Türkiye’nin en büyük siyasi kozu ‘su’dur... Prof. Dr. Ayşegül Kibaroğlu 14 Şubat 2013 Milliyet Robert D. Kaplan yeni kitabında Fırat ve Dicle nehirlerini kontrol imkânının Türkiye’ye 21. yüzyılda ‘müthiş’ bir güç kazandıracağını değindi. Türkiye bu sulardan içme suyu, enerji ve sulama için faydalanıyor. Ancak, sınırları aşan bu suların kullanımında komşu ülkeler de düşünülmüştür ve bu suların kullanımıyla ilgili komşularla anlaşmalar imzalamıştır. Ancak, unutulmamalıdır ki toplumlar ancak paylaştıkları kaynakları akılcı, sürdürülebilir ve adil kullandıkları sürece ‘güçlü’ olabileceklerdir. Robert D. Kaplan yine yazdı: Bu kez Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada “su ve güç” ile ilgili yargılarda bulunmuş. Soğuk Savaş sona erdiğinde “yeni bir düşman” bulma kaygısını iş edinen Kaplan gibi kimi ‘stratejistler’ doğal kaynakların kıtlaşmasının ve hızlı nüfus artışının özellikle Afrikagibi sıcak çatışmaların yaşandığı bölgelerde ciddi siyasal istikrarsızlıklara yol açacağıyla ilgili sansasyonel yazılar kaleme aldılar. Bu durumun Amerikan dış politikasının bir meselesi haline gelmesini savundular. Nitekim, çevresel kıtlıklar sonucunda Güney Amerika, Karayipler ve Afrika’dan gelebilecek ‘ekomülteciler’sadece Amerika için değil Avrupa ve NATO için de bir kaygı unsuru haline geldi ve “çevresel güvenlik” konusu bu güç odaklarının karar-verme mekanizmalarında yer aldı. Çevresel sorular Zaten R. Kaplan’ı da esas tanınır hale getiren gelişme 1994’de yazdığı “Yaklaşan Anarşi” yazısının ardından Clinton yönetiminin bu yaklaşımı epeyce ciddiye alarak ABD Dışişleri Bakanlığı’nda çevresel güvenlikle ilgili bir alt birim kurması oldu. Gelgelelim, tüm bu girişimlerin amacı, yoksullukla mücadele içindeki bu toplumların sömürge dönemlerinden buyana yaşadıkları çevresel sorunları çözmek için teknolojik ve maddi yardım yapmak ya da işbirliği projeleri geliştirmek değil, kendi refah toplumlarının güvenliğinin ve ekonomik ve siyasi çıkarlarının bu istikrarsızlıklardan etkilenmesini önlemekti. Kaplan yeni kitabında, Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada Fırat ve Dicle nehirlerini kontrol imkânının Türkiye’ye 21. yüzyılda “müthiş” bir güç kazandıracağını da değinmiş. Bu ilk bakışta bizleri ferahlatan ve hatta koltuklarımızı kabartan bir durum gibi gözüküyor. Ama gelin meseleye nesnel ve insancıl bir bakışla bakalım. Evet, gerçekten Fırat’ın yüzde 90’nı Dicle’nin ise yaklaşık yüzde 50’si Türkiye topraklarından kaynaklanır ve Türkiye bu sulardan içme suyu, enerji ve sulama için faydalanır. Ülkelerle anlaşmalar Ancak bu sular sınırlarımızı aşan sulardır ve Türkiye bu suları kullanırken komşularının ihtiyaçlarını da gözetmek durumundadır. Nitekim Türkiye bu suların kullanımıyla ilgili komşularıyla anlaşmalar imzalamış ve Atatürk barajının yapımından sonra da Fırat sularının Suriye’ye üzerinde anlaşılan oranda (saniyede 500 metreküp) akışını sağlamıştır. Üstelik Türkiye yeni açılım ve işbirliği projelerine önderlik yapmıştır. 2009 yılında Suriye ile varılan mutabakatlarda: Suriye’nin Dicle’den su pompalamasına, Asi nehri üzerinde ortak bir baraj yapımına, su kaynaklarında kirliliğin önlenmesi, suların verimli kullanılması ve kuraklıkla mücadele gibi önemli konularda anlaşmaya varılmıştır. Aynı yıl Irak’la da su kaynaklarının verimli kullanılmasıyla ilgili bir mutabakat metni imzalanmıştır. Mevcut durumda, Suriye’deki istikrarsızlık şartlarında, bunlar uygulanamaz haldedir ama işbirliği duruşu korunmalıdır. Türkiye sınıraşan sularını komşularıyla yaşadığı kriz dönemlerinde bile güç unsuru olarak kullanmamıştır: 1991 Körfez Krizi esnasında yapılan tüm telkinlere rağmen Saddam Hüseyin’in yönetimindeki Irak’ı cezalandırmak için sınıraşan su kaynakları bir araç olarak kullanılmamıştır. Bundan böyle de her şartta kullanmaması tarafımızca kuvvetle tavsiye edilir. Kaynakların yönetimi Esas olan, iklim değişikliğinin etkisiyle eskisinden daha sıklıkla ve daha uzun yaşanan kuraklıklarla mücadelede bu havzada işbirliğinin sürmesidir. Bu nehirlerin sularından içmesuyu, enerji ve gıda yoluyla faydalanabilecek tüm ülke halklarının bu imkânlara erişiminin devamlılığı devletlerin başlıca kaygısı olmalıdır. Öte yandan insanların ekonomik ve sosyal ihtiyaçları yanında nehirlerin de suya ihtiyaçları olduğu unutulmamalı, çevre kaynakları önemle korunmalıdır. Bölgedeki iç istikrarsızlıkların yarattığı olumsuz etkilere bağlı olarak sınıraşan su ilişkilerinin karmaşıklaşması beklenebilir. Hükümet seviyesinde diyalog için uygun olmayan bu siyasi atmosferde, gayri-resmi, bilim insanları seviyesindeki girişimler danışma mekanizması olarak kullanılabilir. Nitekim, bölgede böyle bir bilimsel işbirliği: Fırat-Dicle için İşbirliği Girişimi (ETIC) adı altında kıyıdaş ülkelerden (Türkiye, Suriye ve Irak) akademisyenlerin girişimiyle oluşturuldu. Su kaynakları yönetimin çeşitli alanlarında çalışan bilim insanları ve uzmanlardan oluşan bu disiplinlerarası grup 2005 yılından buyana çeşitli faaliyetler düzenlemekte. Bunlardan en yenisi: ETIC’in, 2-4 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul’da Okan Üniversitesi ve Max Planck Kamu Hukuku ve Uluslararası Hukuk Enstitüsü ile ortaklaşa düzenlediği “Fırat-Dicle Bölgesinde İşbirliğini Geliştirme” başlıklı uluslararası konferans oldu. Adil bir kullanım Konferans, 2000’li yılların ilk on yılında siyasi kararlılıkla teşvik edilmiş olan işbirliğinin korunması ve geliştirilmesi için çaba ve istek içinde olan Fırat-Dicle bölgesinden ve uluslararası alandan akademisyenleri, uzmanları, su ve diplomasi bürokratlarını bir araya getirmiştir. Konferans çerçevesinde bir araya gelen grup, suyu yaşamsal, teknik ve işbirliğinin bir aracı olarak tanımlamışlar ve siyasi zorlukların olduğu bu dönemde ayrıştırıcı değil aksine birleştirici bir unsur olarak kabul etmişlerdir. Sınır aşan su işbirliği her dönemde gereklidir. Komşumuz Suriye’de sürmekte olan iç çatışmaiçmesuyu, sulama ve enerji alt yapısına önemli zararlar vermeye devam etmektedir. Bu durumda şimdiden düşünülmesi gereken çatışmaların ardından yeniden yapılanma döneminde Suriye’ye su altyapısını onarmada nasıl yardım edilebileceği olmalıdır. Toplumlar ancak paylaştıkları kaynakları akılcı, sürdürülebilir ve adil kullandıkları sürece “güçlü” olabileceklerdir. Prof. Dr. Ayşegül Kibaroğlu Prof. Dr. Ayşegül Kibaroğlu lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Sırasıyla, University of Reading’den master, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden doktora derecelerini aldı. Türkiye Bilimler Akademisinden aldığı bursla İskoçya, University of Dundee, International Water Law Research Institute bünyesinde doktora sonrası çalışmalarda bulundu. Fırat-Dicle havzasında su politikaları, uluslararası su hukuku ve çevre politikaları üzerine yayınlanmış birçok eseri bulunmaktadır. Dr. Kibaroğlu 2001-2003 yılları arasında BaşbakanlıkGüneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Bölge Kalkınma İdaresi’nde danışman ve uluslararası ilişkiler birimi koordinatörü olarak görev yapmıştır. Dr. Kibaroğlu, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2003-2011 yılları arasında görev yapmıştır. 2011 Eylül ayından buyana Okan Universitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır. Dr. Kibaroğlu, Fırat-Dicle için İşbirliği Girişimi-ETIC’in kurucu üyesidir. Kaynak: Milliyet http://gundem.milliyet.com.tr/turkiye-nin-en-buyuk-siyasi-kozu-su-dur/gundem/gundemyazardetay/14.02.2013/1668715/default.htm