T.C SAĞLIK BAKANLIĞI İSTANBUL EĞİTİM ve ARAŞTIRMA HASTANESİ 2. DAHİLİYE KLİNİĞİ Şef Dr. Mecdi Ergüney ANEMİSİ OLAN AKUT KORONER SENDROMLU HASTALARDA HOSPİTALİZASYON DÖNEMİNDE MORTALİTE UZMANLIK TEZİ Dr. Rahşan APAYDIN GÜL İSTANBUL, 2008 TEŞEKKÜR İç hastalıkları ihtisasım boyunca bilgi, beceri ve tecrübelerinden yararlandığım desteğ ve hoşgörüsü ile her zaman yanımda olan 2. Dahiliye Servisi Klinik Şefi değerli hocam sayın Dr. Mecdi Ergüney ‘e, Bilgi ve deneyimlerini bizlerle paylaşan 5. Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr. Esma Altunoğlu’na, 4. Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr. Füsun Erdenen’e, 1. Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr. Cüneyt Müderrisoğlu’na, 6. Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr. Fettah Sametoğlu’na , sayın Dr. Burhan Bedir’ e, Asistanlığım süresince bilgi ve deneyimini bizlerle paylaşan şef muavinimiz sayın Dr.Mehmet Emin Pişkinpaşa’ ya, Bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım uzmanlarım, Dr. Doğan Orhan, Dr. Mehmet Yılmaz, Dr. Nesrin Ünalan, Dr. Metin Telli, Dr. Nafiz Karagözoğlu, Dr. Ender Ülgen’ e, Kısa sürelide olsa birlikte çalışma fırsatı bulduğum kardiyoloji uzmanımız Dr. Selen Yurdakul’ a, Her zaman bilgi ve tecrübelerini paylaşmaya hazır olan nefroloji uzmanlarımız Dr. Mine Besler ve Dr. Sinan Trablus’ a, hematoloji uzmanımız Dr. Güven Çetin' e Rotasyonlarım süresince yetişmemde katkıları olan Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksyon Hastalıkları Kliniği Şefi sayın Dr.Muzaffer Fincancı, Biyokimya Klinik Şefi sayın Dr.Güvenç Güvenen, Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi 8. Klinik Şefi sayın Doç. Dr. Esin Tuncay, Koşuyolu Eğitim ve Araştırma Klinik Şefi sayın Prof. Dr. Cevat Kırma ‘ya, i Hastanesi 6. Hastanemize ve eğitimimize sağladığı olanaklar nedeniyle başhekimimiz sayın Dr. Özgür Yiğit’e Asistanlık eğitimim süresince birlikte çalıştığım tüm asistan arkadaşlarıma, Yetişmemde büyük katkıları olan sevgili aileme, asistanlığım süresince sabır ve özveri gösteren her zaman desteğini ve sevgisini hissettiğim sevgili eşim Dr. Özer Gül ve sevgili kızım Doğa Gül’ e, İçten teşekkürlerimi sunarım. Dr. Rahşan APAYDIN GÜL İstanbul, 2008 ii İÇİNDEKİLER GİRİŞ………………………………………………………………………… 1 GENEL BİLGİLER…………………………………………………………. 2 1.ANEMİLERE GENEL YAKLAŞIM………………………………….. 2 Fizyopatoloji…………………………………………………….......... 5 Bulgular ……………………………………………………………… 6 Anemilerin sınıflandırılması……………………………………....... 8 2. AKUT KORONER SENDROMLAR …………………………….. 11 Kararsız angina pektoris (Unstable angina pectoris)…………. 16 Akut ani iskemik ölüm…………………………………………… 22 Akut myokard enfarktüsü………………………………………… 23 MATERYAL- METOD…………………………………………………… 43 BULGULAR………………………………………………………………. 45 TARTIŞMA……………………………………………………………….. 54 SONUÇ………………………………………………………………...... 57 ÖZET …………………………………………………………………….. 58 ABSTRACT……………………………………………………………… 59 KAYNAKÇA …………………………………………………………….. 60 iii TABLOLAR 9 Tablo 1 : Normal Eritrosit değerleri 9 Tablo 2 : MI lokalizasyonuna göre EKG bulguları 9 Tablo 3: Hastaların karekteristikleri 9 Tablo 4: Hastaların cinsiyete göre dağılımı ve exitus sayıları. 9 Tablo 5: Cinsiyete göre mortalite oranları 9 Tablo 6: Anemisi olan ve olmayan hastaların sayısal dağılımını ve exitus olan hastaların sayısal dağılımı 9 Tablo 7: Anemisi olan olgularda ölüm oranı %8,8 iken anemik olmayan olgularda ölüm oranı 9 Tablo 8: Hastaların tanılarına göre ölüm oranları 9 Tablo 9: Çalışmada yer alan hastaların yaşa göre dağılımını 9 Tablo 10: Yaşayan ve ölen olguların yaş ve hemoglobin düzeylerinin ortalamasını 9 Tablo 11: Yaşayan ve ölen olguların yaş ortalaması 9 Tablo 12: Yaşayan ve ölen olguların Hb düzeyi ortalaması iv GİRİŞ Kardiyovasküler hastalıklara bağlı ölümler halen kuzey Amerika ve Avrupa’da en sık ölüm sebebidir. Anemi, akut koroner sendrom spektrumunda yer alan hastalarda istenmeyen kardiovasküler olayların ortaya çıkmasında önemli ve bağımsız bir risk faktörüdür.aneminin akut MI ve diğer koroner sendromlarda myokardiyal iskemiyi arttırma potansiyeli vardır. Bunu myokardiuma sağlanan kanın içeriğindeki oksijeni azaltarak yada yeterli sistemik oksijen dağıtımını koruyacak daha yüksek kardiyak debiye gereksinim duyurma yoluyla myokardiyal oksijen talebini arttırarak yapar. Hayvan modellerinde belirgin koroner arter stenozu durumlarında yüksek hemoglobin konsantrasyonları iskemiyi engeller. İnsan çalışmalarında, anemi kalp yetersizliği olan ve PTCA geçirmiş hastalarda istenmeyen kardiyovasküler yan etkiler için bağımsız bir risk faktörü olarak gösterilmiştir. Bugüne kadar çok az çalışma anemiyi özellikle akut koroner sendromlu hastalarda incelemiştir. Bu çalışmadaki amaç; akut koroner sendromlu hastalardan anemisi olanlarin hospitalizasyon donemindeki hastalarla kıyaslanmasıdır. 1 mortalitesinin, anemisi olmayan GENEL BİLGİLER 1. ANEMİLERE GENEL YAKLAŞIM Anemi, dolaşımdaki eritrosit kitlesinin veya kanın hemoglobin içeriğinin normal kabul edilen değerlerin altında olması durumudur. hemoglobinin 13, 5 gr/dl, hematokritin %40’ ın altında, Erkeklerde kadınlarda ise hemoglobinin 12 gr/dl, hematokritin %37’ nin altında olması söz konusudur. Anemi, bir hastalık olmayıp sadece bir bulgudur. Anemi tespit edilen her hastada etiyoloji araştırılmalıdır (1,2). Hemoglobin ve hematokrit değerleri cins ve yaşla değiştiği gibi, diürnal varyasyon gösterir. Aynı kişide sabah en yüksek değerler elde edilirken akşam saatlerinde en düşük değerler bulunur. Bu diurnal varyasyon nadiren 1 gr/dl’ yi aşar. Bu günlük değişimlerin nedeni, muhtemelen plazma volümündeki flüktüasyonlardır. Anemik bir hastanın ve tedaviye verdiği cevabın değerlendirilmesi yapılırken, hemoglobindeki diürnal ve günlük değişimler dikkate alınmalıdır (3). Anemi tanısında kullanılan parametreler şunlardır: ¾ Ortalama eritrosit hacmi(OEH): eritrositlerin volüm ortalamasını gösterir. Hematokrit/eritrosit sayısı(litrede) formülü 10¹³ ile çarpılarak hesaplanır ve femtolitre ile ifade edilir. ¾ Ortalama eritrosit hemoglobini(OEHb): Her bir eritrositteki hemoglobinin ortalama ağırlığıdır. Hücrenin büyüklüğü ve ayrıca 2 hemoglobin miktarından da etkilenir. Pratikte Hb(gr/dl)/eritrosit sayısı(litrede) formülü 10¹³ ile çarpılarak hesaplanır ve pikogram (pg) ile ifade edilir. ¾ Ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu(OEHK): Eritrosit içerisindeki hemoglobinin ortalama konsantrasyonunu ifade eder. Hemoglobin değerinin hematokrite bölünmesi ile elde edilir. ¾ Eritrosit volüm dağılımı(RDW): Son yıllarda tariflenmiş olup bir eritrosit indeksidir. Eritrosit büyüklüklerinin birbirinden farklı oluşu ile ilgili elektronik sayıcılardan elde edilen bir rakam olup, eritrosit anizositozunu gösterir. 3 Tablo 1:Normal eritrosit değerleri Ölçüm Birim Normal Aralık Hemoglobin g/dl Erkek: 13.5 – 17.5 Kadın: 12.0 – 16.0 Hematokrit % Erkek: 40 - 52 Kadın: 36 - 48 Eritrosit miktarı x106 Erkek: 4.5 - 6.0 Kadın: 4.0 - 5.4 Ortalama eritrosit hacmi(MCV) fl 81-99 Ortalama eritrosit hemoglobini(MCH) pg 30-34 Ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu(MCHC) g/dl 30-36 Eritrosit çapı dağılım genişliği(RDW) % 12-14 Retikülosit sayısı sayı/ml 40000-100000 Retikülosit yüzdesi % 0.5-1.5 4 Retikülosit Sayısı: Taşıdıkları RNA artıkları, supravital boya olan yeni metilen mavisi ile boyanırlar ve bu şekilde sayılabilirler. Retikülosit sayısı genellikle eritrositlerin yüzdesi olarak oranla ifade edilir. Normalde %0,5- 2 olarak sayılırlar. Artmış değerler kemik iliğinin eritropoetinle uyarılmış olduğunu gösterir. Retikülosit yüzdesi, eritrosit sayısındaki artmadan olduğu kadar eritrosit sayısındaki azalmadan da etkilenir. Bu nedenle retikülosit oranını anemiye göre düzeltmek gerekir. Düzeltilmiş retikülosit oranı= retikülosit yüzdesi x hastanın hematokrit değeri / normal hematokrit (Hct). Anemili bir hastada retikülosit sayısı artmışsa, kanama ya da ilik dışında bir hemoliz söz konusudur. Demir tedavisi, B12 vitamin tedavisi ve folik asit tedavilerinden sonra da geçici bir retikülosit sayısı artışı saptanır (7). 1.1. FİZYOPATOLOJİ Kan, oksijenden başka, dokulardan akciğerlere karbondioksidi taşımakta ve nitrik oksidin tüm vücutta dağılımına yardım etmektedir. Anemik hastalarda bu iki gazın taşınması eritrosit sayısından etkilenmemekte ve normal kalmaktadır. Kanın oksijen taşıma kapasitesindeki azalma ise doku hipoksisine yol açmakta ve bazı düzenleyici mekanizmaları harekete geçirmektedir(1). Kanın oksijen taşıma kapasitesindeki azalmayı takiben, vücutta mevcut hemoglobinin en etkili bir şekilde kullanılabilmesi için bazı kompansatuvar mekanizmalar ortaya çıkar. Bunlar, ilk önce eritrositlerde sonra dolaşım sisteminde görülür. Bu mekanizmalar şöyle sıralanabilir; a-) Eritrositlerden dokulara verilen oksijenin artması: Her hemoglobin ünitesinin dokulara daha fazla oksijen vermesi ile sağlanır. Buradaki esas olay, eritrosit 2,3 5 difosfogliserat’ın artması ve Hb’le birleşmesi olup, bunun neticesinde de hemoglobinin oksijene olan afinitesinin azalmasıdır. b-) Kardiak output un artması: Kalbin stroke volümünün ve bir dereceye kadar kalp atım sayısının artması ile sağlanır. c-) Total kan volümünün idame edilmesi: Yeterli sirkülasyonun sürdürülebilmesi için plazma volümü arttırılarak, total kan hacmi normal veya normale yakın tutulmaya çalışılır. Akut kan kaybını takiben, mayi, doku aralıklarından hızla kan dolaşıma geçerek, total kan volümü normal sınırlarda tutulmaya çalışılır. Kronik anemilerde ise volüm ayarlanması sürekli olarak sağlanmakta olup kan volümü normal veya normale yakındır. d-) Kan akışının yeniden düzenlenmesi: Oksijene gereksinimi az olan dokulardan, oksijene gereksinimi fazla olan dokulara kan akımının arttırılması sağlanarak yapılır. Böylece deride kan akımı azalırken beyinde ve kas dokusunda kan akımı artar(4). 1.2. BULGULAR Cilt bulguları; Aneminin en göze çarpan bulgusu solukluktur. Solukluk ciltte gözükmekle birlikte, ağız içi mukozasında, konjonktivalarda, tırnak yatağında ve avuç içinde de gözükmektedir. Avuç içindeki çizgilerin kırmızı renginin kaybolması, hemoglobin miktarı hakkında kabaca bilgi verir.Hemoglobin miktarı 7-8 g/dL altında olduğunda el ayası çizgilerinin kırmızı rengi kaybolur. Deri renginin, anemi haricinde başka faktörlere bağlı olarak da değişebileceği unutulmamalıdır. 6 Cilt rengini etkileyen faktörler: -Dermis tabakasının arteriyol miktarı, -Arteriyollerin dilatasyon ve kontraksiyon durumu, -Kapiller içindeki kan miktarı, -Total hemoglobin miktarı, -Deri altı dokusunun niteliği ve içerdiği sıvı miktarı, -Cildin pigment miktarı, -Epidermisde ekzojen madde birikimi, Demir eksikliği anemisi olan şahısların tırnaklarında incelme, kırılma, düzleşme sık karşılaşılan bulgulardır. Demir eksikliği anemisinde kaşık tırnak oluşumu (koilonychia) zamanımızda pek görülmemektedir. Demir eksikliği anemisinde saçlarda seyrekleşme ve dökülme, cilt kırışıklığında artma, dudak kenarlarında çatlaklar oluşabilmektedir(5). Dolaşım ve solunum bulguları; Anemilerde kardiyovasküler bulgular, hipoksinin miyokarda etkisine, anemi öncesinde miyokardın kompansasyon kapasitesine ve yüksek kalp debisi durumuna bağlıdır. Bunlara bağlı olarak taşikardi, üfürümler, tansiyon arteryel değişiklikleri, nabız değişikliği, EKG değişiklikleri saptanabilir. Yaşlı şahıslarda kardiyak adaptasyonun yeterli olmamasına bağlı olarak angina pektoris, miyokard infarktüsü, konjestif kalp yetersizliği gelişebilir ve bunlara bağlı olarak semtom ve bulgular ortaya çıkabilir. Solunum sistemi bulguları, sıklıkla efor kapasitesinde azalma, dispne ve taşipnedir(2). 7 Sindirim sistemi bulguları; Anemili şahıslarda, iştahsızlık, bulantı, şişkinlik hissi, dispeptik yakınmalar saptanmakla birlikte, bu semptomlar genellikle anemiyi oluşturan hastalığa bağlıdır. Disfaji, demir eksikliği anemisinin bir komponenti olabilir (PlummerWilson sendromu). Ağız mukozası soluktur. Glossit, dil papillalarında atrofi, megaloblastik anemi veya demir eksikliği anemisinin bir bulgusudur. Diş eti hipertrofisi, ağız mukozasında infeksiyöz odaklar, hepatosplenomegali ve diğer bulgular nedensel hastalığa ait bulgular olarak saptanabilir(2). Santral sinir bulgular; Baş ağrısı, baş dönmesi, gözlerinin önünde sinek uçuşması, kulak çınlaması ve kulaklarda basınç artışı hissi, bayılma, konsantrasyon yeteneğinin azalması, uykuya meyil anemili şahıslarda sık rastlanan bulgulardır(2). 1.3. ANEMİLERİN SINIFLANDIRILMASI Anemiler başlıca 2 şekilde sınıflandırılabilirler: 1- Morfolojik sınıflandırma 2- Etiyolojik sınflandırma Morfolojik sınıflandırma: Morfolojik olarak sınıflandırmada anemiler; a) Normokrom normositer anemiler b) Hipokrom mikrositer anemiler c) Makrositer anemiler 8 Morfolojik sınıflandırmanın yapılabilmasi için Hb, Hct, eritrosit indekslerinden faydalanılır. Eritrosit indeksleri olarak ifade edilen; ortalama eritrosit hacmi(OEH, MCV: Mean corpusculer volüm), ortalama eritrosit hemoglobini(OEHb, MCH: Mean corpusculer hemoglobin), ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu (OEHb, MCHC: Mean corpusculer concantration) değerleri bulunarak aneminin morfolojik sınıflandırılması yapılır(6). a) Normokrom normositer anemiler Eritrosit indeksleri normal sınırlar içerisinde olan anemilerdir. Bu grup içerisinde aşağıdaki nedenler veya hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan anemiler bulunur. • Posthemorajik anemi • Talasemi haricindeki hemolitik anemiler • Endokrin hastalık anemisi (hipotiroidizm, hipertiroidizm, panhipopituitarizm, Addison hastalığı) • Böbrek hastalığı anemisi • Karaciğer hastalığı anemisi • Kronik hastalık anemisi • Erken dönem demir eksikliği anemisi • Maskelenmiş megaloblastik anemi • Kemik iliği infiltrasyonuna bağlı anemi (Lösemi, miyelofibroz, solid organ metastazı) • Kemik iliği yetmezliği hastalıkları (Aplastik anemi, miyelodisplastik sendromlar) Posthemorajik anemi ve hemolitik anemiler retikülositozla birlikte olduğu halde diğerlerinde retikülositoz yoktur. 9 b-) Hipokrom mikrositer anemi Hipokrom mikrositer anemilerde, OEH (MCV) 80 femtolitre’nin, OEHb’i 27 pikogram’ın ve OEHbK’nu %32’nin altındadır. Hipokrom mikrositer anemi yapan anemiler şunlardır; • Demir eksikliği anemisi • Talasemiler • Hemoglobinopatiler • Kronik hastalık anemisi • Kombine anemi • Sideroblastik anemiler • Kurşun zehirlenmesi c-) Makrositer anemiler OEH (MCV) 95 femtolitre’nin üzerinde olan anemilerdir. Makrositer anemiler, megaloblastik ve non-megaloblastik anemiler şeklinde 2 gruba ayrılır. *Megaloblastik anemi yapan nedenler: B12 vitamini ve folik asit eksikliğine bağlı olan anemiler (6). *Nonmegaloblastik anemiler: Seyrek olarak bazen megaloblastik anemi olmadan da makrositoz oluşabilir. Bu gibi durumlarda Folik asit ve kobalamin eksikliği olmadığı gibi bunların tedavisi ile de fayda sağlanamaz. Kemik iliğinde megaloblastik hematopoezden ziyade normoblastik hematopoez söz konusudur. Oluşum mekanizması net olarak bilinmese de eritrosit membranında lipid birikmesi veya hücrelerin maturasyon zamanında değişkenliklerin rol oynadığı düşünülmektedir. 10 Megaloblastik anemi olmadan makrositoz yapan nedenler şunlardır; Alkol, karaciğer hastalığı, miksödem, retikülositoz, aplastik anemi, gebelik, sitotoksik ilaçlar, miyelodisplastik sendromlar, multipl miyelom... B12 vitamini ve folik asit eksikliği olmadan oluşan diğer makrositik anemilerin ayırıcı tanısı; hastanın kliniği, megaloblastik anemilerin periferik kan ve kemik iliği bulguları ve vitamin eksikliğinin olmaması ile kolaylıkla yapılır. Tedavisi ise nedene yöneliktir(8). 2. AKUT KORONER SENDROMLAR (AKS) Son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanılan “ Akut Koroner Sendrom” tanımı, unstable angina pektoris, Q dalgalı ve Q dalgasız akut miyokard enfarktüsü ve ani iskemik ölümü kapsamaktadır (9). Akut miyokard infarktüsü (AMI), uzamış iskemi sonucu meydana gelen irreverzibl kalp kası nekrozudur (9). Q dalgalı ve Q dalgasız olmak üzere ikiye ayrılır. Q dalgasız MI çoğu kez unstable angina pektoris (USAP) ile karışır. Ağrının uzun sürmesi, kardiyak markerlerin ( örn; troponin, CK-MB) yükselmesi ile bu durumdan ayrılabilir. MI’nün >%85’i, aterosklerozla daralmış bir koroner arteri tıkayan akut trombüs ile oluşur (9). Akut koroner sendromlar aterosklerotik lezyonun erken evrelerinde plağın fibröz kapsülünün yırtılması sonucu ortaya çıkar. Plak yırtılması ile plağın trombojenik içeriği trombositleri ve koagülasyon sistemini aktive ederek hasarlı yüzeyde hipertrombojeniteye neden olur. Sonuçta lümen içinde trombüs gelişir. İntrakoroner trombüs saptanan hastaların % 75’inde plak 11 yırtılması saptanmış olup bunların % 25’i klinik olarak sessiz kaldığı saptanmıştır (10,11,12) . Aterosklerozun öncü lezyonları; yağ izleri (fatty streak) ve fibröz plaktır. Yağ izleri aterosklerozun en erken görülen bulgusudur. İleri derecede yağ izleri, arterin en iç tabakası üstünde sarı renkli bölgeler olarak görülür. Bunlar 1 mm’den küçük çaplı nokta şekillerinden 1- 2 mm genişliğinde ve 1 cm kadar uzunluğunda lezyonlara kadar değişir. Fibröz plak, aterosklerozun en önemli patolojik lezyonudur ve hastalıkta görülen klinik bulguların da kaynağıdır. Yağ izleri genellikle koroner arterler ve diğer damarlarda yerleşir. Bununla birlikte, yağ izleri arteriyel damarlarda yaygın plak gelişmeyen bölgelerde bile oluşabilir. Fibröz plaklar soluk, gri ve kabarık lezyonlardır. Zamanla arteriyal lümen içine doğru büyüyerek kan akımını azaltabilirler. Mikroskobik olarak büyük miktarda düz kas hücreleri, makrofajlar, T lenfositleri bulunur. Bu evrede medyadan intimaya çekilen düz kas hücreleri bir fibröz başlık oluşturacak şekilde dizilirler. Fibröz başlığın görevi lümendeki kan ile lezyonun merkezindeki aterojenil lipid çekirdeği birbirinden ayırmaktır. Bir plakta fibröz başlığı onarma yeteneği bir tek düz kas hücrelerinde vardır (13,14). Fibröz başlıkta düz kas hücrelerinin yanında kollajen fibrilleri, elastin, proteoglikanlar ve glikozaminoglikanlar bulunur (15). Fibröz başlığın hacminin bütün plağın hacmine oranı, ya da daha basit bir deyişle kalınlığı, oluşacak klinik durumları belirlemede en önde gelen etmendir (16). Aterosklerotik plaklar, damar lümeninde pıhtı oluşumunu başlattıkları ve kan akımını kesintiye uğrattıkları zaman yaşamı tehdit ederler. Bu iki yolla olabilir. Fibröz şapka rüptürü (şapkanın trombojenik ekstraselüler matriksinin ve doku faktöründen zengin lipid çekirdeğinin dolaşan kanla teması) veya daha az 12 sık olarak fibröz şapkayı kaplayan endotel hücrelerinde erozyon (trombositten zengin trombüs oluşumuna yol açar) olabilir. Endotelyal erozyon, akut koroner sendromların yaklaşık olarak % 30’undan sorumludur ve özellikle kadınlarda sık görülür(17). Plak yırtılmasının iki formu da, her zaman lokal trombosit birikimine ve aktivasyonuna yol açar. Bu durum, pıhtılaşma kaskadının tetiklenmesine, trombüs oluşumuna ve yaygın olduğunda tam damar tıkanıklığına neden olur. Plağın yapısı ve oluşturdukları klinik tablo arasındaki ilişki 9 Kararlı(stable ) Plak: Bir aterom plağının kararlı diye nitelendirilmesi komplike olma riskinin düşük olduğunu anlatır. Bir plağı kararlı kılan yapısal özellikler şunlardır: 1) Fibröz başlığın kalınlığı: Fibröz başlığın kalınlığı plağın her bölgesinde eşit düzeydedir. Bu özellik plağa mekanik travmalara karşı direnme yeteneği kazandırır. Plaktaki çevresel gerilme stresini azaltır(18,19). 2) Fibröz başlık düz kas hücresi ve kollajen bakımından zengindir(19) 3) Lipid çekirdek plağın toplam hacminin % 40’ından azdır. 4) Lezyondaki inflamasyon( makrofaj ve T lenfosit ) hücrelerinin sayısı azdır (13,19) Bu özellikleri taşıyan bir aterom plağı lümende kritik düzeyde daralma yapacak kadar büyürse oluşturacağı klinik tablo kararlı angina pektoristir. Ancak büyüme her zaman lümene doğru olmaz. Duvardaki yeniden biçimlenme( remodelling ) ile damar dış çapını artırır. Bu durumda büyüme dışa doğrudur ve lümeni etkilemez. Hacim olarak büyük bir aterom plağı olsa bile bu şekilde oluşan bir aterom plağını anjiografik olarak tanımak olanaklı olmayabilir(14). 13 Plağa kararlı olma özelliğini veren kalın fibröz başlığın temel elemanı düz kas hücreleridir. Düz kas hücreleri plağın mekanik gücünü artırmakla kalmayıp prolifere olarak ve kollajen salgılayarak yaralanmış plağın onarılmasını da sağlar (15). 9 Kararsız(unstable, vulnarable ) Plak: Kararlı plağın aksine kolay hasar görebilecek bir başka deyişle komplikasyon riski yüksek plaklar kararsız plaklar olarak nitelendirilir. Aşağıda sıralanan özellikler kararsız plağın özellikleri olarak kabul edilirler: 1)Plağın toplam hacminin % 40’ından daha büyük olan lipid çekirdek, 2)Çok sayıdaki inflamasyon hücreleri(makrofaj ve T lenfosit ) (16), 3)Düz kas hücreleri ve kollajen içeriği azalmış ince bir fibröz başlık, 4)Fiböz başlık üzerindeki çevresel duvar stresinde artma(16,20). Kararsız plaklar bütün aterosklerotik plakların %10-20 kadarını oluştururken AKS’ lardan sorumlu olanların %80-90 oranında bunlar olduğuna inanılmaktadır (21). Bir plak komplike olduğu zaman AKS’lara neden olabileceği gibi tamamen sessiz de kalabilir. İleri düzeyde koroner damar daralmasına neden olan lezyonların % 70’inin komplike olup onarılmış lezyonlar olduğu saptanmıştır(22). Karasız plakların yaralanmaya en açık bölgeleri “omuz” bölgeleri diye nitelendirilen, fibröz başlığın damar duvarı ile birleştiği bölgelerdir. İnflamasyon hücreleri en çok bu bölgelerde birikmiştir. Plağı karasız kılan da inflamasyon hücrelerin etkinliği ile düz kas hücrelerinin onarım hızı arasındaki dengedir. İnflamasyon hücreleri çeşitli yollarla fibröz başlıkta yaralanmaya neden olur. Makrofajlar doğrudan doğruya dokundukları düz kas hücrelerinde apoptozisi uyarır(23). 14 Fibröz başlıktaki düz kas hücreleri media tabakasındakilerden farklı olarak yenilenmeye değil yaşlanmaya eğilimli fenotiplerdir. Bu özellikteki düz kas hücrelerinde mitojenik uyarı yenilenmeye değil apoptozise yol açar. Bunun yanında makrofajlar proteolitik enzimler de salgılarlar. Metalloproteinaz (kollejenaz, jelatinaz, stromelizin) denen bu enzimler fibröz başlığın kollajen matriksini parçalarlar(24). Aktive olmuş T lenfositlerden de bir sitokin olan interferon(İNF) gama salgılanır. Bu sitokin hem düz kas hücrelerinin proliferasyonunu hem de bu hücrelerin kollajen üretimini baskılar. Bunların yanında aktive olmuş makrofajlardan salgılanan IFN gama sinerjistik etki göstererek düz kas hücrelerinin ölümüne neden olur(25). Plak yırtılması: Plak yırtılması genellikle aterosklerotik plağın uzun sürede tamamlanan gelişiminin sessiz fazında olmaktadır. Aterosklerotik plağın yırtılması yüzeyel veya derin olabilir. Koroner plaklar sürekli olarak değişik biyomekanik ve hemodinamik kuvvetlerin etkisi altındadır. Teorik olarak bu kuvvetler 3 doğrultuda etki yaparlar: sirkumferensiyal, longitudinal ve radial. Laplace yasasına göre (duvar stresi= p xr /fibröz kapsül kalınlığı) yüksek kan basıncı (özellikle diyastolik ) ile lümen çapının geniş olması, arter duvarındaki gerilimi artırmaktadır(26). Bu fenomen yumuşak aterom üzerindeki fibröz kapsüle radial yönde sıkıştırma ile dayanılmaz bir stres oluşturur(27, 28). Aynı derecedeki gerilme kuvveti hafif darlık yapan plakların fibröz üzerinde yüksek, ciddi darlıklarda ise zayıf çevresel gerilime neden olur (28). Buradan da anlaşılacağı gibi anlamlı darlık yapmayan plaklar daha kolay yırtılmaktadır. Plak içeriğinin kan ile teması sonucu trombüsü oluşturacak olaylar dizisi başlar. Bunlar; 15 1) Trombositlerin adhesyonu 2) Trombosit agregasyonu 3) Koagülasyon mekanizmalarının aktivasyonu 4) Vasokonstriksiyon Endotel hasarı ile başlayan trombosit adhezyonu, agregasyonu ve aktivasyonu ile devam eden süreç, yırtığın derecesi ve bu sırada kanın hiperkoagülabilitesi gibi faktörlere de bağlı olarak, sessiz seyredebileceği gibi kararsız angina pektoris, akut myokard infarktüsü veya akut ölümle de sonlanabilir. Sonuç olarak plak yırtıldıktan sonra oluşan AKS 'ların ciddiyeti oluşan trombüsün miktarı ile yakından ilişkilidir. Damar duvarındaki hasarın ciddiyeti plak içindeki doku faktörü ile diğer trombojenik materyal, kanın hiperkoagülabilitesi ve vazospazm gibi hemodinamik faktörlerin karşılıklı etkileşmesi trombüsün en önemli belirleyicileridir. Plağın medyaya kadar olan derin yırtılmalarında myokard infarktüsü, yüzeyel plak hasarında ise kararsız angina pektoris oluşur(12). 2.1. KARARSIZ ANGİNA PEKTORİS (UNSTABLE ANGİNA PEKTORİSUSAP) Kararsız angina pektoris genel olarak yeni başlayan, istirahat ve düşük eforlarda olan angina(klas III-IV ) ile daha önceden var olan stabil angina pektorisin sıklığı ve şiddetinin artması olarak tanımlanmaktadır. USAP'da plak yırtılması sonucu oluşan trombüs iskemiyle ilişkili arterde ciddi darlığa neden olmaktadır. Darlığın derecesi % 70'den fazla % l00'den azdır(29). Yapılan çalışmalarda USAP'da trombolitik tedaviye başlamadan önceki koroner 16 anjiografilerde olguların yaklaşık % 90'ında iskemiyle ilişkili arter açık bulunmuş, daha sonra uygulanan litik tedavinin ise fazla bir anjiografik yarar sağlamadığı saptanmıştır(30,31). Pıhtının litik tedaviye dirençli olmasının en önemli nedeni fibrin yönünden fakir olmasıdır(32). USAP’da trombüsün litik tedaviye dirençli oluşunun 4 önemli sebebi vardır: l) Trombüsün yaşının belirsiz olması: Plak yırtılması sonucu trombüs yavaş yavaş oluşmaktadır(33). Trombolitik tedaviye başlandığı sırada trombüsün büyük bir bölümü organize durumdadır, 2) İntraluminal trombüsün, intramural trombüs miktanndan az olması, 3) Geçici trombüs oluşumu, 4) Trombosit yönünden zengin, fibrin yönünden fakir trombüs oluşması. USAP’ ta iskeminin mekanizması hiç şüphesiz plak yırtılması ve trombüs oluşumudur. Aşağıdaki faktörler geçici olarak koroner kan akımımn azalmasına neden olurlar: 1) Geçici epizotlar halinde trombosit agregasyonu ve/veya trombüs oluşması ve bunu izleyen endojen lizis ve/veya embolizasyon(34). 2) Aktive trombositlerden salgılanan vasokonstriktör maddeler ile endotelden salgılanan vasodilatörler arasındaki dengesizlik(35). 3) İnflamatuar reaksiyonlar. İnflamasyon USAP’ta patojenik, iskemik ve prognostik önem taşır. Örneğin yükselmiş CRP değerleri USAP’ta kötü prognoz göstergesidir(36). 17 Son olarak myokardın oksijen gereksinimi de USAP’ta iskeminin ortaya çıkmasında önemli rol oynamaktadır. Koroner arterde yeni bir lezyon oluştuğunda myokardın oksijen gereksiniminde az miktarda bir değişiklik bile iskemiye neden olur(37). USAP terimi anginal epizotların sayı, şiddet ve süresinde artışı ifade eder. Düşük seviyeli egzersiz ile veya bazen istirahatte angina gelişir. Son 2 ay içinde gelişen anginaya new onset veya de novo, önceden angina hikayesi bulunanlara ise kreşendo angina denilmektedir. Uzamış angina ( >30 dakika ) durumunda USAP ve non-Q MI kalp enzim değişiklikleri ile ayrılabilir (9). 5 klinik formu vardır: İnisial angina pektoris: Yeni başlamış eforlu angina pektoristir. Angina yakınması 2 ay öncesinde vardır. Genellikle nedeni küçük trombüsler ve bunların süratle organize olması sonucu aterom plağının süratle büyümesidir. Anjiografi çoğu olguda tek damar hastalığım göstermektedir. Progresif veya kreşendo angina: Eforla gelen anginal epizotların süresinin uzaması ve/veya sayısının eskiye oranla artması ile karakterizedir. Angina epizotlarının şekil değiştirmesinden aterom plağının çatlaması sonucu oluşan tam tıkayıcı olmayan trombüs, koroner spazm ve spontan olarak artan oksijen ihtiyacı sorumlu tutulmaktadır. Uzun süren angina(prolonged angina ): 20- 30 dakikadan fazla uzun süren ve nitratlara tam cevap vermeyen angina ile karakterizedir. Myokard enzimlerinin normal kalışı ile AMI’nden ayırdedilir. Tam tıkayıcı olmayan koroner trombüs sorumlu tutulmaktadır. İstirahat anginası: Ağrı istirahatta gelmektedir. 18 Post infarktüs anginası: AMI'nün seyrinde ağrı geçtikten bir süre sonra( 15 gün içinde) yeniden ağrıların başlaması tanıyı koydurur. Nedeni infarktüsü oluşturan trombüsün erimesi ve yeniden oluşmasıdır. Spazmda sorumlu olabilir(38). USAP'lı hastaların çoğu ağrı esnasında EKG değişiklikleri gösteririler. Bunlar; ST seğmenti depresyonu, T dalga yassılaşması veya inversiyonu, nadiren de ST segment elevasyonu şeklinde olabilir. Ağrı esnasında ve sonrasında bir süre LV disfonksiyon bulguları bulunabilir(9). Miyokard enzimleri normal seviyelerdedir(39). Miyokard sintigrafisi perfüzyon defektleri ile % 40- 60 oranında iskemiyi destekleyebilir. Angina esnasında bu test yapılırsa duyarlılığı artar ( % 95) (9). Koroner anjiografi hastaların % 5-10' unda normaldir. Geri kalan 1/3 hastada tek, 1/3' ünde iki, 1/3' ünde üç damar hastalığı saptanmaktadır (40). Braunwald şiddeti, klinik durumu ve tedavi gereksinimine göre USAP'ı 3 gruba ayırmıştır(38): 1) Siddetine göre Klas I: New onset; şiddetli veya kreşendo angina: Son 2 aydan daha kısa sürede, şiddetli veya günde 3 veya daha fazla atak, hafif egzersizle gelişen angina fakat son 2 ayda istirahat ağrısı yok. Klas II: istirahatta angina. ( Subakut): Geçen l ay içinde istirahatta l veya daha fazla angina epizotu var, ancak son 48 saat içinde angina yok. Klas III: İstirahatta angina.( Akut ): Geçen 48 saat içinde istirahatta l veya daha fazla angina epizotu olan hastalar 19 2) Klinik durumuna göre Klas A: Sekonder USAP: Myokard iskemisini artıran ekstrakoroner faktörler vardır. (anemi, hipotansiyon, ateş vb.) Klas B: Primer USAP Klas C: Postinfarktüs angina (AMI’nün ilk 2 haftası içinde) 3) Tedavinin yoğunluğuna göre 1. Tedavi almayan veya minimal tedavi görenlerde gelişen USAP, 2. Kronik stabil angina için standart tedavi( oral beta blokerler, nitratlar ve Ca antagonistleri) alırken oluşan USAP, 3. Maksimum tolere edilebilir dozda üçlü oral tedaviye ve parenteral nitrat tedavisine rağmen gelişen angina komplikasyonlarını önlemek ve USAP' ta tedavinin majör amacı AMİ ve aterosklerotik plağın stabilizasyonunu sağlamaktır. Hastalar mutlaka koroner yoğun bakım ünitelerine yatırılmalıdır, istirahat ve devamlı monitör takibi sağlanmalıdır. Hipoksi, taşikardi, hipertansiyon, kalp yetersizliği, tirotoksikoz gibi faktörler saptanmalı ve düzeltilmelidir. Anksiolitik ilaçlar verilip yumuşak bir diet uygulanmalıdır(41, 42, 43). İlaç tedavisi olarak ilk 24 saatte intravenöz nitrogliserin(10 ugr/dk ) başlanmalı ve ağrı geçinceye kadar doz artırılmalıdır. 24 saatten sonra oral isosorbiddinitrat tedavisine 10- 20 mg dozuna geçilmelidir. B blokerler nabız sayısı 60-70/dk arasında olacak şekilde verilmelidir. Beta bloker verilemeyecek hastalara diltiazem veya verapamil verilebilir. Güçlü bir antiagregan olan aspirinin infarktüs gelişimini ve mortaliteyi azalttığı saptanmıştır. Günde 75- 325 mg, ömür boyu önerilmektedir(44). Aspirini tolere edemeyen hastalarda tiklopidin 2x250 mg veya klopidogrel 1x75 mg kullanılabilir 20 (41, 45). Ayrıca bu iki ADP reseptör antagonisti, stent kullanılan olgularda da tercih edilebilir. Yan etki azlığı, çabuk etki göstermesi ve kan takibi gerektirmediği için klopidogrel öncelikle tercih edilmelidir(46). Tek başına veya ASA ile kombine olarak i.v. heparin, USAP'a eşlik eden iskemik komplikasyonların insidansını önemli derecede azaltmaktadır. Genelde, eğer klinik durum izin verirse bozulmuş plak stabilize olana kadar uzun bir süre (48-96saat) heparin 1000 ü/saat i.v. verilmeye devam edilmelidir. a PTT ‘nin iki misli artacak şekilde takip edilmesi ve trombositopeni önemli sayıda hastada gelişebileceğinden tedavi esnasında platelet sayısının izlenmesi gerekmektedir. Yeni tamamlanmış iki çalışma i.v. heparine alternatif veya ilave olarak ASA ile birlikte glikoprotein IIb / IIIa inhibitörlerinin kullanımının USAP veya nonQ MI olan hastalarda iskemik olayları azaltabileceğini göstermiştir. EPIC ve EPİLOG çalışmalarında balon anjioplasti yapılan USAP ve Q dalgasız MI hastalarında glikoprotein IIb / IIIa antagonistleri ile birlikte mortalitede %35 oranında azalma saptanmıştır(47, 48). USAP'te trombolitik tedavi kullanımının klinik denemelerde mortaliteyi artırıcı etkisi nedeniyle tavsiye edilmemektedir(50). Tıbbi tedavinin etkinliğine vermedikleri de bilinmektedir. rağmen bazı olguların tedaviye yanıt Monreal(aspirin+heparin) çalışmasında nitrat, Beta bloker ve kalsiyum antagonisti tedavisine rağmen refrakter angina oranı % 23 olarak bulunmuş, tedaviye heparin eklendiğinde dahi oran % 9.6 olarak saptanmıştır. Tedaviye yanıtsızlık genellikle ilk 72 saat içinde gelişmektedir(49). Eğer refrakter angina gelişecek olursa MI riski 8 kat artmaktadır(51). 21 Tıbbi tedaviye refrakterlik kriterleri şunlardır : 1)Çok yüksek doz B- bloker, nitrat, kalsiyum kanal antagonisti ve aspirine rağmen ağrının devam etmesi, 2)Hemodinamide bozulma, 3)Maksimum doz antianginal tedavi, aspirin ve heparine rağmen 24 saat içinde ağrının tekrarlaması Bu tür olgularda revaskülarizasyonun semptomları önlemenin yanısıra özellikle sol ventrikül fonksiyonları bozuk olanlar olmak üzere yaşam süresini uzattığı bildirilmiştir(52, 53). Revaskülarizasyon tedavisi olarak PTCA emniyetle ve yüksek primer başarı oranı ile uygulanabilir. Acil PTCA optimal medikal tedaviye rağmen miyokard iskemisi devam eden ve uygun koroner anatomiye sahip olan hastalarda endikedir. CABG ise sol ana koroner arter stenozu, üçlü damar hastalığı ve LV sistolik fonksiyonu azalmış hastalarda seçilen bir revaskülarizasyon tedavisidir(54). 2.2. AKUT ANİ İSKEMİK ÖLÜM AMI ile birlikte görülebileceği gibi anjinaya benzer bir tablo sonrasında da ortaya çıkabilir, iskemik kalp hastalığına bağlı ani ölüm iki nedenle olur: 1. Geçirilmiş MI’a bağlı nedbe dokusu disfonksiyonu/aritmojenik substrate oluşabilir. 22 ile birlikte olan LV 2. İntrakoroner trombüse neden olan akut koroner lezyon. Epikardiyal koroner arterlerin tıkanması veya ileri derecede daralması sonucunda koroner kan akımının duracak noktaya gelerek miyokarda nekroz oluşmasıdır. Ani ölümden kurtulanların en az 1/3'inde AMI’e rastlanmıştır. Yapılan çalışmalarda, ani iskemik ölümde intrakoroner trombüs sıklığı oldukça değişken oranda bildirilmiştir. Bir çalışmada akut arteriyel lezyon %95, yeni oluşmuş intralüminal trombüs ise %74 sıklıkta bulunmuştur. Koroner trombüs, tek damar hastalığı, AMI veya son zamanlarda klinik iskemi hikayesi olanlarda daha sık bulunmuştur(55,56). 2.3. AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜ Miyokard infarktüsü uzamış iskemi sonucu meydana gelen irreversibl kalp kası nekrozudur. Geçen 30 yıl içinde, gerek insidans gerekse de mortalitesinde belirgin düşüş sağlanmış olsa da, günümüzde yine ana ölüm sebeplerinden biridir. Mİ’nün şiddeti miyokard oksijen talebi ile koroner kan sunumu arasındaki dengesizliğin derecesi ve süresi ile yakından ilişkilidir, infarktüsün uzun süreli sonuçları, büyük oranda nekroze olmuş miyokard yaygınlığına bağlıdır. Hastanın semptom ve bulguları uzamış iskemi esnasında gelişen fizyolojik, hücresel ve biyokimyasal değişiklikleri yansıtır. Elektrokardiyografik olarak Q dalgalı ve Q dalgasız MI olmak üzere ikiye ayrılır. Q dalgasız MI çoğu zaman klinik olarak USAP ile karışmaktadır ve ağrının uzun sürmesi, kardiyak markerlann yükselmesi ile bu durumdan ayrılabilir(12, 19, 42, 43, 45). Etyoloji MI’nün %85'den fazlası aterosklerozla daralmış bir koroner arteri tıkayan akut trombüs ile oluşur(57). Miyokard iskemi ve infarktüsünü hazırlayan ateroskleroz dışı diğer faktörler(koroner spazm, koroner emboli, koroner arter 23 diseksiyonu, konjenital koroner arteriovenöz fıstüller, vaskülitler, kan viskozite artışı, aort darlığı gibi miyokard oksijen talebinde aşın artış) de rol oynar. Özellikle gençlerde veya koroner risk faktörü bulunamayan kişilerde görülen AMI’lerinde ateroskleroz dışı diğer nedenler akla getirilmelidir(58,59). Fizyopatoloji AMI’lerinin çoğunda ana sebep ani koroner arter oklüzyonudur. Aterosklerotik plak hasarı, intrakoroner trombüs oluşumu ve arteriyel spazm etkileşimleri ile oklüzyon gelişir. MI’nün klinik olarak belirlenebilmesi için iskeminin uzun süreli (>30 dk) gelişmesi gerekmektedir. Ani total oklüzyon transmural infarktüs yapabilir. Arteriyel oklüzyon subtotal ise veya rekanalizasyon erken gelişmişse yahut kollateral kan akımı bir derece gelişmişse hasar subendokardiyuma sınırlı kalabilir. İnfarktüs tek bir olay değildir, ancak şiddetli iskemi durumunda hücre ölümü gelişir. Miyokarda doğrudan kan sunan damarın tıkanması durumunda hücre ölümü hızlı olur. Komşu dokularda ise bu bölgelerin yakınlardaki damarlarla perfüze olmaları nedeniyle nekroz hemen gelişmez; ancak komşu hücreler zamanla iskemik hale gelebilirler ve böylece infarktüs dışa doğru yayılım gösterir(61,62). AMI esnasında gelişen fizyopatolojik olayları 2 evreye ayırmak mümkündür: • Akut infarktüs zamanında gelişen erken değişiklikler • Miyokardın rekonstrüksüyonu esnasında gelişen geç değişiklikler(remodeling olayı) Erken değişiklikler, infarktüsün histolojik evolüsyonu ve miyokard kontraktiletesi üzerine oksijen eksikliğinin fonksiyonel etkisi ile oluşur. Bu 24 değişiklikler damar tıkandıktan sonra hemen (2 dakika içinde ) başlar ve 2- 4 gün içinde miyokard koagülasyon nekrozunun gelişmesi ile sonbulur. Akut iskemi durumunda, anaerobik metabolizma yetersizleşince hücre içi ATP sunumu azalır. Sonuçta intrasellüler asidoz gelişir ve ATP'ye bağımlı proçesler bozulur(hücre içi Ca toplanır, ödem ve hücre ölümü oluşur). İskemik infarktüs sıklıkla subendokardiyumdan başlar ve epikarda doğru yayılır. İnfarktüsün erken döneminde miyokard kontraktilitesi azalınca kalp debisi düşer ve miyositlerin senkron kontraksiyonu kaybolur; hipokinezi, akinezi, diskinezi ve anevrizma gelişebilir. AMİ’nün geç döneminde (>5 gün); nekrotik miyokard makrofajlar tarafında temizlenir ve kollajen depozisyonu ile skar dokusu gelişir, înfarktüsten 7 hafta sonra fibrozis ve skarlaşma tamamlanır(60, 61, 62). Akut miyokard infarktüsünde diğer organlar ve fizyopatolojik değişiklikler AMI pulmoner sistemde gaz değiş-tokuşu, ventilasyon ve perfüzyon dağılımında değişikliklere sebep olabilir. Hipoksemi, genellikle sol ventrikül(LV ) disfonksiyonu ile korele olarak sık görülen bir bulgudur. Hipoksemiye ek olarak AMI hastalarında difüzyon kapasitesinde de bir azalma görülebilir. Ağrı nedeniyle anksiyete ve rahatsızlık hali gelişen hastalarda rastlanan hiperventilasyon, respiratuvar alkalozis ve hipokapniye sebep olabilir. Pulmoner ekstravasküler sıvı miktarı ile LV doluş basıncı ve LV yetmezliği semptom ve bulguları arasında yakın bir korelasyon bulunmaktadır. Pulmoner ekstravasküler sıvı miktarı AMI hastalarında gözlenen pulmoner mekanik bozuklukların önemli sebeplerinden biridir. Ekstravasküler 25 sıvı miktarının yüksek düzeylere ulaşması akciğer ödemi ile sonuçlanabilir. AMI durumunda total akciğer kapasitesi, fonksiyonel rezidüel kapasite, rezidüel volüm ve vital kapasite gibi tüm akciğer volüm indeksleri azalır(63). Özellikle LV yetmezliği veya kardiyojenik şok gibi komplikasyonlu seyreden AMİ’lerinde hemoglobinin oksijene olan afinitesinde azalmalar olur. Bu durum eritrositlerdeki 2- 3 difosfogliseratın azalması nedeniyle olur. Aslında 2- 3 difosfogliseratın azalması kalp yetersizliğinde dokuların oksijen ihtiyacını giderebilmek amacıyla geliştirilen bir kompanzasyon mekanizmasıdır. Hiperglisemi ve bozulmuş glukoz toleransı AMİ’lü hastalarda sık rastlanan bir durumdur. Aslında kan insülin düzeyi normal olmasına rağmen bu düzey kan şekerine göre yetersizdir. Göreceli bir insülin rezistansı gözlenebilir. Ortaya çıkan glukoz intoleransı LV depresyonuna bağlı gelişen splaknik vazokonstrüksiyon ve azalmış pankreas kan akımına bağlıdır. Tüm bunların yanısıra artmış katekolamin deşarjı insülin salınımını azalttığı gibi glikojenolizisi de arttırır. Hipokinetik kalp dokusu enerji ihtiyacı, protein sentezi ve lizozomal aktivite inhibisyonu için glukoza ihtiyaç duyar. Glukoz ancak insülin sayesinde hücre içine alınabileceğinden insülin eksikliği AMI sırasında çok ciddi sonuçlara neden olabilir. Aşırı katekolamin sekresyonu AMİ’nün karakteristik semptom ve bulgularına sebep olur. İnfarktüsün ilk 24 saatinde kan ve idrar katekolamin seviyesi en yüksek düzeye ulaşır. Yüksek katekolamin düzeylerinin ölümcül aritmi olasılığını artırdığı bilinmektedir. Dolaşımdaki katekolaminler platelet agregasyonunu artırır. Koroner mikrodolaşımda bu durum meydana geldiğinde potent bir vazokonstriktör olan Tromboksan A2'nin salınımı koroner dolaşımı daha da bozar(64, 65, 66). 26 İnfarkte oİmayan miyokard bölgesi doku renin-anjiotensin sistemi aktivasyonu ile anjiotensin II (AII ) üretiminin artışına neden olur. Lokal ve sistemik olarak oluşan AII, platelet derived growth faktör ve transforming faktör gibi büyüme faktörlerinin artışına sebep olur. Bu peptidler nekroza uğramamış miyokard dokusunun kompansatris hipertrofisine ve koroner arterlerin yapısal değişikliğe uğramasına yol açar. AII’nin diğer potansiyel etkileri, vazokonstrüksiyon yapan endotelin, fibrinolizisi bozan PAI- 1 ve su-tuz tutulmasını sağlayan aldosteron sentezinin artırmasıdır. AMİ’ünde ACE inhibitörleri yararlı etkilerini doku ve sistemik anjiotensini azaltarak sağlayabilmektedir(67). ANP(atrial natriüretik peptid ) atrial doku tarafından salınır. ANP'nin atriumdan salınmasındaki tetikleyici mekanizma atriumların artan basınç dolayısıyla gerilmesidir. TİMİ II çalışmasında AMI sonrasında artmış bir yıllık mortalitenin güçlü belirieyicilerinden birisi yüksek ANP düzeyidir. Domuz beyninde ilk defa rastlanan "brain natriüretik peptid"(BNP) insan ventriküler miyokard hücreleri tarafından da sentezlenmektedir. AMİ’nden 16 saat sonra kandaki zirve noktasına ulaşır. Anterior MI, düşük kalp debi indeksi ve belirgin KKY olan hastalarda yüksek düzeyde BNP ve 5. günde ikinci bir BNP zirvesi gözlenmektedir. Bu bulgularla AMI sonrası BNP seviyesinin LV disfonksiyonu derecesinin bir göstergesi olabileceği düşünülebilir(68, 69). Plazma ve üriner 17-hidroksikortikosteroid ve ketosteroidlerin AMİ’nden sonraki yüksek plazma konsantrasyonu serum CPK seviyesinin zirve düzeyi ile yakın korelasyon gösterir. Kortizol seviyesinin büyüklüğü infarkt sahasının genişliği ve mortalite ile yakından ilişkilidir(64). Bazı çalışmalarda AMİ’nün 3. gününde serbest T3'de düşme gözlense de hastalar genelde ötroiddirler. 27 AMI geçiren hastalarda dolaşımdaki trombositler yüksek derecede agregasyon gösterirler. Rüptüre olmuş aterosklerotik plak bölgelerinde trombositler hiperagregasyon yanında salgıladıkları bazı vazokonstrüktör maddelerle de infarktüs patogenezinde önemli rol oynarlar. AMI hastalarında kanda fibrin yıkımı ürünleri ve aktive trombosit proteinlerinde (örneğin platelet faktör 4 ve beta tromboglobülin) artışlar görülür. Fibrinden trombin tarafından salınan fibrinopeptid A; devam etmekte olan trombozisin bir göstergesi olup AMİ’nün ilk saatlerinde kan düzeyi yükselir. AMİ’nde nekroz süreci ve katekolamin deşarjı nedeniyle lökositoz beklenen bir durumdur. Aktive olan nötrofiller önemli mikrosirkülatuvar etkilere sahip lökotrien B4 ve serbest oksijen radikalleri gibi bazı ara ürünlerin oluşmasına neden olur. AMI’nden sonraki birkaç gün süre ile hemakonsantrasyona bağlı olarak kan viskozitesinde artışlar olabilir. Daha sonraki günlerde kan viskozitesinde miyokard nekrozuna sekonder ortaya çıkan nonspesifik alfa2 globülin ve fibrinojen etkisiyle artışlar görülebilir. Bu proteinler eritrosit agregasyonunu artırarak AMI’nden sonra görülen yüksek ESR'den sorumludur. Tromboembolizm, kalp yetersizliği ve kardiyojenik şok gibi durumlarda kan viskozitesinde daha belirgin artışlar olabilir. Kardiyojenik şokta azalan kalp debisine prerenal azotemi ve akut böbrek yetmezliği eşlik edebilir, öte yandan LV yetmezliği derecesi ile paralel olarak ANP 'de artışlar görülür. İnferior miyokard infarktüslerini komplike eden sağ ventrikül miyokard infarktüsü de ANP düzeylerinde artışa sebep olabilir. Bu durum sağ ventrikül MI’nde görülen hemodinamik bozuklukların patogenezinde rol oynayabilir(71) 28 Akut miyokard infarktüsünde klinik bulgular Genellikle asemptomatik kişilerde ani ve akut ortaya çıkan bir olaydır. Efordan ziyade istirahatte daha sık gelişir. Bazen cerrahi girişim, travma, hemoraji ve herhangi bir sebeple gelişen hipotansiyon presipitan faktör olabilir. Bazı hastalarda; dispne, yeni başlamış USAP veya SAP'in karakter değiştirmesi gibi olumsuz prodromal belirtiler saptanabilir. Özellikle sabah saat 06-12 arasında zirve yaptığı saptanmıştır. Sabahın erken saatlerinde plazma katekolamin ve kortizol seviyesinin yüksek olması ve trombosit agregasyonunun yine bu saatlerde artmış olarak bulunması olayın izahı olarak değerlendirilmiştir, ilginç olarak AMI öncesi beta bloker veya aspirin alanlarda sirkadiyen özelliğin kaybolduğu gözlenmiştir. AMI’ünde ağrı değişken olabilmekle birlikte çoğu zaman şiddetlidir ve saatlerce devam eder(en az 30 dk.). Genelde baskı tarzında(mengene ile sıkıştırılma hissi), ezici-boğucu bir ağrıdır. Hastalar bu ağrıyı göğüs kafesinde ağır bir yük varmış gibi tanımlarlar. Nadiren bıçak saplanması veya oyucu tarzda ağrı da olabilir. Tipik olarak retrosternal ve prekordial yerleşimlidir. Boğaz, çene, ense, omuz ve kollara, skapulalara ya da epigastriyuma yayılabilir. Çoğunlukla dakikalar ya da saatler içinde en yüksek düzeye çıkabilir. Göğüs ağnsı ile birlikte soğuk terleme, korku hissi, dispne, bulantı, kusma, başdönmesi, presenkop ve nadiren de senkop ortaya çıkabilir(70, 71). Hastaların %20- 60(ortalama %25) kadarında, özellikle diabetiklerde ve yaşlı hastalarda ağrısız, hasta tarafından farkedilmeyen ya da atipik prezantasyonla beraber AMI’e rastlanabilir(72). 29 Akut perikardit, pulmoner emboli, aort diseksiyonu, akut kolesistit, gastrit, peptik ulkus gibi hastalıklara bağlı ve kostokondral, kondrosternal eklemlerden kaynaklanan ağrılarla ayırıcı tanısı gerekmektedir(71). Fizik muayene bulguları AMI geçirmekte olan hastalar endişeli ve stres altındadırlar ve buna bağlı olarak kederli bir yüz ifadeleri vardır. Mevcut ağrı nedeniyle elleri ile göğüslerim kavramış(Levine bulgusu) pozisyonda oldukları gözlenir. Soluk cilt ve soğuk terleme sıktır. Kalp hızı derin bradikardiden taşikardiye kadar değişen aralıkta olabilir. Genellikle erken dönemde düzenli ve hızlı olan kalp hızı; anksiete ve ağn azaldıkça azalır, İnferior MI’ların çoğunda LV'de özellikle inferior posterior duvarda yoğun olarak bulunan parasempatik sinir ağının aktivasyonu nedeniyle oluşan Bezold Jarisch refleksi nedeniyle bradikardi gözlenirken anterior MI’lerinde sempatik hiperaktivasyona bağlı olarak taşikardi oluşur. Ventriküler prematür atımlar tüm MI’lerde sıktır, (ilk 4 saatte hastalan %95'inde gözlenir). Komplike olmayan MI’lerinin çoğunda kan basıncında önemli değişiklikler gözlenmezken MI öncesi normotansif olanlarda ilk saatlerde ağrı ve ajitasyon nedeniyle kan basıncı ( KB ) yüksek olabileceği gibi, MI öncesi hipertansif olan hastalar MI’la birlikte normotansif hale gelebilirler. Ayrıca inferior MI olan hastalarda KB<90 mmHg olabilir (9). Geniş MI’lerinde doku nekrozuna nonspesifik yanıt nedeniyle ilk 24- 48 saat içinde vücut ısısı yükselebilir. AMI’nün erken dönemlerinde ağrı ve anksiyeteye bağlı olarak artan solunum sayısı giderek normale dönerken LV yetmezliği gelişenlerde solunum sayısı yetmezliğin derecesine bağlı olarak artar; hatta akciğer ödeminde 40/dk olabilir. Kardiyojenik şoklu ve kalp yetmezlikli yaşlı 30 hastalarda, özellikle opiat tedavisi alanlarda ve serebrovasküler hastalığın olduğu durumlarda cheyn-stokes solunumu görülebilir. Boyun venleri komplikasyon yoksa genellikle normaldir. Sol kalp yetersizliği durumunda akciğerlerde ince raller duyulabilir. Şiddetli disfonksiyon durumunda ise rallere yaygın wheezing eşlik eder. Öksürük ve hemoptizi gibi pulmoner emboliyi düşündüren bulgularda tabloya eşlik edebilir. Kalp muayenesinde ciddi semptomlara ve yaygın miyokard hasarına rağmen önemli patolojik bulgular olmayabilir. Palpasyonda atriyumlara ait presistolik pulsasyon, LV disfonksiyonu gelişmesi durumunda erken diastolde 3. kalp sesi ile senkron LV'ün öne hareketi palpe edilebilir. Anterior veya lateral duvarda diskinezi oluşmuşsa sternum solunda 3, 4 veya 5. intercostal aralıkta anormal sistolik pulsasyon palpe edilebilir. AMI’ünde oskültasyon bulguları, infarktüs lokalizasyon ve yaygınlığına bağlıdır. İnfarktüsten kısa bir süre sonra, S4 işitilebilir ve bu ses kompliansı azalmış LV'e atrial kontraksiyonun etkisini gösterir. S3, infarktüs geçiren her hastada işitilebilir ve LV yetersizliğim gösterir. İnflamasyon perikardiyuma doğru yayılmışsa frotman alınabilir. Papiller adale disfonksiyonu, mitral kapak yetersizliği veya interventriküler semptom rüptürü geliştiğinde sistolik üfürümler alınır. Hipotansiyon durumunda kalp seslerinin şiddeti de azalabilir. Komplike olmayan MI’larda batın fizik muayene bulgusu olmazken uzun süreli LV disfonksiyonu ile seyreden veya sağ ventrikül infarktüsü durumlannda hepatomegali, abdominojuguler reflu gibi konjestif bulgular gözlenebilir. Ekstremite muayenesinde azalan veya kaybolan periferik nabızlar bulunabileceği gibi sağ ventrikül MI’larında pretibial ödem ve bazen de siyanoz 31 görülebilir. Genellikle nörolojik muayene normal olmasına rağmen azalan debiye bağlı hipoperfüzyonun yol açtığı mental durum değişiklikleri görülebilir. AMI’lü hastalarda sıklıkla anksiete, depresyon ve bulunduğu durumu inkar gibi emosyonel değişiklikler gözlenebilir(9, 42, 43, 70, 71). Tanı yöntemleri Akut myokard infarktüsünün gelişen reperfüzyon stratejileri nedeniyle erken tanı konması önemlidir. WHO' ya göre AMI için tanı kriterleri şunlardır(9): 1)İskemik tip göğüs ağrısı 2)Seri çekilen EKG'lerde AMI için özgün tipik değişiklikler 3)Serum kardiyak markerlerinin tipik yükselme ve düşme seyri WHO' ya göre yukarda sözü edilen kriterlerden en az ikisi bir arada olmalıdır. Akut myokard infarktüsü tanısı için getirilen yeni tanı kriterleri ise şu şekildedir(10): 1) Kalp markerlerindeki tipik değişiklikler: Troponin T için tipik yükselme ve yavaş düşme; CK-MB için hızlı yükselme ve düşme. 2)Myokard nekrozunu gösteren bu markerlerdeki tipik değişikliklere aşağıdakilerden en az bir tanesinin eşlik etmesi: a) İskemik semptomlar, b) EKG' de patolojik Q dalgasının belirmesi, c) İskemiyi gösteren EKG değişiklikleri (ST segment yükselmesi ve çökmesi), d) Koroner arterlere yönelik girişim uygulanmış olması. 32 Laboratuar bulguları Elektrokardiyografi: Seri olarak çekilen 12 derivasyonlu EKG hem AMI tanısında hem de infarktüs lokalizasyonunun belirlenmesinde değer taşır(Tablo 2). AMI olgularının %50'sinde ilk çekilen EKG ile tanı koymak mümkün olurken, %40 olguda bir takım EKG değişiklikleri varsa da bunlar tanı koydurucu değildir. %10 vakada ise ilk çekilen EKG tamamen normaldir. Seri EKG takipleri yapılması durumunda ise MI tanısındaki sensitivite %95'e kadar yükselir. EKG'de klasik MI paterni ve evolutif değişiklikler: MI’ da en erken gözlenen EKG bulgusu T dalgasında sivrileşme ve QT süresinde uzamadır. Ardından infarktüs bölgesini gören derivasyonlarda ST segment yükselmesi meydana gelir. Miyokard nekrozunun dolayısıyla MI’ın tanı verisi olan patolojik Q dalgası genelde eski MI’nün temsilcisi gibi düşünülse de ilk saat içinde çekilen EKG'de bile bulunabilir. Zamanla QRS amplitüdü azalarak sadece QS dalgası kalması mümkündür. ST segmenti normale döndükçe T dalgası simetrik olarak negatif hal alır ve bu şekilde aylarca kalabilir. Bu şekildeki MI’ın evolutif değişiklikleri tüm vakaların %50-65'inde gözlenir. MI patolojik Q dalgasınm mevcudiyetine göre Q'lu ve Q dalgasız MI olmak üzere ikiye ayrılır. Önceleri Q dalgalı MI transmural, Q dalgasız MI ise nontransmural (subendokardial) olarak anıldıysa da zaman içinde bu yaklaşımın doğru olmadığı Q dalgasız MI’ların da transmural seyredebileceği gösterilmiştir. Akut Q dalgasız MI'lar Q dalgalı MI larda olduğu gibi başlangıçta ST segment yükselmesi ile kendini gösterebilmekle birlikte çoğu zaman iskemik ağrıya eşlik eden, uzun süreli(>24-48 saat) ST segment çökmesi veya T negatifliği ile seyredebilirler(73). Sağ ventrikül MI: Özellikle inferior ve inferoposterior MI’lara eşlik eden sağ ventrikül MI'ın tanısı göğüs kafesinin sağ tarafına(soldakine simetrik şekilde) 33 yerleştirilen elektrotlarla çekilen EKG'de oldukça sensitif ve spesifik olan V3RV4R'da ST segment yüksekliğinin tespitiyle mümkündür. V3R- V4R de QS örneği veya QR örneği bulunması da sağ ventrikül MI düşündürürse de prediktif değeri daha düşüktür(74, 75, 76). Atriyal MI: Kaviteden beslenme yeteneği olan ve ince duvarları nedeniyle O2 sarfiyatı düşük olan atriyumların infarktı nadir görülür. PR segmentinde elevasyon veya depresyon, P dalgası kontüründe değişiklik ve atriyal aritmilerin ortaya çıkması atriyal MI'ın başlıca EKG bulgularıdır. Tablo 2: MI lokalizasyonuna göre EKG bulguları; İnfarktüs Primer EKG Değişikliği Oluşan Derivasyonlar Lokalizasyonu Anterior V3-V4 Septal V1-V2 Anteroseptal V1-V4 Lateral DI-aVL+V6 Yüksek Lateral DI-aVL Anterolateral DI-aVL+V3-V6 Yaygın Anterior DI-aVL+V1-V6 İnferior II-III-aVF İnferolateral II-III-aVF+V5-V6+I-aVL İnferoseptal II-III-aVF+V1-V3 Anteroinferior(Apikal) II-III-aVF+V1-V4’ten bir veya bikaçı Posterior Primer değişiklik gözlenmez, V1-V2’deki yüksek R dalgaları ile tanı konur 34 MI’nün serum belirteçleri: AMI’nün klinik presantasyonunda tipik göğüs ağnsı ve EKG değişiklikleri her zaman gözlenmez ve sıklıkla tanı konabilmesi için kalp kası nekrozunun göstergesi olan bazı markerlann serumda ölçülmesi ihtiyacı doğar. Miyokard hücrelerinin irreversibl injurisiyle birlikte dolaşıma bir takım makromoleküller(enzimler, miyoglobin, kontraktil proteinler) salınır. Bunların kanda saptanması AMI için diagnostik önem taşır. Ancak çoğunun kalp dışı dokularda da bulunabileceğinden ve bu dokuların hasarında da yükselebileceğinden diagnostik önemi sınırlıdır. Kreatin kinaz (CK), özellikle bunun MB izoenzimi, aspartat transaminaz (AST) ve laktik dehidrogenazın (LDH) serum aktivitesinin tayini, AMI’nün laboratuvar tanısında standart hale gelmiştir. Aspartat aminotamsferaz(AST): Eskiden serum glutamik oksaloasetik asit transferaz(SGOT) olarak bilinen bu enzim uzun yılardan beri AMI tanısında kullanılmaktadır. Serum düzeyleri göğüs ağrısını izleyen 8- 12 saat içinde yükselir, 18- 36 saatte zirveye varır ve 3- 4 gün içinde normale döner. Ancak yalancı pozitif sonuçların sık olması (primer karaciğer hastalığı, hepatik konjesyon, iskelet kası hastalığı, intramüsküler enjeksiyonlardan sonra, pulmoner embolizm ve çeşitli şok şekilleri) ve AST yükselmesi ve düşmesinin CK ile LDH arasında yer almasından dolayı AMI tanısındaki yararı önemsizdir ve artık rutin olarak kullanılmamaktadır. Laktik dehidrogenaz (LDH): LDH aktivitesi AST'den daha yavaş yükselir ve daha yavaş düşer. AMI başlamasından 24- 48 saat sonra yükselmeye başlar, 3-6 günde zirveye varır ve 8-14 günde normale döner. AST’de olduğu gibi total LDH aktivitesi sensitif ise de spesifik değildir. Yalancı pozitif artışlar (hemoliz, megaloblastik anemi, lösemi, karaciğer hastalığı, hepatik konjesyon, böbrek 35 hastalığı, çeşitli neoplazmlar, pulmoner embolizm, miyokarditis, iskelet kası hastalığı, şok) çoktur. LDH'ın 5 izoenzimi vardır. Kalp başlıca LDH l içerirken karaciğer ve iskelet kası başlıca LDH4 ve LDH5 içerir. LDH1 aktivitesindeki artış, total serum LDH artışından önce olur ve genellikle infarktüsten 8-24 saat sonra yükselir. LDH'ın ve LDH1/LDH oranındaki artışlar AMI’lü hastaların %95'inden fazlasında görülür. Hemoliz LDH1 aktivitesini artırdığından, kan örneği alırken dikkatli olunmalıdır. AMI’ünde LDH1/LDH2 oranı artmaktadır ve bu oranın 1’den büyük olması MI’nün kesin tanısı için yeterli kabul edilmektedir, hatta bu oranın 0,76 bile olması hali AMI tanısı için %90’dan fazla sensitif ve spesifik olarak kabul edilmektedir. LDH tayini gecikmiş MI tanısında kullanılıyorsa da kalbe spesifik troponinlerin bulunmasıyla birlikte önemini yitirmiştir. Kreatin Kinaz(CK): Serum CK aktivitesi, AMI’nün başlamasından 4-8 saat sonra yükselir; 24 saatte zirveye varır ve ağrının başlamasından 3-4 gün sonra normale döner. Normalde kadınlarda CK değeri erkeklerdeki değerlerin 2/3'i kadardır. Serum CK yükselmesi AMI’nün en sensitif enzimatik saptayıcısı olmakla beraber %15 yalancı pozitif sonuçlar görülebilir. Yalancı pozitif artışlar kan hastalığı, alkol kası travması, intoksikasyonu, DM, intramüsküler enjeksiyonlar, iskelet ağır egzersiz, pulmoner embolizm ve konvülziyonlarda olmaktadır. Bununla beraber kalp yetersizliği ve karaciğer hastalığında CK aktivitesi normal olabilir. Elektroforez ile CK'nın 3 izoenzimi (MM, BB ve MB) ayırdedilmiştir. Beyin ve böbrek ekstreleri predominant olarak BB izoenzimini, iskelet kası başlıca MM izoenzimim ve kalp kası da hem MM ve hem de MB izoenzimlerini içerir. CK'nın MB izoenzimleri minör miktarlarda dil, diyafragma, uterus ve prostatta bulunur. 36 Kuvvetli egsersiz (özellikle uzun mesafe koşuculannda veya profesyonel atletlerde) hem total CK ve hem de CK-MB de artışa sebep olabilir. Kalp dışı diğer dokularda az miktarlarda CK-MB izoenzimi bulunmasına rağmen, CK-MB artışı pratikte AMI sonucu olarak kabul edilir(az miktarlarda enzim içeren, yukarıda belirtilen organlara travma veya cerrahi girişim yapılmamışsa). Bu nedenle, serum CK-MB izoenziminin ölçülmesi, miyokard nekrozu için en yararlı test olarak görülmektedir. CK-MB/CK oranının >%5 olmasının kalp kaynaklı CK yüksekliğini iskelet kaynaklı yükselmeden ayırdetmede faydalı olacağı kabul edilmekle birlikte bu her zaman geçerli değildir. Koroner obstrüksiyona sekonder AMI’e ilaveten, kalp kasının diğer nedenlerle hasarlanmalarında da(miyokarditis, travma, kardiyak kataterizasyon, şok ve kalp ameliyatı gibi) serum CK-MB aktivitesi artmış olabilir. AMI’lü hastaların yaklaşık %15'inde, total CK normal olmasına rağmen, CK-MB artmış olabilir. Son dönemlerde MM ve MB izoenzimlerinin izoformları bulunmuştur. CK MM1, MM2, MM3, MB1, MB2 gibi izoformlar plazmada çok daha erken yükselme avantajına sahipse de henüz rutin kullanımda yoktur(77, 78, 79). Troponin T: Son zamanlarda kullanılmaya başlayan kalbe özgü troponin T’nin serum düzeylerinin ölçülmesiyle küçük miyokard nekrozlarının tanısı bile yüksek sensitivite ve spesifite ile yapılmaya başlanmıştır (103- 107). Troponin T'nin sensitivite ve spesivitesinin yüksek olmasının nedeni kalbe özgü olanına bakılmasının yanısıra, tanı penceresinin oldukça geniş olmasıyla ilgilidir. Kalbe özgü troponin T, AMI’nü takiben 3,5- 10 saat içinde kanda ölçülebilir seviyeye ulaşmakta, 2-5 günlerde plato çizmekte ve 7- 20 günarasında serumda yüksek olarak saptanabilmektedir(77, 82). Kalsiyum aracılı kontraktiliteyi regüle eden troponinin; troponin C (TnC), troponin I (Tnl) ve troponin T (TnT) olarak 3 subünitesi vardır. Gerek TnT gerekse Tnl hem kalp hem de iskelet kasında bulunursa da kalpte bulunanla 37 iskelet kasında bulunanın farklı genler tarafından kodlanması, bu troponin tiplerine karşı farklı antikorların oluşturulabilmesi imkanını ortaya koymuştur. Bu da kalbe spesifik TnT(cTnT) ve kalbe spesifik Tnl(cTnl)'nın plazmadan ölçülebilmesini mümkün kılmıştır. Normal plazma değerlerinin düşük olması çok küçük miyokard hasarının dahi tanınmasına olanak sağlar. Her iki troponin de ağrıdan 3 saat sonra plazmada yükselmeye başlar ve cTnI 24 saatte, cTnT ise 12-48 saat arasında zirve değere ulaşır. CTnI 7-10 gün, cTnT ise 10-14 gün sonra normale döner ki bu aralık MI’ların geç dönemde tanınmasına olanak tanır. Göğüs ağrısı olan bazı vakalarda CK-MB normal değerlerde kalırken kalbe spesifik troponinlerin yükselmesi kimilerine göre mikroinfarkt kimilerine göre ise reversibl iskeminin göstergesi olarak değerlendiriliyorsa da, bu hastalarda troponin yüksekliğinin kötü prognoz göstergesi olduğu genel kabul görmektedir (82,83). Diğer laboratuvar ölçümleri: Kan şekeri: AMI’nden sonra hiperglisemi sık görülür. Hiperglisemi sadece diabetik hastalarda değil nondiabetiklerde de görülür. Kan şekerinin normale dönmesi için birkaç hafta geçmesi gerekir. Serum lipidleri: AMI sırasında ölçülen lipid değerleri yanıltıcıdır. Çünkü hastaneye, yatan hastada bir takım faktörler lipid değerlerini değiştirebilir. Örneğin stres serum kolesterolünü artırırken sırtüstü yatmak azaltır. Serum trigliseritleri; kalori alımı, intravenöz glikoz ve sırtüstü yatmak tarafından etkilenir. Hastaneye yattıktan sonra ilk 24- 48 saat içinde total kolesterol ve HDL kolesterol başlangıçtaki değerlere yakın bulunmaktadır, fakat daha sonra süratle düşmektedirler. AMI’nden sonra HDL kolesterolündeki düşüş, total kolesterol düşüşünden fazladır, bu nedenle total kolesterol/HDL kolesterol oranı, AMI’nden 38 sonra risk saptanmasında kullanılmamaktadır. Bunun için serum lipid düzeylerinin tayini infarktüsten sonraki 8. haftadan sonra daha doğru sonuç vermektedir. Miyoglobin: Hasarlı miyokard hücrelerinden dolaşıma miyoglobin salınır ve MI’nün başlamasından birkaç saat sonra kanda gösterilebilir. AMI’lü hastalarda miyoglobinemi sıktır. Miyoglobineminin kanda zirveye varması CK'dan önce olup 3- 20 saatte (ortalama 11.4) olur. Ancak serumda miyoglobinin erken görülme zamanı, zirve değeri ve miyoglobinin salınma süresi, serum CK ve infarktüsün derecesi ile iyi bir ilişki göstermez. AMI’nde miyoglobinin seri ölçümlerinin klinik değeri sınırlıdır, çünkü bunun yükselmesi kısa sürelidir ve spesifitesi düşüktür. Bunun nedeni miyoglobinin iskelet kasının bir elemanı olması ve iskelet kasının hasarından sonra kanda bulunabilmesidir. Miyokard hasarını takiben serumda yükselen bu proteinin en büyük sakıncası 24 saat gibi kısa bir süre içinde normal değerine dönüyor olmasıdır. Reperfüzyon sonrası hızla yükselmesi başarılı reperfüzyonun tanınmasında faydalıysa da diyagnostik anlamdaki değeri düşüktür. EKG değişikliği olmaksızın yüksek ölçülmesi AMI tanısı için yeterli değildir ve başka markerlarla desteklenmesi gereklidir(77,84). Eser metaller: AMI sırasında serum konsantrasyonları değişir. Serumda bakır ve nikel artar, çinko, demir ve magnezyum azalır. Hematolojik bulgular: AMI’nde lökosit sayısı sıklıkla artar. Bu artış ya doku nekrozuna cevaptır ya da adrenal glukokortikoidlerin artmasına bağlıdır. Lökositoz genellikle göğüs ağnsı başladıktan sonra 2 saat içinde meydana gelir, 2-4 günde zirveye varır ve 1haftada normale döner. Lökosit sayısı genellikle 12.000- 15.000/mm3 dür. 39 Genelde polimorfonükleer hücrelerde artış söz konusudur. Eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) genellikle infarktüsten sonra l. ve 2. günlerde normaldir (ateş ve lökositoz olsa bile), sonra yükselmeye başlar ve 4. ya da 5. günde zirveye varır ve birkaç hafta yüksek kalır. ESR yükselmesi plazma alfa-2 globülin ve fibrinojen artışına sekonderdir. Fakat MI’nün büyüklüğü yada prognozla ilgili değildir. Hematokrit, MI’den sonraki ilk birkaç gün içinde, hemokonsantrasyon sonucu sıklıkla artar. Sayılan markırlar dışında daha yeni ve üzerinde daha az çalışılmış bazı markırlar da mevcuttur. Bunlar kalp yağ asidi bağlayıcı protein(hFABP), miyozin hafif(MLC) ve ağır zincir(MHC), glikojen fosforilaz izoenzim BB(GIEBB) olarak sayılabilir. Bunlardan hFABP ve GIEBB MI’ın erken tanısında avantajlı görünürken MLC ve MHC ise uzun tanı penceresine sahip olma avantajına sahiptirler. Bu markırların rutin kullanıma girebilmeleri için CK-MB gibi gelenekselleşmiş bir marker ve CK izoformları ve cTnT-cTni gibi yeni markırlara üstünlüklerinin gösterilmesi gerekmektedir(85). Görüntüleme yöntemleri: Bölgesel duvar hareketlerinin ve genel ventrikül performansının değerlendirilmesinde invazif olmayan yöntemler olarak 2-D ve renkli akım doppler ekokardiyografi, radyonüklid ventrikülografi, ultrafast (cine) bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme sayılabilir. Bunlardan ilk ikisi sıklıkla kullanılmaktadır. Ekokardiografı cihazlannın taşınabilir olması AMI tanısında hasta başı kullanılabilmelerine olanak sağlamaktadır. Özellikle eski MI olmayan hastalarda 40 anormal duvar hareketlerinin AMI’nü göstermedeki sensitivite ve spesifitesi %90'ı geçmektedir. Segmental fonksiyonların ve global ventrikül fonksiyonunun tayini özellikle geniş infarktüslerde prognoz tayininde, cerrahi olarak düzeltilebilir komplikasyonların tayininde, trombüs, efüzyon, birlikte olabilen valvüler lezyonların saptanmasında görüntüleme yöntemleri önemli rollere sahiptirler. Perfüzyon azlığı gözlenen miyokard bölümlerinde, hasarın reversibil olup olmadığının ayırımında positron emisyon tomografi(PET)’in yararı büyüktür (86,87). Akut miyokard infarktüsünün komplikasyonları AMI sonrası ortaya çıkan komplikasyonlar infarktüsün genişliği, lokalizasyonu ve koroner arter hastalığının derecesi ile yakından ilişkilidir. Majör komplikasyonlar şunlardır: 1. Kalp yetmezliği (Sol ve/veya sağ ventriküler yetmezlik) ve şok 2. Miyokard rüptürü 3. Sol ventrikül anevrizması 4. Sistemik emboliler 5. Venöz trombozis ve pulmoner emboli 6. Reinfarktüs ve rekürren iskemi 7. Perikardial sıvı 8. Perikarditis 9. Aritmiler Kalp yetersizliği ve şok hastane içi mortalitenin en başta gelen sebebidir. Geniş ve transmural MI’lerinde komplikasyonlar daha fazla görülür. Çünkü geniş ve transmural MI’lerinden sonra infarktekspansiyonu daha belirgindir. İnfarkt ekspansiyonu, infarktüs segmentinin yeni miyosit nekrozu olmadan incelmesi ve 41 dilate olmasıdır. Sonuçta nekrotik miyokard ve skar dokusunun sol ventrikül kavitesindeki yüzey alanı genişler. Dolayısıyla yaygın ve transmural infarktüslerde sol ventrikül anevrizması, sol ventrikül trombozisi, miyokard rüptürü, sol ventrikül yetersizliği, perikarditis ve refrakter ventriküler aritmi komplikasyonlarının insidansı artmaktadır. Miyokard infarktüsü sonrası tekrarlayan iskemi ve reinfarktüs ise sıklıkla infarkt ekstansiyonunun bir sonucu olarak karşımıza çıkar, infarkt ekstansiyonunda, infarkte segmentin bitişiğindeki miyositlerde ilave iskemi ve/veya nekroz olur ve böylece infarkt sahası genişler. AMI seyrinde gelişen bu komplikasyonlar birbirlerinden bağımsız olmayıp biri diğerinin sebebi ya da sonucu olarak karşımıza çıkabilir. Çok damar hastalığı olanlarda, diabetik, hipertansif olanlarda ve ileri yaşta ve kadınlarda AMI komplikasyonları daha sık görülür. Reperfüzyon tedavisinin yaygın kullanımı ile komplikasyonların, özellikle kalp yetersizliğinin insidansında azalma, dolayısıyla kısa ve geç dönem mortalite oranlarında da düşme görülmüştür(9, 42, 43, 85). 42 MATERYAL ve METOD Çalışma, Ocak 2006 – Ocak 2007 tarihleri arasında, S.B. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi koroner yoğun bakım ünitesine akut koroner sendrom tanısıyla interne edilen hastalar ile yapıldı. Hemogramları, yatışı takiben ilk sabah hastalar aç iken alındı. Kanlar normal hemogram tüplerinde hastanemiz mikrobiyoloji laboratuarında incelendi. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS for windows 10.0 istatistik paket programı kullanıldı. Karşılaştırmalarda student’s t ve ki-kare testleri kullanıldı.p<0.05 anlamlı kabul edildi. HASTALARIN SEÇİMİ Ocak 2006 – Ocak 2007 tarihleri arasında, S.B İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi koroner yoğun bakımına interne edilen akut koroner sendrom spektrumundaki hastalar alındı. Bu hastalar ortalama 7 gün olan hospitalizasyon döneminde yani akut koroner sendromun akut döneminde mortalite açısından değerlendirildi. ANKET BİLGİLERİ Her hastanın yaşı, cinsiyeti, tanısı, hemoglobin düzeyleri ve akut dönemdeki(ilk 7 gün) klinik seyirleri kaydedildi. 43 YAPILAN İNCELEMELER Koroner yoğun bakım ünitesine alınan akut koroner sendrom spektrumundaki tüm hastaların hemoglobin düzeylerine bakıldı. Kadınlarda hemoglobin düzeyi 12 gr/dl erkeklerde 13,5 gr/dl altındaki değerler anemi kabul edildi. .Bu iki gruptaki hastalar hospitalizasyon dönemlerinde ( ortalama 7 gün ) takip edildi ve bu süre içindeki mortaliteleri araştırıldı. 44 BULGULAR Çalışmamıza toplam 570 hasta dahil edildi. Bu hastaların 416 sı erkek 154 ü kadındı.416 erkek hastada 14 exitus görülürken 154 kadın hastada 19 exitus görüldü Hastaların yaklaşık % 20,5 ‘i 50 yaş altı (117 ), % 54,9 ‘u 50- 69 yaş arası ( 313 ), % 24,6 ‘sı 70 ve üstü yaş(140 ) idi. Mortalite oranı erkek hastalarda %3,4 kadın hastalarda %12,3 olarak belirlendi. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). Çalışmamıza katılan hastaların 377 sinde anemi yokken 193 ünde anemi vardı. Anemisi olmayan hastalarda 16 exitus görülürken anemisi olan hastalarda 17 exitus oldu. Anemisi olan olgularda ölüm oranı % 8,8 iken anemik olmayan olgularda ölüm oranı % 4,2. Anemik olgularda ölüm oranı anemik olmayan olgulara göre anlamlı derecede yüksek bulundu. p<0.05 Ölen olguların yaş ortalaması anlamlı derecede yüksektir. p<0.001. Ölen olguların hemoglobin ortalaması anlamlı derecede düşüktür. p<0.001 Verilerin değerlendirilmesinde SPSS for windows 10,0 istatistik paket programı kullanıldı. Karşılaştırmalarda kullanıldı.p<0.05 anlamlı kabul edildi. 45 student’s t ve ki-kare testleri EXITUS Yaşayan Ölen Toplam n % n % n % E 402 96,6 14 3,4 416 73,0 K 135 87,7 19 12,3 154 27,0 Yok 361 95,8 16 4,2 377 66,1 Var 176 91,2 17 8,8 193 33,9 A Inf.MI 142 90,4 15 9,6 157 27,5 A ant.MI 215 95,1 11 4,9 226 39,6 A İnf.+SV MI 44 95,7 2 4,3 46 8,1 A.Inf.+Post MI 16 100,0 16 2,8 A.Koroner 51 94,4 54 9,5 A.Yüksek Lat.MI 14 100,0 14 2,5 Non Q MI 41 95,3 43 7,5 Diğer 14 100,0 14 2,5 <50 116 99,1 1 ,9 117 20,5 50-69 298 95,2 15 4,8 313 54,9 70 ve üstü 123 87,9 17 12,1 140 24,6 Ki-kare p 16,58 0,000*** 4,87 0,027* 7,41 0,387 16,15 0,000*** Cinsiyet ANEMI TANI 3 5,6 Sendrom 2 4,7 YASG Tablo 3: Hastaların karakteristiklerinin gösterildiği tablo 46 450 400 350 300 250 200 150 100 50 0 Erkek Kadın Hasta Ölen Sayısı Hasta Sayısı Tablo 4: Çalışmaya katılan hastaların cinsiyete göre dağılımı ve exitus sayıları. Çalışmamıza toplam 570 hasta dahil edildi. Bu hastaların 416 si erkek 154 ü kadındı.416 erkek hastada 14 exitus görülürken 154 kadın hastada 19 exitus görüldü 47 14,00% 12,00% 10,00% 8,00% Erkek 6,00% Kadın 4,00% 2,00% 0,00% Ölüm Oranı Tablo 5: Cinsiyete göre mortalite oranları. Mortalite oranı erkek hastalarda %3,4 kadın hastalarda %12,3 olarak belirlendi. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). 48 400 350 300 250 200 150 100 50 0 Anemisi Olan Anemisi Olmayan Hasta Sayısı Exitus Sayısı Tablo 6: Anemisi olan ve olmayan hastaların sayısal dağılımını ve exitus olan hastaların sayısal dağılımını gösteren grafik. Çalışmamıza katılan hastaların 377 sinde anemi yokken 193 ünde anemi vardı. Anemisi olmayan hastalarda 16 exitus görülürken anemisi olan hastalarda 17 exitus oldu. 49 10 8 6 4 ÖlümOranı 2 0 Anemili Olgular Anemisi Olmayan Olgular Tablo 7: Anemisi olan olgularda ölüm oranı %8,8 iken anemik olmayan olgularda ölüm oranı %4,2. Anemik olgularda ölüm oranı anemik olmayan olgulara göre anlamlı derecede yüksek bulundu . p<0.05 50 10,00% 8,00% 6,00% 4,00% Ölüm oranı 2,00% 0,00% A.inf. MI A.ant.MI A.inf.+SV A.inf.+post USAP A.yüksek Non QMI Diğer MI MI lat MI Tablo 8: Hastaların tanılarına göre ölüm oranlarını gösteren tablo. Tanılarına göre ölüm oranlarında anlamlı farklılık saptanmamıştır. p>0.05 300 250 200 150 Yaş Gruplarına Göre Hasta Sayıları 100 50 0 <50 50-69 >70 Tablo 9: Çalışmada yer alan hastaların yaşa göre dağılımını gösteren grafik 51 Yaşayan Ortalama Ölen SS Ortalama SS p M 59,34 12,14 66,94 11,46 ,000*** HB 13,48 2,01 12,27 2,33 ,001*** Tablo 10: Yaşayan ve ölen olguların yaş ve hemoglobin düzeylerinin ortalamasını gösteren tablo. Ölen olguların yaş ortalaması anlamlı derecede yüksektir. p<0.001.Ölen olguların hemoglobin ortalaması anlamlı derecede düşüktür. p<0.001 68 66 64 62 60 Yaş Ortalaması 58 56 54 Yaşayan Hasta Grubu Ölen Hasta Grubu Tablo 11: Yaşayan ve ölen olguların yaş ortalamasını gösteren grafik. Ölen olguların yaş ortalaması anlamlı derecede yüksektir.p<0.001 52 13,5 13 12,5 Hb düzeyi ortalaması g/dl 12 11,5 Yaşayan Hasta Ölen Hasta Grubu Grubu Tablo 12: Yaşayan ve ölen olguların Hb düzeyi ortalamasını gösteren grafik. Ölen olguların hemoglobin ortalaması anlamlı derecede daha düşüktür.p<0.001 ¾ Kadınlarda ölüm oranı erkeklere göre anlamlı derecede daha yüksektir. p<0.05 ¾ Anemik olgularda ölüm oranı anemik olmayan olgulara göre anlamlı derecede daha yüksektir. p<0.05 ¾ Tanılara göre ölüm oranlarında anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 ¾ 70 yaş üstü olgularda ölüm oranı 70 yaş altı olgulara göre anlamlı derecede daha yüksektir. p<0.05 53 TARTIŞMA Bu çalışmadaki amaç anemisi olan akut koroner sendromlu hastalarda hospitalizasyon dönemindeki mortaliteyi değerlendirmektir. Al Falluji ve ark. yaptıkları çalışmada, aneminin akut myokard infarktüslü hastaların 1 yıllık takiplerinde mortalite üzerine anlamlı etkisi saptanmamıştır (88). Lipsic ve ark. nın 1769 hastada yaptıklar çalışmada ise düşük hemoglobin düzeylerinin, 30 günlük mortalitede belirgin artışa neden olduğunu tespit etmişlerdir ( 89). Benzer bir çaışmayı Sjauw ve ark ı 264 hastayla yapmışlar ve aynı sonuca ulaşmışlardır. Sjauw’ un yaptığı çalışmada hemoglobin düzeyindeki her 1 mmol/L (1.61 g/dl) artış 30 günlük mortalitede yaklaşık %21 azalmaya neden olmuştur (90). Sabatine ve ark. 39922 hastada yaptıkları çalışmada aneminin, akut koroner sendromlu hastalarda istenmeyen kardiyovasküler olayların ortaya çıkmasında bağımsız ve önemli bir risk faktörü olduğunu ortaya koymuşlardır(91). Shu ve ark. nın yaptıkları çalışmada ise aneminin diyabeti olan veya olmayan hastalarda akut myokard infarktüsü sonrası sadece uzun süreli mortalite için bağımsız bir risk faktörü olduğunu belirlemişlerdir. Bu çalışmada düşük hemoglobin düzeylerinin kısa dönem mortalitesi üzerine etkisinin olmadığı sonucunu bildirmişlerdir. (92) 54 Dauerman ve ark. nın 5378 hastayla yaptıkları prospektif cohort çalışmada anemisi olan akut myokard infarktüslü hastalarda artmış mortalite riski tespit etmişlerdir (93). Nikolsky ve ark. nın PCI yapılmış akut myokard infarktüslü 2027 hastada yaptıkları çalışmada hastane ölümlerinde ve 1 yıllık mortalite değerlendirildiğinde aneminin bağımsız bir risk faktörü olduğunu bildirmişlerdir. (94) Langston ve ark nın yaptığı retrospektif bir araştırmada da bu bulguyu destekleyen sonuçlar ortaya konmuştur (95). Literatür tarandığında; akut koroner sendromlu hastalarda hemoglobin veya hematokrit değerlerinin prognostik bir faktör olarak değeri olup olmadığının değerlendirildiği dokuz geniş hasta populasyonuyla çalışılmış çalışma göze çarpmaktadır. Bunlardan Al Falluji ve ark. nın çalışması dışındaki diğer sekiz çalışmada düşük hemoglobin ve hematokrit düzeylerinin artmış mortaliteyle ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Beş çalışmada düşük hemoglobin ve hematokrit düzeylerinin kısa dönem mortalite artışıyla ilişkisi belirlenmiştir. Bu çalışmaların dördünde akut myokard infarktüslü hastalar çalışmaya dahil edilirken (89, 90, 93, 94), bir çalışmada akut koroner sendrom spektrumundaki hastaların tamamı dahil edilmiştir (91). Bizim çalışmamızda da aneminin kısa dönem mortalitede bir risk faktörü olduğu görülmektedir. Çalışmamızda anemisi olan akut koroner sendromlu hastalarda mortalite oranını anlamlı olarak yüksek bulduk. Aneminin akut MI ve diğer koroner sendromlarda myokardiyal iskemiyi arttırma potansiyeli vardır. Bunu myokardiuma sağlanan kanın içeriğindeki oksijeni azaltarak yada yeterli sistemik oksijen dağıtımını koruyacak daha 55 yüksek kardiyak debiye gereksinim duyurma yoluyla myokardiyal oksijen talebini arttırarak yapar.Polisitemi oluşumuna ve ise iskemik hiperviskositeye neden myokardiumun olarak trombüs oksijenlenmesinin azalmasına neden olmaktadır. Ancak, henüz olması gereken ideal Hb düzeyinin ne olduğu tespit edilememiştir. Düşük hemoglobin düzeylerinin düzeltilmesinin mortaliteyi düşürmenin bir yolu olup olmadığı konusunda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Anemisi olan akut koroner sendromlu hastalarda transfüzyon konusu hala tartışmaya açıktır. Bizim çalışmamızda aneminin akut koroner sendrom spektrumundaki hastalarda prognostik bir faktör olduğunu göstermekle birlikte bu bulgu, daha çok sayıda hastayı kapsayan randomize kontrollü çalışmalarla doğrulanmalıdır. 56 SONUÇ Yaptığımız çalışmamızda; Kadınlarda ölüm oranı erkeklere göre anlamlı derecede daha yüksektir. p<0.05 Anemik olgularda ölüm oranı anemik olmayan olgulara göre anlamlı derecede daha yüksektir. p<0.05 Tanılara göre ölüm oranlarında anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 70 yaş üstü olgularda ölüm oranı 70 yaş altı olgulara göre anlamlı derecede daha yüksektir. p<0.05 57 ÖZET Anemi, akut koroner sendrom spektrumunda yer alan hastalarda istenmeyen kardiovasküler olayların ortaya çıkmasında önemli ve bağımsız bir risk faktörüdür.Aneminin akut MI ve diğer koroner sendromlarda myokardiyal iskemiyi arttırma potansiyeli vardır. Bu çalışmadaki amaç; akut koroner sendromlu hastalardan anemisi olanlarin hospitalizasyon donemindeki mortalitesinin, anemisi olmayan hastalarla kıyaslanmasıdır. Çalışmaya Koroner yoğun bakım ünitesine alınan akut koroner sendrom spektrumundaki hastalar alındı. Hemogramları, yatışı takiben ilk sabah hastalar aç iken alındı. Anemisi olan ve olmayan AKS’lu hastalar olarak iki gruba ayrıldı. Hastalar hospitalizasyon dönemlerinde ( ortalama 7 gün ) takip edildi ve bu süre içindeki mortaliteleri araştırıldı. Kadınlarda ölüm oranı erkeklere göre anlamlı derecede daha yüksek olduğu, anemik olgularda ölüm oranı anemik olmayan olgulara göre anlamlı derecede daha yüksek olduğu, tanılara göre ölüm oranlarında anlamlı bir farklılığın bulunmadığı, 70 yaş üstü olgularda ölüm oranı 70 yaş altı olgulara göre yüksek bulunduğu saptandı. Sonuç olarak bu çalışmada, aneminin kısa dönem mortalitede bir risk faktörü olduğu gösterildi. 58 ABSTRACT Anemia is an important and independent risk factor for the occurrence of adverse cardiovascular events in patients within the spectrum of acute coronary syndrome. Anemia has the potential of increasing myocardial ischemia in acute MI and other coronary syndromes. This study aims to compare the patients with acute coronary syndrome and anemia and those without anemia in terms of the mortality during hospitalization. The patients within the spectrum of acute coronary syndrome presented to emergency service were enrolled to study. The haemograms were taken in fasting condition in the first morning following the admission. The patients were divided in two groups as the patients with ACS with and without anemia. The patients were monitorized during the period of hospitalization (mean 7 days) and, their mortality within this period were investigated. It was found that death rate was significantly higher in women than in men, that the death rate was significantly higher in the patients with anemia than those without anemia, that no significant difference were found in terms of death rates and that the death rate was significantly higher in the patients of >70 years old than those of <70 years old. In conclusion, in this study, it was shown that anemia is a risk factor for short-term. 59 KAYNAKÇA 1- Lux SE:Introduction to anemias. In:Handin RI,Lux SE,Stossel TP(Eds).Blood principles & Practice of Hematology. 1383-1398; Lippincott Co. Philadelphia, 1995. 2- Atamer T. Anemik hastaya yaklaşım. Büyük öztürk K (ed). İç hastalıkları.İstanbul Nobel Tıp Kitabevleri, 1992; ss.427-434 3- Bessman JD, Johnson RK. Erytrocyte volume distributon in normal and abnormal subjects.Blood 1975;46:369 4- Roy SB, Bhatia ML, Matpur VJ, Virami S.Hemodynamic effects of chronic severe anemia. Circulation 1963;26,346 5- ALİ R. Solukluk ve anemiler. Arınık A(ed). İç hastalıklarında belirtiler ve bulgular ve muayene yöntemleri.Bursa.Rota ofset Matbaacılık ve ambalaj San AŞ, 2000,ss.427-434 6- Erslev AJ. Clinical manifestations and classification of erythrocyte disorders. In: Beutler E, Lichtman MA, Coller BS, Kipps TJ, Seligsohn U(eds). Williams Hematology. 6 th ed. New York. McGraw-Hill Co, 2001, PP. 369- 74 7- Hoffbrand AV, Pettit JE, (eds). Erythropoiesis and general aspects of anemia. Third edition. London.Blackwell Scientific Pub;1993, pp.12-35 8- Hoffbrand AV, Pettit JE , (eds).Megaloblastic anemias and other macrocytic anemias. Third edition. London. Blackwell Scientific Pub;1993,pp.53- 73 60 9- Gök H. Klinik Kardiyoloji.1. baskı Nobel Kitabevi LTD ŞTİ;1996:ss 97- 171. 10.Kozan Ö. Akut Koroner Sendromlar El Kitabı. MI Klubü. Erciyes Üniversitesi Yayınları. 2002: ss 9- 198. 11- Kültürsay H. Koroner Kalp Hastalığı Primer ve Sekonder Korunma. Argos İletişim. 2001: ss. 1-61. 12- Enar R.. Akut Myokard İnfarktüsü Trombolitik Tedavi. Tatlıdil Matbaacılık 1998: ss11-69. 13- Schewenke DC, Carew TE. İnitiation of atherosclerotic lesion in cholesterol fed rabbits. Arteriosclerosis 1989;9:908-918. 14- Libby P, Warner SJ, Saloman RN, Brinyi LK. Production of platelet derived growth factor like mitogen by smooth muscle cells from human atheroma. NEJM 1988;318: 1493-1498. 15- Farugi RM, Di Corleto PE. Mechanisms of monocyte recruitment accumulation. BHJ 1993; 69: 19-29 16- Larsson PT, Wallen NH, Hjendahl P. Norepinephrine induced human platelet activation in vivo is only partly counteracted by aspirin. Circulation 1994;89: 1951. 17- Farb A, Burke AP, Tang AL, et al. Coronary plaque erosion without rupture into a lipid core. Afrequent cause of coronary thrombosis in sudden coronary death. Circulation 1996;93: 1354-1363. 61 18- Vallace P. Vasculer endothelium, its physiology and pathophysiology. In:Weatherall DJ et al.Oxford Textbook of Medicine, 3rd ed.Oxford Medical Publications 1996;2:2295-2300. 19- Ross R.The pathogenesis of atherosclerosis-an update. NEJM 1986; 314: 488. 20- Grignani G, Soffiantino F. Platelet activation by emotional stres in patients with coronary artery disease. Circulation 1991;83(suppl II): 128. 21- Fuster V,Chesebro JH, Frye RL. Platelet survival and devolopment in coronary artery disease in young adult. Effects of cigarette smoking, strong family history and Medical therapy. Circulation 1981;63: 546. 22- Salonen JT, Yla Herthula S, Ymamato R. Autoantibody against oxidized LDL and progression of carotid atherosclerosis. Lancet 1996;348(suppl I):4-7. 23- Celermajer DS. Endothelial dysfunction: Does it matter? Is it reversible? Am Coll Cardiol 1997;30:325-333. 24- Hillis GS, Flapan AD. Cell adhesion molecules in cardiovascular disease :a clinical prespective. Heart 1998;79:429-431. 25- Libby P. Molecular bases of acute coronary syndromes. Circulation 1995;91: 2844- 2850. 26- Stein PD, Hamid MS, Shivkumar K, Davis TP, Khaja F, Henry JW. Effects of cyclic flexion of coronary arteries on progression of atherosclerosis. Am J Cardiol 1994;73:431- 437. 62 27- Small DM.George Lyman Duff Memorial Lecture. Progression and regression of atherosclerotic lesions. Insights from lipid physical biochemistry. Arteriosclerosis 1988; 8 :103- 129. 28- Alderman EL, Corley SD, Fisher CD, Chaitman BR, Faxon DP. Five year angiographic follow-up of factors associated with progression of coronary artery disease in the Coronary Artery Surgery Study (CASS). CASS Participating investigators and staff. J Am Coll Cardiol 1993;22: 1141-1154. 29- Hawkins RI. Smoking, platelets and thrombosis. Nature 1972;236: 450- 452. 30- Brezinski DA, Tofler GH, Muller JE, Pohjola-Sintonen S, Willich SN, Schafer AI. Morning increase in platelet aggregability. Association with assumption of the upright posture. Circulation 1990;78:35-40. 31- Ridker PM, Manson JE, Muller JE, Buring JE, Hennekens CH. Circadian variation of acute myokardial infarction and the effect of low-dose aspirin in a randomized trial of physicians. Circulation 1990;82: 897- 902. 32- Constantidines P. Plague fissures in human coronary thrombosis. J Atheroscler Res 1966;6:1-17. 33- Johnson Tidey RR, McGregor JL, Taylor PR, Poston RN. Increase in the adhesion molecule P- select in endothelium overlying atherosclerotic plagues Am J Pathol 1994;144:952-961. 34- Ambrose JA, Hjemdahl Monsen C, Borrico S, Sherman W, Cohen M, Gorlin R, Fuster V. Quantitative and qualitative effects of intracoronary streptokinase in unstable angina and non-Q wave infarction.J Am Coll Cardiol 1987;9:11561165. 63 35- Topol EJ,Nicklas JM, Kander NH, Walten JA, Ellis SG, Gorman L, Pitt B. Coronary revascularization after antravenous tissue plasminogen activator for unstable angina pectoris: results of a randomized, double-blind, placebocontrolled trial. Am J Cardiol 1988;62: 368- 371. 36- Ambrose JA, Hjemdahl Monsen CE. Arteriographic anatomy and mechanisms of myokardial ischemia in unstable angina. Am J Coll Cardiol 1987;9:1397-1402. 37- Serneri GG, Abbate R, Gori AM, Attanasio M, Martini F, Giusti B. Transient intermittent lymphocyte activation is responsible for the instability of angina. Circulation 1992;86:790- 797. 38- Braunwald E.Unstable angina. A classification. Circulation 1989; 80:410. 39- Hamm CW. The prognostic value of serum Troponin T in unstable angina NEJM 1992;327:146. 40- Theroux P. Aspirin, heparin or both to treat acute unstable angina. NEJM 1988;319:1105. 41- Freeman MR. Thorombolysis in unstable angina: randomized double-blind trial of t- PA and placebo. Circulation 1992; 85: 150. 42- Khan MG, Topol EJ, Saksena S, Goodwin JF. Kalp Hastalıkları Tanı ve Tedavisi: Pratik Bir Yaklaşım. Turgut Yayıncılık 1997:1- 113. 43- Öztürk E, Hatemi H. Kardioloji. Yüce Yayım. 1998: ss: 242-275. 64 44- Kozan Ö. Unstable anginada yeni yaklaşımlar 2000 semineri. MI Klübü. Circulation. 1993;88:2045 45- Chung EK, Tighe DA. Kardiyovasküler Hastalıklar El Kitabı. Blackwell Science & CSA Ltd Şti. 1996:ss 48-131. 46- Kozan Ö, Öngen Z, Okay T. Unstable anginada yeni yaklaşımlar semineri MI Klübü 2000:ss 4. 47- The EPILOG Investigators: Platelet glycoprotein IIb/IIIa receptor blockade and low dose heparin During percutaneous coronary revascularization. NEJM 1997;336:1686- 1696. 48- The EPIC Investigators: Use of monoclonal antibody directed against the platelet glycoprotein IIb/IIIa receptor in high risk coronary angioplasty. NEJM 1994; 330:956- 961. 49- Theroux P,Waters D, Qui S. Aspirin versus heparin to prevent myocardial infarction during the acute phase of unstable angina. Circulation 1993;88:20452048. 50- Aksöyek S.Karasız Angina Pektoriste Tedavi. Türkiye Klinikleri Journal of Cardiol (Koroner Arter Hastalıkları Özel Sayısı) 2000;13:31- 40. 51- Bazzoni O, Paviotti CE, Tajer D. ECLA3: Clinical predictors of hospital prognosis in unstable angina. Circulation 1993;88(I):608. 52- White HD. Angioplasty versus by-pass surgery. Lancet 1995;346:1174-76. 65 53- Yusuf S, Zucker D, Peduzzi P. Effects of coronary by-pass graft surgery on survival. Overview of 10- year results from rabdomized trials by the Coronary Artery By-pass Graft Surgery Trialists Colloboration. Lancet 1994;344: 563- 570. 54- Serruiy PW, De Jaegere P, Kiemeneji F.A comparison of balloonexpandable-stent implantation with balloon angioplast in patients with coronary artery disease. NEJM 1994;331: 489- 495. 55- Gibson RS. Clinical, functional and angiographic distinctions between Qwave and non-Q wave myocardial infarction: Evidence of spontaneus reperfusion and implications for intervention trials. Circulation 1987;75 (6pt2):V128-V138. 56- Entman ML, Ballantyne CM. Inflammation in acute coronary syndromes. Circulation 1993; 88: 800- 803. 57- Ross R, Glomset JA. Atherosclerosis and the arterial smooth muscle cell. Science 1973;180:1332. 58- Pick RA, Glover MU, Vieweg WVR. Myocardial infarction in a young woman with isolated coronary arteritis. Chest 1982; 82: 378. 59- Harrison DC. Nonatherosclerotic coronary disease. In Fuster V, Roos R and Topol EJ. Atherosclerosis and coronary arter disease. Philadelphia, LippincotRaven. 1996;757- 772. 60- Fallon JT. Pathology of myocardial infarction and reperfusion. In Fuster V, Ross R, Topol EJ. Atherosclerosis and coronary artery disease. Philadelphia Lippincott- Raven 1996; 791- 796. 66 61- Rentrop KP. Restoration of anterograde flow in acute myocardial infarction: The first 15 years. J Am Coll Cardiol 1995; 25:15. 62- Dewood MA, Spores J, Notske RN. Prevalance of total coronary artery occlusion during the early hours of transmural myocardial infarction. NEJM 1980;303:897. 63- Cortese D, Viggiano RW. The luns in acute myocardial infarction. In Gersh BJ and Rahimtoola SH: Acute myocardial infarction. New York, Esevier 1991;ss 39. 64- Bain RJ, Fox JP, Jagger J. Serum cortisol levels predict infarct size and patient mortality. Int J Cardiol 1992;37:145. 65- Taegtmeyer H. Metabolic support of the post ischaemic heart. Lancet 1995;354:1552 66- Opie LH. Glucose and the metabolism of ischaemic myocardium. Lancet 1995;345:1520. 67- Ceremuzynski L. Hormonal and metabolic reactions evoked by acute myocardial infarction. Circ Res 1981; 48:767. 68- Tomoda H. Atrial natriuretic peptide in acute myocardial myocardial infarction. Am J Cardiol 1988; 62:1122. 69- Morita E, Yause H, Yoshimura M. Increased plasma levels of brain natriuretic peptide in patients with acute myocardial infarction. Circulation 1993;88:82- 91. 67 70- Topol EJ, Van de Werf F. Acute myocardial infarction. Topol EJ (ed) : Textbook of Cardiovascular Medicine. Philadelphia, Lippinco-Raven Publishers 1997;422- 425. 71- Antman EM, Braunwald E. Acute myocardial infarction. In Braunwald E, ed. Heart disease: A textbook of cardiovascular medicine. Philadelphia, WB Saunders Co Ltd. 1997;1184- 1288. 72- Hill JA, Pepine CS. Silent myocardial ischemia. Annu Rev Med 1988;39: 213-219. 73- Rude RE, Poole WK, Muller JE. Electrocardiographic and clinical criteria for recognition of acute myokardial infarction based on analysis of 3697 patient. Am J Cardiol 1983; 52: 936. 74- Robalino BD, Whitlow PL, Underwood DA. Electrocardiographic manifestations of right ventricular infarction. Am Heart J 1989;118:138. 75- Kulbertus HE. Right ventricular infarction. In Julion D and Braunwald E: Management of acute myocardial infarction. London WB Saunders 1994;331. 76- Wellens HJJ. Right ventricular infarction. NEJM 1993; 328:1036. 77- Mair J, Morandell D, Genser N. Equivalant early sensitivities of myoglobin, creatine kinase MB mass, creatine kinase isoform ratios and cardiac troponins I and T for acute myocardial infarction. Clin Chem 1995; 41: 1266. 78- Ohman EM, Casey C, Bengston JR. Early detection of acute myocardial infarction. Br Heart J 1990; 63:335. 68 79- Marshall T, Williams J, Williams KM. Electrophoresis of serum enzymes and proeins following acute myocardial infarction. J Chromatogr 1991;569:323. 80- Weston CFM, Penny WJ, Julian DG. On behalf of the British Heart Foundation Working Group. Guidlines for the early management of patients with myocardial infarction. BMJ 1994;308:767. 81- Galve E, Garcia Del Castillo H, Evangelista A. Pericardial effusion in course of myocardial infarction: Incidence, natural history and clinical relevance. Circulation 1986; 73: 294. 82- Katus H, Scheffold T, Remppis A. Proteins of the Troponin complex. Lab Med 1992;23: 311. 83- Hamm C, Ravkilde J, Gerhard W. The prognostic value of serum Troponin in unstable angina. NEJM 1992;327:146. 84- Karlson FA, Roxin LE, Venge P, Wibell L. Evaluation of urinary myoglobin assay test for myocardial infarction. Scand J Clin Lab Invest 1978;38(8): 717721. 85- İliçin G, Ünal S, Biberoğlu K, Akalın S, Süleymanlar G. Temel İç Hastalıkları. Güneş Kitabevi 1996;ss 322- 340. 86- ACC/AHA Task Force Report: Guidlines for clinical imaging. J Am Coll Cardiol 1995; 25: 521. 87- Tice FD, Kisslo J. Echocardiographic assessment and monitoring of the patient with acute myocardial infarction: Acute Coronary Care. St Louis, Mosby. Year Book 1994;489. 69 88- Al Falluji N, Lawrence-Nelson J, Kostis JB, Lacy CR, Ranjan R, Wilson AC. Effect of anemia on 1 year mortality in patients with acute myocardial infarction. Am Heart J 2002 ;144:636-641. 89- Lipsic E, Van der Horst IC, Voors AA, Van der Meer P, Nijsten MW, Van Gilst WH, Van Veldhuisen DJ, Zijlstra F. Hemoglobin levels and 30-day mortality in patients after myocardial infarction. Int J Cardiol 2005;100:289-292 90- Sjauw KD, van der Horst IC, Nijsten MW , et al. Value of routine admission laboratory tests to predict thirty – day mortality in patients with acute myocardial infarction.Am J Cardiol 2006 ;97:1435-40 91- Marc S. Sabatine, David A. Morrow,Robert P. Giugliano,Paul BJ Burton,Sabine A. Murphy. Association of hemoglobin levels with clinical outcomes in acute coronary syndromes. Circulation 2005;111;2042- 2049 92- David H Shu, Thomas PP Ransom, Colleen M O’Connell, Jafna L Cox, Stephanie M Kaiser, Shirl A Gee, Richard C Rowe, Ehud Ur and Syed Ali İmran. Anemia is an independent risk for mortality after acute myocardial infarction in patients with and without diabetes. BMC Cardiovascular Diabetology 2006, 5: 8 doi: 10.1186/1475- 2840 -5-8 93.Dauerman HL, Lessard D, Yarzebski J, et al. Bleeding complications in patients with anemia and acute myocardial infarction . Am J Cardiol 2005;96: 1379-83 94- Nikolsky E, Aymmong ED, Haklin A, et al. Impact of anemia in patients with acute myocardial infarction undergoing primary percutaneous coronary intervention: analysis from the Controlled Abciximab and Device Investigation to 70 Lower late Angioplasty Complications(CADILLAC) trial. J Am Coll Cardiol 2004; 44: 547- 53 95- Langston RD, Presley R,Flanders WD, et al. Renal insufficiency and anemia are independent risk factors for death among patients with acute myocardial infarction. Kidney Int 2003; 64: 1398- 405 71