tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü tarih anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
SELÇUKLU DEVRİ SAVAŞLARINDA SÜRPRİZ BASKIN KORKU VE
PANİK
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Fadime ALANDAĞLI
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Salim KOCA
Ankara - 2012
i
ÖNSÖZ
Bir toplumsal olay olan savaş, siyasi, sosyal ve ekonomik birçok
nedene dayanmaktadır. Savaşlarda tarafların galip veya mağlup olmasına
etki eden stratejik, taktik faaliyetler ile doğal bazı olayların olduğu kesindir.
Savaş esnasında beklenmedik bu türden olaylar kumandan veya askerler
üzerinde psikolojik bir etki ortaya çıkarmaktadır.
Türklerin savaşlarda gösterdikleri davranış ve faaliyetler zamanla
askeri kültürün temelini oluşturmuştur. Türk savaş geleneğinde taktik ve
stratejik manada önemli bir yeri olan sürpriz baskın, korku ve panik olayları
birçok savaşın sonucuna etki etmiştir.
Sürpriz baskındaki temel amaç; savaşta nihai hedefe ulaşmak için
stratejik, askeri ve teçhizat yönünden üstün durumdaki düşmanı yıpratarak
başarıya ulaşmaktır. Ayrıca savaş öncesi veya sırasında karşılaşılan korku
ve panik faaliyetleri tarafların tertip, düzen ve organizasyonlarında önemli
kopukluklar yaratarak vurucu güç ile planlarının yok olmasına vesile
olmaktadır.
“Selçuklu devri savaşlarında sürpriz baskın, korku ve panik” isimli
tezimizde Selçuklu devri savaşlarında yaşanan bu tür olayların savaşların
sonuçlarına etkisi ortaya konmaya çalışılmaktadır.
Tezimizin birinci bölümünde sürpriz baskın, korku ve panik kavramları
geniş bir çerçevede açıklanmıştır. Daha sonra Selçuklu devri ve diğer Türk
Devletleri tarihlerinde uygulanan örneklerine yer verilmiştir. Bunun yanında
sürpriz baskın, korku ve panik durumlarının yer ve zamana göre uygulanan
farklı boyutları üzerinde durulmuştur.
Nihayet söz konusu yöntemlerin
uygulanmasındaki başarı ya da başarısızlıkların, Türk tarihinde önemli bazı
savaşlarının kazanılması ya da kaybedilmesindeki yeri tespit edilmeye
çalışılmıştır.
ii
İkinci bölümde ise tezimizin çerçevesi biraz daha daralmıştır. Nitekim
burada sürpriz baskın ve panik faaliyetlerinin Büyük Selçuklu ve Anadolu
Selçuklu
Devletlerinin
kuruluşları
ile
genişlemelerini
sağlayan
bazı
savaşlardaki rolü incelenmiştir. Dandanakan savaşından önceki savaşlar ile
Anadolu üzerine yapılan akınlarda uygulanan baskınlara değinilerek gerekli
örneklerle açıklamalar yapılmıştır. Selçuklu Hükümdar ve Beylerinin yapmış
oldukları savaş veya akınlardan kesitlerin yer aldığı bu bölümde ayrıca
Anadolu’nun Haçlılar ve Bizanslılara karşı savunulmasında başvurulan
yöntemlere de değinilmiştir.
Selçuklu Hükümdar ve Beylerinin Karahanlı, Harezm Beyleri ile
Moğollarla yaptıkları savaşlarda maruz kaldıkları veya uyguladıkları sürpriz
baskın ile korku, panik durumlarının ele alınacağı üçüncü bölümde; Alaşehir,
Micingerd, Kösedağ savaşlarından örnekler verilmektedir.
Bu çalışma hazırlanırken konuyla ilgili başta temel kaynaklar olmak
üzere araştırma inceleme eserlerden faydalanılmıştır. Konu oldukça ilginç ve
ehemmiyetli olmasına rağmen pek fazla çalışılmamıştır. Bu nedenle gerekli
bilgilerin toplanması oldukça zor olmuştur. Gerek birincil kaynaklar ve
gerekse de araştırma eserleri taranarak Selçuklu devri savaşları mercek
altına alınmıştır. Hazırlık, savaş ve sonuç bölümlerine ayrılan savaşlar
incelenerek sürpriz baskın faaliyetlerinin planlanma, uygulanmaları ile
sonuçları ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Yüksek Lisans eğitimi ve tez hazırlama evresinde karşılaştığım
problemleri çözmem noktasında kıymetli vaktini ayırarak yardımcı olan
değerli Hocam Prof. Dr. Salim KOCA’ya sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Ayrıca daima yanımda olan maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen eşim
Murat ALANDAĞLI’ya da teşekkür ediyorum.
iii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………….…...i
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………....iii
KISALTMALAR…………………………………………………………….…....ix
GİRİŞ………………………………………………………………………….…..1
I. BÖLÜM
SÜRPRİZ BASKIN, KORKU VE PANİK OLAYLARININ
SELÇUKLU DEVRİ SAVAŞLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
1.1. SÜRPRİZ BASKIN…………………………………………………………..10
1.1.1. Sürpriz Baskınlarda Rol Oynayan Unsurlar…………………….16
1.1.1.1. Coğrafya’nın Sağladığı İmkân ve Avantajlar………...………17
1.1.1.2. Savaş Araç ve Gereçlerinin Sağladığı Avantajlar……………18
1.1.1.2.1. At………………………………………………….……18
1.1.1.2.2. Ok ve Yay……………………………….……..20
1.1.1.3. İhanetler ve iç Desteklerin Sağladığı İmkânlar…….........................22
1.1.2. Sürpriz Baskın Çeşitleri:…………………………………………………..24
1.1.2.1. Gece Baskını……………………………………………….…….25
1.1.2.2. Ordugâhlara ve Konaklama Merkezlerine Düzenlenen
Baskınlar………..……………………………………………..…………………...28
1.1.2.3.
Öncü
ve
Artçı
Birliklerine
Düzenlenen
Baskınlar………………………………………………………………..……….....30
iv
1.1.2.4. Dağ ve Akarsu Geçitlerinde Ordunun
Geçişi Sırasında Düzenlenen Baskınlar ………………….……..……………..32
1.1.2.5. Ordunun Silah ve Erzak
Konvoyuna Yapılan Baskınlar………………………………………….….........33
1.1.2.6. Geçit Tutma (Geçitte
İmha yâda Baskın)………………………………………..……………..………..35
1.1.2.7.
Çeşitli
Yöntemlerle Müstahkem Yerlere Girme………………….…………..…........36
1.2. KORKU VE PANİK……………………………………………………….....39
1.2.1. Korku ve Panik’i Yenmenin Çareleri…………………….………42
1.2.1.1. Moral Değerler…………………....……………………..42
1.2.1.2. Cesaret……………………………………………43
1.2.2. Savaşlarda Korku ve Panik’e Sebep Olan Olaylar……………….........44
1.2.2.1. Çetr’in (Saltanat Şemsiyesinin) Yere Düşmesi……….……..44
1.2.2.2. Kös, Davul ve Borazan Sesleri…………………………46
1.2.2.3. Miğferin veya Kesilmiş Başın Mızrak Uçunda
Dolaştırılması………………………………………………………………..…….48
1.2.2.4. Kamp Ateşleri Yakmak……….……..…..49
1.2.2.5. Kale Burcuna Bayrak ve Sancak
Çekmek………………………………………………………......................….…49
v
II. BÖLÜM
SELÇUKLU HÜKÜMDAR VE BEYLERİNİN YAPTIKLARI SÜRPRİZ
BASKINLAR
2.1.
DANDANAKAN
SAVAŞINDAN
ÖNCE
YAPILAN
SÜRPRİZ
BASKINLAR………………………….…………………………………………....52
2.1.1. Nesâ Savaşı………………………………………………….…….52
2.1.1.1. Savaşın Sebepleri……………..………………….….….52
2.1.1.2. Savaşın Seyri ………………………………..…..54
2.1.2. Serahs Savaşı……………………………………………………………...55
2.1.2.1. Savaşın Sebebi……….………………………………………….55
2.1.2.2. Savaşın Psikolojik Cephesi ve Savaşın Seyrine
Etkisi…,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,………...56
2.1.3. Dandanakan Savaşı………………………………………………..…….58
2.1.3.1. Savaşın Sebebi ………………………………………………...58
2.1.3.2. Savaştan Önce Gazneli Ordusuna Yapılan Baskınlar,
Korku ve Panik Hali…….……………………………………………………..….59
2.1.3.3.
Devlet
Kuran
Savaş:
Dandanakan
Zaferi……………………………………………………………………….…..….60
2.2. ANADOLU ÜZERİNE DÜZENLENEN SEFER VE AKINLARDA YAPILAN
SÜRPRİZ BASKINLAR…………………………………………………………...62
2.2.1. Sultanların Yapmış Olduğu Sefer ve Akınlar……………………………64
2.2.1.1. Çağrı Bey'in Anadolu’ya Keşif Seferi………………………….64
vi
2.2.1.2. Sultan Tuğrul Bey’in 1054-1055 Yılları Arasında
Anadolu’ya Seferi………………………………………………………………….66
2.2.1.3. Sultan Alp Arslan’ın 1064-1071 Yılında Anadolu
Seferleri………………………………………………………………….…………68
2.2.2. Hanedan Üyelerinin Yaptıkları Sefer ve Akınlar………………………..72
2.2.3. Bey ve Komutanların Yaptıkları Sefer ve Akınlar………………………73
2.3.
ANADOLU’NUN
FETHİNDE
UYGULANAN
DÜZENLİ
SÜRPRİZ
BASKINLAR……………………………………………………………………….80
2.3.1. Malazgirt Savaşı…………………………………………………………..80
2.3.1.1. Savaşın Sebebi ve Orduların Hazırlığı ……………….……...80
2.3.1.2. Bizans’ı Büyük Bozguna Götüren Sürpriz gelişmeler
………………………………………………………………………………...........82
2.3.1.3. Türklüğün ve Anadolu’nun Kaderini Tayin Eden
Savaş……………………………………………………………………….………84
2.3.2. Antakya’nın Fethi………………………………………………………….87
2.3.2.1.
Antakya’nın
Fethinin
Sebebi
……………………………………………….……………………………...87
2.3.2.2. Antakya’nın Fethinde Sürpriz Baskın…………………88
2.3.3. Miryokefalon Savaşı……………………………………………………….89
2.3.3.1. Savaşın Sebebi
……………………………………………….89
2.3.3.2. Bizans Ordusuna Yol Boyunca Yapılan Sürpriz
Yıpratma Faaliyetleri......................................................................................91
2.3.3.3. Bizans’ın en Uzun Günü: 17 Eylül 1176…….92
vii
2.4.
ANADOLU’NUN
SAVUNMASINDA
UYULANAN
SÜRPRİZ
BASKINLAR...................................................................................................94
2.4.1. Bizans Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar……………………..……95
2.4.2. Haçlılar Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar………………………….98
2.4.2.1. I. Haçlı Seferi ve Sultan I. Kılıç Arslan’ın Anadolu Savunması
(1096-1101) ……………………………………………………………………….98
2.4.2.2. II. Haçlı Seferi ve Sultan I. Mesud’un Anadolu
Savunması(1147-1148)…………………………………………………………104
2.4.2.3. III. Haçlı Seferi ve Sultan II. Kılıç Arslan’ın
Anadolu Savunması………………………………………………………..……107
2.4.3. Ermeniler Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar……………………...108
III. BÖLÜM
SELÇUKLU HÜKÜMDARLARIN VE BEYLERİNİN UĞRADIKLARI
SÜRPRİZ BASKINLAR KORKU VE PANİK OLAYLARI
3.1. KARAHANLI HÜKÜMDARININ YAPTIRDIĞI SÜRPRİZ BASKIN……113
3.1.1. Baskının Sebebi…………………………………………………..113
3.1.2. Türkmen Beylerinin Birbirinin Üzerlerine Düzenlemeye
Çalıştıkları Sürpriz Baskın……….................................................................114
3.2. ŞÂH- MELİK’İN HAREZM’DE YAPTIRDIĞI SÜRPRİZ BASKIN……115
3.2.1. Savaşın Sebebi………………………………….……………….115
viii
3.2.2. Olayın Cereyanı……………………………………….…115
3.3. TÜRKMEN BEY’İ ATSIZ'IN MISIR SEFERİNDE UĞRADIĞI SÜRPRİZ
BASKIN(1076)…………………………………………………………………...116
3.3.1. Savaşın Sebebi…………………………………………………...116
3.3.2. Savaş Sırasında Yapılan Hatalar ve Büyük Bozgun….117
3.4. MİCİNGERT SAVAŞI(1202) ……………………………………………..119
3.4.1. Savaşın Sebepleri ……………….…………………………….119
3.4.2.
Sultan II. Süleyman-şâh'ın Ordusunda Panik ve
Bozgun………………………………………………………………...…..……121
3.5. ALAŞEHİR SAVAŞI(1211) ………………………………………….……123
3.5.1. Savaşın Sebebi…………………………………………….…….123
3.5.2. Savaşın Seyri: Galibiyetten Bozguna…….…………….125
3.6. KÖSEDAĞ SAVAŞI(1243)………………………………………………...127
3.6.1. Savaşın Sebebi…………………………………………………...127
3.6.2.
Tarihi
Hata:
Büyük
Korku
ve
Bozgun………………………………………………………………….………...128
ix
SONUÇ……………………………………………………………………...……132
KAYNAKÇA…………………………………………………………………...…134
EKLER……………………………………………………………………………143
ÖZET………………………………………………………………………………145
ABSTRACT……………………………………………………………………….146
x
KISALTMALAR
ATASE: Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı
Bkz.: Bakınız
bs. : Baskı
çev. : Çeviren
DGBİT: Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi
DTCF: Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi
Ed.: Editör
Gnkur. : Genelkurmay
haz. : Hazırlayan
İ.A.: İslam Ansiklopedisi
MEB. : Milli Eğitim Bakanlığı
şy.,: Şehir Yok
TTK: Türk Tarih Kurumu
Ünv.: Üniversite
y.y. : Yayın yok
Yay. : Yayın
1
GİRİŞ
A)
SAVAŞ OLGUSU
Günümüz modern tarih araştırmacıları ile sosyologların üzerinde
durmuş olduğu en önemli konulardan biri de savaş olgusu ve nedenleridir.
Savaş; ''Uluslar veya aynı ülkeden iki teşkilat arasında, diplomatik yollarla
çözümlenemeyen sorunların, kuvvet yoluyla çözülme denemesi'' şeklinde
tanımlanmaktadır.1 Clausewitz, savaş’ı “… Toplumsal yaşamın bir parçası,
büyük çıkarların kanla çözümlenen çatışması…” şeklinde açıklamıştır.2 Bu
yaklaşımdan anlaşıldığı gibi savaş esasında bir şiddet kullanma eylemidir.
İnsan hayatını bu kadar yakından ilgilendiren bu tarihi kavram, doğal
olarak da insanlık tarihiyle gelişip şekillenmiştir. Savaşın insan mantığı yerine
gururu ve duyguları ön plana çıkardığı bilinmektedir.3 İlkçağlarda daha çok
yaşamak için öldürmek zaruretinden kaynaklanan savaş olgusu, giderek
mülkiyet isteğinin yaratmış olduğu bir olgu halini almıştır. Öyle ki birlikte
yaşama olgusunun yanında coğrafyanın bahşettiği avantajlardan yararlanma
isteği, çatışmaları da beraberinde getirmiştir.4 Bunun sonucunda önceleri belli
bir tehlike veya düşman saldırılarına karşı bir araya gelme eylemi olarak göze
çarpan savaş olgusu, giderek farklı bir boyut kazanmıştır. İnsan hayatının
devamı için hayati önem taşıyan toprakların ele geçirilmesi ve korunması
maksadıyla savaşılmasını şart koşan söylemler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu söylemler bir gerçeği de beraberinde getirmiştir. Bu gerçek, daha büyük
topraklar elde etme isteğinin bir sonucu olarak daha iyi organize olmayı ve
nihayet daha iyi bir idarenin tesis edilmesin gerekliliğidir. Büyük uygarlıkların
oluşmasına giden yolun temelleri de esasında bu düşünceyle atılmıştır.
1
Büyük Lûgat ve Ansiklopedi , Meydan Laroussı, XI.cilt, İstanbul, Meydan Yay., 1973, s. 36.
Carl von Clausewitz, Harp Üzerine, çev, H. Fahri Çeliker, I. cilt, Ankara, Gn.kur. Basımevi, 1984,
s.21-22.
3
John Keegan, Savaş Sanatı Tarihi, çev. Füsun Doruker, İstanbul, Gençlik Yay., 1995, s.16.
4
Juliuos Evola- Rene Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, çev. Atilla Ataman, İsmail
Taşpınar, İstanbul, İnsan Yay. , 2000, s. 11, Taşkın, Takış, “Savaş Gerçeği – Barış İdeali”, DoğuBatı, Sayı 24, Ekim, 2003, s.7, 8.
2
2
Bir diğer yaklaşıma göre; savaşları iktisadi bir olay olarak görmekte
mümkündür. İktisadi olarak savaşların oluşması iki şekilde açıklanabilir. İlk
olarak eldeki varlıklar ile yetinmeyen ve daha fazlasını kazanmak isteyen
insanoğlunun, başkalarının kaynaklarına el koymalarıyla savaşın iktisadi
boyutu ortaya çıkar. İkinci olarak bazı siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntıların
insanları başka kazanç ve kaynaklara sevk etmesi söylenebilir. Böylece
insanların niçin savaştıkları gerçeği de iktisadi olarak ortaya çıkmış
bulunmaktadır.5
Toplumsal öğeler ile savaşlar arasında ki ilişkiler de dikkate şayandır.
Toplumların yani kültürlerin de mücadelesi olan savaşların, bir askeri gelenek
yarattığı açıktır. Bu nedenle askeri faaliyetlerin şekillenmesinde geleneklerin
yeri yadsınamaz. Giderek bir ulus veya topluluğun var olma sorunu haline
gelen savaş, bütün kültür unsurlarının da şekillenmesini zorunlu kılmıştır. 6
Sonuç olarak; savaş tarihin değişmezlerinden hatta en önemli
öğelerindendir. Yazılı tarihin son 3.500 yıllık zamanının sadece 270 yıllık bir
döneminde savaşın görülmemiş olması da bu durumu ortaya koymaktadır.
B) SÜRPRİZ BASKIN, KORKU VE PANİK DURUMLARI
Savaşların tarihsel süreçte nasıl tekâmül ettiklerine de bakmakta fayda
vardır. Savaşlar acaba hep aynı yöntemlerle mi yapılmıştır? Yoksa farklı bir
seyir mi izledi? Farklılıklar varsa bu farklılıkların nedeni ve ne olduğu da
önemlidir. Bu soruların cevapları irdelendiğinde daha ilk dönemlerden itibaren
savaş
meydanlarında
farklı
yöntemlerin
denenmeye
başlandığı
görülmektedir. Bu farklılıkların en temel nedenlerinden biri de coğrafyadır.
Coğrafyaların insanlara
sunduğu
yaşam olanakları
onların
savaşma
kabiliyetlerini de etkilemiştir. Farklı coğrafi mekânlar farklı yöntem ve
stratejilerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Esasında savaş alanlarında
karşılaşan güçler, iki farklı coğrafyanın karşılaşmasından başka bir şey
5
Mehmet Ali Kılıçbay, “Savaş ve Ekonomi”, Doğu-Batı, Sayı 24, Ekim, 2003, s. 145, Bozkurt
Güvenç, “Barış Kültür Mü? Yoksa Barış için Kültür Mü? Cogita, Sayı: 3, Kış, 1995, s.25.
6
Salim Koca, Selçuklular’da Ordu ve Askeri Kültür, Ankara, Berikan Yay., 2005, s.83, 163.
3
değildir. İşte Dünya üzerindeki her millet ya da toplumun farklı bir savaş
tekniği ve stratejisi geliştirmesindeki neden de buradan kaynaklanmaktadır.
Bazen yüksek dumanlı ateşler yakmak veya yüksek seslerden oluşan
farklı hücum metotları ile rakibi korkutma denemelerinde başarı elde edildiği
görülmektedir. Bu ilkel denemelerin akabinde artık daha düzenli, itinalı bir
çalışmayı gerektiren ve kendi içinde bir şifreyi barındıran çalışmaların gün
yüzüne çıkması kaçınılmaz olmuştur. Davul ve borazan seslerinin yanında
toplu olarak hareket edip rakibi etkilemek için yapılan uğraşlar bunların önde
gelenlerindendir. Nihayet bu çalışmalar, bazen savaştan önce bazen de
savaşın başlamasıyla beraber birçok mağlup tarafın korkuya kapılıp
kaçmasına neden olmuştur.
Kelime olarak, beklenmedik bir zamanda insanı şaşırtan, sevindiren ya
da üzen olay anlamına gelen ''sürpriz baskın'' savaşların seyrini etkileyen en
önemli fiili harekettir. Otlaklar veya yüksek dağlık alanlar ile ormanlık
sahalarda gizlenip belli bir düzen çerçevesinde düşmanın hiç ummadığı yer
ve
zamanda
karşısına
çıkarak
korkutma,
şaşırtma
şeklinde
gerçekleştirilmektedir.7
Organize olmuş kuvvetlerin ilerlemesi ve konaklaması başlı başına bir
problem teşkil etmektedir. Bu problemlerden en önemlisi de dar geçit ya da
nehirlerden
geçme
aşamalarında
yaşanan
baskınlardan
korunmaktır.
Düşmana ummadığı yer ve zamanda, kısa süreli ani hücum ya da
beklemediği bir darbe indirmek suretiyle azami sonuç almak üzere yapılan
saldırı olarak tanımlanan baskın, esasında oldukça uzun bir uğraşın
sonucudur.
Bir vadi yatağına veya özel olarak eşilmiş kanallara gizlenip düşmanı
bir anda korkutmak olarak tanımlanan pusu, başvurulan bir diğer yöntemdir.
Çünkü baskının temelinde pusu yatmaktadır. Terim olarak pusuya düşürmek,
7
Nejat Eslen, Tarih Boyu Savaş ve Strateji, İstanbul, Q-MatrisYay., 2003, s.138.
4
kötülük etmek üzere yolunu gizlice bekleyip ele geçirmek, yakalamak
anlamlarına gelir.8
Bir ordunun maddi kuvveti ne olursa olsun ordu içinde en tehlikeli
durum hiç kuşkusuz korku ve panik durumudur. Sürpriz baskın ve pusuya
düşürmenin akabinde yaşanan panik9 ani dehşet duygusu, büyük bir korku
yaratmaktadır. Korku ve endişe ölüm veya yaralanma düşüncesinden
kaynaklanmaktadır. Aşırı korku, askerin karşı karşıya bulunduğu durumun
üstesinden gelemeyeceği ve zarar göreceği endişesiyle panik olarak da ortay
çıkmaktadır. Nihayet panik, askerin görevini tam olarak yapamamasına yol
açarak tüm birliklere yayılmasıyla topyekûn bir kopuşu ve savaşma
yeteneğinin ortadan kalkmasına neden olabilmektedir.10
C) TÜRK SAVAŞ TAKDİĞİNE ETKİ EDEN ÖNEMLİ BİR UNSULAR
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi toplumlar kendilerini koruyabilmek ve
varlıklarını sürdürebilmek amacıyla, üzerinde yaşamlarını sürdürdükleri
topraklara egemen olma zorunluluğunu duymuşlardır. Bu nedenle güçlü bir
liderin etrafında, düzenli ve kuvvetli ordular kurmayı ilk ana tedbir olarak ele
almışlardır. Türkler de bu değişmez kural içerisinde çeşitli dönemlerde,
değişik adlarla devletler kurmuşlardır. “Mazisi insanlık tarihi ile başlayan”
yüce Türk ulusunun, dünya tarihinin her dönemde önemli bir yeri olmuş,
kurduğu devletler tarihin seyrini etkilemiştir.11
Türk tarihi kültür ve medeniyetinin şekillendiği üç farklı coğrafya söz
konusudur. Bunlar, Orta Asya, İran ve Anadolu coğrafyalarıdır. Bunlardan ilki
Türk anayurdu olarak bilinen ve kendine has özellikleri ile Türk kültür ve
yaşamını şekillendiren coğrafya olan Orta Asya’dır. Orta Asya’nın ürpertici
8
Meydan Laroussı, 1972: X, 386.
Korkutucu sayılan yunan tanrısı Pan’ın adından Yunancadan Panikes’den gelmektedir. Ayrıntılı bilgi
için bkz. Meydan Laroussı, 1969: VII, s. 495.
10
Eslen, 2003: 35-36.
11
Necati Ulunay Ucuzsatar, Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Strateji, Ankara, Gnkur.
ATASE Başkanlığı Yay., 1986, s.I-V.
9
5
hudutları, uçsuz bucaksız sahaları ve aşılması zor dağları ile tabiat tüm
güçlüğünü ortaya koymaktadır. Hayatın büyük ölçüde at üzerinde geçtiği
haliyle konar-göçer bir hayat tarzının sürdürüldüğü bu coğrafyada, kullanılan
en önemli silahlar da ok ve yay’dır. Bölgenin sert iklim yapısı insan
karakterinin oluşması ve askeri vasıfların şekillenmesinde önemli yer tutar.12
Bu zorlu coğrafyada oldukça kalabalık sürüler ve kalabalık aile fertleri
ile beraber uzak diyarlara göç etmek başlı başına bir problem teşkil
etmektedir. İşte bu problem esasında savaşçı ve teşkilatçı bir milletin de
doğmasına neden olmuştur.13 Kendilerine bir meslek olarak değil de bir hayat
felsefesi olarak seçtikleri askerlik sanatını başarıyla uygulayan Türk Milleti
“Bozkır Savaş Taktiği” olarak bilinen yeni bir sitilin de doğmasını
sağlamışlardır. Bozkır savaş taktiğinde at ve yay vazgeçilmez iki öğedir.
Hunların kullandıkları ıslıklı (veya vızıldayan) oklar düşmanlarını dehşete
düşürmüştü. Türkler bileşik kavisli yaylar kullanıyorlardı ve at üzerinde her
yöne isabetli ok atabiliyorlardı.14
“Tanrı onlara Türk adını verdi, onları yeryüzüne hükümdar kıldı ve
dünya
milletinin
yularını
onların
eline
verdi.
Türklerin
oklarından
korunmasının tek yolu onların tuttukları yolu tutmaktır…”15 şeklindeki
düşünceler Türklerin ok atmada becerikliliğini ortaya koymaktadır. Bunun
yanında Türk Cihan Hâkimiyetini şekillendiren düşüncelerin ilk nüveleri de
burada atılmıştır.
“Savaşçının talihi cenkte ölmektir. Eğer biz ölürsek,
kahramanlık şöhretimiz bizi dünya durdukça yaşatacak ve oğullarımız
torunlarımız başka kavimlerin başbuğları olacaklardır.”16 Bu hissiyat bir cihan
hâkimiyeti mefhumu yaratmıştır.
12
Hatice Palaz Erdemir, “Yabancı Yazarlara Göre Türklerde Savaş ve Taktik”, Türkler, II. cilt, Ed.
Hasan Celâl Güzel, vd., Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002 ,s.939.
13
Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul, MEB. Yay. 1972, s.32.
14
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, VI. cilt, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay. 1991, s.1-2,
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 19 bs., İstanbul, Ötüken Yay., 1999, s. 283-285.
15
Bahaeddin Ögel, Dünden Bu Güne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3. bs., İstanbul, Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., 1988, s.14.
16
Nuri Taşdelen, “Büyük Hun İmparatorluğu ve Bilinen Askeri Faaliyetleri,” Askeri Tarih Bülteni,
Sayı 23, Ağustos, 1987, s.14.
6
C) TÜRK
SAVAŞ
TAKDİĞİNİN
ŞEKİLLENDİĞİ
İKİ
ÖNEMLİ
TEŞEKKÜL: HUN ve SELÇUKLU İMPARATORLUKLARI
Milli tabiatlarından kaynaklanan bağımsızlıklarına düşkün olma, ayrı
boylar halinde yaşama gibi durumlar, Hunların askeri hususiyetlerinin
gelişmesine etki etmiştir. Coğrafya onlara hareketli, tertipli ve saldırgan bir
savaş sitilini aşılamıştır. Tabiat ile mücadelelerinde, tabiata hâkim olmayı
sağlayacak en uygun vasıtayı seçmeyi yararlı görmüşlerdir. Aşılması güç
bozkırlar, yüksek yaylalar, derin vadiler gibi engellerle mücadelede en temel
etken at aynı zamanda önemli bir savaş aracıdır. Mourice, “Türklerin savaş
meydanlarına çok sayıda at getirdiklerini bu şekilde hem kalabalık gözükmeyi
sağlayıp düşmanı korkutmayı amaçladıklarını hem de gerekli ihtiyaçlarını
karşıladıklarını” yazar. Çinliler de Türklerle ilgili olarak “Hayatları atlarına
bağlıdır”17 şeklinde bahsetmişlerdir. Böylece at sadece savaş aracı olmakla
kalmamış sosyal hayatla özdeşleşmiştir. Türklerin savaşçı özelliğini öven
sözlere sık sık rastlanılmaktadır. Mesela Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç
Arslan zamanında bölgeye gelen Haçlı kuvvetleri arasında yer alan bir haçlı
yazar Türklerin savaşçı özellikleri için şunları söylemiştir: “Türklerin metanet,
kahramanlık ve savaş kabiliyetlerini kim tasvir edebilir? Eğer Türkler
Hıristiyan olsalardı kudret, cesaret ve savaş kabiliyeti bakımından kimse
onlarla boy ölçüşemezdi...”18
Türkler, Hunlardan itibaren devamlı silah başında bulunan ve ülke
sınırlarını koruyan bir çekirdek orduya sahiptiler. Bu anlamda Türk ordusu,
sadece savaşta toplanan geçici bir ordu değil, köklü ve kurumsallaşmış,
devamlı birlikleri bulunan bir gücü andırır.
Türk kültür ve siyasi hayatını şekillendiren coğrafyalardan ikinci olarak
Orta Asya ile Anadolu arsındaki İran havzasından bahsetmek gerekmektedir.
Çünkü burada dünyanın sayılı büyük devletlerinden olan Selçuklu Devleti
17
Emel Esin, “Türk Sanatında At”, Türkler, IV. cilt, Ed. Hasan Celâl Güzel, vd., Ankara, Yeni
Türkiye Yay., 2002 ,s. 125.
18
Işın Demirkent, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara, TTK Basımevi,
1996, s.30.
7
teşekkül etmiştir. Bölgeye yönelik Türk muhacereti ve bunun sonucunda
tezahür eden Türk – İslam sentezi çok stratejik bir bölgede konuşlanmış
Selçukluların, Türkmen nüfusunu belli bir düzen dâhilinde Anadolu’ya
aktarılmasına fırsat vermiştir. Bu göç Anadolu'da birçok Türk Devletinin
kurulmasına da vesile olmuştur. 1040 yılında Oğuz Türkleri tarafından
kurulan Anadolu Selçuklu Devleti de bu devletlerden biridir. Selçukluların,
Bizanslılara karşı kazandıkları Pasinler (1049) ve Malazgirt (1071) zaferleri
Anadolu'nun Türk yurdu haline gelmesini sağlamıştır.19
Mâverâünnehir’de
Karahanlılara
daha
sonra
da
Horasan’da
Gaznelilere karşı çetin mücadeleler sergileyen Selçuklu Türkmenleri, arka
arkaya zaferler (Nesâ, Serahs…) kazanarak, tarihin akışını değiştirmişlerdir.
Bu mücadelenin son safhasını da Dandanakan oluşturmaktadır.20
Tarihin seyrini bahsettiğimiz üzere değiştiren Türkler, girdikleri her
savaşta rakiplerini kısa sürede mağlup etmek için sürpriz baskın, korku ve
panik yaratma faaliyetlerine sık sık başvurmuşlardır. Türkler, saldırılarını
genellikle sürpriz baskın şeklinde yaparak düşmanı korkutmayı bir savaş
taktiği olarak çok iyi kullanmışlardır. Sürpriz baskın yapmakta, korku ve panik
yaratmada son derece usta olan Türkler kimi zaman sürpriz baskınlara
uğrayarak büyük korku ve panik haline düşmüşlerdir. 21
Selçuklu Devri savaş başarıları yukarıda bahsedildiği üzere köklü bir
geleneğe dayanmaktaydı. Türklere özgü savaş faaliyetleri, Hunlardan
başlayarak Selçuklulara kadar gelişip ve şekillenerek devam etmiştir. Söz
konusu birikimlerin tesirini, yeryüzünde üç kıtada farklı din ve kültürlere sahip
milletleri bir çatı altında toplayan Osmanlı İmparatorluğu savaşlarında da
görmekteyiz. Konu kapsamı nedeniyle tezimizde başlı başına bir araştırma
gerektiren bu konuya değinilmeyecektir.
19
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm-Medeniyeti, 8. bs., Ankara, Boğaziçi Yay.,
1999, s.116-119.
20
İbnü’l-Esîr, El-Kâmil fi’t-Tarih, çev. Abdülkadir Özaydın, IX. cilt, İstanbul, Bahar Yay, 1987,
s.360-361., Ucuzsatar, 1986: 4, Salim Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, İleri Yay,
1997, s.5.
21
Salim Koca, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Ankara, Berikan Yay., 2011,
s.279
8
Temel olarak bu başarılara yol açan ve savaş literatüründe yer edinen
taktik, strateji, korku ve panik atak gibi Türklerin başarıyla sergilemiş olduğu
yöntemlerin ele alınacağı bu tez de ilk olarak tarihte ilk Türk Devleti olarak
kabul edilen Asya Hun Devletindeki savaş stratejileri ve yöntemlerine
bakılacaktır. Daha sonra sürpriz baskın, korku ve panik durumlarının yer ve
zamana göre uygulanan farklı boyutlarının yer aldığı Selçuklu tarihindeki
örneklerine değinilecektir. Nihayet bu taktik ve stratejilerin Büyük Selçuklu ve
Anadolu Selçuklu Devletlerinin kuruluş, genişlemelerine etkileri ortaya
konulmaya çalışılacaktır.
Sonuç olarak tarih sayfalarında sebep ve sonuçlarını görmeye alışkın
olduğumuz Selçuklu Devri savaşlarının kazanılması ya da kaybedilmesinde
etkili olan ve kimi zaman başarı ile uygulanıp sonuç alınan, kimi zaman ise
başarısızlıkla neticelenen yöntemlerin etkileri gün yüzüne çıkarılmaya
çalışılacaktır. Neticede savaşın kendi dünyasını süsleyen ve tarih adına
başka kapılar açan değişik nüanslar ortaya çıkmaktadır. Bir savaşın sonuçları
üzerine pek çok şey söylenebilir, ama en başından söylendiği üzere asıl
önemli olan savaşların kendilerine has bir seyrinin olduğu ve bunun asıl
sonuçları doğurduğudur.
9
I.
BÖLÜM
SÜRPRİZ BASKIN, KORKU VE PANİK OLAYLARININ SELÇUKLU DEVRİ
SAVAŞLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Türk Tarihi, uygun harekât hatlarının kullanılması sonucu kazanılan
zaferlerle doludur. Ortaçağ'da coğrafi bilgilerin az olması bu harekât
planlarını belirlemeyi ve uygulamayı oldukça güçleştirmiştir. Nitekim uçurum,
bataklık, dağ, orman ve tuzaklarla örülü zorlu sefer güzergâhlarında, bir
orduyu belli bir düzen dâhilinde hareket ettirmek de kolay bir iş değildir. Bu
zorlukların şiddet, tehlike ve doğa olayları ile birleşerek meydana getirdiği
korku ise en basit görevi dahi ifa etmeyi zorlaştırmaya yetmiştir.22
Türk savaş sanatı, özellikle meydan muharebesinde kendisini
göstermektedir.
Türklerin
tarih
sürecindeki
yerini
belirleyen
meydan
muharebelerindeki başarıların nedeni de buradan kaynaklanmaktadır.
Türklerin, meydan savaşlarında bu denli başarılı olmalarının şüphesiz birçok
nedeni bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi savaşlarda başvurulan; “sürpriz
hücumlar, baskınlar, yıpratma ve yıldırma faaliyetleridir. Bunun yanında
bölükler halinde uzaktan savaşma, taktik gereği geri çekilerek pusuya çekme
veya pusuya düşürmeye dönük hareketler ile hurûç ve müsademe23 gibi
askeri faaliyetlerdeki başarılarıdır.
22
23
Sun-Tzu, Savaş Sanatı, çev. Adil Demir, 1 bs., İstanbul, Kastaş Yay., 2001, s.2, Eslen, 2003: 118.
Hurûc, kelime anlamı: çıkış, dışarı çıkma’dır. Sur duvarlarına veya kalelere açılan kapılardan ani
çıkış yapıp, düşman kuvvetlerine etkili darbeler vurduktan sonra aynı yere dönmek suretiyle yapılan
hareketlere denir. Müsademe ise, İki küçük grup arasında yapılan silahlı çatışmaya müsademe
denmekteydi. Bu tür karşılaşmalarda tarafların kuvveti az ve sınırlı olduğu için çarpışmada haliyle
sınırlı olmaktadır. Koca, 2005: 165, Meydan Larousse, 1971: VI, 62.
10
1.1. SÜRPRİZ BASKIN
Sürpriz baskın bir askeri kuvvetin, düşmanın hazırlanmasına fırsatı
vermeden beklenmedik yer ve zamanda ani olarak yapmış olduğu bir tür
saldırı tekniğidir. Düşmanın gerekli önlemleri almaya fırsat bulmadan yok
edilmesi anlamına gelen ve dokuz harp prensibinden biri, belki de en
önemlisi olan baskının; farklı uygulamalarına Ortaçağ'daki Türk savaşlarında
rastlamaktayız.
Öyle
ki
Ortaçağ
ve
İslam
kaynaklarında
Türklerin
uyguladıkları sürpriz baskınlara “Türktaz” adı verilmiştir.24 Türklerin “baskın”
konusundaki maharetlerini ise, Türk kültür hayatına dair önemli bir kaynak
olan Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugat’ıt Türk’teki anlamından da
anlayabilmekteyiz. Eserde “Basığ” şeklinde gecen bu kelime “Gece baskını
yapacak
olan
ve
ansızın
düşmanın
yakalanacağı
yer”
anlamında
kullanılmıştır.25
Savaş’ın her hareketi kendi içinde bir zamanlama istediğinden
yapılacak olan planları gerektiği zamanda devreye koymak esastır.
Dolayısıyla oldukça hızlı ve pratik olmak gerekmektedir. Çünkü iki sihirbazın
hünerlerini sergileme alanına benzeyen bu arenada hiç şüphesiz ki en hızlı
ve uz olan başarılı olacaktır. Çin yıllıkları, Hun Türklerinin savaş yeteneklerini
şu ifadelerle tasvir etmektedir: “Hunların savaş taktikleri bizimkinden oldukça
farklıdır. İnsanı şaşırtan bir hız ile en yalçın dağlara tırmanır ve aşağıya
inerler. Seller ile en derin ırmakları (elbiseleri ile) yüzüp geçerler. Rüzgârlara,
yağmurlara açlığa ve susuzluğa dayanırlar… Yay ve ok kullanmada tecrübe,
hünerleri çoktur. Her attıklarını vurduklarından emindirler. Onlar boğazlar ve
dar geçitlerde, bize her zaman üstünlük sağlayacaklardır…”26 Bu ifadelerden
de Türklerin, savaş esnasındaki hünerlerini olağan hızla sergiledikleri
anlaşılmaktadır. Türklerin sürpriz baskın olayını gerçekleştirmedeki bu hız ve
becerinin, düşman ile savaşta, savaşın seyri üzerindeki etkisi nedir?
24
Koca, 2011: 279, Ahmet Özdal, Türklerin Savaş Sanatı: Aldatıcı Taktikler-Farklılaşan
Stratejiler ,İstanbul, Doruk Yay., 2008, s.109.
25
“… ol anı baskında tuttı…” Yani onu baskın yerinde yakaladı anlamında kullanılmıştır. Kaşgarlı
Mahmut’un Divanü Lügat-it-Türk, çev. Besim Atalay, 1.cilt, Ankara, TTK Yay. 1985, s.372.
26
Suat İlhan, Türk Askeri Kültürünün Tarihi Gelişmesi: “Kutsal Ocak”, Ankara, Ötüken Yay.
1999, s. 47.
11
Şeklindeki soruya ilk olarak Büyük Hun İmparatoru Teoman’ın Çin’e
düzenlediği
akında
rastladığımız
örneklerinden
yola
çıkarak,
cevap
aranacaktır.
Oldukça büyük bir sahayı kapsayan Çin için Teoman, öncelikle
yıpratma faaliyetine başvurmuştur. Bu nedenle ilk olarak Çin’in büyümesini
engelleyecek,
zayıf
kalmasına
neden
olacak
akın
ve
saldırılara
başvurmuştur. Büyük, görkemli bir ordu ile sefer düzenlemekten ziyade
küçük kuvvetlerle yapılan bu akınlar, esasına Çin’in hayati27
bölgelerine
nüfuz ederek yıldırma ve yıpratma amacına yönelikti. Nitekim kısa bir süre
sonra Hun ordularının vurucu timi olan akıncı birlikleri, Sarı Irmağı
havzasından ilerleyerek kuzeybatıdan Çin’e girip bütün kilit mevkileri ele
geçirmişlerdir.28
Baskındaki
esas,
düşmanın
habersiz
olarak
ve
ayrıca
tepki
gösteremeyecek bir durumda yakalanmasıdır. Güçlü bir psikolojik silah olarak
baskın; düşmanın emir ve komuta sistemini çökerterek, kuvvet dengesini
değiştirir ve neticede kuvvetle orantılı olmayan büyük bir başarının elde
edilmesine imkân sağlar.29 Böylece şaşkınlığa düşen düşmanın yenilmesi
daha kolaylaşmış olur. Tarafların güç olarak eşit oldukları durumlarda bile
baskın
faaliyetinin
kullanılmasının
daha
faydalı
olacağı
dair
Çin
30
stratejistlerinin de ifadeleri bulunmaktadır.
Baskın'ın savaşlardaki önemini göstermesi bakımından Avrupa
Hunlarının, daha tertipli Roma ordularına karşı sergiledikleri faaliyetler de çok
iyi bir örnek teşkil etmektedir. Uzun mesafeli intikallere rağmen Avrupa
27
Hun ekonomisi büyük ölçüde hayvancılığa dayanıyordu. Tarım ve diğer ekonomik faaliyetler yok
denecek kadar azdı. Hayvanlarından elde ettikleri ürünleri ise, Hunların uzun süre geçimleri için
yetmiyordu. Öte yandan Çin ülkesi tarım ürünlerinin bolluğu ve çeşitliliği bakımından son derece
geniş imkânlara sahipti. Bunu fark eden Hunlar, ekonomik ihtiyaçlarını temin etmek için gözlerini
Çin üzerine çevirip, sık sık akınlar düzenlediler. Salim Koca, Türk Kültürü’nün Temelleri, II. cilt,
Ankara, Kültür Yay., 2003-a, s. 225.
28
Ucuzsatar, 1986: 38, Koca, 2003a: II, 225
29
Eslen, 2003: 138.
30
“… Güçleriniz eşit olduğunda durumunuz iyi bile olsa düşmana karşı üstünlük kazanmak için
pusular hazırlayarak, sürpriz baskınlar düzenlemekte büyük fayda vardır. Aksi takdirde savunmada
kalarak çatışmaya girmemek daha doğrudur…”, Sun-Tzu, 2001:129.
12
topraklarını
çiğneyen
Türk
süvarilerinin
uyguladıkları
taktikler,
aynı
dönemdeki Roma İmparatorluğu'nun disiplinli piyadelerini gölgede bırakacak
sonuçların elde edilmesini sağlamıştır. Psikolojik açıdan geçtikleri her yerde
korku rüzgârı estirerek düşmanın daha başlangıçta yenilgiyi kabul edip
çekilmesine sebep olmuşlardır. Yıldırım hızıyla hareket eden bu Türk
savaşçılarının üstün askeri yetenekleri, atlarını eyerleme ve kullanma usulleri
ile Yunan, Roma, Got ve Germen kavimlerini şaşkına çevirmişlerdir.31
Atlı
süvari birliklerinin
planlı
bir
şekilde gerçekleştirdikleri
bu
baskınların yanında ordu olarak topyekûn gerçekleştirilen baskınlara da
rastlanmaktadır. Bu tür bir baskın için özel şartlar gerekmektedir. Çünkü
gereksiz bir topyekûn baskın ordunun toptan yok olmasını sağlayabilirdi.
Düşman kuvvetinin ablukaya alınmasına kesin gözle bakıldığı veya
savaşmasına imkân vermeyecek bir mazeretinin ortaya çıkması bu şartlar
içerisindedir. Memlüklülerin sarhoş buldukları Moğol birlikleri üzerine
yaptıkları baskın bu türden bir baskına örnektir. Cengiz Yasalarına göre
dövüşmeden kaçmanın cezasını bilen Moğollar, geri çekilemediler ve toptan
kırıldılar.32 Topyekûn baskınlarda düşman ülkesini, tümüyle yağma ve
harabeye dönüştürmeden ele geçirmek dikkatle uygulanan bir kuraldır.
Bunun yanında, bir orduyu tümüyle ele geçirmenin nimetleri ise sınırsızdır.
Ekonomik gelirlerin oldukça önem arz ettiği, Ortaçağ savaşlarında ele
geçirilen bu ganimetlerin korunması çok önemlidir.
Baskınlarda vur-kaç taktiği kullanılarak düşman ordusunun istenilen
bölgeye çekilip yenilgiye uğratılması ve böylece maddi - manevi kazançlara
zarar verilmemektedir. Bu duruma en güzel örnek Büyük Hun İmparatoru
Mete’nin M.Ö 200 - 201’de uyguladığı Büyük Çin Seferi'dir.
Mete’nin Çin'in özellikle kuzey bölgesine organize olarak yaptığı
akınlarla bölgeyi ele geçirmiştir. Çin imparatoru önceleri önemsemediği bu
31
Clausewitz, 1984: I, 172, Ucuzsatar, 1986: 86, Şerif Baştav, “Avrupa Hunları”, Türkler, 1.cilt,
Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, s. 871-873, Mesut Güney, Savaş Aldatmaları, İstanbul, Alfa
Basım Yay., 2007, s. 11.
32
Gregory Ebû’l-Ferec, Ebû’l Ferec Tarihi, Süryaniceden İngilizce çev. Ernest A. Wallis, Türkçe
çev. Ömer Rıza Doğrul, II. cilt, Ankara, TTK Yay. 1950, s. 559.
13
akınların faturasını pahalıya ödemiştir. Artık her şey için çok geçtir. Savaş
kapıdadır. Çin İmparatoru çoğunluğu yaya olan 320 bin kişilik dev bir ordu ile
harekete geçer. Daha evvel tüm hesaplamalarını yapan Mete için aradığı
fırsat olmuştur.33
Çin imparatorunun casusluk planını sezen Mete gerekli tedbirleri
almıştır.34 Böylece Çin ordusunu psikolojik olarak yormayı başaran Mete, Çin
ordusunun belirlediği sahaya gelmesinin akabinde ikinci merhaleye geçmiştir.
Artık yıldırma ve yıpratma taktiğini uygulamanın tam zamanıdır. İlk aşama
olan aldatma ve yanıltma taktiğini başarıyla uygulanmıştır. Bu nedenle Çin
ordusunun sağ ve sol kolları üzerine Tigin kardeşler komutasında 10 bin
kişilik seçme bir akıncı birlik göndermiştir. Bu birlikler, büyük Çin ordusunu
yoracak, yıpratacak ve önceden planlanmış pusuların kurulduğu yere
çekecektir. Bu birlikle beklenmedik yer ve zamanda Çin ordusunun karşısına
çıkıyor, ani ve şaşırtıcı darbeler vurarak, bilinçli bir şekilde "Loufan bölgesine"
doğru Çin ordusunu çekiyorlardı. Mete ana birlikleri kuzeyde beklerken, Çin
İmparatoru on bin kişilik Hun öncülerini takip etmekteydi. Öte yandan Çin
ordusu, Hun birliğinin vurduğu darbeden sonra geri çekilmesini, kaçış sanıyor
ve düşman karşısında büyük bir başarı elde etmiş hissine kapılarak
kovalamaya devam ediyordu.35 Akıncı birliklerinin düşman ordusunu
belirlenen merkeze çekmenin yanında daha başka görevleri de vardı.
33
Ucuzsatar, 1986: 55.Okkar, 2010: 103.
Öte yandan bazı taktik ve faaliyetlerin Çinliler tarafından da gerçekleştirildiğine şahit olmaktayız.
Aldatma ve yanıltma yapması; Özellikle savaş sahasına gelindiğinde bir keşif mahiyetinde elçilik
heyetinin gönderilmesi bu meyanda sık başvurulan bir yöntem olmuştur. İmparator Kao, Mete’ye on
kişiden oluşan bir elçilik heyeti gönderir. Bu gerçek bir elçilik heyetinin ötesinde, casus ve
gözlemcilerden ibaretti. Asıl görevleri, Hun ordusunun durumunu öğrenmekti. Ancak bu durumun
farkında olan Mete farklı bir plana başvurmuştur. Zira Mete, İmparatoru saldırıya özendirmek için
ona durumunu zayıf göstermek istiyordu. Bunun için, asıl askeri ve ekonomik gücünü ve varlığını
ormanda gizledi. Karargâhında sadece yaşlılar, çocuklar ile zayıf, sıska atları ve sığırları bıraktı. Çin
elçilik heyeti Mete’nin karargâhını bu vaziyette gördüler. Elçilik heyeti, Mete’nin aldatma ve
yanıltma taktiğini anlayamamış olmalıdırlar ki, döndüklerinde gördüklerini imparatora iyi bir haber
olarak anlatmışlardır. Ancak İmparator casusların getirdiği bilgilerden memnun olmamıştır. Daha
sonra komutanlarından birini aynı gaye ile Mete’nin karargâhına göndermiştir. Bu defa doğruyu
öğrenecektir ancak savaş başlamıştır. Komutanının “Mete ana ve seçkin birliklerini saklamıştır.
Baskın yapabilmek için uygun bir zaman ve fırsat kollamaktadır. Bahaeddin Ögel, Büyük Hun
İmparatorluğu Tarihi, I. cilt, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1981, s. 395-398, Koca,
2003a: II, 246-247.
35
Ögel, 1981: I, 400-403.
34
14
Düşmanın yığınak merkezleri, irtibat noktaları, ileri karakolları, keşif kolları,
önemli yol ve kavşakları ile askeri garnizonlarının malzeme ve yiyecek
depolarının tespiti ve düzenlenen baskınlarla yok edilmesi bunlardan önemli
olanlarıdır. Şüphesiz bu baskınlar özellikle düşmanı takatten düşürmeye
yaramaktaydı.36
İmparator, Hun öncü birliklerinin vur-kaç taktiğinin yanında soğuklar
yüzünden ordusunun bir hayli hırpalanmasına rağmen, ilerlemesine büyük bir
inatla
devam ediyordu.
Çin
ordusunun atlı
birlikleri,
Pe-teng
dağı
eteklerindeki yaylalara geldiği halde, yaya birlikleri çok geride kalmıştı. Yani,
atlı birlikler ile yaya birlikler birbirinden tamamen kopmuş ve bunu tabi
sonucu olarak da emir-komuta yitirilmişti. Burada, baskın faaliyetinin
düşmanının biyolojik olarak yorulmasının yanında orduda emir komuta
zincirini bozarak, orduyu bölmesi ve böylece taarruza açık kapılar yaratması
gibi bir diğer önemli avantajını belirtmemiz gerekmektedir.
Artık sıra Çin ordusunun kuşatılması aşamasına gelmiştir. Pe-teng
yaylasında
konaklamış
olan
imparatorun,
Hun
ordusunun
nerede
bulunduğundan haberi yoktur. Daha da kötüsü, bir pusu mevkiinde
konaklamış olduğunun farkında bile değildir. Diğer taraftan uzun süre
ortalıkta görülmemiş olan Mete, 400 bin kişilik tamamen atlı ordusuyla
birdenbire Pe-teng yaylasının çevresinde oryaya çıkıverir. Böylece tarih,
yerinde ve zamanında hızlı ve doğru hareket etmesini bilen mükemmel bir
strateji uzmanının ortaya çıktığına şahit olmuştur. Gördüğü manzara
karşısında muhtemelen şok olmuş olan Çin İmparatoru için acı son
yaklaşmıştır. Yedi gün süren kuşatma sonucunda Çin ordusu moral olarak
çökmüş dışarı ile ilişkisi kesilmiş ve yiyecek sıkıntısı baş göstermiştir.37
Büyük Hun İmparatoru Mete’nin büyük Çin seferi çerçevesinde savaş
ve savaşa hazırlık kavramlarına dair çarpıcı gerçeklerle karşılaşmış
bulunmaktayız. Mete, maddi kuvvetlerden daha ziyade psikolojik yöntemlere
36
37
Koca, 2005: 165.
Ögel, 1981: I, 404-406, Koca, 2003a: II, 247-248
15
başvurarak kendi zamanında yeni bir çığır açmıştır.38 Mete'nin baskına
hazırlık safhasında uyguladığı taktiklerin benzerine diğer bazı Türk
Devletlerinde de rastlamaktayız.39
Akıncı birlikleri Türk-İslam kültürünün şekillenip geliştiği dönemde de
etkin rol oynamıştır. Daha önce de belirttiğimiz üzere atlı süvarilerden
Kaşgarlı Mahmut’un “Akın; sel, beklenmeyen, birden bire gelen sele…”
şeklindeki tasviri dikkat çekmektedir. “Geceleyin gidip düşmanı basan
asker”40 olarak tanımlanan ve özellikle Karahanlılar da gece düşmanın
ordugâhını basan ve panik yaratan özel birliklerinin varlığı bilinmektedir. Bu
birliklere akıncı ve ya basımcı denilmekteydi.
Bu akıncı birlikler, Selçuklu hanedan üyeleri ile Türkmen Beylerin
komutasında hareket ederek büyük başarıların kazanılmasını sağlamışlardır.
Bu noktada Selçuklu devri savaşlarının ayrı bir yeri bulunmaktadır.
Selçukluların ilk olarak Gaznelilere daha sonraları ise Bizans'a ve Haçlılara
yapmış olduğu akınlarda bu mahiyette değerlendirilmelidir. Çünkü bu
akınların da esasında düzenli bir planı ve sistemi bulunmaktadır.
Akınların düzenlenmesindeki bir diğer ayrıntı, düşmanın harekât
sahası veya konaklama alanlarında bulunan su ve yiyecek kaynaklarının
tahrip edilmesidir. Böylece düşman esasında başka bir sürpriz duruma
sokulmaktadır. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan, 1101’de bölgeye
gelen Haçlı kuvvetlerini bu şekilde yıpratmıştır. Haçlı kuvvetleri Çankırı’ya
doğru ilerlerken Sultanı I. Kılıç Arslan, Haçlıların önünden giderek bölgedeki
38
Koca, 2003a: II, 249-250.
Göktürklerin, savaşlarda baskın ve taarruz ilkesine ağırlık verdiklerini görmekteyiz. “…Baskın
ancak karşı baskın ile durdurulabilir düşüncesi egemendi. Asker iyi gözetilmeli, casusu kaçırmamalı,
askerin az veya çok olduğunu düşman bilmemelidir.” Çıkarılan çevik birliklerle düşman mümkün
olduğu kadar ileriden kontrol altına alınır, uygun zaman ve yere gelinceye kadar izlenirdi. Düşman
muharebenin yapılacağı ve daha önce planlanmış mahale doğru çekilirdi. Daha sonra çevik
kuvvetlerin, saldırıya geçen düşmanı kuşatma ve çevirmesine fırsat vermekteydi. Çekilme gibi zor
bir harekâtı genellikle, atlı birliklerin başlangıçta oldukça iyi gizlenmeleri daha sonra da kütle
halinde taarruza geçip büyük bir cürret ve maharetle uyguladıkları için başarılı oluyorlardı.,
Remziye Okkar, “Mete Han Döneminden Selçuklulara kadar Türk Ordu Teşkilatı ve Yapısı”, On
İkinci Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri-II, Ankara, Gnkur. Basımevi, 2010, s. 101, İlhan,
1999: 49-51.
40
Kaşgarlı Mahmut, 1985: I, 77.
39
16
su ve erzak kaynaklarını tahrip etmiştir. Böylece Haçlı ordusu erzak bulmakta
sıkıntı çekmiş, hatta susuzluk problemi tezahür etmiştir. Bu olumsuzluklar
haliyle askerde moralsizlik oluşturup savaşma isteğini kırmıştır.41
Türk tarihinde sık rastladığımız bir olay da iki Türk Bey, Sülale veya
devletinin savaşması olayıdır. Bu savaşlar irdelendiğinde sürpriz baskın ve
yıpratma faaliyetlerin uygulandığı görülmektedir. Selçuklu Devri savaşlarını
kategorize ettiğimizde Türkmen Bey’lerinin birbirinin üzerine yaptıkları sürpriz
baskınlar, Şehzadelerin tahtı elde etmek için sultanın kuvvetlerine yaptığı
sürpriz baskınlara da rastlanılmaktadır.
1.1.1. Sürpriz Baskınlarda Rol Oynayan Unsurlar
Çabukluk savaşın ruhudur. Savaşlardaki çabukluk ilkesi zamana bağlı
olarak farklı unsurları da yanına alarak şekillenmiştir. Kimi zaman at ve ok ile
kimi zaman da top ve silahlarla bütünleşmiştir.
Savaşlardaki gizlilik ve çabukluk ilkesi, baskını besleyen en önemli iki
unsurudur. Nitekim her ikisi de hükümdar ya da komutanda büyük bir enerji
meydana getirirken, orduda da büyük bir hizmet ciddiyetinin oluşmasına
katkıda bulunur. Baskının yapısında sert’lik ilkesi hâkimdir. Yumuşaklık ve
gevşek ilkelerle baskın yapmanın neticesi başarısızlıktır.42 İyi bir lider, tüm
engellere rağmen savaşın tabiatında olan gizlilik faktörünü göz ardı etmeden
gerekli hazırlıkları yapar. Bu yönüyle dağ ile su arasındaki savaşı emsal
olarak ele aldığımızda, su zayıf sanılan yapısının tersine karşısına çıkan her
engeli aşmasını, aşındırmasını, yıpratmasını bilir. Ve böylece kocaman bir
kütleyi delip geçer. Bu başarısının altında gece-gündüz durmaksızın
çalışması, farklı yollara başvurması yatmaktadır. Buradan zafer kazanma
41
42
Işın Demirkent, Haçlı Seferleri Tarihi, İstanbul, Dünya Yay. 1997, s. 29-30, İlhan, 1999: 133.
Clausewitz, 1984: I, 172, 174.
17
yeteneğinin düşmana göre değişen koşullara ayak uydurmamaktan geçtiği
sonucuna varılabilir.43
Buraya kadar yazdıklarımıza bakılarak baskının baştan savma bir
faaliyet olmadığını rahatlıkla söylenebilir. Aksine baskının belli bir kuralı ve bu
kuralın gerçekleşmesini sağlayan esaslar vardır. Ayrıca baskına yardımcı
unsurlar olarak adlandırılan ve baskının başarıyla neticelenmesini sağlayan
etkenler de vardır. Bu etkenleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
1.1.1.1. Coğrafya’nın Sağladığı İmkân ve Avantajlar
Çevre ve zemin, muharebelerin hazırlanması, cereyanı aşamasında
önemli
bir
etkiye
sahiptir.
Dağdaki
muharebelerin
sonucu,
ovadaki
muharebeden tamamen farklıdır. Dağdaki muharebe bir plan dâhilinde
hazırlanmayı, gizlenmeyi, çetin bir çabayı gerektirirken; düz bir saha da daha
farklı çalışmalar gerektirir.44
Çevre ve zemin üç şekilde harp faaliyetleri üzerinde etkili olur.
Bunlardan birincisi askeri birliklerin geçişine engel olmaktır. İkincisi ise
birliklerin görüşüne engel olmak ve son olarak da düşman ateşine karşı bir
örtü vazifesi görmesidir. Elbette ki bu durumların her iki taraf için de farklı bir
önemi vardır. Keza söz konusu durumları avantaj veya dezavantaj olarak da
kullananlar vardır.
Coğrafya, kendisini çok iyi tanıyana saklanmak, pusu
kurmak ve açık hedef olmaktan kurtulmasını sağlarken; bilmeyenler için
oldukça
tehlike
arz
etmektedir.
Bu
nedenle
coğrafya'yı
tanımayan
komutanlar, kılavuzlardan yardım almak zorundadırlar.45
Irmakların, vadilerin ve tepelerin sağladığı avantajlardan azami ölçüde
yararlanmak, âdeta Türk savaş taktiğinin bir parçası haline gelmiştir. Türkler,
savaşta kendilerine avantaj sağlayacak stratejik yer ve mevkileri düşmana
43
Sun-Tzu, 2001: 31
Clausewitz, 1984: II, 84-85.
45
Sun-Tzu, 2001: 79.
44
18
kaptırmamaya büyük özen göstermişlerdir. Bu nedenle savaş meydanına
düşmandan önce gelmeyi ve stratejik mevkileri tutmayı hiçbir zaman ihmal
etmemişlerdir.46 Böylece savaştan önce dar geçitlere pusular ve tuzaklar inşa
etmekteydiler. Yapılan bu çalışmalar sonunda, savaştan önce gayet rahat
davranılır ve bilinçli olarak savaşa hiç niyetli değilmişçesine düşmana sık sık
barış teklifi götürülürdü. İşte Türklerin daha önceki tavırlarıyla çelişen bu son
hareketleri, düşmanlarına büyük bir cesaret verir ve hazırlanan tuzağa
düşmesine neden olurdu.47 Bu duruma en güzel örnek olarak Selçuklu Devri
savaşlarından Dandanakan, Malazgirt ve Miryakefalon savaşları verilebilir.
1.1.1.2. Savaş Araç ve Gereçlerinin Sağladığı Avantajlar
1.1.1.2.1. At
At ve Türkler başlangıçtan beri birbirini tamamlayan iki unsur olarak
algılana gelmiştir. Tarihte elbette ki çeşitli medeniyetlerde atı kullanmışlardır.
Kimi zaman ulaşımda ve kimi zaman da savaşta kullanıldığına şahit
olduğumuz at; ancak Türklerle beraber bir önem kazanmıştır.48 At’ın Türk
kültür hayatındaki yerinin belirlenmesinde Mete’nin önemi büyüktür. Mete,
dağınık Hun kuvvetlerinin tek çatı altında birleştirerek milli bir ruhun
oluşmasını sağlamıştır. Hiç şüphesiz ki bu ruhun gelişmesi atın savaş aracı
olarak kullanılmaya başlamasıyla mümkün olabilmiştir. “… Mete, hiçbir
prensibe dayanmayan ve sürü halinde akın yapan, Hun atlı birliklerini;
savaşın hızlı ve çevik manevra üniteleri haline getirmiştir ...” 49
46
Koca, 2003a: II, 99.
Ahmet Özdal, Türklerin Savaş Sanatı: Aldatıcı Taktikler ve Farklılaşan Stratejiler, İstanbul,
Doruk Yay., 2008, s.26.
48
Keza “… yiyeceği, giyeceği ve bütün varlığı ile at sürülerine dayanan sosyal bir hayat tarzı
Türklerle atı özdeş kılmıştır …” Çünkü at sırtında geçen bir hayat, baş döndüren bir sürat, yayladan
kışlağa ve kışlaktan yaylağa doğru sürüp giden bir kovalamaca, Türklerin günlük ve olağan
hayatlarıdır. Türk’ün ömrünün günlerini toplasan atı üzerinde geçen günlerinin yeryüzünde oturarak
geçirdiği günlerden daha çok olduğunu görürsün”. el-Câhiz, Türklerin Faziletleri, haz. Ramazan
Şeşen, İstanbul, Yıldız Yay., 2002, s.84, Ögel, 1988: 1-2.
49
Ucuzsatar, 1986: 77.
47
19
Atlı birlikler, birbirinden ayrılmaz bir gövde gibi ve işbirliği ile
işleyebiliyorlardı. Atlı birliklerin temelindeki bu duygu, onları bir arada tutan en
güçlü öğedir. Nitekim bunu yitirdikleri an, kendileri de yok olurlardı.50
Türkler,
götürmüşlerdir.
Orta
Öyle
Asya
ki
dışında
Orta
ve
gittikleri
Yakın
coğrafyalara
Doğu’ya
atlarını
inerek
da
buralarda
hâkimiyetlerini tesis eden Selçukluların atları, kısa sürede İslam dünyasının
her yerinde “ Türkmen atı” adıyla anılmaya başlanmıştır.
Askerî gücünün büyük bir kısmı süvarilerden oluşan Anadolu Selçuklu
ordusunda atın büyük bir öneme sahip olduğu şüphesizdir. Süvariler
sayesinde Selçuklu ordusu hızlı hareket edebilen çevik bir yapıya sahip
olmuştur. Nitekim rüzgâr kadar süratli Türk atları ve bu atlar üzerinde dört bir
tarafa ok atabilen savaşçılardan bahseden birçok kayıt bulunmaktadır. Bu
kayıtlar, Türk tarihinin her döneminde olduğu gibi Anadolu Selçukluları
döneminde de ata büyük önem verildiğini, ulaşım ve nakliye aracı olmasının
yanında, başlı başına bir savaş aracı olarak da kullanıldığının en açık
göstergesidir.51
Bu kaynaklardan biri olarak Bizanslı tarihçi Niketas Khoniates, Türk
süvarilerinin ata binmesini şöyle tasvir etmektedir; “… Bir Türk şöyle yapar:
atının şiddetle koşmasını sağlamak için şiddetle mahbuzlar, kendisi iki eliyle
yayını kavrayarak geriye doğru ok atar. Arkasından onu geçmek üzere gelen
ise, onu geçer ama ölmekte, onu yakalamak isteyen kendisi yakalanır ve
birdenbire izleyen izlenen olur…”52
Anadolu
Selçuklu
hükümdarları
Bizans
imparatorları
ile
olan
münasebetlerinde kendilerinin ve Türk milletinin çıkarını düşünerek hareket
etmişlerdir. Özellikle otlak bulma da sıkıntı çeken Türkmenlerin Bizans
50
Ünlü Arap düşünürü el-Câhiz Türklerde bu durumu şöyle izah etmiştir: “… Türkler bu husus’da
daha makbul tesire, daha derli toplu, daha sağlam bir etkiye sahiptir. Zira Türk’ün yaptığı hamle
katii, azmi kesin olsun, kararı bölünmüş ve kafası dağınık olmasın diye atını yolundan sapmamayı,
saptığı zaman hızla koşmayı öğretmiştir. Aksi takdirde atını bir iki defa döndürmesi gerekir. Böyle
olmazsa, atı yolunu bırakmaz ve koşmaktan vazgeçmez. Türk böyle yapmakla kafasına doğacak
zararlı fikirlerden, hayatı sevmek ve düşmanla karşılaşmak korkusu dolayısıyla azmini kırmak gibi
bir hataya düşmekten ümidini kesmek istemiştir…” el-Câhiz, 2002: 82.
51
Koca, 2005: 130.
52
Niketas Khoniates, Hıstorıa, (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), çev. Fikret Işıltan,
Ankara, TTK Yay., 1995, s. 122.
20
topraklarına sık sık baskın düzenlediklerini görmekteyiz. Bu baskınlarda
yukarıda bahsedildiği gibi temel vurucu güç atların olağan çabukluk ile
kullanılmasıdır.
Konya Selçuklu Sulta’nı II. Kılıçarslan, bir kere Bizans arazisine sürekli
akınlar yapmanın kendisine servet ve Türklere fayda getireceğinin farkına
varmıştır. Diorylaion (Eskişehir) ovası Türkler için çok büyük bir öneme
haizdi. Çünkü Türkler bu ovada yazın koyun ve sığır sürülerini otlatırlardı.
Fakat burada İmparator tarafından şehir kurularak içerisine bir Bizans
garnizonunun yerleştirilmesi Türkleri kızdırmıştır. Bu nedenle büyük gruplar
halinde Dorylaion civarına gelip Bizans imparatoru üzerine sık sık sürpriz
baskınlar düzenlemişlerdir. İmparatorluğun baskınlara karşı önlem almasına
rağmen yine de baskına uğramışlardır. 53
Baskın faaliyetinin başarıyla sonuçlanmasında en önemli etken hızdır.
Türklerde bu etkenin at sayesinde doldurulduğunu görmekteyiz. Atları
kullanmadaki maharetler birçok alanda olduğu gibi sürpriz baskın olayında da
başarı getirmiştir. Türk sosyo-kültürel hayatının bir parçası olarak at, tarihsel
süreçte birçok başarıların elde edilerek yeni yerlerin fethedilmesine ve
nihayet büyük devletlerin kurulması zemin hazırlamıştır.
1.1.1.2.2. Ok ve Yay
Ok, yay vasıtasıyla uzaklara atılabilen bir çubuktur. Ok'un Türk icadı
olduğu, yapılan kazılarda elde edilen bulgulardan anlaşılmaktadır. Aslında
ok, başlı başına bir silah değil, yayla kullanılan bir savaş malzemesi idi. Ama
öteden beri başlı başına bir silahmış gibi anıla gelmektedir. Türkler ok
yapmakta ve atmakta mahirdiler.54 Türk savaşçıları, yayı ve oku, daha ziyade
uzaktan yaptıkları savaşlarda veya taktik gereği geri çekilme sırasında
kullanmaktaydılar. Onlar oklarını özellikle, at üzerinde dörtnala giderken,
53
54
Khoniates, 1995: 121-122.
Ok ve Yayın yapımı: Okun gövdesi ağaçtan yapılırdı. Bu gövdenin baş tarafına “temren” denilen bir
uç eklenirdi. Talim olunca temren olmazdı ve bu oka temrensiz ok denirdi. Temren, okun hedefe
saplanmasını sağlardı. Temren , demir , kemik,… teferruatlı bilgi için bkz. Mustafa Kalkan, Orta
Asya Türk Devletlerinde Ordu ve Savaş Stratejileri, İzmir, Kaynak Yay., 1995, s. 96-98, Okkar,
2010: 100.
21
önlerinde, arkalarında ve yanlarında bulunan hedeflere isabetli bir şekilde
atmaktaydılar.55 Türkleri yakından tanıyan Arap komutanı Hümeyd Türklerin
bu becerileriyle ilgili olarak, ”… Arkasındaki insana önündeki insan gibi okunu
isabet ettirir. Türk’ün ikisi yüzünde, ikisi kafasının arkasın da olmak üzere
dört gözü vardır…”
56
şeklinde malumat vermiştir. Türk Süvarileri, ok ve yayı
asli silah olarak seçmiş, kavimler üzerinde üstünlük sağlamışlardır.57 Ayrıca
ok ve yay Türklerin hayatlarına o derece nüfuz etmiştir ki, bunlar Selçuklular
zamanında birer hâkimiyet sembolü haline gelmiştir.
Türk yaylarının en önemli özelliği, son derece sert, sağlam ve dirençli
olmalarıdır. Bilindiği gibi bir yay ne kadar sert ve dirençli olursa, başka bir
deyişle germekte zorlanılırsa, ok daha fazla mesafelere gidebilmekteydi. Türk
tarihi kayıtlarına göre, Selçuklu devri savaşçılarının ok menzilleri takriben
1600 metre civarında olduğu bilinmektedir. Söz konusu mesafe göz önüne
getirildiğinde
okun
özellikle
muharebe
savaşlarındaki
önemi
anlaşılabilmektedir. Bu denli bir öneme haiz olan ok ve yay’ın bir tek olumsuz
tarafı bulunmaktaydı. Her ne kadar ustalıkla kullanılırsa kullanılsın yay
özellikle yağışlı havalarda işleyemez duruma gelirdi. Yağmurda yayın
üzerindeki zamk erimekte, kiriş ise gevşemekteydi. Bu durum ise yayın
kullanılmasını imkânsız hale getirmekteydi. Çoğu kez bu tür olumsuzluklar
savaşı bırakmayı zorunlu kılmaktaydı.58
Ok ve yay, Türk tarihinin her döneminde olduğu gibi Anadolu
Selçukluları döneminde de orduda kullanılan en yaygın ve etkili silahlardan
biri olmuştur. Öyle ki, bazı kaynaklara göre, Anadolu’yu asırlardır Samani ve
muhtelif İslâm devletlerine karşı müdafaa etmeyi başaran Bizans’ın, Selçuklu
akınları karsısında duramayarak Anadolu’yu Türklere terk etmek zorunda
kalmasının temel sebeplerinden biri, Türk okçularıdır. Çünkü o döneme kadar
yakın savaş tekniklerine alışmış olan Rum ve Ermeniler, Türk okçuları
55
Koca, 2005: 138, Said Arif Terzioğlu, Türk Ordusu, Ankara, y.y., 1963, s. 1.2
el-Câhiz, 2002: 83.
57
Muharrem Kesik, “Anadolu Selçukluları’nda Savaş Geleneği Hile ve Taktik” Eskiçağdan Moderm
Çağ’a ORDULAR- Oluşum, Teşkilât ve İşlev-, Ed. Feridun M. Emecen, İstanbul, Kitabevi, vd.
Yay., 2008, s. 250, Terzioğlu, 1963: 15.
58
Koca, 2005: 139, Özdal, 2008: 63, Terzioğlu, 1963: 11, Okkar, 2010: 100-101, Kesik, 2008: 250.
56
22
karşısında etkisiz kalmışlardır. Bu konuyla ilgili Bizans kaynaklarında muhtelif
bilgiler bulunmaktadır.59
Anadolu’ya yapılan ilk Selçuklu harekâtı olarak da bilinen 1016-1021
tarihli akında Çağrı Bey komutasındaki Oğuz Türkleriyle Ermeniler ilk defa
karşılaşmışlardır. Urfalı Mateos’un kaydına göre; Vaspuragan Ermeni Kralı
Senacherim’in (Senekerim)
Selçukluları karşılamak üzere oğlu David’i
göndermiştir. İki ordu korkunç bir muharebe’ye tutuşur. Savaşın çetinliği bir
tarafa, o zamana kadar bu tür cins Türk atlı askeri görmemiş olan Ermenilerin
duyguları bir tarafa. Nitekim kısa süre sonra Ermeni askerleri Türkmenlerin
kadın gibi uzun saçlı olduklarını, ok ve yay kullanmaktaki ustalıklarını
görmüşlerdir. Büyük bir şaşkınlığa uğramışlardır. İşte bu şaşkınlıklarının bir
sonucu olarak tedarikli davranmamış ve Türk okları karşısında perişan
olmuşlardır. Sapuh (Shapuh) isimli bir Ermeni generali “geri dönmeyi ve
düşmanın elinde gördükleri silahlara mukavemet edebilmek için, oklara karşı
başka elbiseler (zırhlar) giymeyi” teklif etmiş ise de David, önce bu teklife
itibar etmemiş daha sonra her ne kadar kabul etse de kuvvetlerini çekmek
zorunda kalmıştır.
Bu olayın Kral Senacherim üzerinde uyandırdığı etki korkunç olmuştur.
Kayıdlara göre Selçuklu Türkmenleri hakkında bilgi verilen Kral, dünyanın
sonunun Türk okçularının eliyle olacağı düşüncesine kapılarak kendini
hayattan soyutlamış ve yemeden içmeden kesilerek kehanetler ile zaman
geçirmeye başlamıştır. Anadolu’ya yapılan akınlar hızlanınca Ermeni
Kralı’nın Türk okçuları karsısında duyduğu korkuyu, zamanla Bizans da
hissetmeye başlamıştır.60
1.1.1.3. İhanetler ve iç Desteklerin Sağladığı İmkânlar
Selçuklular, siyaset meydanlarında uygulayamadıkları “hile’yi savaş
meydanlarında mükemmel bir biçimde icra etmişlerdir. Ayrıca her zaman
59
60
Erkan Göksu, Türkiye Selçuklularında Ordu, Ankara, TTK Yay., 2010, s. 300.
Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi(952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli(1136-1162),
Çev. Hrant D. Andreasyan, 3.bs., Ankara, TTK Yay., 2000, s. 48-50.
23
hava şartlarının ve coğrafya’nın kendilerine sağladığı imkânları savaş
hilelerinin tertibinde ustalıkla kullanmışlardır.
Savaşta hile ve kurnazlık yolları bilinmelidir. Kutadgu Bilig’de ifade
edildiği
üzere
savaşlardan
önce
düşmana
karşı
hile
ve
hud’aya
başvurulmalıdır. “… Düşman bu hile ağına düştüğü için, utancından yüzü
kızarsın ...” Daha sonra da ihtiyatlık ve uyanıklık öne çıkmaktadır. Savaşlarda
ihtiyatlı ve uyanık davranan daima başarılı olur şeklinde atıf yapılmaktadır.61
Her baskının temelinde az da olsa hile vardır. Savaşta komutanların
kurnazca hareketler, çeviklik ve hileyle düşmanlarını nasıl aldattıklarını
görmek ancak savaşların kazanılması ile mümkündür.62
Türkler düşmanı aldatma konusunda oldukça ustadırlar. Belli bir askeri
gelenek çerçevesinde gelişen bu beceri savaş sırasında yapılan bazı gösteri
veya seslenmelerle icra edilmekteydi. Mesela, savaş esnasındaki mızrak
çevirme davranışı iki farklı anlama gelmekteydi. Birincisi saf değiştirmeyi
işaret ederken ikincisi de savaşın bittiği anlamına geliyordu.
Büyük Selçuklu Devletini kuran Tuğrul Bey, Selçuklu hâkimiyeti altında
İslam dünyasının siyasi ve dini bütünlüğünü sağlamayı amaçlayarak, 1055
yılında Bağdat üzerine yürümüştür. Bu arada Bağdat’ın Türk kökenli
komutanı Arslan Besasîri ise Selçuklu tâbiiyetini kabul etmeyerek Kuzey
Irak’ta kimi faaliyetler göstermeye başlamıştır. Besasîri özellikle Mısır
Fatımiler’inin ve bölge halkının desteği ile Selçuklulara karşı mücadele
edebileceğini düşünmekteydi. Tuğrul Bey ilk olarak Besasîri’nin üzerine
Kutalmış ve bağlı beylik Musul Emiri Kureyş’i göndermiştir. Ancak
Besasîri’nin bölgedeki rüşvet ve propaganda faaliyetleri savaş meydanında
da etkisini göstermiştir. Savaş esnasında Kureyş’in süvarilerinden bir kısmı
mızraklarını ters çevirerek Besasîri’nin safına geçmişlerdir. Bu değişiklik diğer
61
62
Yusuf Has Hâcip, Kutadgu Bilig, çev. Reşid Rahmi Arat, Ankara, TTK Yay., 2003, s. 176.
Kalkan, 1995: 13, Güney, 2007: 11.
24
Selçuklu kuvvetlerini de etkilemiştir. Kısa sürede kuvvet kaybına uğrayan
Selçuklu beyleri mücadeleyi kaybedip geri çekilmek zorunda kalmışlardır.63
Yine Türklerde, kökü çok eskilere dayanan bir anlayışa göre Tuzekmek hakkı diye, karşı tarafın ordusunun içinde bulunan hasımlarına tuzekmek göndermek de savaşın seyri üzerinde etkili olmuştur.64 Bunun somut
bir örneğini Celâleddin Mengüberti’in 1228 yılında gerçekleştirdiği Gürcistan
seferinde görmekteyiz. Gürcülerin kırk bin kişilik bir ordu ile kendisine taarruz
etmek üzere hazırlık yaptıkları haberi üzerine Celâleddîn Mengüberti
harekete geçerek Mindar ovasında ordugâh kurdu. Oluşturulan savaş
meclisinde devlet adamları ve komutanlar, dengelerin eşitsizliğini, savaşa
girmenin uygun olmayacağını belirtmelerine rağmen Celâleddîn Mengüberti
savaş kararı almıştır. Cesur ve dirâyetli bir komutan olan Celâleddîn’i bu
savaşta zafere yaklaştıran bir Türk geleneği olmuştur. Ermeni, Alan, Sabar,
Laz ve Kıpçak kuvvetlerinden oluşan Gürcü ordusunun sağ kolunda Kıpçak
bayraklarının
dalgalandığını
gören
Sultan,
Kıpçaklara
tuz-ekmek
göndermiştir. Böylece onlara tuz-ekmek hakkını hatırlatmış ve Türk
geleneklerinin gücünden yararlanarak yirmi bin kişilik Kıpçak kuvvetlerinin
savaş meydanını terk etmesini sağlamıştır.65
Benzer bir örneğe Malazgirt savaşında da rastlamaktayız. Bizans
ordusunda yer alan Uzlar ve Peçenekler, konuşmaları ve kıyafetlerinden
soydaşları olduklarını anladıkları Selçuklu tarafına geçmişlerdir. Bu olayda
şüphesiz atalarının tuz ve ekmeği paylaşmanın etkisi vardır.
63
Ali Sevim, Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile
Bilgiler I. Sultan Tuğrul Bey Dönemi, Belgeler, XVII/22, Ankara, TTK Yay., 1999, s. 12-13.
64
Eski Türk inanışına göre, aynı sofrada bulunmak, tuzu ve ekmeği paylaşmak kişiler arasında sağlam
bir bağ oluşturmakta, bir hukuk meydana getirmekteydi. Türk halkı arasında tuz-ekmek hakkına
riayetsizlik hoş karşılanmayan bir davranıştır. Aynı sofrada tuzu, ekmeği paylaşan kimselerin
birbirilerinin hukukunu gözetmemeleri nankörlük olarak kabul edilirdi. Türk karakterinin
oluşmasında doğal olarak toplum hayatının, geleneklerin, örf ve âdetlerin etkisi vardır. Bu mânevî
etkinin sonuçlarını askerî alanda da görmek mümkündür. Şükrü Elçin, “Tuz-Ekmek Hakkı Deyimi
Üzerine” Reşid Rahmi Arat İçin, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Seri I, sayı A2, Ankara,
1966, s. 164-165.
65
Koca, 2005: 204.
25
1.1.2. Sürpriz Baskın Çeşitleri:
Baskınlar daha evvelde belirttiğimiz gibi uygulama biçimi başta olmak
üzere yer ve zaman olarak da farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar
uygulanan yöntemi de haliyle etkilemiştir. İşte bu nedenle havanın durumu
başta olmak üzere ordugâh, su baskını ve yine ganimet baskını gibi çeşitli
şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bunların hemen hemen hepsi temelde aynı
amaç için tertip edilmiş olsa da uygulamaları farklılık göstermektedir. Türkler,
tarihi süreçte kazandıkları deneyimleriyle, baskının her çeşidini başarıyla ifa
etmeye çalışmışlardır.
1.1.2.1. Gece Baskını
Eski Türkçe gece baskınına dair terimlere rastlanmaktadır. “Tutgak”
olarak bilinen ve gece baskın düzenlemekle vazifeli birliklerin varlığı
bilinmektedir. Bu birlikler, düşmana karşı gece baskın ve akınlar düzenlemek
için teşkil edilmiştir. Bu ayrımı en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen Prof.
Ögel, Kutadgu Bilig’den de alıntı yaparak, gündüz keşif kıtalarıyla, gece
baskıncı karakollarının birbirinden tamamen farklı olduğunu belirtmiştir.66
Türkler savaş sırasında gece harekâtına önem vermekteydi. Bu önemi Yusuf
Has Hacib’in düşüncelerinden de anlamaktayız.67
İnsan beşer bir varlık olarak kendi denetimi dışında gerçekleşen
olaylardan
daima
çekinmiştir.
Genelde
doğa
olayları
olarak
tabir
edebileceğimiz bu olayların kontrolünün imkânsız olması sıkı bir denetimi
beraberinde getirmiştir. Gece gerekli görüş mesafesini önlediği ve ses ile
nesnenin anlam bütünlüğünü bozduğu için bu tür tehlikelerden sayılırdı. Gece
baskını genelde bu nedenle görünürde olan ilk doğal olay olması hasebiyle
ilk savaşlarda başvurulan bir yöntem olmuştur. Düşmanın fark etmesine fırsat
66
"XI. yüzyılda bu gece nöbetçileri için şöyle demiştir: Tugtak; gece düşmanın gözcülerini veya ileri
karakollarını yakalamak için çıkarılan atlı bölüklerdir…” Ögel, 1991: VI, 106.
67
"Gayret et, düşmanı rahat bırakma, mümkün ise gece baskını yap, zira gece karanlığı içinde
kuvvetin az veya çok olduğunun farkına kim varacak", Yusuf Has Hâcip, 2003: 176.
26
vermeden yeteri kadar yaklaşıp, ani olarak hücum edilirdi. Bu çaba karanlık
sayesinde çoğu kez başarı ile sonuçlanmaktaydı.
Hun Hakanı, Çin ordusunun çok azalmış ve yorulmuş olduğunu bir
savaşta 50.000 atlı alarak, Çin ordusunun önünü kesmek ve hücum etmek
ister. Savaş başlar ve karşılıklı olarak her iki ordu da çok kayıplar verir ancak
Hun Hakanı gece, Çin ordusunun önüne derin bir hendek kazdırır. Daha
sonra Çin ordusunun arkasından ani olarak bir baskın başlatır. Büyük bir
karışıklık ve panik içine düşen Çin ordusun da kaçışmalar başlar. Ve birçok
asker söz konusu çukura düşer ve neye uğradığını şaşırır. Asker daha fazla
mukavemet gösteremez ve teslim olur. Başkomutan ise esir olmuştur. Bu
kaynakta da görüldüğü gibi tuzak sayesinde düşman ordusunda karışıklık
çıkarılarak kısa sürede kesin sonuç alınmıştır.68
Türklerde uygulanan gece baskınlarının zaman ve uygulanış biçimleri
de önemlidir. Daha öncede belirttiğimiz gibi Türkler, gece seferleri sırasında
yağmurun yağmasından daima korkmuşlardır. Çünkü yay kirişlerinin
ıslanması sonucunda savaşı kaybede biliyorlardı. Bunun için bu tür
baskınların daha ziyade havanın açık olduğu günlerde yapılmasının daha
doğru olduğuna kanaat getirmişlerdir. Bu nedenle “… Dolunaylı gece savaş
zamanı …” olarak idrak edilir hale gelmiştir. Baskından önce havaya bakılır
ay ve yıldızlar var ise hareket edilir, ayın batmasıyla beraber geri dönülürdü.
Bu durum ay ışığında yapılan pratik savaş gereğidir.69
Karahanlılar da, gece hareket ederek düşmanı ordugâhlarında basan
askere “akıncı” denilmektedir. Anlaşıldığına göre savaşı bir hamlede
kazanmak isteyen beyler, bu amaçla akıncı yetiştirmekte ve savaş alanlarına
yönlendirmektedirler.70
Selçuklular, bu tip birlikleri, baskın harekâtı için özel bir şekilde eğitmiş
ve donatmış olmalıdır. Fakat kaynaklarda bu birlikler hakkında daha fazla
68
Ögel, 1981: II, 112, Kalkan, 1995: 170-171
Ögel, 1988: 90, Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara, TTK Yay., 2002, s. 209.
70
Genç, 2002: 208.
69
27
bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak çağdaşları özellikle Selçuklu ordusunda
meşaleciler olarak belirtilen bir sınıfın varlığına dikkat çekmektedirler. Bu
bilgiden yola çıkarak Selçukluların, gece harekâtına oldukça önem verdikleri
anlaşılmaktadır.71 Yine aynı şekilde Türkmen birlikleri tarafından Manuel’in
ordusuna 1164 yılında düzenlenen gece baskınları72 bu meyanda önemli bir
kanıt mahiyetindedir. Öyle ki Artuk Bey komutasındaki akıncı birliği Musul
Beyi Mervanoğlu ve Maaddilerin üzerine şafak söktüğü sırada hücum ederek
onları bozguna uğratmışlardır.73
Türklerin gece baskını konusunda oldukça tedbirli davrandıkları
görülmektedir. Ordugâhlarda özellikle geceleri alınacak emniyet tedbirleri de
çok önemliydi. Bu amaçla alınan tedbirlerin başında parola gelmekteydi.
Türkleri parolaya “im” kelimesini kullandığı anlaşılmaktadır. Kaşgarlı, parolayı
birbirleriyle karşılaşan iki birliğin tanışıp çarpışmamaları için konulmuş işaret
olara tanımlamaktadır. Ona göre ayrıca gece iki kişi (asker) karşılaştığı
zaman biri öbürüne parolayı sorar, sorulan adam parolayı bilirse, onu kendi
tarafında olduğunu anlar ve serbest bırakır. Bilmez ise vurur. Nitekim
“parolayı bilirse er ölmez” atasözünün kökeni de buradan gelmektedir.74
71
Necati Ulunay UCUZSATAR, Türklerde Harp Sanatı Taktik ve Strateji(M.Ö 220-M.S 453),
İstanbul, Derin Yayınları, 2007, s.207-208., Genç, 2002: 208, Koca, 2003a: II, 99.
72
İbnü’l Esir, Bizans İmparatoru Manuel’in Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ve
Türkmenlerin üzerine çıktığı seferi şöyle anlatmaktadır: “Bizans İmparatoru bu sene çok sayıda
askerle II. Kılıç Arslan ile İbn Danişmend’in elindeki İslam ülkelerini zapt etmek için
Kostantiniyeden yola çıktı. Bunun üzerne o yöredeki Türkmenler büyük bir kitle halinde toplandılar:
… Türkmenler, geceleyin rum ordugahının çevresine baskın düzenliyorlar, sabah olunca da Rumlar
kimseyi görmüyorlardı. Rumlardan çok kişi öldü. Öldürenlerin sayısı on binleri buldu.” İbnü’l-Esir,
1987: XI, 255.
73
Arapların 477(M. 1084) yılında Mervan oğlu, Fırat kıyılarına kadar Musul’da hüküm sürüyorlardı.
Bu adam Maaddi’lerin ordularına güvendiği için gerekleştirdiği tarzda sultana itaat etmiyordu.
Sultan Melikşah, emir Artuk’a haber göndererek Türkmen ordularını toplanmasını ve harbe
hazırlanmasını emretti. Mervan oğlu bndan haber alınca Maaddilerin büyük emri Kureyş oğlu Şerefüd-devle’den yardım istedi. Bunlar toplandılar, Âmidin çivarına geldiler, Artukta buraya geldi.
Şeref-üd- devle, Türkmen ordusunun büyüklüğünü görerek Artuk’a şu haberi göderdi.: “ bende
Mervan oğluda sultanın bendeleri olduğumuza göre bu muharebe neden vuku buluyor? Siz geri
gidin, bizde geri gidelim ve arada sulh olsun. .. Artuk razı oldu ise de, Türkmenler hiddetlendiler ve
“ganimet almadan boş ellerle geri mi döneceğiz? Dediler. Bunlar gece yarısı atlarına bindiler ve
şafak sökünce Maaddilere hücum ederek birçoklarını öldürdüler, geride kalanları kaçtı. Şerefüddevle
için ümit kalmadığından Amid’e, mervan oğullarının yanına kaçtı. Ebû’l-Ferec Tarihi, 1945: I, 329330.
74
Genç, 2002: 207-208.
28
1.1.2.2. Ordugâhlara ve Konaklama Merkezlerine Düzenlenen
Baskınlar
Sefer zamanında gece ordugâh kurulurken dikkatli hareket edilirdi.
Yusuf Has Hacip’e göre; “Kumandan sefer sırasında ordugâh kurarken son
derece dikkat etmeli ve askerini toplu bir halde tutmalıdır. Ayrıca karargâh
kurulan yerin, otuna ve suyuna da dikkat edilmelidir. Bu tedbirleri almada
ihmalkâr davranırsa düşmanın baskınından zarar görülür". şeklindeki izahı
ordugah baskına uğramamak için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği
vurgulanmaktadır.75
el-Cahiz; “İnsanlar bir vadiye varıp geçmek için vadinin geçidine ve
köprüsüne hücum ettikleri sırada, Türk hayvanını mahmuzlayıp ileri sürer,
sonra diğer taraftan bir yıldız gibi doğar. İnsanlar bir sarp yokuşa varınca
diğerleri yolda gittiği halde, Türk yolu bırakıp yokuş yukarı dağa tırmanırdı.
Sonra dağ keçisinin inemeyeceği yerden aşağıya sarkar. İndiği yerleri
görerek onun kendisini tehlikeye attığını zannedersin. Türkler ve Horasanlılar
atlı süvaridirler. Ordunun en mühim vazifesi, atlılara ve süvarilere düşer.
Onlar bir noktada ordunun mihverleridir.” 76
Türklerin bu karakterleri ordularının konakladığı yerleri seçerken
gerekli koşulları da belirlemekteydi. Nitekim Düşmanın ulaşamayacağı
mahalleri, vadileri veya yamaçlara konaklayıp varılması imkânsız doğal setler
sağlamaktaydılar.
Ayrıca
aynı
kanaatte
olan
düşman
kuvvetlerinin
konakladığı mahallere kolaylıkla ulaşıp gerekli zamanda vurucu darbeler
indirirlerdi. Ordugâhlar genelde bir ordunun evi olarak tasvir edilebilir. Nitekim
gün boyu yol alan veya savaşan ordunun yeme içme vb. ihtiyaçlarının
yanında dinlenebilmesi için gerekli şartların oluşturulduğu yerlerdir. Bu
nedenle ordugâhlardaki askerler daha rahat hareket ederler. Ayrıca dinlenme
ve uyuma başlı başına bir problemi de beraberinde getirmektedir. Uyuma,
hantallaşma, adaptasyondan kopma gibi sonuçlara yol açmaktadır. Uykunun
75
76
Yusuf Has Hâcip, 2003: 175.
el-Câhiz, 2002: 85-87.
29
ölümün yarısı olduğuna dair Anadolu’da halk arsında yaygınlaşan inanışta
buradan kaynaklanır. Savaş havasından kopmuş ve uyumakta olan bir
orduyu olası baskınlara karşı korumak tarihin her evresinde oldukça önemli
bir mesele olmuştur.
Bu hassasiyetine rağmen ordugâhlar esasında kocaman bir ordunun
yerle bir edileceği bir alanı da işaret etmektedir. Nitekim yukarıda
bahsettiğimiz olumsuzlukları çok iyi analiz edebilen bazı kumandanlar doğal
engelleri
akli
becerilerle
alt
edip
beklenmedik
anda
düşmana
saldırabilmekteydi. Böylece kendisini bir başkasına karşı soyutlamış olarak
algılayan asker karşısında bir anda düşmanı gördüğünde şaşkına döner ve
panik halinde kaçmaya başlar. Çoğu kez şaşkınlıkla ve bilinçsiz bir şekilde
kendi safındaki askerlere bile zarar vermeye başlar.
Emir Atsız’ın Mısır seferi sırasında uğradığı ordugâh baskını bu
noktada
dikkate
şayandır.
“…Bedrü’l-Cemâlî,
seher
vakti
ordusuyla
Kahire'nin dış tarafına doğru harekete geçer. Bu arada Atsız ise önlerinde
davul zurna bulunan kalabalık ordusuyla onu karşılar. Atsızın ordusunu gören
Bedrü’l-Cemâlî onunla başa çıkamayacağı kanısına kapılır. Bununla birlikte
o, Bedr b. Hazım komutasındaki iki bin atlıdan oluşan birliğini Atsız’ın
kuvvetlerinin arka tarafında pusuya geçer vaziyette yerleştirmiştir. Çok
geçmeden bu atlı kuvvetler, pusulardan harekete geçerek Atsız’ın ordusuna
ait yüklü katırları başta olmak üzere, askerlerin de çadır ve otağlarını ele
geçirmişlerdir …” 77
Bu olaydan da anlaşıldığı üzere ordugâhların gerek konaklarken ve
gerekse saldırıya uğrarken şekillendiği bir askeri düzenleri bulunmaktadır. Bu
düzende meydana gelebilecek en ufak bir değişiklik veya gevşeklik anlatıldığı
üzere düşmana fırsat vererek üstün konuma geçmesine vesile olacaktır. Bu
tür olaylara mahal bırakmamak için özellikle ordugâh etrafına süvari, okçu ve
atlı birliklerin konuşlandırılması esastır. Böylece doğal bir set yaratılmış
77
Ali Sevim, Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile
Bilgiler Sultan Alp Arslan Dönemi, Belgeler, XX/24 , Ankara, TTK Yay., 1999, s. 20-21.
30
olmaktaydı. Buna karşı ordugâhlara pusu kurmak başta olmak üzere, öncüler
ve artçı birliklerden seçilirdi.
Zorlu doğa koşullarında yaşamayı becerebilen bir milletin mümessili
olarak ortaya çıkan ve köklü bir askeri geleneğin taşıyıcıları konumunda
bulunan Selçuklularda ordugâh baskınlarına büyük önem verilmiştir.
1.1.2.3. Öncü ve Artçı Birliklerine Düzenlenen Baskınlar
Düşman birliklerinin öncü ve artçı birliklerine düzenlenen baskınları da
öncü birlikleri yapmaktaydı. Bu birlikler muharebeye esas şeklini veren ve
taktik planlarının uygulanmasını güvence altına alan temel kuvvetlerdi.
Esasında bu birlikler, daha çok keşif amacıyla hazırlanmışlardır. Savaş
öncesinde savaş mahalli ve iklim özellikleri başta olmak üzere düşman
birliklerine dair hemen hemen tüm bilgilere ulaşılmaktadır. Elde edilen bu
bilgiler neticesinde düşmanın güç ve niyetleri açığa çıkarılmakta, ona göre
plan, taktik, strateji yapılmaktaydı. Kutadgu Bilig’de bu birliğin önemini “…
Öncü ve keşif kollarını ayırmalı; ihtiyatlı olmalı, göz ve kulağı uzaklara
çevirmelidir …”78 şeklinde vurgulamıştır.
Eğer hareket geriye doğru yapılacaksa hemen artçı birlik teşkil edilirdi.
Bu birlik, merkez ordu çekilinceye kadar arazinin esas kısımlarının
savunulmasını sağlamakla birlikte düşmanın niyet ve önlemlerini erkenden
görerek merkez orduyu yönlendirmek gibi önemli bir vazifeyi yerine
getirmekteydi. Bu nedenle artçı birlik mensuplarının yetenekli, zeki ve uyanık
olmaları gerekmektedir.79
Türk ordusu yola çıkmadan önce, seçilmiş öncü bir kuvvet bölüğü,
daima ordunun önünden hareketle, geçilecek yolların güvenliği ve pusu olup
olmadığını öğrenmek amacıyla görevli bulunuyordu. Türklerin bu öncü
78
79
Yusuf Has Hâcip, 2003: 175.
Clausewitz, 1984: II, 31, 32, 35.
31
birliğine öncü ve kılavuzlar anlamında kullanılan “yezek” adını verdikleri
anlaşılıyor. 80
Öncü birliklerinin düşmanın askeri faaliyetini önceden öğrenebilmek ve
gerekli tedbirleri zamanında alabilmek için gözetleme kuleleri vardır.
Gözetleme kuleleri ile bu kulelerde görev yapan nöbetçilere “kargu”
denilmekteydi. Gözetleme kuleleri ordunun bir bakıma ileri karakolları
mahiyetindeydi. Kuleler için genellikle çevreye hâkim, tepeler seçilmekteydi.
Kaşgarlı Mahmut’un tasvirinden anlaşıldığı kadarıyla kuleler minare biçiminde
yapılmaktaydı. Düşmanın ordusuyla ilgili bilgilere bu kulelerden yakılan
ateşlerle verilen işaretler yoluyla ulaşılmaktaydı. Bu işaret geceleri yakılan
ateş, gündüz ise ateşten çıkan duman şeklindeydi. Böylece, binlerce
kilometre uzaklardaki düşmanın hareket haberi çok kısa bir sürede merkez
karargâha ulaşabilmekteydi.81
Öncü birlikler şüphesiz yalnızca keşif yapan ve daha sonra da geriye
doğru kaçan birlikler değillerdi. Bu birlikler kimi zaman “düşmanın gücünü
denemek” maksadıyla taarruz savaşı da yapmaktaydılar. Gerekli koşullar
sağlandığında baskın dahi yapmakla da görevliydiler.
Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan da Malazgirt savaşı öncesi
Bizans’ın üzerine öncü bir kuvvet göndermiştir. Yezek öncüleri olarak
adlandırılan
bu
birlikler
Bizans
topraklarının
içlerine
kadar
ilerleyebilmişlerdir.82 Büyük Selçuklu Devletinin kurucularından olan Çağrı
Bey, Dandanakan Savaşından bir yıl önce Gazneli ordusunun savaş gücünü
ölçmek için, Ulya-âbâd denilen yerde Gazneli ordusunun üzerine öncü
birliğiyle saldırı düzenlemiştir.83
80
Ayrıca XI. yüzyılın sonlarında eserini yazmış olan Kaşgarlı Mahmut “yezek”’ süzcüğünü iki
manada kullanmıştır. Birincisi, askerin önde giden bölüğü olup ikincisi ise keşif karakolu manasına
gelmektedir. Alman tarihçi Brockelmam da “yezek” kelimesini “öncü atlı küçük birlik” olarak
yorumlamaktadır. Yezek’in kılavuzlardan farkı ise “ordunun önünde, çok yetenekli küçük atlı keşif
birlikleri olmasıdır., Ögel, 1991: VI, 101-104.
81
Koca, 2003a: II, 89-90.
82
Ögel, 1991: VI, 104, Genç, 2002: 205.
83
Koca, 1997: 73.
32
1.1.2.4. Dağ ve Akarsu Geçitlerinde Ordunun Geçişi Sırasında
Düzenlenen Baskınlar
En etkili saldırı beklenilmeyen anda yapılan saldırıdır.84 Bunun için
farklı hareket sahaları bulunmaktadır. Bu sahalardan en önemlisi nehir
geçitleridir. Nitekim zorlu tabi engellerin ordunun geçişini imkânsız kıldığı
durumlarda, nehir yatakları geçişin tek yolu haline gelmekteydi. Stratejik
olarak bölgeyi çok iyi analiz etmiş, değerlendirmiş bir kumandan bunu çok iyi
bilir ve gerekli hazırlıkları yapardı. Türk yurdu olarak adlandırıla gelen, Orta
Asya ve Kafkaslar bahsi geçen tabi engellerin sık sık görülebildiği yerlerdir.
Bu nedenle Türklerin yapmış oldukları savaşlarda bu taktiğe başvurmaları
kaçınılmaz olmuştur.
Nehirden geçişin tehlikeli bir durum olduğunun farkına varan
komutanlar, ordunun en kısa sürede nehir yatağını terk etmesi için gerekli
tedbirleri almaktaydılar. Nehir baskınlarında esas olan düşmanı nehrin
ortasına geldiği anda harekete geçmektir. Böylece düşman ordusunda bir
kırılmaya sebebiyet verilecektir.85 Artık nehrin içindeki ordunun geriye dönüşü
zorlaşmış olup ordunun tümü üzerinde bir şaşkınlık yaratılmıştır.
Bazen düşman akarsu boyundan yürüyüşü veya geçişin tehlikeli
olacağını anlayarak güzergâh değiştirir. Bu değişiklik planlanan su baskınının
ifasını önler. Bu nedenle önce akıncı birlikler yaptıkları ufak taarruzlarla
düşman kuvvetlerinin planlarından dönmesini sağlarlar. Nehirden geçmeye
zorlanan düşmana asıl darbe o anda vurulur. Düşman ordusu, suyu geçerek
öncü birlikleri vurma düşüncesine kapılınca öncü birlikler kaçıyormuş gibi
davranarak suya girer ve düşmanı suyun içine çekerdi. Suyu geçen düşman
az sayıdaki öncü birliklere saldırınca, önceden nehrin diğer tarafında gizlice
mevzilenen kuvvetler harekete geçerdi. Düşman kuvvetleri tuzağı fark etseler
bile büyük bir kısmı geri çekilmeden rahatlıkla yok edilirdi.86
84
Sun-Tzu, 2001: 108.
Sun-Tzu, 2001: 187.
86
Kalkan, 1995: 147-148.
85
Bunun en iyi
33
örneği Selçukluların, Birinci Haçlı seferi sırasında Haçlıların üçüncü kolunu
teşkil eden Almanlara yaptıkları baskında görülmektedir.
Su- nehir baskınlarının örneklerine Sultan Alp Arslan’a karşı şehzade
Kutalmış’ın baş kaldırışı sırasında yaşanılan olaydan hareketle Selçuklu
hanedan üyeleri arasındaki taht kavgalarında da rastlanıldığı kanısına
varılmaktadır. Kutalmış gizlendiği yere (el-Milh vadisi) su bağlayarak
kocaman vadinin sular altında kalmasını sağlamıştır. Böylece bir bataklık
haline gelen vadide Alp Arslan’ın geçemeyeceğini düşünür. Fakat Alp Arslan
bataklığı geçmeyi başarıp Kutalmış’ın üzerine saldırmıştır.87
1.1.2.5. Ordunun Silah ve Erzak Konvoyuna Yapılan Baskınlar
Savaşlarda ganimet hırsı vardır; ama bu unsur sadece askerleri daha
iyi bir şekilde savaşmaya sevk etmeye yaramaktaydı. Ganimet hırsı kontrol
edilemediği sürece tehlikeye dönüşebilirdi. Büyük komutan ve liderler, bunu
çok iyi bildikleri için savaş öncesi bazı yasaklar koymaktaydılar.
Tarihte ganimet için yapılan fakat yine ganimet hırs yüzünden
kaybedilen savaşların sayısı oldukça çoktur. Türkler bu tehlikenin boyutlarını
çok iyi bildikleri için disiplinsiz askerlere ölüm cezasına kadar varan cezalar
vermişlerdir. Aksi takdirde ordu yağmaya dalacak ve geçici zafer sevinci bir
süre sonra acı çığlıklar arasında kaybolup gidecekti. 88
Askerlik tarihinin büyük komutanlarından olan Cengiz Han da bu
tehlikenin boyutlarına dair şöyle bir izahatta bulunmuştur: “Düşmanı yenmek
için ganimet üzerinde durmayalım, Kazandığımız takdirde ele geçen mal
nasıl olsa bizimdir, onu kendi aramızda paylaşabiliriz. Düşman bizi geri
87
Sadrüddîn Hüseynî( Ebû’l-Hasan Ali ibn Naşır ibn Ali); Ahbâr’üd-Devleti’s-Selçukiyye, çev.
Necati Lügal, Ankara, TTK Yay., 1943, s. 21-22, İbnü’l-Esir, 1987: X, 48-49.
88
Kalkan, 1995: 181-182.
34
çekilmeye mecbur ederse; hücuma başladığımız yere kadar ricat ederek
mevzi alalım ve bu yerde mevzi almayanları idam edelim.89
Türkmenlerdeki otlak ve yaylak hayranlığının bazı olumsuz sonuçlar
doğurduğuna da şahit olmaktayız. Ahlat’a göç eden Harzemli Türkmenler,
Erzurum yolunda Tuğtap mevkiine geldikleri zaman karşılarına cennet
bahçesi gibi yaylalar çıkar. Bu yaylalardaki otlaklarının bolluğu, çamlıklarının
güzelliği Türkmenleri mağrur etmiş ve aldatmıştır. Hep birlikte ağırlıklarıyla
atlarının takımlarını yere indirmiş, silahlarını çatmış, başlarını istirahat
yastığına dayamış ve tatlı uykularına dalmışlardır. Tam da bu sırada ansızın
Moğol askerleri saldırıya geçmiştir. Moğol askerleri için bulunmaz nimet
olarak adlandırılabilecek bu olay sonunda, Harezm Türkmenleri tamamen
yok olmaktan son anda kurtulmuş dağlara kaçmışlardır.90
Kimi zaman çok büyük fedakârlılar yapılarak kazanılan savaşların
sonunda ganimet paylaşımı konusunda anlaşmazlık yaşanılmıştır. Nitekim
Celâleddin Harezmşah’ın 1221 yılında Cengiz Han tarafından üzerine
gönderilen 30 bin kişilik orduyla çarpışarak kazandığı savaşın sonundaki
kavga bu meyanda güzel bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Moğollar,
Celâleddin Harezmşah’a karşı bir üstünlük sağlayamazlar ve yenilirler.
Celâleddin Harezmşah’ın ordusunda, kazanılan bu başarının akabinde
ganimetin paylaşılmasında sorun yaşanır. Bu nedenle bazı beylerin
Celâleddin Harezmşah’ın komutasından atılma kararı alınır. Öte taraftan bu
yenilgiye hayli öfkelenene Cengiz Han bütün ordusuyla Celâleddin üzerine
tekrar
yürümeye
karar
vermiştir.
Giderek güçten
düşen
Celâleddin
Harezmşah, Moğol orduları karşısında tutunamayarak yenilgiye uğrar.91
89
A. TEMİR, Cengiz Han, Ankara, y.y., 1989, s. 39.
İbni Bibi, Anadolu Selçuklu Devletleri Tarihi, Çev. M. Nuri Gençosman, Ankara, Uzluk
Basımevi, 1941, s. 172.
91
Faruk SÜMER, “Büyük Türk Kahramanı Celâleddin Harizmşah” Resimli Tarih Mecmuası, III.
cilt, sayı, 25-36, 1952, s.1208
90
35
1.1.2.6. Geçit Tutma (Geçitte İmha yâda Baskın)
Geçit tutma, dar boğazlarda uygulanabilen bir taktikti. Coğrafi olarak
dağlık bir yapıya sahip olan bölgelerin bazı noktaları, ordulara istediği yöne
doğru hareket etme imkân vermemektedir. Bu durumda mecburi olarak
geçilen kilit noktalar yani geçitler kullanılacaktır. Geçitler ise her an tuzak
kurmaya müsait bölgelerdi. Bu tür arazilerde kimi zaman zayıf birliklerin koca
bir orduyla başa çıkabildiği görülmüştür. Büyük orduların engebeli arazilerde
denetim ve idaresi zordur. Oysa daha küçük ve sistemli birlikle rahatlıkla
yönlendirilebilir, planlar daha etkili ifa edilebilirdi.
Türklerin yaşadığı coğrafya geçit taktiğine oldukça uygundu. Selçuklu
tarihinde ise bu taktiğin en güzide örneği ileride değinileceği üzere
Miryakefalon (1176) savaşıdır.
Yine Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un ( 1284 -1296)
Moğollara tabii olduğu dönemde, kardeşi şehzade IV.Rükneddin Kılıç
Arslan’ın, başkaldırışı sırasında başvurduğu baskın da iyi bir örnektir. IV.
Rükneddin Kılıç Arslan, cihangirlik sevdasıyla hareket edip uç bölgelere
çekilmiş ve organize olarak güç teşkil etmek istemiştir. Bu maksatla ilk olarak
Kastamonu’ya gelip, bölgeye hâkim olmuştur. Bu durum karşısında
tedirginleşen Sultan Mesud ise yanına Tacik askerleri ve Giray’ın
komutasında üç bin kişilik Moğol kuvvetlerini de alarak yola çıkmıştır. Sultan
ilk olarak asilerin kuvvet derecesini anlamak için keşif birlikleri çıkarır.
Yaptıkları tahkikatta IV.Rükneddin Kılıç Arslan kalabalık bir kuvvet toplamış
olduğu anlamıştır. Bu arada IV.Rükneddin Kılıç Arslan'ın öncü kuvvetleri,
türlü hokkabazlıklar ve harp oyunlarıyla Sultanın ordusunu yol keserek,
ansızın baskın yaparak şaşırtıyor, boğaz mevkiine çekmeye çalışıyordu.
Esasında bu tehdidin farkında olan Sultan Mesud, Moğol askerleriyle geçit
noktasına vardığı zaman Giray daha önce dört yüz kişilik bir kuvvetle bölgeye
konuşlanmıştı. Bu nedenle Giray önce keşif kolu ile bu dar geçitten geçerken
her tarafı boş ve ıssız bulmuştu. Hâlbuki geçidin başka tarafında pusuya
yatmış olan IV. Rükneddin Kılıç Arslan ve birliği, onun bütün hareketlerini
36
mükemmel bir surette gözetledikleri gibi arkadan gelmekte olan Sultan
alayının yaklaşmakta olduğunu da görmektedirler. Moğollar ve sultan
askerleri geçidin ortasına ulaştığında her iki taraftaki ormanlarda pusuya
yatmış olan IV. Rükneddin Kılıç Arslan'ın atlı ve yaya binlerce ordusu, davul
ve bayraklar ile bir anda görülüp bir baskın gerçekleştirmişlerdir.92
1.1.2.7. Çeşitli Yöntemlerle Müstahkem Yerlere Girme
Büyük kent merkezlerinin oluşmasından evvel saraylar ve tahkimli
küçük kentlerden oluşan kaleler sadece belli sınır dâhilinde oturanları
korumaktaydı. Buralarda yaşayan soylular tehlikeye düştüklerini anladıkları
an, zaman kazanmak ve daha uygun bir anı beklemek için saraylarına
kapanırdı. Karşıdaki kuvvet ne derece büyük olursa olsun söz konusu engeli
aşmak kolay değildi.93
Türk askerleri ise bu kalelerle ilk defa Avrupa önlerinde karşılaşmıştır.
Askeri hareketleri başarıyla sonuçlanan Hunlar, en nihayetinde surlarla
karşılaşıyorlardı. Çünkü Hunlar bu tarihe kadar yaşadıkları coğrafyada Çin
Seddi’nin dışında başka bir set görmemişlerdi. Düz arazide kazanılan zaferler
Roma surlarında bitiyordu ve Hun birlikleri çaresiz olarak geri çekilmek
zorunda kalıyordu. Sonunda çözüm olarak ayaklı kuleler geliştirilmiştir.
Böylece etrafı surlarla çevrili şehirlerde ele geçirilmeye başlanmışlardır. Bu
kuleler son derece büyük ve yüksek bir şekilde yapılmaktaydı. Yapılan kuleler
Hun askerlik tarihinin bir inkişafıdır. Asırlarca steplerde at koşturup tarihi
stratejileri ile düşmanlarını dize getiren Hunlar, şimdi de günün şartları gereği
ilerleme kaydetmişlerdi.94
92
Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, Mûsameret-al Ahyar, çev. M.Nuri Gençosman, Ankara, Recep
Ulusoğlu Basımevi, 1943, s. 243.
93
Kalelerin bu statüleri ticaretin önem kazanması ve haliyle ulaşımım gelişmesiyle beraber değişmeye
başlamıştır. Artık kaleler, irtibat yolları üzerinde de inşa edilmeye başlandı ve bu yollar üzerinde
gidip gelen her şey için rahat birer istasyondurlar. Yolları tehlikeli kılan etkenlerin başında akıncılar
gelir. Önemli bir nakliye kervanı böyle bir tehlikenin yaklaşması halinde, katarın olabildiğince hızla
ilerlemesi veya çabucak dönerek yakın bir kaleye sığınması başvurulan yollardandır. Muhtemel
akıncı veya yağmacı hücumlarına karşı bir karakol görevi üstleniyordu. Clausewıtz, 1987: III, 134,
138, Clausewıtz, 1987: III, 134, 138.
94
Kalkan, 1995: 165.
37
Aynı durum Türklerin İslam Medeniyeti dairesine girdikleri ve ön
Asya’ya yerleşmeye başladıkları X. yy.dan itibaren de yaşanmıştır. Bu
dönemde Mâverâü’n-nehir, Horasan ve Ön Asya’nın muhtelif bölgelerine
yerleşen Türkler; kısa zaman içinde bölgenin siyasi, askeri ve kültürel
yapısına uyum sağlamışlardır.95
Kale ve surlarla çevrili şehirleri kuşatmada, savaşın özelliği değiştiği
için farklı silahlar kullanılmaktaydı. Bu silahların başında günümüzün topu
olan “mancınık ve arrâde” gelmekteydi. Ayrıca, kale ve şehir kuşatmalarında
“delik açıcı (nakkâb, nakb-zen), neft atıcı (t.kara yağ, neffatan, kârura),tahta
kule (köşk encir, burc, dabbâba), çarh, balyoz, merdiven tünel kazma aletleri”
gibi silahlar da kullanılmaktaydı. Kale kuşatma silahlarının en büyüğü, hiç
şüphesiz mancınık idi. Mancınığın küçüğüne ise “arrâde” denmekteydi.96
Burgu yaylı ya da karşı ağırlıklı mancınıklar, kuşatma topları öncesindeki tüm
kuşatmalarda kullanılmışlardı. Tarih yazarları hep kuşatılan şehirlerdeki
insanların, kale duvarlarını titreten mancınık gülleleri nedeniyle nasıl korku ve
dehşet içerisinde kaldıklarını anlatmaktadır.97
Bizans, Ermeni ve Gürcü Krallıklarıyla mücadele eden Selçukluların,
Tuğrul Bey döneminden itibaren Alp Arslan, Melikşah ve diğer Selçuklu
hükümdarları döneminde de birçok şehir ve kale kuşattıklarında mancınık ve
arrâde’yi
kullanıldıkları
görülmektedir.98Tuğrul
Bey,
Malazgirt
Kalesini
düşürebilmek için Bitlis’ten büyük bir mancınık getirtip, kalenin önüne
kurdurmuştur. Aşağı yukarı 55 kilo taş fırlatabilen bu mancınığı, ancak 400
95
Göksu, 2010: 341.
Mancınıklar, kuşatılacak müstahkem mevkiye, yani kalenin veya şehrin önüne, öküzlerle çekilen
arabalar üzerinde getirilmekte idi. Taşınma sırasında birbirinden ayrılmış olan mancınığın kısımları,
savaş sırasında tekrar monte edilmekteydi. Daha sonra germe, bükme veya çekme suretiyle bir
direğin mihveri etrafında dönmesiyle işleyen veya dengeli bir hareketle büyük bir güçle taş, ok ve
neft gibi sair cisimler fırlatan savaş aletidir. Ayrıca mancınıklar, ok, taş, neft gibi tahrip amacı
taşıyan maddelerin yanı sıra akrepler, veba ve diğer bulaşıcı hastalıkları taşıyan fareler, at ve insan
ölüleri gibi şeyleri düşman mevzilerine atmak için de kullanılmıştır. Koca, 2005: 145, Göksu, 2010:
347, Özdal, 2008: 101., Koca, 2005: 144.
97
Kuşatan taraf çoğu kere yeraltından lağım kazmak suretiyle de içeriye nüfuz etmeye çalışırdı.
Salâhaddîn’in birlikleri bir kuşatma esnasında 60 arşın uzunlukta ve 4 arşın eninde bir tümel açmaya
muvaffak olunca bunu kullanmaya lüzum bile görmediler. Çünkü kaleyi savunan Franklar korkuları
sebebiyle direnişi bırakıp barış yolunu seçmişlerdi. Ebû’l-Ferec Tarihi, 1945: II, 448, Kalkan, 1995:
102.
98
Göksu, 2010: 353-356.
96
38
kişi
kullanabilmekteydi.
Bu
mancınığı
gören
kale
savunucuları,
büyüklüğünden dolayı dehşet içinde kalmışlardır. Daha da önemlisi, bu
mancınıkla yapılan ilk atışta, üç Bizans muhafızı birden öldürülmüştür.99
Selçuklu ordusunda surlara tırmanmak için yüksek merdivenler
bulunurdu. Aşağıdaki askerler şiddetli ok yağmurlarıyla kale savunucularını
yıldırır, aynı anda askerler de surlara merdiven dayayarak, yukarı çıkarlardı.
Sultan I. İzzeddin Keykâvus, Antalya kuşatmasında daha önce kullanılan dar
merdivenler yerine, on kişinin tırmanabileceği oldukça yüksek ve “nerdibân-ı
ferah” olarak adlandırılan geniş merdivenler kullanmıştır.100Bu sayede
Antalya’nın düşmesi daha çabuk olmuştur. Bu geniş merdivenler daha sonra
diğer kuşatmalarda da kullanılmıştır.
Aynı şekilde Sultan Salâhaddîn, Kudüs kuşatmasında daha farklı bir
metoda başvurmuştur. Surların üzerindeki Franklara, uzaktan oklar attırılıp,
mancınıktan taş fırlatılmıştır. Bu durum Frankların hep savunma durumunda
kalmalarına neden olmuştur. Dolayısıyla rahatça sur diplerine yaklaşan duvar
sökücüleri iyi bildikleri yöntemlerle surları yıkmayı başarmışlardır.101
99
Koca, 2005: 145.
İbni Bibi(el-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’ferî er-Rugedi,), El-Evâmîrü’l-Alâ’iyye Fi’lUmûri’l-Alâi’yye, haz. Mürsel Öztürk, I.cilt, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1996, s. 162, 164165.
101
İbnü’l-Esîr, 1987: XI, 432.
100
39
1.2. KORKU VE PANİK
Korku olgusunu tek bir cümlede tanımlamak, kuşkusuz çok zordur.
Buna rağmen korkuyu, irade ve mantıkla kontrol altına alınamayan, insanın
içini daraltan bir yakın tehdit hissi olarak açıklayabilmemiz mümkündür.
Savaş bir şiddet kullanma alanı olduğu için doğasında tehlike ve haliyle korku
vardır. Öyle ki korku, tehlike karşısındaki bir insanın doğal reaksiyonudur.
Fiziksel bir tehdide karşı gösterilen bir eylem olan korku, insanda adrenalini
artırarak şaşkınlık meydana getirir. Böylece insanın düşünme, karar verme
ve harekete geçme yeteneklerini etkiler102. Bu durum şüphesiz bir asker ve
haliyle de ordu için de geçerlidir. Savaş meydanında aşırı korku oluşur ise,
asker karşı karşıya bulunduğu durumun üstesinden gelemeyeceğini ve bu
nedenle zarar göreceğini düşünerek endişeye kapılır. Ani dehşet duygusu,
büyük korku panik’i tetikler. Böylece zihni faaliyetlerin kontrollünü imkânsız
kılar. Paniğe kapılan kişi gayesini kaybederek, gerçekleri değerlendirme
kabiliyeti yitirmiştir. Bu nedenle askerlik vasfını yitirir. Kısaca ifade edersek;
panik ortaya çıkınca düşünce ve mantık tamamen durmakta, asker
kaçmaktan başka davranış gösterememektedir.103
Korku ve panikle mücadele için, öncelikle korkunun savaş alanının bir
gerçeği olduğu bilinmelidir. Savaşta, esas olan, korkuyu kontrol edebilmektir.
Çünkü korku doğaldır. Önemli olan korkuyu yenebilmektir. Korku, tehlikelerle
karşı karşıya gelmeye hazırlıklı, eğitilmiş, istikrarlı ve dengeli askerler
tarafından yenilebilir. Aslında cesur asker korkusuz asker değil; korkuyu
yenebilen askerdir.104
Bir ordunun en büyük düşmanı, komuta kademelilerin uyumlu bir
şekilde
çalışmamasıdır.
Ordu,
insanların
yapay
biçimde
bir
araya
gelmesinden oluşur. Bu nedenle doğası gereği oluşmuş kopukluğun
102
J. Krishnamurti, Korku Üzerine, çev. Atina Tatlıer, İstanbul, Ayna Yayınları, 2000, s. 35, Eslen,
2003: 30.
103
Eslen, 2003: 35-36.
104
Korkak bir asker ise savaşta yarardan çok zarar getirir. Nitekim Yusuf Has Hacib’in de belirttiği
gibi, “Harp’te korkak kimselere lüzum yoktur. Korkak insanlar kadınlara benzer. Korkak kimseler
orduyu bozarlar; ordu bozulursa, askerler birbirini ifsat ederler.” Yusuf Has Hâcip, 2003: 171, Eslen,
2003: 31, 36.
40
giderilmesi gerekir. Bu kopuklukları en iyi giderebilen lider korkuyu yok
ederek cesur bir ordunun komutanı olur. Bir savaşçının en önemli özelliği,
sahip olduğu sıra dışı disiplin ve üstlerine olan itaatidir. Bu açıdan
bakıldığında, rekabet, cesaret, korku ve çatışmanın hüküm sürdüğü
bozkırlardan çıkma bir liderin, maiyetindeki savaşçılar yerleşik halkların
savaşçılarına bu özellikleriyle hiç benzemezler.105
Jordanes’e göre, Avrupa’da Atilla’nın şöhreti o kadar artmıştı ki herkesi
korku sarmıştı. “Atilla Kavimleri sarsmak maksadıyla arz yuvarlağının dehşeti
olarak dünya’ya gelmişti. Daimi tehditler savurmuştur. En küçük hareketi
müthiş bir hiddete sebep olmuş ve Romalıları harple tehdit etmiştir. Bu
suretle ordularını harekete geçirmeden birçok emeline nail olmuştur.”106
Ayrıca Avrupa’yı dize getiren bu korku, yapılan katliamlarla değil uygulanan
taktiklerle kazanılmıştır. Avrupalı “barbar” kelimesini duyduğu zaman titrerdi.
Oluşturulan bu korku asırlarca devam etmiş küçük çocuklar “barbar Türkler”
geliyor diye korkutulmuşlardır.107
Buna rağmen yapılan korkutma faaliyetlerinin toplumun tamamını
sarsmasına, sayı itibarı ile az tutularak halkta infiale yol açmamasına dikkat
edilirdi. Çünkü yapılan hareketlerin kitlelere yönelmesi birlik şuurunu
doğurabilir ve bir süre sonra yapılacak asıl saldırıda şiddetli bir direnç ortaya
çıkarabilirdi. Bilindiği gibi savaş kelimesi ilk anda asker ve ölüm anlamını
çağrıştırmaktadır. İnsanların ne şekilde öldürüldüğü büyük önem taşımayan
savaşlara rağmen, halka katliam yapıldığında durum farklılaşır. İnsanlar
korkuya
kapılıp
bu
ölümleri
şaşaalı
ve
titrercesine
ağızdan
ağza
dolaştırırlardı. Oysa sayısı fazla tutulmamak kaydıyla birkaç insan kasıtlı
olarak parçalanarak öldürülürdü. Bundaki temel amaç ise insanlarda korku
yaratarak halk arasında bulunan düşman ordusunun cesaretini kırmaktır.108
105
Antoine Henri Jomini, Savaş Sanatının Ana Hatları, Çev. Selma Koçak, İstanbul, Doruk Yay.
2002, s.29..
106
Gyula Nemeth, “Atilla ve Hunları”, Türkler, I. cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, s. 897
107
Şerif Baştav, “Avrupa Hunları”, Türkler, I.cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, s.876-878.
108
Clausewitz, 1984: I, 158.
41
Türkler savaşa, önce düşmanın maneviyatını bozmakla başlıyorlardı.
Bu hususta en çok başvurdukları yöntem “korkutma” idi. Çünkü savaşın gidişi
ve sonucu üzerinde korkunun çok büyük etkisi vardı. Bu nedenle, daha
sefere çıkmadan önce kendileri hakkında korkunç rivayetler yayarak
düşmanlarının korkmasını sağlıyorlardı. Bu faaliyet düşmanla karşılaşıp, yüz
yüze gelince daha başka şekillerde devam ediyordu.109
Türkler, küçük gruplar halinde, beklenmedik zaman ve yerlerde
yaptıkları sürpriz saldırılarla; düşmana maddi kayıplar verdirmekle beraber
etrafa korku ve dehşet salan farklı sesler çıkararak, düşmanın kalplerinde
büyük korkular yaratmışlardır. 110
Tüm bunlara rağmen korkutma taktiğini Türklerden daha iyi bir şekilde
uygulayan milletlerde vardı. Bunlardan biri de Moğollardır. Moğollar bu taktiği
gerçek anlamda uyguluyor, geçtikleri yerde taş üstünde taş, omuz üstünde
baş bırakmıyorlardı. Oluşturulmuş olan korkunun da etkisiyle Anadolu, uzun
süre Moğol hâkimiyetinde kalmıştır.111
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, korku ve panik yaratmada son derece
usta olan Türkler, bazen kendilerinin tedbirsiz ve ihmalleri yüzünden büyük
korku ve panik haline düşmüşlerdir. Selçuklu devri savaşlarında bunların en
iyi örnekleri Micingert (1202) ve Alaşehir (1211) savaşlarıdır. Bunun yanında
Moğolların, Selçuklu Anadolu’sunda oluşturdukları korku sayesinde bir tek ok
bile atmadan kazandıkları Kösedağ savaşı (1243) korkunun savaşların
seyrine etkisini ortaya koyan güzel bir örnektir.
109
Koca, 2003a: II, 100.
Koca, 2003a: II, 100.
111
Jean- Paul Roux, Moğol İmparatorluğu Tarihi, çev. Aykut Kazancıgil- Ayşe Bereket, İstanbul,
Kabalcı Yay., 2001, s. 256-257, 300-301.
110
42
1.2.1. Korku ve Panik’i Yenmenin Çareleri
1.2.1.1. Moral Değerler
Moral değerler savaşın en önemli unsurlarından biridir. Her ne kadar
kitaplarda moral değerler ile ilgili pek fazla bilgi yer almasa da savaşı
oluşturan diğer bütün faktörler gibi harp sanatının teorisine dâhildir.
Savaşlardaki manevi değerlerin inanılmaz etkisini en iyi tarihin yaşanmış
savaşlarında görmemiz mümkündür.
Bu hareketin yaratmış olduğu korku düşmanın oluşması muhtemel
manevi direncini kırıyordu. Bunu en iyi örneğini Haçlılarla yapılan
mücadelelerde görmekteyiz. Nitekim küçük öncü birliklerin sistemli politikaları
neticesinde iaşe sıkıntısı çeken Haçlı birlikleri bu nedenle fizik ve moral
bakımdan zayıf düşmüştür. Doğal olarak da Türk askeri karşısında yenilgiye
uğramışlardır. Çoğu savaşın arifesinde sergilenen güç gösterisi düşman
birliklerindeki savaşçı ruhu çökertir ve işleyemez hale getirirdi.112
Peki, ama moral değerleri tüm bunlara karşı yüksek tutmak mümkün
müdür? Bu durumun en önemli öğelerinden biri hiç şüphesiz orduda
maneviyattır. Maneviyat demek, orduda akla, bilgiye, şuura dayanan bir
inanış kuvveti demektir. Böyle bir inanış kuvvetine sahip ordu, düşman
karşısında her vakit yenilmez bir kütle, kolaylıkla aşılamaz, zapt olunamaz bir
kale vücuda getirir. Bu nedenle maneviyatsız orduları dümensiz ve kaptansız
bir gemiye benzetmemiz bundandır. Nasıl ki böyle bir gemi fırtınalı korkunç
deniz dalgalarının merhametsiz tesirlerine mukavemet edemeyerek batarsa
maneviyatsız ordu da, harpte maruz kalacağı tabii olan sarsıntılardan
etkilenerek çabukça dağılıp mağlup ve perişan olacaktır.113
112
Robert Greene, Joost Elffers, 33 Stratejide Savaş, Çev. Füsun Doruker, İstanbul, Altın Kitapları,
2007, s.123.
113
Hilmi Erbuğ, Orduda Mânevi Kuvvetler, İstanbul, Gnkur. Yay., 1944, s. 3, 28.
43
1.2.1.2. Cesaret
Herhangi bir tehlikeyi soğukkanlılıkla karşılamak, onu bütün bir güç ve
istekle yok etmek için savaş alanına atılmaya cesaret denir. Herhangi bir
muhitte bu vasfı gösteren insanlara cesur veya gözü pek denmektedir. Çünkü
asker, herkesin bilhassa tehlike hissettiği, korktuğu bir zamanda o tehlikeyi
ve korkuyu yok etmek için mücadele sahasına atılmak mecburiyetinde
bulunan bir insandır. Hayatta esasen korku asıldır. Hiçbir insan tasavvur
edebilir miyiz ki, nihayet neticesi ölüme varacak büyük bir tehlike karşısında
kalsın da korku hissetmesin.114
Cesaret korku karşısında hâkim bir vaziyette sergilenince korku
sebepleri ikinci planda kalır. Çünkü cesareti besleyen hırs, vatan sevgisi,
coşkunluk gibi duygusal damarlar korku duygusunu bastırabilmektedir. Bu
nedenle cesaretin aynı zamanda duygusal bir hareket olduğunu da anlamış
bulunmaktadır.115 Serbest bırakıldığında daima fırlamaya hazır halde bulunan
bir yay olarak tasvir edebileceğimiz cesaret, ordunun en önemli moral
gücüdür.116Napoleon,
savaşta
ancak
cesur
komutanların
şanslı
olabileceklerini söylemiştir.117
Türklerin savaş meydanlarında sergilemiş oldukları cesaret şüphesiz
savaşların kazanılmasında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Türklerin
yiğitlik, ustalık, zorluğa dayanıklılık ve coşku gibi doğal karakteristik nitelikleri
bulunmaktadır.
araştırmacı
ve
Onların
devlet
bu
meyândaki
adamı
kabiliyetleri,
tarafından
kaleme
birçok
komutan,
alınarak
adeta
resmedilmiştir.118 Ayrıca savaşçıları cesaretlendirmek ve savaş havasına
114
Erbuğ, 1944: 76.
Erbuğ, 1944: 80, Clausewitz, 1984: I, 101
116
Ayrıca Yusuf Has Hâcip bu durumu çok iyi izah etmiştir: “Ordudan evvel ekseriya komutan
yenilir. Ruhen yenilmeyen cesaretli bir komutan sonunda mutlaka zaferin yolunu bulur. Cesur ve
gözü pek olmalıdır, korkak kimse düşmanı görünce, hastalanarak, yatağa düşer. Cesur dediğin
haysiyet sahibi olur; haysiyetli insanlar ölürken, vuruşarak ölür. Orduları yarıp delmek için, sebatlı
bulunmalı, askeri coşturmak da kesin kararlı olmalıdır. Ordu komutanı bu faziletlere sahip olursa,
düşmanı vurur ve onun şöhretini yere serer. Cesur ve dayanan asker düşmanı ezer.” Yusuf Has
Hâcip,2003: 171-174.
117
Clausewitz, 1984: I, 162.
118
Gerek Napoleon’un ” Türkler mağlup edilemez” sözü ve gerekse de Avusturyalı Mareşal
Montecuccoli’nin “Türkler ölmesini biliyorlar, ben de ölmesini bilen bir milletin yenilmeyeceğini
115
44
sokmak için borazanlar öttürülür, topluca savaş türküleri söylenir, nakkareler,
davullar, davlumbazlar ve kösler çalınırdı.
1.2.2. Savaşlarda Korku ve Panik’e Sebep Olan Olaylar
1.2.2.1. Çetr’in (Saltanat Şemsiyesinin) Yere Düşmesi
Çetr, Sultanların kabullerinde, seyahatlerinde, sefer sırasında başının
üzerinde tutulan hükümdarlık şemsiyesidir. Çetr, savaşta Çetirdâr adı verilen
bir görevli tarafından bir mızrak üzerinde havada küçük bir kubbe şeklinde
açılarak, ata binmiş olan sultanın başı üzerinde taşınırdı. Bir hâkimiyet ve
hükümdarlık sembolü olan çetr, hükümdara özgü bir renk mahiyetindeydi.119
Sultanı karşılamaya çıkanlar, çetri görür görmez, saygı alâmeti olarak derhal
atlarından iner, saygı duruşuna geçerlerdi. Böyle bir siyasi ve manevi
üstünlüğün sembolü olan çetr’in savaşta, yere düşmesi veya düşmanın eline
geçmesi bozgun anlamına gelmekteydi. Bu durumu gören askerler, çetrin
yere düşmesinin sebebi ne olursa olsun, korku ve panik halinde kaçışmaya
başlamaktaydılar. Bu olay ordunun dağılarak savaşın kaybedilmesine neden
olmaktaydı. Bu yüzden savaş sırasında Çetr’in bulunduğu yer oldukça
önemliydi. Türk tarihinde oldukça ender rastladığımız bu tür olaylardan en
talihsiz olanı Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Süleyman-Şâh’ın Gürcistan
seferinde yaşanmış olanıdır.120
Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in 1064 yılında vefat etmesiyle,
Sultan Alp Arslan’a karşı saltanat mücadelesine girişen hanedan üyelerinden
Kutalmış da çetr kullanmaktaydı. Her ikisi arasındaki savaş sırasında, Alp
bilecek kadar tecrübeliyim” şeklindeki. Ünlü tarihçi Hammer “Tarih Türklerden çok şey öğrendi.
Onları yaptıkları medeniyetin süsüdür.” Arap edebi Cahız, “10 milletten 10 yiğidin kuvveti bir
Türkün kadar olmaz” Geniş bilgi için bkz. İbrahim Kafesoğlu, “Türk Ordusu” Türk Kültürü, sayı
22, 1964, s. 9.
119
İpek atlas veya altın sırmalı kadifeden yapılırdı. Tuğrul Bey’in çetr’i kırmızı idi. O, üç bin süvari
ile Nişabur’a geldiğinde başının üzerinde kırmızı renkli ipek kumaştan yapılmış bir çetr
bulunuyordu. Aydın Taneri, Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Hükümdarlık
Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı- Teşkilatı, Ankara, Ankara Ünv. D.T.C.F. Yay., 1978, s.
59, Erdoğan Merçil, Selçuklularda Hükümdarlık Alâmetleri, Ankara, TTK Yay., 2007, s. 110.
120
Merçil, 2007: 110, 115, Koca, 2005: 210, Kesik, 2008: 263.
45
Arslan’ın komutanlarından Sungurca hücuma, geçerek, Kutalmış’ın çetr’ini
ele geçirerek bayraklarını yere düşürmüştür. Bundan sonra Kutalmış’ın
ordusu bozguna uğrayarak dağılmıştır. Çünkü bu olay Kutalmış’ın ordusunda
savaşı kaybettikleri hissi uyandırarak korku ve panik duygularına sevk
etmiştir.121
Çetr’in söz konusu maneviyatı kimi zamanda tek başına çok büyük
korkuların yaşanmasına da sebep olmaktaydı. Nitekim Sultan Sencer’in
kendisine tabii Gazne Sultanı Behrâmşâh ile yaşadığı bir olay bu duruma dair
güzel bir örnektir. Sultan Sencer’e, Gazne Sultanı Behrâmşâh’’ın kendisine
itaatten ayrıldığı ve halka zulmedip mallarını gasp ettiği yönünde haber
gelmiştir. Sultan Sencer ise burayı ele geçirmek ya da hesap sormak
maksadıyla harekete geçmiştir. Sultan Sencer, Gazne’ye yaklaşınca
Behrâmşâh elçiler gönderip yalvarıp yakarır, yaptığı hatadan dolayı affını
ister. Bunun üzerine Sultan Sencer ona eğer huzuruna gelir ve tekrar itaat
ederse affedeceğini bildirir. Behrâmşâh bu teklifi kabul eder. Ertesi gün
Sencer bir alay ile beraber onu karşılamaya çıkmıştır. Behrâmşâh ise elMukarreb ile birlikte Sencer’e doğru ilerlemiştir. Bir anda Sultan Sencer’in
alayını ve başındaki çetr’i gören Behrâmşâh geldiği gibi geri dönerek hızla
uzaklaşmaya
başlamıştır.
El-Mukarreb
atının
dizginine
yapışarak,
davranışının çirkin olduğunu söylese de Behrâmşâh Sultan Sencer’in
kendisini
yakalayarak
cezalandıracağını
ve
ülkesini
ele
geçireceğini
zannederek kaçmaya devam etmiştir. Sonuçta Sencer, rahatlıkla 1135
tarihinde Gazne üzerine yürüyüp şehri ele geçirmiştir.122
Bir hâkimiyet sembolü olarak orduda büyük bir manevi duygu yaratan
çetr’in daima havada durması, hükümdarın tüm dirayetiyle ayakta olduğunu
ve galibiyete yaklaştığı mesajını vermek maksadını taşımaktadır. Bu nedenle
ordunun her ferdi büyük bir istekle savaşır. Çetr’in düşmesi mevcut havanın
121
Taneri, 1978: 59, Mehmet Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, II. cilt, Ankara, 4. bs., Ankara
Ünv. D.T.C.F. Yay., 1983, s.20, Merçil, 2007: 83.
122
İbnü’l-Esîr, 1987: XI, 36.
46
dağılması yenilginin ilk nüvesidir. Telaş, tedirginlik, dikkat dağılması ve
nihayet kaçma eylemi başlar.
1.2.2.2. Kös, Davul ve Borazan Sesleri
Kös ve davul hükümdarlık sembolü ve merasim alâmetlerinden biri
olmakla beraber; daha çok bir savaş aleti ve alâmeti olarak da kullanılmıştır.
Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük cihan devletlerinde, kös ve mehter
(Birkaç çalgı aleti ile birkaç davul’un bir arada çalınması) başta olmak üzere
oluşturulan yüksek sesli ve ritmik çalgının birçok sebebi bulunmaktaydı.
Şüphesiz bunlardan en önemlisi hükümdarın önderlik ettiği protokolü daha
görkemli ve şaşalı göstermekti. Ordu sefere çıktığında ise, sefer boyunca
yani ordunun yürüyüşü sırasında çalınan kös ve davullar, askerleri coşturup
savaş için motive ederken düşmanlara korku salmakta idi. Ayrıca çalgıdaki
her vuruş şekli savaşın seyri ve şekli hakkında adeta gizli bir işareti de ihtiva
etmekteydi. Nitekim ordu hareket halinde iken çalınan davul savaş işareti
anlamına gelir gerekli hazırlıkların yapılmasının sinyallerini verirdi. Aynı
şekilde hücumun hızlı veya yavaş olması, birliklerin bir arada veya dağılması
da ancak davullardan çıkan seslerden anlaşılan şifrelerle sağlanabilmekteydi.
İletişimin yeterince gelişmediği bu dönemde bu tür uzaktan belirli ve düzenli
bir şekilde haberleşmeyi sağlayan unsurların ehemmiyeti inkâr edilemez.
Savaş meydanlarındaki ses ve kalabalık nedeniyle davulların sayısında artış
yapılarak sesin daha gür çıkması sağlanmaktaydı. Dolayısıyla savaşların
büyüklüğü ile davul veya mehterin sayısı doğru orantılıydı. 123
Çin kaynakları Çinlilerin, meydan savaşından çekindikleri Türkleri
korkutmak maksadıyla cephe gerisinde yüksek ses veren davullar çaldıklarını
123
Ögel, 2000: VIII, 100, Kesik: 2008: 258.
47
dile getirmektedir.124 Bu durum Türklerin kullanmakta ustalaştıkları tekniğin
komşuları tarafından da kullandığını göstermektedir.
Babürnâme de “Adamların azlığına bakmayarak, tanrıya tevekkül edip,
davul çalarak düşmanın üzerine yürüdük. Nara sesi duyunca, bizim harekete
geçtiğimizi anlayarak, karşı durmaktan vazgeçip kaçma yolunu tuttular.”
Şeklindeki
izahat
sesin
insan
psikolojisi
açısından
önemini
ortaya
koymaktadır. Davul sesi harp narası ve baskın ile ancak gerekli etkiyi
yaratabilmekteydi. Söz konusu sesin düşman askeri üzerinde yarattığı etki
kısa sürede düşüncesizce kaçmasına neden olmaktaydı.125
Türk tarihi alanındaki değerli araştırmalarıyla tanınan Abdülkadir
İnan’ın da ifade ettiği gibi Orta Asya Türk Tarihi, savaşçılık, muhariple
kültürün hep birlikte harman olduğu bir çağdır. Oğuzlar ve Göktürklerle
başlatılan bu süreç Selçuklular ve Osmanlılar ile devam etmiştir.126
Büyük Selçukluların bu alandaki maharetleri, Anadolu Selçuklu
komutanlarınca
geliştirilerek
daha
da
sistemli
bir
hale
getirildiğini
görmekteyiz. Selçuklu komutanları sürpriz baskın veya saldırılar karşısında
dağılmış olan birliklerini, tehlike geçtikten sonra bir tepenin üzerinde “
toplanma borusu veya davulu çaldırmak” suretiyle geri çağırmaktaydılar.
Toplanma borusunun veya davulunun sesini duyan birlikler, tehlikenin
geçtiğini anlayıp, borunun veya davulun çalındığı yerde tekrar toplanmaya
başlamaktaydılar. 127
Meşhur Haçlı kaynağı Albertus, 1101 yılında Merzifon yakınında
Haçlılar ile Türkler arasında yapılan savaşı anlatırken, Türk ordugâhında
davullar ve borazanlar çalınarak askerlere komut verildiğini kaydetmiştir.128
124
“615 yılında bir Çin generali, gece çok davul çaldırıyordu. Böylece Türkleri, Çin ordusunun çok
kalabalık olduğuna inandırmak istiyordu.” Anlaşılan davullar, birlik sayısına göre düzenleniyordu.
Gece çok davul kullanmakla, Türkleri şaşırtma yolunu seçiyorlardı. Ögel, 2000: VIII, 102.
125
Ögel, 2000: VIII, 110.
126
Ögel, 2000: VIII, 109, 113.
127
Koca, 2005: 212.
128
Kesik: 2008: 258-259.
48
Önceleri atalarının tasarrufunda bulunan ve Ortadoğu’nun en zengin
ticaret merkezlerinden olan Kuzey Suriye’yi ele geçirmek isteyen Sultan
I.İzzeddin Keykâvus savaş öncesi ve savaş sırasında hücum davulu çalma,
çaldırma konusunda bir hayli uzmanlaşmış bir birlik yaratmıştır. Sultan I.
İzzeddin Keykâvus, asıl hedefe, yani Halep ve Şam şehirlerine yönelmiştir.
Bu arada öncü birliklerinin mağlup olmasına hiddetlenen hükümdar sabaha
kadar askerlerin tam teçhizatlı bir şekilde beklemelerini emretmiştir. İbni Bîbî
savaş öncesi Türk ordusunun durumu hakkında; “askerlerin tamamen
silahlanıp saf saf dizildikleri, Sultanın bayraktarının harekete geçtiği, davul ve
zurna seslerinin gök kubbeyi çınlattığı…” şeklinde malumat vermektedir.129
Kanaatimizce gök kubbeyi çınlatan bu sesler, düşman ordusunun da
yüreklerine korku salmıştır.
1.2.2.3.
Miğferin
veya
Kesilmiş
Başın
Mızrak
Uçunda
Dolaştırılması
Savaş meydanında, askerlerin şevkini artırmak, moral vermek
amacıyla farklı yollara başvurulmaktaydı. Bunlardan belki en tesirli olanı
düşman ordu komutanının kesik başını ya da miğferinin130 mızrak ucuna
geçirilerek savaş birlikleri arasında dolaştırılmasıdır. Nitekim söz konusu olan
bir birliğin ya da ordunun değil, bir devletin en yüksek temsilcisinin kafası ya
da miğferidir. Dolayısıyla bu durum manevi olarak düşman tarafına ne derece
yıkım etkisi yapmakta ise kazanan tarafa da o kadar zafer ve güven duygusu
aşılamaktaydı. Söz konusu manzara ile karşılaşan düşman askerlerinin
komutanlarının öldüğünü ve başsız kaldıklarını düşünerek paniğe kapılmaları
kaçınılmaz olmuştur. Savaş meydanlarında zaman zaman kuvvetten çok kimi
kurnazlıklara başvurulduğu da görülmektedir. 131
Böyle bir hileye Bizans İmparatoru Manuel, 1146 yılında Selçuklu
Sultanı Mesud üzerine yürüdüğü Konya seferinde başvurmuş fakat inandırıcı
129
İbni Bibi, 1986: I, 212.
Miğfer(tulga/tuğulga), savaşçının başını korumak için giydiği demir başlık olup, Orta Asya ve İran
kültürü bölgesine aittir. Anadolu Selçukluları döneminde askerlerin miğfer kullandıklarına dair
birçok kayıt bulunmaktadır… Daha teferruatlı bilgi için bkz, Göksu, 2010: 338.
131
Koca, 2005: 214.
130
49
olamamıştır. Benzer hareketlere Anadolu Selçuklu tarihinde ikinci bir dönüm
noktası olarak görünen Miryokefalon zaferinde de rastlanılmaktadır. Söz
konusu savaşlarda başvurulan yöntemlere ait örnekler daha sonraki bölümde
geniş olarak ele alınarak teferruatlı bilgi verilecektir.
1.2.2.4. Kamp Ateşleri Yakmak
Savaş sanatında ve tekniğinde son derece usta olan Türkler; girdikleri
savaşlarda çeşitli yöntemlere başvururlardı. Sayılarının fazla ve güçlerinin
çok üstün olduğu hissini vermek için, geceleri “kamp ateşi” yakarak
düşmanlarının gözünü korkutmaya ve yıldırmaya çalışırlardı. Çünkü onlar
düşman kuvvetinin gözünün ne kadar korkutulur ve yıldırılırsa, kendilerine o
kadar az direneceklerini düşünmekteydiler. Kamp ateşi yakmak, düşmanı
yanıltmak için yapılan faaliyetlerden biridir. 132
Anadolu’da
küçük
gruplar
halinde
faaliyet
gösteren
Türkmen
savaşçıları özellikle Bizans ordularına karşı bu yola başvurmuşlardır. Anna
Komnena bu konuyla ilgili olarak: “… Kurnazlık konusunda pek yaratıcı olan
Türkler, İmparatorun kendileri üzerine ilerlemekte olduğunu öğrenince,
dehşete düştüler ve hemen pek çok sayıda ateşler yaktılar; böylece, ateşleri
görecek kişilere, orada büyük bir ordu varmış izlenimi vermeye çalıştılar. Bu
ateşler neredeyse göğü tutuşturmakta ve deneyimsiz nice kişiyi yılgınlığa
düşürmekte idi…” ifadelerine yer vermiştir.133
Aynı şekilde Anadolu Selçuklu Sultanı Şahinşah, 1116 yılında Konya
üzerine bir sefer düzenleyen Bizans imparatoru Aleksios’a karşı da bu
yöntemi uygulamıştır.
1.2.2.5. Kale Burcuna Bayrak ve Sancak Çekmek
Bayrak veya sancak hâkimiyet ve hükümdarlık sembolüdür. Bayrak
bir ruhtur, binlerce yıldan beri elde taşınmış, eve asılmış, mezara dikilmiştir.
Türkler
132
kendi
hallerinde
bayraklarının
yerin
derinliklerinden,
göğün
Koca, 2005: 219.
Anna Komnena, Alexiad(Malazgirt’ten Sonrası), çev. Bilge Umar, İstanbul, İnkılâp Kitapevi,
1997, s. 480.
133
50
sonsuzluklarına kadar uzanıp, yüceliğini ay ve güneşe kadar ulaştığını;
bayraklarının şimşek, yıldırım ve rüzgârla ilişki kurduklarını düşünmüşlerdir.
Bu bayraklar genel’de kırmızı olmuştur. Al-bayrak ya da kızıl bayrak olarak
geçmiştir. Destanlarda “kızıl savaş bayrağı göklerde yükselirken; dibinin çalı
olduğu toprakta, tozlarını göklere savuruyorlardı” şeklinde geçmiştir. Türkler
savaşta, bayrağı ile birlikte harekete geçiyordu.134 Bu da orduya büyük bir
moral ve cesaret vermekteydi. Sultan Alparslan, Malazgirt savaşına
başlamadan önce şöyle dua etmiştir: “Ey Tanrım İslam’ın sancaklarını
yükselt, ona yardımını eksik etme, …”135
Selçuklularda da hükümdarın maddi hâkimiyet sembollerinden biri
bayraktır. Ancak bayrak yalnız hükümdarlara mahsus değil, hanedan
mensuplarının, devletin büyük memurlarının, komutanlarında bayrakları
vardı. Hakanlık sancağı, tuğu, kösü ve davulları, hanedanın malıdır.
Bayrakta davul gibi orduda, bir “signal” alâmet ve işaret düzenini
oluşturuyordu. Yani gece davulla, gündüzde bayrakla haberleşiyordu. Savaş
ve sefer söz konusu olduğunda ise kaynaklarda zafer sembolü olarak
geçmektedir. Özellikle kale ve şehir kuşatmalarında burca sancak dikilmesi
veya çekilmesi fetih ve teslim alma işaretiydi. Bu faaliyet ya mücadele sonucu
savaşçılardan birinin kale burcuna çıkmasıyla ya da teslim olmaya zorlanan
savunucuların bunu kabul etmesiyle gerçekleşirdi.
I. İzzeddin Keykâvus Suriye seferi sırasında Ra’ban kalesini şu şekilde
feth etmiştir. Kuşatma sırasında Ra’ban kalesine saltanat bayrağını dikmiştir.
Halk dalgalanan bayrağı görünce, büyük bir korkuya kapılarak aman
dilemiştir ve kalenin itibarlı kişileri aşağıya inerek I. İzzeddin Keykâvus’un
elini öpmüşlerdir.136
I.Gıyâseddin Keyhüsrev, Anadolu Selçuklu Devletini bir kara devleti
halinden kurtarmak ve tabii sınırlara ulaştırmak istiyordu. Ayrıca Anadolu
ticaretini dış dünyaya açmak da ekonomik politikaları arasındaydı. Bu
134
Ayrıca bayrak “ tuğ” olarakta geçmektedir. Ögel, 1991: VI, 1-2, 40, Ahmet Temir,“Eski Türklerde
Sosyal Teşkilat ve Askerlik ile İlgili Sözler” Türk Kültürü, sayı 22, Ankara, Türk Kültürü
Araştırma Enstitüsü Yay., 1964, s. 33.
135
Merçil, 2007: 125.
136
Merçil, 2007: 123- 124, Ögel, 1991: VI, 79.
51
gayelerle stratejik öneme sahip Antalya’yı kuşatmıştır. Şehrin hâkimi
Aldobradini isimli bir İtalyan’dır. Bu şahıs Kıbrıs Franklarından yardım alarak
bütün gücüyle şehri savunmaya gayret etmiştir. Buna karşı Selçuklu ordusu
da kararlı bir şekilde şehri tâciz etmeye devam etmiştir. Sultan askerlerinden
kale duvarlarına merdiven koymalarını ve gruplar halinde surlara çıkmalarını
istemiştir. Yavlak Arslan isimli cesur bir sipahi surlara çıkmayı başararak
Sultan’ın sancağını kalenin en yüksek yerine dikmiştir. Bu olay Selçuklu
askerlerine büyük moral ve cesaret vermiş; hemen hücuma geçerek kale
kapılarını açıp şehre girmişlerdir. 137
Çetr’de bahsettiğimiz gibi savaş sırasında bayrağın yere düşmesi
orduda korku ve panik yaratmaktadır. Bunların örnekleri Selçuklu devri
savaşlarında nadir de olsa görülmektedir. Bunun en iyi daha öncede
bahsettiğimiz gibi, Kutalmış ile Sultan Alparslan arasında geçen taht kavgası
savaşında cereyan etmiştir. 138
137
İbni Bibi, 1986: I, 118, Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye: Siyasi Tarih Alp
Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1328), İstanbul, 7. bs., Boğaziçi Yay., 2002, s. 284.
138
Merçil, 2007: 124.
52
II.
BÖLÜM
SELÇUKLU HÜKÜMDAR VE BEYLERİNİN YAPTIKLARI SÜRPRİZ
BASKINLAR
Kaynaklarda, ilk dönem Selçuklu hükümdarlarının askeri faaliyetlerini
içeren bilgilerin pek az olması nedeniyle, sürpriz baskın taktiğinin ilk
uygulamalarına ait bilgiler Tuğrul ve Çağrı Beyler döneminden ileriye
götürülememiştir. Fakat daha evvel izah edildiği üzere Orta Asya askeri kültür
deneyimi ile Selçuklu hükümdarlarının Cend, Maveraünnehir, Harezm ve
Horasan dolaylarındaki faaliyetlerinde sık sık benzer taktikleri kullanmış
olmaları muhtemeldir. Bu basit uygulamaların Devlet teşkilatındaki askeri
nizamın sağlanması ile daha pratik şekle büründüğünü Çağrı ve Tuğrul
Beyler dönemindeki savaşlardan anlamaktayız.
2.1. DANDANAKAN SAVAŞINDAN ÖNCE YAPILAN SÜRPRİZ
BASKINLAR
2.1.1. Nesâ Savaşı
2.1.1.1. Savaşın Sebepleri
Tuğrul ve Çağrı Beyler, Harezm’de müttefiklerini kaybettikten sonra
çok yönlü tehdit ve tehlikelere maruz kaldıkları için 1035 yılı ilkbaharında
beraberlerinde 900 atlı ve ailelerinden oluşan bir taife ile Ceyhun Nehrinden
geçerek Dih-i Gumbedân çölü yolundan Merv’e geçmişlerdir. Buradan
Gazneli hükümdarı Sultan Mesud’tan izin almaksızın Horasa’nın Nesâ139
139
Selçuklu Beyleri yerleşim yeri olarak Horasandaki Nesâ çevresini tercih etmelerinin nedeni ise; bu
çevrenin geniş otlaklarıyla Türkmenlerin göçebe hayat tarzlarına son derece elverişli bir bölge
olmasıdır. Ayrıca Selçuklu beylerine bağlı olmayan Türkmenlerin yaşadıkları yerler ile her zaman
kolayca temas sağlanabilecek bir komundaydı. Koca, 1997: s.65, V. Mınorsky, “Nesâ” , İ.A. , IX.
cilt, İstanbul, Milli Eğitim Yay., 1964, s.198.
53
şehri çevresine gelip yerleşmişlerdir. Nesâ şehrini, kendilerine verilmesi
taleplerini Gazneli Devleti’nin Horasan sâhib-i divan Reisi Sûri’den, Sultan
Mesud’a iletilmesi için yardım istemişlerdir. Nesâ’nın kendilerine yurt olarak
verilmesinden sonra, kendilerine tâbi olacaklarını, fitne fesat çıkaran taifelerle
savaşıp uzaklaştıracaklarını da belirtmişlerdir. Olası huzursuzluk ya da
itaatsizlik olaylarına karşı önemli beylerinden birinin rehin olarak saraya
göndermeye hazır olduklarının da altı çizmişlerdir.140
Bu yöndeki talepler, Sultan da dâhil olmak üzere bütün Gazneli devlet
adamları arasında heyecan ve hatta dehşet uyandırmıştır. Nitekim Irak
Türkmenlerinin bir yıl önceki dehşet uyandıran ayaklanmaları devlet
adamlarının hafızalarından henüz silinmemiştir. Ayrıca 1025 tarihinden
itibaren devleti meşgul etmeye başlamış ve zaman zaman müşkül durumlara
da sokmuş olan Türkmenler meselesinin kapanmakta olduğu sırada tecrübeli
ve meşhur beylere sahip Selçuklu Türkmenlerinin Horasan’da görünmeleri,
Devletin
daha
büyük
bir
tehlikenin
eşiğinde
olduğunun
da
işareti
sayılmaktaydı. Kısaca ifade edilecek olursak; Gazneli Devlet erkânı, Selçuklu
Türkmenlerini Irak Türkmenlerinden daha tehlikeli bulmaktaydı. Şüphesiz
bunun
en
büyük
nedeni
kendi
devletini
kurmaya
yönelik
istekleri
oluşturmaktaydı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin bu cüreti karşısında son derece
sinirlenmiş olan Sultan Mesud, hemen Türkmenlerin üzerine yürüyüp,
kuvvetlenmelerine fırsat vermeden Horasan’dan çıkarılmasını istedi.141
Sultan Mesud’un emri ile Selçuklular üzerine gönderilecek Gazneli
ordusunun başına Hâcip Beytoğdu’nun bulunduğu on kumandan tayin
edilmiştir. Fillerle takviyeli 17 bin kişilik bu ordu Nesâ’ya hareket etmiştir.
Bu durum Selçuklu Beyleri için sürpriz olmamıştır. Keza başından beri
tekliflerinin kabul edilmeyeceğini bilmekteydiler. Bu nedenle aşağıda
140
Koca, 1997: 66, Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi: Kuruluş
Devri, I.cilt, Ankara, Güven Matbası, 1979, s.198.
141
Ahmet bin Mahmud; Selçuk-nâme, I.cilt, haz. Erdoğan Merçil, İstanbul, Tercüman Gazetesi Yay.,
1977, s.7, İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1972, s. 22-23,
Erdoğan Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi Ankara,, TTK Yay., 1989, s. 63, Mehmet Altay
Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, TTK Yay., 1998, s. 42, Koca, 1997: 66.
54
belirtileceği üzere gerekli tedbirleri alarak savaşa hazırlanmışlardır. Sonunda
iki ordu 1035 yılı Haziran’ının da Nesâ yöresinde karşılaşmıştır.142
2.1.1.2. Savaşın Seyri
Savaşın başlamasından kısa süre sonra Gazneli ordu düzeni,
Selçukluların pusu maksadıyla boş bıraktıkları çadırlar ve hayvanlara,
ganimet elde etmek için saldırmaları sonucu bozulmuştur. Ayrıca tecrübesiz
kumandanlar, savaşan askerlerinin susamasıyla beraber meydana yakın
mesafedeki suya ulaşmak için askerleri merkez kumandandan habersiz geri
çekmişlerdir. Söz konusu davranışlarla Gazneli ordusu savaş düzeninin
bozulduğunu gören Selçuklular, pusudan çıkarak hücum etmişlerdir. Bu
hücum Gazneli
kaybetmesine
ordusunun
sebep
kesin
olmuştur.
yenilgisine
Böylece
ve
ustalıkla
bütün
ağırlıklarının
kurdukları
pusular
sayesinde Selçuklu Beyleri, Gazneli birliklerine sürpriz baskınlar yaparak
birer birer saf dışı bırakarak büyük bir başarı kazanmışlardır.143
Savaşta uygulanan baskını İbnü’l Esir şu şekilde açıklamaktadır. “ …
İki ordu Haziran-Temmuz 1035 ‘te Nesâ’da karşı karşıya geldiler ve savaşa
tutuştular. Ortalık kızıştı, sonunda Selçuklular mağlup oldu, malları
yağmalandı. Bu arada ganimet yüzünden Mes’ûd’un askerleri arasında
anlaşmazlık çıktı ve birbirine girdiler. Selçuklular mağlup olunca Çağrı Bey
onlara; şimdi Gazneli kuvvetleri atlarından inip endişesiz bir şekilde istirahat
çekilmişlerdir. Takip edilmediklerinden de emindirler. Eğer hemen onların
üzerine yürürsek belki de amacımıza ulaşırız dedi. Bunun üzerine geri dönüp
birbirleriyle çekişmekte ve savaşmakta olan Gazneli kuvvetlerine yetiştiler,
üzerlerine ani bir hareket ve baskınla saldırıp ağır bir darbe indirdiler, birçok
142
Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’d-Düvel: Selçuklular Tarihi 1, Horasan- Irak,
Kirman ve Suriye Selçukluları, Yay. Ali Öncül, İzmir, Akademi Kitapevi, 2000, s. 9. Koca, 1997:
66-67, Merçil, 1989: 63, Köymen, 1979: I, 217.
143
Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 4, Koca, 1997: 67, Merçil, 1989: 63, Köymen, 1979: I, 217.
55
kişiyi öldürüp esir ettikleri gibi Gaznelilerin kendilerinden aldığı malları ve
esirleri kurtardılar...”144
Selçukluların zafer kazanmasındaki esas âmil Gazneli ordusunun
tedbirsizliği ve doğru düzgün kumanda edilememesidir. Ayrıca Gazneli
ordusunun Selçuklu Türkmenlerinden korkması da oldukça etkili olmuştur.
Öyle ki, Selçukluların Nesâ ya 900 atlıdan ibaret ve perişan bir kuvvetle
geldiklerini düşünen Gazneliler, kısa sürede çevreden katılımlarla Selçuklu
ordusunun 10.000 yükselmesi üzerine hayrete düşmüşlerdir.
2.1.2. Serahs Savaşı
2.1.2.1. Savaşın Sebebi
Sultan Mesud, Nesâ savaşından sonra Selçuklularla yaptığı anlaşma
gereği, Selçuklu beylerini kendilerine tâbii kılarak, onları daha yakından
kontrol edebileceğini umuyordu. Ama bu tâbilik meselesinin kısa sürede
sözden ibaret olduğu açık bir şekilde anlaşıldı. Zira Selçuklu Beyleri tâbilik
şartlarından hiçbirini yerine getirmediler. Mesela, Sultan Mesud’un nezdinde
rehin bulundurma şartına uymadılar. Üstelik Sultan Mesud’un tâbilik sembolü
olarak kendilerine gönderdiği “hilatlar” ile alay ettiler, külahları ayakaltına
attılar.145 Selçuklu Beyleri bu davranışlarıyla, şüphesiz tamamen Sultan
Mesud’un hükmü altına girmeyi kabul etmediklerini, yani bağımsız olduklarını
göstermek istemişlerdir.
Yeni katılımlarla146 gittikçe çoğalan Selçuklular, zamanla Gazneliler
tarafından kendilerine tahsis edilen bölgelere sığmadılar. Ocak 1036 da Ferâ,
Cuzcân ve Serahs’a akın ve yağma faaliyetlerinde bulunmaya başladılar.
Ayrıca Gazne Sultanına başvurarak Merv, Serahs ve Bâverd gibi şehirlerin
144
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 364-365.
Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 4, Koca, 1997: 69, Kafesoğlu, 1972: 24.
146
Nesâ savaşının kazanılması Selçukluların prestijini çok arttırmıştır. İşte bunun neticesi olarak
kendilerine birçok soydaşları iltihak ediyorlardı. Ceyhun ve Balhan dağı açık olduğundan bilhassa o
taraftan Türkmenler akın akın gelerek Selçuklulara katılıyordu. Bu yüzden toprak sıkıntısı
çekilmeye başlanmıştır. Daha teferruatlı bilgi için bkz. Köymen, 1998: 44.
145
56
de bazı hizmetler karşılığında147
kendilerine verilmesini istediler. Aksi
takdirde savaşmak azminde ve kararında olduklarını bildirdiler.148
Selçukluların savaşma azmi ve kararlılığını vurgulayan bu düşünceler
Gazneliler için ayrıca oldukça sert bir nota idi. Zaten birkaç kez mağlup olmuş
Gazneli askerlerinin kalplerini korku kaplamıştı. Bunun üzerine vezirler ve ileri
görüşlü devlet adamları toplanıp durumu Gazne’de bulunan Sultan Mesud’a
bildirdiler. Sultan Mesud, Türkmenleri Horasandan bu defa tamamıyla
çıkarmak için büyük bir ordu hazırlattı. Orduyu, Hâcib Sübaşı kumandasında
Selçuklular üzerine sevk etti.
Gaznelilerin kendilerine karşı savaş hazırlıklar yürüttükleri haberini
alan Selçuklu beyleri, obaların bütün ağırlığı ile kadınları ve çocukları çölün
içine göndererek kendi savaş taktiklerini rahatça uygulayabilecekleri bir ordu
meydana getirdiler. Kısaca ifade edecek olursak, ağırlıksız ve manevra
kabiliyeti yüksek bir ordu meydana getirdiler.149
2.1.2.2. Savaşın Psikolojik Cephesi ve Savaşın Seyrine Etkisi
Sultan Mesud adına orduyu idare eden Hâcib Sübaşı, esasında
korkak biriydi. Bir süre bu durumunda etkisiyle Herat'ta otururken Çağrı Bey,
ansızın Merv’e bir baskın düzenleyip şehri yağmalamıştır. Sübaşı, Çağrı
Bey'in üzerine yürüdü ise de fazla mukavemet gösterememiştir. Çağrı Bey'in
Cüzcân hâkimini öldürmesi, Gazneli ordusu nezdinde bir yıkım yaratmıştır.
Buna karşı Selçuklu askerlerinin ise alınan başarılar nedeniyle cesaretleri ve
ümitleri artmıştır.150
147
Gazneli devletine maaşlı asker olarak hizmet etmek, Horasan’da asayişi temin etmek ve verilecek
benzeri vazifeleri yapmak… bkz. M. Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul, Milli Eğitim
Basımevi, 1976, s. 10.
148
Köymen, 1976: 10, Alptekin Coşkun “Büyük Selçuklular”, DGBİT, VII. Cilt, İstanbul, Çağ Yay.,
1989, s. 101, Koca, 1997: 69, Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, TTK
Yay., 2000, s.46.
149
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 366, Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 6-7, Koca, 1997: 70, Kafesoğlu, 1972: 24.
150
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 366, Ahmed bin Mahmud, 1977: I, 17.
57
Nisan 1037 yılının cuma günü Merv’de Çağrı Bey adına hutbe
okunmuştur. Subaşı ise bu arada oyalanıp vakit kazanıyor ve bir yerden
diğerine dolaşıp duruyordu. Gaznelilerin oyalama siyasetini fark eden
Selçuklular, yeniden küçük guruplar halinde akın ve yağma faaliyetlerine
başladılar. 20-30 parçaya ayrılmış birlikler halindeki Selçuklu kuvvetleri 1037
yılı sonbaharından 1038 yılı ilkbaharına kadar Cuzcân, Tâlikan ve
Fâryâb’dan Rey’e kadar her tarafta akınlar tertip etmişlerdir. Anlatıldığına
göre Hâcib Sübaşı’nın bu baskınlardan haberdar oluncaya kadar iş işten
geçiyordu.151 Bu baskınlar vesilesiyle aldıkları Rey şehri, Selçuklu akınlarının
ne derece etkili olduğunu göstermesi açısından da önemlidir.
Gazneli ordusunun Horasan’da uzun müddet kalması, ülkenin
yağmalanması erzak ve yiyecek sıkıntısına yol açarken, sürekli kan
dökülmesi askerlerin moralini bozmuştu. Kısaca büyük bir ordu yıpranmaya
başlamıştı. Selçuklulara gelince, onlar azıcık bir şeyle yetindiklerinden
yiyecek meselesine fazla önem vermiyorlardı. Bu yüzden de Hâcib Sübaşı
savaşmaya mecbur kaldı ve Çağrı Bey’in üzerine yürüdü. Bu durumda Sultan
Mesud’un, bir an önce Selçuklu beyleri ile meydan savaşına gidilmesi
yönündeki isteği de etkiliydi. Nihayet iki ordu Haziran 1038 yılında Serahs
kapısında karşılaştı. Selçuklular ilk karşılaşmada gruplar halinde, Gazne
ordusunu hırpalayıp sür’atle geri çekiliyorlardı. Sabahtan akşama kadar
süren şiddetli savaşta Hâcib Sübaşı’nın askerleri sebat göstermedi. Çok kötü
bir hezimete uğrayarak rezil ve perişan bir vaziyette Herat’a gittiler. Çağrı
Bey’in büyük gayretleri neticesinde Selçuklular savaşı kazanıp Horasan’a
hâkim olmuşlardır.152
Sonuç itibariyle kendilerinde Gazneli ordusuna karşı koyacak gücü
gören Selçuklular, akın ve baskınlarla önce Gazneli ordusunu yıpratıp savaş
cesaretini kırarak korkutmuşlardır. Asıl meydan savaşında da bu durumdan
yararlanarak büyük başarı elde etmişlerdir.
151
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 366-367, Köymen, 1976: 11; 1979: I, 246.
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 367, Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 6-7, Ahmed bin Mahmud, 1977: I, 20-21,
Koca, 1997: 70, Köymen, 1976: 11, Turan, 1999: 99.
152
58
2.1.3. Dandanakan Savaşı
2.1.3.1. Savaşın Sebebi
Sultan Mesud, ordusunun arka arkaya iki defa yenilmesinden sonra
durumun son derece ciddi olduğunu anlayarak Selçukluların daha fazla
güçlenmesine mani olmak için kısa sürede harekete geçmiştir. Bu maksatla
300 savaş fili ile destekli, sayısı atlı - yaya 50 bini bulan kuvvetiyle
Selçuklular üzerine yürümüştür. Siyasi kavrayışı zayıf olan Sultan Mesud,
daha evvel askeri kabiliyeti yüksek bazı komutanları sudan sebeplerle
görevden almış, kimilerini de öldürtmüştür. Sultanın bu yanlış tutumu, hassa
ordusundan birkaç bölüğün, kendisinden ayrılarak Selçuklu saflarına
geçmesine de neden olmuştu. Bununla beraber ayrıca Selçuklu saflarına
geçmenin fırsatını kollayan birçok komutan ve askerler de bulunuyordu.153
Tüm bu nedenler, Gazneli ordusunda büyük bir huzursuzluk yaratmıştır.
Şüphesiz bu durum da meydan savaşı yapacak bir komutan için hiç de iyi bir
başlangıç değildi.
Diğer taraftan, Selçuklu Beyleri Gazneli ordusuyla bir meydan savaşı
yapmak için gerekli tedbirleri almışlardı. Onlar her zaman yaptıkları gibi,
savaşta rahat hareket etmek maksadıyla savaşma güçlerini engelleyecek
faktörlerden kurtulmak için obalarının ağırlıklarını, kadın, çocuk ve yaşlılarını
düşmanın ulaşması zor bir sahaya göndermişlerdir. Bu durum aynı zamanda
düşmanın eline geçince çok büyük maddi ve manevi kayıplarla sonuçlanacak
olası bir olaydan da kurtulmaya yönelik bir adım olarak düşünülebilir. İşte
Dandanakan savaşı öncesinde Selçuklu Beylerinin bu maksatla seçtikleri yer
Balhan dağları etekleridir. Neticede mobilize olmuş yaklaşık 16 bin
civarındaki Selçuklu kuvvetleri savaşmaya hazır bir duruma gelmiştir.154
153
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 367, Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendi, Râhat-üs-Sudûr ve Âyetüs- Sürûr, I. cilt, çev. Ahmet Ateş, Ankara, TTK Yay., 1999, s. 99, Koca, 2005: 60-61.
154
Koca, 2005: 60-61, Köymen, 1998: 52.
59
2.1.3.2. Savaştan Önce Gazneli Ordusuna Yapılan Baskınlar,
Korku ve Panik Hali
Kaynaklardan anlaşıldığına göre Selçuklu Beyleri başlangıçta bir
meydan savaşını göze alamadılar.155 Sultan Mesud’un ilerlemesi karşısında
Selçuklular, yıpratma savaşı yapmak üzere dağınık bir şekilde çöllere
çekilmişlerdir. Bu birliklerin Gazneli ordusu tarafından sahrada takip edilmesi
imkânsızdır. Çünkü çölde harekete alışık olmayan Gazne ordusu gerekli
takibi yapamayacaktır. Daha sonra Sultan Mesud Kasım 1039 yılında
Selçuklular tarafından boşaltılan Nişabur’a girmiştir. Ancak harap olmuş
şehirde kıtlık hala hüküm sürmektedir. Gazneli kumandanları Nişabur’da ot
dahi bulamadığı için ordunun isyan etmesinden korkup esasında Nişabur’dan
pek de farklı olmayan Serahs’a doğru harekete geçmişlerdir. Serahs’a
geldikleri zaman sıkıntılarının biteceğini sanan Sultan Mesud, ordusunun
perişanlığını görünce çok şaşırmıştır. O daha sonra kesin bir kararlılıkla
Merv’e gitmeye karar vermiştir. Selçukluların yer yer düzenledikleri ara
hücumlar ve yıpratıcı baskınlar, sahrada yol alan Gazneli ordusunun çok ağır
kayıplar vermesini sağlamıştır. Selçuklu kuvvetleri ayrıca sahrada Sultan
Mesud’un karargâhının bulunduğu yere yakın nehrin yatağını değiştirmiş, su
tedariki için açılmış kuyuları bozarak Gazneli ordusunun zor durumda
kalmasına neden olmuşlardır.156
155
Sultan Mesu’dun hareketlerini adım adım takip eden Çağrı Bey, daha önce de bahsettiğimiz gibi
Ulya- âbâd denilen yerde Gazneli ordusunun üzerine bir saldırı düzenlemiştir. Amacı Gazneli
ordusunun savaş gücünü ölçmektir. Ama bu hareketinde başarılı olamamıştır. Bu başarısızlık
Selçukluların durumunu hiç etkilemedi, ama Sultan Mesud’un kararlılığı karşısında endişeye düşen
Selçuklular, bundan sonra bir durum değerlendirmesi yapmak ve hareket tarzlarını belirlemek üzere
Selçuklu Beyleri, Serahs şehrinde bir araya gelerek bir kurultay topladılar. Onlar bu toplantıda kendi
aralarında uzun uzun tartıştılar. Çağrı Bey, bir meydan savaşı verilmesi kararındaydı. Çünkü o, son
çarpışmada Gazneli ordusunun çok hantal olduğunu, bundan dolayı savaş yeteneğinin zayıf
bulunduğunu tesbit etmiştir. Üstelik bu ordunun Sultan Mesud’un sert ve hoşgörü tanımaz tavrı
yüzünden savaşmakta isteksiz olduğu da, onun gözünden kaçmamıştır. Bu şekilde Gazneli
ordusunun durumunu tesbit etmiş olan Çağrı Bey, son derece hareketli olan Selçuklu birlikleriyle bir
meydan savaşında kesin sonuca gidebileceği fikrindeydi. Çağrı Bey bu fikrinde ısrar edince, Başta
Tuğrul Bey olmak üzere diğer Selçuklu Beyleri ona katılmak zorunda kaldılar. Koca, 1997: 74,
Köymen, 1998: 49-50.
156
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 368, er-Râvendi, 1999: I, 99, Müneccimbaşı, 2000: I,10, Sadrüddîn
Hüseynî, 1943: 10, Koca, 1997: 74, Kafesoğlu, 1972: 26, Köymen, 1998: 52, Çoşkun, 1989: VII,
103, Merçil, 1989: 74, Adnan Nur Baykal, Türklerin Strateji Serüveni, İstanbul, Sistem Yay,
2008, s. 36.
60
Selçuklular, Gaznelilere karşı 1039 yılının ilkbaharında başlattıkları
yıpratmaya dönük faaliyetlerini 1040 yılının ilkbaharına kadar sürdürmüştür.
Bu zaman zarfında Sultan Mesud, vezirinin tavsiyesi üzerine Selçuklu
Beyleriyle anlaşmaya çalışmışsa da karşılıklı güvensizlik nedeniyle olumlu
sonuç alamamıştır. Fakat daha sonraları Gaznelilerin düştükleri çıkmazdan
kurtulmak için Selçuklularla mütareke akdine yanaştıkları ve savaşmaktan
vazgeçmeye yönelik hareketler sergiledikleri anlaşılmaktadır.
Savaşın çok uzamasından dolayı bir ara Selçuklu beylerinin
maneviyatı bozulmuş ve yılgınlık içine düşmüşlerdir. Hatta onlardan bazıları
iş işten geçmeden bir an önce Horasan’ın terk edilmesini istemişlerdir.
Amacına ulaşma hususunda sarsılmaz bir inanca sahip olan Çağrı Bey,
“başlanılan işin sonunun getirilmesi”, gerektiğini söyleyerek, yılgınlık içinde
olan Beyleri savaşın devamı konusunda ikna etmeyi başarmıştır. Selçuklu
Beyleri, bu uğraş sonunda yeni bir mücadele azmi ve cesaretiyle bütün
kuvvetlerini
Merv
yöresinde
toplamışlardır.
Savaşın
başından
beri
uyguladıkları vur-kaç taktiği ile madden ve manen çökertilmiş olan Gazneli
ordusu nihai sona yakın bir duruma getirilmiştir. Daha önce bahsedilen
malum sıkıntıların yanında özellikle savaşın gittikçe uzaması Gazneli
askerleri arasında memnuniyetsizlikle karşılanmaktaydı. Sultan Mesud belki
de tüm bu olumsuzlukların da etkisiyle giderek asabi bir kişiliği bürünmüştür.
Sultanın bu beklenmedik davranışları, başta devlet adamları ile komutanlar
olmak üzere tüm askerler üzerinde sadakatte zaafa neden olmuştur.157
2.1.3.3. Devlet Kuran Savaş: Dandanakan Zaferi
Bir yıl süren kovalamadan sonra Gazneli ordusunun yeteri kadar
yıpranmış olduğu kanaatine varan Selçuklu Beyleri, Merv yakınlarındaki
Dandanakan hisarı önünde meydan savaşını kabul etmişlerdir. Saflar halinde
savaşa başlayan Gaznelilere rağmen, Selçuklular bölük bölük saldırıya
157
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 368, Köymen, 1998: 52, Koca, 1997: 75, Turan, 1999: 105, Merçil, 1989:
75.
61
geçmişlerdir. Bu saldırılar ile Gazneli ordusuna ani ve şaşırtıcı darbeler
vurduktan sonra hızla geri çekilen bölüklerin yerini arkada bekleyen istirahat
halindeki bölükler almaktaydı.158
Nihayet Selçuklu askerlerinin yıldırım gibi saldırıları ve oğuz okçuların
ordunun ileri kanatlarını ok yağmuruyla şaşkına çevirmeleri Gazne saflarını
bozmaya yetmiştir. Bu arada 370 kişiden oluşan bir bölük, savaş cereyan
ederken, Gazneli ordusundan ayrılıp Selçuklular tarafına geçmiştir. Hâlbuki
bunlar, Gazneli ordusunun vurucu gücünü oluşturan en güvenilir birlikleriydi.
Artık Gazneli ordusunda büyük panik başlamıştır. Çünkü ordu bir taraftan
çökerken, bir taraftan da çözülüyordu. Bu durum, Selçuklu beylerinin zafer
umutlarını artırıyor ve onları cesaretlendiriyordu. Son derece hareketli olan
Selçuklu birliklerinin durmadan tekrarladıkları vurma ve geri çekilme taktiği üç
gün boyunca sürmüştür. Nihayet, susuzluk, yorgunluk, açlık ve mevcut fikir
ayrılıkları içinde bitkin bir halde bulunan Gazneliler, Çağrı Bey’in saldırısı ile
bozguna uğramışlardır. Savaşı kaybettiğini anlayan Sultan Mesud, yanında
kalan 100 kadar has adamıyla birlikte Gazne şehrine doğru kaçmıştır.159
Selçuklular, coğrafyanın kendilerine sağladığı avantajları çok iyi
kullanıp, düşmanının hareket yapısı, psikolojik ve ruh halini çok iyi analiz
edip ona göre strateji belirlemişlerdir. Bu sayede piyade, süvarileri ve fillerle
desteklenmiş çağın en ihtişamlı ve gözde Gazneli ordusunu madden ve
manen çökerterek büyük bir yenilgiye uğratmışlardır.
Böylece Selçuk Bey’le başlayan, oğlu Arslan Yabgu ile devam edip
torunları Tuğrul ve Çağrı Beyler zamanına dek devam eden yüzyıllık
158
Öte yandan İbnü’l Esir, tam bu sırada bir hadise vukû bulduğunu kaydeder: Mesud’un
mahiyetindeki bir grup asker arasında su yüzünden anlaşmazlık çıktı ve birbirlerine girdiler. Hadise
büyüdü, hatta birbirleriyle savaşmaya ve birlerinin mallarını yağmalamaya başladılar. Bunun üzerine
askerler arasında Mesud’a karşı bir soğukluk meydana geldi. Mesud’un yanından ayrılmak ve onu
kendi haline bırakmak için birbirlerini teşvik etmeye başladılar... bkz. İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 368.
159
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 369, Koca, 1997: 75-76, Kafesoğlu, 1972: 26, Köymen, 1998: 53, Turan,
1999: 105, Merçil, 1989: 76, Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul, Ötüken Yay., 2000, s.80,
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi: Selçuklular ve Anadolu Beylikleri, II.cilt, Hayat Yay., şy., 1964,
s.29.
62
mücadele, zaferle sonuçlanarak, Büyük Selçuklu Devleti adını verdikleri
devlet kurulmuştur.
2.2. ANADOLU ÜZERİNE DÜZENLENEN SEFER VE AKINLARDA
YAPILAN SÜRPRİZ BASKINLAR
Üçüncü bölümde bahsedildiği üzere Selçuklular, Mâverâünnehir'e
geldiklerinde Karahanlı, Gazneli, Samanoğulları Devletlerinin, İran ve
Mâveraünnehir hâkimiyeti için birbirleriyle mücadele halinde oldukları bir
ortamla karşılaşmışlardır. Henüz devlet kuramamış olan Selçuklular, bu
devletlerarasında zamanla siyasi bir kuvvet olarak tanınmış, devletlerarası
politik ilişkilerde kısa sürede rol almaya başlamışladır. Bir yandan da siyasal
nüfuz kazanmaları, bu devletleri Selçuklulara karşı olmaya itmiştir.
Bu arada Türkmen kitlelerinin nüfusunun giderek artması Selçuklu
Beylerini yeni yurt ve meralar aramaya sevk ediyordu. Buna ek olarak Batı ve
Doğu Karahanlı hükümdarlarının baskıları Çağrı ve Tuğrul Beyleri yeni bir
durum
değerlendirmesi
yapmaya
yöneltmiştir.
Gelinen
noktada
Mâverâünnehir'de varlıklarını koruyamayacakları anlamış bulunuyorlardı.
Tüm bu faktörler Tuğrul Bey'in obalarının ağırlıklarını, kadınları, çocukları
alarak geçilmesi uzak çöllere çekilerek düşman saldırısından korunacak bir
pozisyon almasına; Çağrı Bey'in ise batı istikametinde ilerleyerek Doğu
Anadolu'ya160 bir keşif seferi yapmasına neden olmuştu. Söz konusu sefer ile
160
Doğu Anadolu, tarih boyunca birçok topluluğa ve çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapan bir
bölgedir. Burada çoğunlukta yaşayan topluluk ise Ermenilerdir. Kendisini "Hayk" olarak
isimlendiren bu topluluğun yaşadıkları coğrafya "Armenia" olarakta anılmıştır. X. yüzyılın son
çeyreğine girilirken Doğu Anadolu Bölgesinde merkezleri Ani, Kars ve Van olmak üzere üç Ermeni
krallığı ortaya çıkmıştır. Ermeniler, Doğu Anadolu bölgesinde tabii krallıklar şeklinde olsa da
sürdürdükleri hâkimiyetlerini, Bizans İmparatoru II. Basileios'un bölgeyi ilhak politikasını
başlatması üzerine Bizans'a devretmek zorunda kalmışlardır. Buna göre, Anadolu’ya Selçuklu akını
başlamadan önce bu yerler Bizans tarafından ilhak edildiğinden her ne kadar Türkler bölgede
Ermenilerle çatışmaya girse de bölgeyi Ermenilerden değil Bizans'dan almış olacaktır. Bu arada
Bizans’da iç karışıklar içinde bulunuyordu. Sarayda menfaat esasına göre kurulan grupların yersiz
müdahaleleri yüzünden sarsılan imparatorluk, ordu iyice ihmal etmiş, bilhassa eyaletlerdeki askeri
birlikleri parasız ve yiyeceksiz bırakmıştır. Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da
Ermeniler, Anakara, TTK Yay., 2007, s.1, 6.
63
ayrıca Selçukluların oldukça bozulmuş olan ekonomik durumlarını elde
edilecek ganimetler sayesinde düzeltilmesi planlanmaktaydı161
1016-1021
yılları
arasında
Çağrı
Bey
bu
keşif
seferini
gerçekleştirmiştir. Sefer sonucunda elde edilen bulgular oldukça önemlidir.
Çünkü yeni bir Türk devletinin kurulup inkişafında son derece önem arz eden
Anadolu coğrafyasının keşfine zemin hazırlamıştır. Çağrı Bey: “Biz
buralardaki güçlü devletlerle yani Karahanlı-Gazneli devletleriyle mücadele
edemeyiz, ancak Horasan, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya gidip oralarda
hükümran olabiliriz, zira oralarda bize karşı koyabilecek hiçbir kuvvete
rastlamadım.”162 demiştir.
Çağrı Bey, başta Anadolu'da büyük bir siyasi güç'ün olmamasına
dikkat çekerek toprakları ile ikliminin gelecekte kendilerinin yerleşmelerine
oldukça uygun olduğu kanaatine varmıştır. Bu kanaatini de Tuğrul Bey ile
paylaşmıştır.
İşte
daha
sonraları
Horasan'da
devlet
kuracak
olan
Selçukluların, Anadolu topraklarına akınlar düzenlemelerine giden sürecin
başlangıcı da bu keşif seferinde saklıdır.
Çağrı Bey’in Anadolu toprakları hakkındaki ümit verici bilgiler üzerine,
Türkmenistan’dan Horasan’a gelmiş olan Türkmen kitleleri, batıya doğru
akmaya başlamışlardır. Bir Bey veya komutanın etrafında toplanarak,
Anadolu’yu kendilerine yurt yapmak için akınlara başlamışlardır. Bu akınlar,
Büyük Selçuklu Devletinin kurulmasından sonra da devlet kontrolünde ve
belli plan dâhilinde yürütülmüştür.163
161
Koca, 1997: 53, Kafesoğlu, 1972: 16.
Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi: Selçuklular Dönemi( Başlangıştan 1086’ya Kadar), Ankara,
TTK Yay., 1988, s.21.
163
Mehmet Tanju Akad, Bir Savaş Nasıl Kaybedilir? Selçuklu, Osmanlı Tarihinde Askeri
Hatalar, İstanbul, Kitap Yay., 2009, s. 9, Turan, 1999: 112-113.
162
64
2.2.1. Sultanların Yapmış Olduğu Sefer ve Akınlar
2.2.1.1. Çağrı Bey'in Anadolu’ya Keşif Seferi
Çağrı Bey 1016 yılı başında 3 bin kadar seçme süvarisi ile Anadolu
topraklarına doğru yola çıkmıştır. Çağrı Bey, Selçukluların hareketini titizlikle
gözleyen Gazneli Devleti'nin bir boş anını yakalayarak Horasan'dan
geçmiştir. Sonra da Irak-ı Acem üzerinden Azerbaycan topraklarına
ulaşmıştır. Burada Samanoğullarından Emir Ahmed bin İsmail zamanında
Horasandan getirilmiş Türkmen kuvvetlerini de kendi birliklerine katmıştır.
Yatağından çıkan bir sel gibi Anadolu'ya giren Çağrı Bey, Ani Ermeni krallığı
topraklarına kadar sırayla Vaspurakan Krallığı, Şeddat Oğulları ve Gürcü
Krallığı topraklarını geçerek oldukça geniş bir alanı kapsayan akın
hareketinde bulunmuştur.164
Türklerin Vaspurakan'a girdiklerini kaydeden çağdaş müellif Urfalı
Mateos, diğer Ermeni ve Süryani müellifler gibi Türkleri, Hristiyanlar üzerine
gönderilmiş Allahın birer gazabı olarak nitelendirmiştir. Türklerin görünüşleri
ve kıyafetleri, Bizans ve Ermenilerin taktilerine benzemeyen savaş taktikleri
Vaspurakan halkı ve askerlerini telaşa düşürerek derin bir panik havası
yaratmıştır. 165
Çağrı Bey, Vaspurakan'da tahrip akınlarını geliştirdikten sonra Van
Gölünün kuzey havzasına gelmiştir. Kral Senacherim (Senekerim), bu haberi
alınca başkumandan Şabuh'a derhal tedbirler almasını ve Türkler üzerine
yürünmesini emretmiştir. Senacherim
büyük oğlu David'i de Sabuh'un
yanına vermiştir. Ancak ilk defa karşılaştıkları Türklerle nasıl savacaklarını
bilemeyen Ermeni askerleri, kılıçlarla Türklerin üzerine yürüdükleri zaman
arkalarında mevzilenmiş Türk askerlerinin oklarına maruz kalarak büyük
kayıplar vermişlerdir. Buna rağmen David kılıcına fazla güvenerek saldırıdan
vazgeçmemiştir. Başta Türkleri gerilettiğini sanarak bir çember içine düşme
164
Kafesoğlu, 1972: 16, Koca, 1997: 54, Köymen, 1998: 33.
Urfalı Mateos, 2000: 48-49, Ali Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara,
TTK Yay., 1983, s. 11.
165
65
durumuyla karşılaşınca Başkumandan Şabuh, David'i omzuna vurarak zorla
savaştan döndürmüştür.
Çağrı Bey bundan sonra bu bölgede ciddi bir kuvvetle karşılaşmadı ve
birçok sahayı ele geçirdi. Vaspurakan Krallığının batı parçasını Selçuklular
adına hâkim olmuştur. Buradan bol miktarda ganimet toplayarak Gürcülerin
oturdukları Nahcivan bölgesine yürümüştür. Bu topraklara giderken de
Şeddat oğulları arazisinden geçerek Gürcü arazisine ulaşmıştır.166
Çağrı Bey, Gürcüler üzerinde geniş bir yağmaya giriştiği sırada bu
toprakları korumakla görevli Bizans’ın Gürcü asıllı kumandanı Liparit,
emrinde 5 bin kişilik kuvveti olduğu halde karşı koymaya cesaret edemeyerek
kaçmıştır. Böylece bütün bölge kolayca hâkimiyet ve denetim altına alınmış
olunuyordu.167Çağrı Bey daha sonra, Dovin şehrinin güneyindeki Nik
bölgesine yürümüştür. Bu bölgedeki Beçni kalesinin Bizans kumandanı
Vasak Pahlavuni, muhtemel tehlikenin farkında olduğundan Selçuklu
akıncılara karşı etraftan kuvvet toplamaya başlamıştı. Fakat çok kısa süre
içinde Selçuklu öncü kuvvetlerini Beçni civarında görmeleri sonucu şok
olmuşlardır. Tam olarak askeri kuvvetlerini toplayamayan komutan, yine de 5
bin kişilik kuvvetle karşı koymaya çalışmıştır. Söz konusu kuvvetlerle Vasak
Pahlavuni, bir köy kilisesini muhasara eden Türkmenlerin üzerine baskın
yapıp ağır kayıplara uğratarak geri çekilmeye mecbur etmişti. Bu mağlubiyet
aynı zamanda Türkler belirli aralıklarla geri çekilerek düşmanı asıl merkez
kuvvete çekmeye dönük planının bir parçasıydı. Ve elbette ki Vasak
Pahlavuni bu çekilmenin gerçek nedenini bilmiyordu. Sadece vurulan her bir
darbenin kendisini zafere götüreceği heyecanıyla hareket ediyordu. Böylece
Vasak Pahlavuni’nin ordusu bozguna uğratılmıştır. Çağrı Bey, Van Gölü
havzasından sonra Nahçivan ve Nik bölgelerini de istilâ ve akınlarla denetim
altına almış oluyordu.168
166
Urfalı Mateos, 2000: 48-49, Kafesoğlu, 1972: 16, Ersan, 2007: 20.
Vardan, “Türk Fütuhat Tarihi”(Vakayiname’den), çev. Hrant Der Andreasyan, Tarih Seminerleri
Dergisi, s. 1/2, 1937, s. 173, Sevim, 1988: 20, Köymen, 1998: 33, Ersan, 2007: 20-21.
168
Sevim, 1988: 21, Vardan, 1937: 173-174, Kafesoğlu, 1972: 16.
167
66
Daha sonra Ani Ermeni krallığının topraklarına giren Çağrı Bey, belki
de
uzun
yolculuğun
yaratmış
olduğu
yorgunluğun
da
etkisiyle
ilk
başarısızlığını almıştır. Artık yeteri kadar ganimet elde etmiş olan Çağrı Bey,
geri dönmeye karar vermiştir. Geldiği güzergâhı takip ederek tekrar
Mâverâünnehr'e dönmüştür.
Sonuç olarak, henüz siyasi bir teşekkül haline gelmemiş Selçuklular,
bulundukları bölgenin siyasi ve demografik özelliklerini çok iyi analiz ederek
kendileri için daha rahat yeni bir sahanın gerekliliğine karar kılmışlardır. Bu
sahanın keşfinde Selçuklu Sultanlarının gayreti ve yetenekleri yadsınamaz.
Bu yetenek ve gayretler Türk savaş taktikleri ile birleşince girişilen
mücadelelerde tez zamanda sonuç elde edilmiştir.
2.2.1.2.
Sultan
Tuğrul
Bey’in
1054-1055
Yılları
Arasında
Anadolu’ya Seferi
Sultan Tuğrul Bey, başkenti Nişabur’dan Rey’e taşıdıktan sonra bazı
Selçuklu Bey ve komutanlarını Anadolu’nun fethiyle görevlendirmiştir.
Bunların Anadolu’da geniş alanlarda akınlarda bulunması, özelliklede İbrahim
Yınal ve Kutalmış’ın Pasinler ovasında Bizans ordusuna karşı kazandığı
zafer Sultanı heyecanlandırmış, Anadolu’nun fethine bizzat katılma gereği
duymuştur. Temel amacı Anadolu’yu kendisine açacak kilit noktaları birer
birer ele geçirmekti. Ayrıca Pasinler savaşından sonra Bizans ile yapılan
barışta tam bir anlaşma sağlanamaması, Tebrizli Ravvadi Vasudân’ın, Dovin
ve Genceli Abu’l Asvâr’ın kendisine itaatte sorun yaratmaları da diğer önemli
sebepler arasındadır.169
Sultan Tuğrul Bey, sefer hazırlıklarını tamamlayıp 1054 yılında
Azerbaycan’a gelmiştir. Tebriz de, Tebrizli Ravvadi Vasudân’ın, Dovin ve
Genceli Abu’l Asvâr’ın direnişlerini kırarak itaat arz ettirip kendi adına hutbe
169
Ebû’l-Ferec, 1945: I, 306, Claude Cahen, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişleri (XI Yüzyılın ikinci
yarısı), çev. Yaşar Yücel-Bahaeddin Yediyıldız, Ankara, TTK Yay. 1992, s.11, Ersan, 2007: 23,
Koca, 1997: 97.
67
okutturduktan sonra Anadolu’ya yönelmiştir. Van gölü civarından Anadolu’ya
girip Bargiri (Muradiye)’yi zapt etmiştir. Daha sonra Urfalı Mateos’un da ifede
ettiği gibi, “ateş fışkıran kara bulut gibi” hareket ederek Erciş’i feth etmiştir. 170
Bundan sonra Sultan Tuğrul Bey, müstahkem bir mevki olan Malazgirt
kalesini kuşatmıştır. Urfalı Mateos bu kuşatmayı şu şekilde izah etmiştir:
“….Tuğrul Bey Mandzgert şehrine girdi. Ertesi gün, şafak sökülünce Sultan,
hücum borusunun çalınmasını emretti. Bu boru sesleri aksedince bütün ordu
tarafından yükselen bağrışlar, Hristiyan halk üzerinde korkunç bir manzara
hâsıl oldu ve bunu nasıl tarif etmelidir? Ama yine de onlar tek bir insan gibi
müttefiken hareket edip şiddetli hücumlara göğüs gerdiler”.171 Böylece Sultan
Tuğrul Bey kaleyi düşürmek için yaptığı bütün hücumlar netice vermedi.
Hatta Pağeş (Bitlis)’ten büyük bir mancınık getirtti. Bu mancınık kurulunca
şehir halkı yine dehşet içine düşmüştür. Ama mancınık, kale savunucuların
baskı altına alınmasında bile fayda vermedi. Bu başarısızlığın başlıca sebebi,
Türk ordusunun kuşatma savaşına alışık olmaması idi. Bu arada sürpriz bir
olay yaşandı; kaleden çıkan bir Frank askeri, kendisine barış için gelen elçi
intibahı vererek mancınığın önüne kadar gelip koynunda gizlediği neft ile
mancınığı yakmıştır. Bu beklenmedik olayında yarattığı şok Selçuklu ordusu
üzerinde moral yıkıcı bir etki yapmıştır.172
Bundan sonra Sultan Tuğrul Bey ordusunu üç kısma ayırdı. Birinci
kısmı kuzeye yönlendirerek; Kafkaslar, Canik Ormanları, Tercan, Hanzit ve
Erzincan’a kadar akın yapmakla görevlendirdi. İkinci kısmı Çoruh-Kelkit
vadisi ötesindeki memleketlerin fethiyle görevli kılarak kendisinin de başında
bulunduğu üçüncü kısımla Kars’a oradan da Pasinler ovasından hareketle
Erzurum’a doğru yönelmiştir. Bu arada Ügümi’ye kadar ilerleyen Sultan’a,
mukavemet edecek bir Bizans kuvveti çıkmamıştır. Böylece Doğu Anadolu’da
170
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 454, Urfalı Mateos, 2000: 100, Turan 1999: 131.
Urfalı Mateos, 2000: 100-101.
172
Urfalı Mateos, 2000: 100-101, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 306, Koca, 1997: 97.
171
68
geniş akınlar yapan Sultan Tuğrul Bey, yeteri kadar ilerlediğine ve ganimet
elde ettiğine kanaat getirerek geri dönmeye karar vermiştir.173
Dönüşte tekrar güneye inen Sultan Tuğrul Bey Malazgirt’i kuşatmıştır.
Uğradığı ilk yenilginin intikamını almak istiyordu. Kale savunucuları,
beklenmedik bu kuşatmada büyük korku ve ümitsizlik içine düşmüşlerdir. Kış
ayının yaklaşması kuşatmanın kısa sürmesine neden olmuştur. Geri dönüşü
sırasında da Adilcevaz’a bir baskın yaparak bu kaleyi feht etmiştir. Sultan
Tuğrul
Anadolu’dan
ayrıldıktan
sonrada Selçuklulara
bağlı
kuvvetler
Anadolu’nun muhtelif yerlerine düzenledikleri akınlara devam etmiş, hatta
akınların arttığı görülmüştür.174
Yukarıda belirtilen olaylar dâhilinde, Sultan Tuğrul Bey Büyük Selçuklu
Devletini kurmakla ve geliştirmekle beraber şüphesiz bir vatan kurma
harekâtının da öncüsüdür. Oğuz kitlelerini Anadolu’ya doğru sevk edip,
onların
yeni
yurtlarına
yerleştirilmesi
için
bey
ve
komutanlar
görevlendirmesinin yanında Anadolu seferine çıkması ile ileride kurulacak bir
yurdun temelini atmıştır.
2.2.1.3. Sultan Alp Arslan’ın 1064-1071 Yılında Anadolu Seferleri
Sultan Tuğrul’un ölümü üzerine 1063’de Büyük Selçuklu İmparatorluğu
tahtına geçen Alp Arslan, ilk iş olarak Tuğrul Bey’in yarıda bıraktığı işleri
tamamlamayı düşünmüştür. Bu nedenle Anadolu’ya sefer ve akınları
düzenlemiştir. Nihayet 1064 Şubat’ında ordusuyla Azerbaycan üzerinden
Aras civarındaki Marend (Merend) kentine gelmiştir.
Burada kendisini
Anadolu’ya sık sık akın yapan “Tuğtekin” adlı bir Türkmen Bey’i karşılamıştır.
Tuğtekin, yaptığı akınlar ve Anadolu’ya giden yollar hakkında önemli bilgiler
173
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 454, Ernst Honigmann, Bizans Devletlerinin Doğu Sınırı(363'den 1071'e
kadar), çev. Fikret Işıltan, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay, 1970, s.179,
Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul, Burhaneddin Matbaası, 1944,
s. 48, Turan, 1999: 131, Kafesoğlu, 1972: 36-37, Koca, 1997: 98.
174
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 454, Honigmann, 1970: 180, Sevim, 1983: 15, Kafesoğlu, 1972: 36-37,
Koca, 1997: 98, Ersan, 2007: 24.
69
vermiştir. Bu bilgiler Sultan Alp Arslan’ı Anadolu’yu fethe daha da teşvik
etmiştir. Kısa süre sonra Nahçıvan’a gelen Sultan Alp Arslan, ordusunu iki
kola ayırmıştır. Birinci kısım oğlu Melihşah ve veziri Nizâmü’l-Mülk
idaresinde, Doğu Anadolu’daki sınır kaleleri üzerine hareket etmiştir.
Kendisin de başında bulunduğu ikinci kısım ise Gürcü topraklarına175 doğru
yönelmiştir.
Sultan Alp Arslan’ın Gürcü topraklarına yöneldiğini öğrenen kral
Bagrat, korkusundan Selçuklu ordusunun karşısına çıkmaya cesaret
edememiş,
kurtuluşu
kaçmakta
bulmuştur.
Gürcü
topraklarındaki bu
başarısının yanında, oğlunun Doğu Anadolu akınlardaki başarılarından çok
memnun olan Sultan Alp Arslan, ordularını birleştirerek Anadolu’nun fethinde
önemli bir kilit nokta olan Ani şehri ve kalesi üzerine yürümüştür.176
Sultan Alp Arslan’ın Ani’ye gelişi bazı kaynaklarda zikr edilir. Örneğin
Mateos, “… İranlıların ejderi olan Sultan… ”177
şeklinde izah etmiştir. Bu
müstahkem şehir, sarp ve yüksek kayalar üzerine kurulu olup üç tarafı
Arpaçayı nehri ile çevrilidir. Ayrıca karaya bağlı diğer tarafta ise su dolu bir
hendek bulunuyordu. Halk bu tarafta kurulan bir köprü ile şehre girip
çıkmakta idi. Bu yüzdende buranın silah kuvveti ile düşürülmesi son derece
güçtü. Şehri çevreleyen surların görünüşü bile, kuşatanları korkutmaya
yetiyordu. Şehrin bu yapısı Ortaçağ koşullarında muhasara ve fethini
şüphesiz güçleştirmekteydi.
Sultan Alp Arslan şehri 1064 yılında, su dolu hendeğin bulunduğu
taraftan kuşatmıştır. Mancınık ve okçu birlikleriyle öncelikle şehrin kale
savunucularını
büyük
bir
baskı
altına
almıştır.
Daha
sonra
kaleyi
düşürebilmek için hücum üstüne hücum düzenlemiştir. Bu arada Sultan Alp
Arslan, müdafilerin harp taktiğine başvurmuştur. Mesela Sultan, saman ve
toprak dolu çuvalları yığdırarak bunların üzerinden kaleye neft attırmış,
175
Amacı, bölgedeki Gürcü ve Ermeni gücünü kırarak, Anadolu’ya yapacağı fetih faaliyetlerinde
arkasını emniyet altına almaktı. Koca, 1997: 135
176
İbnü’l-Esîr, 1987: X, 49-50, Kafesoğlu, 1972: 43, Köymen, 1998: 257.
177
Urfalı Mateos, 2000: 119.
70
tahtadan bir köşk yaptırarak buradan savaşmıştır. Buna karşılık, sağlam ve
yüksek surların sağladığı avantajları iyi bir şekilde değerlendiren Bizans
birlikleri ile Ani halkı ise, olağanüstü bir direniş göstererek bütün saldırıları
püskürtmeyi başarmıştır. Sultan Alp Arslan değişik harp taktiklerini uyguladı
ise de kuşatmanın gereğinden fazla uzaması maneviyatını sarstı ve bir ara
kuşatmayı kaldırmayı düşündü. Diğer taraftan kale savunucuların durumu
daha da kötüydü. Bizans komutanları, hayatlarını ve Bizans hazinesini
emniyete almak için düşürülmesi daha güç olan iç kaleye çekilmişlerdir.
Böylece başsız kalan Bizans birliklerinin manevi kuvveti kırıldı ve savunmayı
bırakarak kaçmaya başladılar.178 Bu durum şehir halkı arasında büyük korku
ve panik yarattı. Böylece Sultan Alp Aslan’ın aradığı fırsat kendiliğinden
ortaya çıkmış oldu. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Sultan Alp Arslan son
darbeyi vurmak için şiddetli bir hücum başlattı. Selçuklu birlikleri surları
aşarak şehre girdiler. Kısa sürede şehre hâkim olan Selçuklu birlikleri, iç
kaleyi de düşürerek, Ani şehir ve kalesinin fethini tamamlamıştır. 179
Bu başarı ile Anadolu’ya yapılan Türk akınları, akından fethe
dönüşerek yeni bir gelişme safhasına girmiştir. Sultan Alp Arslan, Ani
şehrinin ve kalesinin güvenliğinden sorumlu bir komutan tayin ederek
Anadolu’da ilk Selçuklu askeri teşkilatının çekirdeğini oluşturmuştur. Artık
buradan Anadolu’nun derinliğine yapılacak akınlarda ve fetihlerde, Selçuklu
akıncılarının geri emniyeti büyük ölçüde sağlandığı gibi gerektiğinde yeterli
desteği de alabileceklerdi. Bu gelişme Hristiyan dünyasını, başta Bizans
olmak üzere, büyük bir şaşkınlığa düşürmüştür.
178
Bazı kaynaklar bu sürpriz gelişmeyi yani Alp Arslan’ın kaleye girişini farklı şekilde kayd etmiştir;
“Allahın bir lûtfu olarak durup dururken surlardan bir parçanın yıkılmasına ya da surların deprem
sebebiyle yıkılması,” fethe giden sürecin belirleyici etmeni olmuştur. Bu durum sonucunda, Alp
Arslan, orduları yıkılan surlardan içeri girdirerek şehri zapt etmiştir. İbnü’l-Esîr, 1987: X, 51-52, Ali
Sevim, Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile
Bilgiler I Sultan Alp Arslan Dönemi, Belgeler, XIX/23 , Ankara, TTK Yay., 1999, s. 9-10,
179
Urfalı Mateos, 2000: 119-120, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 51-52, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 316, Kafesoğlu,
1972: 43, Koca, 1997: 136, Turan, 1999: 155, Köymen, 1998: 257-258.
71
Bundan sonra Sultan Alp Arslan, Kars kralı Gagik’i huzuruna çağırarak
itaat etmesini istedi. Ani’nin akıbetini bilen Kral, itaat etmediği takdirde başına
neler gelebileceğini tahmin ettiğinden itaati kabul etmek zorunda kalmıştır.180
Birçok akın ve baskınla ele geçirdiği kaleler ile esir ve ganimetlerin ele
geçirildiği bu büyük sefer sonucunda, Sultan Alp Arslan Ermeniler ve
Gürciler’den aldığı meskûn bölgeleri, atadığı bey ve komutanlara teslim
ederek İsfahan’a dönmüştür.181
Afşin, akınını Marmara sahiline kadar genişlettikten sonra Bizans’ın
başkentinin önlerine kadar gelmiş, sonra da Bizans’ın durumu öğrenip Sultan
Alp Arslan’a bildirmişti. Ebü’l Ferec bu durumu şöyle kayd etmiştir; Afşin Bey,
“Bizans’ın kendini müdafaaya muktedir olmadığını, yapılacak mücadelelerin
çok kolay olacağını, tecrübelerine dayanarak anlattı. Bu sözler Sultana
cesaret verdi, oda Roma diyarına karşı o derece sür’at ve sevinç içinde
hareket etti ki, mallarını taşıyan develerin birçoğu sür’at yüzünden yolda
helak oldu.”182
Afşin’in bu önemli istihbaratından sonra durum değerlendirmesi yapan
Sultan Alp Arslan 1070 yılında Azerbaycan üzerinden Bizans ülkesine
girmiştir. Öncelikle Sultan Tuğrul Bey’in alamadığı Malazgirt kalesini ele
geçirmiştir. Ani’den sonra, doğunun üç müstahkem mevkilerinden biri olan
Malazgirt’in düşmesi oldukça önemliydi. Sultan daha sonra ise Erciş’e yönelip
fethetmiştir. Telhum bölgesindeki kaleleri de ele geçirerek Urfa önlerine kadar
ilerlemiştir. Ancak, bütün imkânlarını kullanmasına rağmen burayı ele
geçiremeyip Suriye’ye yönelmiştir. Halep’i alarak Şam’a doğru ilerlemeye
başlamıştı ki, Bizans imparatorunun büyük bir ordu ile Doğu Anadolu’ya
yöneldiğini
180
öğrenmiştir.
Bunun
üzerine
zaman
kaybetmeden
Urfalı Mateos, 2000: 122, Koca, 1997: 137-138, Kafesoğlu, 1972: 44.
Vardan, 1937: 177, Yinanç, 1944: 59.
182
Ebû’l-Ferec, 1945: I, 320.
181
süratle
72
Anadolu’ya dönmüştür. Bundan sonra Anadolu’da devlet kurma aşaması
olan, 1071 Malazgirt savaşı gerçekleşecektir. 183
Sonuç olarak Sultan Alp Arslan zamanında Anadolu’nun çok geniş bir
bölgesi, Türk akınlarına maruz kalmıştır. Bu akınların yayılması güneyde de
bir hareket üssünün teşkilini gerekli kılmıştır. Yine önceki dönemde görülen
yağma hareketi devam etmekle birlikte, Ani ve Malazgirt gibi büyük Bizans
şehirleri fethedildikten sonra, artık Anadolu bir yurt olarak benimsenmeye
başlanmıştır.
Akıncılar
Malazgirt
savaşından
sonrada
kesin
olarak
Anadolu’yu yurt olarak benimsemişler ve Anadolu da kalmaya başlayarak
mahalli devletler kurmuşlardır.
2.2.2. Hanedan Üyelerinin Yaptıkları Sefer ve Akınlar
Bizans imparatoru Konstantinos Monomakhos 1042-1052 yıllarında,
Ermeni ve Gürcileri baskı altında tutmak, Türkmen akınlarını da durdurmak
maksadıyla harekete geçmişti. Bu maksatla bir yandan Ani’ye, bir yandan da
Şeddâdilerin merkezi Dovin’e kadar ordusunu sevk etmişti. Bizans’ın bu
harekâtına karşı Sultan Tuğrul Bey, İbrahim Yınal ile birlikte Irâk-ı Acem
fütûhatında bulunan Kutalmış’ı büyük bir orduyla Azerbaycan’a göndermiştir.
Bu harekâta Musa Yabgu'nun oğlu Hasan’da katılmıştır.
İbrahim Yınal Dicle kıyılarına kadar olan sahayı fethederken,
Kutalmış’da Aras Irmağını aşarak Ermeni ve Gürcü memleketlerine girmiştir.
Öte yandan Musa Yabgunun oğlu Hasan ise 1048 yılında, Vaspurakan
bölgesinde akınlarda bulunduğu sırada Gürcü kralı Liparit kumandasındaki
Bizans-Ermeni-Gürcü
ordusu
tarafından
pusuya
düşürülerek
şehit
edilmiştir.184
183
Urfalı Mateos, 2000: 138-139, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 320, Honigmann, 1970: 140-141, Turan, 1999:
169-180, Köymen, 1998: 263, Cahen, 1992: 23.
184
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 414, Turan, 1999: 121, Yinanç, 1944: 44-45, Kafesoğlu, 1972: 34, Ersan,
2007: 23.
73
Hasan’ın şehit edilmesinden sonra Sultan Tuğrul Bey’in emriyle
İbrahim Yınal ve Kutalmış beraber harekete geçmişlerdir. Urfalı Mateos’un bu
harekati, “Allahın gazabının bir alâmeti olan felâket İran’dan üzerimize
gelmeye başladı. İki kumandan sultanın divanından çıkıp, muazzam bir
orduyla Ermenistan’a karşı yürüdüler”185 şeklinde ifade etmiştir. Bu Türkmen
Beyleri, Eylül 1048’de Pasinler ovasında Hasan-kale önlerine gelmişlerdir.
Ayrıca Liparit idaresinde, bütün Gürcistan ve Abhaz kuvvetlerinden oluşan
takviyeli 50 bin kişilik Bizans ordusu da Pasinler ovasına gelmiştir. İki ordu
Hasan-kale önlerinde korkunç bir savaşa tutuşmuştur. Uzun müddet, galip
taraf anlaşılamamıştır. Ancak yavaş yavaş Bizans ordusu geri çekilmeye
başlamıştır. Selçuklular dağılmakta olan Bizans ordusunu çevirerek mağlup
etmiştir. Esir edilen on binlerce asker ve çok sayıda kumandan arasında
Gürcü kralı Liparit de vardı. İbrahim Yınal, başta Liparit olmak üzere, esirleri
ve ganimetleri Sultan Tuğrul Bey’e götürürken, kalan akıncılar da Van gölü
kıyılarından Trabzon’a kadar olan sahalara yayılmışlardır. Bizans imparatoru
ise bu büyük bozgundan sonra Tuğrul Bey’le anlaşma yapmaya mecbur
kalmıştır.186
2.2.3. Bey ve Komutanların Yaptıkları Sefer ve Akınlar
Arslan Yapgu’ya bağlı Türkmenler, Çağrı Bey’in Anayolu’yla ilgili
olarak Tuğrul Bey’e verdiği olumlu rapordan sonra, Sultan Mahmut ve Sultan
Mesud’un takibinden kurtulabilmek için birkaç defa Anadolu’ya gelip
akınlarda bulunmuşlardır.1028 de yapılan seferde pek çok kayıp vermelerine
rağmen, önce Azerbaycan’a, oradan da Diyarbakır’a ve nihayet Bizans’ın
ilhak ettiği Ermeni bölgesini içine alan geniş bir sahada yayılmışlardır.187
185
Urfalı Mateos, 2000: 85.
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 414-415, Urfalı Mateos, 2000: 85-86, Kafesoğlu, 1972: 35, Turan, 1999:
121-122, Yinanç, 1944: 47, Türk Zaferleri Serisi, No:1, Selçuklu’lar Döneminde Anadolu’ya
Yapılan Akınlar(1049 Pasinler-1071 Malazgirt Zaferleri), Gnkur. ATASE, Ankara, Genelkurmay
Basımevi, 1981, s.5, Honigmann, 1970: 178.
187
Turan, 1999: 119, Ersan, 2007: 21.
186
74
Gazne de Sultan Mahmut tarafından hizmetine alınan Türkmenlerin
başbuğlarından Yağmur Bey’in Gazne valisi tarafından öldürülmesi üzerine,
sayıları on bini geçen Türkmenler, Kızıl Boğa, Buka, Anasıoğlu, Dana,
Göktaş ve Oğuzoğlu Mansur gibi Beylerin komutası altında birleşerek
Gaznelilere karşı mücadeleye girişmişlerdir. 1036 yılında Gaznelileri mağlup
eden bu Türkmenlerin önemli bir kısmı yine Azerbaycan’a gelerek daha önce
gelmiş olan soydaşları ile birleşmişlerdir.188
1038 yılında bu Yabgular, Anadolu’ya tekrar akın hareketinde
bulunmuşlardır. Birçok hıyanet ve felaketlere uğrayan bu Yabguların189
idaresinde sayıları 15 bini bulan Türkmenler 1042’de Urmiye’de toplanıp
Ermeni Vaspuragan (Van Gölü) havzasına girmişlerdir. Burada Türkmenler
birkaç kol halinde harekât etmişlerdir. Bir kısmı Ermeni prensi Haçik’i öldürüp,
Erzurum’a kadar olan sahada “kartal gibi süratli” dolaşarak ilerlemiştir. Diğer
Türkmen kitlesi ise Diyâr-ı Bekr istikametinden Mervâniler arazisine,
Meyâfâkirin (Silvan), Mardin bölgesine ve Cizre’ye kadar ilerlemiştir. Nihayet
diğer Türkmen kitlesi ise Sincar, Nûsaybin ve Hulvan hâvalisine kadar
ilerlemiştir.190 Tüm bu seferleri İbnü’l Esir’in, “… Ermeni diyarına gidip oraları
yağmaladılar ve halkını esir almaya başladılar, o kadar esir almışlardı ki en
güzel cariyenin değeri beş dinardı. Erkek kölelere kimse bakmıyordu…”
şeklindeki
ifadesinden
yapılan
akın
hareketlerinin
191
sonuçlarını
görebilmekteyiz. Bahsettiğimiz bu Yabgular bir takım mücadelelerden sonra
tekrar Rey’e dönmüşlerdir.
188
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 294- 295, Yinanç, 1944: 38.
1041’de Kızıl Boğa ölmüştür. Tuğrul Bey başkent Rey’den bunlara İslam ülkelerine akın
etmemelerini ve Azerbaycan’a dönerek orada yaylak ve kışlak kurmaları ve orada Bizans’ gaza
yapacak olan emirlerin maiyetine girmelerini hakkında emir gönderdi. Bunlar başlıca yukarıda ismi
geçen Buka, Anası-oğlu, Mansur ve Göktaş Bey’lerin kumandanları altında oldukları halde Sultanın
bu yeni emrine itaat ederek Anadolu’ya akını genişletmişlerdir. Ayrıca bu Türkmen Yabguları,
Azerbaycan’a geldiklerinde Selçukluların vassalı olan Erran (Arran) bölgesine girip, Şeddâdiler ile
birlikte Ermeni topraklarına birlikte akın yaptıklarını bazı kaynaklar kaydetmiştir. Urfalı Mateos,
2000: 68-71, Yinanç, 1944: 43, Kafesoğlu, 1972: 34 .
190
Urfalı Mateos, 2000: 76-77, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 295-296, 303, Turan, 1999: 119-120, Kafesoğlu,
1972: 30, Yinanç, 1944: 43-44, İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 298-299.
191
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 301.
189
75
Sultan Tuğrul Bey 1054-1055 yılları arasında Anadolu’ya yaptığı sefer
ve akınları tamamlayıp ayrıldıktan sonra Selçuklu Bey ve komutanları yer yer
akınlar düzenlemeye devam etmişlerdir. Mesela Samuk (Sabuk, Sebük)
komutasındaki Selçuklu birliği 1055 yılında Muş bölgesine akınlarda
bulunmuştur. Samuk komutasındaki Selçuklu birliği ile mücadeleye girişen
Bizans’ın Muş bölge valisi savaşta hayatını kaybetmiştir. 1057 yılında ise
Ahlât’ı ele geçirmiştir.192
Bir Türkmen grubu da Pasinler ovasında yayılmıştır. Tarihçi Aristakes
bu akınları şu şekilde izah etmiştir; “...İmparatoriçe Theodora zamanında
Selçuklu kuvvetleri yaz-kış demeden Ermenilerin yaşadığı bölgelere saldırılar
düzenlediklerin, keşif için gönderdikleri casuslar vasıtasıyla meskûn mahalleri
öğrenip geceleyin ansızın baskınlar yaptıklarını, ganimetlerle çekilmekteydiler
..."193 şeklinde nakletmiştir. Ügümü şehrinin alınmasını bu konuda çok iyi bir
örnek olarak gösterir. Kaynağın verdiği bilgiye göre; bir Selçuklu kuvveti
Pasinler Ovasına yayılmış, Hasankale muharebesinin cereyan etiği yerde
(Ciranis Dağı eteği) Ügümi şehrine akın düzenlemiş ve bu akın sırasında
şehir kül yığını haline getirilmiştir.194
Dinar adında bir Bey’in komuta ettiği Selçuklu akıncıları,1057 yılında
Erzurum’un
Bayburt
havalisini
istila
ettikten
sonra
Kemah
ve
Şebinkarahisar’a kadar ulaşmışlardır. Bundan sonrada Erzincan üzerinden
Malatya’ya inmişler, bölgenin en zengin şehirlerini birer birer ile geçirerek
yağmalamışlardır. Şehrin servetini toplayan Türkmenler 10 gün kaldıktan
sonra Malatya'nın Hanzit bölgesinde karargâh kurmuşlardır. Fakat Bizans’ın
takibi dolayısı ile oradan Sasun dağlarından aşarak, Muş’a varmak üzere
hareket eden Dinar Bey, Ermeni prenslerin bir gece baskınına uğrayarak
şehit düşmüştür. Başsız kalan Türkmen birlikleri ise dağılmışlardır.195
192
Turan, 1999: 151, Honigmann, 1970: 180, Ersan, 2007: 25.
Ersan, 2007: 26.
194
Honigmann, 1970: 181, Turan, 1999: 151.
195
Urfalı Mateos, 2000: 107-108, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 312-313, Turan, 1999: 151-152, Yinanç, 1944:
53.
193
76
Anadolu akınlarına, 1059 yılında Selçuklu ve Türkmen Beyleri
tarafından devam edilmiştir. Sâlâr-ı Horasan (Yakuti?) komutasında bir
Selçuklu akıncı birliği, Doğu Anadolu’dan Güney-Doğu Anadolu bölgesine
inerek Urfa çevresini ele geçirmiştir. Samuh (İslam kaynaklarında Sanduk)
komutasındaki başka akıncı birliği de Doğu Anadolu’dan Orta Anadolu
bölgesine ilerleyerek Sivas’ı ele geçirip yağma etmiştir. Hatta buranın
hâkimleri yani Bizans’a bağlı Ermeni komutanları Selçukluların geldiğini
haber alınca hiçbir mukavemet göstermeden kaçmıştır. Bu durum Bizans’ın
nasıl zayıf ve müdafaasız bir durumda bulunduğunu gösterir.196
Sultan Tuğrul Bey, son Bağdat seferine çıkmadan önce, 1062 de
Azerbaycan’a gelmiş, bölgenin işlerini düzenlemiş ve Anadolu akınlarını
inceleyerek bazı kumandanları yine sefer yapmakla görevlendirmişti. Bundan
sonra Sâlârı Horasan, İsuli (Anasıoğlu?), Yusuf ve Cencem197 komutasındaki
Türkmenler 1062 yılının Eylülünde Bizans arazisi sayılan Telhum, Bagin, ve
Argin bölgelerini istila etmişlerdir. Ancak Bizans kuvvetleri saldırıya geçince
fazla tutunmayıp geri dönmüşlerdir.198
Sultan Alp Arslan'ın, Doğu Anadolu’dan ayrılmasından sonra,
görevlendirdiği Bey ve kumandanlar Anadolu akınlarına devam etmişlerdir.
Hatta bu kuvvetler, Sultan Alp Arslan zamanında Anadolu topraklarının
derinliğine nüfuz ederek, daha cüretkâr bir hale gelmişlerdir. Özellikle Sâlâr-ı
Horasan, Gümüş-tigin, Afşin ve Ahmed-şah gibi Selçuklu Beyleri Doğu
Anadolu’dan başlayarak Güney-Doğu Anadolu bölgesine kadar uzanan geniş
bir akın harekâtında bulunmuşlardır.
Bu cüretkâr komutanlardan Sâlâr-ı Horasan, ilk olarak 1066/1067
yıllarında Telhum'u kuşatarak, şehrin kuvvetli mukavemet göstermesi üzerine
de Siverek üzerine yürümüştür. Burada 200 kişiden oluşan Bizans’ın Frank
196
Koca, a.g.e., 1997, s. 99, Honigmann, 1970: 183, Turan, 1999: 153, Sevim, 1988: 36, Yinanç,
1944: 53-54.
197
Bu isimler değişik şekilde söylenmesine rağmen bütün kaynaklarda aynıdır. Ancak haklarında bilgi
yoktur.
198
Urfalı Mateos, 2000: 113-114, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 216, Turan, 1999: 153-154, Yinanç, 1944: 55.
77
askerleri tarafından geri püskürtülmüştür. Daha sonra yardımcı kuvvet alarak
Siverek, Nisibin (Nsepin) bölgelerine gelen Sâlâr-ı Horasan, halkı vahşetle
kılıçtan geçirip buraları yağmaladıktan sonra Urfa tarafına yürümüştür. O
sırada Urfa’da bulunan Antakya Dük’ü Ermeni Bekh’i de mağlup etmiştir.
Aynı yıl içinde Urfa’yı üç defa kuşatmasına rağmen, Bizans, adına savaşan
Ermeni, Frank ve Rumların mukavemeti karşısında sonuç alamayan Sâlâr-ı
Horasan, bölgedeki başka kaleleri ele geçirmiş, aldığı esir ve ganimetlerle
geri dönmüştür.199
Diğer taraftan Gümüştekin, 1066 yılında beraberinde Afşin, Ahmed ve
diğer bazı beyler ile Ergani ve Telhum havalisine gelmiş ve burada bazı
kaleleri ele geçirmiştir. Fırat’ı geçerek Hısn-ı Mansur ( Adıyaman) bölgesine
yağmalamıştır. Urfa Dukası Arvantos, 10 bin kişilik bir Bizans kuvvetiyle
baskın yapmak için takibe koyulmuştur. Fakat Hoşin kalesi civarında,
Gümüştekin tarafından ağır bir mağlubiyete uğratılmıştır. Gümüştekin aldığı
ganimetlerle Ahlât’a dönmüştür. Ahlât civarında Afşin ile Gümüştekin’in arası
açılmış, Gümüştekin, Afşin tarafından öldürülmüştür.200
Afşin, Alp Arslan’ın gazabından korktuğu için sür’atle Fırat nehrini
geçip karargâhını Kilikya’nın şimalinde, Amanos dağları arasında kurup,
buradan geniş bir istila hareketine girişmiştir. Ordusundan büyük bir taife
Dulûk ve Ra’ban’ı feth ederken, diğer bir kısmı da 1067 Ağustosunda
Antakya dukalığı arazisine girip istila ve yağmaya başlamıştır. Antakya halkı
büyük korku ve panik içinde dağlara ve kalelere kaçmıştır. Afşin ise Malatya
civarında Bizans ordusunu mağlup edip, Tohma vadisini takiben Kayseri’ye
gelerek, şehri yağma ve tahrip etmiştir. O zamanki vakanüvisler bu yıkıcı
akınları şöyle anlatmıştır: “Her şeyi yağmaladılar, yaktılar, yıktılar. Hatta
büyük ve namlı Vasilios’un kilisesine saldırdıktan sonra kutsal emanetleri
dahi yağmaladılar. Geride kıymetli tek bir şeyi bırakmadılar ve halkının
birçoğunu kılıçtan geçirdiler.” Bu izah yapılan akınların çok yıkıcı olduğunu
199
Urfalı Mateos, 2000: 125-127, Honigmann, 1970: 187, Köymen, 1998: 259, Ersan, 2007: 32.
Urfalı Mateos, 2000: 134-135, Köymen, 1998: 259, Turan, 1999: 161, Honigmann, 1970: 139,
Türk Zaferleri Serisi, 1981: 9-10.
200
78
ortaya koymaktadır. Kayseri’yi ele geçiren Afşin, Toros’lar üzerinden hareket
üssüne geri dönmüştür. Diğer taraftan Ahlât’ı kendilerine hareket üssü edinen
Er-basgan ve Sanduk gibi beyler ise Anadolu üzerine akınlarda bulunmaya
devam etmişlerdir. 201
Anadolu’nun bu kadar yoğun bir şekilde Türkmen istilası altında
kalmasından ve Ani’nin ele geçirilmesinden sonra, Ermeniler kafileler halinde
Kapadokya ve Kilikya topraklarına göç etmişlerdir. Bütün bu gelişmeler
üzerine vahameti gören Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, 1067 yılında
harekete geçmiştir. İmparator, Kayseri üzerinden Kuzey Suriye’ye hareket
edip, 1068 yılında Menbic'i ele geçirmiştir. Amacı, Selçuklu Beylerinin bu
akınlarda üs olarak kullandıkları Halep'in Anadolu ile irtibatını kesmektir. Ama
onun bıraktığı boşluktan yararlanmasını bilen Afşin, Ahlât üzerinden Orta
Anadolu’ya şiddetli bir akın yapmıştır. Bu akında Afşin, Emirdağ civarındaki
Amuriyye’i (Amorium) zapt ve tahrip etmiştir. Bu duruma çok hiddetlenen
İmparator, Kuzey Suriye'den süratle dönüp, Afşin’in yolunu kesmek istediyse
de, bu teşebbüsünde başarılı olamamıştır. 202
Selçuklular
1069
yılında
Afşin,
Ahmed-şah
ve
Sanduk
gibi
komutanların önderliğinde Anadolu’ya akınları genişleterek artan bir hızla
devam ettirmişlerdir. Şiddetli akınlar, Türkleri yok etmek maksadıyla sefere
çıkan Bizans imparatoru Romanos Diogenes'in, planlarını bozmaktaydı.
Diogenes, beklenmedik yerlerde ansızın ortaya çıkan Selçuklu akıncıları
nedeniyle sık sık yön değiştirmeye mecbur kalıyordu. Kayseri üzerinden
Harput’a yönelen İmparator, bu arada Selçuklu akıncılarının Malatya’da
bulunduğunu ve Bizans komutanını yendikleri haberini almıştır. Hatta
Selçuklu kuvvetlerinin Konya’yı da ele geçirdiklerini öğrenmiştir. Seferi yarıda
kesip geri dönen İmparator, tüm uğraşına rağmen onları yakalayamamıştır.
201
Ebû’l-Ferec, 1945: I, 317, Honigmann, 1970: 117, Köymen, 1998: 259-260, Turan, 1999: 161162, Koca, 1997: 138, Kafesoğlu, 1972: 49, Yinanç, 1944: 60-61, Cahen, 1992: 19, Türk Zaferleri
Serisi, 1981: 10, Kriton Dinçmen, 600’lü Yıllardan 1461’e - İslâm-Türk ile Hristiyan – Bizans
Dünyası arasındaki etnik, dini, siyasi ve sosyo-ekonomik ilişkiler açısından bir dörtleme-,
İstanbul, Arıon Yay., 2004, s. 36-37.
202
Urfalı Mateos, 2000: 137, Honigmann, 1970: 118-119, Köymen, 1998: 260.
79
Böylece İmparator'un, büyük ümitlerle çıkmış olduğu ikinci seferi de
başarısızlıkla sonuçlanmıştır.203
Afşin yine Alp Arslan’ın emriyle Denizli dolaylarında geniş bir akın
hareketinde bulunduktan sonra ilerleyerek Marmara sahiline ulaşmış, hatta
Bizans başkenti önlerine kadar gelmiştir. Ama en ufak bir harekette
bulunamamış sadece Bizans’ın durumu hakkında bilgi edinmiştir. Bundan
sonra Azerbaycan’a dönen Afşin, Bizans’ın içinde bulunduğu durumu Sultan
Alp Arslan’a bildirmiştir.204
Görüldüğü gibi, bu akıncı kuvvetlerin hareketleri, ilk bakışta düzensiz
çeteler tarafından maksatsızca yapılmış gibi görünse de bu akınlar hakikatte
başı-boş olmadığı gibi, esasta belli bir plan dâhilinde gerçekleşmiştir.
Kendilerine yeni bir yurt edinme mecburiyeti ile savaşan Türkmenler, bu
akınları, eski Türk harp usulüne uygun tarzda, düşmanı yormak, direnme
noktalarını hırpalamak, ahaliyi yıldırmak şeklinde gerçekleştiriyorlardı.
Böylece korku ve panik havası yaratarak gelecek istilayı kolaylaştırmış
olmaktaydılar. Neticede söz konusu seferler sonucu Anadolu’nun bir Türk
yurdu haline getirilmesi gibi mutlu bir tarihi sonuca ulaşılmıştır.
203
Turan, 1999: 168, Hongmann, 1970: 117.
Ebû’l-Ferec, 1945: I, 320, Ahmed bin Mahmud, 1977: 89, Kafesoğlu, 1972: 49, Köymen, 1998:
262-263.
204
80
2.3. ANADOLU’NUN FETHİNDE UYGULANAN DÜZENLİ SÜRPRİZ
BASKINLAR
2.3.1. Malazgirt Savaşı
2.3.1.1. Savaşın Sebebi ve Orduların Hazırlığı
Bizans imparatoru Romanos Diogenes, Türklerin Anadolu’da giriştikleri
saldırılara kesin olarak son vermek; Doğu Anadolu’ya Azerbaycan ve İran
içlerine kadar ilerlemek amacıyla büyük bir sefere çıkmaya karar vermiştir.
Bu maksatla büyük bir savaş hazırlığına başlamıştır.
Sultan Alp Arslan, Halep’ten Şam’a yürüdüğü sırada, İmparator
Romanos Diogenes'in büyük Bizans ordusuyla doğu Anadolu’ya ilerlediği
haberini almıştır. Bunun üzerine Sultan Alp Arslan, hazinelerini veziri
Nizamü’l-mülk’e teslim ederek arkadan acele asker yetiştirmesi talimatıyla,
Tebriz’e göndermiştir. Çünkü o ana kadar Bizans’la karşılaşma ihtiyacını
duymayan ve daha ziyade Anadolu’nun fütuhat bakımından olgunlaşmasını
bekleyen Sultan, artık Bizans’ın çıkarabileceği son ve en kalabalık kuvvet ile
hesaplaşma zamanın geldiğine inanmıştır.205
4 bin kişilik hassa birliği ile Azerbaycan’daki Hoy şehrine gelen Sultan
Alp
Arslan,
burada
hazırlığına
başlamıştır.
Sultanın
ordusu
seçkin
kumandanların idaresinde, çoğu bozkır muharebe usulünce yetişmiş, ok
atmakta mahir ve seri manevra kabiliyetine sahip süvarilerden kurulu idi.
Ayrıca çetin akınlarda iyice pekişmiş Türkmen Bey206 ve birlikleri çoğunlukta
idi. Bu Türkmen Beyleri birer birer gelip, birlikleriyle kendisine katılmışlardır.
Böylece kısa sürede hazırlığını tamamlayan Sultan, mükemmel teçhizatlı 10
205
Urfalı Mateos, 2000: 142, Kafesoğlu, 1972: 51, Köymen, 1998: 264, Radi Dikici, Şu Bizim
Bizans(330-1453), İstanbul, Remzi Kitabevi Basımevi, 2007, s. 303.
206
Gevherâyin, Sav-tigin, Ay-tigin, Sanduk ve Afşin, gibi komutanları başta geliyordu. Ayrıca, Artuk,
Tutak, Dimlacoğlu Muhammed, Arslan-taş, Duduoğlu, Saltuk, Çavlı, Çavuldur, Caka(Çağa),
Mengücek ve Gümüş-tigin Danişmend Gazi gibi Selçuklu ve Türkmen Beylerininde birlikleriyle
Sultan Alp Arslan’a katılmış oldukları kuvvetle muhtemeldir. Faruk Sümer-Ali Sevim, İslam
Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Ankara, TTK Yay. 1998, s. 61, Kafesoğlu, 1972: 55, Koca,
1997: 144, Sevim, 1988: 59.
81
bin kişilik bir kuvvetle Anadolu’ya doğru hareket etmiştir. Yolda başka
kuvvetlerin de katılmasıyla Selçuklu ordusu Anadolu’ya geldiğinde, atlı ve
süvari olmak üzere toplam 40 bin kişiyi bulmuştur. Başında bulunan
komutanından en küçük rütbeli askerine kadar bu ordunun her kademsinde
tam bir uyum vardı. Aynı uyum ve birlik İslam dünyasında da hâkimdi.
Nitekim İslam ülkelerinin her tarafında camilerde okunan hutbelerde Sultan
Alp Arslan’ın zaferi için dua ediliyordu. Buradan da anlaşılıyor ki bu savaş
sadece Selçuklu Türklerin değil bütün İslam dünyasının savaşıydı.207 Bütün
ordunun amacı düşman ordusunu yenmek, Anadolu'yu Bizans’ın elinden
alarak bir Türk yurdu haline getirmekti.
Diğer taraftan, İmparator Romanos Diogenes, Bizans’ın bütün
kaynaklarını kullanarak yüz bini aşan bir ordu meydana getirmiştir. Ordu
başta; Rumlar olmak üzere Ermeni, Gürcü, Abhaz, Rus, Alan, Frank, Hazar,
Uz(Oğuz), Peçenek, Kumanlar(Kıpçak) gibi içinde Türklerinde bulunduğu
çeşitli kavimlerden oluşmaktaydı. Bu yüzden ordu da tam bir birlik olmadığı
gibi beraberlik ruhuyla hareket edecek bir ülkü de taşımıyordu. Çünkü aynı
dinden olan Ermeniler ile Rumlar esasında can düşmanıydılar.208
Hazırlıklarını
tamamlayarak
Sivas’a
gelen
İmparator
Romanos
Diogenes, Sultan Alp Arslan’ın Suriye’den ayrıldığını öğrenince bir harp
meclisi toplayarak, burada uygulayacağı planları görüşmüştür.209 Görüşmeler
207
Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 34, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 71, Sevim, 1999: XIX, 38, Erdoğan Merçil,
Türkçe Selçuknâmeye Göre Malazgirt Savaşı, Tarih Enstitüsü Dergisi (Sayı 2'den ayrı basım),
İstanbul, Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1971, s. 32, Kafesoğlu, 1972: 53-54, Sümer-Sevim, 1998: 7,
13, 25, 33, Koca, 1997: 144, Köymen, 1998: 264-265.
208
Bu orduyu da Anadolu kıt’alarının yığınak yeri olan Sakarya’nın kıyısına çekerek, burada yeniden
tertip ve tanzim ederek harekete geçirmiştir. Ordunun muhasara aletleri arasında 1.200 kişi
tarafından kullanılan muazzam bir mancınık bulunuyordu. Ağırlığı 3 bin araba tarafından
taşınmaktaydı. Urfalı Mateos, 2000: 142, Sevim, 1999: XIX, 38, Kafesoğlu, 1972: 52, SümerSevim, 1988: 13, 24, Köymen, 1998: 265, Koca: 1997: 144, Dikici, 2007: . 303, Türk Zaferleri
Serisi, 1981: 18, Merçil, 1971: 32, Baykal, 2008: 62, Muammer Yılmaz, Muhteşem Türk
Zaferleri, İstanbul, Türdav Yay., 2009, s.11
209
Onun gururunu okşamakta menfaat uman genç ve tecrübesiz komutanlar, Selçuklu Devletinin
merkezine yürümeyi teklif etmekteydiler. Buna karşı tecrübeli ve ihtiyatlı kumamdanlar ise
memleketten uzaklaşmanın tehlikeli olacağını, ancak Erzurum’a kadar gidilebileceğini, lüzumlu
tedbirler alındıktan sonra da Sultanı oraya çekmenin, hatta etrafı tahrib ederek, Türk ordusunun
iaşesini güçleştirmenin uygun olacağını ileri sürüyorlardı. İmparator Romanos Diogenes tecrübeli ve
ihtiyatlı komutanların tavsiyelerini dinlemeyip, İran içlerine dalmak niyetiyle Erzurum’a gelmiştir.
Koca: 1997: 144, Köymen, 1998: 265.
82
sonucunda Erzurum’a gelen İmparator, burada kendisine olan güveni
dolayısıyla ordusunu bir kaç parçaya bölmüştür. Frank ve Uz'lardan oluşan
10.000 kişilik bir kuvveti Norman Roussel kumandasında öncü olarak Ahlât’a
sevk etmiştir. Bir kısmını ise hem Abhazlara yardım hem de ordusuna erzak
temin etmek için kuzey’e göndermiştir. Geri kalan kuvvetlerle de Malazgirt’e
yürümüştür.210
Öte yandan, Ahlât üzerinden Muş’un Rahva (Zehra) ovasına gelen
Sultan Alp Arslan, Malazgirt’in ilerisindeki yüksekliklere sırtını verip,
yanındaki ırmağın (Murat) kenarına yerleşerek, stratejik mevkileri tutmuştur.
Irmakların, vadilerin ve tepelerin sağladığı avantajlardan azami ölçüde
yararlanarak birliklerinin bir kısmını pusuya yatırmıştır. Bizans imparatoru ise,
Selçuklu ordusunun karşısında, hiçbir stratejik avantajı olmayan bir
meydanda karargâhını kurmuştu.211
Artık, Bizans ordusu ile Selçuklu ordusu karşı karşıya gelmiş
bulunuyorlardı. Sultan Alp Arslan adet gereğince Bizans karargâhına bir elçi
heyeti göndermiştir. Zaferi kazanacağından emin olan İmparator, Sultanın
anlaşma
isteğini
müzakerelere
onun
ancak
muharebeden
Selçuklu
kaçındığı
başkenti
Rey’de
şeklinde
başlana
anlayarak,
bileceğini
212
söylemiştir.
2.3.1.2. Bizans’ı Büyük Bozguna Götüren Sürpriz gelişmeler
Bizans’ın öncü kuvvetleri Ahlât önüne geldiği sırada, İmparator da
Malazgirt’e gelerek Malazgirt kalesini ele geçirmiştir. Buna karşılık, Selçuklu
ordusunun öncü birlikleri komutanı olan Sanduk, hiç beklenmedik bir anda
210
Urfalı Mateos, 2000: 142, Sevim, 1999: XIX, 38, Steven Runcıman, Haçlı Seferleri Tarihi, çev.
Fikret Işıltan, I.cilt, Ankara, TTK Yay., 1986, s. 48-49, Kafesoğlu, 1972: 52, Sümer- Sevim, 1988:
13, 24, Köymen, 1998: 265, Koca: 1997: 144, Dikici, 2007: . 303, Sevim, 1988: .54, 56, Türk
Zaferleri Serisi, 1981: 18, Merçil, 1971: 32, Baykal, 2008: 62, Yılmaz, 2009: 12.
211
Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 34-35, Sevim, 1988: 59, Türk Zaferleri Serisi, 1981: 21, Yılmaz, 2009:
12-13.
212
Sümer-Sevim, 1988: 8, Kafesoğlu, 1972: 54-56.
83
Ahlât önlerinde göründü ve burada karşısına çıkan Bizans ordusunun
ağırlıklarına ani bir baskın yaparak yenmiştir. Böylece Selçuklu ordusu ilk
zaferini kazanmıştır. Bu beklenmedik yenilgi Malazgirt’te bulunan Bizans
imparatoru ve ordusu üzerinde moral bozucu etti yapmıştır.213
Bizans orduları geceyi büyük korku ve panik içinde geçirmişlerdir.
Selçuklu ordusu, ay ışığının olmadığı 25 ve 26 Ağustos gecesinde korku ve
dehşet uyandırabilmek için; davul ve boru çalmak, savaş türküleri söylemek,
korkunç naralar atmak, etrafa tehditler savurmak ve kendileri hakkında
korkunç hikâyeler yaymak gibi faaliyetlerle bulunmuşlardır. Diğer taraftan da,
aynı gece Türk okçuları, düşman karargâhına kadar sokularak aralıksız ok
hücumlarıyla düşman ordularını takatsiz düşürmekte idiler. Nihayetinde
perşembe günü cuma sabahına kadar Bizans askerleri uygusuzluk, koku ve
şaşkınlık içinde bırakılmıştır.214
Sadece kitle savaşı yapabilen bu ağır hareketli Bizans ordusunun
çeşitli zümreleri arasında tam bir anlaşma olmadığı için, Uzlar daha sonrada
Peçenekler
kendileri
karşılaştıklarında,
gibi
oğuz
kıyafet
ve
soyundan
olan
konuşmalarından
Selçuklu
Türkleriyle
soydaşları
olduğunu
anlayarak daha savaşın başında kardeşlerinin tarafına geçmişlerdir. Böylece
savaşın başlangıcında Bizans ordusunun sağ ve sol kolunun büyük bir
kısmının gitmesi, Bizans ordusunun maneviyatını ve gücünü kırmıştır.
Selçuklu ordusunun maneviyatını ve gücünü ise son derece yükseltmiştir.215
Bu sürpriz olayların Bizans ordusu üzerinde yılgınlık havası yaratarak,
savaşın seyrini üzerinde etkisi büyük olmuştur.
213
İbnü’l-Esîr, 1987: X, 10, 71-72, Sümer- Sevim, 1988: 19, 25, 34, 52, Turan, 1999: 179.
Koca, 1997: 144, Kafesoğlu, 1972: 54, Köymen, 1998: 266, Dikici, 2007: 304, Turan, 1999: 182,
Türk Zaferleri Serisi, 1981: 22.
215
Urfalı Mateos, 2000: 143, Köymen, 1998: 273, Baykal, 2008: 62.
214
84
2.3.1.3. Türklüğün ve Anadolu’nun Kaderini Tayin Eden Savaş
Taraflar, 26 Ağustos Cuma günü sabahtan itibaren ordularını savaş
düzenine sokmaya başlamıştır. Bizans İmparatoru, ordusunu düz bir hat
üzerinde sağ kol, sol kol, merkez ve ihtiyat kuvvetleri olmak üzere dört kısım
halinde tertiplemişti. Merkez kuvvetin başında kendisi yer almıştır.
Sultan Alp Arslan ise ordusunu iki kısma ayırmıştır. Bir kısmını daha önce
bahsettiğimiz gibi savaş meydanın yanındaki tepelerin arkasına gizlice
pusuya yatırken, değer kısmını da kendisinin de başında bulunduğu merkez,
sağ ve sol kol olmak üzere üç gruba ayırmıştır.216 Sultan Alp Arslan daha
sonra cuma namazını ordusuyla beraber kıldıktan sonra beyaz bir elbise
giymiştir. Türk âdeti gereğince atının kuyruğunu kendi eli ele bağlayarak,217
okunu ve yayını bırakıp, kılıç ve topuz almıştır. Bundan anlaşılıyor ki, Sultan
Alp Arslan, bütün büyük Türk kumandanları gibi en önde savaşacaktır. Bu
durum ise şüphesiz askerlerine moral kaynağı olacaktır.
Bundan sonra Sultan Alp Arslan ordusuna kısa bir nutukta218
bulunmuştur. Bu nutuk Selçuklu ordusunu birden coşturmuştur. Tarihte kayda
değer, büyük kitleleri sevk ve idare etmesini bilen büyük adamlar kesin
neticeyi almak istedikleri anda emrindekilerin psikolojilerine uygun nutuklar
irad ederler, onları coştururlar. Böylece tarihin yetiştirdiği en büyük
adamlardan biri olan Sultan Alp Arslan da aynı şeyi yapmıştır. Düşman
ordusunun sayıca üstün olmasına rağmen, daha az sayıdaki Selçuklu
ordusunun manevi gücünü ortaya koymaktaydı. Bunu yaparken de zemin,
216
Köymen, 1998: 272.
Türkler, yapacakları bir seferden ve girişecekleri bir savaştan geri dönmemek ve bu teşebbüslerinde
mutlaka bir başarıya ulaşmak için atlarının kuyruklarını bağlarlardı. Bu hususta bkz. Sümer- Sevim,
1988: 9.
218
Alp Arslan şöyle hitap etmektedir. "Biz ne kadar az olursak olalım onlar(Bizanslılar) ne kadar çok
olursa olsunlar, bütün Müslümanlar minberlerde bizim için dua ettiği şu saatte, kendimi düşman
üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya da şehit olarak cennete giderim.
Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler takip etsin, ayrılmak isteyenler ise gidebilir. Burada ne
emreden bir Sultan ve ne de emir alan bir asker vardır. Zira bugün bende ancak sizlerden biriyim,
sizlerle birlikte savaşan gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini ulu tanrıya adayanlardan şehit
olanların cennete gidecekler, kalanların dünya nimetlerine gark olacaklardır. Ayrılanların öteki
dünya’da ateş, bu dünya da alçaklık beklemektedir" diyerek konuşmasını tamamlamıştır. SümerSevim, 1988: 14.
217
85
zaman ve şartlara uygun hitabelerde bulunmasını bildiğini nutuk’unda açıkça
göstermektedir. 219 Böylece Sultan Alp Arslan askerlerinin üzerinden korku ve
panik havasını silerek moral yönünde kuvvetli bir birlik ruhu yaratmıştı. Artık
başta Sultan Alp Arslan olmak üzere, bütün komutan ve askerlerin moralleri
yüksek ve zafere ulaşacakları hakkındaki inançları tamdı.
Savaş Alp Arslan’ın işareti ile başlamıştır. Savaşın ilk saatlerinde
herhangi bir sonuç alınacak gibi değildir. Çünkü savaş tam şiddetlendiği
sırada kopan fırtına, savaş meydanını toz duman içinde bırakmıştır. Sultan
Alp Arslan’ı çok korkutan bu fırtına uzun sürmemiştir ve çarpışmaya
olağanüstü hızla devam edilmiştir. 70 ila 200 kişilik müstakil gruplardan
oluşan Selçuklu birlikleri, Alp Arslan’ın emri ile korkunç naralar ile ileri
atılarak, yıldırım hızıyla Bizans ordusunun safları üzerine oklarını boşaltıp
sonra da aynı süratle geri çekiliyordu. Görevini tamamlayan birlikler, geri
çekilirken de aynı ustalıkla ve isabetle oklarını düşman saflarının üzerine
atmaya devam ediyordu. Geri çekilen birliklerin yerini durmadan yeni birlikler
alıyordu. Böylece Bizans ordusu durmadan yıpratılarak şaşkın ve korku
içinde bırakılmıştır.220
Bundan sonra Alp Arslan’ın emri ile bu birlikler yavaş yavaş geri
çekilmeye başladılar. Bunu kaçış sanan imparator, karşısında savaşacak
ordu safları bulmak üzere ilerledi. Fakat bu gelişmenin içinde büyük bir
tehlikenin gizlenmekte olduğunu kısa zamanda anlamıştır. Zira akşama
doğru, başında imparatorun bulunduğu Bizans ordusu pusuların kurulduğu
yere çekilmiş bulunuyordu. Bizans ordusu pusudaki kıtaların ani hücumlarıyla
birden şaşkınlığa düşüp, ağır bir zayiata uğramıştır. Sanki Bizanslıların
başında kıyamet kopup gökten afet indi. Çünkü aniden Selçuklu ordusunun
çemberi içinde ok yağmuruna maruz kalınca dehşete düştüler, yani büyük
korku ve panik hali içende ne yapacaklarını bilemeyen Bizans ordusu geri
hattına çekilmeye başlamıştır. Bu arada İmparator sağ ve sol cenahı yardıma
219
Köymen, 1998: 270, Sümer- Sevim, 1988: 35, Yılmaz, 2009: 15.
Köymen, 1998: 272, Salim Koca, Türkiye Selçukluları Tarihi, II. cilt, Çorum, 2003-b, Karam
Araştırma Yay., s. 27-28, Yılmaz, 2009: 16.
220
86
çağırmak istedi. Fakat bu kolların dağılmış, kalanların ise çökertilmiş
olduğunu gördü. Daha öncede bahsettiğimiz gibi savaşın başında Bizans
ordusunun sağ ve sol kollarında bulunan Türklerde, çarpışma başlar
başlamaz Selçuklu tarafına geçmişlerdi ve kalanlarda çökertilmiştir. Bu
hadise Bizansları büsbütün şaşırttı ve cesaretlerini kırdı. Yedek birliklerin
komutanı Andronikos Dukas ise zamanında davranıp Selçuklulara saldırmayı
göze alsa, belki tuzağın tamamlanması mümkün olmayacak ve ordu kaçma
imkânı bulacaktı. Andronikos Dukas, İmparatorun o anda geri çekilme
harekâtını bozgun ve kaçış manasına geldiğini zannetti. Hatta İmparatorun
öldüğünü düşünerek korku ve panik halinde birlikleriyle kaçmıştır. Bu
şaşkınlık içinde imparator, karargâhına ve hazinelerine doğru çekilmeye
başlaması tam bir dağılışa sebep oldu. Bununla beraber İmparator, bizzat
kahramanca dövüşmekten de sakınmadı. Savaşın tam ortasında esir
düşünceye kadar elinde kılıcıyla çarpışmaya devam etmiştir. Nihayet savaş
sırasında atı öldürülen ve ayrıca elinden de yaralanan imparator, nafile teslim
olmak zorunda kalmıştır.221
Cuma günü öğleden sonra başlayan savaş, akşama kadar
bitmişse de, takip gece de devam etmiştir. Bütün kaynaklarda belirtildiğine
göre, savaş çok şiddetli olmuş, Bizans askerlerin büyük bir kısmı öldürülmüş,
başta imparator ve birçok kumandanlar esir edilmiştir. Böylece Tarih boyunca
ilk defa bir Bizans İmparatoru Müslüman bir hükümdarın eline esir
düşmüştür.
Sonuç itibariyle tezimizin başlığını teşkil eden sürpriz baskın, korku ve
panik faaliyetlerini Sultan Alp Arslan’ın büyük ustalıkla ve en açık şekilde
uygulandığını görüyoruz. Türk savaş taktiğini, yani yalandan yenilgi hissi
vererek geri çekilme ile Bizans ordusu pusu kurulan yere çekip, önce yarım
bir çember içene alınarak daha sonrada tam kuşatma altına alınıp imha
edilmiştir. Neticede Türk tarihinin en parlak ve en büyük zaferini
221
Ebû’l-Ferec, 1945: I, 321, Turan, 1999: 183-184, Köymen, 1998: .272, Sümer- Sevim, 1988: 21,
53, Dikici, 2007: 306, Sevim, 1988: 66-67, Koca, 2003b: II, 23-24, Baykal, 2008: 62-63, Yılmaz,
2009: 16.
87
kazanılmıştır. Malazgirt zaferi, özellikle Anadolu’nun fethinde ve Türk vatanı
haline gelmesinde önemli bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Çünkü bu
zaferden sonra Anadolu’nun kapıları ardına kadar Türklere açılmıştır. Daha
doğrusu Anadolu, bu zaferden sonra Türk fatihlerinin ayakları altına serilmiş,
savunmasız bir ülke haline getirilmiştir. Selçuklu ve Türkmen Beylerine
Anadolu’nun fethi emri verilmiştir. Zira Sultan Alp Arslan’ın emrinden sonra
Selçuklu ve Türkmen Beyleri, Sultan’ın açtığı yoldan ilerleyerek, sistemli bir
şekilde Anadolu'nun fethine koyulmuşlardır.
2.3.2. Antakya’nın Fethi
2.3.2.1. Antakya’nın Fethinin Sebebi
Antakya şehri, Bizans’ı dış istilâlara karşı koruyan önemli müstahkem
şehirlerinden biri idi. Malazgirt savaşından sonra Bizans’ın savunma sistemi
tamamen çökünce, bu şehir Ermeni Philaretos tarafından ele geçirilmiştir.
Philaretos’un idaresi son derece sert ve acımasızdı. Bu yüzden Philaretos,
en yakınlarının bile desteğini yitirmişti.
Bunun üzerine Philaretos’un oğlu Barsam kendisini ve Antakya halkını
babasının baskısından kurtarmak için Süleyman-şâh’tan yardım istemiştir.
Hatta Barsam222 İznik’e gelerek Süleyman-şâh'a Antakya'yı alması için teşvik
etmiştir.223
Süleyman-şâh, tarihin önüne çıkardığı bu fırsatı kaçırmak istemedi ve
Antakya üzerine bir sefer yapmaya karar verdi. Bu düşünce ile kısa sürede
hazırlıklarını
222
tamamlayarak
ordusu
ile
harekete
geçmiştir.
Seferden
Barsam’ın İznik’e gidişi bir rivayete ya da kaynağa göre şöyle anlatılır; 1084 yılı içinde
Philaretos’un Urfa’ya kumandan olarak bıraktığı oğlu Barsam ile arası açılmıştı. Babası tarafından
tutuklanan ve Antakya kalesine hapsedilen Barsam, Antakya şehrinin şahnesi olan İsmail adında bir
Müslüman ile anlaşarak babası aleyhine onunla birleşmiş ve Philaretos’un bir düğün münasebetiyle
şehirde bulunmamasından yararlanarak hapisten kaçmış ve iznik’e gitmişti. Barsam burada
Süleyma-şâh ile Antakya’nın kendisine teslimi hususunda anlaşmıştır. Anna Komnena, 1997: 194,
Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, TTK Yay. 2000, s. 108.
223
Urfalı Mateos, 2000: 14, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 128, Komnena, 1997: 194, Turan, 2002: 71, Merçil,
2000: 108.
88
dönünceye kadar devleti ve ülkeyi koruması için İznik’teki yerine akrabası
olan Ebû’l-Kasım’a bırakmıştır.224
2.3.2.2. Antakya’nın Fethinde Sürpriz Baskın
Süleyman-şâh, hareketinin özellikle Antakya şehrinin sahibi Philaretos
tarafından duyulmasını istemiyordu. Çünkü kendisini Antakya’ya davet eden
Barsam yanında bulunuyordu. Ayrıca o, ancak sürpriz bir baskınla Antakya
şehrini
düşürülebileceği
kanaatindeydi.
Böylece
kale
savunucularının
hazırlanmasına ve yardım almalarına fırsat vermek istemiyordu. Bunun için
ordusunu
sadece
geceleri
sapa
yollardan
dinlendiriyordu. Nihayetinde Süleyman-şâh,
yürütüyor,
gündüzleri
hiç dikkat çekmeden 12 gün
içinde Antakya surlarının önüne gelmiştir. Süleyman-şah Antakya surlarının
önüne geldiğinde vakit gece idi. Aldığı tedbirler sayesinde gelişi tam sürpriz
olmuştur. Şehrin sahibi Philaretos, bu sırada ordusu ile Urfa’da idi ve
Süleyman-şah’ın hareketinden tamamen habersiz bulunuyordu.225
Şehir halkı tatlı uykularını uyurken, bir grup Selçuklu askeri, gece
karanlığından yararlanarak, ip merdivenler vasıtasıyla burçlara çıkıp, surların
içine girdi ve şehrin giriş kapısını açtı. Selçuklu ordusu226 açılan bu kapıdan
“dalgalar halinde” Antakya’ya girdi.
Selçuklu askerlerinin savaş naraları,
kalenin askerlerini ve şehir halkını büyük korku’ya sevk ederek panik halinde
sokaklara
dökmüştür.
Süleyman-şâh,
askerlerine
halkın
arasına
karışmamalarını, özellikle halkın malına ve canına dokunmamalarını emretti.
İdaresinden memnun olmayan şehir halkı, Selçuklu askerlerinin canına ve
malına dokunmadıklarını görünce, herhangi bir direnişte bulunmadı; hepsi
224
Karışıklığa ve bağımsızlığa yol açabilecek herhangi harekete fırsat vermemek içinde, Ebû’lKasım’a bütün valiler üstünde emir verme yetkisi tanırken, Kapadokya’ya, Batı Anadolu’ya beyler
tayin ederek dönünceye kadar her birinin kendi bölgesini korumasıyla vazifelendirmiştir Koca,
2003b: II, 45, Turan, 2002: 71.
225
Komnena, 1997: 194, Urfalı Mateos, 2000: 161, Honigmann, 1970: 121, Turan. 2002: 72, Koca,
2003b: II, 46.
226
Urfalı Metaos, Süleyman-Şah’ın 300 askerle şehre girdiğini kayd ederken, Salim Koca’da Michel
le Syrien’den istifade ederek 3 bin atlıdan ibaret olduğunu belirtmiştir. Urfalı Mateos, 2000: 161,
Koca, 2003b: II, 46.
89
evlerine çekildi. Kısa sürede Antakya muhafızlarının direncini kıran
Süleyman-şâh, şehre tamamen hâkim oldu. Bu ilk direnişten sonra Selçuklu
ordusuna karşı koyamayacaklarını anlayan şehrin ve kalenin muhafızları ise,
kaçarak iç kaleye sığındılar ve burada savunma tedbirleri aldılar. Süleymanşah’da bu defa kaleyi kuşatıp içeridekilerin dışarı ile bağlantısını tamamen
kesti. Ayrıca teslim olmaları halinde hayatına dokunulmayacaklarını bildirdi.
Selçuklular tarafından iaşelere el konulması üzerine zor durumda kalan
Philaretos adamları, kendilerine de aman verildiğini görünce 1085’te kaleyi
teslim ettiler. Süleyman-şâh da sözünde durup aman vererek, hepsini serbest
bırakmıştır. 227
Sonuçta Ortaçağın önemli bilim ve kültür merkezlerinden biri olan
Antakya şehrinin ve kalesinin fethi, 1085 yılında şiddetli bir savaş olmadan,
sürpriz bir baskınla tamamlanmış oldu. Şehrin ve Kalenin eski sahibi
Philaretos ise, bu oldubitti karşısında şaşkınlıktan herhangi bir tepki
gösterememiştir.
2.3.3. Miryokefalon Savaşı
2.3.3.1. Savaşın Sebebi
Selçuklu-Bizans
ilişkileri,
1162
yılında
imzalanan
anlaşmanın
sonucunda 13 yıl boyunca dostane ilişkiler şeklinde sürdürülmüştür. Bu
sürede devlete bağlı Türkmen kitleleri, Bizans sınırlarında özellikle Eskişehir
yörelerinde yoğun bir şekilde çoğalarak, Denizli, Kırkağaç, Bergama ve
Edremit’e değin akınlarda bulunup kaleleri tahrip etmişlerdi. Bu durum
esasında Sultanı da memnun ediyordu. Çünkü Sultan II. Kılıç Arslan, bu
akınların kendisine servet ve Türklere fayda getireceğinin farkında idi.
Öte yandan Bizans İmparatoru Manuel, 13 yıllık barış döneminde Batı
ile meşgul olduğu için Anadolu’daki olaylar ile ilgilenememişti. İmparator
227
Urfalı Mateos, 2000: 161, Aksarayi, 1943: 114, Turan, 2002: 72, Koca, 2003b: II, 46, Ali Sevim –
Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi, I.cilt, Ankara, 1990, s. 79.
90
Sultan II. Kılıç Arslan ile yapmış olduğu anlaşmanın işe yaramadığını görmüş
ve batı’daki meseleleri bitirdikten sonra bu akınları durdurmak maksadıyla
harekete geçmiştir. Bir yandan da Türkmenlerin yıktığı Eskişehir’deki
kalelerin tahkimatını yaptırmaya çalışıyordu, ama buna mani olmak isteyen
Türkmenler baskınları bu durumu güçleştirmiştir.228
Sultan II. Kılıç Arslan ise İmparator’a, bir elçi göndererek “Daha önce
yapılan barış anlaşmasının yenilenmesini” önerdi. Fakat Bizans İmparatoru
Manuel, “Bizans’a yöneltilen Türkmen akınlarının durdurulması, aldıkları
yerlerin geri verilmesini, Bizans’a sığınan Danişmentli emiri Zunnûn ile
şehzade Şahinşah’ın, daha önceki idare bölgelerinin iadesi vb.” şartıyla buna
razı olacağını Sultana bildirmiştir. Bu şartları kabule yanaşmayan Sultan,
akınlara hız vermek için yeni kuvvetler sevk etmiş ve Denizli yörelerine kadar
olan Bizans topraklarını ağır bir şekilde tahrip ettirmiştir. İmparator ise,
Bizans kuvvetlerinin eşliğinde, önce şehzade Şahinşah’ı daha sonrada
Zünnun’u Anadolu’ya gönderme girişiminde bulundu ise de Sultan II.Kılıç
Arslan’ın aldığı önlemler karşısında başarılı olamamıştır. Şahinşah ve
Zunnûn yeniden Bizans’a kaçmak zorunda kalmışlardır.229 Bu gibi başarıların
neticesinde oldukça telaşlanan İmparator, Türkleri Anadolu’da imha etmek
amacıyla büyük bir savaş hazırlığı içerisine girdi.230
Bizans İmparator’u, hazırlıklarını tamamlayıp sayısı yüz bini aşmış
olan ordusuyla 1176 yılı baharında Eskişehir istikametinde harekete
geçirmiştir. İmparatorun niyeti Konya üzerine yürümekti. Fakat Eskişehir’e
228
Niketas, 1995: 121-122, Ioannes Kınnamos’un Historia’sı (1118-1176), Haz. Işın Demirkent,
Ankara, TTK Yay., 2001, s. 211-212, Turan, 2002: 205-206 Koca, 2003b: II, 173, Ebru Parman,
Ortaçağda Bizans Döneminde Frigya(Phrygıa) ve Bölge Müzelerindeki Bizans Taş Eserleri,
Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yay., 2002, s. 18-19.
229
Niketas: 1995: 122- 123, Koca, 2003b: II, 175, Turan, 2002: 206-207, Baykal, 2008: 112.
230
Bu karardan sonra İmparator Manuel, hemen sefer hazırlıklarına başlamıştır. Bunun için, Bursa ile
Balıkesir arasında bulunan Rhyndakos(Kocasu=Kirmasti çayı) mevkiinde karargâh kurdurup, bütün
ordu birliklerinin burada toplanmasını emrettirmiştir. İmparator bunun yanında, ordusunu daha da
kuvvetlendirmek için, büyük paralar harcayarak; Frank, Macar, Sırp Peçenek ve Kuman Türkleri
arasından asker toplamıştır. Hatta Haçlı prensi Baudouin’i da yardıma çağırmıştır. Ordusunun
yükünü “çok miktarda katır ile 3000’den fazla araba “ taşımaktaydı. Niketas, 1995: 123, Kinnamos,
2001: 214-215, Turan, 2002: 208, Koca, 2003b: II, 177, Baykal, 2008: 114, Yılmaz, 2009: 22, Bilge
Umar, “ Myrıokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında Kûfi Çayı Vadisi”, Belleten, LIV/ 209,
1991, s. 99.
91
gelince, birden yolunu değiştirerek, Denizli yönünde harekete geçmiştir.
İmparatorun bundan maksadı, Sultan II. Kılıç Arslan’ı yanıltarak onun
hazırlanmasına ve tedbir almasına fırsat vermemekti. Hâlbuki ordusu için en
uygun hareket, Afyon-Akşehir yoluydu.231
Diğer taraftan, İmparator Manuel’in faaliyetlerini dikkatlice izleyen
Sultan II. Kılıç Arslan, ülkesini korumak ve savunmak için hemen hazırlıklara
başlamıştır. Ordusunu Konya'da toplayıp eksiklerini tamamlamış ve doğudaki
Türk hükümdarlarından yardım istemiştir. Sultan II. Kılıç Arslan Batı uçlarında
bağımsız hayat yaşayan dinamik Türkmen kuvvetleriyle takviyeli ordusu ile
harekete geçmiştir.232
2.3.3.2. Bizans Ordusuna Yol Boyunca Yapılan Sürpriz Yıpratma
Faaliyetleri
Bizans ordusu, Eskişehir’den itibaren Selçuklu öncü kuvvetlerinin
sürpriz baskınlarına ve gerilla taktiğine maruz kalmıştır. Sayıları 5 veya 10
bini bulan bu öncü Türkmen grupları Bizans ordusuna sık sık sürpriz
baskınlar düzenleyerek, kayıplar verdirdiği gibi, ordusunun geçeceği
güzergâhlarda otları ve ekinleri yakarak; kuyu, sarnıç, çeşme ve pınarlara
hayvan leşleri atarak ordunun iaşe temini güçleştirmişlerdir. Nitekim bütün bu
faaliyetler, kısa sürede etkisini göstererek Bizans ordusunda salgın
hastalıklara neden olmuştur.233
Bizans ordusu, Eskişehir’den Denizli yöresine gelmiş ve buradan da
doğuya, yani Konya istikametine yönelerek, Dinar’a gelmiştir. İmparatorun
niyeti Göller bölgesinden Konya’ya yürümekti. Fakat İmparator burada da
yolunu değiştirerek, yani tarihi hatasını yaparak, kuzey-batı istikametinde
ilerlemeye
başlamıştır.
Homa
(Gümüşsu)
üzerinden
Çivril
yöresine
yönelmiştir. Bir ara “50 bin kişilik büyük bir Türkmen kütlesi” Bizans
231
Niketas, 1995: 123, Kınnamos, 2001: 214-215, Turan, 2002: 208, Koca, 2003b: II, 177. .
Niketas, 1995: 124, Turan, 2002: 208, Koca, 2003b: II, 178.
233
Niketas, 1995: 124, Turan, 2002: 208, Koca, 2003b: II, 178.
232
92
ordusunun yüklerini taşıyan kafilesi üzerine bir baskın yaparak çok miktarda
ganimet almayı başarmıştır.234
Bizans ordusu ile aynı zamanda savaş bölgesine gelmiş olan Sultan II.
Kılıç Arslan, gönderdiği elçi ile Türk-İslam geleneklerine uygun olarak barış
teklifinde bulunmuş ve İmparatorun bütün şartlarını kabul edeceğini
bildirmiştir. İmparator barış teklifini kabul etmemiştir.235
2.3.3.3. Bizans’ın en Uzun Günü: 17 Eylül 1176
İmparator Manuel, ordusunu 1176 yılının Eylül ayında ön bir tedbir
almadan Çivril’den itibaren Kûfi236 Çayının aktığı dar ve uzun vadiye
sokmuştur. Bu geçitten geçerken de ordusunu büyük ağırlıkların yükünden
kurtarmadığı gibi kuşatma aletlerini taşıyan arabaları bile bu geçide
sokmuştur. İmparatorun maksadı, Kûfi Çayı vadisini süratle geçip, Akşehir’e
ulaşmak ve oradan da Konya üzerine yürümektir. Sultan II. Kılıç Arslan,
süratle Kûfi Çayı Vadisinin etrafındaki yamaçlara bütün Bizans ordusunu
kuşatacak şekilde okçu birlikleri yerleştirmiştir. İleriye gönderdiği birliklerde
vadinin en dar yeri olan Çivril geçidini tamamen kapatmıştır. Artık Bizans
ordusu tamamen bir fare gibi kapana girmiş bulunuyordu.237
Kûfi Çayı Vadisinin tabanı çok dar olduğu için Bizans ordusu ancak
konvoy halinde ilerleye bilmekteydi. Ordu tamamen vadiye girince,
yamaçlarda mevzilenmiş olan Selçuklu birlikleri tarafından müthiş bir ok
234
Koca, 2003b: II, 179, Yılmaz, 2009: 23.
Sultan barış teklifini ikinci kez tekrarladığında ise Bizans’ın yaşlı ve tecrübeli kumandanları, Türk
süvarisinin kudretinden, düşmanın bütünüyle tuzak haline getirdikleri ülkenin kolay geçilmezliğini
ve orduyu müşkil duruma sokan salgın hastalıkların göz önünde bulundurup kabul etmemesini
istemişlerdir. İmparator bu komutanlarını dinlemediği gibi, kibirli bir tavırla “cevabını bizzat
Konya’da vereceğini belirterek” Selçuklu elçisini bir kez daha geri çevirmiştir. Niketas, 1995: 124,
Koca, 2003b: II, 179-180, Parman, 2002: 19, Dikici, 2007: 346, Baykal, 2008: 115.
236
Savaşın cereyan ettiği yer olan Kûfi Çayı Vadisi, iki tarafı dik, sarp ve uçurumlu yamaçlardan
oluşmaktaydı. Arazinin bu özelliği, vadinin çıkış yeri olan Tribritze(Çivil) geçidine kadar devam
etmekteydi. Vadinin ortasında Miryokefalon(Bin Kelle) kalesi bulunmaktaydı. Vadinin çıkışından
sonra yayvan tepeler arasında geniş düz vadiler yeralmaktaydı. Niketas, 1995: 124.
237
Niketas, 1995: 124, Koca, 2003b: II, 181, Baykal, 2008: 115, Yılmaz, 2009: 23, Umar, 1991: 99100.
235
93
yağmuruna tutulmuştur. Selçuklu birliklerinin ani baskını karşısında Bizans
ordusu, karmaşaya düşerek otlar gibi birden darma dağın olmuştur. İlk olarak
Bizans ordusunun sağ kolu çökmüştür.
Bu büyük başarı ve üstünlük
Selçuklu ordusunu son derece cesaretlendirerek, dev gibi Bizans ordusunu
imhaya başlamışlardır. Bizans İmparatoru Manuel, adeta şok geçirmiş ve ne
yapacağını bilememiştir. 238
Selçuklu askeri tarafından, yeğeninde kesilmiş başı mızrak uçuna
takılarak savaş meydanında gezdiriliyordu. Bu manzarayı gören İmparator
Manuel, daha ağır bir şekilde sarsılıp bir put gibi yerinde donup kalmıştır.
Belli bir zaman sonra, İmparator Manuel, kendini biraz toparlayarak geçidi
açmak için hücuma geçti ise de başarısızlığa uğramıştır. Çünkü Bizans
ordusunun ağırlıklarını taşıyan yük arabaları, İmparatorun önünde adeta yolu
kaplayan duvar gibiydi. Türkler, şaşırmış düşmanı resmen doğruyorlardı.
İmparatorun kalkanı ve miğferi parçalanmıştı.
Akşam olup karanlık basınca, İmparator Manuel ve kalan ordusu
başını ellerinin içine alıp devem eden tehlikeyi göz önünde bulundurarak
şaşkın şaşkın kalakalmıştır. Vadi cesetlerle dolmuştu. Bir ara kaçmağa
uğraşan imparator kendi askerleri tarafında hakarete uğramıştır. Artık
kurtuluş çaresi bulamayan imparator, Sultan II. Kılıç Arslan’a sulh teklifinde
bulunmuştur. Gece karanlığında Sultanla giriştiği müzakere sonucunda;
Selçuklulara karşı inşa ettirdiği Eskişehir ve Uluborlu’nun doğusundaki
Sublaion müstahkem mevkilerini yıktırmayı ve savaş tazminatı olarak 100 bin
altın ödemeyi kabul etmek zorunda kalmıştır.239
Görüldüğü gibi, Sultan II. Kılıç Arslan, Bizans ordusunu, dar ve sarp bir
yer olan Miryokefalon (Kumdanlı) vadisinde pusuya düşürerek, yaptığı büyük
238
Eğer Bizanslılar önden yürüyen birliklerle, arada aralık bırakmadan sıkı sıkıya bağlı kalmak, bir
yumruk gibi birleşerek Türklerin hücumunu ok atışlarıyla karşılamak zahmetine katlansalardı,
bunları(yani öncü kuvetlerini) izleyen birliklerde her halde sık Türk safları arasından, pek zarara
uğramadan geçebileceklerdi. Ama Türklerin gittikçe artan sayıda ve bütün güçleriyle sarp ve yüksek
tepelerden aşağıya doğru yürüyüş halinde bulunmaları Bizanslıları aşırı korku ve panik'e sevk
ettiğinden hiçbir şey düşünememişlerdir. Niketas 1995: 125.
239
Niketas, 1995: 125-129, Turan, 2002: 208-209, Koca, 2003: 181-183, Sevim-Yücel, 1990: I, 98,
Baykal, 2008: 115, Yılmaz, 2009: 23.
94
sürpriz baskınla, Bizans ordusuna ağır bir darbe indirerek imha etmiştir.
Böylece Malazgirt’ten sonra Bizans’a karşı ikinci kez büyük bir zafer
kazanılmış olup, Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğu kesinleşmiştir.
2.4.
ANADOLU’NUN SAVUNMASINDA UYULANAN
SÜRPRİZ
BASKINLAR
Daha öncede bahsettiğimiz gibi Bizanslılarla Selçukların arasındaki
mukavemet, Anadolu'ya yapılan ilk Türk akınlarıyla başlamıştır. Türklerin
Anadolu topraklarını yurt edinmek için ilk önce akınlarla yıpratma faaliyetine
başvurmuşlar ve faaliyetler sonucunda da yavaş yavaş fetih hareketine
girişmişlerdir. Neticede Anadolu Selçuklu Devletini kurulmuştur. Bizans
daima Türkleri Anadolu'dan atmak için büyük ordularla hareket geçmiştir.
Ama Bizans'ın hantal ordusu, Türk akıncı süvarilerinin savaş taktik ve
faaliyetleri karşısında tezimizin kapsamında da anlatıldığı gibi daima
yenilgiye uğramıştır. Nihayet Bizans, Türkleri Anadolu'dan atmak için,
Avrupa'dan yardım istemiştir. Bu duruma dünden razı olan Batı Avrupa
görünürde Bizans'a yardım bahanesi ile bütün Doğu'yu ele geçirmek için
geniş bir Haçlı Seferi harekâtı başlatmıştır.240Bizans, Anadolu'ya gelen
Haçlıların niyetini kısa sürede anladıktan sonra tek başına Anadolu Selçuklu
Devletine saldırmaya başlamıştır. Ermeniler ise Türk akınları sonucunda
240
Bizans İmparatoru Mikhael,askeri bakımdan düştüğü güçsüzlüğü gidermek üzere, 1074 yılında
papalığın aracılığıyla Avrupa’dan Türklere karşı ücretli asker yardımı istemiştir. Bunun üzerine
Papa Türklere karşı acil Haçlı seferi çağrısında bulunmuştur; ama bir Haçlı seferi
gerçekleştirilememiştir. Papadan yardım isteği ikinci defa İmparator Aleksios tarafından 1091
yılında, Peçenek-Çağrı Bey müttefik güçlerinin İstanbul’u ele geçirmek maksadıyla Bizans’ı
sıkıştırmaya başladıkları sırada yapılmıştır. Haçlı seferi propagandalarının en yoğun olduğu zamana
denk gelen bu acil yardım isteği, Papanın Hıristiyanlık dünyasını hareket geçirebilmek için
kullandığı en önemli bahanelerden biri olmuştur. Çünkü 11. yüzyılın sonuna doğru batı toplumunda
oluşan uygun ortam sayesinde Papa, artık Doğu’ya karşı harekete geçme fırsatını nihayet
yakaladığını düşünmüştür. Bizans, askeri bakımdan gücünü çok yitirmişti. Batı, İstanbul Patriğine
boyun eğdirebilir, aynı zamanda yüzyıllardan beri bütün Akdeniz çevresine hâkim bulunan İslam
gücünü kırıp, özellikle yarım asırdan beri Anadolu’ya yerleşmekte olan Türkleri buradan söküp
atarak bu topraklara bizzat sahip olabilirdi. Gerçekten de 1096 yılında başlayan birinci Haçlı
Seferinin orduları–her ne kadar Bizans zapt edemedilerse de- daha Kudüs’e varmadan ve henüz
varacağı da belli değilken, Avrupalıların önce Urfa’da(10 Mart 1098), sonra Antakya’da (3 Haziran
1098) Haçlı devletleri kurmaları onların bu maksatlarını açıkça ortaya koymuştur. Demirken, 1997:
2, Turan, 2002: 99.
95
güney ve güneybatıya gelerek Prenslikler kurup, Anadolu Selçuklu Devletinin
zayıf olduğu dönemlerden faydalanarak, genişleme siyaseti izlemişlerdir.
Böylece kuruluş ve genişleme aşamasında bu büyük devletlerin
saldırısına maruz kalan Anadolu Selçuklu Devleti, aşağıda anlatacağımız gibi
bu saldırıları Türk savaş taktik ve faaliyetleriyle önlemeye çalışmıştır.
2.4.1. Bizans Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar
Amacı Boğazı aşıp İstanbul’u almak olan Ebû’l Kasım,241 Bizans
sahillerine akıncı birlikler göndermiştir. Bizans İmparatoru Aleksios’u bu
durum son derece telaşlandırarak, Bizans donanmasını Kios üzerine, kara
ordusunu da İznik üzerine göndermiştir. İznik’e gelen Bizans ordusu şehri
kuşatmıştır. Ebû’l Kasım, İznik’i kararlılıkla savunarak, zaman zaman surların
dışına yaptığı ani hücumlarla Bizans ordusuna büyük kayıp verdirmiştir.
Neticede şehrin düşürülmesini engellenmiştir.242
Sultan I.Kılıç Arslan (1092) tahta geçince ilk iş olarak Bizans’a
kaptırılmış olan yerleri geri almak olmuştur. Bu maksatla beylerbeyi
Muhammed İlhan komutasındaki bir orduyu harekete geçirmiştir. Ulubat
yöresini ele geçiren Beylerbeyi, İmparator Aleksios’un kayıklarla gönderdiği
Bizans ordusunu, Ulubat gölünün çıkışında kurduğu pusuya düşürüp büyük
bir baskın yaparak imha etmiştir. 243
Anadolu Selçuklu Sultanı Şahinşah, 1116 yılında Konya üzerine bir
sefer düzenleyen Bizans imparatoru Aleksios’a karşı yanıltma ve korkutma
faaliyetleri uygulayarak mani olmaya çalışmıştır. Bizans ordusu İmparator’un
rahatsızlığı sebebiyle oldukça yavaş hareket etmiştir. Bu nedenle sürekli
Selçuklu komutanlarının tâcizlerine maruz kalmıştır. Bu arada 500 kişilik bir
birliği Kamytzes komutasında öncü birliğini Selçuklulara karşı göndermiştir.
241
Süleyman-şâh’ın Antakya seferine çıkarken İznik’te yerine vekil olarak bırakmış olduğu akrabası
Ebû’l Kasım, Süleyman-şâh’ın ölümünden sonra Selçuklu tahtında meydana gelen boşluğu
doldurmuştur. Bizans ile yapılan Dragos çayı anlaşmasını bozarak, Bizans’a saldırmıştır. Koca,
2003b: II, 61.
242
Komnena, 1997: 197, Turan, 2002: 84, Koca, 2003b: II, 61.
243
Komnena, 1997: 207-209, Koca, 2003b: II, 65-66, Turan, 2002: 97.
96
Aleksios, ondan Türklerle karşılaştığı zaman saldırıda bulunmamasını,
sadece durumları hakkında bilgi vermesini istemişti. Fakat İmparatorun
sözünü dinlemeyen Kamytzes, Türk akıncıları ile karşılaşınca hemen
saldırıya geçmiştir. Üzerine gelen birliğin Bizans ordusu olduğunu sanan Türk
Beyleri, dağınık bir vaziyette çeşitli istikametlere kaçmaya başlamışlar.
Çünkü
çok
sayıdaki
düzenli
Bizans
askeri
karşısında
başarılı
olamayacaklarını biliyorlardı. Sonra kısa bir sürede saldırıda bulunan
ordunun asıl Bizans ordusu olmadığını öğrendiler ve bunun üzerine Selçuklu
Beyleri, “toplanma davulu” çaldırmak suretiyle dağılan birliklerini geri
çağırdılar. Kısa sürede toplanan Selçuklu Beyleri, hemen saldırıya geçerek
Kamytzes’i kuşatmışlardır. Bu olaylar karşısında şaşkına dönen Kamytzes
hiçbir mukavemet gösterememiştir. Birliği imha edilmiş ve kendiside esir
düşmüştür.244
Bizans İmparatoru, gönderdiği birliğin Selçuklu beyleri tarafından imha
edilmesi üzerine hızla harekete geçmiştir. Nihayet Akşehir’in Eber gölü
civarında iki ordu karşı karşıya gelmiştir. Saflar halinde başlayan savaşta
öncelikle
Sultan’ın
kalabalık
Bizans
ordusu
ordusu
bozulmaya
karşısında
başlamıştır.
kuvvetlerini
Sultan
fazla
Şahinşah,
yıpratmamak
maksadıyla dağlara çekilmiştir. Türkler geceleyin dağların yamaçlarında pek
çok ateş yakıp naralar atarak Bizans ordusunu psikolojik olarak yıpratmaya
çalışmışlardır. Böylece attıkları korkunç naralar ve çıkardıkları tüyler ürperten
çığlıklarla Bizans ordusunun içine büyük bir korku salmışlardır. Ayrıca Sultan
Şahinşah, gündüz Bizans ordusuna hiç saldırmamış, gece olunca da birden
ortaya çıkıp Bizans ordusunu ok yağmuruna tutmuştur. Neticede dehşet
içinde kalmış olan İmparator, kurtuluşu kalan ordusuyla beraber kaçmakta
bulmuştur.245
Danişmendlilerin Karadeniz bölgesinin sahile yakın yerlerini tamamen
ele geçirmesi üzerine, Bizans İmparatoru Loannes, 1139 yılında Orta ve
Doğu Karadeniz bölgesine sefer düzenlemiştir. Kastamonu üzerinden
Kintesi’ne (Kundu), gelip bir süre burada konaklamak zorunda kalmıştır. Ama
244
245
Komnena, 1997: 207-209, Koca, 2003b: II, 65-66, Turan, 2002: 97.
Komnena, 1997: 494-495, Koca, 2003b: II, 106.
97
burada birden Selçuklu ve Danişmendli beylerin ani baskınlarına maruz
kalmıştır. İmparator, Türk beylerinin her baskınında başarısızlığa uğramış ve
büyük kayıplar vermiştir. Nihayet Bizans ordusu, bu darbeler ile kayıp vererek
Niksar önlerine kadar gelmiştir. Bu sürpriz baskınlarla yeteri kadar yıpranmış
olan Bizans ordusu, Danişmendli-Selçuklu müttefik orduları ile bir meydan
savaşına tutuşmuştur. Bu savaşta Danişmendli ve Selçuklu ordularının daha
şiddetli saldırılarına maruz kalan İmparator ordusunun üzerindeki kontrolü
kaybetmiştir.246
Türk akıncılarının sürekli Batı Anadolu’da Bizans topraklarına
saldırmaları ve fetih hareketlerinde bulunmaları İmparator Manuel’i rahatsız
etmiştir. İmparator Manuel 1146 yılında, doğrudan başkent Konya’yı hedef
alarak Türkleri Anadolu’dan atmak için büyük bir ordu ile harekete geçmiştir.
Arka arkaya üç defa Selçuklu engellerini aşarak Konya önlerine gelip şehri
kuşatmıştır. Sultan I. Mesud hem içerde hem şehrin dışında savunma
tedbirleri almıştır. Dışarıdaki Selçuklu ordusu pusular kurup baskınlar
yaparak Bizans ordusuna büyük zarar veriyordu. Bir ara Türk çemberi içinde
kalan Bizans askerleri arasında korku ve panik havası yaşanmıştır. Manuel
askerlerin cesaretini arttırmak için “Sultan esir oldu işte size miğfer” diye bir
askerin miğferini mızrak ucunda sallattırdı. Selçuklu ordusu bunun sahte bir
davranış olduğunu çok geçmeden anladı ve askerler üzerinde olumsuz bir
etkisi olmadı. İmparator Manuel çemberi kırarak kaçmayı başardıysa da
dönüş yolunda defalarca baskın ve saldırılara maruz kalmıştır. Böylece
büyük bir iddia ile giriştiği sefer başarısızlıkla neticelenmiştir.247
İmparator Manuel, 1159 yılında Çukurova’daki Ermeniler üzerine
düzenlediği seferden İstanbul’a dönerken Selçuklu birliklerinin baskınına
uğramıştır. Bu birlikler Selçuklu ülkesinden geçerken Karaman (Larende) ve
Kütahya’da havalilerinde Türkmenler tarafından pusuya düşürülmüştür.
Çünkü
246
247
Bizans ordusunun,
İstanbul’a
varma
hususundaki
aceleciliği,
Niketas, 1995: 22-23, Koca, 2003b: II, 121.
Kınnamos, 2001: 38-41, Niketas, 1995: 36, Koca, 2003b: II,126-130, Turan, 2002: 180-181.
98
disiplinsiz ve akılsızca hareketleri baskınlara davetiye çıkarmaktaydı.
Baskına uğrayan Bizans birliklerinin pek azı İstanbul’a dönebilmiştir.248
Görüldüğü gibi Bizans saldırıları, Selçukluların yapmış olduğu sürpriz
baskınlarla, korkutma faaliyetleri ile engellenmiştir.
2.4.2. Haçlılar Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar
2.4.2.1. I. Haçlı Seferi ve Sultan I. Kılıç Arslan’ın Anadolu
Savunması (1096-1101)
İstanbul’a gelen Haçlı ordusunu249 sur dışında bile disiplin altında
tutması mümkün değildi; keza bunlar her tarafı yağmalıyor, civardaki köşkleri
soyuyor, durmadan hırsızlık yaparak sorun çıkarıyorlardı. Bu yüzden
imparator fikrini değiştirdi ve bütün Hacıları 6 Ağustosta gemilerle Anadolu
yakasına geçirmiştir.250
Haçlılar, Anadolu yakasına geçtikten sonra İzmit ve İznik istikametinde
ilerleyerek, bölgeyi vahşi bir şekilde kana ve ataşe boğdular. Bunun üzerine
Sultan I.Kılıç Arslan, Malatya’nın fethine giderken İznik’te bıraktığı kardeşi
Davud, İzmit yakınlarında Kırk-geçit çayı kenarında Haçlı öncülerini topluca
pusuya düşürdü. Haçlılar daha ne olduğunu anlamadan birden bire ağaçların
arasında üzerlerine oklar yağmaya başladı. Türk okçuları önde atlıları hedef
aldılar. Yaralanıp yere düşen ve birbirlerine giren atlar binicilerini sırtlarından
atarken Türkler hücuma geçti. Şövalyelerin çoğu Türklerin hücumuna
direnmeye ve cesaretle savaşmaya çalıştılarsa da, orduyu kaplayan paniği
248
Niketas, 1995: 75, Kinnamos, 2001: 140-141, Koca, 2003b: II, 162.
Papa II. Urbanus, 1095 yılı sonbaharında topladığı Clermont Konsili sırasında din adamları ve
halktan oluşan büyük bir kalabalığa hitap ederek Haçlı Seferleri çağrısını yapmıştır. Çağrı üzerine
Pierre l'Hermite adında bir keşiş, hemen harekete geçmiştir. 20 Mayısta Pierre l’Hermite
idaresindeki 20 bin kişilik ordu Köln’den yola çıkarak, Macaristan’dan üzerinden Edirne’ye ve
oradan da 1 Ağustos 1096 tarihinde İstanbul’a gelmiştir. Görünüşleri ve davranışları ile başta
İmparator Aleksios olmak üzere başkent halkını dehşete düşüren Haçlılara, şehir surlarının dışında
bir yerde kamp kurmalarına izin verilmiştir. Fakat İmparator Aleksios Batı’dan böyle bir yardımda
bulunduğuna çok pişman olmuştur. İmparator, Haçlılara iyi davrandı; yol boyunca yaptıkları çirkin
hareketleri affettiğini bildirdi.
250
Demirkent, 1997: 15, Dikici, 2007: 318, Cecıle Morrısson, Haçlılar, Ankara, Dost Kitabevi Yay.
2005, s.29, Işın Demirkent, Tarih Boyunca İznik, Ankara, İş Bankası Kültür yay. 2004, s. 25.
249
99
önleyemediler. Çok kısa bir sürede dehşet içine düşmüş bulunan bütün Haçlı
ordusu çılgınca kaçmaya çalıştı ise de Türkler hemen hemen hepsini imha
etmiştir.251
Kontların ve düklerin kumandasında Haçlı Seferi’ne çıkan büyük bir
kütle, 1096 sonbaharından itibaren birbiri ardınca İstanbul’a gelmeye
başlamışlardır.252 1097 yılı başlarında sayıları 100 bini bulan ve Anna
Komnene’nin ifadesine göre “sayıları kumsaldaki kum tepelerinden, gökteki
yıldızlardan çok” olan Haçlı ordusunu, İmparator sağladığı gemilerle Anadolu
yakasına geçirdi. Haçlı ordusunun ilk hedefi Anadolu Selçuklu devletinin
merkezi İznik olmuştur. İznikte’ki Selçuklu kuvvetleri, surlardan hemen bir
çıkış hareketi yaparak Haçlı ordusunu püskürtmeye çalıştı ise de pek başarılı
olamayıp tekrar surların gerisine çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu sırada
Malatya muhasarasıyla meşgul olan Sultan I. Kılıç Arslan kuşatmayı kaldırıp
İznik önlerine geldi. Ancak çok kalabalık olan Haçlı ordusuna karşı bir şey
yapamayacağını görünce geri çekildi. Hayatlarını kurtarmaktan başka çareleri
kalmayan İznik halkı, gizlice Bizans imparatoru ile temasa geçerek şehri
teslim etmiştir. Böylece İznik halkı, Haçlı saldırısından kurtulmuş oldu.253
Sultan I. Kılıç Arslan’ın, sayıca çok büyük ve askeri gücü yüksek Haçlı
orununu yenmesi imkânsızdı. Bunun için yıpratma muharebesine karar veren
Sultan, coğrafi sahanın da kendisine sağladığı avantajı kullanarak; Haçlıların
geçtiği
güzergâhlara
sürpriz
baskınlar
düzenleyerek,
bölgedeki
iaşe
kaynaklarını tahrip ederek Haçlıları madden ve manen çökertecekti. Ayrıca
Danişmendli Gümüştekin ile Kayseri Selçuklu Beyi Hasan’ı süratle yardıma
çağırmıştır.
251
Runciman, 1986: I, 101-103, Komnena, 1997: 307, Koca, 2003b: II, 75, Demirkent, 1997: 15-18,
Turan, 2002: 99, Dikici, 2007: 318.
252
Lorraine dükü Godefroi de Bouillon’un kumandasındaki Fransızlardan oluşan grup,. İtalya
Normlarının reisi Bohemund, Toulouse kontu Raymond de Saint-Gilles’in kumandasındaki GüneyFransızlarının oluşturduğu grup, Kuzey- Fransızlardan oluşan dükü Robert ile eniştesi Blois kontu
Etienne ve kuzeni Flandre kontu II. Robert’in müşterek idaresinde yola çıkan gruplardır. Demirkent,
1997: 26.
253
Komnena, 1997: 305, 323, 326-327, Kafesoğlu, 1972: 90, Demirkent, 199: 27, Runciman, 1986: I,
137-138, Demirkent, 2004: 28-32, Erer, 1948: 23.
100
Bizans kumandanı Tatikios’un rehberliğinde Anadolu içlerine doğru
yürüyüşe geçen Haçlılar, Eskişehir (Dorylaion) üzerinden güneye dönüp
Akşehir, Konya, Ereğli yoluyla Antakya’ya geçmeyi planlamaktaydılar.
Sultan I. Kılıç Arslan, Haçlıların Eskişehir’e doğru ilerlediğini haber
alınca derhal Eskişehir’in kuzeybatısındaki Sarısu ovasına gelmiştir. Bu
ovanın alçak tepelerinin arkasına ve vadilerin içine ordusunu pusuya
yatırmıştır. Haçlı ordusu da karargâhını Sultanın ordusunun pusu kurduğu
mevziiye kurmuştur. Ertesi sabah Türklerin, aniden hücuma geçerek
karargâhlarına sardırmaları Haçlıları şaşkına çevirmişti. Burada Haçlıları
şaşırtan başka bir hususta, Türklerin savaş taktikleri olmuştur. Önce okçu
birlikleri sonra atlıların arka arkaya saldırıları Haçlıları şaşkına çevirmiştir.
Çünkü Türkler hareket kabiliyeti fazla ve çok hızlı koşan atlara biniyorlardı.
Dalga dalga ilerleyen Türk atlıları, kaçarken de saldırıdaki kadar iyi nişan
alabiliyorlardı. İnce zırh giyiyor, hafif kalkan taşıyorlardı. Haçlılar ilk defa
karşılaştıkları bu muharebe taktiği ile şaşırıyor, Türklerin haykırmaları ile
titriyorlardı. Tüm bu saldırılara rağmen sayıca üstün olan Haçlılar tamamen
mağlup edilememiştir.254
Eskişehir (Dorylaion ) de Haçlı yürüyüşünü engelleyemeyen Sultan I.
Kılıç Arslan, artık gerillâ savaşı yapmaya başlamıştır. Haçlıların geçeceği
bölgeleri boşaltmış, tarladaki ürünleri yaktırmış, kuyulara ve pınarlara hayvan
leşleri atıp her türlü yiyeceği imha etmiştir. Böylece Haçlıları açlığa ve
susuzluğa mahkûm etmiştir. Sultan I. Kılıç Arslan’ın Haçlılara hazırladığı bu
sürpriz yıldırma ve yıpratma taktiği son derece başarılı olmuştur. Türk
birliklerinin zaman zaman sürpriz hücumları, yol boyunca yiyecek, içecek
254
Runciman, 1986: I, 142, Demirkent, 1997: 34-35, Kafesoğlu, 1972: 90, Koca, 2003b: II, 80,
Turan, 2002: 100-101, Ebru Altan, “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar, Belleten, LXV,
sayı 243, Ankara, TTK Yay., 2002, s.573, Güney Kırpık, “Haçlıların Anadolu İstilası Sırasında
Selçuklu Savaş Teknik ve Taktikleri(1097-1170)”, On Birinci Askeri Tarih Sempozyumu
Bildirileri I , Ankara, Genelkurmay Basımevi, 2009, s. 101.
101
sıkıntısı çeken Haçlılarda salgın hastalıkların baş göstermesi sonucun da
Haçlı ordusunun sayısı bir hayli azalmıştır.255
Haçlı ordusu, ağustos ayı ortasında Selçuklu halkının dağlara çekilip
tamamen boşalttığı Konya’ya vardılar. Burada yağmalanacak fazla bir şey
bulamayan Haçlılar Ereğli’ye doğru yollarına devam ettiler. Ereğli yakınında
Sultan I.Kılıç Arslan, Danişmendli Gümüştekin ve emir Hasanın giriştikleri
yeni bir hücumu geri püskürtmüşlerdir. Burada Haçlı ordusu ikiye ayrılmıştır.
Bunlardan bir kısmı Toros dağlarından Çukurova’ya inerken, diğer kısmı da
Maraş üzerinden kendileri için daha uygun görünen Anti Torosları aşıp
Antakya’ya gitmiştir. Oradan da Kudüs’e yürüyüp, 15 Temmuz 1099 Kudüs'ü
ele geçirmişlerdir. 256
Nihayetinde başından beri Haçlılara karşı amansız mücadele veren
Sultan I. Kılıç Arslan, her ne kadar Haçlı ordusunu imha edemediyse de
uyguladığı sürpriz taktiklerle, madden ve manen yıpratarak “akıl ve
insanlıktan mahrûm vahşi hayvanlar” gibi hareket eden Haçlılara, Türk halkı
ve ordusunu ezdirmemiştir. Ereğli’den sonra Haçlı ordusunun peşini bırakmış
ve bu orduyu bir daha takip etmemiştir.
Haçlılar Kudüs’ü almakla büyük ölçüde amaçlarına ulaştılar. Fakat I.
Haçlı seferi henüz tamamlanmadı. Çünkü Kudüs’ün düşmesi Avrupa’da
büyük bir sevinç ve heyecan yarattığı gibi Kudüs’ü ellerinde tutmak ve burada
hâkimiyetlerini güçlendirmek için iki yıl sonra Doğu’ya doğru tekrar harekete
geçtiler. Bu yüzden 1101 yılında üç büyük ordu Anadolu’ya gelmiştir.257
Batı’dan gelen bu yeni tehlikeden zamanında haberdar olan Anadolu
Selçuklu Sultanı I.Kılıç Arslan, hızlı bir şekilde hazırlıklara başlamış ve
Danişmend’li beyliğinden müşterek hareket etmek için teklifte bulunmuştur.
Ayrıca Doğu Anadolu ve Kuzey-Suriye’deki Türk beylerine de mektuplar
255
Runciman, 1986: I, 144, Demirkent, 1997: 37, Kafesoğlu, 1972: 91, Koca, 2003b: II, 81, Altan,
2002: 574, Turan, 2002: 102, Kırpık, 2009: 102.
256
Runciman, 1986: I, 146-147, Demirkent, 1997: 37, Koca, 2003b: II, 81, Kafesoğlu, 1972: 91,
Altan, 2002: 573-574, Turan, 2002: 102, Kırpık, 2009: 103-104.
257
Runcıman, 1987: 15, Demirkent, 1997: 61-62, Kırpık, 2009: 106.
102
yazarak yardım etmelerini istemiştir. Böylece Sultan I.Kılıç Arslan kısa sürede
ordusunu toparladıktan sonra 1101 Haçlı ordusuna gerilla taktiklerini tüm
acımasızlığıyla uygulamıştır. 258
3 Haziran 1101 tarihinde birinci büyük Haçlı ordusu, Niksar kalesine
kapatılmış olan Bohemund’u kurtarmak için Niksar’a doğru hareketle, İzmit Eskişehir-Ankara-Çankırı
yollarını
takip
etmiştir.
Normalde,
Haçlıların
Ankara’ya kadar yolculukları çok iyi geçmişti. Ancak, Çankırı yönünde
ilerlemeye başlamalarıyla sıkıntılar başlamıştı. Selçuklu birlikleri, Haçlı
ordusunun öncü ve artçı birliklerine düzenledikleri sürpriz baskınların yanında
mevcut açlık ve susuzluk sıkıntısı da Haçlı ordusunu yol boyunca
yıpratmıştır.
Nihayet Haçlı ordusu 2 Ağustos Cuma günü Amasya yakınlarındaki
Merzifon ovasına gelmiştir. Ovada yürüyüşlerine devam eden Haçlılar
üzerine, birden bire Sultan I. Kılıç Arslan, Gümüştekin, Rıdvan, Belek ve
Karaca’nın kumandasındaki süvariler tepelerden aşağıya savaş naraları
atarak hücuma geçmişlerdi.259 Haçlılar, Türk atlıların yıldırım hızıyla geldiğini
görünce, şok olmuşlar ama yine de kendilerini savunmak için toparlanıp bir
kamp oluşturmuşlardır. Kampın çevresine arabaları ve diğer bazı eşyalar
yığarak bir siper oluşturmuşlardır. Ama Türklerin süratle bu kampın etrafını
sarıp rüzgâr gibi at koşturması ve yağmur gibi ok atmasına fazla
dayanamadılar. Böylece sürpriz baskınla bu Haçlı ordusu tamamen imha
edilmiştir.260
Bundan sonra, birbirini takip eden, Nevers Kontu II. Guillaume’nun
idaresindeki Fransızlardan oluşan ikinci Haçlı ordusu, Ankara’ya gelmişti.
Fakat Ankara’da, birinci ordunun o sırada nerede olduğunu hiç kimse
bilmiyordu.
258
Bu
durumda
önceki
orduya
yetişmek
artık
mümkün
Runciman, 1987: II,18, Demirkent, 1997: 64, Erer, 1948: 42.
Sultan I. Kılıç Arslan, bir aydan beri zor koşullar altında ilerleyen Haçlı ordusunun oldukça güçten
düştüğünü anlamış ve bunlarla savaş için bu ovanın en uygun yer olduğunu kararına varmıştır. Bu
sebeple ordusunu, ovayı kuşatan tepelere yerleştirmiş, Haçlılar ovaya girer girmez de hücuma
geçmiştir. Demirkent, 1997: 66-68
260
Runciman, 1987: II, 18-19, Komnena, 1997: 346, Demirkent, 1997: 66-68, Turan, 2002: 105, İlhan,
1999: 132-133, Morrısson, 2005: 39, Altan, 2002: 576, Kırpık, 2009: 107.
259
103
görünmüyordu. Bunun üzerine daha kuzeye yürümeyi tehlikeli bulan Kont,
güney’e Kulu ve Cihanbeyli üzerinden Konya’ya giden en kestirme yola
sapmayı tercih etti. Böylece Konya’dan Akdeniz kıyısına inebilir ve
Antakya’ya daha kolay ulaşabilirdi.
Öte yandan bu durumu öğrenen Sultan I.Kılıç Arslan, Danişmendli
Bey’i ile beraber derhal harekete geçti. Nevers ordusunu Konya’ya varmadan
önce yolda yakaladı. Üç gün boyunca Haçlılar üzerine hücum eden Türk
birlikleri, yine de yürüyüşlerini engelleyememiştir. Sultan I. Kılıç Arslan,
Haçlıların daha bir zor şartlar altında bir süre ilerleyip kuvvetten düşmesine
ve ancak bundan sonra onlarla savaşa tutuşmaya karar verdi. Daha önce
yaptıkları gibi, Haçlıların önü sıra gerilla taktiğini uygulamışlardır. Türk
birliklerinin yıpratma faaliyetlerinin yanında aldıkları önlemlerle yiyecek ve
içecek sıkıntısı yaşayan Haçlılar, Ereğli’ye geldiklerinde düzenlenen sürpriz
baskınla bozguna uğratılmışlardır.261
Apuitania dükü IX. Guillauma ve Bavyera dükü IV. Welf’in idaresindeki
üçüncü ordu ise imparatorun tavsiyesine uyarak, 1097’deki Haçlı ordularının
takip ettiği yoldan ilerlemekteydi. Akşehir’e kadar Bizans arazisi içindeki
yürüyüşleri çok rahat geçmişti. Ama Selçuklu topraklarına girdikten sonra
zorluklar başladı. Haçlılar özellikle su ve yiyecek sıkıntısı çekmekteydiler.
Çünkü etrafta sağlıklı olarak yiyecek hiç bir şey yoktu. Türklerin uyguladığı bu
taktiğe çok öfkelenen Haçlılar, bunun üzerine yol boyunca Türklere ait
bulunan
bütün
şehirlere
saldırarak,
yakıp
yıkarak
Ereğli’ye
doğu
yürümüşlerdir.
Sultan I. Kılıç Arslan ise tüm kuvvetlerini, yaz mevsimi boyunca suyu
kurumayan Ereğli ırmağı kenarındaki çalılıklar arkasında pusuya yatırdı.
Nasıl olsa su ihtiyacı yüzünden Haçlılar buraya gelecekti. 5 Eylülde Haçlılar,
Ereğli ırmağının aktığı Akgöl ovasına ulaştılar. Suyu gören herkes ırmağa
doğru koştu. Fakat ırmağın karşı kıyısında pusu kurmuş olan Türkler, birden
261
Runciman, 1987: II, 21-23, Demirkent, 1997: 70, Turan, 2002: 105, İlhan, 1999: 133, Erer, 1948:
44-45, Altan, 2002: 577, Kırpık, 2009: 109.
104
bire ortaya çıkıp yağmur gibi ok yağdırmaya başladılar. Haçlılar daha neye
uğradıklarını anlamadan Türkler hücuma geçti. Atlı birlikler kısa sürede
Haçlıları çember içine alıverdi. Haçlılar bu şiddetli hücuma karşı koyamadılar.
Atlı veya yaya, pek çoğu ırmak yatağı kenarından kaçmaya veya çalılıklar
arasında saklanmaya çalıştı. Ama hepsi Türk okçularına hedef oldu. Savaş
alanındakilerin ise hemen hepsi Kılıçtan geçirildi. Haçlı kumandanı Apuitania
dükü Guillaume ise 400 kişilik atlı kuvvetiyle kaçmıştır.262
Sonuçta Sultan I.
Kılıç Arslan, 1101’de Avrupa’dan büyük kitleler halinde Anadolu’ya gelen
Haçlıları, Türk savaş taktik ve faaliyetleriyle imha etmiştir.
2.4.2.2.
II.
Haçlı
Seferi
ve
Sultan
I.
Mesud’un
Anadolu
Savunması(1147-1148)
Musul-Halep Atabeyi “İmâdeddin Zengi, topraklarını ikiye bölen Urfa
Haçlı Kontluğunu 1144 yılında ortadan kaldırması üzerine Doğu’daki Haçlı
devletleri zor duruma düşmüştür. Hatta Kudüs kraliçesi Melisende, Papa III.
Eugenius’ya başvurarak Batı Hristiyanlık dünyasından yardım istemiştir.
Bunun üzerine Avrupa’da yeni bir Haçlı seferi düzenlemek için Papalar
harekete geçmiştir. Özellikle bu görevi, çok yetenekli ve etkili bir hitabı olan
Fransızların başrahibi Bernard üstlenmiştir. Bernard, Fransa ve Almanya’nın
belli başlı şehirlerini gezerek hükümdarları, soyluları ve halkı yeni bir Haçlı
seferi için çağrıda bulunmuştur. Bu çağrı sonucunda Krallar bu sefere iştirak
ederek; Fransa Kralı VII. Louis, 70 bin civarında ordusuyla,
Alman
İmparatoru III Konrad ise 200 bin civarında ordusuyla 1147 yılında Batı’dan
Doğu’ya doğru hareket geçmiştir. 263
Eylül 1147 yılında İstanbul önüne ulaşan Alman İmparatoru III Konrad,
ordusunun
262
gücüne
ve
kendisine
son
derece
güvenerek
Anadolu
Runciman, 1987: II, 23-24, Demirkent, 1997: 71, Turan, 2002: 105, İlhan, 1999: 134-135, Erer,
1948: 44-45, Kırpık, 2009: 110
263
Koca, 2003b: II, 136-138, Demirkent, 1997: 101, Altan, 2002: 558-559, Turan, 2002: 183-184,
Erer, 1948: 44-45.
105
topraklarından geçmek için İznik-Eskişehir-Akşehir-Konya Ereğli hattını takip
ederek, kısa sürede Kilikya’ya ulaşmayı planlamıştır.
Diğer taraftan, Haçlı ordusunun İstanbul’a gelişini öğrenmiş olan
Sultan Mesud, bu orduları kendisi için uygun yerde karşılamak üzere
hazırlıklara
girişmiştir.
Konrad,
Bizans
kumandanı
Stephanos’un
rehberliğinde Eskişehir’e doğru harekete geçmişti. Ancak Sultan Mesud
tarafından Eskişehir yakınlarındaki Sarısu çayının kenarında pusu’ya
düşürülmüştür.264 Bizans Tarihçi Kınnamos, Haçlıların düşürüldüğü bu pusu
sonucunda, korku ve panik’den büyük bir ordunun nasıl imha edildiğini şu
şekilde izah etmiştir; “ … Dorlaion’a (Eskişehir) kadar Almanları hiçbir
tatsızlık engellemedi. Buraya vardıklarında yani Sarısu’ya vardıklarında
Mamplanes adındaki bir Türk, küçük bir kuvvetle bunların güçlerini anlamak
ve durumlarını öğrenmek için artçı birliklerine hücum etti. Türkler ilk defa
karşılarına çıktığında, düzensiz şekilde ilerleyen Almanlar, büyük bir kargaşa
içinde onlara saldırdılar. Türkler geri dönüp kaçar gibi yaptılar; fakat Alman
atlıları yorulunca ve ordugâhtan uzaklaşınca, Türkler hızla geri dönüp tekrar
saldırılar. Aynı şey sık sık tekrarlandı ve bu saldırı Almanları müthiş bir
korkuya düşürdü. Önceleri karşı konmaz hayvanlar gibi saldıranlar, nasıl
korkak ve sefil hale düştükleri için hiçbir şey yapacak ve planlayacak halleri
kalmadığını görmek mümkün oldu…”265
Böylece Alman İmparatoru
Konrad’ın ordusu imha edildi. Canını zor kurtaran İmparator, çareyi kaçmakta
bulmuştur.
İstanbul’a Alman Haçlı ordusundan sonra başında Kral VII. Louis’in
bulunduğu Fransız Haçlı ordusu geldi. Kral VII. Louis, İstanbul’da fazla
kalmayarak 1147 yılında İznik’e geldi. Bura da Alman Kralı Konrad’ın başına
gelenleri öğrenince, Konrad’ın takip ettiği yolu kullanmaktan vazgeçerek Ege
sahillerine doğru yola çıktı. Balıkesir, Bergama ve İzmir üzerinden Efes’e
gitmiştir. Fransız Haçlı ordusu, Efes’te bir süre dinlendikten sonra Menderes
vadisi boyunca Denizli istikametinde ilerlemeye başlamıştı ki, Selçuklu
264
265
Koca, 2003b: II, 136-138, Demirkent, 1997: 101, Turan, 2002: 183-184.
Kınnamos, 2001: 64.
106
ordusu Menderes vadisinin karşı tarafında birden ortaya çıkarak, Haçlıları ok
yağmuruna tuttu. Haçlı ordusu, bu sürpriz saldır karşısında bir hayli kayıp
vermek suretiyle sarsıldı. Bu yüzden Kral VII. Louis, Selçuklu ordusunun
üzerine yürümeye cesaret edemeyerek, ordusunu ok menzilinin dışına çekip,
ağır kış şartlarında yürüyüşüne devam etmiştir. Selçuklu ordusu, Haçlı
ordusunun peşini bırakmayarak uzun menzilli oklarla Denizli kadar devamlı
taciz etmiştir.
Denizli-Antakya arasındaki engebeli araziyi aşan Fransız Haçlı
ordusunun, denizi uzaktan görmeleri bir anda çektikleri sıkıntıyı ve Türkleri
unutmalarına neden olmuştur. Dağınık bir şekilde dağ yamaçlarından sahile
doğru koşmaya başladılar. Bu arada kendilerini adım adım takip eden
Selçuklu ordusunun aradığı fırsat doğmuştur. Dağınık bir şekilde olan Haçlı
ordusuna aniden sürpriz baskın yaptılar. Savaş düzeni bozulmuş olan
Haçlılar, müthiş bir korku ve paniğe kapılıp, ne yapacağını bilemediklerinden
imha edildiler. Ancak Kral Louis, akşam karanlığından yararlanmak suretiyle
canını zor kurtarabildi.266
Kral Louis, Selçuklu darbesinden geriye kalan ordusunu Antakya’da
topladı. Bu defa da yerli Rumların ihanetiyle, Türkler tarafından tekrar
baskına uğratıldılar. Böylece Fransız Haçlı ordusu da tamamen imha edilmiş
oldu.267
Görüldüğü üzere Sultan Mesud’da, Haçlılara karşı Anadolu'yu sürpriz
baskınlar yaparak savunmuştur.
266
Niketas, 1995: 46-47, Runciman, 1987: II, 225, Demirkent, 1997: 107-108, Koca, 2003b: II, 140141, Turan, 2002: 185, Dikici, 2007: 338, Altan, 2002: 580, Erer, 1948: 54.
267
Turan, 2002: 185, Koca, 2003b: II, 140-141, Demirkent, 1997: 109.
107
2.4.2.3. III. Haçlı Seferi ve Sultan II. Kılıç Arslan’ın Anadolu
Savunması
Salâhaddin Eyyubi’nin ünlü Hattîn seferi sırasında Kudüs Haçlı
Krallığına son vermesi (1187-1189), yeni bir Haçlı seferi için Batı dünyasını
tekrar harekete geçirmiştir. Papanın çağrısı üzerine Alman İmparatoru bizzat
sefere çıkmıştır.
Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa 27 Nisan 1190 tarihinde,
Edirne üzerinden Çanakkale Boğazına gelmiştir. Buradan da Anadolu
yakasına geçtikten sonra güneye doğru ilerleyerek, Alaşehir üzerinden
Denizli’ye kadar ulaşmıştır. Yorgun, bitkin ve aç durumda Uluborlu’ya kadar
gelen Haçlı ordusu, burada Türkmenlerin sürpriz baskınına uğramıştır.
Türkler burada Haçlı ordusu üzerine davul ve boru sesleriyle birlikte baskın
yaparak, ele geçirdikleri ganimetlerle birden ortadan kaybolmaktaydılar.
Neticede Haçlı ordusu Uluborlu tarafından dağ ve geçitlerden ilerlerken
Türkler tarafından bir hayli kayıplara uğratılmışlardır. Haçlı ordusu, muhtemel
Türkmen saldırı korkusu ve açlık, susuzluktan bitkin bir halde Akşehir’e
ulaşmıştır. Burada Selçuklu Melikleri, Kutbeddin Melihşah, Muhiddin Mesud
ve muhtelemen Gıyâseddin Keyhüsrev’in başında bulunduğu Selçuklu
kuvvetleri birden Haçlı kuvvetlerinin karşısına çıktı. Fakat Selçuklu kuvveti
pek başarılı olamadı. Bunun üzerine Konya’ya çekildiler. Haçlı ordusu
Konya’ya girdi ve şehri yağmaladı. Birkaç gün burada dinlendikten sonra
Karaman’a gitmişlerdir. Daha sonra Toros dağlarını aşarak Silifke Ovasına
ulaşmışlardır. Burada da bir sürpriz olayla karşılaşmışlardır. Nitekim nehri
geçip Silifke’ye ulaşma arzusunda olan İmparator’un nehrinde boğulmasıyla
bir haçlı seferi daha sona ermiştir.268
Yukarıda da anlattığımız gibi, Anadolu Selçuklu Devleti 11. yüzyılın
sonu ile 12 yüzyıllarda Haçlı tehdidi ile karşılaşmıştır. Anadolu Selçuklu
Sultanları, bu tehdit karşısında, sürpriz baskın, gerilla taktiği, korku ve panik
268
Runciman, 1987: III, 12-13, Demirkent, 1997: 149-152, Koca, 2003b: II, 208-209. Turan, 2002:
220-224, Altan, 2002: 581.
108
faaliyetlerini
en
başarılı
şekilde
uygulayarak
önce
Haçlı
ordusunu
yıpratmışlar, sonrada ortadan kaldırmışlardır. Nihayetinde Haçlı ordularını
büyük bir kuvvet olmaktan çıkarmak suretiyle hem Anadolu’yu hem de
Ortadoğu İslam ülkelerini büyük bir tehdit ve tehlikeden kurtarmışlardır.
Böylece Türk tarihinin en mükemmel ve en başarılı vatan savunmasını
yapmışlardır. Bu başarılardan sonrada Batı dünyası Anadolu’nun bir Türk
yurdu olduğu gerçeğini kabul ve tescil etmiştir. Nitekim Batı dünyası
Anadolu’yu bundan böyle “ Türkiye" adıyla anmaya başlamıştır.
2.4.3. Ermeniler Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar
Genelde baskın yaptıktan sonra dağlara sığınan ve meydan
savaşından uzak duran Ermenilere karşı zafer kazanmanın yolu; yağma için
ovalara akın yaptıklarında onları gafil avlamaktan geçiyordu. 269
Çukurova’da bulunan Ermenilerin, I. Haçlı Seferinin yarattığı ortamdan
yararlanarak Türklere saldırmaları ve topraklarını genişletmeye çalışmaları
üzerine Türkler de karşı saldırılara geçmişlerdir. Bunlardan biri de, 1107
yılında 12.000 kişilik bir Türkmen kuvvetinin Çukurova bölgesinde Anazarba
yöresine yaptığı akındır. Bu Türk kuvvetleri, Ermenilere ait arazileri tahrip ve
yağma ettikten sonra Kong-Vasil’in memleketinde270 Berdus (Pertus) denilen
mıntıkaya gelmişlerdir. Bunu haber alan Ermeni Prensi Kogh-Vasil, dayısı
Bedros ile birlikte Türklere saldırmış ise de Keysun’a çekilmek zorunda
bırakılmıştır.271
Haleb valisi Emir Seyfettin Savar, 1136 yılında Lâzikiye Bölgesine
yaptığı ani bir baskından sonra kuzeye doğru harekâtına devam ederek
Keysun ve Maraş civarına kadar uzanıp bol miktarda ganimetle dönmüştür.
1138 yılında da Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud, önce Keysun bölgesinde
269
Özdal, 2008: 128.
Keysun ve Ra’ban, bkz. Ersan, 2007: 68.
271
Urfalı Mateos, 2000: 232-233, Ersan, 2007: 68-69.
270
109
sonra’da Maraş’ta faaliyette bulunup, çevreyi talan edip esirler aldıktan sonra
geri dönmüştür.272
Bu dönemde ayrıca Gerger273 Ermenilerinin, eşkıyalık yaparak etrafa
zarar verdiği görülüyor. 1119 yılında Zaid Kalesi’nin yakınlarındaki Bula(m)
Köyü ve Malatya havalisine gizlice baskınlar düzenleyip talan eden Gerger
Ermenileri, Türkleri de öldürmekteydi. Belek Gazi 1121 yılında, bundan
haberdar olunca Ermenileri arkasına düşüp onları ortadan kaldırmaya karar
verdi. Bu maksatla, dağların karla örtülü olduğu sırada Fırat üzerinden
Gubus’a doğru uzaklaşıyor gibi göstermekle Gergerleri aldatıp üzerlerine
baskın yapmıştır. Artık Gerger Ermenileri Türklerin hâkimiyetine girmişti.
Fakat üç yıl sonra Belek Gazi’nin ölümüyle beraber Gerger Türklerin elinden
çıkmıştır.
Fırat Nehri boyunca genişlemeye gayret eden Artukoğlu Kara Aslan,
1149 yılında Gerger’e bir akıncı birliği gönderdi. Burada karargâh kuran
Artuklu askerleri, bir gece manastırın civarında bulunan Tegenkar denilen
müstahkem mevkie baskın yapıp ele geçirmişlerdir. Böylece Kara Arslan,
eşkıyalar ve Haçlılarla işbirliği yapan Ermeni Gerger halkını tekrar Türklerin
hâkimiyeti altına almıştır. Bu tarihten itibaren sakin bir hayat süren Gerger
Ermenileri, Moğol istilası döneminde yine Türkler aleyhinde faaliyetlerde
bulunmuşlardır. 274
Kilikya Ermeni Prensi I. Toros, Şahinşâh’ın tahta çıktığı 1110 yılına
kadar Anadolu Selçuklu Devleti’nin tahtının boş kalmasını fırsat bilerek
değişik zamanlarda Türk topraklarına karşı saldırı düzenlemiştir. Buna karşı
12 bin kişilik bir Türk kuvveti de 1108 yılında Toros Dağını aşarak Anazarba
mıntıkasına gelmiş, I. Toros’un ülkesini tahrip ve yağma ettikten sonra Maraş
ovasına geçmiştir. Buradan hareketle Ermeni Kong Vasil’in elinde bulunan
Keban yakınındaki Pertus mevkine kadar ilerlemişlerdir. Vasil, Türklere karşı
272
Ebû’l-Ferec, 1945: II, 374- 375, Turan, 2002: 174-175, Ersan, 2007: 71.
Gerger Çayı, Fırat’ın batı kıyısında, bugünkü Kesertaş Köyü yakınlarındaki Nefs-i Gerger
Kalesidir. XI. Yüzyılın sonlarına doğru Gerger’de, Urfa hâkimi Ermeni Toros’a bağımlı olarak
Ermeni prensi Konstantin hüküm sürmektedir. Kısaca buralarda Ermeniler yaşamakta idi. Ersan,
2007: 80.
274
Ebû’l-Ferec, 1945: II, 386- 387, Turan, 2002: 188, Ersan, 2007: 81- 85.
273
110
püskürtme hareketi yapmaya çalıştı ise de başarısız olup Keysun (Göksun)
deki merkezine çekilmeye mecbur kalmıştır.275
1110 yılında Konya Selçuklu tahtına çıkan Şahinşah, saltanatının ilk
yıllarında bağımsız hareket eden Türkmenleri, Kilikya Ermenilerinin üzerine
akınlara
göndermiştir.
Bu
Türkmenler
1110-1111
yıllarında,
Kilikya
Ermenilerinin hâkimiyetinde bulunan bölgelere (Anavarza ve Maraş) akın ve
yağma seferleri düzenlemişlerdir. I. Toros, yapılan çatışma ve savaştan
kendilerini uzak tutmaya gayret ederken, bölgede yaşayan diğer Ermeni
grupları saldırılara karşı koymaya çalışmışlardır.276
Çukurova Prensi II. Toros’un, gittikçe güç kazanmasından ve zaman
zaman Selçuklu topraklarına saldırmasından dolayı Sultan I. Mesud, 1153
yılında Ermenilere karşı Bizans İmparatoru I. Manuel ile ittifak yaparak
saldırıya geçmiştir. Başlangıçta büyük korkuya kapılan Erminler, dağlara
çıkıp ve geçitler tutup mukavemete başlamışlardır. Geçitleri aşmakta
zorlanacağını fark eden Sultan geri çekilmek zorunda kalmıştır.277
II. Kılıç Arslan zamanında II. Toros’un kardeşi Stephan, Sultanın
Danişmendlilerle uğraşmasını fırsat bilerek 1156’da Selçuklu topraklarına
saldırmış, Maraş’a girerek şehri yağma ve tahrip etmiştir. Bununla
kalmayarak Hristiyan halkın bir kısmını esir, bir kısmını da katletmiştir. Bunun
üzerine Danişmendlilerle mücadeleyi bırakan Sultan II. Kılıç Arslan, Keysun
bölgesine girdi. Stephanın dehşetinden korkup dağlara sığınan Hristiyan
halkı tekrar Maraş’a getirerek iyi muamelede bulunmuştur. Stephan Sultan II.
Kılıç Arslan’dan korktuğu için karşısına çıkamayıp iyi geçinebilmek adına
Pertus kalesini teslim etmiştir. 278
Sultan I.Rükneddin Süleyman-şâh’ın ölümü üzerine Anadolu Selçuklu
tahtında vuku bulan sarsıntı üzerine Kilikya Ermeni Kralı, Selçuklu tabiiyetini
bırakarak hudutlara tecavüz etmesi, Türkiye-Suriye ticaretinin aksamasına
275
Urfalı Mateos, 2000: 232-233, Turan, 2002: 151.
Urfalı Mateos, 2000: 241, Ersan, 2007: 121.
277
Ebû’l-Ferec, 1945: II, 385-386, Turan, 2002: 191.
278
Urfalı Mateos, 2000: 315, Çoşkun, 1989: 250.
276
111
sebep olmuştur. Aynı zamandan Ermeniler, 1206 yılında, Türkmenleri göç
sahası olan Göksu’ya hücum ederek Türklerden pek çok esir alıp, mal ve
hayvanlarını yağmalamışlardır.
Ayrıca Halep sınırlarına saldırmışlardır.
Halep Eyyubi hükümdarı, Ermenilere karşı giriştiği savaşlarda tam sonuç
alamamıştır. Bu olaylar sonucunda I. Gıyaseddin Keyhüsrev Ermenileri
cezalandırmak üzere sefere çıkmıştır. 1208-1209 yılları arasında Maraş’a
gelen Sultan, Haleb hükümdarını gönderdiği kuvvetleri de yanına alarak
Ermeni hudutlarını aşmışlardır. Ermenilerden bir takım belde ve kaleler
almışlardır. Bunlardan en mühimi Pertus kalesi idi. Kale önünde ordugâh
kuran Selçuklu ordusu, kısa bir kuşatmadan sonra burayı fetih edip kale
senyörü olan Ermeni Prensi Kirkor’u esir etmiştir. Böylece Ermeni Kralı II.
Leon’u perişan etmiştir.279
Yine Selçuklu taht değişikliğinden yararlanmak isteyen II. Leon,
Selçukluların Toros bölgesine yayılmıştır. Ulukışla, Ereğli ve Larende
kalelerini işgal etmiştir. Tahta geçen I.İzzeddin Keykâvus iç meseleleri
hallettikten sonra Ermeniler üzerine 1214 yılında sefere çıkmıştır. Kral II.
Leon Selçuklara karşı yalnız başına karşı koyamayacağını bildiğinden
Haçlılardan yardım talebinde bulundu. Fakat Haçlılardan yardım gelmedi.
Bunun üzerine I. İzzeddin Keykavus pek güçlük çekmeden Karaman, Ereğli,
Lârende’yi Ermenilerden geri aldı. Böylece Keykavus Ermenileri Torosların
ötesine attıktan sonra, işgal olunan Antalya’nın fethine gitmiştir. 280
I.İzzeddin
Keykâvus’un
Antalya’yı
fethi
sırasında
Ermenilerin
Antakya’yı alması üzerine, Sultan tekrar Ermeniler üzerine sefere çıktı. I.
İzzeddin Keykâvus, Maraş emiri Nusreddin’i de yanına alarak ordusuyla Kösidere yoluyla Ermeni topraklarına girdi. Ordu, Ceyhan vadisi boyunca
ilerleyerek Çinçin kalesini kuşattı. Kale, mancınıklarla üç gün boyunca
teslime zorlandı. Nihayet, II. Leon’un göndereceği yardımdan da ümidini
kesen halk, canları ve mallarının bağışlanması karşılığında teslim oldu.
279
280
Turan, 2002: 286-287, Çoşkun, 1989: 270.
Bibi, 1941: 65-66, Ersan, 2007: 167-168, Turan, 2002: 308.
112
Burada fetih hareketini bitirdikten sonra Sultan I. İzzeddin Keykavus,
Kançin kalesine yöneldi. Selçuklular burada da direnmeyle karşılaşınca
kaleyi kuşatıp mancınıklarla tahrip etmeye başladı. Diğer taraftan, üzerinde
silahlı on kişinin yürüyebileceği merdivenler kurdurdu. Okçular, ok atışlarıyla
kalede bulunan Ermenilere göz açtırmadılar ve merdivenler vasıtasıyla dört
bir taraftan içeri girdiler. Bu durum karşınsa panik olan kale muhafızları, hiçbir
savunmada bulunamadıklarından teker teker öldürüldüler. Sultan I. İzzeddin
Keykâvus, sancağını kaleye diktikten sonra bu yerlerin korunması için memur
ve komutanlar tayin etmiştir. Sonra yoluna devam eden Sultan I. İzzeddin
Keykâvus, yaklaşmakta olan kralın ve ordusunun durumunu öğrenmek üzere
gönderdiği öncü kuvvetinin mahsur kaldığı bir sırada ordusunu; sağ, sol ve
merkez kanatlara ayırarak, korkunç çığlık ve naralar ile hücuma geçmiştir.
Bu durum karşısında çok kayba uğrayan Ermeniler, çekilmek zorunda
kalmışlardır. II. Leon büyük kayıplara uğradığı ve büyük komutan ve
baronlarını esir verdiği bu yenilgi sonunda Sultanla anlaşma yolunu aramıştır.
1218 yılında anlaşma sağlanmıştır. Ancak Ermeni Kralları, Selçuklulardaki iç
karışıklardan daima yararlanarak Selçuklu topraklarına saldırmaya devam
etmiştir. Bunun üzerine fütuhat planını genişletmek isteyen Sultan I. Alâeddin
Keykubad, Çukurova üzerine geniş bir sefere çıkarak Ermenileri bir alana
hapsetmiştir.281
Görüldüğü gibi Selçukluların, Ermeniler üzerine saldırıları genellikle
akın ve yağma şekilde olmakla beraber bazen de pusu şeklinde
gerçekleşmiştir.
Böylece
Ermeniler
önlenmeye çalışılmıştır.
281
Turan, 2002: 314-315, Ersan, 2007: 168-170.
korkutulup
yıpratılarak
saldırıları
113
III.
BÖLÜM
SELÇUKLU HÜKÜMDARLARIN VE BEYLERİNİN UĞRADIKLARI
SÜRPRİZ BASKINLAR KORKU VE PANİK OLAYLARI
3.1. KARAHANLI HÜKÜMDARININ YAPTIRDIĞI SÜRPRİZ BASKIN
3.1.1. Baskının Sebebi
Selçuk Bey, Orta Asya’dan kalabalık bir kütle ile boyundan ayrılarak
Cend taraflarına gelip yerleşmişti. Burada Müslümanlığı kabul etmesi,
Selçuk Bey’in itibarını şüphesiz arttırmıştır. Ayrıca çevredeki katılımlar ve
yeni göç dalgaları ile nüfusu da artmıştır. Böylece X. yüzyılın sonlarına doğru,
Selçuk’un
başında
bulunduğu
Türkmen
atlıların
gücü,
devletlerarası
mücadelede rol oynayacak kadar artmış bulunuyordu. Nihayet Selçuk Bey,
Mâverâünnehir hâkimiyeti için Sâmâniler ile Karahanlılar arasında çıkan
mücadelede Sâmânilerin yanında yer almıştır. Fakat 999 yılında Karahanlı’da
Buhara emirliğini yapan İlig Nasr Han, Samani devletini ortadan kaldırarak
Mâverâünnehri ele geçirmesi, yine burada Gazneliler hükümdarı Sultan
Mahmud’un Horasan’a el koyması, Türkmen kuvvetlerinin Karahanlı
Devletinin kıskacı içinde sıkışıp kalmasına yol açmıştır.282
Nihayet hükümdarlığının son yıllarında(1015-1016) İlig Nasr Han
Selçukluları Mâverâünnehir’den çıkarmaya karar vererek büyük bir ordu
hazırlatmıştır. Bunu duyan Tuğrul ve Çağrı Beyler, bu durumdan korkarak,
282
Hatta Türkmenlerin yaşamakta oldukları Mâverâünnehir’de mülteci durumuna düşmüşlerdir.
Türkmen kuvvetleri de tek başına Karahanlılarla mücadeleye giremiyorlardı. Öte yandan
Karahanlılar da son derece hareketli ve yüksek savaş gücüne sahip Türkmen atlılarıyla,
çarpışmaktan çekiniyorlardı. Böylece, aradan, tarafların birbirleriyle çarpışmaya girmedikleri, daha
doğrusu birbirleriyle çarpışmaktan çekindikleri 25 yıl gibi uzun bir zaman geçmiştir. Bu arada
Selçuk Bey 1007 veya 1009 yılında Cend’e ölüp orada toprağa verildi. Selçuk’un Arslan, Mikail ve
Musa adlarında üç oğlu vardı. Mikail Geride kalan oğullarından Mikail gayri Müslim Türk
ülkelerinde cihada çıkarak bizzat kendisi savaşa girdi ve Allah yolunda şehit düşmüştür. Geri de
Yabgu, Tuğrul Bey Muhammed ve Çağrı Bey Davud adlı üç çocuğu kaldı. Selçuk’a bağlı kavim ve
kabileler ona itaat eder, emir ve yasaklarından dışarı çıkmazdı. İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 361-362,
Koca, 2005: 39-40.
114
maiyetiyle birlikte Karahanlı hükümdarı Buğra Han’ın ülkesine iltica ederek
kendilerini emniyete almak istemişlerdir. Nitekim onlar, bu düşünceyle,
kendilerine bağlı birlikleri ve aileleri yanlarına alarak, Talas yöresinde oturan
Karahanlı Büyük Buğra Hanın yanına gittiler. Belirli yükümlülükleri yerine
getirmek şartıyla Buğra Han’ın topraklarında oturma izni istemişlerdir. Ama
kendi memleketine gelmelerinden memnun olmayan hükümdar iki Beyi ele
geçirip sinsi bir planla onlardan kurtulmayı düşünüyordu. Fakat bu düşünceyi
fark eden Tuğrul Bey ve kardeşi Çağrı Bey, beraber Buğra Han’ın yanına
gitmekten vazgeçmişlerdir. İki kardeşten biri Buğra Han’ın yanına giderken
diğeri kendilerine yapılacak bir oyun ihtimaline karşı kavimlerinin yanında
kalacaktı. Böylece Buğra Han’ın planı bozulmuş oluyordu.283
3.1.2. Türkmen Beylerinin Birbirinin Üzerlerine Düzenlemeye
Çalıştıkları Sürpriz Baskın
Yukarıda
açıkladığımız
gibi
aralarındaki
karşılıklı
güvensizlik
nedeniyle, Tuğrul Bey, Buğra Han ile görüşmeye giderken, Çağrı Bey ise
Buğra Han’ın payitahtına iki fersah mesafede birliklerini pusuya yatırarak,
gerekli tedbirleri almıştır. Öte yandan, durumu kendi lehine değerlendirmek
isteyen Buğra Han, Tuğrul Bey’i hemen tutuklatarak; Çağrı Bey üzerine de bir
birlik göndermiştir. Böylesi bir durum için hazırlıklı olan Çağrı Bey, üzerine
gönderilen birliği kısa sürede pusuya düşürüp şiddetli bir baskınla dağıtmış
ve komutanlarını da esir almıştı. Böylece Buğra Han çok değerli bir
komutanının esir durumuna düşmesine de vesile olmuş oluyordu. Kurduğu
tuzağın işe yaramadığını gören Buğra Han, Tuğrul Bey’i serbest bırakarak,
uzlaşma yoluna gitmiştir. Buna karşı, Tuğrul ve Çağrı Beylerde ellerindeki
Karahanlı komutanlarını serbest bırakıp, süratle Buğra Han’ın hâkimiyet
sahasını terk ederek, Mâverâünnehr’e dönmüşlerdir.284
283
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 362, Müneccimbaşı, 2000: I, 6, Köymen, 1998: 32, Kafesoğlu, 1972: 13,
Koca, 2005: 41.
284
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 362, Müneccimbaşı, 2000: I, 6, Kafesoğlu, 1972: 13, Koca, 2005: 41.
115
3.2. ŞÂH- MELİK’İN HAREZM’DE YAPTIRDIĞI SÜRPRİZ BASKIN
3.2.1. Savaşın Sebebi
İlig Nasr Han’ın ölümünden sonra Buhara’ya hâkim olan Ali Tekin,
Mâverâünnehir’e de hâkim olmak maksadıyla sık sık Selçuklu Beyleri üzerine
saldırılarda
bulunmuştur.
Selçuklu
Beyleri,
bu
saldırılar
karşısında
Mâverâünnehir’de fazla tutunamayacaklarını anlayıp, 1034 yılında Harezm’e
gelmişlerdir. Selçuklu Beylerinin bu hareketteki yegâne masatları askeri
güçlerini korumak ve geliştirmekti.
Harezm bölgesi, Gazneli Devletine ait olup, merkezden gönderilen
valiler tarafından yönetiliyordu. Bu sırada Harezm’de vali olarak Harezmşâh
Hârûn b. Altuntaş bulunuyordu. Mâverâünnehir’de Gazneli Devleti adına
topraklarını genişletmek kararında olan Altuntaş, Buhara ve çevresinin tek
hâkimi olan Ali Tekin’e karşı bir ittifak cephesi oluşturma gayreti içindeydi. Bu
gaye ile ilk olarak Cend hâkimi Ebu’l-Fevâris Şâh-melik ile ittifak yapmıştır.
Daha sonra Selçukluları da kendisiyle işbirliği yapmaya ve tek bir el halinde
birleşmeye davet etmiştir. Bunun üzerine Tuğrul ve Çağrı Beyler, Harezmşâh
Hârûn Altıntaş’dan kendilerine bir zarar gelmeyeceğine inanarak ve
güvenerek onun teklifini kabul etmişlerdir. Fakat müttefikleri Altuntaş, Ali
Tekin ile yaptığı savaşta, aldığı yaradan kurtulamayıp ölmüştür. Altuntaş’ın
yerini alan oğlu Harun ise, babasının Beylikler arasında kurmuş olduğu ittifakı
devam ettirme kararında idi. Ama Harun, müttefikler arasında iş birliğini
sağlayamayarak bu konuda babası kadar başarılı olamamıştır.285
3.2.2. Olayın Cereyanı
Özellikle, Türkmen beylerinden Şâh-melik ile Selçuklu ailesi arasında
eskiden beri sürüp gelen kadim bir kin, kan ve düşmanlık davası vardı.
Kafasından öç alma duygusunu bir türlü atamamış olan Şâh-melik, 1034
285
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 364, Koca, 2005: .52, Kafesoğlu, 1972: 18, Turan, 1999: 95, Köymen,
1998: 37.
116
yılında gizlice Kızılkum çölünü geçerek, Harezm’e girmiştir. Burada Selçuklu
Türkmenlerine gece ansızın baskın yaparak ağır bir darbe vurmuştur. Bu âni
ve korkunç baskın karşısında korku ve paniğe kapılan Selçuklu Beyleri ancak
7 ila 8 bin arasında ölü ve çok sayıda esir bırakarak bu baskından
kurtulabilmişlerdir. Maneviyatı ve itibarları çok sarsılan Selçuklu Beyleri, artık
burada da tutunamayacaklarını anlayıp, Ceyhun ırmağını buz üzereden
geçerek Horasan’a doğru hareket etmişlerdir.286Türk savaş taktik ve
faaliyetlerinden olan gece baskını görüldüğü üzere Türkler tarafından da
birbirleri üzerine ustaca uygulanmıştır.
3.3. TÜRKMEN BEY’İ ATSIZ'IN MISIR SEFERİNDE UĞRADIĞI
SÜRPRİZ BASKIN(1076)
3.3.1. Savaşın Sebebi
Suriye’deki Oğuz Türklerin kumandanı olan Atsız,287 tâbii olduğu
Büyük Selçuklu Devleti fetih planlarına uygun olarak, Mısır’ı fethederek
Fatımî Devletine son vermek istiyordu. Öte yandan bu sırada da Fatımî
Devletinin geçirmekte olduğu ağır sarsıntı ve bunalım, Atsız’a gayesini
gerçekleştirebilmek için mükemmel bir fırsat sunmaktaydı.
Atsız’ın askeri
hazırlıklara hız verdiği bir sırada; İldeniz adındaki bir Bey’in oğlu da bir miktar
asker ve hazinesiyle Bedrü’l-Cemâlî’nin288 izlemelerinden kaçarak kendisine
sığınmıştı. Çünkü Bedrü’l-Cemâlî Mısır ordusunun en güçlü grubu olan Türk
komutanlarını öldürerek bertaraf etmişti. Böylece ailelerinin intikamını almak
286
İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 364, Müneccimbaşı, 2000: 8, Kafesoğlu, 1972: 19, Koca, 2005: 52, Köymen,
1976: 5; 1998: 37.
287
Abak (Avak) oğlu Atsız, Melihşah zamanında yaşamış, bir Türk emiri'dir. Emir Atsız, 1071-1076
yılları arasında Ramla, Askalan ve Yafa dışında, Suriye ve Filistin’in bütün şehir ve kalelerini fet
ederek buralardaki Fatimi hâkimiyetine son vermiştir. Sıra Mısır’a gelmiştir… bknz. ,W. Barthold,
”Atsız”, İ.A., II. cilt, İstanbul, Milli Eğitim Yay., 1949, s. 6.
288
Akka valisi Bedrûl-Cemâl, Ermeni kökenli olup, emrinde Ermenilerden oluşan bir özel bir alayı
vardı. Fatmî halifesi, devletin merkezinde süren anarşiye son verebilmek ve tekrar düzeni
sağlayabilmek için Bedrü’l-Cemâlî’yi Mısır’a davet etmiş, ordu komutanı olarak görevlendirilip,
geniş yetkilerle donatılmıştır. Koca, 2011: 123.
117
için Atsız’ı bu sefere teşvik eden iki Türk Beyi bulunmaktaydı. Biri İldeniz
diğeri de Atsız’ın kardeşi Mem’mun’du.289
Atsız savaş hazırlıklarını bitirdikten sonra, başta Türkmenler olmak
üzere, Arap ve Kürtlerinde bulunduğu 20 bin kişilik ordusuyla harekete
geçmiştir.290
3.3.2. Savaş Sırasında Yapılan Hatalar ve Büyük Bozgun
Ordusu ile sahil yolunu takip ederek, Rîf şehrinin önlerine kadar gelen
Atsız, süratle Mısır üzerine yürüme niyetindeydi. Fakat burada İl-deniz oğlu,
“Kahire ve Mısır’a girmemize gerek yok; Rîf’i almak Mısırı fethetmektir”
demesi üzerine Atsız bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Bütün ordusunu Rîf
şehrine yönelterek burayı feth etmesi ve ayrıca burada 50 gün kalması
Atsız’ın aleyhine, Bedrü’l-Cemâlî’nin ise lehine olmuştur. Çünkü Bedrü’lCemâlî’ye zaman tanıyarak savunma hazırlıklarını bitirme fırsatı sunmuştur.
Öte yandan ordusu ile şehre giren Atsız, daha önce ele geçirdiği şehirlerde
uygulamış olduğu halkı koruyucu tedbirleri, Rîf’te uygulamamıştır. Atsız,
ordusunun şehirde “namusa tecavüz, cinayet işleme ve para toplama” gibi
Türk devlet gelenekleri ve ayrıca insanlık anlayışı ile bağdaşmayan çirkin
faaliyetlerine göz yummuştur. Bu davranış, şüphesiz halkın büyük tepkisine
yol açmıştır.
Atsız’ın hatası bununla da sınırlı kalmamıştır. Rîf’ten Kahire’ye bir ulak
gönderip, Bedrü’l-Cemâlî’den yüklü miktarda haraç istemiştir. Bedrü’l-Cemâlî
ise bunu bir fırsat olarak değerlendirip, 150 bin dinar göndereceğini vaat
ederek, Atsız’ı oyalama yoluna gitmiştir. Çünkü bu arada savaşa davet ettiği
289
İbnü’l-Esîr, 1987: X, 89, Ali Sevim, Suriye-Filistin Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara, TTK
Yay., 1989, s.41,
290
Ayrıca bu orduya, Türkmen savaşçıların eşleri ve çocukları da katılmıştır. Bu kadın ve çocukların
savaşa katılmalarında iki amaç bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi savaş sırasında Türkmen
ordusuna güç katarak yardımcı olmak iken ikincisi kazanılması muhtemel savaş sonucunda
ganimetten pay alabilmekti. Koca, 2011: 124.
118
Said’de bulunan kuvvetleri ile Sudanlıların kendisine katılması için zamana
ihtiyacı vardı.291
Bedrül Cemal’i Kahire’ye yaklaşmakta olan Atsız’ı durdurabilmek için
ileriye 12 bin kişilik bir öncü kuvveti göndermiştir. Bu kuvvet Atsız’ın
karşısında ciddi bir direniş gösteremeden dağılmıştır. Böylece Kahire yolu
Atsız’a tamamen açılmış bulunuyordu. Bu durum ise Mısır idaresi üzerinde
büyük bir korku ve panik havası yaratmıştır. Kahire’de kendilerini emniyette
hissetmeyen Halife ve Bedrü’l-Cemâlî, şehri kendi kaderiyle baş başa bırakıp
gizlice terk etme niyetinde idiler. Bu durumu fark eden Kahire halkı, öfkeden
çılgına dönüp, kitleler halinde halifelik sarayının önünde toplanarak, halifeyi
ve Bedrü’l-Cemâlî’yi ağır bir dille protesto etmişlerdir. Fakat Halife cevaben
asker ve silah sıkıntısı nedeniyle Atsız’la başa çıkmanın zor olduğunu
bildirmiştir.
Bu
defa
halk
Halife’ye
“Yanımızdaki
savaşçıları
birlikte
savaşmanız için sana göndeririz. Ayrıca silahları olmayanlara da dağıtmanız
için yanlarımızdaki silahları size veririz …”292 şeklinde teklifte bulunmuştur.
Bu şiddetli tepkiden korkan Halife, halka Kahire’den ayrılmayacağı ve sonuna
kadar Atsız ile mücadeleye edeceğine dair söz vermiştir. Halife ve Bedrü’lCemâlî vakit geçirmeden bir takım hazırlıklar yapmışlardır. Halkın da desteği
ve ilave kuvvetlerle orduyu yeniden düzenleyip, gruplara ayırmışlardır.
Oluşturulan ordudan sayısı 2 bin atlıyı bulan bir grubu, Atsız’ı arkadan
kuşatmak üzere ileriye göndermişlerdir. Merkez kuvvetin başına da bizzat
Bedrü’l-Cemâlî geçmiştir. 293
Taraflar, Kahire önlerinde karşı karşıya geldiler. Atsız’ın askerleri
kendilerinden emin bir halde etrafa dağılmışlardı. Bedrü’l-Cemâlî ise bir gece
baskını düzenleyerek önce Atsız ordusunun sağ kolunu çökertmiştir. Bu etkili
akını Mısır ordusundaki zenci birliklerin hücumu takip etmiştir. Öte yandan,
büyük gayretle hücumları savuşturmaya çalışan Atsız, tam bu sırada
meydana gelen iki talihsiz olayla ağır bir şekilde sarsılmıştır. Bunlardan biri,
291
Sevim, 1999: XX, 21; 1989: 41, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 101, Koca, 2011: 125.
İbnü’l-Esîr, 1987: X, 101.
293
Sevim, 1999: XX, 21; 2008: XXIX, 10; 1989: 42, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 101, Koca, 2011: 126.
292
119
kendisinden memnun olmayan ve sayıları 700’ü bulan294 Türkmen atlılarının
ihanetiydi. Bu Türkmen grubunun savaşın en yoğun anında karşı tarafa
geçmesi Atsız’ın ordusunda maneviyât kırıcı bir etki yapmıştı. Atsız bu olay
karşısında hiçbir şey yapamamıştır. İkinci olay ise, Bedrü’l-Cemâlî tarafından
daha önce ileriye gönderilmiş olan kuvvetin, Türkmen ordugâhını arkadan
sarıp, bütün yedek atlarını ele geçirerek çadırları ve eşyaları yakmaları idi. Bu
ikinci olay Atsız’ın ordusunu daha çok sarsmıştır. Türkmen savaşçıları,
ordugâhtan yükselen alevler karşısında manevi bir korkuya kapılarak ne
yapacaklarını, hangi cephede savaşacaklarını bilemediler. Şaşkınlık içinde
darmadağın oldular. Yedek atlarından da mahrum kaldıkları için kaçamadılar
ve sonunda hayatlarını kurtarmak için teslim olmak zorunda kaldılar.
Ordusunun büyük bir kısmını kaybetmiş olan Atsız, kaçmak suretiyle
kurtulabilmiştir. Mısır birlikleri, Atsız ve adamlarını Rem’le şehrine kadar takip
ettilerse de yakalayamamışlardır.295
Sonuç itibariyle Atsız, esasında çok rahat kazanabileceği bir savaşı
taktik hatası ve kendisine olan aşırı güveninden dolayı kaybetmiştir.
3.4. MİCİNGERT SAVAŞI(1202)
3.4.1. Savaşın Sebepleri
Kuzey-Doğu Anadolu bölgesine hâkim olan Saltuklular, Anadolu’nun
bu
bölgesini
Gürcü
ve
Trabzon
Rumlarının
saldırılarına
karşı
korumaktaydılar. Ayrıca Azerbaycan ve Türkistan'dan gelen göç ve ticaret
yollarını daima açık tutuyorlardı. Öte yandan Kafkaslardaki Kıpçak Türkleri ile
güçlerini birleştiren Gürcü Kraliçesi Thamara, Anadolu üzerine geniş bir istila
294
Bu saf değiştirme Atsız’a karşı öç alma duyguları içinde olan Şökli’nin babası ve oğlunun
girişimleri sonucunda olmuştur. Çünkü Atsız, kendisiyle hâkimiyet ve liderlik mücadelesine girmiş
olan Şöklü’yü yakalayıp öldürtmüştü. Şöklü’nün babası yaşlı olduğu içinde affetmişti. Şökli’nin
babası da kaçmak suretiyle Mısıra gelip yerleşmişti. Atsız, ordusuyla Rif’te beklerken de bu durumu
lehine kullanmıştır. Bedrü’l-Cemâlî, Şöklü’nün babasını Kahire’de bulundurdu. Ona Atsız ile arası
bozuk olan beylere mektup yazdırıp, savaş sırasında saf değiştirme çağrısı yaptırdı. Koca, 2011:
126.
294
İbnü’l-Esîr, 1987: X, 102, Sevim, 1999: XX, 21; 1989: 42, Koca, 2011: 126-127
295
İbnü’l-Esîr, 1987: X, 102, Sevim, 1999: XX, 21; 1989: 42, Koca, 2011: 126-127.
120
hareketi başlatmıştır. Gürcü-Kıpçak müttefik kuvvetleri, ani olarak Erzurum
önlerine kadar ilerleyip, surların dışındaki kadın ve çocukları esir etmişlerdir.
Halk bu görülmemiş baskın karşısında şaşırmıştır. Saltuk hükümdarı
Nasıreddin Muhammed, Gürcü-Kıpçak saldırısını önlemeye çalıştı ise de
Kars bölgesinin elden çıkmasına mani olamamıştır. Gürcü-Kıpçak kuvvetleri,
bölge halkını kılıçtan geçirerek, büyük miktarda ganimet ve esirle geri
dönmüşlerdir.296
Gürcü-Kıpçak ordularının Kuzey-Doğu Anadolu üzerine yaptıkları bu
geniş istila hareketi sonucunda, bölgede mevcut asayiş kalmamış bu nedenle
ticaret yolları kapanmıştır.
Bütün bu olumsuz durumlar karşısında, Anadolu
Selçuklu Sultanı II. Süleyman-şâh, Gürcü-Kıpçak kuvvetlerini cezalandırmak
maksadıyla Kafkaslar üzerine bir sefer yapmaya karar vermiştir.297
Sultan II. Süleyman-şâh, kardeşlerine, yakınlarına ve çevre meliklerine
haberciler ve elçiler göndererek, onlardan adamlarını toplayıp, kısa sürede
savaşa hazır olmalarını istemiştir. Ayrıca sefere katılmaları için tâbii
hükümdarlara da birer mektup göndermiştir. Sultanını bu fermanına kısa
sürede cevap gelmiştir. Selçuklu ülkesinin dört bir yerinden toplanıp gelen
kuvvetlerin oluşturduğu büyük bir ordu toplandı. Sultan ise Sivas da
hazırlığını tamamlayıp yola çıktı. Kardeşi Tuğrulşâh, Erzincan Mengücük
hükümdarı Behramşâh ve diğer beylikler, birer birer birlikleriyle gelip yolda
Süleyman-şâh’a katılmışlardır.
Bazı Gürcü kaynakları Sultan II. Süleyman-şâh'ın ordusunun 80 bin
kişi olduğunu kaydetse de bu rakam abartılıdır. Öyle ki Aksarayi’nin de
296
Koca, 2011: 282, Turan, 2002: 252.
Burada şunu da belirtelim ki, bu seferin siyasi büyük ehemmiyeti yanında bazı kaynaklar hissi
sebepten de bahseder. İbni Bibi’ye göre; Gürcü kraliçesi Thamara, Sultan II. Kılıç Arslan’ın
şehzadeleri arasında kendisine bir eş arıyordu. Bunun için Selçuklu ülkesine ressamlar(nakkaş)
yollayarak, gizlice Sultan II. Kılıç Arslan’ın oğullarının birer birer resimlerini aldırtmıştır.
Bunlardan güzel bir fiziki yapıya sahip olan Süleyman-şâh’ı çok beğenmiş ve evlenme teklifine
bulunmuştur. Ayrıca o, Süleyman-şâh’ı Gürcülerin hükümdarı yapacağını da bildirmişti. Bu durumu
Süleyman-şâh son derece onur kırıcı bularak, Thamara’nın yanına, ancak “Gürcü ülkelerini
fethetme, kilise ve manastırlarını cami ve medreseye çevirmek, çan ve zil sesi yerine ezan sesini
yerleştirmek” gayesiyle gidebileceğini bildirmişti. İbni Bibi, 1941: 37; 1996: I, 91-93.
297
121
belirttiği üzere Süleyman-şâh’ın ordusu yardımcı kuvvetlerle birlikte ancak 20
bin civarındadır.298
Sultan II. Süleyman-şâh, başından itibaren zafere kesin gözüyle
bakıyor, ordusuna çok güveniyordu. Hatta Gürcü kraliçe Thamara’ya kudret,
gurur ve hiddet dolu bir mektup299 göndermiştir. Öyle anlaşılıyor ki bu
mektupta Süleyman-şâh, rakibi üzerinde psikolojik baskı kurarak onu
korkutmak istemiştir. Çünkü Türkler, daha öncede bahsettiğimiz gibi savaşa
girmeden önce düşmanın maneviyatını, korkutma faaliyetleriyle bozmaya
çalışmaktaydılar.
Öte
yandan
Kars’a
gelen
Gürcü-Kıpçak
ordusu
kumandanı
Thamara’da, Süleyman-şâh’ın mektubuna cevap mahiyetinde olan ve kendi
tutumunu belirten bir mektup yazmıştır.300 Söz konusu mektupların ağır tehdit
ve suçlamalar içermesi kaçınılmazdır.301
3.4.2. Sultan II. Süleyman-şâh'ın Ordusunda Panik ve Bozgun
Sultan II. Süleyman-şâh, 1202 yılında ordusu ile Erzurum’dan Gürcü
ülkesine doğru harekete geçmiştir. Pasinler ve Sarıkamış üzerinden
hareketle Micingerd kalesi önüne gelmiştir. Ordusunu dinlendirmek için
298
İbni Bibi, 1941: 38; 1996: I, 93, Aksarayi, 1943: 128, Koca, 2011: 283, Turan, 2002: 253, 257,
Sevim-Yaşar, 1990: I, 104.
299
Tarihi ehemmiyeti dolayısıyla bu mektubun başlıca kısımları: "Gök kubbesi altında bulanan
sultanların en yücesi, Allahın gölgesi ve meleklere benzeyen ben Rukneddin, Gürcülerin hükümdarı
sen Thamara'ya bildiririm ki kadıların aklı zayıftır. Sen Gürcülerin eline kılıç koyup Allahın sevdiği
Müslümanları ve İslam kavimlerini öldürmeye emir verdin; benim hür milletime tâbiiyet vergisini
zorladın. Şimdi bizzat ben sana ve milletine İslam’ın adaletini göstermek ve Allahın yalnız bizim
elimize tevdi eylediği kılıçı bir daha kullanmamanızı öğretmek maksadıyla geliyorum. Gelişimde
otağımın önünde diz çöken, Muhammed'in peygamberliğini kabul edip dinin bırakan, boşuna ümit
bağladığın haçı huzurumda kıran kimselerden başkasının yaşamasına müsaade etmeyeceğim."
Turan, 2002: 257.
300
O mektubunda şöyle diyordu: "Ey Rükneddin!, Allahın kudretine güvenerek ve Meryem'e niyaz
edip kutsal haça ümit bağlayarak, gökleri gazaba getiren mektubunu okudum ve bunda Allahın
mahkûm edeceği yaramazlığın alâmetini gördüm . Allahın adına boşuna yemin edenlerin bizzat
onun tarafından yok edildiğini bilmez misin? Sen para kuvveti ile toplanan askerlerine, ben ise
zenginliğime ve askerlerimin sayısına değil, kadiri mutlak olan Allah'a ve senin hakaret ettiğin
salibime(haç) güveniyorum. Sana Hz. İsa'nın askerlerini gönderiyorum. Bunlar sana tânzim için
değil gururunu kırmak için geliyor...." devamı için bkz. Turan, 2002: 258.
301
Koca, 2011: 286, Turan, 2002: 257-258.
122
kalenin önünde ordugâh kurmuştur. Öyle ki Micingert düzlükleri, bunca
yorgunluktan
sonra
Selçuklu
ordusuna
hoş
bir
konaklama
imkânı
sunmaktaydı. Fakat Süleyman-şâh, burada askeri faaliyetlerde telâfisi
mümkün olmayan bir hata yapmıştır. Keza sultan ordusu ve kendisine çok
güvenip, Gürcü ordusunu da küçümsediği için ileriye bir öncü veya keşif kolu
göndermemiştir. Daha öncede bahsettiğimiz gibi keşif kuvvetleri ordunun
gözü ve kulağıdır. Süleyman-şâh, ayrıca Gürcü ordusunun bu kadar
yakınında olabileceğini tahmin etmemiştir. Tüm bunlar, Gürcü komutanlarının
savaş düzeninde olmayan Anadolu Selçuklu ordusunun üzerine sürpriz bir
baskın düzenlemelerine neden olmuştur.302
Kars’tan süratle ilerleyen Gürcü komutanları, Micingerd kalesi önünde
dinlenmekte olan Selçuklu ordusunun üzerine sürpriz bir baskın düzenlediler.
Daha doğrusu, Gürcü komutanlarının hareketi o derece süratli ve ani olmuştu
ki, Selçuklu ordusundan kimsenin onların geldiğinden haberi bile olmamıştı.
Süleyman-şâh, bu şok baskın karşısında ordusunu bir türlü toparlayıp savaş
düzenine sokamamıştır. Bütün ordugâhı ve ağırlıklarını bırakarak uygun bir
müdafaa hattına çekilmeye mecbur kalmıştır. Fakat tam bu sırada sürpriz bir
olay yaşanmıştır. Süleyman Şah’ın saltanat şemsiyesini taşıyan çetirdârın atı,
ayağı bir köstebek deliğine girmesiyle aniden tökezlemiştir. Böylece Çetirdâr,
saltanat çetri ile birlikte ansızın yere düşmüştür. Çetr’in yere düştüğünü gören
komutan ve askerler, Sultanın başına bir musibet geldiğini düşünmüşlerdir.
Bu düşünce orduda büyük bir panik havası yaratmıştır. Her ne kadar çetirdâr
hemen kaldırılıp ata bindirildi ise de yanlış anlaşılma giderilememiştir.
Çavuşların, kaçan askerlere geri dönmeleri için bağırmalarının yanı sıra,
özellikle Süleyman-şâh’ın kimi komutanları bizzat kendi isimleriyle çağırması
da mevcut hengâmeyi önlemeye yetmemiştir. Nihayet askerlerin çoğu savaş
meydanını terk etmiştir. Başta Süleyman-şâh olmak üzere, bazı komutanlar
yanlarında kalan birlikleriyle büyük bir cesaret göstererek mücadeleye devam
302
Burada asıl rol oynayan kuvvet Kıpçak Türkleri olmuştur. Çünkü Gürcü ordusunun savaş gücünü
Kıpçak Türkleri oluşturmaktadır. Buradan da anlaşıldığına göre, Türk askeri taktiğine has olan
sürpriz baskın yapmak büyük ihtimalle bu Kıpçak Türklerin fikri ve faaliyetidir.
123
etti iseler de muvaffak olamamışlardır. Süleyman-şâh kısa süre sonra artık
mağlup bir komutan olduğunu anlayarak Erzurum’a çekilmek zorunda
kalmıştır.303
Görüldüğü gibi Sultan II. Süleyman-şâh, kuvvetine fazla güvenmesi,
gururu ve ihtiyatsızlığı sebebiyle böyle bir sürpriz baskına maruz kalmıştır. Bu
baskının yarattığı korku ve panik hali, dikkatsizlikten kaynaklı başka sürpriz
olaylarında yaşanmasına vesile olmuştur. Söz konusu sürpriz olaylar
sonucunda Sultan II. Süleyman-şâh, mağlup olmuştur. Ayrıca burada Türk
hükümdarlarının savaşlardaki rollerine de dikkat çekmek gerekmektedir. Bir
savaşta hükümdarın ölmesi demek, o ordunun düşmanıyla çarpışmaya
girmeden mağlup olması demektir. Bu anlayış Türk askerlerinin savaşma
cesaretleri ile ilgili olmayıp, hükümdarına verdikleri değerle alakalıdır.
3.5. ALAŞEHİR SAVAŞI(1211)
3.5.1. Savaşın Sebebi
Theodora Laskaris, 1204 yılında İstanbul’un Haçlılar tarafından
işgalinden sonra, Batı Anadolu’da İznik merkezli bir devlet kurmuştu. Laskaris
ayrıca bu tarihlerde sürgünden dönen I. Gıyâseddın Keyhüsrev’in İznik’ten
geçişi sırasında bir hayli güçlük çıkarmıştır. Ama I. Gıyâseddin Keyhüsrev
tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak Theodora Laskaris üzerine bir sefer
düzenlememiştir. Çünkü daha önemli seferlerin varlığına inanarak Theodora
Laskarisle bir anlaşma yaparak, seferi kendisi için daha uygun bir zamana
bırakmıştır. Sultan I. Gıyâseddın Keyhüsrev daha sonra Karadeniz ve
Akdeniz kıyılarına ile Ermeniler üzerine sefer düzenlemiş ve esaslı başarılar
303
İbni Bibi, 1941: 38; 1996: I, 94-95, Müneccimbaşı, 2001: II, 30, Aksarayi, 1943: 128. Ahmed bin
Mahmud, 1977: II, 150, Turan, 2002: 258-259, Taneri, 1978: 60, Çoşkun, 1989, VII, 261, Kesik,
2008: 263-264.
124
elde etmiştir. Bu başarıların akabinde kendince sıranın Theodora Laskaris’e
geldiğine inanmıştır.304
Bu arada da Theodora Laskaris boş durmamış, İstanbul’daki Latin’lere
ve Karadeniz’deki Komnenos ailesine karşı başarılı bir mücadele vererek,
Batı Anadolu’da bir hayli hâkimiyetini genişletip güçlendirmiştir. Theodora
Laskaris, bu güçlü durumuna güvenerek Selçuklu Devletine yıllık vergisini
ödemediği gibi emirlerine de itaat etmeme cüretini göstermiştir. Bu durumdan
sadece Sultan I. Gıyâseddın Keyhüsrev rahatsız olmamış, İstanbul’daki Latin
İmparatoru Henri’de rahatsız olmuştur.305
Bu arada da Haçlılara karşı koyamayarak İstanbul’dan kaçmış olan
meşhur Bizans imparatoru III. Aleksios, Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev’e
sığınarak, tahtının damadı Laskaris tarafından gasp edildiğini iddia etmiştir.
Tahtına tekrar kavuşmak için Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev’den yardım
istemiştir. Sultan ödemesi gereken bir vicdani borcun da etkisiyle bu duruma
ilgisiz kalmamıştır. Çünkü Sultan, vaktiyle tahtını kardeşi Süleyman-şâh’a
kaptırınca Aleksios’a sığınmış ve uzun süre onun sarayında kalmıştır.
Bundan dolayı Sultan, Aleksios’a minnet ve şükran borçludur.
Bunu üzerine sultan durumu değerlendirmek için devlet erkânını ve
komutanları toplantıya çağırmıştır. Devlet adamları ve komutanlar, önce
Laskaris’in uyarılmasını ve hatta korkutulmasını, daha sonra harekete
geçilmesini tavsiye etmişlerdir. Sultan bu durumun pek işe yaramayacağını
belirtmiş, ama yinede “uyarmak ve korkutmak için” Laskaris’e bir elçi
göndermiştir. Bu uyarı netice vermeyince de Sultan sefere çıkma kararı
almıştır.306
Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev, sefer için Konya’nın Ruzbe ovasında
otağını kurduktan sonra vilayetlerdeki subaşılar başta olmak üzere, uçlardaki
304
İbni Bibi, 1941: 47-48; 1996: I, 123, Turan, 2002: 287, Koca, 2011: 291.
Bu gelişme Gıyâseddin Keyhüsrev ile İstanbul’daki Latin İmparatoru Henri’yi ortak paydada
buluşturmuştur. Her iki komutan aralarında ittifak anlaşma yapmışlardır. Söz konusu bu ittifaka
karşı, Theodora Laskaris ise Kilikya Ermeni Baronu II. Leon ile temasa geçerek onunla anlaşmıştır.
İbni Bibi, 1941: 47-48; 1996: I, 123, Turan, 2002: 287, Koca, 2011: 291, Çoşkun, 1989, VII, 270.
306
İbni Bibi, 1941: 48; 1996: I, 123, Turan, 2002: 288, Koca, 2011: 292-294.
305
125
beyler ile tabi melik ve hükümdarları gönderdiği fermanla savaşa çağırmıştır.
Sultanın fermanına uyan Selçuklu beyleri, her türlü mühimmat ve
mevcutlarıyla gelip, Ruzbe ovasında toplanmaya başlamışlardır. Böylece
kısa sürede hazırlığını tamamlamış olan Sultan, Batı Anadolu istikametinde
harekete geçmiştir.
Diğer taraftan, İznik Rum İmparatoru Laskaris, Rum, Lâtin, Alman,
Alan ve ayrıca Kıpçak Türklerinden oluşan büyük bir ordu toplamıştır. Ayrıca
Selçuklu
ordusunun
yerini
öğrenebilmek
için
de
ileriye
casuslar
göndermiştir.307
3.5.2. Savaşın Seyri: Galibiyetten Bozguna
Aşağı yukarı aynı zamanda Alaşehir önlerine gelmiş olan Anadolu
Selçuklu ve İznik Rum orduları, bir meydan savaşı yapmak üzere hemen saf
düzenine geçmişlerdir. Her iki ordunun da savaş düzeni, klâsik tipte; yani
“merkez, sağ ve sol kol" şeklinde kurulmuştu. Her iki hükümdar da kendi
merkez kuvvetlerinin başında yer almışlardır.
Savaş, İznik Rum ordusunun saldırısı ile başlamıştır. Laskaris önce,
Selçuklu ordusunun gözünü korkutmak için, savaş gücüne çok güvendiği
Lâtin birliklerini ileri sürmüştür. Fakat kısa sürede bu birlikler Selçuklu
kuvvetleri tarafından kılıçtan geçirilmiştir. Daha sonra belirli aralıklarla
üzerlerine gelen Rum birlikleri, Selçuklu orduları tarafından çökertilmiştir.
Böylece Laskaris’in ordusunun büyük bir kısmını, daha ilk çarpışmada savaş
meydanından kaçmaya başlamıştır. Tam bu sırada silahını kuşanıp miğferini
giyen Sultan I.Gıyâseddin Keyhüsrev,
“dağ gibi atı” üstünde merkezden
hücuma geçerek Laskaris’in üzerine atılmıştır. Sultan, tek kılıç darbesi ile onu
atından yere düşürmüştür.308Laskaris’in yere düşmesiyle Selçuklu muhafızlar
307
308
İbni Bibi, 1941: 48; 1996: I, 126-127, Turan, 2002: 289, Koca, 2011: 295-296.
Bizans müellifleri ise muharebenin cereyan tarzı ve sahası hakkında biraz farklı bilgiler vermiştir.
Olayı şu şekilde anlatırlar: Türk ordusu Denizli ve Lâdik arasında, bugün mevcut olmayan,
126
saldırışa geçip onun öldürmeyi istemişlerse de Sultan müsaade etmemiştir.
Bundan yararlanan mağlûp Laskaris ve askerleri kaçarken, Anadolu Selçuklu
ordusu da onları takibe ve yağmaya başlamıştır. Bu arada ordudaki bu
hareketlilik sırasında Sultan bir an yalnız kalmıştır. Sultan’ın yalnız kaldığın
gören ve düşman ordusuna mensup olduğu anlaşılamayan bir Frenk askeri,
derhal harekete geçerek Sultan’ın üzerine atılmış ve orada şehit etmiştir.
Frenk askeri daha sonra acele ile kaçış halinde bulunan Laskaris ve
askerlerine bu hadiseyi haber vermiştir. Fakat Laskaris, kendisi için âdeta
imkânsız olan bu olaya inanmak istememiştir. Olayın gerçek olup olmadığını
tam olarak öğrenebilmek için Frank askerleriyle birkaç adamını savaş
meydanına göndererek, Sultanın cesedini getirtmiştir. Böylece Frank
askerinin öldürmüş olduğu kişinin Sultan olduğu gerçeği anlaşılmıştı. Bu olay
sonunda çok iyi bir fırsat yakalamış olan Laskaris, kaçan askerleriyle birlikte
tekrar savaş meydanına dönüp, Sultan’ın cesedini göstermek suretiyle
Selçuklu ordusuna bir sürpriz baskın yapmıştır. Bu korkunç haber ve sürpriz
baskın Selçuklu ordusu üzerine şok etkisi yapmış ve ordusunun galibiyeti
aniden bozguna dönüşmüştür. Büyük korkuya ve paniğe kapılan Selçuklu
komutan ve askerleri, Sultanın intikamını almak şöyle dursun, bütün
ağırlıklarını
geride
bırakarak,
Konya
istikametine
doğru
kaçmaya
başlamışlardır. Bu arada ordu kaçarken bir hayli kayıp ve esir vermiştir.
Böylece mağlup durumda ve kaçmakta olan Bizans ordusu, Selçuklu
Antiochia şehrini muhasara ettiği sırada, gelen Bizans ordusu ile karşılaştı. Burada vuku bulan
şiddetli bir savaşta Rumlar büyük zayiata uğradılar. Sultan atını imparator üzerine sürerek onu bir
darbe ile yere düşürdü. Muhafızlar hücuma geçerken sultan hasmına dokunmamalarını emretti.
Fakat atından düştüğü halde yaralanmış bulunan Laskaris, derhal ayağa kalkarak Sultanın atının
ayaklarını kesti. Sultan atından düşürüp öldürdü. Bu durumu gören Selçuklu askerleri kaçmağa ve
Bizanslılar ise taarruza başladılar. Türkler çözülerek mağlûp oldu. Nihayetinde mağlûp Bizans
ordusu galip oldu. Şeklinde anlatmıştır. Fakat bu işi Laskaris’in yapması mümkün gözükmüyor.
Çünkü Sultan Laskaris’i atından düşürdüğünde muhafızları yanında bulunuyordu. Ayrıca İbni Bini,
Laskarisin, Sultanın öldürülmesine çok üzüldüğünü belirtir ve şu şekilde olayı nakleder; Sultan’ın
cesedini gören Laskaris, ağlayıp inleyerek yüzünden kanlı yaşlar akıtmaya başladı. Emir verdi. Onu
öldüren Frenk’i öldürtülüp derisinin yüzülmesini istedi… İbni Bibi, 1941: 48; 1996: I, 130-131,
Turan, 2002: 289.
127
ordusunun bir anlık gafleti nedeniyle, yani Sultanın şehit edilmesiyle birden
savaşın galibi haline gelmiştir.309
Görüldüğü üzere, Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev'in kendisine son
derece güvenmesinden dolayı, şahsi emniyetini ihmal etmesi hayatını
kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Ordu ise başta savaşı kazanmış olmasına
rağmen ganimet hırsını yenemediği için gaflete düşmüş ve savaşın
kaybedilmesi neden olmuştur.
3.6. KÖSEDAĞ SAVAŞI(1243)
3.6.1. Savaşın Sebebi
XIII. yüzyılda Dünya’yı istilâ ve tahrip eden Moğol istilâsı henüz hızını
kaybetmemiştir. Anadolu Selçukluların da endişe ile takip ettiği bu istila
nihayet Anadolu kapılarına dayanmıştır. Türkiye sınırlarına yaklaşmış olan
Moğol ordusu kumandanlığına atanan (1241) Baycu Noyan, Babai İsyanı
dolayısıyla Selçukluların zayıf düşmesini fırsat bilerek 1242 sonbaharında,
Erzurum üzerine yürüyerek, şehri şiddetle kuşatıp, harap etmiştir. Böylece
korkulan olmuş ve Erzurum felaketi ile Moğol tehlikesi başlamıştır.
Bunun üzerine, bütün Anadolu’yu hedef alabilecek herhangi bir Moğol
istila ve hareketine karşı, önlemler alınmaya başlanmıştır. Bu arada kışın
başlaması ve Tatarların Mugan kışlığına çekilmesi, Selçuklulara bir
hazırlanma fırsatı vermiştir. Devlet erkânı, Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in
huzurunda, toplanarak Moğol meselesini etraflıca tetkik ve müzakere etmeye
başlamıştır. Bu görüşmeler sonucunda Selçukluların vassalı olan komşu
Müslüman ve Hristiyan hükümdarlara elçiler gönderilip yardım istenmesi
uygun bulunmuştur. Ayrıca söz konusu yardımın mümkün olduğunca çabuk
olması aksi halde memleketin elden gideceğine dair önemli açıklamalarında
yapılması kararlaştırılmıştır. Selçukluların Moğol istilası karşısında ittifak ve
309
İbni Bibi, 1941: 48; 1996: I, 129, Müneccimbaşı, 2001: II, 39-40, Turan, 2002: 290, Koca, 2011:
296-297, Sevim-Yücel, 1990: I, 108, Çoşkun, 1989; VII, 271.
128
müşterek bir ordu vücuda getirmek için her türlü fedakârlığı göze aldıkları
görülmektedir. Nitekim bazı beylere sırf bu yardımlar karşılığında Selçuklu
topraklarının dirlik olarak kendilerine vereceği taahhüd edilmiştir.310
Nihayet saltanat nâibi Şemseddin İsfahânî, milyonlarca altın ve gümüş
para ile Halep, Şam başta olmak üzere diğer Eyyübi hükümdarlarının
saraylarına doğru yol almaya başlamıştır. Şemseddin İsfahânî, aralarının
bozuk olduğu “Sis” tekfuruna hemen harekete geçmesi için de ayrı bir hazine
bırakmıştır. Sis tekfuru da yeniden kulluk ve dostluk kaidelerine riayet ettiğini
belirtmiştir.
Daha sonra Şam’a ulaşan Şemseddin İsfahânî, oradaki fakir halk ve
kahramanların durumundan da istifade ederek kısa sürede Halep, Şam’da
arzu edilen desteğe ulaşmıştır. Ancak Eyyübi meliklerinden yardım
sağlanamamıştır.
Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in kış mevsiminde hazırladığı
ordusunu teşkil eden başlıca kuvvetler; iktâlara bağlı sipahiler, merkez
kıt’aları, Halep kuvvetleri ile ücretli Gürcü, Frank ve Kıpçak askerlerinden
oluşmaktaydı. Giderek sayıları artan bu ordunun sayısı Sivas’a gelindiğinde
80 bin’e ulaşmıştır.311
3.6.2. Tarihi Hata: Büyük Korku ve Bozgun
Selçuklu ordusu Sivas’ta beklerken, Baycu Noyan’un, Gürcü ve
Ermenilerin de dâhil olduğu ve kimi kaynaklarda karınca ve çekirge sürüsü
gibi sayısız askerlerle yürümekte olduğu haberi alınmıştır.
Yüksek tecrübeli, iş bilir Selçuklu devlet adamları ve komutanları,
“silah ve yiyecek maddelerinin çok olduğu Sivas’ta kalınmasını, buraya kadar
gelip yorgun düşecek olan Moğol ordusuyla savaşa burada girişilmesini”
310
İbni Bibi, 1941: 215; 1996: II, 65-66, Müneccimbaşı, 2001: II, 88, Turan, 2002: 431,
İbni Bibi, 1941: 215, 1996: II, 66, Müneccimbaşı, 2001: II,88-89, Ahmed bin Mahmud, 1977: II,
154.
311
129
önermişlerdir. Fakat ömründe cenk ve tehlike görmemiş; tecrübe sahibi
olmayan bir takım emir ve kumandanlar bu düşüncenin gerçekleşmesine
mani olmuşlardır. Öyle ki: “Biz burada vakit geçirirken Erzincan ve oraya
bağlı yerlerin halkı Moğol ordusunun öldürücü kılıcına yem olmaktadır. Bizim
önerimiz,
Moğollarla
Tebriz
ve
Nahcivan
önlerinde
karşılaşmaktır.
Düştüğümüz korku ve dehşet hali devam ederse, Sivas’ın bir konak dışına
çıkamayız”312 şeklindeki düşünceleri ile Sultan üzeride baskı kurmuşlardır.
Nihayet neredeyse çocuk yaşta tahta geçmiş olan genç ve tecrübesiz Sultan
I. Gıyâseddin Keyhüsrev, “Ordumuzun gücü, altın ve gümüşümüzün çokluğu,
Sivas’a sığınıp kalmamızı gerektirmez.” diyerek orduyu harekete geçmiştir.313
Böylece Sultan daha savaş başlamadan birinci tarihi hatasını yapmıştır.
Çünkü Sultan tecrübeli devlet adamı ve komutanların tavsiyesine kulak
verseydi, ortalığı kasıp kavuran Moğolları şüphesiz yenebilirlerdi.
Nihayet Selçuklu ordusu Sivas’tan hareketle Zara-Suşehri arasında,
savunma bakımından pek de uygun bulunan Kösedağ’a314 ulaşarak
konaklamıştır. Yine burada da deneyim sahibi devlet adamları ve
kumandanlar devreye girip; “Yerleştiğimiz bu mevzi, düşman baskısından
hiçbir endişe duyulmayacak bir yerdir. Menzillerin sağlamlığı, menzillerin
geçilmezliği, hayvanlar için otun bolluğu, bulunmaz bir avantajdır. Ayrıca
Derbend geçidini geçip gelmeleri durumunda askerlerimiz rahatlıkla onlara
karşı koyabilir”315 demişlerdir. Kısaca ifade etmek gerekirse, devlet adamları
ısrarla, ordunun silah dolu olan Sivas’a arkasını vererek mevzilenmesi ve
bazı birliklerinde gönderilerek düşmanın gelişine zorluk çıkarmak için
geçitlerin tutulması görüşünü ileri sürmüşlerdir. Fakat kimi tecrübesiz
komutanlar yine bu duruma mani olup, ovaya inilmesi fikrini savunmuşlardır.
Oysa esasında ovaya inilmeden Sivas’ın arkaya alınarak savunmada
kalınmasına dair önerileri çok mantıklıydı. Selçuklu ordusundaki bu taktik
312
İbni Bibi, 1941: 216; 1996: II, 67
İbni Bibi, 1941: 216; 1996: II, 67, Müneccimbaşı, 2001: II, 89, Turan, 2002: 433, Çoşkun, 1989:
VII, 305.
314
Bu yer bugünde bu isimle anılmakta olup Sivas’ın 60 km. doğusunda, Zara ilçesinin kuzeyinde yer
almaktadır. Eskiden buraya Alaküh(Aladağ) derlermiş. Müneccimbaşı, 2001: II, 89.
315
İbni Bibi, 1941: 218; 1996: II, 69-70
313
130
atışmalarının sürdüğü sırada Baycu Noyan kumandasındaki Moğol ordusu da
Kösedağ’a
oldukça
yakın
olan
Akşehir
yöresindeki
ovaya
gelmiş
bulunuyordu.
Sultan, tecrübeli devlet adamlarının fikirlerine itibar etmeyerek ertesi
gün tecrübesiz kumandanların fikriyle ovaya inmeye karar vermiştir.
Dânişmendli
Beylerinden
olan
Muzafferedin
Mahmud’un
oğlu
komutasındaki 3 bin kişilik316 bir Selçuklu öncü birliğini, davul dümbelek
sesleriyle yola çıkararak ovaya yöneltmiştir. Bu birlik sarp dere ve
uçurumlardan oluşan hayvanların bile yürüyemediği dağ geçitlerinden
yılanlar gibi aşağıya sarkarak Moğollara karşı saldırıya geçmişlerdir.
Selçuklu öncü birlikleri her ne kadar ilk hamlede çok çetin bir savaş
yapmışlarda da Moğol kuvvetlerinin sahte geri çekilmeyle dağılmışlardır.
Moğolların kaçtığını zanneden Selçuklu kuvvetleri ise zafer kazandıklarını
düşünmüşlerdir. Oysa Moğollar, klasik Türk taktiğini uygulayarak; Selçuklu
öncü kuvvetlerini mağlup etmişlerdir.317
Bu durum ovaya inmekte olan bütün Selçuklu ordusunda büyük bir
telaş ve panik havası yaratmıştır. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev düşmanın
bozgunluğu haberinin tersine çıktığını anlayınca mendilini yüzüne kapayıp
ağlamıştır. Çaşniğir Mübarizüddin Çavlı ise harpten kaçmış, Sultan’ın yanına
gelmiştir. Sultan vaziyeti sorunca; "Tedbirde ve düşünce zamanında
kullarınızın sözlerine iltifat buyurmadınız, şimdi ise düşünecek tedbir
kalmamıştır." dedi. Bunu üzerine Sultan paniğe kapılarak; "memleket
idaresini sana bırakıyorum, nasıl bilir ve nasıl yapabiliyorsan öyle yap." deyip
savaş alanını terk etmiştir. Daha önce saltanat çadırı ve hazinesini Tokat’a
yollamış olan Sultan önce Tokat’a gitmiş ve buradan da Ankara üzerinden
İstanbul’a gitme girişiminde bulunmuştur.
316
Bazı kaynaklar bu öncü kuvvetinin 20 bin kişi olduğunu, bu kuvvetin Moğollara saldırıya geçtiğini
ve 3 bin kadar kayıp verdikten sonra geri kalan öncü biliğinin dağıldığını kaydeder.
317
İbni Bibi, 1941: 218; 1996: II, 69-70, Ahmed bin Mahmud, 1977: 184, Turan, 2002: 435, Çoşkun,
1989: VII, 306, Akad, 2009: 31.
131
Moğollar dağın tepesine geldiklerinde, ötede beride yer yer oturmakta
olan Selçuklu askerleri feryada başladılar, ateşler yaktılar, ne Sultanın
ordugâhında bir imdat, ne de yurtlarına dönmek için bir imkân buldular. Hiçbir
yardım gelmeyince de yüzlerini ordugâha çevirmişlerdir. Fakat ordugâhta
kimse yoktu. Sultanın bu akıl almaz hareketi üzerine dehşet içinde kalan XIII.
yüzyıl dünyasının birinci ordusu, tek silah kullanmadan, çadırlarını ve
mühimmatını
bırakıp
dağılmıştır.
Öte
yandan
Selçuklu
ordusuna
rastlayamayan Moğollar, bunun bir savaş hilesi ve taktiği olabileceğini
düşünmüşlerdir. Çünkü Moğollar binlerce Türk çadırını önlerinde görünce,
Türklerin dağ geçitlerinde saklanıp pusu kurduklarını sandılar. Ayrıca
Türklerin; bir öncü birliğinin mağlubiyetiyle muharebe meydanını düşmana
bırakabilecekleri akıllarına bile gelmemişti. Nitekim Moğollar sıkıntı içerisinde
birkaç gün Türk hücumunu beklediler, hiçbir ses çıkmayınca da durumu
anladılar.318
Böylece öncü birliğin savaşından sonra, Sultan I. Gıyaseddin
Keyhüsrev’in ve askerlerinin kalbine Moğol korkusu düşmüş, daha savaş
başlamadan firar etmişlerdir. 80 bin kişilik koskoca bir Selçuklu ordusu,
Sultanın korkak ve yeteneksizliği, deneyimli devlet adamlarına önem
verilmemesi ve taktik yanlışlıkları sebebiyle, Türk tarihinin hiçbir döneminde
bir eşi daha görülmemiş, olan perişan bir duruma düşmüştür. Ayrıca 1040
yılında Dandakan’da sahte çekilme taktiği ile Gazneli ordusunun dengesini
bozup imha eden Selçuklu ordusu, şimdi (1243) ise kendisi bu taktiğin
kurbanı olmuştur. Artık Anadolu da Moğol hâkimiyeti dönemi başlamıştır.
318
İbni Bibi, 1941: 218-219; 1996: II, 71-72, Sevim- Yücel, 1990: I, 126, Turan, 2002: 436-437,
Çoşkun, 1989: VII, 306, Akad, 2009: 31, Baykal, 2008: 152.
132
SONUÇ
Türkler tarihin en eski çağlarından itibaren, değişik bölgelerde çeşitli
adlarla cihanşümul devletler kurup varlıklarını günümüze kadar devam
ettirmişlerdir. Şüphesiz bu başarıların altında askeri kabiliyetlerinin önemi
büyüktür. Özellikle savaşlarda taktik, strateji ve korku-panik faaliyetlerinin
başarıyla uygulanması zafer kazanılmasında önemli paya sahiptir.
XI - XIV. yüzyıllar arasında Türk-İslam tarihi açısından önemli roller
oynayan Selçuklu Devletleri; medeniyetin beşiği olarak tabir edilen bölgede
hâkimiyet tesisi ederek gelişmek maksadıyla özellikle askeri uğraşlara önem
vermişledir. Bu nedenle eski Türk savaş stratejilerinden de beslenen ve
coğrafya’ya göre şekillenmiş sürpriz baskın, korlu ve panik faaliyetlerini
ustalıkla kullanmışlardır.
Hafif teçhizatlı ve manevra kabiliyeti yüksek Türk süvarilerinin
başarıyla uyguladıkları bu faaliyetlerin dönemin diğer ağır teçhizatlı orduları
tarafında sergilenmediği kanısına ulaşılmıştır. Aksine böylesi bir müdahaleye
pek alışkın olmayan düşman birlikleri büyük hayretler içinde düşmüşler ve
kısa sürede teslim olmuşlardır.
Selçuklu Beylerinin herhangi bir savaş durumunda öncelikle düşmana
dair bilgi elde etmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. Bu vesileyle gönderilen
öncü birliğinin verdiği malumat çerçevesinde sefer güzergâhı hatta savaş
şekli karara bağlanmaktadır. Bu nedenle planın başarıyla uygulanması için
düşman adım adım izlenilmektedir.
Gelen raporlarda düşman ordusunu sayı ve teçhizat bakımında
durumu şüphesiz savaşta uygulanacak strateji ve taktiği belirleyen yegâne
etkendi. Düşmanın güçlü olması durumunda güzergâh boyunca takip ederek
sürpriz baskınlar düzenleyerek hırpalamak başvurulan en önemli yöntemdi.
Bu yöntemle hırpalanan düşman savaş alanına gelene kadar yorgun
düşmekteydi.
133
Bunun yanında düşmanın geçtiği güzergâhlardaki yiyecek ve içecek
kaynaklarının yok edildiği ve takatten düşürüldüğü sık sık başvurulan bir
diğer yöntemdir. Nitekim bu durum askerleri madden ve manen çökerterek
saldırıya karşısında direncini kırmaktadır. Ayrıca birincil güdüler düşünceye
hâkim olduğunda savaş stratejisi koordinasyonunu da yitirecek ve haliyle
Selçuklu akın, baskınlarına karşı koyamayacaklardır. Selçukluların bu
yöntemlerle ulaşmak istedikleri esas amaçları düşmanı kendi hazırladıkları
plana dâhil ederek uygun yer ve zamanda mağlup etmektir.
Gerek Haçlı ve gerekse de Bizans birliklerine karşı başarıyla
uygulanan sürpriz baskın, korku ve panik faaliyetlerinin iki Türk hükümdarın
karşılaşması durumunda da kullanıldığı anlaşılmaktadır. Belli bir askeri
disiplinin mümessili olan Selçuklular aynı disipline haiz kimi Türkmen Beyleri
ile girdikleri savaşlarda söz konusu faaliyetleri, ya tam olarak uygulayamamış
ya da karşı tarafın önceden görerek/bilerek hazırladığı tuzağın içine
düşmekten kurtulamamışlardır. Bazı Selçuklu Beyleri bizzat kendilerinin
başarıyla uyguladıkları taktiklerin kurbanı olmuşlardır. Bunun elbette bir takım
nedenleri vardır. Askerlerin disiplinsizliği başta olmak üzere, ganimet kapma
uğraşı ve tecrübesiz kumandanların yanlış yönlendirmeleri gibi benzer birçok
nedenle Selçuklu beyleri baskınlara maruz kalmış ve ağır yenilgiler de
almışlardır.
Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri dönemlerinde Türk ve
Müslüman
tarihi
açısından
oldukça
önem
arz
eden
savaşların
kazanılmasında Selçuklu Hükümdarları tarafından uygulanan sürpriz baskın,
korku ve panik faaliyetlerinin önemi büyüktür. Ancak bu yöntemlerin başarıyla
uygulandığı savaşlar neticesinde Anadolu bir Türk yurdu olarak kalabilmiş ve
daha sonraları kurulacak olan Osmanlı Devletinin sağlam temelleri
atılabilmiştir.
134
KAYNAKÇA
Ahmet bin MAHMUD; Selçuk-Nâme, haz. Erdoğan Merçil, cilt:I,II, İstanbul,
Tercüman Yay., 1977.
AKAD, Mehmet Tanju; Bir Savaş Nasıl Kaybedilir? Selçuklu, Osmanlı
Tarihinde Askeri Hatalar, İstanbul, Kitap Yay., 2009.
AKSARAYİ(Kerîmüd-dîn Mahmud Aksarayî); Mûsameret-al Ahyar(Selçuklu
Devletleri Tarihi), çev. M.Nuri Gençosman, Ankara,
Recep Ulusoğlu
Basımevi, 1943.
ALTAN, Ebru; “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar”, Belleten
LXV/243, Ankara , TTK yay., 2002, s. 572-579.
BARTHOLD, W.; “Atsız”, İ.A., II. cilt, İstanbul, Milli Eğitim Yay., 1949.
BAŞTAV, Şerif; “Avrupa Hunları”, Türkler, I. cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay.
2002, s.853-885.
BAYKAL, Adnan Nur; Türklerin Strateji Serüveni, İstanbul, Sistem Yay,
2008.
CAHEN, Claude; Türklerin Anadolu’ya İlk Girişleri (XI Yüzyılın ikinci
yarısı), çev. Yaşar Yücel- Bahaeddin Yediyıldız, Ankara, TTK Yay. 1992.
CLAUSEWİTZ, Carl Von; Harp Üzerine, çev. H. Fahri Çeliker, cilt: I, II, III,
Ankara, Gnkur. Basımevi,1984, 1984, 1987.
COŞKUN, Alptekin; “Büyük Selçuklular”, DGBİT, VII. Cilt, İstanbul, Çağ
Yayınları, 1989, s. 99-163.
DEMİRKENT, Işın; Haçlı Seferleri Tarihi, İstanbul, Dünya Yay., 1997.
DEMİRKENT, Işın; Tarih Boyunca İznik, Ankara, İş Bankası Kültür yay.
2004.
135
DEMİRKENT, Işın; Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan,
Ankara, TTK Basımevi, 1996.
DİKİCİ, Radi; Şu Bizim Bizans(330-1453), İstanbul, Remzi Kitabevi
Basımevi, 2007.
DİNÇMEN, Kriton; 600’lü Yıllardan 1461’e - İslâm-Türk ile Hristiyan –
Bizans Dünyası arasındaki etnik, dini, siyasi ve sosyo-ekonomik ilişkiler
açısından bir dörtleme-, İstanbul, Arıon Yay., 2004.
DİYARBEKİRLİ, Nejat; Hun Sanatı, İstanbul, MEB. Yay., 1972.
EBÛ’L-FEREC, Gregory(Bar Hebraus); Ebû’l Ferec Tarihi I,II, çev. Ömer
Rıza Doğrul, Ankara, TTK Yay. 1945, 1950.
el-CÂHİZ, Türklerin Faziletleri, haz. Ramazan Şeşen, İstanbul, Yıldız Yay.,
2002.
ELÇİN, Şükrü “Tuz-Ekmek Hakkı Deyimi Üzerine” Reşid Rahmi Arat İçin,
Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Seri I, sayı A2, Ankara, 1966.
el-RÂVENDİ(Muhammed b. Ali b. Süleyman); Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üsSürûr(Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti), çev. Ahmet Ateş, I. cilt,
Ankara, TTK Yay., 1999.
Erbuğ, Hilmi; Orduda Mânevi Kuvvetler, İstanbul, Gnkur. Yay., 1944.
ERDEMİR, Hatice Palaz;
“Yabancı Yazarlara Göre Türklerde Savaş ve
Taktik”, Türklerler, II. cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, S. 938-941.
ERER, Raşid; Türklere Karşı Haçlı Seferleri, İstanbul, Ahmet Halit Kitapevi
Yay., 1948.
ERSAN, Mehmet; Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Ankara,
TTK Yay., 2007.
ESİN, Emel; “Türk Sanatında At”, Türkler, IV. Cilt, Ankara, Yeni Türkiye
Yay., 2002, s. 125-143.
136
ESLEN, Nejat; Tarih Boyu Savaş ve Strateji, İstanbul, Q-MatrisYayınları,
2003
ESLEN,Nejat; Tarih Boyu Savaş ve Strateji, İstanbul, Q-MatrisYay., 2003.
EVOLA, Juliuos - GUENON, Rene; Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar,
Çev. Atilla Ataman, İsmail Taşpınar, İstanbul, İnsan Yay., 2000.
FAİK, Ahmet; Askerliğin Psychologie’si, İstanbul, Milli Mecmua Matbası,
1933.
GENÇ, Reşat; Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara, TTK Yay., 2002.
GÖKSU, Erkan; Türkiye Selçuklularında Ordu, Ankara, TTK Yay., 2010..
GREENE, Robert-ELFFERS, Joost;
33 Stratejide Savaş, çev. Füsun
Doruker, İstanbul, Altın Kitapları, 2007.
GÜNEY, Mesut; Savaş Aldatmaları, İstanbul, Alfa Basım Yay., 2007.
GÜNGÖR, Erol; Tarihte Türkler, İstanbul, Ötüken Yay., 2000.
GÜVENÇ, Bozkurt; “Barış Kültür Mü? Yoksa Barış için Kültür Mü? Cogita,
sayı 3, Kış, İstanbul, 1995, s.25.
HONİGMANN, Ernst; Bizans Devletlerinin Doğu Sınırı(363'den 1071'e
kadar), çev. Fikret Işıltan, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yay.,1970.
İBNİ Bibi (el- Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’ferî er-Rugedi) ”El
Evâmîrü’l-Alâ’iyye Fi’l-Umûri’l-Alâi’yye(Selçuknâme) I-II, Haz. Mürsel
Öztürk, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1996.
İBNİ Bibi, Anadolu Selçuklu Devletleri Tarihi, çev. M. Nuri Gençosman,
Ankara, Uzluk Basımevi, 1941.
İBNÜ’L-Esîr, El-Kâmil fi’t-Tarih, çev. Ahmet Ağırakça . Abdülkadir Özaydın,
cilt: IX, X, XI. İstanbul, Bahar Yay., 1987.
137
İLHAN, Suat; Türk Askeri Kültürünün Tarihi Gelişmesi: “Kutsal Ocak”,
Ankara, Ötüken Yay., 1999.
JOMİNİ, Antoine Henri; Savaş Sanatının Ana Hatları, çev. Selma KOÇAK,
İstanbul, Doruk Yay., 2002.
KAFESOĞLU, İbrahim “Türk Ordusu” Türk Kültürü, sayı 22, 1964.
KAFESOĞLU, İbrahim; Türk Milli Kültürü, 19 bs., İstanbul, Ötüken Yay.,
1999.
KAFESOĞLU, İbrahim; Selçuklu Tarihi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi,
1972.
KALKAN, Mustafa; Orta Asya Türk Devletlerinde Ordu ve Savaş
Stratejileri, İzmir, Kaynak Yay., 1995.
Kaşgarlı MAHMUT’UN Divanü Lügat-it-Türk, çev. Besim Atalay, 1.cilt,
Ankara, TTK Yay. 1985.
KEEGAN, John; Savaş Sanatı Tarihi, çev. Füsun Doruker, İstanbul, Gençlik
Yay., 1995.
KESİK, Muharrem; “Türkiye Selçukluları’nda Savaş Geleneği Hile ve Taktik”
Eskiçağdan Moderm Çağ’a ORDULAR- Oluşum, Teşkilât ve İşlev-, Ed.
Feridun M. Emecen, İstanbul, Kitabevi Yay., 2008, s. 243-266.
KHONİATES, Niketas;
Historia, (Ioannes ve Manuel Komnenos
Devirleri), çev. Fikret Işıltan, Ankara, TTK Yay., 1995.
KILIÇBAY, Mehmet Ali; “Savaş ve Ekonomi”, Doğu-Batı, sayı 24, Ekim,
2003, s. 143-147.
KIRPIK, Güney; “Haçlıların Anadolu İstilası Sırasında Selçuklu Savaş Teknik
ve Taktikleri(1097-1170)”, On Birinci Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri
I, Ankara, Gnkur. Basımevi, 2009, s. 93-113.
138
KINNAMOS, Ioannes; Historia(1118-1176), haz. Işın Demirkent, Ankara,
TTK Yay., 2001.
KOCA, Salim; Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, İleri Yay, 1997.
KOCA, Salim; Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Ankara,
Berikan Yay., 2011.
KOCA, Salim; Selçuklular’da Ordu ve Askeri Kültür,
Ankara, Berikan
Yay., 2005.
KOCA, Salim; Türk Kültürü’nün Temelleri, II. cilt, Ankara, Kültür Yay.,
2003-a.
KOCA, Salim; Türkiye Selçukluları Tarihi, II. cilt, Çorum, Karam Yay.,
2003-b.
KOMNENA, Anna; Alexiad(Malazgirt’ten Sonrası), çev. Bilge Umar,
İstanbul, İnkılâp Kitapevi, 1997.
KÖYMEN, Mehmet Altay, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul, Milli Eğitim
Basımevi, 1976.
KÖYMEN, Mehmet Altay; Alparslan ve Zamanı, II. cilt, Ankara, 4. bs.,
Ankara Ünv. D.T.C.F. Yay., 1983.
KÖYMEN, Mehmet Altay; Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi: Kuruluş
Devri, I.cilt, Ankara, Güven Matbaası, 1979.
KÖYMEN, Mehmet Altay; Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, TTK Yay.,
1998.
KRİSHNAMURTİ, J.; Korku Üzerine, çev. Atina Tatlıer, İstanbul, Ayna
Yayınları, 2000.
MERÇİL, Erdoğan; “Türkçe Selçuknâmeye Göre Malazgirt Savaşı”, Tarih
Enstitüsü Dergisi (Sayı 2'den ayrı basım), İstanbul, Edebiyat Fakültesi
Matbaası, 1971.
139
MERÇİL, Erdoğan; Gazneliler Devleti Tarihi Ankara,, TTK Yay., 1989.
MERÇİL, Erdoğan; Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, TTK Yay.,
2000.
MERÇİL, Erdoğan; Selçuklularda Hükümdarlık Alâmetleri, Ankara, TTK
Yay., 2007.
Meydan Larousse, Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, cilt: VII, X, XI, Meydan
yayınları, İstanbul, 1969, 1972, 1972.
MINORSKY, V.; “Nesâ” , İ.A. , IX. cilt, İstanbul, MEB Yay., 1964, s.198.
Morrısson, Cecıle; Haçlılar, Ankara, Dost Kitabevi Yay. 2005.
MÜNECCİMBAŞI Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’d-Düvel: Selçuklular Tarihi II., Yay. Ali Öncül, İzmir, Akademi Kitapevi, 2000, 2001.
NEMETH, Gyula; “Atilla ve Hunları”, Türkler, I. cilt, Ankara, Yeni Türkiye
Yay., 2002.
OKKAR, Remziye; “Mete Han Döneminden Selçuklulara kadar Türk Ordu
Teşkilatı ve Yapısı”, On İkinci Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri-II,
Ankara, Gnkur. Basımevi, 2010, s. 95-113.
ÖGEL, Bahaeddin;
Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, cilt: I, II, Ankara,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1981.
ÖGEL, Bahaeddin; Dünden Bu Güne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3.
bs., İstanbul, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., 1988.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt: VI, VII, VIII, Ankara,
Kültür Bakanlığı Yay.,1991,2000, 2000.
ÖZDAL, Ahmet; Türklerin Savaş Sanatı: Aldatıcı Taktikler ve Farklılaşan
Stratejiler, İstanbul, Doruk Yay., 2008.
ÖZTUNA, Yılmaz; Türkiye Tarihi: Selçuklular ve Anadolu Beylikleri, II.cilt,
Hayat Yay., şy., 1964.
140
PARMAN, Ebru; Ortaçağda Bizans Döneminde Frigya(Phrygıa) ve Bölge
Müzelerindeki Bizans Taş Eserleri, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yay.,
2002.
ROUX, Jean- Paul; Moğol İmparatorluğu Tarihi, çev. Aykut KazancıgilAyşe Bereket, İstanbul, Kabalcı Yay., 2001.
RUNCİMAN, Steven; Haçlı Seferleri Tarihi, çev. Fikret Işıltan, cilt: I,II,
Ankara, TTK Yay., 1986, 1987,
SEVİM, Ali – YÜCEL, Yaşar; Türkiye Tarihi, I.cilt, Ankara, 1990.
SEVİM, Ali Genel Çizgileriyle Selçuklu - Ermeni İlişkileri, Ankara, TTK
Yay., 1983
SEVİM,
Ali;
Anadolu’nun
Fethi:
Selçuklular
Dönemi(Başlangıçtan
1086’ya Kadar), Ankara, TTK Yay., 1988.
SEVİM, Ali; İbnü’l Kalanisi’nin Zeylü Tarih-i Dımaşk Adlı Tarihi Eserinde
Selçuklular ile İlgili Bilgiler, Belgeler, XXIX/ 33, Ankara, TTK Yay., 2008.
SEVİM, Ali; Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı
Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler I. Sultan Tuğrul Bey Dönemi, Belgeler,
XVII/22, Ankara, TTK Yay., 1999.
SEVİM, Ali; Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı
Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler II. Sultan Alp Arslan Dönemi, Belgeler,
XX/24 , Ankara, TTK Yay., 1999.
SEVİM, Ali; Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı
Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler I Sultan Alp Arslan Dönemi, Belgeler,
XIX/23 , Ankara, TTK Yay., 1999.
SEVİM, Ali; Suriye-Filistin Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara, TTK Yay.,
1989.
141
SÜMER, Faruk – Sevim Ali; İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı,
Ankara, TTK Yay. 1998.
SÜMER, Faruk;
“Büyük Türk Kahramanı Celâleddin Harizmşah” Resimli
Tarih Mecmuası, III. cilt, sayı, 25-36, 1952, s.1208.
ŞADRÜDDÎN Hüseynî(Ebû’l-Hasan Ali ibn Naşır ibn Ali); Ahbâr’üdDevleti’s-Selçukiyye, çev. Necati Lügal, Ankara, TTK Yay., 1943.
TAKIŞ, Taşkın; “Savaş Gerçeği – Barış İdeali”, Doğu-Batı, Sayı:24, Ekim,
2003, s.7-8.
TANERİ, Aydın; Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Hükümdarlık
Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı- Teşkilatı, Ankara, Ankara Ünv.
DTCF Yay., 1978.
TAŞDELEN, Nuri; “Büyük Hun İmparatorluğu ve Bilinen Askeri Faaliyetleri,”
Askeri Tarih Bülteni, Sayı 23, Ağustos, 1987, s. 14.
TEMİR, A.; Cengiz Han, Ankara, y.y., 1989.
TEMİR, Ahmet; “Eski Türklerde Sosyal Teşkilat ve Askerlik ile İlgili Sözler”
Türk Kültürü, sayı 22, Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yay., 1964,
s. 33-?
TERZİOĞLU, Said Arif ; Türk Ordusu, Ankara, y.y., 1963.
TURAN, Osman; Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, 8. bs.,
İstanbul, Boğaziçi Yay., 1999.
TURAN, Osman; Selçuklular Zamanında Türkiye: Siyasi Tarih Alp
Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1328), İstanbul, 7. bs., Boğaziçi Yay.,
2002.
Türk Zaferleri Serisi, No:1, Selçuklu’lar Döneminde Anadolu’ya Yapılan
Akınlar(1049 Pasinler-1071 Malazgirt Zaferleri), Gnkur. ATASE, Ankara,
Gnkur. Basımevi, 1981, s. 5-31
142
TZU-Sun; Savaş Sanatı, çev. Adil Demir, 1 bs., İstanbul, Kastaş Yay., 2001,
UCUZSATAR,
Necati
Ulunay,
Türklerde
Harp
Sanatı
Taktik
ve
Strateji(M.Ö 220-M.S 453), İstanbul, Derin Yayınları, 2007.
UCUZSATAR, Necati Ulunay; Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve
Stratejisi, Ankara, Gnkur. Yay., 1986.
UMAR, Bilge; “ Myrıokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında Kûfi Çayı
Vadisi”, Belleten, LIV/ 209, 1991, s. 99 -104.
URFALI MATEOS; Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi(952-1136) ve Papaz
Grigor’un Zeyli(1136-1162), çev. Hrant D. Andreasyan, 3.bs., Ankara, TTK
Yay., 2000.
VARDAN,
“Türk
Fütuhat
Tarihi”(Vakayiname’den),
çev.
Hrant
Der
Andreasyan, Tarih Seminerleri Dergisi, s. 1/2, 1937, s. 154-244.
YILMAZ, Muammer; Muhteşem Türk Zaferleri, İstanbul, Türdav Yay., 2009.
YİNANÇ, Mükrimin Halil; Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul,
Burhaneddin Matbaası, 1944.
HÂCİP,Yusuf Has; Kutadgu Bilig, Çev. Reşid Rahmi Arat, Ankara, TTK
Yay., 2003.
143
EK-I
“Kafire at saldılar, kılıç çaldılar
Burması altun tuç borular çalındı
Gümbür gümbür nakkâreler dögüldü
Ol gün cigerinde olan yigitler belürdü
Ol gün muhannesler sapa yer gözetdi
Ol gün bir kıyamet savaş oldu
Meydan dolu baş oldu
Başlar kesildi, top gibi
Şahbaz şahbaz atlar yügürdü, nalı düşdü
Ala ala gönderler süsüldü
Kara Polat öz kılıçlar çalındı, yalmanı düştü
Üç yeleklü kayın oklar atıldı, temreni düştü
Sancaklar götürüldü
Çarhacılar savaşdı
Kıyametün bir günü ol gün oldu
Bey nökerden, nöker beginden ayrıldı”
Kitab-ı Dede Korkut’tan bir savaş
sahnesi
144
Ek-II
“Ansızın davul ve trampete sesleri duyulmaya, sancaklar arkasından kızıllar
görünmeye başladı. Daha sonra kalkan toz bulutları arasından çıkan atlılar
saffı….(düşmanlar) selameti kaçmakta buldular.”
Celaleddin Harezmşah’ın bir
savaşı
(en-Nesevi, s.101)
“Kayadan berrek suyun sızdıgı gibi zırhların halkasından kan sızmaya
başladı.”
İbni Bibi’nin eserinde, bir savaş
tasfir ettiği farsça şiirinden alıntı
(İbni Bibi, I, s.94)
“Bir saatten kısa zaman içinde bütün Franklar yerde ölü olarak yatıyordu ve
atlar bedenlerine saplanmış oklarla kirpi gibi gibiydi. Onları bu halde uzaktan
görseydin korkardın.”
1119 yılında Haçlılarla yapılan ,
Kan Tarlası diye anılan savaşın en
dokunaklı özetlerinden biri,
(ibnü’l- Kalanisi, s. 161)
145
ÖZET
“Selçuklu Devri Savaşlarında Sürpriz Baskın, Korku ve Panik” adlı bu
çalışmamızda Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devri savaşları esas
alınarak sürpriz baskın, korku ve panik faaliyetlerinin savaşların seyrine
olumlu veya olumsuz katkısı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu faaliyetlerin
temeli daha önceki Türk devletlerinden gelmektedir. Türklerdeki askeri hayat
tarzı, daima hareketli, çevik ve sürate dayalı bir yaşamın ürünüdür. Ayrıca
savaşlarda birçok taktik ve strateji kullanılmıştır. Bu taktik ve strateji birçok
savaşın kazanılmasında oldukça etkili rol oynamıştır. Nihayetinde bu taktik ve
faaliyetler, önce Orta Doğu’da ve sonraları da Anadolu ile Balkan
Türklüğünün temelini oluşturacak başarıları getirmiştir.
Anahtar Kelimeler:
1.
Savaş
2.
Sürpriz Baskın
3.
Korku ve Panik
4.
Türk Tarihi
5.
Selçuklu Devleti
146
ABSTRACT
"Selcuk Era Wars Surprise Raid, fear and Panic," this study is based
on the great Selcuk, and wars of Anatolian Selcuk era, fear and panic of
surprise RAID just wars and tried to evict a positive or negative contribution
to the Center. These activities are the foundation of the previous Turkish
States. Turkish military life style, always moving, agile and are the product of
a life based on sürate. It also has been used many tactics and strategy of the
wars. This tactic and strategy played a role in many of the war flew quite
effective. Ultimately this tactic and activities, also in the Middle East, and later
before Anatolia and the Balkans will form the basis of the achievements of
Turkish.
Key Words:
1.
War
2.
Surprise Raid
3.
Fear and panic
4.
Turkish Date
5.
Selcuk Empire
Download