O. Senatosu B : 26 dişinin 2 noi fıkrasına göre Bakanlar Kurulu­ nu icradan dolayı, hizmetten dolayı, plân tat­ bikatından dolayı, plânların hazırlanması ve uy­ gulanmasından dolayı mesul etmeye imkân yok­ tur. Çünkü Anayasamız bizim hiyerarşik düzen içerisinde baş sorumluyu Heyeti Vekile olarak geö irmekte ve koordinasyonun başı olarak da Sayın Başbakanı irae etmektedir. Bu madde mu­ vacehesinde elbette M, siyasi otorite, iktidar her zaman idare üzerimde mânevi ağırlığını ko­ yacaktır. idarenin kendi istediği değil, kanunlar dairesinde hükümetlerin programında yazılı olan hedeflerin tahakkuku için hükümetlerin, ikti­ darlarım hazırladığı yılık programlardaki he­ deflere ulaşmak için hiç şüphesiz hizmet yapı­ lacaktır. Aksi halde başsız bir gövde gibi her­ kes kendi bildiğine iş yapar duruma gelir. Bu da mesuliyet ve vahdet prensibine aykırıdır. Ni­ tekim Anayasanın 105 nci maddesinin ikinci fık­ rası; her Bakan kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altmdaküerin eylem ve işlemlerinden ayrıca sorumludur, diyor. Eğer siyasi kuvveti idarenin dışında düşünürseniz, bu sorumluluk unsuru kendiliğinden reffolur. Bu itibarla sayın arkadaşımızın noktai nazarına iltihak edemiyo­ ruz. 29 . 1 . 1969 O : 3 Tabiatiyle böyle bir rejim içerisinde toplan­ ma hürriyeti var, basın ve söz hürriyeti var. Bunların hiçbirisi sansüre tabi değil. İzne tâbi değil. Dernek kurma hürriyeti var. Muhterem arkadaşlaran; herkes kendi aklın­ dan geçeni söylüyor, yazıyor. Bunlann suç olanlan var, olmıyanlan var. Tabiî suc olanlarını adlî merciler takibediyor. Suç teşkil etmiyenleri her hangi bir şekilde muaheze etmemize im­ kân yok. Meseleyi daima adlî organlann vazife ve salâhiyeti noktasına bağlamaya mecburuz. Sayın Yıldız da temas ettiler. Bu konu üzerin­ de Hükümetin yapabileceği şeylerle yapamıyacağı şeyleri tefrik etmek durumundayız. Hükümet çekingendir, bâzı betbahtlar Dev­ letin temeline dinamit koyuyorlar, buyurdular. Muhterem arkadaşlarım Türkiye'de 34 milyon vatandaşımız var, her yıl artıyor. Anayasa dü­ zeni içerisinde geniş hürriyetler mevcuttur. Bu noktada gayet hakşinas konuşmak gerekir. Çün­ kü bugüne kadar iktidarlardan ilk şikâyet ko­ nusu olarak hürriyetsizlik mevzuu gelmiştir. Hürriyet elden gitmiştir, hürriyetler yoktur. Hürriyetler kısıtlanmıştır gibi hürriyet mefhu­ mu üzerinde münakaşa yapılmıştır. Bugün şa­ yanı şükürdür, artık hürriyetsizlikten değil, hür­ riyetlerin suiistimalinden şikâyet edilmektedir. Şüphesiz hürriyetlerin suiistimali de hoş görü­ lecek bir fiil değil. Bunu önliyecek kanunlardır. Şahsî ve keyfî idarelerle meşruiyetin dışında birtakım davranışlarla hürriyetlerin suiistima­ lini önlemek mümkün olmaz. Biz bu anlayışta bir iktidarız. Meşruiyet temeline bütün gücü­ müzle sarılıyoruz ve kanunun sınırlan içinde kalmaya gayret ediyoruz. Ve bu gayretimiz, bu itinamız tek istisna olarak bizi, kanun dışında bir fiil ve hareketin faili olarak gösteremez. _ 247 Evvelâ 1961 Anayasasının getirdiği düzene alışacağız. Bence bütün tenkid ve sıkıntıların esası buradan ileri geliyor. Bu 1961 Anayasası 150 senelik hak ve hürriyet mücadelesinin mah­ sulüdür. Katiyen başka türlü anlaşılmasın. Tanzimattan bu tarafa hürriyetler mevzuunda, Ba­ tıda Doğuda, her tarafta mücadeleler olmuştur. Türk milleti hürriyet ve haysiyetine sahip bir millet olarak haklarının gasbedilmiş olmasın­ dan mustarip, bu mücadeleyi 150 sene yapmış. Gelmişiz bir noktaya: Toplanma, hür yazma, hür vicdan hürriyeti var, seyahat hürriyeti var, sosyal hürriyetlerin hepsi var. Onları da arz edeceğim. Peki, böyle bir sistem içerisinde şunu susturacaksınız; bunun gazetesini, mat­ baasını daha neşir halinde iken kapata­ caksınız bu mümkün değil. Filânın top­ lanmasını engelliyeceksiniz, bu mümkün de­ ğil. Suç ika edildikten sonra ancak kanun ya­ kasına yapışabiliyor. Ondan evvelki tatbikattan çok şikâyet olmuştur. Kafasının içindeki fiilden dolayı sen suç işlemek üzere hazırsın deyip de tevkif etmek gibi önleyici tevkif müessesesi bizim adlî sistemimizde mevcut değil. Onun için Anayasanın getirmiş olduğu düzenin bütün hususiyetlerini iyice kavramak ve 1924 Anaya­ sa düzeninden kalma bir takım tenkid sloğanlan ve argümanlan bir tarafa itip, yeni düze­ nin icaplanna göre hükümetlerin ne yapabilece­ ğini ne yapamıyacağını gayet açık olarak sınır­ lamak zorundayız. Böyle bir sınırı çizersek o za­ man filân yerdeki hareketin faili Hükümet fi­ lân yerdeki toplantının mesulü Hükümet değil­ dir. Bunlann hepsinin takipçileri vardır. Aslında kuvvetler aynlığı prensibinin de fonksiyonel hali buradan ileri gelir. Her şeyi icrada topla-