Muhammet Akdoğan İNSANI ÖNCELEMEK Yaşadığımız, başımızdan geçen her olayın bir öznesi ve nesnesi vardır. İnsan bu anlamda her zaman nesne konumunda bulunmasa bile özne her daim insandır. Başka bir ifadeyle, yaşanılagelen her olayda insanın payı ve parmağı vardır. İnsan, yapıp ettikleriyle olaylara şekil verir. Bunun yanında insan, toplum içinde yaşar ve bu sebeple gayet doğal olarak diğer insanlarla karşılıklı etkileşim hâlindedir. Örneğin, gündelik hayatın keşmekeşi ve yoğunluğu içerisinde bazı zamanlar olur bir insana selam verir, selam alırız; bir insandan yardım alır, müteşekkir kalırız. Bazı zamanlar da olur ki bir insana kem söz söyler, kalp kırarız ya da bir insana fiziken bir zarar verir, canını yakarız. İnsan denen yaratılmış, iyi ve kötü davranışlarda bulunma anlamında her zaman iki seçenekle karşı karşıyadır. Bu iki seçenek, her zaman insanın yaşamı ile kaimdir. Yani insan, hayatiyetini sürdürdüğü müddetçe iyi ve kötü olan arasında seçim yapar ve bu doğrultuda eylemde bulunur. Her zaman iyi olanı emredip, kötü olandan sakınmamız gerektiğini buyuran yüce dinimiz İslam’a göre insan “eşref-i mahlukat” yani yaratılmışların en şereflisidir. Aynı şekilde İslamiyet, insanın “esfel-i safilin” yani sefillerin en sefili olabileceğini de söyler. İnsan, asgari insani gerekliliklerden uzaklaşarak, insan onur ve haysiyetini hiçe sayıp hareket ederek mezkûr sıfatla tanımlanabilir. Yani insan, diğer insanlara, doğaya ve kendisine karşı eylemleri dolayısıyla hem yaratılmışların en şereflisi derecesine yükselebilir hem de sefillerin en sefili konumuna düşebilir. İnsan, irade sahibi olması sebebiyle kendi iradi davranışlarıyla kendi konumunu kendisi belirler. Az evvel belirttiğim iyi-kötü ikilemi İslamiyette, anılan bu iki sıfata denk düşmektedir. Yaşadığımız modern dönemlerde insana verilen ehemmiyet, insana gösterilen saygı azalmıştır. Tabiri caizse, insan bir meta yani alınıp satılan eşya hükmünde değerlendirilmektedir. Yeni nesil kölelik böyle bir şey olsa gerek! Modern zamanlarda insan, makine mesabesine indirgenmiştir. Gündelik yaşamın karmaşası ve kargaşası içerisinde hayatın olağanca hızıyla akıp gitmesinden kendimizi bir an soyutlayıp olup bitenlere baktığımız vakit, bu yargının ne denli doğru olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Örneğin, artık zaman algımız bile değişti. Duymuşuzdur sabah sekiz akşam beş kavramını. Özellikle çalışan insanlar bu deyişe oldukça aşinadır. Günümüzün yirmi dört saati belli bölümlere, parçalara ayrılmıştır ve sanki biz bunun dışına çıkamayız. Günün her anında ne yapacağı önceden belirlenmiş olan insanın bir makineden ne farkı olabilir ki! Konuyu getirmek istediğim nokta şu ki; günümüzde insan artık bir araç hâlini almıştır ve kendisine gösterilen önem her geçen gün azalmaktadır. Bugün Afrika kıtasında aynı bizler gibi etten kemikten olan milyonlarca insan, hiçte insani olmayan şartlar altında yaşam mücadelesi vermektedirler; su, ekmek, giysi gibi temel ve basit ihtiyaçlardan dahi mahrumdurlar. Dünya üzerindeki zenginliklerin dünya nüfusunun çok az bir kesiminin elinde bulundurduğu ve milyonlarca insanın açlıktan kırılıp yaşamını yitirdiği bir dönemde insan hayatına verilen önemin ne kadar olduğunu varın siz düşünün. Yine aynı şekilde bugün İslam coğrafyaları kan ağlamaktadır. Özellikle Ortadoğu coğrafyası egemen güçlerin satranç tahtası haline dönüşmüştür. Bu kirli satranç oyununda en önemsiz aktörler ise ne yazık ki bölge insanıdır. Mısır, Suriye, Libya ve daha pek çok Ortadoğu ülkesinde her gün yüzlerce insan; dini, mezhebi ve etnik sebeplerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Ne acıdır ki kundaktaki bebekler dahi bu acımasız durumdan nasibini almaktadır. Ancak gelin görün ki tüm bu vahşetin, insanlık dramının müsebbipleri kendilerini insan hakları havarisi olarak addetmektedirler ve dünya kamuoyuna kendilerini böyle tanıtmaktadırlar. Ne yaman çelişki! İnsan hayatının hiçe sayılıp, insan onur ve haysiyetinin bu denli çiğnendiği günümüz dünyasında, insanı ve insanlığı öncelemek hakkaniyete uygun ve insani tek çıkış kapısıdır kanaatimce.