kur`an ve hadis - Mehmet Bozkurt

advertisement
1
MÜSLÜMAN’IN
EL
KİTABI
(KUR’AN VE HADİS)
Mehmet BOZKURT
2014-ANKARA
2
3
4
Düzeltme : Fatih BOZKURT
Kapak tasarım : Ali Tahir SARIKAYA
Bu çalışmanın tüm hakları Mehmet BOZKURT’a aittir.
ANCAK;
Bu kitabı, isteyen herkes kopya edebilir, çoğaltabilir, yayınlayabilir ve dağıtabilir.
Mehmet BOZKURT
Eğitimci, İlahiyatçı, Araştırmacı Yazar
Tel: 0 532 612 18 25
www.mehmetbozkurt.com.tr
m.bozkurt36@mynet.com.tr
5
Mehmet BOZKURT
26.01.1956 tarihinde Kars’ta doğdu. İlkokulu Kars’ta okudu. Kars ve Ankara İmam-Hatip
Lisesi ve Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden (Yüksek İslam Enstitüsü) mezun
oldu.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı, Ankara’daki İlköğretim ve Ortaöğretim kurumlarında uzun
yıllar öğretmenlik ve okul müdürlüğü yaptı. Ankara Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olarak
görev yaparken, 16.07.2007 tarihinde emekli oldu. Araştırmacı Yazar olan Mehmet BOZKURT,
Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir.
“Kabe Tarihi ve Hac Rehberi” (2009)
“Sünnilik Şiilik Alevilik Vehhabilik Nedir?” (2010)
“İnsanlık Tarihine Yön Veren Sözler” (2011)
“Bilim ve Kur’an’a Göre Evren ve İnsan!” (2012)
“İslam Hıristiyanlık Yahudilikte İnanç ve İbadetlerin Felsefi ve Sosyolojik Boyutları” (2013)
adlı eserleri ve birçok yayınlanmış makalesi vardır.
6
İ T H A F:
Allah, İslam ümmetine birlik ve beraberlik içinde yaşamayı nasip
etsin..!
Rabb’im, din kardeşlerimizin iman ve Kur’an’a olan bağlılıklarını
devam ettirsin inşaallah..!
Mehmet BOZKURT
7
İÇİNDEKİLER
-ÖNSÖZ……………………………………………………………………….................................8
A- Hz. Peygamber (s.a.v)’den Hadisler................................................................................................9
B- Kur’an-ı Kerim’den Ayetler.............................................................................................................0
C- Fatiha Suresi ve Kur’an-ı Kerim’in Son On Suresinin Meal ve Tefsiri.......................................0
D- Namazda Okunan Duaların Anlam ve Tarihi Alt Yapıları.........................................................0
-SONUÇ..............................................................................................................................................0
-DUA........................................................................................................................................0
-KAYNAKLAR....................................................................................................................70
8
ÖN SÖZ
Rahman ve Rahim olan Allah, insanı en güzel bir şekilde yaratmış ve onu üstün yeteneklerle
donatmıştır. İlahi hitabın muhatabı kılarak onurlandırmış ve ona sorumluluk yüklemiştir. Dünya hayatında onu
yalnız bırakmamış, ilahi inayet ve lütuf olarak vahyin kılavuzu olarak göndermiştir. İlk Peygamber Hz. Adem
(a.s)’den son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar bütün Nebi ve Resuller, Allah’tan aldığı vahyi, kurtuluş
ve mutluluk yolunu insanlara sunan elçilerdir. Yaratıcının insanlara gönderdiği en son rahmet elçisi, ilahi vahyin
son ve tamamlayıcı halkası Hz. Muhammed (s.a.v)’dır. İnsanı insan yapan bütün güzelliklerin ve ahlaki
erdemlerin odaklandığı bir şahsiyet olan Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayatında ve öğütlerinde, bireysel ve toplumsal
hayatımızı aydınlatacak güçlü ve güzel örnekler vardır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayatını bizim için en güzel
örnek olarak takdim eden Kur’an-ı Kerim, insanları bu örneği model almaya, onu rehber edinmeye ve ona uymaya
davet etmiş, Allah’ı sevmenin ona tabi olmaktan geçtiğini, ona itaat etmenin Allah’a itaat etmek olduğunu ifade
etmiştir. (Al-i İmran, 3/31-32; Nisa, 4/13-14, 80; Nur, 24/52-54) O’nun örnek alınması; Hadislerinin ve
Sünnet’inin; bir başka ifadeyle söz, tavır ve davranışlarının bütün yönleriyle tanınması, insanlığın huzur ve
mutluluğu için yaptığı çağrının güncelleştirilerek hayatımıza yansıtılması, güzel ahlakının davranışlarımızın
mihveri ve rehberi yapılması ile mümkündür. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hadisleri, İslam’ın Kur’an-ı Kerim’den
sonra en önemli bilgi ve uygulama kaynağı olmuştur. Elinizdeki bu çalışmada da Hz. Peygamber (s.a.v)’in
Hadislerinden bir seçme olup, O’nun günlük hayatımıza ışık tutan sözlerinin bir derlemesi, Kur’an-ı Kerim’den
insanı düşünmeye davet eden ve düşündüren bazı ayetler ve Kur’an-ı Kerim’in Fatiha suresi ve son on suresinin
meal ve kısaca tefsirini sunmaya çalıştık.
Kur’an-ı Kerim, insanlar için bir fazilet, bir hidayet ve saadet kaynağıdır. O, insanı karanlıklardan,
delalet çukurlarından çıkarır; nura, felaha ve selamete ulaştırır. İnsan, Kur’an-ı Kerim’i ne kadar dikkat ve ne
derece saygı ile okursa, ruhu ve kalbi üzerinde o nispette tesir yapar ve insanı Allah’a yaklaştırır. Kendisine has
usul ve kaidelere uyularak okunan Kur’an-ı Kerim’in, sade ve saygı ile dinleyenler üzerinde bile yaptığı eşsiz tesiri
her zaman müşahede etmekteyiz. Bunu her insan kendi nefsinde deneyebilir. Manasını bilen de bilmeyen de
ondan mutlaka kendine ve irfan derecesine göre bir feyiz ve nasip alır, onun nuru ile kalbini aydınlatır.
Her kitap bir eserdir. Tek kitap vardır ki, o insan eseri değildir, ama kalemle dile getirilmiştir. İşte o kitap
Kur’an-ı Kerim’dir. Dünyada en çok okunan, okundukça eksilmeyen, yıpranmayan, bozulmayan tek kitaptır.
Kur’an-ı Kerim, en açık haliyle insanı anlatır. Kur’an-ı Kerim’i anlamak bir bakıma çok zor, bir bakıma da çok
kolaydır. Çünkü o, okuyanların eğitim, kültür, anlama ve algılama istidatlarına göre ve kabul edebilecekleri feyz ve
ilham derecelerine göre düzenlenmiştir. Onda dağdaki çobanın da ve en bilge kişilerin de yararlanabileceği
hükümler, ima, istikamet ve işaretler vardır.
İşte bunu düşünerek her Müslüman için namazda okunması gerekli olan Fatiha suresi ile namaz sureleri
dediğimiz kısa surelerden 10 tanesini bu kitaba alarak onların mealen tercümelerini ve kısaca tefsirlerini yapmaya
çalıştık. Bu suretle hiç olmazsa isteyenler, her namazda okunacak olan sureleri derli-toplu bir arada bulabilecekler
ve hem de kısaca da olsa onların manalarını anlayarak onlar üzerinde durarak tefekkür edebileceklerdir. İmanlı
bir Müslüman için bu kadarı da büyük bir kazançtır. Metinleriyle birlikte verilen ve gerekli kısımlarda izahı yapılan
Hadislerin, ayetlerin ve surelerin günlük hayatımıza ışık tutması, istifade edilmesi ve daha geniş kapsamlı
eserlerle buluşmak temennisiyle, her şeyin doğrusunu bilen Allah’tır. Allah hepimize rızasına uygun davranış ve
hidayet nasip etsin!
Mehmet BOZKURT
ANKARA/2014
9
10
A- HZ. PEYGAMBER (S.A.V)’DEN HADİSLER
1- “Hz. Peygamber (s.a.v): “Din nasihattır/samimiyettir.” buyurdu. “Kime Ya Rasulallah?”
diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve
bütün Müslümanlara” diye cevap verdi. Müslim, İman, 95
2- “Kim namazı unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın.” Buhari, Mevakidü’sSalat, 562
3- “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır.” Buhari, iman, 41; Müslim,
İmaret, 155
4- “Mü’minlerin iman bakımından en kamil olanı, ahlakı en güzel olanıdır.” Ebu Davud,
Sünnet, 15
5- “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.” Sahih’ul-Cami: 3289
6-- “İslam, güzel ahlaktır.” Kenzü’l-Ummal, 3/17, Hadis No: 5225
7-“İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.”Müslim, Fedail, 66; Tirmizi, Birr,16
8- “Namaz dinin direğidir, kim onu terk ederse dinini yıkmış demektir.” Keşf’ul-Hafa, cilt-2,
s.31
9- “Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır.” Buhari, 5/2373 Hadis No: 6100;
Müslim, Salat’ül- Müsafirin: 218
10- “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” Buhari, İlim, 12;
Müslim, Cihad, 6
11- “Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.” Tirmizi, İlm, 14
12- “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Tirmizi, Deavet, 60
13- “Mü’min, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)”
Buhari, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63
14- “Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir
iyilik yap ki, bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.” Tirmizi,
Birr, 55
15- “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, hemen yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız.”
Tirmizi, Deavet: 3458
16- “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle
düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.”
Müslim, İmAn, 78; Ebu Davud, Salat, 248
11
17- “Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.” İbn Mace, Ahkam, 17;
Muvatta’, Akdiye, 31
18- “Hiçbir baba, çocuğuna güzel ahlak ve terbiyeden daha değerli bir hediye vermemiştir.”
Tirmizi, Birr, 33
19- “Hiç biriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş
olamaz.” Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71
20- “İçki bütün kötülüklerin anasıdır.” Buhari, Megazi, 8/49, Müslim,:1733
21- “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez.
Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim
müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının
birinden kurtarır. Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da Kıyamet günü
onun kusurunu örter.” Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58
22- “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman
etmiş olamazsınız.” Müslim, İman, 93; Tirmizi, Sıfat’ul-Kıyame, 56
23- “Deveni (once) bağla, sonra tevekkül et.” Tirmizi, Kiyame, 60
24- “Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” Tirmizi, İman, 12;
Nesai, İman, 8
25- “Allah’ın şifasını yaratmadığı hiçbir hastalık yoktur.” Buhari, Tıb, 1; İbn-i Mace, Tıb, 1
26- “Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey
Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın
durması helal olmaz.” Buhari, Edeb, 57,58
27- “(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona
yerine getirmeyeceğin bir söz verme.” Tirmizi, Birr, 58
28- “Kişi (hirette) sevdiği ile beraberdir.” Ebu Davud, Edeb, 113; Müslim, Birr, 50
29- “(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman
sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi
şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.” Tirmizi, Birr, 36
30- “Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve
işlerinize bakar.” Müslim, Birr, 33; İbn-i Mace, Zühd, 9; Ahmed bin Hanbel, 2/285, 539
31- “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı (ilmini) öğrenen ve (onu başkasına) öğretendir.” Riyaz’üsSalihin: 995
32- “Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın
öfkesindedir.” Tirmizi Birr, 3
33- “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve
12
babanın evladına duası.” İbn-i Mace, Dua, 11
34- “Allah’ım! Faydasız ilimden, korkmayan ve ürpermeyen bir kalpten, doyma nedir bilmeyen
bir nefisten ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.” Müslim, Zikr, 73
35- “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse; onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle
düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun (buğzetsin). Bu ise imanın en zayif
derecesidir.” Müslim, İman, 78
36- “Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına (aile fertlerine) karşı en iyi davrananlarınızdır.”
Tirmizi, Rada’, 11; İbn-i Mace, Nikah, 50
37-“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”
Tirmizi, Birr, 15; Ebu Davud, Edeb, 66
38- “Bir Müslüman üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal değildir.” Buhari,
Edep, 57
39- “Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, ben, (Allah) komşuyu
komşuya mirasçı kılacak zannettim.” Buhari, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140
40- “Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.” Tirmizi, Kıyame,
49; İbn Mace, Zühd, 30
41- “Bizi aldatan biden değidir.” Müslim, İman,1
42- “İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.” İbn Mace, Ruhun, 4
43- “Bir Müslüman’ın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri
şeyler, o Müslüman için birer sadakadır.” Buhari, Edeb, 27; Müslim, Müsakat, 7, 10
44- “İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa
btün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” Buhari, İman, 39; Müslim, Müsakat, 107
45- “Allah Teala katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” Tirmizi, Deavat,1; İbn-i Mace,
Dua, 1
46- “Kim faziletine inanarak ve ecrini umarak Kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları
bağışlanır.” Buhari, Teravih, 2
47- “Allah’ım, sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet.” Tirmizi, Deavat, 84
48- “Kıyamet günü Ademoğlu şu beş şeyin hesabını vermedikçe Rabbinin huzurundan
ayrılmayacaktır. Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını
nerede kazanıp nereye harcadığından, bildiğiyle ne denli amel ettiğinden.” Tirmizi, Kıyamet, 1
49- “Kıyamet günü mü’minin mizanında güzel ahlaktan daha ağır bir şey olmayacaktır.”
13
Tirmizi, Birr ve Sıla, 62
50- “Üç şey ölüyü (mezara kadar) takip eder; ikisi geri döner, biri kalır: Ailesi, malı ve ameli
onu takip eder. Ailesi ve malı geri döner, ameli kalır.” Müslim, Züht, 5
51- “İki nimet vardır ki, birçok insan bu nimetleri doğru değerlendirme hususunda
aldanmıştır. Sağlık ve boş vakittir.” Buhari, Rikak, 1, 60; Tirmizi, Zühd, 1; İbn Mâce, Zühd, 15
52- “Çalışana ücretini, alnının teri kurumadan önce veriniz.” İbni Mace 2/817, Albani
Sahihu’l-Cami-1493
53- “İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk etmendir. Sen O’nu görmesen de O, seni
görmektedir.” Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 8
54- “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret
gününe iman eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse,
ya hayır söylesin veya sussun.” Buhari, Edeb, 31, 85; Müslim, İman, 74,75
55- “Kişi ölünce amel defteri kapanır. Ancak üç sınıf bundan müstesnadır. Sadaka-i Cariye
bırakanın, istifade edilecek ilmi bir eser bırakanın ve kendisine dua edecek olan Salih evlat
bırakanın amel defteri bu hayırlar için açık kalır.” Müslim, Vasiyet, 14
56- “Sizin her biriniz birer çobandır ve idaresi altında olanları görüp gözetmekle sorumludur.”
Müslim, İmare: 1829
57- “Şüphe vereni terk et. Sana şüphe vermeyen şeyleri al.” Buhari, Büyü, 3
58- “Cennet annelerin ayağı altındadır.” Nesai, Cihad, 6
59- “Temizlik imandandır.” Müslim, Taharet 1; Darimi, Vudu 2; Müsned, 5/342,344; Acluni,
Keşfu'l-Hafa, 291
60- “Dört şey kimde bulunursa halis münafık olur. Kimde bunlardan bir kısmı bulunursa, onu
bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur. Bunlar: 1- Kendisine bir şey
emanet edildiği zaman hiyanet etmek, 2- Söz söylerken yalan söylemek, 3- Söz verdiğinde sözünü
tutmamak, sözleşme yaptığında aldatmak, 4- Biri ile davalaştığında Hak’tan ayrılmak.” Sahih-i
Buhari, Tecrid-i Sarih,-1, No: 32
61- “Sizi iki emanet bırakıyorum ki; onlara sımsıkı sarıldıkça, yolunuzu hiç şaşırmazsınız: Onlar
Allah’ın kelamı Kur’an ve Resulünün sunnetidir.” Malik, el-Muvatta, 2/899: Kader, 3; Müslim,
2/889-890, Hadis No:1218
62- “Kalbinde Kur’an’dan hiçbir ayet bulunmayan kimse harap olmuş bir gibidir.” Tirmizi,
Fedail’ül-Kur’an, 18; Darimi, Fedail’ül-Kur’an,1
63- “Müslümanların Cuma günü yıkanmaları, üzerlerine hak olmuştur. Her biri ailesinin
kokusundan sürünsün. Koku bulamazsa, su onun sürünme maddesi olsun, yıkanma ile
yetinsin.” Tirmizi, Salat, 381
14
64- “İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz; Allah korkusundan ağlayan göz, bir
de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.” Tirmizi, Fedailü’l-Cihad, 12
65- “Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “Gerek kendisine ve
gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben,
cennette işte böyle yan yanayız” buyurmuştur. Buhari, Talak, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42
66- “Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve
işlerinize bakar.” Müslim, Birr, 33; ibn Mace, Zühd, 9;Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539
67- “Allah Rasulü: “Din nasihattır, samimiyettir” buyurdu. “Kime Ya Rasulallah?” diye
sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün
Müslümanlara” diye cevap verdi.” Müslim, İman, 95
68- “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim,
mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı
bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden
kurtarır. Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da Kıyamet günü onun kusurunu
örter.” Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58
69- “İnsanı helak eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun
üzerine: “Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim
malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
Buhari, Vasaya, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îman, 144
70- “Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır.
Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa
(musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.” Müslim, Zühd, 64; Darim”, Rikak,
61
71- “Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.” Tirmizi, Birr, 33
72- “Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez). Buhari,
Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.
73- “Hiçbiriniz kendisi için istediğini, mü’min kardeşi için istemedikçe gerçek iman etmiş
olamaz.” Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71
74- “İman, yetmiş kusur derecedir. En üstünü “La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)”
sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.
Buhari, İman, 3; Müslim, İman, 57-58
75- “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve
babanın evladına duası.” İbn Mace, Dua, 11.
76- “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle
düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.”
Müslim, İman, 78; Ebu Davud, Salat, 248
77- “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim,
mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı
15
bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden
kurtarır. Kim bir Müslüman’ın kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurunu
örter.” Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58
78- “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşularına eziyet etmesin rahatsızlık vermesin.
Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret
gününe iman eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.” Buhari, Edeb, 31, 85; Müslim, İman, 7475
79- “İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa
bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” Buhari, İman, 39; Müslim, Müsakat, 107
80- “Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.”Tirmizi Kıyame, 49; İbn
Mace, Zühd, 30
B- KUR’AN-I KERİM’DEN AYETLER
16
 1- “Şüphesiz ki, Allah katında (yanında) hak (geçerli) din, İslam’dır.” Al-i İmran, 3/19
 2- “…Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din
olarak İslam’ı beğendim…” Maide, 5/3
 3- “… (Resulüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl
sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” Zümer, 39/9
 4- “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından (aşılamış yumurtadan)
yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en
büyük kerem sahibidir.” Alak, 96/1-2-3-4-5
 5- “Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanamayanları murdar
(inkarcı) kılar.” Yunus,10/100
 6- “…Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi?...” Ra’d, 13/31
 7- “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit
perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.” Bakara, 2/7
 8-“De ki: Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de
mühürlerse bunları size Allah’tan başka hangi Tanrı geri verebilir! Bak, delilleri nasıl
açıklıyoruz. Onlar hala yüz çeviriyorlar!” En’am, 6/46
 9- “Onlar, sağırlar (hakkı işitmezler), dilsizdirler (dilleriyle iman etmezler), körlerdir
(anlayış gözüyle hakkı ayırt etmezler). Bu sebeple onlar (bu hallerinden) geri dönemezler.”
Bakara, 2/18
 10- “(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) Kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp
çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve
körlerdir. Bu nedenle düşünmezler.” Bakara, 2/171
 11- “Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” Hicr, 15/9
 12- “Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini
değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” En’am, 6/115
 13- “Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın). (Bunlardan) her fırka,
kendilerinden olan ile böbürlenmektedir.” Rum, 30/32
 14- “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin
yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını
bildirecektir.” En’am, 6/159
 15- “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise
Allah’ın yanındadır.” Teğabun, 64/15
 16-“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim
bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” Münafikun, 63/9
17
 17-“Hep beraber Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın (sarılın); birbirinizden ayrılıp
dağılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın…” Al-i İmran, 3/103
 18- “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder,
kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız…” Al-i İmran, 3/110
 19- “Kur’an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Olur ki, merhamet
edilirsiniz.” A’raf, 7/204

 20- “(Rasulüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt
alsınlar diye indirdik.” Sad, 38/29
 21- “Şüphesiz Allah katında, yerde yürüyen canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve
dilsizlerdir.(Gerçeği anlamayan ve kabul etmeyen sağırlar ve hakkı ve gerçeği konuşmak
istemeyen dilsizler)” Enfal, 8/22
 22- “Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların
kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları
vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte
asıl gafiller onlardır.” A’raf, 7/179
 23- “Onlar Allah’ın nurunu (İslam dinini) ağızları ile (sözleriyle) söndürmek istiyorlar.
Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah muhakkak nurunu tamamlamak diliyor.
(Onların gücü buna yetmez.) Tevbe, 9/32
 24- “Onlar (Kafirler) ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler
istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” Saf, 61/8
 25- “Biz bu Kitab’ı (Kur’an’ı) anlayasınız diye, Arapça bir Kur’an (Peygamberin ana
diliyle) olarak indirdik.” Yusuf, 12/2
 26- “Biz O’na (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Zaten O’na yaraşmazdı da. O’nun
söyledikleri(ona verdiğimiz) ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.”
Yasin, 36/69
 27- “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. (Kur’an’ı) dinlediğiniz halde, ondan
yüz çevirmeyin.” Enfal, 8/20
 28- “İşte bu (Kur’an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak bir tek Tanrı olduğunu
bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir
bildiridir.” İbrahim, 14/52
 29- “Gaybın (Allah’ın dışında kimsenin bilmediği) anahtarları, Allah’ın katındadır
(bilgisindedir). Onları ancak Allah bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini O (Allah)
bilir. O’nun ilmi (bilgisi) dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki
tek bir daneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa, her şey Allah’ın ilmindedir (Levh-i
Mahfuz’dadır).” En’am, 6/59
 30- “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da
bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.
De ki: Kör ile gören hiçbir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” En’am, 6/50
18
 31- “İçinizden, insanları hayra (iyiliğe) çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten
alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” Al-i İmran, 3/104
 32- “...Üzülme! Allah bizimle beraberdir...” Tevbe, 9/40
 33- “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın
izini takip etmeyin. Çünkü O (şeytan) hakikaten size apaçık bir düşmandır.” Bakara,
2/168
 34- “Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni
haram kıldı…” Bakara, 2/173
 35- “Mü’minler, mü’minlerden ayrılıp kafirleri dost edinmesin. Bunu her kim yaparsa,
artık Allah’tan ilişiği kesilmiş olur...” Al-i İmran, 3/28
 36- “Mü’minleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi
arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” Nisa, 4/139
 37- “Allah, gökleri gördüğünüz şekilde, direksiz olarak yükseltendir. Sonra kudretiyle arşı
istiva etti (Allah sonsuz gücü ile evrenin tamamını kuşattı). Güneşi ve ayı da emrine boyun
eğdirendir. Bunların (güneş ile aydan) her biri belirli bir vakte kadar dolaşıyor. Bütün
işleri O (Allah) idare ediyor…” Ra’d, 13/2
 38- “O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu
dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünde su indirip, orada her
faydalı bitkiden çift çift bitirdik.” Lokman, 31/10
 39- “Arzı (yeryüzünü) enine-boyuna uzatıp döşeyen, onda yerli yerinde dağlar ve ırmaklar
yaratan, meyvelerinin hepsinden o arzda ikişer ikişer (erkekli-dişili) yapan O’dur.
Geceyi gündüze O bürüyor; muhakkak ki, bunda düşünecek bir topluluk için (Allah’ın
varlığını ispat için) pek çok deliller vardır.” Ra’d, 13/3
 40- “Allah O’dur ki, sizin için yeryüzünü bir oturma yeri, göğü de kubbeli bir bina yaptı.
Size şekil verdi, sonra da şekillerinizi güzelleştirdi ve sizi temiz besinlerle rızıklandıran
Allah’tır. İşte Allah, sizin Rabbinizdir. Alemlerin Rabbi olan Allah, yücelerden
yücedir.” Mü’min, 40/64
 41- “O Allah’tır ki, içinde rahat edesiniz diye geceyi, çalışasınız diye gündüzü aydınlık
olarak, sizin için yarattı. Elbette ki bunda, (Kur’an’ı) dinleyen bir toplum için birçok
ibretler vardır.” Yunus, 10/67
 42- “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı)
yapan, O’dur.” Furkan, 25/47
 43- “O Allah’tır ki, güneşi bir ışık ve ayı da bir nur yaptı. (büyüyüp küçülen) Miktarlar ve
ölçüler tayin buyurdu ki, senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz. Allah bunları, ancak
hak ve hikmet olarak yarattı. Allah, anlayacak bir topluluk için ayetlerini açıkça beyan
ediyor.” Yunus, 10/5
 44- “Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede
yüzerler.” (Ay hem kendi çevresinde ve hem de dünya çevresinde dönerken bir ay, yani 30
gün meydana gelir. Dünya kendi etrafında bir defa dönerken 24 saat meydana gelirken, aynı
19
zamanda da güneşin etrafında bir dafa dönmesi halinde 365 gün+ 6 saat meydana gelir.)
Yasin, 36/40
 45- “(Bir mü’min tarafından) Bir selamla selamlandığınız zaman, siz ondan daha güzeli ile
karşılık verin veya aynı ile karşılık verin...” Nisa, 4/86
 46- “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) ev
halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; her halde (bunu) düşünüp
anlarsınız.” Nur, 24/27
 47-“Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Doğrusu onlar Allah katında
diridirler…” Al-i İmran, 3/169
 48- “Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda
bulunduğu peygamberler, sıddıkler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne
güzel arkadaştır!” Nisa, 4/69
 49- “Kıyamet gününde bir takım yüzler ak ve bir takım yüzler de kara olacak. O vakit,
yüzleri kara olanlara şöyle denilecek: İmanınızdan sonra kafir mi oldunuz? (inanmanız
gerekirken inkar ettiniz). Öyle ise inkarınızın cezası olarak tadın azabı! (denilir).”
“Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler; orada ebedi
kalacaklardır.” Al-i İmran, 3/106 -107
 50- “Güzel davranışlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir
toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler ve onlar orada
ebedi kalacaklardır.” Yunus, 10/26
 51- “Geceyi gündüze sokarsın (geceler kısalıp, gündüzler uzar) ve gündüzü geceye sokarsın
(gündüzler kısalıp geceler uzar). Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden de ölüyü çıkarırsın.
Dilediğine de sayısız rızık (servet, mal ve mülk) verirsin.” Al-i İmran, 3/27
 52- “Biz Arz’ı (yeryüzünü) bir döşek (rahat etmeniz için) yapmadık mı?” “ Dağları da birer
kazık?” “ Sizler de (erkek- dişi) çift çift yarattık.” “Uykunuzu ise bir dinlenme yaptık.”
“ Geceyi de bir örtü yaptık.” “ Gündüzü de geçim vakti kıldık.” “ Üstünüze, yedi
sağlam gök bina ettik.” “ İçlerine parıl parıl ışıldayan bir kandil (güneş) astık.”
“Rüzgarların sıkıştırıp yoğunlaştırdığı bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik. “ “Onunla
daneler ve otlar çıkaralım diye.” “ Sarmaş dolaş bağlar, bahçeler (çıkardık)” Nebe’,
78/6-16
 53- “Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan
ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” Enbiya, 21/35
 54- “Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” Ankebut, 29/57
 55- “Ne yücedir O Allah ki, gökte burçlar (gezegenler) yaratmış ve içerisine bir kandil
(güneş), bir de nurlu ay koymuştur.” Furkan, 25/61
 56- “O (Allah’dır) size yeri bir döşek yaptı ve onda (yolculuklarınızda) doğru gidesiniz diye
yollar açtı (yaratmıştır).” Zuhruf, 43/10
 57- “Nihayet milletler dinleri hususunda, aralarında, parçalara bölündüler. Her grup
kendilerinde bulunan (fikir ve davranış) ile sevinip böbürlenmektedirler. (Her fırka kendi
din ve mezhebine güveniyor, hak olduğuna inanıyor.)” Mü’minun, 23/53
 58- “Onun önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır.
Bir millet kendi kendisini (özelliklerini) değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Allah
20
bir topluluk için kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur.
Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.” Ra’d, 13/11
 59- “De ki: Hak geldi, batıl yok oldu gitti. Zaten batıl daima yıkılmağa mahkumdur.” İsra,
17/81
 60- “De ki: hak geldi; artık batıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir, ne de geri getirebilir.” Sebe,
34/49
 61- “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Bunların her biri kendi dairesinde
(yörüngesinde) dolaşmaktadırlar.” Enbiya, 21/33
 62- “Ay için de bir takım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi
(hilal) olur da geri döner.” (Ay, bir ayda dünya etrafında bir defa dönüşünü tamamlar. Ayın
“yeniay” hali, “hilal” hali, “ilk dördün” hali, “dolunay” hali, “son dördün” hali ve tekrar yeni
ay haline dönüşmesi olayı benzetilmiştir.) Yasin, 36/39

 63- “Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. Çünkü (ne kadar kibirlenirsen) sen, asla yeryüzünü
yaramazsın (çatlatamazsın) ve boyun da dağlara erişemez.” İsra, 17/37
 64- “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira
Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” Lokman, 31/18

 65- “Bir Kur’an ki, eğer onunla dağlar yürütülse veya onunla arz (yeryüzü) parçalansa
veya onunla ölüler konuşturulursa, yine o kafirler ona iman etmezler. Fakat bütün bu iş
ve kudret yalnız Allah’a mahsustur. İman edenler hala anlamadılar mı ki, Allah
dileseydi, elbette bütün insanlara hidayete (Allah’ın kendisine iman etmeyi nasip ettiği)
erdirirdi...” Ra’d, 13/31
 66- “(Resulüm!) Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O
halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” Yunus, 10/99
 67- “Biz, bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman, ona sadece sözümüz şöyle dememizdir.
“Ol”, (deriz) O da hemen oluverir.” Nahl, 16/40
 68-“Bir şey yaratmak istediği zaman onun yaptığı “ol” demekten ibarettir. Hemen
oluverir.” Yasin, 36/82

 69-“Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsanı (iyilik yapmak) ve akrabaya yardım etmeyi
emreder. Zinadan, fenalıklardan ve insanlara zulüm yapmayı da yasaklar. O, düşünüp
tutasınız diye size öğüt veriyor.” Nahl, 16/90
 70- “Her ümmetin bir Peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında
adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.” Yunus, 10/47
 71- “O Allah’tır ki, denizi (veya iki nehri birbirine komşu ve yakın olarak) salıverdi. Şu
(birisi) tatlı, susuzluğu giderir. Bu (diğeri) tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretinden bir
engel ve birbirlerine karışmayı önleyici bir perde koymuştur. (biri diğerinin tadını
bozmaz.)” Furkan, 25/53
21
 72- “(Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından
ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan
mı? Allah’tan başka bir Tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.”
Neml, 27/61
 73- “(Resulüm!) Biz seni ancak alemlere (yaratılan bütün varlıklara) rahmet olarak
gönderdik.” Enbiya, 21/107
 74- “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve
Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” Ahzab, 33/21
 75- “Şüphesiz biz seni, (ümmetine) şahit, (cennetle) müjdeleyici, (cehennemle) korkutucu
(bir Peygamber) olarak gönderdik.” Fetih, 48/8
 76- “Muhammed Allah’ın peygamberidir. O’nun beraberinde bulunanlar (Ashab-ı Kiram),
kafirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler…” Fetih, 48/29
 77- “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” Saf, 61/2
 78- “Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” Saf,
61/3
 79- “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarın için ne hazır-ladığına baksın.
Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” Haşr, 59/18
 80- “(O takva sahipleri ki) Onlar, görmedikleri halde Rablerine candan saygı gösterirler.
Yine onlar, kıyametten korkan kimselerdir.” Enbiya, 21/49
 81- “İnsanlar sanır ki, biz kemiklerini bir araya getiremeyiz. (değil yalnız kemiklerini bir
araya getirmek)” Kıyamet, 75/3
 82- “Daha doğrusu biz, o insanın parmak uçlarını bile aynen eski haline (dünyada olduğu
gibi ) getirmeye gücümüz yeter.” Kıyamet, 75/4
 83- “Yedi gök ve yer, bir de bunlar içinde bulunanlar (insanlar, cinler ve melekler) Allah’ı
tesbih ederler. Hiçbir varlık yoktur ki, O’nu övgü ile tesbih etmesin. Fakat siz, onların
tesbihini (dillerini bilmediğinizden) anlamazsınız…” İsra, 17/44
 84- “Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar,
ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğu Allah’a secde ediyor…” Hac, 22/18
 85- “Hem kendilerine binesiniz, hem de zinet olsun diye atları, katırları, merkepleri
yarattı. Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha neler (büyük ve acayip şeyler) yaratır.
(otomobil, uçak, fuzeler…gibi.)” Nahl, 16/8
 86- “Biz, hakikaten insanoğluna şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları
ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik…” İsra, 17/70
22
 87- “Allah, yeryüzüne sabit dağlar koydu ki, sizi çalkalamasın (sarsmasın). Bir de yolunuzu
bulmanız için nehirler ve yolları yarattı.” Nahl, 16/15
 88- “Daha birçok alametler yarattı. Onlar (insanlar), yıldızlarla da yollarını doğrulturlar.”
Nahl, 16/16
 89- “Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak ki, o dağı, Allah
korkusundan baş eğerek, parçalanmış görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler
diye veriyoruz.” Haşr, 59/21
 90- “Eğer okunan bir Kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı, yahut
onunla ölüler konuşturulsaydı (o kitap yine bu Kur’an olacaktı). Fakat bütün işler Allah’a
aittir…” Ra’d, 13/31
 91- “O gün (kıyamet günü) arz (yeryüzü) ve dağlar sarsılacak, bütün dağlar erimiş bir kum
yığınına döner.” Müzemmil, 73/14
 92- “(Resulüm!) Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp
savuracak.” “Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.” Ta ha, 20/105-106
 93- “(Ey Resulüm!) Gerçekten sen yüce bir ahlak üzerindesin.” Kelam, 68/4
 94- “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat
insanların çoğu bunu bilmezler.” Sebe', 34/28
 95- “(O Kafirler) Üstlerinde kanatlarını açarak ve kanat çırpıp kapa-yarak uçan kuşları
(hiç) görmediler mi? Rahman’dır ancak onları (havada) tutan. Şüphesiz O her şeyi
görmektedir.” Mülk, 67/19
 96- “Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini görmez
misin? Her biri kendi duasını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta
olduklarını hakkiyle bilir.” Nur, 24/41
 97- “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber (malını) büsbütün
saçıp savurma.” “Zira böylesine israf yapanlar, şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise,
Allah’a karşı çok nankördür.” İsra, 17/26-27
 98- “Ey Adem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat
israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” A’raf, 7/31
 99- “Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sizin
hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmekten korur (ancak
kıyamet günü onun izniyle düşecektir). Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok
merhametlidir.” Hac, 22/65,
 100- “Yedi göğü kat kat yaratan O’dur. Rahman olan Allah’ın yaratılışında hiçbir
düzensizlik göremezsiniz. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
23
Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin
halde sana dönecektir.” Mülk, 67/3-4
 101- “Ey insanlar! (putlara tapanlar konusunda size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin:
Allah’ı bırakıp da taptıklarınız (putlar) bunun için bir araya gelseler bir sineği dahi
yaratamazlar. Sinek onlardan (putlardan) bir şey kaparsa, putlar onu sinekten
kurtaramazlar. (kapılacak şeyi geri almak isteyecek olan) put da zayıf ve aciz, kendinden
istenen sinek de zayıf ve aciz!” Hac, 22/73
 102- “Hatırla ki, İbrahim şöyle demişti: Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) emniyetli kıl, beni ve
oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!” İbrahim, 14/35
 103- “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna
(oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” Ankebut, 29/64
 104- “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için
ahiret yurdu muhakkak ki, daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” En’am,
6/32
 105- “Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem, deniz de arkasından yedi deniz daha
katılarak mürekkep olsa yine Allah’ın sözleri (ilim ve ezeli kelamı yazmakla) tükenmez.
Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.” Lokman, 31/27
 106- “De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek
dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.” Kehf, 18/109
 107- “Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru (dilediği
zaman, dilediği yere ve istediği kadar) O (Allah) yağdırır, Rahimlerde (erkek, dişi, sağlam,
sakat, iyi ve kötü) olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını (neler yaşayacağını)
bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir,
her şeyden haberdardır.” Lokman, 31/34
 108- “İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır.
Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.”Ahzab, 33/63
 124- “Allah’ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve
Allah’a secde ederek sağa sola döner.” Nahl, 16/48
 109- “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu (gölgeyi) elbette
hareketsiz kılardı. Sonra biz güneşi, ona delil kıldık.””Sonra onu (uzayan gölgeyi) yavaş
yavaş kendimize çektik (kısalttık).” Furkan, 25/45-46
 110- “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden (Adem ile Havva’dan) yarattık.
Hem de sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Muhakkak ki,
Allah yolunda en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır (takvası en çok
olanınız)…” Hucurat, 49/13
 111- “O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin
değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.” Rum, 30/22
 112- “(Resulüm!) De ki: Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet
gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ışık getirecek Tanrı
kimdir? Hala işitmeyecek misiniz?” Kasas, 28/71
24
 113- “De ki: Söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar
aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek Tanrı
kimdir? Hala görmeyecek misiniz?” Kasas, 28/72
 114- “Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah’ı) aciz bırakamazsınız. Allah’tan başka bir
dost ve yardımcı da bulamazsınız.” Ankebut, 29/22
 115- “Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek
bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke
bilselerdi!” Ankebut, 29/41
 116- “Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin
saydıklarınıza göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.” Secde, 32/5
 117- “Melekler ve Ruh (Cebrail) oraya, miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde
yükselip çıkar.” Mearic, 70/4
 118- “Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namusu ve
iffetlerini esirgesinler. Görünen müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler.
Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” Nur, 24/31
 119- “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için
dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve
incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” Ahzab,
33/59
 120- “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki”, “Onlar namazlarını ciddiye almazlar.”
“Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.” Maun, 107/4-5-6
 121- “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.” “Kim de zerre miktarı şer işlemişse
onu görür.” Zilzal, 99/7-8
 122- “Eğer sözünüzde doğru iseniz, bu va’d ettiğiniz (kıyamet) ne zaman kopacak?
derler.” Sebe’, 34/29
 123- “De ki: Size öyle bir gün va’dedilmiştir ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de
ileri geçebilirsiniz.” Sebe’, 34/30
 124- “De ki: Bizim işlediğimiz suçtan siz sorumlu değilsiniz, biz de sizin işlediğinizden
sorulacak değiliz.” Sebe’, 34/25
 125- “Gerçekten hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez.” Necm, 53/38
 126- “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir
canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor, ecelleri geldiği
zaman onlar ne bir saat geri kalabilir ne de öne geçebilirler.” Nahl, 16/61
 127- “Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir.” Mü’minun, 23/43
25
 128- “O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaatı fayda
vermez.” Taha, 20/109
 129- “Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden baş-kasının şefaati fayda
vermez…” Sebe’, 34/23
 130- “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok
cahildir.” Ahzab, 33/72
 131- “(Allah bu emaneti insana vermek suretiyle) münafık erkeklere ve münafık kadınlara,
müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan
kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.”
Ahzab, 33/73
 132- “Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (İnşaallah demedikçe) hiçbir şey için “bunu yarın
yapacağım” deme.” Kehf, 18/23
 133- “Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı an ve: “ Umarım Rabbim beni, doğruya bundan
daha yakın olan bir yola iletir” de.” Kehf, 18/23
 134- “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla
savaşın!..” Enfal, 8/39

 135- “…Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür…” Bakara, 2/191
 136- "Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz
ona şah damarından daha yakınız.” Kaf, 50/16
 137- “Şüphesiz ki, ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” Al-i İmran, 3/5
 138- “İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi
ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain
olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala,
onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra
da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki, Allah azizdir, hakimdir,
buyurdu.” Bakara, 2/260
 139-“Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tur’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca, Rabbim!
Bana (kendini) göster; seni göreyim. dedi.(Rabbi) Sen beni asla göremezsin. Fakat şu
dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin, buyurdu. Rabbi o dağa
tecelli edince onu paramparça etti. Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan
sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” A’raf, 7/143
 140- “…Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de onların da rızkını biz
veririz…” En’am, 6/151
26
 141- “Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı
veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.” İsra, 17/31
 142- “En güzel isimler (Esmaü’l- Hüsna) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua
edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın..” A’raf, 7/180
 143- “De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz olur. Çünkü en
güzel isimler O’na hastır…” İsra, 17/110
 144- “Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah’ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah’ı
ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her
kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla
bilir.” Bakara, 2/158
 145- “Orada apaçık nişaneler, (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette
olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.
Kim inkar ederse bilmelidir ki, Allah bütün alemlerden müstağnidir. (Hacc’ın farz
olduğunun delilidir.) Al-i İmran, 3/97
 146- “Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptık-ları çardaklardan
kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana
kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti.” Nahl, 16/68
 147- “Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa
vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” Nahl, 16/69
 148- “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap
taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu
ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” Cum’a, 62/5
 149- “Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden
önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve ahiret gününe
inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükafat vereceğiz.” Nisa, 4/162
 150- “Onların, Beytullah yanındaki duaları da ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey
değildir. (Ey Kafirler!) İnkar etmekte olduğunuz şeylerden ötürü şimdi azabı tadın!”
Enfal, 8/35
 151- “…Şüphesiz ki, onlar (Mekke’liler) de Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler.”
Hud, 11/110
 152- “Ve Allah’ın elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldürdük demeleri yüzünden (onları
lanetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi
gösterildi. O’nun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık
içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin
olarak onu öldürmediler.” Nisa, 4/157

27
 153- “Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim,
seni inkar edenlerden arındıracağım…” Al-i İmran, 3/55
 154- “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin
bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine
“of” bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle.” İsra, 17/23
 155- “Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni,
hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa,
onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır…” Ankebut, 29/8
 156- “…Dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (onlar da), Evet (buna) şahit olduk,
dediler.” A’raf, 7/172
 157-“Peygamber sizi, Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde niçin Allah’a
inanmıyorsunuz? Halbuki O, sizden kesin söz de almıştı. Eğer inanırsanız.” Hadid, 57/8
 158- “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya
uğramanız onu çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir,
merhametlidir.” Tevbe, 9/128
 159- “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların
analarıdır…” Ahzab, 33/6
 160- “(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” Al-i İmran, 3/31
 161- “(Allah’ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” Fatiha,1/5
 162- “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun
elçiliğini yapmamış olursun…” Maide, 5/67
 163- “Resule düşen (vazife), ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de
bilir.” Maide, 5/99
 164- “Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize
düşen apaçık bir duyurmadır.” Teğabun, 64/12
 165- “Allah; O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Mü’minler yalnız Allah’a dayanıp
güvensinler.” Teğabun, 64/13
 166- “(Evet Resulüm!) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram’a
doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık
edenler (kuru inatçılar) müstesna.” Bakara, 2/150
 167- “…Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede
olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin…” Bakara, 2/144
28
 168- “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe
ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık
düşmanınızdır.” Nisa, 4/101
 169- “Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı
anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz mü’minler üzerine
vakitleri belli bir farzdır.” Nisa, 4/103
 170- “Ey iman edenler! Siz sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de,
yocu olan müstesna, gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın…” Nisa, 4/43
 171- “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar
ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp
oldunuz ise, boy abdesti alın…” Maide, 5/6
 172- “Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde)
namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir. (sabah namazında
gece melekleri ile gündüz melekleri buluşur, bu nedenle sabah namazı ayrıca zikredilmiş ve
bu namazın şahitli olduğu belirtilmiştir.)” İsra, 17/78
 173- “(Resulüm!) Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de
batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün
etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, sen, Allah’tan hoşnut olasın, (Allah da senden!).” Ta
ha, 20/130
 174- “Namazlara ve orta (ikindi) namaza devam edin. Allaha saygı ve bağlılık içinde
namaz kılın.” Bakara, 2/238
 175- “Haydı siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda,
gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah’ı tesbih edin (namaz kılın), ki
göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.” Rum, 30/17-18
 176- “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları)
dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş
olur.” Nisa, 4/48
 177- “Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” Yusuf, 12/106
 178- “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden (engelleyen) bir topluluk
bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Al-i İmran, 3/104
 179- “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder,
kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i Kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri
için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.”
Al-i İmran, 3/110
 180- “Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı
gibi kalkarlar. Bu hal onların “alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir.
Halbuki Allah, alım-satımı helal, faizi haram kılmıştır…” “Allah faizi tüketir (faiz
29
karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta
ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” Bakara, 2/275-276
 181- “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz
alacaklarınızı terk edin.” Bakara, 2/27
 182- “Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki,
kurtuluşa eresiniz.” Al-i İmran, 3/130
 183- “Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu
yazın. Bir katip onu aranızda adaletle yazsın…” Bakara, 2/282
 184- “Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir).
Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekata) saymak sizin için daha
hayırlıdır.” Bakara, 2/280
 185- “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan
işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.” Maide, 5/90
 186- “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı
anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” Maide,
5/91
 187- “Yanlışlıkla olması dışında, bir mü’minin bir mü’mini öldürmeye hakkı olamaz…”
Nisa, 4/92
 188- “Kim bir mü’mini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir.
Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” Nisa,
4/93
 189- “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı…” Bakara, 2/178
 190- “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, suç işlemekten
sakınırsınız.” Bakara, 2/179
 191- “Zinaya yaklaşmayınız. Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur...” İsra, 17/32
 192- “Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit
getirmeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul
etmeyen. Onlar tamamen günahkardırlar.” Nur, 24/4
 193- “İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekat verenler var ya, onların mükafatları
Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” Bakara, 2/277
 194- “Sadakalar (zekatlar) Allah’tan bir farz olarak ancak yoksullara, düşkünlere, (zekat
toplayan) memurlara, gönülleri (İslam’a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın
almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya
mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.” Tevbe, 9/60
30
 195- “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman
ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.
“Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey
Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır” dediler.” Bakara, 2/285
 196- “Onlar gabya inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah
yolunda harcarlar.” “Namazı tam kılın, zekatı hakkıyla verin, rüku edenlerle beraber
rüku edin.” Bakara, 2/3-43
 197- “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o sabır ve namaz, Allah’a
saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” “Ey iman
edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak
sabredenlerle beraberdir.” Bakara, 2/45-153
 198- “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi, size
de farz kılındı. Umulur ki, korunursunuz.” “Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz
kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde
kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da)
oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla
beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz
(güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” Bakara, 2/183-184
 199- “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık
delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler
onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka
günlerde kaza etsin…” Bakara, 2/185
 200- “De ki: O, Allah’tır, tektir. Allah Samed’dir. O’ndan çocuk olmamıştır (kimsenin
babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). O’nun hiçbir dengi
yoktur.” İhlas, 112/1-4
31
C- FATİHA SURESİ VE KUR’AN-I KERİM’İN SON ON SURESİNİN MEAL VE
TEFSİRİ
Fatiha Suresi-1 (5)
1- “Rahman (ve) Rahim (olan) Allah’ın adıyla.”
2- “Hamd (övme ve övülme), alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”
3- “O, Rahman’dır (ve) Rahim’dir.”
4- “Ceza (din) gününün malikidir (hakimidir).”
5- “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk (ibadet) ederiz ve yalnız senden medet umarız.”
6- “Bize doğru yolu (bizi doğru yola ilet) göster.”
7- “Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna ilet, gazaba uğramışların ve
sapmışların yoluna değil.”
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------“Bütün övgüler; Alemlerin Rabbi, sonsuz rahmet sınırsız merhamet sahibi, hesap gününün
yegane hakimi Allah’a mahsustur. (Rabbimiz) biz yalnız sana boyun eğer ve yalnız senden
yardım dileriz. Sen bizi doğru yolda, kendilerine iman ve hidayette sebat lütfettiğin hayırlı
kullarının yolunda yürüt. Senin gazabına uğrayanların, dalalete sapanların yollarına yöneltme
bizi.”
32
Fatiha suresi, Fatiha, Kur’an-ı Kerim’in hem önsözü ve hem de özetidir. Önsözüdür, çünkü adı
“Fatiha”dır. Kur’an-ı Kerim gibi muhteşem bir siteye, Fatiha gibi muhteşem bir kapıdan girilir. Fatiha, Kur’an-ı
Kerim’in özetidir, zira Fatiha Kur’an-ı Kerim’in özüdür. Adeta bütün Kur’an-ı Kerim Fatiha’nın tefsiridir. Fatiha,
Kur’an-ı Kerim’in kapısı ise, besmele de bu kapının anahtarıdır. Fatiha suresi, 23 yıllık vahiy sürecinin ilk yılının
başlarında Müddesir suresinden sonra Mekke’de inmiştir. 7 ayetten oluşmaktadır. Fatiha’nın iniş sırasındaki yeri,
tıpkı Mushaf sırasındaki gibi birinciliktir. Zira Fatiha, tam olarak inen ilk suredir. Tek celsede inmiştir. Fatiha’dan
önce inen ayetlerden söz edilebilir, fakat sure veya surelerden söz edilemez. Resmi sıralamada birinci, nüzul
sırası itibarıyla 5. suredir. Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi olduğu için açış yapan, açan manasına “Fatiha”
denilmiştir. Halk arasında yaygın olarak “El-Hamdülillah” suresi olarak da bilinir. Fatiha suresine Kur’an-ı
Kerim’in anası ve esası anlamında ve “Ana kitap” manasında “Ümmü’l-Kitap” ve “Ümmü’l-Kur’an”
denilmiştir. “Dinin esaslarını ihtiva eden” manasında “el-Esas” isimleri verildiği gibi, ana hatlarıyla İslam’ı
anlattığı için “el-Vafiye” ve “el-Seb’ul-Mesani”, birçok sırrı taşıdığı için “el-Kenz” gibi isimler de
verilmiştir.
Allah, Fatiha suresi ile ilgili olarak: “Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve yüce
Kur’an’ı verdik.” 1 buyurmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v) bunun Fatiha suresi olduğunu açıklamıştır. 2
Sadece Fatiha suresi inzal edilmiş olsaydı, iman için yeterli olacağından bu sureye “Kafiye” ve “Vafiye” de
denilmiştir. Çünkü Fatiha suresi, içinde bütün Kur’an-ı Kerim’in özünü toplamıştır.
Bu sure, namazların her rekatında okunmak üzere belirlenen ve onsuz kılınacak namazın kabul
olunmadığı bir suredir. Kısa olmasına rağmen bu sure, İslam düşünce sisteminin sözünü ettiğimiz temel ilkelerini
ve bu düşünce sisteminden kaynaklanan insan bilincine yön verici ana prensipleri içerir. Hz. Peygamber (s.a.v):
“Fatiha’yı okumayanın namazı olmaz.” 3 buyurmuştur. Hz. Ali (r.a): “Fatiha’yı şefaatçi yaparak ne
isterseniz Allah verir” buyurmuştur. Bu nedenden dolayı Fatiha suresi nazil olunca şeytan korku ve dehşete
kapılarak feryat etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v): “Fatiha’yı okumak bütün dertlere devadır. Her nevi
zehire karşı şifadır.” 4 Beş vakit namazın her rekatında bu sureyi okumak vaciptir. Namaz kılan her
Müslüman, bu sureyi günde kırk defa okumaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v), “Fatiha’sı olmayan namaz, namaz olmaz.”5 Hz Peygamber (s.a.v)’in bu
sözünü bazı imamlar namazda Fatiha okumanın farz olduğu yolunda yorumlamışlardır. İmam Şafii, İmam Malik
ve Ahmed bin Hambel bu görüşte olan imamlar arasında yer alır. Buna karşın bazı imamlar da Müzemmil
suresinin 20. ayetinde yer alan “Kur’an’da kolayınıza geleni okuyunuz.” cümlesinden yola çıkararak,
namazdaki kıraat şartını Kur’an’dan olmak koşuluyla başka ayetlerle de yerine gelebileceğine hükmetmişlerdir.
Bunların başında İmam Ebu Hanife gelir. Ebu Hanife bu görüşüne Hz. Peygamber (s.a.v)’in bir sahabeye namazı
öğretirken “Kur’an’dan kolayına geleni oku” 6 demesini de delil olarak getirir. Cemaatle kılınan
namazlarda Fatiha’nın hükmü konusunda da imamlar farklı delillerle farklı görüşlere varmışlardır. İmam Ebu
Hanife “İmamın kıratı imama uyanın kıraatidir.” hadisi ile mutlak olarak amel etmiş ve imamın
1
Hicr, 15/87
Buhari, Tefsir’ül-Kur’an, 1; Fezail’ul-Kur’an, 9; (Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayet edilen bir
Hadis’e göre bu yedi ayet, namazların her rekatında tekrar edilen Fatiha suresidir.)
3
Tirmizi, Mevakit, 69; Darimi, Salat, 36
4
Feyzü’l-Kadir, 4/418, 420
5
Buharı, Ezan,95; Müslim, Salat, 34/394
6
Buhari, Salat, 45; Müslim, Salat, 263
2
33
arkasında namaz kılan kimsenin Fatiha okumasının gerekmediği hükmüne varmıştır. İmam Ebu Hanife bu
görüşünde imamın açıktan veya gizli okuyuşu arasında bir fark gözetmemiştir. İmamın Fatiha’yı açıktan okuduğu
sabah, akşam ve yatsı namazlarında, “Kur’an okunduğunda susup dinleyiniz.” ayeti de bu görüşte
olanların getirdiği ilave bir delil olmuştur. İmam Şafii, cemaatle kılınan bütün namazlarda, imamın açıktan veya
gizli okuduğu namaz ayırımı yapmaksızın, cemaatin Fatiha okumasının şart olduğu sonucuna varmıştır. Zira o,
“Fatiha’sı olmayan namaz, namaz olmaz.” hadisiyle amel etmiştir. Diğer delillerle amel etmemiştir. Bu
konuda delillerin tümünü gören üçüncü bir görüş vardır. Bu konuda varılabilecek en dengeli görüştür. Buna göre
imamın açıktan okuduğu namazlarda imama uyan cemaat “Kur’an okunduğunda susup dinleyiniz.”
ayetine ve “İmam ancak kendisine uyulandır! Tekbir aldığında siz de tekbir alın, okumaya
başladığında susup dinleyin!” 7 Hadisi’ne istinaden susup dinlerler ve Fatiha’yı okumazlar. Fakat imamın
Fatiha’yı içinden okuduğu öğle ve ikindi namazında cemaat Fatiha’yı okur ve “Fatiha’sı olmayan namaz,
namaz olmaz.” hadisiyle amel etmiş olur. Bu sonuç büyük ölçüde kabul görmüştür. Bizce de en uygun görüş
budur.8
Fatiha suresinde 12 tane kavram vardır. Bunlar:
1- Hamd
2- Rab
3- Rahman, Rahim
4- Malik
5- Din günü
6- İbadet
7- Maun
8- Hidayet
9- Sırat-ı Müstakim
10- Nimet
11- Gazap
12- Dalalet
Bu 12 kavram Fatiha suresinde geçer. Bunları iyi anlayan, bunların bilincine varan bir Müslüman, Kur’an-ı
Kerim’ın de bütün özetini anlamış ve kavramış olur. Bu nedenle sık sık Fatiha suresini okumamız istenir.
Kültürümüzde de vardır. Her ne kadar ölülerin arkasından “El-Fatiha” dense de aslında o diriler için okunan ElFatiha demektir. Diriler ve yaşayanlar için El-Fatiha demek lazımdır. Dolayısıyla her Fatiha okuyuşumuzda bir
kere daha gözden geçirmiş oluruz.
7
8
Müslim, Salat, 82/412
Mustafa İslamoğlu, “Kur’an Surelerinin Kimliği”, s. 26-27
34
Manası itibariyle Fatiha, en büyük dua ve münacattır. Kur’an-ı Kerim’in ihtiva ettiği esaslar ana hatlarıyla
Fatiha’da vardır. Fatiha’da, övgüye ve ibadete layık tek Allah’ın varlığı, O’nun hakimiyeti, kulluğun yalnız Allah’a
yapılacağı, yardımın yalnızca Allah’tan geldiği, doğru yola varmanın ve doğru yoldan sapmanın da Allah’ın
iradesine dayandığı, hayrı ve şerri yaratanın Allah olduğu hususları ifade edilmiştir.
Fatiha suresi Hz. Peygamber (s.a.v)’e iki defa nazil olmuştur. Vahyin ilk başlangıcında Cebrail (a.s), Hz.
Peygamber (s.a.v)’e nafile olarak sabah-akşam namaz kılmayı öğrettiği zaman, Fatiha suresini de öğretmiş ve
abdest ile beraber ibadet olarak namazı talim etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de
benzeri olmayan bir sure olarak tarif ettiği ve bu sureye ayrıca “Hamd suresi” denilmektedir. Çünkü sure
“Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd” ile başlamaktadır. Hamd, sosyolojik ve psikolojik hastalığa da
şifadır. Fatiha suresi insanlara yaratılış amacını, ibadet ve ahlak esaslarını tam olarak talim ettiği için
Tercüman’ül-Kur’an olan Abdullah bin Abbas (r.a): “Kur’an’ın esası Fatiha’dır, Fatiha’nın esası da
Besmele’dir.” 9 Fatiha o kadar değerli bir suredir ki, her mü’minin kalbindedir ve Fatihasız namaz makbul
değildir. Fatiha, Hamd’ı Allah’a tahsis ederek başlar. Hamd ile başlayan 5 sureden birisidir. Bu surelerin hepsi
Mekke’de nazil olmuştur. Fatiha suresinde insanlığa gösterilmiş özellikler; genel ve sınırsız rahmet, bütün
varlıkların Rabb’ı olmak ve din gününün, yani son hesap gününün sahibi ve yöneticisi olmak şeklindedir.
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…” Fatiha suresi ittifakla 7 ayettir. Tartışılan durum,
Besmele’nin bu 7 ayete dahil olup olmadığıdır. Fatiha suresinin başındaki Besmele konusunda üç görüş vardır.
Besmele Fatiha’dan bir ayettir. Besmele müstakil bir ayettir. Diğer bir görüş de Besmele ne Fatiha’dan bir ayettir
ve ne de müstakil bir ayettir. Bu görüşe göre, Neml suresinin 30. ayeti dışındaki Besmeleler Kur’an-ı Kerim’den
bir ayet değildir. Besmele’nin sure başlarına yazılmasının sebebi, sureleri birbirinden ayırmak için yapılmış bir
Nebevi tasarruftur.
Bu ayet “Besmele” olarak isimlendirilir. Hz. Peygamber (s.a.v) besmele ile ilgili olarak: “Besmele ile
İsm-i Azam gözün siyahı ile beyazı gibidir” 10 buyurmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’in takip ettiği 4 temel amaç
vardır: 1-“Tevhit, yani Allah’ın birliği, 2- Nübüvvet, 3- Haşir, yani Ahireti, 4- Adalet ve
İbadet’tir.” Besmele bunların hepsine işaret eder. “Bismillah” Tevhid’e, “Rahman” nizam ve adalete,
“Rahim” haşre, surenin başında gizli olan “Kul” ise nübüvvete işaret eder.11 “Allah”, İsm-i Zat olduğu için,
Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına işaret eder. “Rahman” Rezzak ve Hallak anlamında olup dünyayı, “Rahim”
şefkat ve merhameti ile ahirete işaret eder. Allah’ın isimleri içinde Lafzatullah’tan sonra öne çıkan “Rahman” ve
“Rahim” isimleridir. Bu isimlerden “Rahman” Allah’ın celal isimlerini temsil eder, “Rahim” ise cemal isimlerini
ifade eder.
Aralarında İmam-ı Azam Ebu Hanife(r.a)’in de bulunduğu bir gurup Fıkıh alimine göre Besmele,
Fatiha’dan ve diğer surelerden bir ayet değildir, sadece Neml suresinin 30. ayetinde geçen Besmele ayettir.
Diğerleri sure başlarında teberrüken yazılmıştır. Onun için namazda sesli okunmaz. Ancak aralarında İmam-ı
Şafii’(r.a)’in de bulunduğu diğer bir gurup Fıkıh alimine göre Besmele, Fatiha ve diğer surelerin ilk ayetidir.
Şafiiler bu nedenle besmeleyi namazda sesli okurlar. Besmelenin bu özelliğinden dolayıdır ki, İmam-ı Şafii (r.a):
“Besmele bir tek ayet olduğu halde Kur’an-ı Kerim’de 114 defa nazil olmuştur.” buyurmaktadır.
Nahl suresinin 98. ayeti gereği Kur’an-ı Kerim okumaya başlarken, “Euzu besmele” çekilmesi emredilir.
İbn-i Kesir, Tefsir, 1/8, Beyrut-1388
İbn-i Kesir, Tefsir, 1/17
11
İşarat’ul-İ’caz, s. 30
9
10
35
Kur’an-ı Kerim ilminde ihtisas sahibi olan İslam bilginleri derler ki, besmelenin her surenin başında ayrı
ayrı nazil olmuştur. Çünkü sahabeler Kur’an-ı Kerim’de olmayan bir şeyi asla yazmamışlar ve “Amin!” cümlesi
Fatiha’nın sonunda daima söylendiği halde Kur’an-ı Kerim’den olmadığı için yazılmadığına dikkatlerimizi
çekmişlerdir. İbn-i Abbas (r.a): “Besmele okumayı terk eden Kur’an’dan 114 ayet terk etmiş olur”
demiştir. “Bismillah” Allah adıyla, onun namına, onun izni ve rızası ile bir işe teşebbüs etmeyi ifade eder.
Allah’a dayanarak ve güvenerek iş yapan, arkasına Allah’ın yardımını almış olur. Hz. Peygamber (s.a.v):
“Bismillah, her kitabın anahtarıdır” 12 buyurmuştur. Besmele, işlerin hayrı ve bereketidir. Hz. Peygamber
(s.a.v): “Hangi iş ki, besmele ile başlanmazsa sonunda hayır ve bereket olmaz” 13 buyurmuşlardır.
“Bismillahirrahmanirrahim” zikirdir. Bunun için devamlı okunması Allah’ı zikretmek demektir. Yemeğe
başlarken de başta “Bismillah” demek zikir ve sonunda “Elhamdülillah” demek şükürdür.
Allah, Fatiha’nın ilk ayeti olan Besmele’de zikretmiş olduğu “Rahman ve Rahim” isimlerin burada
tekrar etmesi “Rahman ve Rahim” isimlerinin “İsm-i Azam” olup, Allah’ın Celali ve Cemali bütün esmasına
kaynak olmalarından ve bu iki ismin yüce şanından dolayıdır.
Besmele dilimize genellikle “Rahman ve Rahim olan Allah adıyla” şeklinde çevrilmektedir. Bu
cümlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe göre niyetinde bulunan “...okuyorum,
başlıyorum, yapıyorum, yiyorum” gibi bir yüklem vardır. “Allah'ın adıyla yemek, okumak”
ifadesinden Türkçe’de “yenen ve okunanın Allah’ın adıyla birlikte yenildiği veya okunduğu”
anlaşılır. Bu mana kastedilmediğine göre, maksadı doğru anlatabilmek için besmeleyi “Rahman ve Rahim
olan Allah adına, adını anarak, Allah’tan yardım dileyerek...” şekillerinde çevirmek de uygun olur.
Kul, herhangi bir davranışta bulunurken, önemli bir işe teşebbüs ederken önce “euzü” çekerek muhtemel
olumsuz etkileri defetmekte ve sonra da besmeleyi okuyarak “kendinin tek başına yeterli olmadığını, başarı ve
gücün ancak Allah’tan gelebileceğini, Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı bir varlık olarak O’nun mülkünde, O’nun
adına tasarrufta bulunduğunu, asıl malik ve hakim olan Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa emanete hıyanet etmiş
olacağım...” peşinen kabul etmekte ve bundan güç almaktadır. Burada Tevhid cümlesinin manası da üstü kapalı
olarak mevcuttur. Zira nasıl ki, Tevhid cümlesinde “La ilahe” denilerek önce bütün sahte Tanrılar zihinlerden
siliniyor, sonra da “illallah” ifadesiyle hakiki, tek, eşi ve benzeri bulunmayan Allah kalbe ve zihne
yerleştiriliyorsa, Euzü-Besmele çekildiğinde de önce kulluk ilişkisine engel olan kirli çevre temizleniyor, sonra da
bu ilişkinin en uygun anahtarı kullanılmış, doğru kapılar açılmış ve sağlıklı bağ kurulmuş oluyor.
Allah yerine “Tanrı”, Rahman yerine “Esirgeyen”, Rahim yerine de “Bağışlayan” kelimelerinin
kullanılması bu isimlerin anlamlarını tam olarak karşılamaz. Çünkü Allah ismi, bu isme hakkıyla layık olan “tek,
eşsiz, benzersiz, bütün kemal sıfatlarına sahip ve eksikliklerden uzak, varlığı zaruri, yani olmazsa
olmaz, yokluğu düşünülemez” olan yüce zata mahsustur ve bu sıfatları taşımayan hiçbir varlığa Allah
denemez. Halbuki insanların uydurdukları, kendilerine göre bazı nitelikler yükledikleri mabudlara Tanrı denebilir.
Başka bir deyişle Tanrı kelimesi, tam olarak karşılamasa da Allah için de kullanılabilir, halbuki Allah ismi O’ndan
başka hiçbir varlık için kullanılamaz ve Arap dilinde de kullanılmamıştır. Tanrı kelimesini kullanmak yerine,
kendisine “Allah” denilmesini bizatihi kainatın yaratıcısı istemektedir. O halde doğru, iyi ve güzel olan ise “Allah”
kelimesini kullanmak gerekir.
12
13
Ramuz’ul-Hadis, 241
Ahmed bin Hanbel, 2/359; Cami’us-Sağir, 3/80
36
Kur’an-ı Kerim dilinde Rahman sıfat-ismi de Allah’a mahsustur ve başka hiçbir varlık İçin
kullanılmamıştır. Rahman, “en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lütuf, ihsan,
rahmet bahşeden” demektir. Rahman, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine,
layık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve
aydınlatır.
Ayrıca bu surede Allah’ın “Rabb”, “Rahman” ve “Rahim” gibi yüce sıfatlarından da
bahsedilmektedir. Rab; terbiye eden, besleyip büyüten, istediği şekle sokan, kullarına “yap, yapma!” diye
tekliflerde bulunan, bazen sevindiren, bazen korkutan ve yavaş yavaş yetiştirip kemale erdiren demektir. “Rabb”
Allah’ın “Rububiyetini” ifade eder. Rububiyet ise, yaratma, rızık verme ve terbiye etme fiillerinin bütününe
verilen isimdir. Bu üç fiili birbirini gerektirir. Rabbü’l-Alemin ise bütün alemlerin Rabbi, yaratıcısı, rızıklarını
veren ve onları terbiye edenin Allah olduğunu ifade eder.
Rahim, “çok merhametli, rahmeti bol” demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah’ın rahim
sıfat-ismi O’nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, layık oldukları sınırsız rahmetini,
lütuf ve merhametini ifade etmektedir. “Esirgemek” ve “Bağışlamak” bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli
rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.14
“Hamd (övme ve övülme), alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” “Allah” ismi Allah’ın özel
adıdır. Bunun için hiçbir mahluka bu isim verilemez. Bu ismin kendisi de özeldir. Allah’tan başkasına ancak
“Abdullah” şeklinde isim olarak verilebilir. Bunun için “Allah’tan başka Allah yoktur” denilmez, ancak
“Allah’tan başka ilah yoktur” diyerek şirk reddedilir. İmam-ı Azam Ebu Hanife, “Fıkh-ı Ekber” isimli
eserinde bu nedenle “Allah sayı itibariyle değil, şeriki olmaması yönü ile birdir” demiştir. Allah
kelimesinin hiçbir dilde karşılığı da yoktur. O, her yerde Allah olarak bilinir. Başka dillerde ancak “İlah”
manasında farklı kelimeler kullanılır. “Rab”, Allah’ın “Rububiyetini” ifade eder. Rububiyet ise, yaratma, rızık
verme ve terbiye etme fiillerinin bütününe verilen isimdir. Bu üç fiili birbirini gerektirir. “Rabb’ül-Alemin” ise
bütün alemlerin Rabbi, yani canlı ve cansız gördüğümüz ve görmediğimiz bütün varlık aleminin yaratıcısı,
rızıklarını veren ve onları terbiye edenin Allah olduğunu ifade eder. Rabb; burada Allah’ın sıfatıdır. Yaratıklarını
terbiye eden, besleyip büyüten, istediği gibi kalıptan kalıba geçiren, onlara yap yapma diye tekliflerde bulunan,
bazen sevindiren, bazen korkutan ve yavaş yavaş yetiştirip kemale erdiren, kısaca, terbiyenin bütün lazımlarına
malik olan en kuvvetli ve en mükemmel bir terbiye edici demektir.
“Alemin”, alem kelimesinin çoğuludur.“Bütün alemler” demektir. İnsan, Melek ve Cin gibi akıl sahibi
varlıkların tamamını içine alan evrenin adıdır. Bu alemlerin on sekiz bin olduğu ifade edilmiştir. Semavatta
binlerce alem vardır. Yıldızların bir kısmı, her biri bir alem olabilir. Yerde de her bir cins mahlukat birer alemdir.
Hatta her bir insan dahi küçük bir alemdir. “Rabb’ul-Alemin” tabiri doğrudan doğruya her bir alem Allah’ın
Rububiyetiyle idare, terbiye ve tedbir edilir demektir. 15 “Hamd” teşekkür ve minnet anlamındadır.
“Elhamdülillah” “Ne kadar hamd varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır, layıktır
ve o zata Allah denilir” demektir.16
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez,
Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, “Kur’an Yolu”, I/6-8
15
Mektubat, s. 550
16
Mektubat, 666
14
37
Dilimizde övme ve teşekkür etme, Arapça’da medih ve şükür kelimelerinin hamd kelimesine yakın
manaları bulunmakla birlikte, bunlar arasında birtakım ince farklar da vardır. Methetme, yani övme bir iyilik ve
güzellik karşısında yapılır; bu iyilik ve güzelliğin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasın
methedilebilir. Kişi kendi iradesinin eseri olmayan güzelliği sebebiyle övüldüğü gibi, cömertlik ve cesaret gibi
erdemlerinden dolayı da övülür. Halbuki hamd ancak irade ve istekle hasıl olan iyilik ve güzellik karşısında yapılır.
Şükür ve teşekkür, “isteyerek yapılmış bir iyilik ve ihsana karşı dille veya başka şekillerde uygun
mukabelede bulunmaktır.” Bu, hem Allah’tan ve hem de insanlardan gelen iyilikler karşılığında yerine getirilmesi
beklenen ahlaki bir ödevdir. Hamd etmek de dil ile yapılır; “hamdolsun, elhamdülillah...” denir. Ancak
bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan değil, irade ve ihtiyara dayalı bütün güzellik ve iyiliklerdir. Bu manada hamd
yalnızca Allah’a mahsustur. Çünkü başkalarına ait olan iyilik ve güzellikler, gerçek ve kamil manasıyla onların
isteklerine bağlı değildir. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve güzelliklerde Allah’ın da iradesi vardır. Onların
irade ve isteklerine bağlı olmayan iyilik, güzellik ve hizmetler ise doğrudan yaratıcının, fıtrat ve özellikleri takdir
edip yaratarak insanlara bahşeden kudretin eseridir. Dolayısıyla bu manada hamdın tamamı Allah’a mahsustur ve
O’na aittir.
Alem maddi ve manevi, görülen ve görülemeyen, dünyada ve ahirette Allah’ın yarattığı her şeydir.
Görülen, hissedilen, insan bilgisinin ulaşabildiği maddi varlıklara “mülk ve şehadet alemi”, madde ötesi
varlıklara da “gayb ve melekut alemi” denilir. Gayb ve melekut aleminin tek sahibi Allah’tır. Mülk ve
şehadet aleminin ise gerçek sahibi Allah olmakla beraber görünürde ve mecazen başka sahipleri de olabilir.
Vahiy yoluyla gelen bilgilere göre şehadet ve mülk alemi, gayb ve melekut alemine nispetle denizden bir damla,
sahradan bir kum tanesi kadardır. Günümüze kadar insan bilgisinin ulaşabildiği uzay akıllara hayret verecek
büyüklüktedir. Fakat bu büyüklük gayb aleminin yanında bir kum tanesi kadar kaldığına göre, gayb aleminin
azametini akıl terazisi çekemez. Konuya bu açıdan bakıldığında evrenin büyüklüğüne ve ondaki düzenin
inceliklerine dair ulaşılan her yeni bilgi, Allah’ın insana bahşettiği aklın nerelere kadar ulaşabileceğini ortaya
koymasının yanında, erişeceği sırların enginliğini tasavvur edebilmesi için bir ölçü de oluşturmaktadır. Şu halde
gayb aleminin bu büyüklüğü iman ve irfanla kavranmakta, oradan da bütün alemlerin Rabb’i, yani sahibi, maliki,
takdir edip yaratanı, koruyanı, geliştireni olan Allah’ın azamet ve büyüklüğü karşısında kula yakışan hayret haline
ulaşılmakta; bu azamet karşısında kul secdeye kapanınca onun hayret hali, “huzur, güven, sevgi, yakınlık
ve tatmin”e dönüşmektedir.
Rab kelimesi tek başına söylendiği zaman bundan yalnızca “Allah” kastedilir, O’nun güzel
isimlerinden biridir, “sahiplik ve terbiye edicilik” özelliğini ifade eder. Rabb; burada Allah’ın sıfatıdır. Bu
kelime “Rabb’üd-Dar”, yani ev sahibi gibi tamlama şeklinde başkaları için de kullanılır. 17
“(O Allah) “Rahman”dır ve “Rahim”dir.” Allah, Fatiha suresinin ilk ayeti olan Besmele’de
zikretmiş olduğu “Rahman ve Rahim” isimlerin burada tekrar etmesi, Rahman ve Rahim isimlerinin “İsm-i
Azam”dır. Burada “Alemleri terbiye etme” yönü ile bu iki isim ele alınmıştır. Alemlere bakan yönü ile
“Rezzak” manasında olan “Rahman”, menfaatleri celp etme yönüne “Gaffar” manasında olan “Rahim” ismi
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez,
Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, “Kur’an Yolu”, I/8-9
17
38
ise mazarratı def etme cihetine bakmaktadır ve bunun için ikinci defa tekrar edilmiştir. Bu nedenden dolayı da ikisi
birbiri ile bağlanmıştır.18
Rahman, bu surede Allah’ın ikinci sıfatı olup pek merhametli, sonsuz ve umumi rahmet sahibi demektir.
Başka bir deyişle Rahman; her varlığa yaradılışının gerektirdiği gayeye göre bir takım kabiliyetler veren, şahsının
ve türünün yaşaması için gereken her şeyi hepsine birden, bunların isteyip istemediğine, çalışıp çalışmadığına,
imanlı veya imansız olduğuna bakmayarak vermiş olan ezeli geniş ve sonsuz rahmet sahibi demektir. İyi olsun,
kötü olsun, mü’min olsun, kafir olsun ayırım yapmadan dünyada nimetini herkese veren Allah demektir. Rahman
olması bakımından, Allahın rahmeti o kadar geniş ve umumidir ki, hiçbir mevcutO’nun dışında kalamaz.
Rahim; çok merhamet edici demektir. Bu da, Allah’ın üçüncü sıfatıdır. Allah’ın Rahim sıfatını taşımasının
anlamı şudur: Akıl ve iradeye, iyiyi kötüden seçme kudretine sahip olarak yaratmış olduğu insanlara Allah,
rahman sıfatının gerektirdiğinden fazla olarak, çalışmalarının karşılığı artı nimetler verir. Allah’ın bu nimetlerine
kavuşmak için her şeyden evvel, insanın iradesini kullanarak çalışması, Allah’ın gösterdiği yoldan yürümesi
gerekir. Allah isterse onun bir amelini bin bir mükaafat ile de karşılar. Bu Rahim sıfatının gereğidir. Ahirette
nimetlerini sadece mü’minlere veren manasına Rahim, dünyada herkese nimet verdiği halde, kendisine
inananlara ahirette özel muamele yapacaktır. Kur’an-ı Kerim’de geçen Rahman ve Rahim kelimeleri hep bu
manada kullanılmıştır.
“(O Allah) “Ceza (din ) gününün sahibidir.” Kur’an-ı Kerim’de “din günü”, yani yevmu’d-din
kavramı, birisi bir ayette iki kez olmak üzere toplam 12 yerde geçmektedir. Biz Allah’ı, kitabının bize anlattığı ve
Peygamberinin açıkladığı şekli ile bilir ve tanırız. Akli ve kıyasi değildir. Bunun için iman esasları akıl ve kıyas yolu
ile bilinemez. Bununla beraber akıl nasları anlamak ve yorumlamak için kıyas ve temsiller ile izah edebilir; ancak
bu izahlar nasların zahiri ile çelişmemelidir. “Din günü” ahiret ve dünyadaki çalışmaların ve ibadetlerin
mükafatının verileceği yer olduğu için “Rahmet’tir.” Rahman ve Rahim sıfatlarının sonucudur. Çünkü rahmetin
rahmet olması, devamlı olmaya bağlıdır. Bu cihette Allah’ın rahmeti ve şefkati saadet-i ebediyenin en büyük
delilidir.19
“Yevm” kelimesi haşrin vukuunu gösteren en büyük delillerden birisidir. Zira “gün” demek olan yevm
kelimesinin ifade ettiği anlam çok geniştir. Nasıl ki saniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalık bir saatin
millerinden birisi devrini tamamladığı zaman behemehal, ister-istemez ötekilerin de devirlerini tamam edeceği
kanaati hasıl olur. Aynı şekilde “yevm” insan ömrü ve dünya ömrü içinde tayin edilen manevi millerden birisi
devrini tamam edince, öbürünün de velev uzun bir zaman içinde de olsa devrini tamamlayacağına hükmedilir.
Yine bir gün ve bir sene içinde meydana gelen küçük kıyamet ve haşirleri gören adam, büyük haşrin vukuu ile
saadet-i ebediyenin insanlara ihsan edileceğine şüphe etmez.20
“Din günü” demek ceza günü demektir. Ceza günü, ahirette herkesin hesaba çekilip iyinin iyi, kötünün
de kötü karşılık alacağı muhakeme günüdür. Çünkü o gün hayır ve şerlere ceza verilecek gündür. Hayrın cezası
mükafat ve cennet, şerrin cezası ise cehennem ve azaptır. Allah dünyada sonuçları sebeplere bağlayarak
kainatın nizamını temin etmiştir. Her şeyi bu nizama uymaya ve o nizamla kalmaya yöneltmiştir. İnsanı da
sebepler dairesine müracaat ederek bunlara uymakla mükellef kılmış ve dünyada başarıyı sebeplere sarılma
İşaratü’l-İ’caz, 38-39
İşaratü’l-İ’caz, 39
20
İşaratü’l-İ’caz, 40
18
19
39
şartına bağlamıştır. Ahirette ise buna ihtiyaç olmadığı için sebepler ortadan kalkacak ve her şey itikat ettiğimiz
şekilde kudret-i ilahiye ile cereyan ettiği gözle de görülecektir. Bunun için imtihana gerek kalmayacaktır. Bu
nedenle ahirete “Din günü” denilmiştir.21
“Din gününün maliki” tamlamasında geçen malik “malın, mülkün sahibi” demektir. Kıraat
alimlerince “hükümdar, iktidar sahibi” anlamında “melik” şeklinde de okunmuştur. İnsanlar için
kullanıldığında malik ile melik arasında güç, yetki ve tasarruf hakkı bakımlarından önemli farklar vardır. Mal ve
mülkün sahibi, yani maliki, kişinin başkalarına hükmü geçmez, başkalarına hükmü geçen hükümdar, yani melik
ise her malın ve mülkün sahibi değildir. Allah hakkında malik ve melik sıfatlan kullanıldığı zaman mana
çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O, hem alemlerin sahibidir, hem de herkese ve her şeye hükmü geçer;
O’nun iktidarı üstünde bir iktidar tasavvur bile edilemez. Melik O’nun zatına, malik ise fiiline ait sıfatlardır. “Din
günü”nün ahiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günü olduğu, bunu açıklayan başka ayetlerden
anlaşılmaktadır.22 Allah, bütün zamanlarda ve zaman kavramına bağlı olmaksızın mutlak hakim, sahip, melik ve
maliktin. Ancak Allah, dünya hayatında, imtihan için kullarına da sahiplik ve iktidar vermiş; imam olduğu halde
gaflet içinde bulunan kimseler zaman zaman da olsa Allah’ın sahipliği ve iktidarının bilincinde olmaya özen
göstermemişler, imanı olmayanlar ise bunun şuurundan tamamen yoksun kalıp inkar etmişlerdir. Ahiret aleminde
kulun, bu görünürdeki ve geçici iktidarı da ortadan kalkacağı için Allah’ın melik ve malik sıfatı bütün azametiyle
ortaya çıkacak, belli olacaktır. Bunun için ahirette O, gerçekte ve görünürde “melik ve malik”tir.23
“(Ey Rabbimiz!) Biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz.” İbadet yalnız
Allah’a yapılır ve ibadet sonucu beklenecek yardım ve destek yalnız Allah’tan beklenir. Burada dikkat edilecek en
önemli nokta şudur: Görünür planda Allah’a ibadet ederken, niyet ve gönül planında başka şeylere tapmaktan
sakınmak gerekir. Bu tehlikeye düşmekse iki şekilde olur: Allah ile aramıza aracılar sokmak ve riyakarlığa
sapmaktır. Bundan şiddetle kaçınmak gerekir. Fatiha suresindeki bu ayet, insana tam bir istiklal ve hürriyet ruhu
telkin etmektedir. Demek ki, hakiki bir mü’min yalnız Allah’ına ibadet edecek ve yalnız ondan yardım isteyecek,
başka hiçbir kimsenin kulu kölesi olmayacaktır. İtikatta ve ibadette “Tevhid” esastır. Bu ayet ibadeti sadece
Allah’a tahsis etmekle Tevhid’e işaret etmiştir. İmanda ve ibadette istikamet budur. İbadetin ibadet olması için
Allah’a has olması gerekir. Buna “İhlas” denir. İhlastan yoksun bir ibadet, ibadet olmaktan uzaktır. Bu ayet, bu
durumu net bir şekilde ifade etmektedir. Nitekim İslam bilginleri ibadetin tarifini; “İbadetler ancak Allah’ın
emri ile kullarına vacip olur.” ve “İbadet, Allah’ı yüceltmek ve ta’zim amacı ile yapılır”
demişlerdir.24 Öz ve özet olarak ibadet, Allah’ın emrine itaattir ve ancak Allah için yapılır. İbadetin esası Allah’ın
emrini ta’zim, yani yüceltmektir. İbadet kulun Allah’a yaklaşmasına ve rızasına ulaşmasına sebep ve vesiledir.
İslam bilginleri ibadet için; “sebeplere sarılmak Peygamberlerin sünnetidir. Allah sebepsiz insanı cennete
ve cehenneme koymaz. Cennetin sebebi iman ve salih amel, cehennemin sebebi ise küfür ve isyandır.
Basamaksız ve merdivensiz yukarı çıkmak mümkün olmadığı gibi, amelsiz amaca ulaşmak da mümkün değildir.
Amel, Allah’ın emridir ve Allah cenneti bu amele göre vermektedir. Cehenneme de sebepsiz yere değil, isyan ve
günahların cezası ve neticesi olarak gönderecektir”, demişlerdir.
21
22
İşaratü’l-İ’caz, 40-41
İnfitar, 82/17-19
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez,
Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, “Kur’an Yolu”,I/9-10
23
24
Fıkh-ı Ekber, Şerh-i Ebu’l-Münteha, s. 14
40
Besmeleden buraya kadar kendisi ve sıfatları, kulları ve kainat ile kesintisiz ilişkisi, dünya hayatının sonu
ve hesap günü hakkında önemli açıklamalar yapan Allah, bunları iman içinde dinleyip anlayan ve şuuruna
yerleştiren kullarında hasıl olacak duygu ve düşünceye, davranış biçimine tercüman olarak “Ancak sana
kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” buyuruyor. Şu halde yukarıda sıralanan eşsiz ve benzersiz
sıfatlar Allah’a mahsus olduğuna göre, ibadetin ve yardım dilemenin O’na has kılınması da kul açısından tabii
hale gelmektedir.
Allah, yaratmış olduğu sayısız varlıklar içinde en mükemmel olarak insanı yarattığını belirtmiş 25 ve
yaratılış amacımızın, “ibadet etmek” olduğunu bildirmiştir. 26 ibadet, Allah’a gönülden yönelmek, boyun
eğmek ve itaat etmek demektir. Türkçe’de kullanılan “kulluk etmek” deyimi de aynı anlama gelmektedir.
İbadet, yaratıcı kudret karşısında boyun bükmenin zirvesi ve ona olan sevgimizin sonucu ve göstergesidir.
Öyleyse ibadet sadece Allah için yapılmalıdır. Gerçekten de bizi yoktan var eden Allah’tan başka, ibadete laik
hiçbir varlık yoktur. Bedenimizin gerekli gıdalara ihtiyacı olduğu gibi, ruhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır.
Ruhumuzun gıdası imanımız ve ibadetlerimizdir. İbadet, ruhumuzu yükseltir, bizi kötülüklerden sakındırır,
ahlakımızı olgunlaştırır, en değerli varlığımız olan imanımızı korur ve bize ebedi olan cenneti ve nimetlerini
kazandırır. Bu itibarla, bize sayılmayacak kadar nimetler veren Allah’a teşekkür etmemiz ve ibadetlerimizi seve
seve yapmamız gerekir. Burası da bir gerçektir ki, kul olarak bütün ibadetlere muhtaç olan biziz. Allah’ın bizim
ibadetlerimize asla ihtiyacı yoktur. İbadet, “kulluk ve tapınma” olarak anlaşılmıştır. Bu kavramın içinde
kamil manada “sevgi, korku ve boyun eğme” vardır; bu üç tavır ve duygunun birlikteliği ibadetin
temelini oluşturur. İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamışlardır, yani
terim anlamıyla ibadet, iradeye bağlı olmayan hareketler ve oluşlar gibi hasıl olmamakta; ilahi emri kul,
dünya hayatında bir imtihan olarak serbest iradesiyle yerine getirmekte veya ihmal etmektedir. Dünyanın bütün nimetleri ve imkanları insanın, insanca yalnız Allah’a kulluk ederek yaşaması için verilmiş
araçlardır. Bunları amaçlarına uygun olarak kullanmayanlar nimetin kıymetini bilmemiş ve israfa sapmış
olurlar. İnsanın sınırlı gücü ve iradesi her zaman maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya ve
kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan, hem de insanüstü güçlerden yardım istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir.
Fakat onların bu iki kaynaktan yardım istemek ve almak için tuttukları yollar, benimsedikleri sistem ve
usuller, ilahi irşada kulak aşmadıktan zamanlarda şirke ve bedbahtlığa düşmelerine neden olmuş;
dolayısıyla birçok batıl din ve işe yaramaz sistem ortaya çıkmıştır. Bu ayet, ibadet ederken ve yardım
isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermekte ve tevhidi, yani bir olan Allah’a ibadeti, sığınmayı
ve yönelmeyi getirmektedir. Ayet’te “ederim, dilerim” yerine “ederiz, dileriz” şeklinin seçilmiş
olması Tevhid ehli mü’minlerin bir bütün teşkil ettiklerini, bu nedenle “Sen ben değil, biz varız” ilkesi
doğrultusunda hareket etmelerini, fert-toplum arasındaki dengeyi korumalarını işaretlemektedir. Burada
“biz”i oluşturan bağ imandır, bir olan Allah’a kulluktur. Fatiha’nın bu ayeti, insana tam bir istiklal ve hürriyet
ruhu telkin etmektedir. Demek ki, hakiki bir mü’min, yalnız Allah’ına ibadet edecek ve yalnız O’ndan yardım
isteyecek, başka hiçbir kimsenin kulu kölesi olmayacaktır.
“Bizleri doğru yola ilet.” “Tariki müstakim” doğru yoldur. İnsanı dünyada ve ahirette selamet ve
saadete kavuşturacak olan her hangi bir şey demektir. Bu itibar ile Kur’an-ı Kerim’e, İslam dinine, sünnet ile
cemaate ve cennete girmeyi hak edenlerin yoluna sıratı müstakim denilmiştir. “Bizleri doğru yola ilet”, yani
25
26
Tin 95-4
Zariyat, 51-56
41
bizleri, hedefe ulaştırıcı doğru yolu tanımaya ve bu yolu tanıdıktan sonra onun sebatlı izleyicisi olmaya ve ondan
hiç ayrılmamaya muvaffak eyle demektir. Çünkü doğru yolu tanımak ve bu yolun kararlı izleyicisi olmak, bunların
her ikisi de Allah’ın hidayetinin, gözetiminin ve rahmetinin ürünü olduğu gibi, bu konuda Allah’a yönelmek de
yardım kaynağının yalnız Allah olduğu inancının doğal bir sonucudur. Mü’min kulun, hakkında Allah’tan yardım
dileyeceği ilk ve en önemli şey budur. Nedenine gelince, doğru yola iletilmiş olmak, bu yolu bulmak, kesinlikle
hem dünya ve hem de ahiret mutluluğunun garantisidir. Aslında bu yaklaşım, insan ile varlık bütününün, alemlerin
Rabbi olan Allah’a yönelik hareketlerini koordine eden genel ilahi kanuna insan fıtratının uyum sağlaması ve bu
genel ilkeyi algılayıp benimsemesi olayıdır.
“Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna
değil.”Müfessirlerin açıklamalarına göre kendilerine lütuf ve ihsanda bulunulan kimseler, Peygamberler ve
onların yolunda gidenlerdir. Gazaba uğramışların Yahudiler, sapmışların ise Hıristiyanlar olduğu rivayet edilmiştir.
Bununla beraber, doğru yoldan sapma ve Allah’ın gazabına uğrama, yalnızca Hıristiyan ve Yahudilere mahsus
değildir.O kendilerine nimet vermiş, kendilerine İslam’ı, zühd ve takvayı nasip etmiş olduğun kimselerin yoluna
ilet, hidayet et, onlar gibi biz de doğru yolu takibe muvaffak olalım, gazaba uğramışların, ilahi rahmetten
uzaklaştırılmış, şiddetli bir şekilde cezalandırılmış kimselerin ve sapmışların, doğru yolu, İslam yolunu bırakıp
çıkmaz yollara sapmış kimselerin yoluna değil.
“Dala!” ve dalalet de helak olmak, kaybolmak, doğru yoldan çıkmak, İnsanı İstediği şeye ulaştıracak
olan nesnenin yok olması ve istenen şeye kavuşturamayacak olan bir yola girmek demektir.
“Amin” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’den değildir. Fakat Fatiha suresinin sonunda bunu söylemek
Sünnet’tir. “Amin” kelimesi İbrahimi şeriatların ortak şiarıdır. Muhammedi davetin aynı ilahi kökten neşet ettiğinin
hoş bir belgesidir. “Amin”, onaylama, doğrulama, tasdik etmek, katılma ve evetleme anlamına gelir. Bu kelime, Ya
Rabbi! Bizden kabul et, dualarımızı kabul buyur manasını ifade eder.
Amin, “kabul et” manasına gelen bir İsm-i Fiil, yani fiil manasına gelen isimdir. Amin demeye de
te’min, yani emniyet hissi vermek denilir. Bu, Kur’an-ı Kerim nazmının bir parçası değildir. Bunun için Mushaf’a
yazılmaz. Bundan dolayı “Amin”, Sünnet ile sabittir. Hem imam ve hem de cemaat tarafından gizlice
yapılmalıdır. İmam gibi yalnız başına namaz kılan da gizlice söyler.
“Duamızı kabul buyur, böyle olsun, bizi eli boş çevirme” manasına gelen “amin” sözü, dilleri
ne olursa olsun bütün Müslümanların, hatta semavi din mensuplarının ortak ifadeleri haline gelmiştir. Bu cümle
Fatiha suresine dahil olmadığı gibi ayet de değildir. Bir çok Hadis’te Hz. Peygamber (s.a.v)’in Fatiha’dan sonra
“amin” dediği ve böyle denilmesini öğütlediği ifade edilmiştir.27 Namazda veya namaz dışında Fatiha’yı okuyan
veya dinleyen kimse, surenin sonunda “amin” deyince aynı zamanda melekelerin de “amin” dedikleri, hem
şehadet ve hem de gayb alemlerinde aynı anda dile getirilen bu duanın Allah tarafından kabul buyrulacağı
Hadislerde açıklanmıştır.28 Yine sahih hadisler, Fatiha sesli okunduğunda “amin” duasının da sesli yapılacağı
bilgisini getirdiği için fıkıh mezheplerinin çoğu bunu benimsemişlerdir.29 Hanefi mezhep mensuplarına göre bu
cümle namazda daima sessiz söylenir.30
İnsanlar maddi ve manevi hayatlarını düzenlerken doğrunun yanında yanlış da yapmışlar; hatalı, çıkmaz
ve saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Sapmanın ve yanılmanın baş sebebi, insanın kendisini yeterli sanması, bilgi
Müslim, Salat, 72-76
Buhari, Ezan, 112-113; Müslim, Salât, 72-76
29
Şevkani, “Neylü’l-Evtar”, II, 229-232
27
28
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez,
Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, “Kur’an Yolu”, I/11-12
30
42
ve güç almak için Allah’a yönelmeyi reddetmesidir. “Bize doğru yolu göster” duası aynı zamanda Rabb’in,
kullarına bir irşat ve uyarışıdır. Eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu görmesi ve bulması için bir
başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu talimatı verdiğine göre kula düşen, ilahi irşada kulak vermek, insani bilgi
ve kabiliyetlerini bu irşat doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması için, O'nun tarafından sağlanan
imkanları gerektiği gibi kullanmaktır. “Doğru yol”, yani sırat-ı müstakim İslam’dır. Allah’ın peygamberleri ile
kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslam’dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile
cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü... Ancak İslam’da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş,
kurulma yolları gösterilmiştir. Hadis’te yer alan bir örnekle açıklanacak olursa dosdoğru bir yol, yolun iki tarafında
iki duvar, duvarlarda açılmış perdeli kapılar ve yolun başında da bir çağıran var ve o, “Ey insanlar! Hepiniz
doğru yola giriniz, dağılıp parçalanmayınız!” diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmek
istediğinde, yukarıdan bir başka çağırıcı sesleniyor: “Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsan girer
gidersin!” 31 Bu örnekteki yol İslam’dır, duvarlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, kapılar haramlardır, yolun
başındaki çağıran Allah’ın kitabıdır, yukarıdaki çağıran ve uyaran, her mü’minin kalbindeki ilahi öğütçüdür.
Böylece İslam’da vahiy, vicdan ve akıl birlikte İşletilerek doğru yol bulunmaktadır.
Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir başka ölçüt ve delil daha
verilmektedir. İslam yalnızca Allah kitabında böyle buyurduğu için doğru yol değildir, aynı zamanda tarih boyunca
ilahi irşadı reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslam olduğunu göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu
arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu
bulanlarla sapanlar ve Allah’ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar. Tarihte
hem örnekler ve hem de ibretler vardır. Örnekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler ise
onlara cephe alan ve Allah’a meydan okuyanlarda görülmektedir. Bazı rivayetlerde sapanların
“Hıristiyanlar”, ilahi gazaba uğrayanların da “Yahudiler” olarak açıklanması,32 yalnızca zaman ve mekan
itibariyle yakın birer örnek olmalarından dolayıdır.
31
32
Müsned, IV, 182-183; Şevkani, I, 20
Müsnea, IV, 378; Tirmizi, “Tefsir”, 2
43
Fil Suresi-105 (19)
1- “Görmedin mi? Rabb’in ne yaptı Fil sahiplerine!”
2- “Onların tuzaklarını (tasarladıkları planlarını) boşa çıkarmadı mı?”
3- “Onların üzerlerine sürü sürü Ebabil kuşlarını gönderdi.”
4- “Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı.”
5- “Derken (sonunda) onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi kıldı.”
“(Ey Peygamber) Bilmez misin, senin Rabb’in fillerle Kabe’yi yıkmaya gelenlere
(Ebrehe ve ordusuna) neler etti?! Rabb’in onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
Onların üzerine pişmiş çamurdan taşlar atan kuş sürüleri göndermedi mi? Nihayet
Rabb’in onları adeta yenmiş/biçilmiş ekin yaprakları haline getirmedi mi?!”
Fil suresi adını, Ebrehe’nin (İbrahim) ordusunun başında bulunan Fil’den ve birinci ayette geçen “Fil”
kelimesinden almıştır. Kur’an-ı Kerim’de adını muhtevasındaki hayvanlardan alan 5 sure vardır. Bunlar Bakara,
Nahl, Ankebut, Neml ve Fil sureleridir. 5 ayet ve 23 kelimeden oluşan sure, Mekke’de inmiştir. Bütün veriler,
surenin iniş zamanının Peygamberliğin 2. yılına tekabül ettiğini gösterir. Kureyş ile bu sure arasında konu
bütünlüğü vardır. Hz. Peygamber(s.a.v)’in doğumundan elli gün önce meydana gelen Fil vakasından bahsettiği
için bu ismi almıştır. Mushaf’taki sıralamada, 105. iniş sırasına göre olan suredir.
Surede, Fil ordusu kıssası anlatılmaktadır. Yani, tarihi Fil Vakası üzerinden ahlaksız gücün ibretlik akıbetini
anlatır. İşgalci “Fil ordusu”, egemen gücün her çağda görülen örneğidir. “Güçlüyüm, o halde haklıyım”
mantığı ile hareket eder. Bu mantıkla hareket eden er-geç hüsrana uğrar. Kabe’yi yıkmak isteyen Yemen valisi,
44
Habeşistanlı komutan Ebrehe’nin Filler ile Mekke’ye hücumunu ve sonuçta ordusuyla birlikte yok olup gitmesini
konu almıştır. Fil suresi, adını bildiğimiz hayvan ismi olan Fil’den almıştır. Mekke döneminde Kabe’yi yıkmak
isteyenlere karşı uygulanan ilahi gücü konu etmektedir. Yemen kralı Ebrehe’nin fil ordusunu hazırlayarak Kabe’yi
yıkmak istemiştir. Ancak Allah, surede de belirttiği gibi, bu filleri yerle bir etmiştir. Surenin ilk ayetinde
“Görmedin mi Rabb’in fil sahiplerine ne yaptı?” cümlesi geçmektedir ve bu ayet sureyi özetler
biçimdedir. Fil tuzaklarının boşa çıkarılmasını ve Filler’in üstünden onlara taş atan kuşları konu edinmektedir.
Kabe’yi yıkmak için gelen bu filleri Allah tarafından gönderilen kuşlar, çamurdan sertleşmiş taşlar atmıştır. Bu
sayede, fil orduları daha fazla ilerleyemeyerek yerle bir olmuştur. Kabe de yıkılmaktan kurtulmuştur. Surenin son
ayetinde “Ve onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.” cümlesi savaşın Müslümanlar adına, zaferle
sonuçlandığını bildirmektedir. Fil suresi, bu savaş yönüyle diğer surelerden ayrılmaktadır. Allah’ın sınırsız gücü,
bu surede bir kez daha ortaya konmuştur. Her ne olursa olsun, Kabe’ye zarar verilemez. Böyle bir girişim olduğu
taktirde ise Allah, filleri kuşların attıkları çamurdan sertleşmiş taşlar ile yerle bir etmesini bilmiştir. Daha önce de
Allah, Firavun ve ordusunun planını aynı şekilde boşa çıkarmıştır.
Fil suresi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in doğduğu yıl, cereyan etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v)’in doğum yılı
olan Miladi 570 yılında meydana gelmiştir. Doğruluğuna işaret eden en büyük harikulade hadiselerdendir. Allah,
Kabe’yi bir olan Allah ve insanlık anıtı yapmak istemekte ve bunun için üzerine titremektedir.
Habeşliler, Yemen’i ele geçirince Ebrehe adındaki komutan buranın valisi olmuştu. O da diğer Habeşliler
gibi Hıristiyan’dı. Arabistan’ı yakından tanıdı. İdaresindeki halkın Hac ve ziyaret için Mekke’ye gittiklerini ve
Kabe’ye hürmet ettiklerini müşahede etti. Kabe’nin itibarını azaltmak ve itibar kazanarak halkı kendisine
meylettirmek için ondan daha cazip ve görkemli bir Kilise yapmaya karar verdi. Habeş kralının da yardımı ile kısa
sürede San’a şehrine görkemli bir Kilise yaptı. El-Kalis, (Kulleys) adını verdiği bu Kilise’yi altınlar ve gümüşler
ile süsledi. Çevreye haber göndererek halkı Kabe yerine Kulleys’i ziyaret etmeye çağırdıysa da bu çağrı kabul
görmedi. Hatta bir gece Kulleys’e gizlice giren bir adam hakaret olsun diye Kilise’nin içine pisledi. Bu duruma son
derece öfkelen Ebrehe, Kabe’yi yakmaya ve taş üstünde taş bırakmamaya yemin etti.
M.570 veya 571 tarihinde Ebrehe 60.000 kişilik kalabalık bir ordu ve 13 Fil ile Mekke’ye doğru yola
çıktı. Taif’e geldiği zaman adamlarının bir kaçını keşif için ileri gönderdi. Onlarda Mekkelilere ait hayvan sürülerini
önlerine katıp getirdiler. Bu hayvanlar arasında Hz. Peygamber (s.a.v)’in dedesi olan Abdülmüttalip’in de iki yüz
devesi bulunuyordu. Abdülmuttalip yanına birkaç kişi alarak Ebrehe’ye gitti. Gelen kişinin boylu poslu, iri yapılı,
heybetli biri olduğunu gören Ebrehe, ona büyük hürmet gösterdi. Ebrehe, tercümanı aracılığı ile Abdülmuttalip’e
sordu. “Ne için geldin?” Abdülmuttalip, develeri için geldiğini bildirince Ebrehe: Ben de seni büyük bir zat
sanmıştım. Senin dinine ve ceddine ait olan Kabe’yi yıkmaya gelmişken, sen develerden
bahsediyorsun dedi.” Abdülmuttalib: “Ben develerin sahibiyim. Develeri isterim. Kabe’nin sahibi
var. Onu koruyacak olan odur cevabını verdi.” Ebrehe: “Bana karşı onu koruyacak olan kimse
yok” deyince Abdülmuttalip: “Orası beni ilgilendirmez. İşte sen, işte o!’’dedi. Bu konuşmadan sonra
Ebrehe develerin verilmesini emretti. Abdülmuttalip, develerin alıp Mekke’ye geri döndü. Başına toplanan ahaliye,
“Bu evin sahibi onu korur, korkmayınız’’ diye teselli verdi ve halkın dağlara çıkmasını emretti. Kendisi de
Kabe’ye gidip şöyle dua etti: “Allah’ım! Kul malını, evini, ehlini korur. Sen de bu evini, kendi ehlini
haçlı ordusuna karşı koru. Onların haçlı kuvvetleri senin kuvvetine asla galip gelemeyecektir.
Onlar cahilliklerinden senin haremine karşı yürüdüler, senin büyüklüğünü düşünemediler.”
Abdülmuttalip bu şekilde Allah’a ağladı. Sonra dağa çekilip Hıristiyan Habeş ordusunun akıbetini beklemeye
başladılar.
45
Ebrehe, 17 Muharrem Pazar günü sabahı ordusunu düzenleyip askerin önüne Mamud adı verilen
meşhur Fil’i koyarak Mekke’ye doğru yürümeye başladı. Mekke’ye yaklaşıp içeri girmeye hazırlanırken, o meşhur
Fil aniden çöküverdi. Ne yaptılarsa Fil’i yerinden kaldıramadılar. Fil’in yönü başka tarafa çevrilince koşarak o
tarafa gidiyor, fakat Mekke’ye çevrilince yere çöküyordu. Onlar Fil ile çekişmekte iken, deniz tarafından aniden
çıkan Ebabil kuşlarının hücumuna uğradılar. Dağ kırlangıçları adı verilen bu hayvanlar, ağızlarında bir tane ve
ayaklarında iki tane olmak üzere mercimekten büyük ve nohuttan küçük kızgın taşlar yüklenmişlerdi. Kibirli
Ebrehe ve kalabalık ordusu, büyük bir paniğe kapılmış, bir o yana bir bu yana kaçışmaya başlamışlardı. Habeş
ordusunun çoğunluğu, üzerlerine düşen kızgın taşlardan helak olmuşlardı. Düşe kalka Yemen’e varanlar da çok
geçmeden orada ölüyorlardı. Ebrehe ise yaralanmış, vücudu parça parça dökülmeye başlamıştı. O halde bir ibret
olmak üzere Yemen’e varmış ve sonunda bedeni küçücük kalmış, kalbi parçalanarak can vermişti. Meşhur Fil sağ
kalmıştı. Fakat gözü görmüyor ve ayakları tutmuyordu. Habeş ordusundan kalan cenaze artıkları, Allah tarafından
gönderilen bir sel ile temizlenmişti. Araplar, bu hadisenin meydana geldiği seneye “Fil senesi” adını verdiler.
İşte Fil suresi, bu ibret verici kıssayı haber vererek din düşmanlarını sakındırmakta ve Allah’ın kudretini gözler
önüne sermektedir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v)’i teselli ederek, Allah’ın mukaddes kıldığı Kabe’ye saldıranların
helak olduğu gibi, Allah’ın alemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberine ve onun tebliğ ettiği dine
saldıranların da helak olacağını bildirmektedir.
Saldırganların yok edilişi bir “mucize olay”dır, sıradan ve tesadüfen meydana gelmiş bir olay değildir.
Olay, o günkü şekliyle anlaşılmak istendiğinde, Allah’ın “beyti/evim” dediği Kabe’nin himayesini müşriklere
bırakmadığı, evini savunmak için olaya bizzat el koyduğu görülür. Böylece Allah, sonsuz güç ve kudretiyle hem
Kabe’yi ve hem de kısa bir süre sonra alemlere rahmet olarak göndereceği ahir zaman Peygamberinin doğacağı
şehri düşman taarruzundan korumuştur. Yine bu olay göstermiştir ki, Allah, ehlikitap olan Ebrehe ve ordusu için
Allah’ın kutsal evini yıkmayı ve kutsal yurda hakim olmayı takdir etmemiştir. Fil suresinde anlatılan bu kıssayı
ibretle düşünmek gerekir. Tarihte ve günümüzde birçok İslam düşmanı Allah’ın dinine tuzak kurmak için çalışıp
durmaktadır. Ne var ki Allah, geçmişte mü’min kullarının bu tuzakları bozmakta aciz kalmaları halinde nasıl o
zalimleri kendi tuzakları içinde bozguna uğrattıysa, her zaman da uğratabilir. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Prof. Dr. Seyyid Kutup, “Fizilal’il-Kur’an” adlı tefsirinde, “kainatta bulunan bütün kuvvetler,
Allah’ın kuvveti karşısında boyun eğerler. Allah’ın evini yıkmak isteyen bu zalime karşı da Allah, çiçek ve kızamık
mikroplarını taşıyan uçucu varlıklarını gönderdi. Hem o zalimi ve hem de onun kavmini Mekke’ye daha girmeden
helak etti. Bu surenin tefsirinde güvenilecek yegane rivayet budur. Bunun dışında da anlatılanların kabule şayan
olmadığını” söylemektedir. Ayrıca Allah’ın emrinin alışılmayan bir harika şeklinde tecelli ettiğine kanıyız diyor ve
Allah’ın insanlar tarafından bilinmeyen “Ebabil” kuşlarını göndermiş ve bunların taşıdıkları taşlar bizim
bilmediğimiz tarzda isabet ettiği kimsenin vücudunda büyük tesirler icra ettiğini, bu arada gerek kuşların ve
gerekse taşların hamcı ve şekli ile alakalı rivayetleri kabul etme ihtiyacında olmadığımızı, çünkü bu nevi
rivayetlere mübalağanın haddinden fazla karıştığını görüyoruz” demektedir.
“(Ey Muhammed! Kabe’yi yıkmaya gelen) Fil sahiplerine Rabb’inin ne ettiğini görmedin
mi?” Ey Habibim! Görmedin mi, yani görmüş gibi bilmedin mi? Yani elbette Rabb’inin Fil sahiplerine, Kabe’yi
yıkmak isteyen o zalim kavme neler yaptığını Allah’ın bildirmesi ile bildin. Gözünde canlandırabilir misin Rabb’inin
Fil ordusuna nasıl muamele ettiğini? Burada muhatap Hz. Peygamber (s.a.v) olduğu görülse de aslında muhatap
Kureyşlilerdir. Aynı zamanda Arabistan’da bulunan ve bu olayı gören herkestir. Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde
“Görmedin mi?” anlamındaki kelime geçmektedir. Buna da bütün insanlar muhataptır. Bu olay Mekke’den
Yemen’e kadar genişliği olan bir kıssadır. Bütün Arabistan bu olayı kendi gözleri ile görmüş ve duymuştur. Burada
46
Allah, Ehl-i Fil’in kim olduğunu nereden geldiklerini ve ne amaçla geldiklerini açıklamıştır. Ayette, aslında
bilinmeyen bir durumu bildirmek için değil, bildirdiklerini hatırlatmak için soru soruluyor ve bunun gerisindeki
manayı açıklamak istiyor. Ayet, takriri bir soru şeklinde devam ediyor.
“Onların tuzaklarını (tasarladıkları planlarını) boşa çıkarmadı mı?” O kudreti sonsuz olan
Alemlerin Rabbi, o Fil sahiplerinin kurdukları tuzağa, onların Kabe hakkında aldıkları yıkma kararını bozgunluk
içinde bırakmadın mı? Yani, “Tıpkı yolunu şaşırıp aradığına ulaşamayan insan gibi, onların düzenlerinin yönünü
şaşırtmadı mı? Hedefinden ve amacından saptırmadı mı?” Başlarına geçirmedi mi onların ince tasarlanmış
haince hilesini? Ebrehe’nin Filleri ile Kabe’yi yıkmaya gelmesi gizli değildir. Fakat Habeşistanlıların gizli amacı
Kabe’nin yıkılması ile birlikte Kureyş’ı ezmekti. Böylece Güney Arabistan’dan Şam ve Mısır’a uzanan ticaret
yolunu ele geçirmek istiyorlardı ki, bu durum gizli bir düşünce idi. Bu gizli düşünce ve amaçlarını elde etmek için
onları başarısız kılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in Mü’min suresinin 25. ayetinde “Kafirlerin tuzağı hep boşa
çıkar” buyurmaktadır. Bu ilahi kelamın doğruluğu burada da tekrar zikredilmektedir.
Burada Kureyş’e, güçlü olan Ashab-ı Fil’e karşı aciz kaldıkları bir sırada Kabe’yi koruyup himaye eden
Allah’ın bu nimeti hatırlatılmaktadır. Başka bir ifade ile daha önce kendi evine saldırmak isteyenleri ezip geçen
Allah’ın, elçisine ve inanmış azınlığa karşı kendi güçleri ile gururlananları da ezip geçeceği ihtar edilmektedir
“Onların üzerine, sert taşlar atan (sürülerle) Ebabil kuşlarını gönderdi.” Ebabil kelimesi
Urduca’da bir kuş için kullanılır. Oysa bu kelime Araplar’da çeşitli yönlerden gelen sürüler anlamına
gelmektedir. Bu sürüler hayvan da insan da olabilir. Evet, Allah o Fil sahiplerini cezalandırmak için, onların
üzerlerine bölük bölük Ebabil kuşlarını gönderdi. En iri hayvan olan Fil, büyük ama haksız olanı, Ebabil ise
küçük, ama haklı olanı temsil eder. Allah, tek ve en gerçek büyüktür. Sonuç olarak, güce tapınan her ahlaksız güç
er ya da geç gazaba uğrar ve helak olur.
Mısırlı müfessir Muhammed Abduh ve arkadaşları ise, 3. ayetteki tayr, yani uçanlar sözcüğünün, mikrop
taşıyan sivrisinekler olduğunu ve bu küçük canlıların Habeşli askerler üzerine mikrop saçmış olabileceklerini ileri
sürmüşlerdir. Yani Ebabil kuşlarının attığı taşlar, mikrobu sembolize etmektedir. Bu kanaatlerine göre, sağ kalan
askerler arasında çiçek ve veba gibi hastalıkların baş göstermiş olduğunu kaydeden tarihi belgeleri delil olarak
göstermişlerdir. İbn-i Hişam, bu olaydan sonra ilk defa bu bölgede çiçek ve kızamık hastalıklarının görüldüğünü
nakleder.33
“O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu.” O kuşlar, onların
üzerine “siccil’den” yani çamurdan yapılmış pişirilerek sertleştirilmiş (taş anlamına gelen) taşları atıyorlardı.
Kur’an-ı Kerim’de Hud suresi 82. ayette, Hicr suresi 74. ayette ve Zariyat suresi 33. ayette bu taşlardan
bahsedilmektedir. Ayrıca Lut kavmi üzerine yağmur gibi yağan taşlar da buna benzemektedir. Herhangi birinin
başına isabet eden taş parçası, o kimsenin ayağından çıkarak öldürüyor veya bir hastalığa uğratarak helakine
sebep veriyordu.
33
İbn Hişam, “es-Sirat’ün-Nebeviyye”, Kahire 1955, I-II, 43-62
47
İkrime, İbn Abbas’tan: “O taşlar herhangi birinin üzerine düştüğünde orada bir kabarcık meydana geliyor ve
bu sebeple çiçek hastalığına benzer bir hastalık meydana geliyordu. Bu taşların en küçüğü mercimek, en büyüğü
ise nohut kadardı.” 34
“Böylece Allah, onları, yenilmiş ekin gibi yaptı.” Allah, Kabe’ye düşmanlık gösteren o hain
topluluğu yenilip çiğnenmiş ekinler gibi kıldı. Hepsi de kutsal değerlere düşmanlığın sonucunda darmadağın
olarak Allah’ın kahrına uğramış oldular.
34
Razi, “el Mefatih’ul Gayb”, s. 73
48
Kureyş Suresi-106 (29)
1- (Hiç değilse kendilerini) Kureyş’i bir araya getirip anlaştırdığı,”
2- “Yaz ve kış yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu ya da başkalarıyla) ısındırıp
yaklaştırdığı için,”
3- “Şu ev (Kabe)’in Rabb’ine kulluk etsinler.”
4- Ki O, kendilerini açlıktan
(kurtarıp) doyuran ve onları korkudan güvenliğe
kavuşturandır.”
“Mademki Allah (Kabe’yi korudu) ve böylece Kureyş kabilesine bir takım imkanlar lütfetti!
Nitekim bu sayede Kureyş kış ve yaz mevsimlerinde ticari seferlerine güven içinde devam etti.
Şu halde Kureyşliler de bu Kabe’nin Rabb’i Allah’ı layıkıyla tanıyıp O’na kulak/ibadet
etmelidirler. Zira Allah (Kabe, hac ve ticaret vesilesiyle) onların aç kalmamalarını
sağlamış,(Mekke’nin kutsallığı vesilesiyle de kendilerine haydut ve eşkıya) korkusu
yaşatmamıştır.”
Kureyş suresi, adını Kur’an-ı Kerim’de geçtiği tek yer olan ilk ayetinden almaktadır. Kureyş, Mekke ve
civarındaki ikamet eden kabilelerin ortak adıdır. Sure Mekke’de nazil oldu, 4 ayettir.. Fil suresi gibi, burada da ilk
muhataplara Allah’ın kendilerine verdiği özel nimetleri hatırlatır. Zira Mekke’nin sakini olan Kureyş kabilesi, her
şeyini canlı bir tanık gibi karşılarında duran Beyt’e (Beytullah) borçludur.
İşte Allah bir önceki surede Fil olayındaki ihsanını hatırlattığı gibi burada da kışın ve yazın yaptıkları
seyahat nimetini ve burada elde ettikleri bol kazançları hatırlatıyor. Yaşadıkları yerler çorak ve verimsiz arazilerdi.
49
Ama Allah onları kendi lütfuyla rahatça geçindiriyor. İster evlerinin yanındaki Mekke’de olsun ve isterse ticaret için
yaptıkları seyahatlerde olsun korkudan emin olarak yaşattığını hatırlatıyor. Bu emniyetleri Allah’ın her türlü
tecavüzden koruduğu bu mübarek evin emniyetinden ileri gelmektedir.
Kureyş, Arapların en asil kabilesi ve Hz. Peygamber (s.a.v) de bu kabileden idi. Çevredeki kabileler ve
devletler, Kureyş ile olan ilişkilerinden dolayı onlara ülfet ilişkisi sahipleri anlamına gelen “Ashab-ı İlaf”
diyordu. Kureyş’in ulaştığı kültür ve seviye çevredeki diğer kabilelerden çok üstün olmuştu. Kureyşlilerde okuma –
yazma oranı diğer kabilelerden yüksekti. Bu surede Allah, Kabe yüzünden Kureyş’in gördüğü bu nimetlere ve
bunlara karşı nankörlük etmenin büyük bir ceza ve felaketle karşılaşacağına işaret ettikten sonra, “Öyle ise
aklınızı başınıza alın da sizi bu mukaddes evin hürmetine felaketlerden kurtaran, açlıktan
koruyan, korkulardan emin kılan bir olan Allah’a ibadet ve kulluk edin, putlara tapmayın,
Allah’ın size verdiği bu kadar nimete karşı nankörlük etmeyin”35 buyurmaktadır. Bu surede şunu da
anlıyoruz ki, gördüğü nimetlere ve iyiliklere karşı nankörlük etmek insanlığa yakışmayan en bayağı bir şeydir.
Kıymeti bilinmeyen nimet de zaman içinde elden çıkar. Allah’ın bu Ev’i, dolayısıyla kendilerine ve açlıktan
kurtararak refah nasip ettiğini gördüklerine göre, Kureyş’e sadece bu Ev’in Rabb’ine ibadet etmeleri gerektiğini
anlatmıştır. Bu Ev’den kasıt Kabe’dir. Allah’ın buna işaret etmesinin anlamı, Kureyş’e verilen nimetlerin bu Ev
dolayısıyla olmasıdır. Kureyşliler taptıkları 360 putun gerçekte kendilerinin Rabb’i olmadığını kabul ediyorlardı.
Bu sure, ticaretin Kureyş için ne denli hayati bir öneme haiz olduğu bilinmeden asla anlaşılamaz. Sure bu
gerçeği hatırlatmaktadır. Allah, Kabe anıtının etrafında insanlığın toplanmasını istemektedir. Bu iş için
birleştirecek ve toplayacak öncü bir güç, yani Kureyş gerekmektedir. Yani artık her çağda birleştirip toplayan
kimse, Kureyş olacaktır. Kulluğu Beyt’e değil, Beyt’in Rabb’ine etmesi istenmektedir. Yani ekmeğe değil, ekmeğin
sahibine teşekkür etsinler şeklinde anlaşılmalıdır.
35
Kureyş, 106/1
50
Maun Suresi-107 (17)
1- “(Ey Muhammed!) Dini yalan sayanı gördün mü?”
2- “İşte o, yetimi itip kakar.”
3- ”Yoksulu doyurmaya hiç teşvik etmez.”
4- “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,
5- “Onlar namazlarını ciddiye almazlar.”
6- “Onlar gösteriş yapanlardır.”
7- “ Ve ufacık bir yardıma (veya Zekat’a) da mani olurlar.”
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------“(Ey Peygamber!) Görüyorsun değil mi, hesap gününü yalan sayan şu adamı?! İşte o, yetimi
horlar, itip kakar; fakir-fukarayı doyurmaz, bu hususta bir başkasını teşvike bile yanaşmaz.
(Ama kendince ibadetten de geri kalmaz.) Yazıklar olsun böyle ibadet edenlere!”
Bu surede insanlar, yaptıkları iyilik veya kötülüğün karşılığı olarak mükafat veya ceza görecekleri özetle
ifade edilmektedir. Sure adını, Kur’an-ı Kerim’de geçtiği tek yer olan son ayetinden alır. Ma’un kelimesi “azlık”
bildirir. Çoğundan azını temsil ettiği için zekat ve sadakaya da Ma’un denmiştir. Sure Mekke’de nazil olmuştur.
Ma’un suresi, ikinci yılın ilk yarısına tarihlenebilir. Konu itibariyle, kendisinden önce indirilen Tekasür suresinin bir
devamı niteliğindedir. Sure 7 ayettir. Bu surede ayet sayısı, Kufe kıraat okuluna göredir. Diğer tüm okular sureyi 6
ayet saymışlardır. Sure 23 kelimeden müteşekkildir.
Surenin konusu, bireysel ibadetle toplumsal yükümlülük arasındaki kopmaz ilişkidir. Kulun Allah ve toplumla
olan ilişkilerinin parçalanamazlığı işlenir. Zimnen söylenen şudur: Yetimi gözetmekle ibadetin arasını ayırmak,
“Allaha karşı borçluluk bilnci” anlamındaki dini yalanlamaktır. Din’de samimi olan bu öncü güç, dini
yalanlayanlarla mücadele etmeli, öksüzlere sahip çıkmalı, yoksulların sesi ve kimsesizlerin kimsesi olmalıdır.
51
Gösteriş dindarlığından uzak durmalı ve yüreğini ortaya koymalıdır. Dini yalan saymanın biri sosyo-ekonomik,
diğeri ise bireysel-psikolojik olmak üzere iki göstergesi vardır. Bunlar: Riyakarlık, özellikle namaz aktörlüğü ve
nimetleri başkaları ile paylaşmamak, özellikle zayıf ve yoksul insanları nimetten mahrum bırakmaktır.
Yedi ayetlik surenin ilk üç ayeti insanın diğer insanlarla, sonraki üç ayeti insanın Allah ile ilişkisine dairdir.
Özet olarak Tevhid ile adalet dinin iki kanadıdır. Bunlardan biri kırıldığında, diğeri işlevini ifa edemez. Bu sure,
insanlara karşı sorumluluğun Allah’a karşı sorumluluktan ayrı düşünülmemesi gerektiğini telkin eder. Eğer kişi
insanlara olan yükümlülüklerini yerine getirmiyorsa, ibadet bir gösteriden ibaret kalır. Bunun anlamı, ibadetler
Allah ile kul arasında gerçekleşiyorsa da ibadetlerin amacı kulun diğer insanlarla ilişkilerine yansımak zorundadır.
Zira ibadetin yararı Allah’a değil, insanadır. Zaten ibadetin meyvesi de budur. Ayetlerde ahireti yalanlayan
kafirlerin durumu açıklanırken, Müslüman görünen münafıkların kalben ahireti, ceza ve hesap gününü,
yaptıklarının hesabını verecekleri yalanlamalar izah edilmektedir. Kısaca iki tip grubun amel şekli anlatılmıştır.
Surenin amacı, İslam dininin ahlaki önemini açıklamaktır. Ahireti inkar eden insanda ne gibi bir karakter meydana
geleceğini düşünmeye davet etmektir. Aynı zamanda da ahirete inananların ahlaki önemini anlamaya çalışmayan
ve bu akideyi yalanlayanların ne biçim insanlar olduklarını öğrenmeye teşvik etmek içindir. Surede amaç, ahreti
inkar eden bir kimsenin başkalarına böyle küçük fedakarlıkları bile göstermeyecek kadar küçük kalpli olduğunu
vurgulamıştır.
Surede namaz kılarken gafil davrananlardan bahsedilmekte ve hatta yerilmektedir. Bunların namaz kılıp
kılmamaları fark etmez. Bazen kılar ve bazen de kılmazlar. Kılarken de tam son vakitte kılarlar. Vakit bitmek
üzere iken formalite gereği namazı çabuk çabuk yerine getirirler. Namazı isteksiz kalkarlar. Namazı kılmaları, bir
zorunlu görevi yerine getirme düşüncesi ile olur. Namazda elbiseleri ile oynarlar ve esnerler. Namazlarının Allah’ı
anmakla ilgisi yoktur. Namaz boyunca ne okuduklarını hissetmezler, okurken de kalpleri başka yerdedir. Namazı
çabuk çabuk kılar, ruku ve secdeyi doğru dürüst yapmazlar. Namazı sadece bir şekil olarak eda eder ve
kurtulurlar. Çünkü istenen namazın edası değil, gerçek namaz kılmaktır. Bu ise ancak onun hakikatini yaşamak
ve yalnız Allah için kılmakla olur. Bu nedenle namazlarını gaflet içerisinde kılan o kişilerin ruhunda namaz tesirini
gösteremez. Allah’ın biz insanlardan kılmamızı istediği namaz, huşu içinde ve istekle yapılmalıdır. Böylesi bir
ibadet günlük hayatımızda, yaşamımıza olumlu yönde etki eder ve yön verir. Kur’an-ı Kerim’de münafıkların hali
açıklanırken, “Namaza kalktıklarında üşenerek kalkar ve gösteriş için namaz kılarlar. Allah’ı çok
az zikrederler.” 36 buyrulmaktadır.
Yedi kısa ayetten meydana gelen bu sure küfür ve iman konusunda geçerli olan anlayışı kökünden
değiştirebilecek güçte büyük gerçekleri ele almaktadır. Bu din gösteriş ve şekil dini değildir. İbadet ve
hareketlerden samimiyetle yapılmayan ve bu samimiyetin tesirini kalplere sızdırarak salih amel şeklinde
gerçekleştirmeyen, yeryüzünde yaşayanların hayatı için faydalı bir yöne sevk etmeyen zahiri ibadetlerle işi
bitiremez. Ayrıca bu din birbirinden ayrı parça bölük bir din değildir. İnsanın, onun hükümlerinden bir kısmını
yapıp bir kısmını yapmadan görevini yapmış sayılmaz. Bu din düzenli ve mükemmel bir nizamdır. İbadet ve
sorumlulukları iç içedir. Ferdi ve sosyal içerikli emirleri birbirini destekler. Hepsinin de amacı insanları yüce bir
hedefe yöneltmektir. Dinin gerçek manada tasdiki dille söylenen bir laf değildir. Bilakis o kalpte yerleşen bir
kuvvettir. Allah insanların söz söylemelerini değil, söylediklerini doğrulayan ameller yapmalarını ister. Aksi
takdirde söz boştur ve değersizdir.
36
Nisa, 4/142
52
Kevser Suresi-108 (15)
1- “(Ey Muhammed!) Doğrusu sana pek çok Kevser’i (nimet) vermişizdir.”
2- “Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes.”
3- “Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.”
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------“(Ey Peygamber sana soyu kesik diyorlar.) Oysa biz sana Kevser’i verdik; (vahiy, Peygamberlik
gibi) birçok büyük nimet lütfettik. Öyleyse, sen de (müşriklerin aksine) sırf Rabb’ine ibadet et ve
ellerini göğsüne kaldırıp tekbirle O’nun şanını yücelt.”
Kevser suresi Mekke’de inmiştir. Sure 3 ayettir. Kelime sayısı 10’dur. Sure Hz. Peygamber (s.a.v)’e
hastır. Allah, bu surede Hz. Peygamber (s.a.v)’i teselli ediyor. O’na iyilik vaadinde bulunuyor. Düşmanlarının
kökünün kesileceğini bildirerek kendisini şükür yoluna sevk ediyor. Kevser, Kur’an-ı Kerim’in lafız bakımından en
kısa suresi olsa da, mana bakımından çok geniş ve anlamı en derin olanlarından birsidir. Kevser kelimesi,
“sınırsız bolluk” anlamındadır. Ama burada kullanış biçimi sadece bu değil, aynı zamanda hayr, iyilik ve
nimette bolluk anlamı taşır. Kevser’den murat, iki büyük nimettir. Allah, bunları Hz. Peygamber (s.a.v)’e ahirette
verecektir. Bunların büyüklüğünü ve mahiyetini anlamamıza imkan yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v)’in açıklamasına
göre, kıyamet günü mahşer meydanında Hz. Peygamber (s.a.v)’e verilecek bir Kevser havuzudur. Diğeri ise
cennette verilecek olan bir Kevser nehridir.
Kevser suresi ağır şartlar altında nazil oldu. Bazı sureler gibi muhatabını motive eden bir muhtevaya
sahiptir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in ümidini tahrik eder, manevi kuvvetini yükseltir. Hz. Peygamber (s.a.v)’e teselli
verilerek, muhaliflerin helak olacakları önceden haber verildi. Bu zor şartlarda Hz. Peygamber (s.a.v)’e Kevser
müjdesini vermek için bu sure nazil oldu. Bu hayırlı nimet sayesinde Abdulmuttalib’in yetimi Hz. Muhammed
(s.a.v), “Alemlere rahmet” olmuştur. Bunu yapan da Alemlerin Rabbi Allah’tır. O halde, Alemlerin Rabb’ine
şükür gerekir ve şükrün en büyüğü, ibadeti ona tahsis etmektir.
Mevcut yeri itibariyle sure Peygamberliğin 2. yılının sonuna yerleştirilebilir. Surenin 3. ayeti Hz.
Peygamber (s.a.v)’e kin ve nefret besleyen bir zümrenin varlığına delalet eder. Buradan, daha Peygamberliğin
erken döneminde Hz. Peygamber (s.a.v)’e içten içe kin besleyen birilerinin varlığı anlaşılmaktadır. “Çok hayır,
bol ikram, nimet sağanağı” anlamına gelen adını ilk ayetinden alır. El-Kevser, “Çok hayır” manasına
53
gelen bir isimdir. Kevser, bitmek tükenmek bilmeyen saadet ve hayır kaynağıdır. Kevser, geçtiği her yere,
kupkuru bir çöl dahi olsa, taze bir hayat sağlayan, oranın kısırlığını, yoksulluğunu feyiz ve berekete çeviren
Cennet ırmağıdır. Kevser’i “Cennet’te Hz. Peygamber (s.a.v)’e has billurdan bir havuz” olarak
yorumlayanların yanında, Hz. Peygamber (s.a.v)’in nesli, sahabesi, ümmeti, ümmetinin alimleri, cennette bir
ırmak, Tevhid akidesi, İslam, fazilet, övülmüş makam, Muhammedi şeriatın sadeliği, Kur’an-ı Kerim, Kur’an-ı
Kerim’in kolay anlaşılması, Hz. Peygamber (s.a.v)’e has bir nur” gibi birçok manaya yoranlar vardır. Kur’an-ı
Kerim’de Kevser kelimesinin kullanıldığı tek yer burasıdır. Samimi mü’minlerin hareketlerine karşılık, Allah’ın bol
nimetleri olan Kevser üzerlerine yağacak, başlangıçta az da olsalar kısa sürede milyonların peşlerinden geldiğini
göreceklerdir.
Kur’an-ı Kerim’de kurban konusunun ele alındığı ve gerekçelerinin gösterildiği ilahi açıklama, Kevser
suresinde yer almaktadır. Bu yüzden, hemen bütün müfessirler, kurban ile ilgili birçok bilgiyi Kevser suresini
açıklarken vermektedirler.
Şüphesiz ki, iman, hak ve hayır “ebter” olmaz. Çünkü onun kökü derinlerdedir, dalları yaygındır.
“Ebter” olan ne kadar parıldasa da ve ne kadar süslense da küfürdür, batıldır ve kötülüktür. Kesinlikle Allah’ın
ölçüsü, insanların ölçüsünden farklıdır. Ne var ki, insanlar aldanıyorlar, gurura kapılıyorlar ve kendi ölçülerinin,
meselelerin hakikatini tayin edeceğini sanıyorlar. İşte önümüzde bu ebediyen sönmeyen hakikati ifade eden
sözdür. Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında o iğrenç sözleri söyleyenler, onu kitlelerin kalbine yerleştirmek
isteyenler, böylece Hz. Peygamber (s.a.v)’e karşı çıktıklarını ve yolunu kestiklerini sananlar şimdi nerededir?
Muhakkak ki, Allah’a, hakka ve hayra davet eden “ebter” olmaz. Bunu yapanlar zürriyetsiz olmazlar. Çünkü
onlar ezelden ebede kadar baki ve sonsuz olan Allah’a bağlıdırlar. Ancak “ebter”, küfürdür, batıldır ve şerdir.
54
Kafirun Suresi-109 (18)
1- “(Ey Muhammed!) De ki: “Ey Kafirler!
2- “Ben sizin kulluk ettiklerinize (tapmakta olduklarımıza) kulluk etmem (tapmam).”
3- “Siz de benim kulluk ettiğime (taptığıma) kulluk edecek değilsiniz.”
4- “Ben sizin kulluk ettiklerinize (taptıklarınıza) kulluk edecek değilim.”
5- “Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.”
6- “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”
“(Ey Peygamber!) De ki: Ey kafirlikte direnenler! Ben sizin ibadet ettiğiniz şeylere asla ibadet
etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz. Bakın, ben sizin ibadet ettiğiniz şeylere
asla ibadet edecek değilim. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Şu halde, sizin
dininiz/inancınız size, benim dinim/inancım da bana!”
Bu sureye, Kafirun suresi denir. kafirun, kafir kelimesinin çoğuludur. “De ki” emri Hz Peygamber
(s.a.v)’e hitaptır. Sure, Mekke’de nazil olmuştur. Adını ilk ayetinden alır. Sure 6 ayettir ve kelime sayısı 28’dir.
Kefere fiili, “örttü” manasına gelir. Küfür hakikatin üstünü örtmektir. Yine küfür, vicdanların üzerini örterek onun
sesini bastırmaktır. Yine küfür, nimetin üzerini örterek nankörlük yapmaktır. Buradaki “kafirler” kelimesi,
kafirlere hakaret olsun diye değil, bu gerçeği ifade etmek için kullanılmıştır. “Ey kafirler” denilmiştir. “Ey
müşrikler” denilmemiştir. Bu nedenle ayetin muhatabı yalnız müşrikler değil, Hz Peygamber (s.a.v)’i Allah’ın
Peygamberi olarak kabul etmeyen ve getirdiği talimatın Allah’tan olduğunu reddeden herkestir. Surenin konusu
İslam akidesinin temeli olan Tevhid’dir. Bu sure İhlas ile birlikte Kelime-i Tevhid’in tefsiri niteliğindedir. “La
55
ilahe’yi” Kafirun suresi, “İllallah’ı” ise İhlas suresi tefsir ve temsil eder. Ana fikir olarak, imanda asla pazarlık
olmaz. Yani pazarlık olan yerde iman olmaz. Sure, bir imanda kararlılık ve sebat suresidir. Aynı zamanda, Kur’anı Kerim’in ilk muhatabını inşa örneklerinin de başında gelir. Aynı zamanda her yer ve zamanda yaşayan tavizsiz
iman sahiplerinin dünyanın tüm kafirlerine manifesto niteliğinde cevabıdır.
Bu surenin inmesinde sonra kafirler tamamen ümitlerini kestiler, ona ve ashabına eziyet etmeye işte o
zaman başladılar. Bu sure Mekke döneminin kırılma noktalarından birisidir. Suskunluk ve alay dönemlerinin
ardından bu sure ile baskı dönemi başlamıştır. Ancak asla taviz verilmemiştir. Bu gün de Müslümanlar, çağın
egemen paradigmalarına esastan karşı çıkarak, insanlığın vicdanını harekete geçirerek başlamalı ve zalim
egemenlerle asla uzlaşmamalıdırlar. “Sizin dininiz size, bizim dinimiz ise bize” demelidirler. Surenin
sonundaki bu ayette buyrulan, müşriklere bir mütareke yapmak değil, onlara tam bir meydan okunmaktır. Çünkü
Tevhid ayrı bir yoldur ve şirk ayrı bir yoldur. İkisi asla birleşmez. Tevhid insanı varlıklarla birlikte Allah’a yönelten
eşi ve benzeri bulunmayan Rabb’e tevcih eden bir yoldur. Bu kesin ayrılık hem davet edenler için ve hem de
davet olunanlar için zaruriydi. Bu nedenle surede red üzerine red var. Kesinlikle ve yine kesinlikle, tekid üzerine
tekid var.
Bu sure, dini bakımdan hoşgörü konusuna açıklık getirmek için nazil olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre,
diğer dinlerin de doğru olabileceği ihtimali telkin etmek için sure nazil olmamıştır. Sure, küfür dini ile İslam dini
arasında hiçbir ilginin bulunmadığı ve her birinin başlı başına ayrı bir düşünce olup uzlaşma imkanının da
bulunmadığını açıklamaktadır. Başlangıçta bu surenin muhatabı Kureyşli kafirlerdir ve sure onların teklifleri
üzerine nazil olmuştur. Ama surenin geçerliliği o günler ile sınırlı değildir. Kuran-ı Kerim’de geçen bu talimat,
Müslümanlar için kıyamete kadar geçerlidir. Bu surede, küfür dininin ilkelerine riayet edilemeyeceği ve din
konusunda hiçbir anlaşma olmayacağı kafirlere bildirilmiştir. Surede ayetlerin tekrarı mevcuttur. Bu tekrardan
amaç, önceki söylenen ilahi talimatı güçlendirmek ve teyid etmektir.
Kafirlerin Hz. Peygamber (s.a.v)’e; “Biz sana ne kadar istersen mal verelim. En güzel
kızlarımızla seni evlendirelim. Seni başımıza lider yapalım, yeter ki, Tanrılarımızı kötülemekten
vazgeçin. Eğer bu teklifimizi kabul etmezsen, o halde “sen bir sene Tanrılarımız Lat ve Uzza’ya
ibadet et. Biz de bir sene senin Tanrına ibadet edelim.” teklifleri üzerine bu sure nazil oldu ve kafirlerin
tekliflerinin şiddetle reddedildiği bildirildi. Bu surenin nazil olmasından sonra müşrikler tamamen ümitlerini kestiler
ve eziyet etmeye başladılar.
Araplar Allah’ı doğrudan doğruya inkar etmiyorlardı. Ancak onu kendisinin vasıflandırdığı gibi “Bir” ve
“Samed” olarak tanımıyorlardı. Allah’a ortaklar koşuyorlardı. Yaptıkları heykelleri Allah’a ortak koşuyorlardı.
Bazen de bu heykellerle melekleri temsil ediyorlardı. Melekleri Allah’ın kızları olduklarını ve bazen de bu
heykellere tapıyorlardı.
56
Nasr Suresi-110 (114)
1- (Ey Muhammed!) “Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde,
2- Ve insanların Allah’ın dinine akın akın girdiklerini görünce,
3- Rabbini överek tesbih et ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tevbeleri daima (çok) kabul
edendir.”
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------“(Ey Peygamber!) Allah’ın vaad ettiği zafer ve Mekke’nin fethi gerçekleştiğinde, İşte o
zaman insanların kabileler halinde Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde, Rabb’inin şanını
övgüyle yücelt ve (Rabb’ine karşı saygının bir gereği olarak) O’ndan af dile! Şüphesiz Allah af
dileklerini daima kabul buyurur.”
Nasr suresi, adını “zafer garantili yardım” manasına gelen ilk ayetinden alır. Nasr, tek başına
“yardım” demektir. Nasr suresi Medine’de nazil olmuştur. Ancak nuzül tarihi konusunda farklı görüşler vardır.
Sur 3 ayettir, Kur’an-ı Kerim’deki üç ayetlik üç sureden biridir. Kelime sayısı 26’dır.
Surenin konusu zafer ahlakıdır. Sure geleceğe ilişkin mucizevi ve gaybi bir ihbarla başlar. Bu müjde
gelecekte gerçekleşmesi mukadder olan zaferin ve fethin müjdesidir. Mekke’nin fethinden sonra insanların bölük
bölük İslam dinine girdiğini ve Haccet’ül- Veda’da da yüz binden fazla Müslüman’ın Arafat ovasında toplandığını
gördükten sonra Hz. Peygamber (s.a.v), Allah’a kavuşmasının yaklaştığını söylemişti. Çünkü bu sure onu haber
veriyordu. Bu sureden bunu anlamalıyız: İnsanın hayatta elde ettiği başarılardan, kazandığı zaferlerden dolayı
daima Allah’a şükretmeli, onları Allah’ın bir lütfu sayarak hiç şimarmamalı ve Allah’ı unutmamalıdır. Allah’ı
unutarak bütün başarıyı kendisine mal etmek, ilahi kudretle beşeri aczi bilmemekten ileri gelir ki, bu bir büyük
gaflettir. Zaferi zalimler de kazanabilir, fakat ahlaklı zaferi ancak zafer ahlakına sahip olanlar kazanır. Eğer böyle
57
yaparlarsa Allah onlarla birlikte olacak, kısa sürede insanların bu yola kitleler halinde girdiklerini göreceklerdir.
Allah, insanlığın gönüllerini onlara açacaktır. Bu durumda bile yapmaları gereken hamd ile tespihtir. Ondan sonra
Hz. Peygamber (s.a.v)’e hamd ve Allah’ı tesbih ile meşgul olması emredilmiştir. Çünkü O, Allah’ın lütfu ile büyük
bir işi başarıyla tamamlamıştır. Böylesine bir başarının sonunda törenler düzenleyip gururlanmak yerine, Allah’a
hamd edip mağfiret dilemesi ve O’nu tesbih etmesi emredilmiştir.
Fetihten amaç, belli bir savaştaki zafer değildir. Aslında burada kesin bir zafer murad edilmiştir. Bu öyle
bir zaferdir ki, İslam’a karşı çıkacak hiçbir güç kalmamış ve İslam Arabistan’da kesin bir zafer kazanmıştır. Bazı
müfessirler bundan Mekke’nin fethini anlamışlardır. Ancak Mekke’nin fethi hicri 8. yılda olmuş, bu sure ise hicri
10. Yılın sonunda nazil olmuştur. Mekke’nin fethinde müşriklerin cesareti kırılmış, ancak müşriklerde hala yeteli
güç ve kuvvet vardı. Taif ve Huneyn gazvelerinden sonra Arabistan üzerinde kesin galibiyet sağlanabildi.
Bu surede Allah’ın yardımından ve zaferden bahsedilirken, Hz. Peygamer (s.a.v)’e, “Yardım ve zafer
geldiğinde Allah’ı tesbih ile hamd ederek ondan af dile” emri verilmektedir. Ama ona Allah’ın zafer ve
fethi gelince o mübarek Peygamber, zafer sevincini unutmuş boynunu eğerek şükretmiş hamd ve tesbih ederek
Rabb’inin telkin ettiği gibi mağfiret dilemişti. Hadislerin anlattığı gibi hamd ve tesbih ile Rabb’inin emrini
karşılamıştı.
Bu surenin emredilişi Hz. Peygamber (s.a.v)’in ölümüne yakın bir zamandadır. Bu sure, Hz. Peygamber
(s.a.v)’in aramızdan ayrılma zamanının yaklaştığına işaret ediyor. Nitekim surenin inişinden çok kısa bir sure
sonra Hz. Peygamber (s.a.v)’in şöyle söylediği bildirilir: “Ölümümün yaklaştığı bana bildirildi.” Hz.
Peygamber (s.a.v) o sıralarda kızı Hz. Fatıma (r.anha)’yı yanına çağırarak onun kulağına bir şeyler söyledi ve Hz.
Fatıma (r.anha) ağlamaya başladı. Kızının ağladığını gören Hz. Peygamber (s.a.v), onu tekrar yanına çağırarak
kulağına bir şey daha söyleyince, Hz. Fatıma (r.anha) bu kez de gülmeye başladı. Bir sure sonra bu durum Hz.
Fatıma (r.anha)’ya sorulunca, o şöyle dedi: “İlk çağırdığında ölümünün yaklaştığını söyledi, ağladım.
İkinci çağırdığında ise ölümünden sonra ona en erken kendisinin kavuşacağını müjdelediğinde
güldüm.” Gerçekten de Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu mucize beyanı aynen tecelli etmiş ve kısa bir sure sonra
kendisi ve ondan 6 ay sonra da Hz. Fatıma (r.anha) bu dünyadan ayrılmışlardır.
58
Tebbet Suresi-111 (6)
1- “Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Zaten kurudu.”
2- “Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı (yaptığı işler).”
3- “O, bir alevli ateşe girecektir.”
4-5 “Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde sırtında odun taşıyarak
karısı da (o ateşe girecektir, o ateşe odun taşıyacaktır).”
“Helak olsun Ebu Leheb! Zaten helak olacak. Malı da kazandığı serveti de ona hiçbir
fayda sağlamayacak. O, cehennemde alevli bir ateşe atılacak. Dedikoducu-fitneci karısı da
yanında olacak. Karısının boynunda bir de (ateşten) urgan bulunacak.”
Sure lafzen “kurudu”, zimnen “kahroldu” manasına gelen Tebbet adını ilk ayetinden alır. Tebben,
Arap dilinde bir lanetleme ifadesidir. Bu kelimeyi Hz. Peygamber (s.a.v) Safa tepesinde kendilerini Tevhid’e davet
edince ona karşı ilk kullanan Ebu Leheb’dir. Kur’an-ı Kerim, Ebu Leheb’in bu bedduasını kendisine geri iade
etmiştir. Sure Mekke’de inmiştir. Ebu Leheb, Hz. Peygamber (s.a.v)’in öz amcasıdır ve surenin muhtevası, amca
ile yeğen arasındaki ipi inceldiği yerden koparmaktadır. Bu sure daha önceden; Ebu Leheb’in İslam aleyhine
çalışan iki eli kuruyacak, kendisi de yok olacak, sadece dünyada değil, ahirette de muradına ermeyecek, onun ve
karısının bütün uğraşmaları boşa çıkacak ve İslam her tarafa yayılacak, kökleşecek ve yaşayacağını haber
veriyordu. Sonuçta tamamen surenin emri gerçekleşmiş oldu.
Sure 5 ayettir. Kelime sayısı 23’dür. Hz. Peygamber (s.a.v)’in öz amcası olan Abduluzza, surede kinayeli
bir biçimde “alev babası” manasına gelen bir künyeyle anılmaktadır. Ebu Leheb denilmesinin nedeni, yüzünün
kırmızıya yakın buğday renkli olmasındandı. Leheb, kıvılcım manasındadır. Ebu Leheb, “kıvılcım gibi parlak
yüz” anlamı taşır. Kur’an-ı Kerim vahyi, Hz. Peygamber (s.a.v) dışında sadece iki çağdaşını ismen anar.
Bunlardan; iyilerden Hz. Zeyd (r.a) ve kötülerden Ebu Leheb’dir. Kur’an-ı Kerim’in sadece bir yerinde, bir İslam
düşmanı ismi anılarak lanetlenmiştir. Oysa hem Mekke’de ve hem de hicretten sonra Medine’de bazı kişiler İslam
59
ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e düşmanlıkta Ebu Leheb’ten ileri gitmişlerdir. Arap geleneğine göre amca baba
demekti. Ama Ebu Leheb bu geleneği çiğnedi.
Kur’an-ı Kerim’de, “Önce yakın akrabanı uyar”37 ayeti nazil olunca, Hz. Peygamber (s.a.v) Safa
tepesine çıkarak, “Ey sahaba!”, yani sabahın afeti diye bağırdı. Araplar’da bu çağrı, tam sabaha karşı
düşmanın bir kabileye hücum etmek için geldiği görüldüğü zaman yapılırdı. Çevrede bu ses kimindir? diye
sorulduğunda, Muhammed’in sesi” cevabı verildi. Bunu duyan Kureyş’in bütün kabileleri koşarak geldiler. Herkes
toplandığında Hz. Peygamber (s.a.v), her bir kabileyi ismi ile çağırarak: “Bu dağın arkasında bir ordu size
saldıracak desem inanır mısınız?” dedi. Oradakiler: “Evet çünkü biz senden hiç yalan söz
işitmedik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v): “Ben sizi ilerideki büyük azap ile
uyarıyorum” dedi. Herkesten önce Ebu Leheb: Yerden kaptığı taşı Hz. Peygamber (s.a.v)’e fırlatarak şöyle
haykırdı: “Kahrolası, bunun için mi bizi topladın, elin kurusun senin.” dedi. Bu vesile ile Allah: “Ebu
Leheb’in iki eli kurusun ve yok olsun.” ayetinin bulunduğu sure nazil oldu. Bir başka rivayette ise, Ebu
Leheb ayağa kalkarak ve elini silkeleyerek: “Kötü olsun senin diğer günlerin, yok ol bizi bunun için mi
topladın.” dedi.
Ebu Leheb bu surede tarihsel bir kişilik olarak değil, imana karşı körü körüne savaşan inkarcı tipin
temsilcisi olarak yer bulur. Ancak mesaj açıktır. Ebu Leheb ölür, fakat Ebu Leheblik yaşamaktadır. Bu gün
dünyamızda, egemen güçlere, para babalarına ve dünyayı yöneten tefeci bezirgan takımına doğrudan karşı
çıkılmalıdır. Onların ahtapot gibi dünyanın her yanına yayılmış elleri kurutulmalıdır. Ebu Leheb, çiçek hastalığına
benzer bir hastalığa tutuldu. Evdeki yakınları bile, bulaşmasından korkarak elini süremiyordu. Hatta ölünce bile 3
gün boyunca çocukları cenazesini kaldırmadılar. Cesedi çürüyerek kokmaya başlayınca, bir rivayete göre oğulları
zencilere ücret vererek onu gömdürdüler. Ebu Leheb’in en kötü yenilgisi, İslam aleyhinde her şeyini ortaya
koyduğu halde çocuğunun bile İslam’ı kabul etmesidir. Çünkü hastalığa yakalanınca malı da oğlu da işine
yaramamıştır. O’nu ölüme terk etmişlerdir. Asıl adı Ardiya, bazı kaynaklarda Erva olan eşi, Ümmü Cemil onun
lakabıydı. Ebu Sufyan’ın kardeşi olan bu kadın, Hz. Peygamber (s.a.v)’e eziyet etmede ve düşmanlıkta eşi Ebu
Leheb’den geri kalmıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v)’in geçtiği yollara sık sık dikenler koyan, ve daha önce iki
çocuğu ile evlendirdiği Hz. Peygamber (s.a.v)’in kızları olan Rukiye ve Ümmü Gülsüm’u İslam’ın gelişi
üzerine oğullarına derhal boşanmalarını sağlamıştı. Tebbet suresi, Ebu Leheb ve eşinin bu tavırlarına ilahi bir
plandan bir cevaptır.
Surede, hem ifadede ve hem de tasvirde tam bir ahenk var. Buradaki cehennem, alevli ateşi olan bir
cehennemdir. Ona, alev alev yanan Ebu Leheb girecektir. Karısı da Hz. Peygamber (s.a.v)’e gerek gerçek, ve
gerekse mecazi manada yoluna diken taşıyarak eza verdiği için boynunda bükülmüş bir iple oraya girecektir.
Bilindiği gibi odun ateşi alevlendiren bir yakıttır. Kadın da odunu iple taşımaktadır. Alevli ateşe bükülü iple bağlı
olarak azap edilmesi bu yüzdendir. Böylece verilen ceza yapılan işin cinsinden olmaktadır. Tablo emsalsiz
muhtevası ile tamamlanmaktadır. Odun ve ip, ateş ve alev... Ebu Leheb ve odun taşıyan karısı oraya ulaşacaktır.
Bir başka ahenk çeşidi kelimelerin ses tonundadır. Kelimelerin çıkardığı sesle yüklenen odunların ve bükülmüş
iple çekilen boyunların sesi aynıdır. Böylece cümlelerin musiki, ahengi ile yapılan işin çıkardığı ses birbirine
uymaktadır. Surenin havası ile nüzul sebebi birbirine uymaktadır. 38
37
38
Şuara, 26/214
Prof. Dr. Seyyid Kutup, “Fizilal’il-Kur’an Tefsiri”, s. 428
60
İhlas Suresi-112 (22)
1- “(Ey Muhammed!) De ki: O, (mutlak varlık olan) Allah’tır, bir tektir.”
2- “Allah her şeyden müstağni (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan mutlak bir varlıktır) ve her şey
O’na muhtaçtır. (kendisine her şeyin muhtaç olduğu Allah)”
3- “O, doğurmamış ve doğmamıştır.”
4- “(Vasıflarına) Hiç bir şey O’na denk ve benzer değildir.”
“(Ey Peygamber!) De ki: (Bana gerçek mahiyeti, soyu hakkında sorular sorduğunuz
Rabb’im var ya) İşte o Allah’tır. Tektir. Allah her vasfıyla mükemmel, her türlü ihtiyaçtan
münezzehtir. O ne doğurmuş, ne de doğmuştur. O’nun hiçbir dengi, eşi, benzeri yoktur.”
İhlas suresi, Kur’an-ı Kerim’ın 112. suresidir. Sure, muhatabının Allah tasavvurunu şirkten arındırdığı için
İhlas adıyla şöhret bulmuştur. Allah’ın birliğini öz olarak ifade etmesi nedeniyle bu adı almıştır. Muhtevasına
uygun olan Tevhid adıyla da anılmıştır. Mekke döneminde nazil olmuştur. Kur’an-ı Kerim’daki en kısa surelerden
biridir. 4 ayettir. Sure 11 kelimeden müteşekkildir. Sureyi, Peygamberliğin 3. yılına tarihlendirmek mümkündür.
Bu sure İslam dininin temeli olan “Allah’ın birliği, yani Tevhit” ilkesini en güzel ve en özlü bir şekilde
açıklar. Ayetlerde verilen mesaj, Allah’ın birliğini, yani Tevhid ve bütünlüğünü ortaya koyar. Tevhid akidesi,
vicdanlarda yer eden iman, evrenin tefsiri ve hayatın nizamidir. Dil ile söylenen bir söz değil, vicdanlarda yer eden
bir şekil de değildir. Her şey odur. Kısaca din Tevhid’den ibarettir. Geriye kalan teferruat ise, bu akidenin kalbe
yerleşmesinin tabii meyvesidir. Bu sure, hangi dini inanıştan gelirse gelsin, hangi fikir ve felsefi düşünceden
kaynaklanmış olursa olsun Allah hakkındaki bütün yanlış inanç ve telakkileri ortadan kaldırmak, Allah’ı doğru
61
sıfatlarıyla ve laik olduğu özellikleriyle tanıtmak için inmiştir.39 İhlas suresi, Kelime-i Tevhid’in, yani Lailahe
illallah’ın tefsiridir. Üçü olumlu ve üçü olumsuz toplam altı cümleden oluşan surenin konusu Tevhid, amacı Allah
tasavvurumuzu inşadır. Her bir cümle arasında sebep sonuç ilişkisi vardır. İhlas suresi bütünüyle Allah’ı tanıtan
ilahi bir kartvizit mesabesindedir. Kulun Rabb’ine İhlas ile intisabını ele alır. Hz. Peygamber (s.a.v) sureyi,
“Kur’an-ı Kerim’in üçte birine denk” olarak niteler. Bu övgü, surenin konusuyla alakalıdır. Zira Kur’an-ı
Kerim’in ana konuları Tevhid, Nübuvvet ve Ahiret’tir. Kureyş, Hz. Peygamber (s.a.v)’e “Bize Rabbi’nin
niteliğini anlat” dedi ve bunun üzerine bu sure nazil oldu. İnanmayanların Allah’ın kimliğine, oğul ve babası
olup olmadığına ilişkin soruları ve bu konudaki Tevhid’e aykırı sorula üzerine Allah’ın cevabıdır. Bu surede Allah’ı
bizzat Allah’ın kendisi tanıtmaktadır. Bu yüzden bu sure, vahyin zirvesidir. Zira sure, varlığın zirvesi olan Allah’tan
söz etmektir. Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)’e hitap ederek “İnsanlara Tevhid dersi vermesini” emreder.
İhlas suresi, İslam’ın esası olan Tevhid, yani Allah’ın birliği ilkesini özlü bir şekilde ifade ettiği ve Allah’ı tanıttığı
için Hz. Peygamber(s.a.v) tarafından Kur’an-ı Kerim’in üçte birine denk olduğu ifade edilmiştir. Bu sure, “hangi
inanıştan gelirse gelsin, hangi fikir ve felsefi düşünceden kaynaklanmış olursa olsun Allah hakkındaki bütün yanlış
inanç ve telakkileri ortadan kaldırmak, Allah’ı doğru sıfatlarıyla ve laik olduğu özellikleriyle tanıtmak için
inmiştir.”40 Varlıklar aleminde o ilahi varlıktan başka hakikat yoktur. İlahi iradenin faaliyetinden başka faaliyet de
yoktur.
Kelamın akışı ve konunun Allah’ın nesebini, yani hangi soydan geldiğini soranlara verilen cevapla ilgili
olması dikkate alındığında birinci ayetteki “O” diye çevirdiğimiz “hüve” zamirinin Allah’a ait olduğu açıkça
anlaşılır. Allah ismi, varlığı ezeli, ebedi, zaruri ve kendinden olan, her şeyi yaratan, her şeyin maliki,
mukadderatının hakimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olandır. Allah’ın isimlerinin en başta gelenidir. 41
Müfessirler bu surede ağırlıklı olarak Allah’ın birliğini ifade eden “ahad” terimi ile var oluş bakımından kimseye
muhtaç olmadığını anlatan “samed” terimi üzerinde durmuşlardır. “Tektir” diye çevirdiğimiz “ahad” kelimesi,
“birlik” anlamına gelen vahd veya vahdet kökünden türetilmiş bir isimdir. 42 Sıfat olarak Allah’a nispet
edildiğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsizliğini ifade eder. “Ahad” sıfatı Allah’ın birliğini, tekliğini ve eşsizliğini;
“Samed” kelimesi de O’nun, var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlığının kendisine borçlu
oluşunu ifade etmektedir. Allah’ın doğmamış ve doğurmamış olması da Samed kelimesinin izahı konumundadır.
Surenin son ayetini oluşturan “O’nun bir dengi yoktur” ifadesi bu surenin bir özetidir. Bu surede doğrudan
doğruya, Beled suresinde43 dolaylı olarak Allah’a nispet edilmiştir, bu anlamıyla tenzihi veya selbi, yani Allah’ın ne
olmadığını belirten sıfatları da içerir. Nitekim devamındaki ayetler de bu manadaki birliği vurgular. Bu sebeple
“ahad” sıfatının bazı istisnalar dışında Allah’tan başkasına nispet edilemeyeceği düşünülmüştür. Samed,
insanlığın barış içinde birlikte yaşaması, yani adalet, insanoğlunun kula kulluktan kurtarılması, yani özgürlük
davasıdır.
Mekke’de indiğini söyleyenler Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber (s.s.v)’e gelerek, “Bize Rabb’inin
soyunu anlat” dediklerini, bunun üzerine bu surenin indirdiğini bildiren rivayetleri delil getirirler.44 Medine’de
indiğini söyleyenler ise Yahudilerle Hıristiyanların Hz. Peygamber (s.a.v)’e yönelttikleri Allah hakkındaki sorulara
DİA, XXI/537
DİA, XXI/537
41
Bakara, 2/255
42
Ebu Hayyan, VIII, 528
43
Beled, 90/ 5-7
44
Müsned, V, 133-134
39
40
62
bir cevap olmak üzere Cebrail (a.s)’in Hz. Peygamber(s.a.v)’e gelip “İhlas” suresini okuduğunu bildiren
rivayetleri delil göstermişlerdir.45 Ancak surenin üslup ve içeriği Mekke döneminde indiği izlenimini vermektedir.
Hz Peygamber (s.a.v), müşriklerin ve Hıristiyanların Allah hakkındaki sorularına İhlas suresini okuyarak
cevap vermiş ve surenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur: “Canım kudret elinde olan Allah’a
yemin ederim ki, bu sure Kur’an’ın üçte birine denktir.” 46 Yine Hz. Peygamber (s.a.v), sevdiği için bu
sureyi her namazda okuyan bir sahabeye: “Onu sevmen seni cennete götürür.” 47 müjdesini vermiştir.
Allah’ı cisimden, cevherden ve bölünmekten münezzehtir. Akıllar Allah’ı bilmek ve anlamaktan acizdir. Hz.
Ebu Bekir (r.a) “Allah’ın bilinemeyeceğini idrak etmek O’nu tanımaktır” derken Bediüzzaman Said
Nursi da “Allah’ı mevcud-u meçhul ünvanı ile bakarsan ma’ruf olur” demiştir.
“Samed” kelimesi “herkesin kendisine ihtiyacını arzettiği, fakat kendisi kimseye muhtaç
olmayan” anlamına gelir.48 Suredeki bağlamına göre samed, “var oluş bakımından kimseye muhtaç
olmayıp her şeyin varlık ve devamını kendisine borçlu olduğu Vacibu’l-Vucud” demektir. Buna
göre samed kelimesi doğrudan doğruya ahad isminin açıklamasıdır. Daha sonra gelen “doğurmamış ve
doğmamıştır” mealindeki ayet de samed isminin açıklamasıdır. Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh
olduğunu ifade eden bu ayet, “samed” isminin açıklaması olup, Allah’a evlat nispet edenleri ve soy kavramına
giren her şeyi, yani “Mesih Allah’ın oğludur” diyen Hıristiyanların49 ve “Meleklerin Allah'ın kızları”
olduğunu söyleyen50 müşriklerin bu iddialarını reddeder. Allah, bütün şirk nevilerini reddeder. İsa ve Üzeyir’in
Allah’ın oğlu olduğu iddialarını reddettiği gibi, aya, yıldıza, tabiata ve güneşe tapanların şirklerini de reddeder. Zira
çocuk, eşin olmasını gerektirir. Eş de çocuk da ihtiyacı karşılamak için istenilen varlıklardır, Allah ise
ihtiyaçtan münezzehtir, ezeli ve ebedidir. Eşleri de çocukları da O yaratmıştır; yarattığı şeylere muhtaç olması ise
imkansızdır. 51 Samed, Allah’ın samediyetinin unvanıdır. Allah Kur’an-ı Kerim’de “Allah alemlerden
müstağnidir” 52 buyurarak bu hususa işaret etmiştir. Allah alemlerden müstağnidir. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur;
ancak bütün varlıkların Allah’a ihtiyacı vardır.
Ayetin, “O, doğmamıştır” mealindeki ikinci cümlesi Allah’ın doğum veya sudur yoluyla bir ana veya
babadan, bir asıldan meydana gelmediğini ifade eder. Çünkü doğan her şey sonradan olur, oysa Allah kadim ve
ezelidir, yani varlığının başlangıcı, öncesi yoktur. Allah’ın doğmaması demek “Ezeli” olması, doğurmaması da
“Ebedi” olması anlamına gelmektedir.
Bu ayet hem ilk ayetin açıklaması hem de bütünüyle surenin bir özeti mahiyetinde olup, Allah'ın zatında,
sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir dengi ve benzeri bulunmadığını ifade eder. Kendisinden başka var olan her
şeyi O, yaratmıştır. Bu nedenle yarattıklarının O’na denk olması mümkün değildir. Nitekim bu durum muhtelif
ayetlerde ifade buyurulmuştur.53 Bunun için Allah, kendisini “O hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey onun
45
Taberi, XXX, 221-222; Razi, XXXII, 175
Buhari, Tevhid, 1
47
Buhari, Fedail’ül-Kur’an, 13; Tirmizi, Fedail’ül-Kur’an, 11; Tefsir, 93; İbn-i Kesir, VIII, 539546
48
Ragıb el-İsfehan, “Müfredata’İ-Kur’an”, “Smd Md.”
49
Tevbe, 9/30
50
En’am, 6/100
51
En’am, 6/101
52
Al-i İmran, 3/97
53
Nahl, 16/17-22; Şura, 42/11
46
63
dengi olamaz” ve “O’nun misli gibi bir şey yoktur” İnsanlar Allah’ı bilemezler ve anlayamazlar; ancak
yarattıklarına bakarak Allah’ın yaptığı, yarattığı şeylerden yola çıkarak isim ve sıfatlarını tanıyabilirler. Bu sebeple
Hz. Peygamber(s.a.v): “Siz Allah’ın zatını bilemezsiniz, aklınıza ne gelirse gelsin Allah onun
dışındadır; bu sebeple sizler zatını düşünmeyiniz, mahlukatında tefekkür ederek onu tanımaya
çalışınız.” 54 Bu nedenle insan mahluka bakarak Halıkı, sanata bakarak Sanii, rızka bakarak Razıkı, varlık,
sanat ve rızık aynasında tanımaya çalışmalıdır. Allah zatını tanıtmak için mahlukatı yaratmış, varlık aynasında
zatını, esma ve sıfatları ile tanıyarak iman etmeleri için de insanı yaratmıştır. Bunun için insana akıl, hissiyat
vermiştir. Alemde ne varsa anahtarı insanın elindedir.
Allah’ın zatı, sıfatları, isimleri ve fiilleri benzersizdir. Hiçbir fani varlık Allah’ın işlerinin benzerini yapamadığı
gibi, yaptıklarını nasıl yaptığını da anlayamaz. Allah’ın zatını asla idrak edemeyiz. Zira insan kendi ruhunu ve
aklını anlamaktan ve bilmekten aciz ise elbette onu yaratan Allah’ı idrak edemez, bir şekil veremez ve mahiyetini
asla bilemez. Dolayısıyla Allah’ın zati sıfatlarını anlayamaz; ancak iman eder. Subuti sıfatlarını da göz, kulak gibi
duyguları ile bilir ama mahiyetini idrak edemez. Çünkü Allah’ın bilmesi, görmesi ve konuşması mahlukata asla
benzemez. Hiç kimse Allah’ın işlerinin benzerini asla yapamaz. Ancak Allah’ın bütün işleri mucize olduğu için
hayret ve hayranlık duyarak imanını artırır. Ayni rütbeli, eşit anlamlarında da kullanılan “küfüv” kelimesinden
maksat, kız ve erkeğin toplumdaki seviyelerinin aynı olmasıdır. Bu ayetteki anlamı ise, kainatta hiç kimsenin
Allah’ın benzeri olmadığı ve olamayacağıdır. Allah gibi ve aynı rütbede, özelliklerde, fiil ve kudretlerde O’nunla hiç
kimse benzer olamaz.
54
Beyhaki, “Şuab-ı İman”, s. 120; Acluni, “Keşfu’l-Hafa”, 1/271
64
Felak Suresi-113 (22)
1- “(Ey Muhammed!) De ki: Sabahın Rabb’ine sığınırım.”
2- “Yaratıklarının şerrinden,”
3- “Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,”
4- “Düğümlere üfleyip büyü yapan büyücü kadınların şerrinden,”
5- “Ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.”
“(Ey Peygamber!) De ki: Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran o yüce Rabb’e sığınırım
ben; yarattığı varlıklardan gelebilecek tüm kötülüklerden. Karanlığı bastığında gecenin,
düğümlere üfleyen büyücü kadınların, kıskandığı zaman hasetçinin şerrinden o yüce Rabb’e
sığınırım ben!”
Felak, Bir tohumun kabuğunu yarıp içinden filizin çıkması gibi “yarmak, açmak, bir şeyi yararak
içinden başka bir şeyi çıkarmak, yani yarıp çıkaran” manasına gelen adını ilk ayetinden alır. Felak;
tohumu, çiçeği, tomurcuğu, toprağı yarmak ve karanlıktan ışığa çıkarmak anlamında Kur’an-ı Kerim’de birkaç
yerde kullanılmaktadır. Felak ismi, bütün bir varlığın tabi olduğu “oluş ve bozuluş” yasalarından “oluş”
yasasına bir atıf içerir. Yokluk gecesini sona erdiren varlık tohumunun filiz vermesidir. O da Felak’tır. Sure ikizi
olan Nas ile birlikte “sığındırma” vurgusundan dolayı muavvizeteyn olarak da adlandırılmıştır. Yani
“sığınma” sureleridir. Bunlar bir arada nazil olmuşlardır. Onun için isimleri ortaktır. Sure, ikizi olan Nas suresi
gibi Mekki’dir. Surenin muhtevası açıkça Mekke döneminin başında nazil olduğunu göstermektedir. Sureyi,
Peygamberliğin 3. yılına yerleştirmek mümkündür. Sure 5 ayettir. Sure 23 kelimeden ibarettir.
Felak suresi, bize dört şeyden korunmayı ve bunların şerrinden Allah’a sığınmayı emreder. Her insanın
daima bunlardan korunma çarelerini aramalı ve Allah’a sığınmalıdır. Bunlardan gelebilecek şeylerden ve
65
zararlardan kendisini koruması için Allah’a yalvarmalıdır. Felak, tüm ilk sureler gibi muhatabını inşa edici surelerin
başında gelir. Sure zımnen görünmeyen ve bilinmeyen varlıklardan korkmayı, insanın Allah ile ilişkisindeki
zafiyetine bağlar. Allah’ın görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen tüm varlıkların da Rabbi olduğunu
vurgular. Muhatabından, tüm varlıkların şerrinden Rabb’e sığınmasını ister. Sure, görünmeyen ve bilinmeyenler
karşısında Allah’tan başkasına sığınmayı zimnen dışlar ve reddeder. İman eden insana Rabbe sığınmayı öğretir
ve öğütler.
Bu amaç dünyanın bir köşesinde nispeten gerçekleşmiş olsa bile iş bitmemektedir. Kötü niyetli kişilere,
hile, desise, entrika ve planlara karşı dikkatli olunmalı; para, makam, mevki, şan, şöhret, altın, kadın vs. nefisleri
kışkırtan her türlü cazibenin vereceği zarardan, kıskançlık ateşiyle yanıp tutuşanların kem gözlerinden Allah’a
sığınılmalı ve onun yolunda bıkmadan ve usanmadan yürünmelidir.
Bu surelerin Hz. Peygamber (s.a.v)’in büyülenmesi üzerine, O’nu tedavi için indiği yolunda rivayetler
vardır. Bunlar, Hz. Peygamber (s.a.v)’e de Kur’an-ı Kerim’e karşı da açık bir iftiradır. Bütün bu ve benzeri iddialar,
Yahudiler tarafından uydurulmuştur. Güya Yahudiler Hz. Peygamber (s.a.v)’i büyülemiş, aklını ve bedenini iş
göremez hale getirmişlerdir ve günlerce bundan dolayı vahiy almamıştır. Böyle bir iddiayı Hz. Peygamber (s.a.v)’e
isnat etmekten Allaha sığınmak gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu duruma düşmesine Allah’ın izin
veremeyeceğini biraz olsun düşünen herkesin anlaması ve bilmesi gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v)’i hiç kimse
büyüleyemez. O’nun masumiyeti her şeyden önce buna engeldir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in büyülendiğini kabul
etmek, Kur’an-ı Kerim’in büyü, Hz. Peygamber (s.a.v)’e “cin çarpmış” diyenlerin iddialarına geçerlilik tanımak
olur. Zaten anılan rivayeti uyduranlar, bu iddiaya destek sağlamaktan başka bir amaç da gütmüş değillerdir.
Öyleyse O, asla büyülenmemiştir. 55
55
Ebu Reyye, “Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması”, s. 379
66
Nas Suresi-114 (21)
1- “(Ey Muhammed!) De ki: İnsanların Rabb’ine,”
2- “İnsanların yegane hükümdarına,”
3- “İnsanların ilahına sığınırım.”
4- “O sinsi şeytanın şerrinden,”
5- “O ki, İnsanların kalbine vesvese verir,”
6- “O şeytan, cinlerden de olur insanlardan da.”
“(Ey Peygamber!) De ki: İnsanların Rabb’ine, yegane hakimine, tek gerçek ilahına sığınırım
ben; insanların kalplerine vesvese veren sinsi şeytanın, gerek cin gerek insan cinsinden bütün
şeytanların şerrinden o yüce Rabb’e sığınırım ben!”
“İnsanlık” veya “insanlar” manasına gelen Nas adı, surede üç kez tekrar edilir. Mushaf’ın Allah’ın
adıyla başlayıp “insanlığın” adıyla bitmesi manidardır. Rab seçkin bir zümrenin, sınıfın, herhangi bir inanç
çevresinin, belli cemaatlerin Rabbi değil, bütün insanların Rabbi’dir. Mushaf ve tefsirlerin çoğunda Nas adıyla
anılır. Felak suresiyle birlikte Muavvizeteyn, yani sığındırıcı sureler olarak da anılmaktadır. Felak suresi gibi
bu sure de Mekki’dir. Mekke döneminin 3. yılında inmiş olmalıdır. Resmi Mushaf tertibinde son sure olarak 114.
sırada yer alır. Sure 6 ayettir. Surede 20 kelime vardır. Sure, ikizi olan Felak suresi gibi inşa edici bir suredir.
Felak suresinde Felak’ın Rabbi’ne sığınma telkin edilirken, bu surede insanlığın Rabbi’ne sığınma telkin edilir.
Surede Allah’ın 3 sıfatı zikredilmiş ve ona sığınılması telkin edilmiştir. Birincisi, “Rabb’in-Nas”tır, yani
insanları yetiştiren, sahibi ve efendisi olan Allah’tır. İkincisi, “Melik’in-Nas”tır, yani bütün insanların hükümdarı
olan Allah’tır. Üçüncüsü de, “İlah’in-Nas”tır, yani insanların gerçek ilahı olan Allah’tır. Bu 3 sıfatın
zikredilmesinin nedeni, insanların Rabb’i, meliki ve mabudu olarak kamil iktidar sahibi ve kullarını korumaya kadir
olan Allah’a sığınırım demektir. Vesvesenin sadece şeytan ve cinlerden gelmediği, insanlardan da vesvese
geleceği vurgulanmaktadır. Çünkü bazı insanlar şeytanın yoldaşı gibidir. Biz onun vesveseleriyle bizlere
yapabileceği kötülüklerden Allah’a sığınırız. Çünkü O, bizim koruyucumuz ve gözetmenimizdir. Vesvese verenler
67
cin ve insan olarak surede ifade edilmektedir. Bu ayetin, cinlerden ve insanlardan olabilen ve insanların kalbine
vesvese veren şey şeklinde anlaşılmalıdır. Yani vesvese verme işini cin şeytanları da ve insan şeytanları da
yaparlar. Bu surede onların her ikisinden de Allah’a sığınılmasını telkin etmiştir. İlginçtir ki, surenin bütün
ayetlerinin sonu sin harfi ile bitmekte ve sureyi okuduğunuzda dikkat çekici bir fısıltı kulağınızı doldurmaktadır.
Bu, adeta yılan ıslığını andıran ve ne taraftan geldiği pek belli olmayan sinsi bir sestir. Kur’an-ı Kerim’in,
kendisinden Allah’a sığınmamızı istediği bu sinsi sesi ayetlerin lafızları içinde bize göstermesi de başlı başına bir
kelam mucizesidir.
Surenin son ayetinden Şeytan adının yalnızca görünmeyen varlıkların şerlilerine değil, aynı zamanda
insanın da şerlisine verildiğini öğreniriz. Böylece insandan insanın Rabbi’ne sığınmış oluruz. Surenin ilk inşa ettiği
şahıs Hz. Peygamber (s.a.v)’dır. O’na sadece görünmeyen varlıklara karşı değil, toplumun içindeki şeytanlaşmış
kimselere karşı da Allah’ın kendisine yeteceği vurgulanır. Bu ilahi bir teselli olmaktan da öte, zımmi bir garantidir.
Allah kendisine sığınanı, sadece kendi dışındaki görünür görünmez türlerin şerrinden değil, kendi türünün
şerrinden de korur. Allah’ın, “insan topluluğunun Rabb’i” oluşu, insandaki gibi insan topluluklarının da ilahi
terbiyenin muhatabı olduğunu gösterir.
Hayır kuvvetler, üstün bir kuvvete, hakikatler ötesi bir hakikate dayanmaktadır ki, o da Rab, Melik ve
İlah olan Allah’tır. Şerrin dayanağı ise sinsi bir vesvesecidir. Yapacağı kötülüğü aşikar yapmaya gücü yetmez.
Karşısına çıkılınca sıvışıp kaybolur. Allah’a sığınıldığı an hezimete uğrar. Bu ifade, hayır ile şerrin mahiyetini
gözler önüne seren en mükemmel ifadedir. Şüphesiz ki, kalpler bu mükemmel ifadenin ışığı altında huzur, kuvvet
ve emniyete ulaşmış olarak mağlubiyetten kurtulacaktır.
İnsanlar üzerinde Rablik, İlahlık ve Meliklik taslayanların, Allah’ın özgür ve eşit insanlarını köleleştirmeye
kalkmalarına izin verilmemelidir. Hiçbir kişiye, sınıfa, guruba, aileye, hanedana, zümreye, ırka ve etnik kökene
ayrıcalık tanımadan Allah’ın en-Nas’da, yani millet, ümmet ve halkta tecelli edecek olan egemenliği tesis
edilmelidir. Kimse kimseye Tanrılık kalkışmamalıdır. Bin bir emekle kurulan Tevhid’in, adaletin ve özgürlüğün
toplumun her türünden fitne, fesat, dedikodu, fiskos ve fısıltıyla sarsılmasına ve istikrarın bozulmasına izin
verilmemelidir. Bunlardan bizzat ve bilfiil uzak durulmalıdır. Görünür ve görünmez tüm şer odaklarına karşı uyanık
olunmalıdır. Ondan geldik, onun ile yaşıyoruz ve ona gideceğiz, hayatımızda düstur olarak kabul edilmelidir.
68
-SONUÇ
Kur’an-ı Kerim ve bilimsel bilginin ilişkisi konusunda, Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu bütün konular,
bugün bilimsel olarak bütünüyle ispatlanmış olmasa bile, Kur’an-ı Kerim’in yaratılış hakkında verdiği bilgilerle,
evrenin oluşumu konusundaki çağdaş bilgiler arasında, hiçbir surette en ufak bir zıtlık bulunmadığı, bütün bilimsel
verilerin Kur’an-ı Kerim’ı daha iyi anlayabilmemiz konusunda bize yardımcı olduğu ve bilimsel verilerle Kur’an-ı
Kerim arsındaki ilişkinin de bu açıdan değerlendirilmesinin en doğru yol olduğu ifade edilebilir. Kur’an-ı Kerim’in
yaratılış konusunda bize bildirdiği ile ilmin verileri arasındaki uyum olduğu, ilmi verilerin, Kur’an-ı Kerim’ı
anlamada yardımcı olduğu ve de Kur’an-ı Kerim ile ilmi verilerin herhangi bir çelişki göstermediği açık bir şekilde
görülmektedir. Anlaşılmaktadır ki bilim, tabiat kanunlarından hareketle birçok konuda yeni bilgiler elde etmiş, bize
birçok konuda yarar sağlamıştır. Yaratılış konusunda da bizim anlayışımızı kolaylaştırmıştır. Fakat bilim, yaratılış
başladıktan sonrası için bize bilgi verebilmektedir. Yaratılış öncesi hakkında bilimin bize bir şey vermesi mümkün
değildir. Çünkü bilimin kullandığı kriterleri ve tabiat kanunları da zaten yaratılışla birlikte meydana gelmiştir. Bu
nedenle onların da yaratılmış kabul edilmeleri gerekmektedir. Dolayısıyla yaratılış öncesi için tek kaynağımız, ilahi
kaynaklı bilgiler olmakta ve bunları da doğru bir şekilde, Allah tarafından bildirdiği şekliyle aslını koruyan Kur’an-ı
Kerim’de bulmak mümkündür.
Kesinlikle bilmeliyiz ki, Kur’an-ı Kerim ne demişse, bildirdiğinin mutlaka bir bilimsel sebebi, yani gerçekliği
vardır. Bu nedenle de, bizim Kur’an-ı Kerim’de bildirilen haberlerin arkasındaki bilimselliği araştırmamız gerekir.
Bu, Müslümanların bilim dünyasına olan borcu olup, geçmişte yaşanan İslam medeniyet güneşinin yeniden
doğması için, yapılması gereken de budur.56 Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Kur’an-ı Kerim’de, bir konuda
hazır bilgi verilip son nokta konulamaz. Kur’an-ı Kerim’in her zaman düşünme ve araştırmanın önünü açan ve hep
daha ileri gitmeyi teşvik eden bir üslubu vardır. Kur’an-ı Kerim, metodu gereği bu konuda inanca esas teşkil
edecek temelleri verir ve ayrıntılara girmez. O, bir Astronomi kitabı, bir Fizik kitabı değil, insanı Rabb’inin
hidayetine götürecek işaret taşlarını gösteren bir rehberdir. 57 Yani Kur’an-ı Kerim bir konuda temel işaretleri
vermekte, sonra bunlar üzerinde düşünülmesini ve orada Allah’ın sanatının mükemmelliğinin görülmesini
istemektedir. Birçok ayette göklerin ve yerin yaratılması, Allah’ın varlığının en büyük delillerinden biri olarak
sunulmaktadır.
Bütün evren, kendisini mükemmel bir yaratıcının yarattığını adeta bize haykırmaktadır. Evrenin kendi
kendine meydana geldiğini iddia edip, bir yaratıcıyı kabul etmeyen kimselerin olmasının iki sebebi olabilir.
Birincisi, evreni yeterince tanımamaları ve ondaki mükemmel düzen ve işleyişi idrak edememeleridir. İkincisi de, o
kimselerin kalıplaşmış önyargılarından kurtulamamaları ve her şeyi bu önyargıları ile değerlendirmeye
çalışmalarıdır. Eğer önyargılarından arınmış bir şekilde gerçekten evreni anlamak amacı ile araştırıp anlamaya
çalışsalar, onun bir yaratıcısının olduğunu bizzat evrenin kendisi, onlara söyleyecektir. Evrenin yoktan
yaratılmasının gaybi olan kısmını en iyi Allah bilir. Bunu bilmek bizim görevimiz de değildir. Biz yaratılmaya
başlamasından sonra olan durumunu, dönemlere ayırarak Kur’an-ı Kerim’in verdiği bilgiler ışığında açıklamaya ve
anlamaya çalışacağız. Müslüman olarak bu durum, önemli bir görevimizdir.
Allah, o güzel sanatını müşahede etme fırsatı olarak her insana belli bir ömür vermiştir. Bu ömrü iyi
değerlendirerek onun sanatının güzelliklerini müşahede etmek ve onun idrakine varmak, insanı mutlu eder. Fakat
bunların içinde olup da, hiç birinin farkına varamayan insan ise boş gelir, boş gider. İnsan ister bilimsel bir yol
izleyerek gerçeği bulsun ve isterse başka bir şekilde gerçeğin idrakine varsın, Allah’ın sanatını takdir etmemesi ve
56
57
Ahmet Musaoğlu, age, s. 12
Faruk Yılmaz,”Kainatın Yaratılışı”, s. 260
69
onun karşısında hayran kalmaması mümkün değildir. Ama insan, ömrüyle sınırlı olduğu gibi, düşüncesiyle, aklıyla
ve diğer her yönüyle sınırlı bir varlıktır. Bazı konular vardır ki, insanın anlama ve idrak boyutunu aşmaktadır. Bu
konularda insan, belli bir noktaya kadar düşünerek görüşünü belirtmekte, bu aşamadan sonra ise her şeyin
yaratıcısı olan ve her şeyi en iyi bilen, Allah’a havale etmekten başka bir çaresi kalmamaktadır.
Gerçek bilinmelidir ki, hiçbir insan için Allah’tan başka dost ve yardımcı yoktur. Allah’tan başka hiçbir İlah da
yoktur. Kendisine sığınılacak, yardım istenecek ve karşılık beklenecek tek mutlak varlık O’dur. Her nereye
dönersek, Allah oradadır. Emin olun ki, siz de dahil olmak üzere, tüm insanlar çok yakında Allah’a hesap
verecektir.
Evrenin her noktasında kendini belli eden “yaratılmışlık” evrenin kendisinin bir ürünü olamaz.
Örneğin: Bir böcek kendi kendisini var etmemiştir. Güneş sistemi, bitkiler, insanlar, bakteriler, alyuvarlar ve
kelebekler kendi kendilerini yaratmamışlardır. Bütün bunların tesadüfen var oldukları söz konusu değildir. Dolayısı
ile bugün gördüğümüz her şey yaratılmıştır. Ancak gözümüzle gördüğümüz şeylerin hiç biri yaratıcı değildir. O
halde yaratıcı, gözümüzle gördüğümüz her şeyden başka ve üstün bir varlıktır. Kendisi görünmeyen, fakat
yarattığı her şeye varlığını ve vasıflarını gösterdiği üstün bir güçtür. İnsan kendisine en yakın olan varlığın yine
kendisi olduğunu sanarak yanılır. Oysa Allah bize, kendimizden bile daha yakındır.
Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim: “Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize!” “Oysa siz o
zaman bakıp durursunuz.” “Biz ise ona, sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.” 58
buyurmaktadır.
Ayette, öldükten sonra dirilmeyi ve ahiret hayatını inkar edenleri, kimsenin kaçamadığı ölüm gerçeğini
düşünmeye ve öleni geri çevirmeye inkarcıları davet etmektedir.
“Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz,
ona şah damarından daha yakınız.”59 buyurmaktadır.
Ayette, ölümden sonra diriliş ve ahiret hayatı hakkındaki haberler karşısında şüpheye düşen ve bunları inkar
edenlere, önce akıllarını kullanarak düşünmeleri tavsiye edilmiştir. Allah’ın, insanın hayatında ve varlığında büyük
önemi olan şah damarından daha yakın olduğu ilginç benzetme ile ifade edilmektedir. Yani Allah, bizim canımız
gibi bizimledir. Aslında can, Allah’ın üflediği nefhadan ibarettir.
“Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun
bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir Peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar.”
“Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize (bu azap ile) korkutan bir Peygamber
gelmişti…” “Ve: Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli
cehennemin mahkumları arasında olmazdık! diye ilave ederler.”60
Ahiret sahnelerini tasvir eden bu ayetlerde, cezanın ne derece şiddetli olduğunu daha iyi hissettirme
amacına yöneliktir. Dünyada Peygamberlerin çağrısına ve uyarılarına kulak tıkayıp inkar ve isyanlarını
sürdürmekte direnenlere, kıyamette, “size bir uyarıcı Peygamber gelmemiş miydi?” diye sorulacağını
bildiren emir, aslında yaşayan insanlar için bir uyarıdır. Allah’ın insanlığa büyük lütfu olan aklını kullanarak, hak
yolunu bulmak gerektiğini ifade etmektedir.
58
59
60
Vaki’a, 56/83-84-85
Kaf, 50/16
Mülk, 67/8-9-10
70
“Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de
sadaka verip iyilerden olsam!...” “Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.”61
Kur’an-ı Kerim, yer yer dünyaya aşırı düşkünlük göstermenin tehlikelerine değinir. Değişmez bir gerçek olan
ölümle yüz yüze geldiği zaman insan, kendisine ek süre verilmesi için yalvarır. Ancak bu noktada sınav süresi
dolmuş, artık sıra değerlendirmeye gelmiştir. Ertelemenin asla mümkün olmayacağı açıkça bildirilmektedir. Bu
ciddi bir uyarıdır. Allah’ın takdir edeceği ölüm zamanı geldiğinde, ertelemenin imkansızlığına işaret edilmektedir.
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve
denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki
tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”62
Ayet, Allah’ın ilminin ne kadar geniş ve ne kadar kapsamlı olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. Gayb*ın
anahtarları, yani gaybın hazinelerinin Allah’ın yanında olduğu ifade edilmektedir. Gaybı bilmek Allah’ın
tekelindedir. Allah’ın ilminin, karalar ve denizler gibi en geniş varlık ve olaylardan, düşen bir yaprağa kadar her
şeyi kuşattığını bildirmektedir. Apaçık bir kitapta olan Allah’ın her şeyi kuşatan ilminin sonsuz varlığına işaret
edilmektedir. Yaprak dahi O’nun izni olmadan düşmemektedir. İşte evrenin yaratıcısı bu denli evrene hakimdir ve
evren hakkında bilgi sahibidir.
Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki, insanın mutlaka bir gün yaptıklarından dolayı hesap göreceği ve sonunda
mutlaka kendisi için ya cehennem ya da cennet takdir edilecektir. Cennet’teki hayat gibi, Cehennem’deki azap da
ebedidir. Cennet ve Cehennem’e intikalde insan bütününe ait dört unsur birlikte vardır. Yani insan Cennet’te ve
Cehennem’de de ruh, nefes ve beden birliği ile var olacaktır. Dünyanın sonu demek olan mahşer konusunda,
bilim adamlarının hiçbir zaman itirazları olmamıştır. Öldükten sonra dünyaya geri dönüş de bugüne kadar
mümkün olmadığına göre, bu dünyanın dışında başka bir dünyanın varlığını bütün dinler beyan etmektedir. O
halde diğer dünyada yaratıcı, mutlaka bir tasnif yapacaktır. Yaratıcının varlığını inkar eden bir varlığa, Allah’ın
mükafat vereceğini düşünmek gerçekten saflıktır ve akıl dışıdır. Kafir olarak yaşayan insanların haline acımamak
mümkün değildir. Ayrıca hayatına, İslam dışı yön verenlerin de haline acımamak mümkün değildir. Af dileyerek,
hayatımızın her hangi bir noktasında tevbe etmenin dışında bir yol yoktur. Allah’ın en çok hoşuna giden şeyin de,
kullarının tevbe etmesidir. Çünkü Allah, affedicidir, af etmeyi çok sever ve af dileyen kulunu da affeder. Yeter ki,
biz insan olarak, sadece ve sadece Allah’a kulluk etmek için yaratıldığımızı ve yaratıcımızı hatırlayabilelim. Ancak
Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle: “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma (yürüme). Çünkü sen (ağırlık ve
azametinle ) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin (boyun dağları aşabilir).”63
Diğer bir ayette de: “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek
yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.”64 buyurmaktadır.
İnsan olarak sahip olmamız gereken erdemlerden uzaklaşmamalıyız. Bu uzaklaşma bir başkaldırı ve bir
karşı duruştur. Allah bu durumda, haddini aşan kullarına hep haddini bildirmiştir. İnsanlık tarihi bunun canlı
şahididir. 21.yüzyılın ilminin henüz açığa çıkarmadığı kimi gerçekler karşısında düşünüyor ve içten gelen bir
heyecanla diyoruz ki: Bu bilmediklerimizi bilen; yalnız bilmekle kalmayıp yaratan ve üstelik bizleri şaşkına
Münafikun, 63/10-11
En’am, 6/59
* Gayb: Vasıtalı ya da doğrudan, duyu organları ile algılanamayan ve insanın yaratılış
kapasitesi dahilinde sahip olabileceği bilgilerle, özellikleri kavranamayan olay, nesne ve
mekan gibi şeylerdir.
63
İsra, 17/37
64
Lokman, 31/18
61
62
71
çevirecek, rakamlarla ifadeyi imkansız kılacak kadar sayısız, fakat dengeli ve ölçülü bir biçimde yaratan, Allah’ın
ilmi ne kadar yüce ve kudreti ne kadar eşsizdir! Şüphesiz O’nun, bir şeyin olmasını istediğinde, ona sadece “ol”
demesi yeterlidir.
Pakistanlı büyük bilgin Prof. Dr. Fazlur Rahman, “İlimden, Felsefeden Dine” adlı eserinde ”Nihai
sorular” diye bir kavram geliştirerek; “Ben Kimim?”, “Nereden geldim, nereye gidiyorum?”, “Bu
alem nasıl oluşmuş?”, “Bu alemde benim yerim nedir?” Bunlar ve bunlara benzer soruların, insan
yaşamının belirli bir noktasında, insanın kafasında bir sorun olacağını ve bu soruların cevaplarını arayacağını
ifade ederek ve bu sorulara ulaşma yaşı, her insan için farklıdır. Kimi insan yirmisinde, kimi kırkında ve kimi daha
sonraki yaşlarında bu sorulara ulaşabildiğini söylemektedir.
Daima yeniyi arayan, bilinmezi bilinir kılmaya çalışan insan, günün birinde gözünü kendi üzerine çevirir.
Kendi varlığını anlamlandırmak, kendisini evrende bir yere yerleştirmek ve evrendeki konumuna göre kendi
dışındaki dünyayı okumak ister. Bu istek onu kendine dönmeye, kendini anlamaya, kendini çözmeye ve kendini
bilmeye yöneltir. İnsanın kendini bilme yönelimi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ifadesiyle “Rabbini bilme” yolunda
atılan ilk adımdır. Allah, insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır. İnsan
serbest iradesi ile ya bu kabiliyetlerini güzel kullanarak “Kamil İnsan” olacak, ya da aksi yöne yönelerek
canlıların en aşağı mertebesinde yer alacaktır.
Sonuç olarak, akıl ve vicdanı olan, zulüm ve büyüklenme sebebiyle inkar etmeyen her insan, evrenin ve
evrende yaratılan bütün varlıkların, çok büyük bir düzen ve uyum ile yaratıldığını kavrayabilecek bir anlayışa
sahiptir. Yeter ki Allah, hiç kimsenin kalbini, gözlerini ve kulaklarını mühürlemesin. İnşaallah..!
“Hamd (övme ve övülme), Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
65
Fatiha, 1/2
65
72
DUA
73
--Alemlerin Rabbi olan Allah’ım sana sonsuz hamd ediyoruz.
--İyi sonuçlar müttakiler içindir. Düşmanlık ancak zalimler içindir Allah’ım!
--Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’e, onun bütün Ehl-i Beyti’ne ve ashabına salat
ve selam olsun!
--Ey Rabbimiz! Bizden ibadetlerimizi kabul buyur! Şüphesiz ki sen, her şeyi işiten ve
her şeyi bilensin Allah’ım!
--Ya Rabb’i ! Bizim tövbelerimizi kabul eyle! Şüphesiz ki sen, tövbeleri çok kabul eden
ve merhamet edensin..! Yunus Peygamberin:
“La İlahe İlla Ente Sübhaneke İnnı Küntü Mine’z-Zalimın.” (Enbiya, 21/87)
“Senden başka hiçbir İlah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten
nefsime zulmedenlerden oldum.” Diye duasını kabul eyledin. Bizim de dualarımızı kabul
eyle ve zalimlerden eyleme Allah’ım!
--Bize hidayet ver ya Rabbi! Sırat-ı Müstakim’e ulaşmaya bizi muvaffak eyle! Kur’an
hürmetine,
“Ve ma Erselnake illa Rahmeten lil Alemin.” (Enbiya, 21/107)
“Seni, sadece alemlere rahmet olarak gönderdik.” dediğin Peygamberin Muhammed
(s.a.v)’in şefaatine nail eyle Allah’ım!
--Ey Kerim ve Rahim olan Allah’ım! Bizi bağışla. Ey ikram edenlerin en keremlisi olan
Allah’ım! Lütfunla ve ihsanınla bizim günahlarımızı bağışla Allah’ım!
--Allah’ım!
74
“İnna nahnu nezzelna-zzikra ve-inna lehu lehafizun.” (Hicr,15/9)
“Şüphesiz o Kur’an’ı biz indirdik ve onu elbette biz koruyacağız.” dediğin Kur’an süsü
ile bizi süsle.! Kur’an ile bize lütfet! Kur’an ile bizi şereflendir. Kur’an elbisesini bize
giydir Allah’ım!
--Kur’an hürmetine, bizi cennetin ve cemalinle müşerref eyle Allah’ım..! Kur’an
hürmetine,
“Rabbena Atina fiddunya haseneten ve fil ahireti haseneten ve kina azebennar.”
(Bakara, 2/201)
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem
azabından koru.” Allah’ım!
--Allah’ım! Kur’an’ı bize dünyada rehber eyle. O’nu bize kabirde dost eyle. Kıyamet
günü onu bize şefaatçi kıl, okunan Kur’an hürmetine günahlarımızı bağışla, Allah’ım.!
--Allah’ım! kalplerimizi temizle. Kusurlarımızı ört. Yüzümüzü aydınlat. Derecemizi
yükselt. Babalarımıza merhamet eyle. Annelerimizi bağışla. Din ve dünya işlerimizi
ıslah eyle... Biz aciz kullarına merhamet eyle Allah’ım!
--Ailemizi, mallarımızı, memleketimizi her türlü afetlerden, hastalıklardan ve
belalardan koru Allah’ım.! Memleketimizi ve bütün İslam alemini her türlü bela ve
musibetlerden koru ya Rabbi.! Ey Rahman, Ey Rahim olan Allah’ım! Ümmet-i
Muhammed’e merhamet eyle.! Feraset nasip eyle.! “Bir guruba dahil olan değil, bir
duruşa sahip olan Müslümanlardan eyle.! Yoluna hizmet edenlerden eyle.! Rızana
uygun yaşamayı nasip eyle Allah’ım!
“Rabbena ve la tuhammilna ma la takate lena bih(bihi), va’fu anna, vagfir lena, v
erhamna, ente mevlana fensurna alel kavmil kafirin.” (Bakara, 2/286)
75
“Rabbimiz, takat (güç) yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme. Ve bizi af ve mağfiret et ve
bize rahmet et (Rahim esması ile bize tecelli et, rahmet nurunu gönder). Sen bizim
Mevlamız'sın. Artık kafirler kavmine karşı bize yardım et.”
--Allah’ım! Acizlikten, korkaklıktan, kabir azabından, hayatın fitnesinden sana sığınırız
bizleri muhafaza eyle ya Rabbi!
--Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul
edilmeyen duadan sana sığınırız, bizleri muhafaza eyle ya Rabbi!
--Allah’ım! Peygamberimiz Hz Muhammed (s.a.v)’in senden istediği her hayrı, biz de
istiyoruz. Bizlere lütfeyle ya Rabbi!
--Yine Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in sana sığındığı her türlü şerden sana
sığınıyoruz, Bizleri de muhafaza eyle ya Rabbi!
“Ve iza seeleke ibadi anni fe-inni karibun ucibu da’vete-dda’i iza de’an felyestecibu li
velyu/minu bi le’allehum yerşudun.” (Bakara, 2/186)
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, bilsinler ki, gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana
dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.” diyorsun. Allah’ım biz de sana dua
ediyoruz duamızı kabul eyle!
--Dertli kullarına deva ihsan eyle.! Hasta kullarına şifa ver, borçlu kullarına eda ihsan
eyle ya Rabbi!
--Ey ihtiyaçları gideren Allah’ım! Ey dualara icabet eden Allah’ım! Ey merhametlilerin
en merhametlisi olan Allah! Dualarımızı kabul eyle. Bizi şeytanın ve insanların şeytanın
şerrinde emin eyle!
--Bizi
ve
neslimizi
İslam’a
ve
Kur’an’a
hizmet
edenlerden
eyle
Allah’ım!
--Bizlere rızana uygun işler yapmayı ve rızanı kazanıp cennet ve cemalinle müşerref
olmayı nasip eyle ya Rabbi!
76
--Bizleri Kur’an ahlakıyla ahlaklandır ya Rabbi!
--Bizleri İslam'ın nurundan, Kur’an’ın hidayetinden mahrum eyleme ya Rabbi!
--Bizleri bollukta ve yoklukta sana şükredenlerden eyle ya Rabbi!
--Rızana uygun bir hayat yaşayıp kamil bir iman ile huzuruna varmayı bizlere nasip
eyle ya Rabbi!
--Dualarımızın ve okunan Kur’an’ın kabulü, bütün mü’minlerin ruhları için, hasetsen
Allah rızası için,
--EL-FATİHA--
77
-KAYNAKLAR
ATEŞ, Süleyman, “Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri”, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul-1988
İBN-İ KESİR, “Fezail’ül-Kuran, Tefsir’ül-Kur’an”, Beyrut-1976
İSLAMOĞLU, Mustafa, “Kur’an Surelerinin Kimliği”, Ankara-2010
KARAMAN, Hayrettin ve Komisyon, “Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara-2007
KARAMAN, Hayrettin ve Komisyon, “Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali”, Türkiye Diyanet
Vakfı, Ankara-1993
KIRCA, Celal, “Kur’an-ı Kerim’de Fen Bilimleri”, İstanbul-1984
KUTUB, Seyyid, “Fi Zilal’i-Kur’an”, Kahire-1985
ÖZTÜRK, Mustafa, “Kur’an-ı Kerim Meali”, Ankara Okulu Yayınları, Ankara-2014
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ”, I-XXVI, İstanbul-1999
YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, “Hak Dini Kur’an Dili”, Eser Neşriyat, İstanbul-1979
YENİÇERİ, Celal, “Uzay Ayetleri Tefsiri”, İstanbul-1995
Download