumuna hizmet geleneğini oluşturmuş, halk komiteleri ile çalışarak örgütlü bir direniş göstermişlerdir. 166 İsrail’in sert tutumu dünyada tepki çekmişti. BM 641 sayılı kararı çıkarmasına rağmen İsrail bütün kararları uygulamamıştır. Baskı ve insan hakları ihlallerine devam etmiştir. Bunun üzerine BM ve dünya ülkeleri İsrail’i kınamıştır. Avrupa Topluluğu’nun 12 devleti İsrail’i ağır şekilde eleştirmiş ve İsrail’e yapılacak bir dizi ticaret anlaşmasına olumsuz tavır almışlardır. 167 166 167 Çubukçu, M. 2002; Bizim Filistin, İstanbul: Metis Yayınları, ss. 61–65. Aras, B.1997; Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 54. 54 İsrail ile Filistin’i temsil eden FKÖ arasında arabuluculuk girişimleri pek sonuç vermemiştir. Filistin halkının intifada hareketi ile daha da kenetlenmesi ile Filistin’de kimlik bilinci oluşmaya başlamıştı. Filistin Ulusal Konseyi Cezayir’de 15 Kasım 1988’de Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. BM’de 8 Kasım 1989’da Filistin’le ilgili kararın tavsiyeler kısmında, “Komite, Filistin Devleti’nin uluslararası topluluk ve BM içerisindeki haklı yerini alması gerektiği düşüncesini ifade eder” şeklinde yer vermiştir. 168 İntifada ile Türkiye-İsrail ilişkilerini bu dönemde olumsuz etkileyen gelişme ise Yaser Arafat’ın başında bulunduğu Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından 15 Kasım 1988 tarihinde Filistin Devleti’nin kurulması neticesinde Türkiye’nin bu devleti tanıması olmuştur. 169 2.Ortadoğu Su Sorununda Türkiye’nin Tutumu 2.1. Türkiye-Suriye-Irak Tezleri Üç kıyıdaş ülke arasındaki ilişkiler 1920–1960 yılları arasında uyumluydu. Planlamalar ülkeler tarafından tek taraflı yapıldığı halde, 1960'lardan sonra üç ülke arasında teknik müzakerelere başlanmıştır. Bu dönemde ülkelerden hiçbiri, Fırat-Dicle Nehirleri ve kollarının aşırı tüketilmesine yol açacak bir kullanıma neden olacak büyük projelere başlamamışlardı. Bu yüzden 1960'lı yıllarda, havzadaki suyun daha iyi yönetilmesi ve kullanılması için ortak bir anlayışın geliştirilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. 170 1960'lara kadarki bu uyumlu durum ülkelerin Fırat-Dicle Nehirleri' ne uygulayacakları su kaynaklarını geliştirme projelerini hayata geçirmesiyle bozulmuş ve su 168 Karaman, Filistin Sorunu, s. 244. Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, s. 195. 170 http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=39 169 55 sorunu bölgesel gündeme yerleşmiştir. I960'dan sonra Türkiye ve Suriye, Fırat-Dicle sisteminin sularının enerji ve sulama amaçlarıyla kullanımını mümkün kılacak geliştirme planları ileri sureye başlamışlardır. Irak' ta aynı dönemde kendi sulanan alanının genişletilmesi için yeni planları olduğunu bildirmiştir. Bu projeler Türkiye' deki Güneydoğu Anadolu Projesi ve Suriye' deki Fırat Vadisi Projesi'dir. 171 Türkiye, diğer ülkelerin düşündüğü gibi su zengini bir ülke olmayıp, su kaynaklarının büyük kısmını sulama ve elektrik enerjisi elde etmek için kullanmaktadır. Ayrıca hala Türkiye' de sulamaya muhtaç geniş tarım arazileri ve enerji sıkıntısı çeken bölgeler vardır. Bu açık kapatılmadan elindeki sınırlı su ile sınırsız harcama lüksü yoktur Türkiye’nin. 172 Türkiye, Fırat ve Dicle Nehirleri'ni Suriye ve Irak tarafından ifade edildiği gibi "uluslararası akarsular" olarak değil, "sınır aşan akarsular" olarak görmektedir. Bu nedenle Türkiye' ye göre suya kaynaklık eden ülkeler ile aktığı ülkeler arasında eşit egemenlik ve eşit paylaşım hakkından söz etmek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle, Fırat ve Dicle Nehirleri paylaşılabilir, doğal kaynak olarak düşünülmemelidir. 173 Türkiye’nin uluslararası hukukta söz konusu nehirlerin suları üzerinde egemenlik hakkını kısıtlayıcı bir kural yoktur. Dicle ve Fırat egemen kaynaklar olup kendi sınırları içinde kalan kısımları üzerinde Türkiye istediği şekilde faydalanma hakkına sahiptir. Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde kuracağı tesisler ile bunların önceliklerine Türkiye kendisi karar verir. 174 171 http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=39 Erciyes, E. 2004; Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, s. 87. 173 Durmazuçar, V. 2002; Ortadoğu’da Suyun Artan Stratejik Değeri, İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, s. 131. 174 Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 131. 172 56 Türkiye iyi komşuluk ve dürüstlük prensiplerine en üst düzeyde saygılı göstererek hareket etmektedir. Suyun artan önemi nedeniyle, bölgesel işbirliğinin birleştirici unsuru olarak değerlendirilmektedir. Türkiye her zaman işbirliğine hazırdır. Ancak bu, Türkiye’nin kendi önceliklerine göre ve kendi potansiyel sınırları içinde gerçekleştirilebilir. 175 Türkiye bu çerçevede suyun daha iyi kontrolü ve kullanımı için bir plan hazırlamıştır. Planın adı, "Fırat-Dicle havzası sınır aşan sularının hakça, akılcı ve optimum kullanımı için Üç Aşamalı Plan'dır. 176 Planın referans noktası Dicle ve Fırat Nehirleri'nin tek havza olduğudur. Plan sırasıyla şu aşamalardan oluşmaktadır. 177 —Bu bölgede Türkiye, Suriye ve Irak ortaklasa havza planlayarak, sulanabilir araziyi ortaklaşa tespit etmeli, toprak etütleri yapılmalı. —Üç ülke teknik işbirliği ile sulamayı verimli hale getirmeli ve sahip olunan toprağa göre uygun üretim yapılmalıdır. —Üç ülke ortaklaşa su kullanma yöntemleri geliştirmelidir. Öte yandan, Irak ve Suriye, Türkiye'nin petrole karşı su kozunu kullanmaya çalıştığı, fazla suya sahip olduğu ve suyu servet olarak değerlendirme yolunu seçtiği tezini sıkça dile getirmektedirler. Ayrıca Türkiye’nin su fazlasına sahip olduğunu söylemektedirler. 178 Suriye ve Irak, Fırat ve Dicle Nehirleri'nin Türk tezlerinin aksine uluslararası akarsular olduğunu savunmaktadırlar. Dolayısıyla Türkiye bu nehirler üzerinde tam 175 Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 131. Şalvarcı, Y. 2003; Pax Aqualis, İstanbul: Zaman Kitap, s. 130. 177 Erciyes, Ortadoğu Denkleminde s. 87–88. 178 Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s.133. 176 57 egemenlik hakkına sahip değildir. Fırat ve Dicle'nin suları uluslararası hukukun öngördüğü esaslar çerçevesinde üç ülke arasında yapılacak bir anlaşma ile adil bir şekilde paylaştırılmalıdır. 179 Bu nehirler Suriye ve Irak için olmak ya da olmamak sonucudur. Türkiye bu nehirlerden uluslararası hakkının üstünde su kullanımına gitmemelidir. Nehirler üzerindeki barajlar sıkma aleti olarak kullanılmamalıdır. Ayrıca Türkiye suyu satarak ekonomik bir meta olarak görmemeli, bir silah veya politika aracı olarak kullanmamalıdır. 180 Suriye ve Irak, Fırat ve Dicle Nehirleri'nin tek bir su sistemi veya müşterek bir havza olarak mütalaa edilmemesi gerektiğini savunmaktadır ve görüşmelerde ayrı ayrı ele alınmasını belirtmektedir. Irak ve Suriye' ye göre Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde konulacak bütün tesisler ile öncelik sıraları üç ülke tarafından müştereken karalaştırılmalıdır. 181 Suriye ve Irak, uluslararası bir suyun paylaşımında çıkacak her türlü anlaşmazlık BM, Uluslararası Adalet Divanı gibi milletlerarası kuruluşlarda uluslararası düzeyde ve bu kuruluşların hakemliğinde tartışılmalıdır demektedir. BM, uyuşmazlığın olduğu havzalara gözlemci göndererek paylaşım kurallarına uymayan ülkeye yaptırım uygulanmasını istemektedirler. 182 Suriye'nin ve Irak’ın ortaklaşa savunduğu diğer bir görüş ise, bu iki nehir uluslararası suyollarıdır. Kıyıdaş ülkeler arasında "ortak kaynaklar" niteliğindedir. Bu yüzden Fırat ve Dicle' nin su kaynakları kıyıdaş ülkeler arasında matematiksel formülle paylaşılmalıdır. Matematiksel paylaşıma göre: 179 Erciyes, Ortadoğu Denkleminde. Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s.134. 181 Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun. 182 Şalvarcı, Pax Aqualis, s.135. 180 58 —Her ülke iki nehirden ihtiyacı olan su miktarını ayrı ayrı bildirecektir. —Her ülkede nehirlerin kapasitesi ayrı ayrı saptanacaktır. —Kıyıdaş ülkenin belli bir nehirden almak istediği suyun toplam miktarı o nehrin debisinden fazla olursa, geri kalan miktar, oransal olarak her bir ülkenin talep ettiği miktardan düşülecektir. Böylece nehir suları paylaşılır. 183 2.2. Türkiye’nin Önerileri ve Projeleri Su kaynakları yetersiz olan Ortadoğu için gelecek karanlık gözükmektedir. Su sorununun çözümünde mevcut kaynakların akılcı ve etkin kullanımla israf edilmemesi, günümüzde nüfus ve su ihtiyacının artış trendleri göz önüne alındığında orta ve uzun vadede yetersiz kalacaktır 184 . Özellikle hızlı nüfus artışı, buharlaşmanın fazla olması, yeraltı su kaynaklarımın aşırı kullanımı ve yenilenememesi gibi sebeplerle susuzluk iyice artmaktadır. Ortadoğu ülkelerinin su ihtiyacı, Türkiye’nin ihtiyaç dışı su potansiyelini bölge ülkelerinin sıkıntısını hafifletmek için barış amaçlı olarak kullanabilmesi imkân tanımaktadır. 185 Türkiye su zengini bir ülke değildir. Fakat elindeki imkânların yetersizliğinden dolayı bazı akarsular üzerinde tesis yapamaması sebebiyle milyonlarca metreküp kullanılabilir su, tuzlu sulara karışmaktadır. Bu suların değerlendirilebilmesi için Türkiye, Ortadoğu ülkeleri ile bazı projeler gerçekleştirerek susuzluktan kuruyan Ortadoğu’ya su sağlamayı amaçlamıştır. Kısaca bunlara değinecek olursak: 183 Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 134–135. Kut, G. 1993; “ Ortadoğu’ da Su Sorunu: Çözüm Önerileri”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu İstanbul: Bağlam Yayınları, , s. 479–480. 185 Şalvarcı, Pax Aqualis, s. 72. 184 59 Turgut Özal’ın 1986 yılında GAP' den de kaynaklanan siyasi baskıları azaltmak ve Ortadoğu’ya su taşımak için önerdiği ilk proje Barış Suyu Projesi'dir. Projeye göre Seyhan ve Ceyhan havzalarının sularının bir dizi baraj, tünel ve boru hatları aracılığıyla Ortadoğu ülkelerinin kullanımına sunulması planlanmıştır. 186 Projenin iki bolümden oluşması tasarlanmıştır. Bir ucu yani Batı ucu Suriye, İsrail ve Ürdün’den geçerek Cidde'ye ulaşacaktır. Bu hat 2650 km uzunluğa sahip olacaktı. Toplam maliyeti ise 8,5 milyar doları bulacağı hesaplanmıştır. Diğer doğu ucu ise Suriye'den ayrılarak Körfez ülkelerine, Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE, ulaşması planlanmıştır. Bu hattın uzunluğu 3900 km, maliyeti ise 12 milyar dolar olacağı hesaplanmıştır. 187 Barış Suyu Projesi, tamamlandığında dünyanın en büyük su taşıma projesi unvanını kazanacaktı. 188 Fakat Ortadoğu’daki siyasi çekişmeler, Arap-İsrail çatışması, ülkeler arası siyasi güvensizlik gibi nedenlerden dolayı proje rafa kaldırılmıştır. 1993'ün sonlarına doğru İsrail ile Filistin Devleti arasında gizli görüşmeler yapıldığı ve çeşitli konularda ilerlemeler kaydedildiği ortaya sıkınca bölgeye dışarıdan su getirilmesinin önündeki siyasal engellerin kalkabileceği düşüncesi ile Küçük Barış Suyu Projesi fikri ortaya atılmıştır. 189 Projenin bir diğer adı Barış Kanalı’dır. Bu projeye göre, Atatürk Barajı veya Ceyhan Nehri üzerindeki Aslantaş Barajı’ndan 1,1 milyar metreküp suyun boruyla Golan tepelerine iletilmesi öngörülmektedir. 190 186 Şalvarcı, Pax Aqualis, s. 73. Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 141–142. 188 Şalvarcı, Pax Aqualis, s. 74. 189 Kut, “ Ortadoğu’ da Su Sorunu”, s. 482. 190 Şalvarcı, Pax Aqualis, s.77. 187 60 Diğer bir proje olan Manavgat Çayı Projesi ise Türkiye’nin İsrail başta olmak üzere isteyen ülkelere su satmak amacıyla tasarladığı bir projedir. Bu proje ile her gün denize akan 4,7 milyon metreküp suyun kısmen tasfiye edilip içmeye uygun hale getirilmesiyle kısmen de borularla deniz kenarındaki yüzer platforma taşınarak tankerlerle ya da yüzer balonlarla İsrail ve Akdeniz'deki adalara su taşınması amaçlanmıştır. Proje kapsamında, su tesisleri inşaatına 1992 yılında başlanmış ve 147 milyon dolar harcanmıştır. Tesisler 2000 yılında su sevkıyatına hazır hale getirilmiştir. Projeye İsrail, Ürdün, Libya ve Malta gibi ülkeler ilgi göstermiştir. Hatta 2000 yılında İsrailli ve Ürdünlü yetkililer Türkiye'ye gelerek su konusunda anlaşmaya çalışmışlardır. İsrailli yetkililer önümüzdeki 5 yıl içinde 40 milyon metreküp su alabileceklerini söylemişlerdir. 191 191 Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 145. 61 IV. BÖLÜM 1990’LI YILLAR SONRASI TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI 1. 1990’lı Yıllardan Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 1.1. Körfez Krizi ve Türkiye’nin Politikası Sovyetler Birliği’nin dağılması ile uluslararası politikada bir dönem daha kapanmaktaydı. İki kutuplu bir politikaya sebep olan Soğuk Savaş, bir kutup liderinin dağılması ile yeni bir boyut kazanıyordu. Devletler, iki kutuplu bir yapıda kendi kutuplarındaki ülkelerle işbirliği içinde ilişkilerini sürdürürken kutup politikalarına fazla karşı gelememekteydiler. Karşıt kutuptaki ülkelerle ilişkiler sınırlı sayıdaydı. SSCB’nin dağılması ile ne karşı kutup kalmıştı ne de kutup politikası. Birçok ülke bu durumda ne yapacağını bile pek kestiremiyordu. Karşıt kutuptaki ülkeler diğerleri için bir muammaydı. Bütün ülkeler bu duruma uyum sağlamaya çabalarken yeni yeni stratejiler geliştirmeye ve yeni planlar oluşturmaya çalışıyorlardı. Tabiî ki bu plan ve stratejilerde artık kutup politikasına göre değil, kendi çıkarları doğrultusunda yapılmaktaydı. Soğuk Savaş’ın şartları yerini yeni bir ortama bırakırken Irak da İran ile olan savaşından sonraki yaralarını sarmaya ve kaybettiği gücünü yeniden kazanmaya çalışıyordu. Irak, İran savaşından sonra petrol gelirlerinden kazandığı parayı hızla silah alımı için harcıyordu. Irak bir taraftan kendi nükleer ve kimyasal silah üretimine hız verirken, bunun yanında Batılı ülkelerden de yeni silahlar almaya devam ediyordu. Irak’ın başındaki Saddam Hüseyin, ülkeyi adeta cephaneliğe döndürmüştü. Fakat Saddam İran ile savaşından 80 milyar dolarlık bir borç yüküyle çıkmıştı. Silah alımlarının ve yeni silah 62 geliştirilmesinin maliyeti ise bu borcun üstüne ayrı bir yük oluşturuyordu ve silah alımlarını engelliyordu. 192 Saddam Hüseyin, Soğuk Savaş’ın bitmesi ile oluşan ortamda hem güçlenmek hem de biriken borçlarını kapatabilmek için yeni arayışlar içine girmişti. Irak, sınır komşusu olan Kuveyt’in kendi toprakları ve tarihten gelen miras olduğunu, İngilizlerin Kuveyt’i yapay bir devlet olarak oluşturduğuna inanıyor ve bu durumu sindiremiyordu. Kuveyt’ten sürekli toprak talep ediyordu. 193 Irak 16 Temmuz 1990’da Arap Birliği Genel Sekreterliği’ne gönderdiği mektupta Kuveyt’i kendi topraklarında petrol kuyuları açmakla ve petrol üretimini arttırdığı için fiyatların düşmesiyle kendisinin maddi kayba uğradığını ifade ediyordu. 17 Temmuz’da Saddam Hüseyin, Kuveyt’in ve BAE’nin fazla üretim yaparak 14 milyar dolar zarara uğradığını söyleyerek krizin başlamasına neden oluyordu. Saddam, Kuveyt’in zararları için 2,4 milyar dolar tazminat istiyor ve Kuveyt sınırına asker yığmaya başlıyordu. Saddam Hüseyin 2 Ağustos’ta Kuveyt’i işgal ederek tüm dünyanın tepkisini çekmişti. Saddam, ABD’nin saldırabileceğine ihtimal vermiyordu ve SSCB’nin ses çıkarmayacağını düşünüyordu. 194 Körfez Savaşı, iki kutuplu dünyanın çöküşünü Irak yönetimi ve Saddam Hüseyin’in yanlış değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. 195 Körfez Krizi sırasında ABD ve SSCB bugüne kadar görülmedik şekilde işbirliğine gitmişler BM’de peş peşe kararlar alarak Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi için çaba sarf etmişlerdir. Türkiye, Saddam’a karşı oluşturulan koalisyon güçlerine tam destek vermiş ve 192 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 410. Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 415–420. 194 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 426–428. 195 Oktay, C. 1993; “Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu’yu Okumak”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 96. 193 63 Çöl Fırtınası Operasyonu sırasında ABD’ye topraklarını açmıştır. 196 Türkiye, Irak tarafından Kuveyt’in işgali üzerine daha ilk günden durumun kabul edilemez olduğunu ve Kuveyt’in toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini defalarca bildirmiştir. Savaş sonrasında ise Kuveyt’in yabancı güçlerden arındırılmasını memnuniyetle karşılayacağını ve ateşkesin kalıcı olmasını belirtmiştir. 197 Türkiye, Körfez Krizi’nde Ortadoğu politikasında uyguladığı aktif tarafsızlık politikasını artık terk etmişti. Türkiye’nin tarafsız kalmasını zorlaştıran sebepleri ikiye ayırabiliriz. Bunlardan birincisi Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumuydu. Irak’ın Kuveyt’i işgali ve sonrasındaki gelişmeler Türkiye’yi merkez bir ülke yapıyordu. Krizde Irak’ın çevrelenmesi gerekiyordu. Ayrıca Irak’a uygulanan ambargonun etkili olabilmesi için bu ülkenin petrol ihracının engellenmesi gerekiyordu. Irak’ın petrol ihracının yüzde doksanı Türkiye ve Suudi Arabistan üzerinden geçen petrol boru hatlarıydı. Bunların kesilmesi demek Irak’ın para musluklarının kapanması anlamına geliyordu. İkinci neden ise Irak’ın Türkiye ile olan ekonomik ve ticari bağlarının yüksek miktarlarda olmasıydı. Eğer Türkiye, Irak ile ticari ilişkilerini kesmezse BM’nin uygulamaya çalıştığı ambargo zorluklarla karşılaşacaktı. 198 Türkiye’nin krizde aktif politika izlemesinin asıl sebebi ise Turgut Özal ve onun dış politika anlayışı idi. Özal tercihini, “Türkiye daha önceki pasif ve çekingen politikalarını terk etmeli ve aktif bir dış politika izlemelidir” olarak ortaya koyuyordu. Tabiî ki Özal’ın 196 Arı, Ortadoğu, s. 579. Bozkurt, E. 2001; “1991 Körfez Savaşı, Ambargo ve Türkiye’nin Politikası”, Der. Bal, İ. 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınları, s. 764. 198 Gözen, R. 2000; Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, istnbul: Liberte Yayınları, ss. 244–245. 197 64 bu politikayı izlemesinde Irak’a karşı büyük bir koalisyonun oluşması ve ekonomik, siyasi ve askeri baskı ve yönlendirmeler de etkili olmuştur. 199 Körfez Krizi’nde Türkiye’nin uyguladığı aktif politikanın hedefleri ise ulusal çıkarları korumak ve geliştirmek, Türkiye’nin Batı dünyasındaki prestijini arttırmak, Türkiye’nin savaşın gidişatında söz sahibi olarak gelişmeleri etkileyebilmektir. Türkiye, bölgedeki siyasi haritanın değişmemesini yani statükonun korunmasını ve ekonomik, ticari ve mali kayıpların yaşanmaması amacıyla koalisyon güçlerinin yanında yer almaktaydı. Çünkü Irak’ın parçalanması demek Türkiye dâhil Irak’a komşu olan ülkelerin istikrarsız bir bölgenin içinde kalması demekti. Ayrıca Türkiye’nin güvenliğinin tehlikeye girmesi de söz konusuydu. 200 Savaşın sonuçları ise Türkiye’nin istediği gibi sonuçlanmamıştır. Türkiye ekonomik olarak krizden çok etkilenen az sayıdaki ülkelerden biridir. Irak’a uygulanan ambargo neticesinde Türkiye yıllık 2,5 milyar dolarlık mali kayba uğramıştır. Ambargonun 13 yıl sürmesi ise bu kaybı daha da artırmıştır. 201 ABD ve müttefikleri Türkiye’nin zararının karşılanacağını belirtmesine rağmen Türkiye’ye çok az bir yardım yapılmıştır. Ayrıca Irak’tan gelen mültecilerin Türkiye’ye yerleşmesi ile Türkiye çok zor durumlarda kalmıştır. 202 Özal’ın “bir koyup üç alma” olarak nitelenen politik söylemi ise krizin sonunda gerçekleşmemiştir. Çünkü krizde Irak’ın toprak bütünlüğüne doğru herhangi bir adım atılmamıştı. Özal’ın düşüncesi ise Musul’un Türk topraklarına katılarak orada bulunan 199 Gözen, Amerikan Kıskacında, ss. 246–248. Gözen Amerikan Kıskacında, ss. 253–256. 201 Arı, Ortadoğu, s. 579. 202 Bozkurt, “1991 Körfez Savaşı”, ss. 766–767. 200 65 petrollerin Türkiye’ye kazandırılmasıydı. Fakat tam tersi olmuş ve Türkiye savaştan sonra yaklaşık 50 milyar dolarlık bir kayıpla çıkmıştı. 203 Körfez Krizi’nin Türkiye açısından diğer bir kötü sonucu ise 33. paralelin güneyi ile 36. paralelin kuzeyinin Irak yönetiminin denetiminden mahrum bırakılması ile Irak’ın kuzeyindeki Kürt grupları kendi yerel otoritelerini oluşturarak Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasına ve Türkiye’nin güvenliğinin tehlikeye girmesidir. Mayıs 1992’de Kürt grupları kendi aralarında bir seçim gerçekleştirerek kendi parlamentolarını, bakanlar kurulunu ve başbakanını atayarak bir devlet hüviyetini alması başta Türkiye olmak üzere İran’ı ve Suriye’yi tedirgin etmiştir. 204 1.2. Körfez Krizi Sonrası Dönem Saddam’ın Kuveyt’ten çekilmesi ve Irak’ın çevrelenerek silah ve petrol başta olmak üzere sınırlandırılması ile sonuçlanan Körfez Krizi sonucunda Irak’tan sonra belki de savaştan en zararlı çıkan ülke Türkiye olmuştu. Özellikle milyarlarca dolarlarla ifade edilen ekonomik kayıp ve Kuzey Irak’ın Saddam’ın kontrolünden çıkarak serbest bölge haline gelmesi Türkiye’yi ekonomik ve güvenlik anlamında zora sokmuştu. Körfez Krizi’nin Ağustos 1990’da başlamasından sonra ABD önderliğindeki Koalisyon kuvvetlerinin başlattığı operasyonla birlikte Kuzey Irak’taki Kürt gruplarda ayaklanmıştı. ABD Başkanı George Bush’un da bu ayaklanmanın olmasında yaptığı çağrı da önemli rol oynamıştır. Irak yönetimi bu ayaklanmaya sert müdahalede bulunmuştur. Irak ordusundan kaçan çoğu Kürt 1,5 milyon insan Türkiye ve İran’a akın etmiştir. Türkiye ve İran, BM’ye başvurarak yardım talep etmişti. BM’nin aldığı 688 sayılı karar ile mültecilere yardımı içeren düzenlemeler yer almıştır. Daha sonra ABD, 10 Nisan 1991’de 203 204 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 441–442. Arı, Ortadoğu, s. 581. 66 Irak’ın 36. paralelin kuzeyindeki bölgede tüm askeri faaliyetlerini yasakladığını açıklamıştır. 205 Kuzey Irak’taki Kürt mültecilerin Türkiye ve İran’a sığınması ile dünyada Kürt sorununa ilişkin ilgi çekmiş ve Türkiye’nin kendi sınırları içindeki Kürt sorununa gösterilen ilgi ve dikkat artmıştır. Ayrıca ABD’nin aldığı karar neticesinde Türkiye’nin güvenliğini de etkileyebilecek olan PKK için de “güvenli bir bölge” oluşmuş oluyordu. 206 1970’lerin sonunda sol bir gerilla örgütü olarak ortaya çıkan PKK, sonraları Kürt milliyetçiliğini temsil eden terörist bir harekete dönüşmüştür. Özellikle Türkiye’de 1984 yılından sonra sıklaşan terörist eylemleri neticesinde yaklaşık 30 bin insan hayatını kaybetmiştir. PKK militanları daha çok Kuzey Irak, Suriye ve İran’da konuşlanmıştı. Bu militanlar çoğunlukla işsiz Kürt gençlerinden seçilerek Türkiye’ye yollanmak üzere bu ülkelerde eğitim görmüşlerdi. 207 Türkiye’nin doksanlı yıllar ve sonrasındaki Ortadoğu politikası güvenlik merkezli bir yapıya bürünmüştür. 1984 yılından itibaren tırmanmaya başlayan, siyasilerin ve askeri bürokrasinin gerekli önemi vermediği, Kürt ayrılıkçılığındaki belirgin artış, bu konuyu Türkiye’de güvenlik konusunda gündemin ilk sırasına yerleştirmişti. Kürt ayrılıkçılığı sorunu özellikle Körfez Krizi sonrasında Kuzey Irak’ta çıkan otorite boşluğu ve bazı sınırdaş ülkelerin ayrılıkçı PKK terör örgütüne destek vermesi ile ulusal güvenlik sorunu haline gelmiştir. Bu sorun neticesinde Türkiye, Ortadoğu’ya yönelmiştir. PKK sorunu, 205 Şükran, O. 2004; “Kuzey Irak: Kürt Sorununda Anahtar Bölge”, İnat, K. vd.(eds), Dünya Çatışma Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları, s. 90. 206 Çarkoğlu, A. Eder, M. Kirişçi, K. 1998; Türkiye’nin Bölgesel Orta ve Uzun Dönem Politika Analizi Türkiye ve Ortadoğu’da Bölgesel İşbirliği, İstanbul: TESEV, s. 186. 207 Ayata, S. Ayata, A. 2000; “Türkiye’de Güvenlik Sorunları”, Der. Norton A.R. Çev. Tokluoğlu, C. Ortadoğu Politikaları ve Güvenlik Yeni Yönelimler, İstanbul: Büke Yayınları, s. 83. 67 özellikle Körfez Savaşı sonrasında etkinliğini artırarak Türkiye’nin güney sınır komşuları ile de ilişkilerini etkilenmeye başlamıştır. PKK sorunu özellikle Türkiye-Suriye ilişkilerini etkilemiştir. Suriye, iki kutuplu sistemde SSCB’nin yanında yer almasından dolayı Türkiye ile ilişkileri sınırlıydı. Suriye’nin Türkiye ile problemleri tarihseldi. Hatay meselesi ve su sorunu Suriye’nin Türkiye ile olan ilişkilerini kötü etkiliyordu. Suriye, PKK’yı destekleyerek bu konularda Türkiye üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyordu. Suriye, 1980’lerde ASALA ve PKK, Körfez Krizi’nden sonra yani 1990’larda ise PKK’yı Türkiye’ye karşı destekliyordu. 1987’de Başbakan Turgut Özal, Suriye’nin PKK’ya desteğini kesmesi için ve ekonomik ilişkileri geliştirmek amacıyla Şam’a ziyarette bulunmuştu. Bu ziyaret sonrasında Türkiye ile Suriye arasında su ve güvenlik konularında iki protokol imzalanmıştı. Türkiye Suriye’ye saniyede 500 m3 su bırakmasına karşılık, Suriye de PKK’yı desteklemeyecekti. Fakat Türkiye kendine düşeni yerine getirmesine rağmen 1988 yılında Suriye’de PKK kampları hala faaliyetteydi. 208 Suriye ile ilişkiler Mayıs-Haziran 1998’de iyice gerilmişti. Her iki ülkede sınırlarına asker yığarak sıcak askeri çatışma noktasına kadar gelmişlerdi. Suriye yönetimi PKK’yı bir dış politika aracı olarak kullanarak Türkiye’den kendi çıkarları adına taleplerde bulunmaktaydı. 209 Türkiye, Suriye’nin PKK desteğini çekmesi amacıyla krizi tırmandırma diplomasisine başvurdu. 16 Eylül 1998’den itibaren önce Kara Kuvvetleri Komutanı, sonra Genelkurmay Başkanı ve daha sonra Cumhurbaşkanı, Suriye’yi sert bir şekilde uyardılar. Eylül’de toplanan MGK’dan PKK’ya desteğini çekmemesi halinde Suriye’ye askeri müdahalede bulunulacağı kararı çıkmıştı. Durumun ciddi olduğunu anlayan Suriye, 20 208 Çufalı, M. 2001; “21. Yüzyılda Türkiye’nin Bölgesel Sorunları ve Öneriler”, Der. Bal, İ. 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 852–853. 209 Çarkoğlu, A. Eder, M. Kirişçi, K. Türkiye’nin Bölgesel Orta ve Uzun Dönem Politika Analiz, s. 187. 68 Ekim 1998’de Adana Mutabakatı’nı imzalayarak PKK lideri Öcalan’a desteğini çekerek topraklarından çıkmasını sağlamıştır. 210 Bu dönemden sonra Suriye ile ilişkiler günümüze kadar olumlu, sıcak ve iyi ilişkiler kurularak devam etmiştir. Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden PKK terör örgütü Kuzey Irak’ta da konuşlanmıştı. PKK, buradaki faaliyetlerinde bölgedeki Kürt grupları ile bazen çatışmalar yaşasa da beraber ayrılıkçı bir hareket oluşturmuşlardı. Bu ayrılıkçı hareket Irak yönetimini de rahatsız etmekteydi. Türkiye’nin PKK’nın faaliyetlerini sona erdirmek için 1983’ten itibaren değişik tarihlerdeki sınır dışı operasyonlarına Irak yönetimi ses çıkarmamış ve hatta benimsemişti. Özellikle Körfez Krizi’nden sonra Kuzey Irak’taki otorite boşluğunda Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarını Irak kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. 211 Türkiye, PKK’ya karşı özellikle yaz aylarında bu örgütün Türkiye’deki hareketlerini engellemek ve Kuzey Irak’taki kamplarını yok etmek amacıyla Irak ile arasındaki 1984 anlaşması gereğince bu bölgeye sıcak takip operasyonları düzenlemiştir. Bunlardan 1997’deki operasyona 15 bin Türk askeri katılırken, 1998 sonunda gerçekleştirilen operasyona yaklaşık 30 bin Türk askeri katılmıştır. PKK’nın elebaşısı Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Ocak 1999’da Türkiye’ye getirilmesine rağmen terör eylemleri devam etmesinden dolayı 1999 yılı boyunca operasyonlar sürmüştür. 212 Amerika Birleşik Devletleri, Körfez Krizi’nden sonra Saddam Hüseyin’in Kuzey Irak’taki Kürtlere uyguladığı politikalar nedeniyle ve özellikle Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleriyle bölgede Saddam’ı kontrol edebilecek bir gücün konuşlandırılmasına yardımcı olmuştu. ABD, BM’den 688 sayılı kararın çıkmasıyla Türkiye’de bulunacak olan 210 Çufalı, “21. Yüzyılda Türkiye’nin Bölgesel Sorunları ve Öneriler”, s. 853. Ayrıca bkz. Erciyes, Ortadoğu Denkleminde s. 125–128. 211 Çufalı, “21. Yüzyılda Türkiye’nin Bölgesel Sorunları ve Öneriler”, s. 854. 212 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 464. 69 daha sonra “Çekiç Güç” olarak adlandırılacak az sayıda acil tepki gücü kurulmasını sağlamıştır. ABD, Türkiye’den çekindiği için bölgedeki Kürtlerle direk temas kurmaktan kaçınırken, daha sonra 1992 Mayıs’ından sonra politika değiştirerek Kürt gruplarla yakın temas içine girmiştir. 213 Kürt grupların kendi aralarında çatışması ise ABD’nin bölge politikalarının uygulanmasını zora sokuyordu. ABD, KDP ve KYP Kürt grupları ile Saddam muhaliflerini 1995’te Dublin’de bir araya getirmişti. Türkiye bu konferansa gözlemci olarak katılmıştı. Konferansta KDP ve KYP ateşkese karar vermişler ve sorunların kesin çözümü için görüşmelere devam etme kararı almışlardı. Tarafların arasında yapılacak bir anlaşmada Türkiye’yi de rahatsız etmeyecek şekilde şu noktaların içermesine karar verildi; 214 - Türkiye sınırından elde edilen gümrük gelirlerinin paylaşımı - Erbil kenti üzerindeki anlaşmazlığın giderilmesi - Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, - Türkiye’nin meşru güvenlik çıkarlarının göz önünde bulundurulması. Fakat Kürt grupları arasındaki çatışmalar ve fikir ayrılıkları ABD’nin Irak’ı işgal etmesine kadar sürmüştür. 215 Türk dış politikası, Ortadoğu’ya yönelik politikasını olanakları çerçevesinde belirlemeye ve komşu ülkelerle yaşadığı sorunları “sıfır toplam” yaklaşımı çerçevesinde çözmeye çalışmamış ve ortak menfaatler çerçevesinde çözüm üretmeye uğraşmıştır. Türk dış politika yapımcıları, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri dikkatle izlemiş ve buna yönelik gerçekçi politikalar çizmişler, bölgede yaşanacak olumsuz gelişmenin Türkiye’yi de 213 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 444–451. Şükran, “Kuzey Irak: Kürt Sorununda Anahtar Bölge”. ss. 92–93. 215 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 464–468. Şükran, “Kuzey Irak: Kürt Sorununda Anahtar Bölge”, ss. 93–94 214 70 yakından etkileyebileceğine inanarak ve politikalarını bu yönde belirlemişlerdir. Bu nedenle bölge ülkeleri ile ilişkilerinde gerçekçi/pragmatist bir yol izlemişlerdir. Türk yetkililer bu gerçekçi/pragmatist politikayı aktif diplomasi ve çok yönlü bir yaklaşım ile ele almışlardır. Türk dış politikası 1990 sonrası değişen çevresi ve algılamaları nedeniyle, aktif ve çok yönlü bir politika izleyerek gerçekleştirmişlerdir. Bu politika kendisini Ortadoğu ile ilgili sorunlarda da göstermiş ve Türkiye son ana kadar diplomatik girişimlere açık kapı bırakmıştır. Ancak gerektiği zamanlarda da güç kullanma tehdidi politikasına yer vermiş ve bu girişimler sonrası tekrar diplomasiyi ön plana çıkartarak ulusal çıkarların korunmasını sağlamıştır. 1.3. Barış Görüşmeleri ve Oslo Süreci Soğuk savaşın sona ermesi ile Araplar ile İsrail arasındaki çatışmalar azalmakta idi. Mısır, İsrail, Lübnan, Filistin, Suriye ve Ürdün arasında ABD ve Rusya Federasyonu tarafından düzenlenen 30 Ekim–1 Kasım1991 tarihleri arasında gerçekleşen Madrid Konferansı’nda Arap ülkeleri İsrail arasında bir diyalog kurulmuştu. 216 Madrid Konferansı’nda ilk defa Filistinliler kendi topraklarını ilgilendiren meselelerde İsrail tarafı ile müzakere yapıyorlardı. 217 Filistin’i temsil eden FKÖ ile İsrail arasındaki görüşmeler daha sonra Norveç Dışişleri Bakanı’nın arabuluculuk yapmasıyla devam etmiştir. Oslo’da 1992 yılında başlayan bu görüşmeler neticesinde 13 Eylül 1993 tarihinde Beyaz Saray’da yapılan anlaşma ile sona eriyordu. Oslo Anlaşmaları, 9–10 Eylül’deki mektup teatisi şeklinde gerçekleşen Karşılıklı Tanıma Anlaşması’ndan ve 13 Eylül’de imzalanan Gazze ve 216 Yıldız, Y.G. 2000; Global Stratejide Ortadoğu, İstanbul: Der Yayınevi, s. 100. Aykan, M.B. 2000; Soğuk Savaş Sonrası Dönemi Ortadoğu’ sunda Türkiye’ nin İsrail’ e Karşı Politikası: 1991- 1998, İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Yayınları, s. 5. 217 71 Eriha’ya özerklik ve çekilme konularına ilişkin çerçeve anlaşması niteliğindeki İlkeler Anlaşması’ndan oluşmaktaydı. 218 Bu anlaşma ile taraflar birbirlerini tanımış oluyordu. FKÖ, İsrail’in var olma hakkını tanırken, İsrail de FKÖ’yü Filistin halkının temsilcisi olduğunu kabul ediyordu. Ayrıca Filistin’e ilk etapta sınırlı bir bölgede özerklikte verilmekteydi. 219 Oslo Anlaşmaları’nda Filistinliler İsrail’i “işgalci devlet olarak nitelendirmemişti. Filistin açısından ise daha önce kullanılan “yerleşimci” ibaresi artık anlaşmada “halk” olarak bahsetmekte idi. Anlaşmada yapılacak bütün görüşmelerin temelini ise İsrail’in 1967’da işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini ilan eden BM’nin 242 sayılı kararı olmuştur. Bu da Filistinliler için önemli bir gelişmeydi. Ayrıca İsrail, Kudüs’ün statüsü konusunu tartışmama ısrarı kırılıyor ve mülteciler konusunu görüşmelerdeki konulardan olmasını kabul ediyordu. 220 FKÖ ile İsrail arasındaki olumlu gelişmelerden cesaret alan Türkiye, ilk olarak İsrail ile ilişkilerde maslahatgüzar olan diplomatik temsilcisini Filistin ile eş zamanlı olarak büyükelçilik seviyesine çıkarmıştır. 221 Haziran 1992 tarihinde Turizm bakanı Abdülkadir Ateş, İsrail’i ziyaret etmiş ve bir turizm anlaşması imzalamıştı. Bu ziyaretin önemi ise 27 yıldan beri ilk defa bir bakan İsrail’e gitmiş olmasıydı. 222 Bu dönemde Türkiye, Filistin ile İsrail arasındaki dengeyi korumaya dikkat etmeye çalışmıştır. FKÖ’nün İsrail’i tanıması ile Türkiye, Araplar ile İsrail arasındaki dengeli bir yaklaşımda bulunma zorunluluğunu 218 Arı, Ortadoğu, ss. 671- 672. Arı, Ortadoğu, ss. 661- 662. Ayrıca bkz Balcı, A. 2004, “Filistin: Savaş ve Barış Arasında”, İnat, K.vd. (eds) Dünya Çatışma Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları, s. 47- 48. 220 Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 6. 221 Dursunoğlu, Stratejik İttifak. 222 Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 7. 219 72 azaltmıştır. Yıllardır büyük bir tedbir içinde sürdürülen ikili ilişkiler sonunda geniş ve etkili bir askeri, ekonomik ve politik işbirliğine dönebilme fırsatı bulmuştur. 223 Bu dönemde İsrail’in 400 Filistinliyi sınır dışı etmesi ve Temmuz 1993’te Güney Lübnan’ı bombalayarak sivillerin ölümüne neden olması Türk-İsrail ilişkilerini gerginleştirmiştir. Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, İsrail gezisini bu olaylar üzerine ertelemişti. Daha sonra Kasım 1993’te Hikmet Çetin İsrail’i ziyaret etmiş ve “Karşılıklı Anlayış ve İşbirliğinin Prensipleri Belgesi imzalanmıştı. 224 25 Ocak 1994 tarihinde İsrail Cumhurbaşkanı, Ezer Weizmann, Türkiye’yi ziyaret eden ilk İsrail Cumhurbaşkanı idi. Bu ziyarette İsrail, Türkiye’nin F–4 ve F–5 uçaklarının elektronik aksamının modernizasyonunu gerçekleştirmeyi kabul etmişti. Ayrıca İsrail, PKK konusunda Türkiye’ye Suriye ve Lübnan’daki faaliyetleri konusunda bilgi yardımında bulunacağı kararlaştırılmıştı. 225 Ortadoğu Barış Süreci, Şubat 1994 tarihinde büyük bir yara almıştı. Batı Şeria’ nın El Halil kentindeki Hz. İbrahim Camii’nde sabah namazı kılan Filistinlilere ateş açılması sonucu 63 kişi ölmüş 270 kişi de yaralanmıştı. Bunun üzerine Yaser Arafat “Ortadoğu barış sürecini geriye döndürebileceğini” ifade ediyordu. Ayrıca Washington’da barış görüşmelerini sürdüren Suriye, Ürdün ve Lübnan temsilcilerinin görüşmelerden çekilmesi ile barış görüşmeleri resmen askıya alınmıştı. 226 Arap-İsrail çatışmaları devam ederken HAMAS’ ın gerçekleştirmiş olduğu intihar saldırıları barış sürecini iyice baltalamakta idi. Türkiye, HAMAS’ ın saldırılarını kınıyor, İsrail’e de barış görüşmelerini sabote etmek 223 Kramer, H. 2001; Avrupa ve Amerika Karşısında Değişen Türkiye, İstanbul: Timaş Yayınları, s. 195. Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 7- 8. 225 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 51. 226 Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 10. 224 73 istenen oyunlara gelmemesini telkin ediyordu.227 Daha sonra taraflar Kahire’de tekrar bir araya gelerek 4 Mayıs 1994’te Gazze-Eriha Anlaşmasını imzaladılar. Anlaşma ile sorunlar kısmen çözüme kavuşmuş ve sürecin yeniden devam etmesi sağlanmaya çalışılmıştır. 228 FKÖ ile İsrail arasındaki yakınlaşma bütün olumsuzluklara rağmen devam etmekteydi. Arafat ve İzak Rabin 28 Eylül 1995 tarihinde Batı Şeria’da imzaladıkları Filistin Özerkliğini Genişletme Anlaşması ( Geçici Anlaşma 229 ) ile İsrail, genel güvenliği elden bırakmamıştır. Bu anlaşmaya Filistinli bazı gruplar 230 , Filistin’in tek bağımsız bir devlet kurulmasından vazgeçildiği gerekçesiyle karşı çıkmışlardır 231 . Türkiye, Filistinliler ile İsrail arasındaki bu olumsuz havaya rağmen her iki tarafla da arasını sıcak ve iyi tutmaya çalışıyordu. Şubat 1996’da Genelkurmay 2.Başkanı Çevik Bir, İsrail ile Türk parlamentosunun ve kamuoyunun bilgisi dâhilinde olmayan bir anlaşma imzalamıştı. 232 Bu anlaşma ile Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerinin her gelen hükümete göre değiştirilemeyeceğinin kararlılığını göstermekte idi. Anlaşmada basında yer alan haberlere göre Türk hava sahasını İsrail uçakları için açtığı yer alıyordu. Fakat Türk yetkililer bunu reddetmişlerdi. 233 Türkiye’nin İsrail ile stratejik ilişkileri özellikle Mart 1996 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in İsrail’i ziyareti yeni bir boyut kazanmıştı. Ziyarette imzalanan “askeri işbirliği” anlaşması ile ilişkiler daha da gelişmiştir. Anlaşmanın içeriği konusunda daha sonra Türk makamları yaptıkları açıklamalarda anlaşmanın istihbarat 227 Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 11. Arı, Ortadoğu, s. 680. 229 Daha fazla bilgi için bkz Arı, Ortadoğu, s. 681–682. 230 Filistinli gruplar hakkında bilgi için bkz Akın, K. 2002; Filistin Dramı ve Yaser Arafat, İstanbul: Birey Yayıncılık, ss. 119–123. Ayrıca Turan, S. 2002; Kudüs: Tarihin Kalbi, İstanbul: Pınar Yayınları, ss. 141– 150. 231 Yıldız, Global Stratejide Ortadoğu, s. 117. 232 Altunışık, M.B. 2002; “Türkiye’nin İsrail Politikası”, Der. Makovsky, A. Sayarı, S. Türkiye’ nin Yeni Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 93. 233 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 55- 56. Ayrıca bkz Altunışık, “Türkiye’ nin İsrail Politikası”, s. 89. 228 74 işbirliğini öngördüğünü, İsrail Silahlı Kuvvetlerinin İran, Irak ve Suriye sınırında Türk askerlerine eğitim vereceği dile getirilmiştir. 234 Resmi makamlar bu askeri anlaşmanın herhangi bir devlete karşı yöneltilmiş olmadığına ilişkin açıklamalar yapılmış ve Türkiye’nin bu tür anlaşmaları daha önce 17’si İKÖ üyesi toplam 29 ülke ile yaptığı vurgulanmıştır. Fakat Arap dünyası başta olmak üzere Yunanistan, Ermenistan gibi komşu ülkeler anlaşmaya tepki göstermiştir. 235 Bu anlaşmaya tepki gösteren ülkelerin nedenleri ise iki ülkenin Ortadoğu ve komşu ülkelere karşı bu anlaşmayı imzalayarak işbirliğine gittiği ve bu durumun bölgenin barış ortamını tehdit eden bir unsur haline gelmesiydi. Bu anlaşma ile Türkiye ve İsrail özellikle Suriye, İran ve Irak’a karşı önemli bir üstünlük elde etmişler ve bölge ülkeleri arasında uluslararası ortamda bir tehdit oluşturmuş olduğu dile getirilmiştir. Süleyman Demirel’in İsrail gezisi Ortadoğu barış süreci için de önem arz ediyordu. Barış sürecindeki görüşmelerin tehlikeye girdiği bu dönemde, Demirel’in her iki taraf arasında arabuluculuk görevi üstleneceği bildirilmekteydi. Demirel, İsrail tarafına barış görüşmelerinin tekrar başlaması yönünde telkinde bulunurken, Filistin’den de HAMAS’ ı kontrol etmesi yolundaki İsrail mesajını Filistinli yetkililere iletecekti. Ayrıca Demirel’in İsrail ziyareti ilk Cumhurbaşkanı olarak diplomatik açıdan önemliydi. Türkiye ile İsrail arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının imzalanması ise ilişkilerin zirve noktasını temsil etmekteydi. 236 1.4. Refahyol Hükümeti ve İsrail ile İlişkiler Türkiye’de Haziran 1996 tarihinde yeni bir hükümet başa gelmişti. Fakat başa gelen bu hükümetin siyasi vizyonu ile İsrail ile olan ilişkilerin sekteye uğrayacağı hâkimdi. 234 Arı, Ortadoğu, ss. 631- 632. Yılmaz, T. 2001; Türkiye-İsrail Yakınlaşması, Ankara: İmaj Yayınevi, s. 67. 236 Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 57. 235 75 Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin oluşturduğu Refahyol hükümeti beklentilerin aksine hareket etmişlerdi. Refahyol hükümetinden önceki hükümetler, İsrail ile F–4 uçaklarının modernizasyonunu amaçlayan anlaşmayı gerçekleştiremezken bu anlaşmayı Refahyol hükümeti imzalamıştır. 237 Fakat bu anlaşmalar daha çok askeri kanatlar arasında yapılmaktaydı. İkili ilişkilerde hükümetler nazında ise soğuk hava hâkimdi. Her iki hükümet yetkililerinin verdikleri demeçlerde görülmekteydi. 238 Bu dönemde ilişkiler daha çok askeri anlaşmalar, ziyaretler şeklinde geçmiş, Türk hükümeti de bu doğrultuda zoraki ilişkiler içine girmiştir. Şubat 1997 tarihinde askeri alanda en üst düzey görüşmeler için Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı, İsrail’i ziyaret ediyordu. Bu ziyaret askeri alandaki ilk üst düzey görüşme idi. Bu görüşmenin arkasından daha sonra taraflar karşılıklı olarak ziyaretlerde bulunmuşlardır. Bu görüşmeler neticesinde birçok askeri işbirliği anlaşmaları gerçekleştirilmiştir. Ayrıca İsrail savaş uçakları, Türk hava sahasını kullanabilecekti. Türkiye ile İsrail hava kuvvetleri arasında 1999 Mayıs’ında Türk hava sahası içinde bir tatbikat düzenlenmişti. Daha sonra ABD’nin de katıldığı 2001 Haziran’ındaki “Anadolu Kartalı” tatbikatı düzenlenmiştir. 1997 Aralığında 48 tane Türk F–5 uçağı bakım ve onarım için İsrail’e gönderilmişti. Ayrıca iki ülke arasında ortak füze projesi üzerinde çalışmalar yapılması konusunda anlaşmaya varılmıştı. 239 Refahyol hükümeti döneminde Türk-İsrail ilişkileri daha çok askeri boyutta kalmıştı. Anasol-D hükümeti ile bu ilişkiler ekonomik alana kayıyordu. 23 Temmuz 1997 tarihinde Türk-İsrail Ticaret Anlaşması yürürlüğe girmiştir. Daha sonra Ağustos’un 237 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 75. Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 104–106. 239 Arı, Ortadoğu, ss. 634- 635. 238 76 13’ünde Türkiye’nin İsrail’le gümrüklerini sıfırladığı haberleri basında yer alıyordu. 240 Türkiye ile İsrail arasında ilk deniz tatbikatı 5 Ocak 1998 tarihinde gerçekleşmişti. 241 Daha önce Refahyol hükümeti zamanında bu tatbikat iptal edildi ve daha sonra ertelenmişti. 1998 yılındaki bir diğer gelişmede Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, İsrail’in satmaya çalıştığı Merkava III tanklarını incelemek için İsrail’e 3 günlük bir ziyaret gerçekleştirmişti 242 Öte yandan İsrail’deki Mayıs 1999 seçimlerini kazanan Ehud Barak’ın başbakanlığı döneminde barış süreci yeniden ivme kazanmıştı. Barış süreci, Suriye ile imzalanacak bir barış anlaşmasının İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini nasıl etkileyeceği sorularının gündeme gelmesine neden olmuştur. Temmuz 1999’da Başbakan Barak’ın bu türden bir soruya verdiği yanıt İsrail’in de Türkiye ile yakınlaşmasını Arap ülkeleriyle ilişkilerinden bağımsız bir perspektiften algıladığını ortaya koymaktadır: “Bizim Türkiye ile olan dostluğumuz, bölge ülkelerine yapacağımız açılımlardan hiç bir şekilde etkilenmeyecektir; aynı şekilde Türkiye ile dostluğumuz bu ülkelerle ilişkilerimizi de etkilememelidir.” Cumhurbaşkanı Demirel Temmuz 1999’da yaptığı İsrail gezisi sırasında aynı soruya benzeri bir cevap vermiştir: “Biz bölgeye barışın gelmesinden yalnızca memnunluk duyarız. Bu, Türkiye-İsrail ilişkilerini olsa olsa güçlendirir. Suriye bizim düşmanımız değil komşumuzdur. İsrail bu ülkeyle sorununu çözerse, mutlu oluruz. Türk-İsrail ilişkileri üçüncü bir tarafa karşı değil, bölgenin barış ve istikrarına katkıda bulunan bir amaç taşır”. 243 İsrail’in Mayıs 2000’de Güney Lübnan’dan tek taraflı olarak çekilmesiyle birlikte bölgeye barış geleceğine ilişkin ümitler artmıştı. 11–24 Temmuz 2000 tarihinde İsrail ile 240 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, ss. 125- 127. Altunışık, “Türkiye’ nin İsrail Politikası”, s. 90. 242 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 134- 135. 243 http://www.tesev.org.tr/etkinlik/Turkiye-israil_iliskileri.pdf (21–05–2007) 241 77 Filistin Camp David’de tekrar araya gelerek Oslo sürecinin öngördüğü statü konularında bir anlaşmaya çalışmışlardı. Fakat Arafat’ın Kudüs konusunda ve Barak’ın da tazminatlar konusundaki uzlaşmaz tavrı görüşmelerin olumsuz sonuçlanmasına neden olmuştu. 244 2. 11 Eylül ve ABD’nin Yeni Ortadoğu Politikası Soğuk Savaş’ın bitmesi ile uluslararası politikadaki aktörler bu yeni düzeni anlamaya, stratejiler üretmeye ve şekillendirmeye çalışıyorlardı. İki kutuplu yapı yerini yenidünya düzenine bırakıyordu. Ama düzenin nasıl olacağı tam manasıyla belli değildi. Soğuk Savaş’tan galip çıkan Batı, yani ABD bu düzeni şekillendirmeyi amaçlıyordu. Tabiî ki bu şekil verme ABD ve onun yanında yer alan ülkelerin çıkarlarına göre olmaktaydı. ABD’nin uluslararası politikada bu kadar söz sahibi olmasında; SSCB’nin yıkılması ile dünyadaki süper güç olması, askeri alanda ve küresel ekonomide en büyük, en geniş ve en gelişmiş ekonomiye sahip olması ve küreselleşmeyi desteklemesi, kendi popüler kültürünü ve bilgi ekonomisini yayma ve derinleştirme yeteneğine sahip olmasında etkilidir. 245 ABD’nin yenidünya düzenini şekillendirmeye çalışması beraberinde eleştirileri de getirmiştir. Özellikle SSCB’den sonra onun mirasını devralan Rusya Federasyonu’nun Başkanı Vladimir Putin, ABD’nin uluşlararası politikada tek olmadığını, başka aktörlerin olduğunu ve yeni düzeni bu aktörlerle birlikte şekillendirmesini, yön vermesi gerektiği belirtiyordu. ABD’de 2000 yılında yönetim değişikliği olmuş ve Demokrat 246 Clinton yerine Cumhuriyetçi George W. Bush başa geçmişti. Cumhuriyetçi Bush, Clinton’a göre dış politikada daha aktif ve çatışmacı bir yol izliyordu. Bush’un politikasında yeni 244 Arı, Ortadoğu, ss. 725–730. Keyman, F. 2006; “Türkiye, Dış Politika ve Ortadoğu’nun Yeniden Yapılanması”, Avrasya Dosyası, Ankara: Asam Yayınları, Cilt 12, Sayı 2, s. 8. 246 Arı, T. 1997; Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 23. 245 78 muhafazakârlar (neo conservatis, neo con) daha etkili oldukları için Ortadoğu’da İsrail’in politikaları ile iç içe bir görüntü çizmekteydiler. İsrail çıkarlarını gözeten bir politika izliyorlardı. 247 Tabiî ki bu durum özellikle Ortadoğu’da hiç hoş karşılanmamaktaydı. ABD’ni uluslararası politikada kendisine karşı rakip çıkmadığı bir dönemde ABD ile tüm dünyayı şok eden, travmaya sokan bir olay meydana geldi. 11 Eylül saldırıları doğrudan ABD’nin kalbine yapılmış bir saldırıdır. ABD halkını sarsan neden ise böyle bir saldırının ABD’nin kendi toprakları üzerinde olacağını tahayyül edememeleri olmuştur. 248 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York şehrindeki Dünya Ticaret Merkezi’nin bulunduğu ikiz kuleler ile ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a yolcu uçakları ile düzenlenen intihar saldırısı düzenlenmişti. Simgesel olarak ABD’nin liberal ve kapitalist ekonomisi ile emperyalist gücünün ve askeri olarak dünyayı yönettiği karargâhı hedef alınmıştı. 249 ABD Başkanı Bush’un ilk açıklaması ise “Bu sınavı geçeriz” olmuştu. 250 ABD Başkanı Bush, daha sonra 26 Eylül’de Kongre’de tüm ülkelere şu mesajı vermekteydi; “ya bizimle berabersiniz ya da bizim karşımızda teröristlerle”. Bush tüm dünya devletlerine ya ABD’nin yanında yer alın ya da terörist olarak anılırsınız diyordu. Yeni Amerikan politikasında Soğuk Savaş yıllarındaki “Sovyet tehdidi” söyleminin yerini şimdi “terör tehdidi” söylemi alıyordu. 251 11 Eylül olayının ardında daha önceden ABD büyükelçiliklerini bombalamaları yardım ettiği veya finansal kaynak sağladığı düşünülen Usame Bin Ladin olduğu ifade ediliyordu. ABD, 11 Eylül’ün ardından Ladin’i barındırdığı ve sakladığı düşünülen 247 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 497–498. Çalış, Ş.H. http://arsiv.zaman.com.tr/2003/09/12/yorumlar/default.htm (29–04–2007) 249 Gerger, H. 2006; ABD Ortadoğu Türkiye, İstanbul: Ceylan Yayınları, s. 481. 250 http://arsiv.zaman.com.tr/2001/09/12/dishaberler/dishaberlerdevam.htm#1 (29–04–2007) 251 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 495. 248 79 Afganistan’ı iki ay boyunca bombalamıştı. Fakat elde Ladin yoktu, sadece Afganistan yönetimi değişmişti. 252 ABD, Afganistan ile yetinmeyerek ABD’nin çıkarlarına ters hareket eden ülkelerle tek tek hesaplaşmanın stratejilerini geliştiriyordu. Bu amaçlara yönelik olarak başta ABD Başkanı ve diğer üst düzey yetkililer sert açıklamalarda bulunuyorlardı. Başkan Bush, Ocak 2002’deki Kongre’deki konuşmasında kitle imha silahlarına sahip ülkeleri şer ekseni olarak nitelendiriyordu. Bunların İran, Irak, Suriye ve Kuzey Kore olduklarını belirterek Amerikan yönetiminin terör örgütlerinden ziyade bunlarla bağlantılı olan hükümetleri hedef alacağını ilan ediyordu. 253 ABD Başkanı Bush, 2002 Haziran’ında West Point’te Amerikan Askeri akademisinde yaptığı açıklamada önleyici savaş ve önceden savaş kavramları doğrultusunda artık çok taraflı işbirliği yerine tek taraflı ve Amerikan çıkarlarını ve güvenliğini savunmaya dönük bir strateji izleyeceğini ifade etmekteydi. Bu stratejinin özü ise bu konuda kullanılacak araçların belirlenmesinin ABD inisiyatifinde olmasıydı. 254 ABD yönetimi, 11 Eylül’den bir yıl sonra ABD’nin yeni güvenlik stratejilerini 17 Eylül 2002 tarihinde tüm dünyaya ilan etmekteydi. Güvenlik stratejisinin en göze batan cümlesi ise “ABD, haydut devletleri ve onların terörist dostlarını, bizi ve müttefiklerimizi kitle imha silahlarıyla tehdit eder hale gelmeden önce durdurmaya hazır olmalıdır”. ABD, bununla artık savaşın ABD topraklarının dışında dünyanın diğer bölgelerinde olabileceğini ima etmekteydi. Yeni Güvenlik Stratejisi 9 bölümden oluşmaktaydı. Kısaca birinci bölümde, ABD’nin Uluslararası stratejisi gözden geçirilmekte ABD’nin dünyada bir eşinin ve örneğinin olmadığı belirtilmektedir. İkinci bölümde insan onuru ve hakları üzerinde 252 Gerger, ABD Ortadoğu Türkiye, ss. 484–485. Arı, Irak, İran ve ABD, s. 499. 254 Arı, Irak, İran ve ABD, s 496. Ayrıca http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2004/07/040713_marcusdoctrine.shtml (20–05–2007) 253 80 durulmakta, özgürlüğü ve adaleti savunma gereği vurgulanmaktadır. Üçüncü bölümde ABD’ye ve onun dostlarına karşı saldırıları önlemeye çalışmak ve küresel terörizmi yenmek için uluslararası dayanışmanın güçlendirilmesi üzerinde durulmaktadır. Teröristlerin izole edilmesi için bölgesel müttefikler ile gayretlerin birleştirilmesi askeri, mali ve politik destek sağlanması öngörülmektedir. Dördüncü bölümde, bölgesel sorunların üstesinden gelinebilmesi için işbirliğinin gerektiği ve müttefikler arasında dayanışmanın gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Büyük güçler arasındaki rekabet bölgesel sorunlar ile birleşince insan haklarına saygıyı azaltacaktır. Beşinci bölümde, kitle imha silahları üzerinden gelen tehdidin önlenmesi üzerinde durulmaktadır. Radikalizm ve teknoloji bileşimi en ciddi sorunlar arasında gösterilmektedir.. Asi olarak tanımlanan devletlerin terörizme destek verdikleri ulusal kaynakları şahsi menfaatlerinde kullandıkları hassas askeri teknolojileri ve kitle imha silahları edinmeye çalıştıkları belirtilmekte bundan dolayı bu devletlerin büyük bir tehdit kaynağı olduğunun altı çizilmektedir. Altıncı bölümde, serbest pazar ve ticaret üzerinde küresel ekonominin canlandırılması öngörülmektedir. Bu bölümde gelir artışının sağlanmasının olumlu etkilerine dikkat çekilmekte ABD’nin ekonomik büyümeyi ve hürriyetleri destekleyeceği ifade edilmektedir. Belgenin yedinci bölümünde, demokrasinin yeniden yapılandırılması ve gelişmenin yaygınlaştırılması üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda terörle savaşa devam edileceği ve bütün insanlar için daha iyi bir dünyanın oluşturulacağı ifade edilmektedir. Sekizinci bölümde, küresel güç merkezleri ile işbirliğinin gerektirecek gündemler oluşturulması gerektiğinin altı çizilmektedir. Belgenin son bölümünü ise ABD’nin ulusal güvenlik yapısının değişen zamana ve 21. yüzyılın gereklerine göre fırsatları karşılayacak şekilde yeniden yapılandırılması oluşturmaktadır. 255 255 Çevik, Ortadoğu, ss. 215–2167. 81 2.1. Irak’ın İşgali ve Türkiye-ABD İlişkileri Amerikan yönetimi Afganistan’dan sonraki hedefini bulmuştu: Irak. Başkan Bush’un ABD’nin yeni güvenlik stratejisini açıkladıktan sonra Saddam Hüseyin’in ülkesinde kitle imha silahları, nükleer silahlar üretimi ve Usame Bin Ladin’in lideri olduğu El Kaide ile ilişkileri olduğu ABD’li birçok yetkili tarafından söylenmekteydi. ABD’nin elinde kesin ve net bir delil olmamakla birlikte tezleri genelde istihbarat bilgileri ve yüzeysel ifadelerdi. Fakat ABD 8 Kasım 2002’de BM’de 1441 sayılı kararı çıkarttırmıştı. Kararda Irak’ın koşulsuz işbirliğine çağırırken, bu işbirliğini bir takvime bağlamaktaydı. 30 gün içinde Irak, elindeki kitle imha silahlarının bir dökümünü 7 Aralık’a kadar sunmuş olacaktı. Irak’ın sunduğu rapor ABD yönetimini tatmin etmemişti. ABD ısrarla askeri müdahale yapılması gerektiğini vurguluyordu. Irak’a iki defa BM tarafından denetçi gönderilmişti. Bunların raporlarında Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olup olmadığına dair kesin bilgilerinin olmadığını, Irak’ın işbirliği konusunda yeterli çabayı göstermediğini ve halen cevaplanması gereken soruların olduğu ifade ediliyordu. BM’ in Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin yanında İngiltere ve Bulgaristan yer alırken, güç kullanılmasını kesinlikle istemeyenler Fransa, Almanya, Rusya, Çin, Suriye idi. Pakistan, Angola, Şili, Kamerun ve Gine tarafsız kalırken Meksika ve Kanada her fırsatta güç kullanılmasına karşı çıkmışlardı. 256 ABD, BM Güvenlik Konseyi’ne Irak için çok ağır şartlar içeren ültimatom vermesi için bir tasarı sunmuştu. Fakat tasarı Fransa’nın vetosuyla karşılaşacağının anlaşılması üzerine 16 Mart’ta ABD, İngiltere, İspanya ve Portekiz’in Başbakan’ları ile Azor Adası’nda toplandılar. Toplantıda BM sürecinin durdurulması ve tek taraflı olarak hareket etme kararı alındı. Başkan Bush, Saddam’ın Irak’ı 48 saat içinde terk etmesi gerektiğini 256 Arı Irak, İran ve ABD 501–504 82 belirten, ültimatom niteliğinde bir konuşma yaptı. Daha sonra 20 Mart 2003 tarihinde Amerikan ve İngiliz gemileri ve uçakları Irak’ı bombalamaya başladı. 257 ABD’nin Irak’a müdahalesinden önce Türkiye’de büyük bir tartışma ortamı oluşmuştu. Acaba Türkiye, ABD’ye Irak’ta yardım edecek miydi? Türkiye, II. Körfez Krizi’nde ABD’ye açık destek vermişti, Irak’a ambargo uygulanmasına hem petrolde hem de ticari mallarda tamamen uymuştu. Tabiî ki savaş sonrasında Türkiye büyük bir maddi kayba uğramıştı. ABD Irak Savaşı’nda Türkiye’den ikinci cepheyi açması istemişti. Türkiye’de tartışmalar işte bu zamanda başlamıştı. Türkiye hükümeti, bu konuda ABD’ye güvence verirken TBMM’den nasıl bir karar çıkacağı belli değildi. Türkiye’de Irak Savaşı için tartışmalar yaşanırken NATO’da şok bir gelişme yaşanmıştı. Olası bir Irak harekâtında Türkiye’nin NATO üyesi olmasından dolayı NATO’nun 4. maddesi gereği Türkiye’ye yardımı öngören tasarı Fransa, Almanya ve Belçika’nın vetosuyla 10 Şubat 2003’te yaşanmıştı. İlk defa NATO’da ciddi bir kriz yaşanıyordu. Bu tablo karşısında herkes NATO parçalanıyor mu?” sorusunu soruyordu. Fakat kriz 16 Şubat’ta Türkiye’ye yardımı öngören kararla sona eriyordu. 258 Türkiye, ABD’ye yardımın birinci ayağı olan ilk tezkereyi meclisten 6 Şubat 2003’te geçirmişti. İlk tezkerede Türkiye’nin Mersin ve İskenderun limanı ile İncirlik, Diyarbakır, Çorlu, Afyon, Batman ve Sabiha Gökçen hava alanları modernize edilecek ve 5 bin ABD personeli ve teçhizatı gelecekti. Çalışmalar başlamış ve ABD personeli Türkiye’ye gelmeye başlamıştı. Fakat bu arada Türkiye’de 2. tezkere tartışmaları ABD karşıtlığı yönünde artmaya başlamıştı. 1 Mart 2003 tarihinde Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri kötü etkileyebilecek ve Irak’a ikinci cephenin açılmasını engelleyecek bir sonuç 257 258 Pehlivanoğlu, Ö. 2004; Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul: Kastaş Yayınevi, ss. 350–351. Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 504–505. Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 346. 83 TBMM’de alınmıştı. 2. tezkere Meclis’ten geçmemişti. 259 Tezkerenin TBMM’den geçmemesi sonucu yaşanan kriz ikinci dünya savaşından sonra Türkiye-ABD ilişkileri arasındaki en ciddi kriz olarak not edilmiştir. Hükümet daha sonra ilişkilerin koparılmaması için Türkiye’nin hava sahası ABD savaş uçaklarına açılmıştır. Ayrıca Dışişleri Bakanı Gül, Washington’a giderek, müttefiklik ilişkilerini yeniden tazelemek için Türkiye’nin üzerine düşeni yapacağını beyan etmiştir. Bunun üzerine ABD Kongresi Türkiye’ye verilmesi düşünülen 8,5 milyar dolarlık krediyi onaylamıştır. 260 Tarihler 20 Mart 2003’ü gösterirken Irak, ABD ve İngiliz savaş uçakları ve gemileri tarafından bombalanmaya başlanmıştı. Türkiye aynı gün ayrı bir tezkereyi Meclis’ten geçiriyordu. Bu tezkerede ise ABD uçaklarının Türk hava sahasını kullanabileceği ve Türk askerinin ülke dışına çıkabileceğini içeriyordu. Tezkere görüşmeleri devam ederken ABD ile Türkiye arasında pazarlıklar yapılıyordu. Türkiye olmazsa olmazlarını şu şekilde belirtiyordu: Türk ordusu Irak operasyonuyla ilgili oluşturulacak uluslararası koalisyonun dışında kendi başına Kuzey Irak’a girecek ve Türkiye böylece doğrudan Irak’a yönelik harekâtın içinde yer almamış olacaktı. Türkiye bunu Kuzey Irak içinde oluşacak göç hareketine karşı bölge içinde önlem almak ve sınır güvenliğini korumak için yapacaktı. Ayrıca Türkiye Kuzey Irak’a girecek Türk birliklerinin tamamen bağımsız hareket etmesini istiyordu. ABD’nin Türkiye’deki üslerden yararlanabilmesi de bu şartın ABD tarafından kabul edilmesine bağlı olacak; bu çerçevede Kuzeye Irak’a girecek olan Türk birliklerinin komutası ABD’de olmayacak, bunun için bir Türk General atanacaktı. Ayrıca Katar’daki harekât merkezinde de Tomy Franks ile birlikte bir Türk Generali bulunacaktı. Türkiye, Kuzey Irak’taki ABD askerlerinin asıl görevinin, Kuzey Irak’taki Türk birlikleri ile 36. paralelin altında bulunan ABD güçleri ile 259 260 Arı, Ortadoğu, ss. 621–623. Akgün, B. 2006; 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Konya: Tablet Kitabevi, s. 113. 84 irtibatı sağlamaya yönelik olmasını istiyordu. Bunların yanında Türkiye’de de ortak hareket merkezi oluşturulmasını isteyen Türkiye, burada da bir Türk bir de ABD’li general düzeyinde iki irtibat subayının bulunmasını istiyordu. Bunların dışında Türkiye, Celal Talabani ve Mesut Barzani’ye bağlı peşmergelere verilmesi düşünülen silahların kendi denetiminde verilmesi ve savaştan sonra aynı şekilde toplanmasına talep etmekteydi. Türkiye’nin bu konudaki kaygısı silahların PKK’nın eline geçmesiydi. ABD yönetimi ile tam bir uzlaşma sağlanamamıştır. 261 Türkiye ile ABD arasındaki gerilimler savaş boyunca sürmüştü. Çünkü Türkiye Irak’ın kuzeyine asker sevk etmeyi düşünüyordu. Ama ABD yönetimi buna şiddetle karşı çıkmıştır. Yaşanan bir diğer gerilim de ise Bağdat’ın düşmesinden sonra Kuzey Irak’ta peşmergelerin Kerkük’te Türkmenlere karşı saldırı düzenlemesiydi. Türkiye, ABD’den eğer bu saldırıların önlenmemesi halinde bölgeye girerek saldırılara karşı müdahale edebileceğini belirtmiştir. ABD yönetimi bölgeden permergelerin çekileceğini ve bölgenin denetim altına alınacağını açıklayarak Türkiye’nin baskısı karşısında harekete geçmek zorunda kalmıştır. 262 Ayrıca Süleymaniye baskını ile ikili ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. Bu olayda Türk Silahlı Kuvvetleri Özel Harekât Timinin ABD askerleri ve peşmergeler tarafından üzücü ve utandırıcı bir şekilde gözaltına alınmıştır. Bu olay karşısında Türkiye’de ABD karşıtı tepkilere neden olmuştur. TSK Özel Harekât timi 57 saat sonra diplomatik girişimlerin sonunda serbest bırakılmıştır. Yaşanan olay Stratejik Ortak Türkiye-ABD arasında tezkere krizinden sonraki en ciddi güven bunalımının yaşanmasına neden olmuştur. 263 261 Arı, Ortadoğu, ss. 623–624. Arı, Ortadoğu, ss. 624–625. 263 Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 379. 262 85 Türkiye’nin 1 Mart Tezkeresi sonucunda ABD ile ilişkileri bozulmasına rağmen Arapların gözünde Türkiye’nin değeri artmıştır. Türkiye’nin imajı bölge ülkeleri nezdinde güçlenmiştir. Türkiye’nin Araplar karşısındaki saygınlığı özellikle bu dönemde Müslüman olmasından dolayı değil, daha çok Irak’ın işgalinde tezkereyi reddederek ABD’nin yanında yer almamasından kaynaklanmıştır. 264 Türkiye bu doğrultuda Arap ülkeleri ile ilişkileri artmaya başlamıştır. Özellikle Başbakan Erdoğan Arap Liderler Zirvesine katılarak önemli bir konuşma yapmıştır. Ayrıca Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısına davet edilmiştir. Uzun bir aradan sonra Suriye Cumhurbaşkanı ve Suudi Kralı Türkiye’yi ziyaret etmiştir. 265 2.2. Yeni Yüzyılda Filistin Sorunu ve Türkiye Türkiye bu dönemde diplomatik çabalarını çatışmaların durdurulması doğrultusunda yoğunlaştırmış, ‘kolaylaştırıcı rol’ olarak adlandırılan ve barış sürecine dönülebilmesi için taraflar arasında müzakere sürecinin önünü açacak girişimlerde bulunmuştur. Görüşmelerin kesintiye uğramasını izleyen haftalarda Ankara Ortadoğu’nun en yoğun çalışan diplomatik merkezlerinden birisi olmuştur. 5 Ağustos’ta Yaser Arafat Filistin devletinin ilan edilmesine ilişkin destek aramak, 10 Ağustos’ta İsrail Dışişleri Bakanı Şlomo Ben Ami güncel gelişmelere ilişkin bilgi vermek, 15 Ağustos’ta ABD’li temsilci Ned Walker bölgedeki gelişmeleri değerlendirmek için Ankara’ya gelmiştir. Bu temaslardan sonra Dışişleri Bakanı Cem 23 Ağustos 2000’de Gazze’ ye giderek Başkan Arafat’a Kudüs ve Harem El Şerif konusunda kolaylaştırıcı katkılar içeren bazı mütevazı düşünceler sunmuştur. Cem temasları sırasında ‘tarafların güvenine sahip’ olduğunu vurgulamıştır. 28 Eylül 2000’de Likud lideri Ariel Şaron’un Harem ül Şerif’e yaptığı ziyaret sonrasında başlayan El Aksa İntifadası kısa süre içinde tüm işgal altındaki 264 265 Alpay, Ş. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=337023 (30–05–2007) http://www.aksam.com.tr/yazarprn.asp?a=69917,10,110 (30–05–2007) 86 topraklara yayılmıştır. El Aksa İntifadası sırasında izlenen gelişmeler Türkiye-İsrail ilişkilerinde sıkıntılı bir dönemin başlangıcı olmuş, Ankara bu dönemde denge politikası izlemek konusunda güçlüklerle karşılaşmıştır. 266 Şaron’un Harem ül Şerif’e yaptığı ziyaret sonrasında başlayan El Aksa İntifadası sonrasında başlayan şiddet olaylarını incelemek için oluşturulan ve 2000 Kasım’ında ABD’li eski senatör George Mitchell başkanlığındaki komisyon tarafından bir rapor hazırlanmıştır. Nisan 2001’de biten raporda taraflar arasındaki karşılıklı güven eksikliğinden en büyük sorun olduğu belirtilmiştir. Tarafların mevcut anlaşmalardan doğan taahhütlerine bağlı kalmalarını, şiddetin derhal durdurulması gerektiği, karşılıklı işbirliğinin yeniden tesis edilerek görüşmelere başlanılmasını istemiştir. Komisyon raporunda Filistin Otoritesi’nden terörizmin kesin engellemesini isterken, İsrail hükümetini ise yeni Yahudi yerleşim yerleri açmayı dondurmasını, Filistinli silahsız gruplara ateş açılmamasını, işten çıkarılan Filistinlilere yeniden iş için izin verilmesini ve 28 Eylül 2000 tarihi öncesi konumuna geri çekilmesine davet etmiştir. 267 Sivil hedeflere yönelik “intihar saldırıları” karşısında misillemelere yönelen İsrail’in Filistin hedeflerine nokta operasyonları düzenlemesiyle tırmanan gerginlik karşısında Türkiye’nin bir yandan Filistinlileri destekleyen tutumlar sergilediği öte yandan da İsrail ile ikili ilişkilerini bu gelişmelerden bağımsız bir eksende yürütmeye çalıştığı görülmüştür. Ankara bu dönemde Filistin kentlerinde İsrail Ordusu tarafından gerçekleştirilen operasyonlara karşı eleştirel bir tutum takınmış, İsrail’i ölçüsüz şiddet kullanıldığı gerekçesiyle sık sık kınamış, BM gibi uluslararası platformlarda Filistin yanlısı kararları desteklemiştir. 266 267 http://www.tesev.org.tr/etkinlik/Turkiye-israil_iliskileri.pdf (21–05–2007) Arı, Ortadoğu, ss. 750–751. 87 BM Genel Kurulu’nun 20 Ekim 2000 tarihli toplantısında kabul edilen Filistin yanlısı karara Türkiye, İsrail ve ABD’nin muhalefetine karşın olumlu oy vermiştir. Türkiye, Ekim 2000’de BM Genel Kurulunda, çoğunluğu Müslüman ülkelerden oluşan bir grup tarafından hazırlanan ve “Filistinli sivillere karşı aşırı güç kullanan İsrail’i kınayarak, olayları soruşturmak için bir mekanizma oluşturulmasını destekleyen bir karar tasarısı” lehinde oy kullanmıştır. Karar tarafların Şarm-el Şeyh anlaşmasına uyması, şiddete son verilmesi çağrısı yaparken İsrail yerleşimlerinin yasadışı olduğu ve barışa engel oluşturduğunu vurgulamıştır. Bu tutum ABD’nin tepkisine neden olmuş, Dışişleri Bakanı Madeleine Albright Ankara’ya üzüntüsünü bildiren bir mesaj göndermiştir. Buna karşılık İsrail’in Ankara nezdinde herhangi bir tepkide bulunmadığı görülmüştür. 268 Daha sonra 21 İsraillinin ölmesi ile sonuçlanan çatışmalar neticesinde bölgeye bu kez CIA Başkanı George Tenet başkanlığında yeni bir rapor hazırlanır. Fakat bu da diğerleri gibi hayata geçirilemez. 269 Yeni bin yıla girerken Türkiye, Ortadoğu politikasında daha dengeli bir siyaset izlemeye başlamıştır. Türkiye’nin böyle bir politika geliştirmesinde yalnızlıktan kurtulması, AB’nin Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsünü vermesi ve Suriye ile olan sorunlarını çözümlenmesi etkili olmuştur. 270 Yeni yüzyılda İsrail hükümetinde seçimler sonucunda savaş ve çatışma yanlısı lider Ariel Şaron başa geçmişti. Şaron Eylül 2000 de El-Aksa’ya ziyaret düzenlemiş ve bunun sonucunda ikinci intifada başlamıştı. Şaron’ un bu hareketi barışı sabote etmeye yönelik bir hareket olarak değerlendirilmişti. Türkiye, bu sorunu doğrudan katılmamaya çalışsa da 268 http://www.tesev.org.tr/etkinlik/Turkiye-israil_iliskileri.pdf (21–05–2007) Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 243. 270 Arı, Ortadoğu, ss. 635- 636. 269 88 bölgedeki sorunlara kayıtsız kalamamaktadır. Bunun sebebi ise bölgeye tarihsel ve kültürel nedenlerle bağlı olunması idi. 271 Ariel Şaron’un iktidara gelmesi neticesinde Ortadoğu barışı tehlikeye girmiş ve İsrail’in Batı Avrupa ilişkileri bozulurken, Türkiye ile ilişkileri devam etmiştir. İlişkiler dış tehditler göz önünde bulundurularak askeri alanda “füze kalkanı projesi” üzerinde çalışmalar başlatılmıştır. İran’ın geliştirdiği Şahap–4 uzun menzilli füzelerini geliştirmesi üzerine her iki ülke füze sistemlerini geliştirmeyi ortaklaşa yürütme kararı almışlardır. Ağustos 2001 tarihinde Ariel Şaron, Ankara’yı ziyaret etmiş ve Arrow–2 füzesavar füze sistemlerinin ortak üretimi konusunda anlaşmaya varılmıştır. 2002 deki bir anlaşmada ise Türkiye’ye ait olan 170 M–60 tankının modernizasyonu İsrail şirketine verilmiştir. 272 ABD Başkanı Bush ile İngiltere Başbakanı Tony Blair arasındaki görüşmelerden sonra yapılan açıklamalarda İsrail Başbakanı Ariel Şaron’ dan West Bank’tan çekilmesini ve FKÖ Başkanı Arafat’tan ise terör saldırılarını durdurması yönünde ifadeler yer alır. Bu dönemde ABD politikasındaki değişikliğin sebebi ise ABD’nin Suudi Arabistan’a yakınlaşmaya çalışmasıdır. Çünkü ABD eğer yakında Irak’a düzenlenecek olan harekâtta Suudi Arabistan topraklarını kullanmak istemektedir. Bu nedenle Bush, İsrail’e karşı sert açıklamalarda bulunur. Başkan Bush, Filistin-İsrail sorununu çözmek için BM, AB, Rusya ve ABD’nin yer aldığı bir çözüm girişimi başlatır. “Ortadoğu barışı için yol haritası” hakkında 20 Aralık 2002 tarihinde ortak bir açıklama yapılır. Bu açıklamada şu görüşlere yer verilmektedir: İki taraf arasında yapılacak siyasi, güvenlik, insani ve kurumsal yapılanma çalışmalar Dörtler himayesinde gerçekleştirilecek ve 2005 yılında sonuçlandırılacak şekilde üç aşamalı bir plan uygulanması düşünülür. 7 Nisan 2003’te yayınlanan Yol Haritası ile “Anlaşma, taraflarca kabul edilen şartlarda, İsrail ile yan yana, 271 272 Arı, Ortadoğu, s. 636. Arı, Ortadoğu, ss. 636- 637. 89 güvenlik ve barış içinde yaşayacak demokratik bir Filistin devletinin kurulması” gerçekleşecektir. Fakat İsrail’deki seçimler nedeniyle Yol Harita’sının uygulanması ertelenir. 273 Türkiye, Ortadoğu Barış Süreci’nin kuvvetli bir destekleyicisi olmuştur. Bu çerçevede her iki tarafın da Yol Haritası’na uyarak çatışmaların, terörün ve şiddetin sona erdirilmesi için iyi niyetle işbirliği yapmaları gerektiğini ve uyuşmazlığın barışçı yollarla çözülmesi gerektiği görüşünü açıklamıştır. Yol Haritası ile ilgili BM Güvenlik Konseyi’nde 19 Kasım 2003 tarihinde alınan karar Türkiye tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. İsrail ile ilişkiler, İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı olumsuz politikalar neticesinde yavaş yavaş bozulmaya başlarken, Türkiye Filistin sorununun barışçıl yollarla çözümü için çaba sarf etmekteydi. İsrail’in Şeyh Yasin’i ve Abdülaziz Rantisi’yi öldürmesini ve Nisan 2004’te Rafah mülteci kampına yapmış olduğu saldırıyı Türkiye sert ifadelerle kınamıştır. Başbakan Erdoğan İsrail’in tutumunu ve saldırgan politikasını eleştirerek operasyonları devlet terörü olarak nitelemiş ve İsrail’i terör yapmakla suçlamıştı. Bu olaylar nedeniyle Nisan 2004 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e yapacağı ziyaret ertelenmiştir. 2004 Mayıs ayında Türkiye Tel Aviv Büyükelçisini ve Kudüs Başkonsolosunu Türkiye’ye danışma amaçlı olarak geri çağırmıştır. 274 Türkiye-İsrail ilişkileri 1949 yılından sonra Türkiye’nin İsrail’i tanımasından sonra gelişerek ve özel önem verilerek devam etmiştir. Resmi (veya gayri resmi) iktidarda kim olursa olsun ilişkiler mutlaka belli bir seviyede tutulmuştur. Özal döneminde Yahudi lobisini kullanmak için biraz daha canlandırılmış, aynı mahiyette Süleyman Demirel ve 273 Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, ss. 244–245. Taştekin, M. 2005; “İsrail’in Su Sorunu ve Çözüm Arayışları”, Der. Yılmaz, T. vd. (eds) Ortadoğu Siyasetinde İsrail, Ankara: Platin Yayınları, ss. 159–161. 274 90 Tansu Çiller ikilisi sol partilerin desteği ile ilişkiler geliştirilmiş, Necmettin Erbakan döneminde askeriyenin de etkisiyle ilişkilerin gelişmesine engel olunamamış, Anasol-D hükümeti bu ilişkileri en üst seviyeye çıkarmıştır. 275 Günümüzde de ilişkiler aynı düzlemde devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye- İsrail ilişkilerindeki bir önemli noktada İsrail lobisinin Amerikan karar alma mekanizmasındaki yeridir. İsrail lobisi ABD’de en etkili, en iyi organize olmuş, finansal açıdan oldukça durumu iyi olan ve karar alma sürecini ve kamuoyunu etkileme bakımından son derece etkili bir lobidir. 276 Türkiye İsrail lobisi ile özellikle ABD’de kendi çıkarlarına karşı çıkabilecek kararlara karşı Türk lobileri ile birlikte hareket etmesini sağlayarak olumsuz bir kararın çıkmaması için çalışmalar yapmaktadır. Ermeni, Rum ve Yunan lobilerine karşı Türkiye, İsrail lobisi ile Kongre üyelerini etkilemeye çalışmaktadır. ABD’nin dış politikasında İsrail lobisinin sözünün geçmesi bu çalışmaları daha da artırmaktadır. Üst düzey Türk yetkilileri ABD ziyaretlerinde bu lobi faaliyetlerini yürüten kuruluşlarda konferanslar düzenleyerek olası olumsuz etkileri gidermek için kamuoyunu bilgilendirmektedirler. İsrail, ABD’de Türkiye için lobi faaliyetlerinde bulunurken aynı zamanda Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirerek bölgede yalnız kalmamakta ve özellikle Arap ülkelerine karşı askeri, ekonomik ve politik işbirliği içinde yer almaktadır. Böylece İsrail bölge ülkelerine karşı Türkiye ile ilişkiler kurarak üstünlük sağlama çabacı içinde bulunmaktadır. 275 Çalış, Ş.H. 2001; “Ulus, Devlet ve Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Der. Çalış, Ş.H. Dağı, İ.D. Gözen, R. Türkiye’nin Dış Politika Gündemi Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara: Liberte Yayınları, s. 10. 276 Arı, Lobiler, s. 239–251. 91 3. Büyük Ortadoğu Projesi 11 Eylül, uluslararası politikanın yapısında bazı değişikliklere neden olmuştur. SSCB’nin dağılması ile dünya iki kutuplu bir yapıdan uluslararası düzenin yeniden yapılanmaya çalıştığı bir düzene doğru kaymaktaydı. Bu yeni düzende ABD baş aktör olmak isterken başka Rusya, Çin ve AB’nin bazı ülkeleri buna karşı çıkarak yeni düzenin beraber şekillendirilmesi gerektiğini savunuyorlardı. 11 Eylül 2001 ABD dışındaki ülkelerin bu isteklerini boşa çıkaran bir eylem olmuştu. Tarih, milattan önce ve sonra diye ayrılırken artık 11 Eylül’den önce ve sonra diye dillendirilmeye başlanmıştı. ABD için 11 Eylül uluslararası politikanın baş aktörü olması için biçilmiş Hint kumaşı gibiydi. 11 Eylül ve Irak Savaşı’ndan sonra dillendirilmeye başlanan “Büyük Ortadoğu Projesi” kısaca BOP, Amerikan akademisyen ve bazı strateji kuruluşlarında yazılıp çizilmeye daha önceden başlanmıştı. 1995 yılında ABD Uluslararası Stratejik İncelemeler Enstitüsü ve Ulusal Savunma Üniversitesi tarafından çıkarılan National Force Quarterly isimli dergide “The Greater Middle East” (Büyüyen Ortadoğu) isimli yazıda formüle ediliyordu. Bu formülün temel prensipleri ise şöyleydi: Petrol kaynaklarının ulaşım ve denetimi, bölgede küresel bir gücün oluşumuna engel olunması, kitle imha silahlarının engellenmesi, terörizmin kontrolü ve kökünün kazınması, politik ve ekonomik reformların teşviki ve tabiî ki İsrail’in güvenliğinin sağlanması. 277 BOP hakkındaki ilk açıklamalar onu tam ve kesin şekilde açıklamamakla birlikte muhtelif tarihlerde ABD Başkanı Bush, ABD Başkanı’nın Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice, ABD Başkan Yardımcısı Dick Chaney tarafından medyada ve konferanslarda Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması amacıyla ilgili demeçler vermekte, 277 Akar, A. 2004; “Yeni Dünya Düzeni”nin Ortadoğu Ayağı Büyük Ortadoğu Kuşatması, İstanbul: Timaş Yayınları, ss. 21–22. 92 yazılar kaleme alınmaktaydı. Fakat projenin ciddi olduğu ise Londra’da çıkan El-Hayat gazetesinin 13 Şubat 2004 tarihli sayısında, ABD’nin bu konuyu G–8 zirvesinde üye ülkelere taslak olarak dağıttığı haberi ile kamuoyuna duyurulmuştu. 278 BOP’ un ilginç bir özelliği ise ABD’nin resmi belgelerinde yer almamasıdır. Plan kendini daha çok, ABD’de derin devlet ve CIA hesabına çalışan Fikir Üretme Merkezleri’nin raporlarında ve ABD’nin resmi ağızlarının gayrı resmi toplantılarında ifade edilmektedir.279 ABD yönetimi, projeyi G–8 ve NATO zirvelerinin gündemine aldı. Haziran 2004’te Sea Island’ ta toplanan G–8 zirvesinde “Büyük Ortadoğu Projesi”nin ismi değiştirilerek “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” adını aldı. Proje 22 Arap ülkesi ile Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan’ı kapsadığı düşünülmektedir. Proje, geniş Ortadoğu’da “aşırılığın, terörizmin, uluslararası suçların ve kaçak göçün” önlenmesi amacıyla bölgede iktisadi, sosyal ve siyasi durumun iyileştirilmesi iddiası üzerine ve insan hakları örgütlerinin desteklenmesi gibi konuları içerme iddiasındadır. Projeye ilişkin somut belge 8–10 Haziran’da ABD’nin Georgia eyaletinde Sea Island’da toplanan G–8 Zirvesi’nden sonra yayınlanan ve “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık” adlı belgedir. Belgeye göre proje 3 alandan oluşmaktadır. İlk olarak siyasi meselelere odaklanmış ve Geniş Ortadoğu bölgesinde hukukun üstünlüğü ve demokratik yapıların tesisi, insan haklarının, temel hak ve özgürlüklerini, farklılığın ve çoğulculuğun garantisi yönünde adımlar atmak. İkinci olarak sosyal-kültürel alanlarla ilgili olup, belgede herkes için eğitim, ifade hürriyeti, kadın erkek eşitliği vb. konuları vurgulamaktadır. Üçüncü alan ise ekonomik meseleler işlenmekte ve 278 279 Akar, Yeni Dünya Düzeni”nin, ss. 23–24. Akar, Yeni Dünya Düzeni”nin, s. 21. 93 yeni iş alanlarının oluşturulması, ekonomik reformların desteklenmesi ve bölge içi ticaretin teşviki gibi konulara vurgu yapılmaktadır. 280 Büyük Ortadoğu Projesi ile ABD, bölgede şu hedefleri gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. - Amerikan dış politikasının değişmez stratejisi olan petrol ve enerji kaynaklarının kontrol altına alınması - Ortadoğu ülkelerinin liberal ekonomiye yani serbest piyasa ekonomisine geçmeleri ile kendi pazar şanslarını artırmak - Her yıl iki milyar dolar yardımda bulunduğu öne sürülen İsrail’in bu proje ile bölge ülkelerinin demokrasiye geçmeler ile güvenliğinin sağlanması - Irak Savaşı sonrası, dünya kamuoyunda yükselen Anti – Amerikancı söylemleri ve eylemleri demokrasi söylemiyle bertaraf etmek - Radikal İslamcı örgütlerle, demokratik söylemlerin sık sık kullanılarak bölge ülkelerinin mücadele etmesini sağlamak 281 Bu hedeflere ek olarak farklı kaynaklarda ayrıca şu değerlendirmelere yer verilmişti; asimetrik tehdidi oluşturan terörist eylemlerin önlenmesi, askeri güçlerin küçültülerek ABD çıkarlarına uygun istifade edilmesi, kitle imha silahlarının yok edilmesi ve mali ve ekonomik yardım suretiyle bölgede ABD nüfuzunun yaygınlaşması. 282 ABD’nin BOP çerçevesinde 11 Eylül’ü bahane ederek, ilk Afganistan’ı işgali neticesi Orta Asya bölgesindeki kontrolü ele geçirmiş, Kafkaslar ve Azerbaycan’da kendisine problem teşkil etmeyeceğini değerlendirdiği mevcut duruma devam ettirmiş, 280 Bağcı, H. Sinkaya, B. 2006; “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye: AK Parti’nin Perspektifi”, Akademik Ortadoğu, Cilt 1, Sayı 1, ss. 23–24. 281 Şahin, A. 2006; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, İstanbul: Truva Yayınları, s. 99. 282 Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 408. 94 gerektiğinde Gürcistan ve Ukrayna’da olduğu gibi turuncu devrimlerle kendine yakın yönetimlerin iş başına geçmesini sağlamıştır. Daha sonra Irak’ın işgali ile hem Irak’ı hem de İran, Suriye ve Suudi Arabistan’ı bile baskı altın almaya çalışmıştır. 3.1. BOP’ de Türkiye’nin Yeri Türkiye, coğrafi olarak üç kıtanın ortasında yer alan Ortadoğu bölgesinde Batılı ülkeler ile ilişkileri iyi olan, demokratik ve laik bir yönetimle yönetilip ekonomisi açık piyasa sistemini benimsemiş ve halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkedir. Ayrıca Türkiye bölgede ABD’nin stratejik ortağı olmasından dolayı BOP’un uygulanmasında katkısı beklenecek ülkelerden biridir. Türkiye, BOP için gelişmiş ekonomisi, yetişmiş insan gücü, genç ve dinamik nüfus yapısı, laik demokratik ve güçlü bir devlet yapısı ile ABD tarafından, Ortadoğu bölgesine “Ilımlı İslam” modeli olarak lanse edilmiştir. Projenin tasarımcılarına göre, yüzde 99’u Müslüman ve laik bir ülke olarak diğer Ortadoğu halklarına model teşkil edebileceğimiz ısrarla vurgulanmaktadır. 283 Çünkü ABD ve bu projeyi destekleyenler ılımlı İslam’ın radikal İslam’a dönüşmemesi için çaba harcamaktadırlar. Radikal İslam, ABD ve Batı dünyası için bir tehdit oluşturmaktadırlar. Bu nedenle radikal İslam’ı etkisizleştirmek ve bölgede onun yerine ılımlı İslam’ı yerleştirmek, ABD ve Batı dünyasının savunduğu bir hareket tarzı haline gelmiştir. 284 Türkiye, BOP’ ta örnek gösterilen bir ülke olarak lanse edilmesi ile ABD ile bozulan ilişkileri tekrar rayına oturmaya başlamıştır. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip 283 284 Akar, Yeni Dünya Düzeni”nin, ss. 36–37. Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 410. 95 Erdoğan, G–8 Zirvesi’ne ‘demokratik ortak” olarak davet edilmiştir. Yapılan açıklamada, G-8’in BOP’ de Türkiye’nin katkısının beklendiği vurgulanmıştır. 285 Türkiye ise bu projeye tam destek vermekle birlikte ülke içinde bazı tartışmalar yaşanmıştır. Özellikle ordu kesiminden sert açıklamalar gelmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Alman ZDF televizyonunda yaptığı açıklamada Türkiye’de İslam Cumhuriyeti olarak söz etmesi Türkiye’de eleştirilmiştir. Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon yaptığı açıklamada: “80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin şeklini bilmeyenler, bugünden sonra öğrenirler. Türkiye, temel niteliği laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir. Bu 50 senedir dostumuz ve müttefikimiz olanlar bilmiyorsa, bundan sonra öğrenirler” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Daha sonra Washington’a ziyarette bulunan Genel Kurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ : “Türkiye, Anayasası’nın 2. maddesinde yer aldığı gibi laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Bu bir model olarak benimsenirse seviniriz. Bazı çevreler, Türkiye ılımlı İslam diye kavramlar üretiyorlar. Hem laik bir devlet hem de ılımlı İslam devleti bir arada olmaz. Böyle bir şey olmaz. Türkiye böyle kuruldu böyle devam edecek” şeklinde açıklamalarda bulunarak Türkiye’nin laik, demokratik düzlemde bir model olabileceğini, aksi takdirde söz konusu bile olamayacağını ifade etmişlerdir. 286 2003’ten günümüze kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten AK Parti, BOP’ a destek vermeyi Türkiye-ABD ilişkileri açısından değerlendirmektedir. ABD Başkanı Bush, Türkiye’yle ilişkileri “çok önemli stratejik ilişkiler” olarak nitelendirmiştir. AK Parti’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politika anlayışı, geleneksel çıkarlara paralel olarak çok taraflılık, çok boyutluluk, komşularla iyi ilişkiler ve aktif dış politika ilkelerine dayandığı ileri sürülmektedir. AK Parti’nin dış politikaya bakışı, Türkiye’nin farklı bölgeler arasında 285 286 Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 417. Bağcı, H. Sinkaya, B. “Büyük Ortadoğu Projesi”, s. 25. Şahin, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, ss. 160–161. 96 bir köprü olduğu yaklaşımını veya bir çevre ülkesi olduğu yaklaşımını reddederek Türkiye’nin “merkez ülkesi” olduğunu savunur. 287 AK Parti, Türkiye’yi küresel güce dönüştürme arzusunu taşıdığı için, Türkiye’nin uluslararası itibarını, özellikle Ortadoğu’da ve İslam dünyasında artırmak için çaba göstermektedir. Bunda AK Parti’nin Ortadoğulu ve İslam birliğinin de etkisi vardır. Bu etki kendini BOP’ de göstermektedir. AK Parti’nin çalışmaları sonucu ilk defa bir Türk Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu 2004 yılında İKÖ’ nün genel sekreterliğine seçilmiştir. Ayrıca AK Parti, Batı’da 11 Eylül’den sonra oluşan İslamofobi’ye yani İslam korkusuna karşı çalışmalar yapmaktadır. Türkiye, Avrupa Konseyi’ne baskı yaparak Avrupa’da İslamofobiye karşı mücadele etme kararı aldırmıştır. Türkiye bu dönemde İspanya ile birlikte “Medeniyetler İttifakı” girişiminin eş başkanlığını da üstlenmiştir. 288 AK Parti hükümetinin BOP’ a nasıl bir bakış açısıyla baktığını Başbakan Erdoğan şu sözlerle ifade etmektedir: Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türkiye bu bölgede evrensel değerlerin yayılması ve gelişmesi için katkıda bulunmaya devam edecektir. Türkiye demokratik yapısı, zengin tarihsel mirası ve kimliği, ekonomik potansiyeli ve Batılı kurumlarda üyeliğinin bir sonucu olarak bu sorumluluğu hissetmektedir. 289 AK Parti hükümeti Ortadoğu’da daha aktif, sıcak ve iyi ilişkiler kurmak için çalışmalarını sürdürmektedir. Özellikle tezkerenin geçmemesinden dolayı Arapların Türkiye’ye sıcak bakmaları bu ilişkilerin daha da gelişmesini sağlamaktadır. Fakat daha önceden de belirttiğimiz gibi Türkiye’deki askeri kanat bu ilişkilere sıcak bakmamaktadır. Ulusalcılık söylemleri 290 çerçevesinde askerler, Türkiye’nin bölünmeye doğru gittiğini 287 Bağcı, H. Sinkaya, B. “Büyük Ortadoğu Projesi”, s. 27. Bağcı, H. Sinkaya, B. “Büyük Ortadoğu Projesi”, ss. 30–31. 289 Bağcı, H. Sinkaya, B. “Büyük Ortadoğu Projesi”, s. 33. 290 http://www.liberal-dt.org.tr/index.php?lang=tr&message=article&art=538 (30–05–2007) Ayrıca bkz. http://www.tempodergisi.com.tr/toplum_politika/09164/ (30–05–2007) 288 97 vurgulayarak dış ilişkilerde daha izolasyonist, içe kapanık bir politik yaklaşım benimsemektedirler. 98 SONUÇ Ortadoğu geçmişten günümüze kadar uluslararası politikada her zaman önemli bir yere sahip olmuştur. Üç kıtayı birleştiren bir yer olmasından dolayı tarih boyunca önemli tarihsel olaylara sahne olmuştur. Petrolün bulunması ile Ortadoğu stratejik bir öneme kavuşmuştur. Bu stratejik konum özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra daha da değer kazanmış ve iki kutuplu bir dönemde kutup liderlerinin karşılaşma alanı olmuştur. Bunda bölgedeki güç dengesizliklerinin etkisi de olmuştur. Çünkü bölgede öyle bir süper gücün bölgeye tek başına hâkim olması petrolün ve doğal gazın tek bir elde bulunması anlamına gelecektir. Bu yüzden özellikle ABD ve Rusya Federasyonu bu bölgedeki bir devletin o derece güçlenmesini istememekte ve bölgedeki devletleri kontrol altında tutmaya çalışmaktadırlar. Ayrıca süper güçler rakip gücün de etki alanını mümkün olduğunca daraltarak bölgeye hâkim olmasını engellemek için stratejiler geliştirmektedirler. Yani Ortadoğu uluslararası aktörlerin önemli çekişme ve çatışma alanlarından biridir. Türkiye, Ortadoğu’nun merkezinde yer alan bir ülke olarak bölgedeki olaylardan etkilenmektedir. Diğer taraftan, Türkiye’nin stratejik konumu da bölgede söz sahibi olmak isteyen süper güçleri etkilemektedir. Bir başka ifade ile Türkiye, Rusya’nın sıcak denizlere inme politikasında ve ABD’nin bölgedeki ülkeleri kontrol altında tutma girişimlerinde kilit noktada yer almaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu politikasında İsrail her zaman önemli bir yer edinmiştir. Selçuklular ve Osmanlılar zamanında geliştirilen politikalar ve buna dayalı ilişkiler günümüzde de sürmektedir. 15. yüzyılda, Yahudilerin Avrupa’nın değişik ülkelerinden çıkarılmasından sonra Osmanlı topraklarının değişik yerlerine yerleştirilmişlerdir. Bundaki amaç hem insanlık adına yardım, hem de Yahudilerin büyük bir kısmının ticaretle 99 uğraşmasından dolayı onların ticari faaliyetlerinden faydalanılarak Osmanlı ekonomisinin geliştirilmesi olmuştur. Fakat Yahudilerin özellikle Osmanlı’nın zayıfladığı dönemlerde Osmanlı’dan yurt edinmek için toprak talep etmeleri ilişkilerin soğumasına neden olmuştur. II. Abdülhamit’in, Yahudilerin para karşılığı toprak taleplerine olumsuz cevap vermesi ile Yahudiler tekrar Avrupa ülkelerine yönelerek sıcak ilişkiler kurmak ve bu sayede Yahudilerin emellerini gerçekleştirmek için yeni politikalar geliştirmişleridir. II. Dünya Savaşı ile değişen uluslararası yapı beraberinde ülkelerin kendi devlet çıkarlarından çok, blok çıkarlarının gözetildiği bir dönemi getirmiştir. İki kutuplu yapıda Türkiye, SSCB’nin toprak talepleri karşısında Batı ile sıcak ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır. Bu çerçevede NATO gibi güvenlik kuruluşları ile ABD’nin desteklediği Bağdat Paktı gibi oluşumlarda yer almıştır. Bu dönemde Arap-İsrail çatışmalarının yaşanması ile Türkiye Ortadoğu’da denge politikası izlemeye ve daha pasif bir dış politika oluşturmaya çalışmıştır. Fakat Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği Kıbrıs sorunu konusunda Batının ve özellikle ABD’nin sert tepkileri üzerine dış politikasını yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissetmiştir. Soğuk Savaş yıllarında Arapİsrail çatışmalarında daha çok Arapların yanında yer almıştır. Bunda Batının tutumu yanında yaşanan enerji krizi ve ekonomik bunalımı aşma kaygılarının da önemli etkileri vardır. Türkiye, Arap İsrail sorununun hiç yaşanmamasını istemiştir. Türkiye, Camp David ve Oslo Görüşmeleri gibi Filistin-İsrail Barış çalışmalarını her zaman desteklemiştir. Çünkü Türkiye halkının büyük bir kısmının Müslüman olması ve Filistin bölgesi ile tarihten gelen kültürel bağlılık nedenleriyle Filistinlilere uygulanan şiddet olaylarında Arapları desteklemiştir. İsrail ile olan stratejik işbirliği ise bu dönemlerde zayıflamış ve ilişkilerde soğuk havalar esmiştir. Türkiye İsrail ile daha çok Arapları ve kuzeyden 100 gelebilecek olan Sovyet Rus baskılarını dengelemek için ilişkiler geliştirmiştir. Öte yandan İsrail de Müslümanların yaşadığı bir bölgede yalnız kalmamak için Türkiye ile işbirliğine sıcak bakmıştır. Türkiye için 80’li yıllar pasif dış politikadan aktif dış politikaya geçiş yılları olmuştur. Türkiye’nin dış politikada aktif yolu seçmesinde tabiî ki Başbakan ve daha sonra Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın etkisi büyük olmuştur. Özal, dış politikaya ekonomik yaklaşım doğrultusunda bakmış ve başta komşu ülkeler olmak üzere diğer ülkelerle ticareti geliştirmenin yollarını aramıştır. İran-Irak Savaşı’nda bile bu ülkelerle ilişkisini kesmemiş ve her iki ülke ile ticaret hacmini genişletmiştir. Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Körfez Krizi’nde Batılı müttefiklerinin yanında yer alarak kazananların safında yer almak zorunda kalmıştır. Bu da Türkiye için orta ve uzun vadede iyi sonuçlar getirmemiştir. Irak’a uygulanan uluslararası ambargo neticesinde Türkiye büyük ekonomik kayıplara uğramıştır. SSCB’nin dağılması ile iki kutuplu sistem çökmüş ve yerini tam bir belirsizlik almıştır. Devletler bu döneme alışmak ve yeni stratejiler geliştirmek için çalışmalar yaparken 1. Körfez Krizi patlak vermiştir. Bu olay daha çok uluslararası aktörlerin Ortadoğu bölgesinde güçlenmek isteyen Irak’a karşı beraber hareket etmeleri sonucunu beraberinde getirmiştir. Türkiye bu savaştan büyük ekonomik kayıplarla çıkarken, bunun yanında bir de Kuzey Irak’ta gelişen PKK terörü ile baş etmek durumunda kalmıştır. Türkiye’nin güvenlik endişelerinin hat safhaya çıktığı bu dönemde Türkiye uyguladığı sert politikalarla tepki çekmiştir. Özellikle AB bu konuda Türkiye’yi eleştirmiştir. Türkiye’nin bu dönemde komşuları ile ilişkileri biraz soğuk geçmiştir. 1980’li yıllarda Türkiye-Suriye ilişkileri Suriye’nin PKK’yı desteklemesi ve su sorunundan dolayı iyi değildi. Hatta 90’ların sonuna doğru savaşa yol açabilecek bir duruma kadar gelmiştir. Türkiye, Filistinİsrail Barış Görüşmeleri’nin iyi gitmesi neticesinde İsrail ile ekonomik ve askeri işbirliği 101 anlaşmaları gerçekleştirmiştir. Bu gelişmeler Arapları ve Türkiye’ye komşu olan ülkeleri tedirgin etmiştir. Türkiye anlaşmaların kesinlikle bir ülkeye karşı güç birleşimi olmadığını izah etse de Arapları ve komşu ülkeleri tatmin edememiştir. 11 Eylül saldırıları uluslararası güç mücadelesinde ABD’nin artık tek başına hegemon güç olduğunu tüm dünyaya ilan etmesini sağlamıştı. ABD, BM karalarını bile hiçe sayan bir tutumla Irak’ı işgal etmekten çekinmemiştir. Türkiye bu süreçte ABD’nin yanında koşulsuz olarak yer almakta tereddüt etmiş, bu nedenle de ABD ile ciddi sorunlar yaşamıştır. Türkiye güvenlik endişelerinden ve Kürt Devleti çalışmalarından rahatsızlık duymuş ve böyle oluşumların karşısında kesinlikle duracağını açıkça deklare etmiştir. Öte yandan ABD’nin Büyük Ortadoğu Politikası çerçevesinde Ortadoğu’ya demokrasi getirme çalışmalarında Türkiye’ye önemli görevler yüklenmekteydi. ABD, Ortadoğu ülkelerine Türkiye’nin demokratik yapısını örnek göstermiş ve diğer ülkelerin Türkiye türü bir demokrasiye geçmelerini tavsiye etmiştir. Türkiye Hükümeti BOP’ ne destek vermekle birlikte iç siyaset tartışmalarında belli sorunlarla karşılaşmıştır. Özellikle ulusalcı kesiminden gelen tepkiler Türkiye’nin laik, demokratik yapısının korunması gerektiği konuları üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde Türkiye’ de iktidar olan AK Parti Hükümeti, Türkiye’nin laik, demokratik bir hukuk devleti olduğunu vurgulamış ve Ortadoğu’daki demokratikleşme çabalarına Türkiye’nin desteğinin devam edeceğini belirtmiştir. AK Parti’nin İslamcı ve muhafazakâr kimliği bu tartışmaların nedeni olmuştur. Türkiye’nin 1990’lı yıllardaki Ortadoğu politikaları, bir taraftan tarihi olayların diğer taraftan da uluslararası gerçeklerin gölgesinde şekillenmiştir. Her bakımdan önemli bir bölge olan Ortadoğu’ ya komşu olmak ya da Ortadoğu’nun içinde olmak zaten 102 Türkiye’ye hayati sorumluluklar yüklemektedir. Bütün bu nedenlerle, ilişkilerde realitedeğerler çatışması yaşanmakta, Ortadoğu’da istikrar ve denge adına bir ortayol ve uzlaşma zemini yakalama adına politikalar üretilmektedir. Osmanlı’nın mirası ve güncel siyasalekonomik sorumluluklar Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif katılım sergilemesini gerekli kılmaktadır. Ancak bu aktif tedbirler kapsamında değişik hükümetlerin farklı önceliklerle hareket ettikleri de bir vakıadır. 103 KAYNAKÇA Kitaplar ve Makaleler Akar, A. 2004; “Yeni Dünya Düzeni”nin Ortadoğu Ayağı Büyük Ortadoğu Kuşatması, İstanbul: Timaş Yayınları. Akgün, B. 2006; 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Konya: Tablet Kitabevi. Akın, K. 2002; Filistin Dramı ve Yaser Arafat, İstanbul: Birey Yayıncılık. Altınoğlu G. 2005; Filistin-İsrail Dosyası, İstanbul: Pozitif Yayınları. Altunışık, M.B. 1999; “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-İsrail İlişkileri”, Der. Altunışık M.B. Türkiye ve Ortadoğu Tarih, Kimlik, Güvenlik, İstanbul: Boyut Kitapları. Altunışık, M.B. 2002; “Türkiye’nin İsrail Politikası”, Der. Makovsky, A. Sayarı, S. Türkiye’ nin Yeni Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, İstanbul: Alfa Yayınları. Aras, B.1997; Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye, İstanbul: Bağlam Yayınları. Arı T. 1999; 2000’li Yıllarda Basra Körfezinde Güç Dengesi, İstanbul: Alfa Yayınları. Arı T. 2004; Irak, İran ve ABD Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, İstanbul: Alfa Yayınları. Arı T. 2005; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, İstanbul: Alfa Yayınları. Arı, T. 1997; Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, İstanbul: Alfa Yayınları. 104 Arı, T. 2001; “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikasının Analizi ve İlişkileri Belirleyen Dinamikler”, Der. Bal, İ. 21. Yüzyıl Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayıncılık. Armaoğlu, F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul: Alkım Yayınevi. Armaoğlu, F. 1994; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948- 1988), Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Ayata, S. Ayata, A. 2000; “Türkiye’de Güvenlik Sorunları”, Der. Norton A.R. Çev. Tokluoğlu, C. Ortadoğu Politikaları ve Güvenlik Yeni Yönelimler, İstanbul: Büke Yayınları. Aykan, M.B. 2000; Soğuk Savaş Sonrası Dönemi Ortadoğu’ sunda Türkiye’ nin İsrail’ e Karşı Politikası: 1991- 1998, İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Yayınları. Bağcı, H. Sinkaya, B. 2006; “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye: AK Parti’nin Perspektifi”, Akademik Ortadoğu, Cilt 1, Sayı 1. Balcı, A. 2004, “Filistin: Savaş ve Barış Arasında”, İnat, K.vd. (eds) Dünya Çatışma Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları. Bektaş, A. 1993; “Ortadoğu’ da Barışın Ayak Sesleri ve Filistin Sorununa Tarihsel Bir Bakış”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları. Besalel, Y. 1999; Osmanlı ve Türk Yahudileri, İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş. 105 Bozkurt, E. 2001; “1991 Körfez Savaşı, Ambargo ve Türkiye’nin Politikası”, Der. Bal, İ. 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınları. Bölükbaşı, S. 2001; “Türkiye ve İsrail: Mesafeli Yakınlıktan Stratejik Ortaklığa”, Der. Çalış, Ş.H. Dağı, İ.D. Gözen, R. Türkiye’nin Dış Politika Gündemi Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara: Liberte Yayınları. Çarkoğlu, A. Eder, M. Kirişçi, K. 1998; Türkiye’nin Bölgesel Orta ve Uzun Dönem Politika Analizi Türkiye ve Ortadoğu’da Bölgesel İşbirliği, İstanbul: TESEV. Çevik, H. 2005; Uluslar arası Politikada Ortadoğu, Konya: Nüve Kültür Merkezi Yayınları. Çubukçu, M. 2002; Bizim Filistin, İstanbul: Metis Yayınları. Çufalı, M. 2001; “21. Yüzyılda Türkiye’nin Bölgesel Sorunları ve Öneriler”, Der. Bal, İ. 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınları. Davutoğlu A, 2004;Türkiye’nin Uluslar arası Konumu Stratejik Derinlik, İstanbul: Küre Yayınları. Duman, S. 1995; Filistin Sorunu ve Türkiye’nin İsrail Politikası (1947–1967), Ankara, Doktora Tezi. Durmazuçar, V. 2002; Ortadoğu’da Suyun Artan Stratejik Değeri, İstanbul: IQ KültürSanat Yayıncılık. Dursunoğlu, A. 2000; Stratejik İttifak: Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü, İstanbul: Anka Yayınları. 106 Erciyes, E. 2004; Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık. Freedman, Robert O. 2004; “Putin Döneminde Rusya’nın Orta Doğu Politikası”, Der. Aras B. Irak Savaşı Sonrası Ortadoğu, İstanbul: Tasam Yayınları. Gerçeksever A. 2005; Kayıp Kimlik Basra Körfezi, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık. Gerger, H. 2006; ABD Ortadoğu Türkiye, İstanbul: Ceylan Yayınları. Gözen, R. 2000; Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, istnbul: Liberte Yayınları. Grash, A. Dominique, V. 1991; “Orta Doğu Mezopotamya’dan Körfez Savaşına”, Çev. Hamdi Türe, İstanbul: Alan Yayıncılık. Karaman, M.L. 1991; Uluslar arası İlişkiler Çıkmazında Filistin Sorunu, İstanbul: İz Yayıncılık. Keyman, F. 2006; “Türkiye, Dış Politika ve Ortadoğu’nun Yeniden Yapılanması”, Avrasya Dosyası, Ankara: Asam Yayınları, Cilt 12, Sayı 2. Khouri, F.J. 1985; The Arab İsraeli Dilemma, New York: Syracuse University Pres. Kissinger H. 2004; Diplomasi, Çev. Kurt İbrahim H. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlar. Kocabaş, S. 1987; Türkiye ve Siyonizm, Kayseri: Varlık Yayınları. 107 Kramer, H. 2001; Avrupa ve Amerika Karşısında Değişen Türkiye, İstanbul: Timaş Yayınları. Kut, G. 1993; “ Ortadoğu’ da Su Sorunu: Çözüm Önerileri”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu İstanbul: Bağlam Yayınları. Kürkçüoğlu, Ö. Akdevelioğlu, A. 2005;Türk Dış Politikası, Der. Oran, B. vd. (eds), Cilt II, İstanbul: İletişim Yayınları. Kürkçüoğlu, Ö. Çağrı, E. 2001; Türk Dış Politikası, Der. Oran, B. vd. (eds), Cilt I, İstanbul: İletişim Yayınlar. Montet, E. Lods, A. Rappoport, A.S. Garaudy, R; 2006; Tarihte ve Günümüzde Siyonizm ve Yahudilik, İstanbul: Örgün Yayınevi. Oktay, C. 1993; “Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu’yu Okumak”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları. Öke, M.K. 2002; Siyonizm’ den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul: Ufuk Yayınları. Özcan, G. 2001; “Türkiye-İsrail İlişkilerinin 50. Yılına Girerken”, Der. Sönmezoğlu, F. Türk Dış Politikasının Analizi, İstanbul: Der Yayınları. Özcan, M. 2003; “Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye”, Haz. Turhan, H.İ. Filistin Çıkmazdan Çözüme, İstanbul: Küre Yayınları. Özdağ M. İlkbahar 1999; “ Orta Doğu’da Yaşanan Durum ve Yakın Gelecek Üzerine Değerlendirmeler ”, Avrasya Dosyası, V. 108 Öztürk, Osman M. 1997; Türkiye ve Orta Doğu, İstanbul: Gündoğan Yayıncılık. Öztürk, R. 2004; Batı Faktörünün Etkisinde Türkiye- İsrail İlişkilerinin Politikası, Ankara, Doktora Tezi. Pehlivanoğlu, Ö. 2004; Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul: Kastaş Yayınevi. Sönmezoğlu, F. 2000; Uluslar arası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul: Der Yayınları. Şahin, A. 2006; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, İstanbul: Truva Yayınları. Şalvarcı, Y. 2003; Pax Aqualis, İstanbul: Zaman Kitap. Şükran, O. 2004; “Kuzey Irak: Kürt Sorununda Anahtar Bölge”, İnat, K. vd.(eds), Dünya Çatışma Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları. Taştekin, M. 2005; “İsrail’in Su Sorunu ve Çözüm Arayışları”, Der. Yılmaz, T. vd. (eds) Ortadoğu Siyasetinde İsrail, Ankara: Platin Yayınları. Taylor A.1999; The Superpower and The Middle East, New York: Syracuse University Press. Taylor, A.R. 2000; İsrail’ in Doğuşu: 1897- 1947 Siyonist Diplomasinin Analizi, Çev. Mesut Karaşahan, İstanbul: Pınar Yayınları. Turan Ö. 2002; Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Step Ajans. Turan, S. 2002; Kudüs: Tarihin Kalbi, İstanbul: Pınar Yayınları. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Dünü-Bügünü-Yarını, 1997, İstanbul: Harp Akademileri Basım Evi. 109 Yıldız, Yavuz. G. 2000; Global Stratejide Ortadoğu, İstanbul: Der Yayınevi. Yıldız, Yavuz G. 1993; “Ortadoğu’da Silahsızlanma ve Militarizm”, Der. Şen S., Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Yılmaz, T. 2001; Türkiye-İsrail Yakınlaşması, Ankara: İmaj Yayınevi. İnternet Alpay, Ş. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=337023 (30–05–2007) Çalış, Ş.H. http://arsiv.zaman.com.tr/2003/09/12/yorumlar/default.htm (29–04–2007) Dağı Z. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=500881 (16–05–2007) Dursun D. “Ortadoğu Neresi? Sübjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve Tarihi”, Stradigma, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007) Kona, Gamze G. “Ortadoğu’nun Yeni Sınırları”, Tüsiad, http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/6.pdf (21–07–2006) Otuzbiroğlu, Serim. http://www.irarec.org/modules.php?op=modload&name=Sections&file=index&req=printp age&artid=50 (08–05–2007) Özekmekçi, İnanç M. http://www.dispolitikaforumu.com/cin.pdf (08–05–2007) Sinkaya, B. http://www.riskcenter.com.tr/risknews/ic.asp?menu=1&sayi=277&kat=6 (2207-2006 http://arsiv.zaman.com.tr/2001/09/12/dishaberler/dishaberlerdevam.htm#1 (29–04–2007) 110 http://www.aksam.com.tr/yazarprn.asp?a=69917,10,110 (30–05–2007) http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2004/07/040713_marcusdoctrine.shtml (20–05– 2007) http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=2266 (22–07–2006) http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=1026 (18–07–2007) http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=981 (18–05–2007) http://www.liberal-dt.org.tr/index.php?lang=tr&message=article&art=538 (30–05–2007) http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html (10–05–2007) http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=71942&tarih=13/04/2003 (11–05–2007) http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=39 http://www.tempodergisi.com.tr/toplum_politika/09164/ (30–05–2007) http://www.tesev.org.tr/etkinlik/Turkiye-israil_iliskileri.pdf (21–05–2007) http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=7 (19–11–2006) http://www.ufukcizgisi.org/index.php?in=60&p=1794 (13–05–2007) 111