KAPİTALİZMİN “ÇEVRE”Sİ YA DA EKOLOJİK KÂBUS! TEMEL DEMİRER I) “ÇEVRE” DEYİNCE II) SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİZM! III) KAPİTALİST YIKIMIN “ÇEVRE”Sİ III.1) TÜKETME İLE YIKIM III.2) KÜRESEL ISINMA YA DA İKLİM DEĞİŞİMİ IV) TÜRK(İYE) KAPİTALİZMİNİN AKP’Sİ İLE ÇEVRE IV.1) DEVLETİN ÇEVRE MARİFET(LER)İ V) NİHAYET 1 KAPİTALİZMİN “ÇEVRE”Sİ YA DA EKOLOJİK KÂBUS![1] TEMEL DEMİRER “Kapitalizm, toplumsal evrimi ekolojik evrimle tamamen uyumsuz hâle getirmiştir.”[2] “Kapitalizm ile çevre” üzerine konuşmak, “ekolojik kâbus”un altını çizmeyi “olmazsa olmaz” kılar.[3] Bence toplum-doğa metabolizması artık sorunlu hâle gelmiş bulunuyor. Başka türlü söylersek, sürdürülemez kapitalizm çerçevesinde insan toplumlarının etkinliği, doğanın kendini yenilemesine engel teşkil ediyor. Sistemin bundan böyle insânî, toplumsal ve ekolojik kötülükleri büyütmeden, insanlığın ve uygarlığın geleceğini tehlikeye atmadan yol alması artık mümkün görünmüyor. Hayır bunu bir muhalif, radikal sosyalist olarak sadece ben ifade etmiyorum. Örneğin dünyanın sayılı zenginlerinden ‘Microsoft’un kurucusu Bill Gates’e dahi, “Kapitalizm bizi iklim değişikliğinden kurtaramaz. Çare sosyalist politikalar,”[4] dedirten verili hâle ilişkin TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes de, ‘Dünya Ekonomik Forumu’ tarafından yapılan küresel risk araştırmasında iklim değişikliğinin 10 yıl için kitle imha silahlarından daha önemli tehdit olduğuna dikkat çekiyor.[5] I) “ÇEVRE” DEYİNCE Yaşadığımız paylaştığımız; üretirken tükettiğimiz çevre, etrafımız, ortamımız, doğamızdır. Bu kapsamda çevre, insan ve insanın yaşadığı, maddi manevi üretimci (genel manada praksis) faaliyet alanıdır. “Yeryüzünde her olay, birbirine neden-sonuç ilişkisiyle bağlı”yken;[6] “Yaşam birçok canlının birlikte dokuduğu bir ağdır ve bütün olarak korunmalıdır,”[7] der Ernest Callenbach. Kolay mı? İnsan, yaşarken; bedeni ve zihni ile faaliyet içindedir. İhtiyacı için yeteneği çerçevesinde faaliyet gösterirken, üretici olduğu kadar, tüketicidir de. Yani insan(lık) yaşam boyunca kendini yeniden üretmek için tüketirken; “Hayvan, kendi dışındaki doğayı yalnızca kullanmakla yetinir, doğada yalnızca kendi varlığı aracılığıyla değişiklikler yaratır. Oysa insan, doğayı değiştirerek onu kendi amaçlarına hizmet eder duruma getirir, doğanın efendisi olur,” notunu düşer Friedrich Engels. “İnsanın doğanın efendisi olması” metaforunun (endüstiri fetişizimiyle) abartılmaması gerekliliğinin altını çizerek hatırlatalım: “Homo naturae minister et interpres/ İnsan tabiatın hizmetkârı ve yorumlayıcısıdır.” “Natura non nisi parendo vincitur/ Doğayı fethetmek için, ona boyun eğmeli,” diyen Francis Bacon vari bir tutum da anlamlı değildir. Kapitalizm patentli bir ekolojik kâbusa karşı gerekli olan, “Consortium omnis vitae/ Bütün hayatın birliği” vurgusuyla, “Alterum non laedere/ Çevreye zarar verme” gerekliliğinin altını çizerek, Çiçeron gibi “Naturam si sequemur ducem, nunquam aberrabimus/ Doğanın gereklerine uyarsak, hiçbir zaman yanılmayız,” diyen bir duruştur. Unutulmasın: Çevrenin kirlenmesinin, tahribatının, yıkımının gerçek sorumluları daha fazla kârdan başka bir şey düşünmeyen tekeller, çokuluslu şirketlerdir. Bunun kurbanları doğa ve emektir yani kelimenin geniş anlamında dünyanın lanetli mülksüzleridir. Tıpkı ‘Grevler Üstüne’ başlıklı yazısında V. İ. Lenin’in dikkat çektiği üzere, “Kapitalizm denen toplum düzeyinde, toprak, fabrikalar, makineler vb bir avuç toprak ağasının ve kapitalistin elinde toplanmıştır, halk yığınlarının ise hiç ya da hemen hemen hiç mülkiyetleri yoktur ve bu yüzden, ücret karşılığında çalışmaları gerekmektedir.” Mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilmesiyle aşılması zorunlu olan kapitalizm insan(lar)ı, birey olarak değil, müşteri; doğayı da var olduğumuz bir zenginlik olarak değil, kâr nesnesi olarak görür. 2 Jose Mujica’nın, “Asıl fakirler sürekli yaşamdan talepleri olan ve elde ettikleriyle yetinmeyen insanlardır”; Clive James’ın, “Ürünü pazara uydurmanın son aşaması pazarı ürüne uydurmaktır,” uyarılarındaki üzere, insan(lar)ı, “Tüketim” eksenli yabancılaşmayla biçimlendirir kapitalizm. Televizyondaki reklamlar, her gün, her an harcandıkça/ tükettikçe kazanacağınızı fısıldar kulağınıza, beyninizin en ücra köşelerine! Evet, egemen medyanın aptal kutusundan körüklenen, dünyayı tüketen, insan(lık)ı yabancılaştıran devasa bir oburluktur; Terensius’un, “Nil quum est, nil defit tamen/ Bir şeyim yok, ihtiyacım da yok”; Sokrates’in, “Tokgözlülük, doğal zenginliktir; lüks ise yapay yoksulluk”; Heracleitus’un, “Mutluluk maddi sevinçlerden ibaret olsaydı, çayıra koşan öküzleri mutlu saymak gerekirdi,” türünden haklı uyarılarını unutturarak! Özetle kapitalizmin, kan ve zorbalıkla yazılmış yıkım tarihinde, ahlâktan ve adaletten değil, kâbustan söz edilmelidir. Tam da bunun için kan ve sömürüden beslenen kapitalizm konusunda Rosa Luxemburg şunların altını çizer:[8] “Kapitalist üretimin amacı ve iteleyen sebebi, doğrusu artı değeri sadece herhangi bir miktarda, bir defaya mahsus gasp etmek değil, aksine artı değerin ölçüsüz, hiç bitmeyen bir artışta, hep daha fazla miktarda gasp edilmesidir.” “Kapitalist üretim tarzının, daha önceki iktisat biçimlerinde amaç olan tüketimin sadece asıl amaca: kapitalist kârın birikimine yarayan bir araç olması vasfı vardır. Sermayenin öz büyümesi, bütün üretimin başlangıcı ve sonu, aslî amacı ve anlamı olarak görülmektedir.” Bu nedenle kapitalizm ile ekoloji yan yana duramaz ve gelemez. Çünkü ekoloji[9] canlıların hem kendi aralarındaki, hem de çevreleriyle ilişkileri kapsamında -tek tek veya birlikte- inceleyen bilim dalıyken; ekolojik dengenin bozulmasının nedeni ise sürdürülemez kapitalizmdir. Toplumsal kargaşa, ekolojik tükenişin yaşandığı sürdürülemez kapitalizm dünyası, sürekli büyüme anlayışı, fosil yakıt tüketimi, nükleer enerji, savaşlar vb. gibi daha birçok soru(n) yok oluşun habercisi. Bunun artısı makineleşmiş, köleleşmiş, yabancılaş(tırıl)mış insan(lık)tır. Parayı verenin, düdüğü çaldığı sürdürülemez kapitalizm, küresel ısınma ile daha da görünür hâle geldiği üzere dünyayı bir felaket eşiğine mahkûm etmiştir. Özetin özeti: “Doğaya aykırı” sistematiğiyle kapitalizm, “İhtiyaçtan değil, sadece istiyorum,” mantık(sızlığ)ıyla açıklanan yaşam biçimi (saldırganlığı)dır. II) SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİZM! Terry Eagleton’ın ifadesiyle, “Kapitalizmi diğer tarihsel yaşam tarzlarından ayıran, onun doğrudan insan türünün istikrarsız, kendiyle çelişen doğasına yönelmesidir. (...) Kapitalizm sırf varlığını sürdürebilmek için bile sürekli hareket hâlinde olmak zorunda olan bir sistemdir. Sürekli ihlâl onun özünde vardır. Başka hiçbir tarihsel sistem, özünde iyi olan insanın kolaylıkla ölümcül amaçlara yöneltilebileceğini bu kadar açık şekilde gözler önüne seremez. Kapitalizm bazı saf solcuların düşündüğünün aksine bizim ‘düşmüşlüğümüz’ün sebebi değildir. Ama bütün insan rejimleri arasında hiçbiri, bir dil hayvanının içindeki çelişkilerini bu denli kötüleştirmemiştir.” “Nasıl” mı? Karl Marx’ın, “Bilmiyorlar ama yapıyorlar,” notunu düştüğü kapitalizm, eşitsizlik ve yıkımdır. Tüketimle pompalanan, popüler kültür ve magazinle afyonlanan, modernize edilmiş kölelik sistemidir, açgözlülüktür; demokrasiye karşıdır; eşitsizliği körükler; insan eti yer; doğayı tüketir; insanı ve doğayı öldürür. Kapitalizm her şeyi metalaştırarak, tüketip-bitirirken; “Bir banka soygunu banka kuruluşuna karşı nedir ki?” diye soran Bertolt Brecht haksız mıdır? Bakın “Merhaba ben kapitalizm!” diyen kara gerçeklik ne anlama gelir? “Küçük kızlarınızı barbie bebeklerle büyüttükten sonra, bugün sizden estetik operasyon için para istiyorlar diye neden şaşırıyorsunuz? Çıkarlarım uğruna kocaman bir moda endüstrisi yarattım! İstediğimi de elde ettim, 17 yaşındaki kızların çoğu dış görünüşlerinden rahatsız. Bir kadının bir moda dergisini 15 dakika karıştırması kendi vücudunu beğenmemesine yetiyor. Ben kapitalizmim ve bakış açınızı öyle bir değiştirdim ki, hırsız bir CEO’nun hayat hikâyesi sizin için ‘azim ve başarı hikâyesi’ olabiliyor. Ortalama bir insanın günde 5.5 saat TV izlediği, 3 Kitap okumadığı, tiyatro ve sinemaya çok az gittiği bir toplumda alaşağı edilmek gibi bir kaygım yok. Ben kapitalizmim ve Steve Jobs tabii ki çok önemli biriydi, Ancak yüzde 1’inizin ihtiyacı olan makineleri Üçüncü Dünya ülkelerinde, ucuz işçilerle üretmekte çok başarılıydı. Elbette bütün kapitalistler birer ‘aziz’ gibi konuşacaklar, tıpkı Bill Gates gibi... 150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yaşayan bir aziz! Ben kapitalizmim ve benim yüzümden ortalık miras kavgaları nedeniyle kanlı bıçaklı olmuş akrabalarla dolu. Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz bir koşu bandının üstünde fazla yağlarınızı eritmek için ter döküyorsunuz. Ben kapitalizmim ve benim yüzümden dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan var. Starbucks için kahve üreten bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerek. Uzak doğu’da 6-12 yaş arası kızlar 200 dolar gibi komik bir paralarla seks kölesi olarak satılıyorlar. Ben kapitalizmim ve ‘serbest piyasa ekonomisi’ dünyanın en büyük yalanı. Amerikalıların yüzde 24’ü eğer milyarder olmak için bütün ailelerini reddetmeleri gerekecekse, bunu yapabileceklerini söylüyor. Ben kapitalizmim ve kadınlara sesleniyorum; lütfen birer obje hâline geldiğinizi aklınıza getirmeden Victoria’s Secret’a koşun. Victoria’s Secret ülkelerine Türkiye de eklendi, avuç içi kadar çamaşıra 80 dolar verince çok mutlu olacağınızı garanti ediyorum. Ben kapitalizmim ve 15 yaşındaki bir çocuğun ipad alabilmek için böbreğini sattığını duyunca zevkten dört köşe oldum. Ben kapitalizmim ve Madonna’nın sadece Londra’da 8 evi var, ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte. Ben kapitalizmim ve Tayland’da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland’e girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerek. Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin yüzde 90’ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder var. Ben kapitalizmim ve Afrika kıtasından her sene 8.5 milyar dolar değerinde pırlanta çıkıyor, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktar... Ben kapitalizmim ve siz pırlantalara bayılırsınız, Hindistan’da 1 milyon kişi günde 1.2 dolar kazanarak o pırlantaları üretiyorlar. Dünyayı sarışın kadınların güzel olduğuna inandırdım, bu yüzden Asya kıtasında 300 milyon kadın düzenli olarak beyazlatıcı sabun kullanıyor. Ben kapitalizmim ve sizin hayatlarına özendiğiniz Hollywood yıldızlarının yüzde 64’ü kokain bağımlısı. Ben kapitalizmim ve yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz aynı tişörtü haftada iki kez giymeye utanıyorsunuz. Ben kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, artık farkına varın, taptığınız tek tanrı benim! Ben kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, Müslümanlar 5 yıldızlı Kabe manzaralı otellerinde, ‘ibadet’ ederlerken? Ben kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, bütün dünya Hıristiyan bayramı Noel’i sırf alışveriş yapıp eğlenmek için ‘kutlarken’? ABD’de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yok çünkü TV’de gördüğünüz Amerikalıların hepsi havuzlu villalarda yaşıyorlar. Ben kapitalizmim ve yine başardım! Bütün kadınları dolapları tıka basa dolu olduğu hâlde giyecek hiçbir şeyleri olmadığına inandırdım. Dünya nüfusunun yüzde 50’si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin yüzde 1’ine sahip. Dünya nüfusunun yüzde 1’i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin yüzde 50’sine sahip. Ben kapitalizmim ve bankacılar benim evlatlarım. Amerikalıların yüzde 85’i eğer ekonomik durumlarını iyileştirebilecekse faşist bir hükümeti seçebileceklerini söylüyor.”[10] İşte kapitalizm bu! 4 Yani genelleşmiş meta üretimi, muazzam sermaye birikimi ile kâr maksimizasyonu (ve maliyet minimizasyonu)’dur; işçilerin sömürüldüğü, patronların semirdiği düzen(sizlik); savunucularının bile vahşiliğini kabul ettikleri sistemdir. Kapitalizm, özel mülkiyet ve azami kâra dayalı bir sömürü sistemidir; zengin daha da zenginleşirken; yoksulluğu gün be gün katmerlendirir. Üretim araçları sahipliğinin kişilere ait olduğu, sermayeye dayalı ekonomik sistemdir; “laissez faire laissez passer/ bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” yıkımıdır; kriz, savaş, tüketim, yıkım ve daha da fazlasıdır. Yani kapitalizm sadece bir ekonomik sistem değil, içtimai her olguyu paraya dönüştürmeyi düstur edinmiş bir tüketim sistemidir. Gözü yaşlı çocuk fotoğraflarından, bir kanadı kırık kuşa kadar her şeyi sömürerek kapital yığmayı hedefler. Saldırgan rekabet, ticaret ile israfı en yoğun yaşatan sistemdir. Sömürülebilecek her şeyi sömürmek, nemalanılabilecek her şeyden nemalanmaktır. Canlı, cansız her şeyin değerini salt para ile ölçmektir. Kapitali her şeyin, herkesin üzerinde tutmaktır. “İnsan güç ve para için yasar” düşüncesini temel alır; sadece iyi müşteriye yaşam hakkı tanıyan sistem: Tükettiğiniz kadar birey, vatandaş, insan olma sıfatına sahip olabilir, demokrasi ve adaletle tanışabilir, eğitim, sağlık, iletişim gibi insani haklardan yararlanabilirsiniz. İnsan olduğunuz için değil, müşteriliğinizin kalitesi kadar! “Neden” mi? Çünkü kapitalizmin tek hedefi kârı arttırmaktır. Bunu ya çalışma saatlerini arttırarak yapar ya da üretim süresini düşürerek. Bu özelliğiyle her ne yaparsa yapsın kapitalizm yoksullaşmaya yol açar. Zira çalışırsınız üretirsiniz ancak aldığınız maaş ne ürettiğiniz şeyleri almaya yeter, ne de karnınızın doymasına. Çalıştıkça daha da düşersiniz. İlk etkisi budur. İkinci etki de toplumdaki diğer kesimlerin işçileşmesi yani kolektif proletaryanın oluşmasıdır. Kendinden önceki tarihsel üretim tarzlarından farklı olarak, kapitalist sistemde ekonomi-toplum arasında ilişki tersliği söz konusudur. Teorik olarak ekonomi toplumun hizmetinde ve ona tabi olması gerekirken, -Karl Polanyi’nin bir tabirini kullanırsak,- ekonominin toplumda içerilmiş olması gerekirken, kapitalizmde toplum ekonomiye içerilmiş, ona tabi durumdadır. Oysa, piyasanın kör mantığına tabi bir toplum uzun vadede sürdürülebilir değildir. Bu niteliğin doğal sonucu olarak, kapitalist sistemde üretimin birincil amacı doğrudan insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kâr etmek üzere değişim değeri yani meta üretmektir. Dolayısıyla kapitalizm, yegâne amacı ve varlık nedeni sermaye üretmek ve sermayeyi büyütmek olan bir ölü emek uygarlığı veya aynı anlama gelmek üzere bir meta uygarlığıdır. Her bireysel kapitalist veya kapitalist firma, vahşi rekabet ortamında sermayesini büyütmeden varlığını sürdüremez. Bunun için rakipleri aleyhine toplam artı-değerin olabildiğince büyük bir kısmana el koymak, kâr etmek, kârını azamileştirmek ve elde ettiği kârı yeniden sermayeye dönüştürmek durumundadır. Velhasıl, kapitalizm demek, üretim için üretim demektir... Bu yüzden kapitalistler arasındaki yarış cehennemi bir yarıştır ve her kapitalist ‘ileriye doğru kaçmak’ zorundadır. Kapitalist sermaye birikiminin kör mantığı, bizzat kapitalisti de ipte cambaz gibi oynatmaktadır. Kapitalist rekabet ve kâr’la ilgili olarak Pierre Joseph Prudhon: “Rekabet ve kâr: birincisi savaş, ikincisi ganimet” derken kapitalist mantığın ve işleyişin niteliğine gönderme yapıyor. Kapitalizmin bir tanımı da onun bir ücretli kölelik sistemi olduğudur. Artı değerin, kârın, sermayenin, dolayısıyla zenginliğin kaynağı canlı emektir [ücretli işçi] ve canlı emek ölü emeği [sermayeyi] büyütmenin hizmetindedir. Bu niteliği itibariyle kapitalizme kadavra medeniyeti demekte bir sakınca yoktur...[11] Evet, evet her şeyin metalaştıran bir distopya olarak kapitalizm dünyayı yaşanmaz hâle getirmektedir. Doğayı kirletmiş, insanları açlıktan öldürmekteyken; kapitalizm kaybetmeye mahkûmdur aksi taktirde yaşanacak bir dünya kalmayacaktır. “Güçlü güçsüzü ezerek daha da güçlenir,” diyerek, gölgesini satamadığı ağacı kesen kapitalizmin dinamiği sermayedir. Sermaye birikmiş emektir. Kapitalizmin dayattığı sömürü sisteminde, sermaye ile emek sürekli çelişirler. Bu da burjuva ile proletarya arasında sınıf mücadelesini doğurur. Eşitsizlikler üzerinde yükselen kapitalizm, her geçen gün daha vahşileşmek zorunda olan sistemdir; krizlerle beslenen, krizsiz olamayan sistemdir. A. Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sındaki “Atıp kurtulmak onarmaktan iyidir, yama artarsa refah düşer,” saptaması, kapitalizmin mottosuyken; doğayı ve tüm canlı türlerini yok olma tehdidiyle karşı karşıya bırakan ekolojik felaket eşiğidir. “Tüket, itaat et, sömürül ve öl” diyen; bencilliği boyutlandıran; her şeyin para olarak görülmesini körükleyen yani “orman yasaları”nın modernleştirilmiş hâlidir kapitalizm. 5 Seks köleliği, organ ticareti, pornografi, vb’leri gibi insanlık onurunu ayaklar altına alan şeyleri pazarlar; başlarında Nike şapka, ayaklarında Converse, üstlerinde Adidas tişört, altlarında Diesel pantolon, ellerinde Coca Cola ile alışveriş merkezlerinde fink atanların; dünyaya kan, gözyaşı getirmiş, getirmekte olan ve getirmeye devam edecek olan sistemdir. Hasılı “bir nevi aptalizm” olarak da betimlenmesi mümkün olan kapitalizm hayatın, doğanın sömürü ve kâra indirgendiği yabancılaşmadır. 100 kuruşa su satan, ardında da içtiğin suyu 125 kuruşa işeten; insanın kanını emen bir vampir olarak bir akıl yoksunluğudur, insana aykırıdır kapitalizm; kirli bir çarktır. Kapitalizm krizlerle köşeye sıkışır. Ancak “sonu” gelmez. Ekonomi tek başına kapitalizmin sonunu getirecek bir neden olamaz. Kapitalizmin sonu için toplumsal bir isyan gerekir. Bu olmazsa kapitalizm krizle ve doğayı ile insanları çürüterek varlığını sürdürür. Kapitalizm, insanlığın uçurumun kenarında olması hâlidir. Kapitalizm tüketimdir, reklamdır, popüler kültürdür, yalandır; “yeni ihtiyaçlar yaratan”dır. Dorio Bötancourt ile Maria Garcia’nın, “Kapitalizm yasal mafya, mafya da yasa dışı kapitalizmdir” tespitiyle betimlenen kapitalizmin dünyasında tek şey paradır: Din de, hukuk da, ahlâk da onun aksesuarıdır. Tüketimi kutsayan yapısıyla, insan(lar)ı insanlığından çıkarır. Ancak Starbucks için kahve temin eden bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerektiği sistemdir; milyonlarca çocuk açlıktan ölürken, bir koşu bandının fazla yediklerini eritmek için ter dökmenizdir! Dünyanın en büyük çadır üreticisi Pakistan’ın, kendi depreminde çadırsız kalmasıdır[12] kapitalizm! Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Düşmanın birçok yüzü vardır, ama tek bir ismi var; kapitalizm,” notunu düştüğü kara gerçeklik insanı ve doğayı tüketir. Kapitalizm insanlara aslında ihtiyacı olmayan eşyalara bağımlı ederek beslenir. Dolabımızdaki elbiseler yetmez bize hep daha fazlasını isteriz. Kot taşlama işçileri üç kuruş para için kanserden ölürken biz aldığımız pantolonu 2 ay sonra çöpe atarız. 2000-3000 dolar para verip aldığımız bilgisayarları Çin’de günde 1 dolara çalışan işçilere yaptırırlar. Televizyonlarda izlediğimiz mükemmel(!) mankenlere benzemek için bıçak altına yatarız. Kadınların cinsel obje olarak kullanıldığını fark etmez; tam tersine seksi olmak için boya küpüne girer, vücudumuzu açarız. Oturup iki kelam etmeye kalksa konuşamayacak ünlülerin hayatlarının her bir anını magazinlerle takip ederiz. Çocuklarımızı okutup adam(!) etmek isteriz. Oysa okumalarını istemekteki tek amacımız daha fazla para kazanmaları olur. Sevmediğimiz işleri sırf prestijli, paralı diye yaparız. Reklamlarla bize tüketmemizi emrederler, sorgusuz sualsiz yaparız. Kapitalizmin en çirkin ve sahtekâr yüzü banka reklamlarında arz-ı endam eder. Banka personelinin güleryüzü, sıcaklığı ve bankanın aile sıcaklığında gösterilmesi reklam dünyasının en büyük yalanıdır. Kredi kartı mağdurları ve bankazedeler bankaların kanlı dişlerini ve doymak bilmeyen kuyu gibi midelerini çok iyi bilir. Dizilerle zenginliğin iyiliğinden dem vururlar, sonra o dizilerdeki milyarderlerin başına gelenleri her hafta takip ederiz. Başka hiçbir işimiz yokmuş gibi oturur dizilerden konuşuruz. Tüm bunlar yetmez, silah tüccarları, devletler daha fazla para kazansınlar diye birbirimizle savaşırız. Yani Bertolt Brecht’in bir şiirinde şöyle özetlediği sistemdir: “iyice görüyorum artık düzeni./ orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda,/ aşağıda da bir çok kişi. ve bağırıyor yukarıdakiler aşağıya:/ ‘çıkın buraya gelin ki,/ hepimiz olalım yukarıda.’ ama iyice gözlediğinde görüyorsun,/ neyin saklı olduğunu/ yukarıdakilerle, aşağıdakiler arasında. bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta./ yol değil ama./ bir tahta bu. ve şimdi görüyorsun açıkça;/ bu bir tahterevalli tahtası./ bütün düzen bir tahterevalli aslında./ iki ucu birbirine bağımlı. yukarıdakiler durabiliyorlar orada,/ sırf ötekiler durduğundan aşağıda/ ve ancak;/ aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece/ kalabilirler orada./ yukarıda olamazlar çünkü,/ ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı. bu yüzden isterler ki;/ aşağıdakiler sonsuza dek/ hep orada kalsınlar./ çıkmasınlar yukarı. bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukarıdakilerden./ yoksa durmaz tahterevalli./ tahterevalli./ evet, bütün düzen bir tahterevalli.” 6 Özetle Che’ninde işaret ettiği gibi, kapitalizm hâlinden memnun kölelerin işidir, eseridir; Slavoj Zizek’in, “Bugünkü tuhaflığı bir düşünün; 30-40 yıl önce, geleceğin komünist mi, faşist mi, kapitalist mi olacağını tartışıyorduk. Bugün kimse bu konular hakkında tartışmıyor. Hepimiz sessizce küresel kapitalizmin kalıcı olduğunu kabul ediyoruz. Diğer taraftan da evrensel felaketlere kafayı takmış durumdayız. Dünyadaki tüm yaşamın, bir tür virüs yahut bir göktaşı çarpması sonucunda yok olacağı ve bunun gibi şeyler. Yani paradoks şu ki, yerküredeki tüm hayatın bittiğini hayal etmek, kapitalizmde küçük ama radikal bir değişimi hayal etmekten daha kolay,” notundaki üzere… Kolay mı? Eskiden tanrıya tapardı insanlar, artık paraya tapıyorlarken; “para meta para” eksenli, kâr güdüsü ile hareket eden yeni kölecilik sistemidir; kaostur. “Cimri, harikulade bir kapitalisttir; kapitalist ise akıllı cimridir,” diyen Karl Marx’ın ‘Ücretli Emek ve Sermaye’de gayet açık bir dille anlattığıdır. “Kapitalist olarak o yalnızca kişileşmiş sermayedir. Onun ruhu sermayenin ruhudur. Ama sermayenin tek bir yaşam dürtüsü vardır: değer ve artı değer yaratmak, üretim araçlarını mümkün olduğu kadar büyük miktarda artı emeği emebilecek bir faktör hâline getirmek. Sermaye ölü emektir ve ancak vampir gibi canlı emeği emmekle yaşayabilir ve ne kadar çok emek emerse, o kadar çok yaşar. İşçinin çalıştığı süre, kapitalistin ondan satın aldığı, emek gücünü harcadığı süredir. İşçi, eğer bu süreyi kendisi için harcarsa, kapitalisti soymuş olur,”[13] diyen Karl Marx tarafından şöyle betimlenendir: “Her kapitalist, işçilerinin tasarrufta bulunmasını ister -ama sadece kendi işçilerinin, geri kalan işçiler topluluğunun değil. Çünkü ikinciler tüketici rolündedir. Bu yüzden kapitalist tüm ‘erdem’ lakırdılarına karşın bu ikincilerde tüketimi tahrik etmek, yeni ihtiyaçlarla beynini yıkamak, mallarını daha arzu edilir hâle getirmek için elinden geleni esirgemez.” “Ama kapitalist salt sermaye demek değildir. Kendisi yaşamak zorundadır ve emekle yaşamadığı için kârla, yani kendine mal ettiği ötekinin emeğiyle yaşamak zorundadır. Böylece sermaye servetin kaynağı olarak ortaya çıkmıştır.”[14] Özetle soru(n)ları yeniden üretip, çoğaltan kapitalizmin “Mezar kazıcılarını üreten” sınıflı-sömürücü formasyon konusunda Karl Marx’ın altını çizdikleri şudur: “Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değildirler. Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; - işbu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç hâline gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiçbir koşula bağlı olmadan gelişmesine doğru yol alan üretim yöntemleri ile sürekli bir çatışma hâline girerler. Araçlar -toplumun üretici güçlerinin hiç bir koşula bağlı olamadan gelişmesi-, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içersine girerler. Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır.” III) KAPİTALİST YIKIMIN “ÇEVRE”Sİ 1960’lardan bu yana dünya nüfusu iki kat artarken gıda üretimi üç kat arttığına, dolayısıyla 12 milyar insan doyurulabileceğine göre, niçin bir buçuk milyar insan açlık çekiyor? Peki durumun en kötü olduğu yerlerdeki insanları açlıktan kurtarmak için ne gerekiyor: Afrika Boynuzu’ndaki açlığı sona erdirmek için gereken para 1.6 milyar dolarmış. Herhangi bir devlet için küçük bir para. Ama olmuyor, çünkü dünyanın değişmemesi gereken bir düzeni var. Kaldı ki gıdaya erişimsizliğin bir nedeni üretimin olmadığı alanların genişlemesiyse öbürü de gıda fiyatlarının yüksekliği. Dünyanın yüzde 71’i günde on dolardan, her 5 kişiden birisi de iki dolardan az kazanıyor. Türkiye’de aylık geliri 370 liradan az olan nüfusun 12 milyon olduğu belirtiliyor. Rakamlar sıkıcı ve can sıkıcı. OECD ve FAO verilerine göre, dünyanın en yoksul ülkelerinde insanlar, kazandıkları paranın yüzde 80’ini gıdaya harcıyormuş, Türkiye’de yüzde 30’u. Kalan paralarını ne yaparsa yapsın insanlar. 7 Leo Huberman’ın Sosyalizmin Alfabesi kitabında, kapitalizmde insanların ulaşım, eğlence, eğitim, beslenme gibi özgürlüklerinin kâğıt üstünde kaldığının, kullanılamadıkları sürece o özgürlüklerin de olmadığı gerçeğinin çok basit anlatıldığı bir bölüm vardı, unutmam. Gerçeklerin her zaman yalın oluşu öyle bir şeydi demek. İklim değişikliğiyle gıdaya ulaşma yollarının tıkanmaya başlayacağını biliyoruz bilmesine ama dünya yalnızca 3.5 derece ısındığı zaman canlıların yüzde 40 ile yüzde 70’inin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olacağını bilmek de önemli. Bu süreç atmosferden denizlere, dağlardan Amazon ormanlarına kadar gezegeni tehdit ederek şimdi de sürüyor. İleri kapitalist ülkelerden çıkan büyük tekeller gıdayı ne yapıp edip yutturur insanlara. McDonald’s, KFC ya da Pizza Hut gibi gıda restoranları geleneksel yeme içme kültürünün yerini aldı almasına ama, ABD Senatosu bile, bu tür restoranlarda sunulan işlenmiş tavuk ve dana etlerinin her yedi saniyede bir, bir kişide ortaya çıkan kanserin nedenlerinden biri olduğunu açıklamış. İnanan inanır. Kanser nedenleri arasında hazır gıdanın sigaradan sonra ikinci sırayı aldığı da biliniyor. Ama aynı ABD’nin gıdayla ilgili pek çok belanın kaynağı olduğu da biliniyor. Örnekse et tüketimi konusunda da şaşırtıcı rakamlara sahip ABD. Yaklaşık 1 kg sığır eti için, 14.4 kg hububat ya da soya, 9.460 litre su ve 3.7 litre benzin tüketiliyormuş. Türkiye’de neler olduğunu düşünün. Bir kg etin niçin o kadar pahalı olduğu anlaşılıyor, değil mi. Peki şu nedir: 1950-1999 yılları arasında bütün dünyada et tüketimi 50 kat artmış. Demek ki beslenme rejimi değişmiştir ve siyasal rejimin değişmesi gibi etkiler yarattığından kuşkumuz olmasın. Bu tür rakamlar çekicidir: Et temelli beslenme ve fabrikasyon hayvan üretimi için ABD’de 220 milyon dönüm -adet değil- ağaç kesilmiş ve Orta Amerika’daki yağmur ormanlarının 25 milyon dönümü sığır yetiştirmek için yok edilmiş. Bu arada, etin çok ama çok büyük bölümü elbette Batı’nın zengin ülkelerinde tüketiliyor. Az gelişmiş ülkelerde aynı oranda et tüketilmesi için dünyadaki besi hayvanlarının sayısının iki katına çıkması gerektiği gerçeği de çarpıcı.[15] Doğa katliamları nedeniyle her yıl dünyada 11 milyon insan ölüyorken;[16] şimdi durup düşünülmez mi, kapitalizm doğaya neler ediyor![17] III.1) TÜKETME İLE YIKIM Sürdürülemez kapitalizm koşullarında, “İnsanların mavi gezegenimizden talep ettiği doğal kaynakları (varlıkları) karşılamak için 1.6 Dünya’ya ihtiyaç duyuyoruz,”[18] diyor Özgür Gürbüz… Kapitalist tüketim alışkanlıkları dünyanın geleceğini tehdit etmeye devam ediyorken; yerküredeki doğal kaynakların kendini yenileyebilmesi için tüketimin belli bir seviyede tutulması gerekiyorsa da, mevcut alışkanlıklar bu sınırları zorluyor; ‘Küresel Ayak İzi Ağı/ Global Footprint Network’ (GFN) Başkanı Mathis Wackernagel, “2030’da iki dünya bize ancak yetecek,”[19] ifadesindeki üzere! Kolay mı? Duke Üniversitesi’nde yürütülen çalışmada, türlerin olması gerekenden 100 ila 1000 kat daha hızlı yok olmaya başladığının belirlendi güzergâhta dünya “yavaş yavaş tükeniyor”![20] Kapitalizm tüketimi o denli körüklüyor ki, gezegenin 1 yıllık doğal kaynakları 7.3 milyar insan tarafından 7.5 ay gibi bir sürede tüketilmiş oluyor. Mevcut tüketimi karşılamak için dünyamızın 1.6 kat daha büyük bir alana ihtiyaç duyuluyorken; sanayileşmiş kuzey ülkelerin kendi topraklarındaki doğal kaynaklardan daha fazla tükettikleri anlaşılıyor. Buna göre, Japonya’daki tüketimi karşılayabilmek için ülke topraklarının 5.5 katı daha büyük bir alana ihtiyaç duyulurken bu oran İtalya’da 3.8, İsviçre’de 3.5, Britanya’da 3 ve Almanya’da 2.1 olarak belirtiliyor. Fransızların tüketimini karşılayabilmesi için Fransa’nın 1.4 kat daha büyük olması gerekirken, ABD’de 1.9, Hindistan’da 2 ve Çin’de ise 2.7 kat daha büyük bir alana ihtiyaç var.[21] “Doğanın kendi kendini yenilemesi kapitalizmin dayandığı endüstriyalizmin tahribat marjlarını çoktan aşmış”ken;[22] doğa tüketiliyor! ‘Doğayı Koruma Örgütü’ (IUCN) 519 balık türü hakkında araştırma yaptı ve Akdeniz balıklarıyla ilgili kırmızı liste yayımladı. Cebelitarık Boğazı ile Marmara Denizi’ne kadar tüm Akdeniz’i içine alan araştırmanın sonunda türler yok olma tehlikesiyle yüz yüze olan sınıfta 43 tür yer alıyor.[23] Sadece bu kadar mı? Değil elbet! Kapitalizm kirletir…[24] Örneğin sürdürülemez kapitalizmin dünyasında her şey bir çeşit kimyasal kokteyle bulanmış şekilde önümüze geliyor. Bu bileşimlerin bazıları zararsız olsa da çoğunun insan sağlığı üzerindeki etkileri henüz bilinmiyor. Dalından yeni koparılmış bir elmayı ele alalım. Amerikan Tarım Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışmaya göre piyasada satılan tüm elmalar zararlı böcekleri, otları ve mantarları yok etmek için kullanılan 8 kimyasalların kalıntılarını içeriyor. Aslında ağzımıza attığımız tüm yiyeceklerin içeriğine bir göz attığımızda benzer kimyasallarla kirlenmiş olduğunu görebiliriz. Kaldı ki bu zararlı maddeler yalnızca yiyeceklerimizle sınırlı değil. Kozmetikten, mobilyalara, soluduğumuz havadan giysilerimize dek her şey bizleri kimyasallara maruz bırakıyor.[25] Bunun yanında araştırmalar, dünyadaki plastik atık miktarının 5 milyar tona ulaştığını ve dünyayı sarabilecek kadar plastik atık bulunduğunu gösteriyor.[26] Ayrıca ‘Dünya Sağlık Örgütü’ (DSÖ), hava kirliliğine ilişkin 15 Mart 2016’da yayımladığı raporunda, dünyada 8 ölümden birinin hava kirliliğinden kaynaklandığını belirtti.[27] 7 milyon kişinin hava kirliliği nedeniyle yaşamını yitirdiğinin belirtildiği raporda, 5,9 milyon kişinin öldüğü Asya ve Pasifik’in kirlilikten en fazla etkilenen bölgeler olduğu vurgulandı. Rapor, hava kirliliği ile kalp-damar hastalıkları, kanser ve solunum yolları hastalıklarıyla bağlantısı olduğunu ortaya koydu. DSÖ’nün Halk Sağlığı Bölümü Başkanı Dr. Maria Neira, bu rakamların 2008’de yapılan bir önceki araştırmaya göre ölümlerde büyük artış olduğunu gösterdiğini, durumun şoke edici ve endişe verici olduğunu belirtti.[28] Bu kadar değil; bunlara eklenmesi gereken bir de yıkım boyutu var… Örneğin Norveç Mülteci Konseyi’nin hazırladığı rapora göre 2014 yılında bütün dünyada yaklaşık 20 milyon kişi sel, fırtına ve deprem felaketleri yüzünden evlerini terk etmek zorunda kaldı.[29] Ayrıca ‘Greenpeace’in açıklamalarına göre, dünyada her yıl yaklaşık 200 milyar ton plastik üretiliyor ve bunun en az yüzde 10’u okyanuslara karışıyor. Karışan bu oranın yüzde 70’i okyanus dibine batıyor ve zemindeki yaşama zarar veriyor. Yüzeydekiler ise ya girdaplarda kalıyor ya da dalgalarla sahillere vuruyor. Bugüne kadar plastik kirliliği üzerine yapılmış en kapsamlı araştırmaya göre, 5 trilyondan fazla plastik parçası (yaklaşık 296 bin ton) dünyanın okyanuslarında yüzüyor, tüm besin zincirine zarar veriyor. BM Çevre Programı bu tür atıkların yüzde 80’den fazlasının karasal olduğunu belirtiyor. Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne göre, okyanuslardaki plastikler her sene 100 binden fazla deniz memelisinin, bir milyondan fazla su kuşunun ve birçok deniz canlısının ölümüne sebep oluyor. ‘Dünya Doğayı Koruma Vakfı’ (WWF) ve ‘Londra Zooloji Derneği tarafından yayımlanan yeni bir rapor, son 40 yılda denizlerde yaşayan canlı nüfusunun yarı yarıya azaldığını ortaya koydu. 1970’ten bugüne sualtında yaşayan memeliler, deniz kuşları, balıkları ve sürüngenlerin populasyonu yüzde 49 oranında azalmış. Balık türlerinde azalma ise yüzde 75. Rapor, insan kaynaklı yaşama alanlarının daraltılması, aşırı kirletilmesi, zamansız ve aşırı avlanma, kıyıların vahşice doldurulması ve küresel ısınmaya bağlı okyanus sularının asitlenmesi gibi konulara dikkat çekiyor.[30] “Küresel ısınma” dedik! III.2) KÜRESEL ISINMA YA DA İKLİM DEĞİŞİMİ Bilindiği gibi küresel ısınma veya iklim değişikliğinin dünya üzerindeki yıkıcı etkileri her geçen gün şiddetleniyor. Grönland ve Kuzey Kutbu’ndaki buzulların erimesi, yaşanan kuraklıklar, deniz seviyesinin yükselmesi, aşırı hava olaylarının daha sık yaşanması, seller, orman yangınları iklim değişikliğinin günümüzdeki görünür etkilerinden yalnızca birkaçıdır.[31] Naomi Klein’in, “Bizim ekonomik sistemimiz ile gezegen sistemimiz şu anda savaş hâlindedir. İklimin çökmesini engellemek için gerekli olan, insanlığın kaynak kullanımını daraltmasıdır; ekonomik modelimizin talep ettiği şey ise dizginlenmemiş bir büyümedir. Bu kural kümelerinin yalnızca biri değiştirilebilir ve değiştirilebilecek olan da doğanın yasaları değildir,”[32] diye uyardığı küresel ısınma ya da “Küresel iklim açısından kritik bir dönemdeyiz.”[33] Dünya Meteoroloji Örgütü’nün 2010 ile 2015 yılları dünyanın en sıcak 5 yılı olduğunu açıkladığı;[34] 2016’nın da daha sıcak olacağı yerkürede, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un bile, “İklim değişikliği herkes için tehdit”[35] demek zorunda kaldığı bir tabloyla yüz yüzeyiz! Çünkü küresel ısınma sonucu buzulların güneş ışınlarını yansıtma işlevini azaltması dünyamızın birçok sorun yaşamasına neden olur. Bunlar; Yüksek enlemlerin gezegenin kalan kısmına göre daha fazla ısınması permafrostun (arktik bölgelerdeki sürekli buzul kitlesi) erimesine neden olacaktır: Başta Sibirya olmak üzere, 25 metre derinlikte ve 1 milyon kilometrekarelik donmuş bir kar tabakası söz konusudur. Burada da 500 milyar ton karbon stoku olduğu tahmin edilmektedir bu buzullar eridiğinde bunlar da atmosfere salınacaktır. Bu olaylara küresel ısınmaya neden olan uygulamaların müsebbibi olan sermaye ve yandaşları aldırmamaktadır. Bunun varsayım olduğunu ifade etmektedirler. Gerçek olabileceğini söyleyenleri de felaket tellallı olmakla suçlamaktadırlar. 9 Ancak birçok çalışma bunların gerçekleşeceğini göstermektedir. Avrupa’da 2003 yılında yaşanan aşırı sıcak yaz aylarında bitki örtüsünün karbon gazını özümsemek yerine saldığını göstermiştir! Başka araştırmacılar, buzulların eridiğini ve erimesinin aynı oranla devam etmesi durumunda stoklanmış karbonun yüz yıl içinde geri salınacağını söylemektedir. Evet, iklim aniden değişebilir, bu değişim o kadar hızlı olur ki, insanlar çare üretemeyebilir. Araştırmacıların çoğunluğu 10-15 yıl öncesine göre çok daha kötümserler. Burada “felaket tellallığı” yok. Uzmanlar, “Küresel ısınmayla gezegenin önemli bir bölümü çöle dönüşecek. Hayatta kalanlar kuzey kutbu çevresinde bir araya gelecekler. Ama herkese yetecek yer olmayacak, dolayısıyla, savaşlar, öfkeli halk kitleleri ve savaş ağaları olacak. Yani tehdit altında olan dünya değil, uygarlıktır” diye uyarılarını sıklaştırmaktadırlar.[36] Haksız da değiller hani… Örneğin Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nden Prof. Dr. M. Levent Kurnaz’a göre, Küresel yüzey sıcaklığı değişikliği, XXI. yüzyılın sonuna kadar, tüm IPCC senaryolarınca sanayi öncesi döneme göre 1.5°C’yi, en kötümser senaryoya göre ise 2°C’yi aşacak… Karbondioksit ve metan gibi sera gazlarının atmosferdeki konsantrasyonları günümüzde en azından 800 bin yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye geldi. Atmosferdeki CO2 konsantrasyonu, birincil olarak fosil yakıtların yakılması ve ikincil olarak da orman alanlarının azalmasından dolayı 250 yıl öncesine göre yüzde 40 oranında arttı. Grönland ve Antarktik buzulları 20 yıllık dönemde azalıyor, kara buzulları ise neredeyse tüm dünyada küçülmeyi sürdürüyor ve Kuzey Kutup deniz buzu ve Kuzey Yarım Küre ilkbahar kar örtüsü alansal olarak küçülmelerini sürdürüyor. Kuzey Kutup deniz buzu, 2012 Eylül ayında tarihte ölçülen en düşük alana indi. Okyanuslar atmosfere 250 senede salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık yüzde 30’unu emdi ve bu da okyanusların asitlenmesine yol açtı. Atmosferdeki sera gazlarındaki artış dünyadan kaçmaya çalışan ısının atmosfer ve okyanuslarda birikmesine neden olur. Okyanuslardaki ısınma iklim sisteminde biriken bu ısı artışını denetler. Bu kapsamda, 1971-2010 döneminde okyanuslarda biriken ısının yüzde 90’dan fazlası küresel okyanus ısınmayla bağlantılı. Okyanusların üst katmanı (0-700 m) 1971-2010 döneminde kesin olarak ısındı. [37] “Emareler belirdi” gibi bir şey… Bu durum, “Titanik’in güvertesinde şezlong kapma yarışına” benziyor. Kapitalist uygarlığa hapsedilmiş insan faaliyeti, “kâr makinesini” beslemek için önce kömür, sonra petrol tüketiminin, yoğun tarım ve hayvancılığın atmosfere saldığı CO2 ve metan gibi gazlarla gezegenin ortalama ısısını sürekli artıran bir eğilim yarattı. 1950’de günlük 10 milyon varil olan petrol tüketimi 2015 yılında 100 milyon varile ulaşır, düşen fiyatlar tüketimi daha da teşvik ederken, okyanusların ortalama ısısı, XX. yüzyıl ortalamasından 0.81 0C daha yüksek oldu. ABD’deki ‘Ulusal Okyanuslar ve Atmosfer İdaresi Kurumu’ raporunda 2015’in, kayıtların tutulmaya başladığı 1880’den bu yana en sıcak yıl olacağını, kayıtlardaki en sıcak 10 ayın 9’unun 2005’ten bu yana yaşandığını, küresel ısınmanın hızlandığını söylüyor.[38] İşte bu konuda kimi veriler: i) ‘Dünya Sağlık Örgütü’ (WHO) tarafından COP21 zirvesi öncesi yayınlanan rapora göre, iklimsel değişiklikler nedeniyle 2030-2050 yılları arasında her yıl yaklaşık 250 bin kişi yaşamını yitirecek![39] ii) Küresel ısınma ile okyanusların “benzeri görülmemiş bir biçimde” asitli hâle geldiği belirtilerek, bunun 300 milyon yıldan bu yana en hızlı asitlenme olabileceğinin altı çiziliyor. Araştırmaya göre, okyanuslardaki asitlenme 2100 yılında 170 oranında artacak. İnsanların yol açtığı bir sorun olan bu duruma göre okyanuslarda canlıların sadece yüzde 30’u yaşamını sürdürebilecek. Okyanuslardaki asitlenme konusunda çalışan dünyanın önde gelen 500 uzmanının 2012 yılında ABD’nin California kentinde yaptıkları toplantının henüz açıklanan sonucuna göre, her gün okyanuslara 24 milyon ton tutarında karbon ekleniyor. Araştırma söz konusu karbon karışımının suların kimyasını değiştirdiğini ortaya koydu![40] iii) Alman bilim insanlarının Güney Kutbu’nda yaptığı araştırmaya göre 10 bin yıl içinde deniz seviyesi dünya genelinde yaklaşık 3 metre yükselecek. ‘Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü’nden Johannes Feldmann, hazırladıkları simülasyonlara göre, Batı Antarktika’daki erimenin bu hızla devam etmesi hâlinde önü alınamayacak bir sürecin başlayacağını bildirdi. 10 bin yıl içinde deniz seviyesi dünya genelinde yaklaşık 3 metre yükseleceğinin de altını çizen Feldmann, “Elbette deniz seviyesi çok yavaş yükselecek. Ancak süreçte geri dönüş olmayacak” uyarısında bulundu![41] iv) Antarktika’daki iklim değişikliğini inceleyen yeni bir araştırma, küresel deniz seviyesinin, mevcut tahminlerden iki kat fazla yükselebileceğini ortaya koydu. ‘Nature’ dergisinde yayımlanan araştırma, Batı Antartika’da bulunan Meksika’dan daha büyük bir buz örtüsünün beklenenden erken dağılabileceğini ve 2100’e 10 kadar deniz seviyesinin 1.6 metre kadar yükselebileceğini ortaya çıkardı. Okyanusların 2800 yıldır hiç görülmediği hızda yükseldiği göz önüne alınırsa, bu senaryo, Birleşmiş Milletler tarafından üç yıl önce yayımlanan senaryonun bile daha kötüsü ve kısa süre içinde büyük bir krizi tetikleyebilir. ‘The New York Times’ın haberine göre, bu erime uzun yıllar yüksek seviyede devam ederse dünyadaki mevcut tüm kıyı şeritleri su altında kalabilir. Londra, New York, Avustralya’nın tamamı, Hong Kong, Roma, Barcelona gibi ülke ve şehirlerin yanı sıra Türkiye de bu felaket senaryosundan direkt olarak etkilenecek ülkeler arasında![42] v) ‘Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer Yönetimi’nin (NOAA), tüm dünyadan 413 bilim adamından gelen verilerle yayınladığı 2015 yılı raporundaki tablo, öncekilerin hepsinden daha ürkütücü. Çünkü dünya, rekor sıcaklık, rekor su seviyeleri, daha fazla sıcak gün, daha az soğuk gece, artan kasırgalar, inanılmaz boyutlara ulaşmış kirlilik ve hızla eriyen buzullarla karşı karşıya![43] vi) Bilim insanları, Hint Okyanusu’nda deniz seviyesinin yükselmesinin Bangladeş, Endonezya ve Sri Lanka’da deniz seviyesine yakın yerlerde yaşayan milyonlarca insanın yaşamını tehlikeye soktuğunu belirtti. ABD’li araştırmacılar, deniz seviyesinin yükselmesinin, iklim değişikliğinin bir parçası olduğunu vurguladı![44] vii) Kuzey Buz Denizi üstünde bir zamanlar yer yer 80 metre kalınlığa ulaşan ve milyonlarca yılda oluşumu olan yaşlı buzul tabakası neredeyse tamamen ortadan kalktı. Deniz üstünde kalan buz tabakaları, küresel ısınma nedeniyle buzul özelliğini kaybettiği için bilimciler, “Kuzey Buz Denizi üzerindeki buzul tabakasının fiilen ortadan kalkmış sayılabileceğini” belirtiyor. Kanada’daki Manitoba Üniversitesi Arktik Sistem Bilimleri Araştırma Kürsüsü Başkanı David Barber, buzullarda erimenin önceki tahminleri aştığını, Kuzey Buz Denizi’nde 30 yıldır araştırma yaptığını ve ilk kez böyle bir durumla karşılaştığını söylüyor![45] viii) Lüksemburg büyüklüğündeki bir buzdağı, Antarktika’daki Mertz Buzulu’na çarparak devasa büyüklükteki bir başka buzdağının daha ortaya çıkmasına neden oldu. 12 ya da 13 Şubat 2010’da meydana geldiği tahmin edilen çarpışma sonucu kopan kütlenin toplam yüzölçümünün 3 bin kilometrekare, yani Ankara’nın Çubuk ilçesinin yaklaşık 2 katı büyüklüğünde olduğu belirtiliyor![46] ix) Kuzey Buz Denizi’ndeki buzlar, küresel ısınma bu hızla devam ederse 10 yıl içinde tamamen kaybolacak. Avrupa Uzay Ajansı’nın CryoSat-2 uydusundan elde ettiği sonuçlara göre Kuzey Buz Denizi’ndeki buzulların erime tahmin edilenden yüzde 50 daha hızlı gerçekleşiyor. Kutup buzullarının kalınlığını incelemek için gönderilen CryoSat-2 uydusu sadece 2011 yılında 900 kilometreküp buzun eridiğini ortaya çıkardı. Uzmanlar erimenin hızlanmasını küresel ısınma çerçevesinde karbondioksit emisyonlarının artışına bağladı. Bu hızla giderse kısa süre sonra bölgede hiç buz kalmayacağı konusunda uyarılarda bulunuldu. Kuzey Buz Denizi’nin buzsuz açık bir denize dönüşmesi ise bölgedeki balık, maden ve petrol yataklarının hızla tüketilmesine neden olacak![47] x) Mercan kayalıkları küresel ısınmanın yol açtığı karbondioksit yüzünden hızla eriyor. Dünyanın önde gelen deniz bilimcileri, küresel ısınma yüzünden okyanuslardaki mercan kayalıklarının hızla eridiğini, bu konuda derhâl harekete geçilmesi gerektiğini bildirdi. Atmosferdeki fazla karbondioksidi emen okyanuslarda, asit düzeyi de hızla artıyor. Bilim insanları, “denizdeki osteoporoz” (kemik erimesi) olarak tanımlanan bu süreci, iklim değişikliğinin “şeytani ikizi” olarak görüyor. Avustralya’nın kuzeydoğusundaki Cairns şehrinde gerçekleşen uluslararası mercan kayalığı sempozyumunda açıklanan rapora göre, Endonezya, Malezya, Papua Yeni Gine, Filipinler ve Solomon Adaları’nı kapsayan ve dünyanın mercan kayalıklarının yüzde 30’unu ve 3 bin balık türünden fazlasını içinde barındıran “Mercan Üçgeni”ndeki kayalıkların yüzde 85’inden daha fazlası kirlilik, aşırı avlanma vb. yüzünden tehlike altında![48] xi) Deniz seviyesindeki yükselme, dünyanın çeşitli bölgelerini tehdit ediyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı, iklim değişimi nedeniyle özellikle 52 küçük ada devletin tehlikede olduğunu bildirdi. Raporda, bu ada devletlerin küçük yüzölçümü ve büyük nüfus yoğunluğuna sahip olduğuna dikkat çekildi. BM Çevre Programı direktörü Achim Steiner, “62 milyon nüfuslu bu 52 ulus, dünya sera gazı salınımının yüzde 1’den daha az miktarından sorumlu. Buna rağmen, bunun yol açtığı iklim değişikliğinden orantısız derecede olumsuz etkileniyorlar” dedi. Deniz seviyeleri 1993-2009 yılları arasında dünya genelinde yılda üç milimetre kadar yükseldi. Pek çok küçük adanın bulunduğu Batı Pasifik’te ise yılda 12 milimetrelik bir artış kaydedildi. Mercan kayalıkları, sadece balık zenginliği değil, aynı zamanda çevredeki sahiller için bir koruma faktörü olması açısından da önem taşıyor. 2030 yılına kadar iklim değişikliğinin sonucu olarak mercan kayalıklarının yüzde 90’ının, 2050 yılına kadar ise tamamının tehlike altında olacağı belirtiliyor![49] xii) Kuraklığın, yangınların, sellerin, fırtınaların, sıcak dalgaların şiddeti arttıkça artıyor. 2010 yılında rekor sıcaklıklar ve yangınlar 50 binden fazla insanın ölümüne neden oldu. 2011 yılında 250.000’den fazla Avustralyalı olağanüstü sellere maruz kaldı. Mağdur oldu. 2012 yılı ABD’de “kışsız yaz” olarak tarihe geçti![50] 11 xiii) Birçok ülke, kent ve topluluk, artan küresel sıcaklıkların etkisine hazırlanıyor. Sözgelimi Bangladeş’te hükümetin afetlere daha hazırlıklı olmak yönünde attığı adımlar, kasırgalar nedeniyle ölenlerin sayısının azalmasında etkili oldu. 2007’de Sidr Kasırgası 3400 can aldı, 1991’de benzer bir kasırga yaklaşık 140 bin insanı öldürmüştü. Ve Vietnam, kıyılarını sellerden koruyacak doğal bir duvar inşa etmek için yeniden mangrov ağacı dikimine yatırım yapmakta![51] xiv) BM Gıda ve Tarım Örgütü Genel Direktörü José Graziano da Silva’ya göre, iklim değişikliği; yüzde 80’i kırsal alanlarda tarıma, ormancılığa ve balıkçılığa bağlı olarak yaşayan yoksul insanların geçim kaynaklarını ve gıda güvenliklerini tehlikeye atıyor![52] xv) Akdeniz kıyısındaki üreme alanlarında dört yıldır yapılan incelemenin sonucuna göre iklim değişikliği, şimdiden, Akdeniz kıyısındaki kumsallara yumurtasını bırakan deniz kaplumbağalarının üreme sistemini tehdit ediyor: Sıcaklık artışıyla birlikte yumurtadan çıkan dişi yavru sayısı artarken erkek yavru sayısı azalacak![53] Örnekleri çoğaltmak mümkün olsa da, bu kadarı yeter. Tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen iklimsel felaketlerine sebep olan kapitalizmdir. Bu bağlamda sorunu çözmek için kapitalizme karşı mücadeleden başka seçenek yokken; fosil yakıt endüstrisine karşı antiapartheid tarzda boykot çağrısı yapan Güney Afrikalı lider Desmond Tutu’nun “Vicdanlı insanlar, iklim değişikliğinin yarattığı adaletsizliğe neden olanlarla ilişkisini kesmeli. Fosil yakıt şirketlerinin etkinliklerini, spor takımlarını, medya programlarını boykot edelim,” önerisini ciddiye almak mümkün mü? Elbette değil! Çünkü G20 ülkeleri, dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturuyorken; bu ülkeler dünya ekonomisinin yüzde 85’ine, küresel ticaretin ise yüzde 75’ine hâkim. Söz konusu devasa ekonomik büyüklüğe sahip ülkeler, aynı zamanda dünyadaki enerji talebinin yüzde 75’inden, fosil yakıta dayalı enerjilerden kaynaklı sera gazı emisyonlarının yüzde 80’inden sorumlu. G20 ülkelerinin fosil yakıt sübvansiyonlarına yıllık ayırdığı miktar 452 milyar doları geçiyor![54] 2010’da dünyamızda toplam sera gazı emisyonu yıllık 42.9 milyar ton idi. Bunun yüzde 61’ini beş ülke (bölge) gerçekleştiriyor: Çin, ABD, AB ülkeleri (28 ülke), Hindistan ve Rusya. Fert başına sera gazı emisyonunun dünya ortalaması 6.2 ton olarak hesaplanmakta. Burada ABD açık farkla birinci sırada: Kişi başına 22 ton. Türkiye’nin toplam emisyonlar içindeki payı yüzde 0.8, fert başına emisyonda ise dünya ortalamasını yakalamış durumda![55] Nihayet aşırı karbon salınımıyla ısıyı arttırıp,[56] küresel iklim dengesini bozarak, çevre felaketleri devreye soktuğu güzergâhta küresel ısınmanın baş sorumlusu kapitalizm, kuzey ülkeleri, çokuluslu şirketlerdir. Son çeyrek asırda küresel ısınmanın yüzde 60’ından 90 küresel fosil yakıt şirketi sorumluyken; bilimsel verilere göre, eğer sera gazı salımı devam ederse gezegeni gelecek 30 yıl içinde 2 derece ısıtacak kadar karbon kullanılmış olacak... NASA Uzay Bilimleri Enstitüsü’nün eski başkanı J. Hansen, şu anda bir eşikte bulunulduğunu vurgulayarak, 4 derecelik bir artışla dünyamızın tanınmaz, çok farklı bir gezegen olacağını belirtiyor. Gerçek şu: İklim değişikliğinin, ekolojik krizin sebebi kapitalist sistemdir. Eğer küresel ısınmaya karşı önlem alınacaksa kapitalizmle mücadele edilmelidir.[57] IV) TÜRK(İYE) KAPİTALİZMİNİN AKP’Sİ İLE ÇEVRE ‘Dünya Çevre Performansı Endeksi’nde 99’uncu, Doğa ve Yaban Hayatı Koruma’da ise 180 ülke arasında 177’nci sıradaki Türkiye;[58] 2016 Davos Zirvesi’nde yayımlanan raporda 10 üzerinden 0.1 puan alarak çevre hassasiyetinde 60 ülke arasında 59’uncu; Yale Üniversitesi ‘Dünya Çevre Performansı Endeksi’nde (EPI) iki yılda 33 basamak geri giderek genelde 99’uncu; ‘Doğa ve Yaban Hayatı Koruma’ kategorisinde ise 100 üzerinden 22.5 puan alarak 180 ülke içinde 177’nci oldu.[59] T.“C”nin çevreyle ilişkisini ortaya koyan bu verilerin altını çizerek ilerlersek yapılması gereken ilk şey uzun bir AKP parantezi açmak olur. Çünkü AKP iktidarı, sermaye birikim yollarının en önemli adımlarından biri olan enerji yatırımlarıyla yaşadığımız toprakları tam bir cehenneme çevirmektedir. Türkiye’nin hemen her bölgesinde termik (kömür, doğalgaz vb.), HES, Nükleer, tehlikeli katı atık yakma, RES, GES, Jeotermal vb. her türlü yöntemle enerji üretmeyi hedeflerken doğal yaşamı adeta yok etmektedir.[60] Örneğin AKP, Cerattepe’yi cerahat hâline getirirken;[61] doğa talanına tam gaz devam ediyor. Özelleştirme kapsamında ihalesi süren ve yeni açılacak HES’lerle birlikte, 2020 sonunda 8 milyar lira devletin kasasına gireceği bildiriliyor;[62] AKP marifetlerinde somutlanan kapitalizm işte tam da böyle bir şeydir. 12 Kapitalist devlet, halkı maden şirketinin açgözlülüğünden korumaz. Ama maden şirketini halkın sağduyusundan korur. Ufacık bir direnişte gözünü kırpmadan tankını, tüfeğini halka doğrultur.[63] Tıpkı İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, Artvin’in Cerattepe mevkiinde, Cengiz İnşaat’ın çıkarmayı planladığı madene karşı vatandaşların direniş için “Vurun geçin” demesi gibi…[64] Ha, siz siz olun sakın Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, “Artvin’in, Cerattepe’nin korunması aslî görevimizdir,”[65] demesini ciddiye almayın. Çünkü AKP’nin 14 yıllık iktidarı birçok alandaki talanı gözler önüne sererken bu dönemde ortaya çıkan “yandaş sermaye”nin yükselişi ise dikkatlerden kaçmıyor. Bu gruplara devletin tüm imkânları seferber edilerek “ihale fırsatları” sunuluyor. AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana “devasa oranda” büyüyen şirketlerin başındaki isimlerin ortak özellikleri ise AKP ve Erdoğan’a çok yakın olmaları bazılarının ise akrabalık ilişkilerinin bulunması. Medyadan çevre katliamı olarak bilinen maden projelerine kadar birçok alanda öne çıkan bu şirketler, iş cinayetlerinden yolsuzluğa kadar haklarında bir sürü iddia bulunmasına karşın hukuki olarak ciddi yaptırımla karşılaşmıyor.[66] AKP DÖNEMİNDE “YÜRÜ YA KULUM…” DENEN ŞİRKETLER[67] CENGİZ İNŞAAT LİMAK GRUP KOLİN GRUBU ÇALIK HOLDİNG SANCAK GRUBU TORUNLAR GRUP AKP iktidarıyla birlikte hızla yükselen şirketlerden bir tanesi Cengiz Holding. Yolsuzluk tapelerinde ‘Bu milletin a…ına koyacağız’ diyerek ‘vatanmillet’ sevgisini ortaya koyan AKP’li işadamı Mehmet Cengiz’in sahibi olduğu Cengiz Holding de doğayı katleden projeleri yürüten şirketlerden. AKP döneminde aldığı ihalelerle ihya olan Cengiz Holding, Artvin Cerattepe’ye yapılmasına halkın direnişle tepkisini gösterdiği altın madenini işletmeye açmaya çalışıyor. 424.4 milyon liralık vergi borcu silinen Cengiz Holding’in inanılmaz yükselişi, bu holding ile AKP arasındaki sıkı bağı ve ilişkiyi de gözler önüne seriyor. Cengiz Holding’in AKP döneminde aldığı 10 büyük ihale şöyle: i) Eti Bakır (2004), ii) Eti Alüminyum (2005), iii) Ankara-İstanbul Hızlı Tren İnşaatı (2006), iv) Ilısu Barajı (2007), v) Ordu Havaalanı (2011), vi) Maltepe Sahil Düzenlemesi (2012), vii) Boğaziçi ve Akdeniz Elektrik Dağıtım (2013), viii) Üçüncü Havaalanı, ix) Ankara-Sivas Hızlı Tren Projesi, x) Mersin Akkuyu Nükleer Santrali. Limak Şirketler Grubu, 1976 yılında bir inşaat firması olarak faaliyetlerine başladı. Limak İnşaat AKP’nin iktidar olmasıyla ‘yükselişe geçen’ şirketlerin başında geliyor. Limak grubu ‘havuz medyası’ olarak bilinen oluşumun öne çıkan bileşenlerinden. Yüzlerce büyük projenin ihalesini alan şirket, Bölge illerindeki inşaat, enerji, medya ve turizm alanında yatırımlar yaptı. Doğayı katleden projelere attığı imza ile bilinen Limak Holding’in özelleştirme ihalelerinde sahneye çıkışı ise 2004 yılındaki TEKEL’le oldu. Limak Holding, Sabiha Gökçen Havalimanı’nın 20 yıllık işletmesini 3.1 milyar dolara aldı. Kolin, Limak ve Cengiz ortaklığı, Akşam Gazetesi ve SKYTURK 360 televizyonunu 60 milyon dolara satın alarak, ‘havuz medyası’ olarak nitelenen oluşuma da katılmıştı. Birçok yolsuzluk iddiasıyla anılan şirketin patronu Nihat Özdemir, dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın elinden Enerji Oscar Ödülü’nü almıştı. Malatya’dan Gümüşhane’ye, Antalya’dan İstanbul’a kadar ülkenin neredeyse dört bir yanında baraj, HES, otoyol ve termik santral gibi onlarca proje Kolin tarafından inşa edildi ve edilmeye de devam ediyor. 3. Havalimanı ihalesini Mayıs 2013’te 22,1 milyar Euro’yla kazanan konsorsiyumda (Limak-Cengiz) yer alan diğer isimler gibi Kolin de bu tarihten sonra daha çok bilinir oldu. Kolin Şirketler Grubu, AKP’yle birlikte büyüyen, “ilgi alanları” genişleyen, ihalelerin vazgeçilmez ismi olan ve yağma projeleriyle doğayı katleden isimler sıralamasında başı çekiyor. Elektrik dağıtım şirketlerinin birer birer özelleştirilmesiyle ihalelerde Kolin-Limak-Cengiz konsorsiyumu baş gösterdi. 10 milyona yakın tüketiciye elektrik satacak işlere girip 4 büyük bölgenin ihalesini kazandılar. Bunlardan en büyüğü BEDAŞ ihalesi 2013 Mayıs ayında yaklaşık 2 milyar dolara alındı. Aynı ay Akdeniz elektrik işi de 550 milyon dolara alındı. Manisa’nın Soma ilçesine bağlı Yırca köyünde geçen yıllarda zeytinlikleri talan ederek termik santral yapılması projesine karşı çıkan köylülere saldıranlar da projenin sahibi Kolin grubunun özel güvenlikçileri olurken proje kapsamında 6 bin zeytin ağacı sökülerek çevre talanında kırılması güç bir ‘rekora’ imza atılmıştı. Çalık Holding’in başındaki isim Ahmet Çalık’ın AKP’ye ve Recep Tayyip Erdoğan’a en yakın işadamlarından olduğu biliniyor. Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak, Çalık Holding’in uzun süre genel müdürlüğünü yürüttü. Çalık grubu adından Sabah ve ATV ihalesini kazanarak söz ettirdi. Çalık grubu 5 dakika süren ihale sonucunda Sabah’ın ve ATV’nin sahibi oldu. Başbakan’ın damadının üst düzey yönetici olduğu Çalık Grubu’na, devletin malı olan Sabah-ATV grubunu 1.1 milyar dolara alması için iki kamu bankasından rekor miktarda ve ilk 3 yılı ana para ödemesiz 10 yıl vadeli kredi verildi. Halkbank ve Vakıfbank’tan toplam 750 milyon dolarlık proje kredisi kullanıldı. Katarlı medya grubu Al Wasaeel International Media Co. da 350 milyon dolar vererek Sabah-ATV’nin yüzde 25’ine sahip oldu. Böylelikle Çalık, 2008 yılında devletin parasıyla devletin televizyon ve gazetesine sahip oldu. Türkiye’nin en büyük ikinci medya grubuna sahip olduktan sonra Çalık, TOKİ’den ihale aldı, Irak’ta enerji işlerini büyüttü, Çalık grubunun uzun süre genel müdürlüğünü yürüten Berat Albayrak ise AKP’nin enerji bakanı olarak enerji alanındaki ‘tecrübesine’ resmiyet kazandırdı. 17-25 Aralık tapelerinde adını en sık duyduğumuz isimlerin başında Sancak grubundan Ethem Sancak geliyordu. Sancak muhtelif zamanlarda yaptığı açıklamalarda Erdoğan’a aşkını açıkça ilan etti. Tapelerden de anlaşılacağı üzere Sancak’ın aşkı tamamen ‘duygusal’dı. AKP’nin kurduğu havuz medyasının kurmaylarından olan Ethem Sancak AKP döneminde medya alanında ‘yaptığı’ atılımla öne çıktı. Önce Kanal 24 ve Star gazetesini sahip olmasıyla adını duyuran Ethem Sancak ardından ise TMSF tarafından el konulan 360 televizyonu, Akşam ve Güneş gazetelerini girdiği ihaleler sonucu alarak havuzu doldurdu. Yolsuzluk tapelerinde ihalelerin kendisine ‘peşkeş çekilmemesinden’ şikâyet eden Ethem Sancak’ın bu serzenişleri karşılıksız kalmadı ve BMC ihalesine tek başına girerek ihaleyi kazanan isim oldu. TMSF’nin 985 milyon lira muhammen bedelle satışa çıkardığı BMC’yi 751 milyon liraya satın alan Ethem Sancak böylelikle bir anda arsa zengini oldu. TSK’ya Kirpi, kamyon, belediyelere otobüs üreten BMC’yi, hazır siparişleri ve gelecekte kamu kuruluşlarına araç satma ‘tekeli’yle birlikte devralan Erdoğan aşığı Sancak İzmir Bornova’da kurulu fabrikanın 220 dönümlük arsasının da sahibi oldu. Eski Ali Sami Yen stadının arazisinde bulunan Torun Center ve Mall of İstanbul gibi büyük projelerin ihalesi AKP’nin arkasındaki dev inşaat gücü olarak tanınan Torunlar grubuna verildi. Erdoğan’ın imam hatipten arkadaşı olarak bilinen Aziz Torun’un holdingi, AKP döneminde olağanüstü büyüyen bir inşaat grubu oldu. Torunlar GYO, Emlak Konut’un ardından en büyük emlak kuruluşu ve aktif toplamı 6 milyar doları buluyor. Erdoğan’ın arkadaşının sahibi olduğu ve AKP’nin inşaat sektöründeki en önemli dayanağı olan bu şirketin adını iş cinayetleriyle duymaya alıştık. Torun Center inşaatında 6 Eylül 2014’te meydana gelen iş cinayetinde 10 işçi yaşamını yitirirken söz konusu adli soruşturmalarda bir arpa boyu yol alınamadı. Bu noktada AKP patentli kentsel dönüşümü ve HES alanlarındaki yıkımı fotoğraflayan Murat Germen’in, “Rant, güç ve para hırsı ile gözü hiçbir şey görmez hâle gelen ve diktatörleşen siyaset-din-para ittifakları”na dikkat çektiği[68] tabloya şunları da eklemek “olmazsa olmaz”. i) Hacılar Koyu’nun hemen bitişiğindeki DHMİ tesislerini barındıran Zeytineli Koyu’nun, Ensar Vakfı’na verildiği bildirildi. Başbakan Erdoğan’a da armağan edildiği savlanan villaların bulunduğu Urla Zeytineli Hacılar Koyu’nun bitişiğindeki Zeytineli Koyu’nun ve buradaki Devlet Hava Meydanları’na ait tesislerin, Ensar Vakfı’na yıllık 120 bin liraya tahsis edildi![69] 13 ii) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, dönemin Başbakanı Recep Erdoğan’a da armağan edilen ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarındaki yasal dinlemelere takılan Urla Hacılar Koyu’ndaki villaların bulunduğu alanı imara açtı. Yapılan değişiklikle, 122 dönümlük alanın villaların bulunduğu 40 dönümü konut alanı olarak ayrıldı![70] Sonra da Erdoğan’a armağan edilen[71] Latif Topbaş ve ailesine ait villalardan ikisinin devletin hiçbir kurumunda resmi kaydı olmadığı ortaya çıktı![72] Daha sonra da İzmir Bölge İdare Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait olduğu ileri sürülen Urla’daki villaların yıkılmasının önünü açan karara yapılan itirazı reddetti.[73] Urla Zeytineli’ndeki villaların bulunduğu bölgenin SİT derecesi düşürülerek, yeni planı yapılmıştı. İzmir 2. İdare Mahkemesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan yeni plan için yürütmeyi durdurma kararı vermişti. İdare Mahkemesi’nin villaların yıkımının önünü açan kararına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı itiraz etti![74] iii) AKP Hükümeti, ancak olağanüstü durumlarda başvurulması gereken “acele kamulaştırmaları” “olağan” hâle getirdi. Her gün yeni bir “acele kamulaştırma” kararı çıkarılıyor. Havaalanı için de, baraj için de, elektrik iletim hattı için de “acele kamulaştırma” kararı alınıyor![75] iv) AKP inşa edilmesi planlanan 26 termik santralle, bölgedeki yaşamın mahvolması pahasına Adanaİskenderun hattını küresel enerji merkezi hâline getirmeye çalışıyor![76] v) Çevre Bakanlığı’na sınırsız yetki tanıyan, kentsel dönüşüm ve havalimanları çevreleri dahil yeni imar planları yapma-uygulama hakkı veren düzenlemeler, AYM’ye taşındı![77] vii) Cemaat - AKP çatışması tüm hızıyla süre dursun altın madenleri ile ilgili konuda değişen hiçbir şey yok. Kayyum atanarak Koza Holding’in elinden alınan Kozak Çukuralan Altın Madeni’ne 3. kez kapasite arttırımına gidildi![78] viii) “İBB’nin (AKP) kimlere hizmet verdiği ortada. On binlerce İstanbulluyu gözden çıkararak, bir avuç tekne sahibine hizmet vererek, 150 milyon lira gelir uğruna akıl almaz projesiyle Boğaziçi’nin iki kıyısında Kuruçeşme, Bebek, İstinye, Tarabya, Çengelköy, Anadoluhisarı, Paşabahçe, Beykoz koylarına on bir marina inşa etmek. Kıyı boyunca beş bin tekne. Bunlar için karada otopark. İstinye ve Tarabya, işletme belgesi olmadan, açılmış bulunuyor”![79] ix) Nükleer kararından geri dönüş olmadığı vurgusuyla, “Bunu sağlıklı şekilde yapmamız lazım,”[80] notunu düşüp, “Nükleerden korkmaya gerek yok,” diyen dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a göre, “3. nesil en gelişmiş nükleer santral teknolojisini kullanacak olan Türkiye’de tarımsal üretim veya turizmin olumsuz etkilenmesi söz konusu değil”dir![81] Ayrıca nükleer enerji konusundaki uyarılara ilişkin olarak dönemin Başbakanı Erdoğan da, “Risk var, patlayabilir diye tüpgaz kullanmayacak mıyız? Riski var diye arabaya binmeyecek miyiz? İstanbul köprüsünden geçmeyecek miyiz?” demişti![82] Tamamlıyorum: Coğrafyamızın dağlarını, ovalarını, koylarını, büklerini yağmalamaktan bıkmadılar... Cemaate kıyak; Bergama Ovacık’ta siyanürle altın. Eşme Kışladağ, Kaz Dağları, Bergama Kozak Yaylası, Kaçkarlar, Toroslar... İzmir Efemçukuru, Biga Yarımadası... Benim yurdumun her yerini işgal ettiler, yağmaladılar rant için. Çivi bile çakamayacağın sit alanlarına villalar, oteller yaptılar, denizi doldurdular, Akdeniz foklarını yaşam alanından kopardılar... Dağlarımızda 250 çeşit bitki türünü yok ettiler, kuş cennetlerini kuruttular. Devlet, kurum ve kuruluşlarını aracı yaptı. Kumsalları kiraya verdi üç kuruşa... Üç kuruş verenler köşeyi döndü, havuzu doldurdu... Sözüm ona kıyılar, koylar, bükler halka açıktı... Gidin bakın Güney Ege’ye, kıyılarımızın ne hâle geldiğini gözlerinizle göreceksiniz. Aslında yağmalayan siyasal iktidar ama aracı kuruluş bakanlığın da aracısı bir kuruluş var ortada. Vurgun, soygun çarkı böyle işliyor...[83] Erzincan İliç Çöpler Çalık Maden İşletmeleri A.Ş. (Çalık Maden) Kanada şirketi Anatolia Minerals Development ortaklığıyla çalışma yapıyor... 90’lı yıllardan bugüne dek bölgede pek çok şirkete ruhsat verildi altın aramaları için... Karadeniz’den Ege’ye; Trakya’dan Akdeniz’e dek on binlerce ruhsat... Dağlar delik deşik edildi, on binlerce ağaç katledildi. Manisa Turgutlu Çaldağ’da 2009 yılında Sardes Nikel Madencilik A.Ş’ye ruhsat verildi. El değiştirmeler oldu. Fethullahçılar bazı ruhsatlarını başka şirketlere devrettiler... 14 Çaldağ’da 60 bin çam ağacı katledildi haberiniz var mı? Yolunuz düşerse Gömeç üzerinde Bergama’ya gidin Akın İpek’in Koza İpek Maden Şirketi’nin o fıstık çamlarını nasıl katlettiğini göreceksiniz...[84] IV.1) DEVLETİN ÇEVRE MARİFET(LER)İ Bu kadar da değil; söz konusu meselede, devletin çevre marifetine ilişkin birkaç örneği daha sıralarsak: i) Şırnak’ın Silopi ilçesi Çalışkan beldesinde üç köyün orta yerinde, askeri birlikten atılan üç ayrı patlayıcı nedeniyle büyük bir yangın çıktı. Söndürme çalışmalarına katılanlar yanan hayvanların çığlıklarının kulaklarından gitmediğini anlatıyor![85] ii) Ormanın üstüne tesisler, altına “patlayıcı madde deposu” yapılabilecek. Yeni orman kanunu düzenlemesindeki yönetmelik değişikliğiyle, ormanlık alanlarda ruhsata dayalı petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerine de izin yolu açılacak; patlayıcı madde depolanabilecek; izni alan define de arayabilecek![86] iii) Resmi Gazete’de 14 Haziran 2014’de yayınlanan ‘Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği’, şehirlerin planlamasını ve inşaat sektörünü derinden etkileyecek maddeler getirdi. Yeşil alanların yapılaşmaya açılması ve siluetin korunmasında son sözü belediyeler değil artık bakanlık söyleyecek![87] iv) 18 Mart 2014’te milli parklarla ilgili yönetmeliğe ekleme yapıldı. Muğlak bir cümleyle Türkiye’nin en yüksek koruma statüsüne sahip milli parklarda her türlü yatırımın önü açıldı. Ardından 4 Nisan 2014’te Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği değiştirildi. Sulak alanların koruma statüleri değiştirilerek gelecekleri tehlikeye atıldı. Resmi Gazete’de 18 Nisan 2014’de Orman Kanunu ile ilgili yeni bir yönetmelik değişikliği yapıldı. Satır aralarındaki değişikliklerle Türkiye’nin en önemli muhafaza ormanları dahi büyük bir tehlikeye girdi. Ormanlara hafriyat dökülmesi gibi eskiden konulan yasaklar kaldırıldı. İzinler genişletildi![88] v) Çevre Bakanlığı, doğal SİT alanlarında bulunan yapılardaki onarım ve tadilat için izin şartının kaldırdı. Hükümet, doğal SİT alanlarına zarar verebilecek, yapılaşmanın önünü açabilecek bir karara daha imza attı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yayınladığı yeni ilke kararı ile SİT alanlarındaki yapılarda gerçekleştirilecek onarım ve tadilatlarda Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’ndan izin alma şartını kaldırdı. Bir başka ilke kararı ile de mağaralar ile koruma alanı içerisinde yapılaşmaya izin verildi![89] vi) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın değiştirdiği yeni yönetmeliğe göre artık, ÇED raporundaki taahhüdü yerine getiremeyen bir fabrikaya 3 ay değil 1 yıl süre tanındı![90] vii) 1. derece doğal ve tarihi SİT, III. derece arkeolojik SİT alanı olan Yassıada’da otel ve kongre merkezi inşaatı tüm hızıyla sürerken; çevre talan edildi. Talanın boyutlarının uçaktan çekilen bir fotoğrafla ortaya çıkmasının ardından Yassıada’nın devredildiği Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği topu Kültür ve Turizm Bakanlığı’na attı. Bakanlık ise soruları yanıtsız bıraktı. Adalar Belediye Başkanı Atilla Aytaç tarihi eserlere zarar verildiğini belirterek, “Şikâyet ettik. Mevzuata uygun dediler. Mevzuata uygun ama hukuka uygun değil” dedi. İnşaat tüm hızıyla sürdü ve 6 ay sonra talanın boyutları bir fotoğrafla ortaya çıktı. Uçaktan çekilen fotoğrafta adadaki ağaçların kesildiği, dolgu yapılarak ek inşaat alanları oluşturulduğu ve bazı tepelerin tıraşlandığı gözlendi![91] viii) 4 milyarlık proje için kesilen ağaçların yerine Ankara’da AVM yapılacak. Arazi önce Büyükşehir Belediyesi tarafından 500 milyon TL’ye satışa çıkarılarak TOKİ’ye geçti. TOKİ’den 600 milyon liraya Emlak Konut’a satılan arazi yapılan ihâlenin ardından 1.4 milyar TL garanti karşılığında Pasifik İnşaat’a verilmesi sürecindeki rant paylaşımı dikkat çekti![92] ix) TEMA’nın hazırladığı rapora göre, madenler, HES’ler, nükleer santrallar gibi projeler doğasını tehdit ederken;[93] Gümüşhane, Trabzon, Rize, Artvin, Ordu, Bayburt ve Giresun’da 2 bin HES planlanıyor. Karadeniz ölüyor![94] x) İstanbul’un can damarı olan Kuzey Ormanları üzerinde inşa edilen 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu’nun yarattığı doğa katliamı hızla sürüyor. Garipçe-Poyrazköy arasındaki köprünün ayakları her geçen gün etrafındaki orman dokusunu yok ederek yükseliyor. Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirmesi raporuna göre 60.5 metre genişliğindeki inşaat koridoru içinde yer alan yaklaşık 345 hektar meşe yoğunluklu orman alanı, yaklaşık 284 hektar kozalaklı/iğne yapraklı ağaç alanı kayboldu![95] xi) Datça Yarımadası’nın sakinleri bakir koylar için endişeli.[96] SİT alanlarını yapılaşmaya açma planı Datçalıları kaygılandırdı.[97] Sahillerin büyük oteller tarafından kapatılacağını belirten Palamutbükü sakinleri “Artık bu güzel deniz halka hayal olur,” diyor![98] xii) Antalya’nın Kemer ilçesinde bulunan dünyaca ünlü 2 bin 700 yıllık geçmişe sahip olan Phaselis antik kenti sınırında, Rixos Otellerinin Sahibi İş Adamı Fettah Tamince tarafından 5 yıldızlı otel yapılmak isteniyor![99] 15 xiii) 1985 yılında Ankara’nın Kalecik ilçesine bağlı Çandır Köyü’ne eğitim vermek için gelen öğretmenler, köyde hiç yeşil alan olmadığını fark edince öğrencilerle birlikte ağaçlandırma projesi geliştirdi. Çandır gençleri 833 bin 544 metrekarelik ‘Bağlar Sivrisi’ Tepesi’nin ağaçlandırılması için köy halkını ikna etti. Köy heyeti, köy merası olarak kullanılan Hazine arazisinin ağaçlandırılması için Ankara Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü’ne başvuruda bulundu. Başvuruyu değerlendiren Milli Emlak Müdürlüğü ise proje kapsamında ‘tepenin ağaçlandırılması’ şartıyla araziyi 1986’da dönemin Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na devretti. Proje kapsamında 1986’dan bu yana Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile Çandır sakinleri tarafından her sene kademeli olarak bölgede ağaçlandırılma yapıldı. Eskiden çorak arazi olan köy merası ormanlık alana döndü. Ancak 2012 yılında Özgün Yapı Sanayi Şirketi bölgede kalker ocağı kurmak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurdu. Firmanın ruhsat alması üzerine Çandır sakinleri de bakanlığa taş ocağı için ÇED raporu alınıp alınmadığını sordu. Bakanlık yetkilileri köylülere, “ÇED raporu gerekli değildir” bilgisini verdi![100] xiv) Danıştay, Kolin şirketinin Soma’nın Yırca Mahallesi’nde kurmak istediği termik santral için Bakanlar Kurulu’nun aldığı acele kamulaştırma kararının yürütmesini durdurdu. Ancak şirket, Yırca köylülerinin aylardır korumak için mücadele verdikleri binlerce zeytini, Danıştay kararı ortaya çıkmadan önce, 7 Kasım 2014 sabahına karşı dozerlerle kökledi. Termik santrala ve zeytin katliamına karşı çıktıkları için darp edilen, hatta şirketin özel güvenlik görevlilerince kelepçelenen köylüler ise, yaşananları gözyaşlarıyla izlediler![101] xv) Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) avukatı Arif Ali Cangı, İzmir’in içme suyunu karşılayan Tahtalı Barajı Havzası’ndaki Efemçukuru Altın Madeni’nin kapasite artırımı için hazırlanan ÇED raporunun kendilerinden kaçırıldığını söyledi. Efemçukuru’nun, İzmir’in içme suyunun yaklaşık yüzde 40’ını karşılayan Tahtalı Barajı koruma alanı sınırında, yaklaşık 200 bin kişinin içme suyunu karşılamak için planlanan Çamlı Barajı’na su sağlayacak derelerin mutlak koruma alanı içinde yer aldığını anlatan Cangı, kent için yaşamsal önemdeki bu yerde 10 yıldan bu yana altın madenciliği yapıldığına dikkat çekti. Ağır metal madenciliğinin bölgenin ekolojik dokusuna zarar verdiğini vurguladı. Yarattığı riskler yetmiyormuş gibi şimdi de kapasitesinin artırılmak istendiğini belirten Cangı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ÇED raporu hazırlık sürecini kendilerinden gizlediğini savunarak “Dava açarken bu raporu görmedik. Bir CD hazırlamak bu kadar zor mu? Buradan bakanlık yetkilerini kınadığımı belirtmek isterim,” dedi![102] xvi) Artvin’de tepki çeken HES projesinde ÇED raporu tartışması yaşanıyor. Rize İdare Mahkemesi, 18 Eylül 2014’te ‘Kavak I. II. Regülâtör ve HES Projesi’nin ÇED Olumlu kararını, hukuka ve mevzuata aykırı bulup iptal etti. Ancak HES’i yapan şirket bu karara ilişkin hukuki sürecin tamamlanmasını beklemeden projede bazı değişiklikler yaparak ikinci bir “ÇED Olumlu” raporu aldı. Valiliğin de verdiği 24 saat çalışma izniyle projenin yüzde 30’luk kısmı tamamlandı![103] xvii) Cerattepe’de maden şirketine verilen ilk ÇED raporunu iptal eden iki hâkimin tenzili rütbeyle başka şehirlere gönderildiği ortaya çıktı. Artvin’in Cerattepe mevkisinde maden kurmak isteyen ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Mehmet Cengiz’e ait Cengiz Holding’e verilen ilk ÇED raporunu iptal eden 3 hâkim başka kentlere gönderilmiş. Rize İdare Mahkemesi, 2014’te Cengiz Holding’e ait Eti Bakır şirketine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca verilen ÇED olumlu raporunu iptal etmişti. Kararda, projenin yerinin hatalı olduğu vurgulanmıştı. Ancak bakanlık, 2015’in Haziran ayında şirkete ikinci kez ÇED onayı verdi. 2014’teki iptal kararının ardından Rize İdare Mahkemesi heyetinin büyük oranda değiştirildiği ortaya çıktı. HSYK’nin 2015 ana kararnamesi kapsamında yapılan değişiklikle, Mahkeme başkanı Altar Gökçimen Samsun İdare Mahkemesi üyeliğine atandı. Rize İdare Mahkemesi üyesi Ersin Öğütalan da, Konya Vergi Mahkemesi’ne üye olarak gönderildi![104] xviii) Sahte ÇED belgesiyle Dubaili şirket dolandıran mühendisin bakanlıktan yetki alarak yine çalıştığı ortaya çıktı![105] xix) Edirne Valisi Hasan Duruer’in talimatıyla, Mimar Sinan’ın ustalık eseri UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Selimiye Camisi’nin çevresindeki görüntüyü bozduğu ileri sürülen ve kuruyan ağaçlar kesildi. Görenlerin, izinsiz olduğu gerekçesiyle polise ihbar ederek durdurduğu ağaç kesimi, Edirne Valisi Hasan Duruer’in talimatıyla yapıldığının anlaşılması üzerine kaldığı yerden devam etti![106] xx) İzmir’in Bornova ilçesi İzyuva Mahallesi’ndeki yüksek gerilim hattı kanser saçıyor. Hatlardaki manyetik akım yoğunluğunu ölçen uzmanlar okulun giriş kapısında ve farklı alanlarda yüksek değerler tespit etti![107] xxi) Siyanür zehirlenmelerini örten Uşak Valiliği, Sivas’ta mahkemenin durduramadığı siyanürcü Koç Holding’e maden arama izin verdi. İl İdaresi “Alanda endemik tür var”, Bakanlık ise “Yok” diyor![108] 16 xxii) Bergama, Gümüşhane Mastra, Eskişehir Kaymaz’da, Kayseri Himmetdede gibi birçok yerde altın madenleri bulunan Koza Altın Şirketi Kaz Dağlarında altın işletmeciliği için çalışmalarını yoğunlaştırdı. Şirketin altın işletmeciliği yapacağı biri tamamen diğeri kısmen ormanlık olan alanda 1 tescilli arkeolojik SİT, 1 baraj ve 38 tümülüs var![109] xxiii) Tarihi 8 bin yıl önceye uzanan Aydın’ın Beşparmak Dağları’ndaki Latmos antik bölgesi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Buradaki 6 taş ocağından çıkarılan Feldspat minerali, tarihi eserleri tehdit ediyor. 170 kaya resmi, 13 manastır, 22 çeşit endemik bitki ve iki yabani kedi türünü içeren bölgenin milli park olması için yapılan başvurular bir türlü kabul edilmiyor![110] xxiv) Nikomedia döneminin akropolisi (yukarıda bulunan kenti) Bağçeşme’de yer alan Geç Roma ve Bizans dönemine ait nekropol (mezarlık) bölgesi yıllardır inşaat firmaları tarafından talan ediliyor. Müze Müdürlüğü, Anıtlar Kurulu ve belediyelerin denetimlerdeki eksiklerini fırsat bilen inşaat firmaları, yapılaşmaya açılan bölgelerde gece kazılarıyla tarihi mezarları çıkarıyor, temelini kazdıkları binalar için, SİT alanı olması gereken arsaları tonlarca betona boğuyor![111] xxv) Kadıköy’ün en önemli devlet hastanelerinden Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi bahçesindeki yeni hastane inşaatının yapım ihalesini alan, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarına da adı karışan Taş Yapı hastane inşaatı için yüzlerce ağaç kesti. Orman ve Su İşleri Bakanlığı alanda 459 tane ağacın kesilmesine 2014 yılında izin verdi. Kadıköy Belediyesi itiraz etti ve kesilen ağaçların yaydığı oksijen miktarı kadar ağaç dikme cezası verdi. Orman Bakanlığı’nın iznini gerekçe gösteren Taş Yapı, Kadıköy Belediyesi’nin itirazına rağmen 459 ağacı kesti. Belediyenin verdiği ağaç dikme cezası ise uygulanmadı![112] xxvi) Soma’da, Kolin şirketi tarafından köylerine yapılmak istenen termik santrala ve zeytin ağacı kesimine karşı direnen Yırca köylüleri, şirketin güvenlik görevlileri tarafından darp edilerek kelepçelendi. Jandarmanın geç müdahalesi nedeniyle olaylar büyürken, köylülere destek veren Greenpeace üyeleri de özel güvenlikçilerin şiddetine uğrayanlar arasında yerini aldı![113] xxvii) Validebağ’da bir süredir tek bir çadırla “sembolik” olarak eylemlerini sürdüren mahalle sakinleri, 5 metre genişliğinde büyük bir çadır daha kurmak istedi. Polis, çadır kurmak isteyen yurttaşlara plastik mermiyle müdahale etti![114] V) NİHAYET Sürdürülemez kapitalizmin hepimize dikte ettiği ekolojik kâbusla yüz yüzeyiz. Kabul etseniz de, etmeseniz de böyle bu! Gerçeklik, ona inanmayı bıraktığında, görmezden geldiğinizde de karşınızda olan şeydir ki, ekolojik kâbusta böyle bir şeydir. İnsan(lık)ın “Çevreciler ile kapitalist yatırımcılar nasıl uzlaşır?”[115] zırvalarıyla manipüle edilmek istendiği çığırından çıkmış zaman diliminde “Kirlettiğimiz hava ve su, kalbimizi ve ruhumuzu da kirletti”![116] Bu kapitalizmin insan(lık)a dayattığı yabancılaşmadır. Söz konusu yabancılaşma Kara Ayak Kabilesi’nin, “Karanlık gecelerin sabahında doğan güneşle uyandık, durgun göllerde yıkandık, esen yelde yüzümüzü güneşe çevirdik; kurumuş dalları yaktık, ağaçları kesmedik. Beyaz adamdan farkımız buydu,” diyen yerli özdeyişini… Duwarmish Kabilesi şefi Seattle’ın, “Çocuklarınıza bizim öğrettiğimiz şeyleri öğretin. Toprak bizim anamızdır. Ve toprağa tükürülmez. Toprak insana değil, insan toprağa aittir. İnsan hayat dokusunun içindeki bir liftir sadece... Beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzünü ve toprakların sıcaklığını mı? Koşan antilopların çabukluğunu mu? Biz size bunları nasıl satabiliriz? Ve siz nasıl satın alabilirsiniz?” sorusunu… Siyu Kabilesi’nden Oturan Boğa’nın, “Sahip olma isteği beyazlarda bir hastalık olmuş. Bu insanlar, zenginlerin bozabileceği ama fakirlerin bozamayacağı birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için fakirlerle güçsüzlerden vergiler alıyorlar. Bizim annemizin, toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor, komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar; toprağı binalarıyla ve diğer süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Bu ulus, baharda yatağından taşarak, yoluna çıkan herşeyi yok eden bir ırmağa benziyor,” sözlerini… Yine Amerika yerlilerinin, “Ger ku ajalan tevde winda bibin û biçin wê benîademan di nav tenêtîya ruhekî mezin de bimirin. Çi ku bi ajalan bûye wê heman tişt bê serê mirovan jî/ Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanlığa büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olacaktır,” uyarısını anlayamaz. Çünkü ekoloji sorununa kapitalizm ve dayattıkları çerçevesinde çözüm bulunamaz. 17 Yani Ömer Madra’nın ifadesiyle, “Kapitalizmle bu iş olmaz. Kapitalizmle bunun önüne geçilemez. Mutlaka bir devrim gerekiyor. İklimi değil, sistemi değiştirmek gerekiyor. Mevcut sistem küresel ısınmanın önüne geçmeye izin vermiyor. Yerel hareketler çok güçlenmeye başladı. Türkiye’nin çeşitli kesimleri bir araya gelmeye başladı. Ama böyle olması lazım. Çünkü durum fevkalade ciddi. Daha önemli hiçbir şey yok. Yükselen bir mücadele var. Özellikle de kadınların başını çektiği bir mücadele... Yaşadıkları yeri, doğalarını koruyorlar. Doğu Karadeniz’de gördük. Ve her yerde. Bütün dünyada bu mücadele yükseliyor. Zaten tek umut bu. Başka bir umut da yok. Aslında en büyük sınıfsal mücadele bu. Çünkü okkanın altına gidenler daima yoksul kesimler. Çevre mücadelesi aslında dünya çapında bir sınıf mücadelesi”dir.[117] Hem de en olumlu örnek olarak sunulan Ekvador Anayasası’nı da aşacak türde![118] 27 Nisan 2016 19:06:10, Ankara. NOTLAR [1] ‘Yaylaların Kardeşliği Platformu’nun 8 Mayıs 2016 tarihinde Ankara’da düzenlediği ‘Yaşam Alanıma Dokunma’ başlığıklı sempozyuma sunulan tebliğ… Kaldıraç, No:178, Mayıs 2016… [2] Murray Bookchin. [3] “Yerkürenin sallana yuvarlana, bilinmedik bir yerlere gitmekte olduğu apaçık ortadaydı.” (Gülten Dayıoğlu, Mo’nun Gizemi 2 Otran, Altın Kitaplar, 3. Basım, 2008, s.24.) [4] “Bill Gates” “Çare Sosyalizm”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2015… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/401151/Bill_Gates__Care_sosyalizm.html [5] Özlem Yüzak, “Türkiye’nin İklim Politikası...”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2016, s.9. [6] Gülten Dayıoğlu, Mo’nun Gizemi 2 Otran, Altın Kitaplar, 3. Basım, 2008, s.326. [7] Ernest Callenbach, Ekoloji Cep Rehberi, Çev: Egemen Özkan, Sürdürülebilir Yaşam Kitapları, 2. Baskı, 2011, s.125. [8] Rosa Luxemburg’un kapitalizm üzerine düşüncesinde üç öğe merkezidir: Birincisi, kapitalizmi başlangıcından itibaren bir dünya sistemi olarak görmektedir ve bu nedenle kapitalizmin tek tek ülkelerdeki, hele Avrupa’daki gelişimini bilinçli ve sistematik bir biçimde dünya piyasası bağlamına koymaktadır. İkincisi, kapitalist gelişmeyi, sermaye birikiminin temel sürecinden başlayarak, hem politik hem de ekonomik bir hadise yani politik mücadeleyi, ihtilâfları, şiddeti içeren bir süreç olarak görmektedir. Rosa Luxemburg kapitalizmin ekonomisini, olduğunca politik olarak ele alır. Genel olarak kapitalizmin veya sermaye birikiminin sayısız yasası, örneğin ücret yasası sadece politik yol üzerinden, politik müdahale sonucu gerçekleşir. Üçüncüsü, kapitalist gelişmenin tarihsel sınırlarını vurgular “eğer kapitalizm her yerde hüküm kurar, dünyadaki bütün insanlar için tek üretim biçim hâline gelirse, daha fazla yayılamaz ve gelişemez. O zaman olanaksızlığı çok açık bir şekilde görülür.” Rosa Luxemburg’un aslî düşüncesi “Kapitalizm sadece sürekli hareket, genişleme ve yayılma içerisinde olanaklıdır ve dünya sistemi olmaya uğraşır. Ancak dünya sistemi olarak olanaksızlaşır.” [9] “Ekolojizm yeni çağın komünizmi olarak görülür.” (Erkan Aktuğ, “Yeşim Akdeniz: Devrime İnanılan Bilim Çağından Felaketler Çağına Geçtik”, Radikal, 30 Mayıs 2015… http://www.radikal.com.tr/kultur/devrime_inanilan_bilim_cagindan_felaketler_cagina_gectik-1368064) [10] http://m.radikal.com.tr/blog/ben-kapitalizm-47263 [11] Fikret Başkaya, “Daha Geç Olmadan Kapitalizmden Kurtulmak!”… http://adilozyigit.blogcu.com/daha-gec-olmadankapitalizmden-kurtulmak-fikret-baskaya/2056806 [12] http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=167382 [13] Karl Marx, Kapital, Cilt:1, “Onuncu Bölüm, İşgünü”, Yordam Kitap, 2011. [14] Karl Marx, Grundrisse, çev: Sevan Nişanyan, Birikim Yay., 2008. [15] Semih Gümüş, “Gıdasız Demokrasi Olmaz”, Radikal Kitap, 6 Kasım 2015… http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/gidasiz-demokrasi-olmaz-428562 [16] Abdullah Aysu, “Ampulün Yarattığı Karanlık”, Gündem, 16 Ekim 2015, s.4. [17] ‘Nature’ (Mart 2015) ve ‘Science’ (Ocak 2016) dergilerinde yayımlanan iki araştırma, ilk kez 1960’larda Sovyet bilim insanları, sonra 1980’lerde ekoloji uzmanı Eugene Stoermer tarafından geliştirilen (Wiki), gezegenin, insanların (“antropo”) etkinliklerinden kaynaklanan yeni (“cene”) bir jeolojik döneme (Antropocene) girdiğine ilişkin savları kesin olarak kanıtlıyor. Gezegenin jeolojik durumunda belirgin değişiklikler, ayrı birer jeolojik dönem olarak tanımlanıyor. Antropocene kavramına gelene kadar, jeolojik dönemler adlarını gezegenin kendi jeolojik dinamiklerinden alıyordu. Yaklaşık 4.5 milyar yıl yaşındaki bu gezegende, 200 bin yıl önce ortaya çıkan, ancak 5 bin 500 yıl önce okuyup-yazmaya (kayıt tutmaya) başlayabilen bir canlı türünün etkinlikleri, gezegenin durumunda bir noktadan sonra belirgin bir değişiklik yarattı. Bu yüzden de bu yeni döneme “Antropocene” deniyor. Söz konusu iki çalışma çok kapsamlı araştırmalara dayanıyor; önceki çalışmaların bulgularını destekliyor, güçlendiriyor. İnsanların etkinliklerinin, gezegen üzerinde yeni bir jeolojik dönemin başladığını gösteren sonuçları kabaca yedi başlık altında toplanıyor. (1) Radyoaktif kalıntılar (tortular); (2) Fosil yakıtlar, karbon dioksit düzeyi; (3) Çimento, alüminyum, plastikler gibi yeni materyaller; (4) Ormanların yok edilmesi, sondaj ve madencilik faaliyetleri, doldurma yoluyla toprak kazanma, barajlar; (5) Azot dengesini bozan suni gübreler; (6) Küresel ısınma; (7) Canlı türlerinin kitlesel yok oluşunda hızlanma. Gezegenin üzerinde 200 bin yıldır insanlar var. Ancak “Bu insanlar gezegenin durumunda ne zaman belirgin etkiler yapmaya başladı?” sorusuna gelince, ilk 199 bin 500 yılı hızla geçmek gerekiyor. Nature dergisindeki araştırma, Antropocene’in başlangıcını sömürgeciliğin başladığı 1610 yılına, ikinci araştırma ilk nükleer patlamaya göndermeyle “büyük hızlanma” olarak da adlandırılan dönemin başladığı 1950’lere koyuyor. 18 İlk tarih, kapitalist üretim tarzının doğuşunda büyük yol oynayan ilkel birikim döneminin hızlandığı aşamayla ilgili. İkinci tarih de ilk kez gerçekten küresel bir hegemonya (iki kamplı da olsa) düzeninin şekillendiği, kapitalizmin kitlesel üretim ve kitlesel tüketim yapmaya başladığı, Fordizm, “tüketim toplumu” gibi kavramların popüler kültüre girdiği dönemle ilgili. Peki, neden aniden, insan etkinliği yerine kapitalizm kavramını kullanmaya başladım? Şundan: Bir süredir, toplumsal olayları değerlendirirken “insan hakları”, “insana değer vermek” gibi ilk anda akla uygun gelen kavramlarla düşünmeyi seviyoruz. Ancak, “insanı” yalnızca (tüm diğer özelliklerinden soyutlayarak) insan olarak tanımladığımızda, onu biyolojik varlığına indirgeyip herhangi bir “hayvan” olarak tanımladığımızı sanırım fark etmiyoruz. Gerçekteyse (burada/şimdi) insan toplum içinde, o toplumun (ona uyumlu, ondan yana, ona karşı; kendi konumu üzerinde düşünebilen) insanı olarak var olur. Toplumun insanı, genelde sınıfsal konumu, ulusal, etnik, cinsel kimliği ile; özelde Platon’a atıfla, “techne” - özgün faaliyeti, işlevi ile tanımlanır: Salt insan olarak değil! “Salt insan” yoktur. Bu açıdan baktığımızda, nüfus artışı, fosil yakıt kullanımı, atmosferde CO2 oranı göstergelerinin “kapitalizm öncesi insanın” 199 bin 500 yılı boyunca neredeyse değişmeden geldikten sonra 18. yüzyılın insanının etkinliği sonucunda hızla arttığını görebiliyoruz. Antropocene’e yol açan etkenlerden, nükleer atıklar, suni gübre dışındakileri, bu dönemden başlatabiliriz. Bu dönem ise kapitalist üretim tarzının, onun insanının etkinliklerinin belirginleşmesiyle çakışıyor. Antropocene kapitalist insanın ürünüdür! (Ergin Yıldızoğlu, “Kapitalizm ve ‘Antropocene’…”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2016, s.9.) [18] Özgür Gürbüz, “İklimin Tek Derdi Kapitalizm Değil”, Birgün, 18 Aralık 2015, s.16. [19] Serkan Ocak, “Gezegenin Yıllık Kotası Bugün Doldu”, Radikal, 13 Ağustos 2015… http://www.radikal.com.tr/cevre/gezenin_yillik_kotasi_bugun_doldu-1414316 [20] “Dünya Giderek Bitiyor”, Taraf, 1 Haziran 2014, s.20. [21] “Dünya Artık Yetmiyor”, Gündem, 15 Ağustos 2015, s.16. [22] Serhat Can, “Kapitalizm Doğayı Tüketiyor”, Gündem, 25 Ağustos 2015, s.14. [23] Serkan Ocak, “Akdeniz Balıkları Tehlike Altında...”, Radikal, 1 Ocak 2012, s.4. [24] Mersin Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Atış Naycı, iç ve dış ortam hava kirliliğinin dünya çapında doğrudan 7 milyon ölüme yol açtığını belirterek, “Türkiye’de doğrudan hava kirliliğine bağlı ölüm sayısı 29 bin civarında. Bilimsel çalışmalara göre hava kirliliğindeki her artış, ölüm ve hastalığa yakalanma oranını artırıyor,” dedi. (“Gizlenen Hava Kirliliğine Bağlı 29 Bin Ölüm!”, Gündem, 13 Şubat 2016, s.16.) [25] “Boğazımıza Kadar Kimyasallara Batmış Durumdayız”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, No:1448, 19 Aralık 2014, s.1011-19. [26] “Atıklar Dünyayı Saracak Kadar Çoğaldı”, Birgün, 27 Ocak 2016, s.2. [27] Çin’in kuzeydoğusundaki şehirlerde yaşayanlar kirlilikten nefes alamıyor. Uluslararası Güvenlik Standardı’na göre kirlilik oranı 40 kat artmış durumda. Harbin, Yiçun, Daçing, Suihua, Ciamusi ve Çitayhı şehirlerinde yoğun olarak görülen sis nedeniyle görüş mesafesi 50 metrenin altına düştü. Birçok uçuş iptal edilirken, otoyollarda ulaşım kesintiye uğradı. Ülkenin kuzeydoğu eyaletleri Cilin ve Liaoning’de meteoroloji yetkilileri, yoğun duman ve sis nedeniyle kırmızı alarm verirken, birçok okulda da eğitime ara verildi. (“Çin’in Kuzeydoğusunda Kirli Hava Nefes Aldırtmıyor”, Zaman, 22 Ekim 2013, s.28.) [28] “Hava Kirliliği Öldürüyor”, Gündem, 16 Mart 2016, s.16. [29] “Dünyada 20 Milyon Kişi Felaket Mültecisi”, Milliyet, 22 Temmuz 2015, s.20. [30] Barbaros Çetin, “Plastikleşen Gezegen ve Petrol Yiyen İnsan”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2015, s.11. [31] Olgu Kundakçı, “İklim Değişikliğinin Bugünü Gelecek Felaketin Habercisi”, Birgün, 26 Şubat 2013, s.12. [32] Naomi Klein, İşte Bu Her Şeyi Değiştirir, çev: Osman Akınhay Agora Kitaplığı, 2015. [33] Onur Erem, “İklim Değil Sistem!”, Birgün, 11 Haziran 2015, s.14. [34] Gökhan Ayalp, “Liderler Dünya’yı Kurtarabilecek mi?”, Milliyet, 30 Kasım 2015, s.23. [35] Ban Ki-moon, “İklim Değişikliği Herkes İçin Tehdit”, Milliyet, 25 Kasım 2015, s.12. [36] Abdullah Aysu, “Küresel Isınma Felaket Tellallığı mıdır?”, Gündem, 12 Temmuz 2013, s.4. [37] M. Levent Kurnaz, “Umutsuz İklim Raporu”, Radikal İki, 13 Ekim 2013, s.15. [38] Ergin Yıldızoğlu, “Uygarlığın Sonunda...”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 2015, s.10. [39] “İklim Değişikliği 250 Bin Can Alacak!”, Gündem, 30 Kasım 2015, s.3. [40] “Asit Okyanusu”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2013, s.7. [41] “Geri Dönüş Yok: Deniz Seviyesi 3 Metre Yükselecek”, Evrensel, 6 Kasım 2015, s.16. [42] “Sular İki Kat Fazla Yükseliyor”, Milliyet, 1 Nisan 2016, s.6. [43] “6 Grafikte Küresel Isınmanın Rekor Yılı”, Radikal, 31 Temmuz 2015… http://www.radikal.com.tr/cevre/6_grafikte_kuresel_isinmanin_rekor_yili-1406069 [44] “Hint Okyanusu’nda Korkutan Yükseliş: Milyonlarca Kişi Tehdit Altında”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2010, s.20. [45] “Buzulsuz Bir Buz Denizi”, Radikal, 31 Ekim 2009, s.22. [46] “Lüksemburg Büyüklüğünde İki Buzdağı Koptu”, Cumhuriyet, 27 Şubat 2010, s.10. [47] “Kuzey Buz Denizi Kritik Eşikte”, Milliyet, 14 Ağustos 2012, s.6. [48] “Isınmanın Şeytani İkizi”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2012, s.18. [49] “52 Ada Suya Gömülebilir”, Taraf, 8 Haziran 2014, s.14. [50] Abdullah Aysu, “İnkâr Silgisi”, Gündem, 12 Şubat 2016, s.4. [51] Manish Bapna-Jennifer Morgan, “Anormal Havalarla İlgili Beş Efsane”, The Washington Post, 22 Temmuz 2011. [52] José Graziano da Silva, “İklim Değişikliği ve Açlıkla Mücadele Birlikte Yürütülmeli”, Birgün, 2 Aralık 2015, s.16. [53] “Onları Bu Isınma Mahvedecek”, Radikal, 10 Mayıs 2010, s.3 [54] Pelin Cengiz, “G20, İklim Mücadelesinde Başını Yine Kuma Gömdü”, Taraf, 18 Kasım 2015… http://www.taraf.com.tr/g20-iklim-mucadelesinde-basini-yine-kuma-gomdu/ [55] Erinç Yeldan, “Paris’te İklim Değişikliği Mücadelesi”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2015, s.9. 19 [56] 2010 yılında atmosfere saldığımız karbondioksitin yüzde 85’ine enerji sektörü neden olmuş. Bu yüzde 85’in yüzde 41’i termik santrallar ve doğal gaz çevrim santrallarından kaynaklanmış. (İsmet Berkan, “İstanbul’u Neden Sel Bastı, İklim Neden Değişti?”, Hürriyet, 4 Haziran 2014, s.7.) [57] Serdar Kızık, “İnsanlığın Toplu İntiharı!”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2015, s.15. [58] “AKP’nin Doğa Karnesi: 180 Ülke Arasında 177’nci Sırada!”, Gündem, 1 Şubat 2016, s.16. [59] Mehmet Çınar, “Doğayı Korumada En Dibi Gördük!”, Milliyet, 30 Ocak 2016, s.3. [60] Yusuf Gürsucu, “AKP’nin 13 Yıllık Ekoloji Karnesi: Doğaya İhanet Sermayeye Hizmet”, Gündem, 16 Mayıs 2015, s.16. [61] Fikri Sağlar, “Cerattepe’yi Cerahat Hâline Getiren AKP’liler!”, Birgün, 23 Şubat 2016, s.8. [62] “Doğayı Yok Eden HES’lerden 8 Milyar Kazanacaklar!”, Birgün, 22 Aralık 2015, s.16. [63] Mine Söğüt, “Koca Yaşlı Şişko Dünya”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2016, s.11. [64] Ömer Şan, “Efkan Ala ‘Vurun Geçin’ dedi, Cerattepe’de Gaz Bombalarıyla Müdahale Edildi”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2016, s.2. [65] Volkan Yanardağ, “Davutoğlu: Artvin’in, Cerattepe’nin Korunması Asli Görevimizdir”, Haber Türk, 25 Şubat 2016, s.14. [66] Rize’nin Çamlıhemşin Samistal Yaylası’nda başlayan ‘Yeşil Yol’ protestoları ve özellikle de kamuoyunda ‘Havva Ana’ olarak tanınan Rabiya Bekar’ın çıkışlarının ardından, Yeşil Yol olarak tanımlanan projeye destek vermeye çalışan bir kısım yandaş medya ve AKP’li, eylem yapan insanlara ve köylülere hakaretler yağdırmaya başladı. Rize’nin Hemşin ilçesinde Yeşil Yola karşı yapılan eyleme katılan kadınları hedef alan AKP Hemşin Gençlik Kolları Başkanı Şefik İnce, kendine ait sosyal medya hesabında, “Mini etekli kızlar gelmiş eylem yapıyor, sanki Yeşil Yol eylemi değil mini etek defilesi” şeklinde paylaşımlarda bulundu. (Ömer Şan, “AKP’li Başkandan Köylülere Hakaret”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2015, s.5.) [67] Can Uğur, “… ‘Yürü Ya Kulum’ Denen 6 Şirket”, Birgün, 24 Şubat 2016, s.5. [68] Aslı Uluşahin, “Murat Germen: Kutsal İttifak...”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2014, s.16. [69] Emre Döker, “Cennet Koy da Yandaşa Verildi”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2014, s.6. [70] Emre Döker, “Urla Villları’nı Kurtarma Planı”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2015, s.5. [71] Urla Zeytineli’ndeki kaçak konutların inşaatı tamamlandı. 17 Aralık büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamındaki tape kayıtlarıyla gündeme gelen Urla Zeytineli Köyü Hacılar Koyu’ndaki villalar tamamlandı. İşadamı Latif Topbaş’a ait olan ve 2’sinin kendisine armağan edildiği savlanan villalar için Başbakan Erdoğan, “O villalar 35 yıldır orada” demişti. Ancak Başbakan’ı Google Earth görüntüleri yalanlamıştı. 2’si villa niteliğindeki 4 binada ince işlerin de tamamlandığı, 7 ay önce çekilen fotoğrafla karşılaştırılınca daha net görülüyor. Hazine arazisi ve 1. derece doğal SİT alanı üzerine yapılan villalarla ilgili İzmir İl Özel İdare Encümeni tarafından yıkım kararı verilmişti. Yıkım bugüne kadar gerçekleştirilmezken, bölgenin SİT derecesi ise tartışmalı bir kararla 1’den 3’e indirilmişti. Villaların olduğu Hacılar Koyu’nu şu anda halk giremiyor. Koya girişler, demir kapı ve çitlerin yanı sıra kamera sistemiyle engelleniyor. Jandarma ekiplerinin “özel ilgi” gösterdiği villaların çevresinde belirli dönemlerde helikopterin uçması da dikkat çekiyor. (Emre Döker, “O Villalar Hazır”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2014, s.8.) [72] Emre Döker, “Urla’da İki Hayalet Villa”, Cumhuriyet, 30 Mart 2015, s.5. [73] İzmir Urla’daki SİT alanında aralarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın villalarının bulunduğu da iddia edilen kaçak villalarla ilgili açılan davada, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı avukatlarının reddi hâkim edilmesini istediği davanın hâkimi zehir zemberek bir savunma gönderdi. Mahkeme Başkanı Osman Ermumcu, Bakanlığın adeta villa sahipleri yerine geçerek hâkimin reddedilmesini istemesinin başlı başına trajik olduğunu belirterek, kendilerinin davadan reddedilmesi talebinin bir taktik olduğunu, esas olarak SİT derecelerinin düşürülmesi davası için malzeme üretmenin amaçlandığını söyledi. Ermumcu ayrıca, “Müdahil adına gereksiz bir çabayla bazı hâkimleri davadan bertaraf etme kastıyla hareket etmesi bir kamu kurumuna-bakanlığa yakışmamaktadır,” dedi. (Özer Akdemir, “Urla Villaları Hâkimi İsyan Etti”, Evrensel, 6 Nisan 2016, s.3.) [74] “Yargı, Urla Villaları İçin Yıkım Kararında Direndi”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 2015, s.15. [75] Mustafa Çakır, “AKP’nin Acelesi Var”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2014, s.8. [76] Doğu Eroğlu, “26 Termik Santralla Yaşamı Bitirme Planı”, Birgün, 13 Haziran 2014, s.16. [77] Adnan Keskin, “Çevre’nin Tüm Yetkisi Bakan’da Olmaz”, Taraf, 25 Haziran 2014, s.2. [78] Özer Akdemir, “Siyanürcü Kayyum: Koza’nın Elinden Alınıp Kayyum Atanan Madende Kapasite Artırımına Gidildi”, Evrensel, 25 Kasım 2015, s.2. [79] Yalçın Doğan, “Boğaziçi’nde Yüzyılın Cinayeti”, Hürriyet, 12 Temmuz 2015, s.22. [80] “Nükleerden Geri Dönüş Yok”, Taraf, 19 Mart 2011, s.6. [81] Fikret Bila, “Yıldız: Nükleerden Korkmaya Gerek Yok”, Milliyet, 15 Nisan 2012, s.18. [82] Selçuk Erez, “Tüpgaz Tehlikesi”, Cumhuriyet Pazar, No:1307, 10 Nisan 2011, s.5. [83] Hikmet Çetinkaya, “Doğaya Düşman İnsana Düşman...”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2015, s.5. [84] Hikmet Çetinkaya, “Doğayı Katleden Cellatlar...”, Cumhuriyet, 3 Mart 2016, s.5. [85] Mahmut Oral, “Nuh’un Gemisi’ni Yaktılar”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2015, s.13. [86] Meltem Özgenç, “Testere 2014”, Hürriyet, 19 Nisan 2014, s.13. [87] Gülistan Alagöz, “İmar Planlamada Yeni Dönem”, Hürriyet, 15 Haziran 2014, s.11. [88] Serkan Ocak, “… ‘Sulak Alan’ ve ‘Milli Park’tan Sonra Sıra ‘Orman’da”, Radikal, 19 Nisan 2014, s.4-5. [89] Mustafa Çakır, “Mağaralar Bile Talana Açılıyor”, Cumhuriyet, 26 Mart 2016, s.6. [90] Mustafa Çakır, “Bakanlıktan Fabrikalara Çevreyi 1 Yıl Kirlet İzni!”, Cumhuriyet, 10 Şubat 2016, s.3. [91] Hazal Ocak, “Yassıada’da Herkes Topu Birbirine Atıyor”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2016, s.4. [92] Ozan Çepni, “İş Makineleri Ezdi Geçti... Ankara’da Ağaç Katliamı”, Cumhuriyet, 5 Mart 2016, s.3. [93] Hazal Ocak, “10 Kötü 5 İyi Haber”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2016, s.2. [94] Çiğdem Toker, “Bir Ülkenin Ölümü”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2014, s.10. [95] Özlem Güvemli, “3. Köprü Evsizleri”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2014, s.18. [96] Aykut Küçükkaya, “Buraya Kıyılır mı?”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2014, s.3. 20 [97] Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Datça Bozburun’da yapılaşmanın önünü açan plan revizyonu ile turizm tesis alanlarının genişletileceği, sit alanlarının tahrip edileceği endişeleri başgösterdi. Datça yaklaşık 20 yıldır plan bekliyor. Plansız yapılaşma Datça’nın her yanını kaçak yapılaşmayla doldurdu. Ancak yeni plan revizyonu beraberinde daha büyük bir tehlikeyi getiriyor. Koruma altındaki yarımada imara açılıyor. Birinci derecede arkeolojik koruma altındaki Knidos antik kentine çok yakın mesafedeki Bağlarözü’ne marina yapılacak. 3. derece arkeolojik sit alanı olan Kargı Koyu da imara açılacak. 1982 yılında 3. derece arkeolojik sit ilan edilen koya o günden beri inşaat yapmak yasaktı. Yarımadada 52 bük ve koy bulunuyor ve bunların tamamı doğal. Datça’nın 10 km kadar doğusunda, 2 km uzunluğunda ve eni 170 - 400 m arasında değişen kumula, yöre halkını yüzyıllardır ‘Gebekum’ (Göbelkum) diyorlar. Bu kumul ekolog, jeolog, orman ve toprak bilimcisi Prof. M. Doğan Kantarcı’nın araştırmalarına göre 6 milyon yıllık. Kumul bu süre içinde meydana gelmiş tüm yaşam biçimlerini fosil tortullar hâlinde barındırıyor. Akdeniz’in tektonik-jeolojik geçmişine tanıklık eden kumul, kendine özgü ekolojik sisteminde 5’i endemik olmak üzere 100’den fazla bitki türü ile 19 kuş türüne yaşam ortamı sağlıyor. Datça Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi özellikle bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Zeytin ağaçları, kızılçam toplulukları, endemik datçahurması (Phoenis theophrast), badem, yerel kekik, zakkum, defne ve keçiboynuzu tipik Akdeniz bitki örtüsü özelliklerini yansıtmaktadır. Bu bölgede denizel fauna ve floraya ait 807 tür, floraya ait toplam 1047 takson, 167 karasal omurgasız, 110 balık, 4 iki yaşamlı, 27 sürüngen, 123 kuş ve memeli türü tespit edilmiştir. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos’un şehri Knidos da bu yeni planda tehdit altında. Çok yakınına yapılacak marina antik kent için büyük sorun. Demeter Kutsal alanı, Afrodit tapınağı ve büyük Afrodit heykeli ile dünyaca bilinen antik kentin arkeolojik sınırları hâlen net olarak çizilememişken, buraya yakın bölgenin de imara açılması ciddi sorunları beraberinde getirecektir. (Ömer Erbil, “Datça Neden Korunmalı?”, Radikal, 7 Mayıs 2014, s.7.) [98] Mehmet Emin Berber, “Parası Olan Denize Girer”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2014, s.18. [99] Yusuf Yavuz, “Phaselis’e Otel Yapılacak mı?”, Evrensel, 2 Temmuz 2014, s.2. [100] İdris Emen, “Orman Diye Al, Maden Aç”, Radikal, 14 Mart 2013, s.6-7. [101] “Sabaha Karşı Katliam”, Cumhuriyet, 8 Kasım 2014, s.8. [102] “ÇED’i Kaçırmışlar”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2014, s.3. [103] “Çılgın HES’te ÇED Çıkmazı”, Milliyet, 29 Aralık 2015, s.6. [104] Yusuf Özkan-Ömer Şan, “Madene Hayır Diyen Hâkime Tenzili Rütbe”, Cumhuriyet, 27 Şubat 2016, s.2. [105] Serkan Ocak, “ÇED Kimlere Emanet?”, Radikal, 12 Ocak 2013, s.6-7. [106] “Tarihi Eserin Önüne Ağaç Dikilmezmiş!”, Cumhuriyet, 20 Mart 2013, s.3. [107] Gülsen Candemir, “Mahalleye Kanser Saçıyor”, Birgün, 25 Ocak 2015, s.3. [108] Seçil Türkan, “Koç Holding’e Koç Gibi Maden İzni!”, Birgün, 19 Haziran 2015, s.16. [109] Özer Akdemir, “Kaz Dağlarında Yüzlerce Antik Kent Yok Olacak”, Evrensel, 14 Ocak 2015, s.2. [110] Billur Özgül, “8 Bin Yıl, Ocağa Direniyor”, Taraf, 27 Nisan 2014, s.4. [111] Uğur Enç, “Roma Mezarlığına Lüks Konut”, Birgün, 29 Haziran 2015, s.3. [112] Hazal Ocak, “Taş Yapı’dan Hastane Bahçesinde Ağaç Kıyımı”, Cumhuriyet, 4 Eylül 2015, s.3. [113] Hakan Dirik, “Zeytine Balta Köylüye Dayak”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2014, s.9. [114] Sibel Bahçetepe, “Polis’ten Validebağ’a Plastik Mermili, Gaz Bombalı Gece Baskını”, Cumhuriyet, 8 Kasım 2014, s.8. [115] Özlem Yüzak, “Çevreciler ile Yatırımcılar Nasıl Uzlaşır?”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2012, s.10. [116] A. Hicri İzgören, “Zihinsel Çölleşme”, Gündem, 18 Haziran 2015, s.15. [117] Eray Özer, “Ömer Madra Açık Konuşuyor: Şakası Yok, 35 Yılımız Kaldı”, Cumhuriyet Sokak, No:23, 16 Ağustos 2015, s.6-7. [118] Ekvador Anayasası’nda “Doğa Hakları” başlıklı bölüm ülke genelinde büyük tartışmaların ardından anayasadaki yerini aldı. Buna göre anayasanın yedinci bölümü, doğa haklarına ayrıldı ve ilk maddede şu ifadeye yer verildi: “Hayatın yeniden üretildiği ve var olduğu doğa veya Pachamama (doğa ana), var olma, sürme, koruma ve yaşamsal döngüsünü, yapısını, işlevlerini ve evrim süreçlerini yeniden oluşturma hakkına sahiptir. Her birey, insan, topluluk veya ulus, kamu oluşumlarından önce doğanın haklarının tanınmasını talep edebilecektir. Bu hakların uygulaması ve yorumlaması, anayasada belirlenen ilgili ilkelere uyacaktır.” İkinci madde, “Doğa, bütünleyici yenileme hakkına sahiptir. Bu bütünleyici yenileme, gerçek ve tüzel kişilerin veya devletin insanları koruma yükümlülüğünden ve tabii sistemlere bağlı topluluklardan bağımsızdır. Yenilenemez doğal kaynakların istismarını da içeren ağır veya kalıcı çevresel etki hâllerinde, devlet en etkili onarım mekanizmasını belirleyecek ve zararlı çevresel sonuçları bertaraf etmek veya azaltmak için yeterli önlemleri belirleyecektir.” Üçüncü maddede, “Devlet, toplulukların yanı sıra gerçek ve tüzel kişilikleri doğayı korumaya sevk edecektir; ekosistemi oluşturan bütün unsurlara saygı göstermeye teşvik edecektir” denilirken, bir sonraki hüküm, “Devlet, canlı türlerinin soyunun tükenmesine, ekosistemin yok edilmesine veya doğal döngünün kalıcı değişimine neden olabilecek bütün fiillerde tedbir ve kısıtlayıcı önlemleri uygulayacaktır. Ulusal genetik mirası kesin bir biçimde başkalaştırabilecek organizmaların, organik veya inorganik maddelerin girişi yasaklanmıştır” vurgusu yapıldı. (Ozan Yayman, “Ekvador’da Doğa Anayasanın Baş Tacı”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2011, s.18.) 21