T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI HÂKİMİYET-İ MİLLİYE GAZETESİNE GÖRE MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK–İNGİLİZ İLİŞKİLERİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Şule YAVUZ Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Şennur ŞENEL Ankara-2009 ONAY Şule Yavuz tarafından hazırlanan “Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ne Göre Milli Mücadele Döneminde Türk-İngiliz İlişkileri” başlıklı çalışma, 16/03/2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oy birliği ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Tarih Anabilim Dalı/Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir. Danışman Yrd. Doç. Dr. Şennur ŞENEL Asil Üye Prof. Dr. Mustafa TURAN Asil Üye Prof. Dr. Necdet HAYTA ÖNSÖZ Bu araştırmada, Milli Mücadele döneminin zorlu şartları temel alınarak, Hakimiyet-i Milliye Gazetesine göre, 1920-1923 yılları arasındaki Türk-İngiliz İlişkileri ayrıntılı bir şekilde incelenmeye çalışılmıştır. Bu konuda şimdiye kadar yapılan çalışmalara göz atıldığında, Milli Mücadele döneminde Anadolu basının en önemli gazetelerinden biri olan Hakimiyeti Milliye Gazetesi’nin, Türk-İngiliz ilişkileri konusundaki yaklaşımının ayrıntılı bir biçimde incelemeye tabi tutulmadığı görülmektedir. Yapılan akademik çalışmalarda, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin Milli Mücadeleye bakışı incelenmiş ya da gazetenin Anadolu basını içindeki yerine yönelik değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu çalışmada 1920-1923 yılları arasındaki Hakimiyet-i Milliye Gazetesi koleksiyonları tamamen taranarak, konumuzla ilgili haberler Osmanlıca’dan günümüz alfabesine aktarılmıştır. Milli Mücadele döneminde önemli roller oynamış kişilerin hatıraları, telif-tetkik eserlerle desteklenerek kullanılmıştır. Çalışmanın giriş bölümünde, Türk-İngiliz ilişkileri 16. yüzyıldan Mondros Mütarekesi’ne (30 Ekim 1918) kadar geçen dönem ana hatlarıyla incelenmektedir. Ayrıca Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal tarafından çıkarılan Hakimiyet-i Milliye gazetesi tanıtılarak, dönemin ruhunu yansıtan yazılardan örnekler verilmiştir. Birinci Bölümde, Birinci Dünya Savaşı’nın Türk-İngiliz ilişkilerini nasıl etkilediği ve savaş sonunda İstanbul Hükûmeti tarafından imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ve toplanan Paris Barış Konferansı’nın Milli Mücadele’nin başlamasına nasıl etki ettiğinden bahsedilmiştir. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ve Türk halkının bu süre içinde izlediği tutum ele alınmıştır. İkinci Bölümde, Milli Mücadele döneminde Türk ingiliz ilişkileri Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin bakış açısıyla değerlendirilmiştir. İngiltere’nin şark siyaseti ve sömürgeleri ile ilişkileri ve İngiltere’nin Milli Mücadele’yi engellemeye yönelik faaliyetleri anlatılmıştır. Ayrıca İngiliz casusu Mustafa Sağir’in faaliyetleri ile Ali Galip olayının Türk-İngiliz ilişkilerine etkisine değinilmiştir. ii Üçüncü Bölümde, Milli Mücadele sürecinde birer dönüm noktası oluşturan antlaşma ve konferanslar Hakimiyet-i Miliye bakış açısıyla incelenmiştir. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında bana yol gösteren, çalışmanın başından sonuna kadar ilgi ve desteğini benden esirgemeyen hocam Yrd. Doç. Dr. Şennur Şenel’e teşekkür ederim. Ayrıca, tez çalışmam boyunca beni her zaman sabırla destekleyen başta annem ve babam olmak üzere aileme, tezin yazım aşamasında benden desteğini esirgemeyen arkadaşlarım Gülcan İyidoğan, Tuğba Gökmeşe, Funda Özen ve Alper Ersaydı’ya teşekkürü bir borç bilirim. Şule YAVUZ iii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ................................................................................................. i İÇİNDEKİLER..................................................................................... iii KISALTMALAR....................................................................................v GİRİŞ....................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE’NİN BAŞLAMASI VE İNGİLTERE I. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ........18 II. MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NDA İNGİLİZ ROLÜ...........22 III. PARİS BARIŞ KONFERANSI’NDA İNGİLİZLERİN TÜRKLERE KARŞI TUTUMU ................................................................................27 IV. MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUN’A ÇIKIŞI VE İNGİLTERE’NİN BAKIŞI................................................................................................32 V. ANADOLU’DAKİ İŞGALLER KARŞISINDA HALKIN ÖRGÜTLENMESİ VE KONGRELER..................................................36 VI. MANDA VE HİMAYE MESELESİ.................................................40 İKİNCİ BÖLÜM HAKİMİYET-İ MİLLİYE GAZETESİ’NDE YERALAN HABERLERE GÖRE MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ I. ŞARK MESELESİ VE İNGİLTERE...............................................48 II. İNGİLTERE VE SÖMÜRGE POLİTİKALARI...............................56 A. Hindistan............................................................................61 B. Mısır....................................................................................62 iv C. Irak.......................................................................................64 D. İran.......................................................................................65 III.İNGİLTERE’NİN MİLLİ MÜCADELE HAREKETİNE KARŞI TAVRI VE FAALİYETLERİ..........................................................................66 A. Mustafa Sağir Olayı.............................................................72 B. Ali Galip Olayı......................................................................78 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE SİYASİ GÖRÜŞMELER VE İNGİLTERE I. SAN REMO KONFERANSI..............................................................84 II. SEVR PROJESİ..............................................................................92 III. LONDRA KONFERANSI..............................................................102 IV. CENOVA KONFERANSI.............................................................110 V. MUDANYA KONFERANSI...........................................................116 A. Mudanya Mütarekesi Öncesi Gelişen Siyasi ve Askeri Olaylara Genel Bakış..............................................................117 B. Çanakkale Krizi ve Lloyd George.......................................127 C. Mudanya Mütarekesi’nin İmzalanması ve İsmet İnönü......131 D. Lloyd George’un Türkiye Politikasının İflası ve İktidardan Düşmesi.................................................................................134 SONUÇ.............................................................................................137 KAYNAKÇA......................................................................................142 EKLER..............................................................................................164 ÖZET.................................................................................................176 ABSTRACT......................................................................................178 v KISALTMALAR DİZİNİ AAM : Atatürk Araştırma Merkezi ATASE : Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale bkz. : Bakınız C. : Cilt Çev. : Çeviren G.Ü. : Gazi Üniversitesi No : Numara S. : Sayı s. : Sayfa Numarası TBMM :Türkiye Büyük Millet Meclisi T.T.K. :Türk Tarih Kurumu Yay. : Yayını (yayınları) GİRİŞ Tarih boyunca Türklerin İngilizlerle olan ilişkileri, diğer milletlerle olan ilişkilerine göre daha farklı boyutlarda gelişmiştir1. İngiltere’nin kendi menfaatleri çerçevesinde yorumlayarak ivme kazandırmaya çalıştığı Türkİngiliz ilişkileri, istikrarın ve belli bir seviyenin oluşturularak korunmasına müsaade etmediği için ilişkilerde kopuklukların yaşanmasına ve zaman zaman Türk tarafının büyük sıkıntılar çekmesine sebep olmuştur. Türklerle İngilizler arasındaki ilişkilerin kaygan bir zeminde gelişmesi ve sürekli değişken bir yapıda olması, Türklerin olduğu kadar, Batı dünyasının da gözünden kaçmamış ve Batılılar iki taraf arasındaki bu şaşırtıcı ilişkiye “Ortadoğu’nun Dönme Dolabı” adını vermişlerdir2. Mevcut kaynaklara göre, Türklerin İngilizlerle ilk karşılaşması Haçlı Seferleri esnasında gerçekleşmiştir. Ortaçağda, İngilizler Türklere ait bilgileri daha çok Jean de Bourgogne’nin “Sir John Mandeville’nin Seyehatleri” adlı İngilizceye çevrilmiş olan eserinden öğrenmişlerdir. Ancak bu seyahatname, bilhassa Hıristiyanları Haçlı Seferi’ne katılmaya teşvik etmek maksadıyla yazıldığından, Türkler hakkında yanlış bilgileri içeriyordu3. Bu sebeple, bu tür kitaplar ve gerekse kilisenin İslamiyet aleyhindeki propagandası yüzünden Ortaçağda İngilizlerde Türk düşmanlığı düşüncesi ortaya çıkmıştır4. Selçuklular döneminde de, İngilizlerin Türklerle ilk temasları, 1097’de Kral William’ın oğlu Robert komutasında Anadolu’ya gelen İngiliz Haçlı kuvvetleri aracılığıyla olmuştur. Burada İngiliz Haçlı kuvvetlerinin Avrupa ve 1 Süleyman Kocabaş, “Türk-İngiliz İlişkilerinin Dönemleri”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, S.204, Aralık, 2003, s. 47. 2 Ali Kemal Meram, Belgelerle Türk İngiliz İlişkileri Tarihi, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969, s.8. 3 Süleyman Kocabaş, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar Türkiye ve İngiltere, Vatan Yayınları, İstanbul, 1985, s. 10. 4 Hamit Dereli, Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1951, s. 7-8. 2 Ortadoğu’ya hakim olacak din hakimiyeti oluşturmaya çalıştıklarını 5 görüyoruz . Osmanlı İmparatorluğu ile Batı Avrupa Devletleri arasındaki iktisadi, sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkilerin en geç İngiltere ile kurulduğunu görmekteyiz. İngiltere, ilk defa XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin dostluğunu elde etmek amacıyla, 1583’te III. Murat döneminde ilk İngiliz elçisini İstanbul’a göndermiştir. Burada İngiltere’nin amacı, Osmanlı ile hem ticaret yapmak hem de kendisini tehdit eden İspanya’ya karşı ittifak oluşturmaktı. Böylece, İmparatorluktan bazı imtiyazlar elde etti. 1798 yılına kadar İngiltere’ye 11 imtiyaz verildiği belgelerle ortaya çıkarılmıştır6. XVI. yüzyılın sonlarına doğru iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin başlaması, İngilizlere kendi planlarını gerçekleştirmek için Osmanlı Devleti’nin imkanlarını kullanma fırsatı tanıyordu. Böylece İngilizler, özellikle ekonomik alanda Osmanlı Devleti’nin imkanlarından faydalanmak amacıyla, padişah nezdinde her türlü girişimde bulunup kendilerine gerekli olan kanuni ortamı oluşturmaya çalışmışlardır7. Bunun sonucunda İngiltere’ye 1583’te verilmiş olan ticari imtiyaz, XVII. yüzyılın hemen başında 1601’de genişletilmiştir8. İngiltere ve Osmanlı’nın aktif siyasal ilişkileri XVIII. yüzyılda başlamıştır. İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile ilişkisi, Türklerin Avrupa’ya ayak basmasıyla değil, İngiltere’nin 0rtadoğu ’da önemli topraklar elde etmesiyle başlamıştır9. 5 Ali İhsan Bağış, Türk-İngiliz İlişkileri 1583-1984. (400. Yıldönümü), Başbakanlık Basın Yayın ve Enformsyon Genel Müdürlüğü, Ankara,1985, s. 15. 6 Meram, a.g.e., s. 12-13; Bağış, a.g.e., s. 15. 7 Cengiz Dönmez, Milli Mücadele’ye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 7. 8 Akdes Nimet Kurat, Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlaması ve Gelişmesi (1553-1610), Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Enstitüsü Yayını, Ankara, 1953, s. 90. 9 Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1978, s. 15. 3 İngiltere’nin Yakın Doğu politikasının temeli, Doğu ile ulaşım bağlantısı yönünden stratejik önemi olan ve doğal kaynakları bakımından son derece zengin olan Hindistan’ı güvenlik altında tutmaktır. İngiltere, Hindistan’ı ele geçirdiği sırada Osmanlı Devleti zayıflamaya başlamış ve Hindistan Osmanlı Devleti’nin genişleme kapsamı dışında kalmıştır. Bu nedenle İngiltere, bölgenin güçlü devleti olan Osmanlı ile çatışma durumuna girmemiştir. İki devlet arasındaki ilişkiler, inişli çıkışlı olarak bir asır devam etmiştir10. XVIII. yüzyıla gelindiğinde, Rönesans’ın etkisiyle Batı’nın görülmemiş bir hızla ilerlemesini, Doğu bir süre umutsuz izlemişti. Avrupa, yeni buluşlarla askeri ve ekonomik alanlarda artan gücünü kendi uygarlığı dışında kalan ülkeleri sömürgeleştirmek için kullanırken, Osmanlı’nın uzun yıllar Hıristiyanlara karşı İslamiyet’in koruyuculuğunu yapmış olmasını bir türlü hazmedemiyor ve onlara karşı ayrıca bir düşmanlık siyaseti güdüyordu11. XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti, Sanayi Devrimi’ni gerçekleştiren Avrupa Devletlerinin karşısında bir güvenlik endişesi taşımaktaydı. Özellikle, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan hammadde ve pazar arayışı, gözleri Osmanlı Devleti’nin üzerine çevirmişti. Osmanlı devlet yapısı ve işleyişinin daha da kötüye giderek adeta bir çöküntü halini almaya başladığı bu dönemde, 1699’dan itibaren var olan Rus tehlikesine yüzyılın başlarında Avusturya tehdidinin de eklenmesi Osmanlı Devleti açısından durumu oldukça güçleştiriyordu12. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Rusya’nın amacı, İstanbul ve Boğazları ele geçirerek sıcak denizlere ulaşmaktı. Rusya hedefine ulaşmak için Avusturya ile ortak bir proje geliştirdi. Grek Projesi denen bu projeye göre, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarının büyük bir kısmı Avusturya ile Rusya arasında paylaştırılacak ve merkezi İstanbul olan bir Bizans Devleti 10 Durdu Mehmet Burak, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-İngiliz İlişkileri (1914-1918), Babil Yayıncılık, Ankara, 2004, s. 7. 11 Yusuf Hikmet Bayur, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989, s. 19. 12 Dönmez, a.g.e., s. 9. 4 kurulacaktı. Nitekim bu amaçla 1787 yılında Rusya ve Avusturya, Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açtı. Savaşta yenilen Osmanlı Devleti 1792 yılında imzaladığı Yaş Antlaşması ile Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu kabul etti. Bu tehlikeyi kendi başına bertaraf edemeyeceğini anlayan Osmanlı Devleti, İngiltere ile başlamış olan etkili siyasi ilişkiler çerçevesinde, 1791’den itibaren Rus tehlikesine karşı bu ülkeye sığınmıştı13. İngilizler de, Rusların gittikçe güneye doğru inmelerinin kendi menfaatlerini tehdit ettiğini görerek, Akdeniz’deki İngiliz menfaatlerini Ruslara karşı korumak şeklinde geliştirdikleri dış politika ilkeleri doğrultusunda, bu bölgedeki İngiliz menfaatlerinin korunması İstanbul Boğazı’nda başlar düşüncesiyle; “Ruslara karşı Osmanlı toprak bütünlüğünü korumak” şeklinde bir dış politika takip etmeye başlamışlardır14. Bunu da, İngiltere ilk kez 1787 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Başbakan William Pitt’in15 27 Mart 1791’de Rusya’ya verdiği ültimatomla ortaya koydu16. İngilizlerin Osmanlı Devleti’ne yardım etmek suretiyle, onun toprak bütünlüğünü korumak şeklinde Ruslara karşı takip ettiği bu politika, 1798’de Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı işgali sırasında da aynen devam etmiştir17. “İngiltere’nin Kuzey Amerika’daki yenilgisi, İngiliz ticaretinin yönünü Hindistan’a ve Doğu Akdeniz’e çevirmişti. İngiltere böylece Mısır’a göz dikti. Çünkü, Mısır İngiltere’den Hindistan’a giden en kısa deniz yollarının üzerinde bir kilit noktasıydı. Mısır’ın dost ve zayıf durumda olan Osmanlı Devleti’nin elinde kalması, İngiltere için çok önemliydi. Aksi takdirde, Mısır’ın Fransızların eline geçmesi, 1800 yılında Malta’yı eline geçirinceye kadar 13 Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih (1789-1960), Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1975, s. 17-23. 14 Rıfkı Salim Burçak, Tür-Rus-İngiliz Münasebetleri (1791-1941), Aydınlık Matbaası, İstanbul, 1946, s. 11-13; “Türkiye’nin Mukasemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1920, No: 28. 15 William Pitt; 15 Kasım 1708’de Londra’da doğdu ve 11 Mayıs 1778’de İngiltere’de öldü. İngiliz devlet adamı 1756-61, 1766-68 yılları arasında iki kez başbakanlık yapmış, geniş bir sömürge imparatorluğu kurulmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, C. IX, Anadolu Yayıncılık, İstanbul, 1991, s. 2656. 16 Burçak, a.g.e., s. 12-14. 17 Mim Kemal Öke, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu (1918-1926), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1992, s. 2; Kurat, a.g.e., s. 13-14; Burçak, a.g.e., s. 15. 5 Akdeniz’deki gücü çok zayıflamış olan İngiltere açısından tehlike arz edebilecekti. Fransa’nın Mısır’a yerleşmesi Rusya bakımından da tehlikeli olacağı için gerek İngiltere ve gerekse Rusya, Osmanlı Devleti’nin yardımına koştular. Osmanlı Devleti, 23 Aralık 1798’de Rusya ile ve 5 Ocak 1799’da da İngiltere ile Fransa’ya karşı ittifak antlaşmaları imzaladı. Osmanlı Devleti, İttifak Antlaşmasının hemen ardından 30 Ekim 1799’da İngiliz ticaret gemilerine Karadeniz’de birtakım ayrıcalıklar tanımıştır”18. Osmanlı Devleti, Fransa’ya karşı İngiltere’yi; İngiltere’ye karşı da Rusya’yı yanına alarak adeta bir “denge politikası” sürdürmeye başladı. Çünkü, Rusya gözünü Karadeniz ve Boğazlara dikmişti. İngiltere ise Mısır’ı Fransa’nın işgalinden kurtarmıştır. Fakat Mısır’ın Hindistan bakımından önemli olduğunu görerek, burada iki yıl kaldı. Bu durum Türk-İngiliz ilişkilerinin bozulmasına neden oldu. Ancak daha sonra, Türk-Fransız, TürkRus ilişkilerindeki olumsuz gelişmeler, Osmanlı ile İngiltere arasında tekrar bir yakınlaşma sağladı19. XIX. yüzyılda dünyada siyasi, teknolojik ve ekonomik açılardan yaşanan büyük değişikliklerle, sanayinin hız kazanması sonucu gelişen ve genişleyen sömürgecilik, diplomatik ilişkilerin alanını Avrupa dışına, özellikle Afrika ve Uzakdoğu’ya yaymıştı. Adeta büyük devletlerin gözleri, bu bölgelere çevrilmiş ve hesaplar bu bölgeler için yapılır olmuştu. Bu durum, Osmanlı Devleti açısından daha ağır şartları da beraberinde getirmiş ve büyük devletlerin kendisi için olan ilgilerini arttırmıştı. Ancak bu dönemde, Avrupa’da kuvvetler dengesi değişirken, Osmanlı Devleti de zayıflamaya başlamıştı. Bu sebeple, Osmanlı Devleti mutlaka büyük bir Avrupa Devletiyle ittifak yaparak, kendisine yönelen tehdit ve tehlikelere karşı bir denge kurmak ve bu suretle varlığını korumak, dağılma ve yıkılmasını önlemek istiyordu20. 18 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 17-18. Armaoğlu, a.g.e., s. 37-39. 20 Dönmez, a.g.e., s. 10-11. 19 6 XIX. yüzyıldaki İngiliz dış politikası da, tamamen Afrika ile Orta ve Uzak Doğu’daki gelişmelere endekslenmiş ve İngiliz dış siyasetinin esasını “İngiliz sömürgeleriyle, bu sömürgelere giden yolların güvenliğinin sağlanması” oluşturmuştu. İngiltere’nin bu politikası sonucunda, İngiliz sömürge yolları üzerindeki Osmanlı Devleti’nin durumu önem kazanıyordu. Çünkü İngiltere, Osmanlı Devleti’nin varlığını, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinde önemli bir engel olarak görüyordu21. 1833 yılı İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’nin siyasal, ekonomik ve coğrafi açıdan önemini anlaması bakımından çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü, 1833 yılına kadar İngiltere Yakın Doğu’da fazla etkin değildi. Yunan ayaklanmasının patlak verdiği 1821 yılında, İngiltere Dışişleri Bakanı Castlereagh Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması gerektiğine inanması nedeniyle, ayaklanmayı uygun görmemiştir. Ancak, Castlereagh’ın yerine geçen Dışişleri Bakanı Canning, Yunan ayaklanmasının İngiliz kamuoyunda olumlu destek görmesi üzerine Osmanlı Devleti’ne karşı olan politikasını değiştirdi. Canning’in siyasi amacı; Yunanlıları kendi nüfuzuna alarak Rusya’ya yem etmemek ve böylece de “Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı korumaktı.”22 Canning Yunan ayaklanmasını destekledi. Ancak, Bu ayaklanmanın Haçlı Seferi olarak nitelendirilmesi endişesine karşı, bunun sadece bir bağımsızlık mücadelesi olduğunu savunarak, Osmanlı Devleti’ni Yunanlılarla anlaşması için ikna etmeye çalışmıştır23. Eğer ikna olmazsa, Osmanlı Devleti’ne karşı baskı uygulanacaktı. Büyük devletlerin yaptığı arabuluculuk teklifini Yunanlılar kabul etti; fakat Osmanlı bunu bir iç mesele olarak gördüğü için reddetmiştir. Bunun sonucu olarak, 20 Ekim 1827’de İngiliz-Rus-Fransız donanmaları, Navarin’de Osmanlı donanmasını imha etmiştir. 21 Armaoğlu, a.g.e., s. 44; Dönmez, a.g.e., s. 11. Armaoğlu, a.g.e., s. 101. 23 Philip P. Graves, İngilizler ve Türkler Osmanlı'dan Günümüze Türk-İngiliz İlişkileri (17891939), (Çev. Yılmaz Tezkan), 21.Yüzyıl Yayınları, İstanbul, 1999, s. 12-14. 22 7 Bu olay sonucunda, Rusya Akdeniz’de karşı koyacak bir Osmanlı donanmasını yok etmiştir. Tabii ki bu İngiltere’de endişeye sebep oldu. Navarin Olayı’nı izleyen Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda imzalanan 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Antlaşması ile; Yunanistan’ın bağımsızlığı kabul edilmiş ve Rusya yeni haklar elde etmiştir. Osmanlı Devleti, asi Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ayaklanması ile İngiltere’den yardım istemiştir. Ancak, İngiltere’nin isteksiz davranması sonucu, Osmanlı Devleti Rusya’dan yardım istemek zorunda kalmıştır. 1833’te Rusya ile Hünkar İskelesi Antlaşması imzalanmıştır. Rusya, bu antlaşmayla İngiltere’nin Yakın Doğu’daki çıkarlarını sınırlamış oluyordu. Buna rağmen İngiltere, Osmanlı Devleti’ni dolaylı bir biçimde desteklemeye devam etti. İngiltere, padişaha askeri, sivil ve mali reformlar yapması için telkinlerde bulunmaya başladı. Ardından İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Osmanlı Devleti ile tekellerin yasaklanmasını öngören bir antlaşmanın uygun olacağını belirtmiştir. Çünkü tekeller, Mısır’ın önemli bir gelir kaynağıydı. Mısır Valisi ağır bir mali zarara uğratılarak böylece zorunlu olarak dize getirilebilirdi. 16 Ağustos 1838 Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi bu amaçla imzalandı. Bu sözleşmenin İngiltere’ye sağladığı ekonomik ve iktisadi imtiyazlar şüphesiz İngiltere için, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecini geciktirmeyi zorunlu kılıyordu. Çünkü, Tuna yolu Avusturya’nın, Çanakkale ve İstanbul Boğazları da Rusya’nın eline geçerse, İngiliz ticareti zarar görecekti”24. Osmanlı Devleti, 1839’da Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın kuvvetlerine karşı giriştiği askeri harekatı kaybedince, İngiltere ve diğer büyük devletler müdahalede bulundular. 24 Burak, a.g.e., s. 13-17. 15 Temmuz 1840’ta Londra 8 Konferansı’nda kabul edilen ilkeler çerçevesinde Mehmet Ali Paşa sorunu çözüldü25. 13 Temmuz 1841’de Londra Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşme gereğince, Osmanlı Devleti barış zamanında savaş gemilerinin Boğazlardan geçemeyeceği görüşünü kabul ediyordu. Boğazlar uluslararası bir statü kazanıyordu. Bu antlaşmayla İngiltere, Boğazları Rusya’ya kaptırmamak açısından bir başarı sağlıyordu. Rusya’nın yenilgisiyle sonuçlanan Kırım Savaşı’nın ardından 30 Mart 1856’da Paris Barış Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Avrupa Devletler topluluğuna dahil oluyor ve toprak bütünlüğü de Avrupalı Devletlerin güvencesi altına giriyordu26. Bu antlaşma İngiltere’ye, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü elinde tutması için tekrar güzel bir imkan veriyordu. İngiltere’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Canning, 1856 Paris Antlaşması’ndan sonra İngiltere’nin Türkiye’ye karşı politikasının temel ilkelerini şu şekilde değerlendiriyordu: Hindistanla ulaşım ve İngiliz ticaretinin gerekleri. Canning, bununla İngiltere’nin Osmanlı’yı desteklemesinin İngiltere’nin çıkarları gereği olduğunu belirtiyordu27. 1867’de Padişah Abdülaziz’in İngiltere’yi ziyaretiyle ilişkilerde sağlanan gelişme ve gerekse 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Osmanlı Devleti’nin öneminin daha da artması, İngiltere’nin Osmanlı’yı destekleme politikasını 1878 yılına kadar sürdürmesine olanak sağlamıştır28. 25 Armaoğlu, a.g.e., s. 123-124. Osmanlı Devleti, Paris Antlaşması’ndan sonra Avrupa’nın özellikle de İngiltere’nin siyasal desteğini almak için, Islahat Fermanı adı ile bir reform fermanı çıkarmıştır. Bu ferman Tanzimat’tan farklı olarak, sadece yabancı uyruklulara birtakım haklar getiren yabancı uyruklu bir uygulamadır. Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 22-23. 27 Burak, a.g.e., s.17. 28 Dönmez, a.g.e., s. 11-12. 26 9 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Türk-İngiliz ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Rusya, Osmanlı Devleti’ne son darbeyi indireceği zaman, İngiltere kendi çıkarlarının korunması adına bir kez daha Osmanlı Devleti’nin yanında yer almıştır. İngiltere, kurduğu Avrupa dengesinin bozulmasına izin veremezdi. Bu nedenle, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne tek başına kabul ettirdiği, 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nın yerine, 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’nı imzalattırmıştır29. Bu anlaşma ile İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yaşamasının mümkün olmadığını anlamıştır. İşte bu anlayış, Türk-İngiliz ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur30. İngiltere’nin yüz yıldan beri izlediği, “Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikası” artık sona ermişti. Osmanlıların yaşama gücünü kaybettiği kanısına varan İngiltere, alacağı tedbirlerle Rusya’yı Akdeniz’den uzak tutmaya yöneldi. Bu tedbirler Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparıp alacağı topraklarla sağlanabilirdi. Bu toprakların ele geçirilmesi Osmanlı topraklarında gözü olanlara ve özellikle Rusya dışındaki devletlere bir şeyler vermekle mümkün olabilirdi. Rusya’nın Balkanlara inememesi için, Balkanlardaki Hıristiyan devletlerin, özellikle Bulgarlar ile Yunanlıların desteklenmesi ve büyütülmesi gerekliydi31. İngiltere, Berlin Kongresi’nden sonraki Balkan gelişmelerinde artık Osmanlı Devleti’nin karşısında yer almış ve kuralları kendisi koymaya başlamıştır. Bu sebeple, aynı yıl Kıbrıs Adası’nı ele geçirmiş, BosnaHersek’in Avusturya-Macaristan’a bırakılmasını istemişti. Bundan böyle Rusya’nın güneye sarkmasını Kıbrıs’tan İngiltere, Bosna-Hersek’ten de Avusturya kollayacaktı. Bu durum Avusturya’nın, Balkanlarda Rusya ile 32 çatışmasına zemin hazırlamıştı . 29 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 26-27. Burçak, a.g.e., s. 38; Öke, a.g.e., s.2; Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 27. 31 Erdoğan Karakuş, İngiliz Belgelerinde İkinci Dünya Savaşı Öncesi Türk-İngiliz İlişkileri (19381939), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, s. 1. 32 Burçak, a.g.e., s. 39. 30 10 İngiltere, Hindistan yolu üzerindeki esas kale olan Mısır’a, 1882 yılında asker çıkartarak, burada gerek gördüğü kadar kalacağını ilan etti. Bu olay Türk-İngiliz ilişkilerinin Arap Yarımadası’na yönelik parçalayıcı siyaseti nedeniyle kopma noktasına gelmiş ve Osmanlıların İngiltere yerine Almanları devreye koyma siyasetine hız ve haklılık kazandırmıştır33.Alman yardımıyla Bağdat Demiryolu Projesi’nin gerçekleştirilmesi Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerinde artan nüfuzunun bir göstergesiydi34. “İngilizler, 1897’den itibaren de, bir adım daha ileri giderek; “Osmanlı İmparatorluğu nasıl olsa yıkılacaktır, bu devleti Rusya yıkarsa Avrupa’daki dengelerin ne olacağını kimse kestiremez. Bu sebeple Rusya enkazı yıkıp üzerine o yerleşeceğine, biz yıkmalıyız ve Osmanlıların mirasına biz sahip çıkarak, Rusya’nın güneye inmesini önlemeliyiz” diyerek, Osmanlı Devleti’ni yıkmaya yönelik bir politikayı uygulamaya koymuşlardır”35. XIX. yüzyılın sonlarında gerçekleştirilen bu politika değişikliğinin ardından, XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise, İngiltere’nin Ortadoğu ve Osmanlı Devleti ile ilgili politikasının esası; Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı. İngilizler bu nedenle Osmanlı Devleti’nin aleyhindeki her türlü oluşumun içinde yer almışlardır. “Bu çerçevede, özellikle Türkiye’deki Alman nüfuzunun artmasına bağlı olarak Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin gün geçtikçe kötüye gitmesi36 ve Osmanlı Devleti’nin, Musul ve civarındaki petrol aramalarına karşı çıkarak petrol kuyularını kapattırması, İngilizlerin Osmanlılara karşı düşmanlığını daha da arttırmıştır37. “Bunun üzerine İngilizler nihai hedef olarak “Osmanlı Devleti’ni hemen yıktıktan sonra ya Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde kendilerine bağlı veya kendi kontrollerinde bağımsız devletler kurmak ya da 33 Karakuş, a.g.e., s. 2. Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 29. 35 Dönmez, a.g.e., s. 12. 36 Burçak, a.g.e., s. 42-44. 37 Kocabaş, a.g.e., s.119. 34 11 bazı stratejik noktalarına doğrudan yerleşmek” için harekete geçmiş ve bu uğurda büyük bir mücadeleye başlamıştır”38. Türkleri kesin olarak Avrupa’dan çıkarmak siyasetine soyunan İngiltere, 1912’de yönettiği Balkan Savaşı ile bu düşüncelerini hayata geçirme fırsatı bulmuştur. Asıl amaç, artık yavaş yavaş belirtileri hissedilen Dünya Savaşı arifesinde, Osmanlı Devleti ve müttefiki Almanya’yı zayıflatmaktır. Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları’ndan tam bir yenilgiyle çıkması, devletin zayıflığının tam bir vesikası gibiydi. Birinci Dünya Savaşı’nın sebep ve sonuçları, Fransız İhtilali’nin meydana getirdiği gelişmelerin doğal bir sonucuydu. Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı yeni fikirler, siyasi müesseseler devletlere olduğu kadar, Milletlerin davranışına da yeni yönler vermiştir. Liberaliz m, Hürriyetçilik, Milliyetçilik gibi kavramlar sadece devlet sınırları içinde ortaya çıkan bir olay şeklinde kalmayıp ilişkilerde yeni çatışma konuları meydana getirmiştir. Milliyetçilik, bu kavramlar arasından en etkili olanıdır. İmparatorlukların yıkılmasına neden olan en önemli sebeplerden biridir. İtalya ve Almanya’nın siyasi birliklerini tamamlaması, Avrupa dengelerini yeniden oluşturmakla kalmamış, Balkanlar’daki ulusal fikirleri harekete geçirmiştir. Böylece Balkanlar, Avrupa siyasetinin faaliyet gösterdiği önemli noktalardan biri olmuştur39 Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı Devleti gelişen olumsuz şartlar gereği ittifak kurmak için harekete geçmişti. Fransa’ya ittifak için başvurdu. Ancak, Rusya kabul etmedikçe bu ittifakın gerçekleşemeyeceği cevabını aldı. Bundan sonra İngiltere ile ittifak girişiminde bulundu. İngiltere, yeni siyasi bağlar altına giremeyecekleri cevabını verdi. Osmanlı Hükümeti, Fransa ve İngiltere’nin bu tutumlarından dolayı, savaşın kendi üzerinde cereyan edeceğini anlamıştı. İtilaf Devletleri arasında yer alamayan Osmanlı 38 39 Dönmez, a.g.e., s. 13. Karakuş, a.g.e., s. 2. 12 Devleti, Almanya ile temasa geçti ve ittifak antlaşması imzaladı. Aslında Osmanlı Devleti, mecburen Almanya tarafında yer almak zorunda kaldı. Buna rağmen Osmanlı idarecileri tarafsızlığı daha akılcı buluyorlardı. Nitekim savaşın başlangıcında, Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmişti. İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığı halinde, Boğazlar üzerinden Rusya’ya yardım edebileceklerini düşündüklerinden Osmanlı’nın tarafsızlığını daha uygun bulmuşlardır. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Osmanlı Devleti de tarafsızlığına karşılık, kapitülasyonların kaldırılması, Ege Adaları’nın Osmanlı Devleti’ne verilmesi ve Mısır Meselesi’nin halledilmesini istedi. Bu isteklere en sert yanıt İngiltere’den geldi. Bütün bu tarafsızlık arzularına rağmen Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında son savaşına giriyordu40. Osmanlı Devleti savaşa girince İngiltere, Osmanlı Devleti’ni parçalama siyasetine ağırlık verdi. Henüz Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmeden önce Kuveyt’i kendi himayesinde bağımsız bir devlet olarak ilan eden İngiltere hemen ardından Kıbrıs’ı ilhak edip, Mısır üzerinde bir himaye kurduğunu açıkladı. Osmanlı Devleti İngiltere ile Mısır, Mezopotamya ve Çanakkale cephelerinde çarpışarak ilk defa “doğrudan savaş” dönemine girdi41. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’na kadar daha çok diplomatik yoldan bazen de (1855-1856 Kırım Savaşı’nda olduğu gibi) askeri kuvvetlerle Türkleri desteklemiştir. Bu arada XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması için yapılan hareketlere katılmakla beraber, onun tüm olarak ortadan kalkmaması için (1878 Berlin Antlaşması’nda olduğu gibi) gayret de sarf etmiştir. Ama, İngiltere’nin bu geleneksel siyasetinin Birinci Dünya Savaşı ile değiştiğini görüyoruz. Çünkü, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını başlıca amaç olarak benimsemiş olan Çarlık 40 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 33-37. İngiltere 1914’te Mısır’ı işgal ederek himayesi altına aldığını ilan etti. Ancak Mısır, İngiliz tahakkümü altında kalmayarak isyan hareketlerine başladı. Harp esnasında bu isyankarane düşüncelerini, emellerini aleni olarak ortaya çıkaramazdı. Bu nedenle, bu fikirler savaş sırasında fazla fiiliyata dönüşemedi. Ancak Mısırlılar, savaş sırasında yaptıkları İngiltere karşıtı propagandalar ile Mısır’ın ilhak edilmesine karşı tepkilerini dile getirmişlerdir. “Mısır Ahvali”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Mart 1920, No: 15. 41 13 Rusyası ile birlikte, Türklere karşı artık aynı safta yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda, Çarlık Rusyası’nın çökmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesi üzerine İngiltere, Türklere karşı hareketin adeta bayraktarı olmuştur. Ünlü İngiliz yazar Lord Kinross, İngiltere’nin Türkiye politikası hakkında düşüncelerini şu şekilde belirtmiştir: “Türklere karşı olan bütün bu düzen, özellikle dönemin İngiliz Başbakanı Lloyd George’un başının altından çıkıyordu. Lloyd George, coğrafya ve tarihsel olaylar hakkında pek az bilgisi olan bir insandı. Kendisi, Türkiye’yi geçmişi ve geleceği olan, başka bir deyişle, yaşayan bir organizma olarak göz önüne almıyor; Türkiye’yi, sadece harita üzerinde bir toprak parçası olarak görüyordu. Öyle bir toprak parçası ki, başka ülkelerin vazgeçecekleri topraklar karşılığında, Türk toprakları o ülkelere verilebilirdi...”42. Görülüyor ki İngiltere, müttefikleri ile birlikte Osmanlı Devleti’ni sadece yönetimindeki ülkelerden ayırmakla yetinmiyor, Anadolu topraklarını da bölmeye kalkışarak Türklere kendi yurtlarında bile bağımsız yaşamayı çok görüyordu. Bu nedenledir ki, Türk Ulusu Mustafa Kemal’in liderliğinde, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra bu defa kendi kaderi için bir ulusal bağımsızlık mücadelesini yürütecekti. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle ayrılan Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştır. İtilaf Devletleri ise, Anadolu’daki emellerini gerçekleştirmek için zemin hazırlayan bu mütarekenamenin 7. maddesini gerekçe göstererek yurdun dört bir yanını işgale başlamıştır. Düşman işgallerine karşı, çeşitli şehir ve kasabalarda direnme güçleri oluşmuşsa da bunlar yeterince teşkilatlandırılamamıştır. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla Anadolu’da Milli Mücadele hareketinin ilk adımı atılmıştır. Mustafa Kemal 42 Cemal Enginsoy, “İngiliz Kaynaklarına Göre Atatürk”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. VII, S.19, 1990, s. 75-76. 14 Paşa, Anadolu’daki çalışmalarına hemen başlamış ve 25 Mayıs 1919’da Havza’ya, 12 Haziran 1919’da da Amasya’ya gelmiştir43. Mustafa Kemal Paşa, Amasya’da ilk defa millî gayeden söz etmiş ve Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti adına bütün illere gönderdiği genelgede “Vatanın bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğunu, İstanbul’daki Hükümetin görevini yapamadığını, milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını…” bildirmiştir. Bu kararlar “Hakimiyet-i Milliye” kavramını açıkça ortaya koyuyordu. Bu nedenle, bu belge bir ihtilal beyannamesi niteliğindedir44. Amasya’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa, 3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a gelmiştir. İlk önce bölgesel amaçla toplanan, sonra Mustafa Kemal ve arkadaşlarının gelmesiyle milli bir nitelik kazanan Erzurum Kongresi’nde, Milli Hakimiyet kavramı esas alınarak, manda meselesi üzerinde durulmuştur. Ayrıca, Sivas’ta milli bir kongre toplanması gerektiği kararı da alınmıştır. 4-11 Eylül 1919 tarihinde toplanan Sivas Kongresi’nde, Amasya ve Erzurum’da alınan kararlar net bir şekilde ilan edilmiştir. Ancak kongrede can güvenliğinin yeterli olmaması, İstanbul Hükûmeti’nin ve İtilaf Devletlerinin baskısı, ulaşım güçlükleri nedeniyle kongreye çağırılan iki yüz kişiden, ancak otuz bir delege kongreye katılabilmiştir45. Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi’nde alınan kararlarla, Anadolu’nun takip edeceği yolu çizmişti. İşte bu sırada Mustafa Kemal, Milli Mücadele’nin önemini içinde bulunulan durumu ve yapılacak işleri Türk halkına anlatmak zorundaydı46. Kaderciliğe ve manda gibi geçici çözümlere sığınmak yerine, mücadele arzusunun halktan kaynaklanmasını sağlamak, yani kamuoyu oluşturmak gerekiyordu. İtilaf Devletlerine, iç ve dış basına 43 Mehmet Önder, “Milli Mücadele’nin Gazetesi Hakimiyet-i Milliye Nasıl Çıkarıldı?”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. VII, S.20, Ankara, 1991, s. 285. 44 Ekrem Uykucu, Cumhuriyet Tarihi Ansiklopedisi, Kervan Yayınları, İstanbul, 1973, s. 22. 45 Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C. I, İstanbul, 1963, s. 237-239. 46 Ömer Sami Coşar, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yay., İstanbul, 1964, s. 16-117; Önder, a.g.m., s. 287. 15 mücadelenin amacını ve haklılığını haykıran bir ses olmalıydı. Bu da, o dönem şartlarında ancak bir gazete çıkarmakla mümkün olacaktı. 11 Eylül’de kongre sona ererken, bu çok önemli silahtan mahrum olduğunu anlayan Mustafa Kemal Paşa, kongre üyelerinden Rasim Bey’e gazete çıkarma isteğini dile getirmiştir47. Hemen ardından da 14 Eylül 1919’da “İrade-i Milliye” gazetesi yayın hayatına başlamıştır. Gazetenin bütün sayfaları Milli Mücadele ile ilgili haberleri kapsamaktaydı. Niçin bağımsızlık savaşına girişildiği ve mevcut durumun ne olduğu kamuoyuna bu gazete vasıtasıyla duyurulmaktaydı48. Ancak, 27 Aralık 1919 tarihinden sonra yürütülecek Milli Mücadele’nin başkenti Ankara olacaktı ve Mustafa Kemal Paşa Sivas’ta çıkarılan İrâde-i Milliye gazetesini de Ankara’ya getirmek istemişti. Fakat Sivaslıların Millî Mücadeleyi anlatan bu gazetenin bir anıt olarak burada kalmasını istemeleri üzerine bundan vazgeçmiştir. Sivas’tan Ankara’ya geçen Mustafa Kemal Paşa, haklı mücadelenin bütün yurda duyurulması için adını bizzat kendisinin koyduğu “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesini kurarak yayımlamaya başlamıştır49. Mustafa Kemal, gazetenin 10 Ocak 1920’de yayınlanan ilk sayısında niçin bu ismi verdiğini şu şekilde açıklamıştır: “... Gazetemizin ismi takip edeceği mücadelenin de nev’idir. Şu halde diyebiliriz ki; Hakimiyet-i Milliye’nin mesleği, milletin müdafaa-i hâkimiyeti olacaktır”50. Hem Sivas’ta hem Ankara’da yayınlanan iki gazetenin ismi , yayın politikalarını ve ülkenin gelecekteki yönetim şeklini haber verir niteliktedir. Bu açıdan, ülkenin içinde bulunduğu bu kritik durumda Mustafa Kemal’in, Milli Mücadele’nin iletişim kaynağı olan bu gazetelere bu isimleri vermesi çok anlamlıdır. 47 Coşar, a.g.e., s.113. Yücel Özkaya, Millî Mücadele’de Atatürk ve Basın (1919-1921), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu-Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1989, s.59. 49 Özkaya, a.g.e., s.59-61. 50 “Hakimiyet-i Milliye”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1920, No: 1. 48 16 Mesleği milletin iradesini hâkim kılmak olarak belirlenen Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin başına Mustafa Rağıp (Baydur) getirilmiştir. Gazete 6 Şubat 1921’e kadar haftada iki kez çıkarılırken, bu tarihten itibaren her gün çıkarılmaya başlanmıştır51. Kısa sürede Anadolu’ya yayılan gazetede bir çok sefer Mustafa Kemal Paşa’nın dikte ettirdiği yazılar da yer almıştır. Hakimiyet-i Milliye’nin 10 Ocak 1920’de çıkan, “Heyet-i Tahririye” ismini taşıyan yazı da Mustafa Kemal’in Hakkı Behiç’e dikte ettirdiği yazılardan ilkidir. Bu yazıda gazetenin izleyeceği yol ve Milli Mücadele’nin hedefleri şu cümlelerle dile getiriliyordu: “...Bugünden itibaren mevki-i intişara çıkan ve sütunlarında bütün Anadolu ile onu alâkadar eden muhitlerin ahvâl ve hadisâtını ihtiva edecek olan gazetemize bu ismi tesadüfi olarak vermedik. Gazetemizin ismi, aynı zamanda takip edeceği tarik-i mücâhedenin de nev’idir. Şu halde diyebiliriz ki, Hâkimiyet-i Milliye’nin mesleği, milletin müdafaa-i hâkimiyeti olacaktır52.” Başyazının son kısmında da yürütülecek Milli Mücadele’nin dayandırıldığı temel ilkeler şu şekilde izah edilmiştir: “Hâkimiyet-i Milliye üç büyük istinadgâh tanır: Zekâ, irfan, hamiyet... Bunlar haricinde hiç bir şeye istinat edemez. Milletin hâkimiyetine sermayelerin, ne içi boş siyasetlerin, ne kinlere, menfaatlere, ikbal ve istikballere müteveccih geçici heveslerin bâzîçesi olamaz. Millet yaşamağa, hür ve müstakil yaşamağa, yaşadıkça da mesut ve mütekâmil bir unsur-ı terakki olmağa muhtaçtır. Hâkimiyetini bunun için istimal edecektir. Gazetemizin de gayesi milletin bu ihtiyacıdır53.” 51 E. Semih Yalçın, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I Kaynaklar, Siyasal Kitabevi, Ankara 2004, s.176. 52 Bu yazının tam metni ve ayrıntılı bilgi için bkz. “Hakimiyet-i Milliye”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1920, No: 1. 53 “Hakimiyet-i Milliye, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1920, No: 1. 17 Hakimiyet-i Milliye ilk sayısında değindiği gibi bütün Anadolu ile onu kapsayan haberleri verecektir. Heyet-i Tahririye imzalı yazıda, Türkiye’nin son durumuna değinilmekte, yapılan hainlikler ve işgaller anlatılmakta ve “Kuva-yı Milliye” ile “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk” teşkilatının doğmasının bu şartlardan kaynaklandığı ve Hakimiyet-i Milliye’nin bu şartlar yüzünden yayın hayatına başladığı vurgulanmaktadır. Daha sonra, artık milletin uyandığı, milletin hür ve bağımsız yaşayacağı, ilerlemeye muhtaç olduğu, gazetenin de bu amaca hizmet edeceği açıklanmaktadır. Hakimiyet-i Milliye gazetesi, kamuoyuna Kuva-yı Milliye’nin ne olduğunu, niçin kurulduğunu, ne yapmak istediğini de anlatmakta ve bu önemli konuda kamuoyunun aydınlatılmasına yardım etmektedir. BİRİNCİ BÖLÜM MİLLİ MÜCADELENİN BAŞLAMASI VE İNGİLTERE I. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ İngiltere, XIX. yüzyıl boyunca sürdürdüğü Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü koruma politikasını, XX. yüzyılda değiştiriyordu. Özellikle, savaşlardan sonra devletler arası değişen dengeler, İngiltere’nin bu değişen dengelerde mevcut çıkarlarının korunması isteği ve Osmanlı Devleti’nin iyice güçsüz hale gelmesi İngiltere’ye, Birinci Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı üzerindeki politikasını değiştirme gerekliliğini hissettirdi. Bu nedenle, öncelikle imparatorluğun stratejik noktalarının korunması için önlemler alınmalıydı. Özellikle, İngiltere’nin en çok önem verdiği stratejik nokta olan Hindistan’a giden yolların güvenliğinin denetimi çok önemli idi. İngiltere Yakın Doğu’da yüzyıllardır rakibi olan Fransa’ya karşı olan üstünlüğünü de kaybetmek istemiyordu. Bu nedenle bu dönemde, İngiltere’nin amaç ve düşünceleri üç temel düşünce üzerinde toplanıyordu: Birincisi, Yakın Doğu’da büyük çapta bir İngiliz üstünlüğü kurmanın gerekliliğiydi. İkincisi, Fransa’nın rekabetçi konumunu olabildiğince düşük bir seviyeye çekmekti. Üçüncüsü, Osmanlı Hükümeti’ni destekleme politikasının artık bu amaçları gerçekleştirmeye yaramayacağına inanılıyordu54. İngilizlerin, mevcut hedeflerinin içinde Osmanlı içindeki azınlıkların desteklenmesi de vardı. Bu sebeple İngilizler, bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulmasını “kuzeyden Hindistan’a geçiş yolunu Türklerin denetiminden kurtaracağı, aynı zamanda da Rus yayılmacılığına karşı tampon görevi yapacağı” düşüncesiyle desteklemeye başladılar. 54 C. Paul Helmreıch, Sevr Entrikaları “Büyük Güçler, Maşalar, Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi”, (Çev. Şerif Erol), Sabah Yayınları, İstanbul, 1996, s. 8. 19 Ancak İngiltere’nin, İstanbul ve Boğazlar konusundaki politikasına kendi kabinesinden dahi tepki gelmişti ve Türklerin İstanbul’dan atılmasına karşı çıkılıyordu. Çünkü bunun Türkler arasında büyük bir muhalefet yaratacağına inanılıyordu ve bu durumun İngiltere dominyonlarında, özellikle Hindistan’daki Müslüman nüfus arasında büyük bir kaynaşmaya sebep olacağından endişe ediliyordu55. Başbakan Lloyd George’un Şark Meselesi ve Türk düşmanlığı konusunda kişisel bir önyargısı vardı. Lloyd George kendisi için tarihi bir fırsat yakaladığına inanıyor gerçekleştirmek ve Türklerin istiyordu. Avrupa’dan Kamuoyunda atılması düşüncesini anti-Türk, anti-İslam organizasyonunu iyi kurmuştu56. Parlamentoda yaptığı konuşmalar da, yürüttüğü organizasyonu destekliyordu. Başbakan Lloyd George: “Türkler insanlık tarihi için bir kanserdir. İdareleri altına aldıkları milletler için kötü bir yaradır” diyordu57. Ayrıca Llyod George: “Türkler yüzlerce yıl Avrupa’da kaldılar ve Avrupa’daki bütün belaların başı oldular. İstanbul Türk değildir Yunanlıdır ve Türkler oradan atılmalıdır”58diyerek Türklere karşı düşmalığını dile getiriyordu. 10 Mart 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiltere ve Fransa’nın Türkiye hakkındaki fikirlerine yer veriyordu. Hakimiyet-i Milliye, Türkiye meselesi hakkında Fransa ve İngiltere’nin aralarında fikir farkı olduğunu, Türkleri Avrupa’dan çıkarmak, İstanbul’a sahip olmak, hilafet ve saltanatı ayırmak düşüncelerinin daima Londra’dan çıktığını belirtiyordu. Bu düşünceleri özellikle, İngiltere’nin siyasetinde etkili olan Lloyd George’un 55 Kenan Kırkpınar, Ulusal Kurtuluş Savaşı Dönemi İngiltere ve Türkiye (1919-1922), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004, s. 62-63. 56 Kırkpınar, a.g.e., s. 63. 57 Ragıp Üner, “Tarihte Türk-İngiliz İlişkileri”, Hayat Tarih Mecmuası, C. 2, S.8, 1975, s. 26. 58 Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2006, s. 205. 20 nutuklarında görüyoruz. Hakimiyet-i Milliye, Fransa’nın Türkler hakkında fikirlerinin ise bizi Lloyd George’unki kadar incitmediğini belirtiyordu59. Sonuçta, Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Lloyd George’un başında bulunduğu İngiltere, Türklere karşı çok sert bir politika izlemiş ve tek amacının, Türkleri Avrupa’dan atarak İstanbul’u ele geçirmek olduğunu açık bir biçimde dile getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, İngiltere ile Osmanlı Devleti’nin içinde bulundukları durum karşılaştırıldığı zaman, iki devlet arasında güç ve istikbal açısından, zıtlıklarla dolu bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Bir tarafta savaştan galip çıkmış, güçlü görüntüsüyle dünyada dengelerin yeniden belirlenmesinde etkili bir rol oynamaya aday İngiltere ve diğer tarafta yenilmiş, büyük ölçüde toprak kaybına uğramış, tükenmiş, güçsüz görüntüsüyle yapacak bir şeyi kalmamış ve kaderi bir bakıma İngiltere’nin elinde olan bir Osmanlı Devleti mevcuttur60. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bu zor dönemde, harbe katılma olayını bir tür kaza eseri olarak yorumlayan Padişah Vahdettin, devletin geleceğiyle ilgili olarak The Daily Mail gazetesine yaptığı bir açıklamada: “Siyasi durumumuzu, coğrafi mevkiimizi ve milli menfaatlerimizi ciddi olarak mülahaza etmiş olsaydık, harbe girişin tamamıyla akılsızca yapılmış bir hareket olduğunu apaçık görürdük. Ne yazık ki, Hükûmetin basiretsizliği bizi felakete sürüklemiştir. İngiltere’de öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk duyguları, harp başladığı zaman hemen yok olmuş değildir... İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı, Kırım harbinde İngilizlerin müttefiki olan Babam Sultan Abdülmecid’ten miras aldım. Şimdi bu sebepten, memleketim ile Büyük Britanya arasında, öteden beri mevcut dosthane 59 60 “Fransa’nın Nokta-i Nazarı”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Mart 1920, No: 15. Dönmez, a.g.e., s. 22. 21 münasebetleri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım” diyordu61. İşte hem bundan sonra iki taraf arasındaki ilişkilerde Osmanlı Devleti’nin aleyhine gelişen olayların ve hem de Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla ilgili gelişmelerin sebeplerini devletin güçsüz yapısından dolayı İngilizlere karşı takip edilen bu politikalarda aramak gerekir62. Bu nedenle İngilizlerin, Türkler karşısında maskeleri Birinci Dünya Savaşı’nda düşmüş ve çirkin siyasetleri de tamamen açık saldırganlık haline dönüşmüştür. Rusya’da Bolşevik Hükümeti daha iktidarı eline aldığı ilk gün, 21 Kasım 1917’de Çarlık Rusya’nın bütün gizli antlaşmalarını açıklamıştır. Osmanlı Devleti’ni paylaşma antlaşmaları da bu suretle açığa çıkmış oluyordu63. Gizli antlaşmaların açığa çıkmasıyla, Ortadoğu’daki İngiliz ve Fransız çıkarları açısından olumsuz bir hava oluşmuştu. Ayrıca, A.B.D. Başkanı Wilson’un da 14 maddelik ilkeleri yayınlamasıyla, İngiltere ve Fransa bu gizli antlaşmaları uygulamayacaklarını açıklamışlardı. Ancak tabii ki ne İngiltere ne de Fransa buna uymayacaktı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkması sonucunda, Ortadoğu’da kuvvetler dengesinde bir boşluk oluşmuştu. Savaşın galipleri İngiltere ve Fransa, bu boşluğu makul bir şekilde dolduracakları yerde, kendi sömürgecilik zihniyetleri için bakir bir alan olarak ele almışlardı64. 61 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, (Çev. Cemal Köprülü), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s. 5. 62 Dönmez, a.g.e., s. 23. 63 1915 Mart ve Nisan ayında İngiltere, Fransa, Rusya arasında İstanbul Anlaşması; 26 Mart 1915’te İngiltere, Fransa, İtalya arasında Londra Anlaşması; 1916’da İngiltere, Fransa, Rusya arasında SykesPicot Anlaşması; 1917’de İngiltere, Fransa, İtalya arasında St. Jean de Maurienne Anlaşmaları İtilaf Devletleri arasında imzalanmıştır. Savaş bitince de değişen koşullara göre, bu anlaşmalar yürürlüğe konmaya başlandı. Karakuş, a.g.e., s. 3; Baykal, a.g.e., s. 190. 64 Karakuş, a.g.e., s. 4. 22 İngiltere, Ortadoğu coğrafyasındaki önemli unsurlardan biri olan Arapları, Türklere karşı kullanmıştır. Ancak Araplar, İngiliz kışkırtmasına inanmanın bedelini ağır ödeyeceklerdi. Çünkü İngiltere, Arapları birbirleriyle uzun yıllar süregelecek bir mücadelenin içine sokacaktı. Böylece, halifelik müessesesinin de artık işlevini yitirdiği, uzak ve boş bir hayal olduğu anlaşılmış oluyordu65. Birinci Dünya Savaşı’nda kendilerine karşı ilan edilen cihad-ı mukaddesin Türkler hariç, diğer Müslümanlar üzerinde etkisizliğinden başarılar elde eden İngiltere, şimdi de hilafet ve saltanatın Türkler üzerindeki etkisinden medet umarak Türkleri birbirine kırdırmak istiyordu66. II. MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NDA İNGİLİZ ROLÜ 1918 yılına gelindiği zaman Osmanlı Devleti ve müttefiklerinin savaşı kazanma ihtimalinin az olduğu ortaya çıkmıştır. Rusya’da meydana gelen yeni durum Kafkasya’daki durumu kısmen düzeltmişse de, 19 Eylül 1918’de Filistin’de başlayan İngiliz taarruzu kısa zamanda Irak ve Suriye’yi de etkilemiştir. 29 Eylül 1918’de Bulgaristan’ın mütareke istemesiyle, Osmanlı Devleti batıdan istila tehlikesiyle karşı karşıya kalıyordu ve İngiliz Generali Milne de kuvvetlerini İstanbul ve Boğazlar üzerine yöneltiyordu. Bulgaristan’ın mütareke şartlarını kabul etmesinin ardından Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti de mütareke teşebbüsünde bulunmuşlardır. Yaşanan bu gelişmeler üzerine Talat Paşa Hükûmeti istifa etmiş ve 14 Ekim 1918 günü Ahmet İzzet Paşa Hükûmeti başa geçmiştir. Mütareke için görüşmeler, 27 Ekim’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda Agamemnon zırhlı gemisinde başlamıştır. Görüşmelerde şartları ağır bulan Türk Heyeti görüşmeleri keserek memlekete dönmek için izin istemişti. Ancak müzarekeler kesilirse 65 66 Meram, a.g.e., s. 223. Karakuş, a.g.e., s. 5. 23 ülkenin içinde bulunduğu durum daha da tehlikeye girebilirdi. Bu nedenle Türk Heyeti, mütarekeyi imzalama kararı aldı67. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa tarafından mütareke metni 27 Ekim 1918’de Sultan Vahdettin’e gönderilmişti. Padişah bu teklifte şahsı ve hanedanı aleyhinde bir şey görmediği için rahat bir şekilde: “Şartlar ne kadar ağır olursa olsun hemen kabul edelim. İngiltere’nin şarktaki bize dost politikası değişmemiştir. Daha sonra af ve mürüvvetlerini kazanabiliriz” diyerek mütareke maddelerinin imzalanmasına onay vermiştir68. Sultan Vahdettin, İngiliz himayesini vatanın kurtuluşu için önemli bir çıkış yolu olarak görüyor ve mevcut konumunu kaybetmemek için bir devletin himayesinde esir gibi yaşamaya razı olduğunu gösteriyordu. Hükümetin sürdürdüğü girişimler sonucunda, Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf (Orbay) başkanlığındaki Osmanlı Heyeti, İtilaf Devletleri’ni temsil eden İngiliz Amiral Calthorpe başkanlığındaki İngiliz Heyeti ile 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzaladılar69. Mütarekenin imzalanması ilk başta 67 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), C. I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s.15-18; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983, s. 7-10; Hülya Baykal, Türk Basın Tarihi 1831-1923 (Tanzimat-Meşrutiyet-Milli Mücadele), İstanbul, 1990, s.192. 68 Celal Bayar, Ben de Yazdım: Milli Mücadele’ye Giriş, C.5, Sabah Yayıncılık, İstanbul, 1997, s. 59. 69 Mondros Mütarekesi’nin maddeleri şu şekildedir: “1- Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır. 2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir. 3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir. 4- İtilaf Devletleri’nin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır. 5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir. 6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır. 7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır. 8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır. 9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır. 10- Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır. 11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler. 12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletleri’ne geçecektir. 24 bütün memlekette bir ferahlık yaratmıştı. Bu konuyla ilgili olarak hükümetin vilayetlere, sancaklara ve orduya yaptığı tamim de bunu gösteriyordu. Bir taraftan mütareke hükümlerinin hafif olduğu söyleniyordu, diğer taraftan da ülkemizde yaşayan azınlıklarla hak ve hürriyet üzerine adilane bir barış yapılacağı ümit ediliyordu70. Tabii ki bu durum yıllarca savaşlarda yorgun düşmüş bir millet için umut vericiydi. Mütarekenin imzalanmasının ardından Ahmet İzzet Paşa, Amiral Calthorpe’a bir “Delegelerimizin, teşekkür mektubu tarafınızdan göndererek gördükleri şu dosthane sözleri iletmiştir: kabulden dolayı Ekselansınıza en samimi teşekkürlerimi ifade etmeyi bir vazife biliyorum. İmzalanmış olan Mütareke’nin İngiltere ve Türkiye arasında gerekli olan sulhün başlangıcı olacağına inanıyorum. Gelecekte de, iki ülke arasındaki dosthane münasebetlerin bozulmamasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim”71. Ahmer İzzet Paşa bu sözlerle, İngiltere’ye olan bağlılığını dile getirmiştir. 13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir. 14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir.(Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.) 15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri'nin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır. 16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri'nin kumandanlarına teslim olunacaktır. 17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır. 18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır. 19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir. 20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletleri'ne teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir. 21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir. 22-Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletleri'nin nezdinde kalacaktır. 23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir. 24- Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır. 25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 30. günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir.” Bkz. Belen, a.g.e., s. 11-13; Bayar, a.g.e., s. 61-63; Selek, a.g.e., s. 3335. 70 Tayyib Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, C. I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1959, s. 3. 71 Bayar, a.g.e., s. 61. 25 Ancak, Mondros Mütarekesi incelendiğinde hükümlerinin hiç de o kadar hafif olmadığı ortaya çıkıyor ve Osmanlı Devleti fiilen sona eriyordu. Çünkü bu bir ateşkes antlaşması değil, kayıtsız şartsız tam bir teslim belgesiydi. Uzun süren savaşlardan sonra Osmanlı Devleti yenilmiş, orduları dağılmış, kaynakları tükenmiş, galip devletlerin kendisi hakkında vereceği karara razı ve kadere boyun eğmiş bir durumdaydı. Özellikle devlet yöneticilerinin İngiltere’ye olan derin bağlılığından dolayı İngiltere, Türk halkının da kendisine aynı bağlılığı göstereceğini düşünüyordu72. Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya isimli eserinde, İngiliz vekil Sir Adam Block’un 1914’de Birinci Dünya Savaşı’na girmemiz ile ilgili düşünceleri şu şekilde belirtilmiştir: “...Eğer Almanya kazanırsa siz de Alman kolonisi olacaksınız. Eğer İngiltere kazanırsa mahvoldunuz!”73. İngiliz vekil Sir Adam Block’un dediği gibi olmuştu. Savaşı İngiltere kazanmış ve Osmanlı mahvolmuştu. Bunun en açık kanıtı ise, Osmanlı’ının ölüm fermanı olarak nitelendirilen Mondros Mütarekesi idi. Mondros Mütarekesi’ni Türklere kabul ettiren İngiltere, Fransızlara haber vermeden ve imza merasimine gözlemciler dahi kabul etmeden kendi başına hareket etmişti. Bu durum karşısında en büyük tepki Fransa ve İtalya’dan geldi74. Burada İngiltere her ne kadar müttefikleriyle hareket ediyor gibi görünse de, aslında Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerindeki paylaşımı kendi menfaatleri doğrultusunda yaptığını gösteriyor. 72 Baykal, a.g.e., s. 191. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık , İstanbul, 1969, s. 127. 74 İngilizlerin Fransa ve İtalya’ya danışmadan Türklerle bırakışma görüşmelerine girişmeleri ve sonunda tek başlarına Osmanlı yönetimiyle bir bırakışma imzalamalarını içerleyen Fransızlar, bu davranışı protesto ediyorlardı. Amiral Callthorpe’la işbirliği yapması için Fransız Amirali Amet’i Mondros’a gönderdikleri halde İngiliz Baş Murahhası, Fransız meslektaşını müzakerelere sokmamış, sonunda Fransa ile İtalya, İngilizlerin yarattığı oldu bitti karşısında boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Bkz. Selahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1973, s. 7. 73 26 Padişah ve devlet yöneticileri tarafından kabul edilerek imzalanan Mondros Mütarekesi, ülkede yaşayan ileri görüşlü aydınlar tarafından pek kabul görmemiştir. Çünkü antlaşmanın maddelerinin ülkenin istikbalini tehlikeye düşürebileceğinden endişe ediyorlardı. Özellikle mütarekenin 7. maddesi, İtilaf Devletleri’ne istedikleri yerleri işgal etmeleri için bir olanak sağlıyordu. Tabii ki bu işgallere karşı Osmanlı ordusunun karşı koyacak gücü yoktu. Ülkenin bu durumu karşısında Mustafa Kemal de mütarekenin hükümlerinin kesinlikle kabul edilemez olduğunu belirterek hükümeti uyarmaya çalışmış ve mütareke hakkındaki görüşlerini şu şekilde dile getirmiştir: “Osmanlı Devleti, bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeye muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilası için onlara muaveneti de vaad eylemiştir. Bu mütareke olduğu gibi tatbik edildiği takdirde, memleketin baştan sona kadar işgal ve istilaya maruz kalacağı kesindir”75. Mustafa Kemal, hükümeti uyararak İngilizlerin her dediklerine boyun eğildiği takdirde, onları durdurmanın imkansız olduğunu belirtiyordu. Bu tarihte Adana’da bulunan Mustafa Kemal, İngilizlerin İskenderun’u işgaline karşı silahla karşı konulmasını istedi. Ancak onun bu davranışı hükümeti kızdırdı. Ardından 7 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı lağvedildi. Mustafa Kemal Harbiye Nezaretinin emrine alınarak İstanbul’a hareket etti76. Bu konuda da İngilizlerin müdahalesini görüyoruz. Çünkü kısa bir süre sonra İngiltere’nin teşvikiyle 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgal edeceklerdi ve ülkenin geri kalanı da İtilaf Devletleri’nin daha önce kendi aralarında imzaladıkları gizli antlaşmalar gereğince işgal edilecekti. Böylece 75 Bayar, a.g.e., s. 72. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal, C. I, 1881-1919, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1994, s. 336. 76 27 Mustafa Kemal’in haklılığı ortaya çıkacak ve bu gelişme Milli Mücadele hareketini başlatan nedenlerin başında gelecekti77. Hakimiyet-i Milliye gazetesi de 24 Ocak 1920 tarihli sayısında bu konuya değinmiştir. Mütarekenin çok ağır şartlara sahip olduğunu ve kat’i bir antlaşmanın imzalanması gerektiğini söyleyen gazete, bu konudaki düşman amaçlarını şu şekilde belirtmiştir: “Türkiye meselesi üzerinde daha fazla zaman kaybedilecek bir mesele değildir. Geçmişin verdiği dersler, iktisadi ve askeri menfaatler üzerinde daha fazla vakit harcanmasını gerekli kılıyor. Mazide şark meselesi daima bir savaş sebebi olmuştur. 1912 Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı’na bir ön hazırlık olmuştur. Mevcut bu savaşlar Avrupa’nın ekonomisini etkilemiştir. İktisadi menfaatlerini korumak, durumunu düzeltmek için yeni hammadde ve pazarlara ihtiyacı vardır. İşte Türkiye’de bu durumda Avrupa’nın bu isteklerini karşılayabilecek niteliktedir”78 Hakimiyet-i Milliye gazetesinin bu yazısı bize, imzalanan mütarekenin amacının nelere dayandığını belirtiyordu. Gerçekten de siyasi, iktisadi ve askeri yönden Türk toprakları zor durumda bulunan Avrupalılar için çok önemliydi. III. PARİS BARIŞ KONFERANSI’NDA İNGİLİZLERİN TÜRKLERE KARŞI TUTUMU İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı’nda kazandıkları başarılarının sonuçlarını görüşmek üzere 18 Ocak 1919’da Paris’te toplanmışlardır. Paris Barış Konferansı adı verilen bu toplantı, aslında Asya ve Avrupa’nın coğrafi, ekonomik ve stratejik haritalarını yeniden düzenlemek ve Avrupa Devletleri arasında yeni bir güç dengesi kurma amacını taşıyordu79. 77 Belen, a.g.e., s. 17; Baykal, a.g.e., s. 195. “Avrupa ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Ocak 1920, No: 4. 79 Jaeschke, a.g.e., s. 45. 78 28 Paris Barış Konferansı otuz iki devletin temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşmiştir. Bu konferansta ilk başta ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya Başbakan ve Dışişleri Bakanlarından oluşan “Onlar Meclisi” toplanmıştır. Bir süre sonra ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya devlet başkanlarının katıldığı “Dörtler Meclisi” tek söz sahibi durumuna gelmişti80. Ancak her şeye rağmen konferanstaki asıl güç İngiltere, Fransa ve ABD idi. Konferansta tartışılan birinci sorun, Avrupa’nın durumu ve sınırlarının çizilmesi; ikincisi ise sömürgelerin, özellikle Osmanlı Devleti’nin mirasının paylaşılması idi. Almanya’ya çok ağır şartlar içeren bir antlaşma imzalatarak, Almanya’nın tekrardan güçlenmesini engellemek istemişlerdir. Ancak konferansın aldığı bu karar, ileride Almanya’nın daha çok güçlenmesini sağlayacaktı. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya daha güçlü ve saldırgan bir şekilde mevcut dengeleri etkileyecektir81. İngiltere, Paris Barış Konferansı’nda sadece kendi çıkarlarını korumak amacıyla hareket etmediğini göstermek istiyordu. Bunun için “Anadolu’da ezilen halkların Türk yönetiminden kurtarılması” sloganı altında Rum, Ermeni ve Kürt halklarını savunmak amacıyla hareket ettiğini vurgulamaya çalışmıştır. Ancak Lloyd George, Ermenilerden çok Rumların 82 savunuculuğunu yapmaktaydı . Konferansın en önemli konusu Osmanlı Devleti’nin topraklarının paylaşılması meselesi idi. Aslında İtilaf Devletleri Birinci Dünya Savaşı esnasında gizli antlaşmalar imzalayarak Osmanlı Devleti’ni kendi aralarında paylaşmışlardı. Ancak daha sonra imzaladıkları bu antlaşmalar onlar için bir engel teşkil edecek ve onları birbirine düşürecektir. Lloyd George, Paris Barış Antlaşması ile varılmak istenen gayeleri şu şekilde belirtmiştir: 1- Boğazların serbestisi 80 İzzet Öztoprak, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1981, s. 49. 81 Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I (Kuruluş), Zeus Kitabevi, İzmir, 2006, s. 95. 82 Jaeschke, a.g.e., s. 45. 29 2- Kürt, Rum, Arap ve Ermeni gibi azınlıkların Türk boyunduruğundan kurtarılması 3- Halkı Türk olan bölgelerde Türklere kendilerini yönetme hakkının tanınması 4- Türklerin Avrupa’dan çıkarılması83. Lloyd George’un konferanstaki amaçlarının, Osmanlı Devletini’nin tamamen tasfiyesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz. İngiltere’nin üzerinde önemle durduğu azınlık unsurları, Osmanlı toprakları üzerinde haklar talep etmeye başlamışlardı. Paris Barış Konferansı’nın en çok meşgul olduğu iş, Osmanlı topraklarından alınarak Yunanlılara verilecek olan toprak meselesidir. Yunan Başvekili Venizelos, Paris Barış Konferansı’nın 3 ve 4 Şubat tarihli topantılarında Anadolu üzerindeki isteklerini açıklarken, Trakya’nın ve Anadolu’da Meis Adası’ndan itibaren kuzeye, Marmara Denizi’ne doğru çıkan hattın batısındaki arazinin Yunanistan’a verilmesini talep etmiştir. Ancak, Venizelos’un talep ettiği bu topraklar, Birinci Dünya Savaşı'nda gizli olarak imzalanan Londra ve St. Jean Maurienne Antlaşmaları ile İtalya’ya vaat edilmişti. Ancak İngiltere, Batı Anadolu’da İtalya yerine Yunanistan’ı görmeyi çıkarları açısından tercih ediyordu. Bunun üzerine 15 Mayıs 1919’da İngiltere, ABD ve Fransa savaş gemileriyle desteklenen Yunan ordusu İzmir’i işgal etti84. Hakimiyet-i Milliye gazetesi 24 Ocak 1920 tarihli nüshasında, Paris Barış Konferansı’nda Yunanlılara vaat edilen İzmir’in işgali konusunda önemli açıklamalar yapmış ve aslında İzmir’in işgalinin önemli bir uyanışa sebep olduğunu belirtmiştir. Gazete, Yunanlılara İzmir ve çevresinin işgali için izin vermenin önemli bir hata olduğuna değiniyor. Yunanlıların İzmir’i işgali, Mustafa Kemal’in eline büyük bir kuvvet vermiştir. Müttefikler tarafından 30 83 84 Baytok, a.g.e., s. 20. Aybars, a.g.e., s. 96; Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, s. 30-31. 30 Ekim 1918 muahedesinden beri yok olan güç, Türklerce kazanılmış oldu. İzmir’in işgali Türk milletperverliğini ikaz etti. Mustafa Kemal Paşa’nın Kuva-yı Milliye ile vaziyetin hâkimi olduğu belirtilmiştir85. İzmir’in işgalinin ardından konferansa katılan Ermeni temsilcileri de Anadolu’nun bütün doğu bölgesi ile Diyarbakır, Maraş, Adana ve İskenderun da dahil olmak üzere bütün güney ve güneydoğu bölgesini kapsayan toprak taleplerini dile getirmişlerdir. Ancak, başta İngiltere olmak üzere diğer büyük devletler de Ermenistan’ın bir manda yönetimi altına alınmasını öneriyorlardı. Paris Konferansı’nda görüşülen diğer bir mesele “Kürdistan” meselesiydi. Wilson Prensipleri’nden yararlanan ve İngiliz entrikalarıyla kışkırtılan Kürtler de, özerk veya bağımsız bir Kürdistan isteğinde bulundular. İstekleri şu şekilde idi: “1-Kürtlere, sınırları coğrafi olarak saptanmış bir ülke verilmelidir. 2- Arap, Ermeni, Asuri, Keldani gibi küçük azınlıklara yaptıkları muameleden Kürtler de yararlanmalıdır. 3- Kürtlere İngiliz mandası altında özerklik verilmelidir”86. Ermenistan konusunda ABD başı çekerken, Kürdistan konusunda da İngiltere başı çekiyordu. Çünkü Ortadoğu coğrafyasında oluşan boşlukta yerini sağlamlaştırması gerekiyordu. Ayrıca İngilizler ileride çok büyük emeller besledikleri Irak petrol bölgesini emin bir bekçiye emanet edeceklerini düşünüyorlardı87. Konferansta üzerinde tartışılan en önemli konulardan birisi “manda” meselesi idi. ABD’yi karşısına almak istemeyen İngiltere ve Fransa, Ortadoğu’yu ve diğer sömürgeleri paylaşmak için “manda” denen yeni bir sistem oluşturdular. Sömürgelere çok geri ve kendilerini yönetme olanağından yoksun oldukları söylenerek, ancak büyük devletlerin himayesi altında yaşayabilecekleri empoze ediliyordu. Manda Meselesi tartışmaları Nisan ayının sonuna kadar devam etti. Bir süre sonra 1916’da imzalanan 85 “Avrupa ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Ocak 1920, No: 4. Sonyel , Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, s. 26-27. 87 Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı, Başnur Matbaası, Ankara, 1970, s. 32. 86 31 “Sykes-Picot” Antlaşması’na uygun olarak İngiltere, Irak ve Filistin’i, Fransa ise, Suriye ve Lübnan’ı mandası altına alacaktı88. Osmanlı Devleti’nin Paris Konferansı’na katılma talebi kabul edilince, 6 Haziran 1919’da Sadrazam Ferit Paşa ile Tevfik Paşa Paris’e gitti. Sadrazam Damat Ferit “Onlar Meclisi”nin önüne çıkarak Türk tarafının isteklerini belirtti. Bu istekleri şu şekilde sıralayabiliriz: “1-Savaştan önce Osmanlı toprak statüsünün muhafazası 2-Ege Adaları’nın Yunanistan ve 12 Ada’nın İtalya tarafından Osmanlı Devleti’ne bırakılması 3-Balkan Harbi neticesinde Bulgaristan ve Yunanistan’a geçen Batı Trakya’nın Osmanlı Devleti’ne verilmesi 4-Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulması müzâkerelerine başlanabileceği 5-Osmanlılara bağlı kalmak şartıyla Araplara muhtariyet verilebilmesi89. Ancak bu şartlar konferanstakiler tarafından komik bulunacak ve bir sonuç alınamadan geri dönülecektir. Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı Hükümeti, İtilaf Devletleri ile sürekli olarak bir çıkar çatışması içinde olmuştur. İngiliz Yüksek Komiser yardımcısı Amiral Webb, Vahdeddin’i “tamamen İngiliz yanlısı eğilimleri olan” bir padişah olarak nitelendirmiştir. Vahdeddin’i kendi tahtını ve imparatorluğunun yıkıntılarını ayakta tutabilmek için İngilizlere yanaşmış bir kişi olarak değerlendirmiştir90. İngilizler ve Fransızlar Paris’te yapılan görüşmelerde, alınacak kararların reddedilmeyecek, alternatifi olmayacak kararlar olacağı konusunda ısrarcı davranarak Osmanlı Hükümeti’ni bir çıkmaz içine almayı kendilerine hedef edinmişlerdir91. 88 Aybars, a.g.e., s. 96-97. Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. IV, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1974, s. 260. 90 Sonyel , Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, s. 43. 91 İngilizler 21 Haziran’da Ali Kemal’e gönderdikleri bir cevapta şöyle demişlerdir: “Bu barış Türklerin kabul edecekleri veya reddedebilecekleri bir barış değil, belki alternatifi olmayan, dikte edilecek bir barış olacaktır.” Ayrıntılı bilgi için bkz. Sonyel , Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, s. 24. 89 32 Konferansın sonunda Batı Anadolu’nun İtalya yerine, zayıf bir devlet olan Yunanistan tarafından işgaline izin verilmesi, İngiliz politikasının bir başarısı sayılabilir. Bu şekilde İngiltere, Batı Anadolu’nun kendisine tâbi ve muhtaç bir devletin işgaline terkedilmesini sağlamış oluyordu92. IV. MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUNA ÇIKIŞI VE İNGİLTERE’NİN BAKIŞI İtilaf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile imzaladıkları Mondros Mütarekesi’ni gerekçe göstererek İstanbul’u işgal ettiler. Bu tarihte Mustafa Kemal Paşa bağlı bulunduğu Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevinden ayrılarak, 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a geldi93. Ancak Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a geldiği zaman İtilaf Devleti donanmalarının denize demirli olduğunu görmüştür. Bu manzara karşısında yaveri Cevad Abbas (Gürer)’a dönerek asil bir duruşla “Geldikleri gibi giderler” demiştir. Mustafa Kemal’in bu sözü, bir heyecan anında söylenmiş bir ifade değil, bilinçli olarak ve Türk milletine güvenilerek söylenmiş bir ifade idi94. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bulunduğu bu süre zarfında ülkenin içinde bulunduğu durumu ve etrafında gelişen olayları dikkatli bir şekilde takip ediyordu. Özellikle Tevfik Paşa Kabinesi’nin ve Damat Ferit Paşa’nın, İtilaf Devletleri’ne (özellikle İngilizlere) tam manasıyla bağlı ve milli menfaatlere aykırı tutumları karşısında, tek çıkar yolun millet ile birlikte mücadele etmek olduğu kanısına varmıştır95. 92 Mehmet Gönlübol-Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1965), Sevinç Matbaası, Ankara, 1969, s. 8. 93 Belen, a.g.e., s. 43. 94 Bayar, a.g.e., s. 2; Aydemir, a.g.e., s. 341. 95 Gökbilgin, a.g.e., s. 78. 33 Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da bulunduğu süre içinde ilk faaliyeti, Tevfik Paşa Kabinesi’ne Mebusan Meclisi’nde güvenoyu verilmesini önlemekti. Amacı, ülkeyi bekleyen tehlikelere karşı bilinçli ve güçlü bir hükümetin işbaşına gelmesidir. Bu konuda yoğun çaba göstermesine ve güvendiği milletvekili arkadaşlarına durumu anlatıp onları ikna etmesine rağmen, Tevfik Paşa Kabinesi mecliste tartışma dahi olmadan güvenoyu almıştır96. “Bu olumsuz gelişmeye rağmen Mustafa Kemal yılmamış ve Padişah Vahdettin başta olmak üzere, İstanbul’daki milli cemiyetlerle, İstanbul’da bulunan yabancı basın mensublarıyla, kendisiyle hareket etmeyi göze alabilecek yakın arkadaşlarıyla97 ve hatta İtilaf Devletleri’nin İstanbul’da bulunan komiserleri ile de görüşmeler yapmıştır”98. Ancak, Mustafa Kemal’in İstanbul’da bilinçli bir hükümetin başa geçmesi için gösterdiği tüm çabalar boşa gitmiş ve İstanbul, İtilaf Devletleri’nin (İngilizlerin) güdümünde bir hükümete kalmıştır. Mustafa Kemal ve arkadaşları da Milli Mücadele hareketini gerçekleştirmek için Anadolu’ya gitmeye karar vermiştir99. Tabii ki Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçme fikrini gerçekleştirebilmesi çok kolay olmayacaktı. Bunu da ya devletin kendisine tahsis ettiği resmi bir görevle ya da kendi imkanlarıyla gerçekleştirecekti. Tam bu sırada Karadeniz Bölgesi’nde cereyan eden olaylar, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçme fikrine bir zemin hazırlamış olacaktı. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından, Karadeniz’de yaşayan Rumların bir “Pontus Cumhuriyeti” kurma teşebbüsü ortaya çıkmıştı. Ancak bu eylemler yerel güçler tarafından bastırılınca, Rumlar gayelerini geçekleştirmek için Avrupa ülkelerini dolaşarak “Karadeniz Rumları katlediliyor” şeklinde bir propaganda faaliyeti başlatmışlardır. Bunun üzerine 96 E. Semih Yalçın, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş ve 19 Mayıs Ruhu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XV, S.45, 1999, s. 42. 97 Mustafa Kemal’in en verimli temasları eski silah arkadaşları ile olmuştur. Silah arkadaşlarından Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey’le görüşmeleri Milli Mücadele hareketinin başında onu lider olarak tanımaları en büyük kazanç olmuştur. Belen, a.g.e., s. 45. 98 Semih Yalçın-Mustafa Turan, Türk İnkılap Tarihi ve Atatürk İlkeleri, (Kolektif eser), Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004, s. 157; Yalçın, a.g.m., s. 157. 99 Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s. 286. 34 İngiliz temsilciler, bu olayları öne sürerek asayişsizliğin giderilmesi için, İstanbul Hükümeti’ne nota göndermiş ve eğer asayiş sağlanmazsa bölgeyi işgal edeceklerini bildirmişlerdir100. Bunun üzerine Damat Ferit Paşa’nın tavsiyesiyle ve Padişah Vahdettin’in onayıyla Mustafa Kemal, 30 Nisan 1919’da bölgedeki iç güvenliğin sağlanması, silah ve cephanenin toplatılması, bölgelerdeki vilayetler ve mutasarrıflıklara talimat vermesi, diğer müfettişliklerle koordineli çalışması gibi askerî ve mülkî yetkilerle donatılarak, Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin edilmiştir101. Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin edilen Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru ile Samsun’a hareket etmiş ve 19 Mayıs 1919 tarihinde de Samsun’a çıkmıştır102. Bu olay Milli Mücadele hareketinin başarıya ulaşmasında ilk adım olacaktır. Mustafa Kemal Samsun’a çıkışını ve o dönemde ülkenin ve ülkeyi yönetenlerin nasıl bir durumda olduğunu Nutuk’ta şu şekilde açıklamıştır: “1919 yılı Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş şu şekilde idi: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk Harb-i Umumi’de yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Millet ve memleketi Harb-i Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişlerdir. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin yalnız kendini ve tahtını temin edebileceği tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet aciz, haysiyetsiz, korkak yalnız padişahın iradesine tabi ve onunla beraber kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma razı103. 100 Hayati Aktaş, “Türk ve İngiliz Belgelerinde Atatürk’ün Samsun’daki Faaliyetleri”, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, S. 172, Nisan, 2001, s. 47. 101 E. Semih Yalçın-Salim Koca, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçişi, Ankara, 2005, s. 181-183; Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s. 289. 102 Aktaş, a.g.e., s. 48. 103 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk (1919-1927), C. I, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999, s. 3. 35 “Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a gelir gelmez çalışmalarına başlamış ve müfettişlik yetkilerinin ona verdiği yetkileri de aşarak 22 Mayıs 1919’da üzerinde detaylı olarak çalışılmış bir rapor hazırlamıştır. Hazırlanan bu rapor bundan sonra uygulanacak olan mücadelenin gidişatını belirtmesi açısından önem taşır: 1. Samsun bölgesi Rumları siyasi emellerinden vazgeçerlerse, asayiş kendiliğinden düzelir. 2. Türklüğün yabancı mandasına ve kontrolüne tahammülü yoktur. 3. Yunanlıların İzmir’de hakları yoktur. İşgal geçicidir. 4. Millet, millî hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır”104. Mustafa Kemal’in yayınladığı rapor, Türk Milleti’nin hiçbir himaye kabul etmeden bağımsız yaşama arzusunu ortaya koymuştur. Bu durum İngilizlerin Mustafa Kemal’e bakışını değiştirecektir. Mustafa Kemal’in eylemlerini yakından izleyen Samsun’daki İngiliz subaylarından L.H. Hurst, gelişen olayları sürekli İstanbul’daki İngiliz yetkililerine duyuruyor; onun Anadolu’da bir örgütlenmenin peşinde olduğunu bildiriyordu. 6 Haziran 1919’da İngiliz Deniz Kuvvetleri Komutanı General Milne, Osmanlı yönetimine bir yazı göndererek Mustafa Kemal ve yanındakilerin İstanbul’a geri çağırılmalarını talep ediyordu. İki gün sonra İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe da aynı şeyi talep ediyordu105. Hükümet üzerindeki İngiliz baskısı iyice artmıştı. Bu baskının bir sonucu olarak İngilizlerin isteği ile 8 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemâl Paşa, İstanbul’a geri çağrılmıştır106. İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’e geri dönmesi için telgraf çekmiştir. Mustafa Kemal’in İstanbul’a çağrılma sebebini 104 Yalçın-Koca, a.g.e., s. 281-282. Selahi Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1995, s. 18; Yalçın-Koca, a.g.e., s. 284-285. 106 Nutuk , s. 40-41. 105 36 sorduğu telgrafına verilen cevap, İstanbul Hükümeti’nin ne denli İngiltere’nin boyunduruğu altına girdiğini göstermesi bakımından ilginçtir107. Bütün baskılara rağmen Mustafa Kemal İstanbul’a dönmeyecektir. Türk halkını yanına alarak, Milli Mücadele’yi başarıya ulaştırmak için çalışmalarına devam edecektir108. V. ANADOLUDAKİ İŞGALLER KARŞISINDA HALKIN ÖRGÜTLENMESİ VE KONGRELER Mustafa Kemal Samsun’a ayak bastığı andan itibaren Anadolu hareketinin doğuşunun önderliğini ele almıştır ve ilk iş olarak 26 Mayıs 1919’da tarihinde Havza’da halka seslenerek: “Biz asla ümitsiz olmayacağız, ülkeyi kurtaracağız” diye hitap etmiştir. Ayrıca 28 Mayıs 1919’da 3. ve 20. Kolordu komutanları ile 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e çektiği telgrafta: “Ulusun esaretten kurtarılması, hakim ve bağımsız olarak topraklarımızda yaşayabilmesi; ancak azimkar ve namuslu ellerin ulusu kısa ve doğru yoldan meşru müdafaa ve bağımsızlığa sevkiyle mümkündür. Mülki memurların itimada şayan kişileri ile el ele vererek bağımsızlığımızın müdafaası emrinde lüzumlu teşkilatı, harice karşı gayrimahsus bir surette başlangıç olarak kurulmasını zaruri addediyorum. Bu husus, ihtisası dolayısıyla biz askerlerin sorumluluğuna düşmektedir” diye bildirmiş, 107 İstanbul Hükümeti’nden Mustafa Kemal’e gelen cevapta, “İngilizler İstanbul’a geri getirilmeniz konusunda istekte bulundular. Memleketin içinde bulunduğu hal, bu İngiliz isteğini yerine getirmeye bizi mecbur kılıyor. Arz ederim.” demiştir. Osman Özsoy, Türk Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası. Saltanattan Cumhuriyete Giden Yol. Olaylar- Belgeler-Gerçekler, Alan Matbaası, İstanbul, 1999, s. 172-173; Lord Kinross, Atatürk (Bir Milletin Yeniden Doğuşu), Sander Kitabevi, İstanbul, 1966, s. 263-264. 108 Mustafa Kemal İstanbul’a geri çağırılmasını Nutuk’ta şöyle anlatıyor: “Anadolu’ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, millî teşkilât kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bir komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kalmamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla birlikte, millî teşkilât ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, âsî duruma geçmiş olduğuma şüphe edilemezdi. Bundan başka ve özellikle girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve faaliyetlerin köklü ve şiddetli olacağını tahmin güç değildi. O halde, yapılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsî olmak niteliğinden çıkartılması, mutlaka bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir heyet adına olması gerekli idi.” Ayrıntılı bilgi için bkz. Nutuk, s. 41. 37 mücadelenin kısa ve doğru yoldan yapılmasının esas olduğunu ortaya koymuştur109. Mustafa Kemal Paşa’nın yayınladığı bu tamime öyle büyük bir ilgi ve katılım oldu ki, bunun sonucunda Türk halkı İstanbul Hükûmetine ve İngiltere Başbakanı Lloyd George başta olmak üzere diğer bazı yabancı devlet adamlarına da yoğun protestolarda bulundular110. Mustafa Kemal, Havza’dan sonra Amasya’ya geçti. Amasyalılar Mustafa Kemal’e bağlılıklarını bildirmek için bir heyet göndermiş bulunuyorlardı. İngilizlerin daha sert davranmaya başlayacaklarını sezen Mustafa Kemal, Amasya’ya gitmeyi uygun buldu111. 20 Haziran 1919’da yapılan büyük mitingde bir konuşma yapan Mustafa Kemal, milli bir silkinme ile geçirilen felaketlerin sona ereceğini ifade etmiştir. Mustafa Kemal’in gerek Havza’daki gerekse konuşması, onun artık Milli Mücadeleyi siyasi ve hukuki Amasya’daki bir metin haline getireceğini gösteriyordu112. Amasya Tamimi ile Türk devriminin aksiyon safhası su yüzüne çıkmış, millî hakimiyet ve istiklâle dayanan millî hareket, haksızlığa karşı bir isyan parolası olarak belirmiştir. Amasya Tamimi, bir ihtilâl beyannamesidir ve Anadolu’da ihtilâlin başladığını göstermektedir. Türk inkılâbının bir temel prensibi olan millî hakimiyet, sultan ve halifeye karşı millet iradesinin bir görünümü olarak, hukukî yönüyle Amasya Tamimi’nde yer almaktadır. Bu prensip, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin kararlarına etki etmiş ve hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması gereğini ortaya çıkarmıştır113. Mustafa 109 Karakuş, a.g.e., s. 9. Özsoy, a.g.e., s. 166. 111 Kinross, a.g.e., s. 267. 112 Amasya Tamimi’nin metni için bkz. Nutuk, s. 43. 113 Evsile, a.g.m., s. 71. 110 38 Kemal, Havza ve Amasya’da askeri mukavemetin temelini atmıştı. Şimdi de Erzurum’da bunun siyasi karşılığını kuracaktı114. Mustafa Kemal, doğu illerindeki ulusal direnişi toparlamak ve Sivas Kongresi’nin ilk basamağını oluşturmak üzere Erzurum’a 3 Temmuz 1919’da hareket etti. komutanların Bütün ordu birliklerine bir kez daha genelge göndererek komutayı hükümetçe yeni atananlara kesinlikle devretmemelerini, askeri örgütlerin ufaltılması ya da ortadan kaldırılması konusundaki buyrukların dinlenmemesini, Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Dernekleri ile sıkıca işbirliği yapılmasını istedi. Mütareke şartlarının uygulanmasına vekillik eden İngiliz Yarbay Rawlinson, Erzurum Kongresi’nin toplanacağını düşünerek baskı ile bunu engellemeye çalışmıştır115. Erzurum’da yapılan kongrenin her türlü engellemelere rağmen yapılması İngiltere’yi rahatsız etmişti. Erzurum’da bulunan İngiliz Yarbay Rawlinson, bu çalışmaları engellemek için elinden geleni yaparken, Mondros’un hükümlerine dayanarak, silah ve cephaneyi Trabzon yoluyla göndermeye çalışıyordu ama Kazım Karabekir Paşa buna engel olmuştur. Tüm baskılara rağmen kongrenin toplanması Anadolu’daki hareketin kontrol edilemez hale geldiğini İngilizlere göstermiştir116. Erzurum Kongresi kararlarının117 yürütülmesi için seçilen Temsil Heyeti’nin başına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Mustafa Kemal, kongrenin ciddi kararlar aldığını belirterek, bunu benzerine az rastlanır bir başarı olarak nitelendirmiştir118. Bunun ardından İstanbul Hükûmeti, 114 Kinross, a.g.e., s. 283. Alfred Rawlinson, Kazım Karabekir ile yaptığı görüşmelerinden birinde gözdağı verircesine, “İngilizlerin elinde kaç zırhlı var biliyor musunuz? diye bir soru sormuş. Kazım Karabekir de cevaben, “Türk’ün her biri bir zırhlıdır. Milyonlarca zırhlıyı emri altına almaya kimin gücü yeter? demiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kinross, a.g.e., s. 277. 116 Aybars, a.g.e., s. 147. 117 Erzurum Kongresi’nin metni için bkz. Nutuk, s. 89. 118 Kinross, a.g.e., s. 284-285. 115 39 İngiltere’nin baskısıyla Mustafa Kemal’i görevinden almıştır119. Mustafa Kemal, artık Milli Mücadeleye sivil olarak devam edecekti. Erzurum Kongresi’nin toplanmasını engelleyemeyen İngilizler, bu kez Sivas Kongresi’ni engellemek için kararlıydılar. İstanbul Hükümeti’nin emriyle, Sivas’ta Mustafa Kemal’i tutuklamak için bir komplo hazırlanmıştı. Böylece kongrenin yapılması önlenecek, milli hareket daha doğmadan boğulmuş olacaktı. İstanbul Hükümeti, bu maksatla Ali Galip Bey adında eski bir Kurmay Subayı sözde Elazığ Valiliğine atayarak, Sivas’a göndermişti. Ali Galip şehrin duvarlarına kağıtlar astırmış ve Mustafa Kemal’i “ hain, asi, tehlikeli adam” olarak ilan etmişti. Vali Reşit Paşa’yı da O’nu zorla alıkoymaya zorluyordu120. Ancak, daha sonra Ali Galip Bey’in toparlamasına izin verilmeden gerekli tedbirler alındı ve üzerine süratle kuvvet sevk edildi. Ali Galip Bey de kaçmak zorunda kaldı. Sivas Kongresi, tüm engellemelere rağmen 4 Eylül 1919’da toplandı. Kongre ilk önce, Erzurum Kongresi’nde değişiklik yaparak121 alınan kararları onaylayarak aynı zamanda Misak-ı Milli’nin metnini daha da güçlü bir şekile sokan bir teklifi kabul etti. Bu kararları uygulamak üzere bir “Heyet-i Temsiliye” seçildi122. Böylece, Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar, Sivas Kongresi’nde tüm ülkeyi kapsayacak şekilde değiştirilmiştir. 119 Abdulkadir Kaya, Sevr ve Lozan’da Sınırlar ve Toprak meselesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara , 2007, s. 10. 120 Kinross, a.g.e., s. 273. Sivas Kongresi’nde, Erzurum Kongresi nizamnamesinde gerekli değişiklikler yapılarak kabul edilmiştir. Düzeltilen hususların önemlilerini Atatürk Nutuk’ta şöyle değerlendirmiştir: “1Cemiyet’in ünvanı “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti idi. Yapılan değişiklikle “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” oldu. 2- “ Heyet-i Temsiliye, Şarki Anadolu’nun heyet-i umumiyesini temsil eder.” Kaydı yerine, “Heyet-i Temsiliye, vatanın Heyet-i Umumiyesini temsil eder.” dendi. Mevcut azaya da altı kişi daha ilave edildi. 3- “Her türlü işgal ve müdahaleyi, Rumluk ve Ermenilik teşkil gayesine matuf telakki edeceğimizden, müttehiden müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir.” yerine “Her türlü işgal ve müdahalelerin ve bilhassa Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine matuf harekatın reddi hususlarında müttehiden müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir.” denildi. Erzurum Kongresi metninde yapılan değişiklikler ve ayrıntılı bilgi için bkz. Nutuk, s. 121. 122 Kinross, a.g.e., s. 292-294. 121 40 Sivas Kongresi’nde üzerinde durulan konulardan biri de manda meselesi idi. Erzurum Kongresi’nde yabancı bir devletin müdahalesinin kabul edilmeyeceği belirtilmiş olduğu halde, bazı kimselerin tahriki üzerine manda meselesi yeniden enine boyuna görüşülmüş ve kesin olarak reddedilmiştir123. Anadolu’daki bu milli hareketin karşısında daha fazla dayanamayan Damat Ferit Paşa Hükümeti istifasını bildirmiştir. Ardından yeni kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti iyi niyetli olduğunu göstererek, Temsil Heyeti ile işbirliği yapmak için Mustafa Kemal Paşa ile irtibat kurmuştur. Bu durumun milletin hakimiyetini bütün dünyaya tanıtmak adına faydalı olacağını düşünen Mustafa Kemal Paşa, Temsil Heyeti adına bir bildiri yayınlayarak Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin destekleneceğini açıklamıştır124. Amasya Mülakatı ile Kuva-yı Milliye hareketi meşruiyet kazanmış oluyordu. Bu gelişmeler, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya gelmesini sağlayacak ve Meclis-i Mebusan’da ilan edilen Misak-ı Milli ile Ankara meşruiyet kazanacaktır125. VI. MANDA VE HİMAYE MESELESİ Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlamıştı. Mütarekenin imzalanmasından sonra İtilaf Devleri’nin ülkede başlattıkları haksız işgaller, Türk halkını büyük bir üzüntü ve endişeye sevk etmiştir. Bu durum Türk aydın ve yöneticileri başta olmak üzere Türk halkını kurtuluş çareleri aramaya yöneltmiştir. Mustafa Kemal, ülkenin içinde bulunduğu zor koşullar karşısında Türk halkının kurtuluş olarak tercih ettiği yolları şu şekilde sıralamaktadır: 123 Gönlübol-Sar, a.g.e., s. 11. Aybars, .g.e., s. 163-164. 125 Yalçın- Turan, a.g.e., s. 176-177. 124 41 “Birincisi, İngiliz himayesini istemek, ikincisi, Amerikan mandasını istemek, üçüncüsü, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmak. İlk iki karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasındansa, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı yeğleyenlerdir. Üçüncü kararda ise, bazı bölgeler Osmanlı Devleti’nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmama yollarını arıyordu”126. Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi sonrası önerilen bu kurtuluş çarelerinin temelini ve dayandığı delilleri mantıksız buluyordu. Bu konuyla ilgili kendi kararını da şu şekilde açıklıyordu: “Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardır. O da milli hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!”127. Mondros Mütarekesi ile başlayan işgallerin ardından ortaya atılan “İngiliz Himayesi” ve “Amerikan Mandası” meselelerine değinmeden önce, manda ve himaye kavramlarının üzerinde durmak gerekiyor. Manda ve himaye sistemleri bazı benzer özellikler göstermelerinden dolayı genellikle birbirinin yerine kullanılmıştır. Aslında birbirinden farklılıklar gösteren özelliklere sahiptir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından toplanan Paris Barış Konferansı’nda gündeme getirilerek kabul edilen manda sistemi, Latince “Mandatum”, Fransızca “Mandat” kelimelerinden gelmekte olup “Vekalet” anlamında kullanılmıştır. ABD başkanı Wilson tarafından 8 Ocak 1918’de yayınlanan prensiplere dayandırılan manda sisteminin, barışı korumak adına yaptığı en önemli iş Milletler Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Ancak asıl amacı “adalet, hak” gibi kavramları esas alarak, uluslar arasında sağlam ilişkiler kurmak ve savaşları önlemek olan kurumun, daha sonra emperyalist 126 127 Nutuk , s.17. a.g.e., s. 19. 42 devletlerin isteklerine uyarak amacının dışına çıktığını görüyoruz. Bu nedenle manda sistemi, hukuki temellere oturtulmuş sömürgeciliğin devamıdır diyebiliriz128. Himaye sistemi ise, manda sistemine göre çok eski bir sistem olup, kökeni Roma İmparatorluğu’na kadar uzanmaktadır. “Koruma” manasındadır. Himaye ilişkisi iki devlet arasında imzalanan antlaşma ile kurulur. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri Anadolu’nun büyük bir bölümünü işgale başlamışlardır. Bu zor şartlar karşısında çıkış yolu olarak manda ve himaye önerilmiştir. Ancak hangi ülkenin manda veya himayesine girileceği hususunda net bir karar yoktu. Büyük bir kesim Amerikan mandası ve İngiliz himayesinden bahsederken, çok az bir kesim Fransa ve İtalya mandasından bahsediyordu129. Manda ve himaye isteyenler borçlu ve fakir bir milletin dışarıda bir dayanak olmadan yaşayamayacağını ve bugün kurtulmayı başarsa bile yarın yine taksim olacağını düşünüyorlardı130. Başlayan işgallerin ardından bazı Türk aydın ve yöneticilerinin vatanın bütünlüğünü korumak için İngiliz himayesini tercih ettiklerini görüyoruz. İngiliz himayesini tercih etmelerindeki sebepleri şu şekilde sıralayabiliriz: “-İngiltere’nin himayesi kabul edilirse İngiltere, Osmanlı Devleti’ni parçalama politikasından vazgeçebilirdi. Özellikle İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki tarihi bağ ve dostluk bunda etkili olacaktır. -Hilafet ve saltanatın bütünlüğünün korunması İngiltere ile mümkün olacağı gibi, İngiltere’nin de yararınadır. Başta Hindistan Müslümanları olmak üzere Müslüman toplumlar İngiltere’yi hoşgörüyle karşılayacaktı. 128 Ali Karakaya, Milli Mücadele’de Manda Sorunu Harbord ve King-Crane Heyetleri, Başkent Klişe ve Matbaacılık, Ankara, 2001, s. 21-22. 129 Kadir Kasalak, Milli Mücadele’de Manda ve Himaye Meselesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1993, s. 75. 130 Belen, a.g.e., s. 114. 43 - İngilizler medenidir. Onların medeniyetinden biz de istifade eder ve gerçekleştiririz”131. kalkınmamızı Bu nedenlerden dolayı İngiltere’nin himayesini bir kurtuluş çaresi olarak görüyorlardı. İngiltere himayesini destekleyenlerin başında Padişah Vahdettin ve çevresindekiler geliyordu. Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile İngiliz Muhipleri Cemiyeti de himayeyi isteyenlerin başında geliyordu. Fakat bu çevreler akıllı davranıyor ve himayesinden tepkilerden çekinerek, bahsetmiyorlardı. Bunun İngiliz mandasından yerine İngiliz ya da yardımını ve dostluğunu istediklerini belirtiyorlardı132. İngiltere himayesinin etkili olması ve amacına ulaşması için, birtakım faaliyetlerde de bulunulmuştur. Bunların en önemlisi 20 Mayıs 1919’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Cemiyetin asıl görevi, Türkiye’de İngiltere lehine bir ortam yaratmak ve Amerikan taraftarlığına karşı İngiliz taraftarlığını kuvvetlendirmekti133. Bunun için memleket içinde teşkilatlanarak isyan ve ihtilal çıkartıp milli şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi faaliyetler cemiyet tarafından yönetilmekteydi. Cemiyetin başında olan Sait Molla da İngiliz savunuculuğunu ve propagandasını yapmıştır. 1921 yılında Sakarya Zaferi’nin kazanılması sonucunda cemiyet etkisini yitirerek silinmiştir134. İngiltere her ne kadar Osmanlı’yı himaye edecek, ona dostluk ve yardım elini uzatacakmış gibi görünse de, aslında tek hedefi Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı. Bunu Paris, Londra, San-Remo Konferansları’nda da göstermiştir. İngiltere Yunanlıların Batı Anadolu’da kalması için uğraşırken, doğuda da bir Kürdistan kurmak için çabalıyordu. Bundaki amacı da, Irak 131 Kasalak, a.g.e., s. 99-100. Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s.539. 133 Aybars, a.g.e., s. 90. 134 Karakaya, a.g.e., s. 76. 132 44 petrollerini ele geçirip bunu muhafaza etmek için Rusya ile araya bir tampon devlet koymaktı135. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiliz manda ve himayesine sert bir şekilde karşı çıkmıştır. Gazate “İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler” başlığıyla yayınladığı yazısında, İngiltere himayesini düşünenleri akılsız ve tutsak düşünceli olarak nitelendirmiştir136. Hakimiyet-i Milliye, eskiden beri Hürriyet ve İtilaf Fırkası temsilcilerinin Türkiye’yi, Mısır ve Hindistan gibi İngiliz himayesine sokmak için gizli gizli propaganda yaptıklarını ve son günlerde vurduklarını belirtmiştir137. artık bu propagandayı açığa İngilizlerin teşvikiyle İngiliz himaye ve idaresini isteyen Hoca Sabri Efendi, Filozof Rıza Tevfik Bey gibi hırslarına yenik düşmüş ingiliz yanlıları, Sultanahmet meydanında bir miting düzenlemişler ve halkı ikna etmek için şu sözleri söylemişlerdi: “İşte memleket sulh muahedesiyle parçalanacak. Gelin, İngiltere himayesini isteyelim”. Ancak bu durum karşısında halkın tepkisi sert olmuştu ve bu zavallı İngiliz dostları kendilerini miting alanından zor kurtarmışlardı. Hakimiyet-i Milliye, yaşanan bu olayların ve imzalanan göstermelik sulh muahedelerinin bize İngiliz siyaset ve himayesinin gayesinin ne olduğunu açık olarak gösterdiğini belirtmiştir. İngiliz himayesinin asıl amacının, Türkiye’yi ve Türkleri tutsak haline getirip, onları ölüme terk etmek olduğunu ve bunu bile bile hala İngiliz himayesini istemenin, ondan medet ummanın büyük bir cinayet olarak algılanması gerektiğini belirtmektedir. Hakimiyet-i Milliye, İngiliz himayesine karşı Türk milletinin izleyeceği yolu da şu şekilde belirtmiştir: “Daha fazla söylemeye lüzum var mı? Ne 135 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 68-73. “İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1920, No: 35. 137 “İstanbul Haberleri”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37. 136 45 İngiliz siyaseti, ne İngiliz himayesi! Yaşasın Türkiye İstiklali! İstiklal kan pahasına alınan bir nimettir. Can tende iken verilmez“138. “Ancak bu faaliyetlerine rağmen, İngiltere’nin konferanslardaki uzlaşmaz tutumu, ABD’nin Türkiye mandasını kabul etmemesi, Rusya’nın Milli Mücadele hareketine yardım etmesi, Türk aydın ve yöneticilerinin Milli Mücadele hareketine yönelmesi, Hint Müslümanlarının tepkisinden çekinmesi, Kürdistan kurma çabalarının başarısız olması ve Batı Anadolu’da bir Yunan devleti kurma çabalarının boşa gitmesinden dolayı, Türkiye üzerinde istediği gibi bir manda ve himaye yönetimi kuramamıştır”139. Bu olumsuzluklar Türk aydın ve yöneticilerini ABD mandasına yönlendirmişti. İngiltere’nin uzun yıllar sürdürdüğü politikanın Türkiye’yi parçalamaktan başka işe yaramadığının anlaşılması üzerine, ülkede Amerikan mandası meselesi tekrar gündeme geldi. Mütareke dönemi başlarında Halide Edip’in girişimiyle 4 Aralık 1918’de Wilson Prensipleri Cemiyeti kurulmuştu. Amacı Türkiye toprakları üzerinde bir ABD mandasının kurulması için faaliyette bulunmaktı. Fakat Vahdettin’in İngilizlerden yana olması, Wilson’a yapılan başvurulara herhangi bir tepki gelmemesi, ABD’nin Ermenistan kurma girişimleri nedeniyle cemiyet ancak iki ay kadar faaliyet gösterebilmiştir. Bu süreçten sonra 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi herkeste bir şok etkisi yaratacak ve bu olay Amerikan mandasının tekrar gündeme gelmesini sağlayacaktır140. Türk aydın ve yöneticilerinin bazılarının ABD mandasını tercih etmelerinin nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz: -Amerikan mandasını kabul ederek, “Türkiye’nin toprak bütünlüğünü sağlayıp parçalanmasına mani olacaklarını” düşünüyorlardı. 138 “İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1920, No: 35. Kasalak, a.g.e., s.107. 140 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Son Meşrutiyet 1919-1920), C. II, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s. 330. 139 46 -Paris Konferansı’nda manda yönetimi altına alınacak ülkeler için kendilerini idareden yoksun denmektedir. Osmanlı Devleti de aynı kapsama sokulduğu için “Türklerin kendi başına adaletli ve devamlı bir rejim kurup ülkelerini yönetemeyecekleri” inancı vardı141. -Wilson Prensipleri Türk aydınlarında, Amerika’ya karşı bir hayranlık yaratmıştı. -ABD’nin zengin bir ülke olmasının, Türkiye’nin kalkınması için önemli bir destek olacağına inanılıyordu. -ABD Yakın Doğu’da toprak talebinde bulunmamıştı”142. Bu gibi sebepler Amerikan mandasının desteklenmesini sağlamıştır. Paris Barış Konferansı’nda Amerika’ya, bütün Türkiye üzerinde bir manda oluşturması önerilmişti. Daha sonra bu öneri Ermenistan ve İstanbulBoğazlar şeklinde değiştirilmiştir. Lloyd George tarafından yapılan bu öneri, Fransa ve Wilson tarafından da kabul edilmiştir. Lloyd George, Ermenistan ve İstanbul-Boğazlar üzerinde Amerika’nın mandayı üzerine alması için ısrar ediyordu. Çünkü İngiltere bu bölgelerde Fransa’nın hakimiyet kurmasını istemiyordu. Amerika’nın varlığı Rusya’nın güneye inmesine engel olacak ve İngiliz menfaatlerinin korunması için bir vasıta olacaktı143. Manda Meselesi ilk bakışta ABD tarafından kabul edilebilir gözükse de, ABD halkı ve senatosu, Yakındoğu’da böyle bir riske girmenin gereksiz olduğunu ve sadece İngilizlerin menfaatlerine hizmet edeceğini dile getirmişlerdir. Bu durumu Amiral Harbord ve Amiral Bristol Raporları da onaylamaktaydı. 141 Öztoprak, a.g.e., s. 80. Selek, a.g.e., s. 275. 143 Karakaya, a.g.e., s. 25-26. 142 47 Amerikan Senatosu’nun büyük bir çoğunlukla mandayı reddetmesi manda meselesinin sonunu hazırlamıştır. Türkiye’deki Amerikan mandası taraftarları ise, Büyük Millet Meclis’nin açılması ile manda yanlısı olmayı bırakıp, Milli Mücadele hareketini destekleyerek bağımsız bir Türk Devleti kurulması için çalışmışlardır144. Amerikan mandası meselesi Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde de yoğun tartışmalara sebep olmuştur. Erzurum Kongresi’nin başında Bekir Sami Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya: “Memleketin kurtuluşu yolunda tam bağımsızlık istenmesi halinde memleket bölünecektir. Bunu önlemek için ise, Amerikan Mandaterliğini istemenin uygun olacağını düşünüyorum”145 diyerek Amerikan mandasına yönelik görüşlerinin olumlu olduğunu dile getirdi. Mustafa Kemal Paşa ise: “Erzurum Kongresi’nde herkesin ısrarla “tam bağımsızlık” istediğini ve böyle bir ortamda Amerikan Mandaterliği’nden bahsetmenin imkansız olduğunu” belirterek, Erzurum Kongresi’nde böyle bir konunun konuşulmasını engellemiştir146. Sivas Kongresi’nde de, Erzurum’da alınan kararlar onaylanmış ve Manda Meselesi kesinlikle reddedilmiştir. Türk ulusunun hiçbir baskı ve himaye kabul etmeden yaşamasının tam bağımsızlıkla olacağı belirtilmiştir. Mustafa Kemal’e kongre sırasında bazı Amerikalı gazeteciler ve General Harbord şu soruyu yöneltmiştir: “Ulus için her türlü girişimde ve özveride bulunduktan sonra ya başarılı olamazsanız ne yapacaksınız?”. Bu soruya Mustafa Kemal’in cevabı: “Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını korumak için düşünülebilen girişim ve özveriyi yaptıktan sonra başarır. Ya başaramazsa demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyle ise, ulus yaşadıkça ve özverili girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz” şeklinde olmuştur. Böylece Mustafa Kemal bir kez daha yürüttüğü Milli Mücadele’nin milletten güç aldığını göstermiştir147. 144 Kasalak, a.g.e., s.151; Nutuk, s. 131. Nutuk, s. 125. 146 a.g.e., s. 127. 147 a.g.e., s. 231. 145 İKİNCİ BÖLÜM HAKİMİYET-İ MİLLİYE GAZETESİ’NDE YERALAN HABERLERE GÖRE MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK-İNGiLİZ İLİŞKİLERİ I. ŞARK MESELESİ VE İNGİLTERE Milli Mücadele dönemi Türk-İngiliz İlişkilerini ele almak aynı zamanda Şark Meselesini ele almak demektir. Bu eş anlamlılık Yakınçağ başından itibaren Avrupa Devletleri ile yürütülen ilişkilerin seyrini belirlemiştir. Bu nedenle mevcut dönem içinde devletler arasında takip edilen politikaları ve oluşturulan ilişkileri anlayabilmek için Şark Meselesini de iyi tahlil etmek gerekir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa içlerine doğru ilerlemesi, 1683 II. Viyana Bozgunu ile durdurulmuştur. Bununla birlikte Avrupalılar, Osmanlı Devleti’nin artık eski gücünü kaybetmeye başladığını anlamışlardır. Bunu 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ve 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması daha belirgin hale getirmiştir148. Osmanlı Devleti’nin gücünün azaldığını gören Avrupa, Osmanlı Devleti’ni parçalama politikasını daha sistemli bir hale getirecek ve bunu devletin iç ve dış işlerine müdahale ederek başaracaktır. Böylece Şark Meselesi, bütün büyük Avrupa devletleri için kendi çıkarları doğrultusunda çözümlemeleri gereken bir konu haline gelecek ve Avrupa güçler dengesinde rekabete yol açacaktır149. Bu nedenle Şark Meselesi, geçmişten beri daima bir savaş sebebi olmuştur150. 148 Kemal Melek, Doğu Sorunu ve Milli Mücadelenin Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul, 1985, s. 13. 149 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1985, s. 46. 150 “Avrupa ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Ocak 1920, No: 4. 49 “Şark Meselesi” tabiri, siyasi bir terim olarak ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde kullanılmıştır. Fransız ihtilali ve Napolyon savaşları sonucunda, Avrupa’da 1789 yılı öncesine göre farklı bir statü oluşmuştu. Napolyon’un altüst ettiği Avrupa haritasını düzene sokmak için, 1815 yılında Viyana Kongresi toplanmıştır. Kongreye bütün büyük devletler (İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan, Rusya, Prusya) katılmıştır. Osmanlı Devleti, çağırılmasına rağmen kongreye katılmamıştır151. Viyana Kongresi sonucunda, Avrupa’da büyük devletlerin oluşturduğu yeni bir statü oluşmuştur. Bu durum Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürecek ve Avrupa’da büyük olayların olmasına sebep olacaktır. Bu kongre ile Osmanlı Devleti, Avrupa Devletleri’nin saldırılarına açık hale gelmiştir. Kongrede Avrupalı Devletler, Osmanlı üzerinde emperyalist emellerini gerçekleştirebilmek için, Osmanlı sınırları içinde yaşayan gayrimüslim halkın durumunun gözden geçirilmesini istemiştir. Böylece Avrupa’nın Osmanlı Devleti’ni parçalama ve paylaşma politikası daha rahat ve sistemli bir biçimde gerçekleşecekti152. “XIX. yüzyılın ilk yarısında Şark Meselesi, genel olarak Rus tehdidine karşı Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması, XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Türklerin Avrupa’daki topraklarının paylaşılması, XX. Yüzyılda da, devletin bütün topraklarının bölüşülmesi manasında kullanılmıştır. Fakat Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyasetinde buhranlı her olay Şark Meselesi kavramı altında incelenmiştir”153. Şark Meselesi’nin iki ana çıkş noktası vardır: Birincisi, Hiristiyan Avrupa’nın kutsal kabul ettiği toprakların Türklerin eline geçmesi, İkincisi ise, Kutsal topraklara giden yolların üzerinde bulunan ticaret yollarının Türk 151 Armaoğlu, a.g.e., s. 42. Uçarol, a.g.e., s. 38-42. 153 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V, Ankara, 1961, s. 203. 152 50 Devletlerinin elinde bulunması idi. Yani Şark Meselesi ilk önce dini sebeplerle daha sonra ise, iktisadi sebeplerle ele alınmıştır154. Ancak Osmanlı Devleti’nin zengin hammadde kaynaklarına ve zengin topraklara sahip olması, Avrupalı Devletlerin iştahını kabartmıştır. Özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX. yüzyılında, petrolün Şark memleketlerinde fazla olması ve sanayide kullanılmaya başlaması ile birlikte, Avrupa Şark Meselesi’ni bir petrol meselesi haline getirmiş ve Şark milletlerini sanayiden mahrum bırakıp onların hammadelerini kullanıp onları sömürge haline getirip, Ortadoğu ve Yakındoğu’da kendi nüfuz alanlarını oluşturmuşlardır. Böylece Avrupa, Şark Meselesi’nin dini tarafını ikinci plana atıp, meselenin iktisadi tarafına eğilerek birbirleriyle ciddi mücadelelere girmişlerdir155. XIX. yüzyılda Batı dünyası, Türklerin Avrupa’dan sürülmesi ve Osmanlı topraklarının kendi menfaatleri çerçevesinde paylaştırılması fikrini benimsemişlerdi. Ancak Osmanlı Devleti’ni paylaşma planı üzerinde anlaşamamışlardı.Boğazlar üzerinde İngiltere ile Rusya, Balkanlar üzerinde Rusya ile Avusturya Macaristan, Arap toprakları üzerinde İngiltere ve Fransa rekabeti devam etmiştir. Osmanlı Devleti ise, bu rekabet mücadelelerinden faydalanarak varlığını sürdürmeyi başarıyordu156. Şark Meselesi çerçevesinde, Osmanlı’nın paylaşılması siyasetinde en önemli devlet şüphesiz ki İngiltere idi. İngiltere’nin bu dönemdeki en önemli politikası, Mısır ve Hindistan’a giden yolların güvenliğinin sağlanması idi. Bunun için İngiltere Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikası güdüyordu. Bu politika ile İngiltere Hindistan’ı da korumuş oluyordu157. 154 Raif Karadağ, Şark Meselesi, Nida Yayınevi, İstanbul, 1971, s. 19-20. a.g.e., s. 12-13. 156 İlker Alp, Şark Meselesi Veya Emperyalizmin Türk Politikası, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları, Edirne, 2008, s. 33. 157 Mustafa Bıyıklı, Batı İşgalleri Karşısında Türkiye’nin Ortadoğu Politikaları Atatürk Dönemi, Bilimevi Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 127. 155 51 Çalışmamızın giriş bölümünde de ifade ettiğimiz üzere, XX. yüzyılda Avrupanın ve özellikle İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne karşı politikası ise, büyük ölçüde değişmiştir. Çünkü artık Osmanlı Devleti çöküşüne mani olamıyordu. Bu nedenle Avrupa Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırarak, bulunduğu topraklar üzerinde kendi nüfuzlarını arttıracaklardı. Türklere düşmanlığı ile tanınan İngiltere Başbakanı Lloyd George XX. yüzyılda Ortadoğu ve Osmanlı Devleti ile ilgili politikalarında değişiklik yapmıştı. Bu politikalarda değişen önemli hususlar şunlardır: 1- “Osmanlı Devleti’ni parçalamak. 2- Padişah-Halifenin kuvvet ve nüfuzunu ve dini etkilerini gidermek. 3- Arap memleketlerine hakim, Mısır ve Hindistan’ın güvenliğini sağlamak. 4- Hilafeti, İngiltere’nin himayesinde kurulacak Arap birliğinin eline geçirmek. 5- Doğu Akdeniz’de kuvvet bulundurmak. 6- Irak petrollerine sahip olmak. 7- İstanbul ve Boğazların kontrolünü ele geçirmek”158. İngiltere bu politikalar ile XX.yüzyılda temel hedef olarak, Osmanlı Devleti’nin tamamen yıkılmasını ve tüm kontrolü elinde bulundurmayı belirlemiştir. Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında savaştan çekilmesinden sonra, Fransa’yı hemen hemen her istediğine razı ederek, Şark Meselesi’ni tek başına çözme şansına sahip olan İngiltere, 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti ile müttefikleri adına tek başına ateşkes imzalayarak, bütün isteklerini dikte ettirdiği gibi Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmasını da sağladı. Lloyd 158 Cengiz Dönmez, “XX. Yüzyıl Başlarında İngiltere’nin Ortadoğu Politikası ve Bunun Milli Mücadeleye Etkileri”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 17, S. 1, Ankara, 1997, s. 74-75. 52 George, Türk başarısının, başta İngiliz sömürgelerinde olmak üzere bütün müslüman halklar üzerinde yapacağı kötü tesiri düşünerek, Türkiye’nin mutlaka yenilmesini ve Halife’nin İngiliz denetiminde olmasını istiyordu. Zaten doğu, her İngiliz vatandaşın gözünde bir İngiliz nüfuz bölgesiydi. Dolayısıyla İngiltere, yaptığı yanlışlar ne kadar büyük olursa olsun kararı kendisi verecek ve kendisi uygulamak isteyecekti. O halde bu harekatta, sadece İngiltere’nin dediği olmalı ve her türlü yabancı devlet müdahalesi sert bir biçimde önlenmeliydi. İngiltere’nin XVIII. yüzyıldan beri sömürgeleri için uyguladığı politika bugün içinde geçerliydi. İstenen sonuç alınamadığı takdirde kaba kuvvete ve askeri harekata başvurulmalıdır ki bu, asilere er ya da geç İngiliz gücü karşısında boyun eğeceklerini anlatacaktı159. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiltere’nin şark politikasını ve bu politikanın içinde Türkiye’nin konumunu ve nasıl etkilendiğini şu şekilde açıklamıştır: “İngiltere’nin şark siyaseti Türklere ve Müslümanlara asla dost olamaz. Çünkü bu asırda İngiliz menfaati onu icap eder. Vaktiyle bizi Ruslara karşı müdafaa eden İngilizler, Türkleri ve Müslümanları sevdiklerinden değil, Rusların Hint ve Akdeniz’e inmesinden korkarak, Hindistan’da halifenin nüfuzunu kendi yerleşmelerine medar etmek isteyerek öyle davrandılar. Fakat Rusya ile anlaştıktan sonra, Girit meselesini aleyhimize hal ettiren, Trablusgarb harbine başlamak için İtalya’ya açık bono veren İngiltere idi. Balkan İttifakını bizim aleyhimize kurduran, Balkanlılar harbi kazandıktan sonra statükoyu askerlerin harbten evvelki hudutlarında kalmasını kabul etmeyen İngiltere idi. Salibin girdiği yere hilal bir daha avdet edemez, kaidesinin vaz’ı ve müdafii İngiltere idi. Balkan harbinde ordumuz taşı toprağı Müslüman ve Türk olan (Edirne)’yi istirdat ettiği zaman avam kamarasında “Türkler geldikleri yere gidecekler, onları Edirne de bırakmayacağız!” diyen İngiliz Hariciye Nazırı idi. Harb-i umumiden az evvel memleketimizi taksim 159 “Hala Diyorlar mı ki ?”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31; Baykal, a.g.e., s. 192. 53 projesini ortaya atan İngiltere idi. Harb-i umumiyi körükleyen ve boğazları zırhlılarıyla kaplayan, tezgahta zırhlılarımızı zapt eden İngiltere idi. Harp esnasında Hicaz’ı, Mısır’ı, Suriye’yi tahrik ile oralarda ihtilaller ve istiklaller vücuda getirmeğe ve Osmanlı-Müslüman birliğini yıkmağa çalışan İngiltere idi. Çanakkale Boğazı’nı bütün kuvvet ve şiddetiyle zorlayarak Türkiye’yi ve Hilafeti ezmek isteyen İngiltere idi. Mütarekeden sonra mütareke muahedesini bozan, her tarafa hırslı kollarını uzatan, Yunan’ı İzmir’e sokan, İtalyanları Antalyaya çıkaran, Ermenilere ve Rumlar’a yer yer silah dağıtan, Türk Hükümet’ini yıkmak için her şeyi irtikap eden, halifeyi ikrah altına alan İngiltere oldu ve nihayet işte “Sulh Muahedesi” diye bize sunulan zehir! Mütarekeden sonra perişan bir fikir ile, eski İngiliz dostluğunda bir katre ümit ve ilaç arayarak her tarafa baş vuranlar, anlaşılmaz bir sükut kaldılar”160. Milli Mücadele döneminde, İngiltere’nin şark meselesini gerçekleştirmek için kullandığı önemli güçler vardı. İngiltere, bu dönemde çok aktif rol oynamıyor gibi görünmesine rağmen, Anadolu’da şark politikasını gerçekleştirmek için Yunanistan’ı kullanmıştır. Yunanistan İtilaf Devletlerine yakın olmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmayı tercih etmişti. Ancak İngiltere, Yunanistan’ı kendi tarafına çekebilmek için vaatlerde bulunarak, Osmanlı toprakları üzerindeki önemli noktaları Yunanistan’a vermişti. İngiltere, Türkiye’yi manen ve maddeten yıkılmış bir memleket sanıyor, bu halde bulunan bir milleti ancak zinde harbe girmemiş Yunanlılar gibi bir milletin yeneceğine inanıyordu. Lloyd George, İngilizlerin Yakın ve Ortadoğu’da İslam dünyasının düşmanı olarak bilindiğinin farkındadır. Lloyd George’un Yunan taraftarı olmasının önemli nedenlerinden biri de, Türklerin artık kuvvet bakımından ortadan kalktığı ve Ortadoğu’daki bu boşluğun yerine yeni yükselen kuvvetin Yunanlıların olacağı kanısı bulunmaktaydı. Bu fikirlerin bazıları ise, doğrudan doğruya eski Liberal Parti Lideri Gladstone’dan alınmış bulunuyordu. Doğu Akdeniz’in bu zeki, çalışkan, hatta İngiliz askerlerinden ve denizcilerinden 160 “Hala Diyorlar mı ki ?”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31. 54 daha cesur olan kuvvetlendireceklerdi Yunanlılar, 161 durumlarını kısa bir süre içinde . İngiliz emperyalizmi Yunanlıları her zaman himaye ediyordu. İngiltere, Türk payitahtı bir gün Yunan payitahtı olacak arzusuyla, İstanbul’da yerleşmeye başlamıştır. Ancak Konstantin Yunan milletine daha geniş projeler bulmak istiyordu. Venizelos’ta 1918’de, 1453 senesinin intikamını alma arzusunu dile getirmiştir162. İngiltere, Sakarya Savaşı’na kadar Yunanistan’ı destekleyecek, daha sonra kamuoyunun baskısı ve Yunanistan’ı desteklemenin İngiliz ekonomisine verdiği zarar yüzünden Yunanistan’ı kaderine terk edecektir163. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, “İngiliz Times Gazetesi’nin” İngiltere’nin Şark siyasetindeki başarısızlığının sebeplerini belirttiği yazısını yayınlamıştır. Gazete başarısızlığın sebeplerini şu şekilde açıklamaktadır: “İngiltere’nin Şark siyasetindeki başarısızlığının tek sebebi Lloyd George’dur. Siyasetimizde doğruluk ve namuskarlık isteriz ve bizde doğru ve namuskar bir siyaset takip edecek siyaset adamları eksik değildir. Fakat “Lloyd George onlar arasına giremez” demesi kadar büyük ve veciz bir itiraf olamazdı. Bu gazete bütün dünyaya şunu anlattı: “Sulh sözünün çıktığı günden beri siyaset dünyasını idare eden bir siyasetçi, zamanın meziyetlerinden mahrumdur ve şimdiye kadar devam eden keşmekeş hep onun başı altından çıkmıştır. Binaenaleyh Times’ın açtığı cidal herhalde semeresini verecektir”.164 161 Melek, a.g.e., s. 77; Ramazan Çalık, Alman BasınındaMilli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa (1919-1923), Özkan Matbaacılık, Ankara, 2004, s. 137. 162 “Bir Suikast”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31. 163 MustafaTuran, Milli Mücadele’de Siyasi Çözüm Arayışları (30 Ekim 1918- 20 Ekim 1921), Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon, 1999, s. 3. 164 “İngiltere Yunanistan’ı Terk Etmedikçe...”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ağustos 1921, No: 254; “Times’in Cidali”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ağustos 1921, No: 254. 55 İngiltere’nin şark politikasına, İtalyan ve Fransız gazeteleri şiddetli tepkiler gösteriyorlardı. İngiltere’nin Anadolu’yu gerçek sahibi olan Türklere bırakmasını istiyorlardı. İtalya Hükümeti mütarekeden sonra Türkiye’nin hakkını ve kuvvetini sezen ve şarkta en doğru yolu tutan ilk İtilaf Devleti oldu. Diğer bir devletin menfaati için kan dökmek istemeyen barışsever İtalya, kendi menfaatinin Türkiye’de bir düşman değil, bir dost bulundurmakta olduğunu anladı165. İtalya, “Türkiye sulhu bütün şark meselesinin anahtarıdır. Türkiye’yi memnun etmek şark meselesinin çözümü olacaktır. Bu sebepten dolayı müttefik devletler, kendi ülkelerinin menfaatini düşünüyorlarsa Yunan hayalperestlerinin ihtirasatına mani olmalı ve şarkta bir sulhun tesisi için icap eden tedbirlere beraber bir şekilde yönelmelidir. Müttefik devletlerin artık şark meselesinde ortak bir karar almalarının tam zamanıdır”166. Şark meselesinden dolayı Fransa ile İngiltere arasında da mühim münakaşalar cereyan etmektedir. Fransa Hükûmeti: “İngiltere Yunanistan’ı Anadolu’ya karşı tekrar tahrik etmeye devam ettiği takdirde Fransa’nın Yunanistan’a hiçbir suretle ekonomik yardımda bulunmayacağını” belirtmiştir. Fransa’nın asri politikası bağımsız bir Türkiye’dir. İngiliz siyaseti ise, Türkiye’yi İngiltere’nin emri altında bulunacak bir Arap hilafetine bağlamak istiyordu. Bu nedenle Fransız ve italyan matbuatının, temel olarak birleştiği nokta, bağımsız bir Türkiye’dir ve İngiltere bunu kabul ederse, şarkta barış sağlanacaktır167. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiltere’nin şark politikasında yaptığı hatalara da değinmiştir. Özellikle İngiltere, İstanbul’daki Türk hilafetine karşı koymak için “Mekke Arap Hilafeti” oluşturmayı düşünmekle, Türklerin asırlardan beri düşmanı olan Yunanlılara şarkta güvenliği temin etme görevini 165 “Şarkta İngiliz siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No: 255; Çalık, a.g.e., s. 134. “Sulhün Anahtarı Türkiye’dedir”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No: 255. 167 “Şark Meselesi”, Hakimiyet-i Milliye, 11 Nisan 1921, No: 156. 166 56 vermekle ve Filistin’i Suriye’den ayırarak bir Yahudi Devleti oluşturmaya karar vermekle şarkta yanlış bir yol izlediğine değinmiştir. İngiltere, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı toprakları üzerindeki menfaatlerini gerçekleştirmenin kolay olacağını düşünüyordu. Özellikle Mondros ve Sevr Antlaşmaları ona bu kolaylığı sunmuştu. Ancak İngiltere’nin faaliyetleri, Anadolu’da Milli Mücadele ruhunun doğmasına vesile oldu ve İngiltere, yavaş yavaş en sıkı müttefikleri olan Fransa ve İtalya’yı da şark meselesinin tatbikinde karşısında buldu. Çünkü İtalya ve Fransa dahi, artık şarkta oluşturulacak düzende barışın sağlanması için Türkiye’nin bağımsızlığını istemekteydiler. Ancak İngiltere, Yunanistan’ı yanına alarak meseleyi kendi menfaatleri doğrultusunda çözmeye kararlıydı. Tabiki bu durum onu maddi ve manevi olarak çok büyük zararlara uğrattı ve sonunda İngiltere, şark politikasında yalnız kalarak, Türkiye’nin bağımsızlığını kabul etmek durumunda kalacaktı168. II. İNGİLTERE VE SÖMÜRGE POLİTİKALARI Mustafa Kemal’in, Milli Mücadelenin başarıya ulaşması için üzerinde durduğu önemli bir nokta da, İslam faktörüydü. Mustafa Kemal, İslam faktörü ile Avrupalı Büyük Devletleri ve özellikle de İngiltere’yi zor durumda bırakmıştır. Çünkü, İngiltere Ortadoğu’da önemli bir İslam sömürgesine sahipti ve onun için önemli olan bu sömürgelerin ona tabiyetini sorunsuz bir şekilde devam ettirmekti. Mustafa Kemal, Anadolu haraketine başlarken Padişah’a karşı olmadığını göstermeye özellikle dikkat etmiştir. İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri’nce dağıtılmasından sonra, Ankara’da bir meclisin toplanması için çağrıda bulunurken dahi, bu hareketin 168 “İngiltere’nin Şark Siyaseti ve Hataları”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ekim 1921, No: 312. 57 bir isyan olmadığını, “Saltanat ve Hilafetin dokunulmazlığını korumak” amacını taşıdığını önemle belirtmiştir. 26 Nisan 1920’de, “Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzasıyla çekilen telgrafta Padişaha bağlı olduğunu şu şekilde dile getiriyordu: “Padişahımız! Kalbimiz sadakat ve bağlılık duyguları ile dolu olarak tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir bağla toplanmış bulunuyoruz. Toplantısının ilk sözü, Halife ve Padişahına sadakat olan Büyük Millet Meclisi, son sözünün yine bundan ibaret olacağını size en büyük hürmet ve huşu ile arz eder”. Mustafa Kemal, bunu yaparken, bir yandan Anadolu hareketinin dayanmak zorunda olduğu iç güçlerin desteğini yitirmemek, öte yandan da İslam temasını kullanarak İngiltere’ye karşı yararlar elde etmek düşüncesinde olmalıdır169. Ankara’nın İslam etkeni üzerinde durması, İngiltere üzerinde istenilen etkiyi göstermiştir. Anadolu’daki durum hakkında İngiliz Hükümeti’ne sunulan 25 Aralık 1919 tarihli bir raporda, İngiltere’nin İslam etkeni karşısındaki tutumu görülmektedir: “...Milliyetçiler şimdi iki yol kullanıyor; Milliyetçi ol çünkü İslamı kurtaracak yegane yol odur. İslama sadık ol çünkü o senin milli varlığını kurtaracak yegane yoldur. Bu fikirlerin her ikisi de İslam dünyasındaki İngiliz hakimiyetini mahvedebilir. Biz, gerçek ideali din imiş gibi davranacak menfaatçi bir grubu idareci olarak takdime çalışacağız. İslamı ezemeyiz. Bu tıpkı batıdaki milliyetçilik gibidir. Bizim şimdiki gayemiz bölmek, arkadaş davranıp kazanmak ve sonra hükmetmek olmalıdır”170. İngilizlerin Müslümanlara karşı muin (yardımcı) bir siyaseti vardır. Gibbons bu siyaseti şu şekilde tahlil ediyordu: “İngilizler dünyada toplu halde 169 170 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 82. Meram, a.g.e., s. 240. 58 ne kadar Müslüman varsa hepsini kendi hükümleri altında görmek isterler ve kendi hükümleri altında görmek için her vasıtaya müracaat ederler. Hatta Çin'deki müslüman kitlelerini kendi ellerinde olmadığı için çok sinirleniyorlardı. Halbuki Müslümanlar başlarında efendi görmek istemiyorlar, onlar dost görmek istiyorlar”. Bu konuda öncelikle İngilizlerin İslam siyasetini tahlil etmek yerinde olur: “İngilizler vaktiyle Hindistan'a ticaret vesilesiyle girip kendilerinden önce orada bulunan Fransızlar’ı kovduktan sonra, burada İngiltere’nin zenginliğinin temelini attılar. Hint şarkın en zengin, en efsanevi ve mamûr bir parçasıdır. Bu kıtaya sahip ve hakim olan her devlet yenilmez bir kudret ve servet menbaına sahip olurdu. Bunu İngilizler çok iyi anladılar. Evvela Hindistan'da birkaç yüz senelik bir Türk İmparatorluğu'nun enkazını tarumar ettikten sonra hakim millet sıfatıyla, İslam medeniyetini elde etmek istediler. Müslümanlara ve dolayısıyla Hindistan'a sahip olmak için Müslümanların ellerinde silah bulundurmamak, ahaliyi iktisaden dilenci bir vaziyete sokmak ve bu ahaliyi en derin bir cehalet içinde bulundurmak lazımdı. Esasen Müslümanlar nerede Fransız, Moskof, Hollandalı hangi devlet ve milletin tahtı esaretine girdilerse bu, cahil oldukları zamanlarda ve cahil oldukları için vakî olmuştur ve hangi Müslüman millet ecnebi ve Hıristiyan yönetimine isyan etti ise, İslam’ın azamet ve vakarını anlayabilecek ilmi elde ettikten sonra isyan etmiştir. İngilizler Hintlilerin ellerinde bir çakı bırakmayıncaya kadar silahlarını alıp, kendi yeni ticaret usulleriyle yerli İslam ahâlisini parasız ve fakir bir hale getirdikten sonra, onları cahil bırakmak için her vasıtaya, her şeytanlığa müracaat ettiler. Öncelikle Hintlilere hiç bir okul açmadıkları gibi kendilerinin açtıkları okullarda da en basit dereceden fazla okumalarına müsaade etmediler ve hep okul okuyup eğitimli olmanın islamiyette yasak olduğunu, İngilizlerin, müslümanların hakimleri ve hamileri olduğu düşüncesini propaganda ile müslümanlar arasında yaydılar. İngilizlerin muharebelerini Hint Müslümanları yaptı, muharebe masraflarının önemli kısmını Hintliler 59 ödedi. Tabi olarak İngilizlerin en büyük menfaati bu durumu devam ettirmek idi. İngilizler Mısır'ı Hint yolu diye aldılar. İstanbul'u Müslümanların müşterek ve önemli bir beldesi, hilafetin islam istiklalinin merkezi diye elde etmek istediler. Türkleri de, İngilizlerin yalanlarını öğrenmiş bir millet diye imha etmek istediler”171. İngiltere’nin İslam siyasetini bu sözler net bir şekilde özetleyebilir: “İngiltere, İslamı ve müslümanları sadece menfaatleri için bir hizmetkar olarak görüyor. Bu nedenle asla bu hizmetkarın kafası yerden kalkmamalı ve istiklali temin için isyan etmemelidir”. İngiltere’nin İstanbul’u işgal sebepleri de buna dayanıyor. İngiltere’nin İstanbul’u işgal etme amacı: “İslam âleminin alemdârı olan Türkiye’nin başını ezmek ve müslümanların kalp ve fikirlerini birleştiren hilafet makamını el altına almak”. Böylece İngiltere iki büyük maksada ulaşacaktı: Birincisi, Payitahtına el konulmuş, elinden Edirne’si, İzmir’i, Antalya’sı, Boğazları alınan bir Türkiye’nin nefes alıp yaşamasına ve bilhassa kuvvetlenmesine imkân yoktur. Bu da İngiltere’nin işine gelir zaten. İngiltere’nin asıl korktuğu şey, bir barış antlaşmasıyla Türklere belli sınırlar içinde yaşama hakkı verilirse, belli bir zaman sonra Türkler daha güçlü olarak bulundukları yerden çıkarlar. Bunu Türkler Çanakkale’de, Irak’ta, İran’da şerefle göstermiştir. Bu da İngiltere için önemli bir tehlike olacaktı. İkincisi ise, İngilizler hilafet makamını vesayetleri altında bulundurarak, İslam âlemi üzerinde etkin bir idare kurmak istiyorlar. İngilizlerin açıkça dile getirdikleri bu maksatlar, İngiliz yanlısı olanlar hariç tüm Türkler tarafından anlaşılmıştı ve mücadele tüm dünyada topyekün başlamıştı. İslam aleminin Hint’te, Mısır’da, Irak’ta ve Suriye’de görülen harekatı hep bu saltanatı ve hilafeti kurtarmak için mukaddes bir mücadeledir172. 171 172 “İngilizlerin İslam Siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1920, No: 23. “Hilafet ve İslam Alemi”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1920, No: 27. 60 Türk köylüsü de, İngiliz yanlısı İstanbul Hükûmeti’ne rağmen ilahî bir azim ve iman ile kıyam ederek ta kıblegâhına kadar sokulmuş İngilizleri Anadolu’nun şarkından, garbından, şimalinden, cenubundan çıkarıyor. Bu sayede İran ve Afganistan da kendilerini topluyor. Kendi ülkelerinde o canileri içlerinden çıkarıyorlar. Mısır ve Hindistan’da İngiliz sermayedarı, borç yükünün altında kalmışlardır173. Mondros Müterekesi’nin imzalanmasından itibaren İngilizler, İstanbul Hükümeti’nin de desteğini alarak gerek basınla gerek fiili olarak Milli Mücadele’nin karşısında olmuşlardır. Ali Kemal, Cenab Şahabettin, Abdullah Cevdet gibi yazarların yazdıkları yazılar ile de Türklerin adam olmayacaklarını, istiklale layık olmadıklarını Anadolu’da mücadele edenlerin asi ve eşkıya olduklarını cihana her türlü lisanda duyurmaya çalışıyorlardı174. İngilizler İslâm âlemine ve bilhassa İngiltere’ye ait İslam müstemlekelerinde kendi aleyhlerine her gün artan olaylara karşı kullanılacak bir vasıta olmak üzere, Mekke’de bir İslâm Kongre’si akdine teşebbüs etmişlerdir. İngilizler, Kongreyi Hicaz Kralı Hüseyin vasıtasıyla düzenliyorlardı. Kral Hüseyin’in tek düşündüğü ise, İngilizler’den alacağı para idi. İngiltere bu kongreyi oluşturduktan sonra kongre üyelerine, İngiltere lehine birtakım beyannameler imzalatacak ve böylece güya Müslüman müstemlekelerin Türkiye’ye karşı olumlu düşüncelerini değiştirecekti. Hakimiyet-i Milliye bu kongreyi, İngiltere’nin İslam sömürgeleri üzerindeki hegomonyasını güçlendirme ve böylece kendisinden uzaklaşmaya başlayan İtalya ve Fransa’ya karşı bir güç gösterisi olarak yorumlamıştır. Bu sebeplerden dolayı İslam alemi bu kongreyi bir “Hıyanet Kongresi” olarak nitelemişlerdir.175 173 “İngiltere ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Mayıs 1922, No: 513. “İhtilal mi İnkilap mı?”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1922, No: 515. 175 “İngilizler Mekke’de Bir İslam Kongresi Topluyor”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1922, No: 186; “Hıyanet Kongresi”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1922, No: 186. 174 61 İngiltere ve Batılı Devletler İslam alemini, birkaç vilayete bölerek bir aşiret haline getirmek istiyorlardı. Bunun içinde onları birbirlerine düşman ederek, maddi ve manevi tüm iletişim yollarını tıkıyorlardı176. Ancak her şeye rağmen, Anadolu’daki Milli mücadele ruhu diğer İslam ülkelerini de, kıyama kaldırmıştır. Böylece içinde bulundukları esaret hayatından kurtulmak için topyekün mücadeleye başlamışlardır. Bunun, en güzel örneğini İslam aleminin, Türk Milli Mücadele hareketine destek vermesiyle görüyoruz. A. Hindistan Hindistan İngiliz boyunduruğu altında yaşamasına rağmen Hilafete ve İslama bağlılığını en çok gösteren ülkedir. 1919 senesinde Hindularla İngilizler arasında yoğun çatışmalar çıkmış ve kanlı bir biçimde bastırılmıştır177. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi gerek Milli Mücadele döneminde ve gerek devrimler döneminde, Hint halkı ile olan ilişkilerini sıcak tutmuştur. Her gün ilk sayfalarında Hindistan ile ilgili haberlere yer vermiştir ve Hindistan’ın ünlü lideri Mahatma Gandi’yi desteklemiştir. Hindistan da her zaman Türkiye’deki Milli Mücadele hareketini desteklemiştir178. Hint müslümanlarının Türkiye ile yakından ilgilenmesi İngiltere’nin hoşuna gitmiyordu. Bir İngiliz gazetesi “Hintlilerin Türk sevgisinin onları doğru yoldan çıkardığını” yazmıştır179. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi İngilizlerin, Hindistan halkını İslamdan soğutmak için çok çaba harcadığını belirtmiştir. Çünkü, İngilizlerin dünya 176 Eşref Edip, “Anadolu’da İslam Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Mart 1921, No: 135. Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 49. 178 “Hindistan’da Tezahürat”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2. 179 “Hint Müslümanları”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1920, No: 16. 177 62 siyasetinin temelini oluşturan Hindistan, eğer Türkiye gibi milli bir harekete kalkarsa İngilizlerin menfaatleri bozulacaktı180. Ancak gerek Türkiye’deki Milli Mücadele hareketi ve İngiliz zulmü Hindistan’ı artık mücadeleye sevk etmiştir. Hindistan’ın özellikle Hilafeti desteklemesi İngiltere’yi çok kaygılandırıyordu”181. Hint Müslümanları, Milli mücadele’nin zor zamanlarında Türkiye’yi hiç yalnız bırakmamışlardır. Bombay’daki Hilafet komitesinin açmış olduğu yardım kampanyası da fakir ve orta sınıf müslümanlar arasında büyük ilgi görmüştü. Bu kaynaktan Ankara’ya ulaştırılan paranın 125.000 sterlin olduğu bildirilmektedir. Ancak bu yardım Mustafa Kemal tarafından kullanmayarak Osmanlı Bankası’nda muhafaza edilmiştir182. Hint müslümanları Cemiyeti Uleması, Mustafa Kemal’e “Hilafet’in Halaskârı” (Kurtarıcısı) ünvanını vermişlerdir183. Bu da Hint halkının Türkiye’ye olan bağlılığını göstermektedir. Hilafetin kaldırılması Hint müslümanlarını üzmüş olsa da daha sonra Mustafa Kemal ve Türkiye’yi bağımsızlığın sembolü olarak benimsemişlerdir. B. Mısır Osmanlı Devleti’nin, Birinci Dünya Savaşına girmesiyle İngiltere 18 Aralık 1914’te Mısır’ın hamiliğini üstlendi. İngiltere’nin bu süre içinde Mısır’daki genel sömürge politikası, yönetenleri yönetmekti. Böylece İngiltere menfaatlerini gerçekleştirmek için yöneticileri kullanarak, bölgede vuku bulan bütün olaylara hakim oluyordu. Ayrıca İngiltere, Mısır’a nifak tohumları sokarak halkı birbirine düşürüyordu. Böylece halk yöneticileri de, İngilizleri de 180 “İngilizlerin İslam Siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1920, No: 23. “Hindistan Hareketleri”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Kasım 1920, No: 72. 182 Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, AAM Yayınları, Ankara, 1990, s. 558. 183 “Hilafetin Halaskarı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ocak 1923, No: 674. 181 63 unutup birbirleriyle savaşacaktı184. Bu da, halkın İngiltere’ye karşı bir harekette bulunmasını engelleyebilirdi. Ancak 1914 senesinden itibaren, İngiltere’ye karşı Mısır’ın Milli Muhalefet harekatı gittikçe arttı185. Morning Post Gazetesi Mısır İhtilali’nin gittikçe karışık bir hal aldığını, halkın Cuma namazı çıkışında İskenderiye sokaklarında “Yaşasın Müstakil Mısır... Kahrolsun İngilizler” diye bağırıp yürüyüşler yaptığını belirtiyordu186. Bundan sonra İngiliz Hükümeti bu Milli galeyan sonucunda, Mısırlılarla bir antlaşma imzalamıştır187. Bu antlaşma ile İngilizler Mısır’ın istiklalini tanımasalar da, bu kuvvetli galeyanlar Mısır’ın istiklalinin yakın olduğunun bir göstergesiydi. Zağlul Paşa, İngilizlerle Mısır’ın istiklali üzerine görüşmelerde bulundu. Ancak sonuçlar olumsuz idi. Çünkü İngiltere en önemli sömürgelerinden biri olan Mısırdan vazgeçmek istemiyordu. Tabiki Mısır’da İstiklalinden vazgeçmek istemiyordu.188 Böylece, İngiltere ile Mısır’ın arasındaki uçurum daha da genişleyecekti189. Mısır Meselesi Şark meselesinin önemli bir parçası olduğu için, bu mesele İngilizlerin beynine bir kabus gibi çökmüştü ve İngiltere Mısır’ı memnun etmedikçe bu meselenin çözülmesi zordu190. Ancak yoğun direnişlerden sonra Mısır, 28 Şubat 1922’de bağımsızlığını ilan etti191. Mısır bağımsızlığını, Süveyş Kanalı’nın ve Mısır’daki yabancıların haklarının savunulmasını üzerine 192 Sudan’daki kontrolü elinde tutmak şartıyla kabul etti almak . Hakimiyet-i Milliye 184 “Hintli Bir Mücahidin Din Kardeşlerine Hitabı”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Nasan 1920, No: 24. “Mısır Meselesi ve İngilizler”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Ağustos 1921, No: 263. 186 “Mısır ve Alem-i İslam”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2. 187 Anlaşma maddeleri için bkz. “Mısır Ahvali”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1920, No: 11. 188 “İngiltere ve İslam Müstemlekeleri”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1921, No: 164. 189 “Mısır’da Uçurum Gittikçe Sertleşiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Temmuz 1921, No: 248. 190 “Mısır Meselesi Ne Şekle Girmekte?”, Hakimiyet-i Milliye, 8 Ağustos 1921, No: 258. 191 “Mısır İstiklalini İlan ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1922, No: 446. 192 Uçarol, a.g.e., s. 442. 185 ve 64 Gazetesi Mısır’ın bağımsızlığını şu şekilde değerlendirmiştir: “İngilizlerin Mısır’a vermek İstedikleri yalnız “İstiklal” kelimesidir”193. Aslında bu çok doğru bir tespit olmuştur. Çünkü, İngiltere her ne kadar Mısır’a bağımsızlık vermiş gibi gözükse de, kendi ülkesinin menfaatleri için bunu kabul etmesi zordur. Çünkü Mısır, İngiltere’nin en önemli sömürgesi olan Hindistan’a giden yolda bulunuyordu. Burada, İngiltere kendi istediği bir şahsı Mısır’ın başına getirerek, istediği politikaları uygulattıracaktır. C. Irak Birinci Dünya Savaşı’nı bu bölgede sona erdiren Mondros Mütarekesi imzalandığında, Irak (Musul hariç) İngiliz işgali altına girmiş bulunuyordu. San-Remo Konferansı’nda da Irak İngiliz mandasına verildi. İngiltere petrol yönünden zengin yataklara sahip olan, aynı zamanda İmparatorluk yolunu Akdeniz kıyılarından Basra Körfezi’ne karadan birleştiren Irak’a tam egemen olmak istiyordu. Ancak Irak’ta da İngiliz karşıtlığı hat safhaya ulaşmıştır. Buna rağmen İngiltere, bir türlü Hindistan’ı Mısır’a bağlayan Irak kıtasını elden çıkarmak ve petrolü kaybetmek istemiyordu194. Ancak Irak halkı İngilizlerin, menfaatleri uğruna Irak’ta ne kadar cami, mabet, medrese varsa hepsini bombaladığını ve insan etinin ve kemiğinin birbirine karıştığını belirtiyordu. Irak halkı İngilizlerin petrol hevesi yüzünden yok edilmişti195. İngiltere Irak petrollerine sahip olabilmek için 1921’de Emir Faysal’ı krallığa getirmiştir. Buna en çok karşı çıkan menfaatleri zedelenen Fransa oldu196. 193 “Mısır İstiklali ve İngiliz Arzusu”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Mart 1922, No: 448. Uçarol, a.g.e., s. 445. 195 “Irak ve El-Cezire’de Vaziyet”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Mart 1921, No: 132. 196 “Suriye’de İngiliz Tahrikatı”, Hakimiyet-i Milliye, 11 Nisan 1921, No: 156. 194 65 İngiltere 1922 yılında Irak’taki kontrollerini gevşeten anlaşmalar yaptı. Bu arada İngiltere ile Türkiye arasında Musul sorunu halldedilememiştir. Ancak çetin mücadelelerden sonra malesef Türkiye’nin Misak-ı Milliden taviz vermesi ile 1926’da imzalanan Ankara antlaşmasıyla Musul Irak’a bırakıldı. Daha sonra İngiltere, Irak halkını ve petrolü kaybetmek istemediği için 30 Haziran 1930’da Irak’ın bağımsızlığını tanıdı197. D. İran İngiltere, Rusya ile 1907’de yaptığı antlaşma ile Güney İran’ı nüfuz alanı içine almıştı. Savaştan sonra tek başına İran’da nüfuz kurmak istedi. Bu amaçla 9 Ağustos 1919’da Ahmet Şah ile bir antlaşma imzaladı. Yalnız bu antlaşma ile Şah’ın yetkilerini adeta İngiltere satın almıştı. Ancak bu muahede İran Meclisi tarafından onaylanmadı. Bunun üzerine İran Bolşeviklerle yakınlaştı. Ancak daha sonra Şah Londra’ya gitti198. İngilizlerin, İran’da Şah’ı kullanarak nüfuz oluşturma çabaları, 1920 yılında imzalanan İran-Rus Mukavelenamesi199 ile son bulacaktı ve İran’daki İngiliz siyaseti tamamen iflas edecekti. İngiliz basını: “İngiliz askerleri İran’dan çekilecektir” diye belirtse de, İran İngiltere’nin bu blöfüne kanmamıştır. Bu sırada Türkiye’nin Ermenistan ile bir antlaşma imzalaması, İran ve Rusya ile de imzalayacak olması İngilizleri memnun etmemişti. İngiliz matbuatı dişlerini gıcırdatarak İran’daki İngiliz nüfuzunun mahvolduğunu itiraf etmektedir200. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’da bunu teyit etmektedir201. 197 Uçarol, a.g.e., s. 446. “İran, Şah, İngiltere”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Şubat 1921, No: 120. 199 Yapılan antlaşmanın maddeleri şu şekildedir: “1- Rusya, Çarlık zamanında İran’ın verdiği bütün imtiyazlardan vazgeçiyor 2- Rusya Devlet Bankası savaş sırasında İran’ın uğradığı zararları karşılayacak 3- 1919’da imzalanan İngiliz-İran mukavelesi fesh olundu 4- İran’da bir savaş olursa Rusya asker gönderebilecekti. Rusya, artık bütün milletlerin hukuk ve istiklaline saygı gösterme siyaseti izliyordu”.“İngiltere-İran- Sovyet Rusyası”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1921, No: 145. 200 “İngiltere-İran- Sovyet Rusyası”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1921, No: 145. 198 66 III. İNGİLTERE’NİN MİLLİ MÜCADELE HAREKETİNE KARŞI TAVRI VE FAALİYETLERİ İngiltere, XX. yüzyıl başlarında Dünya’nın en büyük sömürgeci devletlerinden birisi idi. Bu dönemde uluslararası ilişkilerini genellikle sömürgecilik mantığıyla hareket ederek, kendi menfaatlerine göre düzenliyordu. XX. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti, Ortadoğu’nun en geniş ülkesi idi. Osmanlı Devleti, hem çeşitli zenginlikleri hem de İngiltere’nin en önemli sömürgesi olan Hindistan yolu üzerinde bulunması sebebiyle İngiltere’nin kendi menfaatleri gereği dikkatle izlediği bir devlet durumundaydı. Bu nedenle İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Anadolu toprakları üzerindeki menfaatlerini gerçekleştirecek politikaları uygulamaya çalışıyordu202. İngiltere açısından Anadolu hakimiyetinin gerçekleşmesi için her şeyin yolunda gittiği bir sırada, Anadolu’da Türk milleti tarafından Mustafa Kemal’in önderliğinde Millî Mücadele adında, yabancı işgal ve boyunduruğunu reddeden ve bağımsız bir Türk Devleti kurmayı amaçlayan bir hareket başlatılmıştı. Dolayısıyla, İngiltere için bu noktada en büyük engel Millî Mücadele idi. Bu sebeple Millî Mücadele hareketinin başarıya ulaşması engellenmeliydi. Girişilen bir savaşta karşı tarafın yapmayı planladığı işleri önceden haber alarak, gerekli tedbirleri zamanında alabilmek, şüphesiz bilgilere sahip olan tarafa büyük avantajlar sağlar. Bu bilgileri elde edebilmek de; ancak casusluk alanında yapılacak faaliyetlerle mümkün olabilir. Bu sebeple İngiltere, millî hareketin başarısız kılınabilmesi için, onun gerçekleştirmeyi 201 İran Şahı Tahran parlamentosunda İngiliz İttifakının fesh edildiğini ve Ruslarla yeni bir itilafname imzalandığını tebliğ eylemiştir. Bu suretle zavallı İran asırlarca nüfuzu altında bulunduğu İngiltere’yi üzerinden silkip attı. “İran İngiliz Boyunduruğundan Kurtuldu”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ağustos 1921, No: 260. 202 Öke, a.g.e., s. 15. 67 planladığı işleri önceden öğrenme hususuna büyük önem veriyordu. Bu amaçla da, Millî Mücadele döneminde Türkiye’de çeşitli şekillerde elde ettiği değişik ırklara mensup kişiler aracılığıyla birtakım casusluk faaliyetleri yürütmüş ve istihbarat sistemi kurmuşlardır203. İngilizler, Anadolu’yu da kontrollerinde tutabilmek için, Türkiye’de istihbarat çalışmalarına büyük önem vermişlerdir. İlk etapta buradaki istihbarat çalışmalarını yürütecek bir teşkilât kurma yoluna gitmişler ve İstanbul’da özellikle Anadolu’daki millî hareket ile onun askerî varlığı hakkında bilgi toplayabilmek amacıyla bünyesinde, Ermeni ve Rumların yanında bazı Türk ve Müslümanların da yer aldığı “Black Jumbo” adında bir casusluk teşkilâtı kurmuşlardır. İngilizler, Millî Mücadele döneminde Türkiye’de Black Jumbo’nun yanında Mister Makri, Komanyos ve Agop Alpoyan idaresinde Sahil İstihbaratı adıyla bir başka casusluk teşkilâtı daha kurmuşlardır. Bu teşkilatlar aracılığıyla Türkiye’deki istihbarat faaliyetlerini sürdüren İngilizler, Yunan İstihbaratı ile de işbirliği içinde çalışmışlardır. Bu faaliyetleri sırasında özellikle iyi Türkçe bilen Ermeni, Rum ve Musevî asıllı casusları kullanan teşkilâtın, bol miktarda para harcadığı da bilinmektedir204. İngilizler, Türkiye’de İngiliz himayesinin kabul edilmesi amacıyla kurdurdukları ve kendileriyle her konuda tam bir işbirliği içinde çalışan İngiliz Muhibleri Cemiyetini de bu konuda kullanmışlardır. İngilizlerden aldığı direktifler doğrultusunda hareket eden bu cemiyet, özellikle millî hareketin İngiltere aleyhinde gerçekleştirmeyi planladığı faaliyetlere ilişkin gizli bilgileri elde ederek, İngilizlere vermek amacıyla, casusluk faaliyetlerine başlamış ve zaman zaman bir casusluk teşkilâtı gibi çalışmıştır. 203 Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Teşkilatının Türkiye’deki Eylemleri, s. 23. 204 Cengiz Dönmez, “Milli Mücadele Döneminde İngiltere’nin Türkiye’de Yürüttüğü Casusluk Faaliyetleri”, Kastamonu Eğitim Dergisi, C. 3, S. 4, 1997, s. 65. 68 İngilizler adına yürüttüğü casusluk çalışmalarını oldukça önemli sayan ve bu işi profesyonel bir kadro ile yürüten cemiyet, memleket sathında üyelerinden oluşan ve kimin hangi bölgede hangi yetki ve sorumluluklar çerçevesinde faaliyet göstereceğine dair kesin kuralların belirlendiği düzenli bir ağ kurmuştur. İngiltere, Sait Molla’ya kurdurduğu İngiliz Muhibleri Cemiyeti aracılığıyla, bol paralar harcayarak halkı kandırmaya ve halkın Millî Mücadeleye destek vermesini önlemeye çalışmıştır. Rum, Ermeni ve Kürt sorunlarının kızıştığı bir sırada Serbesti Gazetesi’nin yazı işleri yönetmeni Sait Molla, 1 Mayıs 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliği Askeri Ataşesi ile uzun süren bir görüşme yapmıştı. Bu komiserliğin Türklere karşı neden soğuk davrandığını soruyordu. Bu soruyu yanıtlayan askeri ateşe, bırakışma İngilizlerin kendi müttefiklerine karşı olan tutumları ve Türkiye’nin Barış Konferansı’nda ağır suretle cezalandırılması olasılığı yüzünden o güne dek Türkiye ile ilişki kurmanın olanaksız sayıldığına Türkiye’de, İngiltere’ye hala düşman olan geniş kapsamlı bir parti bulunduğunu vurguluyordu. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, bu görüşmenin yazılı metnini 6 Mayıs’ta Lord Curzon’a gönderirken, Sait Molla’yı çarpıcı biçimde İngiliz yandaşı olan Serbesti gazetesinin yazı işleri yönetmeni olarak tanıtıyor ve şöyle diyordu: “Kendisi, eski Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin damadıdır. Oldukça zekidir ve din çevrelerinde etkisi vardır”. Amiral Calthorpe, ayrıca İngiltere’nin Türkiye’yi güdümüne almasının sağlayacağı yararlara da değiniyordu205. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesinin ardından 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütarekesi’nin sonrasında içine düştüğü kötü durum, bazı devlet adamlarında devletin bu durumdan kendi gücüyle kurtulamayacağı düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Onlara göre Osmanlı 205 Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Teşkilatının Türkiye’deki Eylemleri, s. 12-13. 69 Devleti’nin kurtulabilmesi için Avrupa’nın güçlü devletlerinden İngiltere’nin yardımı gerekli idi. Daha da ileri giderek Türkiye’nin mutlaka İngiliz himayesi altına girmesi gerektiğini savunan bu kişiler, 30 Mart 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliğine sundukları bir muhtırada şu hususları dile getiriyorlardı: 1. “Avrupa ve Asya’da ister doğrudan doğruya sultanın egemenliği altındaki ülkelerde, isterse özgür alanlarda İngiltere 15 yıl boyunca Türkiye’nin yabancılara karşı bağımsızlığını korumak ve iç güvenliğini sağlamak için gerekli bulduğu yerleri işgal edecektir, 2. Ermenistan diğer büyük devletlerle anlaşacak olan İngiltere’nin isteğine göre bağımsız veya yarı bağımsız bir cumhuriyet olacaktır, 3. Boğazlarda bütün tahkimât yıkılacak ve buralar İngilizler tarafından işgal edilecektir, 4. İngiltere’ye bir dostluk nişanesi olarak sultan tarafından Osmanlı Bakanlıklarına İngiliz müsteşar tayin edilmesine müsaade edilecektir, 5. Ayrıca her vilayete bir İngiliz konsolos tayin edilecek ve 15 sene süre ile bunlar aynı zamanda Türk valilere müşavir olacaklardır, 6. Parlamento seçimleri ile mahalli seçimler İngiliz konsolosların gözetimi altında yapılacaktır, 7. İngiltere’nin ister başkentte isterse taşrada malî denetleme hakkı olacaktır, 8. Anayasa, doğu milletlerinin istidâd ve siyasî kabiliyetlerine göre sadeleştirilecektir, 9. Sultan, imparatorluğun dış siyasetini yönetmekte kesin olarak hür olacaktır”. 70 Bazı devlet adamlarının İngilizlere Osmanlı Devleti açısından oldukça ağır şartlar içeren belgeler sunarak İngiliz himayesi istedikleri bu sırada, şüphesiz bu durum İngiltere’nin de Türkiye ile ilgili planlarını kolaylaştırıyordu. Millî Mücadele döneminde Türkiye’de görev yapan ve Türkiye’ye İngiliz himayesinin getirilmesi için faal olarak çalışan belli başlı İngiliz memurları: Rahip Robert Frew, Mr. Ryan, General Didds, Albay Rawlinson , General Milne, Amiral Calthorpe ve Amiral Webb’dir. Bunların amacı da, Osmanlı Devleti’nin güçsüz durumda bulunması sebebiyle İngiltere’nin güç ve nüfuzunu en iyi şekilde kullanarak Türkiye’yi İngiliz himayesi altına sokmaya çalışmaktı206. Milli Mücadele döneminde, Türkiye’nin İngiliz casusluk faaliyetleri yanında uğraştığı diğer bir sorun, İngiliz destekli Yunan propagandası idi. Yunanlıların Anadolu’daki emellerine ulaşmak için önem verdikleri en önemli araç, propaganda idi. Özellikle mütarekenin imzalandığı sırada İtilaf donanmalarının İstanbul’a girmesiyle Yunanlılar bu propagandalarını İngilizlerin de yardımıyla doruğa ulaştırmıştır. Amaçları bir taraftan Rumları kazanmak, diğer taraftan da Avrupa’ya güya kendilerinin Bizans’ta ve Anadolu’da nüfuzları olduğunu göstermekti. Yunanlıların, mütarekeden sonra İstanbul’daki propaganda araçları başlıca şunlar olmuştur: “-Rumca matbuat -Fener Patrikhanesi -Yunan Konsoloshanesi -Yunan Mümessil Siyasiliği -Yunan Mümessil Askerliği -Yunan Bahriye İdaresi -İzci Teşkilatı Cemiyeti -Trakya Cemiyeti -Pontus Cemiyeti -Muhacirin CemiyetiCemiyet-i Tüccariye -Asya-yı Suğra Cemiyeti -Cemiyet-i Edebiye”. Bu teşkilatların hepsi “İstanbul Yunan Siyasi Temsilciliği” tarafından Yunan propagandasının aleti olarak kullanılmaktadır. 206 Cengiz Dönmez, “Milli Mücadele Döneminde Türkiye’de Görev Yapan Bazı İngiliz Memurlarının Türkiye’yi İngiliz Himayesi Altına Sokmaya Yönelik Faaliyetleri”, G.Ü. Gazi Kastamonu Eğitim Dergisi, C. 3, S. 4, 1997, s. 63-64. 71 Mütarekenin ilk günlerinde İtilaf sansürü Rum gazetelerine dokunmuyordu. Fakat Türkçe gazetelerine İtilaf sansürü bütün şiddetiyle uygulanıyordu. Bu suretle, Rumca matbuat Türkler aleyhinde istedikleri gibi yazıyordu. Fakat buna rağmen Türkçe matbuat, Türkleri müdafaa imkânını bulamıyordu. Yunan propagandasının en tehlikeli yeri İstanbul’daki patrikhane idi. Patrikhane, siyasi bir konferans ve propaganda ocağı idi. En hararetli (Panhelenizm) ve Hıristiyanlık taraftarları orada nutuklar vererek İstanbul Rumlarını tahrik ederlerdi. Örneğin, Giritli Miralay Mazarakis’in kilisede önemli bir konuşma yapmasının ardından derhal fesler atılarak bütün Rumların şapka giymeleri karar altına alınmıştı. Patrikhanenin uzantısı olan önemli bir teşkilat da, İstanbul’daki Yunan Askeri İdaresidir. Bu teşkilattaki Girit’te eşkiyalıktan yetişmiş Yunanlı gençler, Müslüman Türklerin başına bela oluyorlardı. İstanbul’da şimdiye kadar Türkiye Devleti’nin sayesinde servet sahibi olmuş olan Rum zenginleri, İslam tüccarlarını zarara uğratarak iflasa sürüklemek, piyasayı haksız bir şekilde ele geçirmeye çalışmak suretiyle Yunanistan lehine ve Türklük aleyhine propaganda yapmaya çalışmışlardır. Bu tacirler, zaman zaman Yunan Konsoloshanesinde toplanarak İslam tüccarların zararına kararlar veriyorlardı. Tiyatro, sinema ve okulları kullanarak İstanbul’u Yunan propagandasının ocağı haline getirmişlerdi. Bu durumda eli kolu bağlı olan İstanbul Hükümeti, gözü önünde yapılan bu faciaları izlemekten başka bir şey yapacak durumda değildi207. İngiltere’nin, Türk topraklarını casuslar aracılığıyla ele geçirme fikri, Yunan propagandasını desteklemesi tamamen Milli Mücadele’yi engellemeye yönelik bir hareketti. 207 “İstanbul’da Yunan Propaganda Teşkilatı”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Mayıs 1921, No: 178. 72 A. Mustafa Sağir Olayı Gerek Birinci Dünya Savaşı ve gerek Milli Mücadele döneminde Batılı Devletler, Osmanlı Devleti sınırları içinde ve özellikle İstanbul’da casuslar kullanarak emellerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Hemen her devletin casusu, ülke sınırları içinde bilgi toplamak ve entrikalar çevirmek için ortam hazırlamıştır. İşte böyle bir ortamda İngiltere Osmanlı’yı boş bırakmadı. Millî Mücadele sırasında da birtakım entrikalar ile bertaraf edemediği Mustafa Kemal’i en sonunda Mustafa Sağir adlı Hint asıllı bir casus eliyle öldürtmeye kalkıştı. Mustafa Sağir’in yakalanması şu şekilde olmuştur: Mustafa Sağir, otel odasında, görünmeyen mürekkeple işgal kuvvetlerinin İstanbul’daki İstihbarat Şefi Miralay Nelson’a bir mektup yazar. Mektupta görüşmelerden bahsederek askerî kuvvetler hakkında çok değerli bilgilere sahip olacağını bildirir. Ayrıca mektuba, görünen mürekkeple de okunabilen şekilde Ankara Hükümeti lehine bir yazı yazar. Mektup zarfına, şüphe çekmesin diye Miralay Nelson’un ismi yerine kullanılan kod adı “Ramiz Bey” yazılır. Mektup, İstanbul’daki İleri Gazetesin’den Cavid Bey’e gidecek, Cavid Bey’de mektubu Ramiz Bey’e yani Miralay Nelson’a teslim edecektir. Cavid Bey de İngiliz İstihbarat Servisinin adamlarındandır. Ancak Teşkilat-ı Mahsusa bu mektubu ele geçirir ve okur. Böylece casus Ramiz Bey’in Nelson olduğu tespit edilir ve Mustafa Sağir, Ankara İstiklal Mahkemelerince yargılanmaya başlar. Mustafa Sağir’in Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanması 1 Mayıs 1921 tarihinde başladı. Yargılamayı yapan İstiklâl Mahkemesi Heyeti, İhsan Bey, Kılıç Ali Bey ve Hüseyin Bey’den oluşmuştu208. Mustafa Sağir’in yardımcısı Ferit Cavit de uzun süre sorguda kaldıktan sonra askerler eşliğinde mahkeme salonuna getirildi209. 208 “İngiliz Casusu Mustafa Sağir’in Mahkemesi Dün Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Mayıs 1921, No: 174. 209 Mustafa Sağir’in yardımcısı Ferit Cavit, iyi bir eğitim görmüş şımarık bir aile çocuğu olup, hem İngilizler hem de Fransızlar ile ilişki halinde olan bir kişidir. Ferit Cavit, Fransızlardan ayda 150 lira 73 Mustafa Sağir’in faaliyetlerine geçmeden önce, hayatını ve bu göreve nasıl getirildiğini bilmek önemlidir. İngilizler, Hindistan’ın muhtelif semtlerinden her beş senede yeterli sayıda Hintli çocuk alırlar ve bunları eğitim ve terbiye için İngiliz Hükümeti hesabına İngiltere’ye gönderirlerdi. 1889 senesinde Peşaver’de doğan Mustafa Sağir de henüz on yaşında iken İngiliz memurları tarafından alınarak İngiltere’ye götürülmüştür. Kendisini ilk önce Londra civarında Breyton kasabasına göndermişledir. Burada özel bir okulda dört sene eğitim gördü. Ardından Oxford sınavlarına hazırlandı ve 1905 senesinde Oxford’taki Lincoln Koleji’ne girdi. Dört sene eğitimden sonra buradan diploma almıştır. Mezun olduktan sonra kendisini Londra’daki Hindistan Nezaretine göndermişlerdi. Üç asker huzurunda İngiltere’ye sadık kalacağına ve kralın tacı ve tahtı tehlikeye girse bile, hayatını feda etmekten çekinmeyeceğine dair Kuran-ı Kerim üzerine yemin etmiştir. 1910 senesinde İngiltere Hükümeti’nin kendisini Mısır’a göndermesi ile orada Mısır milliyetperverlerinin ahval ve harekatını oluşturmak için görevlendirilmiştir. Burada kendisine Mısır’da Arapça eğitimine gelmiş bir Hintli Müslümanın nüfus cüzdanı verilerek, Mustafa Sağir’in her yere girip çıkması sağlanmıştır. Hatta Mustafa Sağir milliyetperverlerden Ali Fehmi Kamil ile iyi dost olmuş, bu görev bir sene kadar devam etmiş ve daha sonra İngiltere’ye dönerek gözlemlediklerini uzun raporlarla hükümetine bildirmiştir210. 1911 senesinde Hindistan Valisi, bir Hintli anarşist tarafından atılan bomba ile öldürüldü. Bombayı patlatan kişi hakkında yapılan araştırma sonucunda bunun Alman okullarında eğitim görmüş bir genç olduğu maaş alarak onların lehine çalışmış; bu görevi sırasında İngilizler ile Damat Ferit arasındaki ilişkiyi öğrenip Fransızlara vermiştir. Bu kapsamda, İngilizler ile Damat Ferit arasında imzalanan gizli antlaşmayı çalmış, Papaz Frew ile Sait Molla arasında yapılan haberleşmeyi elde etmiştir. “İngiliz Casusu Mustafa Sağir’in Mahkemesi Dün Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Mayıs 1921, No: 174; Gülmez, a.g.e., s. 416. 210 “Sağir Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1921, No: 175. 74 anlaşılınca İngilizler, Mustafa Sağir’i konuyu araştırması için derhal Almanya’ya gönderdiler. Kendisine eğitime gelmiş öğrenci süsü veren Mustafa Sağir, tanınmış bir okula devam etmiş ve oradaki mevcut Hintlilerin durumunu yakından öğrenmeye çalışmıştır. Bu memuriyet, bir buçuk yıl devam etmiştir. Bir buçuk sene sonra felsefe doktorluğu rütbesini almış ve görevi sona erdiği için İngiltere’ye geri dönmüştür. Mustafa Sağir, 1913 yılında dünya seyahatine çıktı. İngiliz Hükümeti bu suretle yeni yetişen casusuna dünyayı göstermiş ve dünyanın içinde bulunduğu durumu anlatmış oluyordu. Kasım ayında tekrar Londra’ya dönecekti. Hindistan Nezareti kendisini Şark görevine tayin ediyordu. Mustafa Sağir’in yeni görevi Türkiye, İran ve kısmen de Afganistan durumuyla meşgul olmak ve buradaki durumdan İngiltere’yi haberdar etmekti. Zira Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Hindistan’ın durumu önem kazanmıştı ve Mustafa Sağir bu sebeple Hindistan’a gönderiliyordu. Orada bir süre vali ile birlikte çalıştıktan sonra Hindistan Nezaretinin tavsiyesi ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiyenin İstihbarat şubesinde görevlendirildi ve Londra’ya döndü. Mustafa Sağir, Birinci Dünya Savaşı’nda önemli roller üstlenmiştir. Son görevinde bir sene kadar çalışarak çeşitli memleketlerde casus ve propaganda teşkilatlarıyla uğraşmış ve bir senelik çalışmadan sonra Erkan-ı Harbiye-i Umumiyenin İsviçre, Stokholm, Danimarka, İspanya, Yunanistan ve hatta Almanya teşkilatını bitirmeyi başardı. Teşkilat sona erdikten sonra Mustafa Sağir, İsviçre’de görevlendirildi ve burada aktif bir rol oynadı. Bütün savaş boyunca İsviçre’de, kendisine Hint istiklali için çalışan Hintli bir vatanperver süsü vererek nice Türkleri ve Almanları kandırmış, aynı zamanda birçok kişinin de felaketi olmuştur. Bundan sonra kendisine Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz İstihbarat Servisi tarafından önemli görevler verildi. İran ve Afganistan’da İngilizler 75 adına çalıştı. Millî Mücadele başladıktan sonra da Mustafa Kemal’i öldürmek amacıyla Türkiye’ye gönderilir211. Mustafa Sağir, mahkemede hangi ülkelerde ne amaçla bulunduğunu ve Anadolu’ya hangi amaçla gönderildiğini ve buralarda kimlerin İngiliz menfaatlerine nasıl ve ne kadar yardım ettiğini anlatmıştır. Mustafa Sağir önce, Müslüman bir vatandaş sıfatıyla Hint milliyetperverlerinin arasına sokularak bilgi topladı ve İngiliz istihbaratına götürdü. Sağir daha sonra Afganistan’da bulundu ve burada İngilizler aleyhine oluşan faaliyetleri araştırdı. Buradaki görevi, hem İngilizlere hem de kendisine önemli bir mevki kazandırmıştı. Ardından kendisini, milli mücadele hareketini ve bu çerçevede yürütülen faaliyetleri öğrenmek için Anadolu’ya gönderdiler212. Sağir Ankara’ya saf, mütevâzi, kalbi İslam heyecanıyla çarpan bir dindar görüntüsüyle gelmişti ve Milli Mücadele hareketine samimiyetle(!) destek verir gibi görünüyordu. Hint Müslümanlarının kendisine verdiği bir buçuk milyon altını da, buradaki okullar ve ordu için harcayacağını söylemişti. Ancak milletleri birbirine katan, milletlerin içine kadar sokulup suikastler düzenleyen, saraylara ve padişahlara kadar nüfuz eden tecrübeli casus, Ankara’da daha fazla nefes alamadan yakalanmıştır. Mustafa Sağir, Ankara’ya Büyük Millet Meclisinin faaliyetlerini ve İngiltere’nin Anadolu’daki faaliyetlerini tedkik için geldiğini söylemiştir.213. Mustafa Sağir, İngiltere’nin özellikle yoksul kesimlerdeki gençleri ailelerinden para karşılığında alıp, daha sonra onları yetiştirerek birer İngiliz casusu haline getirdiklerini belirtmiştir. Bu gençler yetiştirildikten sonra İngiliz 211 “Sağir Kimdir?”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1921, No: 180; Nurettin Gülmez, Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'da Yeni Gün, A.A.M. Yayınları, Ankara, 1999, s. 415; “Sağir Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1921, S. 175. 212 “Casus Mustafa Sağir’in İkinci Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189. 213 “Sağir Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1921, No: 175. 76 kralına sadakat yemini etmeye ve İngiltere için yaşamaya ve ölmeye mecbur bırakılıyorlardı.214. Mustafa Sağir, Anadolu’daki İngiliz teşkilatı hakkında da önemli bilgiler vermiştir. Savaş esnasında İngilizlerin, ilk başta daha rahat hakim olabilecekleri İstanbul’a yöneldiklerini ve Anadolu’yu ilk etapta ikinci plana attıklarını belirtiyor. Çünkü, Anadolu’da önemli güç İslamdı ve halkın arasında daha sağlam ve sarsılmaz bir yapı vardı. Ancak Ruslar, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu ile yakınlaşınca Anadolu, İngilizler için de önem arz etmeye başladı ve İngiltere burada istihbarat faaliyetlerini arttırdı215. Tabii ki İngiltere Türkiye’de faaliyetlerini yürütürken, İngiliz yanlısı olan kişilerle de temas kurmaya özen göstermiştir. Bunlardan biri de Şerif Hüseyin’dir. Şerif Hüseyin, Türkiye’de Araplardan oluşan bir teşkilat kurmuştu. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında Şerif Hüseyin İngilizlerden yüksek miktarda paralar almıştır216. İngiltere, Anadolu’da kurduğu teşkilatın başına Sir Edward Grey’i getirmişti. Ancak, Anadolu içinde karışıklık çıkarmak zordu. Sir Grey’e, Avrupa’dan yüklü miktarda para aktarılıyordu. İngiltere yaptığı bu faaliyetlerle, yeni bir Türkiye oluşturacağını ve Çanakkale kapısının kendisine tekrar açılacağını, böylece Türklerden intikamlarını alabilceklerini düşünüyordu217. Mütarekeden sonra merkezi İstanbul’da olmak üzere, İngiliz Muhipleri Cemiyeti adıyla Türkler arasında bir cemiyet oluşturulduğunu görüyoruz. Mustafa Sağir, bu cemiyetin aslında savaştan önce de var olduğunu söylüyor. Önce amaçları, İngilizlerle Türkler arasında daimi bir ittifak oluşturmaktı. Ancak, daha sonra İngilizler bu cemiyetin içine kötü insanları alınca işler değişmiştir. Örneğin, Damat Ferit Paşa geçmişi pek parlak bir 214 “İngilizlerin Hulul Siyasetinden Bir Numune”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1921, No: 180. “Casus Mustafa Sağir’in İkinci Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189. 216 “Şerif Hüseyin’in Aldığı Paralar”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189. 217 “Anadolu Teşkilatına Kim Memur İdi?”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189. 215 77 adam olmamasına rağmen cemiyete girdi. Mustafa Sağir, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce kendisinin ismini hiç duymadığını söylüyordu. Padişah ve Damat Ferit, bu cemiyetten çok fazla kağıt İngiliz parası almıştır218ve Padişahın Anadolu ordusunu mahvetmek için oluşturduğu Hilafet Ordusu, İngiliz paralarıyla kurulmuştur. İngilizler bu parayı ayrı bir ordu kurulması ve Anadolu’nun üzerine sevk etmesi için veriyordu219. Ama İngilizlerin bu faaliyetleri yaparken kullandıkları temel parola: “Biz Halife ve İslam için çalışıyoruz” idi. Ancak İngilizlerin istediği tek şey, Müslümanların arasını açarak anlaşmazlık çıkarmaktı220. Mustafa Sağir, mahkemede önemli açıklamalar yapmıştır. Ancak yine de hakim, Mustafa Sağir’in bir çok şeyi sakladığını ve mahkemeyi de yanıltmaya çalıştığını belirtiyordu. Çünkü, Sağir bu sırada barış konferansı yapıldığı için bu konferanstan olumlu bir sonuç bekliyordu. Barışın neticesinden sonra İngilizlerin kendisini isteyeceğini ve böylece yakalanmaktan kurtulacağını düşünüyordu. Fakat buna izin verilmedi. Sorguda iken sürekli gazete istiyordu. Buna engel olmak için hakim bir gazete bastırdı ve bu gazetede barış konferansının dağıldığı ve bizim kovulduğumuz, aynı zamanda kendisinin tevkif edildiği yazıyordu. Böylece, barış konferansından ümidini kesti ve tekrar itirafa başladı221. Nihayet yapılan yargılama sonucunda 23 Mayıs 1921 günü, Mustafa Sağir hakkında oybirliğiyle, Ferit Cavit hakkında ise oy çokluğuyla idam kararı verildi. Mahkeme Heyetinden Hüseyin Bey, Ferit Cavit hakkında idam kararına karşı geldi. Onun serbest bırakılması için İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold’un yaptığı başvurulara karşın Mustafa Sağir, Ankara İstiklal Mahkemelerince yargılanıp ölüm cezasına çarptırılarak idam edildi. İngiliz Morning Post gazetesi, bu idam kararının yerine getirilmesini “İngiliz uyruklu 218 219 “İngiliz Muhipler Cemiyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190. “Hilafer Ordusu İçin İngiliz Parası”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190. “Memleket Evladı Arasına İhtilaf Sokmak”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190. 221 “Sulh Konferansı Başlar Başlamaz Sükut”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Mayıs 1921, No: 192. 220 78 bir Müslümanın katli” biçiminde yansıtıyordu. Mustafa Sağir İstanbul’dan ayrılmadan önce onun işlerini iyi bilen İngiliz Yüksek Komiser Vekili Frank Rattigan ise, idam kararını “Canavarlık” olarak nitelemediğini bunun sadece Ankara’nın İngiliz yönetimine karşı beslediği aşırı düşmanlık duygusunun belirtisi olduğunu 29 Mayıs’ta Lord Curzon’a bildiriyordu222. İdam kararının infazından önce, Mustafa Sağir, son arzu olarak İstanbul’daki İngiliz Konsolosluğuna bir mektup yazar ve bu mektupta: “Bütün söylediklerim yalandır. Ben son dakikamda dahi görevimi yaptım” demiştir. Yeni Gün Gazetesi, bu mektup haberini, “Allah’ın lâneti üzerine olsun” diyerek yayınlamıştır223. Mustafa Sağir’in son nefesinde bile İngiltere’ye bağlı olduğunu belirtmesi gerçekten ilginçtir. B. Ali Galip Olayı Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Osmanlı Devleti her yönüyle İtilaf Devletleri’nin etkisi altına girmişti. Özellikle İngilizler Damat Ferit Paşa Hükümeti'ne her istediklerini yaptırıyorlardı. Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Amasya Genelgesi’ni yayınlamasının ardından Erzurum’da kongre çalışmalarında bulunması başta İngiltere olmak üzere İstanbul Hükümeti’ni de rahatsız etmişti. İngiltere’nin yönlendirmesiyle Damat Ferit Paşa Hükümeti, 29 Temmuz’da Mustafa Kemal’in yakalanarak İstanbul’a getirilmesini istedi. Ancak bu gerçekletirilemedi224. Bu durumun ardından Sivas’ta her ilden bir delegenin katılacağı geniş kapsamlı bir kongrenin toplanması başta İngilizler olmak üzere İstanbul Hükümeti’ni de endişelendiriyordu. Böylece İstanbul Hükümeti, Elazığ Valiliğine atanan Ali Galip Bey’i225 Sivas Kongresi’ne engel olmak ve Mustafa 222 Selahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986, s. 149. 223 Gülmez, a.g.e., s. 417. 224 Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s.558. 225 Kayserin’nin Feyzioğulları ailesinden olan Ali Galip, 1911’de Kurmay Yarbay iken muhalif tutumundan ötürü istifa etmek zorunda bırakılmış; ancak 1912 yılındaki seçimlerde Kayseri’den 79 Kemal’i tutuklatmak amacıyla görevlendirmiştir. 3 Mayıs 1919’da Elazığ Valiliğine getirilen Ali Galip, hükümetin kararıyla Mustafa Kemal’e görevinden azl edildiğini bildirmek üzere 23 Haziran’da Sivas’a geldi. Mustafa Kemal’in Sivas’a gelmekte olduğunu duyan Ali Galip, tutuklanması için Sivas Valisi Reşit Paşa’ya baskı yapmış ama bir sonuç alamamıştır226. Mustafa Kemal Paşa, Sivas’a geldikten sonra Ali Galip ile görüşerek onu azarlamıştır. Mustafa Kemal yaptığı konuşmada ona şunları söylemiştir: “...askerler mert olur. Hele Türk askeri civanmert olur. Siz cihanın kabul ettiği bu kaideye istisna mı teşkil ediyorsunuz? Nedir bu yaptığınız kime hiz ediyorsunuz? Kime ihanet ediyorsunuz? Emekli asker olduğunuza saygı gösterip bu kadarla yetiniyorum. Size daha ağır muamelede bulunabilirdim. Şu kadar ki, aklınızı başınıza almaz, haddinizi tanımaz, dilinizi de kısmazsanız akibetiniz vahim olur.Yalnız şunu unutmayın ki, Anadolu’da sizin gibilerin ve efendilerinizin düdüğü ötmez, ötemez.”227 Bu ağır sözlere rağmen, Ali Galip gece yarısı Mustafa Kemal ile konuşmak ve onu ikna etmek için yanına giderek Mustafa Kemal’e şunları söylemiştir: “Hareketlerimin dış görünüşüne önem vermemenizi rica ederim. Elazığ Valiliğine gelmekteki maksadım tamamiyle size hizmet etmek idi”. Ali Galip Sivas’ta bekleyişini de, Mustafa Kemal’in kendisinden talimat almak için olduğunu belirtir ve onu ikna ederek Elazığ’a gitmesini sağlayacaktır. Kendisi de Malatya’ya hareket etmiştir228. Ancak Ali Galip, Dahiliye Nazırı Adil Bey ile 29 Ağustos’ta başlayıp 3 Eylül’de biten bir telgraf yoğunluğundan sonra yeniden Mustafa Kemal’i tutuklamayı ve bunu yaparken de Güneydoğu Anadolu’dan aldığı silahlı yardımlarla Sivas Kongresi’ni dağıtmayı kabul edecektir229. Ali Galip, 6 Eylül’de Malatya’ya geldi. Buraya geliş sebebi, Sivas Kongresi’ni basmak için mebus seçilmeyi başarmıştır. 1914’ten sonra tarım ve ticaretle uğraşmıştır. Bkz. Öke, a.g.e., s. 49; Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s.558. 226 Nutuk, s. 53-55. 227 Yunus Nadi, Ali Galip Hadisesi, Cumhuriyet Yayınları, Ankara, 2000, s. 29-30. 228 Nutuk, s. 59; Nadi, a.g.e., s. 31-32. 229 Öke, a.g.e., s. 49. 80 yanında götüreceği kimseleri buradan temin etmek ve aynı günlerde Malatya’da olan İngiliz Binbaşı E.W.C. Novill (Neol) Meselesi idi. 3 Eylül 1919’da Malatya’ya gelen İngiliz Binbaşı Novill’e (Noel), bütün kolaylık sağlanmış ve nüfus cüzdanı dahi İstanbul Hükümeti tarafından verilmiştir. Onun bu tarihte Malatya’da bulunması Binbaşı Novill (Noel) ile işbirliği yapacağının göstergesiydi. Binbaşı Novill (Noel), mütareke’nin imzalanmasının ardından şark vilayetlerinde özellikle Diyarbakır tarafında dolaşarak, Türkiye aleyhinde propagandalar yapmıştır. Bu defa ise, yanına aşiret olan Bedirhanilerden Celalet ve Kamuran ve Cemil Paşazade Ekrem Beyleri de alarak kuşkulandıracaktır 230 Malatya’ya gelmiştir. Bu durum herkesi . Bunun üzerine XIII. Kolordu Kumandanı Cevdet Bey, Novill’in (Noel) daha önce çıkardığı fesatlıkları bildiği için, Noel’in uzaklaştırılması ve Kürt liderlerin tutuklanması için Harbiye Nezaretine bir telgraf çekti. 4 Eylül 1919 tarihli bu telgrafta: “Novill’in (Noel) gerek ilk ve gerek bu ikinci seyahati İngiliz himayesi altında bir Kürdistan teşkili için propagandalar yapmak maksadına dayanmaktadır. Daha önceki propagandalarında Novill’in (Noel) girişimleri önlenmişti.Ancak şimdi yüklü miktarda İngiliz parasıyla ve kuvvetli silahlarla geldiği anlaşılıyor. Malatya’ya gelen Novill (Noel) burada Malatya Mutasarrıfı Bedirhanilerden olan Halil Bey tarafından karşılanmıştır ve propagandalarını burada yürütecektir” şeklinde Novill’in (Noel) geliş amacı ve faaliyetleri üzerinde durulmuş ve önlenmesi istenmişti231. Ancak Novill (Noel), arkadaşları ve kendi aleyhinde çekilen bu telgrafın haberini aldı ve kendisi de buna karşılık İngiliz Yüksek Komiserliğine bir telgraf çekti. Bunun bir suretini Elazığ ve Diyarbakır’a gönderdi ve eğer kendisine ve yol arkadaşlarına karşı bir davranışta bulunulursa, bunun kötü sonuçlar doğuracağını belirtti. Ali Galip ise, telgrafı öğrendiği halde, Novill 230 Nadi, a.g.e., s. 59. a.g.e., s. 60-61. 231 81 (Noel) ve arkadaşlarını koruyacağını bildirmiştir. Ali Galip burada, kendi amaçları için Kürt önderlerden yararlanmayı istemektedir232. Ali Galip, Malatya’daki Bedirhanilerle işbirliği yaparak kuvvet toplamıştır. Ayrıca İstanbul Hükümeti de, Ali Galip Bey’e jandarma kuvvetleri kurabileceğini ve gerekli parayı mal sandığından harcayabileceğini söylemişlerdir. Ali Galip Bey’in İngilizler tarafından kışkırtılan aşiretlerle birlikte Sivas’ı basacağı haberini alan Mustafa Kemal Paşa tedbirler almıştır. Kolordulara ve vilayetlere Ali Galip’in bu ihanetini bildirmiştir. Halkın da bunu Padişah nezdinde protesto etmesini istemiştir. Ancak İstanbul Hükümeti buna engel olmuştur.Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, valiliklere ve mutasarrıflıklara Ali Galip Bey ile Dahiliye Nazırı Adil Bey arasındaki önemli yazışmayı göndermiştir. Bu yazışmanın içeriğinde, “Ali Galip’e verilen görevin çok uzadığı ancak Ali Galip’in bu işi kabul ettiğine çok pişman olduğu belirtiliyordu”. Dahiliye Nezareti, Ali Galip Bey’den bir an önce Sivas’a hareket ettiğine dair haberler duymak istiyordu233. Fakat Ali Galip, acele hareket edilmemesi gerektiğini belirten ve derin düşünceler içeren bir cevap göndermiştir234. Ali Galip kuşkularında haklıydı. Çünkü XIII. Kolordu Kumandanı Cevdet Bey, maiyetiyle birlikte Malatya’ya gelen Binbaşı Novill’in (Noel) sinsi emeller peşinde olduğunu haber veriyordu. Binbaşı Novill (Noel) bölgede Kürtlere para dağıtarak bir Kürt-Türk çatışması yaratmaya çalıştığı belirtilmişti. Bu bildirinin yayınlandığı gün Ali Galip, Mustafa Kemal Paşa’nın Novill (Noel) ve arkadaşları üzerine bir birlik yollayacağı hususunda onları 232 Akşin, a.g.e., s. 564. Nadi, a.g.e., s. 67-68. 234 Ali Galip’in 8/9 Eylül’de İstanbul Hükümeti’ne gönderdiği telgraf aynen şu şekildedir:”Sivas ahvalinin tahkikatı için gönderdiğim adamdan henüz haber çıkmadı. Böyle mühim teşebbüslerde en mühim muvaffakiyet vasıtası, kuvvetten ziyade düşmana dair bilgilerdir. Bilinmelidir ki, vatanım için hiçbir fedakarlıktan çekinmem. Ürkütmekten korkarak, ahvalden haberdar etmek hususunda ihtiyatkarlığa lüzum yoktur. Azmim sarsılmaz. Millet ve vatanı sergüzeştçilerin klavuzundan ve elinden kurtulmak vecibesi karşısında başarısızlığın ölümden beter bir cahillik olmakla kalmayıp, maazallah kötü neticeler de doğurabileceğini düşünmeli ve ona göre gerekli tamamlayıcı bilgiler verilmelidir. Kuvvetin miktarı ile hareket zamanını şimdiden kesin olarak tayin edemem. Belki bir hafta zarfında istenilen yola doğru hareket edeceğimi arz ederim”. Bkz. Nadi, a.g.e., s. 69. 233 82 uyardı. Bu gelişme üzerine Ali Galip, İstanbul Hükümeti’nin ona verdiği Sivas’a gitme görevi şöyle dursun, Malatya’da dahi güvenlik içinde olmadığını hissetmişti ve hiç vakit kaybetmeden Novill (Noel) ve yanındakilerle birlikte Malatya’dan kaçmışlardı. Elazığ’da valilik dahi yapamadan İskenderun üzerinden İstanbul’a gelebilmiş olmayı büyük bir nimet sayıyordu235. Ali Galip Olayı’nın bu şekilde sonlanmasının ardından, 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi yetkilileri tarafından bu olayla ilgili olarak bir beyanname yayınlanmıştır. Ancak bunun saraya iletilmesine müsaade edilmemesi üzerine Mustafa Kemal Paşa, Dahiliye Nazırı Adil Bey’e şu telgrafı çekmiştir: “Ulusun, padişahına düşünce ve dileklerini bildirmesine engel oluyorsunuz. Alçaklar, caniler, hainler! Düşmanlarla birlik olup ulusa karşı haince düzenler kuruyorsunuz. Ulusun gücünü ve iradesini anlamaya gücünüz yetmeyeceğine kuşkum yoktu. Fakat yurda ve ulusa karşı haincesine ve bütün gücünüzle uğraşacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın. Ali Galip Bey ve yardakçıları gibi akılsızların ahmakça vaatlerine kapılarak ve Noel gibi ulusumuz ve yurdumuz için zararlı olan yabancılara vicdanınızı satarak işlediğiniz alçaklıkların ulusça yükletilecek sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve kuvvetin sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız”236. Ali Galip Olayı, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin iktidarda kalmak için yaptığı faaliyetlerin sonucudur. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından itibaren Damat Ferit Paşa, İngilizlerle birlikte hareket ettiğini her fırsatta göstermiştir. Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi’ni toplaması da hem hükümetin hem padişahın hem de İngilizlerin Anadolu politikalarını 235 236 Öke, a.g.e., s. 51-53; Nutuk, s. 185. Nadi, a.g.e., s. 78; Nutuk, s. 177. 83 engellemiştir. Bunun sonucunda, Sivas’taki Kongre Genel Kurulu da İstanbul Hükümeti ile olan ilişkilerini tamamen kesmiştir237. 237 Nutuk, s. 1191. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE SİYASİ GÖRÜŞMELER VE İNGİLTERE I. SAN REMO KONFERANSI İtilaf Devletleri, Türkiye ile yapılacak barış antlaşması kararlarının belirlenmesi için 18–26 Nisan 1920’de San Remo’da toplandı. Bu konferansta İngiltere’yi Lloyd George, Fransa’yı Millerand ve İtalya’yı da Nitti temsil ettiler. Konferansta, Paris ve Londra Konferanslarında saptanan esaslara göre bir antlaşma tasarısı hazırlanacaktı. San Remo’da bir yandan antlaşmaya son biçimi verilirken, öte yandan antlaşmanın onayı ve uygulanmasını sağlayabilmek için başta Osmanlı Hükümeti ve Türk halkı üzerinde ne gibi baskı uygulanabileceği ve Almanya ile Rusya’nın yıkılması ile ortaya çıkan problemlerin çözümü üzerinde görüşmelere başladılar. Bu konferansta daha çok Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını ve küçük bir devlet haline getirilmesi söz konusu olduğu halde bu devletler, Osmanlıların fikirlerini bile almak lüzumunu duymamışlardır238. Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, San Remo Konferansı’na katılan devletlerin her birinin farklı amaçla katıldığını belirtmiştir. İtalya bir taraftan İngiltere’nin kışkırtması diğer taraftan Rusya’dan sonra Avrupa’nın en kuvvetli sosyalistleri olan İtalyan sosyalistlerinin her gün artmakta olan tehditleriyle titrediği için, San Remo’da faal bir siyaset yapamamıştı. İtalya’nın pasif siyasetinden dolayı sadece “otelci” konumunda kaldığı, çünkü kendi payına düşen hakları İngiltere ve Fransa’ya kiraya 238 Öztoprak, a.g.e., s. 167-168. 85 verdiği, İtalya’nın sürekli güçlü olan tarafın yanında yer almaya çalıştığı ortadaydı. Fransa ise, artık alışıla gelmiş tarihinin ananevi hatasından kurtulamadı ve İngiltere’nin tuzağına düşmeye devam etti. Millerand San Remo’ya gelirken yalnız bir şey düşünüyordu: Versay Muahedesi... Millerand’ın hâlâ Versay’ı Almanya’ya kabul ettirmek için İngiltere’den destek almaya çalıştığı, “koltuğunun altında Versay Muahedesi adını taşıyan koskoca bir cilt” ile sadece Almanlardan alacağı tazminatı, kömürü, Alman ordusunun miktarı konularındaki isteklerini elde etmek için çalıştığı görülüyor. İngiltere ise Fransa ve İtalya’ya karşın San Remo’ya, sadece tek bir amaçla “Türk Muâhedesi’ni Bitirmek” için gitmiştir. Bu amaç için de ilk olarak İstanbul’u işgal etmiş, Yunanlıları Türklere karşı kullanabileceği bir unsur olarak görmüş, konferansta sürekli olarak Yunanlıları memnun edecek kararlar aldırtmaya çalışmış ve alınacak bu kararların da kendi plânları doğrultusunda hazırlanırken, gelişmesine önem vermiştir. San Remo muahedesi İngiltere bir taraftan fiilen İstanbul’da yerleşmeye çalışıyor, diğer taraftan da muahedeyi kendi planları dairesinde tertip ettirmeye gayret ediyordu. Fransa Başkanı Millerand İngiltere’nin bu amacının farkında olmasına rağmen İngiliz Başkanı Lloyd George’dan bir takım vaatler koparabilmek için her şeye göz yummuştur. İtalyan Başkanı Nitti de ses çıkarmamaya devam etmiştir. İngilizlerin San Remo Konferansı’ndaki siyasetlerinin temel hedefi, Türkiye arazisini tamamen eline geçirmek olduğu anlaşılmaktadır. San Remo Konferansı aslında Alman meselesinin çözümü için toplanmış olsa da, mesele bir türlü halledilemiyordu. Ne zaman Millerand meseleyi Versay muahedesine getirse, Lloyd George hemen gelerek,” Canım şu Türkiye işinin bitmesi ahrete mi kalacak?” diyerek herkesi öncelikle “Türk derdinden” kurtulmaya davet ediyordu239. Bu da bize gösteriyor ki, San 239 “San Remo’nun İç Yüzü”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37. 86 Remo’da tek hakim yine “İngiltere” ve tek amaç İngitere’nin menfaatlerinin gerçekleşmesidir. San Remo Konferansı’nda Türkler için reva görülen muahede, Birinci Dünya Savaşın’da mağlup olmuş devletlerle imzalanan muahedelerden daha ağır şartlar içeriyordu240. San Remo’da İngiltere, parçalayacağı Osmanlı Devleti topraklarının taksimini yapmıştı. Bu taksime göre; Çatalca’ya kadar bütün Rumeli topraklarımızla, Akhisar, İzmir ve Manisa havalisi ve Cezayir-i Bahr-ı Sefid Yunanistan'a veriliyordu. Şile'den İzmit ve İznik’te dahil olmak üzere Edremit'te müntehi bir hattın batı tarafındaki bütün Marmara havzasını uluslararası bir hükümet haline getiriyor; Van, Bitlis ve Erzurum'da başkenti Trabzon olacak bir Ermenistan oluşturuyordu. Geriye kalan topraklarda ise yabancı hakimiyeti mevcut olacaktı241. İngiltere, Osmanlı Devleti toprakları üzerinde yaptığı bu taksimle, Yunanistan ve Ermenistan’ı kullanıyordu. Çünkü güçsüz olan bu devletleri kendi menfaatlerini gerçekleştirmek için kullanmak daha kolaydı. Buna rağmen Fransa ve İtalya, İngiltere’ye karşı sert bir tepki gösteremiyordu. 240 “Almanya’ya, Avusturya’ya, Macaristan ve Bulgaristan’a karşıda galipler pek ağır şartlar yüklediler, ancak bütün bu milletleri toptan yekün kati bir mahve mahkum edecek derecede ağır değildi, topraklarını aldılar memleketlerini parçaladılar, gayet ağır şerait-i iktisadiye kabul ettirdiler, fakat neticede müstakil bir millet, her türlü müdehale-i ecnebiyeden masun bir devlet memleketin şerait-i iktisadiyesinde millet için yaşayabilmek kudreti verecek bir imkan inkişaf bırakılır. Halbuki bizim hakkımızda tatbik edilen böyle değildir. Esaslı şeraiti az, çok mağlum olan Sanremo Layihası bize hiçbir şey, hiç imkan-ı hayat bırakmıyor. Bu muahedenin yalnız bir eksiği vardır. Bütün Türkleri ilk çocuğundan son ihtiyarına varıncaya kadar kılıçtan geçirmek! Belki böyle yapılsa idi daha insani olurdu çünkü öyle yapıp da ayaklarımıza prangalar takarak, ellerimize kelepçe vurarak müebbet küreğe mahkum etmek, bizi bu zalim işkence altında öldürmeye karar vermek elbette daha elim ve daha şeni’dir. Yirminci asırda Avrupa emperyalistleri Kurun-u vustadan daha şen’i bir esaret sistemi tatbik ediyorlar. Eskiden yalnız insanlar esir olurlardı, şimdi bütün bir millet esir ediliyor ve bütün bir millet esir olarak kullanılmak isteniyor. Ama evvela biliriz ki, eğer bizi esirler gibi kendileri için çalıştırmak arzusu olmasaydı San Remo muahedesini yapanların, bütün Türkleri kılıçtan geçirmeye karar vermeleri ihtimali yok değildi.” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Yaşamak İçin”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Haziran 1920, No: 38. 241 “ Büyük Millet Meclisi’nde Millî Galeyan”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32. 87 Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 24 Mayıs 1919 tarihli sayısında sayısında Müttefik Devletlerin San Remo’da aldıkları kararları aynen yayınlamış ve bu muahedenameyi “Avrupa Zulüm ve İhanetinin En Acı Numunesi” olarak nitelendirmiştir242. San Remo Muahedesi baştanbaşa incelendiği zaman görülür ki, başta İngiltere bulunduğu halde İtilaf Devletleri Türkiye’yi bir taraftan kendi menfaatlerine göre taksim etmek istemişler, diğer taraftan da Türkiye’yi tamamen mahvetmiş görünmekten korktukları için bu amacı gizleyerek bazı ihtiyat tedbirlerine başvurmuşlardır. Bu ihtiyat tedbirlerinde muvaffak da olamamışlardır. Çünkü mızrağı çuvala sığdırmanın imkanı yoktu. Ve muahede öyle bir hale gelmiştir ki en cahil insan bile maddelerini şöyle bir gözden geçirince takip edilen maksadı derhal anlamaya muvaffak olur. Mesela, sadece hudutlara ait kararlara bakarsak, San Remo Konferansı harpten sonraki Türkiye’nin hudutlarını çizerken sırf hudut kuralları ile dahi Anadolu’yu mahvetmiş bulunuyordu. O kadar ki, diğer siyasî, iktisadî ve hukukî kuralların o fevkalade ağırlıkları bile olmasa, sadece şu hudut kuralı Anadolu Türklerini mahvetmeye yeterli gelirdi. San Remo’nun Türkiye hudutları olarak tayin ettiği çizgiler evvela Anadolu’daki Türklerin çoğunluk itibariyle azalmalarını ve birbirlerinden ayrılmalarını içeriyordu. Mesela, Ermenistan adı altında bizden ayrılan geniş sahada, adeta hiç Ermeni bulunmadığı halde pek çok Türk vardır. Aynı hal İzmir’de de mevcuttur. Orada da Anadolu Türklerinin en canlı ve en kesif kitleleri Anadolu’dan ayrılarak tarihin en mecnun emperyalistleri olan Yunanlıların zulmüne terk ediliyor. 242 San Remo Muahedesinin ayrıntılı metni için bkz. “Yaptıkları Sulh Muahedesi Ne Şekilde?”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32. 88 Diğer taraftan cenubî Anadolu hudutlarında Irak havalisindeki Türkler de, Halep’in şimalindeki menatıkta sakin olan Türkler de Anavatandaki Türklerden tefrik edilerek Fransız ve İngiliz saha-i faaliyetine bırakılıyor ki, burada da onların takip etmek istedikleri siyaset budur. Rumeli hududuna gelince, bu da Karadeniz ve Çatalca hattından ibaret bırakılıyor ki bu suretle büyük ve kahir bir ekseriyeti Türk olan Trakya için de aynı akıbetin muhakkak olduğu aşikardır.243 18 Temmuz 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, San Remo Muahedesi’nin Türkiye’yi perişan etmek için nasıl müthiş bir suikast vesikası olduğunu belirtiyor ve Muahede’nin Yunanistan ve Ermenistan’la ilgili kararlarını yayınlıyordu244. 243 “Türkiye’nin Hudutları”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Temmuz 1920, No: 42. “Madde 84: Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’da bulunan arazisi üzerindeki kaffe-i hukuk ve tasarrufatından Yunanistan lehine olarak feragat eder. Bundan başka Türkiye Yunanistan lehinde olarak İmroz ve Bozca adaları üzerindeki bilcümle hukuk ve salâhiyetlerinden feragât eder. Madde 85: İşbu ahidnâmenin tarih-i tatbikatını ta’kib eden onbeş günzarfında 27’inci maddenin birinci kısmının ikinci fıkrasında ta’yin edilenhatt-ı hududu teyid etmek üzere bir komisyon teşkil olacakdır. Mezkûrkomisyon başlıca devletler tarafından münasib dört âzâ ile Yunanistan ve Türkiye tarafından ta’yin edilen birer a’zâdan mürekkeb olacakdır. Madde 86: Yunanistan Hükümeti Yunanistan dahilinde ırk, lisan ve dinnokta-i nazarlarından ekseriyet-i ahaliden ayrılan menafinin sekene-imuhafazası için bilhassa Edirne hakkında muktazi görülecek ahkâmın hususî bir ahidnâmeye dercini bi’l-muvaffaka kabul eyler. Madde 87: Yunanistan hükümetinin taht-ı hükümrânesine vaz‘ olunan araziden dolayı Türkiye düyunundan der’uhde etmesi lâzım gelen hakimiyet ve niyet işbu ahidnâmenin sekizinci kısmının (ahkâm-ı maliye) Madde 88: Türkiye bundan evvel müttefik devletlerin yaydığı gibi Ermenistan serbest ve müstakil bir devlet olmak üzere tasdik etdiğini beyân eyler. Madde 89: Türkiye ve Ermenistan ile diğer tarafdan akd-i âlî’ye Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlik vilâyetlerinde Türkiye ve Ermenistan hududunun ta’yini hususunu Amerika hükümeti reisinin hâkimlerine tevdî‘ ve müşâ’rülileyhin kararı ile Ermenistan’ın sulu ve deniz’e ve Malazgirt hududa mücâvir bütün Osmanlı topraklarının mâhiyet-î askerîyeden tecridi hakkında tertib edilebileceği bi’l cümle ahkâmı kabule muvafakat ederler. Madde 90: …İşbu ahidnâmenin Türkiye’den nez‘ edilen araziye tatbikatını tazmin eden ahkâm şimdiden mezkûr arazî hakkında dahî ma’bül tatbik tutulacakdır. Ermenistan’ın taht-ı hükümrânesine vaz’ olunan araziden dolayı Türkiye’nin düyunundan deruhde edeceği nisbet ve kıymet ile istifade edebileceği hukukun nisbet ve mahiyeti işbu ahîdnamenin sekizincikısmının (ahkâm-ı maliye)244 ve 244’inci maddeler mucibince te’yid edilecekdir. Bilâhâre icâbında akdolınacak mukavelenâmeler işbu ahidnâme ile tesviye edilmiş ve ma’rül-zikr arazinin terkî yüzünden husule gelebilen bilcümle me’seleleri kabul eylecekdir Madde 91: Ondokuzuncu maddede müserreh araziden bir kısmı Ermenistan’a terk edilirse ma’ül-zikr karar mevcubince Ermenistan ile Türkiye arasındaki hududu mahallinde taayyüt etmek üzere mezkur maddede mevzu-î bah-î karardan üç ay zarfından tarz-ı terkibî bilâhare ta’yin edebilecek bir taht-ı hudud komisyonu teşkil olunacakdır. 244 89 Bu kararlarla, San Remo’nun tek amacının Türkleri bir daha canlanmamak üzere kontrol altında tutmak olduğunu görüyoruz. Bunun için de güçsüz Yunanistan ile Ermenistan’ı kullanacaktı. Ancak İstanbul’daki İtilaf Yüksek Komiserleri, Genel Kurmay mensupları, bazı İngiliz Bakanları, İtalyan ve Fransız politikacıları, İslam ülkelerinin sözcüleri ilgililere sürekli olarak gönderdikleri yazılarda barış koşullarının hafifletilmesi gerektiği konusunda ısrar ediyorlardı. Örneğin, İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden W. S. Edmonds, Türklerle yapılacak barış koşullarının Hükümeti’nin Anadolu’ya hafifletmesi gerektiğini ve Osmanlı taşınmasının “bir tehlike kaynağı haline gelebileceğini” söylüyor ve şunları ekliyordu: “...Yunanlıların, Trakya ve İzmir’i tutmanın kendilerine kaça mal olacağını bilmedikleri kanısındayım. Türkler, Edirne ve İzmir’i nefret ettikleri ve aşağı gördükleri Yunanlılara devretmeyi asla kabullenmeyecekler.” İngiltere Başbakanı Lloyd George ile Yunan Başbakanı Eleftherios Venizelos’un etkisi altında kalan Yüksek Konsey, bu uyarı ve önerilere kulaklarını tıkıyor, beş gün süren görüşmeler sonunda, ileride Sevr’de Türklere zorla kabul ettirilecek olan antlaşma tasarısının ana hatlarını kaleme Madde 92: Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan ile hududu âlâkâdar hükümetler tarafından bir itilâfı müşterek dairesinde ta’yin olunacakdır. Eğer herhangi bir suretle âlâkâdar hükümetler 89’uncu maddede müserrih karar verileceği zaman hududlarını bir itilâf-ı müşterek ile ta’yine muvaffak olmamış olurlarsa bu hududun başlıca düvel-i müttefika tarafından tayin olacağı ve bu hududun arazi üzerine çizilmesi selâhiyeti de bunlara aiddir. Madde 93: Ermenistan, başlıca düvel-i mintıka ile akd eyleyeceği bir muahedeye Ermenistan’da ırk, lisan ve mezhep itibariyla ekseriyet-i halkından farklı bulunan ahalinin menâfı’ını himâye hususundada düvel-i mezkûrenin münasib görecekleri ahkâmı idhâl etmeye kabul ve muvafakat” eder. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi San-Remo Konferansı ile ilgili yayınladığı haberlerde özellikle Ermenistan ve Yunanistan ile ilgili haberlere yer vermiş ve konferansta alınan kararlarda da Ermenistan ve Yunanistan ile ilgili olan maddeleri aynen nakl etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. “ San Remo Muahedesi, Yunanistan ve Ermenistan” Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 18 Temmuz1920, No: 47. 90 alıyor; Büyük Yunanistan düşü peşinde koşan Lloyd George ile Eleftherios Venizelos’u memnun ediyordu245. San Remo’daki barış koşulları Ankara ve İstanbul’da açıklanır açıklanmaz bütün Türkiye yasa bürünmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nu ölüme mahkum eden bu koşullar, özellikle Türk aydınları arasında tepkilere yol açmıştır. Avrupa’nın insafsız saldırısı karşısında Türk halkı tek kurtuluş umudu olarak yönünü Ankara’ya çevirmiştir246. Antlaşma koşulları Büyük Millet Meclisi’nde büyük bir tepkinin oluşmasına neden oldu. Herkes Avrupa’nın yaşama alanı bırakmadığını belirtilerek, İngiltere'nin zulüm ve hıyanetini dünyaya dayatmak isteyen zalimlerin yüzlerine, bu belgeyi bir paçavra gibi fırlatmıştır247. Saruhan Milletvekili Mustafa Necati, San Remo’da alınan kararların İngiliz siyasetinin gerçek yüzünü ortaya çıkardığını belirtmiştir ve özellikle İngiliz Başbakanı Lloyd George’u “İnsanlığa herkesin utanacağı bir belge sunmakla” suçlamıştır. Sözlerine devam eden Mustafa Necati: “Bu antlaşmaya asla itaat etmeyerek, ona var gücümüzle karşı koyacağız” demiştir. Onun ardından söz alan Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa, oturuma şu sözlerle son vermiştir: “...tüm ulusumuzun duygularını yansıtan bu heyecan ve üzüntüyü yitirmeden, bizi ölüme mahkum eden 245 Yunan Başbakanı Venizelos, San Remo’da alınan kararlardan o kadar çok memnun kalmıştır ki, 26 Nisan 1920’de İngiliz Başbakanı Lloyd George’a gönderdiği içten bir mektupta, Yunanistan’ın ulusal birliği için yaptığı her türlü yardımdan ötürü teşekkür ediyordu. Lloyd George ona Yunan zenginlerinden Sir John Stavridi aracılığıyla gönderdiği karşılıkta, Büyük Yunanistan’dan beklediklerini sayıyor; “eski uygarlığının kültürünü genç kuşaklarının zindelik ve ruhuyla birleştirerek, Yakın Doğu’da bir düzen, barış ve ilerleme aracı biçimine geleceğine inandığını ve böylece Venizelos’un bu ülkeye değerli desteğini boş yere vermemiş olduğunu kanıtlayacağını” bildiriyordu. Ayrıntılı bilgi için bkz. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 75-77. 246 Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 80. 247 “Büyük Millet Meclisi’nde Millî Galeyan”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32. 91 düşmanlarımıza karşı daha dirençli ve daha etkin biçimde direnme yolları aramak amacıyla oturumu erteliyorum”248. Hakimiyet-i Milliye gazetesi içte ve dışta konferansa karşı oluşan tepkileri şu şekilde dile getirmiştir: “...San Remo Konferansı dünyaya maskara olmak için gelmişti ve hakikaten de öyle oldu. Arzın tanıdığı hiçbir muahede, hiçbir vesika-i tarihiye yoktur ki, bu derecelerde bedbaht mukadderata sahip olsun, daha dünyaya ayak basarken her taraftan hakaret ve aşağılanma ile karşılansın. Muahedeye imza koyan İtalyanlarla, Fransızlar muahede henüz neşredilmeden evvel bunun şiddetle aleyhinde bulunmaya başlamışlardı ve kısa bir zamanda görüldü ki bu muahedenin hiç taraftarı yoktur. Filhakika İngiltere’nin yarısı, eski Yunanistan’ın çoğu bu muahedenin aleyhindedirler. O halde muahedenin en hararetli taraftarları Türklerin pek şiddetli iki düşmanı olan Lloyd George ile Venizelos’tan başka taraftarı yok demektir. Ancak en memnuniyet verici taraf şudur; suikaste maruz kalan Türkler, kurulan tuzağa düşmemişler, vaktinde uyanmışlar ve ayaklanmışlardır. Aynı zamanda İstanbul’daki hainler hıyanetlerinden korkarak suikastın yapıldığı sırada katillerden ayrılmışlar, korku ve endişe içinde, titreye titreye bir kenara çekilmişlerdir. O halde artık hiç tereddütsüz iddia edebiliriz ki: San Remo, bütün dünyanın hakaret ve hücumu karşısında mahvolup gidecektir”249. Hakimiyet-i Milliye gazetesi konferansın bitişini ve Türk halkının alınan kararlara karşı izleyeceği yolu şu şekilde değerlendirmiştir: “... Ne kadar basit bir oyun. San Remo Konferansı bitti. Bu esnada İngiltere İstanbul'da istediği gibi oynadı. Muahede, İngiltere'nin yarınki fedaisi olmaya hazırlanan Yunanistan ve Ermenistan'da, her sersem dimağı kamaştıracak bir şekil aldı, hatta bizzat Fransa ile İtalya dahi tuzağa düştüler fakat şu Versay Muahedesi yine bir türlü halledilemedi. İstanbul'u işgal eden 248 “Büyük Millet Meclisi’nde Millî Galeyan”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32; Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 80. 249 “San Remo’nun Akibeti”, Hakimiyet-i Milliye, 26 Temmuz 1920, No: 50. 92 İngiltere, mebuslarımızı katil ve haydut yakalar gibi yakalayarak Malta'nın zindanlarına gönderen İngiltere, padişah sarayını “Diritnotların” (harp gemisi) toplarıyla tehdit eden o , Türkleri birbiri aleyhine sevk için silah ve para dağıtan yine o, satın aldığı ağızlarla İstanbul'da "İngiliz himayesi" propagandası yaptıran da yine o, fakat dikkat ediyor musunuz? Bizimle mücadele yapmayan resmen bîtaraf duran da yine kendisidir! San Remo Konferansında Kilikya'yı Fransa'ya, Antalya ve havalisini İtalya'ya verirken kendisi için bir şey almıyordu. Çünkü almak istediği bütün Osmanlı ülkesi idi ve istiyordu ki bunun için evvela biz Türkler Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar, Ermeniler ve hatta birbirimizle vuruşalım, kırılalım, sonra da meydan İngiliz süvarileri için boş kalsın kendisi ortada gözükmesin, başkaları onun hesabına çalışsın, sonra da her şey pişmiş olduğu halde önüne gelsin! İşte San Remo Konferansı’nın manası bundan ibaretti ve bunda şimdiye kadar herkes İngiltere'nin istediğini yapmış oldu. Bununla beraber İngiltere'nin tuzağı ne kadar mahirane olursa olsun San Remo Konferansı’nın doğurduğu muahede yaşamayacaktır. Fransa ile İtalya anlasa da anlamasa da Türkler kendilerini kurtaracaklar, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Dünyada İngiltere'nin tuzağına düşmekte körcesine ısrar eden milletlerin adedi pek azalmıştır. Ve bunlar da bu körlüklerinin cezalarını bugün birer birer görüyorlar. İngiltere’yi anlamış, onun siyasetini tanımış, bütün şu mazlum beşeriyeti tehdit eden geçmiş ve gelecek felaketlerin âmillerini keşfetmiş milletler ise birden, ondan çok fazladır. Türk milleti bunların başında bulunuyor”250. II. SEVR PROJESİ Sevr Antlaşması, XIX. yüzyıldan bu yana süren Şark Meselesi’nin sonucu olarak değerlendirilmiştir. XX. yüzyıla girerken XIX. yüzyıldan kalan 250 “San Remo’nun İç Yüzü”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37. 93 sorunların ortadan kaldırılması şart olmuştu. Birinci Dünya Savaşı da XIX. yüzyılın hesaplarının bir sonucudur. Birinci Dünya Savaşı sonunda galip devletlerin, Osmanlı Devleti’ni paylaşma planlarının uygulama yeri Sevr idi. Birinci Dünya Savaşı’ndaki sınırların düzenlenmesi dikta yolu ile gerçekleşmiş, dolayısıyla bu durumun düzeltilmesi yeni bir mücadeleyi zorunlu kılmıştır. Mağlup ülkelere zorla dikte ettirilen barış antlaşmaları doğal olarak tepki doğuracak, Ortadoğu’da ilk tepkiyi de Mustafa Kemal liderliğindeki Türk milliyetçileri verecektir251. Bu antlaşmayla İngiltere dört yıllık kanlı savaşla kazandığı büyük zaferin meyvelerini toplayacaktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması süreci bu antlaşmayla taçlandırılacak ve antlaşmadan aslan payını İngilizler alacaktı. Ayrıca Sevr antlaşması, muzaffer Avrupa’nın ortak iradesi sayılıyor ve İngiltere Avrupa’nın iradesine karşı baş kaldırılamayacağını bütün Doğu halklarına ispatlamak zorunluluğu duyuyordu. Yoksa Türklerin başkaldırmaları, boyunduruk altındaki uluslar için bir örnek olacak, uzun süre İngiliz Sömürge İmparatorluğu’nu da sarsacak diye ciddi kaygılar duyuluyordu. Buna boyun eğmek, Türklerin bağımsız bir ulus olarak tarih sahnesinden silinmesi demek olacaktı. Fevkalade sert ve haysiyet kırıcı olan Sevr Barışı şartları, bilhassa Lloyd George tarafından, Türkiye’nin Almanlar cephesinde harbe girmesiyle harbi iki yıl daha uzattığı ve İngiltere’ye büyük can ve mal kaybına sebep olduğu gerekçesine dayandırılmıştı252. Müttefik Devletler tarafından hakkımızda evvela Londra'da ve Paris'te, sonra San Remo’da uzun müzakere ve münakaşalarla hazırlanan sulh muahedesi nihayet Paris'te, Türkiye'nin değil, Damat Ferit'in sulh murahhaslarına tebliğ edildi ve Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalandı. Bu muahedenin metni, gerek Anadolu Ajansı’yla ve gerek 251 252 Kırkpınar, a.g.e., s. 189. Jaeschke, a.g.e., s. 252. 94 Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde neşr edildiği kadarıyla yeterli derecede fikir verebilir253. Sevr Antlaşması’nın (433) maddelik 13 bölümden oluşan önemli hükümleri özet olarak şu şekildedir: Osmanlı Devleti’nin ülke egemenliği geniş ölçüde kısıtlanıyor, Osmanlı ülkesi olarak, İstanbul (bazı şartlara bağlı kalmak üzere) ile Anadolu’nun ufak bir parçası kalıyordu. İzmir bölgesi şeklen Osmanlı egemenliğinde kalmakla beraber, bu egemenliği kullanma hakkı Yunanistan’a devrediliyor ve mahalli bir meclis ileride adı geçen bölgenin Yunanistan’a katılmasını kararlaştırabiliyordu. Edirne, Trakya Bölgesi, İmroz ve Bozcaada da dahil olmak üzere bütün Boğaz önü ve Ege adaları Yunanistan’a bırakılıyor, Çanakkale ve İstanbul Boğazları, gerek barış, gerek savaş durumlarında bütün devletlerin ticaret ve savaş gemilerine açılıyor ve Boğazlar bölgesinin kontrolü İstanbul Hükümetinden müstakil olarak faaliyet gösterecek, kendine mahsus bayrağı, bütçesi ve teşkilatı bulunacak bir komisyona terk ediyordu; Fırat nehrinin doğusunda ve kurtulacak olan bağımsız Ermenistan’ın güneyinde yer alan ve Kürt unsurunun çoğunlukta olduğu bölgelere mahalli muhtariyet tanınıyor ve ileride Milletler Cemiyeti Teşkilatının Meclisi adı geçen bölgelere bağımsızlık verebiliyordu; Doğu Anadolu illerinde bağımsız ve hür bir Ermenistan devleti kuruluyor. Osmanlı Devleti’nin askeri gücü kayıt altına alınarak azaltılıyor254. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi de, mevcut muahede şartlarını ve bu şartların vatan toprakları üzerinde nasıl uygulanacağını şu şekilde belirtmektedir255: 253 “Sulh Muâhedesi Muvâcehesinde Biz ve Damat Ferit Kabinesi”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mayıs 1920, No: 33. 254 Gönlübol, a.g.e., s. 18; “Avrupa Zulüm ve Hıyanetinin En acı Numunesi”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32. 255 “Sulh Muâhedesi Muvâcehesinde Biz ve Damat Ferit Kabinesi”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mayıs 1920, No: 33. 95 “Bu muahedeye göre, Rumeli’de artık bir karış Türk toprağı bırakılmıyor. Salibiler nihayet “Türkler’in Avrupa’dan Asya'ya tard” programını son noktasına kadar tatbik kararını veriyorlar. İngiltere, kendisi müttefiklerinden ayrılıp ortaya açıkça çıkamadığı için, Yunan'ı ileri sürüyor ve ta (Çatalca) ya, İstanbul’dan bir top atımı mesafeye kadar koca Trakya Yunanistan'a terk ediliyor. (Gelibolu)'da, bu ecdadımızın Avrupa da ilk ayak bastıkları mübarek topraklarda Yunanlıların uğursuz bayrağı dalgalanacak imiş. (Avrupa) o kadar hırsını yenemiyor ki, bizi Asya'ya kovduktan sonra orada da gaddarane takip ediyor. Marmara’yı "Boğazlar İdaresi" namı altında uluslararası bir hükümet çemberiyle çeviriyor. Bursa ile Mudanya arasında ecdadımızın eski topraklarında hudud çizilecek. Evet, rüya değil, hakikat, sınır oraya geldi. Bizi Marmara'dan, mavi renkli bizim gölümüzden uzaklaştıracaklar. Allahım en güzel bir havasına, en tatlı manzarasına açılan (Adalar denizi) sahillerimizi Milas Yunan'ın mülevves Yunanın mütefessih vücuduyla tıkıyorlar. (İzmir) ebediyen bize veda ediyor. (Anadolu) havasızlıktan boğulacak! (Trabzon)'un (İsviçre)'ye benzeyen ve karış karış işlenen sahilleri dünyanın en çalışkan ahalisinden cebren alınıp bir avuç galiz baykuş Ermenilere verilecek. O Ermeniler ki onların "hunhar" bir kavim olduklarını İngiliz hariciye nazırı Lord (Curzon) bir kaç ay evvel resmen ve alenen nutkunda söylemişti. O Ermeniler ki onlardan bu yerlerde bir tek kişi bulunmadığını (Lloyd George) defaatle itiraf etmişti. (Erzurum), bu atalar yurdu, atalarımızın bu ilk göçtükleri konak, pûlâd seciyeli serhaddimiz yine salib kolu Ermenilerin buyruğuna sokuluyor. Adanamızın şarkını hala kahramanca dövüşen (Antep), (Maraş) ve (Urfa)mızı, (Mardin)imizi elimizden alıyorlar ve daha...” Kısacası; Sevr Muahedesi’nin içeriğindeki maddelerden şunu anlıyoruz: “Sulh muahedesi Türklerin arazisini şarkta da garpta da tamamen 96 parçalıyor ve Türklere bağımsız ve hür yaşayabilecekleri hiçbir yaşam hakkı sunmuyordu”256. Büyük Millet Meclisi’nde yapılan müzakerelerde de, muahedeyle ilgili olumsuz görüşler aktarılmıştır. Sevr Antlaşması’nın maddeleri hakkında, İngiltere ve Damat Ferit hakkında eleştirilerde bulunmak konusunda adeta birbirleriyle yarış ediyorlardı. Bu muahede için, Karahisar-ı Şarkî milletvekili Nebil Efendi, alaycı bir edayla: “Çok emek etmişler; Türkiye’nin artık var olmadığını söyleseler daha iyi ederlerdi.” diyerek durumun vahametini alaycı bir dille dile getirmiştir257. Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa TBMM’ye gönderdiği telgrafta, Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına karar verenler ve imzalayanların hepsini vatansız ve vicdansız olarak niteliyor ve bu kişilerin hepsinin meclisten çıkartılacak bir kanunla vatan haini ilan edilmelerini teklif ediyordu258. Bu muahedenin imzalanmasından sonra, Damat Ferit’in İngiliz yanlısı politikası net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu olumsuz muahedenin imzalanmasına vesile olan Damat Ferit Paşa, bu sevinci fazla yaşayamamış ve görevinden istifa etmiştir. Hakimiyet-i Milliye buna binaen: “Aslında, Damat Ferit’in görevden ayrılması çok önemli bir olay değildir. Çünkü, bizim asıl düşmanımız İngilizlerdir. Bütün bu değişimler de onların fırıldağıyla dönüyor. Bizim bundan çıkarmamız gereken, bu istifanın arkasındaki İngiliz parmağının bununla ne kast ettiğini öğrenmektir” diyor259. Sevr Muahedesi imzalandığı sırada, Sultanahmet meydanında İngilizlerin teşvikiyle, görünürde sulh muahedesini protesto için ama aslında İngiliz himaye ve idaresini istemek için bir miting düzenlenmiştir. Mitingde 256 “Öldürücü Muâhede Hakkında Yine Avrupalıların Nokta-i Nazarı ve Türkiye Muâhedesinin Tatbiki”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Mayıs 1920, No: 34. 257 Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 77-78. 258 TBMM Zabıt Ceridesi, C.3, TBMM Matbaası, Ankara, 1981, s. 333. 259 “Damat Ferit’in Sükutu”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Ekim 1920, No: 67. 97 İngiliz yanlıları “İşte memleket sulh muahedesiyle parçalanacak. Gelin, İngiltere himayesini isteyelim...” şeklinde bir konuşma yaptılar. Fakat halkın gazabı karşısında bu zavallı İngiltere dostları kendilerini zor kurtarmışlardır. Bu olaydan sonra şunu söyleyebiliriz; memlekette İngiliz siyasetinin ve himayesinin yaptıklarından sonra, bunu destekleyenler ya vicdansız vatansızlardır yahut akılları olmayan kimselerdir ve onlara denecek bir şey yoktur. Ancak İngiliz siyasetinin, Türkiye’yi ezmek, yok etmek üzerine olduğu alenen ortaya çıkmıştır. Bu nedenle İngiliz himayesini istemek, ondan meded ummak büyük cinayettir260. Hakimiyet-i Milliye Sevr Antlaşmasıyla ilgili olarak ilginç bir noktaya daha değinmiştir. Savaşa son veren bütün bu muâhedeler arasında yalnız Sevr Muahedesi Paris’te yazılmadı. Ayrıca yalnız Sevr muahedesidir ki, Amerika’nın katılımı olmaksızın yazıldı. İşte bu iki dikkat çekici nokta bir derece maziyi izaha, istikbali halle hadimdir261. Bu ilginç nokta İngiltere’nin Sevr muahedesini, sadece kendi çıkarlarına hizmet edecek bir muahede olarak görmesinden kaynaklanan bir durumdur ve diğer devletlerin bu noktada kendi çıkarlarına ortak olmasını ve menfaatlerine giden yolları engellemesine izin veremezdi. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Sevr Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili maddesine değinerek, bunun çok ağır şartlar içerdiğini belirtmiştir. Özellikle, Türk toprakları üzerinde Türk halkının hür olarak yaşayabilmesinin imkânsız olduğunu belirterek, bu topraklar üzerinde mutlu ve iyi yaşayabilmek için Rum, Ermeni ya da Yahudi olmak gerektiğinin altını çizmiş ve sadece bu topraklar eleştirmiştir üzerinde 262 yaşayan azınlıkların haklarının gözetilmesini . 260 261 “İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1920, No: 35. “Öldürücü Muâhede Hakkında Yine Avrupalıların Nokta-i Nazarı ve Türkiye Muâhedesinin Tatbiki”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Mayıs 1920, No: 34. 262 “...Türkiyeyi dünyanın en işkenceli ölümüne mahkum eden Sevr muahedesine şöyle biraz gözgezdirmek suretiyle olsun okumuş olanlar anlamışlardır ki, yaşamak ve mesud olmak için insanın 98 Sevr Antlaşmasına göre azınlık hakları öyle sıkı bir şekilde korunmuştur ki, Türkiye’nin yaptığı bir hata ile verilen hakların içeriği daha da genişletilebilirdi. Hatta antlaşma ile Türk halkına reva görülen İstanbul ve çevresi de elinden alınabilirdi. Bu şekilde bir tehdit içeriyordu263. Ancak daha sonra, özellikle Sevr Muahedesine karşı oluşan protestolar ve Ankara Hükümeti’nin bu muahedeyi kabul etmemesi üzerine, Avrupa bir fikir değişikliğine giderek, muahede şartlarında tadilat yapmaya karar vermiştir. İngiliz, Fransız ve İtalyan basını, Sevr Muahedesi’nin şartlarının kabul edilemez olduğunu belirterek, muahede şartlarının tadilatını talep etmişlerdir. Tabiki onlar bu tadilatı bizim menfaatimiz için değil, emperyalist Avrupa’nın menfaatlerinin gerçekleşmesi için istemişlerdir264. Hakimiyet-i Milliye muahedenin tadili konusunda Ankara’nın fikirlerine ve muahedenin tadilatı meselesine kat’i surette nasıl karşı çıktıklarına da geniş bir şekilde yer vermiştir265. Bu konuda İstanbul ve Ankara bu muahedenin tatbikinden sonra Türkiyede sakin Rum, Ermeni ve Yahudi olması lazımdır! Dünyanın bütün imtiyazlarını muahede bunlara bahş ediyor. Ve bütün yükleri, şu iki büklüm olan Türlerin omuzlarına yükleniyor. Bu muahede tatbik olunursa – ki buna bizce imkan yoktur – Türkiye hudutları dahilinde bütün Türkler uğraşacak, çalışacak, çabalayacaklar, Ermeniler, Rumlar, Yahudilerde rahat, rahat yiyecek, içecek keyf çatacaklar! Hatta Türkiyede yaşayacak olan Rumlarla Ermeniler, Yahudiler, Yunanistan, Ermenistan veya Filistin tabiiyetine dahil olan Rum Ermeni ve Yahudiden çok, hemde pekçok mesut olacaklar. Böyle olunca Rum ve Ermeni komitecilerinin bu muahedeyi tatbik ettirmek içün ellerinden geleni yapmaya çalışmalarını kendilerince pek münasip ve makul görürüz. Mademki bugün Ankarada kurulan Müdafaa-i Milliye Hükumeti (Sevr) muahedesinin Anadoluyu Türk ve Müslümanı olmayan her kavim ve cemaate mahsus bir cennet haline koymayı vaad eden ahkamını tatbike mümanaat ediyor. Şu halde Rum ve Ermeni komiteleri içünde en tabii vazife, Ankara hükumeti aleyhinde çalışmak, onu devirmeğe gayret etmek olur. Binaenaleyh her tarafta olduğu gibi Konyadan Ermenilerle Rumların Ankara hükumeti aleyhinde tertibat vücuda getirmelerini tabii görebiliriz. Fakat, onlar nasıl melunlardırki Türk ve Müslüman ünvanını taşıdıkları halde Anadolu Türklerini evvela Rum ve Ermeni komitecilerine, sonrada onların hamilerine olan İngilizler vesairelere esir yapacak olan bu muahedenin tatbikine mani olan yegane kuvvet aleyhinde bulunmak üzere Rum ve Ermeni komitecileriyle birlikte tertibat vücuda getirerek bu yüzden fazla Türk kanı dökmeye varıncaya kadar teşebbüs ediyorlar.” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Konya Olayları Hakkında Şayan-ı Dikkat Noktalar”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Ekim 1920, No: 66. 263 “Bir Milleti Nasıl Ölüme Mahkum Ediyorlar?”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1920. 264 “Bir Az Tevakkuf “,Hakimiyet-i Milliye, 18 Aralık 1920, No: 87. 265 “...Bugün eğer biz tadilatı istersek, yani düşmanların iğfallerine kapılıp da hakiki ve kati muzafferiyeti elimizden kaçıracak kadar gafil bulunursak Sevr Muahedesi tadil edilecektir. Hem de kim bilir ne derecelerde. Bizim ukala diplomatlarımız Türkiye’yi aldatmak istiyorlar. Muahedeyi tadil edecek görünüyorlar. Fakat maksatları arazi üzerinde bir takım müsaadeler gösterip muahedenin 99 Hükümetlerinin de anlaşması söz konusu değildi. Çünkü, ortada birbirinden farklı iki zıt görüş vardı ve Ankara Hükümeti, Sevr Antlaşmasını kabul etmiyordu ki, tadilatını kabul etsin266. Büyük Millet Meclisi’nde yapılan tartışmalar sırasında Anadolu ile İstanbul arasındaki zihniyet farkına değinilerek, Anadolu’nun zihniyetinin milletin ruhundan doğan bir kaynağı olduğunu, İstanbul’un zihniyet yapısının ise tefessühten oluşan bir zihniyet olduğunu belirtmişlerdir. 267 O olumsuz koşullar içinde, Anadolu’ya gelenlerin üzerlerinde ilaç olup olmadığı dahi, İstanbul Hükümeti tarafından araştırılmış ve Anadolu’ya tıbbi yardım yapılması dahi İstanbul Hükümeti tarafından yasaklanmıştı. Bu durumda da, artık Anadolu ve İstanbul’un kesin çizgilerle ayrıldığı ortadaydı268. “Batılı emperyalist devletler, Anadolu’yu kandırmak için her zaman çeşitli yollara başvurmuşlardır. Bu son muahedenin tadilatı meselesinde özellikle Fransa’nın etkili olduğu biliniyor. Bunun sebebi de, Müttefik Devletlerin Venizelos’un iktidardan düşmesi” sonucu Anadolu’da yetersiz olduklarını anlamaları idi. Yunanistan’ın Sevr Antlaşması ile kendisine yüklenilen görevleri yerine getirememesi sonucunda, birtakım koşulların Türkiye’yi kapitalistler arasında taksim edecek olan kısmından hiçbir şey değiştirmemektir. Bari bunda olsun samimi olsalardı. Örneğin, bu muahede’nin tadilatı meselesi gerçekleşse ve İzmir ve Trakya Türklere bırakılırsa İngiliz, Fransız, İtalyan kapitalistleri için soyulacak memleket sahası da artmış olacaktır. Bu nedenle, ne için isterlerse istesinler, artık bugün için Sevr Muahedesi yoktur. Bizim henüz iki ay evvel söylediğimiz gibi, muahede doğmadan, ölmüştür.” “Bir Az Tevakkuf “, Hakimiyet-i Milliye, 18 Aralık 1920, S. 87; “Garp Fırıldağı”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Aralık 1920, No: 85. 266 “...Sevr muahedesi ortada durdukça Anadolu kimse ile anlaşamaz. İngiltere, Türk muahedesinin tadilinden bahsediyor. Bu düşünce, Anadolu’yu kandırmak için bir balık oltasına takılan bir yem parçasıdır! İtilaf istilacılarının zalim diplomatları, kendilerini mahir bir balık avcısı sanıyorlarsa dahi şunu bilmiyorlar demektir ki, Anadolu balık değildir! Anadolu kurtuluş bekleyen yüzlerce millet arasında en çok zülüm görmüş bir milletin diyarıdır. İstanbul ve Avrupa ile ancak bu tarzda anlaşabiliriz: dünyanın yağma ve soygun siyasetinden kurtulduğuna dair bir senet imzalandığı bir zaman... Öyle bir senet ki o, tek arkasında bütün milletlerin kefareti olan mürekkep bir kuvvet bulunsun! İstanbul bu sözleri unutmasın: daima Ferit ve ona taraftar olanlar kim, Anadolu kim; Anadolu iki yıl mukabilinde kendilerini İngilizlere satmış olan bu mahlukat ile anlaşmaya değil, konuşmaya bile tenezzül etmezler.” “Anadolu Hainler ve Zalimlerle Anlaşamaz”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1920, No: 64. 267 T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, C. 8, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1985, s.413. 268 “İstanbul”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Temmuz 1920, No: 43. 100 değiştirilmesiyle Türkiye’ye antlaşmayı kabul ettirme yolunu uygun görmüşlerdi. Böylece Batılı Emperyalist Devletlerin çıkarları Yunanistan’ın aleyhine de olsa korunacaktı. Hakimiyet-i Milliye’de de, Muahedenin tadilinden bahseden Fransa’nın diğer taraftan Kilikya’nın işgali için üç milyar Frank aktarması, bu tadil siyasetinin iç yüzünü daha net bir şekilde ortaya koyuyordu. Ancak, Anadolu için bütün bu hokkabazlıklar beyhude idi. Çünkü Anadolu aldatılamazdı”269. Sevr Antlaşmasına karşı direnmek, Türk ulusu için bir ölüm kalım davası demekti. Türk’ün ölüm kalım davasıyla, İngilizlerin önemli çıkarları Sevr noktasında düğümleniyordu. Bu düğümü kesip atmak uğrunda her iki taraf da sonuna kadar direnmeye kararlıydı. Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul Hükümeti tarafından “asi” ilan edilmesiyle, Ferit Paşa hükümetiyle İngilizler el ele Mustafa Kemal’e karşı amansız bir savaş yürütmüşlerdir. İlk iş olarak, Anzavur ayaklanmasını çıkarmışlar ve bunu Bolu ve Düzce ayaklanmaları izlemiştir. Diğer taraftan Padişah’ın çıkarttığı Kemalistlere idam fetvaları İngiliz uçaklarının yardımıyla Anadolu’ya dağılmıştır. İngilizler Sevr Antlaşmasını Türklere kabul ettirmek için Mustafa Kemal’in ezilmesi gerektiğini, ancak buna padişah hükümetinin gücünün yetmeyeceğini anlamışlardır270. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Türk topraklarının ölüm kalım savaşı verdiği günlerde, saltanat ve hilafet makamında oturanların, sadece mevcut düzenlerini devam ettirmek ve rahatlarını bozmamak için muahedeyi imzalayıp güdümlü ufak bir toprak parçasına sığınmalarını da sert bir dille eleştirmiştir271. 269 270 271 Öztoprak, a.g.e., s. 250-251. Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1941-1938), C. II, 1975, s. 11. “...Bu muahede olsa olsa Avrupa emperyalizminin siyasiyat sahnesinde son olarak elde ettiği bir muaffakiyet olabilir. Bu vukuatın bir tek tasavvuru var: İstanbul hükümeti de bu muahedeyi imzadan istinkaf etmiş olsaydı alem karşısında tezahür edecek azimkarane numayişin kıymeti büyük olur. İşlerin daha iyi ve daha seri gitmesi üzerinde pek iyi bir tesir icra ederdi fakat maalesef bu olamadı, çünkü İstanbul Boğaz sahillerinde ki zevk ve sefasından vazgeçmezdi ve Boğaz sahillerinde Osmanlı saltanatı tarihinin son düzeni içinde rahat rahat yaşamak isteyenler bütün bu milletin derecesi felaket 101 Sevr öyle bir muahededir ki, hazırlanmasının üstünden yıllar geçmesine rağmen, Avrupa’da, özellikle de İngiltere’nin Ortadoğu siyasetinin temelini oluşturmaya devam etmiştir ve İngiltere, Türk Halkı’nın “Ölü doğmuş bir antlaşma” olarak değerlendirdiği Sevr’i, her fırsatta tadil maksadıyla Türkiye’nin önüne getirmiştir. Ancak 1922 yılına gelindiğinde, Lloyd George ve kabinesi dışında hemen hemen herkes, artık Sevr Muahedesinin gömülmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Hakimiyet-i Milliye 29 Mart 1922 tarihli sayısında, İngiliz “Times” Gazetesi’nin “Sevr Muahedesi Gömülmelidir” başlıklı makalesini yayınlamıştır. Bu makalede “Artık yanlışlıkları tamir zamanı gelmiştir. İngiltere ile İslamlar arasında samimi münasebetin tesis edilmesi için, yeni bir sulh antlaşmasının hazırlanması gerekmektedir. Bu gerçek sulhun birinci şartı da, bağımsız bir Türkiye’nin mevcudiyetini kabul etmektir. Türkiye’ye hakkıyla muamele etmek gerekir. O zaman ancak ondan Hıristiyanlara güzel muamele etmesi beklenebilir. Bu nedenle Sevr Muahedesi artık tarihe gömülmelidir” diyor272. Bu sözlerden çok iyi anlıyoruz ki, artık İngiltere kamuoyu da dünya siyasetinde bağımsız bir Türkiye’den yanadır. Bu nedenle Lloyd George’un, Türkiye siyasetini değiştirmesinin her açıdan daha iyi olacağını belirtmişlerdir. Sevr Antlaşması’nın bu olumsuzluklarına rağmen, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 14 Haziran 1920 tarihli sayısında millete, birlik ve beraberlikle hür ve bağımsız bir ülkede ayakta durmak için yaşamak ve bununla mücadele etmek zorunda olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır273. ve saadetine esas itibarıyla çoktan beri lakayd kalmış insanlardı. Vazifeleri kendi hayatlarını , kendi istirahatlerini , kendi ocaklarının ancak kendi nefsleri için kurulmuş düzenlerini değil beklide yalnız milleti, şu Anadolu köylerinin sefil çatıları altında yaşayan zavallı insanları düşünmekte olanlar , Osmanlı tarihinin eski ananesine bir kere daha hiyanet ettiler. İşte Anadolu halkı için bu muahedenin imzalanmış olması keyfiyeti ancak bu itibar ile bir manayı daha doğrusu bir ibret ve intibah dersini havidir. Anadolu Türkleri bu dersi bir tarafa kayd ediyorlar ve bunu asla unutmayacaklardır.” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Sulhün İmzası”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ağustos 1920, No: 56. 272 “Sevr Muahedesi Gömülmelidir”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1922, No: 468. 273 “...Yaşamak. Evet, ölmemek için uğraşıyoruz ve onun için, yalnız onun için mücadele edeceğiz. Bu mücadelenin neticesi ancak yaşamak olabilir, başka bir ihtimal yoktur. Zira, öteki ihtimal, ölmek ihtimali zaten tahakuk etmiştir. Karşımızdaki düşmanlar hiç utanmadan böyle bir karar verebilmek 102 III. LONDRA KONFERANSI İngiltere’nin Yakın Doğu’da ve Karadeniz’de egemenliğini hukuksal açıdan pekiştiren Sevr Antlaşması, Müttefik Devletlerin aralarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının paylaşılması sırasında da oluşan ayrılıkları daha da kesinleştirmiştir. Sevr Antlaşması, Fransız, İtalyan ve İngiliz emperyalistlerinin iştahlarını da gideremedi. Bu antlaşma ile Fransız diplomatlarının verdikleri ödünler, Türkiye’deki Fransız mali ve ekonomik gücünü hemen hemen yok edecek ölçüde önemliydi. İtalyanlar ise, daha önce gizli antlaşmalarla kendilerine vaat edilmiş olan İzmir’in Yunanistan’a verilmesini kabule yanaşmıyorlardı. Bu nedenle, Fransız ve İtalyan kamuoyu, Sevr Antlaşmasının yeniden gözden geçirilmesini istemekteydiler. Sevr Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi tezinin ortaya atılmasının can alıcı bir nedeni de, İtilaf Devletleri’nin ne olursa olsun, Sovyet-Türk yakınlaşmasına engel olmak istemeleriydi. Bundan başka, İtilaf Devletleri’nin içinde bulunduğu ağır mali durumda Sevr Antlaşmasının gözden geçirilmesinin nedenlerindendir. Mali durumdan dolayı ne İngiltere ne de Fransa, Türkiye’deki işgalci birliklerinin sayısını artırabilecek güçtelerdi. Ancak İngiltere, Yakın Doğu ve Ortadoğu’da için zahirdeki maddi kuvvetlerine güveniyorlar; dört sene mütemadiyen süngümüz altında azaldıktan sonra nihayet bin türlü entirikalarla “tesadüfen” galib gelen şımarık muzafferler, nereden geldiğini bilemedikleri bu galibiyet sarhoşluğu ile hatta etraflarını bile aciz, zahirdeki maddi kuvvetler ile mağrur bırakılmada müebbed küreğe mahkum ediyorlar! Halbuki, bugün artık o maddi kuvvetlerin kuvvetleri ateş oldukları zaman yakacakları yerden ibaret kalmış, dünya ve beşeriyet o maddi kuvvetlerden çok muazzam bir kudretle hayatı idareye başlayan manevi kuvvetlerle harekete gelmişdir. Manevi kuvvetler cihanı, bizim müttefikimizdir, bu defa cidale karar verirken müttefik olarak yanımızda iki imparatorluğun idarelerini değil, her tarafımızda fikir ve kuvvetinin bitmez, tükenmez ve gözle de görülmez ordularını hissediyoruz. Kuvvetimizi bu kanaatden ve içimizdeki yaşamak ateşinden alıyoruz. Ya hayat, ya ölüm düsturuyla ile değil yalnız yaşamak için uğraşıyoruz.” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Yaşamak İçin”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Haziran 1920, No: 38. 103 menfaatlerinin korunması için orduya harcadığı masrafı kısamazdı274. Tüm bu olaylar, İtilaf Devletlerinin Türkiye konusundaki politikalarını yumuşatmaya ve Sevr Antlaşmasının yeniden gözden geçirilmesinden söz etmeye zorlamaktaydı. İtilaf Devletleri menfaatleri gereği, Doğu sorununa bir çözüm yolu bulmak zorunluluğunu duyarak 21 Şubat 1921’de Londra’da bir konferans toplanmasını kararlaştırdılar. Bu konferansta dünya siyasetini işgal etmekte olan birçok mühim mesele müzakere edilecektir275. İngiliz idarecileri, Sevr Antlaşmasının Anadolu’da uygulama alanı bulamayacağına kanaat getirmiş ve Türkiye ile görüşmek lüzumunu hissetmiştir276. Bu gelişmelerden sonra 25 Ocak 1921 günü Paris Konferansı’nda Anadolu meselesinin müzakeresi için 21 Şubat 1921’de Müttefik Devletlerin delegeleriyle Türkiye ve Yunanistan delegeleri arasında Londra’da bir konferansın toplanması kararı alınmıştır. Kararda görüşmelerin esasını da Sevr Antlaşması teşkil edeceği ve lüzum görülen değişikliklerin yapılacağı da belirtilmiştir277. Konferans’ta başta İngiltere olmak üzere, Fransa, İtalya ve Japonya temsil ediliyordu. Lloyd George: “Sevr Antlaşmasının imzalanmasından beri Mustafa Kemal Paşa’nın kumandasında önemli kuvvetler bu antlaşmaya karşı koymak için harp ettiler ve bunun sonucu olarak karşılıklı bir antlaşma ile barışı yeniden kurma yolunda ileri sürülen arzuya uyularak bir konferans toplandı” sözleri ile konferansı açtı278. Her ne kadar Lloyd George, barışı sağlamak için bu konferansı açmış gibi görünse de, asıl amacı “Türklere karşı bu savaşı nasıl kazanırım” sorusu idi. 274 A. M. Şamsutdinov, Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi ( 1918-1923), (Çev. Ataol Behramoğlu), Doğan Kitapçılık, İstanbul, 1999, s. 244-247. 275 “Londra’da Yeni Bir Konferans Toplanıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Aralık 1920, No: 83. 276 Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C. II., Kastaş Yayınları, İstanbul, 2004, s. 568-569. 277 İzzet Öztoprak, “Londra Konferansı ve Türkiye Meselesinin Cereyan-ı Müzakeratı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XI, S. 33, Ankara, 1995, s.578. 278 Selek, a.g.e., s. 573. 104 Lloyd George, Londra Konferansı’nın muallakta kalan Türkiye meselesini hal edeceğini, gerek Şark buhranını ve gerek Alman meselesini hal etmek için de her türlü imkanı ve zamanı harcayacağını belirtmiştir ve sonuçta planladıkları tadilat gerçekleşecekti. İngiliz menfaatleri de daha sağlam bir biçimde yerini koruyacaktı279. İtilaf devletleri Türkleri Londra konferansına çağırırken, hiç olmadığı kadar ve Türklerin hiç beklemediği gibi, onlara yakın ilgi ve alaka göstererek davet etmişlerdir. Ancak bu, ilgi ve alakanın sonucu çok iyi olmayacaktır. Çünkü sahnede İngiltere olunca, atılan her adımda temkinli olmak gerekir280. Batılı devletler, konferansa Ankara Hükümeti’nin yanı sıra İstanbul Hükümeti’ni de çağırdılar. Ancak bu durum üzerine mecliste yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Bu konuyla ilgili mecliste yapılan gizli görüşmelerde, Trabzon Milletvekili Hüsrev Bey söz alarak: ″İstanbul diyor ki, siz gelmezseniz biz gideceğiz. Cehenneme kadar yolları var″ diyordu281. Hemen arkasından söz alan Lazistan Milletvekili Abidin Bey ise: ″Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti vasıtasıyla ve buradaki heyetin seçeceği murahhaslardan başka kimse Türk’ü ve İslam’ı temsil edemez ve edemeyecektir” 282 diyerek mevcut duruma karşı tepkisini dile getiriyordu. Türkiye’nin gerçek milli iradesi Ankara’da idi. Londra Konferansı’nda konuşma hakkı da bu hükümetindi. Ancak bu davet edilme meselesi, 279 “Lloyd George’un Konferanstan Beklediği”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Şubat 1921, No: 115. İtilaf devletleri’nin Türkiye’ye karşı olumlu tavırları şu şekilde belirtilmiştir: “..Bunun üzerine Londra’da bir konferansa karar verildi. Türkler bu konferansa izzet ve ikram ile davet edildi. İstikbal ve kabul merasimi filhakika tantanalı oldu. ve kuvvetle Türk milliyetperverlerine asi, haydut diyen bu efendiler, murahhaslarımızın huluskârane ellerini sıktılar. Frenk matbuatı, murahasslarımızın başına yağmur gibi sitayiş yağdırdı. Dostane sözler söylendi, tatlı diller döküldü. “Sfortza” sokuldu, “Briand” yılıştı. Ve “Lloyd George” ziyafetler verdi! Bütün bunlara pekala diyelim, fakat netice? Neticede sulh olacak mı? Hayır? “Sevr” Muahedesinde tadil dedikleri şey, hakikatte bir tazif ve teşdittir. Türkiye’yi yine rahat bırakmıyorlar. İstiklalimize yine kement vuruyorlar: Hakkımız varmış, alacağımız yokmuş!” “Londra Oyunu”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136. 281 TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.I, s. 368. 280 282 TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.I, s. 369. 105 Roma’da bulunan Bekir Sami Bey Heyeti’nin, İtalya Hariciye Nezareti283 ve Lord Curzon284 tarafından davet edilmesi ile halledilmiştir. Ancak Ankara Hükümeti ile İstanbul Hükümeti’nin bu konferansa birlikte davet edilmelerine rağmen, bu davette Ankara Hükümeti’nin yerini sağlamlaştıran I. İnönü Muharebeleri olmuştur285. Böylece, Anadolu ve İstanbul, bağımsızlık ile tutsaklığın, özgürlükle bağımlılığın çatıştığı ve karşılaştığı iki ayrı parça durumunda kalmıştır ve Anadolu ise ülkenin tutsak edilmiş, özerkliğini yitirmiş parçasını, özgür ve bağımsız yurt parçasına bağlamak istiyordu286. 23 Şubat günü toplanan konferansta ilk söz İstanbul Hükümeti’ne verildi. Bunun üzerine Sadrazam Tevfik Paşa, asıl sözün ulusun gerçek temsilcilerinde olduğunu söyleyerek sözü Ankara Hükümeti’ne verdi. Hakimiyet-i Milliye, Tevfik Paşanın bu hareketini, “Türk meselesinin, İki hükümet ile müdafaasındaki tehlikeyi bertaraf eylediği için makul ve şayan-ı teşekkür” bir hareket olarak değerlendirmiştir287. Tevfik Paşa’nın bu hareketi, Ankara Hükümetinin artık Müttefik Devletler tarafından da resmen tanınıp kabul edildiğini ortaya koyuyordu. Bir anlamda söz hakkının Ankara’da olduğu dünya tarafından da onaylanmıştı. En önemlisi de, İtilaf Devletleri’nin Ankara ve İstanbul Hükümetleri arasında kargaşa çıkarıp, bundan yararlanıp Sevr’i kabul ettirme planlarını da suya düşürmüştü. 283 Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1991, s. 90. 284 “Murahhaslarımızın Londra’ya Resmen Daveti”, Hakimiyet-i Milliye, 25 Şubat 1921, No: 118. 285 İnönü Muharebeleri’nin Ankara Hükümeti’nin meşruiyetini arttırmada önemi şu şekilde belirtilmiştir: “...İşte İnönü muharebesidir ki, Anadolu’nun meşru ayaklanmasını, Ankara B.M.M Hükümetini Avrupa’ya resmen tanıtmış ve bir zamanlar asi denilen bu koca milletin üyelerini resmen İngiltere başkentine davet ettirmiştir.” “İnönü Meydan Muharebeleri”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Mayıs 1921, No: 183. 286 Nutuk, s. 771. 287 “Murahhaslarımızın Londra’ya Resmen Daveti”, Hakimiyet-i Milliye, 25 Şubat 1921, No: 118. 106 Londra Konferansı sırasında Türk Heyetine sunulan şartlar Sevr Antlaşması’nın çok küçük değişikliklerle değiştirilmiş şekliydi. Delegelerimize verilen tasarıda Sevr Antlaşması hükümlerinde yapılacak değişikliklerle ilgili şu noktalar vardı: “Bize bırakılan jandarmaların ve özel birliklerin sayılarını birazcık arttırmak. Ülkemizde kalacak yabancı subayların sayısını biraz azaltmak. Boğazlar bölgesini biraz ufaltmak. Bütçemiz üzerindeki sınırlamaları biraz hafifletmek. Bayındırlık işlerine izin verme hakkımız üzerine konulmuş sınırlamaları da biraz hafifletmek. Bundan başka kapitülasyonlar, yabancı postaları, Kürdistan... ile ilgili olarak Sevr tasarısında değişiklikler yapılacağını umduracak kimi belirsiz verilmiş sözler... Yine bu tasarıda, Ermenistan sınırlarının belirtilmesi işi Milletler Cemiyeti’nin göndereceği bir komisyona bırakılmakta idi. İzmir bölgesinde de özel bir yönetim örgütü kurulacaktı. Sözde, İzmir ili bize geri verilecekti. Ama İzmir kentinde bir Yunan kuvveti bulundurulacak; bu sancaktaki jandarma kuvveti, nüfusu oranına göre çeşitli halktan kurulacak; Milletler Cemiyeti’nce bir Hıristiyan vali atanacak; İzmir ili Türkiye ye, gelirinin çoğalmasıyla artacak yıllık para ödeyecekti”288 Ancak, yayınlanan bu konferans kararları karşısında, Türk Heyeti’nin vereceği cevap beklenmemiştir. İngilizler Yunanlıları Batı Anadolu’da harekâta başlatmıştır. Bu İkinci İnönü harekâtından Türk tarafının başarıyla çıkması sonucunda, Ankara’nın içte ve dışta itibarı yükselmiştir. Bu durum da bize, tadilat meselesinin de Türkleri kandırmak için oynanan bir İngiliz oyunundan başka bir şey olmadığını göstermiştir289. İtilaf Devletlerinin Londra’da tertip ettikleri oyun artık büsbütün meydana çıkıyor. Anlıyoruz ki, ihtiraslarını doyurmak için bu vatanı 288 Nutuk, s. 773; “Londra Konferansı Müzakeratının Tafsilatı”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Mart 1921, No: 121. 289 Nutuk, s. 773-775. 107 parçalamak ve bu milletin kanını içmek isteyen Avrupa vahşileri, hazırladıkları cinayet tasavvurundan biraz olsun vazgeçmiş değildirler290. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Londra Konferansı’nı ve İngiltere’nin bu konferanstaki tutumunu iki perdelik bir faciaya benzetmiştir ve İngiltere’nin Türkleri konferansa çağırma sebebini de müttefiklerinin gönüllerini hoş tutmaya bağlamıştır. İngiltere’nin mevcut politikasını değiştirmesinin imkânsız olduğunu belirterek, “İngiltere’nin inadı taşa benzer” bu nedenle de bu konferansın Türklere haklar vereceğini ümit etmenin de yanlış olduğunu belirtmiştir291. Sevr Muahedesinin tadili meselesi ortaya atıldığından beri ileri sürülen bütün fikirlere bakılınca gayet kolay anlaşılır ki, İngiltere, Fransa ve İtalya, muahedelerini Türkiye’de yürütemeyeceklerini anlamışlar, fakat bu acze rağmen memleketimizi bankalarının, sarraflarının menfaatine bir tarla gibi işletmek sevdasından henüz vazgeçmemişlerdir292. 290 Hakimiyet-i Milliye Konferans’ta tadilatla ilgili kararların açıklanmasından sonra buna olan tepkisini şu şekilde belirtmiştir: “Artık oyun bitti. İtilaf Devletleri bu cinayeti iki sene evvel kararlaştırdıkları vakit, Türkiye’yi bir hamlede parçalamayı kolay görmüşlerdi. Medeni katiller konferans dedikleri meşum içtimailerinde suikast tertibatını aldılar. Onlar için, “Hasta Adam”ı öldürmekten kolay ne vardı. Mütareke ile silahları atıyor, sonra biraz sarsılınca mevzileri birbirinden ayrılır, giderdi. Fakat hesapları doğru çıkmadı. Daha ilk baskını müteakip, hasta zannettikleri adam, ceraat ve azimetle doğruldu. Ve kendini metanetle müdafaa etti. O zaman taarruzlarımızı silahla tehdit ettiler. Fakat bundan da yanıldılar. Biz bu tehdide karşı da harbi, kabul ettik. Sağdan, soldan, şimalden, cenuptan gelen istila ile aylardan beri çarpışıyoruz. Ve bu mücadele de yorulan biz değiliz.” “Londra Oyunu”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136. 291 Hakimiyet-i Milliye İngiltere’nin Konferanstaki Türkiye’ye karşı tutumunu şu şekilde belirtiyor: “Llyod George ve Lord Curzon’un Londra’da tertip ve temsil ettikleri iki perdelik faciayı uzaktan hayalen temaşa etmenin zamanı gelmiştir. İngilizler, İki müttefikinin tazyikiyle bizi müzakereye çağırıyor; bundan maksadı evvela müttefiklerinin hatırlarını hoş etmek. sâniyen: Müslüman müstemlekelerine karşı merâsi bir nemayişde bulunmak, sâlisen: İstanbul ile Ankara murahhaslarını Londra’da Avrupa’nın gözü önünde çatıştırıp Türk ikiliğini bir emr-i vaki yapmak. Râbien; İngiltere’de ki amele fırkalarında salihperver görünmek. Hâmisen; Bütün bunlara rağmen suikastinden hiçbir şey feda etmemek ve yerer gibi görünmek, fakat hakikatte daha çok almak ! Bu vaziyet karşısında Türk nokta-i nazarı şöyle ta’yin etti: İngiltere’nin tuttuğu politikadan kolay kolay dönmeyeceği ma’lumdur. İngiliz inadı taşa benzer. Binâen-aleyh bu davetin, hak hayat isteyen Türklere hak vereceğini zannetmek bir hata olur. Fakat, konferansa gidilsin. Bütün hamlesi, memleketi necabetle müdafaadan ibaret olan Anadolu kudretini Avrupa tasdik etsin. ( Asiler)’in elini sıksın. ( Asi General )’in imzasını hürmetle tanısın. Avrupalılar Türk milletinin salihperverliğini öğrensinler. Eğer filhakika konferans Türk istiklalini artık inkar etmiyorsa, bir gün o mücadeleye nihayet verir.” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Londra’da İki Perdelik Facia”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Mart 1921, No: 147. 292 “Londra Müzakeratı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1921, No: 123. 108 13 Aralık 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Fransız Humanite Gazetesi’nin, Londra Konferansı’nda Sevr Antlaşması’yla ilgili yapılacak tadilatı ve Avrupa’nın bu tadilatta gerçek niyetinin ne olduğunu şu şekilde belirtmiştir: “Bizim ukala diplomatlarımız şimdi de Türkiye’yi aldatmak istiyorlar. Muahedeyi tadil edecek görünüyorlar. Fakat maksatları, arazi üzerinde bir takım müsaadeler gösterip, muahedenin Türkiye’yi kapitalistler arasında taksim edecek olan kısmından hiçbir şey değiştirmemektir. Bari bunda olsun samimi olsalardı. Mesela, İzmir ve Trakya Türklere bırakılırsa İngiliz, Fransız, İtalyan kapitalistleri için soyulacak memleket sahası da artmış olacaktır. Bir zamanlar Avrupa, Türkler gibi vahşi insanlarla beraber Avrupa’ya karşı isyan ettiklerinden dolayı Bolşeviklere lanet ediyorlardı, bugün ise onlarla beraber yapılabilecek bir harekâtın hülyası içindedirler. Bu söylenenler Avrupa ile İstanbul’da, belirli bir hedefe doğru götürülen tadil siyasetinin mahiyetini o kadar açık bir şekilde ortaya koyuyor ki, biz bir kelime dahi ilave etmeye lüzum görmüyoruz”293. Bütün çabalamalara rağmen, Londra Konferansı’ndan bir sonuç çıkmadı. Çünkü konferansa çağıranlarla çağırılanlar (Ankara Hükümeti) arasında konferansın esası hakkında görüş ayrılığı vardı. Müttefikler Sevr tasarısını esas olarak almakta, yalnız bunda yeni şartların gerektirdiği bazı değişiklikler yapmayı kabul etmekte idiler. Ankara Hükümeti ise, Sevr tasarısını reddetmekte ve görüşmelerin, Misak-ı Milli çerçevesinde olmasını istemekteydiler294. Londra Konferansı’ndan, herhangi olumlu bir sonuç çıkmaması nedeniyle konferans 12 Mart 1921 tarihinde sona erdi. Ancak bu konferans, Ankara Hükümeti tarafından bir başarı sayılabilirdi. Bu konferans öncelikle, Ankara Hükümeti’nin izlediği siyasal çizginin 293 294 “Garp Fırıldağı”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Aralık 1920, No: 85. Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s. 90. doğruluğunu tümüyle 109 kanıtladı295. Müttefik Devletler tarafından, Anadolu’nun gerçek temsilcisinin T.B.M.M. olduğu kesin olrak anlaşıldı. ve bu Anadolu’nun itibarını arttırmıştı. Türk Milleti bu konferansın sağladığı siyasi başarı sayesinde büyük moral kazanmıştır. Diğer platformlarda, artık Avrupa karşısında daha kendine güvenen ve inanan bir Türkiye görmeye başlamıştı. Ancak en önemli sonuç, Misak-ı Milli’nin, Batılı devletlere ve dünya kamuoyuna daha iyi duyurulması olmuştu. 21 Şubat-12 Mart 1921 tarihleri arasında devam eden Londra Konferansı’nda Bekir Sami Bey Londra’da İngiltere, Fransa ve İtalya ile bir takım antlaşmalar imzalamıştır. Bekir Sami Bey, İngiltere ile esir değişimi üzerine imzaladığı sözleşmeye göre; elimizde bulunan bütün İngiliz tutsaklarını geri verecektik. Buna karşılık, İngilizler de tutsaklarımızı bize vereceklerdi. Yalnız Türk tutsaklarından, Ermenilere ve İngiliz tutsaklarına kıyım ve kötü işlem yapmamış olanlar serbest bırakılacaktı. Ancak böyle bir sözleşmeyi onaylamak, Türk uyruklarının Türkiye sınırları içindeki davranışları üzerinde yabancı bir hükümetin yargılama hakkını onaylamak gibi olurdu. Ancak bu sözleşmeyi onaylamasak da, İngilizler bir kısım Türk tutsakları salıverdiği için biz de buna karşılık elimizde bulunan İngiliz tutsaklarından bir kısmını salıverdik. Bekir Sami Bey, konferans sırasında Lloyd George ile yaptığı görüşmelerde de mevcut yapılmış planın dışına çıkmıştı. Bekir Sami Bey, Ankara’ya döndüğünde orada imzaladığı antlaşmaların haklılığını savunmuştur296. Ancak, meclis tarafından imzaladığı antlaşmalar reddedilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’da, Bekir Sami Bey’e görüşlerinin yetersizliğinden bahsederek, Dışişleri bakanlığından çekilmesini önermiştir. Daha sonra görevinden ayrılmıştır297. 295 Şamsutdinov, a.g.e., s. 254. “Heyet-i Muarahhasa Ankara’ya Geliyor”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136. 297 Nutuk, s. 785-789. 296 110 Londra Konferansı, İtilaf Devletleri’nin umutlarını suya düşürmüştür. Özellikle de, İngiltere kafasında tasarladığı Türkiye’nin paylaşım tasarısını uygulama alanı bulamamıştır ve bu konferansla birlikte Ankara Hükümeti’nin uluslararası platformda meşruiyetini kazanması da İngiltere’yi daha çok perişan etmiştir. Çünkü Ankara Hükümeti, İngiltere’nin Anadolu üzerindeki planlarını uygulamasına imkan bırakmamıştır ve Anadolu’nun bağımsızlığını savunmuştur. Londra Konferansı, Paris Barış Konferansıyla İtilaf Devletleri arasında baş gösteren ayrılıkları da, daha da derinleştirerek su yüzüne çıkarmış ve bu durumda, Ankara Hükümetinin yürüttüğü bağımsızlık hareketinin başarıya ulaşmasını kolaylaştırmıştır. IV. CENOVA KONFERANSI Cenova Konferans’ı, 10 Nisan 1922’de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın içinde bulunduğu siyasi ve iktisadi durumu düzeltmek için toplanmıştır. Konferansta Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan gibi savaştan yenik çıkmış devletler ve Rusya’nın da içinde olduğu yirmi dokuz Avrupa Devleti ile İngiltere’nin dominyonları katılmıştır298. Lloyd George Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada, Cenova Konferansında Şark meselesinin müzakere edileceğini, Cenova Konferansı’na Türklerin çağrılmayacağını beyan etmiştir299. Türkiye’nin Cenova Konferansına davet edilmemesi herkes tarafından hayretle karşılanmıştır. İtalya Hükümeti, Cenova Konferansına Türkiye’nin davet edilmesi için teşebbüs de bulunmaktadır. Ayrıca dostumuz Rus Şuralar Cumhuriyetinin de bu mesele ile ilgili teşebbüsü olmuştur300. 298 Bayur, a.g.e., s. 268. “Şark Meselesi Avam Kamarasında Yeniden Mevzubahis Oldu”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Şubat 1922, No: 443. 300 “Kan ve Cenova Konferansları”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1922, No: 446. 299 111 Ukrayna Komiserler Reisi Rakofski ve Rusya’dan Çiçerin, Cenova Konferansı’nın ilk celselerinde, Türkiye’nin konferansa kabul edilmesi fikirlerini yinelediler. Ukrayna, “Boğazların istiklal ve hakimiyetinin Türkiye’ye bırakılmasını istemektedir. Boğazlar beynelmilel bir antlaşma ile herkese açılmalı, Karadeniz sahilinde bulunan hükümetlerin bu istisnai vaziyeti tanımaları gerekmektedir. Bu hükümetler için Boğazlar hayati bir meseledir” şeklinde taleplerini belirtmiştir301. Paris mümessilimiz Ferit Bey de, İtalya hükümetine bu hususta bir nota göndermiştir. Bu notada da, bütün Avrupa devletlerinin davet edildiği bir konferansa, Türkiye’nin davet edilmemesini büyük bir hayretle karşıladığımız dile getirilmiştir302. Devletlerin bütün teşebbüslerine rağmen, Lloyd George Türkiye’yi “Asyalı bir devlet” olduğu için konferansa davet etmemiştir. Aslında İngiltere, “kafa kaldırmış” olan Türkiye’yi bu konferansın dışında bırakarak, Rusya’yı bu çembere almayı planlıyordu. Bunun 301 “ Rakofski ve Çiçerin’in Mühim Beyanatı”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Nisan 1922, No: 485. Paris mümessilimiz Ferit Bey’in İtalya Başvekili Mösyö Bonomi’ye gönderdiği nota şu şekildedir: “Bütün Avrupa Hükümetlerine Cenova Konferansına icabetleri hakkında gönderilen davetnameden Türkiye’nin istisna edildiğini derin bir hayret ve büyük bir teessüfle gördük. Zat-ı asilanelerine şurasını arz etmek ile müftehirim ki, Türkiye vaziyet-i coğrafyası ve Adalar Denizi üzerindeki mevki itibariyle filhasıl bir Avrupa memleketidir. Payitaht olan İstanbul, Edirne ve Trakya ile doğrudan doğruya Avrupalılardır. Alalade coğrafi bir efsane ile “Küçük Asya” namı verilen kısım-ı memaliki ise Avrupa’nın bir şube-i temdidinden başka bir şey değildir. Diğer taraftan Avrupai cenubu ile aynı saft ve suretle bir Bahr-ı Sefid Devleti olduğu cihetle Avrupa ile olan siyasi ve iktisadi münasebeti tarihinin hiçbir anında kendisini Avrupa Kıtasından ayıramamıştır. Şu halde vaziyet-i siyasileri veyahut kendilerini bazı devletlere bağlayan muhtelif rabıtalar dolayısıyla Bahr-ı Sefid sevahiline civar olan şimali ve Cenubi arazi sahilleri umumiyet itibariyle Cenova Konferansında temsil olunacaklardır. Yalnız Bahr-ı Sefid üzerindeki diğer memleketlere müsavi ve yahut onlardan mücavir bulunan Türkiye bu konferansta temsil edilmekte mahrum bırakılacak demektir. Bu adaletsizliğin de pek çok fevkinde bir harekettir. Avrupa Kıtasının imar ve ihyası emrinde bir yekdiğeriyle teşrik-i mesai etmeleri maksadıyla bütün Avrupa milletlerinin bir yerde içtimai teşebbüss-ü mesudesine karşı ihzar-ı takdirat etmekle beraber Türkiye’nin içtimaya davet edilmemiş olması Cenova Konferansından beklemekte olan netayic-i tenkiz, bunun natamam bir halde ferağa kabiliyetli bir noksandır. Tam bir istiklal-ı siyasi ve iktisadiyeden müstefit olmakta olan ve mamafiha bütün Avrupa hükümetleri ile mütesanid bulunan Türkiye sulh meselesine vakf-ı vücut ile cihan-ı refah ve tefeyyüzü ve iktisaden ihyası avamil-i esasiyeden biri ve aynı zamanda Avrupa medeniyetinin bir unsuru hakikiyesi olmaktan başka bir maksat takip etmemektedir. Binaenaleyh Türkiye’nin diğer milletler gibi Cenova Konferansına davet edilmesini rica ediyorum.” “Cenova Konferansına Davetimiz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1922, No: 440. 302 112 sonucunda sağlanabilirdi da, 303 Türk-Rus yakınlaşmasının da ortadan kalkması . Amerika’nın Cenova Konferansı’nda bulunmasına pek ihtimal verilmemekteydi. Ancak herhangi bir Amerika sefirinin yalnız konferansı dinlemek için konferansta bulunması ihtimal dahilindedir304. 13 Nisan’da Fransız baş murahhası Barto, şiddetle Almanya’nın Cenova Konferansı’nda siyasi komisyona katılmaması için diretmiştir. Fakat, Lloyd George’un dehşetli itirazları neticesinde Barto, kendi inisiyatifi ile bundan sarf-ı nazar etmeye mecbur olmuştur. Çünkü Lloyd George, Barto’ya eğer bu teklifte ısrar edecek olursa derhal Londra’ya geri döneceğini, aksi takdirde Fransa’nın bu münferit harekattan vazgeçmesi lazım geldiğini söylemiştir305. Fransa ise, Avrupa’nın imar ve ihyası meselesinden önce, Cenova Konferansı’nda tartışılması gereken önemli konunun müttefikler arasında belirsiz olan ve kendilerini doğrudan doğruya alakadar eden meselelerin halledilmesi olduğunu dile getirmiştir306. Cenova Konferansı’nın ilk celsesi 10 Nisan 1922 saat 10’da açılmıştır. Konferans’ın açılışında İngiltere başta olmak üzere Fransa, İtalya Konferans’ta söz almışlardır. Lloyd George Konferans’ın açılışında yaptığı konuşmada Avrupa’nın içinde bulunduğu siyasi ve iktisadi durumu şu şekilde belirtmiştir: “.... Birinci Cihan Harbi, Avrupa’nın ne kadar zor durumda kaldığını, vesaitsizlik yüzünden istihalatın azaldığını bize acı bir şekilde göstermiştir. Harp üç sene evvel bitmiş ise de, Avrupa bundan mütevellit tamirat külfeti ve müthiş borçlar altındadır. Ticaret sanat gayri muntazamdır. Garpta işsizlik, şarkta hastalık vardır. Muhtelif akvam ıstırap içindedir. Avrupa’nın hakikaten 303 Bayur, a.g.e., s. 268. “Cenova Konferansı Tahakkuk Ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Ocak 1922, No: 419. 305 “Cenova Konferansında İlk Fırtına”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Nisan 1922, No: 485. 306 “Cenova Konferansı’da Tehir Ediliyor”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Şubat 1922, No: 420. 304 113 bir sulha ihtiyacı vardır. Evvela sulh ve hüsn-ü niyet temin olunmalıdır. Muharebat bilfiil halde milletler birbirlerine dişlerini göstermekte berdevamdırlar. Her memlekette birçok köpekler vardır ki, ne derece kuvvetli hırlarlarsa o kadar tesir yapacaklarına inanıyorlar. Avrupa bu avarelere kulaklarını tıkamıştır. Bu konferansta bu gibi muharebat-ı daimeye nihayet verebildiğimiz takdirde bil fiil sulh temin edilir. Buna menfaatle değil, müşterek bir arzu ile muvaffak olacağız. Burada başlıca gaye Avrupa’yı yeniden tesis ve iktisadi gelişmeyi sürekli kılmaktır. Bu nedenle, bu konferans diğerlerinden mühimdir ve Bu konferansta alınacak kararlar sadece Avrupa’ya değil, bütün dünyaya tesir edecektir. Burada İmparatorluk, Cumhuriyet ve Sovyetlik yoktur. Önemli olan, Avrupa’nın içinde bulunduğu duruma ortak çözümler bulmak konusunda anlaşmamızdır. Bizim tamamen kabul ettiğimiz bu şerait tahtında diğer milletler ile münasebatta bulunabiliriz. Şerait-i mezkure şunlardır: “1-Bir memleket tebaası diğer tebaadan aldığı şeyden dolayı taahüdat altına girecek olursa o memlekette tebeddül-ü hükümet olsa bile alınan şeyin bedel-i misli tediye olunmadıkça bu mukavele fesh edilemeyecektir. 2-Hiçbir memleket diğerinin müesessatına ilan-ı husumet edemeyecektir 3-Hiçbir memleket diğerinin arazisine tecavüzkarane harekete tasaddi edemeyecektir 4-Bir memleket tebaası diğer memlekette bitarafane icra-ı adalet edilmesi hakkını haizdir.” Lloyd George nutkunun sonunda matbuatın Cenova’da temsil edildiğini işaret ettikten sonra “muvaffak olmadığımız takdirde bütün cihanı bir ümitsizlik kaplayacaktır. Şayet muvaffak olursak, beşeriyete çöken olumsuzlukları fikr-i emniyet ve itimat meşalesiyle tenvir edeceğiz” demiştir. Fransa Heyeti Murahhasa Reisi Barto, cihan için yeni bir istikamet tayin edecek olan konferansa Fransa’nın içten yardımda bulanacağını beyan ettikten sonra: “...dünya artık boş konuşmaları dinlemekten yoruldu. Dünya artık net bir 114 biçimde ortada bir icraat görmek istiyor. Fransa murahhasları bu hususta çalışmak için Cenova’ya gelmişlerdir. Avrupa’daki enkaz üzerinde sihirli bir kuvvetin temenni edilen memuriyeti vücuda getireceğine inanmak çılgınca bir harekettir ancak yapılacak çok şey varken de kolları bağlayıp oturmakta bir felakettir” diyerek konuşmasını bitirmiştir. İtalya’da, mevcut iktisadi durumun düzelmesi ile diğer devletlerle olan münasebetlerin artacağı ve Avrupa’nın imarını sağlayacak bir ortamın oluşacağına dikkati çekmiştir. İkinci celsede Çiçerin, Beserabya’nın işgalinden dolayı Romanya’nın ve şarkta Rus arazisini işgal eden Japonya’nın Konferansa iştirakını protesto etmiş ise de, İngiltere, Beserabyalıların ilhak lehinde rey verdiklerini ve bu ilhakın devletlerce tasdik edildiğini söyleyerek itirazı reddetmiştir307. Cenova Konferansı sırasında, Rus-Alman murahhasları arasında gayet mühim bir muahede imza edilmiştir. “Brest-Litovsk” muahedesini ilga eden bu muahedenin en mühim iki noktası; mevcut borçlardan vazgeçilmesi ve münasebat-ı siyasiyenin iadesini teşkil eylemektedir. Ruslarla Almanlar arasında imzalanan bu muahede ile Brest-Litovsk muahedesi feshedilmiş ve hukukun eşitliğine dayanan yeni bir muahede imzalanmıştır. Ancak, Alman-Rus muahedesi, itilaf devletleri üyeleri arasında pek elim bir tesir meydana getirmiştir. Bütün mesuliyetler Almanya’ya atfedilmektedir. Lloyd George mesuliyetin her iki tarafa ait olduğunu söylemiştir. Konferansta Almanlar ile Rusların derhal komisyonlarından ihracı ve Almanya’ya tazyikat icrası uygulanması düşünülmektedir. İtalyan matbuatı da buna tamamen karşı çıkmış ve mesuliyetin her iki tarafa ait olduğunu belirtmiştir308. Avrupa, Alman-Rus muahedenamesinin kendilerine karşı bir hıyanet olduğunu, küçük ve büyük antantın vahim bir tehlike karşısında 307 308 “Cenova Konferansında İlk Mühim Nutuklar”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Nisan 1922, No: 484. “Cenova’da Fevkalade Mühim Bir Hadise”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Nisan 1922, No: 488. 115 bulunduklarını ve binaenaleyh daha sıkı yekdiğerine tekerrüp ile bir cephe oluşturmaları lüzumunu belirtti. Fransız murahhası Barto’da, Rusları ve Almanları derhal bu muahedenameden vazgeçmeye davet etti ve aksi halde konferanstan ihraç edilmelerini talep etti309. Lloyd George konferanstaki konuşmasında, Cenova konferansında bir barış antlaşması imzalanamadığı takdirde Avrupa’nın tekrar kana bulanacağını ve bu nedenle barış için adalet ve sağduyu ile hareket edilmesi gerektiğini belirtmiştir310. “Ancak buna rağmen Cenova Konferansı’nda, Lloyd George küçülebildikçe küçülmüştür. O’nu bu hale getiren Çiçerin’di. Çiçerin bu sefer, Lloyd George’un Versay ve Kan konferanslarında olduğu gibi ortamı karıştırıcı rol oynamasına izin vermemiştir. Aslında Lloyd George, Çiçerin’i kazanmak için çok çalışmıştı. Daha Cenova’ya gelmeden önce ve konferans esnasında, Rusya’ya yanaşır gibi gözüktü. Rus temsilcilerini şahsen hoşnut edecek tavırlar aldı. Fakat Çiçerin bu yılan tavırlarının neden ibaret olduğunu ne gibi zehir sakladığını bildiği için bunların hiç birisine itibar etmedi. Bu gelişmelerden sonra aslında konferans fiilen bitmişti. Belki de şeref için bir müddet daha devam etmiştir. Ancak hiçbir olumlu neticeye ulaşılamayacağı artık ortaya çıkmıştı. Bu olumsuzluklara rağmen, konferansın olumlu sonuçları da olmuştur. Bunlardan en başta Lloyd George’un çekilmesi ihtimalidir. Lloyd George’un makamında kalıp kalmayacağı bu konferansın neticesine bağlıydı. Zaten Lloyd George konferansa giderken, Avam Kamarası’nda “belki bu son noktadır” demişti. Aslında Lloyd George’un Avam Kamarası dışında da pek itibarı kalmamıştı ancak Cenova Konferansı’nın dağılması üzerine oluşan ümitler onu mevkiinde tuttu. Bu sefer bu ümitler de giderse, kendisini tutacak 309 310 “Cenova Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 30 Nisan 1922, No: 495. “Cenova’da Lloyd george’nin Beyanatı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1922, No: 497. 116 bir şey kalmayacaktır”. Ancak sonuç ne olursa olsun, Cenova konferansının iflası bugünkü Avrupa siyasi ve içtimai teşkilatının iflası demekti. Bu iflasla Avrupa burjuvazinin üzerine bir kalem çekilmiştir311. Konferans başladığı günden beri hep aynı nokta etrafında dolaşmakta ve zerre kadar kaydedilip her hangi bir meseleyi halledememektedir. Mütarekeden beri akit olunan bunca konferanslardan en gürültülüsü en şaşalı ve debdebelisi bu olduğu halde niyetinden zelil ve beceriksizi de bu olmuştur312. Bu konferansın iflası Türkiye için bir “kurtuluş” olmuştur. Eğer konferans Lloyd George’un tasarlamış olduğu biçimde gelişmiş ve sonuçlanmış olsaydı, Türkiye için en ağır darbelerden biri olacaktı. Ancak konferansa çağırılanlar arasında ileri derecede karşıtlık ve çıkar çelişkisi olduğu için konferans sonuçsuz dağılmıştır313. IV. MUDANYA KONFERANSI 1922 senesi, Türk-İngiliz ilişkileri için zorlu bir sene idi. Bu senenin ortalarına gelindiğinde uğratmadıkça Ankara bağımsızlığa ve Hükümeti, İtilaf Yunanlıları kesin yenilgiye Devletleri’yle anlaşma yoluna ulaşamayacağını anlamıştı314. Bu nedenle, 1922 senesinde Türkiye için yapılacak yegane iş, Misak-ı Milli’yi İngiltere’ye kabul ettirmek için onun elinde kalan son kozu yani Yunan ordusunu mahvetmekti. İngiltere ve 311 “Tefessüh Arifesinde”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Mayıs 1922, No: 507. “Cenova Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1922, No: 499. 313 Bayur, a.g.e., s. 268. Araştırmacılar, Cenova Konferansı ile ilgili yapılan araştırmalarda pek fazla ayrıntıya inmemişlerdir. Bu nedenle, konferans hakkında çıkarılan telif- tetkik eser sayısı çok kısıtlıdır. Genel olarak bir bilgiye, Yusuf Hikmet Bayur’un “XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri” isimli eserinde değinilmiştir. Ordada konferans’ın ismi “Genova konferansı” olarak geçmektedir. Bu nedenle Hakimiyet-i Milliye bize bu konuda ayrıntılı bir biçimde ışık tutmaktadır. 314 Mustafa Çulfalı, “Çanakkale Krizi ve Lloyd George’un İktidardan Düşmesi (Eylül-Ekim 1922)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XV, S.45, Ankara, 1999, s.808. 312 117 Yunanistan için yapılacak iş ise, Türk ordusunun ve Ankara Hükûmeti’nin faaliyetlerini engellemekti. 1922 Şubat ayından Ağustos ayına kadar geçen süre içinde, Türkİngiliz Hükümetleri’nin her sahadaki faaliyetleri bu neticeleri gerçekleştirmek için yapılmıştır315. A. Mudanya Mütarekesi Öncesi Gelişen Siyasi ve Askeri Olaylara Genel Bakış Sakarya Zaferi, dışta siyasi yönden elde edilmiş bulunan olumlu sonuçlara paralel olarak, içte de siyasi yönden olumlu sonuçlar sağlanmıştır. Sakarya zaferinden sonra, Batılı devletlerin Türkiye hakkındaki düşünceleri ve Yunanlılara karşı tutumları değişmeye başlamıştı. Sürekli Yunanlılar tarafını tutan İngilizler bile Sakarya zaferini küçümsemiyorlar, Yunanlılar marifetiyle Anadolu’daki arzularını gerçekleştiremeyeceklerini görüyorlardı. İngiliz basınında da, barışın ilk şartının Yunan ordusunun Anadolu’dan çekilmesi olduğu yönünde yazılar çıkıyordu. Ancak İngiltere ve müttefikleri, Şark meselesini görüşmek ve Türk askeri faaliyetlerini durdurmak amacıyla 21–26 Mart 1922 tarihinde Paris’te toplandılar316. Müttefik Devletler 22 Mart’ta Türklere ve Yunanlılara mütareke teklifinde bulunmuşlardır317. Yunanlıların bu teklifi kabul etmelerine karşın,318 315 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 226. Konferansın ilk günü ve konferansa katılacaklar Hakimiyet-i Milliye’de şu şekilde belirtilmektedir: “Paris Konferansının ilk celsesi, 21 Mart 1922 Çarşamba günü sabahleyin Fransa Harbiye Nezaretinde akd olunacaktır. Pazartesi akşamı İtalya Hariciye Nazırı Şaizer, salı sabahıda İngiltere Hariciye Nazırı Curzon’un Paris’e gelmeleri beklenmektedir. Yusuf Kemal Bey ve heyeti de konferans devam edeceği müddet zarfında Paris’de bulunacaktır.” “Üç Devlet Harbiye Nazırının Dün Sabah Paris’te İçtimaları Mukarrer İdi”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Mart 1922, No: 463, Yalçın- Turan, a.g.e., s. 209. 317 Birinci Mütareke Teklifinin Şartlarına Hakimiyet-i Milliye’de değinmektedir. Mütareke şartları şu şekildedir: “ 1- İki taraf birlikleri arasında 10 kilometrelik askersiz bir alan bırakılacak, 2- İki taraf kuvvetleri insan ve savaş gereçleri bakımından takviye edilmeyecek, 3- Kuvvetlerin o andaki konumu değiştirilmeyecek, 4- Türk ordusu ve askeri durumu, İtilaf Devletleri’nin Komisyonlarının Murakabe ve teftişine arz edilecek, 5- Çarpışmaya üç ay ara verilecek, 6- Barış için bir zemin buluncaya kadar mütareke üç ayda bir kendiliğinden yenilenecek, taraflardan biri harekete geçmek isterse, bu hali karşı 316 118 Türk tarafı mütarekeyi prensip olarak kabul etmekle birlikte, Anadolu’nun boşaltılmasını şart olarak ileri sürmeyi kararlaştırmıştı319. Yunanlıların bu mütareke’yi hemen kabul etmelerinin sebebi, Anadolu’da içine düştükleri çıkmazdan kendilerini kurtarmaktı320. 22 Mart 1922 tarihinde yapılan mütareke teklifine cevap vermeye vakit kalmadan, İtilaf Devletleri’nin Dışişleri Bakanları barış şartlarını içeren 26 Mart 1922 tarihli ikinci notayı göndermişlerdir. Bu nota İtilaf Devletleri’nin barış ilkeleri ile ilgili önerilerini kapsıyordu. Bu önerilerin ana hatları şu şekilde idi: “Gerek Türkiye’de gerek Yunanistan’da, azınlıkların haklarının korunmasına ve bu amaçla konulacak kuralların uygulanmasına Milletler Cemiyeti’nin de katılmasının sağlanması; Doğu’da bir Ermeni yurdunun kurulması ve bu işe de gene Milletler Cemiyeti’nin katılmasının sağlanması, -Boğazların serbestliğini sağlamak için Gelibolu yarımadasında ve boğazlar yöresinde asker bulunmayan bir bölge kurulması, -Trakya sınırının, Tekirdağ’ı bize; Kırklareli, Babaeski ve Edirne’yi Yunanlılara bırakacak biçimde saptaması, -Bizde kalacak olan İzmir kentindeki Rumlar ve Yunanlılar da kalacak olan Edirne kentindeki Türklere, bu kentlerin yönetimine adaletli olarak katılabilmelerini sağlamak amacıyla uygun bir yönetimin kararlaştırılması, -Barış yapılır yapılmaz, İstanbul’un İtilaf Devletlerince boşaltılması; Sevr tasarısı ile elli bin kişi olarak saptanan Türk silahlı kuvvetlerinin seksen beş bine çıkarılması ve Sevr tasarısında olduğu gibi askerlerimizin ücretli asker olması, tarafa ve Müttefiklere on beş gün önceden bildirecekti.” “Mütareke Teklifi”, Hakimiyet-i Milliye, 26 Mart 1922, No: 465, Bayur, a.g.e., s. 262. 318 “Mütareke Etrafında”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, S. 466. 319 Tansel, a.g.e., s. 129. 320 a.g.e., s. 130. 119 -Sevr tasarısında sözü geçen mali komisyonun kaldırılarak, İtilaf Devletleri’nin iktisadi çıkarlarının genel borçların ve bize yükletilecek savaş zararları karşılığının ödenmesini sağlamak için, Türk egemenliği ile bağdaşa bilecek bir yönetim saptaması, -Adalet ve iktisat alanlarındaki, kapitülasyonlarda değişiklik yapılmak üzere birer komisyon kurulması”321. Konferansın önerileri bir tuzak niteliğindeydi. Hem bizim elimizi bağlıyor, hem de boğazlar, kapitülasyonlar ve devletin maliye işlerinin denetimi gibi sırf büyük devletleri ilgilendiren konular görüşülürken ordumuzu denetimleri altında tutmak istiyorlardı. T.B.M.M. hükümeti 5 Nisan’da notaya ustaca olumlu bir cevap verdi. Bırakışma kabul edilebilirdi ama Anadolu’nun boşaltılmasının da hemen başlatılmasını ve bunun dört ay içinde sona ermesini istedi. İstanbul hükümeti ise, kendine gönderilen notaya karşılık vererek, Anadolu’dan çekilecek olan Yunan birliklerinin Trakya’ya getirilmemesini istemiştir. İtilaf Devletleri, 15 Nisan 1922 tarihinde verdikleri cevapta Türk teklifini kabul etmemişlerdir. Yunanistan bunu kabul etsede, birliklerini Trakya’ya taşımasının ve dolayısıyla orada savaşın yenilenmesinin olanaksız olacağını bildirmişlerdir322. 22 Nisan’da T.B.M.M. hükümeti boşaltma ile bırakışmanın birlikte olmasında direnmiş ancak bırakışma olmadan da barış görüşmelerine başlanılmasını ileri sürmüştür323. Böylece aracılık ve barış işi bir çıkmaza girmiş olur. Paris Konferansı’nın bir karmaşa içerisinde olması ve verdiği notalarla asıl toplanma nedenini net bir şekilde ortaya koymasıda bir çok yorumu beraberinde getirmiştir. 321 Nutuk, s. 869; Bayur, a.g.e., s. 263. Bayur, a.g.e., s. 263-264. 323 Tansel, a.g.e., s. 132. 322 120 Versay Konferansı’na müşavir sıfatıyla altı ay iştirak etmiş olan meşhur İngiliz iktisat âlimlerinden J.M. Keynes Paris Konferansı ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Bütün beşeriyet, üç beş kişi tarafından karanlıklar içinde dolandırılarak sınırlandırılmaktadır. Milletlerin mukadderatı ile oynayan üç beş adam, ne fen, ne ilim, ne de irfanın sözlerini dinliyorlar! Ellerindeki kaya bıçakları ile beşeriyetin vücudu üzerinde ameliyatlar yaparak milletleri parçalıyor, haritaları yeniden çiziyor, bütün cihan insicamını alt üst ediyorlarmış.” Rusya Elçisi Aralof’ta, bütün insanlık için elim bir facia teşkil eden şu gerçeği söylüyordu: “Paris Konferansı’na toplananlar kendilerine ait meseleler ile mi meşguldürler? Hayır efendiler! Bunlar insanlığın mukadderatı ile oynuyorlar! Bunları kim davet etmiş! Kim onlara bu salahiyeti vermiş kimin vekalet veya vesayet hakkını taşıyorlar! Bütün harbin itilafına sebep bunların doymak bilmez hırsları oldu. O harp esnasında, otuz milyon beşerin ölümüne, bunca memleketlerin yığılmalarına, bunca vilayetlerin ebediyen tahririne hep onlar sebep olmuşlardır. Harpten sonra ise sulh yapayım diye beşerini inim inim inlettiren yine onlardır. Avrupa’yı esbabı birer hücum kestiren yine onlardır! O hücum kapılarından birisi de Sevr Muahedenamesi idi: O kapıdan Türk milleti böylesine esaret zinciri ayaklarına kölelik hakları takıldığı halde girecekti ve galipler için kasten çalıştırılacaktı fakat Türk boynunu eğmedi. Almanlar yeni galipler önünde diz çökerek verilmeyen, verilmeyecek olan şefkati diledi. O başını yüksek kaldırarak efendi olduğunu, efendi olacağını gür ses ile cihat ilan etti ve aldığı vaziyetin bütün azametine, bütün ağırlığına katlandı! Üzerimize saldırılmış dün bizim bugün başkalarının uşağı olan Yunan sürülerinin önüne geçti. Uşak bugünkü efendisinden aldığı şok hareketlere bütün himayelere rağmen üzerine tahsil edilmiş olan hizmetin altından çıkamadı. Bu hizmet Sevr Muahedenamesi’ni bize kuvvetle kabul ettirmektir. İşte bugün efendiler, uşağını bu halde görerek insaniyet kisvesine altına girerek güya ziyade kan dökülmesine meydan vermemek için bize bir mütareke 121 teklif ediyorlar. Fakat öyle bir mütareke ki arkasında yine Sevr kapısının arkasına saklanmıştır. Yunan süngüleri ile bize kabul ettirilmeyen esaret zincirleri şimdi diplomasi, konferans, mütareke teklifi vasıtası ile kabul ettirilmek isteniliyor ”324. İstanbul gazeteleri de, teklif edilen bu mütareke şartlarını “intihar” olarak yorumlamışlardır. Peyam-ı Sabah Gazetesi haricinde, tüm İstanbul gazeteleri aynı fikirde idi325. Bu yorumlardan, Paris Konferansı’nın da asıl amacının, İngiltere’nin asıl menfaatlerine hizmet eden Sevr Antlaşmasının, ufak bir değişiklikle Türklere kabul ettirmek ve onu fiiliyata dökmek olduğunu anlıyoruz. Özellikle konferanstaki Anadolu’nun boşaltılması maddesi ile de bunu başarabileceklerini düşünüyorlardı. Bunu bir kez daha görüyoruz ki, Türklerle asıl muharebe eden Yunanlılar değil, İngilizlerdir326. Sakarya Savaşı’ndan sonra siyasi alanda bu gelişmeler olurken, askeri açıdan da ordunun eksikleri de tamamlanmaya çalışılıyordu ve Türk ordusu Yunanlıları Anadolu’dan atmak için taarruza başlamaya karar vermişti. Yapılan plan ve hazırlıklardan sonra, 26 Ağustos sabahı Türk topçusunun ateşiyle başlayan Büyük Taarruz, planlandığı gibi bir imha planı olacaktı ve nitekim Türk kuvvetleri, Yunan ordusunun büyük bir kısmını Dumlupınar’da sıkıştırıp imha etmeyi başarmıştır. 30 Ağustos 1922 tarihinde Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat sevk ve idare ettiği meydan muharebesinde tamamen kuşatılan Yunan askerleri imha olmaktan kurtulabilmek için süratle kaçmaya başlamışlardır327. Bu taarruzlar, Yunan ordusuyla birlikte Yunan gururuna da 324 “Mütareke Etrafında”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, No: 466. İstanbul gzetelerinin mütareke hakkındaki yorumları şu şekildedir: “Vakit: “Gayelerimizin kabul edildiğini anlamadan silahlarımızı kınana koymamalıyız.” Tevhid-i Efkâr: “İstiklalimizle kabil-i te'lif olmayan kararlar istemeyiz.” İkdam: “Bu taklif yalnız Yunan arzusunu te'min ediyor” İleri:”Türk’ün sesiyle bağırıyoruz “istemezük”! Yeni Şark: “Milletimizin asabını kuşatmaktan başka bir şey değildir.” Akşam: “Yalnız İzmir değil, Trakya İstanbul, Boğazlarda verilmezse bir şey olamaz…” “İstanbul Gazeteleri Mütareke İntihardır Diyor”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, No: 466. 326 “Tan’ın Baş Makalesi”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Mart 1922, No: 470. 327 Yalçın- Turan, a.g.e., s. 212. 325 122 müthiş bir darbe olmuştur328. Düşman yediği mühim darbenin tesirinden kurtulmak için, Dumlupınar’ı almak istemişse de, bunu başaramamıştır329. Afyonkarahisar halkı, Türk askerleri şehre girince çok büyük mutluluk yaşamışlar ve şükrederek secdeye kapanmışlardır. Duyulan mutluluktan halk, askerlere karşı sevinç gösterilerinde bulunmuşlardır330. 30 Ağustos’ta meydana gelen savaş sırasında, düşmanın ana kuvvetleri yok edilip, tutsak edildi. Düşman ordusu Başkomutanlığını yapan General Trikupis de tutsaklar arasındaydı331. Mustafa Kemal, 1 Eylül 1922 günü Ordumuza hitaben neşreylediği beyannamede “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri” emrini veriyor ve beyannamenin devamında “Milletimizin İstikbali, emindir” diye buyurmuştur332. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi Büyük Taarruz sonrası, Yunanistan’ın büyük kayıplar verdiğinden ve bunların altından kalkmasının zor olduğunu belirtmiştir. 328 “Yıkılan Gurur”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Ağustos 1922, No: 592. “Vaziyet-i Harbiye”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Eylül 1922, No: 595. 330 Hakimiyet-i Milliye halkın sevinç gösterilerini şu şekilde belirtmektedir: “Afyon Karahisar’a hal-i askerlerimizin girişi kadar heyecanlı bir manzara tasvir etmek imkanı yoktur. İstihbaratımıza nazaran kıtaatımız bir yıldırım gibi düşmanı tepeleyerek şehre inerken secde-i şükrana kapanmış olan halk büyük küçük erkek ve kadın hepsi bir kitle halinde askerlerimizin, zabitlerimizin ayaklarına ellerine sarılmışlar ve hiçbir kimse gözyaşlarını ve hıçkırıklarını zaptedememiştir. Bilhassa Başkumandanımıza karşı halkın göstermiş olduğu minnet ve şükranı tasvir edebilecek cümleler bulmakta acizdir. Büyük hal-i askeri biran içinde ahali ihata eylemiş ellerini açarak başlarında taşımışlardır. Bu levha askerlerimizi bir kat daha şevke getirmiş ve askerlerimiz düşmana daha büyük bir sabırla saldırmışlardır. Düşmandan temizlenen her tarafta vatandaşlarımız aynı tezahüratta bulunmaktadır. Diğer taraftan Afyon ahalisi düşmanla teşrik-i mesai ederek hıyanet ve habasetle ileri giden ve ani darbeler karşısında şerik cürümlerine iştirak edemeyen namussuzların vücutlarını daha kıtaatımız şehre girmezden evvel sopalarıyla ortadan kaldırmışlardır.” “Afyon Halkı Secde-i Şükranda”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1922, No: 594. 331 Muharebeden sonra, Yunan General Trikupis ve fırkasının Mudanya’da esir edildiğine dair haberler İstanbul gazeteleri ve Hakimiyet-i Milliyede de teyit edilmektedir. Haber şu şekildedir: “On birinci Yunan Fırkası Mudanya civarında esir olmuştur. Şimdiye kadar kaybolan General Tirikopis ve maiyetindeki kolorduya mensub fırka Mudanya’ya vasıl olarak Trakya’ya gönderilmiştir.” “Yunan Fırkasının Esaretini İstanbul’da Teyit ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Eylül 1922, No: 609; Nutuk, s. 901. 332 “Gazi Başkumandanımızın Ordu ve Milletimize Beyannamesi”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Eylül 1922, No: 596. 329 123 Ancak yine Yunanistan’ın bu zorluklardan kurtulmak için yapacağı yegâne şey, İngiltere’ye başvurmak olacaktı333. Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile yıllardır Türk halkının başına bela olmuş olan Lloyd George’un Anadolu üzerinde kurduğu vasi ihanet planı yıkılmıştır. Bu nedenle, Dumlupınar’da ve Karahisar’da yenilen yalnız Yunanistan değil, aynı zamanda Lloyd George ve İngiltere’dir. Bunların birlikte tertip etmiş oldukları o vâsi plan birden altüst olmuştur. Yunanistan’ın Anadolu hülyaları, Lloyd George’un, hilafet makamı ile Türklüğü alet olarak kendi emelleri için kullanmak planı... Türk’ün istiklâl, şeref ve haysiyet aşkı bütün bu emelleri ve hülyaları bir tekme ile yok etmiştir334. Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile düşmanın Batı Anadolu’yu elde bulundurma çabası boşa çıkmıştır. Bundan sonra önemli olan, düşmanın Türk topraklarının herhangi bir kesiminde tutunmaması idi. Bu sebeple Türk ordusu, batı doğrultusunda büyük takip harekâtına başlamıştır. 31 Ağustos’ta gecikmeden başlatılan takip harekatıyla asıl kuvvetler İzmir’e doğru sevk edilirken, bir kısım kuvvetler de Eskişehir’den Bursa’ya yönlendirilerek Batı Anadolu’nun düşman işgalinden kurtarılması sağlanmıştır. 333 Yunanistan’ın Büyük Taarruz sonunda uğradığı kayıplar e şu şekilde anlatılmıştır: “Yunanistan’ın duçar olduğu felaket o kadar ani ve azimdir Yunan ordusunun tarumar edildiği o derece umumidir ki uzun müddet yalan planla seri olunamaz. Senelerce uğraşarak işgaline muvaffak olduğu yerleri Yunanistan dört günde kaybetti. Senelerce uğraşarak teşkil edebildiği ordu tarumar edilerek aralarındaki irtibatı kaybolan kumandanları esir olunan, efradı derelerde ve tepelerde kendi canlarını kurtarmayı düşünen bir ordunun yeniden tertip ve tanzimi imkan haricindedir. Hal-i şerifin berayetinden Yunan ruhbanlarına çıkarılan bir keşfe göre Anadolu Yunanistan’ın mezaristanı olacaktır. Bu rivayet bu keramet çoktan beri Yunan halkı arasında dolaşıyormuş. Bu muharebenin iptidasından beri bütün bu mümin adamlar bu rivayetin tahkikatına titreyerek intizar ediyorlarmış. Şimdi ise Türk kahramanı Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin dehası sayesinde Yunan kafasına indirilen darbe ile bu rivayet bu keramet tahkik ediyor. Anadolu Yunanistan için bir mezar oldu. Yunanistan burada yalnız Giritli serserinin hülyalarını değil bütün mevcudiyetini de kaybetmek üzeredir. Yunanistan bir daha o kaybettiği redveyi iltizam edemez velev binlerce Lloyd George binlerce Curzonlar istedikleri kadar kendisine her türlü vaatlerde bulunsun zira ordusu ile beraber Yunanistan menba-ı iktisadiye ve maliyesini de kurutmuş kaybetmiştir.” “Aldanmayacağız”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Eylül 1922, No: 598. 334 “Vasi Bir İhanet Planının Yıkılması”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Eylül 1922, No: 599. 124 Uludağ-İznik Gölü arasında tutunmaya çalışan düşman savunması da kırılarak Bursa doğrultusunda geri atılmış, 10–11 Eylül 1922 gecesi Bursa kurtarılmıştır. Batı Cephesi birlikleri, 9 Eylül günü İzmir’e girerken, diğer birliklerde hızla Ege kıyılarına doğru ilerliyorlardı335. Türklerin 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmesiyle tüm Anadolu Yunanlılardan kurtuluyordu. Bu büyük Türk zaferi Anadolu’nun her yanında kutlanırken, bir zamanlar Rum toplumunun ve refah içinde Türklerle birlikte yaşadığı, ama şimdi Yunan ordusunca yıkılan veya tümüyle yakılan köylerin duman kokan yıkıntıları arasında, geride bırakılmış yaşlı Rum kadınları, ellerini göğe kaldırarak, İngiliz Başkanı Lloyd George’u “Kako hrono nahis Corci” (Sana lanet olsun Corci) çığlıklarıyla lanetliyordu336. Türk ordusunun İzmir ve Bursa’yı almasından sonra, buralardaki binlerce Yunan aileleri, binlerce hainler, binlerce İngiliz İzmir’e gelerek, oradan ya Avrupa’ya veyahut Yunanistan’a doğru kaçmaktadırlar337. Böylece, karaya çıktıkları 15 Mayıs 1919 gününden beri Türk yurdunu ve ulusunu akıl almaz zulüm ve yıkıntılarla acı içinde bırakan Yunan ordusu, 18 Eylül 1922 günü “Anadolu’nun kutsal ocağında boğulmuş” ve sonuçta da tümüyle Türk topraklarından atılmıştır338. Yunanistan bu gelişmeler karşısında kendini ve vatandaşlarını koruyamayacağını anladığı için, Büyük Devletlerin tedbir almasını istemiş ve İngiltere’ye müracaat etmiştir. Türkiye ile mütareke talebinde bulunmuştur. İngiltere ilk başta, Yunanlılar için daha rahat şartlar sağlanabileceğini söylese de, daha sonra 4 Eylül’de Lord Curzon, Paris ve Roma’ya Yunanistan’ın 335 İsmet İnönü, ATASE Yayınları, Ankara, 1987, s. 54-56. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 268. 337 “Yunan Vaziyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1922, S. 600; “İngiliz Tebası’da İzmir’den Gidiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1922, No: 600. 338 İsmet İnönü, s. 56. 336 125 mütareke talebini bildirdi. 7 Eylül’de de Müttefik Devletler, mütareke yapılması için Ankara Hükümetine başvurdular339. Mustafa Kemal Türk ulusuna seslenen bir bildiriyle Türk zaferini şöyle kutluyordu: “Akdeniz, askerlerimizin zafer çığlıklarıyla dalgalanıyor. Asya İmparatorluğuna yeltenen küstah bir düşmanın muharebe meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu komutanlarıyla kumanda heyetleri, günlerden beri T.B.M.M. Hükümetinin esir-i harbi bulunuyorlar... Eğer Yunan Kralı da bugün esirler meydanında bulunmuyorsa bu, tacidarların şiarı esasen yalnız milletlerinin safalarına iştirak etmek olduğundan, muharebe meydanlarının felaketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatlarındandır... Garb fabrikalarının çelik zırhlarıyla kaplanan muazzam Yunan orduları, artık Anadolu dağlarında zabitleri tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden tedehhüş ederek kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı... Büyük Türk Milleti, büyük zafer münhasıran senin eserindir...”340 Ordumuzun muzafferiyet haberleri gelmeye başlaması üzerine Rus Sefiri Aralof hemen telgrafla Moskova’ya malumat vermiş ve Rusya, muzafferiyetimizi ilk olarak Aralof’un verdiği malumatla tebrik etmiştir. Bunun 339 “Yunanlılar Bir Mütareke Rica Ediyorlar”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Eylül 1922, No: 601; Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 237-239. Mustafa Kemal, Yunanistan’ın mağlubiyeti sonucu Müttefik Devletlereden bir mütareke talebi olacağını önceden tahmin ediyordu. Örneğin; Saldırıda bulunulduğu sırada, Mustafa Kemal İcra Vekilleri Reisi Rauf Bey’den Müttefiklerin mütareke talebi ile ilgili bir yazı aldı ve bu yazıya karşılık verdiği cevap şuydu: “Anadolu’daki Yunan ordusu kesin olarak yenilmiştir. Bu nedenle Anadolu için herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Mütareke talebi ancak Trakya için söz konusu olabilir. Yunan hükümeti ya doğrudan ya da dolaylı olarak hükümetimize başvurabilir. Başvurduğu takdirde mütareke için şu şartşar geçerli olacaktır: 1- Ateşkes anlaşmasının imzalandığı günden başlayarak on beş gün içinde Trakya, 1914 sınırlarına dek, hiçbir koşul ileri sürülmeden, T.B.M.M. Hükümetinin sivil görevlilerine ve ordu birliklerine bırakılmış olacakır. 2- Yunanistan’da tutsak bulunan yurttaşlarımız on beş gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında bize verilecektir. 3- Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu’da yaptığı ve yapmakta bulunduğu yıkımları önlemeyi Yunan Hükümeti şimdiden üstlenecektir.” İşte eğer türk tarafıyla görüşmek isterlerse önlerine bu şartlar sürülecekti. Nutuk, s. 901-903; İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987, s. 15. 340 “Gazi Başkumandanımızın Millete Beyannamesi”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Eylül 1922, No: 611. 126 üzerine Rusya tarafından, İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’e verilmek üzere bir telgrafname gönderilmiştir341. Ünlü Fransız gazeteleri de, Yunan mağlubiyetinin neticelerini şu şekilde değerlendirmiştir: “Anadolu’da mağlub olan bir değil iki kişidir. Bunlardan biri Yunan Başkumandanı Konstantin, diğeri de İngiltere Başvekili Lloyd George’dur. Eğer İngiliz Paşa, Vekil Kral Konstantin’in ihtirasatını teşvik etmeseydi ahval belki de bu şekli almayacaktı.”342 Türk Zaferinin yankıları Türkiye’nin sınırlarını aşarak her tarafa yayılıyor; boyunduruk altında, sömürge hayatı yaşayan halkları etkiliyordu. Bu halklar şimdi Mustafa Kemal’e kendi kurtarıcıları gözüyle bakmaya başlıyorlardı. Dünyanın dört bir yanındaki Müslüman halk, bu Türk zaferini, “İslam’ın Hıristiyanlığa, Doğu’nun Batı’ya, Asya’nın Avrupa’ya ve Türkiye’nin Emperyalist İngiltere’ye karşı kazandığı en büyük zafer” olarak kutluyorlardı343. 341 Rusya’nın zaferimizi tebrik etmek için Büyük Millet Meclisi İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’e gönderdiği telgraf şu şekildedir: “Kahraman Türk Ordusu’nun Yunan Ordusu üzerinde ihraz etmiş olduğu azim-i zaferin haberini hemen şimdi aldım.Bu münasebetle bizim en samimi ve kalbi tebriklerimizin kabulünü rica ederiz.Buna ilaveten bu müşemşi muzafferiyetin yalnız Türk Milletini değil aynı zamanda ve aynı derecede Rus Milletini de mesrur ve şadıman etmiş olduğunu temin ederim.Türk Milleti senelerden beri Mustafa Kemal Paşa gibi bir askeri ve siyasi dehanın rehberliği ile Avrupa emperyalizmine karşı muazzam bir mücadele icra etmektedir.14 seneden beri bilaram kendi mevcudiyeti için mücadele eden büyük muharebenin ifa etmiş olduğu yorgunluklara ve ızdıraplara rağmen bin türlü müşkülat içinde Avrupa devletlerine karşı durmak için yine kendi varlığında lazım olan kuvvetleri buldu ve hayat ve istiklal için mücadeleyi idame etmekte tereddüt etmedi. Bu mücadele de Türk Milleti mutlak galip olacaktır. Rusya da bütün devletlere karşı mücadele etmek mecburiyetinde kalarak nihayet galebe ile mücadeleden çıkmış iken böyle bir mücadelenin ne kadar ağır ve müşkül olduğunu pekala takdir eder. İşte bunun içindir ki, Rus Milleti, Türk Milletinin bu zaferinin hem kıymetini anlar hem de ona Türkler kadar mesrur olur.bu muzafferiyat Avrupa emperyalizminin Yunanlılar vasıtası ile Türkiye üzerine icra ettiği tehacümlerden Türkiye’nin kurtuluşunun ilk mesut başlangıcıdır. Rus köylü ve işçileri kendilerine uzanan Türk ellerini sıkmakta tereddüt etmediler. Çünkü emperyalizme karşı mücadelenin ne olduğunu pekala biliyorlardı. Türk milleti bilmelidir ki Rus milleti büyük bir dikkat ve intizarla Türk milletinin bu muazzam mücadelesini takip etmekte idiler ve Türkleri tam bir muzafferiyete ve sulh ve selamete yaklaştıran her türlü muvaffakiyetlerine Türkler kadar meşru olmaktadırlar ve şanlı bir sulha nail olmak hakkına olmak hakkını kazanmıştır ve öyle bir sulh ki bu milletin yaralarına ve ihtiyaçlarını tamir etmeye kafi olmuştur. Rus milleti, Türk milletini ihraz ettiği muzafferiyet dolayısı ile tebrik ederken bu mesut sulh gününün yakın olduğuna emindir.” “Rusya’nın zaferimizi Tebriki”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Eylül 1922, No: 599. 342 “Anadolu’da İki Kişi Mağlub Edilmiştir”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922, No: 608. 343 Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 269. 127 B. Çanakkale Krizi ve Lloyd George İzmir kurtarılmakta ve Bursa başta olduğu günlerde, olmak üzere, Ankara Anadolu’nun Hükümetiyle Yunanlılardan İngiltere arasında, doğrudan karşı karşıya gelmelerine yol açan bir bunalım patlak vermiştir. Atina’daki İngiliz Maslahatgüzarı Sir Horace Rumbold’un 4 Eylül’de Londra’ya gönderdiği bir telgrafta, Çanakkale bunalımının ilk işaretini görüyoruz. Sir Rumbold, Anadolu’nun apar topar boşaltılmasının, İngiltere için, İstanbul’da ve Irak’ta tehlike yaratacağını; Yunanlıların Doğu Trakya’yı terk etmesi halinde ise İngiltere’nin Boğazlardaki durumunun tehlikeye gireceğini bildiriyordu. Fransa da sadık değildi. O halde İngiltere, ya tam teslim olacaktı ya da tek başına hareket etmeğedevam edecekti. Sir Rombold, Gelibolu yarımadasını işgal etmek gibi bir fikri düşündüğünü de ekliyordu344. Ankara hükümetinin, Yunanlılara karşı bu son zaferi Türklerin Boğazlara yönelip Avrupa’ya geçerek İstanbul’u ve Trakya’yı ele geçirmesinden korkan İngiliz Hükümeti’ni telaşa sevketti345. Ancak, Başbakan Lloyd George her ne pahasına olursa olsun Boğazların Türklere kaptırılmamasını savunuyordu. Türk komutanları, Yunanistan’a vakit bırakmamak ve Trakya ile İstanbul’u kurtarmak istiyorlardı. İzmir’in 9 Eylül’de alınmasından sonra bir kısım Türk kuvvetleri, İstanbul ve Çanakkale’ye doğru yönelmişlerdi346. İngiliz General Harrington Türklerin Boğazlara ve Çanakkale’ye ilerlemesi üzerine müttefikleri bir cephe oluşturup birliklerini takviye etmesi için uyardı. Bu durum karşısında İngiltere’yi İtalya ve Fransa’da destekledi. Ve siyasi süreç daha da hızlanmış oldu. 344 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 239-240. Çulfalı, a.g.m., s. 809-810. 346 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 241; İnönü, a.g.e., s.16-17. 345 128 Fransa’nın İstanbul’daki Yüksek Komiseri General Pelle 18 Eylül’de İzmir’de, Mustafa Kemal’le görüşerek, Boğazlardaki “tarafsız bölgeye” saldırılmaması için uyarıda bulundu. Mustafa Kemal, Pelle’ye şu cevabı verdi: “Mütareke askeri harekâtın durdurulmasıdır. Mütareke yapılması Trakya’nın tahliyesine bağlıdır. Hâlbuki düşman ordusu karşımızdan çekilmiş olabilir ancak Trakya’ya toplanmaktadır. Zaman bırakırsak toplanırlar, tekrar birtakım müdafaa tertiplerine girmek için ordu olarak kendini gösterecek bir vaziyet alabilirler. Bunu önlemek lazımdır. Bu nedenle düşman bertaraf edilmelidir.”347 Ancak İngiltere, Fransa, İtalya “Boğazların tarafsızlığı” hususunda çok kararlı gözüküyorlardı. Bu nedenle, daha Türk Ordusu henüz İzmir’e girdiği zaman, İngiltere ve müttefikleri, Boğazları korumak için teşebbüse geçeceklerdi. Hatta İngiltere, müttefikleri katılmazsa tek başına bir muharebe gerçekleştirecekti. Ancak İtalya ve Fransa muharebe tekliflerine pek sıcak bakmıyorlardı. İngiltere dominyonların ardından büyük bir dominyonlarına kısmından müracaat İngiltere’yi ediyordu. destekleyen bir Ancak haber çıkmamıştı348. İngiliz Hükümeti’nin ve Lloyd George’un Türklerle tek başına yeniden savaşmak için sarf ettiği gayretler sonuçsuz kalmış ve Lloyd George’un mevkii sarsılmıştır.349 Lloyd George her şeye rağmen Türk zaferini kabul etmiyor ve boğazların tarafsızlığının bozulmaması için Türkiye’yi uyarıyordu350. 347 İnönü, a.g.e., s.19-20. İngiltere’ye yardım cevabı yalnız Yeni Zelanda’dan gelmişti. Hindistan muvaffakat etmek şöyle dursun 75 milyon müslümanı kendisine düşman edeceğini bildirmiştir. İngiltere hükümetinin müstemlekatından askeri muavemet Avusturalya ve Yeni Zelanda muzaherat cevabı vermişlerse de Kanada ve Cenub-u Afrika bundan imtina etmek arzusunu izhar edecek bir vaziyet almıştır. Hindistan’daki İngiltere’nin askeri bir hareketine iştirak etmeyi katiyetle reddetmektedir. Hint azasından bir zat Türklere karşı bir harb vukuunda 75 milyon Müslüman Hintliyi kendisine düşman edeceğini İnglitere’ye bildirmiştir. “İngiliz Müstemlekatı Askeri Muaveneti Reddetmiştir”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612. 349 Nutuk, s. 903;İnönü, a.g.e., s. 20-21. 350 Lloyd George Boğazların tarafsızlığı için Türk ilerleyişini şu şekilde uyarıyordu: “Türkler, İstanbul ve Boğazlara yanaşmak isteyecek olurlarsa karşılarında sarsılmaz bir cephe bulacaklarmış. İngiltere hükümeti mağlup bir düşmana şimdi muzaffer bir tavır alarak Mondros Mütareke namesinin 348 129 Ancak Mustafa Kemal’in tavrı netti. Eğer mütareke yapılacaksa, Trakya’nın boşaltılması Konferansı’nda da şarttı. Yani imzalanacak bir 26 Mart sulh 1922’de antlaşması toplanan için Paris Trakya’nın boşaltılmasının şart olduğunu Ankara yinelemiş, net ve kesin bir dille bunu dile getirmişti351. Müttefikler, 20 Eylül’den itibaren özellikle Fransa Başbakanının İngiltere’ye karşı çok sert bir tutum takındığı görüşmeler sonunda, 23 Eylül’de mütareke çağrısında bulunmak için karara vardılar. Müttefikler adına İzmir’e gelen Franklin Bouillon’la Mustafa Kemal arasında 28 Eylül’de yapılan görüşme sırasında, 23 Eylül’de Müttefik Dışişleri Bakanlarınca imzalanan nota da gündeme gelmiştir352. Bu nota temel olarak iki sorunu kapsıyordu. Birincisi, savaşın durdurulması, İkincisi ise konferans ve barış ile ilgiliydi. Notada, Venedik veya başka bir şehirde toplanacak olan ve İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Yunanistan’ın çağırılacağı konferansa, Ankara’nın temsilci gönderip göndermeyeceği sorulmaktaydı. Ayrıca, görüşmeler sırasında, Boğazlardaki “tarafsız bölge”ye Ankara Hükümetince asker gönderilmemesi şartıyla, Edirne dahil olmak üzere, Meriç’e kadar Trakya’nın Türklere geri verilmesi hakkındaki Türk isteğinin olumlu karşılanacağı da bildiriliyordu. Notada Boğazlardan, azınlıklardan, Türkiye’nin Milletler Cemiyetine alınmasından ve barış antlaşması yürürlüğe girdiği anda müttefiklere temin ettiği şartları ihlal eylemeye müsaade edemezmiş. Türklerin Balkanlara yeniden yerleşmeleri bütün Balkan meselesini yeniden çıkaracakmış!” “Plavra Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922, No: 608. 351 İngiltere’nin attığı palavra haberlere karşı, Türk tarafının ciddi bir tavırla, İngiltere karşısında eğilip bükülmeden isteklerinde kararlı olması İngiltere’ninde tavrını değiştirmesine yolaçacaktır. Türkiye’nin imzalayacağı muahedelerde istediği kararları kabul ettirmesine yardımcı olacaktır. Hakimiyet-i Milliye bu konuyu şu şekilde açıklamaktadır: “İnsan bu sahte, sırf palavracılıktan ibaret tavır ve vaziyete aldanır, İngiliz’in karşısında kendini zayıf gösterirse, vay haline! Artık herif şefkat ve terhim nedir anlamaz. Sizi ezdikçe ezer ve her yeni tahrikinden yeni bir zevk duyar. Fakat siz de ona karşı aynı vaziyeti alır onu hiç hesaba katmıyor gibi işinize devam eder, aynı kırık cümleler ile onu tahkir etmeye koyulursanız derhal tavır ve edasını değiştirir ve terbiyeli adamlara yakışır bir eda alarak sürekli hürmetle makuliyet dairesinde konuşmaya ve küçülmeye başlar. İngilizler tabiyat-ı seniyeleri olan bu tarz hareketten siyasette de, beynelmilel hayatta da vazgeçemezler. Aynı usulü tatbik ederler.” “Plavra Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922, No: 608. 352 “Boğazlar Meselesinde İngiltere ve Fransa”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Eylül 1922, No:610; Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 245; Bayur, a.g.e., s. 301. 130 İstanbul’un boşaltılacağından da söz edilmekteydi. Ayrıca konferansın toplanmasından önce, Yunan kıtalarının, İtilaf Devletleri komutanlarınca çizilecek bir hattın gerisine çekilmesi için, İtilaf Devletleri’nin nüfuzlarını kullanacakları sözü verilmekle ve bu konuda görüşmede bulunmak üzere Mudanya veya İzmit’te bir toplantı yapılması önerilmekteydi. Mustafa Kemal, 29 Eylül’de verdiği cevapta, 3 Ekim’de toplanılmasını uygun gördüğü Mudanya Konferansı’nı kabul ettiğini bildirdi. Bu kabul edilişin gerekçesini Mustafa Kemal şöyle anlatır: “Biz, Rumeli’de hudud-u milliyemize kadar şarki Trakya’yı tamamen almadıkça, askeri hareketten sarf-ı nazar edemezdik. Ancak, vatanımızın bu kısmından düşman kıtaatı çıkarıldığı takdirde fazla bir hareket yapmaya kendiliğinden lüzum kalmayacaktı.”353 “Bu gelişmeler sırasında Sovyet Rusya da, Boğazlar sorunu üzerinde duyarlı olduğunu belirtmiştir. Rus Hükümeti İngiltere’yi şiddetle protesto etmektedir. İngiltere’nin Boğazlar meselesini sulh yoluyla halletmesi gerektiğini belirtmiştir. Sovyet Rusya 19 Eylül 1922 tarihinde, İngiltere’ye bir protesto notası vererek, Türk tarafına mağlup değil, galip gibi davranılmasını talep etmiştir. Nitekim Rus Dışişleri Bakanı Çiçerin’in, Cenova Konferansı’nda Ankara ve Müttefik devletler arasında bir arabuluculuk yaptığı görülmekteydi İngiltere Boğazlar Meselesini özellikle Türk yurdunda ve ilk önce İstanbul ve Boğazlarda Türklerin egemenlik hakkının kabulünün gerektiği ve İngiltere’nin, Türkiye’ye ait olduğu kuşkusuz olan arazi ve Boğazları geri vermek istemediğine; Boğazların serbestliğinin herkesten önce Türkiye ile Rusya için gerekli olduğunu belirtmiştir. 16 Mart 1921 Türk-Rus Antlaşması’nda, Boğazlar statükosunun Karadeniz devletlerince kararlaştırılacağına dikkati çekmiştir”354. 353 “İngiltere Müstecil Bir Konferans Akdini istiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612; Nutuk, s. 905; Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 245-246; İnönü, a.g.e., s. 22-24; Tansel, a.g.e., s. 202-204. 354 “Boğazlarda Rusya’nın Nokta-i Nazarı”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612. 131 C. Mudanya Mütarekesi’nin İmzalanması ve İsmet İnönü Muharebe sonunda karşımızda yenilen ve bizimle mütareke yapmak zorunda olan Yunanlılardı ama karşımıza çıkanlar bizimle müzakerede bulunanlar müttefiklerdir. Müttefikler için de en önemli mesele, Boğazlar meselesiydi. Yunanlılar Anadolu’dan tamamen çıkarıldığı için, Türk tarafı Trakya’nın tahliyesini isteyecekti355. İstanbul ve Boğazlar mıntıkasında da, İngiltere, Fransa ve İtalya vardı356. Mudanya Konferansı 3 Ekim 1922’de açıldı. Mudanya Konferansına Türkiye adına olağanüstü yetki ile Batı Cephesi Orduları Komutanı İsmet Paşa atanmıştı. İsmet Paşa, aynı zamanda oturum başkanıydı. İngiltere’yi General Harington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı da General Mombelli temsil ediyordu357. Mudanya Konferansı’nda görüşülecek ana konular Başkomutanla İsmet Paşa arasında şu şekilde kararlaştırılmıştır: -“Edirne ve Meriç dahil olmak üzere Yunan ordusu ve Yunan idaresinin Trakya’dan çıkarılması. -Trakya’nın 20 gün içinde T.B.M.M. hükümetine tesliminin sağlanması. -Şimdilik Trakya’ya Türk ordularının geçmemesi kabul olunduğundan, Trakya’daki Türk idaresinin Yunan ve diğer saldırılardan korunması için tedbirleralınması. -Türk ordularının durduğu hatların belirtilmesi, harekâtın tatili sırasında taraflarca tahkimat yapılmaması, Türk ve Müslüman halk üzerinde baskı yapılmaması idi”358. 355 “Mudanya Konferansı Bugün Başlıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ekim 1922, No: 624. İnönü, a.g.e., s. 27. 357 “Mudanya Konferansı Bugün Başlıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ekim 1922, No: 624; İnönü, a.g.e., s. 27. 358 İsmet İnönü, s. 60-61. 356 132 Resmi bir sıfatı olmamakla beraber müttefikler adına bizimle görüşmek üzere İzmir’e gelen Franklin Bouillon’da Mudanya’ya gelmişti. Kendisi seyirci olarak konferans salonuna girmişti. Gerektiğinde bir aracı olarak bulunacaktı359. Görüşmeler başlamış olmasına rağmen, gergin ortam tümüyle ortadan kalkmış değildi. Harington’la İsmet Paşa’nın sunduğu görüşler arasında özellikle Doğu Trakya’nın boşaltılması zamanı ve Yunanlıların Karaağaç’dan da çekilip çekilmemesi konularında anlaşmazlık vardı. General Harington, Türk isteklerinin askeri niteliği aşıp, siyasal nitelik aldığını ve Hükümetine danışması gerektiğini söylüyordu. 5 Ekim’de bu danışmaya imkan bırakmak için Konferans’a ara verilmiştir360. Konferans oldukça soğuk bir hava içinde geçti. Müttefik generaller İsmet Paşa’yı önce önemsemediler, ancak General Harington daha sonra İngiltere Kralı’na yazdığı mektupta İsmet Paşa’nın çok iyi bir general olduğunu, ordusunun ve Mustafa Kemal’in kendisine çok güvendiğini ve İsmet Paşa’nın anlaşma metinlerinin her satırını dikkatle inceledikten sonra düşünüp karar verdiğini belirtmiştir. Ayrıca, heyecanlandığını hiç bir zaman belli etmediğini, konuşulanların çok daha ötesini gören bir kişi olduğunu yazarak “Bu adama dikkat edin!” mesajını vermiştir361. Bu sırada da, Lord Curzon Paris’te M. Poincare ile görüşmede bulunmaktadır. Öte yandan İngiltere Çanakkale’deki durumu yeniden değerlendirerek, Türk ordusu karşısında İngiliz kuvvetlerinin durumunun daha cesaret verici hale geldiğini düşünmeye başlamış ve gerektiğinde silaha başvurabileceği General Harington’a bildirilmiş bulunmaktadır. Aynı anda, Ankara Hükûmeti de “Trakya’daki düşmanı takip için” yeniden askeri harekata girişmeye karar vermektedir. 359 İnönü, a.g.e., s. 28. Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 246-247. 361 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam İsmet İnönü, C. I, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1966, s. 203204. 360 133 Böylece, iki ülke yeniden bir gergin ortama sürüklenmiş oldular. Fakat, bir yandan General Harington’un ihtiyatlı tutumu, öte yandan da Paris’te M. Poincare’nin Lord Curzon nezdinde, Mudanya’da da Franklin Bouillon’un Mustafa Kemal nezdindeki çabaları sonucunda, Türk tarafı, isteklerini kabul ettirebildiği oranla yetinerek nihayet 11 Ekim’de Mütareke’yi imzalamayı kabul etti. Ankara Hükümeti’nin İngiltere’nin çekilme işini bir “şeref sorunu” yaptığını ve İngiltere’yi daha fazla sıkıştırmanın Mustafa Kemal’in istemediği kötü sonuçları doğurabileceğini düşündüğü anlaşılmaktadır362. Yunan murahhasları bu mukavelenameyi imzalamaya salahiyetli olmadıklarını bildirmişlerdi. General Harington bunda bir mahzur olmadığını belirterek, Yunan murahhaslarının mukavelenameyi imza etmemelerinin yürürlüğe girmesine bir mani teşkil etmeyeceğini, esasen mukavelenamenin tatbikinin müttefiklere ait olduğunu ifade etti363. İşte tüm bu gelişmeler sonunda, İtilaf Devletleri 11 Ekim 1922’de geri adım atarak Mudanya Mütareke Protokolüne imza attılar ve konferans süresince savunulan Türk tezini kabul ettiler364. Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması ile Mondros ateşkes antlaşmasının akabinde başlayan Milli Mücadele’nin askeri safhası kapanmış dolayısıyla TürkYunan savaşı sona ermiştir. Mütareke 15 Ekim’de yürürlüğe girmiştir. Mütareke koşullarına genel olarak bakıldığında Türk tezinin genel kabul gördüğü anlaşılır. Bu da Türklerin asla Avrupa’dan atılamayacağının tescili olmuştur365. 362 Nutuk, s. 907; Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 247; İnönü, a.g.e., s. 35-37. “Mudanya Konferansı’nda Akd Edilmiş Olan Mukavele-i Askeriye Metni”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1922, No: 633; İnönü, a.g.e., s. 36-37. 364 Mudanya Mütarekesi’nin tam metni için Ek-8 ve Ek-9’a bkz.“Mudanya Konferansı’nda Akd Edilmiş Olan Mukavele-i Askeriye Metni”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1922, No: 633; TBMM Zabıt Ceridesi, C. 23, TBMM Matbaası, Ankara, 1960, s. 350-353. 365 Türklerin Avrupa’dan asla atılamayacağının tescili, aynı zamanda İngiltere ve Batı’nın mağlubiyetinin tescili oluyordu. Zira, 25 Haziran 1919’da Lloyd George, Başkan Wilson’a Türklerin İstanbul’da kalıp kalamayacaklarını sormuş. Wilson’da cevaben: “Eğer benim kararım isteniyorsa, Türkler Avrupa’da çok uzun sene kaldılar ve oradan tamamen temizlenmelidirler.”demiştir. Bkz. Ulubelen, a.g.e., s. 191. 363 134 Mudanya Konferansı’nın ilginç bir sonucu, mütareke şartları tartışılırken karşımızda savaştığımız Yunanistan’ın değil, İtilaf devletleri olmasıydı. Özellikle de, İngiltere bu konuda başı çekmiştir. Mudanya Mütarekesi’nin Türk halkı açısından sevindirici sonucu, Gladstone’un ortaya attığı ve Lloyd George döneminde de devam eden “Türkleri Avrupa’dan pılısıyla pırtısıyla birlikte defetmek” politikasının iflas etmesidir. Yunan “Megola ideası” tarihe karıştı ve Misak-ı Milli büyük oranda kabul edildi. Ayrıca önemli bir diğer sonuçta, Doğu Trakya’nın savaş yapılmadan elde edilmesi ve İtilaf Devletleri’nin artık Ankara Hükümeti’ni Türkiye’nin tek hukuki temsilcisi olarak kabul etmesidir366. D. Lloyd George’un Türkiye Politikasının İflası ve İktidardan Düşmesi Lloyd George herkesin gözünde milletini savaşta başarıya ulaştıran, 1918 seçimlerinde rakiplerini geride bırakan, Paris Konferansını üstünlük ve idaresi altına alan büyük bir liderdi. 1921 senesi İngiltere için mali ve siyasi açıdan sıkıntıların arttığı bir dönemdi. Ancak buna rağmen, İngiltere’de pek az kimse “Lloyd George isterse hayatının sonuna kadar Başbakan kalabilir” diyen Bonar Law’dan367 farklı düşünüyordu. Ancak, 1922 senesine gelindiğinde İngiltere’nin içinde bulunduğu sıkıntılar daha da arttı. İşte bu sırada Lloyd George sarsılmış olan iktidarını yeniden sağlamak isterken, siyasi hayatını sona erdiren kararı aldı. Bu karar; Mustafa Kemal’in kuvvetlerine karşı silaha sarılmaktı. Lloyd George, böylece 366 Çulfalı, a.g.m, s.813-814; “İlk Çiçek”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Ekim 1922, No: 639. Bonar Law, İngiltere’deki eski Muhafazakar Partisinin başkanı’dır. Bakanlık görevinde de bulunmuştur. 1918 seçimlerinde muhafazakarları, Lloyd George’dan yana Liberallerle işbirliği yapıp bir koalisyon hükümeti kurmaya iten oydu. 1921’de sağlık durumunun bozulması dolayısıyla hükümetten ve parti önderliğinden çekilmişti, ancak nüfuzu sağlam bir şekilde yerini korumuştur. Bayur, a.g.e, s. 307-308. 367 135 muhafazakarlar ve liberallerden kurulu Koalisyon Kabinesinde birliği sağlıyacağına ve muhaliflerinin dikkatini dışarıya, ortak düşmana çevirmek suretiyle onlardan bir müddet için kurtulacağına inanıyordu. Türklere karşı kazanılacak zafer ise, itibarını yeniden kazanmasını sağlayacaktı. Aksi halde Yunanlıların Anadolu’da uğrayacağı bir yenilgi onun sonu demek olacaktı368. Ancak işler onun istediği gibi gitmemişti. Yunan ordusu, Anadolu’da büyük bir yenilgiye uğramış ve Anadolu’dan tahliye edilmişti. Bu yenilgi sonucunda imzalanan Mudanya Mütarekesi ile Lloyd George’un yeni bir Yunan İmparatorluğu kurma yolunda giriştiği deneme, başarısızlığa uğramıştır. Bu öyle başarısızlıktı ki; Lloyd George politika hayatına veda etmek zorunda kalacaktı. Lloyd George’un geçmişte işlediği hatalar ve üstlenmiş olduğu misyon, kendisine karşı dozu gitgide artan bir muhalefetin ortaya çıkmasına neden oldu. İngiliz halkıyla Lloyd George’un arası gittikçe açılmaya ve halk arasında Lloyd George aleyhtarlığı güçlenmeye başlamıştı369. Lloyd George’un, Mudanya Konferansı’ndan sonra irad ettiği nutkunda Türkleri vahşi ve barbar olarak nitelendirmesi, sadece Türk basınında değil, Londra’da yayınlanan “Morning Post” ve “The Times” gazeteleri tarafından da büyük bir tepki ile karşılandı. Lloyd George, uyguladığı dış politikadaki başarısızlık sebebiyle, herkesin boy hedefi haline gelmiş bir devlet adamı portresi çizmekte ve Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin ifade ettiği gibi, İngiltere’de Lloyd George aleyhtarlığı bir siyasi akım gibi yayılmakta idi370. Böylece inandığı Ortadoğu politikasının yanlışlığı bütün açıklığı ile ortaya çıkmış olmasına rağmen, inadı ve kendini dünyanın hakimi zannetmesi yüzünden bu yoldan dönmeyen Lloyd George’un politika alanından silinmesi ile Ortadoğu’da barışın kurulması ümidi ortaya çıkmıştı371. 368 Baytok, a.g.e, s. 157-158; “Lloyd George Büyük Bir İnhizam İle Sükut etti”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ekim 1922, No: 638. 369 Hakimiyet-i Milliye, 28 Eylül 1922, No: 620. 370 “Lloyd George’nin Nutku ve İngiliz Matbuatı”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Ekim 1922, No: 639. 371 Baytok, a.g.e, s. 158-159. 136 İşte tüm bu gelişmeler, Lloyd George’a karşı 12 Ekim 1922’de Bonar Law isimli bir devlet adamının başını çektiği bir isyan hareketinin doğmasına yol açtı. Lloyd George, bu isyan neticesinde doğan bu siyasi buhran yüzünden ve Bonar Law’ın teklifi üzerine 19 Ekim 1922 tarihinde başkanlıktan istifa etmek, başbakanlık ve parti başkanlığı makamını Bonar Law’a terk etmek zorunda kaldı372. Lloyd George’un sükutu bütün cihan için bilhassa Türkiye için büyük hadisedir. Çünkü Lloyd George ile beraber bütün dünya önüne çıkan hilekârlıktan kurtulmuş oluyordu. Bilhassa Türkiye, Lloyd George’un fesad ve inadının çok acılarını görmüştü. Bizim için İngiliz siyasi buhranında en büyük başarı ve teselli Lloyd George’un ortadan kalmış olmasıdır373. Lloyd George insanlık için olduğu gibi, İngiltere için de bir felaket olmuştur374. 372 “Lloyd George”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Ekim 1922, No: 643. “Lloyd George Büyük Bir İnhizam İle Sükut etti”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ekim 1922, No: 638. 374 “Tefessüh Arifesinde”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Mayıs 1922, No: 507; “Lloyd George Siyaseti Bir Felakettir”, Hakimiyet-i Milliye, 21 Mart 1922, No: 461. 373 SONUÇ Osmanlı Devleti, İngilizlerin dış siyasetinde hep önemli bir yerde olmuştur. Bu nedenle de İngilizler uluslararası ilişkilerde, Osmanlı Devleti’ni hesaba katmak zorunda kalmışlardır. İngiltere, XIX. yüzyılda takip ettiği politikanın aksine XX. yüzyıl sonuna doğru izlediği yeni politikaya uygun olarak Osmanlı Devleti’nin çöküşünü sağlamak suretiyle Ortadoğu coğrafyasındaki konumunu sağlamlaştırmak ve özellikle Hindistan yolunu emniyete almak istemiştir. Birinci Dünya savaşının galibi olan İngiltere, amaçlarına hizmet edecek ortamı oluşturmuştu. Çünkü savaştan yenik çıkan onun istediği gibi Osmanlı devleti olmuştu ve XX. yüzyılda İngiltere’nin politikası, Osmanlı’nın çökmesini çabuklaştırarak, mirasına ve nüfuzuna sahip olmaktı. Ancak politika değişikliğindeki esas sebep müttefik devletler arasındaki çıkar çatışmalarıydı. Buna rağmen İngiltere, müttefiklerini pek önemsemiyerek öncelikle kendi politika ilkelerine uygun davranmış ve Türklere karşı yürütülen harekatın başı olmuştur. İngilizler Türkleri imparatorluktan yoksun bırakmanın yanında, onlara kendi vatanlarında yaşamayı dahi çok görmüştür. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzaladığı Mondros Mütarekesi ile tam bir çöküş yaşamıştı. Özellikle antlaşmanın 7. maddesi ile Osmanlı Devleti İtilaf Devletleri tarafından, Birinci Dünya Savaşı’nda kendi aralarında imzalanan gizli antlaşmalara uygun olarak paylaşılmıştı. Bu gizli paylaşım tasarılarında da İngiltere’nin ön planda olduğunu görüyoruz. Ülkenin içinde bulunduğu bu zor durum karşısında, Padişah ve çevresi herhangi bir direniş göstermemişlerdir. Hatta tam aksine padişah başta olmak üzere Osmanlı devlet adamlarının ve aydınlarının bir kısmı “İngiliz himayesine” girmekten yanaydılar. İngiliz himayesini düşünenler, imzalanan sulh muahedesinin ülkeyi zaten parçalayacağını, bu nedenle tek kurtuluş yolunun İngiliz himayesi altına girmek olduğunu savunuyorlardı. Ancak, İngiliz 138 himayesinin asıl amacı Türkleri tutsak haline getirip ölüme mahkum etmekti. Paris Barış Konferansı’nda oluşturulan manda sistemi ile İngiltere, Osmanlı sınırları içinde yaşayan Rum, Ermeni ve Kürtleri destekleyerek Osmanlı Devleti’ni tamamen yok ediyordu. Devletin ileri gelenleri ve bir kısım aydın kesimin İngiliz himayesini istemesine karşın, Türk halkı bağımsız yaşamanın arzusu ve mücadelesi içinde idi. Mustafa Kemal Paşa’nın, Mondros Mütarekesi hükümlerini kabul edilemez bulması ve ardından 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkması Milli Mücadele hareketinin fitilini ateşlemişti. Havza’dan sonra Anadolu’da düzenlenen kongreler, Milli Mücadele hareketinin rotasını belirleyecekti. Özellikle Erzurum ve Sivas Kongrelerinde çok tartışılarak kesin olarak reddedilen manda ve himaye meselesi, Türk halkının hiçbir ülkenin boyunduruğu altında olmadan bağımsız bir şekilde yaşama arzusunu dile getirmiştir. Ancak Türk milletindeki bu uyanış ve bağımsız yaşama arzusu, özellikle İngiltere’yi çok rahatsız etmişti. Bu nedenle İngiltere, İstanbul Hükûmeti üzerindeki baskıyı arttırarak Milli Mücadele hareketine engel olmanın yollarını aramıştır. Bu konuda İngiltere’nin özellikle üzerinde durduğu husus, Hilafet ve islam faktörüydü. İngiltere, hilafet makamını elinde bulundurarak Ortadoğu’da elinde bulundurduğu İslam sömürgelerinin ona bağlılığını sorunsuz bir şekilde devam ettirmekti. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’de bu konuda: “İngilizler dünyada toplu halde ne kadar Müslüman varsa hepsini kendi hükümleri altında görmek isterler ve kendi hükümleri altında görmek için her vasıtaya müracaat ederler” diyerek İngilterenin bu konudaki kesin tavrını belirtmiştir. Bu nedenle İngiltere, Milli Mücadele hareketinin yok edilmesine çok önem veriyordu. Çünkü, eğer Türk Milli mücadelesi başarıya ulaşır ve diğer İslam ülkelerine de örnek olursa bu durum İngiltere’nin planlarını altüst ederdi. Bunun için İngiltere Milli Mücadele’nin başarısızlığa uğratılması için her türlü yolu deniyordu. 139 İngiltere’nin Milli Mücadele boyunca üzerinde durduğu ve Türklere empoze etmeye çalıştığı şey Sevr Projesi olmuştur. Sevr Projesi, muzaffer Avrupa’nın ortak iradesine karşı baş kaldırılamayacağını Doğu halklarına ispatlama amacı güdüyordu. Sevr Projesi maddeleri ile Osmanlı Devleti zaten küçük bir toprak parçasından ibaret olacaktı ve İngiltere de kazandığı zaferin meyvelerini yiyecekti. Hakimiyet-i Milliye Gazete’si sayılarının büyük bir bölümünde bu antlaşmanın gömülmesi gerektiğini, Türklerin istiklal ve hürriyeti’nin yok edileceğini belirterek Sevr’in geçersizliğini vurgulamıştır. Sevr Projesi, ulusal iradeyi yok sayıyordu. Bu durum Ankara Hükûmeti’nin önünde, aşılması gereken bir utanç belgesiydi. İngiltere, XX. yüzyılın en büyük sömürgeci devleti idi. Osmanlı Devleti de Ortadoğu’nun önemli zenginliklerini elinde bulunduran bir devletti. Özellikle İngiltere’nin en önemli sömürgesi olan Hindistan’a giden yolların üzerinde olduğu için İngiltere, Osmanlı Devleti’ni her açıdan takip ediyor ve buradaki istihbarat çalışmalarına önem veriyordu. Bu istihbarat faaliyeti içindeki kişiler kimi zaman yabancı, kimi zamanda Türk vatandaşlarından seçiliyor ve küçük yaşta eğitiliyorlardı. Tek amaçları, İngiltere adına yaşamak, ingiliz İmparatorluğunu her daim yaşatmak ve İngiltere için ölmekti. Mustafa Sağir’de, bu casuslardan biri idi. Son nefesinde dahi İngiltereye olan bağlılığını dile getirmiştir. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Milli Mücadele’nin en güçlü düşmanı olarak gördüğü İngiltere’ye ve bu ülke ile ilgili haberlere özel önem vermiştir. İngiltere’nin önemi Hakimiyet-i Milliye’nin de üzerinde durduğu gibi o dönemde en tehlikeli emperyalist ülke olarak görülmesinden kaynaklanıyordu. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiltere’nin Milli Mücadele hareketini yok etmek için Yunan faktörü üzerinde durduğunu belirtmiştir. İngiltere Yunanistan’ı destekleyerek Anadolu’daki milli hareketi ortadankaldıracağını düşünüyordu. Bunun aksi bir durumda ise, İngiltere Birinci Dünya Savaşı sonunda elde ettiklerini kaybedebilirdi. 140 Ancak İngiltere’nin korktuğu başına geldi ve İngiltere maşa olarak kullandığı Yunan kuvvetinin Anadolu’yu ele geçireceğini zannediyordu ancak Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türk halkı istiklalini kazanmak için maddi manevi herşeyi ile mücadele ediyordu. İşte bu durum, İngiltere’nin sömürgeleri üzerinde etkili oldu. Türkiye’yi, İngiltere’nin himayesindeki sömürgeleri için önemli kılan, halifelik makamı idi. Şimdi ikinci bir faktör daha ortaya çıktı o da, “bağımsız yaşama arzusu” idi. İşte İslam ülkeleri birer birer, İngiltere’nin hegamonyasından kurtulmak için, isyana başladılar. İngiltere bunlara ilk başta müdahale etmeye çalıştıysa da, sömürgelerinin bağımsızlığını önleyemedi . Böylece İngiltere, I. Dünya Savaşı’nda kazandığı fırsatları birer birer kaybediyordu. Tabiki Anadolu içinde de, İngiltere Yunanistan’dan istediği sonucu alamamış ve Türkiye, kendi topraklarını kurtarmak yolunda yürüttüğü mücadeleyi kazanacaktı. İngiltere, ilk başta buna inanmak istemese de aynı Fransa ve İtalya gibi, Türk Milli Mücadelesinin meşruiyetini tanımak zorunda kalacaktı. Böylece, İngiltere’nin Anadolu macerası da hüsranla sonuçlanmış olacaktı. İngiltere’de Türklere karşı, yürütülen olumsuz politikanın mimarı Lloyd George idi. Lloyd George, bu politikasını Liberal Parti Başkanı Gladstone’dan devraldı. Lloyd George’a göre, “Türkler bu toprakların sahibi değildir ve yapacakları en büyük iyilik bu ülkeyi terketmektir” şeklinde açıklamalarda bulunuyordu. Lloyd George, kendisi adeta Türkleri Anadolu’dan atmaya kararlıydı. Ancak kendisinin desteklediği Yunan askerleri, Türk direnişi karşısında birşey yapamadılar. Ancak Lloyd George politikası belli bir süre sonra, hem kendi müttefiklerinden hem de kendi ülkesinin siyasetçi ve basınından çok fazla tepkiler almaya başladı. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi bu konuda da, çok fazla sayıda haber yayınlayarak Lloyd George’un her adımını takip etmişlerdir. 141 Özellikle yayınlanan haberler arasında, onun tam bir Türk düşmanı olduğu ancak, zaman içinde kendi müttefiklerinin ve İngiliz halkınında ona karşı düşmanlık beslediğini belirtmiştir ve onun artık siyasetten düşmesi gerektiğine inanıyorlardı. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Lloyd George‘un sükutunu “Lloyd George insanlık için olduğu gibi, İngiltere için de bir felaket olmuştur” şeklinde yayınlamıştır. KAYNAKÇA 1. RESMİ YAYINLAR T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. 23, T.B.M.M.Matbaası, Ankara, 1960. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. 3, T.B.M.M. Basımevi, Ankara, 1981. T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara 1985. 2. GAZETELER Hakimiyet-i Milliye 3. KİTAPLAR AKŞİN, Aptülahat, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK. Basımevi, Ankara, 1991. AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), C. I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004. AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Son Meşrutiyet 1919-1920), C. II, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004. 143 ALP, İlker, Şark Meselesi Veya Emperyalizmin Türk Politikası, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları, Edirne, 2008 ARMAOĞLU, Fahir, Siyasi Tarih (1789-1960), Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1975 ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk (1919-1927), Türk Tarih Kurumu, C. I, Ankara, 1999. ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık , İstanbul, 1969. AYBARS, Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I (Kuruluş), Zeus Kitabevi, İzmir, 2006. AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, Mustafa Kemal, (1881-1919), C.I, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1994, AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam İsmet İnönü, C. I, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1966. BAĞIŞ, Ali İhsan , Türk-İngiliz İlişkileri 1583-1984. (400. Yıldönümü), Başbakanlık Basın Yayın ve Enformsyon Genel Müdürlüğü, Ankara, 1985. BURAK, Durdu Mehmet, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-İngiliz İlişkileri (1914-1918), Babil Yayıncılık, Ankara, 2004. 144 BURÇAK, Rıfkı Salim, Tür-Rus-İngiliz Münasebetleri (1791-1941), Aydınlık Matbaası, İstanbul, 1946. BAYAR, Celal, Ben de Yazdım: Milli Mücadele’ye Giriş, C.5, Sabah Yayıncılık, İstanbul, 1997. BAYKARA, Tuncer, Türk İnkılâp Tarihi ve Atatürk İlkeleri, İstanbul. 1991. BAYKAL, Hülya, Türk Basın Tarihi 1831-1923 (Tanzimat-Meşrutiyet-Milli Mücadele), İstanbul, 1990. BAYTOK, Taner, İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı, Başnur Matbaası, Ankara, 1970. BAYUR, Yusuf Hikmet, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989. BELEN, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983. BIYIKLI, Mustafa, Batı İşgalleri Karşısında Türkiye’nin Ortadoğu Politikaları Atatürk Dönemi, Bilimevi Yayıncılık, İstanbul, 2006. ÇALIK, Ramazan, Alman Basınında Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa (1919-1923), Özkan Matbaacılık, Ankara, 2004, 145 COŞAR, Sami, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1964. DERELİ, Hamit, Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1951. DÖNMEZ, Cengiz, Milli Mücadele’ye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Atattürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999. EROĞLU, Hamza, Türk İnkılap Tarihi, Savaş Yayınları, İstanbul, 1982. NADİ, Yunus, Ali Galip Hadisesi, Cumhuriyet Yayınları, Ankara, 2000. GÖKBİLGİN, Tayyib, Milli Mücadele Başlarken, C. I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1959. GÖNLÜBOL, Mehmet- Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1965), (Kolektif eser), Sevinç Matbaası, Ankara, 1969. GÜLMEZ, Nurettin, Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'da Yeni Gün, A.A.M. Yayınları, Ankara, 1999. GRAVES, Philip P., İngilizler ve Türkler Osmanlı'dan Günümüze Türkİngiliz İlişkileri (1789-1939), (Çeviren: Yılmaz Tezkan), 21.Yüzyıl Yayınları, İstanbul, 1999. 146 HELMREICH, C. Paul, Sevr Entrikaları “Büyük Güçler, Maşalar, Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi”, (Çeviren; Şerif Erol), Sabah Yayınları, İstanbul, 1996. İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987. İsmet İnönü, ATASE Yayınları, Ankara, 1987. JAESCHKE, Gotthard, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, (Çeviren; Cemal Köprülü), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991. KANSU, M. Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I, Türk Tarih Kurumu, Ankara , 1988. KANSU, M. Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.II, Türk Tarih Kurumu, Ankara , 1968. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V, Ankara, 1961 KASALAK, Kadir, Milli Mücadele’de Manda ve Himaye Meselesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1993. KARADAĞ, Raif, Şark Meselesi, Nida Yayınevi, İstanbul, 1971. KARAKAYA, Ali, Milli Mücadele’de Manda Sorunu Harbord ve KingCrane Heyetleri, Başkent Klişe ve Matbaacılık, Ankara, 2001. 147 KARAKUŞ, Erdoğan, İngiliz Belgelerinde İkinci Dünya Savaşı Öncesi Türk-İngiliz İlişkileri (1938-1939), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara. KAYA, Abdulkadir, Sevr ve Lozan’da Sınırlar Ve Toprak meselesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara , 2007. KIRKPINAR, Kenan, Ulusal Kurtuluş Savaşı Dönemi İngiltere ve Türkiye (1919-1922), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004. KİNROSS, Lord, Atatürk (Bir Milletin Yeniden Doğuşu), Sander Kitabevi, İstanbul, 1966. KOCABAŞ, Süleyman, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar Türkiye ve İngiltere, Vatan Yayınları, İstanbul, 1985. KURAT, Akdes Nimet, Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlaması ve Gelişmesi (1553-1610), Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Enstitüsü Yayını, Ankara, 1953 KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1978. MELEK, Kemal, Doğu Sorunu ve Milli Mücadelenin Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul 148 MERAM, Ali Kemal, Belgelerle Türk İngiliz İlişkileri Tarihi, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969 MÜDERRİSOĞLU, Alptekin, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, AAM Yayınları, Ankara, 1990. ÖKE, Mim Kemal, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu (1918-1926), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1992. ÖZKAYA, Yücel, Milli Mücadele’de Atatürk ve Basın (1919-1921), Ankara, 1989. ÖZSOY, Osman, Türk Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası. Saltanattan Cumhuriyete Giden Yol. Olaylar- Belgeler-Gerçekler, Alan Matbaası, İstanbul, 1999. ÖZTOPRAK, İzzet, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1981. SANDER, Oral, Siyasi Tarih, İlkçağlardan 1918’e, İmge Kitapevi, Ankara, 1997. SELEK, Sabahattin, Anadolu İhtilali, C. I, İstanbul, 1963. 149 SELEK, Sabahattin , Anadolu İhtilali, C. II., Kastaş Yayınları, İstanbul, 2004. SONYEL, Selahi, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1973. SONYEL, Selahi, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986 SONYEL, Selahi, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Teşkilatının Türkiye’deki Eylemleri, TTK Basımevi, Ankara, 1995. ŞAMSUTDİNOV, A. M., Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi ( 1918-1923), (Çeviren: Ataol Behramoğlu), Doğan Kitapçılık, İstanbul, 1999. ŞİMŞİR, Bilal, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1941-1938), TTK. Yayınları, C. II, Ankara, 1975. TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. IV, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1974. TURAN, Mustafa, Milli Mücadele’de Siyasi Çözüm Arayışları (30 Ekim 1918- 20 Ekim 1921), Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon, 1999. Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, C. IX, Anadolu Yayıncılık, İstanbul, 1991 150 UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1985, s. 442. ULUBELEN, Erol, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2006. UYKUCU, Ekrem, Cumhuriyet Tarihi Ansiklopedisi, Kervan Yayınları, İstanbul, 1973. YALÇIN, E. Semih, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I Kaynaklar, Siyasal Kitapevi, Ankara, 2004. YALÇIN, E. Semih- Mustafa Turan, Türk İnkılap Tarihi ve Atatürk İlkeleri, (Kolektif eser), Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004. YAVUZ, Ünsal, Atatürk İmparatorluktan Milli Devlete, TTK .Basımevi, Ankara, 1990. 4. MAKALELER “Afyon Halkı Secde-i Şükranda”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1922, No: 594. AKBIYIK, Yaşar, “Güney Vilayetlerimizin İşgalinin Türk Basınındaki Yankıları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. IV, S.12, Ankara, 1991. 151 AKTAŞ, Hayati, “Türk ve İngiliz Belgelerinde Atatürk’ün Samsun’daki Faaliyetleri”, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, S. 172, Nisan, 2001, “Aldanmayacağız”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Eylül 1922, No: 598. “Anadolu Teşkilatına Kim Memur İdi”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189. “Anadolu Ajansı”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Nisan 1920, No: 20. “Anadolu’da İki Kişi Mağlub Edilmiştir”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922, No: 608. “Anadolu’dan Acıklı Bir Sadâ”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Şubat 1920, No: 6. “Anadolu’nun Sesleri”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1920, No: 13. “Anadolu Hainler ve Zalimlerle Anlaşamaz”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1920, No: 64. “Avrupa ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Ocak 1920, No: 4. “Avrupa Zulüm ve Hıyanetinin En acı Numunesi”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32. BAYKAL, Hülya, “ Milli Mücadele’de Basın”, Atatürk Araştırma Dergisi, C. IV, S.11, Ankara, 1988. Merkezi 152 “Biraz Tevakkuf “,Hakimiyet-i Milliye, 18 Aralık 1920, No: 87. “Bir Suikast”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31. “Bir Milleti Nasıl Ölüme Mahkum Ediyorlar?”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1920. “Boğazlar Meselesinde İngiltere ve Fransa”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Eylül 1922, No: 610. “Boğazlarda Rusya’nın Nokta-i Nazarı”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612. “Büyük Millet Meclisi’nde Millî Galeyan”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32. “Casus Mustafa Sağir’in İkinci Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189. “Cenova Konferansına Davetimiz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1922, No: 440. “Cenova Konferansı Tahakkuk Ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Ocak 1922, No: 419. “Cenova Konferansında İlk Fırtına”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Nisan 1922, No: 485. “Cenova Konferansı’da Tehir Ediliyor”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Şubat 1922, No: 420 153 “Cenova Konferansında İlk Mühim Nutuklar”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Nisan 1922, No: 484. “Cenova’da Fevkalade Mühim Bir Hadise”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Nisan 1922, No: 488. “Cenova Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 30 Nisan 1922, No: 495. “Cenova’da Lloyd george’nin Beyanatı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1922, No: 497. “Cenova Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1922, No: 499. ÇULFALI, Mustafa, “Çanakkale Krizi ve Lloyd George’un İktidardan Düşmesi (Eylül-Ekim 1922)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XV, S.45, Ankara, 1999. “Damat Ferit’in Sükutu”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Ekim 1920, No: 67. DÖNMEZ, Cengiz, “XX. Yüzyıl Başlarında İngiltere’nin Ortadoğu Politikası ve Bunun Milli Mücadeleye Etkileri”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 17, S. 1, Ankara, 1997. DÖNMEZ, Cengiz, “Millî Mücadele Döneminde İngiltere’nin Türkiye’de Yürüttüğü Casusluk Faaliyetleri”, Kastamonu Eğitim Dergisi, C. 3, S. 4, 1997. 154 DÖNMEZ, Cengiz, “Milli Mücadele Döneminde Türkiye’de Görev Yapan Bazı İngiliz Memurlarının Türkiye’yi İngiliz Himayesi Altına Sokmaya Yönelik Faaliyetleri”, Kastamonu Eğitim Dergisi, C. 3, S. 4, 1997. ENGİNSOY, Cemal, “İngiliz Kaynaklarına Göre Atatürk”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. VII, S.19, 1990. “Eracif”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Şubat 1920, No: 9. Eşref Edip, “Anadolu’da İslam Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Mart 1921, No: 135. EVSİLE, Mehmet, “Amasya Tamimi ve Atatürk'ün Amasya'daki Faaliyetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XIV, S.40, 1998. “Fransa’nın Nokta-i Nazarı”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Mart 1920, No: 15. “Garp Fırıldağı”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Aralık 1920, No: 85. “Gazi Başkumandanımızın Ordu ve Milletimize Beyannamesi”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Eylül 1922, No: 596. “Gazi Başkumandanımızın Millete Beyannamesi”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Eylül 1922, No: 611. “Hakimiyet-i Milliye”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1920, No: 1. 155 Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1920, No: 31. Hakimiyet-i Milliye, 28 Eylül 1922, No: 620. Hakimiyet-i Milliye, 22 Ekim 1922, No: 643. “Hala Diyorlar mı ki ?”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31. “Heyet-i Muarahhasa Ankara’ya Geliyor”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136. “Hıyanet Kongresi”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1922, No: 186. “Hilafetin Halaskarı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ocak 1923, No: 674. “Hilafet ve İslam Alemi”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1920, No: 27. “Hilafer Ordusu İçin İngiliz Parası”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190 “Hindistan Hareketleri”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Kasım 1920, No: 72. “Hintli Bir Mücahidin Din Kardeşlerine Hitabı”, Hakimiyet-i Milliye, Nasan 1920, No: 24. “Hint Müslümanları”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1920, No: 16. “Hindistan’da Tezahürat”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2. “Hindistan Hareketleri”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Kasım 1920, No: 72. 23 156 “Irak ve El-Cezire’de Vaziyet”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Mart 1921,. No: 132. “İhtilal mi İnkilab mı?”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1922, No: 515. “İlk Çiçek”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Ekim 1922, No: 639. “İngiltere ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Mayıs 1922, No: 513. “İngiliz Casusu Mustafa Sağir’in Mahkemesi Dün Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Mayıs 1921, No: 174 “İngilizlerin Hulul Siyasetinden Bir Numune”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1921, No: 180. “İngiltere ve İslam Müstemlekeleri”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1921, No: 164. “İngiltere Müstecil Bir Konferans Akdini istiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612. “İngilizlerin İslam Siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Nisan 1920, No: 23. “İngiltere-İran- Sovyet Rusyası”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1921, No: 145. “İngilizler Mekke’de Bir İslam Kongresi Topluyor”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1922, No: 186. “İngiliz Muhipler Cemiyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190. 157 “İngiliz Müstemlekatı Askeri Muaveneti Reddetmiştir”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612. “İngiliz Tebası’da İzmir’den Gidiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1922, No: 600. “İnönü Meydan Muharebeleri”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Mayıs 1921, No: 183. “İngiltere Yunanistan’ı Terk Etmedikçe...”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ağustos 1921, No: 254. “İran İngiliz Boyunduruğundan Kurtuldu”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ağustos 1921, No: 260. “İran, Şah, İngiltere”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Şubat 1921, No: 120. “İnönü Meydan Muharebeleri”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Mayıs 1921, No: 183. “İstanbul Haberleri”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37. “İstanbul’da Yunan Propaganda Teşkilatı”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Mayıs 1921, No: 178. “İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1920, No: 35. “İstanbul”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Temmuz 1920, No: 43. 158 “İstanbul Gazeteleri Mütareke İntihardır Diyor”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, No: 466. “Kan ve Cenova Konferansları”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1922, No: 446. KOCABAŞ, Süleyman, “Türk-İngiliz İlişkilerinin Dönemleri”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, S.204, Aralık, 2003. “Konya Olayları Hakkında Şayan-ı Dikkat Noktalar”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Ekim 1920, No: 66. “Lloyd George’un Konferanstan Beklediği”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Şubat 1921, No: 115. “Lloyd George Büyük Bir İnhizam İle Sükut etti”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ekim 1922, No: 638. “Loyd George’nin Nutku ve İngiliz Matbuatı”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Ekim 1922, No: 639. “Lloyd George Büyük Bir İnhizam İle Sükut etti”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ekim 1922, No: 638. “Londra’da Yeni Bir Konferans Toplanıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Aralık 1920, No: 83. “Londra Oyunu”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136. “Londra Konferansı Müzakeratının Tafsilatı”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Mart 1921, No: 121. 159 “Londra Oyunu”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136. “Londra Müzakeratı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1921 No: 123. “Memleket Evladı Arasına İhtilaf Sokmak”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190. “Mısır Ahvali”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Mart 1920, No: 15. “Mısır Ahvali”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1920, No: 11. “Mısır ve Alem-i İslam”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2. “Mısır ve Alem-i İslam”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2. “Mısır İstiklalini İlan ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1922, No: 446. “Mısır İstiklali ve İngiliz Arzusu”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Mart 1922, No: 448. “Mısır Meselesi ve İngilizler”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Ağustos 1921, No: 263. “Mısır Meselesi Ne Şekle Girmekte?”, Hakimiyet-i Milliye, 8 Ağustos 1921, No: 258. “Mısır’da Uçurum Gittikçe Sertleşiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Temmuz 1921, No: 248. “Mudanya Konferansı’nda Akd Edilmiş Olan Mukavele-i Askeriye Metni”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1922, No: 633. 160 “Mudanya Konferansı Bugün Başlıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ekim 1922, No: 624. “Murahhaslarımızın Londra’ya Resmen Daveti”, Hakimiyet-i Milliye, 25 Şubat 1921, No: 118. “Mütareke Teklifi”, Hakimiyet-i Milliye, 26 Mart 1922, No: 465. “Mütareke Etrafında”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, No: 466. “Öldürücü Muâhede Hakkında Yine Avrupalıların Nokta-i Nazarı ve Türkiye Muâhedesinin Tatbiki”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Mayıs 1920, No: 34. ÖNDER, Mehmet, “Milli Mücadele’nin Gazetesi Hakimiyet-i Milliye Nasıl Çıkarıldı?”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. VII, S.20, Ankara, 1991. ÖZKAYA, Yücel, “Milli Mücadele’de Anadolu Ajansı’nın Kuruluşu ve Faaliyetlerine Ait Bazı Belgeler”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. I, S.2, Ankara, 1985. ÖZTOPRAK, İzzet, “Londra Konferansı ve Türkiye Meselesinin Cereyan-ı Müzakeratı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XI, S. 33, Ankara, 1995. “Plavra Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922, No: 608. “Rakofski ve Çiçerin’in Mühim Beyanatı”, Hakimiyet-i Milliye, 1922, No: 485. 18 Nisan 161 “Rusya’nın zaferimizi Tebriki”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Eylül 1922, No: 599. “Sağir Kimdir?”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1921, No: 180. “Sağir Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1921, No: 175. “San Remo’nun İç Yüzü”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37. “San Remo’nun Akibeti”, Hakimiyet-i Milliye, 26 Temmuz 1920, No: 50. “San Remo Muahedesi, Yunanistan ve Ermenistan” Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 18 Temmuz 1920, No: 47. “Sevr Muahedesi Gömülmelidir”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1922, No: 468. SİVRİ, İsmail, “Kurtuluş Savaşında Türk Basını”, Kıbrıs Türk Basınının 100. Yılı Sempozyumu, Lefkoşe, 1989. “Sulh Konferansı Başlar Başlamaz Sükut”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Mayıs 1921, No: 192. “Sulh Muâhedesi Muvâcehesinde Biz ve Damat Ferit Kabinesi”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mayıs 1920, No: 33. “Sulhün İmzası”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ağustos 1920, 56. 162 “Sulhün Anahtarı Türkiye’dedir”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No: 255. “Suriye’de İngiliz Tahrikatı”, Hakimiyet-i Milliye, 11 Nisan 1921, No: 156. “Şarkta İngiliz siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No: 255. “Şark Meselesi”, Hakimiyet-i Milliye, 11 Nisan 1921, No: 156. “Şark Meselesi Avam Kamarasında Yeniden Mevzubahis Oldu”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Şubat 1922, No: 443. “Şerif Hüseyin’in Aldığı Paralar”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189 “Tan’ın Baş Makalesi”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Mart 1922, No: 470. “Tefessüh Arifesinde”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Mayıs 1922, No: 507. “Times’in Cidali”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ağustos 1921, No: 254. “Türkiye’nin Hudutları”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Temmuz 1920, No: 42. “Üç Devlet Harbiye Nazırının Dün Sabah Paris’te İçtimaları Mukarrer İdi”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Mart 1922, No: 463. ÜNER, Ragıp, “Tarihte Türk-İngiliz İlişkileri”, Hayat Tarih Mecmuası, C. 2, S.8, 1975. 163 “Vasi Bir İhanet Planının Yıkılması”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Eylül 1922, No: 599. “Vaziyet-i Harbiye”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Eylül 1922, No: 595. YALÇIN, E. Semih, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş ve 19 Mayıs Ruhu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XV, S.45, 1999. “Yaptıkları Sulh Muahedesi Ne Şekilde?”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32. “Yaşamak İçin”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Haziran 1920, No: 38. YAVUZ, Nuri, “Şark Meselesi Açısından Ortadoğu Gelişmeleri”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 23, S. 3, Ankara, 2003. “Yıkılan Gurur”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Ağustos 1922, No: 592. “Yunan Fırkasının Esaretini İstanbul’da Teyit ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Eylül 1922, No: 609. “Yunan Vaziyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1922, No: 600. “Yunanlılar Bir Mütareke Rica Ediyorlar”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Eylül 1922, No: 601. EKLER 165 Ek.1. “Hakimiyet-i Milliye”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1921, No: 1. 166 Ek.2.“İngilizler’in İslam Siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1920, No:23. 167 Ek.3. “Lloyd George Siyaseti Bir Felakettir”, Hakimiyet-i Milliye, 21 Mart 1922, No: 461. 168 Ek.4. “Hıyanet Kongresi”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1921, No: 186. 169 Ek.5. “Sulhun Anahtarı Türkiye’dedir”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No:255. 170 Ek.6. “İngilizlerin Şark Siyaseti ve Hataları”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ekim 1921, No: 312. 171 Ek.7. “Mudanya Konferansı Bugün Başlıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ekim 1922, No: 624. 172 Ek.8. “Mudanya Konferansı’nda Akd Edilmiş Olan Mukavele-i Askeriye Metni”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1922, No: 633. 173 Ek.9. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 23, TBMM Matbaası, Ankara, 1960, s. 350‐353. 174 175 176 ÖZET (YAVUZ, Şule), (Hakimiyet-i Milliye Gazetesine Göre Milli Mücadele Döneminde Türk- İngiliz İlişkileri), (Yüksek Lisans), Ankara, (2009) Osmanlı Devleti’nin, zayıflamaya başladığı andan itibaren, menfaatleri gereği Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruma siyaseti güden İngiltere, bu politikasını 20. yüzyılda Osmanlı Devletini imha etme siyaseti olarak değiştirmiştir. İngiltere, zengin topraklar üzerinde bulunan Osmanlı Devleti’nin her türlü zenginliğini ele geçirip, dünya hakimiyetini kurmak ve sağlamlaştırmak için yanında bir rakip istemiyordu. Bu nedenle, İtalya ve Fransa ile I. Dünya Savaşı’ndan sonra hep ihtilaf içinde olmuşlardır. Ancak bu süreç içinde, aynı 1920 Sevr Antlaşması’ndaki gibi, her imzalanan antlaşmanın altında, her girişilen askeri harekatın müttefiklerini katmadan hesaba hareket ediyordu. altında Bu İngiltere, nedenle Milli Mücadele’nin sonuna doğru, artık İngiltere bu siyaset içinde maşa olarak kullandığı Yunanlılar ile tek başına kalmıştı. Artk, İtalya ve Fransa’da, yıkılmış Osmanlı üzerinden bir Cumhuriyet çıkaracak olan Mustafa Kemal ve kurucusu olduğu Bağımsız Türk Devleti ile antlaşma imzalamış ve Türkiye’nin her anlamda bağımsızlığını tanımıştı. İngiltere Milli Mücadele döneminde ortada savaşan bir devlet görüntüsü çizmese de, Anadolu’da son kozu olan Yunanlıları öne sürerek Türk halkını zor durumda bırakmaya çalışmıştır. Yunan politikasının en büyük destekçisi ise, Gladstone siyasetini devam ettiren, Türklerin Anadolu’dan atılması gerektiğini savunan Lloyd George olmuştur. Lloyd George, çok katı bir biçimde gerek askeri, gerek siyasi ve gerek basını kullanarak Türk halkına zor zamanlar yaşatmıştır. Ancak izlediği siyaset daha sonra, en fanatik İngilizler ve dünya tarafından şiddetle kınanmıştır. Bu siyasetin acil olarak bitirilmesi ve Ortadoğu’da bağımsız bir Türkiye’nin bulunduğu bir sulh yapılması ve Türkiye’nin memnun edilmesinin Ortadoğu topraklarında barışı getireceği sık sık dile getirilmiştir. Bu çalışmada, 1920-1923 yıllarını kapsayan Milli Mücadele dönemindeki, Türkİngiliz İlişkileri tamamen Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin bakış açısıyla 177 incelenmiştir. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi de, ilk sayısından son sayısına kadar Türkiye’nin en ezeli ve en tehlikeli düşmanının İngiltere olduğunu özenle çıkardığı haberlerlerle dile getirmiştir ve bu düşmandan kurtulmak için milletin, topyekün hareket ederek savaşması gerektiğini hep belirtmiştir. ve bu durumda Milli Mücadele’nin kazanılmasında en önemli ateşleyici güç olmuştur. Anahtar Kelimeler, 1. Milli Mücadele 2. Türk-İngiliz 3. Lloyd George 4. Hakimiyet-i Milliye 5. Dış Politika 178 ABSTRACT (YAVUZ, Şule), (Turkish English Relations At National Struggle Period According To The Hakimiyet-i Millliye Newspaper), ( Yüksek Lisans), Ankara, (2009) From the time, the Ottoman Empire started to weaken, Britain who was following a policy of containment of the integrity of the Ottoman Empire, changed this policy to the destruction of the Ottoman Empire in the 20th century due to her interests. Great Britain, in order to capture all sorts of her wealth of State of Ottoman and to establish and fortify its global dominance, desired no competitor. Thus, Britain has always been in conflict with Italy and France after the First World War. On the other hand, when they undersigned any treaty and when they waged a military operation, Britain, same as it did at Treaty of Sèvres, did not take her allies into account. Therefore, towards the end of the “National Struggle”Britain was left alone with only Greece which she used as a tool in her policy. Anyhow, Italy and France has signed a treaty with Mustafa Kemal, who has founded a Republic from the ruins of the Ottoman Empire and his Independent Turkish State and recognized Turkey’s independence in all senses. However, Britain, was not a belligerent state during the Turkish national independence war. They had tried to give hard times to Turkish nation by using Greeks as the last resort in Anatolia. Lloyd George had given hard times to Turkish nation by utilizing military, politics and press. Nevertheless, his policy was strongly condemned by even fanatic Britons as well as the international community. Termination of this policy, peace with an independent Turkey in the Middle East and satisfying the expectations of Turkey in the Middle East were mentioned as the elements of peace in the Middle East. In this paper, the Turkish-British relations during the national struggle period between 1920-1923 were examined from the perspective of Hakimiyet-i Milliye Newspaper. From the first issue to the last one, Hakimiyet-i Milliye, by the means of its elaborate 179 news, voiced that Turkey’s most dangerous and oldest enemy was England and in order to be saved from this enemy the nation had to fight in unity. Thus, Hakimiyet-i Milliye played a profound role to reach the triumph at the end of national struggle. Key Words: 1- National Struggle 2- Anglo-Turco 3- Llyod George 4- Hakimiyet-i Milliye 5- Foreign Policy