1 Kasım 2016 Sayı:4 adalet ve direniş HALKIN HUKUK BÜROSU DAVASI GÖRÜLDÜ 3 2 sayfa KHK’LAR KAPSAMINDA “DEVLET MEMURLUĞUNDAN ÇIKARILMA” 5 BİREYSEL BAŞVURU YOLU 12 “CÜMLENİN MURADINI DÜNYADA CENNET” 18 “TÜRKİYE BİR HUKUK DEVLETİ” 20 LEİPZİG DURUŞMALARI 22 DELİ DELİ OLMAYIN, ÖLMEZ HALKIN SANATÇISI 24 ROSENBERGLER DAVASI 26 KISSADAN HİSSE 30 Av. Oya ASLAN Tarih 2013’ın başlarıydı. Ve Haziran’da halk daha şaha kalkmamıştı. Ekmek, Adalet ve Özgürlük haykırışını AKP halka yönelik saldırısı ile mayalıyordu. 18 Ocak 2013 tarihinde AKP’nin polisi alışkanlık olduğu üzere gece yarısı operasyonlarına devam ediyordu. Gecenin geç ve yıldızsız bir saatinde gelirler hep. Yine öyle gelmişlerdi. Halkın acılarını, kahramanlıklarını, direnişini besteleyen sanatçıların, parasız demokrat, özerk bir eğitim için mücadele eden öğrencilerin, açlığa ve yoksulluğa, yozlaşmaya karşı mücadele eden dernek çalışanlarının işyerleri, evleri, dernekleri, kurumları basıldı. Bunlar arasında Çağdaş Hukukçular Derneği ile Halkın Hukuk Bürosu çalışanı avukatlar da vardı. Hak ve Adalet mücadelesinde gelenek yaratmışlardı. Demişti ki : “Bir apartman dairesinde gecenin yarısında avukatlar toplanıp 11 çelik kapı var orada ne iş görür? Bu çelik kapıların arkasında acaba ne iş yapılıyor. Bu çelik kapılar açılamıyor. Bu çelik kapılar açılmaya çalışılıyor. Açıklamayınca ne yapacak güvenlik camdan giriyor. İçerde ne isterseniz var. Yakılmak istenen evraklar, sahte kimlikler. Kim bunlar. İşini iyi bilen avukatlar. Dışarıda da bazı avukatlar o avukatlarla ilgili ‘Onlara müdahale edilemez’ diyor. Hadi canım sende...” HHB GÜNCESİ kasım 2016 | sayı: 4 HALKIN HUKUK BÜROSU DAVASI GÖRÜLDÜ Oysa ortada ne 11 kapı vardı, ne söylediklerini doğrulayacak tek bir belge, bilgi, kanıt, delil... Çamur at izi kalsın politikası. İnanacak mutlaka bulunur. İnanlar bulunmuş mudur? Bulunmuştur. Fakat devrimci avukatlık tarihinde az rastlanır bir şeyi daha yaratmıştır bu. Devrimci avukatların en geniş kitleyle sahiplenilişi. Yakalama ve gözaltı kararlarına karşı itirazlar, Bu gece yarısı operasyonu ile saldırıya uğrayan “devrimci karşı çıkışlar, kararları tanımama tavırları, faşist kuralların avukatlık geleneğiydi” aslolarak. Neden mi? Gelenek, geçmiş reddedilmesi ve kendi meşruluklarını kabul ettirmek... ile gelecek arasındaki köprüdür. Köprünün sağlamlığı ve gücü geleceğe dair inancı besler, geleceğin yolunu daha bir aydınlatır. GÖZALTILAR... TUTUKLAMALAR... GELENEĞİ BÜYÜTMENİN Geçmiş ve gelecek arasındaki köprü kesilmelidir. Böylece HALKASI OLDULAR... beklenen son gerçekleşemesin istiyorlar. Bu operasyonda 16 avukat gözaltına alındı. Operasyonda 9 Evet yolumuzu kesmek ya da engellemekti hayalleri. avukat tutuklandı. 22 avukat hakkında dava açıldı. Operasyonun sonuçları bu hayallerin kabus olma hikayesidir. Yalanlar söylediler günlerce. Siyasi iktidarın en tepesindeki Avukatlar, siyasi davalara girmekle, müvekkillerinin cenazesini adam, Başbakan diyorlardı adına, haftalık gündem toplantısında adli tıp kurumundan almakla, onların cenazesine katılmakla, operasyonu meşrulaştırmaya çalıştı. çeşitli basın açıklamalarına katılmakla suçlanıyorlardı. 3 sayfa Suç : Avukatlık mesleğini hakkıyla yerine getirmek, hak mücadelesi verenlere moral olmak, meşruluk bilincini geliştirmek. Mesleği icra ederken devrimci avukatların onur duyduğu ne varsa suçlama konusu yapıldı. adalet ve direniş Duruşma günü geldiğinde bu avukatlar, onur duydukları mesleklerini savundu, mevcut adalet sisteminin asıl işlevini, güttüğü amacı, bu amacın yaşama geçirilmiş halini, geçmişten bugüne nasıl kullanıldığını örneklerle anlattılar. Yargılanmak yerine yargılayanlar oldular. “Suç”larını üstlendiler, kendileri adına asaleten, halkları adına vekâleten söz aldılar ve egemenlerin gasp ettiği, yok saymaya çalıştığı ya da çarpıttığı haklardan vazgeçmeyeceklerini, hak ve adalet mücadelesini anlattılar. 4 sayfa Devrimci avukatlar hakkındaki ilk duruşma 24 Aralık 2013 tarihinde yapıldı. O ilk duruşmadan bugüne, tutuklu iken ve tahliye olduklarında, mevcut hukuk sistemini eleştiriyor, sistemin siyasi yönünü gösteriyor ve alternatifini anlatıyorlar. Yargı, düzenin koruyucu kalkanıdır. Halk kalkanı görür, çoğu zaman ise kalkanı tutanı görmez. O saklanan taraftadır. Devrimci avukatlar görünenin dışındaki gerçeği göstermekle yükümlüdür. Kalkanı tutanın meşruluğu yoktur, meşruluğunu propaganda ve yalanla yaratmaya çalışır. Görünenin dışındaki gerçek, arzu ettiğimiz gerçek değilse onu değiştireceğiz. Değiştirdikçe özgürleşecek ve değiştirdikçe gerçek işlevimizi yerine getireceğiz. Halkın avukatları olarak her duruşmada mevcut iktidarla karşı karşıya gelerek esasen ideolojik mücadele veriyoruz. Bunun bir parçası olarak bir önceki celsede avukat arkadaşlarımızdan bazıları adalet mücadelesini simgelemek için duruşmaya giderken, katledilen çocukları temsil eden önlük giydiler. Geçtiğimiz duruşmada ise müdafiliğin yasaklanmasını protesto etmek için bir avukat arkadaşımız temsilen ağzını kapattı. Adliye kapısında açıklama yapma yasağına karşı ise adliye içinde açıklama yapıldı. Alkış ve sloganlarla uygulamalar protesto edildi. Avukatın ağzının kapatılmayacağını, savunmanın susturulamayacağını anlattık ve mücadelemizdeki kararlılığımızı bir kez daha haykırmış olduk böylece. Gözaltılarla, baskınlarla, tutuklamalarla halkın avukatlığını yapmamızın önüne geçemediler, başaramadılar, başaramayacaklar. Halkın avukatlığını yapabilmek için son nefesimize kadar direneceğiz. Gerek hapishanelerde, gerek karakollarda, gerek adliyelerde gerekse de sokaklarda… AKP faşizmi, 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çevirerek halka karşı başlattığı savaşını her geçen daha da büyütüyor. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra “darbeyi bastırdık, şimdi demokrasiyi koruma zamanı” diyerek, “demokrasi şöleni” ilan ettiler. “Yenikapı Ruhu” diyerek birçok kişi, kurum ve çevrenin darbeye karşı duruşunu arkalarına aldılar. Sözünü ettikleri “demokrasi şöleninin ne olduğunu anlamak uzun sürmedi. Darbe dönemlerini aratmayan, hatta birçok bakımdan 12 Eylül darbe koşullarını geride bırakan bir yönetim anlayışını adım adım egemen kılıyorlar. Bugün yaşanan durumun en yalın ifadesi, 12 Eylül darbesiyle kurumsallaştırılan faşizmin bugün bütün maskelerini indirip açık yüzünü göstermiş olmasıdır. söylediler. İlk işleri devrimci, demokrat kurumlara, tüm muhalif kesimlere saldırmak oldu. Peş peşe KHK’lar çıkardılar, parlamentarizmin kabesi olan meclisi de boşa çıkararak ülkeyi KHK’larla yönetmeye başladılar. Binlerce gözaltı, yüzlerce tutuklama yapıldı. KESK üyesi binlerce memur meslekten ihraç edildi, muhalif akademisyenler işten atıldı. Hapishaneler işkencehaneye çevrildi. Gazeteler, televizyonlar kapatıldı, gazeteciler, yazarlar gözaltına alındı, tutuklandı... Şimdi de derneklerimizi, bürolarımızı kapatıyor, kapılarına mühür vuruyorlar. İyi bakın bu tabloya! Bu tabloda demokrasiyi, özgürlükleri değil darbeyi, 12 Eylülü, faşizmi göreceksiniz! 15 Temmuzdan bugüne yaşananları kısaca ifade etmek gerekirse; darbeyi bastırmak için OHAL ilan ettiklerini Bugün, yani 11 Kasım günü içişleri bakanlığı tarafından 370 derneğin faaliyetlerinin valiliklerce durdurulduğu kasım 2016 | sayı: 4 HHB GÜNCESİ İŞTE AKP İŞTE FAŞİZM! 5 sayfa adalet ve direniş açıklandı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra birçok derneğin kapılarının mühürlenmeye başlandığı haberleri gelmeye başladı. Bu dernekler arasında Çağdaş Hukukçular Derneği ve Adalet Okulu Derneği de bulunuyordu. Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezi ve Ankara Şubesinin kapısının mühürlenmesi sırasında dernek üyesi meslektaşlarımız bu durumu sloganlarla protesto ederken Adalet Okulu Derneği’nin ve Ankara Halkın Hukuk Bürosu’nun bulunduğu binaya gelen polisler halkın avukatlarının direnişiyle karşılaştılar. Saatlerce içeri girmeye çalışan polisler Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının ve onlara desteğe gelen ÇHD üyesi avukatların direnişi karşısında geri adım atıp kısa süreliğine büro önünden çekilirken, bir süre sonra yeniden talimat alıp kapıyı kırarak girmeye çalıştılar. Bu kez de halkın avukatlarının barikatına çarpan polisler içeri girmek için uzun süre uğraştılar. Açıklamayı yazdığımız sıralarda polis hala içeri girmeye çalışırken meslektaşlarımız ise direnmeye devam ediyorlardı. Bize bunun hukuki olduğuna söylüyorlar, “hukuk böyle, KHK var, hukukun gereğini yapıyoruz, direnmeyin” diyorlar. Hayır, direneceğiz! Sizin hukukunuzu tanımıyoruz! KHK’larınızı tanımıyoruz! Sizin pespaye hukukunuzla değil direnerek var olduk; direnerek, mücadele ederek, bedeller ödeyerek bugünlere geldik. Yine direneceğiz! Çünkü bugünden geriye bir yarına gidenler bir de yarınlar adına direnenler kalacak! Yani biz kalacağız! Siz ise KHK’larınızla, pespaye hukukunuzla tarihin çöplüğüne gideceksiniz! PAŞALAR, BEYLER, SULTANLAR BİZDEN KORKMAKTA HAKLILAR ONLAR OSMANLININ TORUNLARIYSA BİZLER; “FERMAN PADİŞAHINSA DAĞLAR BİZİMDİR” DİYEN DADALOĞLU’NUN, “BAĞLASALAR PARÇALARIM BENDİMİ, YATACAĞIM BİLSEM BİLE ZİNDANDA” DİYEN KOZANOĞLU’NUN, DARAĞACINDA KENDİ İPİNİ ÇEKEN SEYİT RIZA’NIN TORUNLARIYIZ BİZ KAZANACAĞIZ! ÇÜNKÜ BİZ HALKIZ VE HAKLIYIZ! HALKIN HUKUK BÜROSU 6 sayfa Stj. Av. Ahmet MANDACI 15 Temmuz süreci sonrası ilki 23 Temmuz’da çıkarılan 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte 29 Ekim’de çıkartılan 675 ve 676 sayılı KHK’larla toplam 10 KHK çıkartıldı. Bu yazımızda KHK’larla uygulanan “Devlet Memurluğundan Çıkarılma”ya ilişkin örnek dilekçe çalışmamızı sizinle paylaşıyoruz. Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvurusu öncesi ilgili işlemin ilgili KHK’ya da aykırı olduğu gerekçesiyle İdare Mahkemesi’ne gidilmelidir. Söz konusu hukuki işlem Kanun Hükmünde Kararname olduğu için Danıştay’a yapılacak ilk başvurunun doğru olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca İHAM’da bu tür durumlarda iç hukuk yollarının tüketilmesi şartının içinde sadece Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruyu Şunu belirtmeliyiz ki işleyecek kanun yolu açısından yeterli görmemektedir. İdare Mahkemesi ve Danıştay yolları avukatların büyük bölümünün kafasında onlarca soru da tüketilmelidir. işareti var. İdare Mahkemesi’ne gidilmesi gerektiğini savunan hukukçular olduğu gibi ilk başvurunun Anayasa Bu sayımızda öncelikle Danıştay’a başvurunun örneğini Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru şeklinde yapılmasını sizinle paylaşmak istedik. Bir sonraki sayımızda Anayasa doğru bulanlar da var. Hatta hukukun askıya alındığını bu Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru örneğini bir sonraki sayıda sebeple iç hukukun tüketilmesi gerekmediğini ve Avrupa ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvuru örneğini İnsan Hakları Mahkemesi’ne doğrudan gidilebileceğini paylaşacağız. Faydalı olmasını dileriz. düşünen meslektaşlarımız da var. HUKUK KİTAPLIĞI kasım 2016 | sayı: 4 KHK’LAR KAPSAMINDA “DEVLET MEMURLUĞUNDAN ÇIKARILMA” İlgili KHK’ların iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacağı hükmü bireysel olarak hak ihlaline uğradığını iddia eden kamu görevlisi açısından geçerli değildir. Ancak KHK’nın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz, bireysel bir işlemin iptali için başvurulabilir. Yani devlet memuru Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilir. 7 sayfa ÖRNEK DİLEKÇE : İSTANBUL ADLİYESİ MUHABERE BÜROSU -ARACIĞILIYLA -DANIŞTAY BAŞKANLIĞI’NA DAVACI………………………: H. A. ( TC No ) Adres : …… VEKİLİ………………………… : Av. H.H.B adalet ve direniş Adres:….. DAVALILAR………………….: 1- BAŞBAKANLIK Çankaya Mah. Ziaur Rahman Cad. Çankaya/Ankara 2- MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI Atatürk Bulvarı No: 98 Bakanlıklar/Ankara DAVA KONUSU…………… :İstanbul İli Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı olarak Şişli A.Z. İlk Öğretim okulunda görev yapan davacının 672 sayılı KHK’nın Ekler başlıklı 1 sayılı liste-8 listesinin 14414 sayılı cetveli gerekçe gösterilerek “devlet memurluğundan çıkarılmasına” ilişkin işlemin davacı yönünden iptaline, yoksun kaldığı parasal haklarının işlemin tesis edildiği tarihten itibaren yasal faizi ile birlikte tazminine ve davanın duruşmalı olarak taleplerimizden ibarettir. AÇIKLAMALAR………………: Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı olarak Şişli A.Z. ilköğretim okulunda öğretmen olarak görev yapan davacı, 01.09.2016 tarih ve 29818 sayılı resmi gazete(mükerrer) yayınlanan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin EKLER başlıklı 1 sayılı liste-8 listesinin 14414 sayılı cetvel gerekçe gösterilerek devlet memurluğundan çkarılmış olup 672 sayılı Olağanüstü hal kapsamında kamu personeline ilişkin alınan tedbirlere dair kanun hükmünde kararname 1 sayılı liste-8 sayılı listede davacının ismine yer verilmiş, 01.09.2016 tarihinde Milli Eğitim Bkanlığı’nın 68898891905.03/29816 sayılı yazısı ile görevine son verilmiştir. Davacı aynı zamanda Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK)e bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri (EĞİTİMSEN) üyesidir. Davacı hakkında herhangi bir soruşturma yapılmadan ( usule uygun bir soruşturmacı atanmadan,ifadesi ve soruşturma sonrası savunması alınmadan , verilen disiplin cezasına itiraz hakkı tanınmadan , itirazı yüksek disiplin kurunda görüşülmeden) devlet memurluğundan çıkarılması , Devlet Memurları Disiplin Yönetmeliğine , 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa , Danıştay kararlarına, Anayasa Mahkemesinin kazanılmış hakları hüküm altına alınan kararlarına , Anayasaya , AİHM’in adil yargılanma ve hak ihlali yönündeki kararlarına aykırılık oluşturması ve dava konusu işlemle maddi ve manevi zaraları oluşması nedeniyle dava açma zorunluluğu doğmuştur. 8 sayfa 1-DAVACI DEVLET MEMURLUĞU GÖREVİNİ KANUNLARA UYGUN VE BAŞARIYLA YERİNE GETİRMİŞTİR. Davacı meslek hayatı boyunca bir terör örgütü ile bağı olduğuna ilişkin hakkında bir şikayet ya da başlatılmış bir soruşturma dahi mevcut değildir. Davacı hakkında açılmış bir disiplin soruşturması veya ceza ceza kovuşturması olmaksızın , terör örgütü ile bağlantısı olduğu iddiası ile hukuka aykırı işlem tesis edilmiş ve davacı meslekten ihraç edilmiştir. 657 DMK’nın 125. Ve devamı maddelerindeki disiplin hükümleri ile memurun meslekten çıkarılmasına karar verilebilir. OHAL kanununda ve kararında OHAL devam ettiği sürece 657 sayılı DMK’daki disiplin hükümlerinin uygulanmayacağına yönelik bir hüküm bulunmadığından , memuriyete son verilmesinde 657 sayılı DMK’nın disiplin hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Anayasa, Uluslararası sözleşmeler ve 657 sayılı DMK’nın disiplin hükümleri yok sayılarak doğrudan KHK hükmü ile devlet memurlarının görevine son verilmesi açıkça hukuka aykırıdır. Anayasa’nın “ temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı 15. Maddesi gereğince ; “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. (Değişik: 7.5.2004-5170/2 md.)Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” Bir başka ifadeyle olağanüstü hallerde dahi uluslararası sözleşmeler ihlal edilmeksizin temel hak ve özgürlükler kısıtlanabilir ancak kimse, cezai ya da idari olarak suçluluğu kanıtlanmadan suçlu adledilemez ve bu nedenle hakkında işlem tesis edilemez hükmü yer almaktadır. Anayasanın olağanüstü hallerle ilgili düzenleme başlıklı 121. Maddesinin 2. Fıkrası gereğince ise ; “119 uncu madde uyarınca ilân edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, Anayasanın 15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı ve olağanüstü yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanununda düzenlenir.” kasım 2016 | sayı: 4 2- YASAL MEVZUAT, DAVACININ 672 SAYILI OHAL KHK’SI İLE GÖREVİNE SON VERİLMESİNE CEVAZ VERMEMEKTEDİR. Şeklindedir.Anayasanın 121. Maddesi incelendiğinde olağanüstü hallerde yurttaşlara getirelecek yükümlülükler , temel hak ve özgürlüklerin nasıl sınırlandırılacağı OHAL kanununda düzenleneceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Kanun Hükmünde Kararnamelerin anayasal denetimi konusunda mevzuatta ve doktrinde herhangi bir itilaf bulunmamaktadır. OHAL KHK’ları anayasal ve hukuksal denetime tabidir. Anayasa, kanunlar ve uluslararası mevzuat yok sayılarak kanun hükmünde kararnameler tesis edilemez. Aksine KHK’nın idareye verdiği yetkiye dayalı olarak tesis edilen her türlü hukuki işlem evrensel hukuk kuralarına ve idare hukukuna uygun olmalı ve mevzuatı rafa kaldırmamalıdır. Anayasanın 121. Maddesinin açık ifadesinden anlaşılacağı üzere, ohal koşullarında idari yargının hukuki denetimi her koşulda yapabileceği konusunda herhangi bir hukuki tartışma yoktur. 3- DAVACININ KANUNDAN KAYNAKLANAN TÜM HAKLARI İHLAL EDİLEREK MEMURİYETİNE SON VERİLMİŞTİR. 9 sayfa Davacı hakkında somut bir iddia bulunup bulunmadığını bilmemekle beraber , isnat edilen bir fiil var olduğu kabul edildiğinde dahi tarafına SAVUNMA HAKKI tanınmamış, davacı suçlu ilan edilerek yargısız infazla görevine son verilmiştir. Anayasanın 129. Maddesi 2. Fıkrası gereğince; “Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Bu yönüyle Anayasanın 129. Maddesi ihlal edilmiştir. 657 sayılı kanunun “savunma hakkı” başlıklı 130. Maddesi gereğince; “Devlet memuru hakkında savunması alınmadan disiplin cezası verilemez. adalet ve direniş Soruşturmayı yapanın veya yetkili disiplin kurulunun 7 günden az olmamak üzere verdiği süre içinde veya belirtilen bir tarihte savunmasını yapmıyan memur, savunma hakkından vazgeçmiş sayılır.” Şeklinde olup kanunun bu hükmü de ihlal edilmiştir. Yine 657 sayılı kanunun “cezai kovuşturma ile disiplin kovuşturmasın bir arada yürütülmesi” başlıklı 131. Maddesi gereğince; “Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını geciktiremez.” Şeklinde olup 657 sayılı kanunun 130. Ve 131. Maddeleri ve anayasa hükümleri dikkate alındığında devlet memurunun görevine ancak ceza yargılaması veya disiplin soruşturması ve yargılaması sonucu son verilebileceğini göstermektedir. Bu hükümleri de ihlal eden dava kanusu işlemin hukuka uyarlılığı bulunmamaktadır. OHAL kanununda ve OHAL kararında da memurun görevine re’sen son verme yetkisi idareye tanınmamıştır. Memur, memur olma koşullarını kaybederse veya memurluktan çıkartılmayı gerektiren bir disiplin suçu işlerse memurluktan çıkartılabilir. Kısacası memur ceza mahkemesinde memurluğuna engel kesinleşmiş bir mahkeme kararı veya disiplin yargılaması sonucunda memurluktan çıkarılmasına karar verilmesi halinde memurluğuna son verilebilir. Her iki durumda da memura mutlaka savunma hakkı tanınmış olmalıdır.Ceza veya disiplin yargılaması dışında (memurluktan çekilmiş sayılma halleri hariç) memurun memuriyetine son verilen tüm işlemler yasaya ve hukuka aykırıdır. 4- DAVACI HAKKINDA MAHKEME KARARI OLMAKSIZIN MEMURİYETİNE SON VERİLMESİ ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİDİR. Davacının aleyhinde hiçbir yargılama yapılmadan , kesinleşmiş mahkeme kararı olmaksızın, idari soruşturma başlatılmaksızın ve savunma hakkı tanınmaksızın davacının görevine son verilmesi anayasanın ve AİHS’nin 6. Maddesinde düzünlenen adil yargılanma hakkının ihlali anlamını taşımaktadır. AİHS’in 6. Maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır. 3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir: 10 sayfa a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek; b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek; d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;” Davacıya tebliğ edilen yazıda “672 sayılı KHK uyarınca kamu görevinden çıkarıldığı”belirtilmiştir.Davacının sonradan adının yer aldığı 672 sayılı KHK’nın “kamu personeline ilişkin tedbirler” başlıklı 2. Maddesinde ; “1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan; b) Ekli (2) sayılı listede yer alan kişiler Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından, c) Ekli (3) sayılı listede yer alan kişiler Jandarma Genel Komutanlığı teşkilatından, ç) Ekli (4) sayılı listede yer alan kişiler Sahil Güvenlik Komutanlığı teşkilatından, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.” Şeklinde belirtilmiştir.Davacı, tarafına isnat edilen fiilleri kendisine yöneltilen suçlamanın niteliğini bilmemektedir. Davacı hakkında memuriyetten çıkarma işlemi tesis edilmiş ancak davacıya kendisini savunma hakkı dahi verilmemiştir. Üstelik dava konusu işlem tesis edildiği sırada davacı hakkında ne disiplin soruşturması ne de bir adli soruşturma bulunmamaktadır. Danıştay 12. Dairesinin 26.12.2006 tarihinde verdiği K.N:2006/6690 ve E.N:2003/3174 sayılı kararında; kasım 2016 | sayı: 4 a) Ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden, “Disiplin cezaları,kamu görevlilerinin mevzuata,çalışma düzenine,hizmetin gereklerine aykırı eylemlerine karşı düzenlenen idari yaptırımlardır.Kamu hizmetlerinden sürekli uzaklaştırabilmek gibi ağır sonuçlara uzanan disiplin cezaları,ağırlığı ve önemi sebebiyle Anayasanın 38. maddesindeki suç ve cezalara ilişkin kurallara tabi tutulmuşlardır. Anayasa Mahkemesi birçok kararında disiplin cezalarını Anayasanın 38. maddesinde yer alan “suç ve cezalara ilişkin genel esaslar” kapsamında değerlendirmiştir. Anayasa Mahkemesi 19.4.1988 günlü, E: 1987/16,K: 1988/8 sayılı kararında; yönetsel yaptırımların yönetimin karar ve işlemlerinin denetiminin zorunlu olanlarından olduğunu, suç ve cezaların Anayasaya uygun olarak yasayla konulabileceği, “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi uyarınca bir hukuk devletinde,ceza yaptırımına bağlanan her eylemin tanımının yapılması ve suçların kesin bir şekilde ortaya konulması gerektiği,anılan ilkenin özünün yasanın ne tür eylemleri yasakladığının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirtmesi ve buna göre cezasının da yasayla saptanmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır. Disiplin suçu işlediği usulüne uygun yapılan soruşturma ile belirlenen kamu görevlisinin işlediği disiplin suçunun ilgili disiplin mevzuatının hangi disiplin kuralını ihlal ettiği açık bir şekilde ortaya konulmalı ve karşılığında yetkili makamlarca o suç için öngörülen disiplin cezası ile cezalandırılmaları gerekir.Kamu görevlisinin “Hak arama özgürlüğünü” kullanarak disiplin cezasının iptali istemiyle dava açması durumunda yapılacak yargılamanın “Adil yargılanma” ilkesine uygun bir şekilde yürütülebilmesi için “Eylemin ağırlığına göre cezalandırma” ilkesinin disiplin 11 sayfa cezası verilmesi aşamasında gözetilmesi zorunludur. Kamu görevlilerinin gerçekleştirdikleri eylemlerin,kamu hizmetlerinin yürütülmesinde yaratacağı olumsuzlukların ağırlığına göre disiplin cezası verilmesi; diğer bir deyişle cezanın suç ile orantılı olması gerekmektedir. Orantılılığın bir yandan kanunda suç tipi olarak belirlenmiş olan eylem ile buna karşılık verilecek ceza arasında adil bir dengenin olması,benzer hukuksal değerleri korumaya yönelik suçlar için öngörülen cezalar arasında mantıklı bir dengenin olması,diğer yandan ise hukuksal değerlerin hiyerarşik özelliğinin zorunlu bir sonucu olarak farklı hukuksal değerleri koruyan suçlar için öngörülen cezalar arasında bir dengenin olması şeklinde sonuçları bulunmaktadır. Kamu görevlisinin işlediği disiplin suçu karşılığında niteliği itibariyle o suç için öngörülenden daha ağır bir disiplin cezası ile cezalandırılması durumunda “eylemin ağırlığına göre cezalandırma”,diğer bir deyişle “orantılılık” ilkesi ihlal edilecektir. adalet ve direniş denilmiştir. 5- MASUMİYET KAİNESİ İHLAL EDİLMİŞTİR. 1982 Anayasasının 2. Maddesinde, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduüu yazılıdır. Hukuk devleti ilkesine göre; yasama, yürütme ve yargı gücünü kullanan organlar bu gücü yanlızca hukukun genel ilkeleri , anayasa ve kanunlar çerçevesinde insan haysiyetini korumak, insan hakları ile temel hak ve hürriyetleri gerçekleştirmek, adaleti ve hukuk güvenliğini sağlamak amacıyla kullanabilirler.Bu onların meşruluğunun temelini teşkil eder.Anayasa mahkemesi kararlarında da hukuk devleti bu şekilde tanımlanmaktadır. 1982 Anayasası’nın 38. Maddesinin 4. Fıkrasında yer alan “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” hükmü, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde de bulunmaktadır. AİHS’in 6/2. Maddesinde de;”Bir suç ile itham edilen herkes , suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır” denilmektedir. Suçsuzluk karinesi, kişinin suçsuz olduğu varsayımı ile hareket edilmesini, mahkeme kararı olmadan suçlu gibi davranılmasını engelleyen bir hakdır. Davacı hakkında dava açılmamış olup, suçlu olduğu yönünde bir karar da verilmemiştir.Kişinin suçlu olup olmadığına ancak adli makamlarca kavuşturma,soruşturma ve yargılama aşamaları sonrasında karar verebileceği gerçeği karşısında davacıdan savunma istemey dahi gerek görülmeksizin memuriyetten çıkarılması , suçsuzluk karinesi ve hukuk devleti ilkesinin ihlali anlamına gelip dava konusu işlem hukuka aykırıdır. Anayasanın 121. Maddesinin 2. Fıkrası ; “119 uncu madde uyarınca ilân edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, Anayasanın 15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı ve olağanüstü yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanununda düzenlenir.” Düzenlemesini içermektedir. Anayasanın 121. Maddesi uyarınca yürürlüğe konulan ve 01.09.2016 tarih ve 29818 sayılı mükerrer resmi gazetede 12 sayfa yayınlanan 672 sayılı olağanüstü hal kapsamında kamu personeline ilişkin alınan tedbirlere dair kanun hükmünde kararname ile 20.07.2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında kamu personeline ilişkin bazı tedbirlerin alınması amaçlanmıştır. Yukarıda yer alan hükümler çerçevesinde olağanüstü hal döneminde dahi idarelerce gerçekleştirilen işlemlerin taraf olduğumuz uluslararası sözleşme hükümleri ile anayasada yer alan hükümler doğrultusunda gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 6- DAVACI PARASAL HAK KAYBINA UĞRAMIŞTIR. Dava konusu işlemin , 657 sayılı yasaya, anayasaya, Avrupa İnsan Hakları sözleşmelerine ve hukukun genel ilkelerine uyarlık göstermediği açıktır. Davacı hak etmediği bir cezalandırma sürecine maruz bırakılarak, başarıyla yürüttüğü kamu görevi haksız bir şekilde elinden alınmış, bir kamu çalışanına verilebilecek en ağır ceza ile czalandırılmış bulunmaktadır. Yıllarca davalı idare bünyesinde verdiği hizmet yok sayılmış, boşlukta bırakılmıştır. ŞU ANDA EKONOMİK HAKLARININ TAMAMINDAN YOKSUNDUR.YAŞAMINI İDARE ETMEK VE ASGARİ İHTİYAÇLARINI GİDEREBİLMEK İÇİN DAHİ DÜZENLİ VE SÜREKLİ GELİRİ BULUNMAMAKTADIR. Sağlık ve sosyal güvenlik hakkından mahrum edilen davacının hastalanması halinde tedavi ve ilaç giderlerini karşılayabilme olanağı da elinden alınmıştır.Bu hukuk dışı süreç çok ağır şekilde mağduriyetine sebep olmuştur.Sadece davacı değil, ailesi de maddi ve manevi yönden oldukça ağır şekilde cezalandırılmıştır. Anayasanın Yargı yolu başlığını taşıyan 125/son maddesi: “idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür” amir hükmü uyarınca davacının yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle ödenmesini gerekli kılmaktadır. kasım 2016 | sayı: 4 Memuriyetten çıkarılma kararı sebebiyle , davacı davalı idare bünyesinde görev yaparken her ay aldığı maaşından yoksun bırakılmış, parasal hak kaybına uğramıştır. HUKUKİ SEBEPLER……………….:Anayasa, 657 sayılı DMK,uluslararası sözleşmeler ve mevzuat HUKUKİ DELİLLER…………………:Dava konusu işlem,672 sayılı KHK vs her türlü delil SONUÇ VE TALEP…………………:Yukarıda açıklanan ve re’sen gözetilecek nedenlerle; Davalı idare bünyesinde öğretmen olarak görev yapan davacının 672 sayılı kanun hükmünde kararname (EKLER başlıklı 1 sayılı liste-8 listesinin 14414 sayılı cetvel) gerekçe gösterilecek devlet memurluğundan çıkarılmasına ilişkin işlemin iptaline Yoksun kaldığı mali haklarının işlemin tesis edildiği tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine Yargılama giderleri ve avukatlık ücetinin davalı idareye yikletilmesine Karar verilmesini vekâleten talep ederim. Davacı Vekili 13 sayfa adalet ve direniş HUKUK KİTAPLIĞI BİREYSEL BAŞVURU YOLU Av. Ali ŞAFAK Bireysel Başvurunun Tanımı Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlükleri kamu gücü tarafından ihlal edilen bireylerin başvurdukları olağanüstü bir kanun yolu olarak tanımlanabilir. Bireysel başvuru kurumu, farklı kapsamda uygulansa da, başlıca Federal Almanya’da, Avusturya’da, İspanya’da, Macaristan’da, Polonya’da, Çek Cumhuriyeti’nde, Slovak Cumhuriyeti’nde, İsviçre’de, Belçika’da, Meksika’da, Brezilya’da, Arjantin’de, diğer Latin Amerika ülkelerinde, Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunda ve Güney Kore’de uygulanmaktadır. Bireysel Başvurunun Özellikleri 1- Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlükleri ihlal edilenlere, bu haklarını korumakla görevli olan mahkemelere başvurma olanağı sağlayan bir dava türüdür. 2- Bireysel başvurunun amacı, olağan kanun yollarının bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasını gerçekleştirememesi halinde, bu hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlamaktır. 3- Bireysel başvurunun konusu, kamu gücüne dayanılarak yapılan işlem ya da eylemlerdir. Bireyler için bağlayıcı ve emredici olmayan genel direktifler, kurum içinde bildirilen görüşler, bilirkişi raporları, yargısal tavsiye ya da öneriler gibi işlemler bireysel başvuruya konu yapılamaz. Kamu kurum ve kuruluşlarının özel hukuk niteliği taşıyan eylem ya da işlemlerine karşı bireysel başvuruda bulunulamaz. 14 sayfa 4- Bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiası öncelikle genel adalet sistemi içinde çözüme kavuşturulması esastır. Hak ihlali iddiasının genel adalet sistemi içinde giderilememesi durumunda bireysel başvuru yolu gündeme gelebilir. Bireysel başvuru bu özelliği ile ikincil nitelik taşımaktadır. 5- Bireysel başvuru, bir olağanüstü kanun yoludur. Bu yönü ile mevcut kanun yollarının devamı olmadığı gibi, ilk derece mahkemeleri tarafından verilen kararların yargısal denetimini üstlenen İstinaf veya Yargıtay konun yolu da değildir. Bireysel başvuruda, hukuki açıdan isabetli olsun ya da olmasın, kesinleşmiş olan yargı kararının bireyin temel hak ve özgürlüklerini ihlal edip etmediğine; eğer bir ihlal varsa, bu ihlalin bireysel başvuru haricinde başka yollarla giderilip giderilmediğine bakılır.1 ANAYASA MAHKEMESİNDE BİREYSEL BAŞVURU YOLU Anayasa’nın 148. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesine göre “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” BİREYSEL BAŞVURU ŞARTLARI Taraf Ehliyeti Hak ehliyetini haiz gerçek ve tüzel kişiler bireysel başvuru hakkına sahiptir. Bu bağlamda sadece vatandaşlar değil, yabancılar ve vatansızlar da taraf ehliyetine sahiptir. Özel hukuk tüzel kişileri, faaliyet alanlarına uygun olarak yararlanabildikleri eşitlik, mülkiyet hakkı, çalışma özgürlüğü, kanuni yargıç ilkesi, örgütlenme özgürlüğü, hak arama özgürlüğü gibi hak ve özgürlükler bakımından taraf ehliyetine sahiptir. Kamu tüzel kişilerinin, kamu gücünü kullanan taraf olmaları nedeniyle kural olarak taraf ehliyeti bulunmamaktadır; ancak devletten kısmen bağımsız olan kuruluşların (üniversiteler, enstitüler, sanat ve meslek yüksekokulları, radyo, televizyon vb.) taraf ehliyetini haiz olduğu kabul edilmelidir. kasım 2016 | sayı: 4 5982 sayılı Yasa’nın 18. Maddesi ile Anayasa’nın 148. maddesi değiştirilmiş ve Anayasa Mahkemesinin görevleri arasına bireysel başvuruların karara bağlanması da eklenmiştir. Dava Ehliyeti Medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olan bütün gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine sahiptir. Bireysel Başvuruya Konu Edilebilecek İşlemler Bireysel başvuru yoluna sadece kamu gücüne dayalı olarak gerçekleştirilen işlem ve eylemler nedeniyle başvurulabilir. Kamu gücü en genel tanımıyla yasama, yürütme ve yargı organlarının işlem ve eylemlerinden oluşmaktadır. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin 3.Fıkrası uyarınca “yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz”. Bireysel Başvuruya Konu Olan Temel Hak ve Özgürlükler Anayasa’da bireysel başvuru tanımlanırken Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, AİHS 1 KILINÇ, s. 25 15 sayfa adalet ve direniş kapsamındakilerden bahsedilmiş, AİHS’e ek protokollere açıkça yer verilmemiştir. Anayasa’da öngörülmeyen bu konu, 6216 sayılı Kanun ile netlik kazanmıştır. Kanun’un 45. maddesinde “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir” denilerek bireysel başvuruya konu yapılabilecek temel hak ve özgürlüklerin kapsamı belirlenmiştir. Bu bağlamda: AİHS ve Türkiye’nin Taraf Olduğu Protokoller Anayasa Yaşam hakkı (m.2) 1 m.15/2; 17/1; 38/9 2 İşkence ve kötü muamele yasağı (m.3) m.17 3 Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı (m.4) m.18 4 Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı (m.5) m.19 5 Adil yargılanma hakkı (m.6) m.36; 38; 138-142 6 Suç ve cezaların kanuniliği (m.7) m.15/2; 38/1 Özel yaşama, aile yaşamına, konut ve haberleşme özgürlüğüne saygı 7 m.20; 21; 22; 26/2 (m.8) 8 Düşünce, ifade, din ve vicdan özgürlüğü (m.9-10) m.15/2; 24; 26; 10; 27-31; 32; 133 9 Örgütlenme ve toplantı özgürlüğü (m.11) m.33, 34, 51, 53, 54, 68, 69 10 Evlenme ve aile kurma hakkı (m.12) m.41 11 Etkili başvuru hakkı (m.13) m.36-40 12 Ayrımcılık yasağı (m.14) m.10 13 Mülkiyet hakkı (1.Ek Protokol m.1) m.35; 46-47 35 14 Eğitim ve öğrenim hakkı (1.Ek Protokol m.2) m.42 Serbest seçim hakkı (1.Ek Protokol m.3) 15 m.67; 75-79; 101-102,104 AİHS’de Yer Almayan ve Türkiye’nin Taraf Olmadığı 4, 7 ve 12 Anayasa Nolu Protokollerde Yer Alan Haklar Sözleşmeden doğan bir yükümlülük nedeniyle kişi özgürlüğünden yoksun bırakmama (4.Protokol, m.1) 1 2 Seyahat ve yerleşme özgürlüğü (4.Protokol, m.2) 3 Vatandaşların sınır dışı edilememesi ve ülkeye girişlerinin engellenememesi (4.Protokol, m.3) 4 Eşler arasında eşitlik (7.Protokol, m.5) 5 Yabancıların toplu sınır dışı edilme yasağı (4.Protokol, m.4) 6 Bir suçtan hüküm giyen kişinin üst mahkemeye başvurma hakkı (7.Protokol, m.2) 7 Haksız hüküm giyen kişiye tazminat hakkı (7.Protokol, m.3) 8 Aynı suçtan iki defa yargılanamama ve cezalandırılamama (7.Protokol, m.4) m.38/8 m.23 m.23/6 m.41/1 m.16 m.36/1 ve 40/1 m.40/3 m.36/1 ve 38 İhlal Edildiği İddia Edilen Hakkın Doğrudan, Güncel ve Kişisel Nitelik Taşıması Bireysel başvuruda bulunulabilmesi için kişinin bireysel başvuruya konu edilecek kamu gücüne dayalı işlem ya da eylem nedeniyle kişisel olarak, doğrudan etkilenmesi ve etkilenen hakkının güncel bir hak olması gerekmektedir. Daha net bir 16 sayfa ifade ile: Bizatihi başvurucuya ait bir hakkın ihlali söz konusu olması, İhlal edilen hakkın başka bir işlem ya da eylemle değil, doğrudan başvuruya konu olan işlem ya da eylem ile ihlal edilmiş olması Hak ihlaline neden olan yasa, işlem veya eylemin başvurunun yapıldığı anda yürürlükte (mer’i) olması halinde güncel ve kişisel bir hakkın doğrudan ihlal edildiği söylenebilecektir. Bireysel başvuruda bulunulabilmesi için kural olarak işlemle ilgili kanun yollarına başvurulmuş olması gerekmektedir. Bu başvurunun, işlemin niteliğine göre ilgili kuruma, idareye ya da mahkemeye yapılması gerekir. Başvurucunun kasten veya kendi hatası nedeniyle kanun yollarını tüketmemesi, bireysel başvuru hakkını kaybetmesi sonucunu doğuracaktır. Kanun yollarının tüketilmiş olması koşulunun aşağıda belirtilen istisnai durumlarda aranmayacağı kabul edilmektedir: Kanun yollarının tüketilmesinden bir sonuç alınması beklenmiyorsa, Başvuruya konu olan normun esaslı anayasal sorunlar ortaya koyması ve mahkemenin kararının somut olay dışında benzer birçok durumu aydınlatacak olması söz konusu ise, Başvuruya konu edilecek işlemin derhal uygulanması nedeniyle ağır ve başka türlü giderilemeyecek bir zarar söz konusu ise. Hukuki Yarar Şartı Bireysel başvuruda bulunabilmek için şikâyet hakkının varlığı tek başına yeterli olmamakta, başvurucunun dava açmakta hukuki bir yararının bulunması da gerekmektedir. kasım 2016 | sayı: 4 Kanun Yollarının Tüketilmiş Olması Başvurunun Gerekçeli ve Yazılı Olarak Yapılması 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin 3. fıkrasında başvuru dilekçesinde bulunması gereken hususlar belirtilirken “Başvuru dilekçesinde başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır” denilerek başvurunun gerekçeli ve yazılı olarak yapılması gerektiği de ifade edilmiştir. Süre Koşulu Bireysel başvurunun belli bir süre içinde yapılması gerekmektedir. Süre koşulu, 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin 5. Fıkrasında düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemeye göre“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuruyolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuzgün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren on beş gün içinde ve mazeretlerini 17 sayfa belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi Kabul veya reddeder.” Başvuru Harcı Bireysel başvuru hukuk sistemimizde harca tabi olarak yürütülmektedir. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin 2. fıkrasında açıkça bireysel başvuruların harca tabi olduğu belirtilmiştir. BİREYSEL BAŞVURULARIN İNCELENMESİ Başvuru ve Önİnceleme adalet ve direniş 6216 sayılı Kanun’un 47. Maddesinin 6.fıkrasında başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline onbeş günü geçmemek üzere bir süre verileceği ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verileceğinin bildirileceği belirtilmiştir. Kabul Edilebilirlik Aşaması Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartlarının incelenmesi 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinde düzenlenmiştir. göre: Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için başvurunun 45 ila 47. maddelerde öngörülen şartları taşıması gerekir (m. 48/1). Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir (m. 48/2). Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oybirliği ile karar verilen başvurular hakkında, Kabul edilemezlik kararı verilir. Oybirliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir (m. 48/3). Kabul edilemezlik kararları kesindir ve ilgililere tebliğ edilir (48/4). Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İç tüzükle düzenlenir (m. 48/5). Esas Hakkındaki İnceleme Esas hakkındaki inceleme, 6216 sayılı Kanun’un 49. Maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemeye göre: Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel başvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır (m. 49/1). Bireysel başvurunun Kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir (m. 49/2). Komisyonlar ve bölümler bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir (m. 49/3). 18 sayfa HAYATA DAİR Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruşma yapılmasına da karar verebilir (m. 49/4). Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar (m. 49/5). Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz (m. 49/6). Karar Anayasa Mahkemesinin esas inceleme sonucunda vereceği kararlar 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemeye göre: Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez (m. 50/1). Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir (m. 50/2). kasım 2016 | sayı: 4 Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır (m. 49/7). Bireysel başvuru, olağanüstü bir kanunyolu olması nedeniyle kamu gücü işleminin uygulanmasını durdurmaz. Söz konusu kuralın istisnası ise 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin 5.fıkrasında düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemede “Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar” denilerek Mahkemenin ihlale yol açan kamu gücü işleminin uygulanmasının durdurulması dâhil temel hakların korunması için zorunlu gördüğü her türlü tedbiri alabileceği belirtilmiştir. Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca iki bin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir. 19 sayfa adalet ve direniş KAVRAM PUSULASI CÜMLENİN MURADI DÜNYADA CENNET Av. Engin GÖKOĞLU Halkın haktan, hukuktan anladığı ile yasaları yapan ve uygulayanların dili bir olmadığından halkımız bu hukuk belasından çok çekegelmiştir; ki bu yüzden genelde bir hukukçuya başvurma zorunluluğu doğduğunda arzuhalciden mahkemeye giden yolda en kestirme ve sonuç alıcı yol ne ise onu seçer. Talepleri sade ve açıktır. Gündelik hayatın içindendir. 20 sayfa Siz “Temerrüde düşürülmüşsünüz.” dersiniz, o “Borçtan nasıl kurtulurum?” diye bakar, Siz “davada mütalaa henüz verilmedi.” dersiniz, O “Yatarı kaç yıl?” der, onun mahallesindeki gençlerin“arantısı” çıkar. Krediyle bile konut alamaz ama bir çağrı kâğıdıyla mahkemeyi alır. “Benim mahkemem var abi.” der içinizden “hayırlı olsun kaça aldın(!)” demek geçer mi bilmem ama halkın ve Zamanın birinde Kars Adliyesi’nde Ağır Ceza’nın Azeri kökenli başkanı davanın sonunda kararı okur: “Oy balam, sana beş yıl ağır hapis cezası verdik.” Sanık olan teyzemiz şaşkınlıkla sorar; “Ee, balam şimdi ben ne yapacam?” Başkan yine Azeri lehçesiyle sanığa cevap verir: “Şimdi temyiz eylersin” Başkanın ne demek istediğini tam olarak anlayamayan sanık, Azeri şivesiyle cevap verir: “Ben ne temizleyecem? Nasıl pislettiysen öyle temizle.” Doğruya! Teyzemiz haklıdır, düzenin bunca pisliğini teyze nasıl ve neden temizlesin ki? Avukat tutukluluğa itiraz eder. Dilekçesini dosyaya bakacak hâkime sunar ve “Dosyayı okur musunuz?” der. Hâkimşöyle bir göz gezdirir. «Eee okudum n’olmuş der” kararını sonra vereceğini avukata söyler. Avukatın odadan çıkmasının ardından dilekçenin üstüne “talebinin reddine” yazıverir. Yandaki kâtibesine de “Zaten bütün avukatlar müvekkillerinin suçsuz olduğuna inanırlar” der. İşte bu ülkedeki yargılamalardan bir anekdottur yaşanan. Egemenlerin gözünde bizler aptalız, tembeliz, kalın kafalıyız ve korkağız. Onlara göre özünde durumumuz hak ettiğimiz yeri gösteriyor. Her daim adaletsiz yasalar önünde divan durmalı, secdeye varmalıyız. Eğer itaat edersek cenneti kazanırız; eğer itaat etmezsek cehennemlerinde bizleri yakarlar. Aslında sanık sandalyesinde olmanız suçun gerçek faili olduğunuz anlamına gelmez. Ki sistem sömürü ve adaletsizlik üzerine kurulduğu için siz sadece suç üreten düzenin cezalandırılan kurbanları olursunuz. Nerede nasıl davrandığınız değildir mesele. Çünkü suç ve cezanızın nerede başlayıp biteceğine yine suç üretenler ve onlar Seri olarak imal edilen egemenlerin yasaları, kendi gerçek gücünü bilmemesi için halkın belleğini kısırlaştırmayı ve adına hareket edenler karar verir. yaratıcılığını öldürmeyi amaçlar. Ve ilk olarak uygulayıcıların ….Bir gün Üsküdar’da bir hırsızlık olur. Polis mağdur üzerinde denenir. Uygulayıcılar yalan söyledikçe burunları kadına sorar: “Şüphelendiğiniz biri var mı?” der. Kadın, uzayan ama asla yüzleri kızarmayan, idrak ve muhakemeden “Apartmanda komşularım var ama bilmiyorum. Dairemin yoksun kuklalardır. kapısı zorlanmış ve girilmiş” der. Polis alt kata iner ve yukarıdaki daireyle ilgili sorular sorar. Komşusu olan adam, Peki, Kendi kaderimizi gözleri bizleri görmemeye “Valla ben su parasını almak için kapıyı çaldım” yanıtını ayarlanmış, cüzdanları dolu, kalpleri tahtadan olan bu verir. ‘Çaldım› lafını duyan polis, adamı alır götürür. pinokyoların insafına mı bırakacağız? ASLA! Biz kararımızı İfadesindeki ‘çaldım’ kelimesinin altını çizer, evrakları çoktan verdik, pazarlık olmaz ulu divanımızda diyoruz. savcılığa gönderir. Altı çizili kelimeleri okuyan savcı sorar: Ve “cümlenin muradını dünyada cennet kılmak” için “Polisteki ifaden doğru mu?” “Evet, Savcı Bey” cevabını düşüyoruz adalet yollarına… kasım 2016 | sayı: 4 çocuklarının kavramları basit, sade ve bir o kadar da çözüm veren adam, tutuklamaya sevk edilir, yaptığı hırsızlığı itiraf beklemektedir. ettiği gerekçesiyle tutuklanır ve cezaevine gönderilir. 21 sayfa adalet ve direniş HAYATTAN ve KİTAPTAN “Türkiye Bir Hukuk Devleti” Ülkemizde yıllardır duyduğumuz, “Türkiye bir hukukdevletidir”, “masumiyet karinesi”, “adil yargılama hakkı”… Özellikle egemenler tarafından tekrarlanıpduran bu sözleri, önce iktidardaki belirliisimler söyler, ardından burjuva medya tekrar eder.Öyle ki, ne hukukunu, ne adaletini gören halkın, dilinekadar yerleşir bu kavramlar. kişiye 40 kere ‘delisin’ deyince deliolur” derler. Bu da öyle; devletin “hukuk devleti olmasıgerektiğine” inanmaya başlıyor. Faşizmin amacı da kabulüyaratmak. Oysa egemenler istedikleri zaman kendi yaptıkları yasalarıihlal ederler. İşlerine gelmediği zaman yasa hukuktanımazlar. Bu “Bu nasıl bir hukuk devletidir?” diye yakınsa da devletin yalanlar da zaten halkı kandırmak için tekrarlanır durur. “hukuk devleti” olabileceğinikabul etmektedir. Oysa Adalet Bakanlığı’nın insan hakları bilgi bankasında “Adil gerçekte “hukuk devleti” diye bir devlet tanımı yoktur.Halk yargılanma hakkı” diye bir madde var. Bu madde; arasında söylenen bir söz vardır:“Aşağıda yalan söyledim, yukarıda kendim inandım”Faşizmin propagandası da öyledir. “1- Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyleilgili Bir yalanı bıkmadan usanmadan gerçekmiş gibi tekrarlıyor. nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen Her fırsatta tekrarlıyor. Halk,zerresini görmemesine rağmen suçlamalarkonusunda karar verecek olan, yasayla kavram diline yerleşiyorve o da kullanmaya başlıyor. “Bir kurulmuşbağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından 22 sayfa kasım 2016 | sayı: 4 davasınınmakul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık Ülkemizde “adil yargılamahakkı”nınkağıt üzerinde varlığı olarakgörülmesini istemek hakkına sahiptir. gerçekte o hakkın kullanıldığıanlamına gelmiyor. Bu hakkın var olup olmadığısorun değil çünkü. İşte bakanlık 2- Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal bilgi bankasında yazmış,bu hak var. Adil yargılama ancak olaraksabit oluncaya kadar suçsuz sayılır. adaletin olduğu yerde mümkündür. Ülkemizin, devletin yönetim biçimi faşizmdir. Faşizmin olduğu yerde adalet 3- Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir: yoktur. a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedenindenen Gözaltına aldığı kişilere “terörist yakaladık” diyeyargıya kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarakhaberdar teslim eden iktidar, sonra “masumiyet karinesi”nden niye edilmek; söz eder? Zaten hükmünü vermiş, teröristdemiştir. Hangi b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve mahkeme, hayır efendim terörist değillerdiyecek? Böyle bir mahkeme yok. kolaylıklara sahip olmak; ...” şeklinde devam ediyor… 23 sayfa adalet ve direniş HAYATTAN ve KİTAPTAN LEİPZİG DURUŞMALARI Naim Feyzullah EMİNOĞLU Hukuk Öğrencisi Leipzig duruşmaları, Ernst Fischer’in 1946 yılında yazmış olduğu, faşizmin hukukunun nasıl işlediğini anlatan bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitapta öncelikle kurulan bir komplo anlatılmaktadır. Devamında ise kurulan bu komplo ve sonrasında açılan mahkemelerdeki yargılamalardan bahsedilmektedir. Göstermelik olarak kurulan bu mahkemenin nasıl çaresiz kaldığı ve dosyanın nasıl kapandığı bilgisiyle kitap sona ermektedir. Tabi duruşma sırasında kullanılan ve tarihe geçen notlar da kitapta yer almaktadır. Kitap öncelikle bir durum tasviri yaparak başlar. Sene 1932 ‘dir. Yer Almanya. O yıllarda Almanya’da faşizmin yükseliş yıllarıdır. Daha doğrusu Nazilerin iktidarı demokrasicilik oyunuyla ele yeni geçirdiği yıllardır. Siyasi atmosfer Nazilerden yanadır ancak Almanya’daki sol sosyalist muhalefet tamamıyla bastırılamamıştır ve bu durum Nazileri kara kara düşündürmektedir. Daha sonra içişleri bakanı Goeringin aklına ‘mükemmel’ bir fikir gelir... 24 sayfa Kitabın cümleleri ile durum şöyle anlatılır: “ ‘Evet budur’ bu da protokole geçirildi. Ve böylelikle gece yarısına doğru örümcek ağı gibi ince bir ‘komünist komplosu’ hazırlanmış oldu. İlk anda zaten bu kadarını hazırlamak yeterdi, geri kalan bütün iş propagandaya ve zorbalığa bırakılmıştı” Planlanan bu komplo adım adım uygulamaya konur. Öncelikle Alman Milli Meclisi olan Reichstag, Nazilerin eliyle yakılır. Bu suç komünistlerin üzerine atılarak, ülkedeki birçok kişi tutuklanarak hapse atılır. Devamında ise göstermelik bir yargılama süreci başlar. Yargılama göstermelik olduğu şundan anlaşılacaktır; yangından hemen sonra 15 bin hakim ve savcı askeri kıyafetlerle Hitlere selam dururlar. Propaganda Bakanı Gobbels’in amacı ise bu yargılama ile komünistlerin aleyhine karalama kampanyası başlatmaktır. Ancak işler sandığı gibi gitmez. Açılan bu davanın sanıklarından olan Dimitrov mahkemeyi adeta bir mücadele alanına çevirir ve bu yargılamalarda faşizmin hukukunu mahkûm eder. Yargılanan değil de adeta yargılayan olur. Dimitrov’un kendi cümleleri ile: yararlanılmalı yani konkre ithamlar konkre delillerle G e r ç e k t e n de Dimitrov söylediğini yapar Faşizmi bütün dünyanın önünde maskara eder ve sonunda kendisi beraat eder. Ve Dimitrov beraat kararını dahi kabul etmez. Çünkü faşizmin mahkemesini yargılarken sanık pozisyonundan çoktan çıkmıştır. Kitapta yer alan pratikler avukatlık pratiği açısından önemlidir. Şöyle ki günümüzde avukatlar birçok komplo dosyasıyla ile karşılaşmakta. Bu kitapta ise bir komplo dosyasının nasıl çökertildiği anlatılmaktadır. alaşağı edilmelidir” Sonuç olarak özellikle Nazi Almanya’sı gibi ikna etme yöntemiyle kurulmuş faşizm türünde propaganda çok önemlidir. Bu durumun bir ayağı ise komplo kurmak ve bunun sonucunda yapılan yargılamalardır. Ülkemizdeki komplolar üzerine kurulu dosyalara benzemesi açısından ilginç bir dosyadır, Reichstag yangını davası. Bir komplo dosyası dahi olsa avukatların bu tip dosyalarda nasıl mücadele edebileceğini bir sanık olarak göstermektedir Dimitrov bizlere. Dolayısıyla faşizmin hüküm sürdüğü hallerde dahi kararlı ve ısrarlı bir mücadele sonucunda belli haklar kazanılabilecek ve halk yararına kullanılabilecektir. Liepzig duruşmalarında bu pratiğe yol gösterilmiştir adeta. Son söz yerine, “Dimitrov kendi cesaret ve zekasıyla Alman celladının yumruğunu defetti. Bütün dünya özgürlüksever insanlar cephesi onu destekledi. Ama onu canilerin elinden tamamıyla kurtaran güç sosyalizmdi.” kasım 2016 | sayı: 4 “Siyasi bakımdan yalnız iddianameyi değil, düşmanın kendisini de didiklemeye, onun toplumun şuurunda parçalamaya ve herkesin önünde maskaraya etmeye karar vermiştim.” “İthamın ve yürütülen davranışın bütün ayrıntıları dikkatli bir biçimde tartılmalı, her şey takip edilmeli, her şey göz önüne alınmalı, davanın gösterdiği bütün olanaklardan 25 sayfa adalet ve direniş HAYATTAN ve KİTAPTAN 26 sayfa DELİ DELİ OLMAYIN, ÖLMEZ HALKIN SANATÇISI Av. Çiğdem AKBULUT Halkın bağrından beslenecekleri 2014 yılında yaptığı bir televizyon yerde iktidar gücünden medet programındaki konuşmasında uman onca “aydın”dan ayrıydı “Sanatçı dediğin andan itibaren; yeri... Sözünü sakınmadı söyledi, dünyaya bakışı, yaşamı, görüşleri, çekinmeden sordu. 80’lerden bu her şeyi politiktir. Bu politik düşünce yana geçtiği işkencehaneler onu hiçbir zaman gerici, muhafazakâr, yıldırmadı, halkının yanında saf tutucu bir politika değildir.” demişti. tutmaktan alıkoyamadı. Yukarıdaki Yaşamı boyunca da bu sözlerine sadık sözleri, halkın çocuğu Berkin kaldı. Halkı aydınlatma misyonunun Elvan’ın katiline söylediği sözler, farkında, gerçek bir sanatçı olarak sorduğu sorular idi. Çünkü Tarık Akan, bir halk sanatçısıydı. sinema ekranlarına toplumsal adaletsizliği, yoksulluğu, iş kazalarını, ezilen ve sömürülen halkları taşıdı. “Sürü”, Hayatımıza 1970 yılında Ses dergisinin oyunculuk “Maden”, “Çark”, “Yol”, “Karartma Geceleri” filmleri Tarık yarışmasında aldığı birincilikle girmişti. 70’li yıllar Akan’dan bize kalan halkı, sömürüyü, mücadeleyi anlatan boyunca rol aldığı “Canım Kardeşim”, “Ah Nerede”, filmlerin başlıcalarıdır. “Delisin” ve “Hababam Sınıfı” serileri başta olmak üzere daha birçok, kimi zaman duygusal, kimi zaman eğlenceli, 2015 yılında katliam temasıyla ilkini düzenlediğimiz Adalet kimi zaman acıklı ama hep hayatın içinden olan filmler ve Direniş Filmleri Festivali kapsamında Tarık Akan’ın ile Türk Sinemasındaki yerini alması çok zaman almamıştı. senaryosunun yazımında da yer aldığı Muzaffer Hiçdurmaz Artık sinemanın cici çocuğu, jönüydü. Halk onu o haliyle yönetmenliğindeki “Çark” filmini halkımızla yeniden de elbette çok seviyor ve beğeniyordu, o da halkını bir o buluşturduk. Fabrika işçilerinin emek sömürüsü karşısında kadar seviyordu. İşte bu sevgiden olacak ki, bizler onu direnişini anlatan bu tarihsel film, halkımıza adalet, bugün yalnızca “jön” değil, halk sanatçısı olarak anıyoruz. mücadele ve direniş kavramlarını yeniden sorgulatmayı Geçen yıl kendisinden aldığımız desteğin ve bundan bağımsız bize kazandırdıklarının anısına bu yılki festivalimizde hafızamızda yer edinmiş filmleriyle yeniden Tarık Akan’ı konuk edeceğiz. “Maden”, “Karartma Geceleri” ve “Deli Deli Olma” filmleri ile Tarık Akan Anısına adayacağımız gösterimlerde onu anacağız. “Maden” filmiyle devrimci bir maden işçisinin mücadelesini, “Karartma Geceleri” ile sıkıyönetim koşullarındaki yaşam mücadelesini O’nun aracılığıyla bir kez daha hatırlatmaya çalışacağız. Tarık Akan’ı sinema ekranında gördüğümüz son filmi “Deli Deli Olma” da bu yıl festivalimiz kapsamında yer alacak. 93 Harbi sebebiyle Çar’ın Rusya’dan gönderdiği kavimlerden, Kars’a yerleşen bir ailenin çocuğu Mişka (Tarık Akan) ile köy halkının dayanışması, köyün hırçın ve kendisinden nefret eden yaşlısı Popuç’un (Şerif Sezer) aksine Popuç’un torunu Alma (Cemile Nihan Turhan) ile kurduğu “yürekten dedelik” ilişkisi. Aslında Anadolu halkının güzelliğinin ve halkların kardeşliğinin hikâyesi olan “Deli Deli Olma” ile aramızda olacak Tarık Akan. kasım 2016 | sayı: 4 amaçlayarak yola çıktığımız festivalimiz için olmazsa olmazlar arasındaydı. Tarık Akan ne yazık ki programındaki yoğunluğu sebebiyle gösterimimiz ve akabindeki söyleşimize eşlik edememiş ancak yanımızda ve destekçimiz olduğunu bildirerek bize büyük bir onur vermişti. “Bir sarmaşık olsaydım, sıkıca tutunsaydım bir yere, sökülüp atılmasaydım, köklerimi salsaydım derinlere” diye söylemişti Deli Deli Olma’ da. Şimdi kim diyebilir ki ona kök salmadı diye? Tarık Akan halkın aydını, halkın sanatçısı, bu halkın çocuğu olarak elbette kök salmıştır değerlerimize. Aramızdan ayrılmasından hemen önce 7 Eylül’ de Yılmaz Güney için düzenlenen anma gecesine hastalığı sebebiyle telefonla bağlandığında da söylediği gibi “Mücadele hiç bitmeyecek!” Anısına saygıyla. 27 sayfa adalet ve direniş ROSENBERGLER DAVASI 28 sayfa Julius bir mühendistir ve Genç Komünistler Birliği’nin üyesidir. Avrupa’da faşizmin yükselişi ve Yahudi sorunu üzerine araştırmalar yapmaktaydı. Sanayi Sendikası’nda aktif bir militan olarak görev alıyordu. Ethel’le Julius 1939 yılında Yahudi geleneklerine göre evlendiler. Evlilikleri boyunca sendikal faaliyetlerin içinde yer aldılar. Bundan dolayı da sürekli işsizlik ve maddi sıkıntılarla boğuştular. 1943’te ilk çocukları Michael, 1947’de de Robby doğdu. Bu dört kişilik aile iki odalı yoksul bir evin sadeliğinde yaşamlarını sürdürdü. Ta ki, 1950 Temmuz ayına kadar. İşte Julius ve EthelRosenberg, yalnızca parti üyesi ya da ilerici olmanın bile “Sovyet casusu” damgası yemek için yeterli olduğu böyle bir ortamın kurbanı olur. Ethel ve Julius Rosenberg, FBI tarafından atom bombası sırlarını Sovyetler Birliği’ne satmakla suçlanırlar. McCarthy Dönemi; Hedef Sosyalistler: Bu komplonun üç temel kahramanı vardı. KlausFuchs, ingiliz bir fizikçi. b- Hary Gold, eski solcu dönek bir kimyager. c- David Greenglass, eski solcu dönek Bir Gecede ‘Ajan’ ilan Edildiler: 17 Temmuz sabahı bir fizikçi ve EthelRosenberg’in kardeşi. uyandıklarında “Sovyet Ajanı Komünistler” oldukları ilan Herşey, KlausFuchs’un, ingiliz gizli servisine başvurup edildi. Ajanlık meselesini anlamadılar, çok da üzerinde Sovyetler’e atom sırlarını sattığını itiraf etmesi ile başlar. durmadılar önce, ciddiye almadılar, hatta komik buldular. Fuchs, savaş sırasında atom bombası yapımında çalışan Komünistlik konusunda ise zaten bir itirazları olamazdı, ekiptendir. Amerikan hükümeti Fuchs’un “atom sırlarını” belgeliydi, parti üyelik kartları vardı. 6 Ağustos 1945’de tek başına çalamayacağını iddia eder. Sonuçta ucu Hiroşima’ya atılan atom bombası korkunç bir kıyım Rosenbergler’e kadar uzanan bir komplo kurulur. Önce olduğu kadar, ABD’nin dünya hâkimiyetini simgeleyen bir eski solcu bulunur: Harry Gold. Amerika’da ihanet bir gelişmeydi. ABD, dışta halkları katlederek, içte büyük yılları yaşanmaktadır. Birbirini ihbar eden edene, itiraflar bir baskı ve korkutma ile imparatorluğunu inşa ediyordu. diz boyudur. Gold’un itirafları sonunda EthelRosenberg’in İmparatorluk, teknolojik gelişmenin bu “üstün ürünüyle” kardeşi David Greenglass tutuklanır ve sorgusunun elde ettiği tartışılmaz liderliğini ancak 4 yıl koruyabildi. hemen ardından Julius Rosenberg tutuklanır. Rosenberg 1949’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde ilk tutuklandıktan bir süre sonra serbest bırakılır. FBI’ın atom bombası yeraltı denemeleri başladı. ABD, artık “tek yeni itirafçıları David Greenglass ve eşidir. İkna edilirler bir düğmeye basma” tehdidiyle dünyayı avuçlarının içinde ve itiraf ederler: “Atom bombası sırlarını Sovyetlere tutabilme gücünü kaybetmişti. veren komplocuların başı Julius ve Ethel Rosenberg”dir. kasım 2016 | sayı: 4 Amerika’nın her köşesinde bombanın bilgilerini SSCB’ye aktaran casus aranmaya başlandı. Aynı yıllarda “Soğuk Savaş” başlıyordu. Komünizm fobisi bir virüs gibi yayılıyordu. 1950’de başlayan Kore Savaşı, komünizme karşı bir haçlı seferiydi. Ama savaş bir yanıyla da ABD’de savaş karşıtı muhalefetin güçlenmesine yol açıyordu. Savaş karşıtlarını bastıracak bir politika belirlemek gerekiyordu, ilk adım, tarihe “komünist avcısı” olarak geçen Senatör Joseph McCarthy’nin “Güvenliği Tehdit Eden 57 Milyon 205 Bin 81 Kişiyi Tespit Ettim” açıklamasıyla atıldı. Ardından, sendikalarda, üniversitelerde, sinema ve tiyatro endüstrisinde “komünistleri” ortaya çıkartmak için geniş çaplı soruşturmalar açıldı. Soruşturmalarda suçlu bulunanlar kara listeye alındı. Onları bekleyen işsizlik ve sosyal tecritti. Atom bombası bilgilerinin çalınması olayı McCarthy’ci hükümet için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirildi. “Hayatı, Sovyet Rusya’ya karşı savaşla” özdeşleşen anlayış, düşmanını belirlemişti. Hedef sosyalistlerdi. Rosenbergler Tutuklanıyor: Julius ve Ethel hızla bir karabasanın içine sürükleniyordu. Julius 17 Temmuz 1950’de tutuklandı. Hemen ardından eşi için basın açıklaması yapan Ethel hedef tahtasına oturtuldu. 11 Ağustos 1950’de, yüz bin dolar kefalet karşılığında serbest bırakılmak üzere tutuklandı. Julius ve EthelRosenberg’i, komünizme sempati duyan yüz binlerce insandan ayıran, “atom bombası casusluğu yaptıkları” iddiasıyla yargılanmalarına neden olan kimi özellikleri vardı. Julius, teknik bilimlere hâkim bir 29 sayfa adalet ve direniş 30 sayfa mühendisti. Davanın kilit ismi, Ethel’in kardeşi David Greenglass, 1944-1945 yılları arasında, Manhatton Projesi olarak bilinen atom bombası projesinin geliştirildiği Los Alamos’ta askerlik yapıyordu. Terhis olurken uranyum ve bir takım teknik araçları çalarken yakalanmıştı. Greenglass, ortaya çıkan iki ifade sonucu tutuklandı. Manhatton Projesi’nde çalışan bir bilim adamı KlausFuchs, atom bombası bilgilerini Raymond adıyla bildiği bir Rus ajanına verdiğini (1950 fiubatı’nda) itiraf etti. Üç ay sonra, Raymond’un kimyager Harry Gold olduğu belirlendi. Tutuklanan Gold, belgeleri aldığı kişinin ismini bilmediğini, ancak karısının adının Ruth “olabileceğini” polis ifadesinde belirtti. Greenglass’a bu açıklamayla ulaşıldı. Greenglass verdiği ilk ifadede Julius Rosenberg’i suç ortağı olarak gösterdi. Rosenbergler’in ilk mahkemesi 6 Mart 1951’de yapıldı. Hâkim IrvingKaufmann’ın baş- kanlık ettiği yargılama süreci bir komploya dönüştü. Ethel’in kardeşi Greenglass, mahkemede, Julius’un atom bombası bilgilerini almak üzere Gold’u gönderdiğini söyledi. Karısı Ruth’la paralel ifade veren Greenglass, EthelRosenberg’in de Ruslarla yapılan bağlantıları kaleme aldığını öne sürdü. Rosenbergler’in avukatı EmmanuelBloch, Greenglass’in cezaevinde kaldığı sürece, özel bir yerde tutularak, Rosenbergler aleyhine ifade hazırladığını iddia eder. Casusluk davasının bir başka sanığı Harry Gold, ilk ifadesini değiştirerek Rosenbergler’i zan altında bırakacak açıklamalarda bulunur. 50 Yıl Sonra itiraf 50 yıl sonra Rosenbergler davasının baş tanığı Ethel’in kardeşi David Greenglass, yalan ifade verdiğini, New York Times Gazetesi’nin editörlerinden Sam Roberts’ın “TheBrother” adlı yeni kitabında ve CBS Televizyonu’nun 6 Aralık 2001 tarihinde yayınlanan “60 Dakika” programında itiraf etti. Karısı Ruth ile birlikte mahkum edilmekten korktuğunu, daha sonra McCarthy’nin yardımcısı olan savcı RoyCohn’un yalan söylemesi için kendisini cesaretlendirdiğini anlatan Greenglass, davanın zaman zaman aklına geldiğini, o zaman da karısının “Bak, biz hala hayattayız” dediğini anlattı. Greenglass, Rosenbergler’in ölümünden sorumlu olup olmadığı sorusuna da “evet” cevabını verdi. gelindi. Rosenbergler’in gösterdiği hiçbir delil incelenmedi, hiçbir tanık dinlenmek için mahkemeye çağırılmadı. Tanık ifadelerindeki aleni yalanların üzerine gidilmedi. Antikomünist propagandanın yargıçlar aracı- lığıyla yürütüldüğü duruşmalar 14 gün sürdü. Sürekli antikomünist mücadeleye vurgu yapan mahkeme Rosenbergler’i ölüm cezasına çarptırdı. Verilen kararın adaletsizliği, davayı takip eden dünya kamuoyunda ve ABD’de büyük yankı uyandırdı. Uluslararası düzeyde yürütülen kampanyayla, Rosenbergler’in “yasal” linci engellenmeye çalışıldı ama cinayete odaklanmış mahkeme çemberi kırılamadı. Yine de, muhalefetin gücü karşısında hükü- met siyasi manevralar yapmak zorunda kaldı. Hapishaneler müdürü James Bennett’i Ethel’le görüşmeye yolladı. Bennett, “işbirliğine yanaşmaları ve suçlamaları kabul etmeleri durumunda idam kararının yeniden gözden geçirileceğini” iletti. Ancak Ethel, dava boyunca Hakkım Olan Adaleti İstiyorum: Rosenbergler komünist takındıkları tutumdan ve suçsuz olduklarını söylemekten kimliklerine her defasında sahip çıkarak, suçlamaları vazgeçmedi. Bennett’e şu sözlerle karşılık verdi: “Elektrikli şiddetle reddettiler. Duruşmalarda gerçekler görmezlikten sandalyeden korkmuyorum. Bir yurttaş olarak hakkım olan Ethel’in kardeşi David Greenglass’tan geldi. Greenglass idama yol açan ifadesinin yalan olduğunu itiraf etti. Her iki sosyalist de asılır, aradan elli yıl geçer ve ikna edilen ve itirafçı yapılan kardeş konuşur: “Kullanıldım, artık vicdanımın kaldırmıyor bunu. Bunu yapmazsam İnfaz günü olarak belirlenen 18 Haziran 1953’te hapishanede çürüteceklerdi beni” der. Bir kardeş, bir Rosenbergler’e son teklif götürüldü. Sabaha kadar itirafçı ve bir kişiliksiz pişman. Washington’a telefon açarak affedilmelerini isterlerse çocuklarına kavuşacaklardı. Çocukları Robby 6, Michael Aradan yarım yüzyıl geçtiği halde ne yöntemler ne ise 10 yaşındaydı ve Amerikan faşizmi Rosenbergler’i gerekçe değişmemiştir egemenler için. Melih Cevdet en hassas yerlerinden vurmak istiyor, onları ölümle Anday Türkiye’den ses verir bukomploya ve çağrı yapar yaşam arasında tercih yaptırarak, itaate zorluyordu. halka,Rosenbergler’e sahip çıkılmasıiçin… Rosenbergler’in tavrı bir anne ve babanın vakurluğunda ve bir militanın kararlığındaydı: “Ya suçsuzluğumuza inanan Rahat döşeklerinizde yatıyorsunuz, bakın döşeğin onca insan, onlar da bizim çocuklarımız değil mi? Onlara utandığını göreceksiniz’ der bunun öfkesini içinde ihanet etmeyeceğiz.” Ve Washington’a telefon edilmedi. duyumsamayanlara… Rosenbergler 19 Haziran 1953’te, evlilik yıldönümlerinde ‘Bir çift güvercin havalansa Sing Sing Hapishanesi’nde elektrikli sandalyede idam Yanık yanık koksa karanfil edildiler. 1966’da yani aradan on üç yıl geçtikten sonra, değil bu anılacak şey değil atom bombasının mimarı Philip Morrison, Rosenbergler davasında “mahkemeye sunulan ‘bomba nasıl yapılır’ apansız geliyor aklıma planının, çok kötü bir karikatür olduğu ve bu taslağın ele Sevdiğim çiçek adları gibi vereceği tek sırrın, sadece böyle bir bombanın yapılabilir sevdiğim sokak adları gibi OLDU⁄U” şeklinde açıklama yaptı. Bu da zaten Hiroşima’da 1945 yılında kanıtlanmıştı. Yani bilirkişiler, mahkeme, sevdiklerimin adları gibi herkes yalan söyledi. Evet bir plan vardı ama bu sadece bir adınız geliyor aklıma. atom bombasının nasıl yapılacağını anlatıyordu ve zaten Rahat döşeklerin utanması bundan 1945’den beri biliniyordu, yeni bir şey yoktu. Çok daha sarsıcı bir açıklama yaklaşık 50 yıl sonra 2001 yılında apansız geliyorsunuz aklıma’ kasım 2016 | sayı: 4 adaleti istiyorum. Adalet istemekte ısrarlı olacağım. Adalet istemek yerine aşağılık bir pazarlığı, küçülmeyi kabul ederek, gittikçe daha sık uygulanır hale gelen antidemokratik, polis devleti yöntemlerine de ortak olmayacağız...” 31 sayfa adalet ve direniş Halkın Ekmeği Bilin: Halkın ekmeğidir adalet. bakarsınız bol olur bu ekmek, bakarsınız kıt, bakarsınız doyum olmaz tadına, bakarsınız berbat. Azaldı mı ekmek,başlar açlık, bozuldumu tadı,başlar hoşnutsuzluk boy atmaya. Bozuk adalet yeter artık! Acemi ellerle yuğurulan,iyi pişirilmemiş adalet yeter! Yeter katıksız,kara kabuklu adalet! Dura dura bayatlayan adalet yeter! Bolsa insanın önünde ekmek,lezzetliyse, gözler öbür yiyeceklere yumulsada olur. Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire... Bilirsiniz,nasıl bolluk doğurur ekmek: Adaletin ekmeğiyle beslene beslene. Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl, adalet de gerekli her gün, hem o,günde bir çok kez gerekli. Sabahtan akşama dek,iş yerinde,eğlencede, hele çalışırken canla başla, kederliyken, sevinçliyken, halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe, günlük, has ekmeğine adaletin. madem adaletin ekmeği bu kadar önemli, onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin? Öteki ekmeği kim pişiren? Adaletin ekmeğini de kendisi pişirmeli halkın, gündelik ekmek gibi. Bol,pişkin,verimli. Bertolt Brecht 32 sayfa alabildiğine uzanan otobüs kuyrukları süslüyor iş çıkışlarımızı... kasım 2016 | sayı: 4 Plazaların aralarından doğuyor artık güneş kalabalıklaştıkça yalnızlaşıyoruz.. aklıma geliyor otobüs camına çarpıp duran başım; bu dünyada hep aynı insanlar öldürülüyor... Av. Aydın Sunelcan 33 sayfa