felsefi çözümlemelerde yöntem

advertisement
Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri
257
göre, bilim sosyolojisi klasik sosyologların bilgi konusundaki görüşleri bilinmeden
anlaşılamaz. Yazar bu bölümde pozitivist bakış açısının öngördüğü, bilimin evrensel
olduğu ve insanlığın bilimden başka hiçbir kurtuluş yolu olmadığı tezine karşı çıkarak evrensel doğruların bulunabileceğini kabul etmez. Yazara göre “Evrensellik
veya üniversalizm, güçlünün tercih edebileceği bir stratejidir; çünkü entellektüel
statükonun korunabilmesi için başvurulabilecek biricik stratejidir.”(s. 25)
Durkheimci bilgi anlayışının dille olan yakın ilişkisinden dolayı, dil ve kategoriler konusunun anlatıldığı aynı bölümde dil ile bilgi arasındaki yakın ilişkinin bilimsel
bilgi söz konusu olduğunda nasıl bir görünüm kazandığı üzerinde durulmaktadır.
Birinci bölümde özet olarak, bilginin temel şartının toplum olduğu, dille bilgi
arasında sıkı bir ilişki olduğu ve pozitivist bir yaklaşımla klasik sosyologların bilimbilimsel bilgi konularına yorumlar getirdikleri anlatılmaktadır.
“Epistemik cemaat” başlıklı bölümde ise “epistemik cemaatin bilimsel bilgi
dahil bütün bilgi türlerinin varoluş temeli olduğu” hipotezine açıklamalar bulunmaya
çalışılmaktadır. Yazar bu bölümde bilimsel bilgiyi “Doğa”ya ve soyut idealist
“form”lara göre değil, onu inşa eden, işleyen ve intikalini sağlayan insanlara atıf
yaparak açıklamaya çalışmıştır.
Yazara göre bilginin varlık şartı cemaattir, cemaatin temeli ise iletişimdir.
“Bilginin cemaatin ürünü olması onu bireye, daha uygun bir deyişle sosyal bağlarından tecrit edilmiş doğa durumundaki bir bireye indirgenemeyeceğini gösterir.”
(s. 60)
Genel bir değerlendirmenin yapıldığı sonuç bölümünde bir bilimsel bilgi tanımı ortaya konulmaktadır: “Bilimsel bilgi, bilimsel epistemik cemaatin üyesi durumundaki bilim adamları tarafından kolektif tarzda inşa edilen, işlenen ve “bilimsel”
etiketiyle akredite edilerek gelecek kuşaklara aktarılan bilgidir.” (s.120) Yazar ayrıca günümüzde “relativist” bir strateji benimsenmesi gerektiğini önermektedir.
Hüsamettin Arslan’ın zengin bir içeriğe sahip bu çalışması sosyal bilim araştırmacılarına önemli katkılar sağlayacak niteliktedir. Çalışmanın önemli özelliklerinden biri de dipnotlarda kişi ve kavramlarla ilgili kapsamlı bilgiler verilmiş olması ve
zengin bir bibliyografyaya sahip olmasıdır.
İsmail Güllü
FELSEFİ ÇÖZÜMLEMELERDE YÖNTEM
John HOSPERS, (Çev. Şahin Filiz; Mehmet Harmancı)
258
Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri
Kökler Yayıncılık, Konya, 2002, S. 255, (ISBN 975-92556-0-x).
Kitabın birinci bölümü, “Sözcükler ve Dünya” başlığını taşır. Bu bölümde,
sözcükler ve şeyler, sınıflama sözcükleri ile sınıflama, tanımlayıcı temel nitelikler ile
tanımlar ve cümleler ile önermeler arası ilişkiler incelenir.
İnsanla eşya arasındaki ilişki belli semboller ve işaretler yoluyla kurulur ve
bunların kullanımı toplumsal mutabakata bağlıdır. Nitekim, hemen her toplum, kırmızı ışığı “dur” anlamında kullanır. Eğer bir toplum, aynı sembol ve işaretle aynı
şeyi kastetmede mutabık değilse, iletişim zorlaşacak, hatta bir yerde imkansız hale
gelecektir. Bu anlamda, diller, üzerinde mutabakat sağlanan sembollerden oluşan,
hayli karmaşık sistemlerdir. Bu sistemdeki her sembol, sözkonusu mutabakattan
dolayı belli şeyleri temsil eder. Bunlar, ‘kalem,’ ‘kitap’ ve ‘ağaçlar’ gibi somut şeyler
olabileceği gibi, ‘korku,’ ‘sevgi’ ve ‘beyazlık’ gibi soyut şeyler de olabilir. Şu halde,
sözcükler, şeylere iliştirdiğimiz etiketlerden başka bir şey değildir. Sözcüklerden
meydana gelen cümleler ise, durumların etiketleridir. Sözgelimi ‘sandalye’ sözcüğü
bir şeyin etiketi iken, ‘ben sandalye üzerinde oturuyorum’ bir durumun etiketidir.
Sözcüklerin doğrusu yanlışı olamayacağı gibi cümlelerin de olmaz; onlar belli mutabakatlara göre doğru ya da yanlış olur. Cümleler sadece önermeyi dile getirir. Bu
‘cümle doğrudur’ demeyiz, bu cümleyle ifade edilen ‘önerme doğrudur’ deriz.
Öte yandan, sözcükler, pek çok tikel şeyi ifade etmek için kullanılır. Aynı etiketi farklı şeylere yapıştırmak için, onların tümünde ortak olan temel nitelikler ya da
nitelikler kümesi dayanak olarak alınır. Bu noktada, önemli olan, A, B, C ..., şeylerine X diyebilmek için hangi nitelikleri temel alacağımızdır. Âlemde her yönden bir
birine benzeyen iki şey mevcut değildir; dolayısıyla, çok sayıda şeyi bir sözcükle
ifade etmek onları farksızlaştırmak ve belli modlara sokmaktır. Aynı zamanda, bu
işlem bir tanımlama faaliyetidir. Tanımlar, tanımlamaya temel olan belli temel nitelikleri içerir. Bu temel nitelikleri taşıyan herhangi bir yargı, sözcüğün tanımıdır. Karşı
karşıya olduğumuz problem şudur: Sözcüğün tanımı şeyin tanımı mıdır? Gerçekten,
bir sözcüğü A, B ve C temel niteliklerine dayalı olarak tanımladığımızda, âlemde A,
B ve C niteliklerine sahip herhangi bir şeyin var olduğunu göstermiş olmayız. X`i
tanımlayarak, âlemde herhangi bir X`in bulunup bulunmadığı hususunda bir sonuca
varamayız. Bu durum, bilimsel yorumlamalar için oldukça önemlidir; zira, tanımları
hazır olarak bulmayız, biz yaparız.
Kitabın ikinci bölümü, “Zorunlu Bilgi” başlığını taşır. Bu bölümde, bilgi konusuna rasyonalizm ve empirizm çerçevesindeki yaklaşımlar, önerme çeşitleri ve kiplikli yargılar, aritmetik önermeler ve mantık ilkelerinin mahiyeti ve bilgi ile sezgi
arasındaki ilişki ele alınır.
Felsefe tarihinde, “neyi biliriz?” “nasıl biliriz?” “bilgiyi nasıl sınarız?” ve “doğrulukları değişik yollarla test edilmesi gereken farklı bilgiler var mıdır?” soruları,
Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri
259
temelde şu iki yaklaşıma dayalı olarak cevaplandırılmıştır: Rasyonalizm ve
Empirizm. Rasyonalizm, fikir ve kavramlarımızın doğuştan geldiğini ve zihnimizin
temel yapısından kaynaklandığını savunurken, empirizm, onların deneyden geldiğini
savunur. Sözgelimi, Tanrı fikri, empiriste göre, ahlâkî iyilik, yardımseverlik, güç,
maneviyat vs. kavramlarından oluşan karmaşık bir fikirdir; rasyonaliste göre ise,
insan zihninde doğuştan bulunan basit bir fikirdir.
Bu bağlamda, ilkin, önermeler analitik ve sentetik olmak üzere ikiye ayrılır.
Analitik önermelerde, yüklem özneye yeni bir şey katmaz, öznede bulunanı tekrar
eder. “AB, A`dır” ya da “A, A`dır” şeklindeki önermeler analitiktir. Cümlenin mantıksal yüklemi olan “A,” cümlenin öznesinde zaten mevcuttur. Eğer yüklemde öznede içerilenden başka bir hüküm varsa, önerme sentetiktir. Bu model, “AB, C`dir”
ya da “A, B`dir” şeklinde ifade edilebilir. Analitik ve sentetik önermelere ilaveten,
bir de totolojik önermeler vardır. Bunlar, tecrübî sınamaya bağlı olarak doğru değil;
anlam ya da tanım gereği doğrudur;. Totolojiler, mantıksal olarak şu forma sahiptir: PV~P. Sentetik yargıları, saçmaya düşmeden reddetmek mümkün iken, analitik
ve totolojik yargıları reddetmek mümkün değildir. Genellikle, analitik ve totolojik
yargılar kapalı; sentetik yargılar açıktır. Açık yargılar, tecrübî durumlarla ilgili olduğu
için, onların tersinin gerçekleşmesi mantıken her zaman mümkündür. Sözgelimi,
beş yüz metre yükseğe zıplamak, doğal yasalar çerçevesinde düşünüldüğünde,
tecrübî olarak imkansızken, mantıksal olarak mümkündür. Zira, bir zamanlar tecrübî
olarak imkansız olan şeyler daha sonra mümkün olmaktadır. Bununla beraber, “daire,” tanım gereği dört köşeli olmayan herhangi bir şey olarak tasavvur edilir; dolayısıyla, dairenin kare olduğunu söylemek, dört köşeli olmayan bir şeyin dört köşeli
olduğunu söylemektir. Bir şey kare ise, daire değildir; daire ise, kare değildir. Şu
halde, âleme bir modalite yüklemek, mantıkî, tecrübî ve teknik olarak mümkün olan
ya da olmayan durumların ortaya konulmasına bağlıdır.
Zorunlu yargılar, deneye başvurmadan a priori olarak bilinen yargılardır. A
priori bilgi, tecrübî olarak elde edilmediği için tecrübeyle çürütülemez ve inkar edildiği zaman çelişkiye düşülür. Bunun aksine, a posteriori bilgi ise, tecrübe yoluyla
elde edilir ve teyit edilir. Bu durumda, “zorunlu” sıfatı yargıya ve “a priori” sözcüğü
de bizim yargının doğruluğuyla ilgili bilgimize uygulanır. Bu bağlamda, aritmetik
yargıları ve mantık ilkelerini nasıl bildiğimiz, dolayısıyla, onların analitik önermelerin
mi, sentetik önermelerin mi, yoksa, totolojik önermelerin mi statüsüne sahip olduğu
sorunu tartışılır.
John Hospers, bu bölümün sonunda bilgi ve sezgi konusunu incelemiştir.
Bilmenin şu iki tanımlayıcı niteliği vardır: Bunlar (1) bilinen şeyin doğru olması ve
(2) onun doğru olduğuna inanmamızdır. Bilmek, bir bakıma güçlü bir inancı kapsayan zihin durumudur. İnanç, salt olarak belli bir zihin durumuna ya da inanılan
yargıya yönelik bir tavra sahip olmaktır. Ancak, bir şeyi bilmek daha fazla koşulu
yerine getirmektir. Yani, bilinen şey gerçekten doğru olmalıdır. Bir yargıyı bildiğimizi
260
Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri
söylediğimizde, sırf, ona yönelik bir tutum içinde olduğumuzu söylemeyiz, onun
doğru olduğunu da söyleriz. Bu bağlamda, sezgisel çıkarımların bilgi olup olmadığı
hakkında ne söyleyebiliriz? Sezgi, birden bire beliren bir aydınlıktır; çıkarıma dayanmaz ve doğrudan doğruyadır. Burada, sorun şudur: Bir şeyin doğru olduğunu
sezdiğimize ilişkin salt gerçeklik, onun gerçekten doğru olduğunu garanti eder mi?
Dolayısıyla, doğruluğunu sezdiğimiz şeyi bildiğimizi iddia edebilir miyiz?
Kitabın üçüncü bölümü, Empirik Bilgi başlığını taşır. Bu bölümde, empirik önermelerin kesinliği, yasa ve olasılık, açıklama ve hipotez arası ilişkiler, tecrübeye
dayalı olarak cümlelerin anlamının tespiti ve hangi sorunların metafiziksel olabileceği üzerinde durulmuştur.
Tümel önerme formundaki Empirik önermeden ziyade, tikel önerme formundaki empirik önermelerin doğru olma ihtimali daha yüksektir. “Bu karga siyahtır”
önermesi, “tüm kargalar siyahtır” önermesinden daha az iddialıdır. İkinci önerme
yanlış olsa da, birinci önermenin doğru olma ihtimali vardır. Bu bakımdan, hemen
hemen her empirik önermenin yanlış olma ihtimalinin olduğunu iddia edebiliriz.
Nitekim, her tecrübî yargının sonsuz sayıda doğrulama olanağı vardır, ve tüm gözlemleri, yargıyı doğrulamak için zorunlu hale getiremeyiz. Bu bakımdan, bilimsel
yasalara doğadaki belli durumların gözlemlenmesiyle ulaşılır ve onların benzer durumlarda geçerli olacağı iddia edilir. Böylece, onlar, belli bir zaman ve mekanda
ulaşılan verilerin ötesine uzanırlar.
Geçmişi ve geleceği içine alan herhangi bir tecrübî yargının ne doğruluğunu
ne de yanlışlığını mantıksal olarak bilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, benzerliğin
gözlemlenen tüm durumlarda vuku bulduğuna ve istisnanın gerçekleşmediğine
dayanarak, yargının muhtemelen doğru olduğunu kabul edebiliriz. Zira, bu gibi
durumlarda tümel yargı önermelerden zorunlu olarak çıkarılamaz. Yargıya dayanaklık eden tikel önermeler sadece sonucu teyit eder; ne kadar gözlem yapılırsa yapılsın asla kesinliğe ulaşılamaz. Buna göre, bilimsel yasalar, belli koşullarda geçerli
mantıken olumsal yargılardır. Geçmiş ve geleceği kapsayan tecrübî yargılar doğrulanamazlar.
Bu durumda, bilimsel açıklamalar nasıl açıklamalardır? Bilimsel açıklamaya
kaynaklık eden yasalar olumsal olduğu için, onlar hipotetik-dedüktif açıklamalar
mıdır? Bu soruları ne şekilde cevaplarsak cevaplayalım, açıklama ile açıklanacak
olgu ya da olaylar arasında şu iki tür ilişkinin olması gerektiği iddia edilir: (1) Açıklanacak şeye ilişkin yargı, yasa konumundaki yargılardan mantıksal olarak çıkarılabilmelidir; ve (2) açıklama, gelecekteki benzer durumları tahmin etme imkanı vermelidir. Şu halde, bilimsel açıklamalar, tikel durumları tümel bir yasa bağlamında
gösterirken, tümel yasanın bizzat kendisini açıklamadan bırakır, yasanın niçin bu
şekilde işlediğini açıklamaz. Aslında, bu, bazı sorunların tecrübeye dayalı olarak
çözülemeyeceğini gösterir.
Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri
261
Sonuç olarak, bu kitap, Türk okurlar için, ağırlıklı olarak epistemolojik konuları ele alan temel bir felsefeye giriş kitabıdır. Ayrıca, her bölümün sonunda verilen
bölüme ait İngilizce kaynak listelerinin, bu konularla ilgili ülkemizde araştırma yapan kişilere yardımcı olacağı kanaatindeyim.
Cenan Kuvancı
Download