talasemi hastalarında dmt1 polimorfizminin kan kurşun ve demir

advertisement
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TALASEMİ HASTALARINDA DMT1 POLİMORFİZMİNİN
KAN KURŞUN VE DEMİR DÜZEYLERİ İLE İLİŞKİSİNİN
ARAŞTIRILMASI
Derya SÖYLEMEZ
DİSİPLİNLERARASI ADLİ BİLİMLER ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Doç. Dr. Birsen KAPLAN
Yrd. Doç.Dr. Zeliha KAYAALTI
2011- ANKARA
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TALASEMİ HASTALARINDA DMT1 POLİMORFİZMİNİN KAN
KURŞUN VE DEMİR DÜZEYLERİ İLE İLİŞKİSİNİN
ARAŞTIRILMASI
Derya SÖYLEMEZ
DİSİPLİNLERARASI ADLİ BİLİMLER ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Doç. Dr. Birsen KAPLAN
Yrd. Doç. Dr Zeliha KAYAALTI
Bu tez “Toksik Metaller ve İz Elementlerin Sağlıklı ve Hasta Bireylerde
Düzeyleri” başlıklı ve 2003K1201920-6 numaralı DPT Projesi kapsamında
desteklenmiştir.
2011-ANKARA
ii
KABUL VE ONAY
İÇİNDEKİLER
Kabul ve Onay
Hata! Yer işareti tanımlanmamış.
İçindekiler
iii
Önsöz
vi
Simgeler ve Kısaltmalar
vii
Şekiller
x
Çizelgeler
xii
1. GİRİŞ
1
1.1 Hemoglobin
1.1.1 Hemoglobin Molekülü ve Yapısı
1.2 Talasemi
1.2.1 Tanım
1.2.2 Talasemi Tipleri
1.2.2.1 Alfa Talasemiler
1.2.2.1.1 Sessiz α- Talasemi Taşıyıcı Tipi
1.2.2.1.2 α- Talasemi Taşıyıcı Tipi
1.2.2.1.3 Hb H Hastalığı
1.2.2.1.4 Hb Bart’s Hidrops Fetalis Sendromu
1.2.2.2 Beta Talasemi
1.2.2.2.1 Beta Talasemise Klinik Bulgular
1.2.2.2.1.1 Talasemi Major (Homozigot Beta Talasemi)
1.2.2.2.1.2 Talasemi İntermedia
1.2.2.2.1.3 Talasemi Minör ( Heterezigot Beta Talasemi)
1.3 Metaller
1.3.1 Tanım
1.3.2 Demir
1.3.2.1 Demir Metabolizması
1.3.2.2 Demirin Vücutta Dağılımı
1.3.2.3 Demir Emilimi
1.3.2.4 Demir Toksisitesi
1.3.3 Kurşun
1.3.3.1 Kurşunun Özellikleri ve Kurşun Maruziyeti
1.3.3.2 Kurşun Absorbsiyonu ve Metabolizması
1.3.3.3 Kurşun Toksisitesi
1.4 DNA
1.4.1 Genetik Polimorfizm
1.4.1.1 Polimorfizm Çeşitleri
1.4.1.1.1 Tek Nükleotid Değişim (Single Nucleotide Polymorphism:SNP)
1.4.1.1.1.1 SNP’lerin Protein Oluşumu Üzerine Etkileri
1.5 DNA İzolasyonu
1.5.1 Fenol kloroform İzolasyonu
1.6 Polimeraz Zincir Reaksiyonu (Polymerase Chain Reaction: PCR)
5
5
9
9
9
10
12
13
13
13
15
19
19
19
20
20
20
21
21
21
23
27
29
29
32
33
35
35
35
36
40
40
41
42
iv
1.6.1 PCR’ın Aşamaları
1.6.2 PCR Bileşenleri
1.7 RFLP (Restriksiyon Fragman Uzunluk Polimorfizmi: Restriction Fragment
Length Polymorphism) Yöntemi
1.7.1 Restriksiyon Endonükleaz (RE) Enzimlerinin Sınıflandırılması
1.8 Gen Ekspresyonu
1.9 Divalent Metal Transporter (DMT1)
1.10 Atomik Absorpsiyon Spektroskopisi (AAS)
1.10.1 Alevli Atomik Absorpsiyon Spektroskopisi (AAAS)
1.10.2 Grafit Fırınlı Atomik Absorbsiyon Spektroskopisi (GFAAS)
43
46
2. GEREÇ VE YÖNTEM
2.1 Metal Analizi
2.1.1 Gereçler
2.1.1.1 Numuneler
2.1.1.2 Hasta Rızası
2.1.1.3 Kullanılan Kimyasal Maddeler
2.1.1.4 Kullanılan Araç ve Gereçler
2.1.2 Yöntem
2.1.2.1 Örneklerin Alınması
2.1.2.2 Örneklerin Metal Analizi
2.1.2.2.1 Tam Kan Örneklerinde Demir Analizi
2.1.2.2.2 Tam Kan Örneklerinde Kurşun Analizi
2.2 DMT-1 Polimorfizmi
2.2.1 Gereçler
2.2.1.1 Kullanılan Kimyasal Maddeler
2.2.1.2 Kullanılan Araç ve Gereçler
2.2.2 Yöntem
2.2.2.1 Sıvı Kan Örneklerinden DNA İzolasyonu
2.2.2.2 Genomik DNA’nın Agaroz Jel Elektroforezi ile Belirlenmesi
2.2.2.2.1 %0.5’lik Agaroz Jel Hazırlanması
2.2.2.2.2 Agaroz Jel’e Yüklemek İçin Örnek Hazırlanması ve Yürütme Koşulları
2.2.2.3 PCR
2.2.2.3.1 Primerler
2.2.2.3.2 PCR Bileşenleri ve PCR Programı
2.2.2.3.3 PCR Ürünü İçin Agaroz Jel Hazırlanması
2.2.2.4. PCR Ürününün RFLP Yöntemi ile Kesimi
2.2.2.4.1. Mnl1 Restriksiyon Enziminin Özellikleri
2.2.2.4.2. Mnl1 Enzim ile Kesim İşlemi
2.2.2.4.3. Mnl1 Enzimi ile İnkübasyondan Sonra Agaroz Jel Hazırlanması
2.3 İstatistiksel analizler
57
57
57
57
57
57
58
58
58
59
59
62
65
65
65
66
67
67
68
68
69
69
70
71
72
72
72
73
73
73
47
49
50
52
55
56
56
3. BULGULAR
75
3.1 Toplumumuz Bireylerinde DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmini
Belirlemek Amacıyla Yapılan Analiz Sonuçları
75
3.2 Ölçülen Parametrelerin Tanımlayıcı İstatistikleri
75
3.3 Yaş Grupları ile Pb,Fe, HCT ve Ferritin Düzeyleri Arasındaki İlişki
75
3.4 Agaroz Jel Elektroforezinde Genomik DNA’nın Yürütülmesi
76
v
3.4.1 DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleot Polimorfizminin PCR Yöntemiyle
Amplifiye Edilmesi
3.4.2 DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizminin MnlI Restriksiyon
Enzimi ile Amplifiye Edilen Bölgenin Kesimi
3.4.2.1 DNA Örneklerinin Genotiplendirilmesi
3.4.2.2 DMT1 IVS4+44 : “C/C” Genotipli Homozigot Tipik Bireyler
3.4.2.3 DMT1 IVS4+44: “A/A” Genotipli Homozigot Tipik Bireyler
3.4.2.4 ”DMT1 IVS4+44”: “C/A” Genotipli Heterezigot Tipik Bireyler
3.4.3 Mnl1 Enzimi ile Kesilen Baz Çiftlerinin Bant Uzunlukları
3.4.4 DMT1 IVS4+44 Tek Nükleotid Polimorfizminin Genotip Frekansı
3.4.5 DMT1 IVS4+44 Tek Nükleotid Polimorfizminin Alel Frekansı
3.5 Çalıştığımız populasyonun Hardy-Weinberg dengesinin tespiti
3.6 Fe konsantrasyonu ile DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmi
genotiplerinin karşılaştırılması
3.7 Pb kosantrasyonu ve DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmi
genotiplerinin karşılaştırılması
3.8 Talasemi Hastalarında Metal Düzeylerinin DMT1 IVS4+44 C/A Tek Gen
Polimorfizmi genotipleri ile ilişkisi
3.9 Talasemi Hastalarında Metal Düzeylerinin DMT1 IVS4+44 C/A Tek Gen
Polimorfizminin alelleri ile ilişkisi
3.10 Talasemi Hastalarında Ferritin ve Hct parametrelerinin DMT1 IVS4+44 C/A
Tek Gen Polimorfizmi genotipleri ile ilişkisi
3.11 Talasemi Hastalarında Ferritin ve Hct parametrelerinin DMT1 IVS4+44 C/A
Tek Gen Polimorfizminin alelleri ile ilişkisi
76
77
78
78
80
81
82
83
84
84
85
86
87
88
88
89
4. TARTIŞMA
90
5. SONUÇLAR VE ÖNERİLER
95
ÖZET
SUMMARY
KAYNAKLAR
EKLER
ÖZGEÇMİŞ
98
99
100
109
111
vi
ÖNSÖZ
Tez konusu seçiminde, tezimin hazırlanmasında yol gösteren, araştırmaları ve
deneylerin yürütülmesinde yardımlarını esirgemeyen, karşılaşılan sorunların
çözümünde bilimsel ve sosyal desteğini her zaman yanımda hissettiğim bana
toksikolojiyi sevdiren ve öğreten, ufkumu açan değerli hocam Ankara Üniversitesi
Adli Bilimler Enstitüsü Müdürü, Sayın Prof. Dr. Tülin SÖYLEMEZOĞLU’na,
Çalışmalarımın her aşamasında, özellikle genetik deneylerin yapılmasında ve
istatistiksel analizlerin yorumlanmasında çok büyük katkıları ve desteği olan değerli
hocam Yrd. Doç. Dr. Zeliha KAYAALTI’na,
Yüksek lisans öğrenimim boyunca her konuda beni destekleyen tez danışmanım
sayın Doç. Dr. Birsen KAPLAN’a,
Kimyasal analizlerin yapılmasında ve yorumlanmasında emeği geçen Dr. Bio. Vügar
Aliyev’e,
Örneklerin toplanması ve gerekli verilere ulaşma konusundaki yardımları için
Doç. Dr. Birol GÜVENÇ ve Uzm. Dr. Fatih Öçal’a, Adana Kan Hastalıkları Derneği
Başkanı Şahin ÖZBİNGÜL ve Tarsus Talasemi Derneği Başkanı Sefa TÜRKEL’e,
çalışmamın başlamasında gayretlerini unutamayacağım Uzm. Hemşire Lema
ÇAPAR ABACI ve Hemşire Yıldız YÜCE’ye,
Hayatıma ayrı bir anlam katan ve katacak olan, çalışmalarım süresince sıkıntılarımın
aşılmasında yardımcı olup dertlerimi paylaşan, desteğini her zaman yanımda
hissettiğim Yük. Bilg. Müh. Gökhan GÖKYER’e,
Laboratuar çalışmalarım dahil, hayatımda manevi destekleriyle her zaman yanımda
olan, içten ve gerçek bir dostlukla her konuda yardımıma koşan hocalarım Uzm. Bio.
Ayşe KARAKUŞ’a, Uzm. Bio. Emrah DURAL’a arkadaşlarım Kim. Selda SERT’e,
Bio. Yasemin KARTAL’a, Bio. Gözde MASATCIOĞLU’na, Kim. Sinem IŞIK’a,
Bio. Esma SÖYLEMEZ’e, Uzm. Bio. Ayşegül BACAKSIZ’a, Dr. Dilek KAYA’ya,
Sahip olduğum herşeyi borçlu olduğum sevgili, fedakar ve çok sabırlı annem Semiha
SÖYLEMEZ, babam Naci SÖYLEMEZ, kardeşlerim Demet SÖYLEMEZ ve Rifat
SÖYLEMEZ’e çok teşekkür ederim.
vii
SİMGELER VE KISALTMALAR
AAS
Atomik Absorbsiyon Spektroskopisi
GFAAS
Grafit Fırınlı Atomik Absorbsiyon Spektrometresi
AAAS
Alevli Atomik Absorbsiyon Spektroskopisi
Fe
Demir
Fe+2
Ferröz demir
Fe+3
Ferrik demir
Pb
Kurşun
DMT1
Divalent katyon taşıyıcı
β-talasemi
Beta talasemi
α-talasemi
Alfa talasemi
γ-talasemi
Gamma talasemi
δ-talasemi
Delta talasemi
δβ-talasemi
DeltaBeta talasemi
εγδβ-talasemi EpsilonGammaDeltaBeta talasemi
β-globin
Beta globin
α-globin
Alfa globin
Hb
Hemoglobin
HbA
HemoglobinA
HbA2
HemoglobinA2
HbF
HemoglobinF
α2β2
HbA
α2δ2
HbA2
α2γ2
HbF
viii
Hb Portland Hemoglobin Portland
Hb Gower 1 Hemoglobin Gower 1
Hb Gower 2 Hemoglobin Gower 2
ζ2γ2
Hb Portland
ζ 2 ε2
Hb Gower 1
α2ε2
Hb Gower 2
Aγ
Alanin [Gamma]
Gγ
Glisin [Gamma]
β+
β-globin zincirinin normal sentezinin azalması
βº
β-globin zincirinin normal sentezinin kaybolması
IVS
İntervening Sekans
DNA
Deoksiribonükleik asit
Hct
Hematokrit
SNP
Tek nükleotid poimorfizm (Single Nucleotid Polymorphism)
A
Adenin
C
Sitozin
T
Timin
G
Guanin
PCR
Polimeraz zincir reaksiyon (Polymerase chain reaction)
dNTP
Deoksiribonükleozidtrifosfatlar
RNA
Ribonükleik asit
bp
Baz çifti (base pair)
RFLP
Restriksiyon Fragman Uzunluk Polimorfizmi
RE
Restriksiyon Endonükleaz
ix
SDS
Sodyum dodesil sülfat
TE
Tris-Edta
EDTA
Etilen-diamin-tetra-asetik asit
DTT
Dithiothreitol
TBE
Tris-Borikasit-Edta
F primer
Forward Primer (İleri doğru olan primer)
R primer
Reverse Primer (Aksi yönde olan primer)
Tf
Transferin
TfR
Transferrin reseptörü
ApoTf
Apotransferrin
ppm
Milyonda Bir Ölçütü
ppb
Milyarda Bir Ölçütü
HNO3
Nitrik Asit
x
ŞEKİLLER
Şekil 1.1. Dünya’da talaseminin sıklık gösterdiği bölgeler
3
Şekil 1.2. Türkiye’nin talasemi haritası
4
Şekil 1.3. Hb molekülü
5
Şekil 1.4. Hem grubu’nun yapısı
6
Şekil 1.5. Hb gen kümeleri
7
Şekil 1.6. Globin zincir sentezinin evreleri
8
Şekil 1.7. Talasemi tipleri
10
Şekil 1.8. α talasemi kromozomu
10
Şekil 1.9. α ve β talasemi’nin patofizyolojisi
11
Şekil 1.10. Alfa talaseminin Dünya üzerindeki dağılımı
12
Şekil 1.11. α talasemi genotip gösterimi
14
Şekil 1.12. β talasemi kromozomu
15
Şekil 1.13. β-globin gen yapısı.
16
Şekil 1.14. İnefektif eritropoez
17
Şekil 1.15. Beta talaseminin dünya üzerindeki dağılımı
18
Şekil 1.16. Erişkinde vücut demir dağılımı
22
Şekil 1.17. Bağırsakta non-hem demir emilimi
25
Şekil 1.18. Transferrin siklüsü
27
Şekil 1.19. Tek nükleotid polimorfizm
36
Şekil 1.20. Transisyon ve transversiyonla tek nükleotid değişim oluşumunun
şematik gösterimi.
37
Şekil 1.21. İnsersiyonla (nükleotid eklenmesi) şematik gösterimi
38
Şekil 1.22. Çerçeve kayması oluşumunun şematik gösterimi
39
Şekil 1.23. Delesyon ile amino asit eksilmesinin şematik gösterimi
39
Şekil 1.24. Ana hatlarıyla organik (fenol-kloroform) ekstraksiyonu
41
Şekil 1.25. PCR Siklusunun basamakları
43
Şekil 1.26. PCR programı
44
Şekil 1.27. PCR ürünü
45
Şekil 1.28. PCR ürünü çoğaltılma sayısı.
46
Şekil 1.29. RFLP Tekniği ile canlılar arasındaki genetik farklılığın tespiti
48
Şekil 1.30. DNA replikasyonu
50
Şekil 1.31. Protein Sentezi
51
Şekil 1.32. DMT1’in 12.kromozom üzerindeki lokalizasyonunun şematik gösterimi
52
Şekil 1.33. DMT1’in protein yapısındaki amino asitler
53
Şekil 1.34. DMT1’in 3 boyutlu yapısı
54
Şekil 2.1. Demir analizine ait örnek kalibrasyon grafiği
60
Şekil 2.2. Kurşun analizine ait örnek kalibrasyon grafiği
62
Şekil 2.3. Agaroz jel kuyucuklarına örneklerin yüklenmesi.
69
Şekil 2.4. Mnl1 restriksiyon enziminin tanıma bölgesi ile kesim noktasının şematik
gösterimi.
72
Şekil 3.1. Kesme enzimi, kesme bölgesi ve enzimin tanıdığı bölge.
78
xi
Şekil 3.2. 351 bp uzunluğundaki PCR ürününün “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin” homozigot tipik C/C bireylerde, MnlI enzimi ile kesiminin şematik
gösterimi.
79
Şekil 3.3. 351 bp uzunluğundaki PCR ürününün “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin” homozigot tipik C/C genotipli bireylerde, MnlI enzimi ile kesimi
ile oluşan bant uzunluklarının şematik gösterimi.
79
Şekil 3.4. 351 bp uzunluğundaki PCR ürününün “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin” homozigot atipik A/A” genotipli bireylerde, Mnll enzimi ile
kesiminin şematik gösterimi.
80
Şekil 3.5. 351 bp uzunluğundaki PCR ürününün “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin” homozigot atipik A/A genotipli bireylerde, MnlI enzimi ile kesimi
ile oluşan bant uzunluklarının şematik gösterimi.
81
Şekil 3.6. Mnl1 enzimi ile kesim sonucunda oluşan baz çiftlerinin bant uzunlukları 81
Şekil 3.7. 351 bp.lik PCR ürününün A aleli ve C aleli varlığında Mnl1 enzimi ile
kesim sonucu oluşan bant uzunluklarının şematik gösterimi.
83
Şekil 3.8. Talasemi hastalarından alınan kan örneklerindeki Fe düzeyi ve DMT1
IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi genotiplerinin karşılaştırılması.
86
Şekil 3.9. Talasemi hastalarından alınan kan örneklerindeki Pb düzeyleri ve DMT1
IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi genotiplerinin karşılaştırılması.
87
xii
ÇİZELGELER
Çizelge 1.1. Hb çeşitleri
8
Çizelge 1.2. Standart bir PCR’da bulunması gereken bileşenler ve miktarları.
47
Çizelge 2.1. Mikrodalga fırına ait tam kan yakma programı.
59
Çizelge 2.2. Alevli atomik absorpsiyon cihazı kullanılarak, kan örneğinde demir
metalinin analizi için uygulanan metot.
60
Çizelge 2.3. Kan örneklerinde kurşun analizine ait grafit fırın sıcaklık programı. 63
Çizelge 2.4. Kurşun analizi için grafit fırın teknikli atomik absorpsiyon cihazında
uygulanan metod.
64
Çizelge 2.5. Amplifikasyonda kullanılan primerler ve özellikleri.
70
Çizelge 2.6. PCR bileşenleri ile stoktaki ve reaksiyondaki konsantrasyonları.
71
Çizelge 2.7. Mnl1 enzimi ile kesim işlemindeki bileşenler ve reaksiyondaki
hacimleri.
73
Çizelge 3.1. Metal düzeyleri ve parametrelerin genel değerlendirilmesi.
75
Çizelge 3.2. Kanda belirlenen metal düzeyleri ile yaş grupları arasındaki ilişkiye ait
istatistiksel veriler.
76
Çizelge 3.3. PCR’da kullanılan primerler, kromozom üzerindeki lokalizasyonları ve
amplifiye edilen bölgenin nükleotid dizilimleri. Koyu ve altı çizik olan “a” bazı
51399050. noktada bulunan ve A→C değişimini gösteren polimorfik
nükleotiddir.
77
Çizelge 3.4. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi ile oluşan genotipler
ve MnlI enzimi ile kesim sonucundaki bant uzunlukları.
82
Çizelge 3.5. Bireylerin DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi ile oluşan
genotiplerin frekansı.
83
Çizelge 3.6. Toplumumuz bireylerinde “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizmi ile oluşan alellerin frekansı.
84
Çizelge 3.7. Çalıştığımız populasyonun Hardy-Weinberg dengesinde olup
olmadığının tespiti.
84
Çizelge 3.8. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi genotipleri ile Fe ve
Pb düzeylerinin istatistiksel değerlendirmesi.
88
Çizelge 3.9. DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid polimorfizmi alelleri ile Fe ve Pb
düzeylerinin istatistiksel değerlendirmesi.
88
Çizelge 3.10. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi genotipleri ile ferritin
ve hematokrit parametrelerinin istatistiksel değerlendirmesi.
89
Çizelge 3.11. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi alelleri ile ferritin ve
hematokrit parametrelerinin istatistiksel değerlendirmesi.
89
1. GİRİŞ
Talasemi hastalığı, hemoglobin (Hb) molekülündeki alfa veya beta globin zincirinin
aminoasit biyosentezinde meydana gelen genetik bozukluk olup otozomal resesif
geçiş gösteren bir anemi türüdür. Talasemi kansızlığın kalıtsal formudur.
Talasemiler, dünyada en sık karşılaşılan tek gen hastalıkları içerisindedir. Talasemi
hastalığındaki ana neden hemoglobin molekülünü meydana getiren globin
zincirlerinin bir ya da birden fazlasının sentezinin yokluğu veya az sentezlenmesidir.
Alfa talasemililerde α-globin zinciri sentezi, beta talasemililerde ise β-globin zincir
sentezinde bozukluk oluşmaktadır (Weatherall, 2001a).
Talasemi, ilk kez 1925’te Thomas Cooley ve Pearl Lee tarafından İtalyan
kökenli çocuklarda şiddetli anemi, dalak büyüklüğü, büyüme geriliği ve karakteristik
kemik değişikliklerine benzer bulgulara sahip bir hastalık olarak tanımlanmıştır
(Weatherall, 2004a). Bu tanılara benzer olguların görülmesi üzerine bu kalıtsal kan
hastalığına Van Jaksch anemisi, splenik anemi, Akdeniz anemisi gibi isimler
verilmiştir (Vallance ve ark., 2003). 1936’da ise George Whipple ve Lesley Bradford
ilk tanımlayarak inceledikleri vakaların Akdeniz civarı ülkelerdeki çocuklarda daha
sık olmasından dolayı, hastalık Yunanca’da deniz anlamına gelen “thalass” sözcüğü
ve anemi anlamına gelen “eamia” sözcüğünün birleşmesiyle “thalasseamia” olarak
adlandırılmıştır (Weatherall, 2004b). Zaman içerisinde yapılan çalışmalarda bu
bozuklukların Akdeniz bölgesi ülkeleriyle kısıtlı olmadığı, tropikal ülkeleri de
kapsayan geniş bir bölgede görüldüğü ortaya çıkmıştır.
Genellikle Akdeniz bölgesi ve Güneydoğu Asya’da görülen bu genetik hastalık
dünya nüfusunun büyük bir bölümünü etkilemekte, tüm etnik gruplarda ve coğrafi
bölgelerde görülebilmekte ve bazı bölgelerde ciddi bir halk sağlığı sorununu
oluşturmaktadır (Higgs ve ark., 2001). Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınlamış olduğu
verilere göre, dünyada talasemi ve anormal hemoglobinlerin sıklığı %5,1, taşıyıcı
sayısı 266 milyon ve her sene yaklaşık 365,000 hasta çocuğun dünyaya geldiğini
rapor etmişlerdir (Canatan, 2007). Talasemiler, dünyada en yaygın karşılaşılan tek
2
gen bozukluklarıdır (Rund ve ark., 2005). Bu genetik hastalık yaygın olarak Akdeniz
kuşağı üzerinde, Afrika, Ortadoğu, Hindistan, Güney Çin, Güneydoğu Asya’da
görülmekle beraber Avrupa, Amerika ve Avustralya’ya da göçler aracılığıyla
yayıldığı düşünülmektedir (Weatherall, 2004a) (Şekil 1.1.). Talasemililer, özellikle
malaryanın endemik olduğu bölgelerde Afrika, Ortadoğu, Güneydoğu Asya’da
sıklıkla görülmektedir (Hedrick, 2011). Bunun ana nedeni talasemi taşıyıcığının
eritrositlerde malaryal parazitlerin barınmasını engellediği, hastalığın taşıyıcılarını
malaryaya karşı genetik olarak koruduğu, seçici bir avantaja sahip olduğu
düşünülmektedir (Weatherall ark., 2010). Bundan dolayı β talasemilere neden olan
gelişim evrelerinin sıtma evrimiyle ilişkili olabileceği düşünülmüştür. Ancak, daha
sonra yapılan araştırmalar neticesinde beta talaseminin, aynı zamanda sıtma olmayan
bölgelerde de gözlemlenmesi, bu hipotezi çürütmüştür (Birgens ve ark., 2007,
Weatherall, 1998). Talasemi mutasyonları, Akdeniz ülkelerinde doğu ve batı
kesimlerinde farklı yoğunluklardadır. Akdeniz ülkelerinde doğudan batıya doğru
ilerledikçe talasemi yoğunluğu azalmaktadır. Bu yoğunluğun düşmesinin nedeni,
mutasyonların belirlendiği toplumlardaki mutasyon dağılımlarının bilinmesi, genetik
danışmanın bulunması, evlilik öncesi tarama ve doğum öncesi tanılar için gerekli
önlemlerin alınması önem kazanmıştır ( Clark ve ark., 2004).
3
Şekil 1.1. Dünya’da talaseminin sıklık gösterdiği bölgeler (Weatherall ve ark., 2001b).
Talasemi diğer Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de yüksek oranda
görülen genetik hastalıklar arasında bulunmaktadır ve ülkemizin güney ve batısında
ciddi bir sağlık sorunu oluşturmaktadır (Tadmouri ve ark., 1998). Türkiye’de
talasemi tanısı konulan ilk iki hasta, 1941 yılında bildirilmiştir. Ancak, bu hastalığın
önemli bir sağlık sorunu olduğu 1950 sonrasında anlaşılmıştır (Tadmouri ve ark.,
2001). Türkiye’de talasemiyle ilgili ilk çalışmalar Aksoy ve arkadaşları tarafından
başlatılmıştır (Aksoy, 1991). İlk tarama çalışması 1971 yılında Çavdar ve arkadaşları
tarafından yapılmış ve Türkiye’de talasemi hastalığı oranının %2 olduğu rapor
edilmiştir. Ancak, bu oran bölgeden bögeye değişim göstermektedir (Yıldız ve ark.,
2005). Sağlık Bakanlığı 2000-2006 arasında onaltı merkezde toplam 377,339
sağlıklı kişiyi taramış olup, taranan kişi sayısı ile talasemi ve anormal hemoglobin
sıklığının illere göre dağılımı; Adana:%3,7 (68460), Antakya:%4,6 (47755), Antalya:
%13,1 (19594), Aydın: %5,1 (2209), Bursa: %1,7 (4040), Denizli: %2,6 (20000),
Diyarbakır: %3,6 (2830), Edirne: %6,4 (2610), Isparta: %2,4 (6654), İstanbul: %4,5
(4944), İzmir: %4,8 (97510), K.Maraş: %0,7 (2398), Kırklareli:%3,4 (2439), Mersin:
%2,3 (40977), Muğla: %4,5 (52042) ve Urfa: %6,4 (2913) (Canatan D., 2007). Bu
verilere göre Türkiye’de talasemi ve hemoglobinopatilerin oranı %4,3 olarak
4
bulunmuştur. Bu oran farklı bölgelerde %0,6-13,0 arasında değişmektedir (Kılınç,
2006) (Şekil 1.2.). Türkiye’de yaklaşık 1.300.000 talasemi taşıyıcısı ve ortalama
4000 talasemi hastası olduğu rapor edilmiştir (Canatan, 2007).
Şekil 1.2. Türkiye’nin talasemi haritası (Canatan, 2007).
Genetik mutasyonlar çağımızın önde gelen problemlerinden biridir, oluşan
mutasyonlarla vücutta bazı proteinler fonksiyonlarını kaybetmekte ve buna bağlı
olarak vücutta birtakım hastalıklar meydana getirmektedir. Talasemili bireylerin
biyolojik örneklerinden yapılan DMT1 (Divalent Metal Transporter) polimorfizm
analizleri talasemili bireyler hakkında çalışanların bilgilendirilmesi açısından
önemlidir. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizm frekansı talasemililerde
bilinmemektedir ve bununla ilgili bir çalışmanın olmaması göz önüne alınarak,
çalışmamızda,
talasemili
hastalarda
DMT1
IVS4+44
C/A
tek
nükleotid
polimorfizminin belirlenmesi, bu polimorfizmin hasta bireylerde demir ve kurşun
düzeyiyle ilişkinin olup olmadığının tespit edilmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, hastaların
ferritin ve hematokrit parametrelerinin polimorfizmle bir ilişkisi olup olmadığı da
değerlendirilmiştir.
5
1.1 Hemoglobin
1.1.1 Hemoglobin Molekülü ve Yapısı
Hemoglobin (Hb) molekülü, kırmızı kan hücrelerinde bulunan ve oksijen bağlama
kapasitesine sahip bir çeşit proteindir ve başlıca görevi akciğerlerden dokulara
oksijen (O2) taşımak ve dokularda bulunan karbondioksiti (CO2) akciğerlere
taşımaktır. Hb’nin yapmakta olduğu bu görev organ ve dokuların fonksiyonlarını
devam ettirebilmeleri için yaşamsal öneme sahiptir (Klinken, 2002). Hb molekülü
ortalama 6,4 nm çapında 64,500 dalton molekül ağırlığında ve tetramerik yapıda bir
moleküldür (Weatherall, 2001a).
Şekil 1.3. Hb molekülü (chemistry.wiki.elanco.net).
Hb molekülü globin denilen protein kısmıyla birlikte hem adı verilen gruptan
meydana gelmektedir. Hb molekülünün globin kısmında dört tane polipeptid zinciri
bulunur ve bu polipeptidlerin her birine, bir hem grubu bağlanır. Polipeptidlerin hem
grubuna bağlanması Hb molekülüne oksijen bağlanmasını ve kanın kırmızı renkli
olmasını sağlamaktadır (Huisman, 1993). Hb yapısı içinde yer alan hem grubu ve
globin zincirleri hücrede farklı yerlerde sentezlendikten sonra birleşerek Hb
molekülünü meydana getirmektedir (Nagel ve ark., 2003) (Şekil 1.3.).
6
Tüm Hb’lerde hem grubu aynı yapıya sahiptir. Bu grup, ortasında ferröz (Fe+2)
bulunan, yan zincirlere sahip, birbirine metil köprüleriyle bağlanmış dört pirol
halkasından meydana gelmektedir (Huisman, 1993) (Şekil 1.4.).
Şekil 1.4. Hem grubu’nun yapısı (chemistry.wiki.elanco.net).
Globin zincirlerini sentezleyen genler alfa (ζ2–Ψζ1–Ψα2–Ψα1-α2-α1-θ) ve beta
(ε-Gγ-Aγ-Ψβ-δ-β) genler olmak üzere iki kümede toplanmışlardır. α polipeptid
zincirleri 141 amino asitten, β polipeptid zincirleri ise 146’şar aminoasitten
oluşmaktadır (Weatherall, 2001a). Hb molekülündeki farklılıklar globin zincirleri
üzerindeki aminoasit değişimi sonucunda oluşmaktadır. Bu değişim ise Hb
molekülünün sentezinden sorumlu genler tarafından kodlanmakta olup 11 ve 16 nolu
kromozomlar içinde yerleşmiştir (Weatherall ve ark., 2001b) (Şekil 1.5.).
α ve β gen kümesinde bulunan pesodo genlerin (Ψζ-Ψα2-Ψα1 ve Ψβ ) bilinen
bir işlevi bulunmamaktadır. İşlevi olmayan bu genlerin evrimsel izler olabileceği
düşünülmektedir. Teta (θ1) geninin korunmuş yapısı ve aktif olmayan hiçbir
mutasyon bulundurmaması işlevsel olabileceğini düşündürmektedir. Şimdiye kadar
genin protein ürünü bulunamamış olup θ1’in rolü bilinmemektedir (Weatherall,
2010).
7
Şekil 1.5. Hb gen kümeleri (Weatherall D. ve ark., 2001b).
Embriyonik, fetal ve erişkin yaşam sırasında farklı oksijen gereksinimleri
olmakta ve buna bağlı olarak gelişimin her aşamasında farklı Hb molekülleri
sentezlenmektedir. Tüm Hb’ler aynı tetramerik yapıya sahiptirler ancak; her biri
farklı iki çift globin zinciri içermekte ve her biri bir hem molekülüne bağlanmaktadır.
Erişkin ve fetal dönemdeki Hb’ler β, δ, γ zincirlerinin α zincirleriyle birleşmesinden
meydana gelmektedir. Erişkin Hb’leri HbA (α2β2), HbA2 (α2δ2) ve fetal Hb F (α2γ2)
yapısındadır (Weatherall ve ark., 2001a). Yetişkin Hb’nin yaklaşık %96’sı major
hemoglobin HbA’dır, geri kalan %2-3 kısmını minör yetişkin hemoglobini HbA2
oluşturmaktadır. Fetal dönemin başlıca hemoglobini Hb F’dir (Weatherall, 2004a).
Embriyonik hayatın erken gelişim döneminde üç farklı Hb tipi sentezlenmektedir.
Bunlar Hb Gower I (ζ2ε2), Hb Gower II (α2ε2), Hb Portland (ζ2γ2)’dır (Weatherall ve
ark., 2001a).
8
Çizelge 1.1. Hb çeşitleri (Weatherall, 2001a).
Sentezlendiği
Hemoglobin Adı
Dönem
Formülü
Hb Gower I
Embriyonik Hb
ζ2ε2
Hb Gower II
Embriyonik Hb
α2ε2
Hb Portland
Embriyonik Hb
ζ2γ2
Hb F
Fetal Hb
α2γ2
Hb A
Erişkin Hb
α2β2
HbA2
Erişkin Hb
α2δ2
Embriyonik globin sentezi yolk kesesinde gebeliğin üçüncü haftasından
sekizinci haftasına kadar olan bölümde oluşur, ancak yaklaşık beşinci haftada
eritropoezin başlıca yeri olan yolk kesesinden fetal karaciğere doğru geçiş
göstermeye başlar. Eritropoezin karaciğerde başlamasıyla fetal eritrositler oluşmakta
ve yaklaşık onikinci haftadan başlayarak dalakta HbF sentezi görülmektedir.
Şekil 1.6. Globin zincir sentezinin evreleri (Sankaran ve ark., 2010).
Gebeliğin onsekizinci haftasından doğuma kadar kırmızı hücre üretim görevi
yavaş yavaş fetal karaciğerinden kemik iliğine geçmektedir (Fathallah ve ark., 2006).
9
Embriyonik, fetal ve erişkin yaşamda hemoglobinlerin birinin sentezi azalırken
diğerinin artmaya başladığı gözlenmektedir (Weatherall, 2001a) (Şekil 1.6.).
Hb’lerin tümü farklı iki çift globin zincirinden meydana gelen ve her bir globin
zincirinin bir hem parçasına bağlandığı, bir tetramerik yapıya sahiptir (Wood ve
ark.,1983). Bu farklı globin zincirlerinin amino asit dizilimlerinin belirlenmesi
hemoglobinin üç boyutlu yapısını anlamada önemli bir ilerlemedir ve bu ilerleme
hemoglobinin bir oksijen taşıyıcısı olarak allosterik özelliklerinin incelenmesini
kolaylaştırmıştır (Weatherall, 2004a).
1.2 Talasemi
1.2.1 Tanım
Talasemililer, α, β, γ, δ olarak tanımlanan kalıtsal olarak hemoglobin molekülünü
oluşturan globin zincirlerinin birinin ya da birden fazlasının sentezindeki azalma
veya tamamen yokluğuna bağlı ortaya çıkan otozomal resesif geçiş gösteren (cinsiyet
kromozomlarıyla ilişkisi olmayan, kızlarda ve erkeklerde eşit oranda görülen)
genetik bir hastalık olarak karakterize edilir (Weatherall, 2001a). En çok
gözlemlenen formları α ve β talasemidir, alfa globin yapımı azlığı alfa talasemiye,
beta globin yapım azlığı beta talasemiye neden olmakla birlikte γ, δβ , γδβ, εγδβ ve δ
eksikliğinde ifade edilen talaseminin farklı türleri de belirlenmiştir (Weatherall,
1998; Birgens, 2007).
1.2.2 Talasemi Tipleri
Talasemiler alfa ve beta talasemi olmak üzere iki grupta sınıflandırılırlar. Alfa
talaseminin hafif alt grupları sessiz taşıyıcı ve alfa talasemi taşıyıcı tipiyken en
önemli alt grupları Hb H hastalığı ve Hb Barts hidrops fetalis sendromu’dur (Şekil
1.7.). Beta talasemililerin major, intermedia ve minör şeklinde alt grupları mevcutur.
Bütün talasemi tiplerindeki ortak özellik hemoglobin tetramerini oluşturan globin
zincir sentezindeki dengesizliktir (Wearherall, 2001a).
10
Şekil 1.7. Talasemi tipleri (Higgs, 2004).
1.2.2.1 Alfa Talasemiler
α gen kümesinde θ, α1, α2, ψα1, ψα2, ψζ ve ζ geni vardır. α benzeri genleri (ζ ve α)
16. kromozomun kısa kolunun p13.3 bölgesinde (Şekil 1.8.) her bir homolog
kromozom üzerinde ikişer tane olmak üzere dört tanedir ve 30 kilobaz
uzunluğundaki DNA bölgesinde bulunmaktadır. Aynı kromozom üzerindeki αgenlerine, 5΄→3΄ doğrultusunda, alfa 2 (α2) ve alfa 1 (α1) olarak adlandırılmaktadır
(Weatherall D., 2001a). İnsan α gen kümesi dört etkin gen (ζ, α2, α1, θ) ve üç etkin
olmayan gen (ψα1, ψζ ve ψα2) içermektedir (Coa ve ark., 2002).
Şekil 1.8. α talasemi kromozomu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Kromozom_16).
İnsanda iki α-globin zincir geni anneden, iki tanesi babadan gelmek üzere
toplam dört tane α-globin zincir geni bulunur. α talasemide en sık rastlanılan patoloji
gen delesyonudur (Higgs ve ark., 1990b). α talasemi nadir görülen genetik bir özellik
değildir, aksine insanlar tarafından bilinen en yaygın genetik anormalliklerden biridir
(Harteveld ve ark., 2010). Normal α genotipi αα/αα şeklinde gösterilmektedir. α
11
talasemilerde α-globin genlerinin biri, ikisi, üçü ya da dördü birden etkilenmiş
olabilir. Dört α-geninden bir tanesi delesyona uğradığında α+ talasemi (sessiz
talasemi veya alfa talasemi-2) (α-/αα), iki α geni delesyona uğradığında α0 talasemi
(α talasemi taşıyıcılığı veya α talasemi 1) (α-/-α) veya (--/αα), üçünün
sentezlenmemesi durumunda HbH (α-/--), dördünün sentezlenmemesine bağlı Hb
Barts Hidrop Fetalis Sendromu (--/--) meydana gelmektedir (Higgs, 1990a). α
zincirlerinin hem fetal hem de yetişkin hemoglobininde (Şekil 1.9.) bulunması
delesyona uğramış α zincir yapımının her iki döneminde kliniğe yansımasına neden
olmaktadır (Weatherall ve ark., 1988).
Şekil 1.9. α ve β talasemi’nin patofizyolojisi (Higgs, 2004).
α talasemi genel olarak β talasemiye benzer bir coğrafik dağılım
göstermektedir. Afrika boyunca, Akdeniz bölgesi, Ortadoğu, Hindistan’ı içine alan
kısımda, Doğu ve Güneydoğu Asya bölgesinde yoğun bir şekilde bulunmaktadır
Ortadoğu
ve
Afrika
populasyonunda
nadir
olarak
bulunur.
Ancak;
bu
populasyonlarda α talaseminin delesyon yapısı oldukça fazladır (Higgs ve ark., 2008)
(Şekil 1.10.).
12
Şekil 1.10. Alfa talaseminin Dünya üzerindeki dağılımı (Weatherall, 2001a).
α0 talasemiler Güneydoğu Asya’da yüksek frekansta bulunmaktadır ve
Güneydoğu Asya’nın bazı bölgelerinde populasyonun %10’dan fazlası α0
taşıyıcısıdır. α0 talasemiler ayrıca Doğu Akdeniz adalarında ve anakaradaki
populasyonlarda yaygın olarak bulunduğu ancak Ortadoğu ve Hindistan kıtasını içine
alan bölümde düzensiz bir yayılıma sahip olduğu rapor edilmiştir. α+ talaseminin
delesyonlu formları tropikal kuşağın tam karşısındaki alanlarda yüksek frekanslarda
bulunmaktadır. Bu bölgedeki bazı populasyonlarda α+ taşıyıcılığı %2-70 arasında
değişmektedir (Higgs ve ark., 2008).
Alfa talasemi taşıyıcılığının falciparum malaria alanlarında selektif avantaja
sahip olduğu düşünülmektedir. Yapılan çalışmalarda alfa talasemi taşıyıcılığının
polimorfik frekansının %1’den büyük olduğu bulunmuştur (Harteveld ve ark., 2010;
Weatherall ve ark., 2002).
1.2.2.1.1 Sessiz α- Talasemi Taşıyıcı Tipi
Alfa globin zincir geninin dört tanesinden birinin işlev görmemesine bağlı olarak α+talasemi (sessiz talasemi yada α- talasemi-2) ortaya çıkar. Genotip olarak α-/αα
13
şeklinde
olup
fenotipte
sessizdir.
Klinik
olarak
herhangi
bir
sorunla
karşılaşılmamaktadır (Lin ve ark.,1991).
1.2.2.1.2 α- Talasemi Taşıyıcı Tipi
α talasemi taşıyıcılığı iki α-globin zincir geninin delesyonu ve işlevsel olarak iki αglobin geninin bulunması sonucu meydana gelir. Klinik olarak hafif anemi gözlenir.
Bu anemi türünün en çok karşılaşıldığı durumu 3,7 kb’lık delesyonunun
homozigotluğudur (α3,7/α3,7). Genotip olarak --/αα farklı bi fenotip olarak karşımıza
çıkar. β talasemi taşyıcılarında görülen benzer hematolojik bulgulara sahiptir.
Doğumdan hemen sonra %5-10 Hb Barts vardır, fakat 6 ay sonra kaybolur (Lin ve
ark.,1991).
1.2.2.1.3 Hb H Hastalığı
Hb H talasemi tipi yetişkin dönemde, α talasemi çeşidinin en ciddi olanıdır. Hb H
talasemi ağırlıklı olarak Güneydoğu Asya, Ortadoğu ve Akdeniz bölgesinde
yaygındır. Hb H Hastada α-globin zincir geninin üçünün de işlev görmemesine bağlı
olarak meydana gelmektedir --/-α. Bu hastalığa sahip olan bireylerin ebeveynleri
sessiz taşıyıcı ya da α talasemi taşıyıcısıdır (Higgs ve ark., 1989). Hb molekülünde
yüksek miktarda β-zinciri bulunmakta ve bunun sonucunda β4 tetramerini
oluşturmaktadır. Hb’nin oksijene eğilimi fazla olduğu için dokulara yeteri kadar
oksijen vermez, bunun sonucunda orta şiddette anemi ağrıları ve dalak büyümesi
değişimi de gözlemlenebilir (Weatherall ve ark., 2010). Klinik seyirleri genelde
hafiftir ve hafif veya orta düzeyde hemolitik anemi ile kendini gösterir. Doğumdan
hemen sonra %20-40 oranında Hb Barts gözlenir daha sonra bunun yerini %5-30
oranında HbH alır.
1.2.2.1.4 Hb Bart’s Hidrops Fetalis Sendromu
α talaseminin fetal dönemdeki, en önemli alt grubu Hb Bart’s Hidrops Fetalis
Sendromudur (Weatherall, 2010). Hastada α-globin zincir geninin dördü birden
defektli olmakta ve etkilenen kromozomda α zincir sentezi durmaktadır (--/--)
(Harteveld ve ark.,2010). Fetal dönemde α zinciri sentezlenemez bunun sonucunda
14
fazla γ zinciri sentezlenir ve γ4 tetramerini oluşturur (Higgs ve ark., 2008). Bu anemi
türünün oksijene duyarlılığı fazla olduğu için dokulara oksijen vermez ve buna bağlı
vücut dokusunda oksijen azalır (Weatherall ve ark., 2010). Bu hastalığa sahip fetusun
ebeveynleri α talasemi taşıyıcısıdır (Harteveld ve ark., 2010).
Hb Bart’s Hidrops Fetalis Sendromu Güney Asya’da ölü bebek doğumlarının
ana sebebidir (Higgs ve ark., 1989). Bu sendromu taşıyan bebeklerde gebeliğin 23-38
haftasında düşük gözlenebilmekte ya da doğum kısa bir süre sonra ölümle
sonuçlanmaktadır (Siriratmanawong ve ark., 2009). Ölü doğan bebeklerde deri
altında sıvı toplanması, karaciğer büyümesi, normal büyüklükte ya da genişlemiş
dalak ve kızarmış plasenta gözlenmiştir (Green ve ark.,1994).
Şekil 1.11. α talasemi genotip gösterimi
15
1.2.2.2 Beta Talasemi
β-globin genleri (ε, γ, δ ve β) 11. kromozomun kısa kolu üzerindeki 11p 15.5
bölgesinde (Weatherall, 2001a), yaklaşık 70 kb uzunluğundaki DNA bölgesinde
lokalizedir (Ho ve ark., 2000) (Şekil 1.12.). β-globin gen kümesi 5’-ε, Gγ, Aγ, Ψβ, δ,
β-3’ şeklinde sıralı olarak bulunmaktadır. (Weatherall, 2001a). Bu gen kümesi beş
etkin gen ε, Gγ, Aγ, δ, β ve bir etkin olmayan genden Ψβ meydana gelmektedir (Cao
ve ark., 2002).
Şekil 1.12. β talasemi kromozomu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Kromozom_11).
β lokusu üzerinde bulunan Gγ ile Aγ genleri yapı olarak aynı protein ürünü
vermektedirler. γ globin zincirlerinin bu iki geni 136. pozisyondaki aminoasitlerinin
farklı olmasından kaynaklanarak birbirinden ayırt edilebilir. G gama (Gγ) geni 136.
pozisyonunda glisini kodlarken, A gama (Aγ) aynı pozisyonda alanini kodlamaktadır
(Wood ve ark., 1983; Olivieri ve ark., 1998). β globin geninde üç kodlanan ekzon, iki
kodlanmayan intron bölgesi bulunur. β globin geni β globin zincirindeki 146
aminoasidi
kodlamak
için
gerekli
bilgiyi
üç
ekzon,
iki
intron
3'→5'
düzenleyicibölgelerden oluşan yaklaşık 1,8 kb üzerinde taşımaktadır (Thein,1993).
16
(Şekil
1.13.).
Şekil 1.13. β-globin gen yapısı.
β globin geni üzerindeki Cap bölgesinin 5' tarafındaki DNA dizisine promotor
bölge denir. Üç ekzon ve iki introndan oluşan her genin 5' tarafında yaklaşık 50 baz
çifti uzunluğunda bir Cap bölgesi ile protein sentezini başlatan kodon (AUG)
bulunur. Ekzon üç’ün sonunda stop kodonunu takip eden ve Poli A kuyruğuna
(AATAAA)
kadar
uzanan DNA dizisi transkripsiyonun
bitiş sinyallerini
bulundurmaktadır. Bu işlemin her aşaması hataya açıktır ve bu aşamaları etkileyen
mutasyonlar, kalıtsal hastalıklara neden olmaktadır (Lukens, 1999).
β-globin genindeki mutasyonlar, beta zincirinin hiç yapılmamasına veya
yeteri kadar yapılamamasına neden olmaktadır. β-globin sentezinin tamamen
yokluğuyla β0, beta zinciri az da olsa sentezlenmesiyle β+ talasemi tipi oluşmaktadır
(Kazazian ve ark.,1998).
β talaseminin oluşmasındaki ana sebep, hemoglobin molekülü içerisindeki
alfa ve beta globin zincirlerinin yapımındaki eşitsizliktir (Weatherall, 2001a). Bu
eşitsizlik hastalığın derecesini belirler. β-globin sentezinin olmaması ve α-globin
sentezi normal hızda devam etmesiyle, α-globin lehine bir zincir dengesizliği olur.
Normal sentezlenen α-globinden etkilenmeyen α-geni eritroid hücreleri içerisinde
birikir ve burada serbest α-zincir göletini oluşturur. Serbest α-zincirleri geçerli bir
hemoglobin zinciri oluşturamaz, bunun yerine eritroid öncül hücrelerine çökerler ve
inklüzyon cisimciklerini meydana getirirler. Bu inklüzyon cisimcikleri eritroid öncül
17
hücrelerinin intramedüller hasarlanmasına, anormal hücre olgunlaşmasına ve kemik
iliğinde erken Hb yıkımına (inefektif eritropoez) yol açar (Şekil 1.14.) (Tuzmen ve
ark., 2001; Efremov, 2007). İnefektif eritropoez nedeniyle, kemik içerisinde yer alan
kemik iliği normal hacmini aşar ve normalin üstünde eritrosit hücresi üretmek için
çabalar. Bütün bu çabaları yetersiz kalır, çünkü üretilen eritrositler yeteri miktarda
Hb taşıyamaz ve kemik iliğinden çıkmadan ölür (Apoptozis). İliğin normalden fazla
çalışması kemiklerin genişlemesine, zayıflamasına, şeklinin bozulmasına, patolojik
kırıklara ve çeşitli kemik anormalliklerine neden olur. Yanak ve alın kemikleri
belirgin olarak ortaya çıkar. Hastaların yüzü herkesin farkına varabileceği
karakteristik mongoloid bir şekil alır. Eritrosit yıkımının fazla olmasından dolayı
hemosiderin ciltte birikir, cilt pigmentasyonu artar ve koyu sarı renk bir görünüm alır
(Wonke, 2001; Benetatos ve ark., 2008).
Şekil 1.14. İnefektif eritropoez (Rund, 2005 makalesinden derlenmiştir).
Eritrosit hücre zarı hasarı, aşırı α zincirden hemikrom yapılması ve aşırı α
zincir ürünlerinin parçalanması olmak üzere iki yolla gerçekleşir. Serbest α
zincirlerinin yıkım ürünleri de eritrosit zarına hasar verir. Aşırı demir oluşumu, serbest
oksijen radikalleri meydana getirerek eritrosit membranındaki lipid ve protein gibi
bileşiklere ve hücre içi organellere zarar verir. Tüm bunlar, esnekliği olmayan sert ve
sıvı hacmi az eritrosit yapımına neden olur. Eritrosit içerisinde esnekliği olmayan
cisimciklerin varlığı, eritrositlerin dalaktan geçişi sırasında yıkılmasına neden olur
(Weatherall, 1998). Anormal eritrosit hücreleri daima dalak tarafından dolaşımdan
18
kaldırıldığı için dalak hücreleri büyümeye başlar. Böylece splenomegali (dalak
büyümesi) meydana gelir (Rund, 2005). talasemili hastalarda demir birikiminin iki
önemli nedeni vardır. Bunlar; düzenli kan transfüzyonları ve etkin olmayan
eritropoez nedeniyle intestinal demir emiliminin tetiklenmesidir. Bu durum kanda
serbest demir artışına neden olur (Farmakis ve ark., 2003). Talasemi tedavisinde her
2-4 haftada bir 1-3 ünite düzenli ve kontrollü olarak eritrosit transfüzyonu uygulanır.
Bunun ana nedeni eritropoezi baskılamak ve bağırsaktan demir emilimini
azaltmaktır. Transfüzyonun sonunda yaklaşık 15-20 mg/gün demir birikimine ve Hb
yıkımından açığa çıkan demirin salınmasına neden olur. Demirin indirgeyici özelliği
yüzünden proteine bağlı olmayan demirlerin meydana getirdiği demir birikimi toksik
oksijen radikallerinin üretimine yol açar (Kontoghiorghes, 2006). Organlar demir
toksisitesine çok hassastır. Bu nedenle demir birikimi, vücutta kemik bozuklukları,
dalak büyümesi, siroz, endokrin ve kalp hasarlarına neden olur (Weatherall, 1998).
Şekil 1.15. Beta talaseminin dünya üzerindeki dağılımı
β talasemi ile ilgili Hb molekülünde β-globin geninde bugüne kadar 200’ün
üstünde farklı mutasyon tespit edilmiştir (Weatherall, 2001a). Bu mutasyonlar büyük
delesyonların aksine, nokta mutasyonlarından nükleotid eklenmeleri ya da
delesyonları olduğu bilinmektedir.
19
β talasemi alelleriyle ilgili yapılan çalışmalarda ortalama 25 mutasyonun tüm
toplumlarda risk oluşturduğu gözlemlenmiştir (Tuzmen ve ark.,2001). β talasemi’nin
Türkiyede şimdiye kadar 30’un üzerinde mutasyon tipi tespit edilmiştir (Tadmouri ve
ark.,1998).
β talasemi, dünyada en sık görülen talasemi tiplerinden biridir. β talasemi
Akdeniz kıyıları boyunca, Hindistan, Kuzey ve Batı Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu
Asya ülkelerini kapsayan bir coğrafik yayılım içerisinde yer alan endemik kalıtsal bir
hastalıktır (Higgs, 2004) (Şekil 1.15.). Ancak, son yüzyılda dünya nüfusunun
yayılmasıyla talasemi endemik olmayan ülkelerde de yüksek sıklıkta görülmektedir
(Birgens ve ark., 2007).
1.2.2.2.1 Beta Talasemiye Bağlı Klinik Bulgular
Beta Talasemiye bağlı klinik bulgular üç tip olarak sınıflandırılır.
1.2.2.2.1.1 Talasemi Major (Homozigot Beta Talasemi)
Talasemi formları içerisinde en ağır seyir gösteren ve klinik olarak en ciddi talasemi
tipidir. β talasemi geninin homozigot veya birleşik heterezigot aktarılması (bireyler
iki mutant alele sahiptir) durumuna β talasemi majör veya Cooley anemisi denir.
Doğumdan altı ay sonra hastalığın belirtileri ortaya çıkar. β talasemi majörde kanın
oksijen taşıma kapasitesini artırmak için hastalara düzenli kan transfüzyonları
yapılmaktadır. Hastalığın seyri büyük ölçüde yeterli bir transfüzyon programı
uygulanıp uygulanmamasına bağlıdır. β talasemili majör hastalar yaşamlarının ilk
senesinde talasemi tedavisine başlar ve sonuç olarak hayat boyunca düzenli olarak
kan transfüzyonu almaları gerekir. İnefektif eritropoez ve düzenli transfüzyonlar
nedeniyle demir birikiminin artmasıyla sorun olmaya başlar. Ergenlik döneminde
ölüm gözlenebilir (Olivieri, 1999, Coa, 1988).
1.2.2.2.1.2 Talasemi İntermedia
β talasemi majörün aksine talasemi intermedia daha hafif bir anemi tipidir. Hastalığın
ara formudur. Büyüme ve gelişme normaldir. Erken çocukluk dönemindeki başlıca
belirtiler anemi ve hafif sarılıktır. Splenomegali görülebilir. Kemik değişiklikleri
20
hastadan hastaya farklı olabilir. Hafif seyirli, geç başlangıçlı ve transfüzyon ihtiyacı
azdır. Hasta anneden ve babadan gelen talasemi genlerinden biri ağır, diğeri hafif
mutasyonludur. Bu nedenle klinik olarak hafif seyreder. Her hastada değişkendir;
talasemi minöre yakın bir klinik seyirden, majöre yakın bir tabloya kadar değişebilir.
(Oliveri,1999, Coa, 1988).
1.2.2.2.1.3 Talasemi Minör ( Heterezigot Beta Talasemi)
Talasemi formları içerisinde en hafif seyir gösteren β talasemi tipidir. β talasemi
geninin heterezigot (bir mutant alele sahiptir) taşınması durumudur. Taşıyıcılarda,
hatalı genin görevini yapan bir de sağlam gen bulunduğundan, hastalık belirtisi
ortaya çıkmaz. Bu talasemili hastalarda hafif düzeyde anemi görülür ve klinik bir
anormallik gözlenmez (Weatherall ve ark.,1981; Yaprak, 2004).
1.3 Metaller
1.3.1 Tanım
Metaller essential ve nonessential olmak üzere ikiye ayrılırlar. Essential metaller
vücut için gerekli ve hücresel fonksiyonları yerine getirebilmesi için vücutta
bulunması zorunludur. Bunlardan başlıcası bakır (Cu), çinko (Zn) ve demir (Fe)’dir.
Bu metallerin vücuda alınım miktarını düzenleyen mekanizmaları vardır.
Nonessential metaller vücut için toksik olan metallerdir ve vücutta bulunmasıyla
hücresel fonksiyonları bozarlar. Bunlar cıva (Hg), kadmiyum (Cd) ve kurşun
(Pb)’dur. Bu metalleri vücutta alınım miktarını düzenleyen bir mekanizma
bulunmamaktadır (Clarkson, 1993; Ballatori, 2002; Zalups, 2000; Zalups ve ark.,
2003). Bazı metaller, metabolik olarak benzedikleri elementlerin yerine geçerek
toksik etki gösterirler. Örneğin kurşunun merkezi sinir sistemini (MSS) etkilemesi,
kalsiyuma benzer metabolizmasıyla; hem metabolizmasını etkilemesiyle de demir ve
çinkonun yerini alması ile açıklanır.
21
1.3.2 Demir
1.3.2.1 Demir Metabolizması
Demirin biyolojik önemi eski çağlardan beri bilinmektedir. Demir, vücudumuz için
son derece önemli bir elementtir ve birçok metabolik olayda hayati rol oynamaktadır
(Smith, 1990).
Demir elektron alıp verme özelliğinden dolayı dokulara oksijen taşınması,
enerji yapımı, DNA, RNA, protein sentezinde görev almakta ayrıca; oksidatif
metabolizma, hücre büyümesi ve çoğalmasında, esansiyel reaksiyonların katalizinde
kullanılan ve pek çok yaşamsal önemi olan enzimin yapı ve fonksiyonunda görev
yapan demir, yaşam için vazgeçilmez bir elementtir. Kolaylıkla ferröz (Fe+2) ve
ferrik (Fe+3) şeklinde değişebilen redoks kimyası ile insan yaşamı demire bağlıdır ve
demir metabolizmasındaki değişiklikler insan sağlığını önemli şekilde etkilemektedir
(Ganz, 2006; Ganz, 2004; Beutler, 2006; Ponka, 1997; Andrews., 1999).
Hb ve miyoglobin yapımı ile diğer sitokrom, sitokrom oksidaz, peroksidaz ve
katalaz gibi maddeler için demir kritik önem taşımaktadır. Demirin ana görevi aynı
zamanda hemoglobinin bir parçası olan Hem’i oluşturmaktır. Kanda oksijen
taşımakla görevli olan Hb’nin görevini yapabilmesi için yapısında demir bulunması
gereklidir. Hb, vücutta bulunan tüm demir miktarının üçte ikisini bünyesinde
bulundurur. Oksijen ayrıca kastaki diğer bir hem proteini olan miyoglobin ile
bağlanır. Son yıllarda hücresel düzeyde yeni proteinlerin keşfi ile moleküler kontrol,
emilim, depolanma ve organizma demir döngüsünün moleküler yolları ile ilgili demir
metobolizmasında çok büyük değişiklikler ve ilerlemeler olmuştur (Ganz, 2006;
Ganz, 2004; Bülbül, 2004).
1.3.2.2 Demirin Vücutta Dağılımı
İnsanda toplam vücut demir miktarı ağırlık, Hb konsantrasyonu, cins ve yaşa bağlı
olarak değişir. Tam zamanlı doğan bir yenidoğanda 75 mg/kg olan vücut demiri
bulunur ve bir yaşında 40-50 mg/kg’a kadar düşer (Oski ve ark, 1982). Erişkinlerde
bu miktarlar daha düşüktür. Yetişkin erkekte yaklaşık 35–45 mg/kg ve premenopozal
22
kadınlarda yaklaşık 35 mg/kg total vücut demiri bulunur. Demir metabolizması iki
cins arasında farklılık göstermez, normal değerler arasındaki farklılık kadınlarda
demir eksikliğinin yaygın olarak görülmesinden kaynaklanır (Andrews, 1999).
Şekil 1.16. Erişkinde vücut demir dağılımı (Andrews N., 1999).
Normal yetişkin bir bireyde toplam vücut demiri yaklaşık olarak 4gr (3-5gr)
civarındadır (Hagar ve ark., 2002). Vücuttaki demirin bileşiklerdeki dağılımı
yüzdelik olarak incelendiğinde, ortalama olarak Hb’de % 70, ferritin ve
23
hemosiderinde % 25, miyoglobinde % 3-4, transferrin, % 2’si hücreler arası sıvıda,
% 0.1’i sitokromlarda, % 0.1’i demir-enzim komplekslerinde, % 0.1’i plazmada
transferrine bağlı olarak bulunur (Atanasiu ve ark., 2006; Andrews, 1999) (Şekil
1.16.).
Demir vücutta günlük 1-2 mg kadar kaybedilir ve diyetle alınan demirin sadece
% 10’u (~1–2 mg) günlük kayıpları telafi etmek veya vücudun ihtiyacına göre
depolanmak üzere kaybedilen demir bağırsak epitel hücreleri tarafından aynı oranda
emilir (Gantz, 2006; Gantz, 2004; Pietrangelo, 2006).
İnsanlarda demirin, yaşlanan eritrositlerden ve diğer kaynaklardan geri
dönüşümü sıkı bir şekilde korunmaktadır. Yaşam süresini tamamlamış eritrositlerin
yıkılması ile hergün yaklaşık 20 mg kadar demir açığa çıkar, eritrosit yıkımı sonrası
demir yeniden dolaşıma verilerek transferrine bağlanır ve yeni kırmızı hücre
prekürsörlerinin yapısına katılmak üzere primer olarak kemik iliğine dağılır (Kemik
iliginin ihtiyacı olan yaklaşık 20 mg/gün’dür) ve 2,5 mg kadar demir tekrar
hemoglobin yapısına girer (Gantz, 2006; Gantz, 2004; Pietrangelo, 2006).
Doğurganlık çağındaki kadınlarda menstrüel evrede ve gebelik sırasında demir
ihtiyacı belirgin olarak artmaktadır (Brittenham, 2000). Günlük demir gereksinimi
çocuklarda ilk 6 ayda günde 10 mg, ikinci 6 ayda 15 mg’dır. 1-11 yaş arasında 10
mg/gün demir yeterli olurken, bu yaştan sonra 18 mg/gün demir ihtiyacı vardır.
Günlük besinsel demir gereksinimi erkek 1mg, ergenlerde 2-3 mg, gebelerde 34mg’dır (Ulukol ve ark., 2004). Kanın her mililitresinde 0,4 mg demir vardır ve aylık
60 ml’lik menstrual kayıp, her ay ek olarak 20-30 mg’lık demir emilimi ihtiyacı
oluşturur (Pettersson ve ark., 1994).
1.3.2.3 Demir Emilimi
Demir önemli bir mikronutrienttir ve tüm hücreler için gerekli olan esansiyel bir
elementtir. Yeryüzünde en fazla bulunan metallerden biri olan demir, canlıların
metabolizması için anahtar bir elementtir. Demir, vücutta kullanılan protein ve
enzimlerin tamamlayıcı bir parçasıdır (Andrews, 1998).
24
Demirin emilim yolu çok iyi bilinmemektedir. Demir emilimini belirleyen üç
önemli etken;
vücut
demir depoları, eritropoez hızı ve alınan demirin
biyoyararlanımıdır (Hallberg, 1987). Vücüttaki toplam demir miktarı büyük oranda
demir emilimi sağlamaktadır. Eğer depo demiri azalırsa demir emilimi artar. Buna
karşılık depo demiri yeterli ise demir emilimi azalır. Bu durum depo regülator olarak
adlandırılır. Depo regülator sayesinde demir eksikliğinde demir emilimi iki veya üç
kat artar (Buys ve ark., 1991). Eritropoezin efektif veya ineffektif olması eritroid
regülator olarak adlandırılır. Eğer kırmızı hücre yapımı arttı ise intestinal demir
emilimi de artar (Beutler ve ark., 2000).
Hem içeren yiyeceklerin dışındaki yiyeceklerin içindeki demir, Fe+3
değerliklidir başka bir deyişle ferrik yapıdadır. Suda çözünme gibi bir yapısı
olmadığı için, emilim gerçekleştirilemez. Demir gastrointestinal kanalın her
bölümünden emilebilmekle birlikte, emilimin en fazla olduğu yer duodenum ve
jejenumun üst kısımlarında gerçekleşir. Bağırsakların son kısmına doğru emilim
giderek azalır (Hagar ve ark., 2002). Üst bölgesinden daha çok emilmesinin başlıca
nedeni, bu bölgenin pH’sının, duodenumun ve diğer ince barsak bölgelerinin pH’sına
göre daha asidik olmasıdır.
Demir emiliminin ilk basamağında, duodenumun fırçamsı kenarlarında yer
alan “ferrik redüktaz” enzimi, Fe+3 ferrik demiri Fe+2 haline, yani ferröz yapıya
dönüştürür. Ferröz yapıdaki demir suda çözünür olduğundan emilebilir bir yapıya
kavuşur. Böylelikle incebağırsak lümeninde, enterosite alınımı kolaylaştırılmış olur.
Enterositin bağırsak boşluğuna bakan membranı üzerinde “divalent metal taşıyıcı 1
(DMT1)” yer alır. Ferröz demiri bağlar enterosit içine taşır ve enterositlerin
bazolateral membranından plazmaya transferini kolaylaştırmak için enterositlerin
villöz yüzeylerinin bazolateralinde lokalize bir protein olan hephaestin tarafından
tekrar Fe+3 dönüşümü sağlanır (Yen ve ark., 2006) (Şekil 1.17.).
Enterosit içideki demirin yapısı Fe+2 değerliğindedir. Bu değerlikteki demir,
serbest radikallerin oluşumunu hızlandırdığından biyolojik ortamlarda toksik etki
gösterir. Bundan dolayı hızlı bir işleme tabi tutulması gerekir. Herhangi bir işlemde
kullanılmayan ve plazmaya transfer olamayan Fe+2 ikinci basamakta ya ferritin
25
olarak depolanır, ya da transferine bağlanıp dolaşıma katılmak üzere, ferroportin 1
(FPN 1) tarafından bazolateral membran boyunca taşınır (Feder ve ark., 1996).
Şekil 1.17. Bağırsakta non-hem demir emilimi (Andrews N., 1999).
Demirin, demir transfer eden hücreler olan enterosit, hepatosit ve makrofajlardan
çıkışını sağlayan tek protein olan FPN aracılı salınımı, demir dengesinin önemli bir
belirtisidir. Plazmada demiri bağlayan proteinin adı, apotransferrindir. Demir ile
birleşmiş apotransferrine, transferrin (TfR) denir ve bu şekilde kan plazmasında
taşınır. Demirin taşınmasında ana rolü oynayan glikoprotein yapısındaki transferin
26
molekülü, karaciğer parankim hücreleri tarafından yapılmaktadır. Dolaşıma salınan
demir transferine bağlanmakta, demir ihtiyacı olan hücrelerin yüzeyinde bulunan
transferrin reseptörü 1 (Tfr1) aracılığı ile hücrelere endositoz şeklinde alınmaktadır
(Umbreit, 2005; Atanasiu ve ark., 2007; Fleming ve ark., 2005; Charlton ve ark.,
1983; Layrisse ve ark., 1974; Baynes, 1996). Transferrin iki formda bulunur; tek
molekül bağlayan tipine monoferrik (bir demir atomu içerir), çift molekül
bağlayanına diferrik transferrin (iki demir atomu içerir) adı verilir (Andrews, 2000).
Transferrin demir metabolizmasında ana rol oynar. Çünkü demir plazmada
transferin ile taşınarak gereksinimi olan dokuya verilir. Hücrelerin çoğu demiri
plazmadan transferrin aracılığı ile alır. Serbest demir eritrosite geçemez. Eritroid
hücre içlerine demirin girebilmesi için transferrin reseptörlerine bağlanması gerekir.
Bu reseptörlerin diferrik transferrine afiniteleri daha fazladır. Transferrin ile hücre
yüzeyine gelen demir, hücre yüzeyindeki transferrin reseptörleri yoluyla hücre içine
alınır. Endozom zarı üzerindeki H+ pompası enterosit sitoplazmasında bulunan H+
iyonlarını endozom içine pompalayarak içerinin pH’sını 6’ya kadar düşürür
(Andrews, 2000). “Transferrin-demir” molekülünün hücre yüzeyindeki transferrin
reseptörlerine
bağlanmasından
sonra
“transferrin
reseptörü-transferrin-demir
kompleksi” endositozla hücre içine alınır. Asidik ortamda (pH:5.5’in altında) demir,
transferrinden ayrılır ve sitoplazma içine ve buradan da mitokondriye hem sentezinde
kullanılmak üzere bırakılır. Ayrılan demir hücre tarafından kullanılır ya da ferritin
olarak depolanır (Roy ve ark., 2000a; Griffiths ve ark., 1999; Roy ve ark.,2000b).
Endozomal asidifikasyondan sonra demirsiz kalan apotransferrinin, transferrin
reseptörüne affinitesi yüksektir. Apotransferrin-reseptör kompleksi endositozla
birlikte tekrar hücre yüzeyine transfer edilir. Hücre yüzeyinde nötral pH ile temas
sonucu apotransferrin, reseptöre olan affinitesini kaybeder. Böylece reseptör yüzeyi,
tekrar kullanıma uygun hale gelir (Hunt, 2001). Normal 8 günlük ömrü süresince
transferin reseptörü yaklaşık olarak 100 kez bu işlemi yapar. Eritrositlerin
olgunlaşması süresince yüzeylerindeki transferrin reseptör sayısı değişir. Eritrositler
olgunlaştıkça bu reseptörler eritrositten ayrılır ve plazmaya geçerler. Plazma
transferin reseptör konsantrasyonu eritropoez hızı ile orantılıdır (Thomas ve ark.,
2002).
27
Hb sentezi için gerekli olan demirin ana kaynağı, dolaşımdaki yaşlanmış
eritrositlerin dalak makrofajları tarafından fagosite edilmesi ile sağlanır. Yaşlı
eritrositlerden salınan demir, transferin ile hızlı bir şekilde kemik iliğine taşınarak
hemoglobin sentezinin ihtiyacı için kullanılır. Fazla olan demir ise ferritin ve
hemosiderin olarak depo edilir (Gantz, 2006) (Şekil 1.18.).
Şekil 1.18. Transferrin siklüsü (Andrews N., 1999).
1.3.2.4 Demir Toksisitesi
Eşleşmemiş elektron içeren atom, atom grubu veya moleküller serbest radikal olarak
tanımlanırlar. Bu tip maddeler, eşlenmemiş elektronlarından dolayı tepkimeye girme
isteği oldukça yüksektir. Eşleşmemiş elektronun kazandırdığı en önemli özellik
birçok radikal ile bu elektronun paylaşılabilinmesidir (Halliwell, 1994). Fe+3, Cu+2,
Mn+2 ve Mo+5 gibi geçiş metalleri de ortaklaşmamış elektronlara sahip oldukları
halde serbest radikal olarak kabul edilmezler, fakat serbest radikal oluşumunda
önemli rol oynarlar. Serbest radikaller pozitif yüklü, negatif yüklü veya elektriksel
olarak nötral olabilirler ayrıca organik veya inorganik moleküller şeklinde de
olabilirler (Cheeseman ve ark., 1993). Ancak biyolojik sistemlerdeki en önemli
serbest radikaller, oksijenden oluşan radikallerdir. Moleküler oksijen (O2) iki
eşleşmemiş elektrona sahiptir. Serbest radikallerin aerobik hücrelerde en önemli
28
tepkimeleri moleküler oksijen ve onun reaktif türleri (süperoksit anyonu ve hidroksil
radikali), peroksitler ve geçiş metallerinin olduğu tepkimelerdir (Zwart ve ark., 1999;
Valko ve ark., 2007).
Klinikte sık kan transfüzyonu yapılarak aşırı demir yüküne maruz kalan
hastalarda, serbest radikaller artarak dokularda hasar oluşmaktadır. talasemi
majörlü hastalarda düzenli kan transfüzyonları ve etkin olmayan eritropoez
sonucunda intestinal demir emiliminin tetiklenir ve organlarda demir birikimi
gözlemlenir. Bu hastalarda; yaklaşık eritrosit 1-3 ünite transfüzyon 2-4 haftada bir
tekrarlanır. Bu yaklaşık 15-20 mg/gün demir birikimine ve Hb katabolizmasından
açığa çıkan demirin salınmasına neden olur. Daha sonra transferin tarafından
bağlanan demir kalp gibi organlara taşınır. Kardiyak hasar, düzenli transfüzyon olan
talasemi hastalarında demir depozisyonuna ve hasara neden olur. Bu şartlar altında
demir depozisyonu miyofibrillerin kaybına ve kalp kasında miyositlerin bozulmasına
neden olabilir (Kontoghiorghes, 2006). Oksidatif hasar durumunda ve demir gibi
metal iyonlarının varlığında serbest radikallerin üretimi artar (Rund ve ark., 2000).
β-talasemi hastalarında artmış α globin zinciri nedeniyle yüksek derecede
oksidatif hasar gözlenir. Eşleşmemiş α zincirlerinin hem ile birleşme isteği, hem
yarattığı oksidatif hasar nedeniyle eritrosit membranının antijenik yapısında
değişiklik olmaktadır (Fridovich, 2001; Zwart ve ark., 1999).
Serbest, eşleşmemiş, sağlam olmayan globin altbirimleri süperoksit ve
hidroksil radikalini oluştururlar. Bunlar oksidatif hasar olaylarını başlatırlar. Önce
methemoglobin oluşur, sonra geri dönüşümlü ve geri dönüşümsüz hemikrom olarak
çökerler ve membranın çeşitli bileşikleri ile tepkimeye girerler. Hem ve globulini
parçalarlar. Hemin yıkımı ile açığa çıkan serbest demir Fenton reaksiyonu yolu ile
çok güçlü şekilde serbest radikal oluşumuna yol açmaktadır (Comporti ve ark.,
2002).
Fenton reaksiyonunda ferrik demiri ferröz demire indirgeyerek hidrojen
peroksitle etkileşmeye uygun olan süperoksit radikalinin üretimine neden olur.
Ferröz yapı Fenton tepkimesi ile ferrik forma tekrar yükseltgenirken ˙OH ve OH‫־‬
üretilir. Enterosit içine alınan demirin yapısı
++
değerliklidir. Bu yapıdaki demir,
29
serbest radikallerin oluşmasını artırdığından biyolojik ortamlarda toksik etki gösterir
(Burton, 1989).
O2˙ + Fe+3 → O2 + Fe+2
Fe+2 + H2O2 → Fe+3 + ˙OH + OH‫־‬
O2˙ + H2O2 → ˙OH + OH‫ ־‬+ O2
Demirin indirgeyici özelliğinden dolayı proteine bağlanmayan demirlerin
oluşturduğu demir birikimi toksik oksijen radikallerinin yapılmasına neden olur.
Oluşan bu oksijen radikalleri protein hasarına, hücre zarındaki ve lizozom,
mitokondri gibi diğer organellerdeki lipidlerin peroksidasyonuna aracılık ederek
hücre ölümü ve organ yetmezliğine neden olur. Aşırı demir emilimi, transferrin,
ferritin ve diğer demir bağlayıcı proteinlerin bozuklukları, önemli organlarda demir
birikimi ile sonuçlanır. Organlar demir toksisitesine çok hassastır. Bu nedenle demir
birikimi, kalp yetmezligi, siroz ve endokrin anormalliklere yol açar (Harrison ve ark.,
2003; Birgens ve ark., 2007).
Demir başlıca bağırsak hücreleri, safra, dışkı, tırnaklar, saç ve idrarla
vücuttan atılır. Sağlıklı erişkin bir erkekte kaybın 1 mg/gün, kadınlarda ise
menstrüasyonla kaybedilen demirin eklenmesi ile daha fazla olduğu saptanmıştır
(Beutler, 2006).
1.3.3 Kurşun
1.3.3.1 Kurşunun Özellikleri ve Kurşun Maruziyeti
Kurşun, yerkabuğunda doğal olarak bulunabilen, erime noktası düşük, mavi gri
renkli ağır bir metaldir. Kurşun doğada nadiren element olarak bulunur. Kurşunun en
çok rastlanılan cevherleri sülfür minerali galen (PbS) ve onun oksitlenmiş ürünleri
olan serüsit (PbCO3) ve anglezittir (PbSO4). Bu mineraller arasında en önemli olan
galendir. Kurşun çevrede doğal olarak bulunan ve periyodik tablonun IVA grubuna
ait olan bir elementtir (ATSDR, 2007).
30
Kurşun yumuşak bir metal olduğu için erime ve kaynama noktaları oldukça
düşüktür. Erime noktası 327, kaynama noktası ise 1600 0C’dir. Kurşun zehirlenmesi
bakımından önemli olan nokta, 500-600 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda kurşunun
buharlaşmaya başlamasıdır. Doğal kurşun,
(20.5–23%) ve
204
208
Pb (51–53%),
206
Pb (23.5–27%),
207
Pb
Pb (1.35–1.5%) olmak üzere dört kararlı izotopunun karışımından
oluşur. (ATSDR, 2007).
Kurşun doğada fazla bulunmaz ancak kurşun madeni yatakları ve rezevleri
yaygın olarak bulunur. Kurşun yataklarının işletilmesi bu metallerin endüstri
dallarında yaygın olarak kullanılmasıyla kurşun tüm dünyaya kolayca yayılır.
Kurşun başlıca doğaya antropojenik faaliyetlerin sonucunda yayılmıştır (ATSDR,
2007).
Ağır metallerden biri olan kurşun doğada nadir olarak metal şeklinde bulunur
genellikle iki ya da daha fazla elementle birleşerek kurşun bileşiklerini oluşturur ve
çoğunlukla gümüş, bakır, çinko, antimon ve demir metalleriyle birleşmiş şekilde
bulunur (ATSDR, 2007; Leita ve ark.,1991).
Metalik kurşun hava ve su ile kolay tepkimeye girmediği için paslanmaya
karşı dayanıklıdır. Kurşun bileşikleri havaya ya da suya maruz kaldığı zaman ince bir
film tabakası oluşturur. Bu filmler paslanmayı durdurucu veya yavaşlatıcı bir
koruyucu bariyer görevini üstlenirler (ATSDR, 2007). Kurşun ister metal, ister tuz
(PbO, PbO2, Pb2O3, PbCO3, PbSO4) veya organik bileşik (Pb(C2H4)4) şeklinde
olsun, toksik etkileri vardır. Toksisite genel olarak erime noktasıyla doğru orantılıdır
(Hornick,1970).
Etrafımızdaki doğal alanlarda ve canlı organizmalarda iz halinde kurşuna
rastlanır. Canlı organizmada rastladığımız kurşun fizyolojik yaşam için gerekli
olduğu için değil doğal çevrede, yiyecek ve içeceklerde bulunan kurşunun
kaçınılmaz bir yansımasıdır (Leita ve ark.,1991). Çevredeki kurşun başlıca hava
yolu, besinler ve içme sularıyla organizmaya ulaşır (Piomelli, 2002).
Kurşun su, toprak ve hava arasında doğal, kimyasal veya fiziksel yollarla
çevrilmektedir. Suda farklı formlarda bulunabilmektedir. Kurşun yoğun olarak
31
toprakta tutulmaktadır, yüzeysel akarsularda ya da yeraltı sularında çok az
rastlanılmaktadır. Havada parçacık şeklinde bulunur, yağmur ve yerçekiminin
etkisiyle uzaklara taşınmaktadır (ATSDR, 2007).
Kurşun kolay bükülür ve kurşuna kolayca şekil verilir. Kurşun alaşımları
oluşturulmak üzere diğer metaller ile kombine edilebilir. Kurşun ve alaşımlarının,
paslanmaya karşı olan direnci, yüksek yoğunluğu, erime noktasının düşük olması,
asit rezistansı ve kurşunun kolay işlenebilen bir metal olmasından dolayı endüstride
oldukça fazla kullanılır. Kurşun akü üretiminde, boru, cephane ve kurşun bileşikleri,
pil, kurşun levha, radyasyon kalkanı, tahta kaplama, jet yapımı, lehim, seramik cilası,
kablo kaplamasında, cam yapımında kullanılır (ATSDR, 1997). Kurşun fazla
kullanılmasından dolayı endüstrileşmiş toplumlarda insan sağlığını tehdit eden toksik
bir elementir. Sanayi devrimi sonrası insanlarda kurşun maruziyeti artmıştır (Flegal
ve ark., 1992).
Kurşuna çeşitli çevresel kaynaklardan düşük düzeyde maruz kalındığında bile
toksik etkiler gözlenmektedir. Kurşun bazlı boyalar en önemli maruziyet
kaynaklarından birisidir. Eski kurşun bazlı boyaların yenilmesi, solunması ve dermal
yolla temas edilmesi yaygın olarak kurşun maruziyeti yollarından birisidir. 1978’e
kadar çoğu ev boyaları %40 oranında kurşun içermekteydi (ATSDR, 2003).
Kurşun maruziyetinin en önemli kaynağı kontamine yiyecekler, solunan hava,
içme sularıdır. Kurşun ve formlarının etkilerine özellikle çocuklar daha hassastır.
Çocuklar toksik metallere kontamine olmuş topraklarla oynaması ve bu toprağı
yanlışlıkla sindirmesi sonucunda maruz kalır (ATSDR, 2003). Su borularında
kullanılan kurşun kaynaklar ve eski evlerde bulunan kurşun tesisatlarda, kurşunun
suya karışmasına sebep olabilmektedir. Kurşun aynı zamanda cilalanmış
seramiklerde bulunur ve kurşun boyalarla boyanmış kaplarda saklanan yiyecekler
yoğun miktarda kurşun içermektedir (ATSDR, 2007). Almanya ve bununla beraber
diğer gelişmiş ülkelerde 1971’de boya maddelerindeki, 1979’da ise yemek saklama
kutularındaki kurşun kullanımını sınırlayıcı yasalar çıkarılmıştır. Bazı saç boyaları ve
kozmetik ürünlerinde bulunan birçok pigment kurşun bileşikleri içermektedir
(ATSDR, 2007). Kurşunlanmış kristaller, sigara içimi, kurşun lehim kullanılan
32
konserve kutuları, bazı ülkelerden ihraç edilen oyuncakların da önemli miktarda
kurşun içerdiği bilinmektedir (EPA, 2002). Her yıl tahmini olarak 0.5-1.5 milyon kişi
çalıştıkları yerde mesleki kurşun toksisitesine maruz kalmaktadır (ATSDR, 2003).
1920’li yıllarda kurşun bileşikleri (Kurşuntetraetil Pb(C2H5)4) benzine
eklenmeye başlanmıştır. Kurşunun bu tip kullanım alanı ekolojik sisteme
dağılmasında
büyük
bir
rol
oynamıştır.
Bugünlerde
kurşunsuz
benzinin
kullanılmasıyla yeryüzün kurşun yayılımı azalmıştır, fakat kurşunsuz benzin
bileşiminde yer alan kurşun çoğu birincil metal üretim aşamasından yeryüzüne
kurşun ve bileşiklerinin yayılımı devam etmektedir (Baldwin ve ark., 1999).
1.3.3.2 Kurşun Absorbsiyonu ve Metabolizması
Kurşun çok yönlü etkileri olan bir elementtir. Anorganik kurşun inhalasyon, oral ve
dermal maruziyeti sonrasında absorbe olabilir. Kurşun en fazla solunum yoluyla ve
az miktarda da sindirim kanalından vücuda alınır (ATSDR, 1999). Solunum yoluyla
alınan kurşunun % 40’ı absorbe olup, kan dolaşımına katılırken sindirim kanalından
alınan kurşunun ancak % 10-15’i absorbe olmaktadır. Organik kurşun bileşiklerinin
deri yoluyla da absorbsiyonu olabilir. Bu nedenle zehirlenme bakımından solunum
yolu ile maruz kalma daha önemli olmaktadır (Phillip ve ark. 1994a).
Solunum yoluyla alınan kurşunun büyük bir kısmı solunum sisteminin çeşitli
bölümlerinde tutularak birikim meydana gelir. Bir kısmı savunma sistemi tarafından
tutularak atılır ve bir kısmı da absorbe edilerek kana geçer. Solunum sisteminde
biriken partiküllerin büyüklüğüne, bileşiğin biyolojik sıvıda erime özelliğine ve
solunum kapasitesine bağlı olarak azalıp çoğalır (ATSDR, 1999).
Kurşun vücutta depolanan bir metaldir ve vücuttaki birikim yeri zamanla
değişebilir. Kurşun ve diğer toksik metaller ilk olarak kan akımının fazla olduğu,
dokunun toksik maddeye duyarlılığı, permeabilitesi ve toksik maddenin hemen
uygun bir bağlanma bölgesine gelmesi ile ilgilidir. Toksik madde bu bağlanma
bölgelerinden zaman içerisinde kan akımının az olduğu bölgeye ancak daha çok
birikim olanağı olan bölgelere dağılabilir. Anorganik kurşunun birikimi ve dağılımı
buna örnektir. Kan dolaşımındaki kurşun eritrositlere bağlanarak taşınır ve emilen
33
kurşunun %99’u 30-35 gün süreyle dolaşımda eritrositlere bağlı olarak bulunur
(Silbergeld ve ark., 1988). Emilen kurşun, kana geçerek kısa zamanda dengeye
ulaşır, kan dolaşımı yolu ile çeşitli organlara aort, kıkırdak, böbrek, pankreas,
akciğer, dalak ve kaslara dağılır. En çok kemiklerde olmak üzere yumuşak dokularda
ve parankimal organlarda da depolanır. Kurşun yaklaşık 20-30 yıl kadar kemiklerde
depolanır. Yaşın ilerlemesiyle birlikte kemikteki kurşun miktarı belirgin olarak artar
(Wittmers ve ark., 1988).
Bireyin gıda tüketimi ve gıda tüketim sıklığı kurşunun sindirim sistemindeki
emilimini etkilemektedir. Açlık durumunda kurşunun emilimi, çok daha fazladır
(Ahamed ve ark., 2007). Gastrointestinal emilim beslenme durumuna ve yaşa bağlı
olarak değişir (Ziegler ve ark. 1978). Magnezyum, fosfat, alkol ve yağ alımı da
kurşun emilimini azaltmaktadır (Barltrop, 1975; Barltrop, 1979). Demir eksikliği
olan kişilerde kurşun emilimi ve birikimi daha fazladır. Kalsiyum düzeyi düşük diyet
kurşun emilimini ve toksisitesini arttırır. Kalsiyumu az diyette kemikte kurşun
birikir. Hamilelikte ve emzirme dönemlerinde kemikten salınır. Kalsiyum dengesini
kurşun bozar. Kalsiyum desteği alımı kurşun absorpsiyonunu azaltır (Ahamed ve
ark., 2007). Çinko ve kurşun emilim bölgelerinde ve enzimatik bölgelerde
interaksiyona girmektedir. Çinko fareler üzerinde yapılan araştırmada tek başına ya
da metiyonin ve tiamin’le beraber kurşun toksisitesini azaltmaktadır. Bu
kombinasyonun kurşunun neden oldugu delta-aminolevulinik asit dehidrataz (δALAD) aktivitesinin inhibisyonunu azalttığı ve delta-aminolevulinik asit (δ-ALA) in
üriner atılımını azalttığı görülmüştür (Flora ve ark., 1989; Flora ve ark.,1990).
1.3.3.3 Kurşun Toksisitesi
Kurşunun sinir, hematopoietik, renal, endokrin ve iskelet sistemi gibi birçok organ
sistemi üzerinde ciddi etkileri vardır (ATSDR, 2003c; Goyer ve ark., 1995; National
Research Council, 1993). Kurşunun toksik etkilerine toplumdaki her kesim aynı
derece hassas değildir. En hassas kesim; süt çocukları, hamile kadınlar ve kurşunla
fazla teması olan meslek dallarıdır (Bushnell ve ark., 1986). Kurşun zehirlenmesi
erişkinlere göre çocuklarda daha fazladır (Goyer ve ark., 1995; Needleman ve ark.,
1990). Bunun nedenleri, solunum ve gastrointestinal sistemlerinde absorpsiyon
34
hızlarının daha fazla olması, ellerini kontrolsüz olarak daha fazla ağızlarına
götürmeleri ve sinir sistemleri gelişmekte olduğundan toksisiteye karşı daha duyarlı
olmalarıdır (Ahamed ve ark., 2007).
Çocuklarda oral dozla suda çözülebilir kurşunun % 40-50’sinin emilimi
gerçekleşiyorken, erişkinlerde bu oran % 3-10’dur (ATSDR, 2007). Çocuklarda
fiziksel ve bilişsel gelişimde gerileme, dikkat dağınıklığı, duyma ve öğrenme
zorluğu, başağrısı, konvülsiyon, ataksi, öğrenme bozuklukları ve hiperaktif
davranışlar gibi nörolojik belirtilerle karakterize edilir (Goyer ve ark., 1995;
Needleman ve ark., 1990). Nedeni tam olarak açıklanamamış olsa da, gebelik
süresince kullanılan sigara ve alkolün anne ve kord kanı kurşun düzeylerini artırdığı
gösterilmiştir (Ernhart ve ark., 1985).
Kurşunun kardiyovasküler sistem üzerine etkileri çelişkilidir yapılan birçok
klinik çalışmada kurşun zehirlenmesiyle kan basıncı arasında bir ilişki olduğunu
vurgulamaktadır, oysa ikisi arasında böyle bir bağ yoktur (ATSDR, 2003c; Goyer,
1993) ancak; EPA kurşun zehirlenmesiyle kan basıncının arttığını kabul etmektedir
(EPA, 1989). Kan kurşun düzeyinin 20-29 μg/dL düzeyine çıkması dolaşım sistemi
ve kardiyovasküler sistem bozukluklarına bağlı ölüm oranını arttırmaktadır (Lustberg
ve ark. 2002).
İskelet sistemi özellikle kemikte kurşun birikimi için önemli bir yerdir. Bu
birikim kemik hücrelerinin görevini riske atmakta hormonlara yanıt vermesini
değiştirmektedir ve bunun sonucunda plazmada 1,25-dihydroxy-vitamin D3 düzeyini
değiştirmektedir (Goyer, 1993; Pounds ve ark., 1991). Erişkinlerde vücuttaki
kurşunun %94’ü, çocuklarda ise %73’ü kemiklerde bulunur (ATSDR, 2007).
Çocuklarda yumuşak dokulardaki kurşun, erişkinlerden daha fazladır. Çoğunlukla
yumuşak dokularda bulunan kurşunun yarılanma ömrü 2 aydır. Kurşunun kemikteki
yarı ömrü 20-30 yıldır (Phillip ve Gerson, 1994a).
Kurşunun vücutta zararsız sayılacak bir dozu belirlenmemiştir (Silbergeld,
2004); ancak Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün son yıllarda önerdiği normal kan
kurşun düzeyi "0" dır (Koller ve ark.,2004), Su ve ortamdaki maksimum kurşun dozu
35
kurşuna maruz kalan bireylerin kurşun toksisitesinin belirlenmesinde çoğunlukla
kullanılan yöntem kan kurşun düzeyinin ölçümüdür (Silbergeld, 2004).
Vücuttan atılımı da başlıca idrar yolu ile olur. Az miktarı dışkıyla, ter içinde,
epitel deskuamasyon yoluyla ya da saç, tırnak kesilmesi, kadınlarda menstruasyonla
ve emzirme sırasında sütle vücuttan atılabilir (Rabinowitz ve ark., 1976).
1.4 DNA
1.4.1 Genetik Polimorfizm
Bir genin belli bir lokusta yer alan alternatif kopyalarından her birine allel adı verilir.
Genel populasyonda alellerde bir karakter için iki veya daha fazla varyasyon
bulunuyorsa ve bu varyasyonların her biri toplumda %1’den daha fazla sıklıkla
görülüyorsa bu bireyler arasında bir fiziksel farklılık, hastalıklara yatkınlık veya
direnç açısından bir farklılık yaratıyorsa bu duruma “genetik polimorfizm”, bulunma
sıklığı %1’den daha az sıklıkta ise bu genetik değişikliklere “genetik mutasyon”
denir. Polimorfizmler doğrudan hastalıklara neden olmayıp canlıların üreme
kapasitelerini etkilemezler, bu nedenle nesilden nesile aktarılabildiklerinden
frekansları fazladır. Mutasyonlarda ise canlıların üreme kapasiteleri ve canlılıklarını
sürdürebilme özellikleri doğrudan etkilendiğinden toplumdaki frekansları fazla
değildir (Gonzalez, 1999).
1.4.1.1 Polimorfizm Çeşitleri
Polimorfizmler, genetik yapıda meydana gelen küçük değişimlerdir ve toplumun en
az % 1'inde görülürler. Örneğin, bir genetik "harf" (genetik kodu oluşturan bir birim)
bir diğeri ile yer değiştirebilir. Polimorfizmler vücutta değişik süreçlere neden
olabilirler, sadece bir genetik harfi etkilerse buna "tek nükleotid polimorfizmi" (SNP)
denir.
SNP’lerin yanı sıra, delesyon/insersiyon adı verilen polimorfizmler de
bulunmaktadır. Bu prolimorfizmlerde genin bir kısmı veya tamamının ‘silinmesi’
yani bulunmaması söz konusudur. Bu durumda genin ‘silinmiş’ versiyonuna
‘delesyon’, ‘silinmemiş’ versiyonuna ise ‘insersiyon’ adı verilmektedir.
36
1.4.1.1.1 Tek Nükleotid Değişim (Single Nucleotide Polymorphism:SNP)
SNP’ler genetik bir lokusta farklı alleller oluşturacak biçimde spesifik bir bölgedeki
bir baz veya bazlarda meydana gelen nokta mutasyonlarının neden olduğu
polimorfizmlerdir (Şekil 1.19.). SNP insan genomundaki en basit ve en yaygın
genetik polimorfizm çeşididir. Çoğunlukla her iki allelde de meydana gelir (Öktem
ve ark.,2001). Bir kişideki kromozom ile diğer kişideki aynı kromozomu
karşılaştırdığımız zaman aradaki fark tahmini olarak 7.51x10-4 olarak karşımıza
çıkmaktadır (Miller ve ark, 2001). Buda bize ortalama her 1000 bazda bir nükleotit
değişiminin ortaya çıktığını göstermektedir (Öktem ve ark.,2001). İki X kromozomu
ve iki Y kromozomu farklı kişilerde karşılaştırıldığında X ve Y kromozomlarında
sırasıyla her 2.132 ve 6.625 bazda bir tek nükleotit değişiminin görülmesi olasıdır
(Miller ve ark, 2001).
Şekil 1.19. Tek nükleotid polimorfizm (http://www.mygenetree.com/images/img-snps.jpg).
Varyasyonun SNP olduğunun düşünülebilmesi için, populasyonun en az %1’
inde bulunması gerekmektedir. SNP’ler insan genetik varyasyonlarının %90’ını
oluştururlar. Polimorfizimler genin farklı kalıtsal formlarını veya genomun farklı
bölgelerini ayırt edebilmek için kullanılmaktadır (Öktem ve ark.,2001).
2001 yılında tamamlanan insan genom projesi’nden sonra birbiriyle ilişkisi
olmayan farklı bireylerin genomları arasında %99’dan fazla benzerlik olduğu
37
anlaşılmıştır (Venter ve ark., 2001; Sachidanandam ve ark., 2001). Genom
içerisindeki bu farklılık kodlanan ve kodlanmayan bölgelere dağılmasına göre
tahmini 4,5 milyon tek nükleotid polimorfizimden meydana gelmektedir Aynı
zamanda bu farklılıklar bireylerin birçok açıdan farklı niteliklerine sahip benzeri
olmayan bireyler olmasında etkili bir rol oynamaktadır (Gareth ve ark., 2005). A ve
G insanlarda en çok gözlemlenen tek nükleotit değişimidir. İnsanda tek nükleotit
değişimlerinin dağılımı incelediğinde %63 A/G (ve T/C), %17 A/C (ve T/G), %8
CG, %4 AT ve %8 insersiyonu ve delesyonları saptanmıştır (Miller ve ark, 2001).
Tek nükleotid değişim polimorfizminin bazı alt grupları vardır.
Şekil 1.20. Transisyon ve transversiyonla tek nükleotid değişim oluşumunun şematik gösterimi.

Transisyon: Dizi içindeki bir pürin bazının (A, G) diğer bir pürin
bazına veya bir primidin bazının (T, C) diğer bir pirimidin bazına dönüşmesine
transisyon denir.
A, G→G, A
C, T →T, C
38

Transversiyon: Dizi içindeki bir pürin bazının (A,G) bir primidin
bazına (T,C) veya bir primidin bazının bir pürin bazına dönüşmesine transversiyon
denir (Şekil 1.20.).
A, G →T, C
T, C →G, A

İnsersiyon: DNA içerisine tek bir nükleotid ya da nükleotidlerin
eklenmesine insersiyon denilmektedir. Nükleotidlerin eklenmesi, genin normal
uzunluğundan daha uzun olmasına sebep olur. Bu protein kodlayan bir gen ise,
proteinin amino asit dizisinde artış söz konusudur (Şekil 1.21.).
Şekil 1.21. İnsersiyonla (nükleotid eklenmesi) şematik gösterimi
(http://ghr.nlm.nih.gov/handbook/illustrations/mutationtypes?show=insertion).
İnsersiyonla tek bir nükleotid eklendiğinde bile çerçeve kayması meydana
gelerek tüm proteinin amino asit dizilimi değişebilir bu nedenle sentezlenecek olan
proteinin tamamen yapısı bozulabilir (Şekil 1.22.).
39
Şekil 1.22. Çerçeve kayması oluşumunun şematik gösterimi
(http://ghr.nlm.nih.gov/handbook/illustrations/mutationtypes?show=frameshift).

Delesyonlar: DNA dizisi içerisinden tek bir nükleotidin ya da
nükleotidlerin kırılıp ayrılması delesyon olarak adlandırılmaktadır. DNA üzerindeki
bir delesyon, genin normal uzunluğundan daha kısa olmasına neden olur (Emir ve
Özden, 2006) (Şekil 1.23).
Şekil 1.23. Delesyon ile amino asit eksilmesinin şematik gösterimi
(http://ghr.nlm.nih.gov/handbook/illustrations/mutationtypes?show=deletion).
40
1.4.1.1.1.1 SNP’lerin Protein Oluşumu Üzerine Etkileri
Tek nükleotid polimorfizmi; DNA üzerindeki bulunduğu nokta ve oluş şekline göre,
proteinin yapı ve fonksiyonu üzerinde değişik etkiler yapabilmektedir:
 Kodlanan bölgede oluşan sessiz (silent) bir SNP, amino asit farklılığı
oluşturmuyorsa, sentezlenen proteinin yapı ve fonksiyonunda herhangi bir
değişikliğe neden olmayacaktır.
 DNA üzerinde meydana gelen bir SNP, tesadüfen “Dur” kodonunu (TAA,
TAG, TGA) oluşturuyorsa, SNP’nin bulunduğu noktadan itibaren protein sentezi
duracak ve yarım kalan protein aktif bir şekilde fonksiyonlarını tam anlamıyla yerine
getiremeyecektir.
 SNP, bir genin sentezi ile ilgili düzenlemeleri içeren promotor bölgede
meydana geliyor ise; transkripsiyonla oluşan mRNA düzeyi ve stabilitesi, dolayısı ile
gen ekspresyon düzeyi değişecektir (Williams ve Hayward, 2001).
1.5 DNA İzolasyonu
DNA hücre içerisinde serbest halde bulunmaz. DNA’nın büyük bir kısmı hücresel
materyallerde bulunur. DNA molekülleri inceleme aşamasına alınmadan önce hücresel
materyalden ayrılmalıdır. Bazı kimyasal maddeler ve enzimler ile canlı hücrelere ait
hücre zarı veya canlı hücre duvarının yıkılıp DNA nın ortaya çıkarılmasına DNA
izolasyonu denir. DNA hücre ortamından korunmak amacıyla hücresel proteinler
tarafından koruma altına alınmıştır. Bu koruma kalkanı DNA analizlerini etkiler. Bundan
dolayı, DNA molekülünden diğer proteinleri ve hücresel materyalleri ayırmak amacıyla
farklı DNA izolasyon yöntemleri kullanılır.
DNA laboratuvarlarında DNA ekstraksiyonu için üç farklı yöntem kullanılmaktadır:
a) Organik (Fenol-Kloroform) İzolasyon
b) Chelex İzolasyon
c) FTA Kağıt
41
DNA izolasyonunda kullanılacak izolasyon yöntemi biyolojik materyalin
özelliğine bağlıdır. Tam kan ile kan lekesi veya kemik dokusu farklı yöntemlerle izole
edilmelidir. DNA izole edildikten sonra saf su ya da TE (tris-EDTA) tamponu
içerisinde -200C’de saklanır (Butler, 2005).
1.5.1 Fenol kloroform İzolasyonu
Fenol kloroform izolasyonu en çok tercih edilen yöntemlerin başında gelir. Fenol ile
proteinler ve DNA parçaları birbirinden ayrılır ve uzaklaşmaları sağlanır. Fenol
proteinlerin sekonder yapısını parçalayan denatüre edici bir ajandır. Fenol kloroform
izolasyonu birçok kimyasalın arka arkaya eklenmesi ile gerçekleştirilir (Şekil 1.24.).
Şekil 1.24. Ana hatlarıyla organik (fenol-kloroform) ekstraksiyonu (Butler 2005’ten derlenmiştir).
1) Sodyum dodesil sülfat (SDS) ve proteinaz K: Hücre duvarlarını yıkar.
Kromozomlar içinde bulunan DNA’yı koruyan proteinleri parçalar.
42
2) Fenol-kloroform-izoamil alkol karışımı: DNA’yı proteinlerden ayırmak için
kullanılır.

Fenol proteini bağlar.

Kloroform fenolü bağlar.

İzoamil alkol fenol fazı ile sulu fazın daha net bir biçimde ayrılmasını sağlar.
DNA negatif yüklü suda çözünebilen ama alkolde çözünemeyen bir
moleküldür. Santrifüj edildiğinde, istenmeyen proteinler ve hücresel atıklar sulu
fazdan ayrılır ve çift sarmal DNA molekülleri bu sayede analiz için ayrıştırılır.
Fenol kloroform izolasyonu, yüksek moleküler ağırlıklı DNA’nın izolasyonu
için uygun bir yöntemdir. Ancak sağlığa zararlı kimyasalların kullanıldığı ve zaman
alıcı bir yöntemdir. Ayrıca numune birkaç defa farklı tüpe alındıgı için
kontaminasyon riski fazladır. Ancak yöntem ucuzdur ve her DNA laboratuarında
dikkatlice uygulandığında yüksek verimlilikle kullanılabilir (Butler, 2005).
1.6 Polimeraz Zincir Reaksiyonu (Polymerase Chain Reaction: PCR)
Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) 1985’te ABD’nin Kalifornia eyaletinin
Emeryville kentindeki Cetus Corporation adlı firmanın araştırmacılarından Kary B.
Mullis tarafından bulunmuştur. Kary Mullis 1993’te bulduğu ve geliştirdigi PCR
tekniği sayesinde Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmıştır (Kubista ve ark., 2006).
PCR, herhangi bir organizmaya ait DNA’daki dizisi bilinen herhangi bir
bölgenin çoğaltılmasını sağlayan hücre-dışı bir DNA çoğaltma yöntemidir. PCR’ın
prensibini, izole edilen veya patolojik materyalde bulunan hedef genetik
materyallerin (DNA, RNA)’nın, istenilen bölgesine özgü kısa zincirli primerler
yardımı ile, enzimatik olarak çoğaltılması oluşturmaktadır (Dinkel A. ve ark., 2004).
Bu amaçla ısı döngü aygıtları kullanılarak DNA’nın özel bir bölgesinin defalarca
çoğalması (replikasyonu) sağlanır.
PCR analizi; moleküler biyoloji, insan genetiği, evrim, farmakoloji,
toksikoloji, kriminoloji ve paleontoloji gibi çok geniş disiplinlerde; farmakogenetik
ve toksikogenetik çalışmalarda, mutasyon ve polimorfizm çalışmalarında, adli tıpta,
43
in vitro mutasyon oluşturulmasında, genetik bozuklukların teşhisinde, sekanslama
amacıyla DNA hazırlanmasında, enfekte hastalıklarda virüs ve bakterilerin
teşhisinde, fosillerden DNA amplifiye edilmesi ve evrimin aydınlatılmasında,
onkogenlerin belirlenmesinde, doğum öncesi genetik teşhis konulması gibi
çalışmalarda sıklıkla kullanılmaktadır (Butler, 2005; Wright ve Wynford-Thomas,
1990).
1.6.1 PCR’ın Aşamaları
PCR reaksiyonu başlıca denatürasyon, primerlerin bağlanması (annealing) ve
amplifikasyon (extension) olmak üzere üç aşamada gerçekleşmektedir (Dinkel A. ve
ark., 2004) (Şekil 1.25.).
Şekil 1.25. PCR Siklusunun basamakları (Andy, 1999).
44
1- Denatürasyon Aşaması:
90-95 0C’de gerçekleşir. Bu aşamada önce amplifiye edilecek DNA’nın çift zinciri
açılarak tek zincirli hale geçer. DNA tek zincirlere ayrılana dek yaklaşık 5-15 dakika
ısıtılır. Ayrılan bu zincirler yeni sentezlenecek DNA için kalıp görevini üstlenirler.
2- Primerlerin bağlanması ( Annealing) Aşaması:
17-35 nükleotidden oluşan DNA bölgesine özgün iki primer sıcaklığın 50-70 0C’ye
düşürülmesiyle, tek zincirli primerle tek zincirli kalıp DNA arasında hidrojen bağları
oluşur. Biraz kararlı bağlar oluştuğunda polimeraz, nükleotidleri eklemek üzere
bağlanır. Primerler ilk basamakta ayrılmış olan kalıp DNA’nın hedef bölgelerine
bağlanırlar. Bağlanma yeri hedeflenen DNA bölgesinin çoğalmaya başladığı
noktadır. Bu basamakta primerleri oluşturan bazlar esas alınarak bulunan Tm
değerine göre bağlanma ısısı belirlenir. Isıtılarak birbirinden ayrılmış DNA
soğutularak baz çiftleri ile hibridize edilir ve bu basamağa primer bağlanması adı
verilir.
Şekil 1.26. PCR programı
(http://www.genetiklab.com/altsayfa.php?giris_ID=1&tablo=tbl_yontemler).
45
3- Primerlerin Uzatılması (polimerizasyon, extention, elongation) Aşaması:
72 °C civarında gerçekleşir. Isıya dayanıklı bir DNA polimeraz olan Taq polimeraz
reaksiyon ortamına ilave edilir. Polimeraz enzimi, nükleotidleri 5’ten 3’e doğru
ekleyerek primerlerin uzamasını sağlar ve hedef DNA’nın iki zincirli bir kopyasını
oluşturur (Şekil 1.26.).
Bu üç basamak bir döngüyü oluşturur ve 30-40 defa tekrarlanır. PCR bir zincir
reaksiyonudur, çünkü, yeni DNA zincirlerinin sayısı her döngüde iki katına çıkar ve
yeni zincirler bir sonraki döngüde kalıp görevi görürler (Şekil 1.27.).
Şekil 1.27. PCR ürünü
Her döngü koşullara bağlı olarak değişir ancak ortalama 5dk. sürer ve istenildiği
kadar tekrar edilir. DNA parçaları geometrik olarak artar. Teoride özgül DNA
parçası; devir sayısı (n) ve başlangıçtaki hedef sayısına (t) bağlı olarak yaklaşık tx2n
sayısına ulaşır. Böylelikle incelenecek bölgenin milyarlarca kez çoğaltılmasıyla PCR
ürününün kolay analiz edilmesi olanaklı hale gelir (Kubista ve ark., 2006; Bozkurt,
ve ark., 2000; Nelson, 1991; Siqueira, 2003; Butler, 2005). (Şekil 1.28.).
46
Şekil 1.28. PCR ürünü çoğaltılma sayısı.
1.6.2 PCR Bileşenleri
Bir PCR döngüsü için gerekli olan beş ana madde vardır; kalıp DNA örneği,
çoğaltılacak bölgeyi sağdan ve soldan çevreleyen bir çift sentetik oligonükleotid
primer; deoksinükleotit trifosfatlar (dNTP); yüksek ısıya dayanıklı Taq DNA
polimeraz enzimi; kullanılan DNA polimeraz için uygun bir kimyasal çevre
sağlayacak olan tampon karışımlardır (Wilson, 1997).
1) Kalıp DNA örneği: Nükleer, mitokondriyal, bakteriyal ve plazmid DNA
olabilir. DNA herhangi bir biyolojik materyalden (kan, kıl, tükürük, vücut
sıvısı, ter, tırnak, doku vd.) elde edilebilir.
2) Sentetik oligonükleotid primerler: DNA üzerindeki çoğaltılacak her bir
bölge için bir çift (Forward:F ve Reverse:R) primer kullanılmalıdır. Primer
tasarımında dikkat edilmesi gereken kurallar şunlardır:

Primerde bazlar dengeli dağılmalıdır.

17-30 nükleotid uzunluğunda ve Tm (erime noktası) değerleri
birbirine yakın olmalı,

Primer dizisinde kendi içinde bağlanmaya neden olacak dizi
bulunmamalıdır.

Primer, kalıp DNA içindeki dizileri yanlışlıkla tanıyacak baz dizisine
sahip olmamalıdır (Pusterla ve ark., 2006).
3) dNTP'ler (A,T,C,G): dNTP karışımındaki A, T, C ve G bazları eşit
derişimde olmalıdır.
4) Taq DNA Polimeraz enzimi: Thermus Aquaticus adlı bakteriden elde edilen
ısıya dayanıklı DNA polimeraz enzimidir. Tag DNA polimeraz, maksimum
aktivite gösterdiği 72 0C’de dNTP'leri tanıyarak ayırabilme ve saniyede
47
yaklaşık 100 dNTP’yi diziye katabilme yeteneğindedir. PCR sırasında DNA
sentezi yaparken zincirlerin sonlarına Adenin nükleotiti ekleyerek zincirden
ayrılır. Taq polimerazın 5’-3’ egzonükleaz aktivitesi bulunmaktadır.
Denatürasyon aşaması uzun olan PCR’larda Hot Star Taq DNA Polimeraz
enzimleri tercih edilmelidir.
5) Tampon karışımı: Tampon içerisinde Tris, magnezyum (Mg), KCl, çeşitli
deterjanlar ve tuzlar bulunur. Reaksiyon tamponunda kullanılan MgCl2
nonspesfik amplifikasyonu nötralize ederken, KCl, Taq polimeraz’ın sentez
hızını artırmaktadır.
Çizelge 1.2. Standart bir PCR’da bulunması gereken bileşenler ve miktarları.
50 μl’lik Reaksiyon
Bileşen
Tüpündeki
Konsantrasyon
10X PCR Buffer
1X
MgCl2
(25mM stok çözelti)
1-5mM
dNTP mix
Her birinden 0.2 mM
Primer 1
0.2-0.5 μM
Primer 2
0.2-0.5 μM
Taq DNA Polimeraz
1.25-2.5 Unit
Genomik DNA
200 ng
1.7 RFLP (Restriksiyon Fragman Uzunluk Polimorfizmi: Restriction Fragment
Length Polymorphism) Yöntemi
Restriksiyon enzimleri (RE), çift iplikçikli DNA’da spesifik bölgelerden kesim
yaparak, DNA’dan bir genin veya gen taşıyan bir DNA segmentinin çıkarılmasında
etkin fonksiyonları olan enzimlerdir. DNA’nın, bu enzimlerden bir veya birkaçı ile
kesime uğratıldıktan sonra agaroz jel elektroforezine tabi tutulması ve sonra ethidium
bromid ile boyanan jelde oluşan DNA bandlarının yeri ve sayısı kıyaslanarak elde
edilen çeşitliliğe Restriction Fragment Length Polymorphism (RFLP) adı
48
verilmektedir. Bu parçalar arasındaki fark, yer değiştirme veya mutasyon sonucu,
DNA üzerinde tanınma bölgesinin kazanılması veya kaybedilmesi sonucudur (Şekil
1.29.) (Xue ve ark., 1993; McManus ve ark.,1994).
Şekil 1.29. RFLP Tekniği ile canlılar arasındaki genetik farklılığın tespiti (Turan, 2002).
DNA üzerindeki bu dizeler genellikle 4-6 baz çifti uzunluğundadır ve kendi
içinde nükleotidlerin dizilimine ve nükleotid üzerindeki kesim noktasının durumuna
göre farklılık göstermektedir (Green, 1998).
Restriksiyon enzimleri ile kesim işleminden sonra; agaroz jelde görüntülenen
farklı uzunluktaki bantlara göre, nokta mutasyonlar, polimorfizmler, insersiyon ve
delesyonlar belirlenebilmektedir. RE’ler sadece o bölgeye spesifik olduklarından
doğru ve güvenilir sonuçlarla alel tiplemeleri yapılabilmektedir (Dowling ve ark.,
1996).
49
1970’lerde ilk restriksiyon endonükleazı Hamilton Smith ve Kent Wilcox
tarafından izole edilmiştir (Roberts ve Macelis, 1991) ve bu buluştan sonra hızla
gelişen rekombinant DNA teknolojisinde, protein üretiminde, gen dizilimlerinin
belirlenmesinde
ve
polimorfizm
çalışmalarında
kullanılmaya
başlanmıştır
(Aggarwal, 1995). Bugün 230’un üzerinde farklı DNA dizilimini tanıyan, yaklaşık
3000’den fazla restriksiyon enziminin varlığından söz edilmektedir. RE enzimlerinin
büyük bir kısmı bakterilerde, çok az bir kısmı da virüs ve ökaryotlarda
bulunmaktadır (Murray, 2000; Pingoud ve ark., 1997).
1.7.1 Restriksiyon Endonükleaz (RE) Enzimlerinin Sınıflandırılması
Şimdiye kadar üç değişik tipte restriksiyon enzimine rastlanmıştır. Her tip ayrı ayrı
hem kısıtlama hem de modifikasyon (metilasyon) aktivitesini beraberinde
göstermektedir ve çift zincirli DNA’yı kırmaktadır. Bu restriksiyon enzimleri
birbirinden çok az farklılık gösteren üç farklı sınıfta tanımlanmıştır. Bunlar TipI,
TipII ve TipIII’tür. TipII restriksiyon endonükleaz, kesme işleminde en sık kullanılan
ve en önemli olanıdır. (Green, 1998)
Tip I:
Hem metilasyon hem de modifikasyon yapabilen iki fonksiyonlu
enzimlerdir. Referans baz dizisini, 1000 baz çifti uzağından keser. TipI tarafından
tanınan nükleotitler asimetriktir. Bu enzimler hedef dizilimlere bağlanmalarına
rağmen kesimleri dizilim dışında tesadüfi olarak gerçekleşmektedir. Kesim olayında
belirleyici faktör enzimin metilasyon aktivitesidir.
Tip II: Referans baz dizisini tam içerisinden veya çok yakın bir bölgesinden
kesen enzimdir. Restriksiyon Endonükleaz tip II Enzimleri nükleaz aktivitesi
gösterirken enerjiye ihtiyaç duymazlar. Bu özelliklerinden dolayı moleküler genetik
uygulamalarda tercih edilirler. Hemen hemen hepsi homodimer yapıdadır ve alt
birim molekül ağırlıkları 30–40 kDa arasında değişmektedir.
Tip III: Referans baz dizisini 24-26 baz çifti uzağından keser. Tip III
restriksiyon enzimleri TipI enzimleri gibi; hem metilasyon hem de modifikasyon
aktivitesini birlikte gösterir. Bu enzimler hedef dizilimlere bağlanmalarına rağmen
50
kesimi farklı bölgeden ve rastgele yapmaktadır. Kesim tanıma bölgesine çok yakındır
(Marfurt, 2003; Murray, 2000; Pingoud ve ark., 1997; Meisel ve ark., 1995).
Sonuçlar agaroz jelde görüntülenecekse ve kesim sonucunda birbirine yakın
uzunlukta bantlar oluşuyorsa, bu yöntemle ayırım yapmak oldukça zor olmaktadır.
Analiz için kaliteli ve fazla miktarda DNA’ya gereksinim duyulmaktadır. Enzim
kesiminde inkübasyon süresinden dolayı uzun laboratuar çalışması gerektirmesi ve
kullanılan enzimlerin pahalı olması gibi dezavantajları da bulunmaktadır (Dowling
ve ark., 1996).
1.8 Gen Ekspresyonu
1. Replikasyon: DNA molekülünün, sakladığı genetik bilgilerin sonraki
nesillere aktarılması için kendi kopyasını oluşturmasıdır. Bu aşamada DNA
polimeraz, DNA ligaz, topoizomeraz gibi enzimler görev almaktadırlar. DNA’nın
replikasyonu semikonservatifdir; bir DNA molekülünün iki kolundan her biri yeni
bir DNA kolu sentezi için bir kalıp olarak görev görür ve sonuçta meydana gelen iki
yeni DNA molekülü yeni ve eski kollar içerirler (Şekil 1.30.).
Şekil 1.30. DNA replikasyonu.
2. Transkripsiyon: DNA’da saklanan genetik bilgilerin bir RNA molekülü
(mRNA,
tRNA,
rRNA)
şeklinde
kopyalanması
veya
yazılması
olayıdır.
Transkripsiyonla, bir DNA kalıbından bir RNA molekülü sentezlenir. Bu basamakta
51
önce DNA öncül mRNA’ya dönüşür. Sonra “splicing: uç uca birleştirme” işlemi ile
intronlar (öncül mRNA’dan çıkarılarak protein sentezine katılmayan DNA dizileri)
çıkarılır ve ekzonlar (kesintilere uğramış bir genin olgun mRNA da yer alan DNA
dizileri) olgun mRNA oluşumuna katılırlar. Bu işlem sırasında RNA polimeraz II
enzimi görev almaktadır.
Transkripsiyon, DNA sekansının RNA polimeraz enzimi ile mRNA’ya
kopyalanması işlemidir. Diğer bir ifade ile DNA’da bulunan genetik bilginin
RNA’ya aktarılmasıdır. Transkripsiyon işlemi, genetik kodu fonksiyonel bir proteine
dönüştüren translasyon işleminin bir başlangıcıdır.
3.
Translasyon:
Transkripsiyonla
RNA’ya
kopyalanan,
bir
protein
molekülüne ait genetik bilgilerin okunması veya bir protein molekülü haline
çevrilmesine translasyon adı verilir.
Şekil 1.31. Protein Sentezi (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/About/primer/est.html).
Transkripsiyonda; DNA üzerinde bulunan, başlama noktasından gen
bölgesinin sentezlendiği kısma doğru olan bölge “downstream”(+1…); başlama
52
noktası öncesinde bulunan ve kor promotor, promotor bölge ve TATA kutusu gibi
gen sentezinin başlatıcılarını içeren bölge ise “upstream(…-1)” olarak tanımlanır.
Transkripsiyonu yapılacak genin önünde bulunan, yaklaşık 250 nükleotid
uzunluğundaki (-1 ile -250) transkripsiyonun başladığı bölgeye “promotor bölge”
denilir. Bu bölgenin içinde bulunan ve TATA bölgesini de içeren yaklaşık 30
nükleotid uzunluğundaki (-1 ile -30) bölge ise “kor promotor” olarak isimlendirilir.
Transkripsiyonu gerçekleştiren RNA Polimeraz II enziminin aktivitesini yapabilmesi
için promotor bölgeye bağlanması gerekmektedir (Conaway ve Conaway, 1993;
Butler ve Kadonaga, 2002).
1.9 Divalent Metal Transporter (DMT1)
DMT1 (divalent metal transporter) demir alımını sağlayan en önemli proteinlerden
biridir (Fleming ve ark., 2005). DMT1, aynı zamanda Nramp-2, DCT-1 ve SLC11A2
olarak da bilinir. İnsanda DMT1’in dört tane izoformu bulunmakta; (1A/+IRE, 1A/IRE, 2/+IRE ve 2/-IRE) ve 12. kromozomun 12q13 bölgesinde yer almaktadır (Şekil
1.32.) (Kayaaltı ve ark., 2011). DMT1 çok polimorfik bir gendir ve bu
polimorfizmler
demir
metabolizmasında
görev
alan
proteinlerin
yapısını
bozmaktadır. Proteinlerin yapısını etkileyen mutasyonlar insan sağlığında önemli
olan demir metabolizmasının rolünü etkileyebilir. DMT1’in düzeninin bozulması
demir eksikliğini tetikler. DMT1 geninde yer alan polimorfizimlerden biri de
IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmidir ve intron 2 üzerinde yer almaktadır.
Polimorfizmler genellikle genlerin kodlanan ve kodlanmayan bölgelerinde
bulunabilirler.
Şekil 1.32. DMT1’in 12.kromozom üzerindeki lokalizasyonunun şematik gösterimi
(http://www.genecards.org).
İnsanda DMT1 geni, 1671 bp uzunluğunda, 557 aminoasitten oluşan, 17
ekzon ve 3002 SNP noktası bulunan 3,6 kb’lık bir gen bölgesidir (Şekil 1.32). Bu
53
SNP’lerden biri de 12. kromozom üzerindeki 51399050. noktaya denk gelen
nükleotiddir.
Şekil 1.33. DMT1’in protein yapısındaki amino asitler.
1997’de Gunshin ferröz demir, kurşun ve diğer metal katyonların geçişini
sağlayan memeli hücrelerinde bir metal transporterın keşfini yayınladı. Bu metal
transporterın insan intestinal hücrelerinde kurşun ve demirin geçişini sağladığı
gösterilmiş (Bannon ve ark., 2003) ve daha sonra Divalent Metal Transporter
(DMT1) olarak adlandırılmıştır. DMT1 intestinal demir emilimi, eritroid demir
kullanımı, karaciğerde demir birikimi ve plasental demir transferinde önemli rol
oynamaktadır. DMT1 genel bir katyon taşıyıcıdır. DMT1’in önemli biyolojik
fonksiyonu duedonumdan Fe+2 taşıma dışında , essential element olan Zn+2, Mn+2,
Cu+2, Co+2, Ni+2 ve toksik metaller olan Cd+2 ve Pb+2 gibi diğer metalleri de taşır
(Kayaaltı ve ark., 2010).
DMT1 enterositin bağırsak boşluğuna bakan membranın üzerinde yer alır.
DMT1 intestinal lümenden demir emilimi için ana yoldur. Bu transporterın
ekspresyonu insanlarda demir ve kurşunun absorbsiyon durumu ile tutarlı olarak
54
duedonumda yüksektir (Gunshin ve ark., 1997). Demir eksikliğinde demir redüktaz
ve DMT1 artar iken, demir fazlalığında azalır (West ve ark., 2008).
Şekil 1.34. DMT1’in 3 boyutlu yapısı (http://www.uscnk.com/directory/Solute-Carrier-Family-11Member-2(SLC11A2)-4426.htm).
Metal transporterın daha ileri tanımlaması demir yoksunluğu sırasında artmış
kurşun absorbsiyonunu mümkün kılan biyolojik mekanizmaları açığa çıkarır. Düşük
demir depoları varlığı sırasında duedonumda DMT1’in ekspresyonu, sadece demir
absorbsiyonuna izin verecek şekilde değil, aynı zamanda kurşun absorbsiyonuna da
izin verecek şekilde büyük oranda artar (Gunshin ve ark., 1997). Bir deneyde, insan
hücrelerinde DMT1’in aşırı-ekspresyonu kontrollere kıyasla kurşun transportunda 7kereden daha fazla bir artışla sonuçlanmıştır (Bannon ve ark., 2002). DMT1’in
yüksek düzeyde ekspresyonu kurşun absorbsiyonunda önemli bir artış için gerekli
gibi görünmektedir. Watson ve ark. (1986) kurşun absorbsiyonunun demir
absorbsiyonu normalin üzerinde
yeterince
iyi değerlere ulaşıncaya kadar
artmayacağını gözlemişlerdir. Bannon ve ark. (2003) DMT1’in düşükten normal
düzeylere kadar olan DMT1 ekspresyonunda kurşun absorbsiyonu DMT1
ekspresyonundaki değişiklikler tarafından etkilenemez. Bu nedenle normal oranda
demir depolarındaki çeşitlilikte makul bir sistemin var olabilmesi kurşun
absorbsiyonunda önemli bir artışa sebep olmaz fakat demir eksikliği sırasında
olabilir, DMT1’in düzeyi artmış kurşun absorbsiyonuna neden olacak kadar yüksek
olur.
55
Yeterli demir alımı kurşun absorbsiyonunu önleyen ikili bir fonksiyon olarak
hizmet edebilir (Bannon ve ark., 2002). İlk olarak, demir alımı bağırsaktaki kurşun
transporterların sayısını düşürür, çünkü duedonumdaki DMT1 düzenlemesi demir
alımına karşı hassastır (Tallkvist ve ark., 2000; Morgan ve Oates, 2002). İkinci
olarak, DMT1 demire karşı kurşundan daha fazla bir affiniteye sahiptir. Bağırsakta
demirin varlığı yarışmalı olarak kurşun alımını engeller. Demirin DMT1 tarafından
tamamen kurşun alımını inhibe etme yeteneği gösterilmiştir (Bannon ve ark., 2002).
Demirin kurşun alımını yarışmalı olarak engelleyebilmesine rağmen
kurşunun demir alımına karşı aynı şeyi yapabildiği açık değildir. Bunun yerine
kurşun kadmiyuma benzer bir farklı mekanizma ile demir alımını sınırlayabilir.
İnsanlarda fizyolojik mekanizması bilinmemekle birlikte DMT1 tarafından transport
edilen kurşun gibi kadmiyum da divalent bir metaldir.
Hücre içi demir arttığında ise barsak villuslarında DMT1 sentezi azalır,
diyetle alınan demir emilimi azalır. Demir azaldığında ise tam tersi mekanizma işler.
Böylece normalde ferritin ile duodenal mukozadaki DMT1 seviyesi arasında ters
orantı mevcuttur (Zoller ve ark., 1999).
1.10 Atomik Absorpsiyon Spektroskopisi (AAS)
Atomlaştırma, atomların absorbansının ölçülmesi için uygun duruma getirilmesini
sağlayan bir yöntemdir. Atomik absorbsiyon analizi, temel enerji seviyesinde
oluşturulmuş serbest analit atomlarının oluşturulmasına ve bu atom popülasyonuna
özgü dalga boyundaki ışığın kullanılmasına bağlıdır. Diğer spektrokimyasal teknikler
gibi atomik absorbsiyon spektroskopisi genellikle sıvı halde olmak üzere
elementlerin konsantrasyonunun belirlenmesinde kullanılır. AAS, çözülmüş sulu
çözeltilerin veya seyreltilmiş örneklerin veya organik çözücü gibi diğer çözücülerle
seyreltilmiş elementlerin analizi için en uygun yöntemdir. Atomik absorpsiyon
spektroskopisinde kullanılandığımız alevli ve grafit fırınlı atomik absorpsiyon
spektroskopisidir.
56
1.10.1 Alevli Atomik Absorpsiyon Spektroskopisi (AAAS)
En çok kullanılan atomlaştırıcı hücre tipi alevdir. Alev, kullanılan gaz, alevin kendi
sıcaklığı, gazın akışı ve karıştırılma şekli, gazın boyutu ve biçimi ile karakterize
edilir (Ramirez-Munoz, 1968). Cihazın çalışma yöntemi bakımından bir absorbsiyon
tekniği olması nedeniyle, elementin ayırt edici özelliği olarak belirlenen ışık, örneğin
içinden geçirilmelidir. Gerçekleşen bu durum düşük basınçta, bir soy gazla
doldurulmuş bir cam kabuktan oluşan ve oyuk katot lambası olarak adlandırılan özel
bir lambada meydana getirilir (Ewing, 1985). Çözeltideki çözünmüş örnek aleve
girdiğinde uçucunun buharlaşma sıcaklığına kadar ısıtılır. Bunu takiben, yeterince
yüksek sıcaklığa kadar ısıtılan katılar bileşiklerine ayrılırlar ve en sonunda elementel
forma dönüşürler. Daha sonra gaz halindeki atomlar ışık kaynağından yayılan
elektromanyetik
radyasyonu
emerler
(Bennett
ve
Rothery,
1983).
Alevli
atomlaştırıcıyla yapılabilen ölçümler genellikle ppm seviyesindedir (Varian Australia
Ltd., 1997).
1.10.2 Grafit Fırınlı Atomik Absorbsiyon Spektroskopisi (GFAAS)
Grafit Fırın metodunun prensibi; yüksek sıcaklıkta gaz halinde bulunan element
atomlarının elektromanyetik ışınları absorblaması temeline dayanır.
Grafit fırınlı atomlaştırıcılarla, alev yerini bir argon yatağında bulunan
elektrikle ısıtılan grafit tüpe bırakır. Az bir miktarda örneğin bir grafit tüpüne
yerleştirilmesiyle argon gazı, grafit tüpün hızlı bir şekilde yüksek uygulama
sıcaklıklarına
ulaşmasını
ve
kurutma
ve
külleme
basamaklarıyla
matriks
bileşenlerinin ve diğer engelleyici maddelerin ışık yolundan uzaklaştırılmasını sağlar.
Grafit tüpe verilen tüm analit atomlaşır ve atomlar grafit tüp içinde alıkonulur. Gaz
fazında serbest analit atomların varlığı nedeniyle oluşan absorbans ölçülür
(Holcombe ve Borges, 2006). Sonuç olarak, hassasiyet ve deteksiyon sınırları ppb
seviyesine düşürülür (Varian Australia Ltd., 1997).
57
2. GEREÇ VE YÖNTEM
2.1 Metal Analizi
2.1.1 Gereçler
2.1.1.1 Numuneler
Tez çalışması için Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi
Hematoloji Bölümü’ne düzenli olarak kan transfüzyonuna gelen 50 talasemili
hastadan Eylül 2010 - Kasım 2010 tarihleri arasında kan örnekleri alındı. Çalışmada
her gönüllü için belirlenen sağlık sorunu yanında; yaş, cinsiyet, sigara kullanımı ve
süresi kaydedildi. Talasemi tanısı konmuş, 18–65 yaş arasında ve en az bir yıldır
eritrosit süspansiyon transfüzyonu yapılan hastalar çalışmaya alındı. Talasemi
dışında başka bir hematolojik hastalığı ve metal maruziyeti olan bireyler çalışmaya
alınmamıştır. Bu kan örnekleri DNA elde etmek üzere kullanıldı.
2.1.1.2 Hasta Rızası
Bu çalışmada yer alan tüm hastalar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulları
Araştırma Projesi Bilgi ve Taahhüt Formunda belirtilen kurallara uygun olarak
hazırlanmış Bilgilendirilme Onam Formları doldurularak çalışmaya katılmıştır.
2.1.1.3 Kullanılan Kimyasal Maddeler

Pb Standart Çözeltisi
AA Standart Etanol pour SCP SCIENCE

Fe Standart Çözeltisi
AA Standart Etanol pour SCP SCIENCE

Amonyumdihidrojen fosfat Merck

Nitrik asit
Merck

Triton X
Scharlau
58
2.1.1.4 Kullanılan Araç ve Gereçler

Atomik Absorpsiyon Spektrometresi
VarianAA240FSFast Sequantial

Atomik Absorpsiyon Spektrometresi
Varian AA240Z Zeeman

Grafit Tüp Atomlaştırıcı
Varian GTA 120

Grafit Tüpleri
Varian GTA

Hassas Terazi
Mettler Toledo 4 digit

Mikrodalga Fırın
Mars Xpress

Su Pürifikasyon Sistemi
Human UP 900 Scholar-UV

Santrifuj Heraeus Sepatech Labofyge 200

Otomatik Pipetler

Ephendorf

Etüv Memmert

Cam Malzemeler

Polipropilen, Kapaklı Tüpler (15, 25 ml’lik)

Hava - Asetilen Tüpü

Argon Tüpü

Manyetik Karıştırıcı MIRAK

Sample Cup 2 ml Vial Pothtech Elkay
2.1.2 Yöntem
Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde toplumumuzdaki bireylerin
DMT1 polimorfizmi belirlenmiş, ikinci bölümde ise tam kan örneklerinde Fe ve Pb
düzeyleri ölçülerek DMT1 polimorfizmi ile ilişkisi olup olmadığı araştırılmıştır.
2.1.2.1 Örneklerin Alınması
Kan örnekleri, Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi
Hematoloji Bölümü’ne düzenli olarak kan transfüzyonuna gelen 28 erkek 22 kadın
toplam 50 talasemili hastadan alınmıştır. Demir ve kurşun analizleri ve genetik
çalışmalar için kullanılan kan örnekleri, antikoagulan olarak K2EDTA içeren mor
kapaklı vakumlu tüplere alınıp soğuk zincirde korundu, genetik çalışma için gerekli
59
miktarda kan kurutulup ayrıldıktan sonra polietilen tüplere aktarılan örnekler çalışma
zamanına kadar -20°C de saklandı.
2.1.2.2 Örneklerin Metal Analizi
Tam kan örneklerinden 1’er ml alınarak üzerine 9 ml % 65 ‘lik HNO3 eklenerek
mikrodalga fırına ait yüksek ısıya dayanıklı teflon tüplere kondu. Yakma işlemine ait
mikrodalga fırın programı Çizelge 2.1.’de verilmiştir. Asitle yakılan kan örnekleri
kapaklı 50 ml’lik polipropilen tüplere alınarak toplam hacim deiyonize su ile 20
ml’ye tamamlandı. Karışım vorteksle karıştırıldıktan sonra örnekler analiz işlemine
kadar kapaklı polipropilen tüplerin içinde, +4 0C’ de saklandı.
Çizelge 2.1. Mikrodalga fırına ait tam kan yakma programı.
Max. Güç
Güç %
(Watt)
800
100
Zaman
Sıcaklık
Bekleme
(dak.)
(oC)
(dak.)
15:00
200
5:00
Yakılmış olan örneklerin metal düzeyleri demir iz elementi için Alevli
Atomik Absorpsiyon Spektrometre (Varian AA240FS Fast Sequantial Flame Atomic
Absorption Spectrometry) cihazı ile, kurşun metali için ise Grafit Fırın Atomik
Absorpsiyon Spektrometresi (Varian AA240Z Graphite Furnace Atomic Absorption
Spectrometry) ile belirlenmiştir. Demir ve kurşun analiz detayları bu sırayla aşağıda
verilmiştir.
2.1.2.2.1 Tam Kan Örneklerinde Demir Analizi
Demir analizi yönteminde kalibrasyon eğrisi oluşturmak amacıyla konsantrasyonu
1000 ppm olan demir ana stok çözeltisinden 5, 10, 20 ve 40 ppm’lik
konsantrasyonlarda standart çözeltiler hazırlanmıştır. Hazırlanan standartlara piklerin
düzgün çıkmasını sağlamak amacıyla 5 ml %65 saflıkta HNO3 eklendi. Kalibrasyon
eğrisi oluşturmak için her bir standart çözelti için ölçüm 3 kez tekrarlandı. Demir
60
analizine ait kalibrasyon grafiği ve kalibrasyon standartlarına ait veriler Şekil 2.1.’de
özetlenmiştir.
Konsantrasyon
Absorbans
%RSD
CAL ZERO
0,000 ppm
- 0,0007
7,6
STANDART 1
5,000 ppm
0,0470
0,1
STANDART 2
10,000 ppm
0,0867
1,0
STANDART 3
20,000 ppm
0,1736
1,2
STANDART 4
40,000 ppm
0, 3381
0,7
Şekil 2.1. Demir analizine ait örnek kalibrasyon grafiği.
Alevli AAS cihazı ile demir analizi için Hava/Asetilen alev tipi kullanıldı ve
hava akısı 13.50 L/dak, asetilen akışı 2.00 L/dak olarak ayarlandı. Dalga boyu 372.0
nm olarak ayarlandı. Piklerin ölçümü integrasyon modu ile, kalibrasyon hesabı ise
konsantrasyon ile yapıldı. Kalibrasyon 20 örnekte bir tekrarlandı. Örnekler için 3 kez
ölçüm yapıldı. Demir analizi için kullanılan metod Çizelge 2.2.’de özetlenmiştir.
Çizelge 2.2. Alevli atomik absorpsiyon cihazı kullanılarak, kan örneğinde demir metalinin analizi için
uygulanan metot.
Element - matriks
: Fe - Kan
Enstrüman
: Flame
Konsantrasyon birimi
: mg/L
Enstrüman modu
: Absorbans
Örnekleme
: Manuel
61
Kalibrasyon modu
: Konsantrasyon
Ölçüm modu
: İntegrasyon
Standart tekrarı
:3
Örnek tekrarı
:3
Ekspansiyon faktör
: 1,0
Eğri çizimi
: 7 noktalı
Konsantrasyon ondalık aralığı
: 3 basamak
Dalga boyu
: 372,0 nm
Slit genişliği
: 0,2 nm
Gain
: % 58
Akım
: 5,0 mA
Background
: BC on
Lamba Pozisyonu
:1
Standart 1
: 5,000 mg/L
Standart 2
: 10,000 mg/L
Standart 3
: 20,000 mg/L
Standart 4
: 40,000 mg/L
Reslope standardı
: Standart 2
Reslope alt limit
: % 75
Reslope üst limit
: % 125
Rekalibrasyon
: 20 Örnekte bir
Kalibrasyon algoritması
: Linear
Kalibrasyon alt limit
: % 20,0
Kalibrasyon üst limit
: % 150
Ölçüm Zamanı
: 5s
Okuma öncesi bekleme
: 10s
Alev tipi
: Hava / Asetilen
Asetilen akışı
Hava akışı
: 2.00L/dak
: 13,50L/dak
62
2.1.2.2.2 Tam Kan Örneklerinde Kurşun Analizi
Kurşun analizi yönteminde kalibrasyon eğrisi oluşturmak amacıyla konsantrasyonu
1000 ppm olan kurşun ana stok çözeltisinden 15ppb’lik ara stok hazırlandı. Bu stok
cihaz tarafından 5, 10 ve 15 ppb’lik konsantrasyonlarda standart çözeltiler olarak
belirlendi ve kalibrasyon eğrisi oluşturuldu. Hazırlanan standartlara piklerin düzgün
çıkmasını sağlamak amacıyla 5 ml %65 saflıkta HNO3 eklendi. Kalibrasyon eğrisi
oluşturmak için her bir standart çözelti için ölçüm 3 kez tekrarlandı. Kurşun analizine
ait kalibrasyon grafiği ve kalibrasyon standartlarına ait veriler Şekil 2.2.’de
gösterilmiştir.
Konsantrasyon
Absorbans
%RSD
CAL ZERO
0,000 ppb
0,0034
9,6
STANDART 1
5,000 ppb
0,0723
1,9
STANDART 2
10,00 ppb
0,1487
1,8
STANDART 3
15,00 ppb
0,2301
2,4
Şekil 2.2. Kurşun analizine ait örnek kalibrasyon grafiği.
Kurşun analizine ait grafit fırın sıcaklık program Çizelge 2.3.’te özetlenmiştir.
63
Çizelge 2.3. Kan örneklerinde kurşun analizine ait grafit fırın sıcaklık programı.
Sıcaklık
Zaman
Akış
Sinyal
(oC)
(s)
(L/min)
Toplama
1
85
5
0,3
×
Hayır
× Hayır
2
95
50
0,3
×
Hayır
× Hayır
3
120
15
0,3
×
Hayır
× Hayır
4
550
5
0,3
×
Hayır
× Hayır
5
550
5
0,3
×
Hayır
× Hayır
6
550
2
0,3
×
Hayır
× Hayır
7
200
6,1
0,3
×
Hayır
× Hayır
8
200
10
0,0
√
Evet
√ Evet
9
2150
0,9
0,0
√
Evet
√ Evet
10
2150
2
0,0
√
Evet
√ Evet
11
2150
2
0,3
×
Hayır
√ Evet
12
2600
2
0,3
×
Hayır
× Hayır
13
2600
2
0,3
×
Hayır
× Hayır
Step
Okuma
Kurşun analizi için dalga boyu 283,3 nm olarak ayarlandı, absorbans verisi
0
2150 C’de toplandı. Kalibrasyon 20 örnekte bir tekrarlandı. Örnekler için ise 3 kez
ölçüm yapıldı. Atomlaştırıcı olarak grafit fırın, ortam gazı olarak Argon gazı
kullanılmıştır. Kurşun analizi için grafit fırın teknikli atomik absorpsiyon cihazında
uygulanan metod Çizelge 2.4.’te özetlenmiştir.
64
Çizelge 2.4. Kurşun analizi için grafit fırın teknikli atomik absorpsiyon cihazında uygulanan metod.
Element - matriks
: Pb - Kan
Enstrüman
: Zeeman
Konsantrasyon birimi
: ug/L
Enstrüman modu
: Absorbans
Örnekleme
: Otomatik
Kalibrasyon modu
: Konsatrasyon
Ölçüm modu
: Pik yüksekliği
Standart tekrarı
:3
Örnek tekrarı
:3
Ekspansiyon faktör
:1,0
Eğri çizimi
: 7 noktalı
Konsantrasyon ondalık aralığı
: 2 basamak
Dalga boyu
: 283,3 nm
Slit genişliği
: 0,5 nm
Gain
: % 45
Akım
: 10,0 mA
Background
: BC on
Lamba Pozisyonu
:1
Standart 1
: 5,00 ug/L
Standart 2
: 10,00 ug/L
Standart 3
: 15,00 ug/L
Reslope standardı
: Standart 2
Reslope alt limit
: % 75
Reslope üst limit
: % 125
Rekalibrasyon
: 20 Örnekte bir
Kalibrasyon algoritması
: Doğrusal orijin
Kalibrasyon alt limit
: % 20,0
Kalibrasyon üst limit
: % 150
65
2.2 DMT-1 Polimorfizmi
2.2.1 Gereçler
2.2.1.1 Kullanılan Kimyasal Maddeler
Doku DNA izolasyon kiti
Qiagen
Restriksiyon Enzimi (Mnl1)
Neb (New England Biolab)
Primerler
Alpha DNA, Montreal
Etanol
Merck
Agaroz
Prona
Trizma Base
Merck
Borik asit
Merck
EDTA
Merck
DTT
Sigma
Etidyum Bromür
Applichem
6X loading çözeltisi
Qiagen
Saf etanol
Scharlau, Dop
DNA’s RNA’s free water
Qiagen
Hot Star Taq DNA polimeraz
Qiagen
Fenol-kloroform-izoamil alkol (25:24:1)
Applichem
Sodyum dodesil sülfat (SDS)
Applichem
Sodyum klorür (NaCl)
Merck
Proteinaz K
Merck
100 bp ladder
Fermentaz
Triton X
Scharlau
66
2.2.1.2 Kullanılan Araç ve Gereçler
Laminar Flow kabin
Esco
Thermal Cycle PCR cihazı
Techne Tc 512
Jel Görüntüleme cihazı
Syngene
Yatay elektroforez cihazı
Scie-Plas
Güç Kaynağı
Bio-Rad
Su banyosu
Nüve Bm 402
Otoklav
Nüve
Soğutmalı santrifüj cihazı
Hettich
Mikrodalga fırın
Arçelik
Elektrikli hassas terazi
Schimadzu Libror
Vorteks karıştırıcı
Biosan
pH metre
Mettler Toledo
Laptop Cooler (–20°C)
Sigma
1.5 ml. ve 0.2 ml’lik ependorf steril tüpler
Axygen Genuine
pirojen free filtreli, pipet uçları
Finntip
(10 l, 100 l, 1000 l. )
Otomatik mikropipet
Ependorf, Thermo, Tipor-V
Etüv
Memmert
Santrifüj
Heraeus Sepatech Labofyge 200
Manyetik Karıştırıcı
Mirak
Ph metre
Seven Multi Mettler Toledo
Su Purifikasyon Sistem
Human Up 900
Mikrodalga fırın
Mars X Press
Hassas terazi
Mettler Toledo 4 Digit
67
2.2.2 Yöntem
2.2.2.1 Sıvı Kan Örneklerinden DNA İzolasyonu
Sıvı kan örneklerindeki nükleer DNA’yı açığa çıkarabilmek amacıyla fenolkloroform-izoamil-alkol ekstraksiyon yöntemi kullanıldı.
1. Sıvı kan örneğinden 200 l alınarak 1,5 ml’lik ependof tüp içerisine konuldu.
2. Kan örneğinin üzerine 1000 l. TE konularak 12000 rpm’de 2 dakika
santrifüj edildi. Alt faz 100 l kalıncaya kadar üst faz atıldı. Bu işlem 3 defa
tekrarlandı.
3. Pelet üzerine;
45 l NaCl (1 M),
40 l SDS (%10’luk)
100 l TE ve
5-10 l proteinaz K eklenerek kısaca vortekslendi.
4. 560C’lik su banyosunda 1.5-2 saat inkübe edildi,
5. Fenol-kloroform-izoamil alkol karışımından 500 l ilave edildi ve kısaca
vortekslendi.
6. 2500 rpm’de 2 dakika santrifüj edildi.
7. Alt faz kıpırdatılmadan üst faz yeni bir ependorf tüpe alındı ve alt faz atıldı.
8. 1000 l soğuk saf etil alkol ilave edildi.
9. 10000 rpm’de 10 dakika santrifüj edildi.
10. Alkol oluşan pelete zarar vermeden dikkatli bir şekilde atıldı.
11. 500 l %70’lik oda sıcaklığında etil alkol ilave edildi.
12. 10000 rpm’de 5 dakika santrifüj edildi.
13. Ependorf tüpün içerisinde bulunan tüm alkol dikkatlice atıldı.
68
14. Tüpün dibinde kalan alkol de tamamen uçurulduktan sonra 100 l DNAseRNAse free su ilave edildi.
Tüm DNA örnekleri analizlere alınıncaya kadar -20 0C’de muhafaza edildi.
2.2.2.2 Genomik DNA’nın Agaroz Jel Elektroforezi ile Belirlenmesi
Kan örneklerinden genomik DNA’nın izole edilip edilmediğinin analizi %2.5’lik
agaroz jel elektroforezi ile belirlendi.
2.2.2.2.1 %0.5’lik Agaroz Jel Hazırlanması
1. 0.6 gr agaroz tartıldı ve 120 ml 1X TBE çözeltisi içerisinde çözüldü.
2. Mikrodalga fırında ağzı alimünyum folyo ile kapatılıp üzerinde delikler
açılarak maksimum ayarda kaynatıldı.
3. Çözelti oda sıcaklığında 50–60 0C’ye düşünceye kadar bekletildi.
4. Üzerine 10 l EtBr (10 mg/ml) eklendi ve hafifçe çözelti pembeleşip
homojen karışım sağlanıncaya kadar erlen çalkalandı.
5. Kalıbın bariyerleri takıldı ve jel tarakları yerleştirildikten sonra agar kalıba
döküldü. Jel üzerinde hava kabarcıkları oluşmuş ise, jel katılaşmaya
başlamadan hemen pipet ucu yardımı ile patlatıldı.
6. Jelin katılaşması için oda sıcaklığında 30–45 dakika bekletildi.
7. Taraklar ve bariyerler çıkarılarak kalıp elektroforez tankına yerleştirildi. Jel
kuyucuklarının, yürüme tankının katot elektrot (-) tarafına yerleştirilmesine
dikkat edildi.
8. Jelin üzerini 2–3 mm kaplayacak miktarda tank içerisine 1X TBE çözeltisi
eklendi.
69
2.2.2.2.2 Agaroz Jel’e Yüklemek İçin Örnek Hazırlanması ve Yürütme
Koşulları
1. 15 cm uzunluğunda parafilm kesilerek buz kalıbı üzerine yerleştirildi.
2. 1l 6X Jel Loading Buffer ve 5 l DNA örneği parafilm üzerine konuldu ve
homojenizasyon için mikropipet yardımı ile yavaşça karıştırıldı.
Şekil 2.3. Agaroz jel kuyucuklarına örneklerin yüklenmesi.
3. Toplam 6 l karışım dikkatli bir şekilde, jeli delmeden, jel kuyucuklarına
yerleştirildi (Şekil 2.3.).
4. Tank kapağı kapatıldı, anot ve katot uçlarının bağlantıları takıldı.
5. Güç kaynağı 100 volt ve 70 ampere ayarlanarak, numuneler 45 dakika jel
üzerinde yürütüldü.
6. UV ışığında, Jel görüntüleme cihazında sonuçlar değerlendirildi.
2.2.2.3 PCR
PCR işlemi TECHNE TC 512 Thermal Cycle cihazı ile gerçekleştirildi ve aşağıda
belirtilen işlemler uygulanarak hedeflenen DNA bölgesinin her biri 235 defa
çoğaltıldı. Her PCR analizinde kontrol amacıyla, pozitif ve negatif örnekler de
kullanıldı. PCR işleminde kontaminasyonu önlemek amacıyla;
1. PCR ve DNA izolasyonları farklı ortamlarda yapıldı,
2. Her analiz öncesi ve sonrasında kullanılacak çalışma ortamı ve otomatik
pipetler alkol ile temizlendi,
70
3. Steril tüpler ile filtreli pipet uçları kullanıldı,
4. Amplifikasyon ve enzim kesim işlemleri hava sirkülasyonlu laminar kabin
içerisinde yapıldı, işlem öncesi ve sonrasında en az 45 dakika UV ışık
kaynağı çalıştırıldı,
5. Analizler sırasında steril, pudrasız eldivenler kullanıldı ve sık sık eldivenler
değiştirildi.
2.2.2.3.1 Primerler
Amplifikasyon için Forward (F: direkt) ve Reverse (R: karşıt) primerleri kullanıldı.
Primer çiftinden F primer DNA’nın bir ipliğine bağlanırken, R primer DNA’nın
diğer ipliğine bağlanır. Primerlerin bağlanmasıyla hedeflenen bölgenin çoğaltılması
başlatılmış olur.
Primerler HPSF (High Performance Salt Free) yöntemi ile Montreal’deki
Alpha DNA firmasına sentezlettirildi. Kullanılan primerler ve özellikleri Çizelge
2.6.’da (Kita ve ark. 2006).
Çizelge 2.5. Amplifikasyonda kullanılan primerler ve özellikleri.
F PRİMER
R PRİMER
5’gacacatgcaatatctgacattg3’
5’aggctactatccaacatgcag3’
(51399007-51399031)
(51399335-51399357)
Uzunluk
23 bp
21 bp
GC içeriği
%39,1
%47,6
Erime Sıcaklığı (Tm)
58,0 oC
57,0 oC
ÖZELLİKLER
Primerler arası
Tm farkı
1,0 oC
351 bp
PCR ürününün
uzunluğu
5’GACACATGCAATATCTGACATTGtaaatccttttttcttgtgaggctggattttgttgcttcatatg
51399007-51399357
tgataacagaccaattatatcagtagttcaatggtgatgttcagtttaatctcttttcctctcttgtacagtactcttgttttagctt
tcgtaaactctgggctttcaccggaccaggttttcttatgagcattgcctacctggatccaggaaatattgaatccgatttgc
bazlar arasındaki
sekansı
agtctggagcagtggctggatttaaggtgaacatctagtcctacccctgtccttttaagcacataataccctctcacatccttt
tctccacc CTGCATGTTGGATAGTAGCCT 3’
71
2.2.2.3.2 PCR Bileşenleri ve PCR Programı
Standart bir PCR reaksiyonun PCR Buffer, MgCl2, dNTP karışımı, Hot Star Taq
DNA Polimeraz, F Primer, R Primer ve DNA bileşenleri bulunmaktadır.
Çalışmada kullanılan 50 µl’lik PCR reaksiyonunun bileşenleri, bileşenlerin
stok konsantrasyonları, reaksiyondaki miktarları ile reaksiyon karışımındaki final
konsantrasyonlarına ait bilgiler Şekil 2.7.’deki çizelgede verilmiştir.
Çizelge 2.6. PCR bileşenleri ile stoktaki ve reaksiyondaki konsantrasyonları.
50 µl’lik Reaksiyon
Stok
Reaksiyona Konulan
Konsantrasyon
Miktar
10 X PCR Buffer
10X
5 µl
1X
MgCl2
25 mM
3
1,5 mM
dNTP karışımı
2mM
5
200 µM
F Primer
10 pmol/ µl
1 µl
10 pmol
R Primer
10 pmol/ µl
1 µl
10 pmol
5 U/ µl
0,25 µl
1,25 U
DNA
-
-
~200 ng
Steril H2O
-
BİLEŞEN
Hot Star Taq DNA
Polimeraz
Karışımındaki Final
Konsantrasyon
50 µl’ye
-
tamamlayıncaya kadar
PCR programı aşağıda belirtilen şekilde gerçekleştirildi.
 + 94 0 C’de
10 dakika
 + 94 0 C’de
1 dakika (denatürasyon)
 + 60 0 C’de
1 dakika (eşleşme)
 + 72 0 C’de
1 dakika (sentez)
 + 72 0 C’de
5 dakika
 +4
0
C’de
 dakika
35 döngü
72
PCR ürünleri, agaroz jel elektroforezinde yürütülünceye kadar -20 oC’de
muhafaza edildi.
2.2.2.3.3 PCR Ürünü İçin Agaroz Jel Hazırlanması
PCR ürünleri %2’lik agaroz jel elektroforezi ile analiz edildi. Bunun için 2.4 gr.
agaroz tartılarak 120 ml 1XTBE içerisinde çözüldü ve bölüm 2.2.2.2.1’de yapıldığı
şekilde işleme devam edildi. 7 μl PCR ürünü ile 1l 6X Jel Loading Buffer
karıştırılarak jel kuyucuklarına yüklendi. Her 6 numuneden sonra 100 bp DNA
ladder’ı kullanıldı. 1l DNA ladder’ı, 1l 6X Jel Loading Buffer ve 6 l distile su
karıştırılarak yükleme yapıldı. Jel, 100 Volt ve 70 Amperde 1 saat yürütüldükten
sonra sonuçlar UV ışığında, jel görüntüleme sistemi ile değerlendirildi.
2.2.2.4. PCR Ürününün RFLP Yöntemi ile Kesimi
Çalışmamızda, DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmini belirlemek için,
amplifikasyon sonucunda oluşan PCR ürünü, Mnl1 Restriksiyon enzimi ile kesildi.
PCR ürününün RFLP yöntemi ile kesim işleminde negatif ve pozitif örnekler de
kontrol amacıyla analizlere alındı.
2.2.2.4.1. Mnl1 Restriksiyon Enziminin Özellikleri
Bu çalışmada, Morexella nonliquefaciens bakterisinden elde edilen Mnl1 restriksiyon
enzimi kullanılmıştır. (Şekil 2.4.).
Şekil 2.4. Mnl1 restriksiyon enziminin tanıma bölgesi ile kesim noktasının şematik gösterimi.
73
Mnl1 enzimi 5’ ucundan CCTC sekansını tanıyarak 7.bazdan, 3’ ucundan da
GGAG sekansını tanıyarak 6. bazdan diziyi keser.
2.2.2.4.2. Mnl1 Enzim ile Kesim İşlemi
Amplifikasyon ürünün kesimi için 30 μl’lik reaksiyon karışımı hazırlandı. Reaksiyon
bileşenleri, bileşenlerin stok ve final konsantrasyonları Şekil 2.8.’de belirtildiği
şekilde yapıldı.
Çizelge 2.7. Mnl1 enzimi ile kesim işlemindeki bileşenler ve reaksiyondaki hacimleri.
30 µl. lik Reaksiyon
BİLEŞEN
Karışımındaki Hacimleri
NEB4 Buffer
2 µl
Bovine Seum Albumin
(BSA)
0,2 µl
Mnl1 Enzim
1 µl
PCR ürünü
10 µl
dH2O
30 µl’ye tamamlayıncaya kadar
İnkübasyon;
37oC’de
1,5–2
saat
yapılmış
ve
ürünler
analizlerde
kullanılıncaya kadar +4oC’de muhafaza edilmiştir.
2.2.2.4.3. Mnl1 Enzimi ile İnkübasyondan Sonra Agaroz Jel Hazırlanması
Mnl1 enzimi ile kesim işleminden sonra oluşan baz çiftlerinin analizleri, bölüm
2.2.2.3.3’de anlatıldığı şekilde %2’lik agaroz jel elektroforezi ile gerçekleştirildi.
Sonuçlar UV ışığında, jel görüntüleme sistemi ile değerlendirildi.
2.3 İstatistiksel analizler
Tüm istatistiksel analizlerde SPSS V16 kullanılmıştır. DMT1 IVS4+44 C/A tek
nükleotid polimorfizminin frekansları direkt olarak hesaplanmış ve Hardy-Weinberg
74
eşitliğinde Haldane exact testi ile yapılmıştır. Katagorik veriler için χ2 testi, İkili
grupların karşılaştırılmasında Mann Whitney U testi, İkiden fazla grupların
karşılaştırılmasında Kruskal-Wallis testi kullanılmıştır. Data ortalama±S.S ve
median, minimum, maksimum değerleri kullanılarak verilmiştir. P<0,05 ve p<0,01
istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
75
3. BULGULAR
3.1 Toplumumuz
Bireylerinde
DMT1
IVS4+44
C/A
Tek
Nükleotid
Polimorfizmini Belirlemek Amacıyla Yapılan Analiz Sonuçları
Çalışmaya Eylül 2010 - Kasım 2010 tarihleri arasında Adana Çukurova Balcalı
Araştırma Hastanesi Hematoloji Bölümü’nde düzenli olarak tedavi gören gönüllü
hastalardan alınmıştır. Hastalar sık infeksiyon geçirme veya kronik hastalığı olmayan
ve yaşları 18 ile 65 arasında değişen 50’dan hasta alındı. Çalışmaya alınan 50
hastanın 28’si (% 56,0) erkek ve 22’si (% 44,0) kadın hastaydı. Hastaların yaş
ortalaması
28,0±9,0
yıl
(Minimum:18,
Maksimum:65;
Ortanca:28)
olarak
hesaplandı.
3.2 Ölçülen Parametrelerin Tanımlayıcı İstatistikleri
Talasemi hastalarında çalışılan örnekler için alınan metal sonuçları Pb, Fe metalleri
ve HCT, Ferritin parametrelerinin ölçümleri yapılarak sonuçlarının minimum,
maksimum ve ortalama değerleri ile standart sapmaları hesaplanarak Çizelge 3.1.’de
gösterilmiştir.
Çizelge 3.1. Metal düzeyleri ve parametrelerin genel değerlendirilmesi.
n
Ortalama
Pb (ppb)
50
37,53
Fe (ppm)
50
Hct (%)
Ferritin (ng/mL)
Standart
Minimum
Maksimum
17,71
20,99
108,66
901,58
196,08
306,95
1310,38
50
22,06
3,59
13,00
36,00
50
1605,08
728,58
580,00
3300,00
Sapma
3.3 Yaş Grupları ile Pb,Fe, HCT ve Ferritin Düzeyleri Arasındaki İlişki
Fe, Pb metalleri ve HCT, Ferritin değerlerinin kandaki düzeyleri yaş bilgilerine göre
istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Yaş aralıkları 18-40 ve 40 yaş üstü olmak
üzere iki gruba ayrılmıştır. Sonuçlar çizelge 3.2.’de gösterilmiştir.
76
Çizelge 3.2. Kanda belirlenen metal düzeyleri ile yaş grupları arasındaki ilişkiye ait istatistiksel
veriler.
Fe
(ppm)
Pb
(ppb)
HCT
(%)
Ferritin
(ng/mL)
Yaş Grupları
n
Ortalama
Yaş (18-40)
44
926,74
Yaş (40 ve üstü)
6
Toplam
Standart
Minimum
Maksimum
181,80
471,97
1310,38
717,08
214,75
306,95
863,75
50
901,58
196,07
306,95
1310,38
Yaş (18-40)
44
38,30
18,73
20,99
108,66
Yaş (40 ve üstü)
6
31,98
4,61
25,41
37,53
Toplam
50
37,53
17,71
20,99
108,66
Yaş (18-40)
44
22,09
3,60
13,00
36,00
Yaş (40 ve üstü)
6
21,83
3,82
17,00
26,00
Toplam
50
22,06
3,58
13,00
36,00
Yaş (18-40)
44
1567,47
711,88
600,00
3300,00
Yaş (40 ve üstü)
6
1880,83
860,37
580,00
3000,00
Toplam
50
1605,08
728,58
580,00
3000,00
Sapma
p
0,034
0,522
0,988
0,411
3.4 Agaroz Jel Elektroforezinde Genomik DNA’nın Yürütülmesi
Çalışmada kullandığımız 50 kan örneğinin tamamı, DNA izolasyon işleminden sonra
agaroz jel elektroforezinde yürütüldü. Her bir örneğin DNA’larının izole edildiği
görüldü.
3.4.1 DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleot Polimorfizminin PCR Yöntemiyle
Amplifiye Edilmesi
DMT1, 12. kromozomun 12q13 bölgesinde lokalize olmuş, 1671 bp uzunluğunda ve
3002 SNP noktası bulunan bir gen bölgesidir. Bu SNP’lerden biri de 12. kromozom
üzerindeki 51399050. noktaya denk gelen nükleotiddir. Bu noktadaki, DMT1
IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmi tipik bireylerde nükleotid C iken, atipik
bireylerde A’ya değişim göstermektedir.
77
Kullanılan primerler ile amplifiye edilen bölgenin baz dizilimi aşağıdaki
tabloda gösterilmiştir (Çizelge.3.3).
Çizelge 3.3. PCR’da kullanılan primerler, kromozom üzerindeki lokalizasyonları ve amplifiye edilen
bölgenin nükleotid dizilimleri. Koyu ve altı çizik olan “a” bazı 51399050. noktada bulunan ve A→C
değişimini gösteren polimorfik nükleotiddir.
Primerler
12. Kromozomda Primerlerin
Bağlandığı Nokta
Amplifiye Edilen Bölge
(51399007-51399357)
(351 bp)
5’GACACATGCAATATCTGACATTG 3’ 5’GACACATGCAATATCTGACATTGtaa
F PRİMER
(51399007-51399031)
atccttttttcttgtgaggctggatttt
gttgcttcatatgtgataacagaccaat
tatatcagtagttcaatggtgatgttca
gtttaatctcttttcctctcttgtacag
tactcttgttttagctttcgtaaactct
gggctttcaccggaccaggttttcttat
gagcattgcctacctggatccaggaaat
5’ AGGCTACTATCCAACATGCAG 3’
R PRİMER
attgaatccgatttgcagtctggagcag
tggctggatttaaggtgaacatctagtc
ctacccctgtccttttaagcacataata
(51399335-51399357)
cactctcacatccttttctccaccCTG
CATGTTGGATAGTAGCCT 3’
3.4.2 DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizminin MnlI Restriksiyon
Enzimi ile Amplifiye Edilen Bölgenin Kesimi
Sinyal peptitte bulunan tek bazlık değişme, restriksiyon enziminin tanıdığı sekans
içerisinde bulunmakta ve değişimin var olduğu sekansı tanımamaktadır. Restriksiyon
enzimleri kesecekleri bölgeyi tam olarak tanımadığı sürece o bölgeye yapışmamakta
ve dolayısıyla kesme reaksiyonunu gerçekleştirememektedir. Dolayısıyla, değişimin
var olmadığı DNA örneklerinde Mnl1 kesme reaksiyonunu gerçekleştirebilmekte;
ancak değişimin bulunduğu DNA örneklerinde ise enzim, sekansı tanıyamadığı için
bağlanamamakta ve dolayısıyla kesme reaksiyonunu gerçekleştirememektedir.
78
DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizm bölgesini de kapsayacak
şekilde çoğaltılan 351 bp’lik PCR ürünü, C→A polimorfizmini belirlemek amacıyla;
Mnl1 enzimi ile 37 oC’de 1,5–2 saat inkübe edildi.
Şekil 3.1. Kesme enzimi, kesme bölgesi ve enzimin tanıdığı bölge.
MnlI enzimi 351 bp’lik PCR ürününü; 5’ ucundan CCTC sekansını tanıyarak
7. bazdan, 3’ ucundan da GGAG sekansını tanıyarak 6. bazdan keser (Şekil 3.1.).
3.4.2.1 DNA Örneklerinin Genotiplendirilmesi
Hasta gruplarına ait DNA örneklerinin genotiplendirilmesi, kesme sonrası jel analizi
sonuçları baz alınarak yapılmıştır. Amplifiye PCR Ürünlerinin Kesilmesi ve DNA
Örneklerinin Genotiplenmesi kesme sonrası jel analizlerinde üç farklı sonuç
gözlendi. Bunlardan CC ve AA genotipleri homozigot olarak değerlendirilmektedir.
CC genotipi, her iki allelinde de polimorfizm taşımaması açısından homozigot; AA
genotipi, her iki allelinde de polimorfizm taşıması bakımından homozigottur. CA
genotipi ise bir allelinde polimorfizm taşıyıp diğer allelinde taşımaması bakımından
heterozigottur.
3.4.2.2 DMT1 IVS4+44 : “C/C” Genotipli Homozigot Tipik Bireyler
Mnl1 enzimi, 351 bp’lik bölgeyi hem 5’ ucundan CCTC dizilimini tanıyarak 7.
bazdan, hem de 3’ ucundan GGAG dizilimini tanıyarak 6. bazdan kesimini yapar.
(Şekil 3.2.).
Mnl1 enzimiyle kesme işleminin gerçekleştiği 351 bp’lik amplifikasyon
ürününden; 33 bp, 35 bp, 100 bp, 183 bp uzunluğunda bant veren örnekler CC
olarak genotiplendirildi (Şekil 3.3.)
79
Şekil 3.2. 351 bp uzunluğundaki PCR ürününün “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin” homozigot tipik C/C bireylerde, MnlI enzimi ile kesiminin şematik gösterimi.
Şekil 3.3. 351 bp uzunluğundaki PCR ürününün “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin” homozigot tipik C/C genotipli bireylerde, MnlI enzimi ile kesimi ile oluşan bant
uzunluklarının şematik gösterimi.
80
3.4.2.3 DMT1 IVS4+44: “A/A” Genotipli Homozigot Tipik Bireyler
Mnl1 enzimi 351 bp’lik bölgeyi 5’ ucundan CCTC dizilimini tanıyarak 7. bazdan
keser ancak 5’→3’ baz A olduğunda, Mnll enzimi 5’ ucundan CCTC dizilimine
bağlanamaz ve bu bölgedeki kesim işlemini gerçekleştiremez. Bundan dolayı, “A”lı
bireylerde Mnll enzimi, sadece iki noktadan kesim yapabilir (Şekil 3.4.).
Şekil 3.4. 351 bp uzunluğundaki PCR ürününün “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin” homozigot atipik A/A” genotipli bireylerde, Mnll enzimi ile kesiminin şematik
gösterimi.
81
Mnl1 enzimiyle kesme işleminin gerçekleştiği 351 bp’lik amplifikasyon
ürününden; 35 bp, 100 bp, 216 bp uzunluğunda bant veren örnekler AA olarak
genotiplendirildi (Şekil 3.5.).
Şekil 3.5. 351 bp uzunluğundaki PCR ürününün “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin” homozigot atipik A/A genotipli bireylerde, MnlI enzimi ile kesimi ile oluşan bant
uzunluklarının şematik gösterimi.
Şekil 3.6. Mnl1 enzimi ile kesim sonucunda oluşan baz çiftlerinin bant uzunlukları
3.4.2.4 ”DMT1 IVS4+44”: “C/A” Genotipli Heterezigot Tipik Bireyler
Mnl1 enzimiyle kesme işleminin gerçekleştiği 351 bp’lik amplifikasyon ürününden;
33 bp, 35 bp, 100 bp, 183 bp, 216 bp uzunluğunda bant veren örnekler CA olarak
82
genotiplendirildi. Sonuçlar jel görüntüleme cihazında UV ışık altında fotoğraflanarak
değerlendirildi (Şekil 3.6.).
3.4.3 Mnl1 Enzimi ile Kesilen Baz Çiftlerinin Bant Uzunlukları
DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizm bölgesini de kapsayacak şekilde
çoğaltılan 351 bp’lik PCR ürününün Mnl1 enzimi ile kesim sonucunda oluşan baz
çifti uzunlukları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir (Çizelge.3.4) ve şematik olarak
belirtilmiştir (Şekil 3.7).
CA genotipli bireylerin tek DNA ipliğinde “C”, diğer DNA ipliğinde “A”
bulunmaktadır. 351 bp’lik PCR ürününün Mnl1 enzimi ile kesim sonucunda; bir
DNA ipliği, “C” genotipli bireylerde 33 bp, 35 bp, 100 bp ve 183 bp olarak dört bant
gözlemlenir.
Çizelge 3.4. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi ile oluşan genotipler ve MnlI enzimi ile
kesim sonucundaki bant uzunlukları.
GENOTİPLER
Mnl1 Enzimi ile Kesilen
baz çiftlerinin bant
uzunlukları
CC Homozigot
tipik
CA Heterezigot
AA Homozigot
atipik
33 bp
+
+
-
35 bp
+
+
+
100 bp
+
+
+
183 bp
+
+
-
216 bp
-
+
+
Diğer DNA ipliği ise “A” genotipli bireylerde, 35 bp, 100 bp ve 216 bp olarak
üç bant gözlemlenir. Bundan dolayı, jel üzerinde ve UV ışık altında heterozigot
genotiplilerin oligonükleotid bantları; 33 bp, 35 bp, 100 bp, 183 bp ve 216 bp olarak
görülmektedir (Şekil 3.7.).
83
Şekil 3.7. 351 bp.lik PCR ürününün A aleli ve C aleli varlığında Mnl1 enzimi ile kesim sonucu
oluşan bant uzunluklarının şematik gösterimi.
3.4.4 DMT1 IVS4+44 Tek Nükleotid Polimorfizminin Genotip Frekansı
Kan örneklerinden yapılan genetik çalışmada, DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizminin toplumumuz bireylerinin C→A polimorfizmi ile oluşan genotiplere
göre gruplandırılmış, 50 toplam bireye göre genotip frekansı Çizelge 3.5.’te
gösterilmiştir (Çizelge 3.5.).
Çizelge 3.5. Bireylerin DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi ile oluşan genotiplerin
frekansı.
Genotip Frekansı
Polimorfizm
(n:50)
n
%
CC
(Homozigot tipik)
15
30,0
CA
(Heterozigot)
23
46,0
AA
(Homozigot atipik)
12
24,0
84
3.4.5 DMT1 IVS4+44 Tek Nükleotid Polimorfizminin Alel Frekansı
Kan örneklerinden yapılan genetik çalışmada, DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid
polimorfizmi ile oluşan alel frekansları (n:100) gruplandırılmış, 50 toplam bireye ait
alel frekansı Çizelge 3.6.’da gösterilmiştir.
Çizelge 3.6. Toplumumuz bireylerinde “DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi ile oluşan
alellerin frekansı.
Alel Frekansı
Alel
(n:100)
(C/A)
n
%
C
53
53,0
A
47
47,0
3.5 Çalıştığımız populasyonun Hardy-Weinberg dengesinin tespiti
Çalışmamızda yapılan istatistiksel analizler sonucunda çalıştığımız populasyonun
Hardy-Weinberg dengesinde olduğu bulundu. Hardy-Weinberg uygunluk hipotezinin
istatistik olarak karşılaştırılmasında χ2 testi kullanıldı. Bu işlemler sonucunda elde
edilen bulgular Çizelge 3.7.’de gösterilmiştir.
Çizelge 3.7. Çalıştığımız populasyonun Hardy-Weinberg dengesinde olup olmadığının tespiti.
Hasta Sayısı
Genotipler
(n:50)
Gözlenen
Beklenen
CC
15
14,05
CA
23
24,91
AA
12
11,05
Toplam
50
50
χ2
0,29
85
Elde edilen sonuçlara göre, χ2 cetvel değeri, α=0.05 önem düzeyinde ve df = 1
serbestlik derecesinde χ2=3,84 olup χ2hesap≤ χ2 cetvel yani 0,29 < 3,84 olduğundan
populasyon gen bakımından Hardy-Weinberg dengesindedir.
Bir populasyonda alel frekansları Hardy-Weinberg dengesinde bulunur. Belirli
sabit şartlar altında her iki alelin frekansının ve genotipik oranının stabil kalması
durumudur. Bu genetik dengenin sağlanabilmesi için aşağıda belirilen koşulların
olması gerekmektedir; Yapılan istatistiksel analizler sonucunda çalıstığımız
populasyonun Hardy-Weinberg dengesinde olduğu bulunmuştur
 Populasyon genetik analizler için yeterli sayıda olmalıdır.
 Mutasyon gözlenmemelidir.
 Populasyondan dışarı ve içeri fazla sayıda göç olmamalıdır.
 Üreme tamamen rasgele olmalıdır.
Hardy-Weinberg dengesi ise;
p2 + 2pq + q2 = 1 eşitliği ile hesaplanmalıdır.
p: birinci alelin frekansı
q: diğer alelin frekansı. (Ayala ve Kiger 1980).
3.6 Fe konsantrasyonu ile DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmi
genotiplerinin karşılaştırılması
Fe konsantrasyonu ile DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmi genotipleri
karşılaştırıldı (Şekil 3.8.).
86
Şekil 3.8. Talasemi hastalarından alınan kan örneklerindeki Fe düzeyi ve DMT1 IVS4+44 C/A tek
nükleotid polimorfizmi genotiplerinin karşılaştırılması.
3.7 Pb kosantrasyonu ve DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmi
genotiplerinin karşılaştırılması
Pb düzeyi ile DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmi genotipleri
karşılaştırıldı (Şekil 3.9.).
87
Şekil 3.9. Talasemi hastalarından alınan kan örneklerindeki Pb düzeyleri ve DMT1 IVS4+44 C/A tek
nükleotid polimorfizmi genotiplerinin karşılaştırılması.
3.8 Talasemi Hastalarında Metal Düzeylerinin DMT1 IVS4+44 C/A Tek Gen
Polimorfizmi genotipleri ile ilişkisi
DMT1 IVS4+44 C/A tek gen polimorfizm genotipleri ve metal düzeyleri istatistiksel
olarak değerlendirildi. Sonuçlar Çizelge 3.8’de özetlenmiştir.
88
Çizelge 3.8. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi genotipleri ile Fe ve Pb düzeylerinin
istatistiksel değerlendirmesi.
AC genotip
METALLER
Pb (ppb)
Fe (ppm)
Mak. Ortanca
Ortalama±S.S. Min. Mak. Ortanca Ortalama±S.S. Min.
15 (%30)
31,26±8,01
20,99 46,47
30,87 1021,68±113,90 853,09 1179,21 1001,35
23 (%46)
33,23±6,11
23,13 43,05
35,07
884,32±208,07 471,97 1310,38 837,20
AA genotip
12 (%24)
DMT1 gen
polimorfizmi
CC genotip
n %
53,84±28,82
p
27,39 108,66
784,55±181,47 306,94 987,74
45,20
0,013*
806,07
0,002**
*p<0,05
**p<0,01
3.9 Talasemi Hastalarında Metal Düzeylerinin DMT1 IVS4+44 C/A Tek Gen
Polimorfizminin alelleri ile ilişkisi
DMT1 IVS4+44 C/A tek gen polimorfizm alel grupları ve metal düzeyleri
istatistiksel olarak değerlendirildi. Sonuçlar Çizelge 3.9’da gösterilmiştir.
Çizelge 3.9. DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid polimorfizmi alelleri ile Fe ve Pb düzeylerinin
istatistiksel değerlendirmesi.
DMT1 gen
polimorfizmi
A (+)
(AC+AA)
A (-) (CC)
n %
35
(%70)
15
(%30)
METALLER
Pb (ppb)
Fe (ppm)
Mak.
Ortalama±S.S. Min. Mak. Ortanca Ortalama±S.S. Min.
Ortanca
40,29±19,78
23,13 108,66
35,56
850,11±202,43 306,94 1310,38
31,26±8,01
20,99 46,47
30,87
1021,68±113,90 853,09 1179,21 1001,35
p
0,048*
833,50
0,001**
*p<0,05
**p<0,01
3.10 Talasemi Hastalarında Ferritin ve Hct parametrelerinin DMT1 IVS4+44
C/A Tek Gen Polimorfizmi genotipleri ile ilişkisi
DMT1 IVS4+44 C/A tek gen polimorfizm genotipleri ve ferritin, hematokrit
parametreleri
gösterilmiştir.
istatistiksel
olarak
değerlendirildi.
Sonuçlar
Çizelge 3.10’da
89
Çizelge 3.10. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi genotipleri ile ferritin ve hematokrit
parametrelerinin istatistiksel değerlendirmesi.
DMT1 gen
polimorfizmi
n%
METALLER
Ferritin (ng/mL)
HCT (%)
Ortalama±S.S. Min. Mak. Ortanca Ortalama±S.S. Min. Mak. Ortanca
15
1669,33±825,26 580 3300
(%30)
23
1475,47±669,94 600 2563
AC genotip
(%46)
12
1773,16±727,05 800 3300
AA genotip
(%24)
0,463
p
CC genotip
1900
22,53±2,41
18
26
24
1500
22,13±4,30
13
36
22
1700
21,33±3,44
15
26
22,5
0,603
3.11 Talasemi Hastalarında Ferritin ve Hct parametrelerinin DMT1 IVS4+44
C/A Tek Gen Polimorfizminin alelleri ile ilişkisi
DMT1 IVS4+44 C/A tek gen polimorfizm alel grupları ve ferritin, hematokrit
parametreleri
istatistiksel
olarak
değerlendirildi.
Sonuçlar
Çizelge
3.11’de
gösterilmiştir.
Çizelge 3.11. DMT1 IVS4+44 C/A tek nükleotid polimorfizmi alelleri ile ferritin ve hematokrit
rarametrelerinin istatistiksel değerlendirmesi.
METALLER
DMT1 gen
polimorfizmi
A (+)(AC+AA)
A (-) (CC)
p
n%
Ferritin (ng/mL)
Ortalama±S.S. Min. Mak.
35
1669,33±825,26
(%70)
15
1557,54±694,25
(%30)
Ortanca
HCT (%)
Ortalama±S.S
Min. Mak.
.
Ortanc
a
580
3300
1900
21,86±4,00
13
36
22
600
3000
1600
22,53±2,41
18
26
24
0,882
0,322
90
4. TARTIŞMA
Metallerin toplumumuzdaki bireylerin kan ve idrarlarındaki normal ortalama
değerlerinin ve aynı zamanda çevresel maruziyet sonucu metal düzeylerinin
belirlenmesi yönünden önem taşımaktadır. Bu veriler genetik farklılıkların metal
maruziyetinde ne denli etkili olabileceğini düşündürdüğünden metallerle doğrudan
veya dolaylı etkileşen proteinlerin polimorfik yapısının önemli olduğunu
düşündürmektedir. Talasemi hastalarında sürekli kan transfüzyonu yapılması
nedeniyle demir birikmesi sonucu toksisite görülmektedir, bu çalışmada talasemi
hastalığının tedavisi sürecinde kan transfüzyonu nedeniyle hastalarda ortaya çıkan
demir birikimi yanında, kan kurşun düzeyi de belirlendi, metal taşıyan proteinlerden
birisi olan DMT1 genindeki tek nükleotid polimorfizminin bu metallerin düzeylerine
etkisi araştırıldı.
Talasemi hastalığı, genellikle globin zincirinin yetersiz sentezi ya da hiç
sentez edilmeyişiyle ilgilidir. β-globin geninde oluşan mutasyonlar β talasemiye ve
anormal hemoglobinlere neden olmaktadır (Weatheral ve ark., 2001). β-globin zincir
yapım mekanizması beta talasemi hastalarında bozuktur. Bu durumun tersine α geni
etkilenmediğinden α globin zincir sentezi normal olarak devam eder. β-globin zinciri
ile birleşemeyip açıkta kalan fazla miktardaki α-globin zincirleri Hb tetramerlerini
oluşturamazlar (Rund ve ark., 2001; Weatherall, 2001a). Bununla birlikte, normal Hb
molekülü oldukça kararlı suda çözünürlüğü yüksek olmasına rağmen talasemilerde
dengesiz sentez sonucu biriken fazla α veya β zincirleri aynı özelliği gösteremez.
Eritrosit içinde biriken fazla globin zincirleri çökelerek bu hücrelerin erken yıkımına
neden olur. Bu durum, talasemilerde başarısız eritropoez ve hemolize neden olmaktadır
(Kazazian, 1990; Lukens, 1999). Eritropoez hızı demir emiliminin tayininde rol
oynar (Brittenham, 2000). Eritropoezin efektif veya ineffektif olması eritroid
düzenleyicisi olarak adlandırılır. Eğer kırmızı hücre yapımı arttı ise bağırsaktan
demir emilimi de artar (Beutler ve ark., 2000; Ganong, 1991), bunun sonucunda
eritropoez ve retikilositozda veya β talasemi gibi inefektif eritropoezinde artmasına
91
neden olur (Conrad ve ark., 1993). Böylece β talasemi majör hem inefektif eritropoez
hem de eritrositlerin yaşam sürelerinin kısalmasından kaynaklanmaktadır. β
talasemide anemi, böbreklerden eritropoietin yapımının artışı için bir uyarıdır (Higgs,
2004). β talasemi majörlü hastalarda; düzenli kan transfüzyonları, etkin olmayan
eritropoez nedeniyle bağırsakta demir emiliminin tetiklenmesi ve eritrositlerin
hemolizi demir depolanmasına yol açmaktadır (Farmakis ve ark., 2003; Consolini ve
ark., 2001). DMT1 özellikle ince barsağın ilk kısımlarında çok sayıda üretilir ve
bağırsak lümeninden demirin emilimini artırır (Zoller ve ark. 1999).
Çalışmamızda talasemili bireylerden alınan kan örneklerinde DMT1
polimorfizminin
genotipleri
(CC/CA/AA)
ve
Fe
düzeyleri
açısından
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak oldukça anlamlı bir ilişki bulundu (p=0,002).
Homozigot tipik (CC) talasemili bireylerdeki Fe ortalamaları, heterezigot (CA) ve
homozigot atipik (AA) bireylerin ortalamalarından daha yüksek bulundu. Yaptığımız
çalışmada, A aleline sahip (A+) talasemili bireylerde A aleline sahip olmayan (A-)
bireyler Fe düzeyleri açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık bulundu (p=0,001). Bu sonucu yorumladığımızda, (A-) talasemili bireylerde
demir düzeyinin (A+) talasemili bireylere göre daha az olduğunu ve dolayısıyla da
(A-) talasemili bireylerin, (A+) talasemili bireylere göre daha avantajlı olduğunu
düşündürmektedir. Elde edilen bu sonuçlar homozigot tipik bireylerin heterezigot ve
homozigot atipik bireylere göre genetik olarak daha fazla demir birikimine yatkın
olduğunu göstermektedir. DMT1 mutasyona uğradığında ince bağırsaktan demir
emilimi azalmaktadır. Böylelikle, homozigot atipik ve heterezigot genotiplere sahip
olan talasemili bireyler, homozigot tipik genotipli bireylere göre daha avantajlıdır
denilebilir.
Zoller ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada normal bireylerde ince bağırsak
lümeninde intrasellüler demir arttığında DMT1 sentezi azalmakta ve bunun sonucu
olarakta diyetle alınan demir emilimi azalmaktadır. Buna karşı demir azaldığında ise
tam tersi mekanizma işlemektedir. Normal bireylerde ferritin ile duodenal
mukozadaki DMT1 seviyesi arasında ters orantı mevcuttur (p=0.001). Fakat,
herediter hemokromatoziste ise bu denge bozulmuş olarak bulunmuştur (p=0.8).
Herediter hemokromatoziste olduğu gibi, talesemili bireylerde demir birikimi
92
mevcuttur. Bizim çalışmamız ile Zoller ve arkadaşlarının yaptığı çalışmaların verileri
kıyaslandığında aralarında uyumluluk görülmektedir. Çalışmamızdaki verilerimize
göre, DMT1 polimorfizmi ile ferritin değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlılık
olmaması bu durumu desteklemektedir (p=0,463).
Bir diğer Thompson ve arkadaşlarının çalışmasında kullanılan Belgrat
ratlarında DMT1 bölgesi mutasyona uğratılarak talasemili hastalara benzetilmiştir ve
üç hafta boyunca demir ağırlıklı olarak beslemişlerdir. Bu homozigot genotipli
ratlarda demir arttıkça Hct değerinin arttığı gözlemlenmiş, bununla birlikte
hezerezigot genotipli ratların Hct değerinin homozigot genotiplilere göre belirgin
olarak düşük olduğu görülmüştür (Thompson ve ark., 2007). Çalışmamızdaki
sonuçlara göre DMT1 polimorfizmi ve Hct değerleri arasında istatistiksel olarak
anlamlılık bulunmamakla birlikte, ortalamalar açısından Thompson ve arkadaşlarının
yaptığı çalışmayla uyumluluk görülmektedir.
DMT1 sadece Fe+2‘e özgü değildir, demir yanında Mn+2, Co+2, Cu+2, Zn+2,
Cd+2 ve Pb+2 gibi divalent metal iyonları için de taşıyıcı görevi görür (Andrews,
1999) ve hücre zarından aynı taşıyıcı ile taşındıklarından dolayı demir eksikliği
durumunda artan DMT1 nedeni ile daha fazla emilirler (Leong ve ark., 2003), bu
nedenle demir eksikliği durumunda kurşun toksikasyonuna sık rastlanmaktadır
(Wright ve ark., 2003). Ancak DMT1, kurşun için tek taşıyıcı protein değildir.
(Gruenheid ve ark., 1995; Gunshin ve ark., 1997). Pb ‘nun en iyi bilinen etkisi hem
sentezi yolağındaki delta-aminolevülinik asit dehidrataz (delta-ALAD) enziminin
inhibisyonudur.
ALA porfobilinojen
dönüşümünü
katalizleyen
delta-ALAD
enziminin Pb ile inhibisyonu demirin protoporfin halkasına girişini inhibe eder.
Bunun sonucunda hemoglobin ve hücresel solunum için gerekli olan Hem sentezi
azaldığından anemi ve yorgunluk görülür (Needleman 2004; Philip 1994).). ALAD
enzimi insanlarda ALAD1 ve ALAD2 olmak üzere iki geni olan polimorfik bir
enzimdir.
ALAD2 allelinin ekspresyonundaki genetik polimorfizm kurşun
toksisitesinin nedeni olarak düşünülmektedir. Kurşun maruziyeti olan farklı
toplumlarda yapılmış çalışmalarda ALAD2 geni taşıyan bireylerde kan ve kemikteki
kurşun düzeyi anlamlı bir şekilde yüksek bulunmuştur (Smith ve ark. 1995).
93
Talasemili
bireylerden alınan kan örneklerinde Pb düzeyleri
ile
DMT1
polimorfizminin genotipleri (CC/CA/AA) açısından karşılaştırıldığında elde edilen
sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,013). Yine Pb düzeyleri
açısından, (A-) talasemili bireyler ile (A+) bireyler arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık olduğu tespit edildi (p=0,048). Elde ettiğimiz bu sonuca göre, (A+)
talasemili bireylerde kurşun düzeyi (A-) talasemili bireylere göre daha azdır ve
bundan dolayı da (A-) talasemili bireylerin (A+) talasemili bireylere göre daha
avantajlı olduğunu söylenebilir. Bu durum çocuklarla ilgili yapılan epidemiyolojik
çalışmalarda da ortaya çıkmış, demir eksikliği olan ve çevresel kurşuna maruz kalan
çocuklarda da, kandaki kurşun düzeyi demir eksikliği olmayan çocuklarla
karşılaştırıldığında daha yüksek bulunmuştur (Brandman ve ark., 2001). Ayrıca,
Bressler ve arkadaşları DMT1 ile ilgili yaptığı çalışmada, sağlıklı bireylerde Fe
emilimi artarken Pb emilimi azaldığını tespit etmişler, yani aralarında negatif
korelasyon olduğunu belirlemişlerdir. Bununla birlikte bir çok çalışmada bu
korelasyon tespit edilmiştir (Wright ve ark., 2003, Hegazy ve ark., 2010, Wolf ve
ark., 2003). Kwong ve arkadaşlarının çalışmasında da, demir anemisi eksikliği olan
bireylerde vücutta demir azaldığında kurşun toksisitesi gözlemlenmiştir. Araştırma
grubunda demir tedavisi uygulandığında kurşun toksisitesi azalmıştır (Kwong ve
ark., 2004). Yine Hammad (1996) ve arkadaşlarının çocuklarda yaptığı kan kurşun
ve demirle diyet alımı arasındaki ilişki araştırılmış ve kan kurşun düzeyi ve demir
arasında negatif korelasyon bulunmuştur (p=0,03). Çalışmamızdaki sonuçlara göre
ise Pb ve Fe değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte negatif
korelasyon gözlemlendi.
Schell ve arkadaşları da yaptıkları çalışmada, kan kurşun düzeyinin yeni
doğmuş bebekte, annenin demir düzeyi ile ters orantılı olduğunu göstermişlerdir
(Schell ve ark., 2003). Bununla birlikte, demir iyon taşıyıcısı olan DMT1’in maya ve
insan fibroblastlarında yüksek miktarda bulunmasının bu hücrelerde kurşunun
taşınmasının artırdığı gösterilmiştir (Bannon ve ark., 2003). Bu taşınma DMT1’in
substratı olan Fe2+ iyonu arttıkça, azalma gösterir. Yapılan tüm çalışmalar göz önüne
alındığında Fe+2 ve Pb+2 bu iki iyonun aynı taşıyıcı mekanizmayı kullandıkları
hipotezi ortaya atılmıştır. Pb+2‘nun DMT1 tarafından taşınıldığı ve moleküler
94
benzerlik yoluyla Fe+2 taklit ettiği ve bu yolla hücre içi bölmelerine eriştiği tahmin
edilmektedir (Bridges ve Zalups, 2005).
Toplumumuzda, DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid Polimorfizmi ile ilgili
populasyon çalışması yapılmış ve toplumumuzdaki frekans dağılımı belirlenmiştir
(Kayaaltı ve ark., 2011 ). DMT1 geninin farklı bölgelerindeki çeşitli çalışmalar hasta
gruplarında ve deney hayvanlarında çalışılmıştır. Ancak, DMT1 IVS4+44 C/A tek
nükleotid polimorfizmi ile ilgili talasemili bireylerde yapılmış bir çalışma mevcut
değildir. Bundan dolayı, bu çalışma, talasemi hastalarında, DMT1 polimorfizmi ile
metal düzeyleri arasındaki ilişkinin araştırıldığı literatürdeki ilk çalışmadır. Bizim
çalışmamızda DMT1 polimorfizmi Fe ve Pb metal düzeyleri, Hct ve Ferritin
parametreleri açısından değerlendirilmişir. Yukarıda belittiğimiz metal düzeyleri ve
biyokimyasal
parametreler
açısından
talasemili
bireylerde
yapılmış
ve
karşılaştırabileceğimiz bir veri bulunmamaktadır. Bu yüzden çalışmamız bundan
sonraki talasemi ve diğer transfüzyon bağımlı anemi modellerinin araştırılacağı diğer
çalışmalara ışık tutabilir.
95
5. SONUÇLAR VE ÖNERİLER
Bu çalışmada, Adana Çukurova Balcalı Araştırma Hastanesi Hematoloji Bölümü’nde
düzenli olarak tedavi gören 50 gönüllü hastadan alınan kan örneklerinde belirlenen;
1. Ortalama metal konsantrasyonları; Fe = 901,58 ppm; Pb= 37,53 ppb; Ferritin =
1605,08 (ng/mL); Hct = 22,06 (%).
2. Homozigot tipik bireylerde C/C (n:15); Fe= 1021,68±113,90 ppm; Pb=
31,26±8,01 ppb; Ferritin = 1669,33±825,26 (ng/mL); Hct = 22,53±2,41 (%).
3. Heterozigot bireylerde C/A (n:23); Fe= 884,32±208,07 ppm; Pb=33,23±6,11
ppb; Ferritin = 1475,47±669,94 (ng/mL); Hct = 22,13±4,30 (%).
4. Homozigot
atipik
bireyde
A/A
ise
(n:12);
Fe=784.55±181.47
ppm;
Pb=53.84±28.82 ppb; Ferritin = 1773,16±727,05 (ng/mL); Hct = 21,33±3,44
(%).
5. A aleline sahip bireylerde A(+) (n:35); Fe= 850.11±202.43 ppm; Pb=
40.29±19.78 ppb; Ferritin = 1669,33±825,26 (ng/mL); Hct = 21,86±4,00 (%).
6. A aleline sahip olmayan bireylerde A(-) (n:15); Fe=1021.68±113.90 ppm;
Pb= 31.26±8.01 ppb; Ferritin= 1557,54±694,25 (ng/mL); Hct= 22,53±2,41 (%).
Bu sonuçlara göre;
Talasemi hastalarından alınan 50 kan örneğinin, DMT1 IVS4+44 C→A Tek
Nükleotid Polimorfizminin;
1. Fe düzeyleri genotip (CC, CA, AA) açısından karşılaştırıldığında istatistiksel
olarak oldukça anlamlı olduğu tespit edildi (p=0,002). Bununla birlikte Fe
düzeyleri aleller (A+, A-) açısından karşılaştırıldığında aynı şekilde istatistiksel
olarak anlamlı farklılık bulundu (p=0,001).
2. Pb düzeyleri genotip (CC, CA, AA) açısından karşılaştırıldığında istatistiksel
olarak anlamlılık tespit edilmiştir (p=0,013). Bununla birlikte Pb değerleri
aleller (A+, A-) açısından karşılaştırıldığında aynı şekilde istatistiksel olarak
anlamlı farklılık bulundu (p=0,048).
96
3. Ferritin değerleri genotip (CC, CA, AA) olarak karşılaştırıldığında aralarında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p=0,463). Bununla beraber
ferritin değerleri aleller (A+, A-) açısından kıyaslandığında benzer şekilde
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamadı (p=0,882) (p>0.05).
4. Hematokrit değerleri genotip (CC, CA, AA) olarak karşılaştırıldığında
aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunamadı (p=0,603).
Bununla
beraber
hematokrit
değerleri
aleller
(A+,
A-)
açısından
kıyaslandığında benzer şekilde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki tespit
edilemedi (p=0,322) (p>0.05).
5. Homozigot (CC) ve heterozigot (CA) genotipe sahip bireyler, homozigot atipik
(AA) bireylere göre, Fe düzeyinin oldukça yüksek olduğu belirlendi.
6. Pb düzeyleri homozigot tipik (CC) ve heterozigot genotipe (CA) sahip
bireylerde, homozigot atipik (AA) bireylere göre düşük olduğu belirlendi.
7. A (+) aleline sahip bireylerde Fe düzeyi A (-) aleline sahip bireylere göre düşük
olduğu belirlendi. Bununla beraber A (+) aleline sahip bireylerde Pb
konsantrasyonu A (-) aleline sahip bireylere göre yüksek olduğu belirlendi.
DMT1 IVS4+44 C→A Tek Nükleotid Polimorfizmi ile ilgili diğer sonuçlar;

Talasemi hastalarında kişiler cinsiyetlere göre değerlendirildiğinde, cinsiyet
ile Pb ve Fe arasında istatistiksel olarak anlamlılık tespit edilmemiştir
(p>0.05). Kadınlarda (n=22) Pb ve Fe düzeyleri sırasıyla 39.47±20.12 ppb
ve 922.56±147.07 ppm iken, erkeklerde (n=28) Pb ve Fe düzeyleri
36.10±15.42 ppb ve 885.10±228.71 ppm olarak tespit edildi.

Kadın ve erkekler arasında DMT1 polimorfizmi açısından farklılık
değerlendirildiğinde, kadın ve erkekler arasında DMT1 gen polimorfizmi
frekans dağılımı arasında farklılık bulunamadı (p>0.05).

Pb ve Fe arasındaki korelasyona bakıldığında, talesemi hastalarında Pb
düzeyleri
artarken,
Fe
düzeyleri
azalmaktadır.
Ancak;
aralarında
istatistiksel olarak anlamlı korelasyon bulunamadı (r= -0.141; p>0.05).

Yapılan bu çalışmada, DMT1 IVS4+44 C→A tek nükleotid polimorfizmine
sahip bireylerde, Fe toksisitesinin az olduğu ve bununla beraber DMT1
97
IVS4+44 C→A tek nükleotid polimorfizmine sahip olmayan bireylere göre
daha avantajlı olduğu söylenebilir.

Yaptığımız çalışma sonucunda, DMT1 IVS4+44 C→A tek nükleotid
polimorfizmine sahip bireylerde, Pb toksisitesinin DMT1 IVS4+44 C→A
tek nükleotid polimorfizmine sahip olmayan bireylere göre daha fazla
olabileceği söylenebilir.
98
ÖZET
Çalışmamızın amacı Talasemili hastalarda DMT1 IVS4+44 C/A Tek Nükleotid
Polimorfizmini Belirlemek ve bu polimorfizmin Fe ve Pb düzeyleri ile ilişkinin olup
olmadığını tespit etmektir.
Talesemi kalıtsal (genlerin ebeveynlerden çocuklara aktarılması) kan hastalıkları
içerisinde yer alan, hemoglobin molekülünün üretimi süresince, globin zincir
sentezlerindeki düzenlenme dengesizliklerine dayalı, globin zincir sentez
bozukluğudur. Dengesiz, globin zincir sentezi düşük hemoglobin üretiminin başlıca
nedenidir ve anemiye neden olur. Talesemi (özellikle beta-talasemi), en önemli
küresel sağlık sorunlarından biridir ve Akdeniz, Afrika. Hindistan ve Güney Asya’da
yaygın olarak bulunmaktadır. Beta talaseminin ana nedeni β-globin sentezinin
yetersiz olması dengesiz globin zincir üretimine ve α-zincirlerinin aşırı birikimine
neden olur.
Çalışmanın ilk bölümünde, 50 talasemili bireyde DMT1 C→A tek nükleotid
polimorfizmi (SNP) araştırıldı. İzole edilen DNA’ların DMT1 bölgesi, PCR tekniği
ile çoğaltılarak, amplifiye edildi. PCR ürünü amplifiye edilen oligonükleotid’ler
RFLP tekniği ile kesildi. Talasemili hastalarda DMT1 tek nükleotid polimorfizmin
genotip frekansları; % 30.0 homozigot tipik, %.46,0, heterozigot % 46.0 homozigot
atipik genotip % 24.0 olarak belirlendi. Alel frekansı C aleline sahip bireylerde A(+)
%53, C aleline sahip olmayan bireylerde A(-) %47 olarak tespit edildi.
İkinci bölümde ise; DMT1 C→A tek nükleotid polimorfizmi belirlenmiş olan 50 kan
örneğinin Fe, Pb konsantrasyonları ölçüldü ve polimorfik özellikle metal düzeyi
arasında ilişki olup olmadığı araştırıldı. Fe için Atomik absorpsiyon spektrometresi
(AAS) kullanılırken Pb tespiti için grafit fırınlı AAS sistemi kullanıldı.
Çalışma sonucunda, demir düzeyi homozigot genotiplerde (1021.68±113.90 ppm)
heterezigot (884.32±208.07 ppm) ve homozigot atipik genotiplere (784.55±181.47
ppm) göre daha yüksek olarak tespit edildi (p=0,002). Ancak, Kurşun düzeyi
homozigot genotiplerde (31.26±8.01 ppb) heterezigot (33.23±6.11 ppb) ve
homozigot atipik genotiplere (53,84±28.82 ppb) göre daha düşük tespit edildi
(p=0,013). C aleline sahip bireylerde A(+) demir düzeyi (850.11±202.43 ppm), C
aleline sahip olmayan bireylere A(-) göre düşük olduğu tespit edildi
(1021.68±113.90 ppm) (p=0,001). Kurşun düzeyi C aleline sahip olmayan bireylerde
A(-) (31.26±8.01 ppb), C aleline sahip bireylere (40,29±19,78 ppb) (p=0,048) göre
daha düşük çıkmıştır. Çalışmamızda demir ve kurşun arasında negatif korelasyon
gözlemlenmiştir, ancak bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı değildir.
Anahtar Sözcükler: DMT1, Talasemi, Demir, Kurşun, Polimorfizm
99
SUMMARY
Determination of iron and lead levels in thalassemic patients blood samples and
investigation of its relation between DMT1 gene polymorphisms.
The aim of this study is to determine the polymorphism of DMT1 in thalessemic
patients and investigate whether this polymorphism has an effect on Fe element
levels and Pb metal levels in the blood samples.
Thalassemias are hereditary blood diseases (that is, they're passed from parents to
children through the genes) due to unbalanced globin chain synthesis. Unbalanced
globin chain synthesis is the major cause of low level hemoglobin production leading
to anemia. The Thalassaemias (especially beta-thalassemia) pose by far the most
important global public health problem, which are widespread throughout the
Mediterranean region Africa, the Middle East, the Indian subcontinent, and Southeast
Asia. Main cause of the beta thalassemias is defective β-globin synthesis, which
leads to imbalanced globin chain production and an excess of α-chains.
For the first part of the this study, determine genetic polymorphism of the DMT1
were analyzed in 50 blood samples. C→A single nucleotide polymorphism (SNP)
was investigated in DMT1 IVS4+44 region C/A extraction DNAs, were amplified
with the PCR technique. Then, the amplified oligonucleotides were cut with the
RFLP technique. The genotype frequencies of the SNP in the patients DMT1
IVS4+44 region C/A were determined as follows; 30.0% homozygote typical (CC),
46.0% heterozygote (CA) and 24.0% homozygote atypical (AA) genotype.
Additionally, the frequency of C allele A(-) was found as 53.0% and of A allele
A(+) as 47.0%.
For the second part of this study, determination of C→A SNP in the DMT1, the Fe
and Pb, levels of the 50 blood samples were measured and the correlation between
the polymorphic characteristics and metal level were investigated. Lead levels were
measured by Varian AA240Z Zeeman Graphite Furnace Atomic Spectrometer, Iron
levels were measured by Varian AA240FS Fast Sequantial Flame Atomic
Absorbtion Spectrometer.
Iron levels are higher in homozygote genotype (1021.68±113.90 ppm) than
heterozygote genotype (884.32±208.07 ppm) and homozygote atypical genotype
(784.55±181.47 ppm). This is statistically significant (p=0,002). On the other hand,
Leads levels in homozygote genotype (31.26±8.01 ppb) are lower than heterozygote
genotype (33.23±6.11 ppb) and homozygote atypical genotype (53,84±28.82 ppb).
This finding is also statistically significant (p=0,013). Iron levels are significantly
lower in A(+) allele (850.11±202.43 ppm) than in A(-) allele (1021.68±113.90 ppm)
(p=0,001). Furthermore, lead levels are statistically significant lower in A(-) allele
(31.26±8.01 ppb) than in A(+) allele (40,29±19,78 ppb) (p=0,048). In our study, data
show that negative correlation between iron and lead. However, this result is not
statistically significant.
Key Words: DMT1, Iron, Lead, Polymorphism, Thalessemia.
100
KAYNAKLAR
AHAMED, M., SIDDIQUI, M.K.J. (2007). Environmental lead toxicity and nutritional
factors. Clinical. Nutrition., 26 (4): 400–408.
AKSOY, M. (1968). Abnormal Hemoglobins and Thalassemia in Eti Turks Living in
Antakya. Med. Bull. Ist, 1:296-301.
AKSOY, M. (1991). The history of β-thalassemia in Turkey. Turk. J. Pediat., 33 (3):195-7.
ANDREWS, N.C. (1999). Disorders of iron metabolism. N. Eng. J. Med., 341 (26): 19861995.
ANDREWS, N.C. (2000). Iron Hemostasis: Insights from genetics and animal models. Nat.
Gene. Rev., 1: 208–217.
ANDREWS, N.C., LEVY, J.E. (1998) Iron is hot: an update on the pathophysiology of
hemochromatosis. Blood . 92:1845–1851.
ANDY VIERSTRATE. Principle of the PCR 199. http://users.ugent.be/~avierstr/
ATANASIU, V., MANOLESCU, B., STOIAN, I. (2006). Hepcidin the link between
inflammation and anemia in chronic renal failure. Rom J Intern Med., 44(1):25-33.
ATANASIU, V., MANOLESCU, B., STOIAN, I. (2007). Hepcidin-central regulator of iron
metabolism. European Journal of Haematology Journal Compilation. 78 (1):1-10.
ATSDR. (2007). Toxicological profile for lead.
AUDESİRK T., AUDESİRK G., BYERS E.B. (1999). Life on Earth. 248-250.
AYALA, F. J., KIGER, F. J. (1980). Modern Genetics. Benjamin/Cumming Publishing
Company, Inc, California. syf.: 601-605.
BALDWIN, D.R., MARSHALL, W.J. (1999). Heavy Metal Poisoning and Its Laboratory
Investigation. Annals of Clinical Biochemistry., 36 (3): 267-300.
BALLATORI N. (2002). Transport of toxic metals by molecular mimicry. Environ
Health Perspect., 5:689-94.
BANNON, D.I., ABOUNADER, R., LEES P.S., BRESSLER, J.P. (2003). Effect of DMT1
knockdown on iron, cadmium, and lead uptake in Caco-2 cells. Am J Physiol Cell
Physiol., 284(1):C44-50.
BARLTROP, D., KHOO, H.E. (1975). The influence of nutritional factors on lead
absorption. Postgrad. Med. J., 51:795-800.
BARLTROP, D., MEEK, F. (1979). Effect of particle size on lead absorption from the gut.
Arch. Environ. Health., 34:280-285.
BASAK, N. (2007). Molekular Pathology of beta-Thalassemia: the Boğaziçi university
experience in Turkey. Heamoglobin., 31 (2): 233-241.
BAYNES, R.D. (1996). Assesment of Iron Status. Clinical Observations. 29(3): 15.
BELLINGER, D.C. (2004). Lead. Pediatrics. 113(4):1016-22.
BENETATOS, L., ALYMARA, V., VASSOU, A., BOURANTAS, K.L. (2008).
Malignancies in -thalassemia patients: a single-center experience and a concise
review of the literature. Int Jnl Lab Hem., 30: 167–172.
BENNETT, P.A., ROTHERY, E. (1983) Introducing Atomic Absorption Analysis.
Mulgrave, Australia : Varian Associates.
BEUTLER, E. (2006). Hemochromatosis: genetics and pathophysiology. Annu. Rev. Med.,
57:331-47.
BEUTLER, E., GELBART, T., LEE, P., TREVİNO, R., FERNANDEZ, M.A.,
FAİRBANKS V.F. (2000). Molecular characterization of a case of atransferrinemia.
Blood., 96(13):4071-4074.
BIRGENS, H., LJUNG, R. (2007). The Thalassaemia Syndromes. Scand. J. Clin. Lab.
Invest., 67 (1): 11–25.
101
BIRGENS, H., LJUNG, R. (2007). The Thalassaemia Syndromes. Scand J Clin Lab Invest.,
67: 11–26.
BOND, G.L., HU, W., ARNOLD, LEVINE, A. (2005). A Single Nucleotide Polymorphism
in the MDM2 Gene: From a Molecular and Cellular Explanation to Clinical Effect.
Cancer Res., 65 (13):5481-4.
BOND, G.L., HU, W., LEVINE, A. (2005). A Single Nucleotide Polymorphism in the
MDM2 Gene: From a Molecular and Cellular Explanation to Clinical Effect. Cancer
Res., 65(13):5481-4.
BOTTEMA, C.D., SOMMER, S.S. (1993). PCR amplification of specific alleles: rapid
detection of known mutation and polymorphisms. Mutat. Res., 288:93-102.
BOZKURT G, ALGÜNEŞ Ç. (2000). Tıpta moleküler genetik uygulamaları genel
prensipleri. Trakya Üniversitesi Matbaa Tesisleri, p.:42-46, 66-69.
BRANDMAN, A., ESKENAZI, B., SUTTON, P., ATHANASOULIS, M., GOLDMAN,
L.R. (2001). Iron deficiency associated with higher blood lead in children living in
contaminated environments. Environ. Health Perspect., 109:1079–1084.
BRESSLER, J.P., OLIVI, L., CHEONG, J.H., KIM, Y., BANNONA, D. (2004). Divalent
metal transporter 1 in lead and cadmium transport. Ann N Y Acad Sci., 1012:142-52.
BRIDGES, C.C., ZALUPS, R.K. (2005). Molecular and ionic mimicry and the transport of
toxic metals. Tox. Appl. Pharm., 204: 274–308.
BRITTENHAM, G.M. (2000). Disorders of iron metabolism: iron deficiency and overload.
In hematology, basic principles and practice. Ed: R. Hoffman, E. Benz, S. Shattıl, B.
Furie, H. Cohen, L. Sılberstein, P. Mcglave P. New York: Churchill Livingstone,
p.:397-428.
BURTON, G.W. (1989). Antioxidant action of carotenoids. J. Nutr., 119 (1):109-11.
BUTLER, J.E. AND KADONAGA, J.T. (2002). The RNA polymerase II core promoter: a
key component in the regulation of gene expression. Genes Dev., 16(20):2583-92.
BUTLER, J.M. (2005). Forensic DNA typing. Biology Technology and Genetics of STR
Markers.USA: Elsevier Press, p.: 33-84.
BUYS, S.S., MARTIN, C.B., ELDRIDGE, M., KUSHNER, J.P., KAPLAN, J. (1991). Iron
absorbtion hypotransferrinemic mice. Blood., 78(12):3288-3290..
BÜLBÜL, S.H. (2004). Çocuk beslenmesinde demirin yeri ve önemi.Sürekli Tıp Eğitimi
Dergisi., 13(12):446-50.
CANATAN, D. (2007). Dünyada ve Türkiye’de Talasemi ve Anormal Hemoglobinler.
Canatan D, Aydınok Y. Talasemi ve Hemoglobinopatiler, p: 11-19.
CHARLTON, R.W., BOTHWELL, T.H. (1983). Iron absorption. Annu. Rev. Med., 34: 5568.
CHEESEMAN, K.H., SLATER, T.F. (1993). An Introduction To Free Radical
Biochemistry. Br.Med.Bull., 49 (3): 479-80.
CLARKSON, T.W. (1993). Molecular and ionic mimicry of toxic metals. Annu Rev
Pharmacol Toxicol., 33:545-71.
COLLINS, F.S. (1997). Sequencing the human genome. Hosp. Pract. (Minneap.), 32 (1):3543.
COMPORTI M.,SIGNORINI C., BUONOCORE G., CICCOLI L. (2002). Iron Release,
Oxidative Stres and Erythrocyte Ageing. Fre Rad Bio Med., 32(7):568-57.
COMPORTI, M., SIGNORINI, C., BUONOCORE, G., CICCOLI, L. (2002)., Iron release,
oxidative stress and erythrocyte ageing. Free Radic Biol Med., 32(7):568-76.
CONAWAY, R.C., CONAWAY, J.W. (1993). General initiation factors for RNA
polymerase II. Annu. Rev. Biochem., 62:161-190.
CONRAD, M.E., UMBREIT, J.N. (1993). A concise review: Iron absorption the mucinmobilferrinintegrin pathway. A competitive pathway for metal absorption. Am. J.
Hematol., 42 (1): 67-73.
CONSOLINI, R., CALLERI, A., LEGITIMO, A., MASSEI, F. (2001). Immunological
evaluation of patients with beta-thalassemia major. Acta. Haematol., 105: 7-12..
102
DIAMOND, G.L. (2005). Risk assessment of nephrotoxic metals. Ed: J. Tarloff, L. Lash,
The Toxicology of the Kidney. London, England: CRC Pres, p.:1099-1132.
DINKEL, A., NJOROGE, E.M., ZIMMERMANN, A., WALZ, M., ZEYHLE, E.,
ELHAMDI, I.E., MACKENSTDT, U., ROMIG, T. (2004). A PCR system for
detection of species and genotypes of the Echinococcus granulosus–complex, with
reference to the epidemiological situation in Eastern Africa. Int. J. for Parasitol.,
34(5): 645-653.
DOWLING, T.E., MORITZ, C., PALMER, J.D., RIESEBERG, L.H. (1996). Nucleic acids
III: analysis of fragments and restriction sites. Molecular Systematics, 88 (9):249-320.
EFREMOV, G.D. (2007). Thalassemias and Other Hemoglobinopathies in the Republic of
Macedonia. Hemoglobin. 31 (1): 1–15.
EMİR, F., ÖZDEN, A. (2006). Genetik polimorfizm ve polimorfizm çalışmaları. Güncel
Gastroenteroloji., 10 (1): 24-28.
EPA. (2002). National primary drinking water regulations. Washington, DC: U.S.
Environmental Protection Agency. EPA816F02013.
ERNHART, C.B., WOLF, A.W., SOKOL, R.J., BRITTENHAM, G.M., ERHARD, P.
(1985). Fetal lead exposure: antenatal factors. Environ Res., 38(1):54-66.
FARMAKIS, D., GLAKOUMIS, A., POLYMEROPOULOS, E., AESSOPOS, A. (2003).
Pathogenetic aspects of immune deficiency associated with Beta-thalassemia. Med.
Sci. Monit., 9(1): RA19-22..
FATHALLAH, H., ATWEH, F.G. (2006). DNA Hypomethylation Therapy for Hemoglobin
Disorders:Molecular mechanisms and clinical applications. Blood Reviews., 20 (4):
227-234.
FEDER, J.N., GNIRKE, A., THOMAS, W, ET, AL. (1996). A novel MHC class I-like gene
is mutated in patients with hereditary haemochromatosis. Nat. Genet., 13(4): 399–408.
FIRTSCH, E.F., LAWN, R.M., MANATIS, T. R.M. (1980). Molecular cloning and
characterization of human beta like globin gene cluster. Cell., 19 (4), 959 -972.
FLEGAL, A.R., SMITH, D.R. (1992). Lead levels in preindustrial humans. New. Eng. J.
Med., 326 (19):1293-1294.
FLEMING, R.E., BACON, B.R. (2005). Orchestration of Iron Homeostasis. New England
Journal of Medicine., 352(17):1741-4.
FLORA, S.J.S., SINGH, S., TANDON, S.K. (1989). Thiamine and zinc in prevention or
therapy of lead intoxication. J. Intern. Med. Res., 17 (1):68–75.
FLORA, S.J.S., TANDON, S.K. (1990). Beneficial effects of zinc supplementation during
chelation treatment of lead intoxication in rats. Toxicology, 64 (2):129–139.
FRİDOVICH, I. (2001). Reflections of a fortunate biochemist. J. Biol. Chem.,
276(31):28629-36.
GANONG, W.F. (1991). Digestion and Abserption. Review of Medical Phyorology. 15th
Edition. Applelen and Lange. p: 25:437–447.
GANZ, T. (2004). Hepcidin in iron metabolism. Current Opinion in Hematology.
11(4):251-4.
GANZ, T. (2006). Hepcidin and its role in regulating systemic iron metabolism. Hematology
Am. Soc. Hematol. Educ. Program., 507:29-35.
GANZ, T. (2006). Hepcidin and its role in regulating systemic iron metabolism. Hematology
Am. Soc., 507: 29-35.
GIARDINA, P.J., HILGARTNER, M.W. (1992). Update on Thalassemia. Pediatr. Rev.,
13(2):55-62.
GONZALEZ, F. J. (1999). Polymorphisms in xenobiotic metabolism. In Molecular and
Applied Aspects of Oxidative Drug Metabolizing Enzymes. Life Sciences
Pharmacogenetics., 303: 91-110.
GOYER, R.A. (1993). Lead toxicity: current concerns. Environ Health Perspect., 100:17787.
103
GOYER, R.A., CHERIAN, M.G., JONES, M.M. (1995). Role of chelating agents for
prevention, intervention, and treatment of exposures to toxic metals. Environ. Health
Perspect., 103:1048–52.^
GREEN, D.W., WALTERS, L., ACKERMAN, N.B. JR. (1994). Pathological case of the
month. Case 1. Bart's hemoglobin hydrops fetalis syndrome. Arch. Pediatr. Adolesc.
Med., 148 (3):283-284.
GREEN, E.K. (1998). Restriction Fragment- Length Polymorphism. Eds; Rapley R, Walker
J. In. Molecular Biomethods Handbook. New Jersey: Humana Press, 8: 271-279.
GRIFFITHS, W.J.H., KELLY, A.L., COX, T.M. (1999). Inherited disorders of iron storage
and transport. Mol Med Today., 5(10):431-8.
GRIFFITHS, W.J.H., KELLY, A.L., COX, T.M. (2000). Localization of iron transport and
regulatory proteins in human cells. American Journey of Dis. Chi., 93(9): 575-87.
GUNSHIN, H., MACKENZIE, B., BERGER, U.V., GUNSHIN, Y., ROMERO, M.F.,
BORON, W.F., NUSSBERGER, S., GOLLAN, J.L., HEDIGER, M.A. (1997).
Cloning and characterization of a mammalian proton-coupled metaliontransporter.
Natur., 388:482– 488.
HAGAR, W., THEIL, E.C., VICHINSKY, E.P. (2002). Diseases of iron metabolism.
Pediatr. Clin. N. Am., 49(5):893-909.
HALLBERG, L., ROSSANDER, L., SKANBERG, A.B. (1987). Phytates and the inhibitory
effect of bran on iron absorption in man. Am J Clin Nutr., 45(5):988-96.
HALLIWELL, B. (1994). Free radicals and antioxidants: a personal view. Nutr Rev. 52:25365.
HAMMAD, T.A., SEXTON, M., LANGENBERG, P. (1996). Relationship between blood
lead and dietary iron intake in preschool children. A cross-sectional study. Ann.
Epidemiol, 6(1):30-3.
HARRISON, S.A., BACON, B.R. (2003). Hereditary hemochromatosis: update for 2003. J.
Hepatol., 38 (1): 14–23.
HEDRICK, P.W. (2011). Selection and Mutation for α Thalassemia in Nonmalarial
and Malarial Environments. Ann Hum Genet., 75 (4):468-74.
HEGAZY, A.A,. ZAHER, M.M., ABD EL-HAFEZ, M.A., MORSY, A.A., SALEH, R.A.
(2010). Relation between anemia and blood levels of lead, copper, zinc and iron
among children. BMC Res Notes, 12;3:133.
HIGGS, D.R. (1990a). 1990 Mack Forster Prize lecture. The molecular genetics of the alpha
globin gene family. Eur J Clin Invest., 20 (4):340-7.
HIGGS, D.R. (2004). Gene regulation in hematopoiesis: New lessons from thalassemia.
Hematol. Am. Soc. Hematol. Educ.Program. p.:1-13.
HIGGS, D.R., VERNIMMEN, D., WOOD, B. (2008). Long-range regulation of alphaglobin gene expression. Adv Genet., 61:143-73.
HIGGS, D.R., VICKERS, M.A., WILKIE, A.O., PRETORIUS, I.M., JARMAN,
A.P., AGGARWAL, A.K. (1995). Structure and function of restriction
endonucleases.Curr. Opin. Struct. Biol., 5(1):11-9.
HIGGS, D.R., VICKERS, M.A., WILKIE, A.O., PRETORIUS, I.M., JARMAN, A.P.,
WEATHERALL D.J. (1989). A review of the molecular genetics of the human alphaglobin gene cluster. Blood., 73(5):1081-104.
HIGGS, D.R., WOOD, W.G., JARMAN, A.P., SHARPE, J., LIDA, J., PRETORIUS, I.M.,
AYYUB, H. (1990). A major positive regulatory region located far upstream of the
human alpha-globin gene locus. Genes Dev., 4(9):1588-601.
HIGGS, D.R., WOOD, W.G., JARMAN, A.P., VICKERS, M.A., WILKIE, A.O., LAMB, J.,
VYAS, P., BENNETT, J.P. (1990b). The alpha-thalassemias. Ann. N. Y. Acad. Sci.,
612:15-22.
HO, P.J., THEIN, S.L. (2000). Gene regulation and deregulation: a β globin perspective.
Blood Reviews., 14 (2): 78-93.
104
HORNICK, R.B., GREISMAN, S.E., WOODWARD, T.E., DUPONT, H.L., DAWKINS,
A.T., SNYDER, M.J. (1970). Typhoid Fever, Pathogenesis and Immunologic Control.
New England Journal of Medicine., 283 (13), 686-91.
HUISMAN, T.H.J. (1993). The Structure and Function of Normal and Abnormal
Hemoglobins. Bailieres Clin. Haematol., 6(1):1-30.
HUNT, J. (2001). How important is dietary iron bioavability? American Journey of Clin.
Nutr., 73(1): 3-4.
KAYAALTI, Z., ODABAŞI M., SÖYLEMEZOĞLU, T. (2010). Genotype and allele
frequencies of divalent metal transporter 1 polymorphism in Turkish population. Mol
Biol Rep., 38(4):2679-84.
KAZAZIAN, H.H. JR. (1990). The thalassemia syndromes: molecular basis and prenatal
diagnosis in 1990. Semin. Hematol., 27(3):209-228.
KAZAZIAN, H.H. JR., MORAN, J.V. (1998). The impact of L1 retrotransposons on the
human genome. Nat Genet., 19(1):19-24.
KILINÇ, Y. (2006). Hemoglobinopathies in Turkey. Turk J Hematol. 23: 214-216.
KLINKEN, S.P. (2000). Red blood cells. IntJ Biochem Cell Biol., 34:1513-1518.
KOLLER, K., BROWN, T., SPURGEON, A., LEVY, L. (2004). Recent developments in
low-level lead exposure and intellectual impairment in children.Environ Health
Perspect., 112(9):987-94.
KONTOGHIORGHES, G.J. (2006). Iron Mobilization From Transferin And NonTransferin-Bound-Iron by Deferiprone. Implications in the Treatment of
Thalassemia,Anemia of Chronic Disease, Cancer and Other Conditions. Hemoglobin,
30(2): 183–200.
KONTOGHIORGHES, G.J. (2006). Iron mobilization from transferrin and non-transferrinbound-iron by deferiprone. Implications in the treatment of thalassemia, anemia of
chronic disease, cancer and other conditions. Hemoglobin. 30(2):183-200.
KUBISTA, M., ANDRADE, J.M., BENGTSSON, M., FOROOTAN, A., JONÁK, J., LIND,
K., SINDELKA, R., SJÖBACK, R., SJÖGREEN, B., STRÖMBOM, L.,
STÅHLBERG, A., ZORIC, N. (2006). The real-time polymerase chain reaction. Mol
Aspects Med., 27(2-3):95-125.
KUIPER-KRAMER, E.P., COENEN, J.L.M., HUISMAN, C.M.S. (1998). Relationship
between soluble transferrin receptors in serum and membran bound transferrin
receptors. Acta Haematol., 99(1): 8-11.
KWONG, W.T., FRIELLO, P., SEMBA, R.D. (2004). Interactions between iron deficiency
and lead poisoning: epidemiology and pathogenesis. Sci Total Environ., 330(1-3):2137.
LAYRISSE, M., MARTINEZ-TORREZ, C.. GONZALEZ, M. (1974). Measurement of total
daily dietary iron absorption by the extrinsic tag model. American Journey of Clin.
Nutr., 27: 152-62.
LEITA, L., ENNE, G., DE NOBILI, M., BALDINI, M., SEQUI, P. (1991). Heavy Metal
Bioaccumulaüon in Lamp and Sheep Bred in Smelting and Mining Areas of S. W.
Sardinia (Italy). Bull. Environ. Contam. Toxicol., 46(6): 887-893.
LEONG, W.I., BOWLUS, C.L., TALLKVIST, J., LONNERDAL, B. (2003). DMT1 and
FPN1 expression during infancy: developmental regulation of iron absorption. Am. J.
Physiol. Gastrointest. Liver. Physiol., 285 (6):G1153-61.
LIEBHABER, S.A. (1989). Alpha thalassemia. Hemoglobin, 13 (7-8):685-731.
LIN, C.K., YANG, M.L., JIANG, M.L., CHIEN, C.C., LIN, H.H., PENG, H.W. (1991).
Comparison of two screening methods, modified Hb H preparation and the osmotic
fragility test, for alpha-thalassemic traits on the basis of gene mapping. J. Clin. Lab.
Anal., 5(6):392-395.
LOUKOPOULOS, D. (1991). Thalassemia: Genotypes and phenotypes. Ann Hematol., 62
(4): 85-94.
105
LUKENS, J.N. (1999). The Thalassemias and Related Disorders: Quantitative disorders of
hemoglobin synthiesis. Ed: G.R. Lee, J. Foerster, J.N. Lukens, F. Paraskcvas, J.P.
Greer, G.M. Rodgers. Bds. Wintrobe's Cliııical Hematology. Egypt: Mass Publishing
Co, p.:1405-1448.
LUSTBERG, M., SILBERGELD, E. (2002). Blood lead levels and mortality. Arch Intern
Med., 162:2443-2449.
MARFURT, J., NIEDERWIESER, I., MAKIA DIVINE, N., BECK, H., FELGER, I. (2003).
Diagnostic genotyping of Old and New World Leishmania species by PCR-RFLP.
Diagnoistic Microbiology and Infectıous Disease., 46:115-124.
MCMANUS, D.P., DING, Z., BOWLES, J. (1994). A molecular genetic survey indicates the
presence of a single, homogeneous strain of Echinococcus granulosus in NorthWestern China. Acta Trop., 56 (1): 7-14.
MCPHERSON M. J.; MOLLER S. G.(2000). PCR. Heredity, 86: 513–514.
MEISEL, A., MACKELDANZ, P., BICKLE, T.A., KRUGER, D.H., SCHROEDER, C.
(1995). Type III restriction endonucleases translocate DNA in a reaction driven by
recognition site-specific ATP hydrolysis. Embo J., 14(12):2958-66.
MILLER, R.D., TAILLON, M.P., KWOK, P.Y. (2001). Regions of Low Single-Nucleotide
Polymorphism Incidence in Human and Orangutan Xq: Deserts and Recent
Coalescences. Genomics., 71(1); 78-88.
MURRAY, N.E. (2000). Type I restriction systems: sophisticated molecular machines (a
legacy of Bertani and Weigle). Microbiol Mol Biol Rev., 64(2):412-34.
NAGEL, R. L. (2003). Disorder of Hemoglobin Function and Stability. Ed.: Handin, R I,,
Lux, S.E. and Stossel, T.P. Philadelpphia. Lippincott Williams&Wilkins, Blood:
Principles and Practice of Hematology. p.:1597-1654.
NEEDLEMAN, H. (2004). Lead poisoning. Annu Rev Med., 55:209-222.
NEEDLEMAN, H.L., SCHELL, A., BELLINGER, D., LEVITON, A., ALLRED, E.N.
(1990). The long-term effects of exposure to low doses of lead in childhood. An 11year follow-up report. N Engl J Med., 322(2):83-8.
NELSON, D.L. (1991). applications of polymerase chain reaction methods in genome
mapping. Curr. Opin. Genet. Dev., 1(1):62-68.
NICOLAS, G., VIATTE, L., BENNOUN, M., BEAUMONT, C., KAHN, A., VAULONT,
S. (2002). Hepcidin, A New Iron Regulatory Peptide. Blood Cells, Molecules, and
Diseases., 29 (3):327–335.
OLIVIERI, N.F. (1999). The Beta-Thalassemias. N. Engl. J. Med., 341(2): 99-109.
OLIVIERI, N.F., WEATHERALL, D.J. (1998). The therapeutic reactivation of fetal
haemoglobin. Hum Mol Genet., 7(10):1655-8.
OSKI, F.A., NAIMAN, J.L. (1982). Hematologic problems in the newborn. Third edition.
Major problems in clinical pediatrics, 4(1);1-360.
ÖKTEM. S., ÖZHAN, M. (2001). Apoptozisin önemi. Toraks dergisi, 2(1): 91-95.
PETTERSSON, T., KIVIVUOR, S.M., SIIMES, M.A. (1994). Is serum transferrin receptor
useful for detecting iron deficiency in anaemic patients with chronic inflammatory
diseases. Brit. J.Rheum., 33(8):740-744..
PHILIP, A.T., GERSON, B. (1994). Lead poisoning – Part II. Effects and assay. Clin Lab
Med., 14:651-670.
PHILLIP, A.T., GERSON, B. (1994a). Lead poisoning – Part I. Incidence, etiology, and
toxicokinetics. Clin. Lab. Med., 14:423-444.
PIETRANGELO, A. (2006). Hereditary Hemochromatosis. Biochimica et Biophysica Acta.,
1763 (7): 700–710.
PINGOUD, A, JELTSCH, A. (1997). Recognition and cleavage of DNA by type-II
restriction endonucleases. Eur J Biochem., 246(1):1-22.
PIOMELLI, S. (2002). Childhood lead poisoning. Pediatr. Clin. North. Am., 49 (6): 12851304.
106
PONKA, P. (1997). Tissue Spesific Regulation of Iron Metabolism and Heme Synthesis:
Distinct Control Mechanisms in Erythroid Cells. Blood., 89(1): 1-25.
POUNDS, J.G., LONG, G.J., ROSEN, J.F. (1991). Cellular and molecular toxicity of lead in
bone. Environ Health Perspect., 91:17-32.
principles/pcr.html (Erişim tarihi: 30 Mayıs 2010).
PUSTERLA, N., MADIGAN, J.E., LEUTENEGGER, C.M. (2006). Real-Time Polymerase
Chain Reaction: A Novel Molecular Diagnostic Tool for Equine Infectious Diseases
N. J Vet Intern Med., 20:3–12.
RABINOWITZ, M.B., WETHERILL, G.W., KOPPLE, J.D. (1976). Kinetic analysis of lead
metabolism in healthy humans. J. Clin. Invest., 58:260-270.
RAMIREZ-MUNOZ, J. (1968). Atomic-absorption spectroscopy and analysis by
atomicabsorption flame photometry. Amsterdam, New York, Elsevier Pub. Co.,
ROBERTS, R.J., MACELIS, D. (1991). Restriction enzymes and their isoschizomers.
Nucleic Acids Res., 19:2077-2109.
ROSATELLI, M.C., DOZY, A., FAA, V., MELONI, A., SARDU, R., SABA, L., KAN,
Y.W., CAO, A. (1992). Molecular characterization of β-thalassemia in the Sardinian
population. Am. J. Hum. Genet., 50 (2):422-426.
ROY, C., CARISON, E.,ANDERSON, L. (2000b). Interactions of the ectodomain of HFE
with the transferrin receptor are criticil for iron homeostasis in cells. 484(3); 271-274.
ROY, C., ENNS, C. (2000a). Iron homeostasis: New tales from the crypt. Blood. ,96(13):
420-427.
RUND, D, RACHMILEWITZ, E. (2000). New treatment of β-thalassemia. Critical Reviews
in Oncol. Hematol., 33 (2):105-118..
RUND, D., RACHMİLEWITZ, E. (2001). Pathophysiology of alpha- and beta-thalassemia:
therapeutic implications. Semin Hematol., 38(4):343-9.
SACHIDANANDAM, R., WEISSMAN, D., SCHMIDT, S.C., KAKOL, J.M., STEIN, L. D.,
MARTH, G., SHERRY, S., MULLIKIN, J. C., MORTIMORE, B.J., WILLEY, D.L.,
HUNT, S.E., COLE, C.G., COGGILL, P.C., RICE C,.M., NING, Z., ROGERS, J.,
BENTLEY, D.R., KWOK, P.Y., MARDIS, E.R., YEH, R.T., SCHULTZ, B., COOK,
L., DAVENPORT, R., DANTE, M., FULTON, L., HILLIER, L., WATERSTON,
R.H., MCPHERSON, J.D., GILMAN, B., SCHAFFNER, S., VAN ETTEN, W.J.,
REICH, D., HIGGINS, J., DALY, M.J., BLUMENSTIEL, B., BALDWIN, J.,
STANGE-THOMANN, N., ZODY, M.C., LINTON, L., LANDER, E.S.,
ALTSHULER, D. (2001). International SNP Map Working Group. A map of human
genome sequence variation containing 1.42 million single nucleotide polymorphisms.
Nature., 409(6829):928–33.
SANKARAN, V.G., NATHAN, D.G. (2010). Reversing the hemoglobin switch. N. Engl. J.
Med., 363(23):2258-60.
SCHELL, L.M., DENHAM, M., STARK, A.D., GOMEZ, M., RAVENSCROFT, J.,
PARSONS, P.J., AYDERMIR, A., SAMELSON, R. (2003). Maternal blood lead
concentration, diet during pregnancy, and anthropometry predict neonatal blood lead
in a socio-economically disadvantaged population. Environ. Health Perspect.,
111:195– 200.
SILBERGELD, E.K. (2004). Commentary: the role of toxicology in prevention and
precaution. Int J Occup Med Environ Health., 17(1):91-102.
SIQUEIRA, J.F., ROCAS, I.N. (2003). PCR methodology as a valuable tool for
identification of endodontic pathogens. J. Dent., 31(5): 333-9.
SIRIRATMANAWONG, N., CHANSRI, W., SINGSANAN, S., FUCHAROEN, G.,
FUCHAROEN, S. (2009). Complex interaction of Hb E [beta26(B8)Glu-->Lys], Hb
Korle-Bu [beta73(E17)Asp-->Asn] and a deletional alpha-thalassemia-1 in pregnancy.
Hemoglobin., 33(6):507-14.
SIX, K.M., GOYER, R.A., (1972). The influence of iron deficiency on tissue content
and toxicity of ingested lead in the rat. J. Lab. Clin. Med., 79:128– 136.
107
SMITH, C.M., WANG, X., HU, H., KELSEY K.T. (1995). A polymorphism in the deltaaminolevulinic acid dehydratase gene may modify the pharmacokinetics and toxicity
of lead. Environ Health Perspect., 103:248-253.
SMITH, L.H. J.R. (1990). Overview of hemochromatosis. West J. Med., 153 (3): 296-308.
STR Markers.USA: Elsevier Press, p.: 33-84.
TADMOURI, G.O., TUZMEN, S., ÖZÇELİK, H., ÖZER, A., BAIG, S.M., SENGA, E.B.,
BAŞAK, A.N. (1998). Molecular and population genetic analyses of β- thalassemia in
Turkey. Am. J. Hem., 57 (3): 215-220.
TADMOURİ, G.O., BAŞAK, A.N. (2001). β-Thalassemia in Turkey: A Review of the
Clinical, Epidemiological, Molecular and Evolutionary Aspects Hemoglobin., 25 (2),
227-239.
TADMOURİ, G.O., TUZMEN, S., OZÇELİK, H., OZER, A., BAİG, S.M., SENGA, E.B.,
BASAK, A.N. (1998). Molecular and Population Genetic Analyses of β-Thalassemia
in Turkey. Am J Hematol., 57: 215–220.
THEIN, S.L. (1993). β-thalassemia. Bailliere’s Clinical Haematology. 6:1, 151-175.
THOMAS, C., THOMAS, L. (2002). Biochemical markers and hematologic indices in the
diagnosis of functional iron deficiency. Clin Chem., 48(7):1066-1076.
THOMPSON, K., MOLINA, R.M., BRAIN, J.D., WESSLING-RESNICK M. (2007).
Belgrade rats display liver iron loading. J Nutr., 136(12):3010-4..
TURAN, C. (2002). Genetik. Mustafa Kemal Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Ders
Kitabı, Yayın No: 2, Hatay, 169 s.
TUZMEN, S., SCHECHTER, A.N. (2001). Genetic diseases of hemoglobin: diagnostic
methods for elucidating β-talasemia mutations. Blood. Reviews., 15 (1): 19-29.
ULUKOL, B., TEZCAN, S., AKAR, N., GÖKCE, H., CİN, S. (2004). Evaluation of
Erythropoiesis by Serum Transferrin Receptor and Ferritin in infants aged 0-6 months.
Pediatric Hematology and Oncology., 21(4); 293-305.
UMBREIT, J. (2005). Iron deficiency: a concise review. Am. J. Hematol., 78 (3): 225-31.
VALKO, M., LEIBFRITZ, D., MONCOL, J., CRONIN, M.T., MAZUR, M., TELSER, J.
(2007). Free radicals and antioxidants in normal physiological functions and human
disease. Int. J.Biochem. Cell. Biol.,39(1): 44-84..
VALLANCE, H., FORD, J. (2003). Carrier testing for autosomal-recessive disorders.
Critical Reviews in Clinical Laboratory Science, 40(4): 473-97.
Varian Basic Atomic Absorption Theory Australia Pty Ltd (A.C.N. 004 559 540)1997.
VENTER, J.C., ADAMS, M,D., MYERS, E.W. et all. (2001). The sequenceof the
humangenome. Science, 291(5507):1304–51.
VURAL, N. (2005). Toksikoloji, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, p.:504-508.
WEATHERALL D.J., CLEGG J.B. (2002). Genetic variability in response to
infection: malaria and after. Genes Immun., 3(6):331-7.
WEATHERALL, D.J. (1998). Pathophysiology of thalassaemia. Baillieres Clin Haematol.,
11(1):127-46.
WEATHERALL, D.J. (2001a). Phenotype-genotype relationships in monogenic disease:
lessons from the thalassaemias. Nat Rev Genet. 2(4):245-55.
WEATHERALL, D.J. (2004a). Thalassaemia: the long road from bedside to genome.Nat
Rev Genet., 5(8):625-31.
WEATHERALL, D.J. (2010). The Thalassemias: Disorders of Globin Synthesis . Ed : K.
Kaushansky, M Lichtman, U. Seligson, T. Kipps, and T. Prchal, Williams Hematoloji,
8th ed. New York: McGraw-Hill, pp.: 675-707.
WEATHERALL, D.J., CLEGG, J.B. (2001b). Inherited haemoglobin disorders: an
increasing global health problem. Bull World Health Organ;79(8):704-12.
WEATHERALL, D.J., HIGGS, D.R., CLEGG, J.B. (1988). The molecular pathology of the
alpha globin genes. Br J Cancer Suppl., 9:17-22.
108
WEATHERALL, D.J., PRESLEY, L., WOOD, W.G., HİGGS, D.R., CLEGG, J.B. (1981).
Molecular basis for mild forms of homozygous beta-thalassaemia. Lancet.
1(8219):527-9.
WEATHERALL, D.J., WİLLİAMS, T.N., ALLEN, S.J., O'DONNELL, A. (2010). The
population genetics and dynamics of the thalassemias. Hematol Oncol Clin North Am.,
24 (6):1021-31.
WEATHERALL. D.J. (2004b). The Thalassemias: the role of molecular genetics in an
evolving global health problem. Am J Hum Genet., 74(3):385-92.
WEST, A.R., OATES, P.S. (2008). Mechanisms of heme iron absorption: current questions
and controversies. World J Gastroenterol., 14(26):4101-10.
WILLIAMS, S.J., HAYWARD N.K. (2001). The impact of the human genome project on
medical genetics. Trends in Molecular Medicine., 7(5). 187-231.
WILSON, I. G. (1997). Inhibition and facilitation of nucleic acid amplification. Appl.
Environ. Microbiol., 63:3741-3751.
WITTMERS, L.E. JR., AUFDERHEIDE, A.C., WALLGREN, J. (1988). Lead in bone. IV.
Distribution of lead in the human skeleton. Arch. Environ. Health., 43:381-391.
WOLF, A.W., JİMENEZ, E., LOZOFF, B. (2003). Effects of iron therapy on infant
blood lead levels. J Pediatr.,143(6):789-95.
WONKE, B. (2001). Clinical Management of β-Thlasemia Major. Semin Hematol., 38: 350359.
WOOD, W.G., WEATHERALL, D.J. (1983). Developmental genetics of the human
haemoglobins. Biochem J., 215(1):1-10.
WRIGHT, P.A., WYNFORD-THOMAS, D. (1990). The polymerase chain reaction: miracle
or mirage? A critical review of its uses and limitations in diagnosis and research. J
Pathol., 162(2):99-117.
WRIGHT, R.O., TSAIH, S.W., SCHWARTZ, J., WRIGHT, R.J., HU, H. (2003).
Association between iron deficiency and blood lead level in a longitudinal analysis of
children followed in an urban primary care clinc. J. Pediatr., 142(1):9-14.
XUE, H.C., QIU, L.S., ZHU, C.W. (1993). RFLP analysis of DNA from Echinococcus
granulosus collected from four provinces/autonomous region in China. Zhongguo Ji
Sheng Chong Xue Yu Ji Sheng Chong Bing Za Zhi., 11 (3): 201-203.
YAPRAK, I. (2004). Beta Talasemi Tanı ve Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar. STED. 13 (2)
58-59.
YEN, A.W., FANCHER, T.L., BOWLUS, C.L. (2006). Revisiting Hereditary
Hemochromatosis: Current Concepts and Progress. The American Journal of
Medicine., 119 (5): 391–399.
YILDIZ, S., ATALAY, A., BAĞCI, H., ATALAY, E.Ö. (2005). Beta-thalassemia mutations
in Denizli province of Turkey. Turk J Hematol., 22: 19-23.
ZALUPS, R.K. (2000). Molecular interactions with mercury in the kidney. Pharmacol Rev.,
52(1):113-43.
ZALUPS, R.K., AHMAD, S. (2003). Molecular handling of cadmium in transporting
epithelia. Toxicol Appl Pharmacol., 186(3):163-88.
ZIEGLER, E.E., EDWARDS, B.B., JENSEN, R.L., MAHAFFEY, K.R., FORMON, S.J.
(1978). Absorption and retention of lead by infants. Pediatr. Res., 12: 29– 34.
ZOLLER, H., PIETRANGELO, A., VOGEL, W., WEISS, G. (1999). Duodenal metaltransporter (DMT-1,NRAMP-2) expression in patients with hereditary
haemochromatosis. Lancet., 353 (9170):2120-3.
ZWART DE, L.L., MEERMAN, J.H.N., COMMANDEUR, J.N.M., VERMEULEN, N.P.E.
(1999). Biomarkers of free radical damage applications in experimental animals and in
humans. Free Radical Biology and Medicin, 26(1-2): 202-226.
109
EKLER
110
111
ÖZGEÇMİŞ
I- Bireysel Bilgiler
Adı
: Derya
Soyadı
: Söylemez
Doğum Yeri ve Tarihi
: Hatay 27/ 05 / 1983
İletişim Adresi
: A.Ü. Adli Bil. Enstitüsü, Tıp
Fakültesi Cebeci Kampüsü
Dikimevi/ANKARA +90 (312) 3192734
II- Eğitimi
2006-2001 Abant izzet Baysal Üniversitesi – Fen ve Edebiyat- Fakültesi –
Biyoloji Ana Bil. Dal. – BOLU
2000-1997 İskenderun Lisesi - (Fen) – HATAY
Yabancı Dil: İngilizce (iyi düzeyde)
III- Bilimsel İlgi Alanları
Uluslararası Yayınlar ve Ulusal Bilimsel Toplantılarda Sunulan
Bildiriler:

Kayaalti Z., Söylemez D., Aliyev V., Kaplan B., Söylemezoğlu T.
(2011). Effect of Divalent Metal Transporter gene polymorphism in the
blood iron levels of Turkish Thalassemia patients. 36th FEBS Congress
Biochemistry for Tomorrow’s Medicine Torino.
Download