Sofrada tehlikeli konuk KAPAK FERİDE AY Dünyada her yıl milyonlarca insan açlıktan ölüyor. Yaklaşık 2 milyar kişi yetersiz beslenme ve yoksulluğun pençesinde yaşam mücadelesi veriyor. Türkiye’de ölümcül bir açlık sorunu yaşanmamasına karşın dengesiz ve yetersiz beslenme sorunu büyüyor. Ülkemizde yeterli miktarda gıdaya ulaşamayan insan sayısı 13 milyon dolayında. Halen yaklaşık 6.5 milyon kişi proteinsiz, 10 milyon kişi de düşük kalorili gıdalarla besleniyor… 14 l İSMMMO YAŞAM Dünyada milyonlarca insanın pençesinde kıvrandığı açlık sorununa da çözüm olacağı gerekçesiyle yaygınlaşan GDO’lu ürünler Türkiye’nin de gümrük kapılarını zorluyor... Türkiye Mayıs ayının sonlarında yönetmelik değişikliği yaparak "GDO bulaşanı" tanımı formülüyle gıdalarda yüzde 0.9 oranında GDO’lu ürün kullanımının yolunu açtı... Açlık sorununun kaynak kıtlığından çok, adil bölüşüm sorunu olduğunu savunan kesimler, çözümü de; israfın önlenmesi, silahlanma bütçesinin bir bölümünün adil bölüşüm için kullanılması, siyasi irade kararlığı gibi başlıklar altında topluyor… Artan nüfus ve yeryüzünde tarıma elverişli toprakların sınırlı oluşu gibi faktörleri öne süren kesimler ise açlık sorununun çözümü için bio-teknolojide ısrar ediyor. Bio-teknolojik yöntemlerle kendi kültürü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş bitki, hayvan ya da mikroorganizmala- ra genel olarak Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (Genetically Modified Organisms) adı veriliyor. Türkiye’nin yeni yeni yasal düzenlemeler için kolları sıvadığı GDO’lu ürünler, ortalama 25-30 yıldır dünyanın en sıcak gündem maddeleri arasında yer alıyor. Gen teknolojilerinin dünyanın hızla artan nüfusunun açlık sorununa çözüm olacağı gerekçesiyle ABD başta olmak üzere bazı ülkeler, tarımının yaygınlaşmasını destekliyor. Bazı ülkeler ise ABD’li şirketleri çıkar sağlamaya çalışmakla suçlayarak, GDO’nun yan etkilerini de sıralayarak karşı çıkıyor. Bü- MAYIS-HAZİRAN 2014 tün bu tartışmalar devam ederken ve Türkiye henüz konuyu anlamaya çalışırken GDO uygulamaları tarımda aldı başını gidiyor. Bio-teknolojinin günümüzde en çok kullanıldığı alanlardan biri bitki ıslahı oldu. Transgenik tohum kullanılarak sırasıyla en çok mısır, soya, pamuk ve kanola üretilse de domatesten en masum görünümlü sebzelere kadar her üründe yaygınlaşıyor. GDO’lu ürünler, dünyada sık sık protesto konusu da oluyor. ÇARE OLDU MU? Birleşmiş Milletler’e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile Dünya Gıda Programı’na göre geçen yıl gıda fiyatları, son 20 yılın en yüksek seviyesine çıktı. Bunun sonucunda da 200 milyonu beş yaşın altında olmak üzere 1 milyarı aşkın insan için açlık tehdidi büyüdü. Gıda krizine ekonomik bunalımın da eklenmesiyle tablonun daha da vahim hale geldiğini belirten FAO, gidişatı “Tahammül edilemez” olarak değerlendiriyor. Açlıkla mücadele konusunda 1980’ler ile 1990’larda dönemsel başarılar elde edilse de dünya genelinde sorun 1995’te ağırlaşmaya başladı. FAO’ya göre, acil ve radikal önlemler alınmazsa önümüzdeki yıl için belirlenen açların sayısını azaltma hedefine ulaşılamayacak. Peki açlığın sebebi ne? Artık pek çok sofraya giren ya da girme riski olan GDO’lu ürünler, bu küresel soruna çözüm olabilir mi? Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Kemal Özer; açlığın bu boyutlara ulaşmasında çözüm olacağı savunulan GDO’lu ürünlerin rolü olduğunu savunuyor. Özer, son 20-30 yılda kazananın sadece bir elin parmakların geçmeyecek sayıdaki tohum şirketleri olduğunu belirtiyor. Özer, “Özellikle ABD tarafından genetiği değiştirilmiş tohumlar yani GDO’lu ürünler açlığa çözüm olarak sunulmuş ve yeryüzündeki açlık sorunu bu yolla çözüleceği iddia edilmişti. Aradan 30 yıl geçmesine dünya tarımının en az yüzde 50’si GDO’lu tarım olmasına karşın vaat edilenlerin hiçbiri gerçekleşmedi” diyor. EKİM ARTTI, AMA... MAYIS-HAZİRAN 2014 Dünyada genetik yapısı değiştirilmiş canlıların ve bunlardan elde edilen gıdaların dağılımı hızla artıyor. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen gıdalar ile pamuk GDO’lu olma riski taşıyan tarımsal ürünlerin başında geliyor. Yakın zamanda Türkiye’de satılan bir bebek mamasında GDO bulundu. Uzmanlar, tohum yoluyla da pek çok sebzede kontrolün yeterli olmadığını da savunuyor. leri oldu. Dünyada açlık sorununun nedeni, ekim alanları ya da üretim yetersizliği değil. Nedeni adil bölüşüm yapılamaması. Bugün dünyada bir milyardan fazla kişi açlıkla karşı karşıya iken gelişmiş ülkelerde 183 milyon ton buğday, 95 milyon ton pirinç fazlası var. Bu güçler hem açlıkla pençeleşen insanların topraklarını hem de devletlerin kaynaklarını sübvansiyon adı altında sömürüyor. Açlığa GDO değil adil dağılım ve bölüşüm çözüm olur.” GDO’lu ürünlerin insan sağlığına etkileri konusunda ise araştırmalar ikiye bölünüyor. Ancak iki taraf, bu ürünlerin uzun vadeli etkileri konusunda net bir bilgi vermekten geri kalıyor. Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı’ndan Venhar Çelik ve Yıldız Teknik Üniversitesi, Kimya-Metalurji Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü’nden Dilek Tur- KAPAK Kemal Özer, son yıllardaki gelişmeleri şöyle değerlendiriyor: “GDO’lu ekimlerden sonra daha az alanda değil daha fazla tarım alanında ekim yapılır hale geldi. Ama GDO’lu tohumların ekildiği birçok alanda artık tarım yapılamaz durumda. Dünyada açlık iki kat arttı. Ne çiftçilerin ne de ülkelerin ekonomik sevilerinde artış oldu. Sadece Hindistan’da GDO’lu ekim nedeniyle son 10 yılda 250 binden fazla çiftçi intihar etmek zorunda oldu. Dünyanın en büyük tohum şirketi Monsanto’ya borçlarını ödeyemediği için 1 milyondan fazla çiftçi karın topluğuna Monsanto’nın modern köleleri durumunda. Kazananlar bir elin parmaklarını geçmeyen tohum dev- BU ÜRÜNLERE DİKKAT İSMMMO YAŞAM l 15 KAPAK DÜŞÜNMESİ BİLE ÜRKÜTÜCÜ! Özellikle türler arasındaki gen kaçışının doğal ekosistemde oluşturacağı risklerle ilgili senaryolar saymakla bitmiyor. Bu riskler, onlarca başlığa bile sığdırılmayacak kadar fazla. Ancak insan sağlığı açısından somut araştırmalara da dayandırılarak dile getirilen riskler öncelikli önem taşıyor. Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı’ndan Venhar Çelik ve Yıldız Teknik Üniversitesi, KimyaMetalurji Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü’nden Dilek Turgut’un yaptığı analize göre GDO’lu ürünlerin kısa vadede insan açısından en önemli etkilerinden biri de antibiyotiklere direnç düzeyinin yükselmesi. Bu durum, pek çok hastalık açısından vahim sonuçlara yol açabilir. Söz konusu uzmanlar en çok tartışılan bu olasılığı şöyle açıklıyor: “Gıda ürünleri ile birlikte DNA’nında vücuda alındığı bir gerçek. Vücuda alınan DNA sindirim sisteminde parçalayıcı etkiye sahip olan çeşitli parametrelere maruz kaldığı için parçalanıp sindirildikten sonra vücuttan dışarı atılabiliyor. DNA, memeli bağırsağında genellikle hızla parçalanmakla birlikte bu parçalanma tamamen ve bir anda olmazsa DNA stabil/kararlı kalabilir. Eğer GDO’lu gıda, DNA parçalanmadan ince bağırsağın son kısmı, körbağırsak ve kolon gibi DNA parçalama aktivitesinin en az olduğu kısımlarına ulaşırsa mikrofloranın çıplak DNA’yı hücre içine alma olasılığı / riski var. Mikrofloradaki bakteriler yabancı DNA’yı atacak mekanizmaya sahip olsa da bakteriyel kökenli genlerin bakteriler tarafından yapıya alınması teorik olarak mümkün. GDO üretimi sırasında markır gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genleri çoğunlukla bakteriyel kökenli ve bu açıdan en çok tartışılan olasılık. GDO ürünlerin tüketilmesi ile bu antibiyotik direnç genlerinin insan bağırsak mikroflorasına veya patojen mikroorganizmalara aktarılması doğada zaten yaygın bir olgu olan antibiyotiğe karşı direnç düzeyinin artmasına yol açabilir. Bu durum patojenik mikroorganizmaların tedavisi için antibiyotiklerin terapötik değerlerini or- 16 l İSMMMO YAŞAM tadan kaldırarak insan ve hayvan sağlığı için bir risk oluşturabilir… Tüketilen GDO gıdalardaki DNA’nın memeli hücrelerine aktarılması ve böylece yatay gen transferinin insana sıçraması gıda güvenliği açısından ele alınan diğer bir konu. Gıdalardaki çeşitli kökenden DNA parçacıklarına maruz kalan bağırsak astarındaki hücrelerin, devamlı olarak dökülmesi ve yenilenmesi ile vücuttan atılacağı ve bu nedenle sağlık açısından önemli bir risk oluşturmayacağı düşünülüyor. Ancak yapılan çalışmalar, mısırla beslenen sığır ve tavuklarda mısır kloroplast DNA’sının çeşitli dokulara girdiğini gösteriyor. Yine fareler üzerinde yapılan deneysel araştırmalarda çift zinzirli M13 bakteriyofaj DNA ile beslendikten birkaç saat sonra incelenen farelerde DNA fragmentlerinin tamamen parçalanmadığı, kan dokusu ve diğer çeşitli dokulara ulaştığı ve fare DNA’sına kovalent olarak bağlandığı tespit edildi.” MAYIS-HAZİRAN 2014 gut’un yaptığı araştırmaya göre, ABD’de özellikle soya ve mısır içeren işlenmiş gıdaların yüzde 60’ından fazlası GDO’lu ürün içeriyor. Ancak bu durum tüketici tarafından kabul edildiklerini göstermiyor. Tüketicinin ne yediğini bilmediğine dikkat çeken Çelik ve Turgut, ülkede 1997’den beri yapılan pek çok anketin etiketleme isteğini ortaya koyduğunu, halkın etiketleme yapılması halinde ise GDO’lu ürünü tercih etmeyeceğini gösterdiğini belirtiyor. Çelik ve Turgut, üreticilerin yürüttüğü etiketleme karşıtı lobinin, tüketicinin arzularını bastırdığına dikkat çekiyor. Avrupa’da da GDO gündemini takip eden ve bu ürünlere karşı olduğunu belirten tüketicilerin oranı, anketlere bakılırsa düşse de ve ekim alanları İspanya, Romanya ile Almanya’da genişlese de durum çok farklı değil. TÜRKİYE’DE BASKI MAYIS-HAZİRAN 2014 ETİKETLEME TARTIŞMASI Avrupa Birliği yönetmelikleri herhangi bir gıda ürününün geleneksel benzerlerinden farklılaştığı anda GDO kökenli olduğunun etiketlenmesi gerektiğini ortaya koyuyor. ABD’de ise gıda kaynaklarının güvenirliği ve sağlıklı olması (et ve kümes hayvanları hariç) ABD Gıda ve İlaç İdaresi (US FDA) tarafından düzenleniyor ve bu ajans GDO’ların etiketlenmesine karşı. Çevre Koruma Ajansı (EPA) gıda güvenliği açısından GDO’lara karşı tüketicilerin korunmasına özel önem verilmesi gerektiğini belirtirken, Amerikan Tıp Birliği (AMA) bu ürünlerin etiketlenmesinin zorunlu olmasını ve genetiği değiştirilmiş gıdalar için tüketici güvenliğinin henüz açık olmadığının belirtilmesi gerektiğini savunuyor. Eleştiriciler, GDO ürünlerin etiketlenmesinin tüketilen belirli gıdaların beklenmeyen neticelerini izlemek için tüketiciye yardım edeceğini, bu ürünleri tüketmek istemeyenlere şans tanıyacağını belirtiyor. Etiketleme karşıtları ise tüketicide yanlış anlama ve tedirginlik uyandıracağını savunuyor. Ayrıca gıda karışımında da bulunabileceğinden büyük zorluk ve maliyet yaratacağını gerekçe olarak gösteriyor. KAPAK Türkiye’de GDO’lu ürün üretimi yasak olmasına karşın, 1998’den itibaren alan denemeleri yapılmaya başlandı. Bu süreci, ürünlerin tescili, üretime sokulması ve gıda zincirinde kullanılması yönünde yasal düzenleme yapma çabası izliyor. İç piyasada işlenerek ürün halinde pazara sürülen hammadde veya yurtdışından ithal edilen işlenmiş ürünlerden önemli bir kısmının GDO içeriğine sahip olduğu ileri sürülüyor. Özellikle mısır ve soyanın büyük bir kısmı ABD ve Arjantin’den ithal ediliyor ve neredeyse tamamının GDO içerikli olduğu savlanıyor. Ayrıca 20’ye yakın ilin pazarlarından alınan domates ve patateslerin GDO ürün olduğu saptanmıştı. Bunların hemen hemen hepsi tohumların hiçbir denetime tabi tutulmadan tarla ve seralarda ekilmesi sonucunda üretiliyor. GDO’ları destekleyen özel endüstriyel üyeleri, gıda teknolojisi uzmanları, işleyicileri ve bilim insanları; dünyadaki fakir ve aç insanlara da yarayacak biçimde genetik mühendisliği teknolojisinin geliştiğini savunuyor. İSMMMO YAŞAM l 17 Son yıllarda bu teknolojiyle gerekli olan gıda ve ilacın büyük boyutta üretilmesinden yanalar. Bu tezlerinin gerekçeleri ise başta açlığın yok edilmesi olmak üzere; besin kalitesinin arttırılması, meyve ve sebzelerin raf ömrünün uzatılması, verimin yükseltilmesi, yenilenebilir aşı ve ilaç üretimi, hastalıklarla mücadele, tarımsal amaçlı bitkilerin çoğunun genetiği değiştirilerek virüsler, böcekler, yabani otlar gibi çevresel etkilere karşı dirençlerinin arttırılması gibi başlıklardan oluşuyor. Günümüzde bitkilerin topraktan daha fazla azotu doğrudan kendilerinin alabilmesi için genetiği değiştirilmiş bitki üretimi arttırılıyor. Bu da buharlaşarak veya nehir ağızlarına sürüklenip su kirliliğine neden olarak çevreyi tehdit eden kimyasal gübre gereksinimini azaltacağından çevre için yararlı bir uygulama olarak kabul ediliyor. SAĞLIĞA ZARARLI MI? GDO’ların potansiyel riskleriyle ilgili tartışmalar ise devam ediyor. GDO’ları eleştiren tüketici ve sağlık savunma grupları, çevre ve gıda savunma örgütleri, bilim insanları ve organik tarımcılar, insan gıdasında genetik mühendisliği tekniklerinden kaçınılmasını savunuyor. GDO’ların olası faydalarının güvenlik, etik, dini ve çevreci kaygıların gölgesinde kaldığını düşünüyorlar. Özellikle AB ülkelerindeki muhalifler, bu teknolo- 18 l İSMMMO YAŞAM jinin dünyanın tarımı, sağlığı ve ekolojisini tehdit ettiğini düşündüğünden “Frankeştayn Gıdalar” olarak nitelendiriyor. Örneğin İngiltere’de Salmonella salgını ve deli dana hastalığı gibi gıda güvenliğinde halk güvenini aşındıran olaylar yaşandı. Bilim insanları Venhar Çelik ve Dilek Turgut’un araştırmasına göre, GDO’larla ilgili potansiyel riskler var, ancak etkileri ve boyutları konusundaki bilgi yetersiz. Gıda ürünlerine aktarılan transgenler, bazı besin değerlerinin düzeyini arttırırken diğerlerinin düzeylerini azaltarak tahmin edilemeyen bir şekilde besinsel özellikleri değiştiriyor. Bitkisel ve hayvansal gıdaların besin içeriklerindeki değişimlerin besin etkileşimleri, besin-gen etkileşimi, canlıda besinin varlığı, besin gücü ve besin metabolizması üzerine etkisi hakkında henüz yeterli bilgi yok. Gıda ürünlerine aktarılan genlerin insan bağırsak mikroflorasında veya insan ya da hayvan genomunda yer alıp almayacağı ve bunun sonuçlarının ne olacağı önemli bir soru… ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü’nden Prof. Dr. Hüseyin Avni Öktem de bazı konvansiyonel gıda ürünlerinde olduğu gibi GDO’ların da tüketicide alerjik reaksiyon oluşturma riski olduğunu belirtiyor. Bu nedenle ürünlerin ticarileşip tüketim zincirine girmeden önce bazı ülkelerde detaylı olarak toksisite, alerjenite gibi etkiler açısından bağımsız otori- MAYIS-HAZİRAN 2014 telerce analiz edildiğine ve kullanımına ona göre izin verildiğine dikkat çekiyor. Türkiye’de ise halen mevzuat olmadığını, gümrük kapılarında rutin analizin yapılmadığını ifade ediyor. ‘YEMEZLER’ KAMPANYASI Dünya genelinde GDO karşıtı kampanyalarıyla dikkat çeken Greenpeace’in Türkiye’de de yoğun çabaları ve destekçileri bulunuyor. Bu çerçevede Türkiye’de GDO’lu ürünler için yasal altyapı hazırlanması ve piyasada serbestçe satılmasına karşı çıkan Greenpeace Türkiye, 2012’de “Yemezler” kampanyasıyla sofraları korudu. Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in daha önce “Ben de GDO’ya karşıyım” sözünü anımsatan Greenpeace Türkiye, 326 bini aşkın kişiden destek alarak yüzde 0.9 oranında GDO kullanımını engelledi. Aradan iki yıl geçtikten sonra, bu yıl Gıda ve Tarım Hayvancılık Bakanlığı’nın GDO’ların yolunu tekrar açtığını belirten Greenpeace Türkiye, yönetmelik değişikliği ile yine kapı aralanmasına tepkili. Bu yıl bakanlık, GDO’yu düzenleyen yönetmelikte yapılan değişiklikle “GDO Bulaşanı” diye bir tanım üretti. Buna göre, yeni yönetmelikle yüzde 0.9 sınırını aşmadığı sürece GDO’lu ürünler insani tüketim amaçlı ürünlerin içinde yer alabilecek. Türkiye’de GDO’yu analiz edecek laboratuvar bile bulunmadığını kaydeden Greenpeace’a göre; bu ürünler bir kez ülke sınırlarından içeri girdi mi, bunun geri dönüşü olmaz. Gıdada sadece yüzde 0.9 oranında kullanılacaksa da GDO’ya her zaman “Yemezler” demek lazım. Greenpeace’in verdiği bilgiye göre, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı dört akredite, üç de özel laboratuvarın kimliklendirme ve miktar analizi yapabildiğini ifade ediyor ancak bunların izinli GDO’ları mı, yoksa yasaklı olanları mı analiz edebildiğine değinmiyor. ANLAYAMAZSINIZ! MAYIS-HAZİRAN 2014 KAPAK Greenpeace Gıda ve Tarım Kampanyası Yöneticisi Tarık Nejat Dinç, bakanlığın bu tespitlerine yanıt verdiğine değinirken aslında iddialarının doğrulandığını ifade ediyor. Dinç, “Biz bakanlığa bağlı dört laboratuvarın izinli GDO’ları analiz edebildiğini açıklamıştık. Bakanlığın açıklamaya cesaret edemediği ve halkın asıl merak ettiği şey, Türkiye’de yasaklı olan GDO’ların kaç laboratuvarda test edilebildiği... Yasaklı GDO’ların listesi ve laboratuvarların akreditasyon bilgilerini karşılaştırdığımızda, Türkiye’de tüm yasaklı GDO’ları analiz edebilen bir tane bile laboratuvar olmadığı gerçeğiyle yüzleştik. Eğer yasak olan bir nesneyi tanımlayamazsanız, onu tespit edemezsiniz, dolayısıyla engelleyemezsiniz. Bu yapıyla bakanlığın yönetmelik değişikliğiyle uygulamaya soktuğu binde 9 eşik değerini ölçebilme imkanı ortadan kalkıyor.” Milupa Aptamil mamada GDO tespiti ile ilgili kamuoyunu bilgi- lendiren Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi, 29 Mayıs tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan GDO yönetmeliğine iptal davası açtı. Gıda Hareketi, 2009’da yayınlanan yönetmeliğe iptal davası açmış ve iptal edilmesini sağlamıştı. Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Kemal Özer, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu’na aykırı olarak yüzde 0.9’luk GDO’yu, “GDO bulaşanı” masalıyla meşrulaştıran yönetmelik değişikliğine iptal davası açtıklarını söylüyor. Danıştay’da açılan davanın dilekçesini paylaştıklarını ifade eden Özer, “Dava açmak isteyen kişi ve kurumların aynı veya benzer gerekçelerle dava açmalarında yarar var” diyor. Doç. Dr. Işıl Ergin de GDO’lu ürünlerin kullanımını düzenleyen yönetmelikte yapılan değişikliği şöyle özetliyor: “Yem amaçlı tüketim için Biyogüvenlik Kurulu’ndan onay almış bir gen, yeni yönetmelikle yüzde 0.9 sınırını aşmadığı sürece insani tüketim amaçlı ürünlerin içinde yer alabilecek.” İSMMMO YAŞAM l 19