Öznur Hancı 21501328 Sessizliğe Ağıt Öykü türüne yeni bir bakış açısı getirmiş feminist yazar Katherine Mansfield’ın Bahtiyarlık ve Diğer Öyküler adlı eserinde, her öykü kendi içinde bir bilinç akışı dünyası, ancak Psikoloji adlı öykü insana sessizliğin bir ilişkide konuşmaktan daha önemli olduğunu anımsattığı için ayrı bir değerli. Öykü, “Kapıyı açıp da erkeğin orada durduğunu görünce daha da fazla sevindi.” (s. 135) diye başlıyor, oldukça sıradan ama etkili bir şekilde. Karakterlerin isminin olmadığı bu öyküde, aslında hepimizin fark edince doğruluğuna tüm varlığımızla inandığımız bir mesaj veriliyor: Sessizliği paylaşabildiğiniz insanlar sizi mutlu eder. Mansfield’ın kurduğu kaotik küçük dünyada, sessizlik bozulunca, ruhların birleşmesinden oluşan büyülü bağ da bozuluyor; histerik bir ayrılık etkisi hissediliyor ve sessizliğe ağıt yakılıyor, bizim dünyalarımıza ışık tutarcasına. Hayatlarımız da böyle değil mi? Herkes hayatında en az bir kez tek kelime söylese bozulacak bir sessizlik büyüsünün varlığını hissetmiştir diye düşünüyorum. Arayışımız da bundan ibaret zaten; kendi yarımlığımızı bütünlüğe tamamlama içgüdüsü ve sessizliği paylaşacak birilerini bulma isteği… İnsan bu işte: bir öyküyle kendi içine ışık tutabilen, öykü karakterleriyle birlikte kendi yalnızlığına ve olmayan sessizliğine isyan edebilen, biçare, tutsak, sevgiye muhtaç bir oluşum; Mansfield’ın ortaya koyduğu üzere. Aslında, özgür düşünmek için “izm”lerden kaçınılması gerektiğine inanırım. Ancak Mansfield’in öykülerinde, özellikle Psikoloji’de gördüğüm sıradanlık, kadının erkeğe beslediği karşılıksız sevgi ve sessizliği paylaşabilmelerine duyduğu saygı bana feminizmin kadının toplumsal rolünün yeniden tanımlanmasındaki önemini anımsattı. Kadın yine korkan taraf çünkü, sessizliğin bozulmasından korkuyor, çevresindeki eşyalara yabancılaşıyor. Kadınlar olarak, biz, bir türlü korkularımızı bırakarak hayata atılamıyoruz. Erkek, konuşmanın ortasından hiçbir şey paylaşılmamış gibi kalkıyor, eşyalara bağımlılığımızın simgesi olan paltosu ve şapkasını takarak uzaklaşıyor, her şeyi arkasında bırakıyor. Kadın sanki bu ayrılık korkusunun yarattığı gerilimde hapsolmuşçasına kaybolan sessizliğe ağıt yakıyor. Gerçekçi düşünüldüğünde görülüyor ki birlikte sessizliğin tadını çıkarabileceğiniz birini bulmak çok zor… İnsanların, özellikle de tarih boyunca hep “öteki” olmuş kadınların işi daha da zor bu konuda. Nerden mi biliyorum? Kimliğini tanımlama konusunda toplumsal baskı hisseden bir kadınım ben de çünkü, hikâyedeki kadın gibi olmaktan korkuyorum: ya ben de yüzüstü bırakılırsam? Yine de bu korku, sessizliği derinden hissetmenin bedeli olarak kabul edilebilir bir şey benim için. “İzm”lerin boyunduruğundan kurtulmadan önce kurtulmamız gereken çok şey var, bunu Psikoloji sayesinde anladım. Eserin ismi, insanlık 1 Öznur Hancı 21501328 tarihinin en gizemli, en çözümlenmeye muhtaç ögesini vurguluyor: insan. O kadar âciz varlıklarız ki toplumsal normların yarattığı gereksiz kafes içinde boğuluyoruz ve çıkış yolunu bulamıyoruz. Bu noktada, Mansfield’in sanatıyla kendince bir çıkış yolu bulduğu düşünülebilir. Feminizm, idealizm… Bunların hepsi prangalarımızdan kurtulmak için birer araç ve bana “izm”lerden kaçınmak konusunda yanılgıya düştüğümü hissettiriyor. Belki de benim için gerçek hayat, bu çelişkilerin çözümlendiği an başlayacaktır, bilemiyorum. Bilgisizliğimden korkuyorum, utanıyorum. İç dünyamızı çözümlemeye giden bir diğer çözüm yolu da sessizliğe ulaşıp, o sessizliği birisiyle paylaşmak olabilir; lâkin bugünün gösterişçi ve gürültülü dünyasında bırakın sessizliği paylaşabileceğiniz birini bulmak, sessizliğin kendisine bile ulaşmak o kadar zor ki… Hayatlarımızı sosyal medya üzerine kuruyoruz. Evlerimizde televizyon hiç kapanmıyor. Sokaklarda, insanların bağırışları, araba motorlarının sesi, mağazalardan etrafa yayılan gürültüler kulaklarımızı sağır ediyor. Hayatlarımızı birilerine göstermek, yaşadıklarımızı ve ilişkilerimizi pazarlamak için yaşıyoruz… “Paylaş” butonuna duyduğumuz ihtiyaç, sessizliğe duyduğumuz ihtiyacı gölgeliyor. Bir kadın olarak, öyküdeki kadına imreniyorum. En azından, o, sessizliği paylaşabilecek birini buldu ve onu kaybetmekten korktu diye. Bu bağlamda “öteki” olmak bile bana ilgi çekici geliyor. Bir şeyi kaybetmekten korkmak için, önce ona sahip olmak gerekir. Eşyalarında yabancılaştığı için Kadın’ı yargılamıyorum, biz, yaşamlarımızı sessizliği kaybetmek üzerine kurduk çünkü ve bu, en çok ihtiyaç duyduğumuz şey olan sessizliğe ulaşmamızı engelliyor. Peki ne yapmalı? Yargılamadan, kendimizi etiketlemeden ve gösteriş merakı ağına kapılmadan yaşamalı. Bir kadın olarak itiraf edebilirim ki, ben hiç sahip olamadığım ve biriyle paylaşamadığım sessizliğe ağıt yakıyorum. Yine de minnettarım, gözlerimizi karartan ışıklar ve kulaklarımızı sağır eden gürültüler içinde sessizliğin gerekliğinin farkına varabildiğim için. Yaşam ilhamımı bundan alıyorum, içimdeki hiç bitmeyen çelişkiler fırtınasından ve sessizlik hasretinden. Kadın’a saygı duyuyorum. Kadınlığının ona vurduğu prangalarını üretme aracı olarak kullanabiliyor ve benim de yapmak istediğim gibi, yazıyor, yazdıkça özgürleşiyor. Sessizliği 2 Öznur Hancı 21501328 kaybetmenin ondan alıp götürdüklerini, Erkek’in arkasında kalmanın burukluğunu yazarak yok ediyor. Öykü de şöyle bitiyor: “En sonunda da ‘İyi geceler dostum,’ diye yazdı. ‘Arayı uzatma, gene gel.’ (s.144) İmrenilesi bir olgunluk, metanet ve dayanıklılık sembolü olan Kadın olmak istiyorum ben. Kim bilir, belki ben de bir gün sessizliği ve sessizliği paylaşabileceğim birini bulurum; yazarım ve yazdıkça kendimi keşfederim. Umudum devam ediyor. 3