Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519 Muhammed Yunus BİLGİLİ1 MODERNİZM VE POSTMODERNİZM EKSENİNDE İNSANÇEVRE İLİŞKİLERİ Özet Var olduğu ilk günden itibaren bir çevre içinde çeĢitli etkileĢimlerde bulunan insanoğlunun bu etkileĢimini yönlendiren fiziksel değiĢkenler olduğu gibi düĢünsel değiĢkenlerden de söz edilebilir. Bu düĢünsel değiĢkenler içinde bulunulan dönemin temel ideolojileri tarafından Ģekillenmektedir. Modern dönemde yaĢayan insanların çevre ile olan iliĢkisini belirleyen düĢünceler modernizm akımının temel düĢünceleri ile paralellik göstermektedir. Postmodern dönemde de bu durumun aynı Ģekilde olduğu belirtilebilir. Bu noktada bu çalıĢmanın amacı modern ve postmodern dönemin insan-çevre iliĢkilerini inceleyerek postmodern dönemin bu iliĢkilerde ne gibi farkları olduğunu ortaya koymaktır. ÇalıĢmanın modernizm dönemindeki insan-çevre iliĢkilerini inceleyen bölümünde insan merkezli yaklaĢımlar ele alınırken postmodern dönemdeki bu iliĢkiler risk toplumu ve yeni çevreci paradigma doğrultusunda ele alınmıĢtır. Anahtar Kelimeler: Modernizm, Postmodernizm, Ġnsan-Çevre ĠliĢkisi, Risk Toplumu, Yeni Çevreci Paradigma HUMAN-ENVIRONMENT RELATIONSHIPS ON THE AXIS OF MODERNISM AND POSTMODERNISM Abstract As from the first day of existence, it can be said that intellectual and physical variables direct interaction of human beings in various interactions within an environment. These intellectual variables are shaped by the basic ideologies of the period in which they are found. The thoughts that determine the relation of the people with the environment in the modern period are parallel to the basic ideas of the modernism movement. It can be stated that this situation is the same in the 1 ArĢ. Gör., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, mybilgili@ktu.edu.tr Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri postmodern period. At this point, the aim of this study is to examine the humanenvironment relations of the modern and postmodern era and to demonstrate what the differences of the postmodern era are in these relations. In this study, humanenvironment relations in the modern era are examined in terms of anthropocentric approaches and these relations in the postmodern era are examined in terms of risk society and new environmental paradigm. Keywords: Modernism, Postmodernism, Human-environment Relation, Risk Society, New Environmental Paradigm GİRİŞ Ġnsanlar var oldukları günden beri ihtiyaçlarını karĢılamak için çevreleri ile etkileĢim içinde olmuĢlardır. Bu etkileĢimle birlikte insanlar hem çevreden etkilenmiĢ hem de çevreyi etkilemiĢlerdir. Bu etkileĢim süreci her zaman çevre lehine olmamıĢtır. Ġnsanlar içinde bulundukları çevreye bilerek ya da bilmeyerek zarar vermiĢlerdir. BaĢlangıçta insanların çevreye verdikleri zararlar önemli sayılamayacak düzeyde iken, sanayileĢme, kentleĢme, fosil yakıtların kullanılması, nüfusun sürekli artması ile birlikte çevreye verilen zararlar büyük boyutlara ulaĢmıĢ ve özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren felaket olarak anılmaya baĢlanmıĢtır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, çevre sorunlarının nedenlerini oluĢturan unsurların hep modernizmin bir sonucu olduğudur. Modernizm ve postmodernizmin çevre ile olan iliĢkilerini ele alan bu çalıĢma giriĢ ve sonuç dâhil toplam dört bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde modernizm kavramı ve modernizmin çevre ile olan iliĢkisi ele alınmaya çalıĢılmıĢtır. Ġlk önce modernizm kavramı açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Çünkü bu kavramın ne ifade ettiği anlaĢılmadan hem modernizmin hem de postmodernizmin çevreye bakıĢ açısının anlaĢılabilmesine olanak yoktur. Bu bölümde modernizm ve çevre iliĢkisi modern dönemle birlikte baĢlayan, doğaya egemen olma düĢüncesi bağlamında ele alınmıĢtır. Doğaya egemen olma düĢüncesi bu fikri en çok benimseyen F. Bacon, R. Descartes ve Leibniz üzerinden ele alınmıĢ ve her üç düĢünce insanının temel felsefi yaklaĢımı açıklanmıĢtır. Daha sonra insan merkezli çevre anlayıĢı ele alınmıĢ bu bağlamda önce insan merkezli çevre anlayıĢı hakkında bilgiler verilmiĢ daha sonra da modernizmin bu düĢünceye etkileri üzerinde durulmuĢtur. ÇalıĢmanın ikinci bölümünde postmodernizm ve çevre iliĢkisi ele alınmaya çalıĢılmıĢtır. Bu bölümde öncelikle postmodernizmin ne ifade ettiğine yer verilmiĢtir. Daha sonra ise postmodern döneme hâkim olan risk toplumu, yeni çevreci paradigma ve çevre sorunlarına postmodern yaklaĢımlar üzerinde durulmuĢtur. Risk toplumu U. Beck ve A. Giddens’in kavramsallaĢtırmalarıyla ele alınmıĢ ve çevre-modernizm iliĢkisi irdelenmiĢtir. Yeni çevreci paradigma modern toplumun insanı merkeze alan konumuna bir eleĢtiri olduğu ve getirdiği yeni fikirler bağlamında incelenmiĢtir. Bir baĢka ifadeyle, modernizm ve insan merkezli çevre anlayıĢının bir eleĢtirisi sonucunda ortaya çıkan yeni çevreci paradigma üzerinde durulmuĢtur. Daha sonra çevre sorunlarının artmasıyla beraber ortaya çıkan ekolojik toplum üzerinde durulmaya çalıĢılmıĢtır. Son olarak da modernizmin karĢısında olan din ve gelenek gibi bilgi kaynaklarının postmodern dönemde tekrar dillendirildikleri göz önünde bulundurularak çevre sorunlarıyla mücadelede bu en eski bilgi kaynaklarından da faydalanılabileceği üzerinde durulmaya çalıĢılmıĢtır. Bir baĢka anlatımla, postmodernizmin modernizmin aksine bilim SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519 505 Muhammed Yunus Bilgili dıĢında da bilgi olacağı anlayıĢından yola çıkılarak din ve geleneklerden çevre sorunlarıyla mücadelede nasıl yararlanılabileceği irdelenmiĢtir. 1. Modernizm ve Çevre İlişkisi ÇalıĢmanın bu bölümünde modernleĢme kavramının ne ifade ettiği üzerinde kısaca durulacak daha sonra da modernleĢme ve çevre iliĢkisi ile ilgili açıklamalar yapılmaya çalıĢılacaktır. 1.1. Modernizm Sosyal bilimlerdeki pek çok kavram gibi modernizm kavramının da üzerinde uzlaĢılmıĢ, herkes tarafından kabul edilebilen bir tanımı bulunmamaktadır. Bu durum modernizm ile ilgili bir takım çıkarımlarda bulunulmasına imkân vermemektedir denilemez. Bir baĢka ifadeyle, modernizmin net bir tanımı olmamasına rağmen modernleĢmeden/modernizmden neler anlaĢılması gerektiği/ne ifade ettiği ile ilgili bir takım çıkarımlarda bulunulabilir. Modernizm kavramının ne ifade ettiği ortaya konulmadan önce modern ve modernite kavramlarının açıklanması gerekir. “Modern kelimesi M.S. 5. yüzyılda Latince tam şimdi, bugüne ait anlamına gelen modo’dan türetilmiĢ ve ilk aĢamada Hıristiyanlığı benimseyen toplumun eski pagan kültüründen tamamen koptuğunu ve yeni bir kültürün doğduğunu anlatmak için kullanılmıĢtır” (BeriĢ, 2010: 484). Bu anlamıyla, gündelik yaĢamda ve kültürde modaya uygun olan tutumlara modern denilir (Jeanniere, 2011: 111). Bir baĢka ifadeyle modern, gelenekselin karĢıtı olarak, yeni olan, en son olan, içinde yaĢanılan dönemde genel kabul görmese bile böyle bir potansiyel taĢıyan ve olumlu imajı olan Ģeylere gönderme yapar (Demir ve Acar, 2005: 288). Modernizm kavramı ile ilgili olan bir diğer kavram ise modernlik(modernite) kavramıdır. Modernite terimi, 17. yüzyılla beraber Avrupa’da toplumsal, siyasal ve kültürel alanda görülen değiĢiklikleri ve yeni toplumsal hayat ve örgütlenme biçimlerini karĢılar (BeriĢ, 2010: 484). Bir baĢka anlatımla modernite, genel olarak bir uygarlığın, kendi geliĢim çizgisi içinde görece en son dönemde geliĢtirdiği, özel olarak da Batı uygarlığının Rönesans ve Aydınlanma dönüĢümünden sonra kazandığı kültürel değer ve sosyal iliĢkilerin özümsenmesi ile ortaya çıkan yaĢam tarzıdır (Demir ve Acar, 2005: 289). Özetle modernlik, geçmiĢle bağlarını koparır, dünya ve hayata iliĢkin yeni paradigmanın içkinliğini ilan eder (Hardt ve Negri, 2012: 93). Modernite kavramının ne ifade ettiğinin daha iyi anlaĢılabilmesi açısından aydınlanma düĢüncesine kısaca yer verilmelidir. Aydınlanma 17. ve 18. Yüzyıllarda var olan totaliterliğe, kastçı-feodal toplum yapısına, baskıcı dinsel dünya görüĢüne karĢı, yeni olgunlaĢmakta olan burjuvazinin yönettiği bir özgürleĢme hareketidir (Aslan ve Yılmaz, 2001: 95). Aydınlanma kilise düĢüncesinin karĢısına ampirik araĢtırmalar sonucu oluĢan pozitivist bilimsel bilgiyi, tarıma dayalı feodal toplum yapısının karĢısına ticaret ve sanayiye dayanan ekonomik toplumsal yapıyı yerleĢtirmektedir. Akıl aracılığıyla yaratılan düzenin insanlar için tartıĢmasız ideal düzen olduğunun savunulduğu Aydınlanma düĢüncesi, modernitenin de fikri arka planında yer alan bir düĢünce olarak karĢımıza çıkmaktadır (BeriĢ, 2010: 487). Modernizm ise aydınlanma çağı ile gelen zihinsel dönüĢümün ortaya çıkardığı ideoloji ve yaĢam biçimidir. Hümanizm, sekülerizm ve demokrasi sacayağı üzerine kurulu; egemenliği SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519 506 Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri insana özgüleĢtiren, kurtuluĢu dinde değil bilimde arayan, insan biçimci ve insan merkezci dünya görüĢüdür (Demir ve Acar, 2005: 288). Yukarıdaki açıklamalardan hareketle modern dönemin geleneklerden yani eski olandan bir kopuĢu ifade ettiği söylenebilir. Burada modernleĢme kavramından ve modern dönemin bilimsel, ekonomik, siyasi ve kültürel yapısından kısaca söz edilmelidir. ModernleĢme çok basit bir Ģekilde, modern endüstriyel toplumların yaĢadığı sosyal ve siyasi değiĢme süreci; kapitalist iktisadi düzenin ve liberal demokratik siyasi sistemin ortaya çıkıĢı olarak ifade edilebilir (Heywood, 2007: 399). Bir baĢka modernleĢme tanımı ise, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. alanlarda sanayileĢmiĢ batı toplumlarının sahip olduğu yapı, kurum, değer ve sistemlere sahip olmak amacı ile yapılan tüm düzenlemeleri kapsamaktadır (Demir ve Acar, 2005: 289). Özetle modernleĢme, modern döneme ait olan düĢüncelerin, kurumların, yapıların vb. unsurların hayata geçirilmesi amacıyla yapılan etkinlikler bütünü olarak tanımlanabilir. ModernleĢme ile birlikte geliĢmeye baĢlayan bilimsel anlayıĢ en basit biçimiyle pozitivizmdir. Newton tabiat olaylarını neden-sonuç iliĢkisi içine yerleĢtirerek, bunları belirli kanunlara bağlamıĢ ve tabiattaki geliĢmeleri Tanrı’nın iradesine dayandıran Hıristiyan düĢüncesini temelinden sarsmıĢtır (BeriĢ, 2010: 489). Bacon, Locke ve Descartes’ın çalıĢmalarına dayanan 18. yüzyılın ampirist felsefesi, insanın bilgisinin temelini deneyime bağlayan, bilimin temelini ise deney, çıkarım ve gözleme dayandıran bir epistemoloji geliĢtirmiĢti. “Pozitivizm, Aydınlanma geleneğinin ayrılmaz bir parçasını oluĢturuyordu: Bilim ve olgular, metafiziğin ve spekülasyonun karĢısındaydı; inancın ve vahyin bilgi kaynakları olarak görülmesi artık kabul edilemezdi” (Swingewood, 2010: 31). Sonuç olarak, modern döneme hâkim olan bilimsel anlayıĢa göre bilginin kaynağı, deney, gözlem ve bunların sonucunda oluĢturulan yasalara dayanmakta ayrıca metafiziğin ve dinin bilgi kaynakları olarak görülmesini reddetmekteydi denilebilir. Ekonomik anlamda modern döneme ait olan yapı, Ortaçağ ve Feodal döneme ait olan tarım ekonomisinin yerine ticaret ve sanayiye dayanan ekonomik yapıyı oluĢturmaktaydı. Bir baĢka anlatımla modern döneme hâkim olan ekonomik yapı burjuva sınıfının ekonomik amaçlarına hizmet eden ekonomik yapıdır. Küçük çaplı ve bireysel üretimden, kitlesel üretime geçilen dönemdir modern dönemin ekonomik yapısı. Özetle, ekonomik alanda modernleĢme kapitalist üretim tarzının yerleĢtirilmesi olarak karĢımıza çıkmaktadır (Demir ve Acar, 2005: 289). Siyasi olarak modernleĢmeyi ulus-devletlerin hâkim olması ve iktidarın meĢruiyet dayanağının halk olması anlayıĢı ile iliĢkilendirmek mümkündür. Bir baĢka ifadeyle modern siyaset demokrasi ve ulus-devlet tartıĢmaları ekseninde hareket eder. Ulus-devlet çağcıl dünyanın ayırdedici bir özelliği olan, hükümetin tanımlanmıĢ bir toprak parçası üzerinde egemen güç olduğu ve nüfus kitlelerinin kendilerinin tek bir ulusun parçası olan vatandaĢlar diye gördükleri devlet tipini ifade etmektedir (Giddens, 2005: 684). Bu bağlamda ulus-devletler modernleĢme düĢüncesinde var olan tek tipleĢtirici düĢüncenin tezahürü olarak değerlendirilebilir. Modern dönemde, iktidarın geleneksel kurallara uygun olarak iktidara gelmesi yeterli değildi, devletin egemen halkla iliĢkisinin demokratik rasyonalite içinde kurulması ve uygulanması gerekliydi (Jeanniere, 2011: 117). SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519 507 Muhammed Yunus Bilgili Kültürel olarak modernleĢme, toplumsal iliĢkilerin laiklik ve rasyonalite temelinde kurulmasını ifade eder. Okuryazarlık oranının arttırılması, laik ve ulusa dayanan ideolojilerin hâkim kılınması bu bağlamda değerlendirilebilir. Kültürel alanda modernleĢme toplumsal hayatın temelinde yer alan dinin dıĢlanması sonucunu doğurur. KentleĢme ve altyapı hizmetlerinin yaygınlaĢtırılması, haberleĢme teknolojilerinin geliĢtirilmesi ve geleneksel otorite iliĢkilerinin çözülmesi bu bağlamda değerlendirilebilir (Demir ve Acar, 2005: 289). Bütün bu açıklamalardan sonra modernleĢme aĢağıdaki Ģekilde özetlenebilir (Berman, 2012: 28): Fiziksel bilimlerde gerçekleĢen, evrene ve onun içindeki yerimize dair düĢüncelerimizi değiĢtiren büyük keĢifler; bilimsel bilgiyi teknolojiye dönüĢtüren, yeni insan ortamları yaratıp eskilerini yok eden, hayatın tüm temposunu hızlandıran, yeni tekelci iktidar ve sınıf mücadelesi biçimleri yaratan sanayileĢme; milyonlarca insanı atalarından kalma doğal çevrelerinden koparıp dünyanın bir baĢka ucunda yeni hayatlara sürükleyen muazzam demografik altüst oluĢlar; hızlı ve çoğu kez sarsıntılı kentleĢme; dinamik bir geliĢme içinde birbirinden çok farklı insanları ve toplumları birbirlerine bağlayan, kapsayan kitle iletiĢim sistemleri; yapı ve iĢleyiĢ açısından bürokratik diye tanımlanan, her an güçlerini daha da arttırmak için çabalayan ve gitgide güçlenen ulus-devletler; siyasal ve ekonomik alandaki egemenlere karĢı direnen, kendi hayatları üzerinde biraz olsun denetim sağlayabilmek için didinen insanların kitlesel toplumsal hareketleri; son olarak tüm bu insanları ve kurumları bir araya getiren ve yönlendiren, keskin dalgalanmalar içindeki kapitalist dünya pazarı. 1.2. Modernizm ve Çevre İlişkisi Çevre sorunları ile ilgili tartıĢmalar, sanayileĢme, hızlı kentleĢme ve nüfus artıĢı ile birlikte baĢlamıĢtır denilebilir. Bir bakıma çevre sorunlarının nedenleri de bu üç unsur olarak kabul edilmektedir. Bir baĢka ifadeyle, çevre sorunlarının nedenleri olarak, hızlı sanayileĢme, kentleĢme ve nüfus artıĢıdır. Bu nedenler dikkatle incelendiğinde her üçünün de modernleĢme ile yakın ilgisinin olduğu açıktır. Nitekim modern dönemlerin sanayinin geliĢmesi ve yaygınlaĢmasıyla baĢladığı ve/veya hız kazandığı bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda çevre sorunlarının asıl nedeninin modernleĢme olduğu söylenebilir. Modern dönemler ve çevre iliĢkisi açısından üzerinde durulması gereken iki önemli anlayıĢ bulunmaktadır. Bu anlayıĢlar; doğaya egemen olma anlayıĢı ve insan merkezli doğa anlayıĢıdır. Doğaya egemen olma düĢüncesi incelendiği zaman bu fikir akımının en önemli temsilcileri olarak karĢımıza Francis Bacon ve Rene Descartes çıkmaktadır. Bacon, gerçek dünyanın somut gözleminden yola çıkılarak, doğada var olan düzenlilikleri ya da örüntüleri belirlemenin olanaklı olduğunu söylüyordu. Bacon doğanın yasalarının tanınıp onlara uyulmasıyla doğaya egemen olunabileceğini savunuyordu. Bacon’a göre “doğayı tanırsak, ona hâkim olabilir, onu yönetebilir ve insan yaĢamına hizmet etmekte kullanabiliriz” (Ertürk, 2009: 15). Bacon’a göre amaç, insanın evren üzerindeki egemenliğinin sınırlarını geniĢletmek, hayatın güçlüklerini fethetmek, doğaya boyun eğdirmektir (Ünder, 1996: 41). Doğaya egemen olma konusunda bir diğer önemli düĢünce insanı Descartes’tir. Hatta Descartes bu görüĢünden dolayı çevre sorunlarının asıl kaynağı olarak da görülebilir. Descartes, “Yöntem Üzerine KonuĢma” adlı ünlü yapıtında, insana yararlı uygulamalara yönelik bir bilimin ilkelerini açıklamayı amaçlamıĢtır. Nitekim Descartes’a göre; ateĢin, suyun, havanın, yıldızların, gökyüzünün ve çevremizdeki tüm cisimlerin güçlerini ve etkilerini, SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519 508 Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri zanaatkârlarımızın çeĢitli iĢlerinin ayrıntılarını bildiğimiz kadar öğrenerek, bunlardan kullanılmaya elveriĢli oldukları her biçimde yararlanmalı ve böylelikle, doğaya egemen olmamıza yardımcı olacak uygulanabilir bir felsefe ortaya çıkartmak gerekir (Descartes’ten aktaran, Ertürk, 2009: 13). Bu bağlamda doğa Descartes için sahip olunabilecek bir Ģeydir. Bir baĢka ifadeyle doğa O’na göre herhangi bir metadan farklı değildir. Descartes’e göre evrende hem ruhu hem de bedeni olan tek varlık insandır. Ġnsan dıĢında kalan varlıklar ruhtan yoksun oldukları için, mekanik ilkelere göre faaliyet gösterirler (Ünder, 1196: 42). “Gerçekten de Descartes’in ileri sürdüğü gibi, insan ruhu dıĢında her Ģey ilahi niteliklerden ve özsel bir değerden yoksunsa, organik varlıklar (bitkiler ve hayvanlar) acı ve haz duyma yeteneğinden yoksun cansız birer makineden baĢka bir Ģey değilse, insanın herhangi bir iç rahatsızlığı duymadan onlara istediği muameleyi yapmaması için bir sebep de yoktur” (Ünder, 1996: 43). Doğaya egemen olma düĢüncesini savunan bir diğer önemli isim Leibniz’dir. O bilimin doğadan yararlanmada bir araç olarak kullanılabileceğini düĢünmektedir. Ġnsan doğayı ne kadar çok araĢtırırsa, doğaya hâkim olma kabiliyeti de o kadar artacaktır. Bu nedenle insan, araĢtırma yaparken her hangi bir Ģekilde sınırları aĢma korkusuna kapılmamalıdır (Kılıç, 2008: 74). Bacon, Descartes ve Leibniz aslında aynı ortak paydada buluĢmaktadırlar: Bilimin doğayı insanın emrine vermesi. Bir baĢka ifadeyle her üç düĢünür de bilimin doğaya egemen olmak konusundaki önemini ortaya koymaktadırlar. Modern dönemlerin çevre üzerinde etkide bulunduğu bir diğer önemli felsefi yaklaĢım insan merkezli çevre yaklaĢımıdır. Ġnsan yaĢamını tehdit eden ve doğal dengenin bozulmasına neden olan en önemli geliĢmeler kuĢkusuz aydınlanma düĢüncesi ile baĢlamıĢtır. Doğa ile uyum yerine doğaya hâkim olma ilkesini benimsemiĢ olan aydınlanma düĢüncesi, insanın bütün canlılardan üstün görülmesine yol açmıĢtır. Bunun sonucunda insan, doğadaki dengelerini gözetmek ve doğa ile uyumlu yaĢamak yerine, doğayla arasındaki iliĢkiyi salt bir çıkar iliĢkisine dönüĢtürmüĢtür (Kılıç, 2006: 113). “Ġnsanın diğer varlıklara karĢı istediği muameleyi yapabileceği anlayıĢı insanın üstün olmasından, tek etik özne olmasının yanında evrenin ilahi niteliklerden, amaçtan erekten yoksun olmasından da kaynaklanır. Anlamsız, amaçsız değersiz, cansız ve renksiz bir doğada, animist doğa anlayıĢında olduğu gibi insan eylemlerini denetleyebilecek bir ruh, cin ya da peri de bulunmaz. Doğaya karĢı insanın eylemlerini sadece insanın kendi çıkarı sınırlayabilir” (Ünder, 1996: 67-68). Ġnsan merkezli bakıĢ açısında önemli olan insan ve onun ihtiyaçlarının karĢılanmasıdır. Bu nedenle dayandığı temel değerler de bu çerçevede biçimlenmiĢtir. Doğanın taleplerine bu bakıĢ açısında ya yer yoktur ya da bu bakıĢ açısı yabancıdır. Eğer doğaya müdahalenin insana faydası varsa, o zaman doğaya müdahale edilmelidir (Kılıç, 2008: 56). Bu bağlamda denilebilir ki, insan doğayı ancak gelecekte kendisine bir yarar sağlayacağını düĢünüyorsa korumalıdır. Ġnsan merkezli çevre anlayıĢının temelde dört değer/anlayıĢ üzerinde temellendiği belirtilebilir. Birincisi, insan diğer bütün canlılardan farklı olup, onlar üzerinde belirleyicidir. Onun diğer canlılar karĢısında önceliği bulunmaktadır. Ġkincisi, insan diğer canlılardan farklı olarak kendi kaderini tayin edebilme, hedeflerini belirleme ve bu yönde çaba gösterme özelliğine sahiptir. Ġnsan diğer canlılardan daha akıllı bir varlıktır. Üçüncüsü, insan belirlediği SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519 509 Muhammed Yunus Bilgili hedeflerine doğadaki sınırsız kaynaklar yardımıyla ulaĢır. Ġnsan doğadaki kaynakları kendi amaçları için yoğun olarak kullanır. Dördüncüsü ve sonuncusu, insanlık tarihi geliĢmenin tarihi olup, insan ortaya çıkan her soruna bir çözüm yolu bulur. Bu nedenle insanlık tarihi, kesintisiz bir geliĢme olarak kabul edilir. Ġnsan dünyada ortaya çıkan her çeĢit soruna bir Ģekilde çözüm bulacaktır (Tuna, 2007: 190). Ġnsan merkezli çevre yaklaĢımının kaynakları ise, her Ģeyden önce Batı dünyasının Antik Yunan’ a kadar dayanan felsefi düĢüncesinde yatmaktadır. Bu noktada Protogras ve Aristo bu akımın temellerini atan ilk düĢünce insanları olarak görülebilirler. Aristippos ve Kyrene Okulu da bu düĢüncenin oluĢmasına temel oluĢturanlar arasındadır (Kılıç, 2008: 61). Adam Smith ve liberal düĢünce de insanın merkezi konumuna vurgu yapmaktadırlar. Aslında Marksizm de bir bakıma insanı merkeze alan bir siyasi ideolojidir. Geleneksel Hıristiyanlık ve Yahudilik anlayıĢı da bu anlayıĢın temel kaynakları arasında gösterilmektedir. Ayrıca Aydınlanma düĢüncesi ve hümanizm de insan merkezli çevre anlayıĢının temel kaynakları arasında zikredilmelidir. Son olarak bilimin ilerlemesi, teknolojik geliĢmeler, sanayileĢme ve modernleĢme düĢüncesi insan merkezli çevre anlayıĢının temel dayanak noktalarını oluĢturmaktadırlar. Sonuç olarak, Batı’nın felsefi ve dinsel geleneğinde, insanları doğadan üstün gören ve dolayısıyla doğaya hükmetmelerini haklı sayan düĢünceler bulmak mümkündür (Des Jardins, 2006: 205). 2. Postmodernizm ve Çevre İlişkisi ÇalıĢmanın bu bölümünde öncelikle postmodernizm hakkında bir takım bilgilere yer verilecek daha sonra da postmodernizmin çevre sorunları ile ilgili sağlayabileceği avantajlar ortaya konulmaya çalıĢılacaktır. 2.1. Postmodernizm Postmodern kavramındaki “post” (ötesi, sonrası) sözcüğü modern dönemin bittiğini anlatır: Postmodernlik modernliğe karĢı, karĢıt veya modernliğin ötesinde olarak nitelenir (Erdoğan, 2012: 7). Modernizmin ve Kantçı bir Aydınlanma düĢüncesinin Fransız, Ġskoç ve Alman Aydınlanmacılığının etkisinde devrim rüyalarıyla insanı ve toplumu değiĢtireceğine inanan düĢünceyi sunmasının ardından, bu düĢüncenin eleĢtirileriyle birlikte Postmodernizm tartıĢmalarının baĢlangıcını oluĢturmuĢtur (Akay, 2010: 9). Bu bağlamda postmodernizm modernizmin eleĢtirisidir denilebilir. Veya modernizmin eleĢtirilmesiyle baĢlayan yeni döneme postmodern dönem denilmektedir. Bu yeni dönemin, aĢktan savaĢlara, dinden ekonomiye, edebiyattan beslenme tekniklerine, teknolojik geliĢmelerden siyasete kadar insan ve toplumla ilgili her konuda görüĢ serdettiği inkâr edilemez (Vergin, 2010: 314). Pek çok alana yayılan postmodernizm belirsizliği beraberinde getiren bir durum sergiler (Yıldız, 2005: 155). J. F. Lyotard ile ciddi biçimde tartıĢılmaya baĢlanan postmodernizm O’na göre büyük anlatıların sona ermesidir. Pek çok tartıĢmaya neden olan postmodrnizm ideolojisinin ayrıntılarına çok fazla girilmeden bu döneme/anlayıĢa hâkim olan temel düĢüncelere yer verilmelidir. Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan ilki nesnel gerçekliğin olmamasıdır. Postmodernist düĢünürlere göre, nesnel gerçeklik, bize göründüğünden, algıladığımızdan daha karmaĢık bir yapıya sahiptir. O nesnel olarak bize verilmiĢ, SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519 510 Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri düĢüncelerimizin yansıttığı Ģekliyle, orada, bizim dıĢımızda duran bir varlığa sahip değildir (Aydın, 2009). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan ikincisi bilginin dıĢ dünya ile karĢılaĢtırılamamasıdır. Postmodernistlerce gerçeklik göreceli ve hatta kimilerine göre öznel olduğu için, kültürden, dilsel yapıdan ve özneden bağımsız bir dıĢ dünyanın varlığını savunan ve zihinde oluĢan imgenin dıĢ dünya ile karĢılaĢtırılarak doğru olup olamayacağının belirlenebileceğini ileri süren modern deneyci felsefenin dayandığı uygunluk kuramı da doğru değildir. Çünkü bilgimiz gerçekle örtüĢen onu olduğu gibi yansıtan bir ayna gibi düĢünülemez (Aydın, 2009). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan üçüncüsü nesnelliğin olmamasıdır. Her bilgi, bireylerin kültürel koĢullu deneyimlerine, önyargılarına, beklentilerine ve kavramlarına dayanıyor, belli bir kültürün ürünü olarak görülüyorsa, modernizmin iddia ettiği gibi, nesnellikten söz etmek olanaksız olacaktır. Nitekim katı bir nesnellik anlayıĢını savunmaları yüzünden pozitivizmi eleĢtiren postmodernistlerce nesnellik, akademik çevrelerde güç ya da iktidar için kullanılan bir maske, aynı zamanda beyaz erkek olmanın getirdiği imtiyazların son kalesidir (Aydın, 2009). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan dördüncüsü bilgi ve değer ayrımının yapılmamasıdır. Nesnelliği yadsıyan postmodernistlere göre, modernist düĢünürlerde dile gelen bilgi ve değer ayrımı da geçerli bir ayrım değildir; zira gerçeğin algılanması kültürel koĢulludur, dile bağlıdır ve tüm bunlar değer içermektedir (Aydın, 2009:). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan beĢincisi bilginin evrenselliğine karĢı çıkıĢtır. Gerçeklik, postmodernistlerce, bir parçasıyla, kültüre, dilsel yapılara ve bireylerin deneyimlerine bağımlı hale getirildiğinden, onlarca gerçeklik algısı, toplumdan topluma değiĢtiği gibi, aynı toplumda da zaman içerisinde sürekli geliĢim ve değiĢime uğrar. Bu yüzden onlarca bilgi, ne dıĢsal ne de evrenseldir. Dolayısıyla, “her, hiçbiri” gibi genel söylemlerden kaçınmak ve “bazı, daha çok, kimi zaman, sık sık” gibi kesinlikten ve evrensellikten kaçınan deyiĢleri kullanmak gerekir (Aydın, 2009). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan altıncısı çok odaklılık ya da odak noktasının olmamasıdır. Postmodernistlere göre, gerçeklik kavramına yaklaĢırken odak kavramından da kaçınmak gerekir. Zira onlarca Batı düĢüncesi, ortaçağlarda her Ģeyi Tanrı odaklı, Rönesans’tan, özellikle Descartes’tan itibaren ise, insan odaklı bir paradigmayla algılamaya çalıĢmıĢtır. Onlara göre, ne Tanrı ne de insan odak olabilir. Gerçek olumsallıklara göre değiĢir ve kesin, evrensel, bütünüyle tanımlanabilir bir gerçeklik yoktur. Bu yüzden odaksızlık ya da çok-odaklılıktan söz etmek daha doğrudur (Aydın, 2009). Postmodern düĢünceye hâkim olan temel anlayıĢlardan yedincisi bilginin sarsılabilir bir temele dayandığı görüĢüdür. Postmodernistlerin odak düĢüncesine karĢı çıkmaları, gerçekliği göreceli hale getirmeleri, doğal olarak onları “temel” düĢüncesini de yadsımaya itmiĢtir. Postmodernistlerin temelciliğe karĢı çıkıĢları, bilgideki kesinliği yadsımaya dönüktür ve tüm bilgilerin F. W. Nietszche’nin iddia ettiği gibi, “belli bir perspektifin ürünü olduğunu” göstermeyi amaçlamaktadır (Aydın, 2009). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan sekizincisi bilginin yerele ait olmasıdır. Yerellik olgusu, gerçeğin kültürlere göre değiĢebileceği ve evrensel bir gerçekliğin SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519 511 Muhammed Yunus Bilgili bulunmadığı savının bir sonucudur. Bu sava göre, her kültürün kendine göre doğruları vardır. Yerelliğin savunulduğu bir düĢünsel dünyada evrensele yer olmayacağı tikellerin ön plana çıkartılacağı açıktır. Nitekim postmodernistler, evrensellik savıyla aslında modernizmin, beyaz ırkın değerlerini dünyaya empoze ettiğini, kadını erkeğin algısına mahkûm ettiğini, diğer kültürleri ise, evrensellik savıyla kendi bilgi ve değer anlayıĢını benimsemeye zorladıklarını söylerler ve bunun sömürünün bir aracı olarak kullanıldığını ifade ederler. Yerelliğin gündeme getirilmesi, yerele duyarlılığı artırması, çok-kültürlülük, saygı, hoĢgörü, farklılığın bilincinde olmak gibi olumlu değerler içermesi açısından belli açılardan olumlanabilir (Aydın, 2009). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan dokuzuncusu bilginin yorum bilgisi olduğunu savunmasıdır. Postmodernizmin temel ilkelerinden birisi de bilgiyi metne ve yoruma indirgemesidir. Zira onlarca, her Ģeyin göreceli olması, her Ģeyin değiĢebilirliği, her Ģeyin gidebilirliği veya farklı anlam ve yorumların ortaya çıkabilmesi için metinler üzerinde yapılacak yorumların büyük bir önemi vardır. Bu yüzden Postmodernistler, nesnel doğrunun yerine hermönötiğin (yorumbilim) doğrusunu koyarlar, dolayısıyla bu, aynı zamanda, nesnel bilgiyi reddederek onun yerine hermönetik bilgiyi koymak anlamına gelmektedir (Aydın, 2009). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan onuncusu zaman ve mekâna baskıcı olarak bakılmasıdır. BaĢka bir ifadeyle, postmodernistler her tür zaman anlayıĢını reddederler, çünkü onlara göre, modern zaman anlayıĢı baskıcıdır, bireyleri ölçer ve kontrol eder. Postmodernler zamanı ve mekânı insanın örgütlü yaĢamından soyutlayarak ele almaktadırlar (Erdoğan, 2010: 14). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan on birincisi bireye bakıĢ açılarındadır. Postmodern birey, geçmiĢle çok az bağı olan ve ufukta düĢünebilir bir geleceği olmayan, sürekli Ģimdide yaĢayan bireydir (Erdoğan, 2012: 9). Bireyde tek bir kimlik ve bütünlük olduğu reddedilir; onun yerine çoklu ve çeliĢen kimliklerle dolu “merkezden edilmiĢ ve parçalanmıĢ benlik” duygusunun varlığı vurgulanır (Erdoğan, 2012: 14). Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan on ikincisi toplumsal yapı, kontrol ve toplum politikalarına yaklaĢımdır. Postmodernizm, “toplumu oluĢturan gerçek yapıların analizini” reddeder. Onun yerine imajlar denizinde dünya hakkında kendi anlamlarını inĢa eden tüketici bireyler görüĢünü sunar. ModernleĢmede büyük politikalar vardı ve insanlar bu politikalara ve bu güven merkezlerine yöneliyordu; postmodernizme göre, bu durumun yerini mikro politikalar, kimlik politikaları, yerel politikalar, kurumsal güç mücadeleleri, yani mikro politikalar ve mikro politikalara yönelme ve güven aldı. Postmodernizmde merkezi kontrol kayboldu, parçalandı ve yıkıldı; yerini esnek kapitalizm, yassı organizasyon, yerinden yönetim ve katılımcı demokrasi aldı (Erdoğan, 2012: 11). Sonuç olarak postmodern döneme hâkim olan unsurların, büyük anlatıların reddedilmesi, bilginin yerel ve göreceli olması ve yoruma dayanması, kimlik ve yerel politikaların önem kazandığı, bireyin çok kimlikli ve dünü ve yarını olmayan merkezden edilmiĢ birey olduğu söylenebilir. 2.2. Postmodernizm ve Çevre İlişkisi Postmodernizm ve çevre iliĢkisinin ele alınacağı bu bölümde öncelikle risk toplumu sonra yeni çevreci paradigma ve çevre sorunlarıyla mücadelede postmodern açılımlar ele alınmaya çalıĢılacaktır. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519 512 Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri 2.2.1. Risk Toplumu SanayileĢme ve kentleĢme süreci ve sonrasında yaĢanan, 20. yüzyılın ikinci yarısında doruğa ulaĢan tüketim toplumunun var olan çevre sorunlarının ortaya çıkmasında önemli roller oynadığı yadsınamaz. Ġnsanın doğa üzerindeki egemenliğinin artması ve çıkarları için doğayı dönüĢtürmesinin arttığı bu süreç, çevreye yönelik tehditleri ve belirsizlikleri de artırmaktadır. Risk toplumu teorisi topluma ve kurumlarına bir eleĢtiri getirir. Modern sanayi toplumlarının iki önemli özelliği olan rasyonelleĢme ve sanayileĢmenin el ele vermesi sonucu insanoğlu doğa üzerindeki hâkimiyetini kurmuĢ ve doğadan gelebilecek tehlikelere karĢı kendini korumaya almıĢtır (Adak, 2010:378). Risk toplumu ile ilgili genellikle açıklamalar U. Beck ve A. Giddens ekseninde tartıĢılmaktadır. Bu bağlamda bu çalıĢmada da bu iki bilim insanının görüĢlerinden faydalanılacaktır. Modern toplumun eleĢtirisini yapan düĢünürlerden biri olan Beck, teknolojinin toplumsal hayatımızın her alanına girmesiyle, modern toplumun yeni bir evreye girdiğini belirtmiĢtir. Beck’e göre modernleĢme sürecinde önemli bir kırılma noktası ortaya çıkmıĢtır. Ortaya çıkan bu yeni evrenin toplumsal sonuçlarının, öncekinden daha ağır olduğunu ileri sürmektedir. Bu bir anlamda modernleĢmenin istenmeyen sonuçları ya da diğer bir ifade ile geliĢmenin yansımalarıdır. ModernleĢmenin birinci evresinde, iki geliĢme kendisini göstermektedir. Birincisi, doğanın insan için daha çok yararlanılabilir duruma gelmesi ve ikincisi, geleneksel baskılar sonucu toplumsal alanda eĢitlikçi, özgürlükçü akımların güçlenmesidir. ModernleĢmenin ikinci evresinde ise yoğun bir teknik kullanımı söz konusudur. Ancak tekniğin toplum hayatına daha çok girmesine bağlı olarak tehlikeler de artmıĢtır (Kılıç, 2006:120). Beck, dünya risk toplumunda küreselleĢen risklerin herkesi etkilemesini eĢitsizlik olarak kabul eder. Zengin müreffeh ülkeler ile yoksul ülkeler arasında risk etkilerinin olumsuzluğu anlamında fark yoktur. Nimetlerin paylaĢımında ise büyük fark vardır. Bu durum geliĢtikçe riskten etkilenenler ile bundan fayda sağlayanlar arasındaki düĢmanca iliĢkinin arttığıdır. Fakat üretilen riskler sanayi modernliğinde meĢru kılınan “görünmez yan etkileri” birden bire görünmeye baĢladığında bumerang etkisi gösterecektir. Riskleri üreten, yaygınlaĢtıranlar ve fayda sağlamaya çalıĢanlar bir gün tehlikeler döngüsüne yakalanacaktır (Soydemir, 2011: 172). Giddens risk toplumu ile ilgili çeĢitli argümanlar öne süren bir diğer bilim insanı olarak karĢımıza çıkmaktadır. Giddens’a göre Modernliğin ortaya çıkardığı yaĢam tarzı sürekli olarak yaygınlaĢarak ve yoğunlaĢarak devam etmektedir. “Modernlik, yapısal olarak küreselleĢtiricidir ve bu olgunun sarsıcı sonuçları modernliğin düĢünümsel karakterinin döngüselliğiyle birleĢerek risk ve tehlikenin yeni bir yapıya büründüğü bir olaylar evreni oluĢturur. Modernliğin küreselleĢtirici eğilimleri eĢzamanlı olarak hem yaygın hem de yoğun niteliktedir; hem yerel hem de kutuplarda karmaĢık değiĢim diyalektiğinin parçası olarak bireyleri geniĢ ölçekli sistemlerle bağlantılı duruma getirirler” (Giddens’dan Aktaran Soydemir, 2011: 174). Giddens’a göre risk profilini oluĢturan zeminin birincisi, riskin yoğunluk anlamında küreselleĢmesidir. Risk yoğunluğu olarak adlandırılan Ģey, bugün içinde yaĢadığımız koĢulların tehdit görünümündeki temel öğesidir. Nükleer savaĢ olasılığı, ekolojik yıkım, engellenemeyen nüfus patlaması, küresel ekonomik mübadelenin çöküĢü ve diğer gizli küresel felaketler herkes için cesaret kırıcı bir tehlike ufku oluĢturmaktadır. Ġkincisi, riskin yoğunlaĢmasından çok, risk ortamlarının dünya çapında yayılmasıyla ilgilidir. Riskin, çok sayıda kiĢiyi etkileyebilecek SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519 513 Muhammed Yunus Bilgili nitelikte rastlantısal olay sayısının çoğalması anlamında küreselleĢmesi söz konusudur. Üçüncüsü, yaratılmıĢ çevreden ya da toplumsallaĢmıĢ doğadan kaynaklanan risklerdir. Dördüncüsü, milyonların yaĢam Ģansını etkileyen kurumsallaĢmıĢ risk ortamlarının geliĢimiyle oluĢur. Yatırımcı pazarların etkinlik alanlarının ve yaygınlığının rekabet içerisinde oluĢturduğu risklerdir. BeĢincisi, riskin risk olarak bilinmesi: Riskler içindeki “bilgi ve boĢluklar” dinsel bilgiler veya sihir yoluyla kesinlik haline çevrilemez. Altıncısı, yaygınlaĢmıĢ risk bilgisidir. Ortak olarak karĢılaĢılan risklerin çeĢitliliği ve meydana gelebilecek tehlikelerin geniĢ kitleler tarafından farkına varılmasıdır. Yedincisi ise uzmanlığın sınırlılığının bilinmesidir; hiçbir uzmanlık sistemi, uzmanlık ilkelerinin uygulama sonuçları açısından tümüyle uzman olamaz. Sıradan insanlarla uzmanlar arasında risk profilinin algılanmasında farklılıklar olmasına karĢın, risklere karĢı gösterilecek tepkilerin boyutları açısından önemli farkların olup olmadığı çok açık değildir (Giddens’dan Aktaran, Soydemir, 2011: 175). Bu açıklamalar ıĢığında denilebilir ki, risk toplumu belirsizliklerin ve tehlikelerin arttığı bir döneme vurgu yapmaktadır. Risk toplumunun oluĢmasındaki temel neden ise modernleĢme yani doğaya egemen olma düĢüncesidir denilebilir. Risk toplumunun bir diğer özelliği ise riskin evrenselliğidir. Bu bağlamda herhangi bir devlet/firma/birey riskin dıĢında kalamamaktadır. 2.2.2. Yeni Çevreci Paradigma Modernizm ve onun sonucunda yerleĢmeye baĢlayan insan merkezli çevre anlayıĢının çevreye verdiği tahribatın boyutu artınca bu anlayıĢa yönelik eleĢtiriler ve karĢı çıkıĢlar yeni bir çevreci paradigmanın oluĢmasına yol açmıĢtır. Yeni Çevreci/Ekolojik Paradigma, modern toplumların refahının, karmaĢık formdaki sosyal yapılar ve geliĢmiĢ teknolojiler ile ekosistemin sağlıklı bir iliĢki içinde olması ile ilintili olduğu vurgusunu yapar. Bu paradigma, toplumların ekosisteme bağımlı olduğuna iĢaret ederek yeni bir bakıĢ açısı sunar. Sosyologların modern toplumların ekolojik boyutunu yok saymasına sebep olan “insan istisnai paradigmadan” farklı olarak, yeni çevreci/ekolojik paradigma, toplumların ekolojik temele bağımlı olduklarını ve doğal kaynakların aĢırı derecede kullanılmasından ve kirlilik yaratılmasından dolayı ekolojiye çok ciddi zararlar verme gerçeğine sosyologları/insanları duyarlı hale getirmeyi amaçlar. BaĢka bir deyiĢle, sosyologların ve tüm insanların dünyayı yeni bir Ģekilde görmesini sağlayarak (dünyayı ekolojik pencereden görmek) yeni ekolojik paradigma, yeni araĢtırma soruları ile yeni araĢtırmaların gerekli olduğu önerisinde bulunur (Konak, 2010: 275). Yeni çevreci/ekolojik paradigmanın dört temel özelliğinden söz edilebilir. Birincisi, yeni ekolojik paradigmaya göre insanlar ayrıcalıklıdır ancak bununla birlikte insanın, birçok karĢılıklı bağımlılık içinde olan canlılardan birisi olarak görülmesi gerekmektedir. Ġkincisi, insan iliĢkilerinin toplumsal ve kültürel güçler tarafından ağırlıkla etkilendiği kabul edilmekle birlikte yeni ekolojik paradigma insanın toplumsal yaĢantısının biyolojik ve fiziksel çevre tarafından da etkilendiğinin altını çizer. Üçüncüsü, insanı üstün gören dünya görüĢü insan eyleminin biyolojik ve fiziksel çerçevesini göz ardı ederken ve sosyo-kültürel çevrenin belirleyici özelliğini vurgularken; yeni ekolojik paradigma insan eylemlerine etkide bulunan biyolojik ve fiziksel çerçevenin önemine dikkat çeker. Dördüncüsü, insanı üstün gören dünya görüĢü kalkınmanın sürdürülmesinin sınırsızlığını ifade eder. Buna karĢılık yeni ekolojik paradigma; insanoğlu ne kadar buluĢ yeteneğine sahip olursa olsun, onların bilim ve teknolojisi, SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519 514 Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri termodinamiğin yasaları gibi ekolojik ilkeleri aĢamaz; bundan dolayı insan toplumlarının büyümesinin kesin sınırları vardır (Tuna, 2007: 192). Yeni çevreci paradigmayla ilgili altı çizilmesi gereken önemli bir husus da Ģudur; bu yeni paradigma insanı doğanın merkezinden almamakla beraber insanın doğaya saygılı olmasını vurgular. Bir baĢka ifadeyle insan yine merkezdedir fakat doğayı sahibiymiĢ gibi kullanmayacak ona saygı gösterecektir. Bu bağlamda bu yeni paradigmanın insanı merkeze alan anlayıĢını ılımlı insan merkezcilik/doğaya saygı duyan insan merkezcilik Ģeklinde tanımlamak olanaklıdır. Yeni çevreci paradigmayla birlikte ekolojik toplum kavramının ele alınması gereklidir. Bu bağlamda ekolojik toplumun temel özelliklerinin kısaca açıklanmasında gerekmektedir. Ekolojik toplum doğayı bir bütün olarak algılar. Modernizmin doğa karĢısında getirdiği yıkıcılığı ortadan kaldırmak için ekonomik toplum anlayıĢından “ekolojik toplum” anlayıĢına geçilmesini savunanlardan biri kuĢkusuz A. Neass’dir. Derin ekoloji düĢüncesi ile özdeĢleĢmiĢ olan Naess, evrende yalnız kalan bir insan davranıĢını değil, aksine diğer canlı varlıklarla birlikte yaĢayabileceğimiz bir topluma gereksinim olduğunu belirtir. Ekolojik toplum büyüme temelli ekonomiye karĢıdır. Modern toplumun en önemli çıkmazlarından biri, varsıllığın kutsallaĢtırılması ve insanın buna yönelmesidir. Oysa bu zenginliğin hem doğaya hem de bütün insanlığa belli bir maliyetinin olduğu göz ardı edilmektedir. Bu yönelme, bir yandan insanın doğaya karĢı saygısını azaltırken, diğer yandan da teknolojik geliĢmelere daha çok güven duymaktadır. GSMH’nin artırılmasına yönelik harcamalar her zaman toplumsal zenginliğin artırılması anlamına gelmemesine rağmen, toplumsal ve çevresel bir maliyetinin olduğu kesindir (Kılıç, 2006: 122-123). Bu bağlamda yapılması gereken bugünün ihtiyaçlarının karĢılanması için yapılan faaliyetlerde geleceğin de kendi ihtiyaçlarını karĢılaması gerekliliğini unutmamaktır. Bir baĢka ifadeyle sürdürülebilir ekonomik kalkınma ilkesine göre ihtiyaçlar karĢılanmalıdır. Ekolojik toplum teknolojinin yararı kadar zararlarına da vurgu yapar. Bu anlayıĢ teknolojinin doğaya zarar vermeden kullanılmasını ifade eder. Ekolojik düĢünce silahlanmaya karĢıdır bu bağlamda barıĢçıdır. Bu silahlara harcanan paralar hem doğrudan insanın refahına harcanabilecek olanakları yok etmekte hem de insana ölümcül bir son hazırlamaktadır. Bunların çevreye verdikleri hasarlar da çoğu zaman geriye döndürülemez niteliktedir (Kılıç, 2006: 123). Ekolojik toplum tüketim toplumuna karĢıdır. Ġnsanların ihtiyaçları olmadan mal/hizmet almalarının üretimi arttırdığı ve dahası çevreyi kirlettiğine vurgu yaparak tüketim toplumundan uzaklaĢılması ve devletlerin bu yönde politikalar geliĢtirmesi gerektiğini savunur. Ekolojik toplum eĢitlikçi ve demokrasi taraftarıdır. Ekoloji düĢüncesinin demokrasiye bağlı olduğunu gösteren en iyi örnek, “insanın insan üzerindeki egemenliğinin, insanın doğa üzerindeki egemenliğinden kaynaklandığı” düĢüncesidir. Diğer bir ifade ile ekoloji düĢüncesi hem insanlar arasında eĢitsizliği hem de cinsiyet ayrımını reddeder. Çünkü çeĢitli biçimlerde ortaya çıkan eĢitsizlikler kaçınılmaz olarak hastalıklı bir toplumsal yapıyı ortaya çıkarmaktadır. Bunun önlenebilmesi için de bütün yurttaĢların devlet yönetimine etkin katılımı savunulur (Kılıç, 2006: 124). SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519 515 Muhammed Yunus Bilgili Sonuç olarak yeni çevreci/ekolojik paradigma ve ekolojik toplum anlayıĢları insanın doğadaki en üstün canlı olduğu anlayıĢını eleĢtirmekte, insanların doğaya saygı duyarak ve dengesini gözeterek ondan yararlanılması gerekliliğine vurgu yapmaktadır. 2.2.3. Çevre Sorunlarına Postmodern Yaklaşımlar Daha önce belirtildiği gibi modernizm dine/geleneğe karĢı çıkan ve bilimin, aklın ön planda olmasını savunan bir düĢünce hareketidir. Bir diğer anlatımla modernizm dinin/geleneğin hayattan dıĢlanarak seküler bir hayat tarzına yelken açma hareketi olarak algılanabilir. Bu noktada modernizmin karĢı çıktığı kavramlar olarak din ve gelenek postmodern dönemde göreceliğin, yerelliğin, nesnelliğin ve kimlik politikalarının ön plana çıkmasıyla yeniden tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. Burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta Ģudur; din ve gelenek toplumsal hayatta her zaman var olmuĢtur fakat modernizm bu iki unsuru bilgi kaynağı olmaktan dıĢlamıĢ ve bilginin tek kaynağını ampirik olarak gözlenebilen, tekrarlanabilen, neden sonuç iliĢkisine dayanan bilimsel bilgi olarak kabul etmiĢtir. Bu bağlamda çalıĢmanın bu bölümünde çevre sorunları ile mücadelede yararlanılabilecek kaynaklar olarak din, gelenek ve sanat ele alınmaya çalıĢılacaktır. Çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek postmodernizmin de yeĢil ıĢık yaktığı ilk unsur dinlerdir. En basit anlamda dünyaya ve ahirete yönelik olarak kurallar içeren sistemli bütün Ģeklinde tanımlanabilecek olan dinler çevreyle ilgili pek çok hüküm de içermektedirler. Semavi dinler (Musevilik, Hristiyanlık, Ġslamiyet) dıĢındaki inanç sistemlerinde (Budizm, Taoizm gibi) de çevreyle ilgili pek çok düzenlemeye rastlamak mümkündür. Ġslamiyet insanların diğer canlılara nasıl davranması gerektiğini belirten pek çok hükme sahiptir. Örneğin, hayvanlar boĢ yere öldürülemez, talim atıĢlarında hedef olarak kullanılamaz, aç ve susuz bırakılamaz (Ünder, 1996: 150). Hıristiyan teologlar “kâhya insan” anlayıĢıyla insanın doğadaki insan dıĢı varlıklar üzerinde mutlak bir tasarruf hakkına sahip olmadığı onun, sadece bir emanetçi, Tanrı’nın vekili olduğunu vurgularlar. Ġnsan, Tanrı’nın yarattıklarının kaderinden sorumludur (Ünder, 1996:146). Hinduizm’de belirli ırmakların, dağların ya da ormanların kutsallığını onaylayan çok sayıda gelenek vardır. Konfüçyüsçülük ve Taoculukta doğanın mevsimler ve tarımsal döngüler aracılığıyla dinamik hareketlerini öne çıkaran evrensel sürekliliğe dayalı bir kozmoloji söz konusudur. Gerek Konfüçyüsçü gerekse Taocu anlayıĢta kiĢisel yetiĢmenin amacı, Tao’ya (Yol) özgü hareketlere özen gösterirken, doğayla ve baĢka insanlarla uyum içinde olmaktır (Tucker ve Grim, 2007: 25-26). Dinler ve inanç sistemleri sadece insanla doğa iliĢkisi üzerine odaklanmamakta aynı zamanda sürdürülebilirlik ile ilgili de bir takım hükümler içermektedirler. Bahailik’in “bir Ģey abartılırsa, kötülük kaynağı olur”, Ġslamiyet’teki “yiyin, için, ama aĢırıya kaçıp israf etmeyin”, Musevilik’teki “bana ne fakirlik verin, ne de zenginlik”, Taoculuk’ta “ihtiyacı kadarına sahip olduğunu bilen kiĢi zengindir”, Hıristiyanlık’taki “hiç kimse iki efendiye kulluk edemez… Siz hem Tanrı’ya hem da paraya kulluk edemezsiniz”, Konfüsyüsçülük’teki “aĢırılık ve eksiklik eĢit ölçüde kusurludur” gibi ifadeler dinlerin ve inanç sistemlerinin aĢırı tüketimle ve dolayısıyla sürdürülebilirlik kavramıyla ilgili yaklaĢımlarını yansıtmaktadır (Gardner, 2010: 42). Çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek postmodernizmin de yeĢil ıĢık yaktığı ikinci unsur olarak gelenekler ele alınabilir. ġöyle ki; ilk olarak toplumun geleneklerinden yararlanılarak çevreye yönelik ahlaki değerler oluĢturulabilir. Gana’da bir gençlik kulübünün üyeleri aĢağıdaki sözleri söyleyerek geleneklerin çevre üzerindeki etkisini belirtmiĢlerdir. Bu sözler; “küreselleşme bize seri üretimle ve seri tüketimle çevrili bir hayat getirdi. Kendi SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519 516 Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri kültürlerimizin yerini, bir tüketici monokültürün aldığını görüyoruz. Topluluk odaklı, maddeci olmayan, çevre dostu ve bütünsel bir dünya görüşüne sahip kendi kültürlerimize acilen geri dönülmesi, bu kültürlerin takdir edilmeleri ve benimsenmeleri gerekmektedir” Ģeklindeydi (Aubel, 2010: 75). Ganalı gençlerin ifade ettiği bu sözler geleneklerin çevreye olan olumlu etkilerini gözler önüne sermektedir. Konuya bu açıdan bakıldığında geleneklerin gelecek nesillere aktarılması konusunda yaĢlı insanların büyük önem taĢıdığı söylenebilir. Bu bağlamda ABD’de uygulanan “Nine Projesi” kayda değer bir projedir. Nine projesinin geliĢtirdiği yaklaĢımda çeĢitli nesilleri içeren gruplar, topluluğun problemlerini analiz ederler ve kendi kültürel sistemleri içinde olumlu ve sürdürülebilir değiĢikliklere yol açabilecek kolektif eylemleri saptarlar (Aubel, 2010: 79). Örneğin, yaĢlılar eskiden doğaya zarar vermeden nasıl ihtiyaçlarını karĢıladılarsa bunu gençlere aktararak çevrenin korunması ve geliĢtirilmesine olumlu katkılar sağlayabilirler. Çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek postmodernizmin de yeĢil ıĢık yaktığı üçüncü unsur olarak sanat ele alınabilir. Sanat yaratıcı ve duygusal özelliklerinin yanı sıra, sosyal katılıma da bir takım faydalar sağlayabilir. Sanat, davranıĢ değiĢikliğine teĢvik için insanların değer yargılarıyla, miraslarıyla ve kültürel tercihleriyle bağlantı kurmanın bir yolu olarak kullanılmaktadır (Han, 2010: 280). Bu bağlamda sanat eserlerinde sürdürülebilirlik, doğanın uyumu gibi çevre sorunlarının önlenmesi için çeĢitli mesajlar vererek kiĢilerin duygularına ulaĢılabilir. Ayrıca sanatla uğraĢan kiĢiler boĢ vakitlerini bu hobilerine ayıracakları için tüketim toplumuna sırt çevirebilme imkânına da eriĢmektedirler. Postmodern dönemde ayrıca yerellikler de çevre sorunlarıyla mücadele de yararlanılabilecek bir fırsat yaratmaktadır, Ģöyle ki; yerel malzemelerin üretimi ve tüketimi çevre kirliliğini azaltıcı bir öneme sahiptir. Yine bu dönemde kitlesel/toplumsal hareketlerle de çevreci düĢüncelerin yaygınlaĢma imkânı vardır. Artan kitle iletiĢim araçları sayesinde daha geniĢ bir toplumsal gruba seslenmek ve birlikte hareket etmek mümkündür. Bu bağlamda bu iletiĢim imkânını çevre lehine kullanmak faydalı olabilir. SONUÇ Günümüzde çevre sorunları ekonomiden siyasete, hukuktan felsefeye, mühendislikten kamu yönetimine kadar pek çok alanda tartıĢılan disiplinler arası bir meseledir. Yine günümüzün en çok tartıĢılan bir diğer önemli konusu ise postmodernizmdir. Bu bağlamda postmodernizm ve çevrenin birbirilerinden ayrı olarak hareket etmeleri beklenemez. Bir diğer anlatımla hemen hemen her disiplinde tartıĢılan bir konu olan çevre sorunlarının bir diğer tartıĢma konusu olan postmodernizmden etkilenmemesi düĢünülemez. Bu iki tartıĢma konusu günümüzde birlikte de ele alınmaktadır. Postmodern tartıĢmalarda çevre ile ilgili tartıĢmalar da yapılmaktadır. Çevre sorunlarının asıl kaynaklarının/nedenlerinin modern dönemlere ait oldukları ele alınırken de vurgulandığı gibi modern zamanlar doğaya egemen olma düĢüncesi etrafında ĢekillenmiĢti. Bu anlayıĢa göre, bilimin sayesinde insanlar doğanın yasalarını keĢfedebilecek ve doğayı kendi çıkarlarına hizmet edebilecek bir dıĢsal unsur haline getirebilmeyi baĢarabilecektir. Bu dönemde hâkim olan bir diğer anlayıĢ insanın merkeze alınmasıdır, yani insan diğer bütün canlılardan üstündür ve diğer bütün canlılar ve cansız varlıklar insana hizmet ettiği kadar önemlidir. Ġnsan bu merkezi konumunu da kullanarak teknolojisi sayesinde doğayı geri dönülemeyecek biçimde zarara uğratmıĢ, kirletmiĢtir denilebilir. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519 517 Muhammed Yunus Bilgili Modernizmin eleĢtirisi olan postmodernizm ise modernizmin doğaya karĢı verdiği zararları da göz önünde bulundurarak bir takım yeni açılımlar getirmiĢtir. Her Ģeyden önce postmodern dönem artık bir risk dönemidir ve bu riskler bütün dünyayı ilgilendiren risklerdir. Dolayısıyla bunlarla mücadele herkesin bir görevidir. Modernizmin insanın üstün olduğu görüĢü postmodern dönemde reddedilmiĢ bunun yerine insanın diğer canlılara hatta cansız varlıklara saygı göstermesi ve doğada beraber yaĢamalarına imkân veren yeni çevreci paradigma ortaya çıkmıĢtır. Bu yeni paradigma ve çevre sorunlarına bir tepki olarak ortaya çıkan ekolojik toplum bu dönemde kendisini göstermiĢtir. Ekolojik toplum temelde doğayla dost teknoloji, sürdürülebilir ekonomik büyüme, doğaya saygı gibi unsurlar tarafından ĢekillenmiĢ ve günümüzde çevre için en büyük tehdidi oluĢturan tüketim toplumuna karĢı çıkmıĢlardır. Postmodernizmle beraber tekrar bilgi kaynağı olarak görülmeye baĢlayan din ve gelenekler de çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek kaynaklardır. ġöyle ki; gençler eskiden yaĢlıların nasıl doğayla uyumlu Ģekilde ihtiyaçlarını karĢıladıklarını öğrenebilir ve uygulayabilirler. Veya dinlerden yararlanılarak israfın önlenmesi -ki pek çok din bunu yasaklamaktadır- için mücadele edilebilir. Özetle postmodernizm, yerelliğe, göreceliğe, nesnelliğe, merkeziyetçiliğe ve tek bilgi kaynağının bilim olduğu görüĢüne getirdiği eleĢtirilerle yeni ufuklar açmaktadır. Bu yeni ufuklar günümüzün en büyük problemlerinden biri olan çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek bir özelliğe sahiptir. KAYNAKLAR ADAK, NurĢen (2010). “GeçmiĢten Bugüne Çevreye Sosyolojik YaklaĢım”, Ege Akademik Bakış, 10 (1), s.371-382. AKAY, Ali (2010). Postmodernizmin ABC’si, Ġstanbul: Say Yayınları. ASLAN, Seyfettin ve YILMAZ, Abdullah (2001). “Modernizme Bir BaĢkaldırı Projesi Olarak Postmodernizm”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, s. 93-108. AUBEL, Judi (2010). “YaĢlılar: Sürdürülebilir GeliĢimi Destekleyebilecek Kültürel Bir Kaynak”, Dünyanın Durumu 2010, Dost Körpe (Çeviren), Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, s. 71-81. AYDIN, Hasan (2009). “Modern Bilime Yönelik Postmodern EleĢtiriler ve Etik Değeri”, Ġstanbul Kültür Üniversitesi, Mantık, Matematik, Felsefe VII. Ulusal Sempozyumu, 811 Eylül 2009,Ġzmir-Foça, http://turkoloji.cu.edu.tr/ GENEL/ hasan_aydin_ modern_ bilim_ postmodern_elestiri. pdf (EriĢim: 12.01.2013). BERĠġ, Hamit, E. (2010). “Moderniteden Postmoderniteye” Siyaset, 11. Baskı, Mümtaz’er Türköne (Editör), Ġstanbul: Opus Yayınları, s. 483-521. BERMAN, Marshall (2012). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, 15. Baskı, Ümit Altuğ ve Bülent Peker (Çevirenler), Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları. DEMĠR, Ömer ve Acar, Mustafa (2005). Sosyal Bilimler Sözlüğü, 6. Baskı, Anakara: Adres Yayınları. DES JARDINS, Joseph, R. (2006). Çevre Etiği Çevre Felsefesine Giriş, RuĢen KeleĢ (Çeviren), Ankara: Ġmge Kitabevi. ERDOĞAN, Ġrfan (2012). “Küresel Pazarın Küresel Ġdeolojisi: Postmodernizm”, Bilim ve Ütopya, Sayı: 217, s. 7-16. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519 518 Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri ERTÜRK, Hasan (2009). Çevre Bilimleri, 3. Baskı, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım. GARDNER, Gary (2010). “Dünya GörüĢlerini DeğiĢtirmek Ġçin Dinlerden Faydalanmak”, Dünyanın Durumu 2010, Dost Körpe (Çeviren), Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, s. 37-48. GIDDENS, Anthony (2005). Sosyoloji, Cemal Güzel (Yayına Hazırlayan), Ankara: Ayraç Yayınevi. HAN, Amy (2010). “Müzik: Eğitimi ve Eğlenceyi DeğiĢime Motive Etmekte Kullanmak”, Dünyanın Durumu 2010, Dost Körpe (Çeviren), Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, s. 279-288. HARDT, Michael ve NEGRI, Antonio (2012). İmparatorluk, 7. Basım, Abdullah Yılmaz (Çeviren), Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları. HEYWOOD, Andrew, (2007). Siyasi İdeolojiler, Ahmet Kemal Bayram, Özgür Tüfekçi ve diğerleri (Çevirenler), Ankara: Adres Yayınları. JEANNIERE, Abel (2011). “Modernite Nedir” Çeviren: Nilgün Tutal, Modernite Versus Postmodernite, Mehmet Küçük (Editör), Ġstanbul: Say Yayınları, s. 111-124. KILIÇ, Selim (2006). “Modern Topluma Ekonomik Bir YaklaĢım”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (12), 2006/2, s. 108-127. KILIÇ, Selim (2008). Çevre Etiği Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Sonuçları, Ankara: Orion Kitabevi. KONAK, Nahide (2010). “Çevre Sosyolojisi: Kavramsal ve Teorik GeliĢmeler”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 24, s. 271-283. SOYDEMĠR, Suat (2011). “Modernizmin Karanlık Yüzü: Risk Toplumu”, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt: 3, No: 2, s. 169-178. SWINGEWOOD, Alan (2010). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, 3. Basım, Osman Akınhay (Çeviren), Ġstanbul: Agora Kitaplığı. TUCKER, Mary,E. ve GRIM, John (2007). “Diziye Önsöz”, İslam ve Ekoloji Bahşedilmiş Bir Emanet, Richard C. Foltz ve diğerleri (Editörler), Ġstanbul: Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık, s.17-30. TUNA, Muammer (2007). “Çevrecilik: Tarihsel, Teorik, Felsefi Temelleri ve KüreselleĢmesi”, Çevre ve Politika, RuĢen KeleĢ’e Armağan AyĢegül Mengi (Editör), Ankara: Ġmge Kitabevi, s. 187-222. ÜNDER, Hasan (1996). Çevre Felsefesi Etik ve Metafizik Görüşler, Ankara: Doruk Yayımcılık. VERGĠN, Nur (2010). Siyasetin Sosyolojisi Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar, 7. Baskı, Ġstanbul: Doğan Kitap. YILDIZ, Hasan (2005). “ Postmodernizm Nedir?”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 13, s. 153-166. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519 519