T.C. Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı İMAM MATÜRİDİNİN KİTABÜ’T-TEVHİD ADLI ESERİNDEKİ İTİKADİ AYETLERİN YORUMU Fatih KÜÇÜK Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelâm Bilim Dalı İçin Öngördüğü YÜKSEK LİSANS Olarak Hazırlanmıştır. SİVAS Haziran 2011 İMAM MATÜRİDİNİN KİTABÜ’T-TEVHİD ADLI ESERİNDEKİ İTİKADİ AYETLERİN YORUMU Fatih KÜÇÜK Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelâm Bilim Dalı İçin Öngördüğü YÜKSEK LİSANS Olarak Hazırlanmıştır. SİVAS Haziran 2011 KABUL VE ONAY Fatih KÜÇÜK’ün hazırlamış olduğu “Maturidi’nin Kitabü’t-Tevhid Adlı Eserindeki İtikadi Ayetlerin Yorumu” başlıklı bu çalışma 23. 05. 2011 tarihinde yapılan tez savunma sınavı sonucunda başarılı bulunarak jürimiz tarafından “Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı” ında yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir. Prof Dr. Metin BOZKUŞ, (Başkan) Prof Dr. Metin ÖZDEMİR, (Üye) Doç Dr. Mehmet BAKTIR, (Üye), (Danışman) Yukarıda imzaların adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım. 23/05 /2011 Prof Dr. Mehmet ARSLAN Enstitü Müdürü Bu çalışmamı merhum babam Recep KÜÇÜK’ün ruhuna ithaf ediyorum. i ÖZET KÜÇÜK, Fatih, Matüridi’nin Kitabü’t-Tevhid Adlı Eserindeki İtikadi Ayetlerin Yorumu, Yüksek lisans tezi, Sivas 2011 Biz bu çalışmamızda Ebu Mansur el-Matüridi’nin Kelam sahasındaki en önemli eseri olan ve aynı zamanda Ehl-i Sünnet kelamının sistematik bir yapıya kavuşmasında da büyük rolü olan Kitabü’t-Tevhid adlı eserinde kelamı konuları işlerken kullandığı itikadî ayetleri ne şekilde yorumladığını inceledik. Çalışmamız, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde te’vil ve tefsir kavramları ile Matüridi’nin tefsir metodu ve yöntemi üzerinde durulmuştur. Ayrıca Matüridi’nin kısaca hayatı ve Kitabü’t-Tevhid’in tanıtımı yapılmaktadır. Diğer bölümlerde ise, Ulûhiyet, Nübüvvet, Ahiret, Kaza ve Kader konuları ile ilgili meselelerin izah ve ispatı bağlamında kullanılan ayetlerin yorumu incelenmiştir. Anahtar Sözcükler: Matüridi, Kitabü’t-Tevhid, İtikad, Ayet, Yorum ii ABSTRACT KÜÇÜK, Fatih Interpretation of verses on belief in the work called Kitabü’tTevhid by Matüridi, Master Thesis, Sivas 2011 In this study we examined how Abu Mansur al- Maturidi comments the verses he uses in his masterpiece, Kitabü't-Tawhid which is his most important masterpiece in Kalam area and at the same time which has an important role to obtain a systematic structure for Islamic theology of the Ahl al-Sunnah. Our study consists of introduction and two parts. In introduction, it was emphasized on the interpretation method and form of Maturidi with the concepts of commenting verses (te’vil) and interpretation. Furthermore, it is also shortly presented life of Maturidi and his masterpiece Kitabu’t-Tevhid. In other parts, the comment of verses used in the context of explanation and proof related to the issues of the Problem of God, Prophecy, Hereafter, Fate was examined. Key Words: Maturidi, Kitabu't-Tavhid, Belief, Verse, Comment iii İÇİNDEKİLER ÖZET....................................................................................................................... İ ABSTRACT .......................................................................................................... İİ İÇİNDEKİLER .................................................................................................... İİİ KISALTMALAR ...................................................................................................V ÖNSÖZ ................................................................................................................. Vİ GİRİŞ ..................................................................................................................... 1 1. İMAM EBU MANSUR MATURİDİ’NİN KISACA HAYATI ........................ 4 2. MATURİDİ’NİN KİTABÜ’ T-TEVHİD ADLI ESERİNE KISACA BAKIŞ . 6 BİRİNCİ BÖLÜM 1. ULÛHİYETLE İLGİLİ MESELELERİN İZAH VE İSPATI BAĞLAMINDA KULLANILAN AYETLERİN YORUMU ....................................................... 8 1.1. ÂLEMİN YARATILMIŞLIĞI VE ALLAH’IN VARLIĞI ........................... 8 1.2. TEVHİD..................................................................................................... 12 1.3. TEŞBİHİN NEFYİ ..................................................................................... 15 1.4. “ŞEY” KELİMESİNİN ALLAH’A NİSPETİ ............................................. 18 1.5. ALLAH’IN SIFAT VE İSİMLERİ ............................................................. 20 1.6. ALLAH’IN ARŞA İSTİVA ETMESİ ......................................................... 33 1.7. NÜBÜVVETİN İSPATI ............................................................................. 40 1.8. HZ. PEYGAMBER’İN NÜBÜVVETİNİN İSPATI .................................... 43 İKİNCİ BÖLÜM 2. AHİRET, KAZA VE KADER KONULARI İLE İLGİLİ MESELELERİNİZAH VE İSPATI BAĞLAMINDA KULLANILAN AYETLERİN YORUMU..................................................................................... 55 2.1. RÜ’YETULLAH ........................................................................................ 55 iv 2.2. GÜNAHLARIN DİNDEKİ KONUMU VE GÜNAH İŞLEYENLERİN DURUMU .................................................................................................. 61 2.3. BÜYÜK GÜNAH VE ŞEFAAT ................................................................. 92 2.4. KULLARIN FİİLLERİ VE FAİLLERİN BELİRLENMESİ ......................100 2.5. ECEL ........................................................................................................123 2.6. RIZIK ........................................................................................................129 SONUÇ ................................................................................................................132 KAYNAKÇA ...................................................................................................... 136 v KISALTMALAR age. : Adı geçen eser Ank. : Ankara AÜİFD : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi b. : bin bkz. : Bakınız CÜİFD : Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi çev. : Çeviren D. : Doğumu DİB : Diyanet işleri başkanlığı H. : Hicrî Hz. : Hazreti İst : İstanbul md. : Madde MEB : Milli Eğitim Bakanlığı neşr : Neşreden R.a. : Radiyallahu anh s. : Sayfa TDV : Türkiye Diyanet Vakfı ts. : Tarihsiz Ü. : Üniversitesi v. : Vefatı vb. : Ve benzeri vd. : Ve devamı vi ÖN SÖZ Hicri I. yüzyılın ikinci yarısında Müslüman toplumun kendi içinde meydana gelen dini içerikli siyasi, sosyal olaylar ve aynı zamanda gayrimüslim toplumlar ile kültürel iletişim neticesinde yapılan tartışmalar Müslümanlar arasında farklı görüş ve ihtilaflara yol açmış, daha sahabe döneminde farklı isimler altında siyasi ve itikadi gruplaşmalar ortaya çıkmıştır. Kelam ilmi, Müslüman düşünürlerin eski Yunan felsefesi ve Aristo mantığıyla tanışmaları neticesinde bir yandan değişik inanç ve dinlere karşı tevhid inancına dayalı yeni düşünce ve tefekkür tarzını alternatif olarak ortaya koyarken, diğer yandan tercüme hareketi ile tevhid düşüncesine gelebilecek menfi tesirlere karşı bir kalkan olmuştur. Öyleyse kelamı şöyle tarif etmek mümkündür: Kelam; İslam dininin iman ve eyleme ilişkin esaslarını, Ku’ran’dan hareketle belirleyen, bunları sahih hadislerle izaha çalışan ve yine bunları aklen temellendiren, karşıt fikirlere karşı savunan bir disiplindir. Yapılan bu ve buna benzer tanımlara baktığımızda kelamın konusunun iman olduğunu anlıyoruz. Kelam, imanın üç temel alanı olan Allah, nübüvvet ve ahiret konularını nakli delillerle izaha kavuşturup akli delillerle temellendirmektedir. Kelam ilminin ameli konusu ise imanın gerektirdiği bütün hayırlı iş ve davranışlardır. Bunu eyleme dönüştürerek insanın kendine, yakınlarına, topluma, insanlığa doğaya karşı nasıl bir tutum takınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Kelam, hem aklı hem de nakli vazgeçilmez kaynaklar olarak görmüş, Kur’an ve sünneti birer referans kabul etmekle birlikte, hür bir akıl yürütme ile meseleleri te’vil yoluna gitmiştir. Kelam’ın kendine özgü yöntemi vardır. Diğer İslam bilimleriyle kıyaslandığında, yöntem yönünden Kelam’ın öne çıkan farkı, ilk olarak, metinlerin ortaya çıkmasından daha çok, bunları normatif hükümler çıkaracak tarzda yoruma tabi tutmasındadır. İkinci olarak da bu normatif hükümleri çıkarırken takip ettiği yöntemdir. Örnek verecek olursak; Tefsir, Kur’an ayetlerinin anlamlarını ortaya koyarken, Kelam bu ayetlerin içeriklerinin oluşturduğu sistemi ve içeriğin inanan insanda hangi davranışlara sebep olduğunu tespit etmeğe çalışır. vii İtikadi ayetlerin yorumlanması ve diğer kelâmi konular başta olmak üzere alanında mütehassıs kelamcıların ortaya çıkıp fikir beyan etmeleriyle kelâmi ekoller ortaya çıkmıştır. Eş’ariler ve Mâturidiler başta olmak üzere birçok “fikir okulu” meydana çıkıp Kur’an’a ve Hadise gelen şüphe oklarını bertaraf etmek için olanca güçlerini sarf etmişlerdir. Bunlardan biri ve belki de en önemlisi İmam Matüridi’dir. İmam Matüridi, Kitabü’t-Tevhid adlı kitabında doğrudan itikâdi ve imani konuları derinlemesine çözümlemiş ve bu ayetlere yorumlar yapmıştır. Biz de bu çalışmamızda Kitabü’t-Tevhid’deki itikadî ayetlerin yorumunu inceleyeceğiz. Bu çalışmanın meydana gelmesinde başta değerli zamanlarını bana ayırarak desteğini esirgemeyen danışman hocam Doç. Dr. Mehmet BAKTIR Bey’e, her türlü katkıları için Prof. Dr. Metin ÖZDEMİR Bey’e, maddi ve manevi hep yanımda olan değerli arkadaşım Abdülhamit KIRICI Bey’e şükranlarımı bildiririm. Fatih KÜÇÜK Sivas 2011 1 GİRİŞ Fetihlerle birlikte İslam coğrafyasının genişlemesi, farklı dil, din ve kültürlere mensup insanların İslam’la tanışması, İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in yeni Müslüman olmuş bu kitleler tarafından daha doğru anlaşılması ve yaşanması için tefsir ve te’vil faaliyetlerini zorunlu hale getirmiş ve hızlandırmıştır. Bundan dolayı vahyin ilk muhataplarından sonra büyük ölçüde bir tefsir faaliyeti başlamıştır. Ancak bu döneme ait tefsirler günümüze kadar ulaşmamıştır. Günümüze ulaşan en eski tam tefsir ise, hicri 150 yılında vefat eden Mukatil b. Süleyman’a aittir.1 Şüphesiz ki Tefsir ve Te’vil ilminin konusu Kur’an ayetleri olmakla birlikte aralarında anlam ve metodolojik yöntem açısından farklar vardır. Konunun daha iyi anlaşılması için bu iki kavramın lügat ve terim anlamlarının bilinmesi lazımdır. Tefsir kavramının lügat manası, f-s-r kökünden taf’il vezninde bir masdar olup, aslında “örtülü veya kapalı bir şeyi meydana, açıklığa çıkarmak, izah etmektir”2 Terim anlamında ise, ayetlerin indirildikleri zaman kastettikleri anlamları ortaya koyan bir disiplinin adıdır.3 Te’vil, lügat manası itibariyle, “dönmek, yerine varmak, yerini bulmak” olan e-v-l kökünden türemiş bir kelimedir.4 Te’vil, Kur’an ayetlerini veya bu ayetleri oluşturan bazı kelimelerin ilk nazil oldukları zamanki kastettikleri anlamı ortaya çıkarmak ve onlara doğru ve tatminkâr açıklamalar getirmek için yeterince kesin ve güvenilir rivayetler bulunmadığı durumlarda müfessirlerin başvurdukları bir yöntemdir. Te’vilde ayetlerin ve kelimelerin kesin olarak ne anlam ifade ettikleri çeşitli nedenlerden dolayı tam anlaşılamayabilir. Çünkü ayetlerdeki kelimeler birkaç anlamı aynı anda taşıyabilirler ve müfessir de hangi anlamın ayette kullanıldığını belirten kesin bir delil bulamayabilir. Bundan dolayı müfessir elindeki delilleri değerlendirir ve bunlar arasında seçim yaparak bir yoruma gitmek durumunda kalır. Fakat bu delillerden 1 Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsiri, DİB. Yayınları, Ank. 2006,II, s. 8. Yazıcı, Tahsin, Tefsir mad. M.E.B İslam Ansiklopedisi, İstanbul,1979,XII/I, s. 117. 3 Paçacı, Mehmet ve Esra Gözeler, Kur’an ve Hadis İlimleri, Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitin Yayınları, Ank. 2007, s. 5. 4 M.E.B İslam Ansiklopedisi, XIII, s. 96. 2 2 yola çıkarak ulaşılan bilgiler müfessiri bir kesinliğe götürmez. İşte müfessirin kesinlik ifade etmeyen bu yorumuna te’vil denir. İmam Maturidi’ye göre tefsir, ayetlerin ilk indiği zamanki anlamlarını herkesten daha iyi bilen Sahabe’nin işidir. Çünkü Kur’an’ın indiği zamanı sadece onlar yaşamışlardır ve ayetler hakkında net bilgiler vermişlerdir. Te’vil ise Maturidi’ye göre âlimlerin işidir. Te’vil, bir konunun varacağı nihai noktayı açmak demektir. Tevilde sözü çok farklı anlamlara çekmek söz konusudur. Te’vilde söze şu ya da bu anlam verilebilir.5 Bir müfessirin Kur’an ayetlerini te’vil yaparken tefsirden farklı olarak bilgisi ve muhakeme gücü nispetinde kendi yorum ve görüşlerini yansıtması doğal kabul edilmelidir. Çünkü her insanın içerisinde doğup yaşadığı bir kültür dünyası vardır. Müfessirin yorumunun da içerisinde doğup büyüdüğü bu kültür dünyasından izler taşımaması elbette ki düşünülemez.6 Bu yönüyle tefsir te’vilden tamamen farklıdır. “Bir kısım kişiler tefsiri rivayetlere hasrederken, te’vili de içtihatlara, naslardan hüküm istinbatına, dirayete hasretmişlerdir. Zerkeşi’nin, el-Burhan’da temsilcileri hakkında isim vermeksizin “bazıları” diyerek zikrettiği bu yaklaşımda, Maturidi’nin tefsir – te’vil ayrımına bir benzerliğin mevcudiyetinden bahsedilebilir. Ancak Maturidi’de bu ayrım, belli bir sistematiğe ulaşmıştır.”7 Maturidi, İslam akidesi ve kelamı üzerinde nakille birlikte akla da gereken önemi veren, gerektiğinde cedel ve münazara üslubunu da ustaca kullanmaktan kaçınmayan, bununla beraber müteşabihatın te’vili mevzuunda tıpkı Ebu Hanife’ de olduğu gibi Kur’an ayetlerinin ruhuna ve ilk muhataplarının görüş ve akidesine ters düşebilecek te’vil ve yorumlardan uzak durmaya çalışan bir âlimimizdir. İmam Maturidi’nin İslam düşünce tarihi içerisindeki konumunu ve otoritesini sağlıklı bir şekilde tespit edebilmek için onun eserlerini incelemenin yanı sıra metodolojisinin de iyi bilinmesi lazımdır. Bizim çalışmamız olan “Kitabü’tTevhid’deki İtikadî Ayetlerin Yorumu” konusunun da daha iyi anlaşılması için Maturidi’nin te’vil yönteminden kısaca bahsedeceğiz. İslam akidesinde her türlü aşırılıktan ve toleranstan uzak durarak mutedil bir yol izleyip Ehl-i Sünnet yolunun temel prensiplerini Kur’an’dan hareketle yerine 5 Paçacı, Mehmet ve Gözeler, Esra, a.g.e. , Ünite I,s. 6. Paçacı, Mehmet ve Gözeler, Esra, a.g.e. , s. 6. 7 Özdeş, Talip, İmam Matüridi’nin Te’vilatu Ehli’s-Sünne Adlı Eserinin Tefsir Metodolojisi Açısından Tahlil ve Tanıtımı, Doktora tezi, Kayseri, 1997,s. 70. 6 3 oturtmaya çalışan İmam Matüridi’yi ve onun itikadî ve ameli konularda takip ettiği yöntemi iyi anlamak bugünkü dini problemlerin çözümünde bir çıkış noktası olacaktır.8 Maturidi’nin Kur’an ayetlerini tefsirdeki hareket noktası, Kur’an’ın yüce Yaratıcı tarafından kullarına yol gösterici ve hidayet rehberi olarak gönderdiği, kendisin de asla şüphe olmayan yegâne bir kitap olması, Kur’an’da insicamı bozacak gerçek anlamda bir çelişki ve ihtilafın olmayacağıdır.9 Kur’an’ın ayetleri baştan sona bir bütün olarak ele alınıp incelendiğinde görülecektir ki Kur’an’da çelişki ve ihtilaf şöyle dursun anlam ve mana bütünlüğü bakımından tam bir insicam vardır. İşte Maturidi’nin te’vil ve tefsirinde metot olarak bu insicamı görmek mümkündür. Maturidi’nin tefsir metodolojisine baktığımızda onun takip ettiği iki farklı hareket noktasının olduğunu görmemiz mümkündür. Birincisi, tamamen naslara bağlı kalarak Kur’an ayetlerinin manalarının, klasik anlamda lügat ve rivayetler bağlamında ele alınarak kavranılmasıdır.10 İkincisi, herhangi bir ayetin yorumunu yaparken kendi zamanındaki yaygın kanaat ve düşüncelere, kelâm ekollerinin o ayet ve mesele hakkındaki görüşlerine, “ehl-i te’vil” olarak adlandırdığı kimselerin değişik yönlerden getirdikleri te’villere, itikadi ve fikhi yorumlara giderek onların delil ve iddialarını analiz etmesi, kritiğini yapmasıdır.11 “Maturidi, ayetlerin tefsirinde mümkün olabilecek bütün vecihlere işaret ederek onlar üzerinde yorumlar yapmakta, muhkem-mütaşabih, nasih-mensuh, umum-husus, mutlak-mukayyet, mücmel-mübeyyen gibi noktalara işaret ederek ayetleri ilgili oldukları alanlara sevk etmektedir.”12 Maturidi, ayet-i kerimelerin te’vilinde zaman zaman yalnızca ayet hakkındaki farklı görüşleri vermekle yetinmiş, kendisi bir görüş beyan etmediği gibi tercih de 8 Özdeş, Talip, Maturidi’nin Fıkhı Yönü ve Metodu Üzerine Bazı değerlendirmeler, C.Ü.İ.F.D, sayı 2, Sivas, 1998, s. 344. 9 Özdeş, Talip, İmam Maturidi’nin Te’vilatu Ehli’s-Sünne Adlı eserinin Tefsir Metodolojisi Açısından Tahlil ve Tanıtımı, Doktora tezi, s. 70. 10 Özdeş, a.g.e. s. 59. 11 Özdeş , a.g.e. , s. 60. 12 Özdeş , a.g.e. , s. 61. 4 yapmamıştır “Allahu a’lem” (Allah en iyisini bilir) diyerek meseleyi bağlama yoluna gitmiştir.13 “Maturidi, tefsirinde genel olarak İsrailiyata fazla yer vermez, gereksiz teferruata girmez. Yorumları sade ve yalındır.”14 Çoğu kez yorumlarını “Muvaffakiyet Allah’tandır”, “Allah’tan, bizi haktan sapmaktan korumasını dileriz”, “Allah en iyisini bilir”, “Sözde israfa girmekten ve haktan sapmaktan Allah’a sığınırız”, gibi dua ve ifadelerle bitirir.15 Bu çalışmamızda, Maturidi’nin tefsir ve te’vil yönteminin kelam sahasındaki en önemli eseri olan “Kitabü’t-Tevhid” inde muarızlarıyla yaptığı tartışmalarda nakli delil olarak kullandığı itikadî ayetlere nasıl yansıdığını ve bu ayetleri nasıl yorumladığını izah etmeye çalıştık. “İmam Maturidi’nin Kitabü’t-Tevhid Adlı Eserindeki İtikâdi Ayetlerin Yorumu” adını verdiğimiz bu çalışma bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Kitabü’t-Tevhid’de yer alan itikadî konuları işlerken önce konunun başlığını oluşturan kavramların lügat ve terim manalarını vermeye çalıştık. Sonra konu hakkında kelamcıların tartışmalarını ve görüşlerini kısaca verdik. Daha sonra ise konunun içerisinde geçen itikadî ayetlerin tespitini yaparak İmam Maturidi tarafından nasıl yorumlandığını anlatmaya çalıştık. Bu çalışmamızdaki hedefimiz, İslam bilim dünyasında siyasi, coğrafi ve ilmi nedenlerden dolayı uzunca bir sure ihmal edilen ve yeterince ilgi ve alaka göremeyen, fakat son yüzyılda sempozyumlarla, akademik çalışmalarla bilim dünyasında hak ettiği yeri almaya çalışan İmam Maturidi ve onun kelâm sahasındaki en önemli eseri olan “Kitabü’t-Tevhid” ini anlama ve anlatmaya çalışmak, ayrıca Maturidi ve Kitabü’t-Tevhid’i konu alan akademik çalışmalara imkânlar ölçüsünde ulaşabilmektir. 1. İMAM EBU MANSUR MATURİDİ’NİN KISACA HAYATI Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmut bugünkü Özbekistan’ın Semerkant şehrine nispetle Semerkandi, onun bir mahallesi olan Matürid’e nispetle 13 Özdeş , a.g.e. , s. 61. Özdeş , a.g.e. , s. 64. 15 Özdeş , a.g.e. , s. 69. 14 5 Matüridi diye anılır.16 Matüridi’nin hayatından bahseden eserler, onun doğum tarihini belirtmezler. Ancak hocalarından Muhammed b. Mukâtil er-Razi’nin ölüm yılı olan 248/862 yılı dikkate alındığında, onun bu tarihten daha önce muhtemelen 238/853 yılında Matürid kasabasında doğduğunu göstermektedir.17 Matüridi’nin bazı geç dönem âlimleri tarafından Ensari nisbesiyle anılmasına ve Kitabü’t-Tevhid’in tek yazma nüshasının sayfa kenarında bilinmeyen biri tarafından kaydedilen nota istinaden günümüzde yazılmış bazı eserlerde soyunun Ebu Eyyub el- Ensari’ye uzandığı yolunda ileri sürülen iddia isabetli görünmemektedir. Zira bu iddianın mesnedi bulunmadığı gibi Zebidi, bu nisbenin sahih olması durumunda tıpkı künyesinin çağrıştırdığı gibi dini desteklemede açtığı çığırdan dolayı verilmiş olacağını söyler ve bu nisbe ile onun soyu arasında bir ilişki kurmaz.18 Matüridi’nin eserlerindeki dil ve üslup da bu eserlerin ana dili Arapça olmayan bir müellifin kaleminden çıktığını kanıtlar niteliktedir. Onun teliflerinde kullandığı dilin girift ve zor olduğu eski kaynaklardan ifade edildiği gibi günümüze kadar gelen eserleri de bu hususu açıkça göstermektedir. Öte yandan eserlerindeki birçok cümlenin kuruluşuna, bilhassa bazı fiillerin bağlaçlarına bakıldığında Arapça gramere aykırılığı yanında Türkçe gramere uygunluğu görülmektedir. Gerek dil ve üslup özellikleri gerekse yaşadığı Semerkant ve çevresinin Türklerin çoğunlukta bulunduğu bir bölge olması göz önüne alındığında Matüridi’nin Türk asıllı olduğunu söylemek gerekir.19 Matüridi’nin bilinebilen hocaları Ebu Nasr Ahmet b. Abbas b. Hüseyin elİyazi, Ebu Bekr Ahmet b. İshak b. Salih el- Belhi ve Kadulkudat Muhammed b. Mukatil er-Razi’dir.20 Matüridi hem akli hem de nakli ilimleri derinlemesine tahsil etmiş; onların temel ilke ve inceliklerine vakıf olduktan sonra fıkıh, tefsir ve kelam alanlarında önde gelen bir âlim ve imam mevkiine yükselmiştir. Matüridi hocalarına ait sözlü ve 16 Topaloğlu, Bekir, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, İsam yayınları, Ank, 2005, önsöz,XVIII. Aydın, Ömer, Türk Kelam Bilginleri, İst, 2004 s.21; Topaloğlu. a. g. e, önsöz, XIX. 18 Topaloğlu, Bekir, “Matüridi” md. TDV İslam Ansiklopedisi, İst, 1991, XXVIII,s.146; Fetullah Huleyf, “Ebu Mansur Matüridi Hayatı ve Eserleri”, Tercüme, Mustafa öz, Diyanet ilmi Dergisi, XIII, (1974), sayı 5, s. 316–319. 19 Topaloğlu, TDV İslam Ansiklopedisi, a. g. md, s. 146. 20 Topaloğlu, Bekir, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, önsöz, XXII. 17 6 yazılı birikimleri ilkeli bir âlim olarak talebelerine intikal ettirmenin yanında, onları geliştirip sistemleştirmiştir. Böylece o, Ehl-i sünnet akidesini ortaya koyma görevini yerine getirmiş, akli ve nakli delillere dayanmayan ve inanılması doğru olmayan hususları açığa kavuşturmuştur.21 Matüridi’ye izafe edilen eserleri muhtevalarına göre üç grupta toplamak mümkündür: Kelam ve Mezhepler tarihi, Usul-i Fıkıh, Tefsir ve Kur’an ilimleri.22 Matüridi’nin kesin olarak kendisine ait olduğunu bildiğimiz ve bize kadar gelen iki önemli eseri vardır bunlar: “Te’vilatü’l Kur’an” ve “Kitabü’t-Tevhid”dir. 23 Matüridi hicri 333 yılında Semerkant’ta vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir.24 2. MATURİDİ’NİN KİTABÜ’T-TEVHİD ADLI ESERİNE KISACA BAKIŞ Eserin adı ve müellifine nispeti konusunda herhangi bir tereddüt yoktur. Kitabü’t-Tevhid’i en iyi şekilde anlayıp şerh eden nitelikte bir eser kaleme alan Ebü’l Muin en- Nesefi de kitabı aynı isimle Matüridi’ye nispet etmiştir.25 Kâtip Çelebi bu eserin adını “Kitabü’t –Tevhid ve İsbati’s sıfat” olarak kaydetmiştir.26 Kitabü’t-Tevhid’in tek yazma nüshası İngiltere’de Cambridge Üniversitesi kütüphanesinde bulunmaktadır.27 Kitabü’t-Tevhid, Fetullah Huleyf tarafından neşre hazırlanmış ve Beyrut Doğu Edebiyatı Enstitüsü’nce yayımlanmıştır. Aynı baskı İstanbul, Beyrut ve İskenderiye’de ofset yoluyla tekrarlanmıştır. Kitabü’t-Tevhid’in Hüseyin Sudi Erdoğan tarafından başarısız bir tercümesi yapılmıştır. Son olarak Bekir Topaloğlu ve Muhammed Aruçi’nin neşre hazırladığı eser Bekir Topaloğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir.28 “Kitabü’t- Tevhid, kelâmi görüşleri açısından Matüridi’nin en önemli eserlerinden biri olmakla birlikte aynı zamanda Matüridiyye akidesinin hem temel 21 Topaloğlu,a.g.e. önsöz, XXII. Topaloğlu,a.g.e. önsöz, XXII. 23 Yazıcıoğlu, M. Sait “Matüridi Kelam Ekolünün İki Büyük Siması: Ebu Mansur el- Matüridi ve Ebu’l- Muin en Nesefi”, A.Ü.İ.F.D, XXVII,s. 286–289. 24 Fığlalı, E. Ruhi “Çağımızda İtikadı İslam Mezhepleri” Selçuk yayınları, Ank, 1996, s. 76; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, Hazırlayan, Sabri Hizmetli, Ank,1985, s.67. 25 Topaloğlu, Bekir, “Kitabü’t-Tevhid” md. TDV İslam ansiklopedisi, XXVI, s.117. 26 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zunun an Esmai’l Kütüb ve’l Fünun, Beyrut-Lübnan, II, s. 1406. 27 Topaloğlu, TDV İslam Ansiklopedisi, a. g. md, s. 118. 28 Topaloğlu, TDV İslam Ansiklopedisi, a. g. md, s. 119. 22 7 kaynağı hem de Mu’tezile başta olmak üzere çeşitli İslami fırkalar, bazı dinler, inançlar ve felsefi görüşler açısından en eski kaynaklardan biri durumundadır. Eser, Ebü’l-Yüsr el- Pezdevi’nin de belirttiği gibi, anlaşılması zor bir kitaptır; çünkü kapalı ifadeleri, kastedilen manaları açık olmayan lafızları ve benzeri güçlükleri içermektedir. Matüridi’nin yakın ve uzak talebeleri Kitabü’t-Tevhid’e atıflar yaptıkları halde, eserin yazma nüshalarının yaygınlık kazanmamasının ve şerhlerinin bulunmamasının en önemli sebebi de bu olmalıdır. Ayrıca kitap akla ve serbest düşünceye fazlaca önem veren yarı felsefi bir ekol niteliği taşır.”29 29 Topaloğlu, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, önsöz, s. XXV. 8 BİRİNCİ BÖLÜM 1. ULÛHİYETLE İLGİLİ MESELELERİN İZAH VE İSPATI BAĞLAMINDA KULLANILAN AYETLERİN YORUMU 1.1. ÂLEMİN YARATILMIŞLIĞI ve ALLAH’IN VARLIĞI Âlem, Allah’tan başka var olanların adıdır; çünkü (alamet kökünden gelen) âlem Yaratıcısının varlığını gösteren bir belirtidir.30 Âlem kelimesi Kur’an-ı Kerim’de, gerek kâinatı gerekse özel olarak insanlar topluluğunu ifade etmek amacıyla ve hepsi de “âlemin” şeklinde çoğul olmak üzere yetmiş üç defa kullanılmıştır. Bunların kırk ikisinde “rabbü’l-âlemin” terkibiyle zikredilerek Allah Teala’nın canlı cansız bütün varlıkların ilahî olduğu vurgulanmıştır. Bunun yanında gelmiş geçmiş bütün insan türü anlamında31 ayrıca,”Size verdiğim nimeti ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın”32 mealindeki ayette olduğu gibi “çağın insan toplulukları” manasında da kullanılmıştır. Hz. Muhammed için kullanılan “âlemlere rahmet”33 tabirindeki “âlemin” kelimesiyle bütün yaratıkların kastedildiği yolunda umumi bir kanaat vardır. Âlem muhdestir; muhdes ise varlığı zorunlu olan değil, başkası tarafından icat edilendir. Eğer vacibü’l vûcud olsaydı elbette ki onun yokluğu muhal değil kadim olurdu. Oysaki sabit olmuştur ki âlem hadistir ve yaratılmadan önce de ma’dumdur.34 “Âlem, bütün parçalarıyla muhdestir. O ayan ve arazdır.”35 Zamanı gelince yok olacaktır. Kâinatın, kendi kendine var olduğuna inanmak, yani maddenin öncesiz ve sonrasız olarak var olduğunu söylemek, küfürdür. Bu telâkki, maddeye Allahlık sıfatlarını yakıştırmaktır. Kâinat, objektif olarak var olan, sınırlı bir varlıktır. İnsan beyninin icat ettiği bir varlık değildir. İnsandan evvel ve İnsandan müstakil olarak vardır. Kâinatta görülen sonsuz intizam ve ahenk, ancak, sonsuz bir iradenin 30 es-Sâbûni, Nûreddin, Matüridiyye Akaidi, Tercüme, Bekir Topaloğlu, DİB. Yayınları, Ank.2005, s. 61. 31 el-Ankebut, 29/10. 32 el-Bakara, 2/47. 33 el-Enbiya, 21/107. 34 en- Nesefi, Ebu’l Muin Meymûn b. Muhammed, Tabsıratü’l Edille fi Usûli’d-din, hazırlayan Hüseyin Atay, I, Ank.1993. s.105. 35 Taftazânî, Şerhu’l Akâid, Haşiyetü’l Kestelli, Fazilet neşriyat, İst, s. 46,47. 9 kudretiyle mümkündür. Bu İlahi kudret kâinatın nizam ve düzeninin bozulmasını irade ettiğinde azametle duran dağlar, taşlar, atılmış pamuk gibi olur. Güneş, ışığını veremez olur. Sema, kâğıt parçası gibi dürülür. Bu, kâinatın sonudur. Bu akıbet, bizim bilemediğimiz bir zamanda kâinatın yaratıcısı olan Allah'ın kudretiyle gerçekleşecektir. Şu halde; kâinat, Allah (C.C.) tarafından ve yoktan var edilmiştir. Yine, Allah (C.C. ) tarafından tayin edilmiş bir vakte kadar devam edecektir. Zamanı gelince de yaratıcısı tarafından yok edilecektir. “Âlem a’yân ve a’râz olmak üzere ikiye ayrılır”36 Ayan, zatiyla kaim olan şeydir. Ya mürekkep olur ki, cisimdir. Yahut cevher gibi, gayri mürekkep olur ki, bölünmez en küçük parçadır.37 Araz; sözlükte, “sonradan ve tesadüfen ortaya çıkan, ansızın baş gösteren, varlığı devamlı ve zorunlu olmayan durum; hastalık, felaket”38 renkler, (kımıldama, durma, birleşme ve ayrılmadan ibaret olan) kevnler, tadlar, kokular gibi kendi zatiyla kaim olmayan; cisimlerde ve cevherlerde sonradan olan şeydir. 39 Ebu Mansur el-Matüridi’de Kitabü’t-Tevhid’inde âlemin yaratılmış olduğunu, nesne ve olaylar hakkında bilgi edinme yöntemlerinin doğrudan buna delil teşkil ettiğini ifade ettikten sonra haber yöntemi kapsamında âlemin hudusünu beyan eden ayeti kerimelere işaret ederek hem bu ayetlerin yorumunu ve hem de âlemin sonradan yaratılmışlığını ispata çalışmıştır. Konuyla ilgili olarak Kitabü’t-Tevhid’de işaret edilen ayet-i kerimeleri sıralayıp daha sonra İmam Matüridi’nin bunları nasıl yorumladığına bakalım. Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.40 O, her şeyin yaratıcısıdır.41 (Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.42 36 es-Sâbûni, Nûreddin, Matüridiyye Akaidi, Tercüme, Bekir Topaloğlu, s. 61. en Nesefi, Ömer, Metn-i Akâid-i Nesefi, Tercüme, Bekir Sırmabıyıkoğlu. Yasin yayınevi, İst, 2004,s.16. 38 Yavuz, Yusuf Şevki, “Araz” md, TDVİslam Ansiklopedisi, II, s. 337. 39 es-Sâbûni, Nûreddin, a.g.e. , s. 62. 40 ez-Zümer, 39/ 62. 41 el-En’am, 6 / 102. 42 er-Ra’d, 13/ 16. 37 10 (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir.43 O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur.44 Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter.45 Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir" diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allah'a kim bir şey yapabilecektir (O'na kim bir şeyle engel olabilecektir)! Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. O dilediğini yaratır ve Allah her şeye tam manasıyla kadirdir. 46 Yahudiler ve Hristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak O’nadır.47 Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O, her şeye hakkiyle kadirdir.48 Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkiyle kadirdir.49 İnsanlık tarihi boyunca ne kendisinin ezeli olduğunu, aynı zamanda ölümsüz ve sonsuza kadar da var olacağını iddia eden ne de bu iddiasını delillendirebilecek biri çıkabilmiştir. Eğer insan böyle bir iddiada bulunacak olsa, bunun tamamen gerçek dışı olduğunu hem kendisi hem de onun dünyaya gelişine tanık olan herkes bilecektir. Bundan da canlıların yaratılmışlığı sonucu çıkmaktadır.50 İnsan kendisinin dünyaya gelişinden ve var oluşundan habersiz olduğu gibi güç ve ilme sahip olduğu dönemlerinde de kendi bedeninde yıllar içerisinde meydana 43 el-Bakara, 2/ 107. el-En’am, 6 / 101. 45 el-Bakara, 2 / 117. 46 el-Maide, 5/ 17. 47 el-Maide, 5/ 18. 48 el-Maide, 5/ 120. 49 el-Maide, 5/ 40. 50 Topaloğlu, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, s. 21. 44 11 gelen olumlu veya olumsuz değişimlere engel olamamıştır. Bu da gösteriyor ki Sonuç olarak canlı cansız her şeyin varlığı ancak kendi dışındaki bir kudretle mümkün olmaktadır. Kendi dışındakine bağımlılık olunca da yaratılmışlık gerekli hale gelir, çünkü kıdem başkasına bağımlılığa engel teşkil eder.51 İmam Matüridi Kitabü’t-Tevhid’de âlemin yaratılmışlığı ve Allah’ın varlığı ile ilgili olarak ayetleri yorumladıktan sonra akli deliller ile de konuyu izaha çalışmıştır ki bu bağlamda âlem hadistir; çünkü dünyada kendi kendine toplanması ve ayrılması vuku bulan hiçbir şey bulunmamaktadır. Bunun böyle olması yani, bizzat kendisinin bir araya toplanma veya ayrı ayrı bulunmaya gücü, kuvveti yetmemesi, bu halinin kendisinden başka bir fail tarafından gerçekleştirildiğini gösterir ki o fail de Cenâb-ı Allah’tır. Maturidi gibi bazı kelamcılar ve İslam filozofları da âlemin sonradan var edildiğini yaratılmışlık ve hudüs delilleriyle ispat etmeye çalışmışlardır. Âlemin yaratılmışlığını ispat etmeğe yönelik olarak ortaya çıkan Hudûs deliliyle bir yandan İslam dışı gruplara cevap verilirken diğer yandan âlemin kıdemini savunan filozofların görüşlerine karşı anti tez olarak getirilmiştir. Böylece de kelam ilmi içerisinde yerini almıştır. Cevher ve araz formülüne dayanan Hudûs delili, daha iyi anlaşılması için kısa öncüllerle kolaylaştırılmaya çalışılmıştır. Bu delili ilk defa âlemin yaratılmışlığından hareket ederek kullanan kelam ekolü Mu’tezile olmuştur. Daha sonra Ehl-i sünnet kelamcıları da bu delile sahip çıkıp kullanmışlardır.52 Tereddüt etmeden iddia edebiliriz ki gerek insanoğlu gerekse içerisinde yaşadığı bu tabiat mutlak yokluktan kendi güç ve kudretleriyle varlık sahasına çıkmış değillerdir. Bütün mahlûkatın bir başlangıcı vardır. Kesin ve bağlayıcı bir mantıkla, hiç bir maddi varlığın kendi kendisini var edemeyeceği hükmüne varabiliriz. Her başlangıcın bir başlatıcısı bulunduğuna göre kâinatın da bir var edicisi vardır ki o, Allah’tır.53 “Çoğu delilde olduğu gibi hudüs delilinin birinci öncülü olan “âlemin hadis oluşu” konusundaki bilgilerimiz, duyu organlarımızın gözlem ve verilerine; ikinci öncülü olan “her hadisin bir muhdisinin bulunacağı” hususu (nedensellik prensibi) 51 Topaloğlu, a.g.e. s. 22. Özervarlı, M. Sait , Kelâmda Yenilik Arayışları, İSAM yayınları, İst, 1998. s.78 53 Topaloğlu, Bekir, İslamKkelamcılarına ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı (İsbât –i Vacib) DİB yayınları, Ank. 2001. 52 12 aklın verilerine; ispatlamak istediğimiz “âlemin muhdisinin Allah Teala olduğu” hususu da sadık habere (vahy) dayanmaktadır. Geçmiş âlimler ve kelamcılar yaşadıkları dönemin ilim ve kültür anlayışı ve birikimleri doğrultusunda âlemin hadis oluşunu (birinci öncülü) açıklamaya çalışmışlar, başta cevher ve araz metodu olmak üzere çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir.”54 Dünyamızdaki bazı maddelerin hızlı veya yavaş bir şekilde yok olmaya yüz tuttukları inkâr edilemez bir gerçektir. Bu gerçek bize maddenin kesinlikle sonsuz olamayacağını, sonsuz olamayan maddenin ise ezeli olmasının aklen kabul edilebilir bir yönünün olmadığını ispat etmektedir. O halde âlem yokken varlık sahasına çıkmış muhdes bir varlıktır. Her muhdesin zaruri olarak bir muhdisi olduğuna göre âlemin muhdisi de hiç şüphesiz Allah’tır. 1.2. TEVHİD Sözlükte “bir şeyin tek olduğuna hükmetmek ve onun böyle olduğunu bilmek” anlamına gelen tevhid; ıstılahta, Allah’ın zatinı bütün tasavvurlardan, zihinlerdeki hayal ve evhamdan tecrit etmektir. Tevhid üç şekilde olur; Yüce Allah’ın ulûhiyetini tanımak, birliğini tasdik etmek ve O’na hiçbir eş ve ortak kabul etmemektir.55 Kitabü’t-Tevhid’de kâinatın yaratıcısının bir olduğuyla ilgili olarak aşağıdaki itikadî ayetler kullanılmıştır: De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı.56 Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.57 Allah evlât edinmemiştir; O'nunla beraber hiçbir tanrı da yoktur. Aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. Allah, onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden 54 Kılavuz, A. Saim, Ana Hatlarıyla İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, Ensar neş. İst, 2010.s.89. Karaman, Fikret, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB yayınları, Ank. 2007. s. 660; Kılavuz, a.g.e. s. 390. 56 el-İsra, 17/ 42. 57 el-Enbiya, 21/ 22. 55 13 münezzehtir.58 O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?59 Müellif Kitabü’t-Tevhid’de bu ayetleri yorumlarken kâinatın yaratıcısının birden fazla olmadığını nakli ve akli delillerle açıklamanın yanı sıra kâinatın yaratılışındaki eşsiz ahenk ve nizamın hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde buna tanıklık ettiğini ifadeyle yorumuna başlıyor. “Allah ile birlikte bir tanrı bulunsaydı, bu beriki, kudreti ve hükümranlığının fark edilebilmesi amacıyla yerli yerinde söz ve icatlarını mutlaka ortaya koyacak ve kendi fiilini hak mabud olan Allah’ın fiillerinden ayıracaktı. Yapmadığına göre uluhiyyetle birlenen rububiyyetle yegâneleşenin sadece Allah olduğu ortaya çıkmıştır. O’nun şu kelamının manası da bu olmalıdır:”60 “O’nunla beraber hiçbir tanrı yoktur. Aksi takdirde her bir tanrı kendi yarattığını sevk ve idare ederdi”.61 Yine Allah’ın şu sözü : “Yoksa müşrikler O’nun yaratışı gibi yaratan ortaklar mı buldular”.62 Kâinatın yaratıcısının bir tek yaratıcı olduğu mevzusunda buraya kadar anlatılanlar nakli delillendirmeler çerçevesinde ele alınarak izaha çalışılmıştır. Bundan sonrası ise kâinatın bizzat yaratılışında sahip olduğu eşsiz ahenk ve nizam içerisindeki yaratılış özelliğinin bu mevzuya nasıl delil teşkil ettiği yönündeki yorumlarıdır: “Evrenin sahip olduğu yaratılış özelliğiyle yaratıcının birliğini delillendirmeye gelince, şayet tanrı birden fazla olsaydı mahlûkatın yönetimi altüst olurdu. Mesela kış ve yaz türündeki zamanların değişmesi, ayrıca ekinlerin çıkış mevsimlerine ve olgunlaşmalarına, gök ile yerin biçimlendirilmesine, güneş, ay ve yıldızların yürütülmesine, yaratıkların gıdalarına ve canlıların hayatiyetini sağlayan mekanizmaya ait düzenleri bozulurdu. Bunların hepsi aynı minval üzere bir nevi yönetime bağlı olarak sürdüğüne ve bir sistem çerçevesine girdiğine göre bu nizam 58 el-Mü’minun, 23/ 91. el-Mülk, 67/ 3. 60 Topaloğlu, Bekir, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, s.21. 61 el-Mü’minun, 23/ 91. 62 er- Ra’d, 13/ 16. 59 14 birden fazla yöneticiyle oluşup devam edemez. Bu sebeple de yaratıcının tekliğine hükmetmek gerekir.” 63 “Tabiatı oluşturan varlık grupları - gök, yer, yerin çeşitli kıta ve bölgeleri gibi- farklı olmalarına, birbirlerinden uzak bulunmalarına ve içindekilerinin gıdalarının da başka yerlerde yetişmesine rağmen menfaatleri açısından karşılıklı münasebetler içinde yaratılıp düzenlenmiştir. Öyle ki yerden çıkan her türlü bitki (yağmur ve güneş gibi) göğe ait mekanizmalarla oluşturulmuş, bütün ülkelerde yaşayan canlıların hayati ihtiyaçlarının karşılanması yeryüzünün her tarafına yayılmış, insan türünün geçimi de çeşitli çalışma alanlarına bağlı kılınmıştır. Her varlığın statüsü söz konusu mekanizma çerçevesinde düzenlenmiştir. Şayet bütün bu düzenlemeler birden fazla tanrının eseri olsaydı, tabiattaki farklılaşmaya rağmen bunlara ait esasların içlerinden tabiatı yaratmayı üstlenen birine varıp toplanması ihtimal dâhilinde bulunmazdı. Binaenaleyh bunların hepsini yönetenin bir olduğu ortaya çıkmıştır. Gece ile gündüze ait vakit ve saatlerin konumu, beşer ihtiyacına göre uzayıp kısalmaları da zikrettiğimiz prensibe bağlıdır. En doğrusunu Allah bilir ya, şu İlahi kelâmın manası da bu olmalıdır:”64 ‘Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin’.65 Kelam âlimleri Allah’ın birliği konusuna genellikle iki açıdan bakmışlardır: Zati itibariyle tek ve ortaksız olması, sıfatları açısından O’nunla yaratılmışlar arasında her hangi bir benzerliğin bulunmaması.66 Matüridi’ye göre ezeli ve ebedi olan, her şeyi yokluktan varlık sahasına çıkaran Allah hiç şüphesiz birdir. O’nun iki veya daha fazla olduğu düşünülemez. Allah Teâlâ, gerek zati, gerek sıfatları, gerekse fiilleri yönünden birdir. O’nun birliğinin tarihi, akli ve kozmolojik delilleri vardır. İslam düşünce tarihinde gerek ehl-i sünnet arasında gerekse diğer İslami fırkalar arasında Allah’ın zatiyla ilgili tevhid anlayışında ciddi manada bir fikri ayrışma göze çarpmazken, O’nun sıfat ve fiilleriyle ilgili tevhid anlayışında İslami fırkalar arasında birbirlerini tekfir edecek kadar tartışma ve ayrışma yaşanmıştır. 63 Topaloğlu, a.g.e. s. 34; M. Saim Yeprem, “Matüridi’nin Akide Risalesi ve Şerhi” İst, 2000, s. 66–67. 64 Topaloğlu, a.g.e. , s. 34 65 el- Mülk, 67/ 3. 66 Topaloğlu, Bekir, “Allah” mad. TDVİslam Ansiklopedisi, II, s. 480. 15 1.3. TEŞBİHİN NEFYİ Teşbih, sözlük manası itibariyle, “benzer, mümasil saymak, bir şekil bir suret izafe etmek”67 anlamına gelmektedir. Terim manası ise Allah’ı tecsimden sakınmayan bir tarzda tasvir suretiyle, O’na bir yüz, gözler, eller izafe etmek, O’nu konuşur, oturur olarak kabul etmektir.68 “Allah’ın sadece zihinde değil gerçekte de mevcut olduğunu belirtmek ve insan aklının soyut bir varlığı tasavvurdaki aczi karşısında zihinde bir fikir uyandırmak üzere Allah’a istiva, gelmek gibi fiillerle el, yüz, ayak gibi organlar nispet eden naslar sebebiyle ilk dönemlerden itibaren ulûhiyet konusunda çeşitli anlayışlar ortaya çıkmıştır. İlâhî sıfatları, inkâra götürecek şekilde te’vile tabi tutan Mu’attıla’ya karşılık O’na cismani nitelikler izafe eden Mücessime de aşırı bir grup olarak zuhur etmiştir. Bu anlayışın doğmasının sebepleri arasında nasları hakikat – mecaz ayrımına gitmeksizin zahirine göre yorumlama, koyu bir teşbih anlayışa dayalı ulûhiyet fikrine sahip bulunan Yahudiliğin tesirinde kalma ve Kur’an’ın tevhit ilkesini akli bakımdan yeterince temellendirmeme şeklinde üç ana faktörden söz etmek mümkündür.”69 Kur’an-ı Kerim’de haberi sıfatlarla ilgili ayetlerin ilk dönemlerden itibaren çok farklı anlamlarda tevil edilmeleri70 bazı aşırı grupları teşbihe götürürken bunlara tepki olarak ortaya çıkan bazı grupları da Allah’ın sıfatlarını inkâr anlamındaki ta’til anlayışına götürmüştür. “Mücessime’nin en önemli temsilcisi Hişam b. Hakem’dir. Cisim terimini var olan her şey için kullanan Hişam, Allah’ı da genişliği, derinliği ve uzunluğu bulunan bir cisim şeklinde düşünmüştür. Ona göre Allah rengi, kokusu ve dokunma özellikleri bulunan bir varlık olup hareket eder, durur, oturur ve kalkar. Ebü’l Hüzeyl el-Allaf, Hişam’ın Ebukubeys Dağı’nın Allah’tan daha büyük olduğunu söylediğini belirtir.”71 67 Karahan, Abdülkadir, M. E. B. İslam Ansiklopedisi, XII/ I, s.193. Karahan, a.g.e. s. 193. 69 Üzüm, İlyas, “Mücessime” mad. TDVİslam Ansiklopedisi, XXXI,, s. 449. 70 et- Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Tercüme Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yayınevi, İst, 1996. s. 113. 71 Üzüm, a.g.e. , s. 450. 68 16 Hicri V1. asrın büyük kelam tarihçisi al-Şahrastani Mu’attıla’yı, umumiyetle, Allah’a her hangi bir sıfat izafesini reddettiklerini kaydetmektedir.72 Mu’attıla içerisinde Ta’til fıkrini benimseyip savunan fırkalardan biri Cehmiyye fırkasıdır. Cehmiyye fırkasının kurucusu olan Cehm b. Safvan’ın hocası Cad b. Dirhem, Allah’ın sıfatlarını nefyeden (ta’til görüşünü savunan) bir kişidir. Cehmiyye fırkası bu konudaki görüşlerini ondan almıştır.73 Bunun yanında tenzih ilkesine fazla yer veren ve bunun sonucunda bazı isimlerle manevi sıfatları kabul etmeyen Mu’tezile’nin yaklaşımı kısmi ta’til, Berâhime’nin nübüvvetin inkârı da bir tür ta’til olarak değerlendirilmiştir.74 İmam Maturidi konuyla alakalı Ku’ran’ı ve sahih hadisleri referans alarak Allah’a isim ve sıfat verme konusunda her hangi bir kaygı duymayıp, yöntem olarak evrenin aklın ve naklin kılavuzluğunda gözetilmesiyle, dilin ve mantığın imkânlarının kullanılmasıyla tecsim ve ta’til fikrine sapmadan meselenin mutedil bir çözüme kavuşacağını ispat etmiştir. Şimdi Maturidi’nin konuyla ilgili itikadî ayetlerin yorumuna bakalım. “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir”.75 İmam Maturidi Allah Teala’dan teşbihin nefyi konusunda bu itikadi ayetten hareketle yüce yaratıcının bütün yaratılmışlık özelliklerinden münezzeh olduğunu ifade etmiş ve cisim, cevher veya araz olması, suret ve şekil taşıması, bir yönde veya bir yerde bulunmasının kâinatın yaratıcısı hakkında muhal olduğunu kesin bir şekilde belirtmiştir. “Allah birdir, benzeri yoktur, sureklidir, rakibi ve dengi mevcut değildir. Bu ‘Hiçbir şey O’nun benzeri değildir’76 mealindeki kelâmının yorumudur. Bu meselenin temeli şudur: Dengi ve benzeri bulunan her şey çokluk statüsüne girer ve iki sayısı ile başlar. Zıddı bulunan her şey de yok oluş statüsüne girer, çünkü rakibi onun varlığını ortadan kaldırabilir. Binaenaleyh Allah’tan başka her şeyin, zevaline sebep teşkil edecek bir zıddı ve çift statüsüne girmesini sağlayacak bir benzeri ve dengi vardır. Tam bu açıklamalar Cenab-ı Hakk’ın “vâhid” olduğunun delilidir. 72 Furat, Ahmet Subhi, M.E. B. İslam Ansiklopedisi, XII/ I, s. 62. Öğük, Emine, Maturidi’nin Düşünce Sisteminde Şer-Hikmet İlişkisi, Doktora tezi İst, 2007,s.49. 74 et- Temimi, Muhammed b.halife b. Ali, Makâletü’l –Ta’til ve’l-Ca’d b. Dirhem, Riyad 1997,s.1617. 75 eş-Şura, 42/ 11. 76 eş-Şûrâ, 42/ 11. 73 17 Buradaki birlik O’nun azameti, büyüklüğü, kudreti ve hükümranlığı konularında olduğu gibi dengi ve karşıtı olan benzerlerden münezzeh bulunuşunu da kapsar. Bu sebepledir ki O’nun hakkında cisim ve araz kavramlarını kullanmak temelden yanlış kabul edilmiştir, zira bunlar nesnelere benzemenin sonucudur.”77 İmam Maturidi Kitabü’t-Tevhid’de yukarıdaki ayeti delil getirerek genelde Allah Teâlâ’yı cisimle, cevherle, arazla, suret ve şekille, yön ve mekânla niteleyen bütün mezhep ve fikirlere, özelde ise “Allah’ı cisim olarak düşünen ve O’na cismani özellikler nispet eden Mücessime’ye”78 yine “Allah’ı yaratıklara veya yaratıkları Allah’a benzeten”79 Müşebbihe’ye cevap vermiştir. İmam Ebu Mansur “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir”80 ayeti kerimesinde geçen “benzeri” kelimesini Allah’ın zati, sıfatları, isimleri itibariyle yaratıklara benzememesi olarak yorumlamıştır. Maturidi Allahın sıfatlarının Onu tanımak için gerekli olduğunu ama bunun mahlûkla bir benzerlik teşkil etmeye sebep olmayacağını vurgulamaktadır. “Zira duyular ötesinde olanı bilmek ancak duyular âleminin kılavuzluğu ile mümkündür, hem de Allah’ın yücelik ve azametle nitelendirmesi şartıyla. Duyulur âlemde bir mevcudu tanımanın yolu ve anlatma imkânı bundan ibarettir. Biz insanların gücü bir şeyi sadece isimlendirmek suretiyle tanımaya yeterli olmadığı gibi duyu ve müşahede ile algılamadığımız nesneyi göstermeye de müsait değildir.”81 Maturidi “‘Allah âlimdir, fakat diğer âlimler gibi değil’ türünden sözle oluşabilecek herhangi bir benzerliği ortadan kaldırmak istemektedir. Bu anlatım O’na ait bütün isimlendirme ve nitelendirmelerinde geçerlidir.”82 Maturidi “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir”83 ayetinden hareketle Allah’ın sıfatlarının da ismen insan sıfatlarına benzese de mahiyet itibariyle benzemeyeceğini vurgulamaktadır. 77 Topaloğlu, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, s. 36–37. Üzüm, a.g.e. , s.449. 79 Yavuz, Yusuf Şevki “ Müşebbihe” mad. TDVİslam Ansiklopedisi, XXXII, s.156. 80 eş-Şûrâ, 42/ 11. 81 Topaloğlu, a.g.e. s. 38. 82 Topaloğlu, a.g.e. , s. 38. 83 eş-Şûrâ, 42/ 11. 78 18 Bu ayet-i kerimenin yorumundan anlaşılan Allah’ın, özelliklerinden olan “cevher”, “cisim”, “küll” ve “ba’z” 84 yaratılmışlık olmadığını ispata çalışmaktır. Dolayısıyla Allah maddi bir varlık değildir, cisim olması da düşünülemez, zira cisim iki veya üç cevherin bir araya gelip birleşmesinden var olur.85 1.4. “ŞEY” KELİMESİNİN ALLAH’A NİSPETİ Şey kelimesi, sözlükte maddeten veya hükmen mevcut herhangi bir nesne, bir muadele de meçhule delalet eden işaret. Bu ifade ilk defa Muhammed b. Musa elHaverizmi’nin (ölm. M. 850 ?) cebre ait eserinde yer almıştır.86 İslam düşünce tarihinde tartışılan ilk konulardan biri de Allah hakkında “şey” kavramının kullanılıp kullanılamayacağı meselesidir. Allah’ın sıfatları konusunda olduğu gibi bu konuda da tartışmanın fitilini ateşleyen Ca’d b. Dirhem ve öğrencisi Cehm b. Safvan’dır. Bunlara göre, Allahtan başkası için kullanılan “şey” kavramının Allah için kullanılması caiz değildir. Çünkü onlara göre “şey”, benzeri olan mahlûktur; hâlbuki Allah hiçbir şeye benzemez. Dolayısıyla Allah’a “şey” demek, O’nu eşyaya benzetmektir.87 Cehmiyye’nin aksine,88 Matüridi’ye göre Allah Teala’ya “şey” denmesi caizdir. Matüridi, Allah Teala’ya “şey” adının verilmesinin caiz olduğunu iki yol ile ispatlamanın mümkün olduğunu söylemekte ve bunları şu şekilde sıralamaktadır: “Birincisi “Şey”in isim kabul edilmesidir. İsimlerdeki benzerlik teşbih gerektirmez. Çünkü bazen söz konusu beraberlik mana ve muhteva açısından beraberliğin olmadığını ifade edecek yerde kullanılır. Mesela “Filan, devrinin tek insanı ve milletinin tek adamıdır denilir ve devrinde yaşayanlarla milletini oluşturanların her biri “tek” diye anılmakta ortak ise de bu ifade içinde yer alan vahid kelimesiyle o kişinin amaçlanan belli bir açıdan aralarında dengi ve benzeri olmadığı kastedilir. Eğer isimdeki beraberlik benzeşmeyi gerektirseydi beraberliğin yokluğu 84 el- Ûşi, Sirâceddin Ali b. Osman, Emâli, Tercüme, Bekir Topaloğlu, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları. , İst, 2008,s. 35. 85 Yörükan, Y.Ziya, İslam Akaidine Dair Eski Metinler, Milli eğitim basımevi, İst,1953,s.13. 86 J Ruska, “Şey” mad, M.E. B. İslam Ansiklopedisi, XI, s. 449. 87 Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, neşr. Muhammed b. Fetullah Bedran, Kahire.1953, I, s. 86–87. 88 El- Ûşi, Sirâceddin Ali b. Osman, Emali Şerhi, çev, Şahver Çelikoğlu, Marifet yayınları, İst, 2007, s,300. 19 amaçlandığı bir yerde kullanılma imkânı bulunamazdı. Yine “küfür ve “İslam” kelimelerinden her birine “isim” lafzının nispet edilişini isabetli görürüz, ancak buradaki beraberlik sadece söyleyiş yönünden olup mana tamamen birbirinin zıddıdır. Hareketler fiiller ve benzeri konularda da durum bunun gibidir.”89 Maturidi, Allah için “şey” kelimesini kullanmanın meşruiyeti hakkında hem akli hem de nakli delillerin olduğunu ifade etmektedir.90 Nakli delil, Cenab-ı Hakk’ın “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir”91 mealindeki ayet-i kerimesidir. Şayet Allah için “şey” kelimesinin kullanılması caiz olmasaydı diğer şeyleri “şey” yapan nitelikler Allah’tan nefyedilmezdi. Yani “şey” kelimesi kendisi için şey denilmeyecek bir varlığa yönelik olarak ayet-i kerimede kullanılmazdı. Yine Allah’ın şu sözü: “De ki hangi şey şahitlik etme açısından en büyüktür? De ki o şahit Allah’tır.”92 Yine aynı şekilde “Şey” ismi Allah için kullanılan bir kelime olmasaydı İlahi ifadenin bunu içermesi ve O’na nispet edilmesi ihtimal dâhiline girmezdi.93 Bu konudaki Akli delile gelince, “şey” kelimesi örfi açıdan da sadece varlık ifade eden bir isimdir. Çünkü “şey değil” demek eğer basite almak, yok saymak kastedilmiyorsa “mevcut değil” demektir. Bu da gösteriyor ki şey bir ispat ismidir, boşluğu ve yokluğu nefyetme kavramıdır.94 İmam Maturidi Allah Teala’ya “şey” kavramının nispet edilebileceğini fakat “Cisim” kavramının Allah için kullanılamayacağını izah etmiş ve “Şey” demeyi gerektiren sebebin cisimde bulunmadığını ifade etmiştir. Allah (cc) hakkında “Şey” demeyi gerektiren sebepleri akli ve nakli delillerle ispat etmeye çalışmıştır. Nakli delillerde Ku’ran-ı Kerim’in konuyla alakalı itikadi ayetlerini delil getirmiş ve bu itikadi ayetleri akli deliller çerçevesinde yorumlamıştır. Delil olarak getirip yorumladığı şu ayetlerde, “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir”95 “De ki hangi şey şahitlik etme açısından en büyüktür? De ki o şahit Allah’tır”.96 Allah’a şey 89 Topaloğlu, a.g.e. s. 55. Topaloğlu, a.g.e. s. 55. 91 eş-Şura, 42/ 11. 92 el- En’am, 6/ 19. 93 Topaloğlu, a.g.e. s. 55. 94 Topaloğlu, a.g.e. s. 56. 95 eş-Şura, 42/ 11. 96 el-Enam, 6/ 19. 90 20 denilebileceğini şayet “Şey” kavramının Allah hakkında kullanılması mümkün olmasaydı Ku’ran’daki bu İlahi ifadelerin O’na nispet edilmesinin ve bu ifadeyi içermesinin asla söz konusu olamayacağını izaha çalışmıştır. İmam Maturidi Kitabü’t Tevhid’ine almış olduğu bu itikadi ayetlerdeki “şey” kavramını bir ispat ismi, boşluğu ve yokluğu nefyetme kavramı olarak yorumlamıştır. 1.5. ALLAH’IN SIFAT VE İSİMLERİ Allah’ın sıfatlarına ilişkin tartışmalar İslam’ın erken dönemlerinden itibaren başlamıştır. Özellikle Allah’ın kelam sıfatı üzerindeki tartışmalar siyasi bir boyut kazanmış ve bu mesele İslam düşünce tarihinde çokça tartışılan Mihne97 olayları olarak tarihe geçmiştir. Sıfatlar ve kellamullah konusunu akılcı bir metotla açıklamaya çalışan Cehmiyye, en çok bu konu üzerinde durduğundan, onlardan bahsedilirken daha çok akla gelen şey, İlahi sıfatları nefyetmeleri olmuştur. Onlar, sıfatlar konusunda aşırı tenzihe varan ilk akılcılardır. O kadar ki onlar, zatından başka Allah’ın hiçbir sıfatının olmadığını söylemişlerdir.98 Matüridi ise, Allah’ın ilim, kudret, hayat vb. sıfatlarının var olduğunu kabul etmiş ve bunları hem akli hem de nakli deliller çerçevesinde ispat etmeye çalışmıştır. Şimdi Matüridi’nin Kitabü’t- Tevhid’indeki konuyla ilgili görüşlerine ve itikadî ayetleri nasıl yorumladığına bakalım: “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir. O, semi ve basirdir”99 Ebu Mansur Maturidi Kitabü’t-Tevhid’inde Şura suresindeki bu ayet-i kerimeye işaret ederek Allah Teala’nın farklı isim ve sıfatlarla nitelendirilebileceğini bunun ise başka varlıklarda bulunan isim ve sıfatlardan dolayı bir benzeşme meydana getirmeyeceğini nakli delillerle ispat etmeye çalışmıştır. Karşıt görüşte olup da salt isim ve sıfatların yaratıklarda da bulunması ve bundan dolayı da bir benzeşmenin meydana gelebileceğinden Allah’ı bütün isim ve sıfatlardan soyutlayarak ta’til görüşünü benimseyenleri eleştirmiş, bunların görüşlerinin tutarsızlığını çeşitli deliller getirmek suretiyle ortaya koymuştur. 97 Bkz. Yücesoy, Hayrettin, “ Mihne” mad. TDV İslam, Ansiklopedisi, XXX, s. 26. El-Kasımi, Cemalettin, Tarihu’l –Cehmiyye ve’l-Mu’tezile, Müessesetu’r Risale, Beyrut 1981, s.19. 99 eş-Şura, 42/ 11. 98 21 “Allah’ı kadir, âlim, hay, kerim, cevad olmakla vasıflandırmak ve bunlarla isimlendirmek nakli ve akli delillerin her ikisiyle de sabittir.”100 Allah’ın isimleri ve sıfatları konusundaki nakli delil, gerek Kur’an-ı Kerim’in konuyla ilgili onlarca ayeti gerekse önceki semavi kitapların getirip sunduğu ilgili mesajlarıdır. Peygamberlerin ve diğer insanların hepsi ayetlerde zikredilen isimlerle Allah’ı isimlendirmişlerdir. Oysaki bazı kelamcılar Allah’a herhangi bir isim veya sıfat nispet etmenin, Allah’ın zatiyla benzer vasıfları taşıyan diğer her bir varlık arasında teşbih meydana getireceğini zannederek Kur’an ayetleriyle sabit olan isimleri O’ndan başkasına izafe etmişlerdir. Oysaki bu isim ve sıfatlarla benzerlik meydana gelseydi zat-ı İlahiyyeyi bütün sıfatlardan soyutlamak suretiyle de ta’til hâsıl olurdu. Kaldı ki isimlendirmenin teşbihten dolayı kabul edilmemesi halinde zati İlahiyye ile herhangi bir isim altına girmeyen yani hâlihazırda mevcut olmayan şeyler arasında da benzerlik meydana gelir. Şu halde Allah, kendini tesmiye ettiği isimlerle gerçek manada isimlendirilmiş, zatinı nitelediği sıfatlarla da aynı şekilde vasıflandırılmıştır.101 Aklıselim de Yüce Allah’ın bazı isim ve sıfatlarla nitelenebileceğine tereddütsüz hükmeder. Çünkü yüce Allah’ın, cevherleri ve arazlarıyla birlikte birbirlerinden farklı özelliklere sahip bulunan nesneleri yarattığı sabit olunca, bu yaratma fiilinin huy, alışkanlık değil de mutlak bir irade ile gerçekleştiği hiçbir şüpheye mahal bırakmadan kanıtlanmış olur.102 Maturidi Allah Teala’nın isimlerinin sözlük anlamı itibariyle yapılacak yorumların üç kısımda ele alınabileceğini ifade ederek konuyu şu şekilde yorumluyor: İlk olarak Allah Teala’yı sözlük anlamları itibariyle birbirlerinden farklı isimlerle isimlendirmekteyiz. Yani Allah’ın “âlim” “kadir” isimleri gibi; Maturidi burada “âlim” deyişimiz “kadir” deyişimizden farklıdır diyerek şu örneği de vermektedir: “Allah falan rahmeti yarattı; yani Allah Teala söz konusu rahmeti 100 Topaloğlu, a.g.e. s. 58. Topaloğlu, a.g.e. s. 58. 102 Topaloğlu, a.g.e. s. 59. 101 22 yaratana kadar gayri rahim değildi yoksa Allah o yaratılan rahmet sayesinde rahim olmuş değildir. Aksine O’nun rahim oluşu sayesinde o rahmet yaratılmıştır.”103 Maturidi isimlerin ikinci kısım manalarını ise doğrudan Allah Teala’nın zatina dönen isimler olarak yorumluyor. İnsanların bu isimler sayesinde Cenâb-ı Hakk’ın mübarek zatinın ne olduğunu anladıkları aksi takdirde Allah Teala bildirmedikten sonra O’nun mübarek zatinın anlaşılmasının mümkün olamayacağını ifade ederek yorumlamıştır. Üçüncü kısım manalara gelince; Maturidi Allah Teala’ya ait bazı isimlerin sıfatlardan türediğini bildirdikten sonra bu isimlerin gerçek manada Allah’ın gayrı olması durumunda Allah’ın değişime maruz kalacağını bunun ise Allah için muhal olduğunu ifade ediyor. Yok, “eğer kelimelerden anlaşılan asıl mana kastedilmeksizin Allah’ın isimlendirilmesi caiz olsaydı o zaman mana kastedilmeksizin yaratıkların isimlendirildiği bütün kelimelerle Allah’ın isimlendirilmesi caiz olurdu”104 şeklinde yorumlamaktadır. Maturidi’nin Kitabü’t Tevhid adlı eserindeki İlahi isimlerle ilgili olarak yaklaşımı şudur: Matüridi, Allah’ın isim ve sıfatlarını inkâr edip bunların zat-ı İlahiyye ile kadim olmayıp hadis olduğunu ileri suren Cehmiyye ve Mu’tezile’nin fikirlerinin temelden yanlış ve sakat olduğunu ifade etmiş, Allah’ın ezelden âlim, kadir ve söz konusu diğer isimleriyle müsemma olduğunu delilleriyle ispata çalışmıştır. Ayet ve hadislerde zikredilen isim ve sıfatları zat-ı İlahiyyenin ne olduğunu ve ne olmadığını insanlara bildiren manalar olarak yorumlamıştır. Yine Maturidi söz konusu eserinde İlahi isimleri yorumlarken; Allah’ın birer rahmet vesilesi olan şeyleri yaratmasının, O’nun yaratma fiilinden sonra rahim olması anlamında yorumlanamayacağını aksine O’nun ezelden rahim olduğu manasının anlaşılması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Çünkü ona göre Allah’ın rahim oluşu yarattığı rahmet ifade eden şeyler sayesinde değil de, yaratılıp da rahmet ifade eden şeylerin Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olarak vücut bulduğu anlamına gelir. Bunun aksini iddia etmek ise Allah’ın rahmetinin eseri olan cennet, yağmur, sevgi ve benzerlerinin yaratılmasından önce Allah’ın gayri rahim olduğu manasını ortaya çıkarır ki bu da Allah hakkında muhaldir demektedir. Ayrıca İlahi isimleri hadis 103 104 Topaloğlu, a.g.e. s. 83. Topaloğlu, a.g.e. s. 84. 23 kabul ederek zatinın gayrı olduğu fikrini kabul etmenin tevhid ilkesini de bozabileceği yorumunu yapmaktadır. Kitabü’t-Tevhid’de sıfatlar meselesi anlatılırken özellikle “tekvin”ve “kelam” sıfatları üzerinde tartışmalar yoğunlaşmıştır. Matüridi bu sıfatlar hakkında kendi görüşünü akli ve nakli delillerle izah ettikten sonra karşıt görüşte olan muarızlarıyla fikri bir mücadele içerisine giriyor. Biz de çalışmamızın bu kısmında “tekvin” sıfatı üzerine yapılan yorum ve tartışmalara değineceğiz. “Var etmek, varlık sahasına çıkarmak, yaratmak manalarına gelen tekvin Cenab-ı Hakk’ın fiili sıfatlarını ifade eder. Ehl-i Sünnet’in Matüridiyye mezhebi tekvinide sübuti sıfatlar gibi ezeli kabul etmiş ve onu sübuti sıfatlar dizisine ilave etmiştir.”105 “Eş’ari ve Mu’tezili kelamcılara göre fiili sıfatların kadim sayılmasının doğurduğu bazı problemler vardır. Çünkü bunlar Allah’ın yaratılmışlarla olan münasebetini dile getirir. Yaratılmışların hepsi sonradan vücut bulduğundan hadistir, yani bir zamanlar yokken bilahare varlık kazanmıştır. Buna göre mesela “yaratan, yaşatan, rızıklandıran, canlının hayatına son veren “gibi sıfatları, bunlara konu teşkil edecek varlıklar, canlılar henüz yokken zât-ı İlahiyyeye nispet etmek dil ve mantık açısından isabetli değildir. Yahut da bu tür sıfatların taalluk edeceği varlıkların kadim olduğunu söylemek gerekir ki bu, Tevhid ilkesini bozan “taaddüd-i kudema” ya (kadim varlıkların birden fazla oluşuna ) götürür.”106 “Matüridiyye âlimleri ileri sürülen sakıncaların “yaratma”nın (tekvin) “yaratılmışın” (mükevven) aynı olduğunun kabul edilmesi halinde söz konusu olabileceğini söylemek suretiyle problemi çözmeye çalışmıştır. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin temel kuralı vazettikten sonra ilk defa imam Ebu Mansur el- Maturidi tarafından tatminkâr bir şekilde izah edilen bu anlayışa göre tekvin Allah Teala’nın zatiyla kaim kadim bir sıfattır. Mükevven ise, ezeldeki planına göre zamanı gelince halk edip meydana getirdiği nesne ve olay olup hadistir.”107 Buraya kadar “tekvin ve mükevven” konusunun daha iyi anlaşılması açısından bazı itikadî mezheplerin görüşünü vermeye çalıştık. Bundan sonra da 105 Topaloğlu, Bekir, İslam’da İnanç Esasları, Çamlıca yayınları, İst, 2008, s. 132. El- Ûşi, Sirâceddin Ali b. Osman, Emâli, Tercüme, Bekir Topaloğlu, s. 121. 107 El- Ûşi, a.g.e. s. 121. 106 24 Kitabü’t-Tevhid’de yer alan konuyla ilgili ayeti Matüridi’nin nasıl yorumladığına bakacağız. “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı ‘ol’ demekten ibarettir, hemen oluverir”108 İmam Matüridi tekvin sıfatı konusunda yukarıdaki ayete işaret ederek bu sıfatın en kolay anlatımının “ol” emriyle yapılabileceğini çünkü Allah’ın ezeli ilminde konumu belli olan her şeyin O’nun “ol” emriyle vücut bulduğunu ifade etmektedir. Eş’ariyye ve Mu’tezile’nin hilafına tekvin sıfatı Maturidi’ye göre Allah’ın zati ile kaim ve ezelidir. Tekvin ile mükevven birbirinin aynı değil gayrı, birincisinin ezeli ikincisinin ise hadis olduğunu çeşitli örnekler getirerek Kitabü’tTevhid’de ispat etmeğe çalışmıştır. Yine Matüridi; “Ezelde Allah vardı fakat yaratma (veya yaratıklar) yoktu, sonra tekvinin aracılığı bahis konusu olmaksızın yaratıklar vücut buldu, zaten tekvin yaratılmışın (mükevvenin) gayridir” diyen kimsenin sözü, kâinatı, nispet edileceği yaratıcısını söze katmadan zikreden kimsenin sözü gibidir.”109 yorumunu yapmaktadır. Maturidi, varlıkların vücut bulmasında tekvinin aracılığını söz konusu etmeyen ve tekvinle mükevvenin birbirlerinin gayri olduklarını iddia edenlerin görüşlerini şiddetli bir şekilde eleştirerek yaratmayı tabiatlara ve gıdalara nispet eden tamamen İslam ve izan dışı olanların görüşlerini bunlarınkinden daha mantıklı bulmaktadır. Bu ağır eleştirisini de şöyle savunmaktadır: Çünkü onların düşüncelerine göre, sayesinde başkasının vücut bulacağı bir sistemin ortaya konulması söz konusudur. Tekvin sıfatının kıdemini kabul etmeyenler ise ezelde bulunmayan yaratmayı, bu yaratmanın oluşumundan başka hiçbir İlahi sıfattan söz etmeden Allah’a izafe etmektedirler. Onlara ait nispetin kendilerine göre bir temellendirmesi varken, bunlar tarafından ortaya konan herhangi bir temellendirme mevcut değildir. 110 Yine, duyularla algılanabilen bu fiziki âlemde herhangi bir engelle karşılaşmamış, fiil işleme güç ve kudretinde olan hiçbir kimse yoktur ki fiili 108 Yasin, 36/ 82. Topaloğlu, a.g.e. s. 60. 110 Topaloğlu, a.g.e. s. 61. 109 25 bulunmasın ve söz söyleme kudretine sahip kimse yoktur ki söz söylemesin. Bu maddi âlem manevi âlemin güçlü bir delilidir. Şu halde bu husus her iki âlemin sahibi ve yaratıcısı olan Allah hakkında da gerekli olmuştur.111 Allah’ın Kur’an’da kendisine nispet etiği diğer sıfatların mahiyetlerinin kavranmasında olduğu gibi tekvin sıfatının da tam olarak mahiyetini beşer idrakinin kavraması mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki beşer idrakinin anlama ve anlatımının en kolay yolu İlahi ifade ile “ol” demekten ibarettir. Zira Allah’ın ezeli ilminde konumu belli olan her şey bu “kün” emriyle varlık sahasına çıkar. Allah yarattığı ve yaratacağı her şeyi nasıl ve ne zaman olması gerekiyorsa meydana getirme kudretine sahiptir. Yüce Yaratıcının bütün İlahi emir, nehiy, va’d ve vaidler; bu “kün”emrine dâhildir. Ayrıca bu “kün” emri, meydana gelecek şeylerin zamanları ve mekânları surekli olarak değişmesine rağmen olmuş ve olacak her şeyi de haber vermektedir. Ne var ki bu duyulur, âlemdeki varlıklar içerisinde yalnızca düşünme yeteneğine sahip olan insanoğlunun anlama ve kavrama gücü, failini meşgul edip yormayan bir tekvin eylemini anlamaktan acizdir.112 İmam Matüridi, insan aklının tekvin sıfatının mahiyet ve işleyişini tam anlamıyla kavrayıp tarif edebilmesinin mümkün olamayacağını dolayısıyla tekvinin, insan idrakindeki en basit anlatımının ilahî beyandaki “kün” emri olduğunu ifade etmektedir. Çünkü ilahî irade neticesinde meydana gelen yaratma eylemi failine ne bir meşguliyet ne de bir yorgunluk olarak etki edebiliyor. Böyle harikulade bir yaratma eylemini anlayıp tarif edebilmek de insan idrakinin kapsam alanı dışındadır. Yine Matüridi konuyu anlatımında tekvin sıfatının ilim ve kudret sıfatı gibi Allah Teala’ya ait kadim ve müstakil bir sıfat oluğunu beyan etmektedir. Aksini iddia edenleri yani tekvin sıfatının müstakil ve kadim değil de hadis olup rızık vermek, yaşatmak, öldürmek ve diğerleri gibi fiili sıfatlardan biri olduğu fikrini kabul edip savunanları çok ağır ifadelerle eleştirmiş hatta daha da ileri giderek yaratma fiilini tabiatlara ve çeşitli gıdalara nispet edenlerin fikir ve görüşlerinin bunların fikir ve görüşlerinden daha mantıki olduğunu ifade etmiş, gerekçesini farklı örneklerle ve soru cevap şekli bir anlatım tarzıyla ispat etmeye çalışmıştır. Bütün bu yorumlarının 111 112 Topaloğlu, a.g.e. s. 61. Topaloğlu, a.g.e. s. 64. 26 sonunda nakli delil olarak şu ayet-i kerimeyi getirmiştir: “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı ‘ol’ demekten ibarettir, hemen oluverir”113 İmam Matüridi ayette geçen ‘kün’ kelimesini Allah’ın bütün emir, nehiy, va’d ve vaid bağlamında bir İlahi emir olarak yorumlamıştır. Ayrıca bu İlahi emri meydana gelecek şeylerin zaman ve mekânlarının izafi olmalarına rağmen bugüne kadar olmuş ve olacak her şeyi haber veren bir kavram olarak da yorumlamıştır. Matüridi Kitabü’t-Tevhid’de kelam sıfatı üzerinde de ayrıntılı bir şekilde durmuş, konuyla ilgili fikir ve düşüncelerini muarızlarına karşı birçok nakli ve akli delille savunmuştur. Şimdi Maturidi’nin yaptığı bu tartışmalara geçmeden “kelam” sıfatı ve bu sıfat hakkındaki bazı itikadî mezheplerin görüşlerine kısaca bakalım. Kelam; sözlükte “maddi ve manevi açıdan etkilemek, yaralamak” anlamındaki kelm kökünden masdar ismi olup “konuşma, söz söyleme, sözlü etkiyi algılama” manasına gelir. Dini bir terim olarak da “Allahın konuşma yetkinliğine sahip bir varlık olduğunu bildiren sıfatı” diye tanımlanır.114 Bütün itikadî mezhepler Allah Teala’nın kelam sıfatının varlığında ittifak etmişlerdir. Allah’ı konuşan bir varlık olarak kabul ederken O’nun kullarıyla konuşmasının en büyük delili olan ilahî kelamın yaratılmış olup olmadığı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. İslam’da Allah’ın kelam sıfatını, dolayısıyla Kur’an’ın mahlûk olduğunu ilk dile getiren kişinin Ca’d b. Dirhem olduğu söylenmektedir.115 “Selef’e göre Kur’an, Allah kelamıdır, mahlûk değildir. Allah’la kaimdir. O’ndan ayrı değildir. Kur’an yalnız harflerden ve lafızdan veya yalnız manadan ibaret değildir. Hem harflerden hem de manadan oluşmuştur. Bu sebeple Kur’an’ın harfleri de lafızları da yaratılmış değildir.”116 “Mu’tezile ise, Kur’an’ın, ses, harf, ayet, sure ve cüzlerden müteşekkil olduğunu, te’lif, tanzim, tenzil, inzal gibi hudüs alametleriyle nitelenmiş bulunduğunu söyleyerek, O’nun mahlûk olduğunu iddia etmiştir. Mu’tezile’ye göre 113 Yasin, 36/ 82. Yavuz, Yusuf Şevki, “Kelam” mad. TDV İslam Ansiklopedisi, XXV, s.194; Fikret Karaman, “Kelam” mad. Dini Kavramlar Sözlüğü, s. 370. 115 Esen Muammer, Sistematik Kelam, Ankara Üniversitesi, Uzaktan Eğitin Yayınları, Ünite II, s. 31. 116 Kılavuz A. Saim, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, s. 135. 114 27 Allah’ın mütekellim olması demek, kelamı mahallinde yani Cebrail’de, peygamberde, Levh-i Mahfuz’da, şahsın okuyuşunda yaratması demektir.”117 “Ehl-i Sünnet kelamcılarına göre, Allah Teala kelamı yarattığı için değil, kelam sıfatıyla muttasıf olduğu için mütekellimdir.”118 İmam Matüridi ise, “Selef’le Mu’tezile’nin görüşü arasında bir yol izleyerek, kelamı, nefsi ve lâfzî kelam olmak üzere ikiye ayırmıştır. Nefsi kelam, Allah’ın zati ile kaim, mahiyetini kavrayamadığımız ezeli bir sıfattır. Allah bu kelam ile mütekellimdir. Lâfzî kelam ise, nefsi kelamın varlığını gösteren, ses ve harflerden oluşmuş bulunan Kur’an’ın lafzıdır. İşte bu lafzı kelam ezeli değildir. Çünkü hadis özelliklerine sahiptir.”119 “Allah’ın sıfatı olan ezeli ve kadim mana Eş’ari’ye göre işitilebilir. Çünkü var olan bir şeyin işitilmesi de mümkündür. Allah Teala da Kur’an’da “Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır.”120 buyurmuştur. Matüridi’ye göre ise nefsi kelam işitilemez. Ayette geçen “Allah’ın kelamını işitsin” ifadesi, “Allah’ın kelamına delalet eden şeyi(lafzı kelamı) işitsin” demektir.”121 Yukarıda bazı kelam ekollerinin görüşlerini verdiğimiz kelamullah meselesinde İmamı Matüridi de Kitabü’t-Tevhid’inde konu bağlamında pek çok itikadî ayetlere doğrudan ya da dolaylı olarak işaret etmiş ve bunları konunun akışı içerisinde yorumlamıştır. Ebu Mansur, Allah’ın kelam sıfatını eserinde anlatırken genelde Mu’tezile ekolüne özelde bu ekolün önde gelen âlimlerinden Ebu’l Kasım el-Ka’bi’nin kelam sıfatının hadis olup bunun sonucu olarak da Kur’an’ın sonradan yaratılıp mahlûk olduğu görüşüne en sert eleştirilerini yapmıştır. İmam Ebu Mansur bu eleştirilerini akli ve nakli delillerle desteklemiştir. İmam Matüridi, fiili sıfatların zati sıfatlardan olduğunu kabul etmeyip onların yaratılmış olduklarını iddia eden ve dolayısıyla kelam sıfatının zati sıfatlardan biri olarak kabul edilmesi halinde ise fiili sıfatların zati sıfatlar statüsüne gireceğini 117 Kılavuz, a.g.e. s. 135. Kılavuz, a.g.e. s. 135. 119 Kılavuz, a.g.e. s. 136. 120 Tevbe, 9/ 6. 121 Kılavuz, a.g.e. s. 137. 118 28 söyleyen Mu’tezililere şöyle cevap veriyor: “Doğrudur, Allah Teala’yı kelam, ilim ve fiil ile nitelendirip övmek O’nu, bunların zıddı olan kusurlardan münezzeh olmakla vasıflandırmak ve ayıplardan yüceltmek demektir. Allah ezelden beri böyledir. Şayet O, bizzat olmayarak halik, rahman ve mütekellim olsaydı bunlarla vasıflanmaması da imkân dâhiline girerdi. Hâlbuki “ey rahman, rahim ve halik olmayan Allah!” demek O’nu yermek ve diğer yaratıklar seviyesine indirmektir. Şu halde Allah’ın, bizatihi rahman, rahim ve halik olduğu ortaya çıkmıştır”122 Allah Teala’nın, kullarının yaratılıştan veya sonradan sahip oldukları herhangi bir isim ya da sıfatla isimlendirilmesi doğru olsaydı zati dışındaki nesnelerde oluşan her bir kavramla da isimlendirilmesi gerekli hale gelirdi ki o zaman maddi âlemde yaratıcıyla aynı özelliği taşıyan birinin de bulunması gündeme gelirdi. Her an somut veya soyut değişebilen yaratılmışlarda bu durumun imkânsız oluşunda yüce Allah’ın bundan münezzeh bulunuşunun ispatı vardır.123 İmam Matüridi, Allah Teala’nın kelam sıfatıyla nitelenmesinin hem akli hem de nakli delille ispatlanabileceğini ifade edip nakli delil olarak şu ayet-i kerimeyi getiriyor: “Allah Musa ile basbayağı konuştu”. Cenab-ı Hak Musa ile konuşmasının masdarla tekit etmiştir. Bundan dolayı İslam âlimleri arasında Allah’ın kelamı konusunda bir görüş ayrılığı yoktur. Yani Allah’ın mütekellim olduğu ve hakikat manasında onun kelamının bulunduğu hususunda oy birliği mevcuttur. Bu konudaki fikir ayrılıkları, Allah’ın kelam sıfatının mahiyeti hakkında söz konusu edilmiş ve bu mesele etrafında çok ciddi tartışmalar yapılmıştır. Cenab-ı Hak, Allah bizimle konuşmalı değil midir?” diyen inkârcıları temelden reddetmemiş, sadece kibirlenmek ve hadlerini bilmemekle vasıflandırmıştır. Yine O’nun şu ayeti nakli bir delil teşkil eder:”124 “Onlardan bir zümre vardı ki Allahın kelamını dinler…125 Maturidi’nin bu konu hakkında ileri sürdüğü akli delile gelince, bildiği ve güç yetirdiği halde konuşma eyleminde bulunmayan kimse ya acziyeti sebebiyle ya da birilerinin engellemesi sebebiyle konuşmamış olur. Bildiği ve kadir olduğu halde konuşmayan herkes, aciz bulunmak veya engel olunmak türünden bir afet sebebiyle konuşmamış olur. Allah Teala bundan münezzeh bulunduğuna göre O’nun 122 Topaloğlu, a.g.e. s. 71. Topaloğlu, a.g.e. s. 71. 124 Topaloğlu, a.g.e. s. 74. 125 el-Bakara, 2/75. 123 29 mütekellim olduğu ortaya çıkar. Şu da bir gerçektir ki duyulur âlemde konuşmayan kimse, işitmemesine ve görmemesine sebep olan bir özürden dolayı konuşmamış olur. Allah ise her türlü acizlikten ve eksikliklerden münezzehtir.126 Bu da gösteriyor ki Allah’ın kelam sıfatıyla nitelenmesi aklın zorlanmadan kabul edebileceği bir hakikattir. İmam Matüridi, Allah’ın kelam sıfatının hadis olduğu fikrini savunan kelamcılara ise şöyle yanıt veriyor: “Allah’ın kelamı hadis kabul edildiği takdirde başkalarının kelamı statüsünde bulunmaktan kurtulamaz. Bu durumda da benzeşme ortaya çıkar. Hâlbuki “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir”127 mealindeki ayet gerek sıfatında gerek zatinda benzeşme olamayacağını dile getirmiştir. Ayrıca “Yoksa O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratma işi onlarca birbirine benzer mi göründü?”128 mealindeki ayet de bunu destekler mahiyette fiil benzerliğinin zat benzerliğini gerektirdiğine işaret etmiştir. Buna mukabil bütün yaratıklar bir araya gelse onun (Kur’an) bir mislini meydana getiremeyecekleri yönünde İlahi beyan vardır;129 böylece de misliyet unsuru taşıyan benzerlik ortadan kalkmıştır. Netice olarak zat-ı İlahiyyeye mahsus olan kelamın bütün yaratıklara ait kelamdan farklı olduğu sabit olmuştur.”130 Şimdi İmam Maturidi’nin konuyu izah ederken ve muarızlarıyla tartışırken nakli delil olarak getirip kullandığı itikadî ayetleri nasıl yorumladığına bakalım. “Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir”131 “De ki: Öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?” 132 “Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır)”133 126 Topaloğlu, a.g.e. s. 74. eş-Şura, 42/ 11. 128 er-Ra’d, 13/ 16. 129 el- İsra, 17/ 88. 130 Topaloğlu, a.g.e. s. 75. 131 el- Bakara, 2/ 106. 132 el-En’am, 6 / 191. 133 el-Fecr, 89/ 22. 127 30 “Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda Allah da onların binalarına ta temellerinden gel(ip gir)miş…”134 Yukarıdaki ayet-i kerimelerde yer alan “gelmek” kavramını Mu’tezile âlimi Ka’bi, kelam sıfatının hadis oluşuna bir delil teşkil ettiği yorumunu yapmıştır. İmam Maturidi Ka’bi’nin bu yorumunu isabetli bulmamış, ayetlerde sadece kelamla ilgili olarak “gelmek” kavramının kullanılmadığını, bu kavramı Allah Teala’nın kendine de nispet etmiş olduğunu hatırlatmıştır. Nasıl ki Allah’ın “gelmek” kavramını kendine nispet etmesinden dolayı O’nun yaratılmış olma neticesi çıkarılmamışsa aynı şekilde kelam sıfatı için de hadis olma anlamı çıkarılamaz. İmam Maturidi Kitabü’tTevhid’de nasta Allah’a nispet edilen “ıtyan” kavramını ulûhiyete yaraşır bir manaya yorumlamıştır. Yine nastaki “meci” kavramını da tanrılığa uygun bir manaya yorumlamıştır. Ondan yaratıklar için söz konusu olan değişiklik ve yok oluş manası anlaşılmamıştır. Aynı şekilde fiili sıfatlarla kelam sıfatının konumu da bunun gibidir. “Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem dedi. 135 İmam Maturidi yukarıdaki ayetlerde Cenab-ı Hak için nispet olunan “ıtyan” ve “meci” kavramlarının yaratıklar için kullanılan gelmek ve gitmek gibi değişkenlik ifade eden anlamlarıyla yorumlanamayacağına bu ayette yer alan “Ben böyle sönüp batanları sevmem” ifadesini delil getirmiştir. Bu ayeti de bir hal üzere iken başka bir hale bürünen kimse gerçekte değişip yok olanlar zümresindendir diye yorumlamıştır “(Bu alış verişi yapanlar); tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!”136 “İşte size vâd edilen cennet! Ki o, daima Allah'a yönelen,(O'nun buyruklarını) koruyan…”137 Ka’bi, Kur’an-ı Kerim’in insanlar tarafından hıfzedilebilir olmasını onun yaratılmışlığına bir delil olarak getirmiştir. Çünkü Ka’bi’ye göre hıfzedilen şey aynı zamanda sınırlandırılmış olmaktadır. Dolayısıyla sınırlandırılabilen şey de mahlûktur. İmam Maturidi bu görüşü reddetmiş ve “hıfz” kavramının Allah’a da 134 en-Nahl, 16 / 26. el- En’am, 6/ 76. 136 et-Tevbe, 9/ 112. 137 Kaf, 50/ 32. 135 31 nispet edildiğini hatırlatarak yukarıdaki ayetleri buna delil getirmiştir. Ayetlerde geçen “hıfz” (koruyan) kavramını da O’nun çizdiği sınırları ve kelamının ihtiva ettiği talimatı korumak tarzında yorumlamıştır. “Andolsun biz, daha önce de Âdem'e ahit (emir ve vahiy) vermiştik “138 “Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.”139 “Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatmaya kalkışırlar, Allah da onları aldatır.”140 İmam Maturidi ayetlerde geçen “Allah’la ahitleşme,” “Allah’a yardım etme,” “Allah da onları aldatır” ifadelerini mecazi anlamda yorumlamıştır. Nasıl ki Kur’an metni Allah’ın sıfatı olan kelamın tanınmasına vesile olması ilgisiyle mecazdan ibaretse bu ifadeler de aynı şekilde birer mecazdan ibarettirler diye yorumlamıştır. “Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir!”141 İmam Maturidi, Mu’tezile imamlarından Ka’bi’nin sıfat, mevsuf, mecaz, hakikat konularındaki bilgisini ve yorumlarını eleştirmiştir. Tevhid ehlinin en cahilinin bile rıza göstermeyeceği bu bilgi ve yorumlara rağmen Mutezile’nin imam diye peşinden gitmesini, “kıyamet gününde kavminin önüne düşer de kendilerini yolunun tavsifi bu söylenenlerden ibaret olan yere (cehennem) götürür”142 diyerek bu ağır ifadeleriyle yukarıdaki ayete işaret etmiştir. “Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu.”143 “Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi”144 Matüridi, “Allah, Musa ile gerçekten konuştu” “Allah’ın kelamını işitirler” ayetlerini Allah’ın kelamla nitelenişine nakli delil olarak getirmiştir. Ayette geçen bu 138 Taha, 20/ 115. el Hac, 22/ 40. 140 en Nisa, 4/ 42. 141 Hud, 11/ 98. 142 Topaloğlu, a.g.e. s. 73. 143 en-Nisa 4/ 164. 144 el- Bakara, 2/ 75. 139 32 ifadeleri hakikat manasında yorumlamıştır. Cenab-ı Hak Hz. Musa ile konuşmasını maf’ul-i mutlak ile kuvvetlendirmiştir diyerek bu ifadeleri Allah’ın mütekellim oluşuna birer delil olarak getirmiştir. “O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir”145 Ebu Mansur (r.h.) Allah kelamının hadis, Kur’an’ın mahlûk kabul edilmesi halinde başkalarının kelamı statüsüne gireceğini dolayısıyla bir benzeşmenin kaçınılmaz olacağını ifade ederek yukarıdaki ayeti kerimeyi delil getirmiştir. Ayette geçen “benzeri değildir” ifadesini Allah’ın gerek zatinda gerekse sıfatlarında benzeşme olamayacağı şeklinde yorumlamıştır. “Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.”146 İmam Maturidi ileri sürdüğü, İlahi kelamın hadis kabul edilmesi halinde başkalarının kelamıyla benzeşme olacağı fikrine karşı çıkanlara yukarıdaki ayeti delil getirmiştir. “Yaratma onlarca birbirlerine benzer mi göründü?” ifadesini ise fiil benzerliğinin zat benzerliğini gerektirdiği şeklinde yorumlamıştır. “De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere ins ü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler”147 İmam Maturidi zat-ı İlahiyyeye ait olan kelamın bütün yaratıklara ait olan kelamlardan her yönüyle tamamen farklı olduğuna bu ayeti delil getirmiş ve ayetteki “onun benzerini ortaya getiremezler” ifadesini de eşitlik unsuru taşıyan benzerliğin ortadan kalkması şeklinde yorumlamıştır. “Nihayet Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi” 148 “Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim.”149 145 eş- Şura, 42/ 11, er- Ra’d, 13/ 16. 147 el-İsra, 17/ 88. 148 en-Neml, 27/ 18. 149 en-Neml, 27/ 22. 146 33 “Kuşları ve tesbih eden dağları da Davut’a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız150 İmam Maturidi Allah’ın kelam sıfatını bütün incelikleriyle bilmenin mümkün olmadığına dikkat çekerek kelamın çeşitliliği konusunda yukarıdaki ayetleri örnek vermiştir. Zira farklı yaratıklara ait kelamın alfabe sistemiyle bir şeylerin anlaşılmasına ve beşer kelamıyla karşılaştırılmasına insanın güç yetiremeyeceği kaldı ki bütün mahlûkatı yaratan yaratıcının kelamının bütün yönleriyle bilinip üzerinde yorum yapılmasının tamamıyla mümkün olmadığı üzerinde durmuş, yukarıdaki ayetleri de bu bağlamda yorumlamıştır. 1.6. ALLAH’IN ARŞA İSTİVA ETMESİ Kur’an’ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde geçen, sadece işitme ve haber yoluyla sabit olan, ancak zahiri manalarıyla aşkın varlık için kullanıldığında teşbih ve tecsime düşürebileceği için zahiri olarak Allah’a nispet edilmeleri mümkün olmayan ilahî sıfatlara haberi sıfatlar denmektedir.151 Arş konusundaki itikadî tartışmalar kelam ilminin teşekkül ettiği hicri II. asrın başlarına kadar gitmektedir. Kelami konular içerisinde haberi sıfatlardan olup üzerinde çokça yorumlar yapılan konulardan biri de “Allah’ın arşa istiva etmesi” meselesidir. Farklı itikadî ve felsefi gruplar bu mevzuda değişik fikirler ve yorumlar ortaya koymuşlardır. Cehmiyye ve Mu’tezile fırkalarının ortaya çıkıp arş konusunu kabul edilen inanışın dışında yorumlamasıyla birlikte Ehl-i sünnetin ilk kaynaklarında “arşa iman” konusuna önemli yer verilmeye başlanmıştır. Konu hakkında kelamcıların görüşlerine ve Matüridi’nin yorumlarına geçmeden “arş” ve “istiva” kavramlarının anlamlarına bakalım. Arş, sözlükte “yükseklik, tavan, çadır, çardak, ayağın tümsek yeri ve taht” anlamına gelmektedir. Istılahta, gerçek mahiyetini, ölçü ve sınırını insan aklının kavrayamayacağı, gerçek içeriğini sadece yüce Allah’ın bildiği, bütün âlem denilen 150 151 el- Enbiya, 21/ 79. Yurdagür, Metin, Allah’ın Sıfatları, Marifet Yayınları, İst, 1984, s. 234; Yüksel, Emrullah, Sistematik Kelam, İz Yayıncılık, İst, 2005, s. 240. 34 yeri, gökleri, cenneti, cehennemi, sidreyi, kürsiyi kaplayan ilahî taht ve hükümranlık demektir.152 İstiva kelimesi de lügat bakımından: Karar etmek, müsavi bulunmak, üzerine oturmak, galip olmak, kastetmek gibi manaları ifade eder. Allah’ın arşa istivasının gerçek mahiyetini insan, bilip idrak edemez. Çünkü bu konuda Kur’an’da bilgi verilmemiş sadece Rahman’ın arşa istiva ettiği bildirilmiştir.153 Selef dönemi âlimleri istiva ayetini zahiri manada ele alıp te’vil ve yoruma gitmemişler, metotları gereği ayetin verdiği bilgiye akıl ve fikir yürütmeden tartışmasız bir şekilde inanmış ayetin asıl manasını Allah’a havale etmişlerdir. Nitekim İmam Malik, “İstiva malum, keyfiyeti gayr-i ma’kul, buna iman vacip ve bundan sual etmek bid’attir.” demiştir.154 İstiva ayetini lâfzî manada yorumlayan Cehmiyye, Mu’tezile ve bazı Şia kelamcıları Allah’la arş arasındaki münasebeti izah etme güçlüğünden kurtulmak için arşın Allah’a nispet edilen müstakil varlığını inkâr edip naslara muhalif düşmüşlerdir. 155 İstiva ayetinin asıl manası ise Allah’ın arşa hâkim olmasıdır.156 Kerramiyye, Müşebbihe ve Mücessime mensupları arşın Allah’ın mekânı olduğunu, aksi takdirde melekler tarafından taşınması ve etrafında dönülmesine bir mana verilemeyeceğini söylemişlerdir.157 Ebü’l- Hasan el-Eş’ari, Allah’ın, yaratıklarından ayrı olarak arşın üstünde olduğuna inanmayı gerekli görüp arşı Allah ile yarattıkları arasında bir sınır kabul etmiştir.158 Allah’ın arşa istiva etmesi meselesindeki itikadî mezheplerin bu görüşlerini kısaca verdikten sonra Matüridi’nin görüşüne ve konuyla ilgili itikadî ayetleri nasıl yorumladığına bakalım. 152 Karaman, Fikret, “Arş” mad. Dini Kavramlar Sözlüğü, s. 31; Yavuz, Yusuf Şevki, “Arş” Mad. TDV İslam Ansiklopedisi, s. 406; Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, II, s. 536; Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Basım veYayınevi, İst, tarih yok, II, s. 1030. 153 Karagöz, İsmail, “İstiva” mad. Dini Kavramlar sözlüğü, s. 341; Es-Sabuni Muhammed Ali, Saffetü’t – Tefasir, Beyrut – Lübnan, 2010, I, s. 383. 154 Karagöz, “Zü’l-Arş” mad, a.g.e. s. 721; İbn Kudame, Lüm’atü’l-İ’tikad, (giriş) nşr. Bekir Topaloğlu, damla Yayınevi, İst, 1981, s. 15. 155 Yavuz, a. g. m. s. 408. 156 Gölcük, Şerafettin, “Cehniyye” mad. TDV İslam Ansiklopedisi, s. 235. 157 Yavuz, a. g. m. s. 409. 158 Yavuz, a. g. m. s. 409. 35 Ebu Mansur el- Matüridi’ye göre Allah-arş ilişkisi naslarda belirtildiği şekilde ispat edilmeli, ancak teşbihte nefyedilerek gerçek manasının bilinemeyeceğine inanılmalıdır. İmam Maturidi Kitabü’t-Tevhid’in de arş konusunu işlerken İslam âlimlerinin bu konudaki farklı görüşlerine işaret etmiş ve o âlimlerin kendi görüşlerini ispatlamak için nakli delil olarak getirdikleri itikadî ayetler çerçevesinde konuyu ele alıp yorumlamıştır. İmam Maturidi Allah’ın arşa istiva etmesi meselesini şu şekilde yorumluyor: Yaratılmış olan her şeyin Allah’a ve Allah’ın da yarattıklarına olan ilgi ve alakası kendisini yücelik ve yükseklikle niteleme manasında, yine O’na tazim ve aşkınlık izafe etme konumunda olur. Nitekim bu hususu “Göklerin ve yerin hükümranlığı O’na aittir”159 mealindeki ayetle göklerin ve yerin rabbi,160 yaratmayı kendisine munhasır kılan ilah161 olduğunu, tüm âlemlerin rabbi162 ve her şeyin fevkinde bulunduğunu 163 bildiren ve daha başka ayetler ispat etmektedir. Yaratılmış objeler içinden özellikle bazılarının Allah’a izafe edilmesi, o nesnelerin Allah’ın katında başka bir değer kazanması konumuna getirir. Manevi değerleri, mertebeleri ve kendi türlerinden olanlara üstünlükleri açısından farklılık kazandırır.164 Maturidi, Allah’ın arşa istiva etmesini fiili bir birleşme olarak yorumlayanlara şöyle cevap vermektedir: Allah’a her hangi bir mekân nispet etmek ve O’nu zatiyla her mekânda bulunmakla niteleyenler Cenab-ı Hakk’ı durup yerleşeceği bir mekâna muhtaç göstermektedirler. Bu düşünce aynen varlığına mekânlar sayesinde sahip olabilen ve birinden diğerine intikal eden, karar kılan bütün cisim ve arazlarda olduğu gibi yaratıcıyı da böyle bir nitelemeye götürür. Cisim ve arazları ilk defa varlık sahasına çıkaran ve onları tamamen herhangi bir mekâna mensubiyetleri olmadan nizamında tutan Allah ise elbette mekâna muhtaç olmaktan münezzehtir. Bunun yanında bütünüyle mekâna mensubiyeti söz konusu olmayıp içerisindeki nesneleriyle ayrı ayrı yer işgal eden âlemin statüsüyle de nitelenmekten uzaktır. Buna göre Cenab-ı Hakk için bir mekân düşünülecek olunsaydı âlemin bir ünitesi 159 el- Bakara, 2/ 107. er- Rad, 13/ 16. 161 el- En’am, 6/102. 162 el- Fatiha, 1/ 2. 163 el- En’am, 6/18. 164 Topaloğlu, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, s. 88. 160 36 statüsünde tutulmuş olunacaktı, bu ise bir eksiklik alametidir. Bununla birlikte âlemin tamamı bütünüyle mekânlara nispet edilmeksizin var olabildiğine göre Allah’ın da bu statüde mevcudiyeti daha uygun ve gerçeğe daha yakındır.165 Yine İmam Maturidi’nin istiva konusunda yaptığı bir başka yorum da şöyledir: “İstiva kelimesi “hâkimiyet altına alma” manasına alındığı, arş da mülk olarak anlaşıldığı takdirde, Allah bütün yaratıklarını hâkimiyet ve yönetimi altına alandır. Aslında başka manaya çekilecek yorumlar da bu esasa dayanmaktadır, der. Şu ayet-i kerime her ikisine de delalet etmektedir: “O büyük arşın rabbidir,”166 büyük mülk anlamındaki bu manalandırmada başka arşlar da söz konusudur. Buna göre “büyük arş” meleklerin taşıyıp etrafını sardığı arş olmalıdır.”167 Yine İmam Maturidi istiva ve benzeri haberi sıfatlar konusunda şöyle demektedir: Bütün bu yorumlara rağmen istivanın tevilini yaparken kesin olarak istiva şudur şeklinde bir yorum yapmayız. Bu konu yapılan başka yorumlara müsait olabileceği gibi teşbihe ve tecsime kaçmayan fakat bize ulaşmayan başka bir yoruma da müsait olabilir. Biz Allah’ın istivadan muradı ne ise ona iman ederiz. Aynı şekilde Allah’ın ahirette görülmesi ve buna benzer konularda olduğu gibi müteşabih ayetlerde benzerliğin nefyedilip Allah’ın bu beyanlarında kastettiği her ne ise inanılması ve ihtimallerden birini bırakıp diğerine kesinlik verilmemesi görüşündeyiz.168 Şimdi arş ve istiva konusuyla alakalı olarak Kitabü’t-Tevhid’de geçen ayet-i kerimeleri İmam Matüridi’nin nasıl yorumladığına bakalım: “Göklerin ve yerin hükümranlığı ona aittir”169 “Göklerin ve yerin rabbi,170 yaratmayı kendisine munhasır kılan ilah171 bütün âlemlerin rabbi172 her şeyin fevkinde bulunan173 “Allah kötülüklerden sakınanlarla 165 Topaloğlu, a.g.e. s. 89. et- Tevbe, 9/ 29. 167 Topaloğlu, a.g.e. s. 93. 168 Topaloğlu, a.g.e. s. 94. 169 el- Bakara, 2/ 107. 170 er- Rad, 13/ 16. 171 el- En’am, 6/102. 172 el- Fatiha, 1/ 2. 173 el- En’am, 6/18. 166 37 beraberdir.” 174 “Şüphe yok ki camiler Allah’ındır” 175 Allahın devesi,176 Allah’ın evi.177 İmam Matüridi bu ayetlerde de ifade edildiği gibi nesnelerin içinden özellikle bir kısmının Allah’a izafe edilmesini onları manevi değerleri, mertebeleri ve kendi türlerinden olanlara üstünlükleri açısından nezd-i İlahide ki ayrıcalık ve üstünlükleri olarak yorumlamıştır.178 “De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semayı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, aziz, âlim Allah'ın takdiridir.”179 “Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva edendir.”180 “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı”181 “Geceyi ve gündüzü istifadenize verdi”182 “Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından bir lütuf olarak size boyun eğdirmiştir.”183 İmam Matüridi bu ayetlerde geçen yerin göğün yaratılmasını, gece ve gündüzün insanların istifadesine verilmesini, göklerde ve yerde olanların insanlara boyun eğdirilişini; mükellefler için mülkün kemale ermesi, yüceltilip yükselmesi, ait olduğu mükellefe ulaşması olarak yorumlamıştır. İmam Matüridi mülkün yaratılıp kemale erdirilmesinden sonra Allah’ın arşa istiva etmesini ise mükellefi yaratandır 174 en- Nahl, 16/128. el- Cin, 72/18. 176 eş- Şems, 91/13. 177 el- Hac, 22/ 26. 178 Topaloğlu, a.g.e. s. 84. 179 Fussilet, 41/ 9–12. 180 el- A’raf, 7/ 54. 181 el- Bakara, 2/ 29. 182 İbrahim, 14/ 33. 183 el- Casiye, 45/ 13. 175 38 manasında yorumlamış. Zira Matüridi’ye göre insanın yaratılmasıyla birlikte İlahi mülk ve hükümranlık kemale ermiş ve doruk noktasına ulaşmıştır.184 “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”185 Matüridi bu ayeti, kâinatta yaratılan her şeyin insanoğlunun istifade etmesi için yaratıldığı, insanoğlunun ise yüce Yaratıcıya kulluk etmek için var edildiği ve cinlerinde kulluk statüsüne alındığı şeklinde yorumlamıştır.186 “Biz ona şah damarından daha yakınız”187 Matüridi Allah’ın mekân kavramını ilgilendiren beyanlarından olan bu ayeti Allah’ın kudretini dile getirmesi ve O’nun hükmediciliği ile gücü olarak yorumlamıştır.188 “O, gökte de yerde de ilah olandır”189 Bu ayeti, Allah’ın ibadet edilebilecek yerler olan bütün mekânlar da ulûhiyetinin hükümran olduğunu ifade etmesi şeklinde yorumlamıştır.190 “Göklerin ve yerin hükümranlığı ona aittir”191 Bu ayet-i kerimeyi de Allah’ın göklerde ve yerde olan canlı cansız her şey üzerine yegâne malik olması diye yorumlamıştır.192 “O, kullarının üstünde yegâne tasarruf sahibidir”193 “O, her şeyi bilicidir”194 “O, her şeye güç yetirendir”195 Bu ayetleri de Allah Teala’nın yücelik ve azametini dile getirmesi, başka ayetlerde ayrı ayrı dile getirdiği şeyleri bu ayetlerde bir araya getirmesi O’nun isimlendirilip nitelendirildiği her şeye yaratıklarının aracılığı ile değil bizzat sahip olduğu bilinip anlaşılsın biçiminde yorumlamıştır.196 184 Topaloğlu, a.g.e., s. 93. ez- Zariyat, 51/ 56. 186 Topaloğlu, a.g.e. , s. 94. 187 Kaf, 50/ 16. 188 Topaloğlu, a.g.e. , s. 91. 189 ez- Zuhruf, 43/ 84. 190 Topaloğlu, a.g.e. 191 el- Bakara, 2/ 107. 192 Topaloğlu, a.g.e. 193 el- En’am, 6/ 18. 194 el- En’am, 6/ 101. 195 Hud, 11/ 4. 196 Topaloğlu, a.g.e. 185 39 “Sizin rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arşa istiva eden… Allah’tır”197 İmam Matüridi istiva ayetinin yani azamet ve yüceliğin söz konusu edildiği ayetin manasını maddi yüksekliğe hamletmenin doğru olmadığı, bu İlahi beyanın arşı yüceltme amacı güttüğü şeklinde yorumlamıştır. Ayrıca arşın nurdan ve cevherden oluşan ve insan bilgisinin ulaşamadığı, yaratılmış mekânların en yücesi, akılların onun ötesinde bir şeyi tasavvur edemediği, Allah’ın arşa atıf yapmak suretiyle bütün mekânlardan yüce ve ihtiyaçtan müstağni olduğu şeklinde yorumlamıştır.198 “Kullarım, beni sorduğunda (söyle onlara):Ben yakınım.”199 Ayette geçen “yakınım” ifadesini İmam Matüridi, Allah’ın kulların yapmış olduğu dualarına icabet etmesi olarak yorumlamıştır.200 “Allah kötülükten sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir”201 Matüridi, Allah’ın itaatli kullarıyla beraber olmasını mekân beraberliği olarak değil de O’nun kullarına olan yardımı ve ihsanı diye yorumlamıştır.202 “Secde et ve yaklaş”203 “O’na yaklaşmaya yol arayın”204 Ayetlerde geçen “yaklaşmak” ifadeleri Kitabü’t- Tevhid’de bir yere ve mahalle yaklaşmak şeklinde yorumlanmıştır.205 “Rabbin her şeyi koruyandır”206 “O her şeye vekildir”207 “Herkesin yapıp kazandığını gözetleyip muhafaza eden”208 Bu ayetlerde Allah’ın kullarına olan yakınlığının koruyup hıfzetmesiyle gerçekleşmesi şeklinde yorumlanmıştır.209 “O, gizli davranışınızı da açık hareketlerinizi de bilir”210 197 el- A’raf, 7/ 54. Topaloğlu, a.g.e. s. 93. 199 el- Bakara, 1/ 186. 200 Topaloğlu, a.g.e. s. 96. 201 en- Nahl, 16/ 128. 202 Topaloğlu, a.g.e. s. 97. 203 el-Alak, 96/ 19. 204 el- Maide, 5/ 35. 205 Topaloğlu, a.g.e. s. 97. 206 Sebe, 34/ 21. 207 el- En’am, 6/ 102. 208 er- Ra’d, 13/ 33. 209 Topaloğlu, a.g.e. s. 97. 210 el- En’am, 6/3. 198 40 Bu ayeti de Matüridi yine Allah’ın yakınlığının ilimle gerçekleşmesi şeklinde yorumlamıştır.211 İmam Maturidi Kitabü’t-Tevhid’de Allah’ın Arşa istiva etmesi konusunu yukarıda anlatmaya çalıştığımız şekliyle yorumlarken; önce bu konu hakkında yorumda bulunmuş bazı Kelam âlimlerinin görüşlerini ele almış daha sonra bu yorumların odak noktasının Allah Teala’yı yücelik ve yükseklikle niteleme manası taşıdığını ifade etmiş, istiva ayetini teşbihe ve tecsime kaçacak şekilde zahiri manasıyla te’vil edilemeyeceğini, Allah’ın mükellefleri müteşabih ayetlerin te’vilinde ve anlama isteklerinde fazla ileri gitmeyip bir noktada durmaları konusunda bir imtihana tabi tutulmuş olduklarını özellikle vurgulamıştır. Bu görüşünü Konuyla alakalı pek çok ayet-i kerimeyle de delillendirmeye çalışmıştır. Daha sonra Mu’tezili âlim olan Ka’bi’nin görüşlerini eleştirerek çeşitli delillerle çürütmeye çalışmıştır. İmam Maturidi kelamın ana konusu olan Allah’ın zat ve sıfatlarıyla ilgili ayetleri böyle yorumlarken aynı üslubunu diğer konularda sürdürüp sürdürmediğini görebilmek için kelamın diğer önemli bir konusu olan nübüvvetle ilgili ayetlerin geçtiği yorumlara bakalım. 1.7. NÜBÜVVETİN İSPATI Sözlükte “haber vermek” manasındaki neb yahut “konum ve değeri yüksek olmak” anlamındaki nebve (nübu) kökünden masdar ismi olan nübüvvet kelimesini Ragıb el-İsfahani, “Allah ile akıl sahibi kulları arasında dünya ve ahiret hayatlarıyla ilgili ihtiyaçlarının giderilmesi için yapılan elçilik görevi” 212 diye tarif etmiştir. Düşünce tarihi içinde nübüvvetin imkân ve ispatı konusunda insanlar farklı görüş ve düşüncelere sahip olmuşlardır. Bazı düşünürler Allah’ın kulları için peygamber göndermesini gerekli görürken, bazıları da gerekli görmeyip peygamberlik müessesesini reddetmişlerdir. Allah’a inanmayanların nübüvveti kabul etmeleri onlardan zaten beklenemez. Ancak Allah’a inandıkları halde, Allah’ın 211 Topaloğlu, a.g.e. s. 98. İbn-i Manzur ebu’l Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanü’l Arab, “Resül” Mad. I. Baskı, Mısır 1300/1882, XIII, s.301- 303; Yavuz, Yusuf Şevki, “Nübüvvet “ mad. TDV İslam Ansiklopedisi, XXXIII, s. 279; Ayrıca bk. Özbek Durmuş, Teftazani ve Nübüvvet Görüşü, Sebat Ofset, Konya 2002, s. 97. 212 41 kulları için emir ve yasaklarının olabileceğini kabul etmeyerek, bu emir ve yasakları insanlara ulaştıracak peygamberlik makamını da reddetmişlerdir. Bir grup da emir ve yasakların olabileceğini kabul edip bu konuda yol gösterici olarak aklı tek başına yeterli görüp nübüvveti reddetmişlerdir. Hâlbuki Allah, tekliflerini elçileri aracılığıyla kullarına ulaştırır. Bu durumda, Allah’ın varlığına ve O’nun insanlara teklifte bulunabileceğine inanan kimse, Allah’ın peygamber göndermesini de kabul etmiş olur. Çünkü Allah’ın emir ve nehiylerini insanlara ulaştırabilecek olanlar peygamberlerdir.213 “Allah Teala’nın şuurlu bir canlı olarak yarattığı insanı sorumlu tutmaması hikmetle bağdaşmadığı gibi sorumlu kıldığı halde ona yol göstermemesi de O’nun zikredilen isim ve sıfatlarıyla çelişir. Kelamcıların çoğunluğu da bu görüştedir. Mu’tezile ile bir kısım âlimler bunu Allah için bir zorunluluk olarak görürken Matüridiyye ve Selefiyye mensupları hikmet ve lütfunun sonucu diye açıklamıştır. Eş’ariler’e göre hikmet ve lütuf çerçevesinde de olsa Allah’a herhangi bir gereklilik veya zorunluluk nispet edilmez. Kelamcılar nübüvvetin beşeri açıdan da gerekli olduğu görüşündedirler.”214 “Kelamcılara göre peygamberler bilerek günah işlemekten korunmuş, akıllı, zeki, güvenilir, bedeni ve ruhi arızası bulunmayan üstün ahlaklı insanlardır.”215 İmam Matüridi Kitabü’t- Tevhid de nübüvvetin ispatı konusunu işlerken ilk önce nübüvvetin varlığını gereksiz gören veya temelden reddeden fikirleri özet olarak eserine almıştır. Daha sonra bu görüşlerin geçersizliğini ortaya koymak için bunlarla fikri mücadeleye girişmiştir. Matüridi nübüvvetin ispatı ve nübüvvete olan ihtiyaç konularını akli deliller çerçevesinde ispat etmeye çalışmış çok az nakli delil kullanmıştır. Fakat Hz. Muhammed’in (s.a.v.) nübüvvetinin ispatı konusunda muarızlarına cevap verirken ve onların görüşlerinin yanlışlığını ortaya koyarken nakli delil olarak pek çok ayet-i kerimeyi ve bazı tarihi olayları kullanmıştır. İmam Matüridi bu meselede yine başka bir Mu’tezili âlim olan Verrak’ın nübüvvet ve mucize hakkındaki fikirlerini eleştirmiş bu görüş ve düşüncelerin 213 Akbulut Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Birleşik yayıncılık, Ank. 1992, s. 9–12. Yavuz, a. g. m, s. 282. 215 Yavuz, a. g. m. s. 281. 214 42 yanlışlığını ortaya koymak için onunla akli ve nakli deliller çerçevesinde fikri mücadeleye girmiştir.216 Biz de bu çalışmamızda Matüridi’nin genelde nübüvvet özelde ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğinin ispatı mevzusundaki görüşlerini, muarızlarıyla yaptığı fikri tartışmaları, görüşlerini ispat için nakli delil olarak hangi ayetleri kullandığını, itikadi ayetleri ne şekilde yorumladığını ele alarak anlatmaya çalışacağız. İnsanlar peygamberlik müessesesi konusunda çok farklı fikirler ileri sürmüşlerdir. Aklıselim ve objektif düşünenler bu müesseseyi kabul ederken, tamamen seküler düşünenler, yaratıcıyı kabul edipde İlahi emir ve nehyin olabileceğini kabul etmeyenler, İlahi buyrukların da olabileceğini kabul edip fakat bu konuda aklı tek başına yeterli görüp peygambere gerek olmadığı fikrini ileri surenler nübüvveti inkâr etmişlerdir. Bir grup inkârcı kesim de peygamberlerin gösterdikleri mucizeler; illüzyonistlerin, kâhinlerin ve gözbağcıların fiil ve gösterilerine denk tutmak suretiyle inkâr yoluna gitmişlerdir. 217 İmam Matüridi buraya kadarki açıklamalarında nübüvvet müessesesi konusunda doğrudan yaratıcıyı inkâr eden inkârcıların, yaratıcıyı kabul edip de O’nun emir ve nehiy konusunda herhangi bir emrinin olamayacağını iddia ederek iman dairesinden çıkan gurubun veya hem Allah’ı hem de O’nun emir ve yasağının olabileceğini kabul edip fakat bu emir ve yasağın bilinmesinde insan aklının yeterli olacağını iddia edip nübüvveti inkâr etmelerinden dolayı inkârcı konumuna düşen insanların görüş ve düşüncelerini eleştirmiş ve bu düşüncelerin geçersizliğini akli ve mantıki delillerle ispat etmeye çalışmıştır. Bundan sonraki eleştirisini daha sert bir şekilde Allah’ı, Onun emir ve yasağının olabileceğini, bu emir ve yasağın sadece akılla bilinmesinin yeterli olamayacağını, nübüvvet müessesesinin varlığını kabul edip fakat mucizevî olayları eleştirerek bunları şaşırtıcı oyunlar sergileyen gözbağcıların ve büyücülerin hareketlerine indirgeyen Bağdatlı Mu’tezili bir âlim olan Verrak’a yapmıştır. İmam Matüridi buraya kadar nübüvvetin ispatı konusunda farklı fikir ve görüşler etrafında yorumlar yapmış, eleştirilerini nübüvvet münkirlerinin konu 216 217 Topaloğlu, a.g.e. s. 233. Topaloğlu, a.g.e. s. 231. 43 hakkındaki iddia ve yorumlarına yöneltmiştir. Daha sonra ise peygamberlerin nübüvvetlerini ispat eden kendi kanıtlarını ortaya koymuş ve bu kanıtları nakli delilerden ziyade ilmi ve akli metotlarla yorumlamıştır. Şimdi İmam Matüridi’nin nübüvvetin ispatı konusunda dolaylı olarak işaret ettiği “De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde kalmıştım. Hala akıl erdiremiyor musunuz?”218 mealindeki ayet-i kerimeyi; “Peygamber kendi kavmi içinde ve malum beşeri yapısı çerçevesinde doğup gelişir. Onun soydaşları kendisi gibi birinin sahip bulunduğu beşeri yapısıyla sunduğu mucizeleri icat etmesinin ihtimal dâhilinde bulunmadığını pekâlâ bilirler.”219 şeklinde yorumlamıştır. Kitabü’t-Tevhid de nübüvvete olan ihtiyaçla alakalı müstakil bir başlık kullanılmamış ”Nübüvvetin İspatı” başlığı altında konu ele alınmış ve yorumlanmıştır. Konuyla alakalı sadece aklı delillere başvurulmuş nakli delil olarak itikadi ayetlere yer verilmemiştir. 1.8. HZ. PEYGAMBER’İN NÜBÜVVETİNİN İSPATI İmam Matüridi, Kitabü’t- Tevhid’de nübüvvetin ispatı mevzusunda göstermiş olduğu bütün kanıtlar ve mucizelerin aynı şekilde Hz. Muhammed (s.a.v)’in nübüvvetinin ispatı konusunda da kanıt olacağını beyan etmiştir. Bunun yanında Maturidi konuyla alakalı birçok itikadî ayeti Hz. Muhammed’in nübüvvetinin nakli delilleri olarak ele almış ve konunun akışı içerisinde bu ayetleri yorumlamıştır. İmam Matüridi Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatının önce Peygamber'in kendi şahsı, sonra hissi ve aklî mucizeleriyle, daha sonra da ona olan ihtiyaçtan doğan sosyolojik realitelerin ortaya çıkmasıyla sabit olduğunu ifade ettikten sonra sırasıyla bunları eserinde izah etmiştir. Biz de çalışmamızda Matüridi’nin bu düşüncelerine ve kullandığı itikadi ayetleri nasıl yorumladığına bakacağız. “Nübüvvetin ispatı konusunda sözünü ettiğim bütün kanıtlar ve mucizeler Muhammed (s.a.v) için de mevcuttur, ona ait olmak üzere suregelen, nübüvvetinin ispatını ve peygamberlerin sonuncusunu teşkil ettiğini vurgulayan başka mucizeler de vardır. Onlardan biri elimizde bulunan Kur'an'dır. Hz. Peygamber bununla bütün 218 219 Yunus, 10/ 16. Topaloğlu, a.g.e. s. 233. 44 inkârcılara meydan okumuş ve onun bir benzerini oluşturmalarını hatta bunun için cinlerin ve insanların kendilerine yardımcı olmasını istemiştir. Kur'an'ın benzerini meydana getirmeye, beyinsizliği yüzünden soydaşlarınca terk edilen bilgisiz ve aptal kimseden başka teşebbüs eden bulunmamıştır. Kur'ân-ı Ke-rîm'de kıyamet gününe kadar ortaya çıkacak olan hadislere ve ihtiyaçlara ait hükmün açıklaması vardır, ta ki onun gaybı ve ebediyete kadar olacak şeyleri bilen zâtın nezdinden geldiği anlaşılmış olsun. Yine Kur'an'da, ileride ülkelerin fethedileceğine, Cenâb-ı Hakk'ın İslâmiyet'i diğer din mensupları arasında yayacağına ve tarihte vuku bulmuş olaylara dair haberlerin beyanı vardır. Bununla birlikte herkes bilmektedir ki Hz. Muhammed bu hususlara vâkıf olan herhangi biriyle görüşmemiş ve hiçbir kitabı mütalaa etmemiştir ki sözü edilen mucizeler bu yolla kendisine sağlanmış bulunsun. Hz. Peygamber’ in vasfı geçmiş semavî kitaplarda da zikredilmiş ve kendisi Ehl-i kitap ile fikri tartışmada bulunmuştur. Kitap ehli helak edilmelerinden endişe ettikleri için (haklı olduğunu bildikleri) Peygamber'i apaçık inkâr edememişlerdir. Hatta Resul-i Ekrem Ehl-i kitabı “haksız olan kahrolsun!” (mübâhele) duasına çağırmış; Yahudileri “Eğer haklı olduğunuza inanıyorsanız ölümü isteyin” Hristiyanları da “Geliniz bizim oğullarımızı ve sizin oğullarınızı yanımıza alıp birlikte dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lanet dileyelim” şeklinde mübâheleye davet etmiştir. Ayrıca bütün muhataplarına “Haydi hepiniz bana tuzak kurun, sonra da mühlet vermeyin” âyetinde belirtildiği biçimde meydan okumuştur. Hz. Peygamber'in mucizelerinden biri de muarızlarının korkusundan emin olduğunu ve Allah'a güvendiğini ilân etmesidir.”220 Yine Matüridi, Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatı konusunda O’nun gerek fiziki yapısının gerekse psikolojik yapısının risaleti için yeterli bir delil teşkil ettiğini savunmuş, O’nun bazı bedeni özellikleriyle yaşadığı bazı olağanüstü hadiseleri zikrederek bu konudaki delilini güçlendirmiştir. 221 Matüridi, Hz. Peygamber'in risâletini ispat eden hususlardan birisinin de hissi mucizeler olduğunu söyleyerek, sahabenin bizatihi şahit olup naklettiği ve kaynaklarda yer alan bütün mucizelerini sayarak delil göstermiştir.222 220 Topaloğlu, a.g.e. s. 239. Topaloğlu, a.g.e. s. 239. 222 Topaloğlu, a.g.e. s. 256. 221 45 “Hz. Peygamber'in aklî mucizesine gelince, bu (benzerinin yapılamayacağıyla ilgili olarak) Allah'ın Kur'an hakkında beyan ettiği husustan ibarettir. Kur'an'ın yaratıkların gücünü aşan bir eser olduğunu ancak edebî ilimlerde maharet kazanan, sözün temel özelliklerine ve türlerine vâkıf olan biri anlayabilir. Yine Kur'an'da kâinatın yaratıcısı ve yöneticisinin birliği ile âhiret hayatının delilleri konusunda bulunan ilmî istidlaller; öyle ki o günün dünyasında böyle çıkarımları ileri surecek biri mevcut değildi. Sonra Kur'an'da bulunan (geçmişe ait) haberler ve sonsuza dek vuku bulacaklar, ayrıca ileride meydana gelecek felâket ve musibetler; öyle ki bu tür bilgilere muttali olmak akılların yeteneği dâhilinde bulunmamaktadır.”223 Buraya kadar İmam Matüridi’nin Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatı konusundaki delileri olan; Hz. Peygamber’in kendi şahsi ve kişiliği, O’nun hissi mucizeleri ve akli mucizeleri konusundaki düşünce ve yorumlarını vermeye çalıştık. Maturidi akli mucizeleri anlatırken kendi anlatım ve yorumlarıyla yetinmeyip Ebu Zeyd’in224 bu konudaki nübüvveti inkâr edenlere karşı yaptığı istidlallere genişçe yer vermiştir. Fakat biz burada Ebu Zeyd’in bu istidlallerine ayrıca yer vermeyip, onun anlatımı içerisinde işaret ettiği itikadi ayetleri Maturidi’nin nasıl yorumladığına yer vereceğiz. Dolayısıyla Maturidi’nin bu konudaki görüşlerini benimseyip eserine aldığı Ebu Zeyd’in de görüşlerine yer vermiş olacağız. “Onlar için üzülerek kendini helak etme”;225 “Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!”226 İmam Matüridi bu ayetleri Hz. Peygamber’in hiçbir zaman yaranma politikası gütmemesi, insanlarla anlamsız tartışmalara girmemesi, insanları rencide edecek ve üzecek kötü söz konuşmaması, kendi adına intikam almaması kısacası şefkat ve merhametli olması olarak yorumlamıştır.227 “Onlardan dolayı kedere kapılma;”228 “... Sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir.”229 Matüridi bu ayetleri Hz. Peygamber’in insanlığın mahvına sebep teşkil eden acıklı durum karşısında duyduğu elemin Allah tarafından ifade edilmesi, 223 Topaloğlu, a.g.e. s. 257. Ebû Zeyd Saîd b. Evs b. Sabit el-Ensârî el-Basrî (ö. 215/830) olmalıdır. Dil ve edebiyat mütehassıslarından olup Basra'da bulunmuş ve orada vefat etmiştir. Kaderiyye düşüncesini benimsemiştir. 225 Fatır, 35/ 8. 226 eş- Şuara, 26/ 3. 227 Topaloğlu, a.g.e. s. 254. 228 en- Nahl, 16/ 127. 229 et- Tevbe, 9/ 128. 224 46 samimiyet ve masumiyetine işaret buyurduğu bir mertebeye ulaşmış olması olarak yorumluyor.230 “…Büsbütün eli açık da olma.”231 Bu ayet Hz. Peygamber’in nübüvvetinin bir delili olan üstün ahlak ve kişiliğinin bir yönü olan cömertliğine işaret etmiş, Matüridi de bu ayeti Peygamber (s.a.v.)’in cömertlikte İlahi uyarıya muhatap olacak dereceye gelmesi diye yorumlamıştır.232 “Allah seni insanlardan koruyacaktır”233 Matüridi bu ayeti Hz. Peygamberin Allah uğrunda güç odaklarıyla, hükümdar ve iktidar sahipleriyle mücadelesini sürdürürken Allah’ın insanların kalbine korku düşürerek peygamberini mükâfatlandırması olarak yorumlamıştır.234 “Onlar ölümü asla temenni etmezler.”235 “De ki putlarınızı çağırın, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun ve bana göz bile açtırmayın.”236 “Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin müminlere indirilmesinden çekinirler. De ki: Siz alay edin! Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır.”237 İmam Matüridi bu ayetleri lâfzî manalarıyla yorumlamış ve aynı zamanda bu ayetlerin peygamberimizin nübüvvetine delil teşkil eden hissi mucizelerden olduklarını beyan etmiştir. Zira Allah’ın dostlarının yalnızca kendileri olduğunu iddia eden Yahudilerin sözlerinde samimi iseler ölümü temenni etmeleri istenmiş fakat Yahudiler buna yanaşmamışlardır. Bu da gösteriyor ki gerçek, Yahudilerin iddia ettikleri gibi değildir. Onların ölümü temenni edemeyişleri Hz. Peygamber’in nübüvvetinin hak ve hakikatini ispat ediyor. Diğer iki ayet-i kerime de bu bağlamda yorumlanmıştır.238 “Muhammed ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz?” “İçinizden kim dininden dönerse…” 240 230 Topaloğlu, a.g.e. s. 255. el- İsra, 17/ 29. 232 Topaloğlu, a.g.e. s. 255. 233 el- Maide, 5/ 67. 234 Topaloğlu, a.g.e. s. 255. 235 el- Cum’a, 62/ 6. 236 el A’raf,7/ 195. 237 et- Tevbe, 9/ 64. 238 Topaloğlu, a.g.e. s. 256. 239 Al-i İmran, 3/ 144. 240 el- Maide, 5/ 54. 231 239 47 Kitabü’t- Tevhid’de bu ayetler lâfzî manasıyla ve peygamberimizin hissi mucizeleri olarak yorumlanmıştır. Aynı zamanda Matüridi bu ayetlerin Hz. Ebu Bekir ve diğer ashap hakkında nazil olduğunu ifade etmektedir.241 “De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere ins ü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.”242 İmam Matüridi bu ayet-i kerimeyi Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatı konusundaki akli mucizeye delil olarak sunmuştur. Kur’an’ın yaratıkların gücünü aşan bir eser olduğunu ancak edebi ilimlerde maharet kazanan, sözün temel özelliklerine ve türlerine vakıf olan birinin daha iyi anlayabileceği, Kur’an’daki kâinatın yaratıcısı ve yöneticisinin birliğinin delilleri ile ahiret hayatının delilleri konusunda bulunan ilmi istidlaller, geçmiş milletlerden ve gelecekten haber vermesi; öyle ki bu tür bilgilere muttali olmanın akılların dâhilinde bulunamayacağı şeklinde yorumlamıştır.243 “Her ümmet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur.”244 “Her toplumun bir rehberi vardır.”245 “Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik.”246 Matüridi bu ayetleri, Resulullah’ın konumunun yadırganmayacak bir nitelik taşımaması gerektiği, Onun konumunun benzeri diğer milletlerde bulunması sebebiyle alışılagelen bir çizgi üzerinde bulunduğu, bu açıdan da ilk bakışta onu reddetmenin mantıki bir dayanağının bulunamayacağı şeklinde yorumlamıştır.247 “Size açıklamada bulunan elçimiz geldi”248 Matüridi bu ayeti insanlığın, Resulullah’ın gönderilmesine en çok ihtiyaç duyduğu fetret dönemine ve ilmin silinip ortadan kalktığı zamana denk gelmesi, hidayete muhatap olan toplumun O’nun yolundan ayrılması halinde hidayet sebeplerini yeniden yaratıp göndermesi şeklinde yorumlamıştır.249 241 Topaloğlu, a.g.e. s. 257. el- İsra, 17/ 88. 243 Topaloğlu, a.g.e. s. 257. 244 Fatır, 35/ 24. 245 er- Ra’d, 13/ 7. 246 el- Mü’minun, 23/ 44. 247 Topaloğlu, a.g.e. s. 258. 248 el- Maide, 5/ 19. 249 Topaloğlu, a.g.e. s. 558. 242 48 “O, ümmi toplumlara kendilerinden bir elçi göndermiştir.”250 Maturidi bu ayeti milletlere gönderilen peygamberin Allah’a muhtaç olma konumunda bulunması, çünkü onun hem cinsleri bu tür İlahi bilgilerden yoksundur diye yorumlamıştır.251 “Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.”252 İmam Matüridi bu ayeti Hz. Peygamberin nübüvvetinin ispatı konusunda akli mucizeler arasında kabul ederek Resulullah’ın insanlar için en belirgin mekân olan ve civardaki toplumların tanıyıp haberdar oldukları Mekke’de bulunması olarak yorumlamıştır. 253 “Eğer biz, bundan (Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ya Rabbi! Bize bir elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ayetlerine uysaydık!”254 “Kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi. Fakat onlara uyarıcı (Muhammed) gelince, bu, onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı.”255 Matüridi bu ayetleri Hz. Peygamber’in gönderildiği toplumun bunu temenni etmesi ve bu konudaki isteğini açıklaması dolayısıyla istek sahibi rabbinden ihtiyacının giderilmesini talep etmesi ve isteğinin doğal olarak yerine getirilmesi şeklinde yorumlamıştır.256 “Yoksa Peygamber’lerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?”257 “Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.”258 250 el- Cum’a, 62/ 2. Topaloğlu, a.g.e. s. 558. 252 eş Şura, 42/ 7. 253 Topaloğlu, a.g.e. s. 558. 254 Taha, 20/ 134. 255 Fatır, 35/ 42. 256 Topaloğlu, a.g.e. s. 258. 257 el- Mü’minun, 23/ 69. 258 el- Hud, 11/ 49. 251 49 Matüridi, nübüvveti inkâr edenlere karşı yaptığı istidlallerin bir kısmının da Nebi (s.a.v.)’nin kendi halleri alanında olduğunu beyan etmektedir. Yukarıdaki iki ayet-i kerimeyi de Hz. Peygamber’in, kitapları, eğitim ve öğretimleri bulunmayan bir toplum içinde yetişmiş olup onlardan hiç ayrılmaması, söz konusu toplumun kitap geleneği bulunmadığından Hz. Muhammed’in kendi kendine bir mütalaada bulunmasından söz edilemeyeceği, bunun bir sosyolojik realite olduğu, söz konusu topluma dışarıdan bir âlim veya filozof gelmiş olsaydı böylesinin tesirlerinin tarihte meçhul kalmayacağı şeklinde yorumlamıştır.259 “Sana Kur’an’ı okutacağız; artık Allah’ın dilediği hariç, sen hiç unutmayacaksın”260 “Onun… İçin dilini kımıldatma.” 261 Matüridi bu ayetleri şöyle yorumlamıştır: Ümmi olan kimse kitaplardan bilgi alamadığı gibi ağızdan nakledilecek malumatı da tam olarak zapt edemez. Böylesinin kavrayışı ancak akli-ruhani suretlerle gerçekleşir. Bunun en belirgin ispatı da yanlışlık ve birbirine karışma ihtimalinden dolayı öylesinden şiir rivayetlerinin bulunmayışıdır. Bunun içindir ki Hz. Peygamberin muhatapları onun Kur’an’ı ezberleyişine hayret ediyorlardı.262 “Sen bundan önce yazı okur… değildin”263 Matüridi bu ayeti Hz. Peygamber’in nübüvvetten önceki hayatında söz söyleme sanatıyla meşgul olmadığı ve edebi türlerle ilgilenmediği dolayısıyla bu konumda olan birinden, edebi tecrübe ve birikimleriyle şöhret kazanmış kişilerin bile aciz kaldığı bir eseri vücuda getirmesinin söz konusu olamayacağını bunun kanıtının ise Hz. Peygamber’in nübüvvetinden önce “edebiyatla meşgul olduğu” şeklinde muhataplarından herhangi bir eleştirinin gelmemiş olmasıdır diye yorumlamıştır.264 “Peki, siz de benzeri bir sure üretip sunun”265 “De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım.”266 259 Topaloğlu, a.g.e. s. 259. el- A’la, 87/ 6–7. 261 el- Kıyame, 75/ 16–17. 262 Topaloğlu, a.g.e. s. 259. 263 el- Ankebut, 29/ 48. 264 Topaloğlu, a.g.e. s. 260. 265 el- Bakara, 2/ 23. 266 Yunus, 10/ 16. 260 50 İmam Matüridi bu ayet-i kerimeleri vahyin muhataplarının Kur’an’ın Hz. Peygamber’in kendi sözünden ibaret olabileceği iddiasında bulunmaları karşısında Kur’an’ın onlara bütün destekçilerini toplayarak benzer bir sure oluşturmaları konusunda meydan okumasıyla birlikte muhataplarının susma mecburiyetinde kalması şeklinde yorumlamıştır.267 “(Resulüm! Onlara) de ki: Size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer ve teker teker ayağa kalkın, sonra da düşünün! Arkadaşınızda (peygamberde) hiçbir delilik yoktur! O ancak şiddetli bir azap gelip çatmadan evvel sizi uyaran bir peygamberdir.”268 Matüridi bu ayeti Allah Teala’nın Hz. Muhammed’in muhataplarına, Onun hallerini inceleyip ilgi göstermemelerini mazur sayacak bir durumun bulunup bulunmadığını tespit etmelerini emretmiş, fakat onlar hiçbir şey bulamamışlardır şeklinde yorumlamıştır.269 “(Resûlüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.”270 Matüridi bu ayeti söz söyleme sanatıyla sivrilmiş kimselerin dünyalık elde etmek amacıyla hükümdarların ve toplumun ileri gelen varlıklı kimselerin huzuruna çıkmaları gibi muhataplarının Hz. Peygamber’den böyle bir şeyi müşahede edemeyişleri, aksine, onun davasından dönmesi karşılığında herkesçe arzu edilen ve beşer türünün güç ve iktidar kazanmasına vesile olan servet ve riyasetin kendisine arz edilmiş olmasına rağmen onun bunu tereddüt etmeden reddetmesi olarak yorumlamıştır.271 “Uyarıcı peygamber şöyle dedi: Ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem (yinemi bana uymazsınız)”272 “Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin”273 İmam Maturidi bu ayetleri Ebu Zeyd’in nübüvvet karşıtlarını susturmak için kullandığı istidlallerden olduğunu beyan etmiştir. Hz. Peygamber’in inkârcıları 267 Topaloğlu, a.g.e. s. 260. Sebe, 34/ 46. 269 Topaloğlu, a.g.e. s. 260. 270 Sad, 38/ 86 271 Topaloğlu, a.g.e. s. 261. 272 ez- Zuhruf, 43/ 24. 273 Al-i İmran, 3/ 64. 268 51 muhtelif dinleri incelemeye davet etmek suretiyle ilzam etmiş bulunması; ta ki onlar Hz. Muhammed’in akıllarca en güzel diye beğenilen ve tercihine lüzum hissedilen bir dine çağırıp bağlandığını anlamış olsunlar şeklinde yorumlamıştır.274 “De ki: Andolsun, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere ins ve cin bir araya gelse…”275 “O, bir şair sözü değildir.”276 “Önce gelen kitaplardaki açık delil onlara gelmedi mi?”277 “Resulüm! Sana bu mübarek kitabı indirdik.”278 “Resulüm! De ki: Allah katından bir kitap getirin…”279 Maturidi bu ayetleri şöyle yorumlamıştır: Kur’an-ı Kerim’in kendisine has söz dizisiyle şairlerin eserlerinden, manalarıyla da kâhinlerin sözlerinden üstün olduğu tespit edilmiş bu suretle de Kur’an’ın insan sözü olmadığının gereği ortaya çıkmıştır. İnkârcıların O’nun bir benzerini ortaya koyamaması da bunun en bariz kanıtıdır.280 “Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.”281 “Şüphesiz biz elçilerimize… Yardım ederiz;”282 “Allah: ‘Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.’283 Matüridi bu ayet-i kerimeleri şöyle yorumlamıştır: Hz. Muhammed'in nübüvvetini kanıtlayan aklî delillerden biri de Cenâb-ı Hakk'ın onu destekleyeceğine dair vaadidir. Bu vaad sayesindedir ki Peygamber'in daveti yaygınlık kazanmış ve davası başarıya ulaşmıştır, zira Allah, düşmanlık besleyen ve direnenlere karşı Peygamber'ine yardım etmiştir. Şöyle ki Allah Teâlâ 274 Topaloğlu, a.g.e. s. 261. el- İsra, 17/ 88. 276 el- Hakka, 69/ 41. 277 Taha, 20/ 133. 278 Sad, 38/ 29. 279 el- Kasas, 28/ 49. 280 Topaloğlu, a.g.e. s. 261. 281 et- Tevbe, 9/ 32–33. 282 el- Mü’min, 40/ 51. 283 el- Mücadele, 58/ 21. 275 52 Muhammed aleyhisselâmı hidayet belirtilerinin ortadan kalktığı ve dinî izlerin silindiği bir zamanda kullarına göndermiş ve bununla onları mahvolmaktan kurtarmasını murad etmiştir. Cenâb-ı Hak bu yüce makama oturttuğu ve çok önemli bir işle görevlendirdiğinde Peygamberini yardım ve desteğinden yoksun bırakmamıştır, ta ki getirdiği yüksek mevki ve çetin görevinde (desteksiz bırakmayıp) lütuflarını kendisine yağdırsın.284 İşte yukarıdaki ayetlerde buna işaret etmektedir. “Rabbin seni fakir bulup zengin etmedi mi?”285 Matüridi bu ayeti Hz. Muhammed’in bütün insanlara hitap eden bir peygamber olarak gönderildiğini, kendine üstünlük ve zafer vaad edilmiş olduğunu; böylelikle de onun gücünün beşerî bir desteğe, dünyevi iktidarlar peşinde koşanların arzularına ulaşabilmek için başvurdukları hanedan saltanatına veya harcayacağı bir servete bağlı olmadığının anlaşılmış olması gerektiğinden onun nübüvvet öncesi servet ve iktidar sahibi biri olmadığı gerçeğinin bir ifadesi olarak yorumlamıştır.286 “Andolsun size kendinizden… Bir peygamber gelmiştir.”287 “Siz ona yardım etmezseniz (bu önemli değil) Allah ona yardım etmiştir.”288 “…ve Huneyn Savaşı’nda size yardım etmişti; hani kalabalık oluşunuz size kendinizi beğendirmişti…”289 “Allah’ın… Verdiği ganimetler…”290 Matüridi bu ayeti kerimeleri Hz. Muhammed (s.a.v)’in nübüvvet görevini sürdürürken yardım alacağı bir akrabasının olmadığı, aksine 0’nun yakınları insanlar içinde kendisine karşı en acımasız davranan ve nurunu söndürmeye en çok gayret gösterenler oldukları, hatta onu kimsesiz bir sürgün konumunda aralarından çıkardıkları Bununla birlikte (ilk zamanlarda) nefsin arzu edeceği hiçbir şeyi eksik bırakmadan ona cazip tekliflerde bulundukları, ancak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in akrabalarının önerilerine iltifat etmediği, onlardan ve başkalarından gelen her türlü eziyete katlandığı, her zorluğa göğüs gerdiği, yakınlarının gerçeği benimsemekte 284 Topaloğlu, a.g.e. s. 262. ed- Duha, 93/ 8. 286 Topaloğlu, a.g.e. s. 262. 287 et- Tevbe, 9/ 128. 288 et- Tevbe, 9/ 40. 289 et- Tevbe, 9/ 25. 290 el- Haşr, 59/ 6. 285 53 kendisiyle beraber olmaktan başka hiçbir davranışına rıza göstermediği, onun sadece Allah sayesinde tutunup zafer kazandığı şeklinde yorumlamıştır.291 “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?”292 Matüridi bu ayet-i celileyi kâhinlerin verdikleri bilgileri şeytanların gayb âleminden kapıp yalanla karıştırdıkları haberlerden elde ettikleri ve hakkın parıltılarından sadece bir tanesinin üzerine birçok yalan söz ve temelsiz iddia kondurdukları, kâhinliğin çoğu yalan ve aldatmaca, sihir de şüphe, benzetme ve hayal ettirme üzerine bina edildiği, Peygamberler ise vahiy yoluyla sundukları bilgileri melâike-i kiramın dillerinden aldıkları, bunların dillerinde de doğru ve gerçek olandan başkasının bulunamayacağı bu hususun tecrübe ve sınama ile de uyum halinde olduğu, peygamberlerin fiili günlerin ve zamanın uzayıp gitmesiyle gerçekliğini kaybetmeyip sabit kaldığı bu hususun geçmişte de böyle olduğu şeklinde yorumlamıştır.293 “O, Resulünü hidayet… ile gönderendir…”294 Allah’ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar…”295 “Yoksa ‘Biz, intikam almaya gücü yeten bir topluluğuz mu diyorlar?”296 “Seninle alay edenlere karşı biz sana kâfi geliriz” 297 “Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın…”298 “Bizim, yeryüzünü etkileyip onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi?”299 “İnkârcılara ansızın büyük bir belâ gelmeye devam edecek...”300 “Hatırlayın ki Allah size... vaad ediyordu ...” 301 “Allah size olan vaadini yerine getirmiştir.”302 Yukarıdaki ayet-i kerimeleri Matüridi şöyle yorumlamıştır: Allah kitabında kendi dinini diğer bütün dinlere hâkim kılacağını açık bir şekilde ifade buyurmuştur. Ayrıca ileride vuku bulacak birçok hadise ve oluşumu da haber vermiştir. Kur'an'da belirli bazı kişilerin iman etmeyip cehennemlik oldukları 291 Topaloğlu, a.g.e. s. 263. eş- Şuara, 26/ 221–223. 293 Topaloğlu, a.g.e. s. 264. 294 et- Tevbe, 9/ 33. 295 et- Tevbe, 9/ 32. 296 el- Kamer, 54/ 44. 297 el- Hicr, 15/ 95. 298 et- Tevbe, 9/ 14. 299 er- Ra’d, 13/ 41. 300 er- Ra’d, 13/ 31. 301 el- Enfal, 8/ 7–8. 302 Al-i İmran, 3/ 152. 292 54 haber verilmiş, sonra da bu kişiler kâfir olarak ölmüşlerdir. Ve bunlardan başka gayba dair bütün haberler. Bu tür haberler iyice incelendiğinde bunların ancak Allah sayesinde bilinebilecek şeyler oldukları ve kendileriyle Hz. Peygamber için mucize teşkil etmeleri amaçlandığı ortaya çıkar.303 Kitabüt’t-Tevhid’de Hz. Muhammed (s.a.v)’in nübüvvetinin ispatına baktığımızda İmam Matüridi, Kur’an’ın kendisinin, Kur’an’daki geçmişe ve geleceğe ait bazı haberlerin, Hz. Peygamber’in vasıflarının geçmiş semavi kitaplarda zikredilmesi, Hz. Peygamber’in Ehl-i kitabı mübahele etmeye çağırması ve Ehl-i kitabın buna yanaşmaması, Hz. Peygamber’in muhataplarına korkmadan meydan okuması, fiziki ve psikolojik yapısındaki farklılıklar, nesilden nesile intikal eden Muhammedi nur, herkes tarafından bilinen göğsünün açılıp yıkandıktan sonra tekrar kapatılması, gerek nübüvvetinden önce gerekse nübüvvetinden sonra yüksek bir ahlaka sahip olmasını Hz. Peygamber (s.av)’in nübüvvetinin ispatı olarak saymıştır. Konunun başından buraya kadar anlatılanlar İmam Matüridi’nin Kitabü’tTevhid adlı eserindeki; genelde nübüvvetin ispatı özelde Hz. Muhammed’in nübüvvetinin ispatı konusunun itikadî ayetler çerçevesindeki yorumundan ibarettir. 303 Topaloğlu, a.g.e. s. 264. 55 İKİNCİ BÖLÜM 2. AHİRET, KAZA VE KADER KONULARI İLE İLGİLİ MESELELERİN İZAH VE İSPATI BAĞLAMINDA KULLANILAN AYETLERİN YORUMU 2.1. RÜ’YETULLAH Allah’ın ahirette görülebilmesi meselesi kelamcılar arasında tartışma konusu olmuş kimi kelamcılar rü’yetin ahirette mü’minler için mümkün olduğunu savunurken kimi kelamcılar da bunun mümkün olmadığı görüşünü savunmuşlardır. 304 Eş’ari ve Matüridi gibi Sünni kelamcılar Allah’ın ahirette görülmesi meselesini aklen caiz naklen vacip olarak savunmuşlardır.305 Mu’tezile kelamcıları Allah’ın dünyada olduğu gibi ahirette de görülmesinin imkân dâhilinde bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.306 İmam Matüridi, Kitabü’t-Tevhid’in de Allah Teala’nın ahirette görülmesi meselesini yorumlarken konuyu sadece nakli deliller çerçevesinde işlemektedir. Önce Allah’ın görülmesinin gerekli ve hak olduğunu, ancak bu rü’yetin idraksiz ve tefsirsiz olacağını beyan etmektedir. Sonra Kur’an’dan getirdiği çok sayıdaki delilleri maddeler halinde izah etmektedir. Konunun sonuna doğru Mu’tezili bir âlim olan Ka’bi’nin rü’yet hakkındaki fikirlerini eleştirerek bu fikirlerin tutarsızlığını, konuyla ilgili itikadi ayetlerin yorumu çerçevesinde ortaya koymaktadır.307 Biz de çalışmamızın bu kısmında Matüridi’nin konuyla ilgili yorumlarına ve eleştirilerine kısaca değindikten, sonra onun bu konuda kullanmış olduğu itikadi ayetleri nasıl yorumladığına bakacağız. 304 Kadı Abdulcebbar, el-Muğni fi Ebvabi’t-Tevhid, tahkik, Mahmut Muhammed Kasım, Kahire 1962, s. 34; Ebu Bekr Muhammed b. Tayyib el- Bakillani, Temhidü’l Eva’il ve Tenhisü’d – Dela,Beyrut 1987, s. 127; Yörükan Y. Z. İslam Akaidine Dair Eski Metinler, s. 14. 305 Es-Sabuni Nureddin, Maturidiyye Akaidi, Tercüme, Bekir Topaloğlu, s. 92. 306 El- Uşi siraceddin Ali b. Osman, Emali Şerhi, Tercüme, Bekir Topaloğlu, s. 51. 307 Topaloğlu, a.g.e. s. 104. 56 “Bütün âlimler ahirette Allah’ın bilineceği, tereddüde mahal bırakmayan bir ilimle bilineceği noktası üzerinde ittifak etmiştir, bu, istidlale değil, müşahedeye dayanan bir bilgi olacaktır.”308 Matüridi, ahirette Allah’ın görülmesi anlamına gelen rü’yetin gerçekleşmesinin birkaç şekilde olabileceğini ifade ederek şöyle diyor: Görülebilecek olan bu şekillerden her birine ait mahiyetin bilinmesi sahip olduğu türün bilinmesine bağlıdır. Ta ki bilinen türün görülmesi söz konusu edilince, bu görüntü tekrar kendisine özgü şekle döndürülür. Herhangi bir varlığı idrak etmek ise onu bütün yönleriyle görmek ve tanımak manasına gelir. Bunun en basit örneği herhangi bir şeyin gölgesidir. Zira gölge görülebilir fakat onun idrak edilmesi elbette ki güneş sayesinde olur. Eğer güneşin bunda bir etkisi olmasaydı onun batması halinde de önceden olduğu gibi görülmesi gerekirdi. Ne var ki gölgenin rü’yet yoluyla idrak edilmesi ancak kendisi için beliren sınırlılık yoluyla olabilmektedir. Gündüzün aydınlığı ve gecenin karanlığı da aynen bunun gibidir. Çünkü karanlık da aydınlık da görülebilir; fakat sınırlılıkları kendi başlarına bilinemez. Alanı ve sınırlılığı tam olarak görülemeyen somut veya soyut varlıklar algılanıp ihata edilemezler.309 İmam Matüridi rü’yet hakkındaki görüş ve eleştirilerini ağırlıklı olarak itikadi ayetlerden, kısmen de akli delillerden istidlalde bulunarak ispat etmeye çalışmıştır. Son olarak Matüridi, Allah’ın nasıl görüleceğinin faraza sorulması halinde cevabının ne olacağını yanıtlayarak konuyu bitiriyor. Biz de çalışmamızda konuyla ilgili kullanılan itikadi ayetlerin yorumuna geçmeden Maturidi’nin ve aynı zamanda bu ekolün rü’yet konusundaki resmi görüşünü yansıtan bu cevabını ifade ederek konunun yorumunu bitiriyoruz. “Denilirse: Allah nasıl görülür”310? Matüridi kendi sorduğu soruya yine kendisi şöyle cevap veriyor: Allah “Nasıl”sız görülür, çünkü sınırlı ve hacimli varlıklar ancak nasıllık sorusuna muhatap olabilir. Böyle bir soru Allah hakkında muhaldir. Dolayısıyla Allah ayakta olmak veya oturmak, bir yere yaslanmak veya tutunmak, birleşik veya ayrışık olmak, 308 Topaloğlu, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, s. 102. Topaloğlu, a.g.e. s. 104. 310 Topaloğlu, a.g.e. s. 109. 309 57 yüzünü veya sırtını çevirmek, kısa veya uzun olmak, aydınlık veya karanlık, duran veya hareket eden, temas eden veya uzak duran, dışarı çıkan veya içeri giren kavramlarıyla nitelendirilmeden görülür. Çünkü Allah altı cihetten münezzehtir. O’nun rü’yeti konusunda insan tasavvurunun kavrayacağı veya insan aklının şekillendirebileceği hiçbir özellik yoktur, çünkü O, bunlardan münezzehtir.311 Rü’yet hakkında Kitabü’t-Tevhid’de kullanılan itikadi ayetlerin yorumu: “Gözler O’nu göremez, fakat O, gözleri görür.”312 Matüridi bu ayeti, rü’yetin bir delili olarak eserine almış ve şöyle yorumlamıştır: Şayet Allah prensip olarak görülmez olsaydı burada gözle idrakinin nefyedilmesinin bir hikmeti kalmazdı, çünkü O’nun dışındakiler zaten rü’yetsiz algılanamaz. Allah’tan başkasının yani yaratıkların ancak rü’yetle algılanabilmesi gerçeği karşısında O’nun (diğer nesnelerin algılanmasına vesile olan dünya gözüyle) algılanmasının nefyedilmesi durumunun başka bir manası yoktur.313 “Rabbim! Bana kendini göster de seni göreyim… Eğer (dağ) yerinde durabilirse sen de beni görürsün”314 Matüridi delil olarak aldığı bu ayeti de şöyle yorumlamıştır: Eğer Allah’ın görülmesi mümkün olmasaydı Hz. Musa’nın bu talebi Rabb’ini bilmeyişinin bir ifadesi olacaktı. Allah’ı bilmeyenin ise O’nun elçiliğine layık ve vahyi için güvenilir bir kişi olması mümkün değildir. Şayet Allah’ın görülmesi caiz olmasaydı Hz. Musa’nın talebi küfre varırdı. Matüridi ayette geçen “Eğer dağ yerinde durabilirse sen de beni görürsün” ifadesini Allah’ın Hz. Musa’ya bir ümit vermek olduğu şeklinde yorumlamıştır.315 “Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin. Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim. Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi 311 Topaloğlu, a.g.e. s. 109. el- En’am, 6/ 103. 313 Topaloğlu, a.g.e. s. 98. 314 el- A’raf, 7/ 143. 315 Topaloğlu, a.g.e. s. 99. 312 58 istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!”316 “Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.” 317 İmam Matüridi yukarıdaki iki ayet-i kerimeye konu bağlamında dolaylı olarak değinmiş doğrudan eserinde zikretmemiştir. Hz. Musa’nın Allah Teala’yı görmek istemesi karşısında Allah Teala’nın bu isteğe vermiş olduğu cevaptan bunun bir haddi aşmak olmadığı anlaşılmış ayrıca Hz. Musa’yı bu talebinden menetmemiş ve onu ümitsizliğe de düşürmemiştir. Oysaki yukarıdaki ayet-i kerimelerde Allah Teala Hz. Nuh’un talebini geri çevirmiş, Hz. Âdem’e ve diğer bazı peygamberlere itapta bulunmuştur şeklinde yorumlamıştır. “Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”318 İmam Matüridi rü’yet konusunda Hz. İbrahim’in Allah’ın birliğiyle ilgili olarak kavmiyle, yıldızları konu edinerek yaptığı fikri tartışma ve ayrıca bu sırada sözünü ettiği yıldızın kayboluşu, ayın ve güneşin batışı gibi hususları da delil olarak ileri sürmüştür. Matüridi ayeti Hz. İbrahim’in, kavmiyle görülebilen bir Rabbi sevmediği şeklinde değil, batıp kaybolan Rabbi sevmediği şeklindeki tartışması olarak yorumlamıştır.319 “Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parıldayacaktır, Rablerine bakacaklardır.”320 İmam Matüridi bu ayeti şöyle yorumlamıştır: 316 Hud, 11/ 45–47. el- A’raf, 7/ 22. 318 el- En’am, 6/ 76–78. 319 Topaloğlu, a.g.e. s. 100. 320 el- Kıyame, 75/ 22–23. 317 59 “Bu İlahi beyan şu sebeplere bağlı olarak intizar (İlahi mükâfatı bekleme) manasına gelmez. Birincisi, ahiret bekleme zamanı değil - bu statüde olan dünyadırneticelerin hemen olup vuku bulma âlemidir, ancak dehşet vakti müstesna. Ayetin manası, mü’minlerin kendi benliklerinde rü’yetin gerçek manada vuku bulduğu hissini duymalarıdır.”321 “İkincisi, Allah’ın “yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parıldayacaktır” mealindeki beyanıdır, bu ise sevap ve mükâfatın gerçekleşmesi demektir.”322 “Üçüncüsü “Rablerine bakıcıdırlar” ayetidir. Buradaki “ila” edatı “beklemek” değil, “bir şeye bakmak” anlamında kullanılır.”323 “Dördüncü olarak ayete “rü’yet” manası vermek müminlerin nail oldukları nimetlerin azametini dile getirmek bağlamında müjdeleme konumu alır, intizar ise bu türden değildir.”324 İmam Matüridi ayette geçen “Rabbe nazar etme” kavramını lâfzî manada yorumlamıştır. Bu kavramı asıl manasından çıkarıp mecazi manalarda yoruma tabi tutmak Allah hakkında hüküm vermektir. Dolayısıyla İlahi beyana uygun düşmek ve yüce Allah’tan bütün benzeme unsurlarını nefyetmek suretiyle ayete Allah’a bakma manası vermek gerekli olmaktadır, şeklinde yorumlamıştır.325 “Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır.”326 İmam Matüridi ayette geçen “bir de fazlası vardır” ifadesini Allah’a bakmak olarak tefsir edildiğini, tefsirde belirtildiği üzere “ziyade” başka manaya da alınabilir, fakat rü’yet manası vermek ilk akla gelen bir durum olmasaydı, ayeti, isabetli sayılacak bu alternatife yormak mümkün olmaz ve rivayet edilen söz konusu haber reddedilirdi, diye yorumlamıştır. “Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın”327 İmam Matüridi bu ayeti; Allah’ın müminleri, menedildikleri şeyleri sormaktan sakındırması, olarak yorumlamıştır. Şöyle ki “Hz. Peygamber’e: “Rabbini 321 Topaloğlu, a.g.e. s. 100. Topaloğlu, a.g.e. s. 100. 323 Topaloğlu, a.g.e. s.100. 324 Topaloğlu, a.g.e. s. 100. 325 Topaloğlu, a.g.e. s. 101. 326 Yunus, 10/ 26. 327 el- Maide, 5/ 101. 322 60 gördün mü?” diye sorulmuş, o da “kalbimle” diye cevap vermiştir. Hz. Peygamber soru sahibinin bu tür bir şeyi sormasını yadırgamamıştır, hâlbuki soruyu soran, kalbin görmesinin bilmekten ibaret olduğu, Resulullah’ın zaten Allah’ı bildiği, kendisinin de aslında bunu sormadığının pekâlâ bilincindeydi.”328 Matüridi yukarıdaki ayeti delil getirerek, eğer rü’yetin imkânsızlığı sabit olmuş olsaydı kimse böyle bir soruyu Hz. Peygamber’e sorma cesaretini gösteremez veya Hz. Peygamber bu konuda müsamahakâr bir üslup kullanmazdı ve bunun gerçekleşmesinin uzak bir ihtimal olmadığını sergileyen bir tavır takınmazdı diye yorumlamıştır.329 “Eğer biz onlara melekleri indirseydik…”330 “Biz dünyada sadece günün bir saati kadar kaldık”331 İmam Matüridi yukarıdaki ayetleri, müşahede ile oluşan bilginin istidlali bir bilgi istidlali bir yöntemle oluşan bilginin de müşahede bilgisi gibi olamayacağına bir delil olarak getirmiştir. Çünkü bütün âlimler ahirette Allah Teala’nın tereddüde mahal bırakmayacak bir ilimle bilineceği noktası üzerinde ittifak etmişlerdir. İşte bu herhangi bir delile dayanan bir bilgi değil, müşahedeye dayanan bir bilgi olacaktır. Oysaki inkârcılar ahirette hakkın tam anlamıyla anlaşılıp kabul edebilmelerine dair yeterli derecede ayetlerin kendilerine gelmediğini söyleyecekler, peygamberlerin ise kâfi derecede uyarıda bulunmadıklarını ileri sureceklerdir. İşte bu da istidlali bilginin dünyada tüm insanlar tarafından kesinlik ifade etmediğinin göstergesidir. Şu halde rü’yetin müşahede bilgisini gerektirdiği, dünyada istidlali bilgiyle bilinen Allah Teala’nın ahirette rü’yetle de bilineceği ortaya çıkmış oluyor.332 “Gözler O’nu idrak edemez”333 “İnsanların ilmi O’nu kapsayamaz”334 İmam Matüridi bu ayetleri şöyle yorumlamıştır: Allah’ın bir hacimli varlık gibi her cephesiyle algılanıp idrak edileceğini söyleyemeyiz. Çünkü kendisi, “Gözler O’nu idrak edemez” buyurmuş ve rü’yeti değil, idraki nefyetmek suretiyle zatinı övmüştür. Bu, “İnsanların ilmi O’nu kapsayamaz” şeklindeki İlahi beyana benzer; burada ilmin kabullenilmesi fakat kapsayışın (ihata) reddi vardır. İdrak hakkında da 328 Topaloğlu, a.g.e. s. 101. Topaloğlu, a.g.e. s. 102. 330 el- En’am, 6/ 111. 331 Yunus, 10/ 45. 332 Topaloğlu, a.g.e. s. 103. 333 el- En’am, 6/ 103. 334 Taha, 20/ 110. 329 61 durum aynıdır. Bir de “idrak” sınırlı ve hacimli bir şeyi kapsayıp ihata etmek demektir, Allah ise sınır ve hacimle nitelendirilmekten münezzehtir.335 “O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.”336 İmam Matüridi bu ayeti Ka’bi’nin rü’yet konusundaki fikirlerinin tutarsızlığına bir delil olarak getirmiştir. Ka’bi bu konuda fikir yürütürken Allah’ın görülmesini kendi beşeri yapısının görülebilmesi şeklinde anlamıştır. Hâlbuki kendi görülebilen cevheri dışında bulunan ve bir konumda görülebilen cevherler de vardır, öyle ki Ka’bi beşeri yapısı içinde onları gözüyle algılaması şöyle dursun bilgisiyle bile kuşatamaz; mesela melekler, cinler ve diğerleri gibi. Biz onları görmediğimiz halde onlar bizi görmektedir. İşte Matüridi de bu ve buna benzer gayb âlemi hakikatlerinin varlığına dikkat çekerek ahirette dillerin susturulup uzuvların konuşturulmasının da bu dünya şartları içerisinde alışılmış bir şey olmadığı, ahirette ise şartların oluşmasıyla bunun mümkün olduğu gerçeğinden hareketle rü’yetin de ahirette gerçekleşeceğini, bunun imkânsız olmadığını, yukarıdaki ayetleri delil getirerek yorumlamıştır.337 İmam Matüridi’ye göre mü’minler Allah Teala’yı ahirette nasılsız göreceklerdir. Zira O vardır, her var olanın görülmesi ise mümkündür. Var olanlardan görülmeyen şeyler varsa da bunların görülmemesi Allah’ın, kanunları onları görmemize elverişli yapmamış olmasından ileri gelmektedir.338 2.2. GÜNAHLARIN DİNDEKİ KONUMU VE GÜNAH İŞLEYENLERİN DURUMU Kitabü’t-Tevhid’de Matüridi’nin konu hakkındaki görüşlerine ve itikadî ayetlerin yorumuna geçmeden önce “günah” kavramının lügat ve terim manalarına bir bakalım. “Günah, Farsça bir kelime olup sözlükte suç anlamına gelmektedir. Dini bir kavram olduğu için kutsal ve tabiatüstü varlık alanlarıyla bağlantılıdır. Kutsallığına inanılan tabiatüstü varlık veya varlıklar din müessesesinin temel unsurları arasında bulunduğundan bütün dinlerde günah kavramı mevcuttur. Kutsalın söz konusu 335 Topaloğlu, a.g.e. s. 103. Yasin, 36/ 65. 337 Topaloğlu, a.g.e. s. 105. 338 Topaloğlu, a.g.e. s. 105. 336 62 olduğu her yerde kutsalla ilgili emir ve yasaklar manzumesinin bulunması da tabiidir. Günah, bu emirlerin yerine getirilmesi veya yasakların çiğnenmesiyle ortaya çıkan ve dini, ahlaki ve vicdani açıdan sorumluluk gerektiren bir olgudur.”339 Kelamcılar arasında daha çok büyük günah işleyenlerin dindeki konumu tartışma konusu olmuş, her mezhep kendi savunduğu görüş etrafında muarızlarıyla fikri mücadelesini yapmıştır. Biz de çalışmamızda mezheplerin konu hakkındaki farklı görüş ve yorumlarını “Büyük Günah ve Şefaat” başlıklı bölümde ele alacağız. İmam Matüridi’nin Kitabü’t-Tevhid adlı eserinde “Günahların Dindeki Konumu ve Günah İşleyenlerin Durumu” başlığıyla yer alan günah meselesinde onlarca ayet gerek Matüridi tarafından gerekse görüşlerini zikrettiği âlimler tarafından konuyla ilgili görüşlerine delil olarak getirilmiştir. Biz de bu konu içerisinde kullanılan ayeti-i kerimelerin hepsini tespit ederek Maturidi’nin bu ayetleri nasıl yorumladığını anlatmaya çalıştık. Matüridi bu konuyu işlerken önce farklı yorumlara yer veriyor sonra da kendi yorumunu yapıyor. Şimdi Matüridi’nin konuyu nasıl yorumladığına bakalım: “İslâm âlimleri günahların dindeki konumu ve günah işleyenlerin dinî durumunun belirlenmesi hakkında çeşitli fikirler beyan etmişlerdir.”340 Âlimler içerisinden bazısı büyük küçük günahların hepsinin sahibini imandan çıkarma noktasında aynı statü içinde olduğu yönündeki düşüncelerini ortaya koymuşlardır.341 Bu âlimler içerisinde bir grup bütün günahların kişiyi imandan çıkardığını iki delille ispat etmeğe çalışmışlardır. Bu grubun birinci delili nakli deliller olup şu ayet-i kerimelerdir: “O ateşe ancak dinî gerçekleri yalanlayıp yüz çeviren kötüler girer”;342 “Biz nankör olanın dışındaki kimseyi hiç cezalandırır mıyız?”;343 “Kim bir kötülük yaparsa cezasını görür”;344 “Kim kötülükle gelirse o sadece onun dengiyle cezalandırılır”;345 “Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu gö- 339 El-İsfahani, Rağib, Müfredat, mütercimler, Abdulbaki Güneş, Mehmet Yolcu, Çıra yayınları, İst, 2010, s. 402; Harman, Ömer Faruk, “Günah” mad. TDV İslam Ansiklopedisi, s. 278; Canbulat, Mehmet, “Günah” mad. Dini kavramlar sözlüğü, s. 204. 340 Topaloğlu, a.g.e. s. 417. 341 Topaloğlu, a.g.e. s. 417. 342 el-Leyl, 92 / 15–16. 343 Sebe, 34 / 17. 344 en-Nisa, 4 / 123. 345 el-En’am, 6 / 160. 63 rür.”346 Bu gruba göre Cenâb-ı Hak bu ayetleriyle büyük küçük ayrımı yapmadan bütün günahlara ceza vereceğini ifade buyurmuştur. Bununla beraber sadece nankör olanı (kefûr) cezalandıracağını ve cehenneme söz konusu ettiği kişilerin gireceğini de haber vermiştir. Bir de O, “Allah ve Resulü'nü incitenler...”347 buyurmuştur; her mâsiyet işleyende Allah ve Resulünü incitmiş olur.348 Bu grubun ikinci delilleri ise, bütün müminlerin Allah’ın emrettiği ve yasakladığı konularda O’na karşı gelmeyeceklerine dair kesin söz vermiş olmalarıdır. Buna rağmen Allah’a karşı günah işleyen kişi verdiği sözü yerine getirmemiş olur. Şu da var ki kişinin elest bezminde ikrar ettiği inancın değeri imtihan âleminde yansıyacak şekline bağlı olmuştur. Şu âyet-i kerîmelerin işaret ettiği üzere: “Eliflâm-mîm. İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece ‘inandık’ demeleriyle kendi hallerine terk edileceklerini mi sandılar? Andolsun ki biz onlardan önce gelenleri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah sadakat gösterenleri de bilecek, yalancıları da belirleyecektir.”349 Aynı surenin başka bir yerinde de “(elbette Allah iman edenleri de bilecek) münafıkları da belirleyecektir”350 buyrulmuştur. Nakledilen bu ayetlerle kişinin açığa vurduğu inancında beliren samimiyetsizliği sebebiyle küfür damgasını yemeye hak kazandığı sabit olmuştur. Burada sözü edilen hususu aklî istidlal de gerekli kılmaktadır, çünkü kişi işlediği günah sebebiyle Allah'a karşı gelmekte; şeytanın davetine uymak ve emrine boyun eğmek suretiyle de ona icabet etmektedir. Bu niteliği taşıyan kimse şeytana tapınmaktadır, ona tapınan da kâfir statüsüne girmektedir.351 İslam âlimlerinden bir grup da günahkârı kâfir değil müşrik diye vasıflandırmaktadırlar, çünkü günahkâr bu duruma sözle değil fiilen girmiştir; Allah Teâlâ “Artık Rabbine kavuşmayı arzu eden kimse iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir kimseyi ortak koşmasın”352 buyurmuştur. Bunlara göre bu ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak sadece sözle değil fiille de şirk oluşabileceğini ifade buyurmuştur. Zaten şirk ehline bu ismin verilmesinin sebebi ibadetlerinde Allah'tan başkasını ortak 346 ez-Zilzal, 99/ 8. el-Ahzap, 33 / 57. 348 Topaloğlu, a.g.e. s. 418. 349 el-Ankebut, 29 / 1–3. 350 el-Ankebut, 29 / 11. 351 Topaloğlu, a.g.e. s. 419. 352 el-Kehf, 18 / 110. 347 64 tanımalarıdır, Cenâb-ı Hakk'ın “Onların çoğu ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler”353 mealindeki beyanının manası da bundan ibarettir. Yine O, “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz”354 buyurmuştur.355 Âlimler içerisinde başka bir grup da işlenen günahları büyük küçük olmak üzere iki gruba ayırmışlardır. Küçük günahların büyüklerinden kaçınmak suretiyle affa uğrayacağı, ceza olarak karşılık göreceği veya bazı farklı nedenlerden dolayı bağışlanacağını kabul etmişlerdir. Büyük günahlar hakkındaki kanaatleri de iki ayrı yoruma yönelik olarak belirtmişlerdir. Bu da büyük günah sahibini ya kâfir ya da müşrik olarak nitelemektir. Matüridi küçük günahlar hakkındaki bu grupların görüşlerini kabul ederek kendi görüşünün de bu yönde olduğunu bildiriyor ve görüşünü şöyle açıklıyor: Onların küçük günahlar hakkındaki görüşleri -ki bizim de kanaatimiz aynı mahiyettedir- sahiplerini imandan çıkarmayacağı yolundadır. İmanın devamı halinde de cehennemde ebediyen kalmak isabetli bir görüş değildir.356 İmam Matüridi bundan sonra Mürtekib-i kebire hakkında âlimlerin farklı değerlendirmeleri ve yorumları üzerinde duruyor. Bu mesele hakkındaki tartışmalar İslam düşünce tarihinin ve fırkaların oluşmasına temel teşkil etmiş, hatta İslam düşünce tarihinin omurgasını oluşturmuştur. Matüridi, eserinde bu konudaki tartışmalarda Mu’tezile ve onlar gibi düşünen kelamcıların fikirlerine eleştiriler yöneltmiş, bu fikirlerin tutarsızlığını çok sayıda ayet-i kerime ve akli yorumlarla ortaya koymuştur.357 Şimdi konunun başında işaret edilen ayet-i kerimeleri Matüridi’nin nasıl yorumladığına bakalım. “Kim Allah’a ve Resul’üne karşı isyan ederse…”358 “İnanmış bir mümin ve kadına…”359 İmam Matüridi yukarıdaki ayetleri şöyle yorumluyor: Bir grup, bu ayetleri, günahların hepsinin kişiyi imandan çıkarma konusunda aynı statü içinde olacağı şeklinde anlamıştır. Oysaki ayette böyle bir durum için -büyük veya küçük bir 353 Yusuf, 12 / 106. en-Nisa, 4 / 48,116. 355 Topaloğlu, a.g.e. s. 419. 356 Topaloğlu, a.g.e. s. 420. 357 Topaloğlu, a.g.e. s. 420. 358 en- Nisa, 4/ 14. 359 el- Ahzap, 33/ 36. 354 65 günahtan söz edilmeksizin- cehennemde ebedî kalış zikredilmiştir. Ayetten bu hükmü çıkarmak yoruma bağlıdır. Gerçi aynı paralelde olmak üzere Cenâb-ı Hak “Allah'ın indirdiği vahiyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir”360 buyurmuştur. Bu da İlâhî sınırları aşma hakkındadır. Bununla birlikte Kâ'bî bu beyanın tekfir içerdiğini kabul etmeyip ayeti hükmetmemeyi helâl telakki etmekle yoruma tâbi tutmuştur; şu halde yukarıdaki ayetler de aynı konumda yorumlanmalıdır. “Eğer yasaklanan büyük günahlardan sakınırsanız küçük günahlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere koyup yerleştiririz.”361 “Orada değersiz bir konumda tutularak devamlı kalır, ancak tövbe edenler... müstesna”;362 “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter”363 Matüridi bu ayetleri lâfzî manada anlamış küçük günahların tövbe ile örtülmesine delil olarak getirmiştir. Sonra yorumunu şöyle sürdürmüştür: Allah Teala’nın birçok ayet-i kerimesinde tövbe etmesi gereken kişiler için “Ey iman edenler” hitabıyla seslenmesi, Müslüman olup da günah işleyenlerin iman dairesinden çıkmadıkları fikrini doğruluyor. İşte Matüridi bu gerçeğe dikkat çekerek Yorumunu şöyle sürdürüyor: “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün. Umulur ki rabbiniz kötülüklerinizi örter” “…Ancak tövbe edenler… müstesna” buyurmak suretiyle insanlara imanın mevcudiyetiyle birlikte tövbe etmeyi gerekli kılmış ve tövbe yoluyla kendilerini bağışlayacağını haber vermiştir. Bu tür ayetlerde iki ayrı hüküm mevcuttur. Biri kendilerince ancak tövbe yoluyla bağışlanabilecek günahlar sebebiyle kişiden iman vasfını izâle edişleri konusunda Mu'tezile'ye cevap mahiyetindedir, zira bu âyetler imanın var olduğunu ifade etmektedir; diğeri de günah işleyenleri kâfir ve şirk ehli diye vasıflandıran Haricîler’e cevap niteliğindedir; çünkü böyle olsaydı iman kavramının onlara nispet edilmesi ve buna bağlı olarak bazı şeylerin kendilerine emredilmesi imkân dâhiline girmezdi.364 360 el- Maide, 5/ 44. en- Nisa, 4/ 31. 362 el-Furkan, 25/ 68–70. 363 et-Tahrim 66/ 8. 364 Topaloğlu, a.g.e. s. 421. 361 66 “Yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız küçük günahlarınızı örteriz” mealindeki İlâhî beyan Haricîler’in anlayışına göre “küfür ve şirkten sakınırsanız”; Mu'tezile'nin anlayışına göre ise “İmandan çıkmaktan sakınırsanız sözü edilen günahlarınızı örteriz” manasına gelmektedir. Bu grupların telakkisine göre imandan çıkıştan başka büyük günah bulunmamakta ve ayet hususi bir içerik taşımaktadırki o da dinden ve imandan çıkaran şeyden ibarettir. Matüridi, ayetleri yoruma devam ederek diyor ki: “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönüş yapın.” İlâhî beyanı kebire işleyenlere tövbeyi emretmiş ve bunu bağışlanmalarının şartı kılmıştır, bunun yanında onların iman vasfını da korumuştur. Tahrim suresinin sekizinci ayetini Mu’tezili bir âlim olan Ka’bi ise şöyle yorumluyor: “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönüş yapın” mealindeki bu ayeti bize karşı delil getirip tövbenin mutlaka herhangi bir günah neticesinde yapılacağını iddia edenlere biz iki şekilde cevap veririz. Birinci cevabımız ayette zikredilen tövbe her ne kadar bağışlanma konumunda ise de küçük günahlar içindir. İkinci cevabımız burada söz konusu edilen tövbe ibadet mahiyetinde bir nitelik taşır. Tıpkı kelime-i tevhidin tekrar edilmesi ve ayrıca “Tövbe edenleri bağışla!” ayet-i kerimesinde olduğu üzere meleklerin duada bulunması gibidir.365 “Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz”366 “Yanılarak işlediğiniz günahlardan size bir vebal gelmez”367 Matüridi bu ayetleri, hata ve gaflet yüzünden işlenen günahların affedileceğini, hatanın bağışlanmaya konu teşkil edecek bir günah olmadığı şeklinde yorumlamıştır. “O ateşe ancak dinî gerçekleri yalanlayıp yüz çeviren kötüler girer”368 “Biz nankör olanın dışındaki kimseyi hiç cezalandırır mıyız?”369 “Kim bir kötülük yaparsa cezasını görür”370 “Kim kötülükle gelirse o sadece onun dengiyle cezalandırılır”371 365 Topaloğlu, a.g.e. s. 462. el-Bakara, 2/ 225.Ayrıca bk. el-Maide, 5/ 89. 367 el-Ahzap, 33/ 5. 368 el- Leyl, 92/ 15–16 369 Sebe, 34/ 17. 370 en- Nisa, 4/ 123. 371 el-En’am, 6 / 160. 366 67 “Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”372 “Allah ve Resul’ünü incitenler...”373 İmam Matüridi yukarıdaki ayet-i kerimeleri yorumlarken görüşlerini şu şekilde açıklıyor: Büyük küçük bütün günahların kişiyi imandan çıkardığını iddia eden bir zümre bu ayetleri delil olarak getirip günah işleyene küfür ismini nispet etmiştir. Hâlbuki Cenâb-ı Hak bu beyanlarıyla küçük günahlara da ceza vereceğini ifade etmiş, bunun yanında sadece nankör olanı (kefûr) cezalandıracağını ve cehenneme söz konusu ettiği kişilerin gireceğini de haber vermiştir. Bir de O, “Allah ve Resul’ünü incitenler...” buyurmuştur.374 “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”375 “(Elbette Allah iman edenleri de bilecek) münafıkları da belirleyecektir”376 İmam Matüridi bu ayetleri şöyle yorumluyor: “Nakledilen bu ayetlerle kişinin açığa vurduğu inancında beliren samimiyetsizliği sebebiyle küfür damgasını yemeye hak kazandığı sabit olmuştur. Burada sözü edilen hususu aklî istidlal de gerekli kılmaktadır, çünkü kişi işlediği günah sebebiyle Allah'a karşı gelmekte; şeytanın davetine uymak ve emrine boyun eğmek suretiyle de ona icabet etmektedir. Bu niteliği taşıyan kimse şeytana tapınmaktadır, ona tapınan da kâfir statüsüne girmektedir.”377 Yine Cenâb-ı Hak bu ayetlerinde dillerin sunduğu ifadelerin gerçek veya yalan oluşunun sınanmakla meydana çıkacağını haber vermiştir. Matüridi bu ayetleri, Mürcie ve Hariciler’in şöyle yorumladığını ifade ediyor: Söz konusu gruplar iman veya küfür ismini dilin gerektirdiği şekilde tespit etme noktasında oy birliğine varmışlardır. Şu kadar var ki Haricîler mükellefin kebire işlemesi halinde izhar ettiği tasdik noktasında yalancı olduğu sonucuna varmıştır. Onlar “Elif-lâm-mim. İnsanlar şunu mu sandılar...” mealiyle başlayan ayeti de delil 372 ez- Zilzal, 99/ 8. el-Ahzap, 33/ 57. 374 Topaloğlu, a.g.e. s. 418. 375 el- Ankebut, 29 / 2–3. 376 el- Ankebut, 29 / 11. 377 Topaloğlu, a.g.e. s. 419. 373 68 getirmişlerdir. Mürcie ise şöyle düşünmüştür: (Mükellefin fiilleriyle) istidlalde bulunmak genelde onun samimiyet veya yalancılığının ortaya çıkmasına yöneliktir. “Artık Rabbine kavuşmayı arzu eden kimse iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir kimseyi ortak koşmasın”378| “Onların çoğu ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler”379 “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz”380 “Mümin olarak iyi davranışlarda bulunan kimsenin…”381 Matüridi bu ayetleri şöyle yorumluyor: Bu ayetlerde Cenâb-ı Hak amel yoluyla da şirk oluşabileceğini beyan etmiştir. Zaten şirk ehline bu ismin verilmesinin sebebi ibadetlerinde Allah'tan başkasını ortak tanımalarıdır. Bu ayetlerde büyük günah küçük günah ayrımı yapılmamıştır. Nihaî gerçeği Allah bilir ya, murâd-ı ilâhî şöyle olmalıdır: Şirk ancak tövbe ile bağışlanır, diğer günahlar ise Allah'ın lütfuyla bağışlanabilir yahut da işlenen sevaplar sayesinde örtülür. Konunun mantığı bu takdirde yerine oturmuş olur ve Kur'an'ın küçük-büyük ayrımı da bir anlam kazanır. Sözü edilen Nisa ayeti,382 bağışlanma ihtimali bulunan ve bulunmayan günahları birbirinden ayırmaya yöneliktir. Ayet küçük günahlara münhasır kılınınca (bağışlanmaz diye) şirk kavramının belirlenmesinin bir anlamı kalmaz ve mağfirete konu teşkil eden günah muhatapça meçhul kalır. Aslında İlâhî beyanın geldiği Nisa ayetinde anlatılması istenen şey azap konusu değildir, orada açıklanması amaçlanan husus af ve günahları örtme kapsamında bağışlanmanın gerçekleşebileceğidir. Af ve günahları örtme de ya işlenen sevapların mükâfatı olarak veya bir sure azap edilmek suretiyle tahakkuk eder. Cenâb-ı Hakk'ın “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, (bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar)” mealindeki beyanına yönelik olarak Havâric'e ait “hatayı bağışlar” yolundaki yorum isabetsizdir; çünkü hata günah değildir ki bağışlanmaya konu teşkil etsin. Hâlbuki ayette bağışlamadan (mağfiret) söz edilmektedir. Bu ayette tövbe şartının saklı tutulduğu ihtimali de bahis konusu 378 el- Kehf, 18/ 110. Yusuf, 12/ 106. 380 en- Nisa, 4/ 48, ayrıca bk. en-Nisa, 4/116. 381 el-Enbiya, 21/ 94. 382 Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan(günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur. 4/ 48. 379 69 değildir; zira tövbe halinde şirk bile bağışlanır, ayet ise şirk ile diğer günahların ayırt edilmesi konusundadır. “Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.”383 Matüridi bu ayeti şöyle yorumluyor: Bu ayet-i kerime küçük veya büyük günah işleyen kimseye gerçek manada küfür veya şirk kavramını nispet etmeyi engelleyen açık bir delil hükmündedir. Çünkü Allah Teâlâ, Peygamber'ine hem kendisinin hem de kadın ve erkek müminlerin günahları için istiğfarda bulunmasını emretmektedir. Diğer bir yorum da Allah’ın iyi kullarının mürtekib-i kebire hakkında şefaatçi olmasıdır. Cenâb-ı Hak bu kulların müminler adına yaptıkları istiğfara olumlu cevap verir ve bağışlanma talebini günahkâr müminlere yöneltir. Kâ'bî ise peygamberlerin ve velilerin istiğfarını zaten Allah tarafından bağışlanmış olan günahlar manasında yorumlamıştır. “Allah'a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygamber'e yaraşır ne de inananlara.”384 “Sefere çıkmaktan geri kalmış bedeviler sana diyecekler ki...”385 “Onlar için mağfiret dilesen de (dilemesen de) birdir.”386 “Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.”387 Matüridi yukarıdaki ayetleri şöyle yorumlamıştır: Bu ayetler, günahkâr müminlerde küfür veya şirk niteliği mevcutken onların bağışlanması yolunda dilekte bulunmanın emredilmesinin ihtimal dâhilinde olmadığının bir kanıtıdır. Şüphe yok ki Allah’ın onlardan zail olmuş iman adıyla af dilemesini emretmesi imkân dâhilinde değildir, çünkü bu gerçek dışı bir durum arz etmektedir. Düşünülmelidir ki söz konusu âyet-i kerîmelerde görüldüğü üzere Cenâb-ı Hak, Peygamber'ini müşrikler için af dilemekten sakındırmıştır; O'nun nifak ehli için af dilemekten men edişi de şu âyetlerle sabittir: “Sefere çıkmaktan geri kalmış bedeviler sana diyecekler ki...”, 383 Muhammed, 47/ 19. et-Tevbe, 9/ 113. 385 el-Feth, 48/ 11. 386 el-Münafikun, 63/ 6. 387 et-Tevbe, 9/ 84. 384 70 “Onlar için mağfiret dilesen de (dilemesen de) birdir.” Bundan başka Allah Teâlâ Peygamber'ini münafıkların cenaze namazını kılmaktan da men etmiştir. “Ey müminler! Hepiniz Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz”388 İmam Matüridi bu ayeti, Allah Teala insanların imanının mevcudiyetiyle birlikte tövbe etmeyi gerekli kılmış ve tövbe yoluyla kendilerini bağışlayacağını, ayrıca müminin iman vasfını muhafaza etmesi halinde müminlerin tövbe ile bağışlanıp örtülecek günahlarının bulunduğunu haber vermiştir, şeklinde yorumlamıştır. “Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse...”389 İmam Matüridi bu ayeti, Cenâb-ı Hakk'ın bu beyanı icbar altında küfrü telaffuz eden kimseye küfür vasfını gerçek manada değil sadece lâfzî-lügavî olarak nispet etmiştir; çünkü bu kişinin kalbi imanla doludur. Şu halde bazı arızî sebeplere dayanılarak kişinin mecaz yoluyla küfürle vasıflandırılması mümkündür. İşte bir kısım ameller sebebiyle yapılan vasıflandırma da aynı konumdadır, şeklinde yorumlamıştır. “Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de...”;390 “İnkâr edenlere tutumlarından vazgeçerlerse geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle”391 Matüridi bu ayetleri şöyle yorumluyor: Malûm olduğu üzere şirkin mevcudiyeti halinde, kişi işlediği hayrın kendisini ve mükâfatını göremediği gibi onun küfür halinde iken işlediği bir şerrin cezasını iman ettikten sonra görmesi de söz konusu değildir; bunun delili ise yukarıdaki ayet-i kerimelerdir. Şimdi ayette sözü edilen vazgeçme ve kendini sakındırma (intiha) eylemini gerçekleştirecek hususların, Havâric'in dediği gibi sınırsız kapsamlı olması mümkün görünmediği gibi bütün taatlere ulaşmanın ve gerekli görevlerin hepsini yerine getirmenin yolunu bulmak -hayatın elvermemesi sebebiyle- imkân dâhilinde bulunduğunu söylemek de isabetli değildir. Zaten bu durumda kötülükten sakınılamaz bir sonuç doğmaktadır; Mu'tezile'nin anlayışı da Havâric paralelindedir. Şu halde sakınma denen şeyin herkesin her vakitte gerçekleştirebileceği bir eylem niteliği 388 en-Nur, 24/ 31. en- Nahl, 16/ 106. 390 en-Nisa, 4/ 110. 391 el- Enfal, 8/ 38. 389 71 taşıdığı ortaya çıkmış oldu ki o da küfür ve mâsiyetlerin bütün türlerinden uzak kalmak, Allah Teâlâ'ya ve kişinin iman ettiği her şeye inanmaktan ibarettir. “Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin…”392 “Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri (Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut! Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular…” 393 “Eyyub'u da (an). Hani Rabbine: "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti.” 394 “Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti. Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.395 “Musa: Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur.”396 İmam Matüridi: Küçük günahlar sebebiyle bile tekfir cihetine giden Haricîlerin telakkisini reddeden bir husus da peygamberlerle velilerin de bu tür bazı günahları işlemiş olmalarıdır. Tekfire sebep teşkil eden bir günah ise nübüvvet ve velayet mertebesini iskat eder, yorumunu yaparak yukarıdaki ayetlerde işaret edilen peygamber dualarını buna delil getirmektedir. Ayeti kerimeleri ise şöyle yorumluyor: “Mu'tezile'nin günah konusundaki telakkisine bağlı kalındığı takdirde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Allah (muhtelif ayetlerinde) peygamberlerini kendisine yalvara yakara gizlice dua etmek, ümit ve korku ile niyazda bulunmak, kendilerinden sâdır olan zelleler sebebiyle gözyaşı dökmek ve makam-ı ulûhiyete arz-ı hâl etmekle vasıflandırmış; onların dualarına icabet olunduğu ve taleplerinin yerine getirildiği de haber verilmiştir. Peygamberlerin günahları hikmet açısından azaba sebep teşkil 392 Hud, 11/ 45–47. İbrahim, 14/ 35–41. ayrıca bk. eş-Şuara 26/83–89. 394 el- Enbiya, 21/ 83–84. 395 el- Enbiya, 21/ 87–88. 396 el-Kasas, 28/ 16. 393 72 edebilir olmasa veya bu yüzden kendilerini azap endişesi sarmamış bulunsaydı onlar bu dua ve niyazlarında haddi aşmış, Allah'ı zulüm ve haddi aşmakla nitelemiş olurlardı. Bu ise zelle işlemekten daha büyük bir günahtır. Bu anlattıklarımız, küçük günahların bağışlanacağı ve bunlardan dolayı cezalandırma eyleminin hikmet dışında tutulmasının gerektiği yolunda Mu'tezile tarafından ileri sürülen görüşle aynı günahlar sebebiyle kişiden iman vasfının kalkacağı şeklindeki Havâric telakkisini reddetmektedir.”397 Ka’bi, peygamberlerin ve velilerin istiğfarını zaten Allah tarafından bağışlanmış olan günahlar manasına yorumlamıştır. “Kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.”398 İmam Matüridi bu ayeti şöyle yorumlamaktadır: Küçük günahları abartan kimsenin bu telakkisinde güç yetirilemeyecek şeyle mükellef tutma problemi bulunmaktadır. Aslında böyle birinden korku ve ümit kalkar ve nihaî tutumu İlâhî azaptan emin olma veya rahmetinden ümit kesme durumuna düşer; hâlbuki Allah bunun dalâlet ve küfür olduğunu haber vermiştir. Bir de küfür, şirk ve benzeri suçlara ait cezaların zikredilmesi bir grubun görüşüne göre şirk isminin, diğerine göre de küfür vasfının nispet edilmesini icap ettirmiştir. Bu hükmü şu İlâhî beyanlar teyit etmektedir: “Kâfirler topluluğundan başka hiçbir kimse Allah'ın rahmetinden ümit kesmez”, “Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser?” “Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır (fasıklıktır), Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.”399 Matüridi bu ayeti, büyük günah işleyen bir mümini bazıları kâfir, bazıları müşrik, bazıları ne mümin ne kâfir, bazıları münafık kabul etmiş, bir kısım âlimler de onun mümin vasfını koruduğunu benimsemekle birlikte işlediği günah sebebiyle asi ve fasık konumunda bulunduğunu söylemiş; fakat kendisine fısk ve fücur vasfını da nispet etmemiştir. Yukarıdaki ayette açıkça ifade edildiği gibi fısk ve fücur ile nitelendirilebileceği günahını bildiği kimseler müstesna. Bu sonunculara göre Allah 397 Topaloğlu, a.g.e. s. 424. Yusuf, 12/ 87. ayrıca bk. el- A’raf, 7/ 99, el-Hicr, 15/ 56. 399 el- En’am, 6/ 121. ayrıca bk. el-En’am, 6/ 145. 398 73 Teâlâ'nın böylesini, günahı miktarınca cezalandırması mümkün olduğu gibi kulluk samimiyeti ve diğer iyiliklerinin mevcudiyeti sebebiyle doğrudan affetmesi de ihtimal dâhilindedir, şeklinde yorumlamıştır. “Allah'ın indirdiği vahiyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir”400 Matüridi bu ayet-i kerimenin, İlahi sınırları aşma hakkında olduğunu ifade etmektedir. Kâ'bî bu beyanın tekfir içerdiğini kabul etmeyip ayeti hükmetmemeyi helâl telakki etmekle yoruma tâbi tutmuştur.401 “Sizi yaratan O’dur, kiminiz kâfir kiminiz mümindir”402 “Dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin”403 “Allah kimi doğru yola iletmek isterse...”404 “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O dilediğini saptırır...”405 “Mümin olan fâsık olan gibi midir? Elbette eşit olamazlar.”406 İmam Matüridi, “Sizi yaratan O’dur, kiminiz kâfir kiminiz mümindir” ayetini Ka’bi’nin, Allah muhtemel bölünmeler açısından iman merkezli hükümleri üçe ayırmıştır: Küfür hali, iman hali, ne küfür ne de iman olan hal; öyle ki ilk ikisi bulunmayınca ikisi arası (vâsıt) gerçekleşir görüşünü reddetmek için delil getirmiştir. Hâlbuki Allah din ve iman umurunu bilme yeteneğini taşıyan insanı hem dünya hem âhiret işleri çerçevesinde sadece ikiye ayırmıştır, bunun delili ise söz konusu ayettir. Matüridi dışındaki farklı grupların yukarıdaki ayetleri yorumları ve Matüridi’nin bunlara verdiği cevap: Mürtekib-i kebire Allah'ın kâfirlere nispet ettiği fısk, fücur ve zulüm gibi kavramlarla da isimlendirilmiş, bu sebeple küfür onun da bir vasfı olmuştur. İşte söz konusu ayetler buna işaret etmektedir. Görüşlerini sıraladığımız gruplara göre ise küfür vasfını taşımayan kimseye de ilâhî rahmetten ümit kestirmek gerekmektedir. Şu da belirtilmelidir ki salt isim ve vasıflar onları taşıyanlara ne bir yarar sağlar ne de herhangi bir zarar getirir. Zarar ve faydalar isimlerin ait bulunduğu gerçek ve mahiyetlerdedir. Cehennemde ebedî kalış 400 el- Maide, 5/ 44. Topaloğlu, a.g.e. s. 452. 402 et- Teğabün, 64/ 2. 403 el-Kehf, 18/ 29. 404 el-En’am, 6/125. 405 en- Nahl, 16/ 93. 406 es-Secde, 32/ 18. 401 74 gerçekleşince ister mümin ister kâfir olsun isim veya vasfın bir yararı kalmaz. Ne var ki küfrün cezasına çarptırılan kimseyi bu vasıfla anmaya da engel olunamaz. “Nice yüzlerin ağardığı... gün.”407 “Kitabı sağ tarafından verilen...”408 “…Yakıtı insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.”409 İmam Matüridi, farklı grupların yukarıdaki ayetleri büyük günah işleyen için tehdidin mevcudiyeti sabit olduğuna göre onun kâfir olarak kabul edilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir, şeklindeki görüşlerine delil getirdiklerini söylemektedir.410 Oysaki tehditler iman edip de günah işleyenler için birkaç şekilde yorumlanabilir: a) Sözü edilen kötü halleri tercih etmekten sakındırma amacı. b) Vaîdin içerdiği hususlar başka iyilikleri olmasaydı günahlarının cezasını oluşturacağı manasında. Yukarıdaki ayetler de buna işaret etmektedir. “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz…”411 “Müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa…”412 İmam Matüridi’nin ayetler hakkındaki yorumu: Yüce Allah mürtekib-i kebîreye kendi hükmündeki cezaî müeyyideyi nispet etmekle birlikte şu ayet-i kerimede görüldüğü üzere onun iman vasfının devam ettiğini beyan etmiştir: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?” Cenâb-ı Hak bu beyanında iman vasfının yanında gazabın mevcudiyetini gerekli kılmış ve bunu, günahın işlenmemesi durumunda kullanılamayacak bir sitem üslubuyla, “Niçin söylüyorsunuz?” şeklinde dile getirmiştir. Burada yer alan “makt” hikmet çerçevesinde bağışlanması beklenen türden bir günahı nitelememektedir. Yine Allah “Müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa...” buyurmuştur. Allah Teâlâ burada her iki gruba da iman vasfını nispet etmenin yanında ikisinden birine savaş statüsü çerçevesinde “bağy” sıfatını izafe etmiş ve olaya tanık olan Müslümanlar’a saldırganın İlâhî hükme rıza göstermesi noktasına kadar saldırıya uğrayana yardım etme görevini yüklemiştir. Eğer bağy eylemi iman dairesinden çıkma anlamına gelseydi böyle bir yerde başka bir anlatımın kullanılması gerekirdi. Ka’bî, “Ey iman edenler! 407 Al-i İmran, 3/ 106. el-Hakka, 69/ 19. Ayrıca bk. el-Hakka, 69/ 25–26. 409 el-Bakara 2/ 24. Ayrıca bk. Al-i İmran, 3/ 131. 410 Topaloğlu, a.g.e. s. 427. 411 es-Saf, 61/ 2. 412 el-Hucurat, 49 / 9. 408 75 Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?” mealindeki ayet hakkında şöyle demiştir: Bu, kişinin kendi fiili olmayan konuda geçerlidir. Meselâ insan asi arkadaşlarının kötü bir fiil işlemeye davet ettiği birini görür ve onu sakındırmak amacıyla “Dindarlığına zarar getirecek ve Rabbinin gazabını celbedecek şeyi niçin yapıyorsun kardeşim?" der. Bu uyarı kişinin o fiili işlediğinden dolayı olmayıp sadece işlememesi içindir. Kâ'bî, Cenâb-ı Hakk’ın “Eğer müminlerden iki grup birbirini öldürmeye kalkışırsa...” diye başlayan beyanını şöyle yorumlamıştır: Bu beyan şu âyet-i kerîmenin konumundadır: “İçinizden kim dininden dönerse...” Bilindiği üzere Allah Teâlâ bu kişiyi daha önce mümin diye vasıflandırmıştı. İkincisi sözü edilen ayetteki karşılıklı çekişmenin, birbirini itip kakma tülünden silâhsız olması yahut da bir içtihada dayanarak bunu yapmış bulunmalarıdır, bu durumda iman dairesinden çıkmış olmazlar.413 Matüridi: Ayette birbirini öldürmeye kalkışan grupların barıştırılması emredildiği ve bunlar kardeş diye nitelendirildiğine göre irtidad manasının söz konusu olmadığı anlaşılmıştır. Cenâb-ı Hakk'ın “Saldıran tarafı öldürün” şeklindeki beyanı da saldırganın bilindiğini ve ortada ictihad diye bir fonksiyonun bulunmadığını gösterir, diyerek Ka’bi’ye cevap veriyor ve ayeti yorumluyor. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılınmıştır...”414 İmam Matüridi bu ayeti; Bilindiği üzere kısas sadece kasten öldürme durumunda gereklidir. Cenâb-ı Hak bu ayetin baş tarafında muhataplarına iman vasfını nispet etmiş, aralarındaki insaniyet ve İslâmiyet kardeşliğinin devam ettiğine işaret etmiş ve bu tazminat (fidye) yönteminin “Rabbinizden bir hafifletme ve esirgeme” olduğunu haber vermiştir. Bu vasıfların işledikleri fiilin kendilerini imandan çıkardığı kimseler hakkında düşünülmesi ihtimalden uzak olan bir şeydir, diye yorumlamıştır.415 413 Topaloğlu, a.g.e. s. 465. el-Bakara, 2/ 178. 415 Topaloğlu, a.g.e. s. 466. 414 76 Kâ’bî ise kısastan bahseden ve içinde kardeşlikten söz edilen yukarıdaki ayet hakkında şöyle demiştir: Allah salt bir kardeşliğe herhangi bir mükâfat veya övgü izafe etmemiştir, bu hususlar din kardeşliği için söz konusudur.416 Matüridi Ka’bi’nin bu yorumunu eleştirerek şöyle cevap veriyor: Kendisine denir ki Allah âyet-i kerîmenin başında onları mümin diye nitelemiştir. Aynı ayetin sonunda kardeşlik vasfını kendileri için sürdürmüştür, kardeşlik kaydının bağlanacağı başka bir kavram da bu ilâhî beyanda yer almamıştır. Şu halde bunun dinî bir kardeşlik olduğu ve iman vasfının da sürdürüldüğü sabit olmuştur.417 “Eğer din hususunda sizden yardım isterlerse...”418 Matüridi bu ayeti, Allah “İman edip de hicrete katılmayanlara gelince, kendileri hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur” buyurduktan sonra “Eğer din hususunda sizden yardım isterlerse...” diye beyanlarına devam etmiştir. Burada da O, hicrete katılmayanlara iman vasfını izafe etmiş, onları hicrete katılmamalarına rağmen İslâmiyet'e intisap konusunda katılanlarla bir tutmuştur, diye yorumlamıştır. “Kendilerine yazık eden kimselere, melekler, canlarını alırken ...”419 “Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin”420 “Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin”421 İmam Matüridi, yukarıdaki ayet-i kerimeleri: “Hicret etmemenin günahına dair varit olan vaidin büyüklüğünü ortaya koymakta ve ayrıca Cenâb-ı Hak bu ayetlerde sözü edilen kişilere, fiillerinin çirkinliğine rağmen iman vasfını nispet etmiştir.” diye yorumlamaktadır.422 “Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenler, evet onlar benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir.”423 İmam Matüridi, Havaric ve Mu’tezile mensuplarının büyük günah işleyen birinin iman dairesinden çıktığını ve onun ebedi cehennemde kalacağını iddia etmek 416 Topaloğlu, a.g.e. s. 466. Topaloğlu, a.g.e. s. 466. 418 el-Enfal, 8/ 72. 419 en-Nisa, 4/ 97. 420 el-Mümtehine, 60/ 1. 421 el-Enfal, 8/ 27. 422 Topaloğlu, a.g.e. s. 432. 423 el-Ankebut, 29/ 23. 417 77 suretiyle Allah’ın rahmetini mürtekibi kebireden nefyettiklerinden dolayı küfre düştüklerini, yukarıdaki ayet-i kerimenin delaletiyle Allah’ın rahmetinden ümit kesmenin ise bir küfür alameti olduğu şeklinde yorumlamıştır.424 “... Onu tercih ettiği yöne sevk eder ve cehenneme atarız.”425 İmam Matüridi’nin yukarıdaki ayet hakkındaki yorumu: Allah'ın ayetlerine iman edenler O'nu affedici, bağışlayıcı ve esirgeyici olarak nitelemiş ve bunu gerçek manada düşünmüşlerdir; işte Allah’ın rahmetini ummak onların hakkıdır. Böyleleri hakkında küfür ve cehennemde ebedî kalış sonuçlarından herhangi biriyle hükmetmek mümkün değildir. Neticede her zümre kendi kanaat ve hükmünün gereğini üstlenmiş oldu, işte yukarıdaki ayetin ifade ettiği hakikat budur.426 “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip “Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”427 İmam Matüridi bu ayeti, Mu’tezile mensuplarının “Mürtekib-i kebire ne iman ne de küfür ismiyle nitelendirilebilir” şeklindeki iddialarının yanlışlığına bir delil olarak getirmiştir. Yani Mu’tezile, mürtekib-i kebîrenin imanın gereklerinden bir kısmını yerine getirdiğini söyleyecek olursa, şunu hatırlatalım ki Allah iman konularının bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr eden ve “Bir kısmına inanır, bir kısmına inanmayız” diyen kimselerin tamı tamına kâfir olduklarını haber vermiştir. Bu durumda Mu'tezile mensuplarına mürtekib-i kebîreye kâfir demeleri lâzım gelir ki bu, Havaric'in kanaatidir.428 “Allah mı size izin verdi, yoksa Cenâb-ı Hakk'a iftira mı ediyorsunuz?”429 “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?”430 “Onlar artık mümin değillerdir”431 424 Topaloğlu, a.g.e. s. 433. en-Nisa, 4/ 115. 426 Topaloğlu, a.g.e. s. 433. 427 en-Nisa, 4/ 150–151. 428 Topaloğlu, a.g.e. s. 435. 429 Yunus, 10/ 59. 430 el- Bakara, 2/ 140. 431 el-Maide, 5/43. 425 78 İmam Matüridi, Mu’tezile’nin insanları dünya ahiret hükümleri çerçevesinde; mümin, kâfir, ne mümin ne de kâfir diye üç kısma ayırmasının yanlışlığına tepki olarak yukarıdaki ayeti kerimeleri delil olarak getirmiştir.432 Mu'tezile'nin bu ayrımı üçe çıkarması Allah'ın belirlediği sınırlamanın ötesine geçiştir. Böylesine lâyık olana bunu söylemeye “Allah mı size izin verdi, yoksa Cenâb-ı Hakk'a iftira mı ediyorsunuz?” demek yahut da Yahudiler’e denildiği gibi “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” sorusunu sormaktır. İkincisi Allah Teâlâ Kur'ân-ı Hâkim’inde biraz önce sözü edilen gruba tam manasıyla küfür nispet ederek imanı nefyetmiş ve “Onlar artık mümin değillerdir ” demiştir. Dengesi yerinde hiçbir insan yoktur ki aklına “Onlar belki de kâfir değillerdi” diye bir fikir gelmiş olsun. Aksine kendisinde inanma eylemi bulunan birinden iman nefyedilince bu, küfür sebebiyle yapılmış olur (ve o kişi artık kâfir diye vasıflandırılır).İşte Matüridi yukarıdaki ayetleri bu şeklinde yorumlamıştır.433 “Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.”434 Matüridi’nin ayet hakkındaki yorumu: Şunu belirtmek gerekir ki ümmetin uleması -bazı konularda farklı görüşler benimsemelerine rağmen- kebire işleyen kimsenin şirk, küfür veya İslâm olmak üzere dinî vasıflardan birini taşıdığı noktasında ittifak etmiştir. Şüpheli bir beyanda bulunma endişesiyle bu vasfı inkâr eden kimse ulemanın ittifak ettiği bir hususu hiçe saymış olur; ulema, benimsedikleri görüşün Kitap ve Sünnet tarafından haber verildiğini de şüphe bırakmayacak şekilde delillendirmiştir. Evet bütün benliği ile konuya yönelip kulak veren yahut da aklı ve fikri olan kimsede hiçbir şüphe bırakmayacak şekilde. Matüridi bu anlatımında yukarıdaki ayet-i kerimenin üslubunu kullanarak yorum yapmaktadır.435 “ ... Size manevî bir kazanç yolunu göstereyim mi?”436 “Eğer Allah yolundaki harcamalarınızı açıktan yaparsanız...”437 “İyilikler kötülükleri giderir”438 İmam Matüridi söz konusu ayetleri şöyle yorumlamaktadır: 432 Topaloğlu, a.g.e. s. 435. Topaloğlu, a.g.e. s. 435. 434 Kaf, 50/ 37. 435 Topaloğlu, a.g.e. s. 436. 436 es-Saf, 61/ 10–11. 437 el-Bakara, 2/ 271. 438 Hud, 11/ 114. 433 79 Yukarıdaki ayet-i kerimelerde “günahların örtülmesi”nden söz edilmektedir. Günah bulunmayan yerde onu örtmek bahis konusu olamaz, hata ise günah statüsüne girmez. Hâlbuki günahın örtülmesi cezaya konu teşkil eden bir davranış için gündeme gelir. Bu ayetler Mu'tezile'nin vermek istediği manaya da alınamaz; çünkü onların telakkisi problemin nirengi noktasını oluşturan kebire-sagire ayrımı prototipine uymamaktadır. Şöyle ki küçük günah büyük günahlardan sakınan kimseden -Mu'tezile anlayışına göre- bağışlanmış olarak vaki olur, hâlbuki yorumuna çalıştığımız ayetlerde günahın oluşması, sonra da örtülmesi söz konusudur. Mu'tezile ise bunu örtülmüş değil bağışlanmış statüsünde tutmaktadır; zira Mu'tezile'ce “bağışlanmış” diye nitelenen günah ayette “örtülen” diye zikredilen günahtır. Günahın örtülebilir statüsüne girmesi için varlığını bir sure sürdürmesi onun “bağışlanmış” olma konumunu ortadan kaldırır. Örtülecek günah, onu işleyenin güzel bir davranışta bulunması yoluyla silinen günahtır, Cenâb-ı Hakk'ın şu beyanlarında dile getirildiği gibi: “... Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir”; “... Size manevî bir kazanç yolunu göstereyim mi?”; “Eğer Allah yolundaki harcamalarınızı açıktan yaparsanız...” yine Allah Teala’nın “... Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün”439 mealindeki ilâhî beyanı da aynı konuya delil teşkil eder. Bu meselenin temel dayanağı da Cenâb-ı Hakk'ın “İyilikler kötülükleri giderir” mealindeki beyanıdır.440 “Kim imanı kabul etmezse...”441 “Kim İslâm'dan başka bir din ararsa...” 442 “Sizden kim dininden dönerse...”443 İmam Matüridi’nin Ayetler hakkındaki yorumu: İslâmiyet'i din olarak kabul etmeden belli bir ibadeti yerine getirmek isteyen kimsenin bu ameli elbette kabule şayan değildir, şüphe yok ki her ibadet ancak İslâm dinini benimsemekle kabule mazhar olur.444 Şaşılacak bir şeydir ki Mu'tezile mensupları büyük günah işleyenlere "ehli salât ve ehli kıble" ismini nispet ederler. Sözü edilen zümreye bu adı izafe etmenin sebebi ise imandır. Şüphe yok ki ehli salât, ehli kıble adının kalmasına rağmen 439 et-Tahrim, 66/ 8. Topaloğlu, a.g.e. s. 437. 441 el-Maide, 5/ 5. 442 Al-i İmran, 3/ 85. 443 el-Bakara, 2/ 217. 444 Topaloğlu, a.g.e. s. 441. 440 80 imanın yok olması mümkün değildir; evet bu isimler, sayesinde var oldukları esas ortadan kalksın da kendileri mevcudiyetlerini sürdürsün! Bu olacak bir şey değildir.445 “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamber'i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde, Allah, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere kor”446 Bu ayet hakkındaki Ka’bi’nin yorumu: Kâ'bî, içinde “Allah'ın, Peygamber'i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı gün” ifadesi geçen ayetle kebire işleyen hakkında istidlalde bulunmak istemiştir: Böylesi şayet mümin sayılsaydı azaba maruz bırakılmaz ve tehdit edilmeye lâyık görülmezdi.447 İmam Matüridi’nin ayet hakkındaki yorumu: Sözü edilen ayet birkaç türlü yorumlanabilir. Birincisi kebire işleyeni Resulullah’ın şefaatinden mahrum etmemesi, Cenâb-ı Hakk'ın şefaatini kabul etmesi ve o sayede kendini kurtarmasıdır. İkincisi bu hususun, Cenâb-ı Hakk'ın müminlere “Birbirinize yönelik haklarınızı bağışlayın, bu takdirde mazeretinizi kabul edip sizi affetmek de benim işim” diyeceği gün gerçekleşeceğidir. Üçüncüsü büyük günah işleyenleri kâfirler gibi utandırmayacağıdır, meselâ cehennemde ebedî kalış gibi; zira kâfirlerin perişanlığı çeşit çeşittir. Azap onu hak edenlerin manevî düşüş derecelerine ve çeşitli zamanlara göre değişiklik arz eder. “Utandırmayacağı”nın bir manası da muhtemelen “rezil edip iç yüzünü herkese göstermeyecek” şeklindedir; bu, aynı zamanda her bir mümin için söz konusudur.448 “Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.”449 Matüridi bu ayeti şöyle yorumluyor: 445 Topaloğlu, a.g.e. s. 441. et-Tahrim, 66/ 8. 447 Topaloğlu, a.g.e. s. 460. 448 Topaloğlu, a.g.e. s. 422. 449 Al-i İmran,3/ 135. 446 81 Bazı ayetlerde yer alan vaîd ifadelerinin, kötülükleri helâl telakki edenlere has olması ihtimal dâhilindedir. Ayrıca va'd için tahsis söz konusu olacaksa vaîd için de olması gerekir. Aslında vaîd kendi başına bir kavram durumundadır, bu sebeple de tahsis edilmeye daha elverişlidir. Bir de vaîdin gerçekleşmesi için günahta ısrar etme faktörü şart koşulmuştur, bu da bir nevi husus ifade ediş belirtisidir; oysaki bu, va'dde yoktur. Bu yüzden de vaîdin kötülükleri helâl telakki edenlere hamledilmesi gereklilik kazanmıştır.450 “Biz Allah’a… iman ettik deyiniz”451 “Peygamber… İman etti”452 “Size selam verene ‘Sen mümin değilsin’ demeyin.”453 İmam Matüridi’nin ayetler hakkındaki yorumu: Allah Teâlâ, kişiye işlediği günahı irtikâp etmeden önce iman vasfını nispet etmiş, küfür vasfını da ondan nefyetmiştir. Verdiğimiz bu hükmün delili de şu ayetlerdir: “Biz Allah'a... iman ettik deyiniz”, “Peygamber... İman etti.” Cenâb-ı Hak bu ayetlerinde kişinin hangi şartlar çerçevesinde iman etmiş olacağını beyan etmiş ve böylesine “Sen mümin değilsin” diyecek kimsenin bu davranışını şu ayetiyle yasaklamıştır: “Size selâm verene 'Sen mümin değilsin’ demeyin. Resulullah da Cebrail'in kendisine imanın neden ibaret olduğunu sorması münasebetiyle İlâhî beyan paralelinde açıklama yapmış ve bu ilkeleri benimseyenlere mümin vasfını vermiştir. Ayrıca Resul-i Ekrem'in “İnsanlara karşı savaşmaya memur edildim...” şeklindeki beyanı da aynı mahiyettedir. İşte ayet ve hadislerde sözü edilen ilkelere inanan kimse bu konumunda Kitap ve Sünnet'in beyanı, ümmetin ittifakı ve dil mütehassıslarının şahadetiyle mümindir. Şeklinde yorumlamıştır.454 “Nimet olarak sizde bulunan her şey Allah'tandır”455 İmam Matüridi’nin bu ayet hakkındaki yorumu: Burada sözü edilen nimetlerin Allah'ın kendisi olması söz konusu değildir. Şu da bir gerçektir ki sözü edilen taat mahiyeti belirlenmiş bir ibadetin adı olup her türlü ibadet onun varlığı ile makbul, yokluğu ile de reddedilmiş olur. İşte herkesin dinden saydığı taatların 450 Topaloğlu, a.g.e. s. 443. el-Bakara, 2/ 136. 452 el-Bakara, 2/ 285. 453 en-Nisa, 4/ 94. 454 Topaloğlu, a.g.e. s. 444. 455 en-Nahl, 16 / 53. 451 82 manası bundan ibarettir. Başka bir şeye “ondandır” diye nispet edilen her şeyin onun ismini alması gerekli değildir.456 “Söyledikleri sözden dolayı Allah onları cennetlerle mükâfatlandırdı” 457 İmam Matüridi bu ayet-i kerimeyi şöyle yorumluyor: Bu tür ayetler çeşitli tutum ve davranışların varacağı ve doğuracağı sonucu haber vermektedir; aslında her müminin nihaî durumu bundan ibarettir. Naslarda yer alan vaad ve müjdenin, imanın gerektirdiği bütün ahlâkî erdemleri ve imanın göstergesi sayılan davranışlarla birlikte gerçekleştirenlere ait olmasıdır. Bütün Müslümanların kanaatine göre sadece söze mukabil böyle bir mükâfatın verilmesi söz konusu değildir.458 “... Beşinci defa da yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin (koca olarak) kendi üzerine olmasını dilemesidir...” 459 “Beşinci defa da eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.”460 “Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir ve onlar için büyük bir azap vardır”461 “Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup bunu ispat edecek dört şahit getiremeyenlere seksen sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar fasıkların ta kendisidir.”462 “(Hz. Ayşe’ye yönelik) bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanlarında hüsnü zanda bulunup da ‘Bu apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi? İftiracıların bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler öyleyse onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidir”463 İmam Matüridi, Ka’bi’nin kazf ayetiyle istidlalde bulunarak “Allah iffetli kadına zina isnadında bulunanların -bu isnadı helal telakki etme ve benzeri herhangi bir kayıt zikretmeden- lanetlenmiş olduklarını haber vermiştir, oysaki İlahi lanete 456 Topaloğlu, a.g.e. s. 447. el-Maide, 5/ 85. 458 Topaloğlu, a.g.e. s. 448. 459 en-Nur, 24/ 7. 460 en-Nur, 24/ 9. 461 en-Nur, 24/ 23. 462 en-Nur, 24/ 4. 463 en-Nur, 24/12–13. 457 83 uğrayan kişi mümin olamaz.”464 şeklindeki yorumuna karşı çıkarak kendisi bu ayetleri şöyle yorumlamaktadır: İlgili ayette yer alan husus, sözü edilen günahı işlemişse Allah'ın lanetine uğrayacağı gerçeğinden ibarettir, ayette Allah'ın böylesini melun diye isimlendirdiği zikredilmemektedir. Senin istidlalinde göze çarpan ilk sakatlık Kur'an'a iftira etmendir. Bir de sen eşine zina isnadında bulunan kocaya İlâhî beyanın “Şayet yalancılardan biri ise üzerine lanet gelecektir” demesiyle ne hakla laneti hemen yapıştırdın da Kur'ân-ı Kerim söyleyip durduğu halde iman vasfını bir türlü yakıştıramadın? Şu da var ki İlâhî beyan başkasına ve kendi eşine zina isnadına yönelik iki lanetten birincisini kazf haddine çevirmiştir, ikincisi de aynı statü içindedir (dolayısıyla buradaki günah küfürle değil, mümine verilen bir ceza ile sonuçlanmıştır). Bir de belirtmek gerekir ki ilgili ayet münafıklar hakkında nazil olmuştur. Zira “Onlar Allah katında yalancıların ta kendisidirler” buyrulmuştur. Hâlbuki her iftiracı böyle değildir. Meselenin özü şudur ki Kâ'bî'ye ait bir iddiayı pervasızca ileri suren, Allah'ın gazabını ve lanetini hafife alan kimseye ilâhî lanet isabet eder. Aslında lâ'n “kovmak, uzaklaştırmak” demektir. Her günah işleyen kimse ilâhî rahmetten kovulmuş değildir. İşlediği günahın cezasını çeken kimse için lanet kavramı artık kullanılamaz. Ayrıca hakkında “Allah'ın lanetine uğrasın!” denilen herkes de buna lâyık olmuş değildir. Sözü edilen kazf (ve liân) ayetindeki lanet ise (caydırma amacına yönelik olup) fiilen gerçekleşme statüsünde değildir.465 “Allah'ın koyduğu cezayı uygularken onlara acıyacağınız tutmasın”466 “İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin. Eğer tövbe eder, uslanırlarsa artık onları cezalandırmaktan vazgeçin. Allah tövbeleri kabul eden ve esirgeyendir.”467 İmam Matüridi bu ayetin, büyük günah işleyenin iman vasfını koruduğunun açık bir delili olduğunu beyan ettikten sonra ayeti şöyle yorumluyor: Eğer kebire işleyenin imanı ortadan kalkmış olsa cezayı uygulayacak kimseye acıma hissi gelmezdi; demek ki iman merhametidir ki cezayı infaz edecek kişiyi sarar ve nerede ise onun uygulanmaması sonucuna götürür. İlâhî beyan bu konuya 464 Topaloğlu, a.g.e. s. 451. Topaloğlu, a.g.e. s. 451. 466 en-Nur, 24/ 2. 467 en-Nisa, 4/ 16. 465 84 dikkat çekmiştir. Bizim bu yorumumuzu zina fiilini işleyenin tövbesine dair ayet de teyit etmektedir. Aslında şer’i cezayı infaz etmek İlâhî bir rahmettir; çünkü ceza günahı örter ve sahibinden azabı kaldırır.468 “... Namazı zayi ettiler...”469 “... Eğer tövbe edip namaz kılarlarsa...” 470 Matüridi’nin bu ayetleri Yorumu: Allah Teala’nın bu beyanlarında zikrettiği din kardeşliği ve serbest bırakılma hükümleri savaş sırasında müşriklerin fiiliyle değil sadece namazı ve zekâtı kabul etmeleri yoluyla gerekli hale gelir. İşte önceki ayette sözü edilen namazın zayi edilmesi de onu kılmayıp kazaya bırakmak değil vücûbunu reddetmekle oluşur.471 “Kim bir mümini kasten öldürürse”472 “Ey iman edenler! Mallarınızı haksız yollarla aranızda paylaşıp yemeyin”473 “Yetimlerin mallarını haksızlık ederek yiyenler şüphe yok ki karınlarına sadece ateş tıkamış olurlar. Zaten onlar alevli bir ateşe gireceklerdir.”474 Ka’bi yukarıdaki ayetlere istidlalde bulunarak İlahi sınırların aşılarak büyük günah işleyenlerin cehennemde ebedi kalacaklarını iddia etmiştir. İmam Matüridi buna itiraz ederek Ka’bi’ye cevap niteliğinde ayetleri şöyle yorumlamaktadır: Şimdi kasten öldürme olayını üç açıdan değerlendirmek mümkündür. Birincisi dininden dolayı öldürmeyi gerçekleştirmiş olmasıdır; bu, katletmede işlenebilecek cinayetlerden biridir. İkincisi ayette zikredilen sonuç ilke olarak katlin cezası olmasıdır; ancak Allah'ın af lütfunda bulunması ve katile ait iyiliklerle denkleştirmesi de söz konusudur. Üçüncüsü ayetin kâfir katiller hakkında olmasıdır, nitekim ayetin sebeb-i nüzulünde buna ışık tutan delil vardır. Bizim bu açıklamamızın kanıtı da Cenâb-ı Hakk'ın “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılınmıştır” mealindeki beyanıdır. Müminlere kısasın farz kılınması kasten katl fiilini işlemeleri 468 Topaloğlu, a.g.e. s. 456. Meryem, 19/ 59. 470 et-Tevbe, 9/ 5. ayrıca bk. et-Tevbe, 9/ 11. 471 Topaloğlu, a.g.e. s. 452. 472 en-Nisa ,4/ 93. 473 en-Nisa ,4/ 29. 474 en-Nisa, 4/ 10. 469 85 halindedir. İlâhî beyan (“Ey müminler!” demek suretiyle) katl fiilini işleyenler için iman vasfını sürdürmüştür. Allah Teâlâ beyanının devamında “Kimin cezası (maktulün velisi olan) kardeşi tarafından bir miktar bağışlanırsa...” buyurmak suretiyle katil için din kardeşliği kavramını da sürdürmüştür. Ve nihayet Allah “Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir” buyurarak katili yüce ve aşkın zâtının rahmetine ümit bağlamaya sevk etmiştir. Bütün bunlara rağmen katilin ebediyen cehennemde kalması isabetli olmaktan uzaktır.475 Konuyla ilgili olarak Mu'tezile'nin görüşü ise kısasa tövbeden sonra hükmetmek, böylece uhrevî cezayı ortadan kaldırmak ve ayeti -her ne kadar katile iman nispet edilişini içeriyorsa da- katl fiiliyle imandan çıkma sonucuna hamletmektir.476 Malların haksız yollarla yenmesine gelince; bu tür nasların hepsi tahsis işlemine tâbi tutulmaktadır, zira tahsis dar bir sahayı içeren bir kavramdır, hâlbuki burada amaçlanan o değildir. Yetimlere ait malların yenmesi meselesi de aynı konumdadır. İkinci olarak malların haksız yere yenmesini konu edinen ayette “düşmanlık ve zulüm” kavramları kullanılmıştır. Buradaki düşmanlık Allah'ın koyduğu sınıra karşı, zulüm de malın sahibine yönelik olabilir; daha önce katil için söylediklerimiz de bu ayette söz konusu olabilir.477 “O, rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir.”478 İmam Matüridi bu ayeti şöyle yorumluyor: Marifet iman demek değildir. Gerçi marifet zaman zaman mecaz yoluyla iman diye isimlendirilmiştir, tıpkı imanın Allah'ın lütuf ve rahmeti diye isimlendirilmesi gibi. Bunun sebebi de marifetin tasdike çağrı yapmasıdır.479 “... Suda boğuldular, ardından da ateşe atıldılar.”480 Matüridi’nin ayet hakkındaki yorumu: Aslında şer’i cezayı infaz etmek İlâhî bir rahmettir, çünkü ceza günahı örter ve sahibinden azabı kaldırır. Bunun yanında küfrün sebep olduğu dünyevî cezalar sahibini arındırmaz, aksine onu ebediyet azabına teslim eder. Cenâb-ı Hakk'ın “... Suda boğuldular, ardından da ateşe 475 Topaloğlu, a.g.e. s. 454. Topaloğlu, a.g.e. s. 454. 477 Topaloğlu, a.g.e. , s. 454. 478 Al-i İmran, 3/74; ayrıca bk. en-Nisa, 4/ 83, el- Maide, 5/ 54, en-Nur, 24/ 21. 479 Topaloğlu, a.g.e. s. 454. 480 Nuh, 71/ 25. 476 86 atıldılar” şeklindeki beyanında olduğu gibi. Dinin koyduğu hadler ve kısas cezaları, günahların kefareti olarak kabul edilmiştir. Kanıtlanmış oluyor ki bunların kefaret kılınması cezaları gerektiren günahları işleyen kimsede imanın hâlâ devam etmesi sebebiyledir.481 “Münafıklar bunların arasında bocalayıp durmaktadır. Ne onlara bağlanırlar ne bunlara.”482 İmam Matüridi bu ayeti, Allah Teâlâ kendilerinden söz edilebilecek üç zümreyi beyan etmiştir: Kâfirler, müminler ve münafıklar. Bu sonuncular kâfirlerle müminler arasında bocalayanlardır. Allah bunların müminlerden de kâfirlerden de olmadıklarını haber vermiştir. Şimdi nassın haber verdiğinin dışında olmak üzere ara zümreyi belirlemek isteyen ve Allah'ın ara zümre için esas aldığı nifak gerçeğini yok sayarak kendi fikrini nassın alternatifi yapmayı hedefleyen kimse gruplandırma işleminin statüsünü değiştirmiş, Kur'an'ın getirdiği tertibi bozmuş ve bu sebeple de bütün İslâm müntesiplerinin gazabını üzerine çekmiş olur,” 483diye yorumlamaktadır. “Onlara kum dikenden başka yemek yoktur.484 “O gün cehennemde kişinin candan bir dostu ve irinden başka bir yiyeceği yoktur.”485 İmam Matüridi’nin ayetler hakkındaki yorumu: Allah Teala büyük günah işleyenleri kâfirler gibi cezalandırmayacaktır. Meselâ cehennemde ebedî kalış gibi; zira kâfirlerin perişanlığı çeşit çeşittir. Nitekim Allah Teâlâ: “Onlara kuru dikenden başka yemek yoktur buyurmuştur. Yine Allah bir yerde: “O gün cehennemde kişinin candan bir dostu ve irinden başka bir yiyeceği yoktur” demiştir. Azap onu hak edenlerin manevî düşüş derecelerine ve çeşitli zamanlara göre değişiklik arz eder. İşte yukarıdaki ayetler kâfirlerin cehennemdeki ahvalini bize haber vermektedir.486 “Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip yaklaşır ve vasiyette bulunmak isterse içinizden dürüst iki insan şahitlik etsin.”487 “Ey iman edenler.' Birbirinize borçlandığınız vakit”488 481 Topaloğlu, a.g.e. s. 456. en-Nisa, 4/ 143. 483 Topaloğlu, a.g.e. s. 458. 484 el-Ğaşiye, 88/ 6. 485 el-Hakka, 69/ 35–36. 486 Topaloğlu, a.g.e. s. 461. 487 el-Maide, 5/ 106. 488 el-Bakara,2/ 282. 482 87 “İçinizden dürüst iki kişiyi de şahit tutun”489 “Eğer yetimlerde akıl ve din açısından bir erginlik (rüşd) gözlemlerseniz mallarını kendilerine verin.”490 İmam Matüridi bu ayetleri şu şekilde yorumlamaktadır: Bu ayeti kerimeler “iman vasfının “adalet”491 niteliğinin yok olmasıyla ortadan kalkmadığını kanıtlayan delillerdir. Eğer her mümin “adl” niteliğine sahip bulunsaydı Cenâb-ı Hak “içinizden iki insan” derdi, çünkü ayetin başlangıcı müminlere hitap tarzında idi. Demek ki mümin dürüst (adl) olabileceği gibi gayri adl de olabilir. Yine Allah Teâlâ'nın “Ey iman edenler! Birbirinize borçlandığınız vakit” diye başlayıp “rızâ göstereceğiniz şahitler” kısmına kadar' beyan buyurduğu hususlar. Şayet her mümine (dürüst yani kebire işlememiş, dolayısıyla) rızâ gösterilebilir olsaydı bu şartın koşulmasının bir yararı olmazdı. Yine Cenâb-ı Hakk'ın “İçinizden dürüst iki kişiyi de şahit tutun…” mealindeki beyanı. Bu yolla da müminin dürüst olması ve olmamasının imkân dâhilinde bulunduğu anlaşılmıştır. Yine Allah'ın şu beyanı: “Eğer yetimlerde akıl ve din açısından bir erginlik (rüşd) gözlemlerseniz mallarını kendilerine verin.” Buna göre bulûğ çağına eren insanların içinde reşîd olanlar ve olmayanların bulunduğu anlaşılmaktadır. Eğer her mümin dürüstlük (adl) vasfına sahip bulunsaydı ve dürüst olmayan herkes mümin vasfını taşımıyor olsaydı, soruşturma sonucu fıskla vasıflandığı anlaşılan kişinin şahitliği reddedilmez, hatta dürüstlüğü veya aksinin tespit edilebilmesi için hakkında soruşturma yapılması da meşru sayılmazdı. Aksine, bulunduğu yerde şahidin mümin olup olmadığı sorulur ve dava konusunda şahitlik görevini yerine getirebileceğine bakılarak hüküm verilirdi. Sonuç olarak durumu sorulmadan, davranışları incelenmeden her müminin şahitliğinin kabul edilmesi gerekirdi. Oysaki şahidin halini araştırma ve salt beyanlarla yetinmeme noktasında ümmetin icmâı söz konusudur, öyle ki bu beyanlar bir şeyin helâl veya haram oluşu, miras ve ibadetler gibi imanın şart olduğu konularda pekâlâ yeterli görülebilmektedir. Evet, sözü edilen icmâ imanın ve kişinin mümin olmasını sağlayıp mümine ait ahkâmı gerekli kılan 489 et-Talak, 65/ 2. en-Nisa, 4/ 6. 491 Buradaki adalet erdemli ve dürüst yani kebire işlememiş olmak demektir. 490 88 halin fısk ve isyan nevilerini ortadan kaldıran şeylerden ibaret olmadığını beyan eden bir delil konumundadır.”492 “Allah'ı anmak ve O'ndan gelen Kur'an'dan etkilenmek suretiyle iman edenlerin kalplerinin ürperme zamanı henüz gelmedi mi?”493 İmam Matüridi’nin ayet hakkındaki yorumu: Sözü edilen ayet Allah'ı anmaktan doğan huşu hakkındadır. Zikr-i ilâhînin etkisiyle kalbi ürpermeyen kişi ise yerilmiş bir fasıktır. İmanın huşu derecesi Cenâb-ı Hakk'ın yücelik ve büyüklüğünün bilinmesiyle oluşur, bu derece müminden hiçbir zaman ayrılmaz. Aradan uzun zamanın geçmesi kalplerin sertleşmesi ve yergiye konu teşkil etmesine rağmen kişi yine mümin diye isimlendirilmiştir. Ayette bunun uzun sürdüğünün ispatı da bulunmaktadır. Bu ise Mu'tezile'ye göre “kebire” diye nitelendirilmesini gerektiren bir haldir; hâlbuki ilâhî beyan bu bilgiler için iman vasfını sürdürmüştür. Bu durum karşısında Mu'tezile'nin telakkisi temelden yıkılmış olur.494 “Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, evet bunlar sözü özü doğru olanlardır.”495 “Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayanlara gelince, (Allah onların mükâfatını verecektir)”496 “Kulun yaptığı iş iyilik olursa Allah onu katlar, kendinden de büyük mükâfat verir.”497 İmam Matüridi, Ka’bi’nin “Karşılığında mükâfat vaad edilen kabul ve ikrarın bulunmasına rağmen yine de İlahi uyarının gelmesi mümkündür.” sözünü hatırlatarak “İşte mutlak manada müminin durumu da bunun gibidir” diye ifade edip yukarıdaki ayetleri de delil getirerek şöyle yorumlamıştır: Kebire işleyen kimse için pekâlâ “Allah'a ve peygamberlerine iman etmiş ve elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırmamıştır” denilebilir. Bununla birlikte bu durumda da korkutma ve azabı hatırlatma ifadesi kullanılabilir. Yine Cenâb-ı Hak “Kulun yaptığı iş iyilik olursa Allah onu katlar, kendinden de büyük mükâfat verir” buyurmuştur. Kebire sahibi de 492 Topaloğlu, a.g.e. s. 461. el-Hadid, 57/ 16. 494 Topaloğlu, a.g.e. s. 464. 495 el-Hadid, 57/ 19. 496 en-Nisa, 4/ 152. 497 en-Nisa, 4/ 40. 493 89 mutlaka iyilik yapmıştır, başka bir deyişle onun güzel bir davranışı iyilik (hasene) ismini almaya hak kazanmıştır.498 “Bu muttakilere göre bir iştir”499 “Bu muhsinlere göre bir iştir”500 Kâ'bî, iman vasfına bağlı olarak gerçekleşen hukukî vecibeleri ve o sayede helâl kılınan şeyleri ileri surerek, bu çerçeveye kebâir sahipleri de girer fakat kebâir işleyenlerin bu çerçeve içinde mütalaa edilmesinin mümin vasfını taşıdığından değil, icmâa dayandığından diyerek yukarıdaki ayet-i kerimeleri delil getirmiştir.501 İmam Matüridi ise Ka’bi’ye cevap vererek ayetleri şöyle yorumlamıştır: Cenâb-ı Hakk’ın “filân zümreye göre bir davranıştır” yolundaki beyanına gelince, sözü edilen beyanlar “Bu konuda takva derecesini arzu eden kimseye göre bir davranıştır” manasına gelmektedir ve bu ayetlerde görev yükleme yoktur. Şunu da söylemek mümkündür ki söz konusu ayetlerde umumi hitap çerçevesinde takva kavramına özellik kazandırma amacı da bulunabilir. Daha önce sözünü ettiğimiz, Allah'a ve peygamberlerine inanmayı konu edinen ayetlerde ise Cenâb-ı Hak, takva (ve ihsan) faktörüne -sayesinde hitabın vaki olduğu tipin vasfını zikretmeden- umumi hitap çerçevesinde yer verir, ne ıtlak ne de tahsis bahis konusu olmaksızın.502 “Fakat gerçek şu ki kendi veballerini ve onunla birlikte nice veballeri taşıyacaklardır.”503 “Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar!”504 Matüridi bu ayetleri şöyle yorumluyor: “Yüce övgüye lâyık bulunan Allah, küfre saplanan ve başkalarını haktan saptıran kimselere tertip edilen cezanın, küfürde kalmakla birlikte başkalarını saptırmayanın cezasından bir kat daha fazla olduğunu haber vermiştir. Eğer saptırma eyleminde bulunmayan kâfire, saptırma eylemine benzer bir ceza uygulanacak olursa her bir kâfirin cezasının katlı olması gerekirdi; çünkü küfürle birlikte kebâir işlemeyen bir kâfir yoktur. Hâlbuki Allah şu beyanından anlaşılacağı üzere iki kat cezayı saptıranlara tahsis etmiştir: “Fakat 498 Topaloğlu, a.g.e. s. 466. el-Bakara, 2/ 180. 500 el-Bakara, 2/ 236. 501 Topaloğlu, a.g.e. s. 467. 502 Topaloğlu, a.g.e. s. 467. 503 el-Ankebut, 29/ 13. 504 el-A’raf, 8/ 38; ayrıca bk. en-Nahl, 16/ 25; el-Azhab, 33/ 67. 499 90 gerçek şu ki kendi veballerini ve onunla birlikte nice veballeri taşıyacaklardır” bir de kötülere tâbi olanların âhirette vuku bulacak şu talepleri: “Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar!” Cenâb-ı Hak da her birine bir kat daha azap tertip edeceğini beyan etmiştir. Buna göre sözü edilen farklı cezanın kebîreye mahsus olması imkânsız hale gelmiştir; şayet böyle bir ceza küfür halinde de mevcut olsaydı İslâm halindeki benzerinden kat kat fazla olması gerekirdi. Görmez misin ki kâfir küçük büyük bütün günahlardan ötürü cezalandırıldığı halde İslâm dinine bağlanan kişinin durumu böyle değildir.”505 “Kendinizi temize çıkarmayın”506 İmam Matüridi bu ayeti ‘Mu’tezile ve İmanla Vasıflanma Olayı’ başlıklı Mu’tezile mensuplarını eleştirisinde kullanmıştır. Matüridi’nin eleştirisi ve ayeti yorumu: Sizce endişe taşımakla birlikte iman vasfını nispet etmek caiz olduğuna göre -oysaki Allah müminler için korkunun söz konusu olmadığını haber vermiştirkendinizi müminler diye isimlendirmenizden neden endişe etmediniz? Muhtemelen büyük günah statüsünde bulunan yalan iman vasfını sizden kaldırır, bu durumda kendinizi mümin diye nitelemeniz kibrinizin eseri olur, hâlbuki siz Cenâb-ı Hakk'ın “Kendinizi temize çıkarmayın” mealindeki beyanıyla şahıslarınızı tezkiye etmekten sakındırılmış bulunmaktasınız.507 “İtaatkârlar muhakkak cennettedir”508 “Ruhumuzu iyilerle beraber al!”509 Matüridi’nin yorumu: İmam Matüridi yine Mu’tezile’yi eleştirisinde onlara hitaben: “Bir” ve “takva” kavramlarının sizde bulunduğunu iddia ediyor musunuz etmiyor musunuz? Eğer Mu'tezile mensupları bunların kendilerinde bulunduğunu kabul ediyorsa, onların muttaki ve itaatkâr (ebrâr) kimselerin bile İlâhî gazabı celbettikleri ve cehennemde ebedî kalacakları yolunda endişe taşımaları gerekir. Bu durumda cehennem fasıkların değil, muttaki ve itaatkârların yeri olur, hâlbuki Allah Teâlâ “İtaatkârlar 505 muhakkak Topaloğlu, a.g.e. s. 470. en-Necm, 53/ 32. 507 Topaloğlu, a.g.e. s. 473. 508 el- İnfitar, 82/ 13. 509 Al-i İmran, 3/ 193. 506 cennettedir” buyurmuştur. Ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın 91 “Ruhumuzu iyilerle beraber al!” şeklindeki beyanında yer alan dua isabetsiz bir konuma düşer. Şayet Mu'tezile mensupları kendilerini itaatkâr ve muttaki olmakla vasıflandırmaktan imtina ederlerse aynı şey iman konusunda da kendileri için kaçınılmaz hale gelir, çünkü iman da tıpkı birr ve takva gibi kişinin İlâhî gazaptan kurtulmasına vesile olan bir kavramdan ibarettir.510 “Onlar hayır işlerine koşarlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı. Onlar bize derin bir saygı içindeydiler”511 İmam Matüridi Mu’tezile’nin “Bizim telakkimize göre küçük ve büyük günahları birbirinden ayıran sınır açık değildir, bunun sebebi de kişinin daima Allah'ın azabından korkan fakat rahmetini de uman bir çizgide seyretmesi ve azaptan emin olmamakla birlikte rahmetten de ümit kesmemesidir.”512 Görüşünü eleştirerek yukarıdaki ayete işaret etmiş ve ayeti şöyle yorumlamıştır: Peygamber ve elçilerin umarak ve korkarak, endişe taşıyarak ve ümit bağlayarak Allah'a dua ettikleri sübut bulmuştur, Mu'tezile mensupları ise peygamberlerin kebire işleme sınavına tâbi tutulmadıklarını kabul ederler. Buna göre onların taşıdığı korku işlenebilecek bir günahtan ötürü değildi. Peki, neden bu durum şu gerçeği anlamanız için yeterli bir delil teşkil etmemiştir ki küçük günahla büyük günah arasındaki sınırın beyan edilmemesinin hedeflediği amaç, korku ve ümit duygularının oluşturulması değil, Cenâb-ı Hakk'ın, dilediği kimseyi küçük günahları sebebiyle de cezalandırabileceği hususudur. “Müminler Allah'a ve Resulü'ne iman eden, sonra da şüpheye düşmeyen... Kimselerdir”513 Matüridi, yukarıda işaret ettiğimiz Mu’tezile’nin görüşünü eleştirisine devam ederek söz konusu ayeti delil getiriyor ve şöyle yorumluyor: “Allah Teâlâ “Müminler Allah'a ve Resulü'ne iman eden, sonra da şüpheye düşmeyen... kimselerdir” buyurmuştur. Size göre mümin Allah'ın azabından korkmaz, rahmetini de ummaz. Çünkü kişi mümin ise İlâhî rahmete hak kazanmıştır, mümin iken Allah'ın onu azaba tâbi tutması mümkün değildir; iman, kendisine sahip bulunan kimseleri bu sonuca sevk etmiştir. Peki, size göre gerçekte müminde 510 Topaloğlu, a.g.e. s. 474. el- Enbiya, 21/ 90. 512 Topaloğlu, a.g.e. s. 474. 513 el-Hucurat, 95/ 15. 511 92 bulunmayan korku faktörünü ne hakla müminlere nispet ettiniz ve ne hakla imanda kuşku duymaları yüzünden iman vasfını kendilerinden kaldırdınız? Hâlbuki söz konusu kuşku korku duymasından kaynaklanmaktadır. Sizin bu tutumunuz apaçık bir çelişkiyi aksettirmektedir.”514 2.3. BÜYÜK GÜNAH VE ŞEFAAT Şefaat birinin bağışlanmasına delalet etme,515 yardımcı olma ve aracılık yapma gibi manalara gelir. Istılahta, ahirette günahkâr mü’minlerin affedilmesi, günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin, Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri ve günahlarının bağışlanmasını istemeleri demektir.516 Ehlisünnet kelamcılarına göre, büyük günah sahiplerine Hz. Peygamber’in (a.s.) şefaati haktır. O, ümmetinden günah işleyenlere şefaat edecektir.517 Havaric ve Mu’tezile’ye göre amel imanın bir parçası olduğu için amelde kusuru bulunan kimse (mürtekib-i kebire gibi) imandan çıkmış olur. Böylesi tövbe etmeden (tövbesi kabul olunmadan) öldüğü takdirde kâfir muamelesi görür. Özellikle Mu’tezile’ye göre büyük günah işlemeyen kimsenin küçük günahları prensip olarak affedilir. Şu halde sözü edilen mezheplerce şefaatin “günahların affedilmesi” biçiminde bir muhtevası bulunmamaktadır. Bunun yanında iman ve ameli sayesinde ahirette kurtuluşa erişen kimsenin oradaki derecelerinin yükselmesi anlamında şefaat vardır.518 İmam Matüridi büyük günah ve şefaat konusunu Kitabü’t-Tevhid’inde işlerken önce bazı İslam düşünürlerinin: “Kebire şefaat edilebilecek günahlardan olsaydı, sayesinde şefaate hak kazanacak bir fiil işlemeye yemin eden kimseye kebire işlemesinin tavsiye edilmesi mümkün olurdu.”519 sözlerini eleştirerek başlamaktadır. Biz de bu çalışmamızda konu içerisinde kullanılan itikadî ayetlerin müellif tarafından nasıl yorumlandığına geçmeden önce Matüridi’nin eleştirilerini ve konuyu yorumunu kısaca ele alacağız. 514 Topaloğlu, a.g.e. s. 474. A. J. Wensınck, “Şefaat” mad. M. E. B. İslam Ansiklopedisi, s. 382. 516 Karaman, Fikret, “Şefaat” mad. Dini Kavramlar Sözlüğü, s. 614. 517 Esen Muammer, Sistematik Kelam, s. 31. 518 El- Ûşi Sirâceddin Ali b. Osman, Emâli Şerhi, Bekir Topaloğlu, s. 142. 519 Topaloğlu, a.g.e. s. 474. 515 93 Matüridi bazı İslam düşünürlerinin yukarıdaki yorumlarını kastederek şöyle yorum yapmaktadır: “Bunun isabetsiz bir düşünce olduğunu belirtmeliyiz; çünkü şefaate konu teşkil edecek davranış (günah), sayesinde şefaate hak kazanılacak davranışın aynısı değildir. Aksine kişi iyilikleri vesilesiyle şefaate hak kazanır, İlâhî buyrukları ihmali sebebiyle kaybettiği manevî değerinin yeniden oluşmasını sağlayan iyilikleri. Sözü edildiği şekilde yemin edenin konumu, kendisine “Asi ol!” değil, “İşlediğin günahlarda şefaate mazhar olabilmen için itaatkâr ol!” denilmesidir. Bunun gibi “Bağışlanmaya hak kazanacağım bir fiil işleyeceğim” diye yemin eden kimseye “Şu halde küçük günahlar işle!” şeklinde tavsiyede bulunulmaz, aksine bağışlanabilmesi için büyük günahlardan sakınması ve tövbe etmesi istenir; işte şefaat konusu da bunun gibidir.”520 İslam düşünce sisteminde üzerinde çokça tartışılan ve hakkında çeşitli akli ve nakli deliller ileri sürülen konulardan biri de şefaat kavramı ve içeriğidir. Bu konuda Kur’ân’ın birçok ayeti ve Resûlullah'ın nakledilen hadisleri vardır. Kabul edilen görüşe ve intikal eden bilgilere göre şefaat İlâhî gazap ve cezaya sebep teşkil eden küçük günahlar (zellât) için söz konusudur. Bu tür günahları işleyen kimse iyilerin ve Hakk’ın rızasına mazhar olanların şefaatiyle bağışlanır. Büyük günah işleyenlerin cehennemde ilelebet kalacaklarını iddia edenlerin görüşüne göre mü’min işlediği küçük günahlar sebebiyle herhangi bir azap çekmeyecek, kâfire ise şefaat söz konusu olmayacak. Bunların bu telakkilerine göre Kur’an’la hadislerin İlâhî lütuf çerçevesinde beyan ettiği birçok bağışlama müjdesi ortadan kalkmakta, ilim ehlinin Allah'a ve rahmetine yönelik fıtrî ümitleri suya düşmekte, ayrıca Peygamber'in şefaatine ümit bağlamış Müslümanların duası geçersiz hale gelmektedir.521 “Mu'tezile mensupları “Küçük günah işleyen kimse, ısrar ettiği takdirde büyük günah işleyenin konumuna girer”522 demiştir. Oysaki küçük günah denebilecek bir fiilde ısrar etmek o fiili hiç terk etmemek anlamına gelmez, zira devamlı işlenebilecek bir fiil demek failinin ondan hiç ayrılmaması demektir. Şu halde günahta ısrar etmek, tövbe etmemek ve pişmanlık duymamak demektir. Kaldı ki ister şirk gibi en büyük günah olsun ister 520 Topaloğlu, a.g.e. s. 475. Topaloğlu, a.g.e. s. 475. 522 Topaloğlu, a.g.e. s. 479. 521 94 başka çeşit bir günah olsun pişmanlık duyup samimi bir kalple tövbe edildikten sonra failin bağışlanması söz konusu olabilir. Netice olarak Mu'tezile'nin iddiasına göre Nisa suresindeki 48. âyetin şirk ile onun aşağısında kalan günahları, yine aynı sûrenin 31. âyetinin büyük günahlarla diğerlerini ayırma konumları ortadan kalkar ve söz “Tövbe edilmeyen her günah ebediyen cehennemde kalma sonucunu doğurur” şeklindeki bir hükme bağlanır, bunun isabetsizliği ise konuya vâkıf olan herkes için apaçıktır.523 Şimdi konu içerisinde geçen itikadî ayetlerin yorumuna bakalım. “Arşı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunan melekler... Bu en büyük kurtuluştur”524 “(Melekler) Allah'ın razı olduklarından başkasına şefaat etmezler.”525 İmam Matüridi şefaat hakkındaki bazı âlimlerin görüşünü naklederken bu görüş içerisinde kullanılan yukarıdaki ayet-i kerimelere de değinerek şöyle demektedir: “Bazıları şöyle demiştir: Şefaat iki şekilde olur: Birincisi, birinin konum ve derecesini başkasının yanında tasvir etme amacıyla iyiliklerini dile getirmek, ikincisi de onun için dua etmektir. Birinci şekil şefaate zemin hazırlayan bir statü taşımaktadır. İkincisi ise Cenâb-ı Hakk'ın şu beyanlarında nitelendirilen kimseler hakkındadır: “Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tespih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler). Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanları da kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz aziz ve hakîm olan sensin! Bir de onları, her türlü kötülüklerden koru. O gün sen kimi kötülüklerden korursan muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtuluştur.”526 Bir de şu sözü: “(Melekler) Allah'ın razı olduklanndan başkasına şefaat etmezler.” Bu ayet-i kerimedeki ifade şekli söz konusu edilen şefaatin her iki şekline de delâlet etmektedir. Zira Yaratıcının rızasına nail olan O’nun katında derece ve değer 523 Topaloğlu, a.g.e. s. 479. el-Mü’min, 40/ 7–9. 525 el-Enbiya, 21/ 28. 526 el-Mü’min, 40/ 7–9. 524 95 sahibidir demektir, aynı kişi meleklerin şefaatinden söz eden ayetin de kapsamı içindedir.527 “Allah'ın peygamberleri toplayıp da 'Size ne cevap verildi?' dediği gün, 'Bizim hiçbir bilgimiz yok' derler.”528 “Şahsen onlara sadece bana emrettiğini söyledim…”529 İmam Matüridi bazı âlimlerin “şefaat iki şekilde olur: Birinin konum ve derecesini başkasının yanında tasvir etme amacıyla iyiliklerini dile getirmek…” ifadelerine karşı çıkarak bu görüşün tutarsızlığını yukarıdaki ayetlerin delaletiyle ortaya koymakta ve şöyle demektedir: “Buradaki yorum gerçeği bilmeyen biri hakkında şekillendirilmiştir. Yüce övgüye sahip bulunan Allah ise işin iç yüzünü hakkıyla bilendir. O'ndan başkası kendisinden gerçeklerin gizli kaldığı kimse durumundadır. Şu İlâhî beyanda olduğu gibi: “Allah'ın peygamberleri toplayıp da 'Size ne cevap verildi?' dediği gün, 'Bizim hiçbir bilgimiz yok' derler.” İsa da şöyle demiştir: “Şahsen onlara sadece bana emrettiğini söyledim.” Görüldüğü üzere sözü edilen konularla ilgili ilim sadece Allah nezdinde olmuş, peygamberler ise bu hususu bilmekten teberrî etmiş ve bu tür bilginin Allah'a mahsus olduğunu dile getirmiştir.”530 “Allah'tan başka biri tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.”531 “Ona önünden de ardından da tutarsızlık gelmez.”532 “Şüphe yok ki Kur'an'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız”533 İmam Matüridi’nin yukarıdaki ayet-i kerimeleri yorumu şöyledir: “Hüküm verirken nassın umumundan çıkarılabilecek sonucu peşinen kabul etmeye gelince önce şunu söylemek gerekir: Konuyla ilgilenen kişi pekâlâ bilmektedir ki bu tutum hikmet açısından isabetli veya siyaset-i şer'iyye bakımından gerekli olsaydı ilhad ehli Kur'an'a dil uzatmanın en açık delilini ve Kur'an'ın Allah nezdinden indirilmediği iddiasının en kolay yolunu bulurdu; çünkü Allah Kur'an'ı bu önemli özellikle niteleyerek “Allah'tan başka biri tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık 527 Topaloğlu, a.g.e. s. 476. el-Maide, 5/ 109. 529 el-Maide, 5/ 116–117. 530 Topaloğlu, a.g.e. s. 476. 531 en-Nisa, 4/ 82. 532 Fussilet, 41/ 42. 533 el-Hicr, 15/ 9. 528 96 bulurlardı” buyurmuş, yine Allah, “Ona önünden de ardından da tutarsızlık gelmez” ve “Şüphe yok ki Kur'an'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız” demiştir. Bir de kişi Kur'an'da bulunan hükümlerin çoğunun zahirî sonuçlarının dışında yorumlandığını, ayrıca umum ve husus açısından lafzın tabii mecrasından başka yöne hamledildiğini de görmektedir. İşte nassın umumundan çıkarılabilecek sonucu peşinen benimsemek, yapılan bu açıklama çerçevesinde onu hikmet yolunun dışına çevirmek ve siyaset-i şer'iyyenin gereğini ihlâl etmektir. Allah, hüccetine bu niteliğin gelmesinden veya delilini bu çelişkinin çürütmesinden münezzehtir.”534 “İyiler muhakkak cennette, kötüler de cehennemdedir.”535 “Doğrusu günahkârların yazısı muhakkak siccîndedir”536 “Mümin kimse fasık gibi olur mu? Bunlar elbette eşit olamazlar”537 “İman ettikten, Resul'ün hak olduğuna şahit olduktan ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkârcılığa sapan bir topluluğa Allah nasıl hidayet verir? Allah zalimler grubunu doğru yola iletmez.”538 “(Mücrimler) şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik.”539 “Âhireti inkâr edenler de onlardır”540 “Kim tekrar faize dönerse,işte böyleleri cehennemliktir ve orada devamlı kalıcıdır.”541 “Men edildikleri halde faiz almaları ve haksız yollarla insanların mallarını yemeleri yüzünden… İçlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.”542 “Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz...”543 “İnsanların bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemde.” 544 İmam Matüridi yukarıdaki ayetleri şöyle yorumlamaktadır: Şunu söyleyebiliriz ki her türlü övgüye lâyık olan Cenab-ı Hakk İlahi kelamında ceza ve 534 Topaloğlu, a.g.e. s. 482. el-İnfitar, 82/ 13–14. 536 el-Mutaffıfın, 83/ 7. 537 es-Secde, 32/ 86. 538 Al-i İmran, 3/ 86. 539 el-Müddessir, 74/ 43–47. 540 Fussilet, 41/ 7. 541 el-Bakara, 2/ 275. 542 en-Nisa, 4/ 161. 543 Al-i İmran, 3/ 103. 544 eş-Şura, 42/ 7. 535 97 mükâfata ait vasıflara yer vermesine paralel olarak mutlak ifadenin kendi konumundan çıkarılmasını gerektirecek kriterleri beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur: “İyiler muhakkak cennette, kötüler de cehennemdedir.” Sonra iyiler ile kötülerin vasıflarını şöyle açıklamıştır: “Doğrusu günahkârların yazısı muhakkak siccîndedir”… Allah Teala bu ayetlerde İlâhî tehdidin hedef aldığı tüccarı ve ticareti esnasında söylediği yalanı ifade etmiş, günahkârın karşıtı olan itaatkârı ise başka birçok ayette açıkladığı için burada söz konusu etmemiştir. Allah “Mümin kimse fasık gibi olur mu? Bunlar elbette eşit olamazlar” buyurmuş ve başka ayetlerde müminden ne kastedildiğini ve kendisi için nasıl bir sonuç hazırlandığını, fasıktan da ne kastedildiğini ve onu nasıl bir akıbetin beklediğini beyan etmiş, ayrıca fasıkın âhiret gününe inanmadığını da haber vermiştir: “İman ettikten, Resul'ün hak olduğuna şahit olduktan ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkârcılığa sapan bir topluluğa Allah nasıl hidayet verir? Allah zalimler grubunu doğru yola iletmez.” Yine şöyle buyurmuştur: “(Mücrimler) şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik.” Cenâb-ı Hak zekâtını ödemeyenler hakkında “Âhireti inkâr edenler de onlardır” buyurmuştur. Ribâ hakkında da Kur'an'da zikredilen şu beyanları vardır: “Kim tekrar faize dönerse...” ayrıca “Men edildikleri halde faiz almaları...” Çünkü onlar “Alım satım da ribâ gibidir” demek suretiyle ribâyı helâl telakki etmişlerdir. Yine yetimlerin malları hakkında varit olan İlâhî tehdit de aynı konumdadır, zira Araplar henüz savaşma çağına gelmemiş yetim gençlere mallarını vermiyor ve kendilerine ganimetten pay ayırmıyorlardı. Katil olayı da bunun gibiydi. Cahiliye Arapları haksızlık ve taşkınlık statüsünde ayrıca helâl kabul ederek adam öldürüyordu; nitekim Kur'an'da Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz...” 545 Matüridi’ye göre birçok ayette ifade edilen İlâhî tehdidin ve bu tehdidin içeriğindeki iman vasfının izale edilmesinin nedeni, yukarıda ifade edildiği gibi cahiliye Araplarının Allah’ın haram kıldığı birçok fiiliyatı helal kabul eden işlemelerinden dolayıdır. Ahirette vuku bulacak gruplandırma da bu esasa dayanır: “İnsanların bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemde” kitabı sağından verilen, solundan verilen, mümin ve kâfir diye. Yine “Kâfirler için ha- 545 Topaloğlu, a.g.e. s. 483. 98 zırlanmış bulunan ateşten sakının” mealindeki ayet de aynı konumdadır. İlâhî vaîd burada zikredilen gruplar için söz konusu olmuş ve doruk noktasında çirkin olan kâfir ve benzeri vasıflar bunların ayrılmaz özelliği olmuştur.546 “Matüridi şefaati, Kur’an’ı Kerim’deki kullanımını da dikkate alarak şöyle tanımlamaktadır: Ceza ya da nefreti gerektiren bir fiil işleyen kişinin Allah’ın kendilerinden razı olduğu iyi kimseler aracılığı ile affedilmesidir.”547 “Matüridi’ye göre şefaat günahkârlar içindir. Çünkü günahsız bir kimsenin affa, dolayısıyla aracıya ihtiyacı yoktur. Matüridi, şefaati Allah’ın iznine bağlı olarak peygamberler için caiz görür, bunu reddetmek için ayetleri gereksiz şekilde te’vil etmenin manasız olduğunu söyler. Mu’tezile’nin delili olarak ayetlerin aslında onların nakzettiğini ifade eder.”548 Sonuç olarak Matüridi, şefaatin günahkârlar için olması gerektiğini, günahı olmayan bir kimsenin esasen buna ihtiyacı bulunmadığını söylemekte ve ayette de geçtiği gibi, “Allah, tövbe ve istiğfar edenleri affedeceğini bildirdiğine göre, niçin Peygamber’in şefaati üzerine onları affetmesi mümkün olmasın” demektedir. Buna göre büyük günah işleyenler, Müslüman olup, imandan çıkmış değillerdir. Allah’ın varlığına ve birliğine inandıklarına ve bütün iman esaslarını kabul ve tasdik ettiklerine göre elbette ahirette Hz. Peygamber’in şefaatine nail olacaklardır. Bunun aksini ileri sürmek; gerçeği inkâr etmek ve Allah’ın lütuf ve ihsanından yüz çevirmektir. “Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez” anlamındaki ayet ise, kâfirler için olup bunun günahkâr olan mü’minlerle bir ilgisi yoktur. Matüridi’nin, büyük günah ve şefaat ile ilgili Kitabü’t-Tevhid’inde farklı görüşlere getirdiği eleştirilerini ve konuyla alakalı olarak delil getirilen ayetlerin yorumlarını aktardıktan sonra şimdide müellifin kaza ve kader konularını ve bu bağlamda kullandığı ayetleri nasıl yorumladığına bakacağız. Kitabü’t-Tevhid’deki kaza ve kader ile ilgili konulara geçmeden önce bazı kelam ekollerinin kaza ve kader kavramları üzerine yapmış oldukları tanımlara bir bakalım; 546 Topaloğlu, a.g.e. s. 484. Topaloğlu, a.g.e. s. 475; ayrıca bkz. , Can Mustafa, Matüridi’de Nübüvvet Anlayışı, M.Ü. Sos. Bil. Enst. İst. 1997. s. 114. (Doktora Tezi, Basılmamış) 548 Topaloğlu, a.g.e. s. 481; ayrıca bkz. , Işık Kemal, Matüridi’nin Kelam Sisteminde İman Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Fütüvvet yayınları. Ank. 1980. s. 131. 547 99 Kaza; yaratma, yazma, farz kılma, hüküm verme, bir şeyin oluşundan haber verme anlamındadır. 549 Eş’ari’ye göre kaza, Allah’ın ezeli kararı ve hükmü oluyor. O’nun yüce iradesine göre bütün varlıkları kuşatıyor. Allah’ın ilminde varlıkların durumları biliniyor. Bu ezeli hüküm, yani kaza, varlığın akışı içinde gerçekleşir. Buna da kader denir. 550 Kader ise, her şeye ait özel karardır, hükümdür. Varlıkların birer birer yokluktan varlığa gelmeleridir. Bu da ilm-i İlahi’nin zaman içinde onların her birinin ölçü ve sınırını tespit ederek onları teferruatıyla ortaya koymasıdır. 551 Matüridi ve ona mensup olanlar, kaza ve kader kelimelerine Eş’ari ve mensuplarının verdiği manaların tersini veriyorlar.552 Kaza, sözlükte “Hükmetmek; muhkem ve sağlam yapmak; emretmek ve yerine getirmek” gibi manalara gelir. Terim olarak ise, varlıkların Allah tarafından hikmet ve kemalle meydana getirilişidir.553 Kader, “gücü yetmek; planlamak, ölçü ile yapmak, rızkını daraltmak” gibi anlamlara gelir. Terim olarak, Allah’ın ezeli olarak yaratıkların zararlı, çirkin, iyi ve güzel niteliklerini bildiği ve tespit ettiği ezeli takdir, hüküm ve tehdittir.554 Mu’tezile’ye göre kaza; haber verme, bildirme; kader, beyan anlamlarına gelir. Fakat kaza ve kader hiçbir zaman yaratma anlamına gelmez. Bu takdirde insanın kusur ve arzularına göre meydana gelen fiillerinin ve onların sorumluluğunun Allah’a isnat edilmesi gerekir ki, bu kabul edilemez. Mu’tezile Allah’ın kaderini inkâr ediyor, ayrıca insanda kudret olduğunu ileri sürüp yaptıklarının faili ve sorumlusu olduğunu söylüyor.555 Mezheplerin kaza ve kader kavramlarına yaklaşım ve tanımlarına bakınca bu kavramların anlamları üzerinde bir mutabakatın olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla her mezhep kendi inanç ve görüşü doğrultusunda bir tanım yapmaktadır. 549 El-İsfahani, a.g. e. s, 251; Gölcük Şerafettin, Toprak Süleyman, Kelam, Selçuk Üniversitesi yayınları, Konya 1988, s. 236; Özdemir, Metin, İslam Kelamında Kötülük Problemi (Doktora tezi) Ankara 1998, s. 152. 550 El-İsfahani, a.g.e. s,282; Gölcük, Toprak, a.g.e. s. 238. 551 Gölcük, Toprak, a.g.e. s. 238. 552 Gölcük, Toprak, a.g.e. s. 238. 553 Gölcük, Toprak, a.g.e. s. 238. 554 Gölcük, Toprak, a.g.e. s. 238. 555 Gölcük, Toprak, a.g.e. , s. 239. 100 2.4. KULLARIN FİİLLERİ VE FAİLLERİNİN BELİRLENMESİ Fikri sahada, İslam coğrafyası içerisinde tartışılan hatta Temel İslam Bilimleri içerisinde çok büyük öneme sahip Kelam ilminin doğuşuna556 kaynaklık ettiği kabul edilen ilk ciddi tartışmaların Allah’ın adaleti ve bu İlahi adalet karşısında insanın sorumluluğu bu sorumluluk içerisinde de onun irade ve kudret problemidir. Problemin ortaya çıkış sebeplerine baktığınızda bu sebeplerin hem dini hem de beşeri yönlerinin olduğunu görüyoruz. Dini sebepten kasıt, İslam’ın temel kaynakları olan Ku’ran ve Hadistir. Zira bu sebep insanın irade ve kudretini doğrudan ya da dolaylı olarak konu edinen Ku’ran ayetlerinin bazen insana seçme hürriyeti bazen de onun bu hürriyetine müdahale ettiği yönündeki algılardan kaynaklanmaktadır. Hadislerdeki durum da bundan farklı değildir. Kısacası ilgili nasların İslam bilginleri tarafından faklı yorumlanmalarının bir sonucudur. Beşeri kaynaklı sebep ise, Müslümanlar’ın insan olarak sahip oldukları farklı ruhsal yapıları ve içerisinde bulundukları siyasi ve sosyal içerikli tartışmalardır. Kulların fiilleri ve faillerinin belirlenmesi meselesindeki itikadî mezheplerin görüşlerini kısa kısa belirtikten sonra Matüridi’nin Kitabü’t-Tevhid’deki konu hakkındaki görüşüne ve delil olarak kullandığı ayetleri nasıl yorumladığına bakacağız. “Mu’tezile; insanın fiillerini, yaratmaya ilişkin olan İlahi iradeden bağımsız olarak tamamen kendi iradesiyle yaptığı düşüncesindedir. Çünkü onlara göre, insani özgürlüğün bundan başka türlü izah edilmesi mümkün değildir.”557 “Eş’ari’ye göre, insan seçebilen, ancak seçimini aslına uygun olarak gerçekleştirebilecek gücü olmayan bir varlık durumundadır.”558 “Cebri ve kaderi görüşe göre, gerçekte Allah’tan başka hiçbir kimsenin (varlığın) fiili yoktur, yalnız O faildir, insanlara fiilleri mecaz olarak nispet edilir.”559 İmam Matüridi’nin konu hakkındaki görüş ve yorumları: İmam Matüridi kulların fiilleri konusunda şöyle der: “Allah Teala insanları mükellef olarak yaratmıştır; şöyle ki onları iyiyi kötüden ayırmasını bilen temyiz ehli 556 Turhan Kasım, Kelam ve Felsefe Açısından İnsan Fiilleri, M.Ü. İlahiyat fakültesi vakfı Yayınları, II. Baskı, İst. 2003, s. 33. 557 Özdemir, Metin, a.g.e. s. 207. 558 Özdemir, a.g.e. s. 223. 559 Turhan, a.g.e. s. 46. 101 kılmış, aklî idraklerine kötü davranışı çirkin, iyi davranışı da güzel göstermiş, yine onların zihnî kapasitelerine çirkini güzele tercih etmeyi; yergiye lâyık olanı övülmeye değer bulunana üstün tutmayı kabul edilmez bir davranış olarak yerleştirmiştir.” 560 Bunun sonucu olarak da Maturidi, “Allah’ın insanları -bünyelerine yerleştirilen özelliklere ve kendilerine lutfedilen hasletlere paralel olarak- bir davranışı diğerine tercih etmeye çağırdığını ve bunun dışındaki bir hareket tarzına ağırlık vermeyi, bu kuruluşa sahip bulunan şuurlu canlıların aklen benimseyemeyeceği kadar çirkin gösterdiğini ifade etmektedir.”561 Maturidi, “Allah’ın davranışlara bağlanan sonuçların arzu edilen veya sakınılan türden olduğu hususu insanlar tarafından açıklığa kavuşsun diye insanların dolaşım alanına giren bütün hususları sakınılacak zarar ve arzulanacak fayda konumuna getirdiğini düşünmektedir.”562 Yine Maturidi insanın yaratılış özelliklerine atıfta bulunarak şöyle yorum yapmaktadır: “Allah insan türünü bazı şeylerden nefret eden, bazılarına da temayül gösteren özelliklere sahip kılarak yaratmış; bunun yanında insan tabiatının nefret ettiği fakat iyi sonuçlar verecek bazı davranışları akıllara güzel; tabiatın temayül gösterdiği bazı davranışları da kötü sonuçları sebebiyle çirkin göstermiştir. Böylece O, insanları tabiatlarına zor gelen şeye zevk verici sonucu uğruna tahammül gösteren ve yine aynı amaçla onun külfetlerine katlanan bir konuma getirmiştir.”563 İmam Maturidi, insanın fiillerinden sorumlu tutulmasını ve bu sorumluluğun sınırlarının insan aklıyla doğrudan ilişkili olduğunu ifade edip konuyla ilgili yorumunu şöyle sürdürüyor: “İnsan, aklının zorluklara göğüs germeye karşı direneceği bir gerçektir onun içindir ki, Cenâb-ı Hak mükellefleri imtihana tâbi tutmuş, bu amaçla güzel davranışlara ve iyi ahlâka teşvik ederek meşru amelleri tercih etmeyi ve meşru, olmayanlarından sakınmayı emretmiştir. Allah insanların mükellef tutuldukları konuları zor ve kolay, düz ve sarp olmak üzere iki kategoride yaratmıştır. Aslında insanlar bunların her ikisine de fazla zorluk çekmeden 560 Topaloğlu, a.g.e. s. 282. Topaloğlu, a.g.e. s. 282. 562 Topaloğlu, a.g.e. s. 282. 563 Topaloğlu, a.g.e. s. 282. 561 102 ulaşabilirler; zira onların yaklaşıp giriştikleri veya uzak durdukları davranışlar bu alternatiflere varıp dayanır.” 564 Matüridi, kulların fiillerinin sebepleri konusunu da şöyle yorumluyor: “Allah sebepleri de bir sisteme bağlamıştır; bu sebepler sayesindedir ki insanlar her dereceye yükselten ve her erdemin elde edilmesini sağlayan temel ilkeye ulaşmaya imkân bulurlar. Bu temel ilke de iki yöntemle bilgiye ulaşmaktan ibarettir: Açık olan zahir yöntem ve örtülü bulunan gizli yöntem. Bunun da amacı akıllarını kullanacak kişilerin, sarf edecekleri gayret ve insan tabiatının hoşlanmayıp nefsin nefret ettiği hususlara gösterecekleri tahammül derecesine bağlı olarak elde edecekleri üstünlüğün ortaya çıkmasıdır.”565 Maturidi kulların fiilleri ve faillerinin belirlenmesi hakkındaki görüşünü yukarıda anlattığımız şekilde ortaya koyduktan sonra son olarak konuyu şöyle izah etmiştir: “Bu meselenin nirengi noktası şudur ki Allah Teala insan türünü dünya lezzetlerine meyleden bir karakterde yaratmıştır. Beşeri karakter kişiyi bu lezzetlere davet eder ve onları kendi gözüne cazip gösterir; çünkü insanın yapısına yaratılışına meyli bulunduğu şeylere karşı kuvvetli arzular yerleştirilmiştir. İnsan tabiatı kişinin acı ve meşakkat hissedeceği şeylerden de kaçar. Bu suretle tabiat, bir şeyi güzel veya çirkin görme noktasında aklının düşmanlarından biri haline gelir. Şu da var ki aklın güzel veya çirkin gördüğü şeyde herhangi bir değişiklik yahut da halden hale geçiş söz konusu değilken tabiatın güzel yahut çirkin bulduğu şey değişim ve halden hale intikal statüsünde bulunur. Bu sonuncu durum eğitim, alışageldiği şeyden alıkoymaya özen gösterme ve yapmak istemediği şeye fıtratın benimseyebileceği güzel bir yöntemle sürekli olarak yönlendirme suretiyle gerçekleşebilir; tıpkı kuşlarda ve diğer hayvanlarda olduğu gibi. Bu canlılar kendilerinden beklenen beşeri hizmet türlerinden fıtratları gereği kaçar. Fakat tecrübeli kimselerin münasip eğitim faaliyetleri sonunda onlardan her biri yaratılıştan mütemayil bulunduğu davranışlardan ürker hale gelirken tab’an kaçması gereken hareketleri de fıtratın icabı imiş gibi benimser bir durum alır. İnsan türünün fıtraten adam öldürmek ve hayvan kesmekten kaçışı, sonra da bunların kendisine normal görülmesi de bu temele dayanır. Güzelliği veya çirkinliği akıl yoluyla idrak edilebilen hususlardaki aklı tespit 564 565 Topaloğlu, a.g.e. s. 282. Topaloğlu, a.g.e. s. 284. 103 ise çeşitli tecrübelerin doğurduğu vuzuhla giderek güçlenir. Bu sebepledir ki Allah fıtri temayülleri değil, akılları hüccet kabul etmiştir.” 566 Matüridi’nin kulların fiilleri konusundaki yorumlarına baktığımızda kısaca şunu anlamamız mümkündür: “Cenab-ı Hakk kalemini hakkı batıldan ayırt edebilecek kapasitede yaratmış olduğu selim akıl sahipleri için yürütmüş ve insanoğlunu, fıtri tabiatı hoşlanmasa da akıllarının güzel gösterdiği şeye uymak, fıtraten kabul edilir olsa da aklen çirkin olan şeyden sakınmakla yükümlü tutmuştur; zira akıl kişiye bir şeyin mahiyetini gösterdiği halde tabiat –fıtri tabiat- bunu vuzuha kavuşturmaz.”567 Yani kulların fiillerinden doğrudan sorumlu olmalarının nedeni insanoğlunun selim bir akla sahip olmasıdır. Zaten yaratılıştan veya sonradan herhangi bir nedenden dolayı yükümlülük ehliyetini kaybeden akıl hastalarından her türlü sorumluluk kaldırılmıştır ki bunu hem beşeri hukuk hem de İlahi hukuk kabul etmektedir. İmam Matüridi, böyle kısa bir giriş yaptıktan sonra konuyu İslam âlimlerinin farklı görüşleri ve delilleri çerçevesinde yorumlamaktadır. Önce muarızlarının ‘kulların fiillerinin Allah’a veya kulun kendisine izafe edilişi’ konusundaki fikirlerini ve ileri sürdükleri delillerini ifade ettikten sonra kendi eleştiri ve yorumlarını akli ve nakli deliller dâhilinde çok kapsamlı bir şekilde yapmaktadır. Bizim konumuz Matüridi’nin söz konusu eserindeki İtikadî ayetlerin yorumu olduğundan Kitabü’tTevhid’deki bu fikri tartışmalara yer veremiyoruz.568 Bundan sonra konu hakkında nakli delil olarak kullanılan ayet-i kerimelerin Matüridi ve diğer İslam bilginleri tarafından nasıl yorumlandıklarına bakacağız. “O yaptığından sorumlu tutulmaz ama insanlar sorguya çekilirler.”569 İmam Matüridi bu ayeti şöyle yorumlamaktadır: “Çünkü insanların isabetli ve isabetsiz iş yapmaları imkân dâhilindedir. Allah Teala ise böyle çelişkilerden münezzehtir. Bununla amaçlanan hedef onların sorguya maruz kalacakları ve yanlış davranışlarına mukabil cezalandırılacakları düşüncesiyle kötülükten sakınmaya ve hikmete sarılmaya özen göstermelerinden ibarettir.”570 566 Topaloğlu, a.g.e. s. 285. Topaloğlu, a.g.e. s. 285. 568 Fikri tartışmalar için bak, Topaloğlu, a.g.e. s. 286–360. 569 el-Enbiya, 21/ 23. 570 Topaloğlu, a.g.e. s. 282. 567 104 “Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı içinde birçok tutarsızlık bulurlardı.”571 İmam Matüridi, bu ayeti yorumlarken şöyle ifade ediyor: “Allah nakli de muhkem-müteşâbih, müfesser-mübhem olmak üzere iki gruba ayırmıştır. Bunun da amacı bilgilerin nihaî noktalarını beyan etmesidir; yani gerektiği yerde durmak, gerektiğinde de ileri merhalelere doğru yürümek, mübhemi müfesserin ışığı altında anlamaktır. Öyle ki her bir İslâmî fırka, kendisinin, Kur'an'ın muhkem ayetlerini isabetli olarak tespit edip esas aldığına, karşı fikirdeki fırkaların tespitlerinde ise ya tevakkuf etmesinin veya kendi inancına göre tespit ettiği muhkem ayetlerin ışığı altında yorumlamasının gerekli bulunduğuna hükmetmiştir. Bu fırkaların ihtiyaçlarının farklı oluşu, her birini, muhkemi müteşâbihten ayırmaya ve Kur'an'ın muhkem ayetleriyle çelişmemeleri için müteşâbih ayetleri de anlamaya mecbur etmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki herkesin bildiği üzere Kur'an'ın çelişkiye ihtimali yoktur.”572 Matüridi bu yorumuyla ayeti, zahiri manada anlamış ve Kur’an ayetlerinin birbirleriyle çelişmesinin söz konusu olamayacağını ispat etmiştir. “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resul’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”573 İmam Matüridi, “İslami fırkalar arasındaki farklı anlayışlar ve yorumların Kur’an’ın kendisinden veya Kur’an’da yeterli açıklamanın bulunmayışından kaynaklanmadığını aksine anlaşmazlıkları Kur’an’a arz etmenin emredilmesi ve Kur’an’a uymanın gerekliliğinin vurgulanması Kur’an’da konular hakkında yeterli açıklamanın bulunduğunu göstermektedir.”574 İşte yukarıdaki ayet-i kerimeyi de bunun en açık delilidir şeklinde yorumlamaktadır. İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O'dur).575 571 en-Nisa, 4/ 82. Topaloğlu, a.g.e. s. 283. 573 en-Nisa, 4/ 59. 574 Topaloğlu, a.g.e. s. 284. 575 el-En’am, 6/ 102; ayrıca bk. el-Furkan 25/ 2. 572 105 İmam Matüridi bu ayeti şu şekilde yorumlamaktadır: Bazı alimler kulların fiillerini mecazi anlamda kendilerine, hakikat manasında ise Allah’a izafe etmişlerdir. Çünkü bir nevi buna mecbur kalmışlardır. Zira Allah Teala yukarıdaki ayet-i kerimede ve daha başka pek çok ayette her şeyin yaratıcısının kendisi olduğunu açıkça ifade etmektedir. “Bu durumda fiillerin Allah'a nispetinin mecazi olması isabetli değildir. Aslında gerçek fail ve hiçbir şeyin âciz bırakamayacağı kadir O'dur. Fiillerin hakikat manasında kullara ait olduğunu söylemek onları Allah'ın kudret alanının dışına çıkarmak ve fiilinin mahiyetinden istisna etmektir. Bununla birlikte yaratıcısının Allah olduğundan şüphe edilmeyen birçok fiil kullara izafe edilmiştir; ancak bu, fiilleri dile getirme üslûbundan başka bir şey değildir; ölüm-hayat, uzunluk-kısalık, hareket-sükûn, toplanma-ayrılma gibi.”576 “Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de O’na aittir”577 Kulların fiillerini mecazi olarak kendilerine, hakikat manasında ise Allah’a izafe eden alimlerin Allah'ın, kötü fiillere mukabil kullarına azap uygulayışı ve benzeri problemlerin çözümünde ise yukarıdaki ayet-i kerimeye işaret ederek şöyle yorum getirmektedirler: “Yaratmak da emretmek de tamamıyla kendisine aittir. O bu konuda dilediğini yapma hakkına sahiptir; tıpkı her hükümranlık ve mülk sahibinin mülkünde dilediğine tasarruf etmesinin tabii karşılanması gibi.”578 İmam Matüridi bu yorumu eleştirerek şöyle ifade ediyor: “Ne var ki bu grubun anlayışına göre Allah'tan başka her mâlikin mülkiyet ve tasarrufu mecazi mânadadır. İkincisi fiilin Allah'tan başkasına hakikat mânasında nispet edilişi İlâhî fiilde benzeşmeyi doğurur; halbuki bu da Allah hakkında muhaldir.”579 “Yoksa O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da yaratma eylemi onlarca birbirine benzer mi göründü?”580 İmam Matüridi, fiilin Allah'tan başkasına hakikat manasında nispet edilişi İlâhî fiilde benzeşmeyi doğurur fikrini savunarak buna da yukarıdaki ayet-i kerimeyi delil getiriyor ve şöyle yorumluyor: “Nesnelere ve onlara ilişkin tasarruflara hakikat manasında sahip oluş nispet edilmeyince hükümranlıkta ortaklık meydana gelir, 576 Topaloğlu, a.g.e. s. 286. el-A’raf, 7/ 54. 578 Topaloğlu, a.g.e. s. 286. 579 Topaloğlu, a.g.e. s. 286. 580 er-Ra’d, 13/ 16. 577 106 fiillerde de durum bunun gibidir. Eğer kula icat etme ve yoktan meydana getirme eylemi izafe edilecek olursa bu “yarattı” anlamına gelir, bundan da ona "halik" deme gibi bir sonuç doğar. Bu ise herkesin reddettiği bir husustur, çünkü bütün Müslümanlar “Allah'tan başka yaratıcı yoktur” inancını taşımaktadır.”581 Yine Matüridi: “Allah bu ayet-i kerimesinde herhangi birinin kendisi gibi yaratabileceğini reddetmiş ve puta tapanların, putlarının Allah'ın yaratışına benzer yaratma eylemleri olsaydı kendilerine ibadette bulunmalarında mazur sayılabileceklerini beyan etmiştir. Ayrıca Cenâb-ı Hak yukarıdaki ayet-i kerimedeki beyanını sürdürmüş ve “De ki: Allah her şeyin halikıdır” buyurmak suretiyle “halk”ın hakikat manasıyla kula nispet ediliş ihtimalini ortadan kaldırmıştır; ta ki bu yolla herkes şunu bilmiş olsun: Kim herhangi bir şeyi (Allah'tan başka) birine “Onu yaratmıştır” diye nispet edecek olursa iyi bilsin ki o kişi buna güç yetiremeyecektir; zira yaratıcı rolünde bulunacak kişinin öyle kaçınılmaz ihtiyaçları olacaktır ki bunlar başkasının o şey üzerinde tasarrufta bulunmasını gerekli kılacaktır.”582 diye yorum yapmaktadır. Aynı ayet-i kerime hakkında Mu’tezili bir âlim olan Ka’bi ise şöyle yorum yapmaktadır: “Muarızlarımız “Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı buldular ...” ayet-i kerimesiyle istidlalde bulunarak ve “Sizin düşüncenize göre fiiliniz Allah'ın yaratmasına benzemektedir” diyerek bizi eleştirmişlerdir. Böyle bir şeyden Allah'a sığınırım! Aksine bizim fiilimiz yersiz, hikmetsiz, aynı zamanda boyun eğiş ve teslimiyetten ibaretken O'nun fiili hikmet, isabet, lütuf ve ihsanın ta kendisidir. Kâ'bî sözüne şöyle devam etmiştir: Allah'tan sâdır olan ile kuldan sâdır olan ve varlık alanına çıkan fiiller arasında -ilgileri farklı olduğundan-hiçbir benzerlik yoktur, tıpkı Allah'ın âlim, hay, kadir olmasıyla kulun aynı nitelikleri taşıması arasında benzerliğin bulunmayışı gibi; zira her birinin muhtevası farklıdır. Kâ'bî açıklamalarına şunu da ilâve etmektedir: Bizim fiilimiz zâtı itibariyle Allah'ın fiilinden ayrıdır. Fakat icat ve ihdas kavramlarının her birinde halik ile kula nispeti açısından benzeşmeyi gerektiren bir mana vardır, bu da ancak ayanlara gelen arazlarda söz konusu olur.”583 581 Topaloğlu, a.g.e. s. 287. Topaloğlu, a.g.e. s. 318. 583 Topaloğlu, a.g.e. s. 317. 582 107 “Dilediğinizi işleyin”584 “Hayır işleyin”585 “Allah onlara amellerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir”586 “Amel ettiklerinin mükâfatı olarak”587 “Kim zerre kadar bir hayır işlerse”588 İmam Matüridi bazı İslam alimlerinin “Allah’tan başka her malikin mülkiyet ve tasarrufu mecazi manadadır” görüşlerine karşı çıkıp; “Bize göre kullara hakikat manasında fiil nispet etmek gereklidir, bu husus da akli ve nakli delillerle sabittir” diyerek yukarıdaki ayet-i kerimeleri delil olarak getirmiş ve şöyle yorumlamıştır: Bu konuda nakli deliller iki gruptur: Birincisi fiilin emredilmesi veya yasaklanması, ikincisi de fiile azap veya mükâfat bağlanması. Bütün bunlar beyan edilirken kendilerinden fiil (amel) diye söz edilmiştir. Meselâ “Dilediğinizi işleyin,” “Hayır işleyin” gibi. Ceza ve mükâfat hakkında ise şu ayet-i kerimeler örnek verilebilir: “Allah onlara amellerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir”, “Amel ettiklerinin mükâfatı olarak”, “Kim zerre kadar bir hayır işlerse” ve bunlardan başka birçok ayet ki bu ayetler insanları “amel edip fonksiyonel olanlar” diye isimlendirmiş, yaptıklarına da “fiil” kavramlarını nispet etmiştir. Bu isimlendirme ve nispet ediş; emir nehiy, vaad ve vaîd üslûbunda cereyan etmiştir. İhtiyari fiillerin yüce Allah'a da izafe edilişi onların kullara aidiyetini ortadan kaldırmaz. Fiiller, mahiyetleri itibariyle Allah tarafından yaratılmaları ve bir zamanlar yokken O'nun tarafından icat edilmeleri açısından Cenâb-ı Hakk'a, kesbedilmeleri ve işlenmeleri (kesb, fiil) açısından da insanlara aittir.”589 “Şüphe yok ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir”590 İmam Matüridi, “Allah’tan başka her malikin mülkiyet ve tasarrufu mecazi manadadır” görüşüne eleştirilerini devam ettirerek; Allah insanlara emirler ve yasaklar yöneltmiştir. Kullarda her hangi birine, kendisine ait fiili bulunmayacak yerde emir ve yasak yöneltmek imkânsızdır diyerek yukarıdaki ayet-i kerimeyi delil getiriyor ve şöyle yorumluyor: “Muhatapta hakikat manasında fiil işleme fonksiyonu 584 Fussilet, 41/40. el-Hac, 22/77. 586 el-Bakara, 2/167. 587 es-Secde, 32/17. 588 ez-Zilzal, 99/7. 589 Topaloğlu, a.g.e. s. 287. 590 en-Nahl,16 / 90. 585 108 olmadığı halde ona bir şey emretmek mümkün olsaydı dün veya bir yıl önce yapılmış olması gereken bir işi yahut da yaratıklar icat etmeyi emretmek de imkân dâhiline girerdi, bununsa yaratma konusunda tutarlı bir yönünün bulunmadığı açıktır.”591 “Herhangi bir sure indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: “Bu sizin hanginizin imanını artırdı?” İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler. Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık) olanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.”592 “(Sonra Nuh:) Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim; fakat benim davetim, ancak kaçmalarını arttırdı.”593 “Zira kullarımdan bir zümre: Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi affet, bize acı! Sen, merhametlilerin en iyisisin, demişlerdi. İşte siz onları alaya aldınız, sonunda onlar (ile alay etmeniz) size beni yâd etmeyi unutturdu, siz onlara gülüyordunuz.”594 “Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri (Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut! Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Rabbim! Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin.”595 İmam Matüridi bazı âlimlerin ihtiyarî fiilleri hakikat manasında kullara nispet etmelerini, bunun yanında Allah'ın bu fiillere tasarrufunu ve bunları yaratma kudretini benimsememiş olmalarını, O'nun kulların fiilleri hakkındaki iradesini de bazen arzuları dışında olayların vuku bulduğu kimselerin temennileri konumunda tuttuklarını ifade ettikten sonra yukarıdaki ayet-i kerimelere işaret ederek şöyle diyor: “Onlar hakikat manası dışında fiillerin Allah'a nispetinin iki şekilde olduğunu söylemişlerdir. Birincisi fiillerin kendisinden neşet ettiği sebep anlamındadır; buna ek olarak Allah'ın iyilikleri emretmesi ve kötülüklerden sakındırması da göz önünde bulundurulmalıdır. Bazen fiiller hakikat manasında kendisine ait olmasa da sebeplerine sahip bulunana nispet edilir. İkincisi fiillerin bir sınanma anında Allah'a izafe edilmesidir, bu durumda O'nun tasdik veya tekzip edilmesi söz konusudur. 591 Topaloğlu, a.g.e. s. 288. et-Tevbe, 9/ 124–125. 593 Nuh, 71/ 5–6. 594 el-Mü’minun, 23/ 109–110. 595 İbrahim, 14/ 35–36. 592 109 Tıpkı Kur'an'a müminlerin imanını ve münafıkların manevî kirliliğini arttırmasının, Hz. Nuh'un davetine kavminin kaçışını arttırmasının, kavme Allah'ı hatırlamayı unutturmasının ve putlara, kendilerine tapınılmak suretiyle birçok insanı saptırdıklarının nispet edilişi gibi. Evet, bu sıralanan eylemler zikredilen varlıkların fiilleri diye anılmıştır. Kullara ait ihtiyarî fiillerin de Allah'a izafe edilmesi bu anlamdadır.”596 “Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak!”597 “Yahut görmedin mi o kimseyi ki evlerinin duvarları çatıları üzerine çöküp alt üst olmuş bir kasabaya uğramıştı”598 “(Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: 'Hüdhüdü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya onun canını iyice yakacağım yahut onu keseceğim veya bana mazeretini gösteren apaçık bir delil getirecektir.' Çok geçmeden Hüdhüd gelip: 'Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim; Sebe'den sana çok önemli bir haber getirdim”599 İmam Matüridi ihtiyari fiillerin hakikat manasında kullara nispet edilişi konusunda Mu’tezile’nin görüşlerini ifade ederken bu ayet-i kerimelere dolaylı olarak işaret etmiş ve Kitabü’t-Tevhit’inde şöyle demiştir: Mu’tezile’ye göre: “Fiillerin Allah'a nispeti bazen da hal ve duruma delâlet edebilir, meselâ dünyaya ve ayrıca onun ziynetine aldatma fiilinin izafe edilmesi gibi; çünkü dünyanın cazibesinin gerçek manada bir eylem yeteneği yoksa da aldanmaya vesile olan görünümler arz ettiğinden fiil ona aitmiş gibi gösterilir. Yine çatıları üzerine çökmüş beldelere, konuşan kuşlara ve eğer söz şeklinde konuşmuşsa halinden şikâyet eden hayvanlara nispet edilen fiiller gibi. Allah'a izafe edilen fiiller de bu konumdadır. Şu açıdan ki Cenâb-ı Hak kulların kötü davranışlarının karşılığını vermede o kadar mühlet tanımış ve o kadar nimet lutfetmiştir ki insanlar, bunu nerede ise yaptıklarına rıza gösterdiği yolunda delil olarak kullanacaklardır. Bu sebeple onlar, Allah’ın, 596 Topaloğlu, a.g.e. s. 290. el-En’am, 6 / 70. ayrıca bk. el-Kehf, 18/ 28, 46 el-Kasas, 28/ 60. 598 el-Bakara, 2/ 26. 599 en-Neml, 27/ 20–22. 597 110 yapmakta oldukları kötü fiillerin dini sonuçlarını değerlendirmeyip ahirete ertelemelerini emrettiğini zannetmişlerdir.”600 “Allah yardım ederse artık size üstün gelecek kimse yoktur. Eğer kendi halinize bırakıverirse (hızlan) O'ndan sonra size kim yardım eder?”601 “Azgınlıklarında onlara fırsat verir (med)”602 “ Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır”603 “Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidayetini arttırır ve sakınmalarını sağlar”604 “Aksine, küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık iman etmezler”605 “ Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu kolaya hazırlarız. Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, onu da en zora hazırlarız”606 “ Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir”607 İmam Matüridi bir kısım İslâm âliminin de ihtiyarî fiilleri hakikat manasında olmak üzere kullara nispet ettiklerini ve kulların bu sebeple asi ya da itaatkâr olduklarını söylediklerini, bunun yanında aynı fiilleri yaratılmaları açısından da Allah'a izafe ettiklerini bildirmiş ve onların bu hükmü verirken fiillerin naslarla yer yer yüce Allah'a yer yer de kullara nispet edilişini göz önünde bulundurduklarını ifade etmiştir. İşte bu tür fiillerin yukarıdaki ayet-i kerimelerde geçmesinden dolayı Matüridi bu ayetleri konu bağlamında zikretmiş ve şöyle yorumlamıştır: Kur’an ayetlerine baktığımızda kullara mahsus kılınan bazı fiillerin aynı zamanda Allah’a da 600 Topaloğlu, a.g.e. s. 290. Al-i İmran, 3/ 160. 602 el-Bakara, 2/ 15. 603 el-Bakara, 2/ 10. 604 Muhammed, 47/ 17. 605 en-Nisa, 4/ 155. 606 el-Leyl, 92/ 5–10. 607 el-En’am, 6 / 125. 601 111 mahsus kılındığını görmekteyiz. Fakat bu o fiillerin nispet ediliş yönündeki konumlarının farklı olması anlamına gelir. Meselâ “saptırmak” manasındaki “idlâl, izâğa”; “yol göstermek, korumak” manasındaki “hidayet, ismet”; “maddî ve manevî lütuf ve ihsanlarda bulunmak” anlamındaki “in'âm, itminan”; “kendi haline terk etmek, kötülük yapmasına fırsat vermek” anlamındaki “hızlan, med”; bunlardan başka hidayet veya dalâletini arttırmak, ayrıca “kalbini mühürlemek” manasındaki “tab”; “iyilik veya kötülük yolunu kolaylaştırmak” manasındaki “teysîr” ; “gönlünü imana açmak” anlamındaki “şerh” ve “daraltmak” anlamındaki “tazyik” gibi. Şimdi, burada sayılan vasıfların kendileriyle nitelenebilen zıtlarıyla birlikte hem Allah'ta bulunması, hem de ihtida, dalâlet, rüşd, gay, istikamet ve zeyğ kavramlarının kullara nispet edilmesi mümkün değildir. Matüridi anlatmaya çalıştığımız yukarıdaki yorumunu yaptıktan sonra konunun iyice anlaşılması için şöyle devam ediyor: Şunu bir kez daha tekrar edelim ki alternatif iki kavramdan birinin bulunması (meselâ hidayet veya idlâl) diğerinin de mevcudiyetini gerektirir, çünkü Allah'a izafe edilen bir kavramın zıt manalısı olmaksızın tek başına O'na nispeti söz konusu değildir. Yapılan bu açıklamalardan anlaşılmıştır ki kesb açısından ve hakikat manasında kullara ait bulunan ihtiyari fiil aynı zamanda yaratmak (halk) açısından ve hakikat manasında Allah'a da ait bulunmaktadır.608 “Her şeye gücü yeten”609 “Senin Rabbin kullara asla zulmedici değildir”610 “Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.”611 İmam Matüridi bu ayet-i kerimeleri şöyle yorumluyor: “Kulların fiilleri konusunda isabetli olan görüş, fiilleri, hakikat manasında hem Allah'a hem de kula nispet etmektir. Ta ki Allah “her şeyin yaratıcısı” ve “her şeye gücü yeten” şeklindeki beyanlarında görüldüğü gibi kendi zatinı vasıflandırdığı kavramlarla nitelendirilmiş ve bunlarla övülmüş olsun ve ta ki hak ile batılı birbirinden ayıran adi sıfatı belirginleşsin. Nitekim O, şöyle buyurmuştur: “Senin Rabbin kullara asla zulmedici değildir”; “Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.” Şimdiye kadar söylediklerimizde yeterli açıklamalar 608 Topaloğlu, a.g.e. s. 291. el-En’am, 6/ 17. 610 Fussilet, 41/ 46. 611 en-Nisa, 4/ 83. 609 112 bulunmakla birlikte bu görüşün doğruluğunun delili şudur: Kulların fiilleri içinde tasavvurlarının ulaşamadığı ve akıllarının takdir edemediği haller bulunduğu gibi hedef ve planlarının ulaştığı, akıllarının İdrak ettiği haller de mevcuttur. Demek ki bu fiiller birinci açıdan kendilerine ait değildir, ikinci açıdan ise onlara aittir. Birincisi bir şeyin yokluktan varlık alanına çıkışını bütün detaylarıyla zihninde şekillendirip planlama ve bir fiili oluşacağı çevre, mekân ve belirleyici boyutlarıyla biçimlendirip gerçekleştirme olayı gibidir, öyle ki insan bu fiili işledikten sonra aynen tekrar etmek istese bunu gerçekleştirmeye imkân bulamaz. İkincisi ise yasaklanan veya emredilen şeye yönelik olarak harekete geçmek yahut da geçmemek gibidir. Şu halde kullara ait bir fiilin birinci açıdan onların ürünü değilken ikinci açıdan kendilerinin ürünü olduğu ortaya çıkmaktadır.”612 “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir”.613 İmam Matüridi kullara ait fiillerin aşkın bir yaratıcısının bulunduğunu bu gerçeğin vurgulanması için de yüce Allah’ın yukarıdaki ayet-i kerimeyi ifade buyurduğunu söyleyerek ayeti şöyle yorumluyor: “Bu İlâhî beyan, kulların fiillerini hakikat manasında gerçekleştirmeleri imkân dâhilinde bulunsaydı şu andaki şekliyle tabiatın, kudreti ve ilmi olmayan ve her şeyin yapısal özelliklerinden haberdar bulunmayan birinin eseri olarak vücut bulması da mümkün olurdu. Bunun yanında sahip bulundukları mahiyetleriyle birlikte birçok mucize bunlara dair bilgisi ve kudreti olmayan sıradan insanların eylemi olarak da oluşabilirdi. İşte sözünü ettiğim açıdan bir benzerliğin hâsıl olması Allah'ın mislinin mevcudiyeti manasına geldiğini ifade etmektedir.”614 “Âlemin mevcudiyeti Allah'la birlikte (kendi fiillerini yaratan kulların bulunuşu gibi) bazı ortakların da fonksiyonel olmasıyla sübut bulacaksa, bu takdirde, “hiçbir şeyin kendisine benzer olamayacağı” ilkesine “birçok şeyin kendisine benzer olması” ilkesinden daha yakın ve daha lâyık olamaz.”615 “Allah evlât edinmemiştir; O'nunla beraber hiçbir tanrı da yoktur. Aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. Allah, onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden 612 Topaloğlu, a.g.e. s. 292. eş-Şura, 42/ 11. 614 Topaloğlu, a.g.e. s. 293. 615 Topaloğlu, a.g.e. s. 297. 613 113 münezzehtir.”616 İmam Matüridi, hem Allah’ın hem de kulun hakikat manasında fail olması gerekir fikrini kanıtlamak için çeşitli akli istidlallerin yanı sıra nakli delil olarak yukarıdaki ayet-i kerimeye işaret ederek şöyle diyor: Cenâb-ı Hak “Allah evlât edinmemiştir, O'nunla beraber hiçbir tanrı da yoktur” buyurmuş ve beyanına şöyle devam etmiştir: “Aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare etmeye yönelirdi”. “Buna göre Allah Teâlâ'nın halk ile vasıflandırdığı muhtevadan bir pay herkese ayrılır ve her biri kedine ait olanı müstakillen sahiplenirdi. Bu durumda da her biri kendi yarattığını yöneten tanrıların mevcudiyeti benimsenmiş olurdu. Şunun da belirtilmesi gerekir ki Allah'tan gelip kula yönelen en önemli fiil ve tesir O'nun icadının sonucu olan vücuttan ibarettir, bu olgu da aynıyla ortadadır.”617 Matüridi’ye göre Allah yarattığı her bir araza mutlaka o arazın yaratılmışlığını bildiren bir delil yerleştirmiştir. “Yaratmayı başlatan sonra da onu tekrarlayan O’dur ki bu O’nun için pek kolaydır”618 İmam Matüridi anlatımı içerisinde bu ayeti doğrudan ifade etmemiştir. Muarızlarına bir takım sorular yönelterek ayet-i kerimeye şöyle değinmiştir: “Kullara ait fiiller gibi aslında kudret statüsüne dâhil bulunan bir şeyin iddia ettiğiniz gibi İlahi kudretin dışında kalması mümkünse Allah'ın va'd ve vaîdine nasıl inanabiliriz? O'nun vuku bulacağını haber verdiği kıyamete ve dilerse yarattıklarına benzer âlemler de yaratabileceğine bu haberi duyan kişi nasıl bel bağlayabilir? Oysaki O, fikrî rakiplerimizin anlayışına göre daha kuvvetli bir şeyi yaratmak şöyle dursun bir sivrisinek bile icat etmeye güç yetiremezmiş.”619 “Yine, Allah her şeyin maliki olup O'nun nesne ve olaylara yönelik mülkiyeti kulda olduğu gibi sonradan kendisine kazandırılmış değildir, aksine O, her şeyin yaratıcısı olduğundan bizatihi maliktir. Şimdi, Allah'ın, kulların fiilinin mâliki ve Rabbi olmayışı fiilin kullara ait bulunması sonucunu doğurur. Bu durumda da O'nun rubûbiyyet ve mâlikiyyeti eksik ve sınırlı kalır. Söz konusu fiil ise her bir yaratığa ait olur. Böylece yaratıklar birçok şeye sahip bulunurlar, zira onların her biri hem kendi 616 el-Mü’minun, 23/ 91. Topaloğlu, a.g.e. s. 319. 618 er- Rum, 30/ 27. 619 Topaloğlu, a.g.e. s. 296. 617 114 fiiline hem de başkasınınkine mâliktir, Allah ise bunlara mâlik olamamaktadır. Ne var ki Allah'ın her şeye mâlik oluşu sübût bulunca O'nun her şeyi yarattığı hükmüne varmak da kaçınılmaz olmuştur; çünkü kul bu yetkiye sahip bulunmamaktadır. Zaten varlıklara mâlik olmak, ya onlara güç yetirmekle veya buna sahip bulunanın temlikiyle mümkündür.”620 “Kim (Allah'ın huzuruna) bir iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır”621 Matüridi bu ayeti şöyle yorumlamaktadır: “İbadetlerin ve iyi davranışların sevabının güzelliği hissî, imanın güzelliği ise aklîdir. Hissen güzel olan aklen güzel olanın aşağısında kalır, çünkü yukarıda da açıklandığı üzere birinci güzelliğin başka bir hale dönüşmesi mümkünken diğerinin nitelik değişikliğine uğraması imkân dâhilinde değildir. Durum böyle olunca hissî güzelliğe verilecek mükâfat gerçekleştirilen amel kadar olacaktır; hâlbuki Allah bir iyiliğe on misli mükâfat vereceğini vaad etmiştir. Şu halde iman olgusunun güzel niteliğiyle birlikte yaratma fiilinin Allah'a ait olduğu sübut bulmuştur.”622 “Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıklarıyla övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Gerçekte onları elim bir azap beklemektedir”623 İmam Matüridi, kullara ait fiillerin Allah Teala tarafından yaratılmış olduğunu çeşitli nakli delillerle ispat etmeye çalışmıştır. Getirdiği bu nakli delillerden birisi de yukarıdaki ayet-i celile olup onu da şöyle yorumlamaktadır: “Allah Teâlâ yapmadıklarıyla övülmek isteyen kimseleri yermiştir. Allah ayrıca kullarına iman olgusundan dolayı kendisine şükretmelerini ve lütufkârlığına hamd ve sena ile mukabelede bulunmalarını da farz kılmıştır. Şimdi O'nun imanı ve manevî nimetleri yaratmamış olması mümkün değildir; çünkü bu takdirde yapmadığı işten dolayı övülmesini ve kimseye lütufkârlıkta bulunmadığı halde kendisine teşekkür edilmesini talep edenin durumuna düşer.”624 620 Topaloğlu, a.g.e. s. 296. el-En’am, 6 / 160. 622 Topaloğlu, a.g.e. s. 299. 623 Al-i İmran, 3/ 188. 624 Topaloğlu, a.g.e. s. 299. 621 115 “De ki: Gökleri ve yeri yaratan, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim?”625 “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin”626 İmam Matüridi, Kitabü’t-Tevhid’de “Kulların Fiilleri Hakkında Kâ'bî'nin Görüşleri ve Bunların Tenkidi” başlığı altında Mu’tezile’nin görüşlerini özellikle de Ka’bi’nin “Bir eylemin gerçek manada benim fiilim ve Allah’ın halkı oluşunun imkân haricinde bulunmadığı” görüşünü eleştirirken yukarıdaki ayet-i kerimelere de dolaylı olarak şöyle değinmiştir: “Tartışmakta olduğumuz konunun bir ilkesi de şudur ki insanlar aynı fiili hem Allah'a hem de kula ait eylemin ürünü (mülk) olarak kabul ederler. Yine insanoğluna ait bulunan her mülk hem Allah'ın hem de kulun mülküdür. Gerek fiillerde gerekse nesnelerdeki bu mülkiyet Allah ile kul arasında herhangi bir ortaklık doğurmamıştır. Peki, bizim tartıştığımız konuda nasıl olmuş da ortaklık meydana getirmiştir? Bir de şu: Yedirmek, giydirmek, rızıklandırıp beslemek Allah'a olduğu gibi aynen kula da izafe edilmekte fakat hiç de ortaklık gerektirmemektedir; işte bizim meselemiz de buna benzemektedir.”627 “Sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı”.628 “Yonttuğunuz şeylere ibadet mi ediyorsunuz?”629 “... Sihirbazların uydurduğu büyü vasıtalarını yakalayıp yutuyor”630 Bu ayet-i kerimeleri Ka’bi fikri rakiplerine karşı delil olarak kullanmıştır. Şöyle ki Ka’bi, fikri rakiplerinin “Kulların fiilleri dâhil her şeyin yaratıcısı Allah’tır” fikrine karşı kendi görüşü olan “Kul, kendi fiilinin yaratıcısıdır” tezini savunmak ve delillendirmek için yukarıdaki ayet-i kerimelerle istidlalde bulunmak istemiştir. Ka’bi şöyle demiştir: Allah “yapmakta olduklarınızı” ifadesiyle kulların fiillerini kastetmemiş bilakis bu kelamıyla onların tanrılarını yani elleriyle yaptıkları putlarını kastetmiştir. Bu, “Yonttuğunuz şeylere ibadet mi ediyorsunuz?” ve “... Sihirbazların 625 el-En’am, 6/14. el-Bakara, 2/172. 627 Topaloğlu, a.g.e. s. 307. 628 es-Saffat, 37/ 96. 629 es-Saffat, 37/ 95. 630 el-A’raf, 7/ 117. 626 116 uydurduğu büyü vasıtalarını yakalayıp yutuyor” mealindeki İlâhî beyanlara benzemektedir.”631 İmam Matüridi ise bu ayetleri şöyle yorumlamaktadır: Bu ayetin zahirî manası amelin yaratılmışlığının zikredilmesi şeklindedir, başka bir beyan olmaksızın âyeti bu mânasının dışına kaydırmak isabetli değildir. Şu da var ki zikredilen İlâhî beyanların bütünü içinde onların put yontmaları da dâhildir. Zikredildiği üzere uydurdukları büyü vasıtaları da; onlar sadece puta tapmaktan dolayı değil, ayrıca bunlarla da ayıplanmalarıdır; şöyle ki önce put yapmışlar, sonra tapmışlar, sanki kendi fiillerine tapmışlar; bizim tartıştığımız mesele de buna benzemektedir. Yine yukarıda geçen ilk âyette putperestlerin tanrıları yapılmış nesneler diye anıldıktan sonra açıkça zikredilse bile, Mu'tezile'ce Allah yapıp etme (amel) eylemini yaratmadığından O'nun “yapılmış”ı (ma'mûl, putların kendileri) yarattığını söylemesi de mümkün değildir; çünkü put bu yolla Allah'ın mahlûku değildir. Bu anlatılanlar çerçevesinde “amel”in mahlûk olduğu ortaya çıkmıştır. Ta ki onların âyette zikredildiği gibi yaratılmış ve yontulup yapılmış (mahlûk, ma'mûl) puta taptıkları anlaşılmış olsun.”632 “Allah bahire, sâibe, vâsile ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır. Fakat kâfirler, yalan yere Allah'a iftira etmektedirler; zaten onların çoğu akıllarını kullanmaz”633 İmam Matüridi, Mu’tezile’nin bu ayeti, fiiller hakkındaki kendi düşüncelerinin haklılığını ortaya koymak için delil getirdiğini ifade etmiş ve şöyle yorumlamıştır: “Mu'tezile'nin isabetsiz düşüncesinin vardığı ileri boyutların örneklerinden biri de Cenâb-ı Hakk'ın “Allah bahire... diye bir şeyi meşru kılmamıştır” mealindeki beyanıyla -ki burada sayılanlar belli konumdaki hayvanları ifade eden isimlerdir- ihtiyarî fiillerin O'nun tarafından yaratılmadığına istidlal etmeye kalkışmalarıdır, ayetteki “mâ ca'ale” (kılmamış, yaratmamıştır) beyanına dayanarak. Hâlbuki burada sayılanlar kullara ait fiiller olmayıp maddî varlıklardır ve şüphesiz ki Allah tarafından yaratılmışlardır.”634 631 Topaloğlu, a.g.e. s. 316. Topaloğlu, a.g.e. s. 316. 633 el-Maide. 5/ 103. 634 Topaloğlu, a.g.e. s. 317. 632 117 “Sözünüzü ister gizleyin ister açığa vurun; O, kalplerinizde olan her şeyi bilmektedir. Yaratan bilmez mi hiç? O, en ince işleri görüp bilen ve her şeyden haberdar olandır”635 Matüridi, kulların fiillerinin yaratılmışlığı hakkında nakli delilleri anlatırken bu ayet-i kerimeye de işaret etmiş ve şöyle yorumlamıştır: “Yüce övgüye lâyık bulunan Allah açık ve gizli işlenen bütün fiillerin yaratıcısı olmasaydı bununla kendi ilminin mevcudiyetine istidlal etmezdi. Birinin, yapmadığı bir işi bilmemesinin tabii olduğu herkesçe malûmdur. Şu halde başkasının fiili ile istidlalde bulunmasının bir anlamı yoktur. Bize göre kullara ait fiillerin yaratılmışlığına hükmetmeyi gerekli kılan Kur'ânî delil Allah Teâlâ'nın işte bu beyanıdır.”636 “Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur”.637 “... Ve bu kasabalar arasında yürümeyi konaklara ayırdık. Oralarda geceleri, gündüzleri korkusuzca gezin dolaşın, dedik”638 Matüridi’nin ayetler hakkındaki yorumu: “Allah burada yürümeyi belirlemenin ve yürütmenin kendi fiili olduğunu haber vermiştir, yürüyüp gezinme fiili de yürüyen kimsenin mevcudiyeti de bununla gerçekleşmektedir.”639 “Size kendi türünüzden eşler yaratması da O'nun delillerindendir”.640 “Uyumanız O'nun ayetlerindendir” ayetlerindendir, O'nun lütuf ve ihsanından istemeniz 641 İmam Matüridi, fiillerin Allah tarafından yaratıldığının delilleri olarak getirdiği bu ayet-i kerimeleri şöyle yorumluyor: “Bu İlâhî beyanlarda, Allah'ın sevgi ve merhameti kendi ayetlerinden kıldığının haberi vardır; ayrıca “uyumanız O’nun ayetlerindendir, O’nun lütuf ve ihsanından istemeniz ayetlerindendir” ifadeleri de mevcuttur. Şimdi başkalarının Allah için ayetler icat etmesi ihtimalden uzak olan bir şeydir; çünkü bu takdirde fail ayetin kendisine ait olmasına öncelikle hak kazanmış bulunur, burada sözü edilen fiillerin hepsi de insanlara aittir.”642 635 el-Mülk, 67/ 13–14. Topaloğlu, a.g.e. s. 317. 637 Yunus, 10/ 22. 638 Sebe, 34/ 18. 639 Topaloğlu, a.g.e. s. 317. 640 er-Rum, 30/ 21. 641 er-Rum, 30/ 23. 642 Topaloğlu, a.g.e. s. 326. 636 118 “İsa’ya uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik”643 “İşte onların kalbine Allah imanı yazmıştır”644 “... Sizin için davar derilerinden evler yaptı”645 “... Kalplerini katılaştırdık”646 “dilediğini yapandır”647 İmam Matüridi bu ayet-i kerimeleri şöyle yorumlamaktadır: “Şüphe yok ki kulların fiilleri içinde Allah'ın diledikleri vardır ve O, murad ettiğini yapacağını vaad etmiştir. Ayrıca Allah yapmadığı şeyden ötürü kişinin övülmesini yermiş ve müminlere iman nimetinden dolayı hamd etmelerini gerekli kılmıştır. Artık bunların O'nun fiiliyle gerçekleştiği sabit olmuştur.”648 “Evet, insan, fiilinin kendisinin belirlediği hedefin dışında gerçekleşmesi ve yine kendisinin çizdiği sınırı aşması, ayrıca fiilinin, gücünün belirleyip şekillendiremeyeceği bir çerçevede oluşması sebeplerine bağlı olarak zaruri bir şekilde şu sonuca varır ki kendi elinde gerçekleşen fiili Allah Teâlâ planlayıp iradesi gereği gün yüzüne çıkarmaktadır.”649 “... Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur”650 “Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber sefere çıkardık”651 “Zayıflara... Bir sorumluluk yoktur... Sorumluluk zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir”652 İmam Matüridi “Kula Ait Fiilin Kudret veya İstitaatı” başlığı altında kulun kendi fiilinin oluşumuna güç yetirebilmesi demek olan “kudret” isminin ikiye ayrıldığını bunun delilinin ise yukarıdaki ayet-i kerimeler olduğunu ifade ederek şöyle demektedir: “Bu ayetlerde yer alan istitâatin, fiilin gerçekleşmesini sağlayan değil, nesneye ait sebeplerin ve faile ait hallerin müsait olması manasında bir istitâat oluşunun ispatı birkaç çeşittir. Birincisi Cenâb-ı Hakk'ın “gücü (istitâati) yetmeyen” tarzındaki beyanıdır. Burada sözü edilen şey iki ay oruç tutmaktan ibarettir. Bu müddet içinde fiili gerçekleştiren kudretin ilgili kişiye gelmeyeceğini düşünebilecek bir kimse yoktur. Demek ki buradaki istitâatten maksat sebep ve vasıtaların bulunmasıdır. Yukarıdaki ikinci ayette sözü edilen nifak ehli de bunun gibidir. 643 el-Hadid, 57/ 27. el-Mücadele, 58/ 22. 645 en-Nahl, 16 / 80. 646 el-Maide, 5/ 13. 647 Hud, 11/ 107; ayrıca bk. el-Buruc, 85/ 16. 648 Topaloğlu, a.g.e. s. 326. 649 Topaloğlu, a.g.e. s. 327. 650 el-Mücadele, 58/ 4. 651 et-Tevbe, 9/ 42. 652 et-Tevbe, 9/ 91–93. 644 119 Onların, fiillerin gerçekleşmesini doğrudan etkileyen istitâatten haberleri yoktu. Münafıklar “gücümüz yetseydi” demekle hastalık veya malî imkânsızlığı kastetmişlerdi. Nitekim Allah Teâlâ şu ayetlerinde bu hususu bize açıklamıştır:”653 “Zayıflara... Bir sorumluluk yoktur... Sorumluluk zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir” “Diğer bir delil benimsenegelen şu husustur ki fiilin (orucun) kendisinden oluştuğu istitâat iki ay devam etmez, yine cihad fiilinin istitâati de münafıkların Medine'de bulunuşlarından Allah düşmanıyla karşılaşacakları zamana kadar sürmez. Aksine kudret surekli olarak yok olup yeniden oluşur. Aslında münafıklara gereken, kudretin oluşmasını hesaba katmadan sefere çıkmaktı. Onlar, "Gücümüz yetseydi sizinle beraber sefere çıkardık" demek suretiyle hilâf-ı hakikat beyanda bulunmuş ve daha başlangıçta kudretin yokluğunu delil olarak kullanmışlardı. Bu anlattıklarımızla yukarıdaki ayetlerde geçen istitâatten fiillerin değil, hal ve sebepler manasındaki kudretin kastedildiği sonucu sübut bulmuştur.”654 Ka’bi’nin yorumu: “Sefere katılmayanların bahane ettiği fakirlik mazeretinin geçerli sayılması, ancak kendileri için fiil gerçekleştirmenin mümkün olmayışıyla izah edilebilir; bu espri ise kudretten yoksun olmakta da mevcuttur.”655 “İçinizden imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın” 656 “Yoluna gücü yetenlerin o evi hac amacıyla ziyaret etmesi Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır”657 “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef tutar”658 “Allah her şahsı ancak verdiği kudret ölçüsünde mükellef tutar”659 “Onların (çocuklarını emziren annelerin) örfe uygun olarak beslenmesi ve giyiminin sağlanması baba tarafına aittir. İnsan ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur”660 653 Topaloğlu, a.g.e. s. 329. Topaloğlu, a.g.e. s. 329. 655 Topaloğlu, a.g.e. s. 345. 656 en-Nisa, 4/ 25. 657 Al-i İmran, 3/ 97. 658 el-Bakara, 2/ 286 659 et-Talak, 65/ 7. 660 el-Bakara, 2/ 233. 654 120 İmam Matüridi yukarıdaki ayet-i kerimeleri şöyle yorumluyor: “Bu ayetler de fiillerin gerçekleşmesi değil sebep ve hallerin söz konusu edilmesi sırasında zikredilmiştir.” Bu ayetlerin oluşturduğu istitâat türü, bulunmayışı halinde hitabın oluşmayacağı ve kendisine tam olarak sahip olmamak manasında bundan yoksun bulunan kişinin fiili işlememekle ayıplanamayacağı, hatta bu fiile muhatap tutulamayacağı noktalarında ittifak edilen bir istitâattir. “Aslında kullara fiil nispet eden bütün âlimlerin kanaati de aynı esasa dayanır. Bu da konuya iki açıdan bakmayı gerektirir. Birincisi, bulunmayan bir imkâna dayanarak emir vermenin -hâlbuki fiil için birden fazla imkânın mevcudiyeti söz konusudur- ve meselâ gözü olmadığı halde “gör!” veya eli bulunmadığı halde “elini uzat!” denilmesinin muhal oluşu. İkincisi, emirle nehiy şükrün yerine getirilmesini istemeye ve nankörlükten sakındırmaya yöneliktir. Dolayısıyla nimetin bulunmadığı veya bilinmesine güç yetirilemediği yerde emir-nehiy hitabının gerçekleştirilmesi söz konusu değildir.” 661 “Bilindiği üzere kişi azık ve bineği bulmadan hacca dair fiilleri işleme imkânını elde edemez. Eğer gerçek manadaki kudret yani fiil kudreti olmadan haccın vücûbiyeti gerçekleşmemiş olsaydı hac görevi kimseye farz olmazdı. Çünkü fiillere ait kudret zaman birimlerinin tazelenmesiyle vücut bulan bir kudrettir, hac ise o olmadan farz olmaz, söz konusu kudret de sefer merhalelerini aştıkça oluşur, böylece hac görevi dinî bir vecibe niteliği almadan geriden takip eder duruma düşer.”662 “Onlar (kâfirler) gerçekleri ne işitmeye güç yetirebiliyor ne de görebiliyorlardı”663 “Sen benimle beraber olmanın gerektirdiği sabra güç yetiremezsin”664 “Ben sana 'benimle beraber olmanın sabrına güç yetiremezsin' demedim mi?”665 661 Topaloğlu, a.g.e. s. 330. Topaloğlu, a.g.e. s. 331. 663 Hud,11/ 20. 664 el-Kehf, 18/ 67. 665 el-Kehf, 18/ 72. 662 121 “İşte sabrına güç yetiremediğin şeylerin iç yüzü!” 666 “Gücünüz yettiğince Allah'a karşı saygısızlık göstermekten sakının”667 İmam Matüridi konunun başında kudreti ikiye ayırmıştır. Birincisi, fiilden önce bulunan kudret yani sebeplerin müsait ve vasıtaların sağlıklı bulunması anlamındaki istitaattır. Kul buna güç yetiremediği takdirde sorumlu değildir. İkincisi ise fiil kudretinin gerçekte bulunmayışı halinde yine de mükellefiyet mevcudiyetinin söz konusu olduğu kudrettir. Bunun da hem akli hem de nakli delili vardır diyerek yukarıdaki ayet-i kerimeleri nakli delil olarak getirmiş ve şöyle yorumlamıştır: “Hz. Musa’ya yolculuk yaptığı arkadaşı “İşte sabrına güç yetiremediğin şeylerin iç yüzü” demek suretiyle hal ve sebepler manasındaki kudretin mevcudiyetine rağmen fiillerin gerçekleşmemesi yüzünden diğer kudreti nefyetmiştir. Sözü edilen türden kudretin (fiil kudretinin) gerçekte bulunmayışı halinde yine de mükellefiyetin mevcudiyetine ait hem naklî hem de aklî delil vardır. Naklî delil yukarıda istitâati nefyeder mahiyette kaydettiğim ayetlerdir.”668 “Ben gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir amaç taşımıyorum”669 Matüridi’nin yorumu: “Emrettiği ibadetlerin ifası için Allah'tan yardım ve güç dileme konusunda hem nassın sübutu hem de ulemanın ittifakı vardır. Eğer fiil kudreti surekli olarak mevcut olsa veya bulunmayışı sebebiyle ibadet mükellefiyeti düşseydi Allah'tan böyle bir istekte bulunmak yersiz bir talep konumuna düşer ve bu konudaki naslar Cenâb-ı Hakk'ın zaten lütfedip verdiği kudret nimetine karşı nankörlük yapmayı emreder bir mahiyet alırdı. Bu söylediklerimizle de fiil kudreti olmaksızın mükellefiyetin gerekleştiği hususu kanıtlanmış olur. Hz. Şuayb'ın “Ben gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir amaç taşımıyorum” tarzındaki beyanı da aynı niteliktedir. Hz. Şuayb sözünü ettiği ıslahın gerçekleşmesini kudrete bağlamıştır.”670 “Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaç olan varlıklarsınız, her şeyden müstağni ve bütün övgülere lâyık olan ise sadece Allah'tır”671 666 el-Kehf, 18/ 82. et-Teğabün, 64/ 16. 668 Topaloğlu, a.g.e. s. 331. 669 Hud,11/ 88. 670 Topaloğlu, a.g.e. s. 332. 671 Fatır, 35/ 15; ayrıca bk. Muhammed, 47/ 38. 667 122 İmam Matüridi bu ayet-i kerimeyi şöyle yorumluyor: “Fiillerin kendileriyle gerçekleştiği kudretler şayet ortaya çıkan şartlar çerçevesinde kendi başlarına teşekkül edecek olsa, kişi, bütün fiillerinden önce daha bu fiiller oluşmadan bu kudretlerle yetinecek ve Allah'a muhtaç olmayacaktı. Hâlbuki yüce övgülere lâyık bulunan Allah bütün yaratıkları kendisine muhtaç kılmıştır; her şeyden müstağni ve övülmeye lâyık olan sadece kendisidir. Dolayısıyla ihtiyacın en çok lâzım olduğu bir noktada yaratıkların Allah'tan müstağni kalması mümkün değildir. Bu meselenin nihaî konumu şudur ki kudretler sureklilik arz etmediğine göre beka ihtiyacı ortadan kalkar, fiil ise henüz mevcut değildir, netice olarak kişi daha fiili oluşturmadan önce Allah'tan müstağni kalır, bu ise nas açısından kabul edilemeyecek bir şeydir.”672 “Şayet borçlu sefih, aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdırmaya güç yetiremiyorsa velisi doğru olarak yazdırsın”673 Matüridi’nin yorumu: “Bu İlâhî beyan “yazdırmayı tam olarak beceremeyen” manasına da gelebilir. Bu da bir nevi eksik kudret sayılır. Bu telakkimizin delili ise fiilin gerçekleştirilmesi için gerekli olan tam kudretin o fiile başlamadan önce hâsıl olmayışıdır; ayette ise borçluya kudretin tamamı izafe edilmiştir.”674 “Kulların Fiilleri ve Faillerinin Belirlenmesi” konusuyla alakalı Kitabü’tTevhid’de yer alan ayet-i kerimelerin, Matüridi tarafından yapılan yorumlarını yine Kitabü’t-Tevhid’e bağlı kalarak tespit etmeye çalıştık. Bundan sonra ise konu hakkındaki Matüridi’nin resmi görüşünü belirtikten sonra, ecel konusundaki yorum ve görüşlerine bakacağız. “Matüridi’ye göre, fiilin bütün yönleriyle Allah’a ait olması durumunda insanın sorumluluğu tehlikeye girecek, bütün yönleriyle insana ait olması durumunda da Allah’tan başka müstakil bir yaratıcının varlığını kabul etme durumu ortaya çıkacaktır. İşte o, muhtemelen bu güçlüğü aşmak için, fiilde “çeşitli yönler”in bulunduğu fikrini ortaya atmıştır. Buna göre, fiil hem Allah’a hem de insana izafe edilir, dolayısıyla fiilde iki ayrı etkinin varlığı kabul edilmiş olur. Fiil, yaratma ve yoktan var etme bakımından Allah’a, kesb ve işleme bakımından insana aittir.”675 672 Topaloğlu, a.g.e. s. 332. el-Bakara, 2/ 282. 674 Topaloğlu, a.g.e. s. 348. 675 Özdemir, a.g.e. s. 247. 673 123 Kulların fiilleri ve faillerinin belirlenmesi konusu hemen hemen bütün dinlerin ilgi alanına giren ve bu dinlere ait olan temel din bilimlerinin hakkında çeşitli yorum ve fikir yürüttükleri oldukça karmaşık bir konudur. Bu karmaşıklık, Allah’ın yaratma sıfatı ile insan fiillerinin meydana gelmesi ve insanın özgürlüğü arasındaki ilişkiyi anlama ve yorumlama farklılığından kaynaklanmaktadır. İnsanın fiilleri ve insanın özgürlüğü sorunu felsefe ve diğer disiplinler tarafından kader konusu içerisinde farklı yönleriyle incelenirken kelamcılar “insan fiili” açısından incelemişlerdir. Maturidi ise Kitabü’t-Tevhid adlı eserinde konuyu itikadi ayetler çerçevesinde ve İslam âlimlerinin farklı yorumları etrafında incelemiştir. Daha ziyade Mu’tezile’nin kulların fiilleri hakkındaki görüşünü tenkit etmiş, eserinde muarızlarının fikirlerini soru cevap şeklinde çürütmeye çalışmıştır. Maturidi kendi görüşünü ise kısaca şöyle açıklamıştır: İnsanın yaptığı herhangi bir işteki özgürlüğü, onun sorumluluğunun sınırını da tayin etmektedir. Zira insan iyilik ve kötülük işleyecek tarzda yaratılmış ve kendisine selim akıl, irade ve yapabilme gücü verilmiştir. Kısaca Allah insanı, bilinçli, sorumlu ve özgür bir varlık olarak yeryüzünde görevlendirmiştir. Dolayısıyla da insan, iradesiyle yaptığı her türlü fiilinden sorumludur. 2.5. ECEL Sözlükte “mutlak vakit, belirlenmiş zaman veya muayyen bir müddetin sonu” gibi anlamlara gelen ecel, dini literatürde, Allah tarafından her canlı için önceden takdir edilen hayat suresi ve bu surenin sonu olan ölüm vakti demektir.676 Ecel konusu kaza ve kader bağlamında Kelam ilmi içerisinde tartışma konusu olmuştur. İlk olarak Mu’tezile âlimleri konuyu gündeme getirip farklı şekillerde yorumlamışlardır. Diğer İtikadî mezhepler de konuyla ilgili kendi görüş ve fikirlerini çeşitli akli ve nakli istidlallerle destekleyerek savunmuşlardır. Biz de çalışmamızın bu kısmında Kitabü’t-Tevhid’deki Matüridi’nin konuyla ilgili itikadî ayetlerin yorumuna bakacağız. Fakat önce kelamcıların ecel hakkındaki görüşlerine kısaca bir bakalım. 676 Karaman, Fikret, “Ecel” mad. Dini Kavramlar Sözlüğü, s.131; Kılavuz, A.Saim, İslam Akaidi ve Kelama Giriş, s. 215; Tunç, Cihat, “Ecel” mad. TDVİslam Ansiklopedis, s. 380; Çanga, Mahmut, Kur’an-ı Kerim Lügati, Timaş Yayınları, İstanbul 2010, s. 47; İbn Manzur, Lisanu’l Arab, “ecel” Mad. Beyrut 1955. 124 Mu’tezile kelamcıları, ecel konusunda farklı fikirler ortaya koymuşlardır. Bu kelamcılardan Kadı Abdulcebbar Ehl-i Sünnet kelamcılar gibi düşünmektedir. O’na göre ecel, insanın ölüm vakti ve vadesidir. Kişi ister doğal yollarla ömrünü tamamlayıp ölsün isterse bir katil tarafından öldürülsün fark etmez. Vefat eden kişi eceliyle ölmüş demektir. Ka’bi ve Bağdat Mu’tezilesi ise maktülün öldürülmemesi halinde, kesinlikle hayatını devem ettireceği fikrini ısrarla savunmuşlardır. Katil, maktülü öldürüp onun yaşamasına engel olarak ecelini kesintiye uğratmış ve büyük bir zulüm işlemiştir.677 Eş’arı kelamcıları ile Matüridi kelamcıları ecel konusunda hem fikirdirler. Eş’ariliğe göre, katilin öldürdüğü kimsenin ecelini öne almak veya ertelemek gibi bir güce sahip olması, başka bir ifadeyle öldürdüğü kimseyi yaşatmaya ve öldürmeğe muktedir olması gibi bir düşünce asla kabul edilemez. Bunun yanında her ne kadar öldürülen kimse hakkında, öldürülmeseydi daha fazla yaşayacaktı şeklinde düşünmek mümkün olsa da, geriye kalan surenin onun için ecel olması imkânsızdır. Zira bir kimsenin eceli, onun ölüm vaktidir.678 İnsanın bir tek eceli olduğu fikrini savunan Ehl-i Sünnet kelamcıları kendi fikirlerini savunmak için Kur’an’da açıkça ifade edilen “eceli kaza”, “eceli müsemma” kavramlarından birincisini bireysel ölüm; ikincisini ise daha çok kıyamet ve ölüm sonrası olarak yorumlamışlardır. İmam Matüridi, Kitabü’t-Tevhid’inde ecel konusunu anlatırken genelde Mu’tezile’nin özelde ise Ka’bi’nin konu hakkındaki görüş ve yorumlarını eleştirerek ve daha sonra da kendi görüş ve yorumunu yaparak konuyu tamamlıyor. Matüridi diğer konuların aksine bu mevzuda fazla nakli istidlalde bulunmamış daha ziyade akli istidlallere ağırlık vermiştir. Bunun içindir ki konuda pek fazla itikadî ayet yer almamış, doğrudan veya dolaylı olarak yalnızca üç ayete işaret edilmiştir. Matüridi, konuya Ka’bi’nin fikri rakibi adına kendi kendisine yönelttiği sonra da cevabını yine kendisinin verdiği soruyla başlıyor. Biz de yine bu çalışmamızda konunun daha iyi anlaşılması için bu yorumlara kısaca yer verip sonra kullanılan itikadî ayetlerin taraflarca ne şekilde yorumlandığını tespit etmeye çalışacağız. 677 Kadı Abdulcebbar, Şerhu Usuli’l Hamse, Kahire 1988. s. 780–7803. Eş’ari, el-İbane an Usuli’d-Diyane, Beyrut (Trsz), s.53–54–59; Bakillani, et-Temhid, Beyrut 1957. S. 332–334. 678 125 “Kâ'bî, fikrî rakibi adına kendisine yönelen ve tatminkâr cevap vermesine imkân vermeyen bir soru sordu. Sorunun özü şudur: Mu'tezile'nin anlayışına göre Allah Teâlâ kişinin ömrü için nihaî bir sure belirler. Onu bu surenin bitimine kadar yaşatmak Allah'ın filidir ve O, bu fiilini icra etmeyi diler. Allah bu müddet içinde o kul için belli bir rızık da tayin eder. Bunun yanında Cenâb-ı Hakk'ın kullarından birine öyle bir kuvvet verilir ki bu kul O'nun söz konusu kişi için belirlediği ömrü yaşayıp bitirmesine engel olur; dolayısıyla kâinatın rabbini vaadini yerine getirmekten alıkoyar, kendisiyle kişinin hayatını dünyevî bedeninde sürdürme fiili arasına İlâhî iradeye rağmen perde çeker. Sonuç olarak güçlendirilen kulun, düşmanını öldürme yolundaki fiili Rabbine engel teşkil etmektedir. Bu durumda Allah'ın vaadinden cayması, yenilgiye uğratılması ve fiilinden alıkonması söz konusudur; fakat bütün bunlar da Allah'ın o kulu öldürmeye muktedir kılması sebebine bağlıdır. Bu konum bir acz ve aklî çerçevedeki kanuna aykırılık mıdır, değil midir”?679 “Kâ'bî, kendisine yönelik düzenlediği bu soruya önce Müslümanlar’ın (Sünnî âlimlerin) cevabına benzer bir karşılık vermiştir. Şöyle ki sözü edilen mesele vuku bulan her bir olay hakkında söylenegelen şu söz çerçevesine girer: “Şayet vuku bulmasaydı Allah'ın (ezelî) ilminde 'gerçekleşecek' diye nasıl yer alabilirdi?” Müslümanlara göre bu söz “Allah'ın ilminde olan vuku bulmuştur” şeklindeki gerçeği yansıtır. Bununla birlikte dileseydi başlangıçta o kişi için başka bir ömür biçeceği hususu da Allah'ın ilim ve kudretinin haricinde değildir, şayet öyle bir ömür biçseydi ilm-i İlâhîsinde şu anda gerçekleşen değil, o bulunurdu. Kâ'bî daha sonra şahsî kanaatine dönüş yaparak şöyle demiştir: Katil o kişiyi eceli geldiği için öldürmüş olsaydı kınanıp cezalandırılmaması gerekirdi. Hatta kişi başkasının koyununu kesmek suretiyle teşekküre bile hak kazanır, çünkü kesmeseydi hayvan ölecekti. Sonra “Demek ki sen adamı öldürmeseydin ecelinin gelmemiş olacağını kabul ediyorsun” şeklinde Kâ'bî'ye itiraz yöneltilmiş, o da “Böyle bir telakkiden Allah'a sığınırım, adamı ya başkası öldürür veya tabii eceli gelirdi” diye cevap vermiştir.”680 679 680 Topaloğlu, a.g.e. s. 360. Topaloğlu, a.g.e. s. 360. 126 “Ka’bi bu tezinin geçerliliğini ortaya koymak için ayet ve hadisten delil getirerek şöyle demektedir: “Ayet-i kerimede “Canlıya ömür verilmesi de ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta kayıtlıdır”;681 Hadis-i şerifte de “Sıla-i rahim ömrü uzatir” buyrulmaktadır o halde; kişinin belli bir ömrü mevcut olup o, bu sureyi sıla-i rahimle arttırma imkânına sahiptir. Buna göre de levh-i mahfuzda “Sıla-i rahim yaparsa ömrü şu kadar, yapmazsa bu kadar olacaktır” diye kayıtlıdır. Denilirse ki bu naklettiğinizde sadece imkânsızlığı ortadan kaldırmak vardır, kudrette ise fiili gerçekleştirmek söz konusudur? Cevap olarak “Kudrette de sadece aczi ortadan kaldırmak vardır” dedikten sonra sözüne şöyle devam etmiştir: Kudret fiili gerçekleştirmiş olsaydı ben kudretimin eseri olan fiile sürüklenmiş ve zorlanmış olurdum, bu takdirde de fiil bana değil başkasına ait olurdu.”682 Matüridi bundan sonra Ka’bi’nin bu fikirlerini sert bir dille eleştirip O’nun bütün bu açıklamalarının Allah hakkındaki bilgi seviyesinin ne kadar yersiz ve yetersiz olduğunun bir göstergesidir diyerek Ka’bi’ye şöyle cevap veriyor: “Kâ'bî'ye sorarız: Allah sözü edilen kişinin öldürüleceğini biliyor muydu, yoksa bilmiyor muydu? Eğer “biliyordu” derse, kendisine “Kişinin öldürülmesi hayatını yok edip ömrünü tüketiyor mu, yoksa tüketmiyor mu?” diye sorulur. Tüketmiyor, derse realite tarafından yalanlanmış olur. Tüketiyor, derse şöyle karşılık verilir: Allah nihaî gerçeği biliyor idiyse, maktulün ömrünün sona ermesini ve ruhunun cesedinden ayrılmasını başkasının icrasına nasıl havale etmiş; levh-i mahfuzuna “Kişi şöyle şöyle yaparsa şu sonuç, böyle böyle yaparsa bu sonuç gerçekleşecektir” diye nasıl yazmış olabilir? Aslında bu, gelecekte olacağı bilmeyenin durumudur. Olacağı bilen kimse ise şöyle yazar: Şöyle olacaktır, şayet öyle olmayacak olsaydı şöyle olurdu; yine filân kişi küfre düşüp Allah'ın gazabını hak edecektir, şayet küfre düşmeseydi iman edip Allah'ın muhabbetine nail olacaktı. Buna mukabil olacak hakkında kesinlik belirtmeksizin “şöyle, değilse şöyle olacaktır” demek ileriki gelişmeleri bilmeyenlerin sergileyeceği bir tavırdır. Bir de şu: İlâhî ilim Kâ'bî'nin anladığı şekilde ise, tartışma konusu edilen katil olayını Allah'ın bilmesi vukuundan önce ilmi İlâhînin tespit ettiği bir haber nasıl olabilir? Hâlbuki bütün insanlar şu kadarını bilirler ki filân ya öldürülecek veya ölecek, ya iman edecek veya küfrü tercih edecek, 681 682 Fatır, 35/ 11. Topaloğlu, a.g.e. s. 361. 127 filân zamanda ya hareket veya sükûn halinde bulunacak. Bu konumdaki bir tahta (levh) her geminin tahtasından farksız olup levh-i mahfuz değildir, aksine korunmamış bir yazı gerecidir.” 683 “Maktulün eceli, öldürülmesi sebebiyle İlâhî ilmin çerçevesinin dışına çıkmış değildir, maktul yine de Allah'ın ilminde “öldürülecek” diye yer aldığı konumdadır. Ne var ki bu katil ilm-i İlâhîye uygun olarak dinen ya yasaklanmış veya emredilmiş bir durum arz eder, aynen bunun gibi kişi Allah'ın ilminde yer aldığı şekilde mümin veya kâfir olur, bu da O'nun ilminde mevcuttur. Bütün bunlar Allah'ın, neye varacağı şeklindeki akıbete dair ilminin dâhilindedir. Bunun yanında kişi bu fiili işlemeseydi akıbetinin neye varacağı hususu da O'nun ilminin dâhilinde bulunmaktadır, işte ecel de buna benzemektedir. Bu esasa bağlı olarak, Allah kişinin sıla-i rahimde bulunacağını bilmiş ve ömrünü, sıla yapmayacak olsa O'nun ilmi çerçevesinde olabileceğinden daha fazla yapmıştır.”684 Matüridi ile muarızı Ka’bi’nin arasında geçen bu fikri tartışmalardan sonra konuda geçen ayet-i kerimelerin yorumlarına bakalım. “Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah'a kolaydır.”685 Bu ayet-i kerimeyi Ka’bi, kulun tabii ömrünün dışında uzayıp kısalabileceğine, Allah’ın kul için belirlediği ömrü yaşayıp bitirmesine bazı sebeplerin engel olabileceğine dair delil getirmiştir. İmam Matüridi ise bu ayet hakkında şöyle diyor: “Sözü edilen ayet hakkında tefsir ehlinin şöyle bir yorumu vardır: Ayet kişinin ömrünün sona erişini açıklamakta ve ömründen geçen her zaman biriminin meydana getirdiği eksilmeye işaret etmektedir. Bir grup âlim de şöyle demiştir: Bu İlâhî beyan insanların uzun veya kısa tutulmuş birbirlerinden farklı ömürleri hakkında olup bilgisiz ve işlerinde mütereddit kişilerin yaptığı gibi Allah'ın birine bir ömür biçtikten sonra fikir değiştirip onu uzatması veya kısaltması manasına gelmez.”686 “Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.”687 683 Topaloğlu, a.g.e. s. 361. Topaloğlu, a.g.e. s. 362. 685 Fatır, 35/11. 686 Topaloğlu, a.g.e. s. 362. 687 Yunus, 10/ 49. 684 128 İmam Matüridi bu ayet-i kerimeyi şöyle yorumluyor: “Kâ'bî'nin iddia ettiğine göre katledilenlerin ecelleri gelmemekte, bundan önce öldürülmektedirler. Yine ona göre Allah herhangi birinin ömrünü arttırmamaktadır. Sıla-i rahim görevini yerine getirmesi sebebiyle birinin ömrünü arttırmaya nasıl muktedir olsun? O ki maktulün ömrünü filân zamana kadar sürdürme taahhüdünü yerine getirmeye güç yetirememiş, buna mukabil düşmanı buna muktedir olmuş ve O'nun işine engel teşkil etmiştir (!) Allah böyle bir nitelemeden münezzehtir.” 688 İşte bu ayet-i kerimede Ka’bi’nin bu görüşünü reddetmekte ve kulun ezelde tayin edilen ömrünün hiçbir şekilde uzayıp kısalmadığına delil teşkil etmektedir. “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tövbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir.” 689 Matüridi, Ka’bi’nin bu ayet-i kerimede geçen serbest bırakma fiilinin kulun iradesine terkedilmiş olmasıyla muhtemelen kendi tezini kanıtlamayı amaçlamış olmalıdır diyerek ayeti şöyle yorumluyor: “Bu İlâhî beyan üç şekilde anlaşılabilecek bir kelâmdır: Güçlüğün ve yasağın kaldırılması, bunun emredilmesi yahut da mubah kılınması. Bu tür alternatiflerin hepsi hayır fiillerinde mutlak ise de şer fiillerinde böyle olmayıp kayda bağlıdır: “Kul cebir ve zorlanmaya tâbi tutulmamıştır” diye, Allah Teâlâ önce yasakladıktan sonra (kayıtlar koymak suretiyle) “... Müşriklerin yolunu serbest bırakın” buyurmuştur. Bir de insanların “Allahım! Sana itaat etmek konusunda bizi güçlendir!” tarzındaki sözü övgüye lâyık görüldüğü halde “Allahım! Sana itaat etme konusunda bizi serbest bırak!” şeklindeki bir ifade övülmeye değer bulunmaz. Şu halde bu iki fiilden birinde diğerinde bulunmayan bir özelliğin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Yine, kul kendi kudretinin sona ermesi ve artık kudretsiz kalması halinde bile (Allah'ın kudretiyle) fiilin vuku bulabileceğini kabul eder. Bunun yanında böyle bir fiilin vukuu sırasında kendi fiil işleme serbestliğinin ortadan 688 689 Topaloğlu, a.g.e. s. 362. et-Tevbe, 9/ 5. 129 kalktığına da hükmetmez, o bununla güç yetirebildiği konulardaki dolaşım alanını belirlemiş olur.”690 Buraya kadarki yorumlara bakacak olursak konuyu şöyle özetlememiz mümkündür: Kelamcılar ecel konusunu genellikle ayet ve hadislere dayanarak, kaza ve kader meselesi bağlamında ele almışlardır. Maturidi Kitabü’t-Tevid’inde ecel konusunu işlerken konuyu daha ziyade Mu’tezili âlim olan Ka’bi’nin ecel hakkında: “Maktul eceli kesilmiş yani ömrünü bitirememiş kişidir, şayet öldürülmemiş olsaydı ömrünün sonuna kadar yaşayacaktı, onun katl ve ölüm olmak üzere iki eceli vardır.”Şeklindeki görüşlerine çok sert eleştiriler yönelterek kendi düşüncesini şöyle ortaya koymaktadır: Maktul kendi eceliyle ölmüştür, onun başka bir eceli yoktur. “Katl” katilin bir fiili olup onunla kaimdir, ölüm ise katilin fiili sonunda Allah Tealanın icat etmesi suretiyle ölmüş kimse ile bulunan bir şeydir. 2.6. RIZIK Sözlükte, azık, yenilen, içilen, faydalanılan şey anlamına gelen rızık, dini bir terim olarak Yüce Allah’ın canlılara, yiyip içmek ve yararlanmak üzere sağladığı her türlü imkân demektir.691 Kelam ilminde “rızık” tartışma konusu olurken bu tartışmanın odağında haram ve helal şeylerin kul için rızık olup olmadığı meselesi bulunmaktadır. Yine konunun daha iyi anlaşılması açısından Kelami mezheplerin görüşlerini kısaca hatırlamakta fayda vardır. “Mu’tezile’ye göre kulun bu dünyadaki nasibi ve rızkı, fakirlik ve zenginliği, kazanç ve kaybı tamamen kendi elinde olan bir şeydir. Bu konuda İlahi müdahale söz konusu değildir. Aksi halde İlahi adaletle çelişki oluşturacak bir görüş benimsenmiş olur. Mu’tezile’ye göre haram rızık değildir. Çünkü onlar rızkı, “Kişinin mülkiyet altında bulundurup meşru yoldan yediği şey veya kendisinden yararlanılması yasaklanmamış olan şey” diye tanımlamışlardır.”692 “Cebriyye ve Eş’ariyye’ye göre, insanların bu dünya hayatındaki rızıkları, kazanç veya kayıpları, fakirlik veya zenginlikleri önceden Allah tarafından 690 Topaloğlu, a.g.e. s. 364. Kılavuz A. Saim, a.g.e. s. 221; Karaman, Fikret,”Rızık” mad. Dini Kavramlar Sözlüğü, s. 554. 692 Kılavuz A. Saim, a.g.e. s. 222–223. 691 130 belirlenmiştir. Eş’ariler’e göre, kul her ne kadar seçme ve girişim özgürlüğüne sahip olsa da, bu seçimin, kendi rızkıyla ilgili olarak Allah’ın ezelde belirlediği şeye yakınlaşmaktan başka bir rolü yoktur. Rızkı genişletecek ve daraltacak olan Allah’tır.”693 Kitabü’t-Tevhid’de rızık konusu detaya girilmeden son derece yüzeysel olarak ele alınmıştır. Matüridi yine bu konuda da Ka’bi’nin ve Verrak’ın görüşlerini eleştirmiş onların iddialarını çürütmeye çalışmıştır. Mevzu rızık konusundan daha ziyade kudret ve irade ekseninde tartışılmıştır. Fikri ispat ve savunmalarda nakli delil olarak sadece bir ayet-i kerimeye müracaat edilmiş, konu muğlâk bir şekilde bırakılmıştır. Diğer pek çok kelami eserlerde rızık konusu işlenirken haramın rızık olup olmadığı hararetle tartışılırken burada bu mevzua hiç değinilmemiştir. Şimdi, İmam Matüridi’nin konuyu ve ilgili ayeti nasıl yorumladığına bakalım: “Cenâb-ı Hak “Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki rızkını vermek Allah'a ait olmasın”694 beyanıyla rızkı tekeffül(kefil) ettiğine göre artık rızık O'nun temlik etmesi veya yedirmesiyle elde edilebilir bir konum kazanmıştır. Şimdi; a) Tekeffül ettiği rızkı tekeffül ettiği yoldan vermesi hususunda Allah'a engel olacak biri varsa, bu durumda O'na vaadinden caymak ve tekeffül ettiği şeyi yerine getirmekten aciz olmak gibi bir nitelik gelir. Dolayısıyla Allah kendi fiilinde başkasının kudreti altında bulunan, vaadini yerine getirmeye, verdiği sözü ifa etmeye kendi dışından gelecek kudrete muhtaç olan bir konum kazanmış olur. Bu ise önemsenecek bir husustur, b) Engel olacak biri yoksa bu takdirde gerçekte başkasına ait olan bir rızıkla birinin o statü içinde rızıklandırılmış olması veya onun buna muktedir bulunması imkân dışında kalır. Eğer bu rızık konusunda kudret kulun elinde olsaydı yukarıdaki birinci şıkta anlatılan gayri münasip durum Allah'a arız olacaktı, çünkü O, başkasının malını yiyen kulun rızkını o alanda arayacağını bilememişti.” 695 693 A.g.e. , s. 221. Hud, 11/6. 695 Topaloğlu, a.g.e. s. 364. 694 131 “Kâ'bî şöyle dedi: Verrak’a rızık konusu sorulmuş, o da böylelerine şöyle cevap verilir demiştir: Kötülük yapma kudretine sahip bulunan birinin Allah'tan haşyet duyduğu için mâsiyetten korunduğu varit midir? “696 “Eğer “hayır” derlerse peygamberleri böyle bir davranışta bulunmamakla nitelemek suretiyle vebali ağır olan bir söz söylemiş olurlar. “Evet” derlerse rızık aramaya başlamadan önce Allah'tan talepte bulunmaları kendileri için gerekli olur.”697 Matüridi, Verrak’ın bu görüşüne söyle cevap veriyor: “Kudret kavramıyla sebepleri yani kul tarafından zayi edilmediği takdirde mutlaka kudrete gelip eşlik eden halleri kastetmişsen doğrudur, bütün peygamberler ve hayırlı insanlar böyleydi. Şayet fiille beraber olan kudreti kastetmişsen soruyu değiştirmiş ve şöyle diyene benzemiş olursun: Günahları işlemekte iken onları sürdürmesi konusunda Allah'tan korkan biri var mıdır? Bu tür bir sorunun ise anlamı yoktur. Bu noktada fikrî rakibin sana mukabil bir soru yöneltebilir: Peygamberlerden herhangi biri Allah'tan öğrendiği veya O'ndan alıp haber verdiği bir günahı sürdürmek konusunda İlâhî haşyet duymuş mudur? Buna vereceği cevap önceki meselenin de cevabını teşkil eder.”698 Sonuç olarak rızık konusu Kitabü’t-Tevhid’ de muğlâk ifadelerle Maturidi tarafından muarızlarının görüşlerine eleştiriler getirilerek sonlandırılmıştır. Fakat asıl kelami bir tartışma konusu olan haramın rızık kabul edilip edilmediği mevzusuna üstü kapalı bir şekilde değinilmiştir. Ehl-i sünnet genel olarak rızık konusunda “İnsanın yediği şey, ister helal olsun ister haram olsun onun rızkıdır” görüşünde iken Mu’tezile ise haramı rızıktan saymamıştır. 696 Topaloğlu, a.g.e. s. 365. Topaloğlu, a.g.e. s. 365. 698 Topaloğlu, a.g.e. s. 365 697 132 SONUÇ İslam düşünce sisteminde bilginlerin karşılaştığı herhangi dini içerikli bir problemde başvurulan en temel kaynak Kur’an olmuştur. Dini meselelere Kur’an ayetlerinden çözüm aranırken her âlim başta karşılaşılan problemin içeriği, olayları kavrama gücü, bilgi donanımı, akli ve zihni yetkinliği, içerisinde yaşadığı çevrenin sosyal ve kültürel yapısı, coğrafi konum olarak siyasi otoriteye yakınlığı ve uzaklığı nispetinde çözüm bulmaya çalışmıştır. Bir grup âlim Kur’an ayetlerini yoruma tabi tutmadan olduğu gibi lâfzî manalarıyla olaylara hamlederken, bazıları tamamen aklı ön plana çıkararak ayetleri aklın öncülüğünde yoruma tabi tutmuşlardır. Bir başka grup da akılla nakli bağdaştırarak aklın kavrayabildiği ölçüde yoruma tabi tutmuşlar, gerektiğinde ise ayetlerde geçen bazı kavramların ve olayların mahiyetinin duyulur âlemdeki imkân ve kabiliyetle anlaşılmasının mümkün olamayacağı fikrini savunmuşlardır. Bu son grup içerisinde ve Ebu Hanife’nin akılla nakli dengeleyen çizgisinde, münazaralarında Kitap ve Sünnete bağlı, anlayışlarında Ashab ve Tabiin yolu olan Selef metoduna yakın, Ehl-i sünnet kelamının en önemli temsilcilerinden olan Ebu Mansur Matüridi yer almaktadır. Matüridi Kitabü’t-Tevhid’de işlediği konuları sadece akli yoruma tabi tutmamış, akılla birlikte nakli de sistematik bir şekilde kullanmıştır. “Âlemin yaratılmışlığı ve Allah’ın varlığı” konusunda cevherlerin yaratılmışlığına bilgi edinme kaynaklarının (Duyu organları, Haberi sadık, Akıl) delil teşkil ettiğini ifade ederek haberi sadık bağlamında âlemin yaratılmışlığını ifade eden birçok itikadi ayeti delil olarak kullanmıştır. Bu konuda kullandığı ayetleri lâfzî manasıyla yoruma tabi tutmuştur. Cisimlerin görünüm ve özelliklerinin (araz veya sıfat) isimlendirilmesi meselesinde delil olarak kullandığı Enfal (8/67) ve Tevbe (9/42) surelerindeki “araz” ifadesiyle cisimlerin kendi varlıklarının kastedildiği şeklinde yoruma tabi tutmaktadır. Matüridi “Allah’ın Varlığı ve Birliği” konusunda kullandığı ayet-i kerimeleri hiçbir zorlama yoruma gitmeden lâfzî manalarıyla yorumlamaktadır. Matüridi “Teşbihin Nefyi” meselesinde Müşebbihe mensuplarının görüşlerine karşı nakli delil olarak ileri sürdüğü Şûrâ (42/11) suresindeki “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.” ayetini Allah’ın birliğiyle, benzerinin, rakibinin ve denginin olmayışıyla, surekliliğiyle yorumlamaktadır. 133 Matüridi “Allah’a Şey Kavramının Nispet Edilmesi” hususunda fazlaca ayet kullanmamış, Allah’a şey denilebileceği yönündeki görüşünü iki ayetle desteklemiş ve ayetleri kastettikleri manalarıyla yorumlamıştır. İmam Matüridi “Allah’ın Sıfat ve İsimleri” meselesinde özellikle Tekvin ve Kelam sıfatları konusunda Mu’tezili âlimlerin görüşlerine çok ağır eleştiriler getirmiş, “Tekvin” sıfatının en kolay anlatımının Yasin suresindeki (36/82) “kün” emriyle olabileceğini savunmuştur. Ayeti yorumlarken Tekvin sıfatının mahiyetinin insan idrakinin fevkinde olduğunu ifade ederek zorlama yorumlardan kaçınmıştır. Matüridi’nin kelam konusunda çok sert eleştiriler yönelttiği Mu’tezili bir âlim olan Ka’bi bazı ayetlerde Allah’a nispet edilen “gelmek” kavramını lâfzî manasıyla yorumlayarak bundan kelam sıfatının hadis olduğu fikrini savunmuştur. Matüridi ise, ayette geçen bu ve buna benzer kavramların yaratıklar için kullanılan anlamlarıyla değil ulûhiyete yaraşır bir manaya yorumlanması gerektiği fikriyle karşı çıkmıştır. Matüridi kelam sıfatının da diğer ilahi sıfatlar gibi kadim olduğu görüşünü savunmuş ve bu konuda da birçok nakli delil ileri sürmüştür. “Allah’ın arşa istiva etmesi” konusunda bazı âlimler Kur’an’da arşla alakalı ayet-i kerimeleri zahiri manada anlayarak Allah’ı mekân tutmakla nitelendirmişlerdir. Söz konusu âlimler “Sonra arşa istiva etti” ayetini farklı yorumlayıp Allah’ın arşta bulunmuyorken bilahare orada mekân tuttuğu fikrini savunmuşlardır. Matüridi bu görüşlere karşı çıkarak ayetlerde bazı nesnelerin Allah’a ve Allah’ın da nesnelere nispeti, kendisini yücelik ve yükseklikle niteleme, aynı şekilde O’na tazim ve aşkınlık izafe etme, Allah’a izafe edilen nesnelerin O’nun katında ayrıcalıklı bir konuma gelmeleri manasında yorumlanması gerektiği fikrini savunmuştur. Dolayısıyla Matüridi konuyla ilgili ayetleri zahiri manalarının dışında farklı bir yoruma tabi tutmuştur. İmam Matüridi “Nübüvvetin İspatı” konusundaki eleştirilerini, nübüvvet müessesesini inkâr eden ve bu müesseseyi gerekli görmeyen fikirlere karşı sert bir şekilde yapmıştır. Kitabü’t-Tevhid’de konuyu işlerken nakli delillere hiç başvurmamış, fikirlerini akli delillerle ispat etmeye çalışmıştır. Matüridi, Hz. Muhammed (s.a.v) ‘in nübüvvetinin ispatı konusundaki görüşünü hem akli hem nakli delillerle savunmuştur. Bu konuda çok fazla ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiş ve onları lâfzî manada yorumlamıştır. Hz. Peygamber’in fiziki ve psikolojik yapısının 134 bizzat peygamberliğine delil teşkil ettiğini ve aynı zamanda hissi mucizelerinin de bunu kanıtladığını ifade etmiştir. Allah’ın görülmesi meselesinde Matüridi, bunun gerekli ve hak olduğunu ancak bu rü’yetin idraksiz ve ihatasız olacağını savunmuştur. Karşıt görüşte olanları eleştirmiş, onların fikirlerinin tutarsızlığını akli ve nakli delillerle ispat etmeye çalışmıştır. Nakli delil olarak ileri sürdüğü “Gözler O’nu göremez, fakat O, gözleri görür.” (En’am 6/103) “Rabbim! Bana kendini göster de seni göreyim.” (A’raf) ayeti kerimelerini Allah’ın görülebileceğinin delili olarak yorumlamıştır. Matüridi, eğer rü’yet mümkün olmasaydı gözle idrakin nefyedilmesinin bir hikmetinin kalmayacağını, Hz. Musa’nın da Allah’ı görme isteğinin Rabbini bilmeyişi anlamına geleceğini iddia etmiştir. Bunun ise bir peygamber için asla söz konusu olamayacağı yorumunda bulunmuştur. Matüridi, “Günahların Dindeki Konumu ve Günah İşleyenlerin Durumu” meselesinde âlimlerin bu konu hakkındaki farklı görüşlerini zikrettikten sonra küçük veya büyük günah işleyenlerin küfür ve şirkle nitelendirilemeyeceğini iddia etmiştir. Allah’ın, Peygamber’ine hem kendisi için hem de müminler için istiğfarda bulunması emrini nakli delil olarak getirmiş, şayet bazı âlimlerin iddia ettikleri gibi günahkâr müminler küfür veya şirkle nitelenmiş olsaydı Allah, Peygamber’ine böyle bir şeyi emretmezdi yorumunu yapmıştır. Matüridi bu konuyu daha birçok ayet-i kerimeyle izah etmeye çalışmış ve bu ayetleri kendi görüşünü destekler mahiyette yorumlamıştır. “Büyük Günah ve Şefaat” konusunda Matüridi bazı âlimlerin görüşlerini ve delillerini açıkladıktan sonra onları eleştirmiş, nakli delil olarak getirdikleri ayetler için yapmış oldukları yorumları isabetsiz bulmuştur. Matüridi şefaatin günahkâr müminler için söz konusu olacağını bunun ise Kur’an’ın birçok ayetiyle sabit olduğunu savunmuş ve bu ayetleri konu bağlamında yorumlamıştır. Matüridi, “Kulların Fiilleri ve Faillerinin Belirlenmesi” meselesindeki görüşlerini Kur’an ayetlerine dayandırmış ve ayetlerde fiillerin hem Allah’a hem de kullara nispet edilişini şöyle açıklamıştır: “Fiiller, mahiyetleri itibariyle Allah tarafından yaratılmaları ve bir zamanlar yokken O’nun tarafından icat edilmeleri açısından Allah’a, kesbedilmeleri ve işlenmeleri açısından insanlara aittir.” 135 Kitabü’t-Tevhid’de “Ecel” konusu Matüridi ile Mu’tezili bir âlim olan Ka’bi’nin görüş ve yorumları etrafında şekillenmiştir. Matüridi; Ka’bi’nin “Katil, maktulü eceli geldiği için öldürmüş olsaydı sorumlu tutulup cezalandırılmaması gerekirdi.” görüşüne çok sert çıkmış maktulün de eceli ile öldüğünü savunmuştur. Matüridi bu görüşünü “Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler” (Yunus 10/49) ayetiyle delillendirmiş ve karşıt fikirlere karşı savunmuştur. Matüridi “rızık” konusunda da Ka’bi ile fikri bir mücadele içerisine girmiş mesele rızık konusundan daha çok kudret kavramı etrafında şekillenmiştir. Matüridi, “Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki rızkını vermek Allah’a ait olmasın” ayeti kerimesiyle rızık konusundaki düşüncesini Ka’bi’ye karşı savunmuştur. 136 KAYNAKÇA Kur’an- Kerim Ankara 2001. Aydın Ömer, Türk Kelam Bilginleri, İstanbul,2004 s.21. Bakillani, et-Temhid, Beyrut 1957, s. 332–334. Bilmen Ömer Nasuhi, Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Basım ve Yayınevi, İstanbul, Tarih yok, c. 2, s. 1030. Can Mustafa, Matüridi’de Nübüvvet Anlayışı, M.Ü. Sos. Bil. Enst. İstanbul 1997. (Doktora tezi, Basılmamış) Çanga Mahmut, Kur’an-ı Kerim Lügati, Timaş Yayınları, İstanbul 2010, s. 47. Çelebi Kâtip, Keşfü’z-zunun an esmai’l kütüb ve’l fünun, Beyrut-Lübnan, C.II, s. 1406. el- Bakillani, Ebu Bekr Muhammed b. Tayyib, Temhidü’l eva’il ve tenhisü’d – dela’i Beyrut 1987. el- Ûşi Sirâceddin Ali b. Osman, Emâli Şerhi, Tercüm, Bekir Topaloğlu, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay. , İstanbul, 2008,s. 35. el- Ûşi Sirâceddin Ali b. Osman, Emali Şerhi, Tercüme, Şahver Çelikoğlu, Marifet Yayınları, İstanbul,2007,s.300. el-İsfahani Rağib, Müfredat, Mütercimler, Abdulbaki Güneş, Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2010, s. 402. el-Kasımi Cemalettin, Tarihu’l –Cehmiyye ve’l-Mu’tezile, Müessesetu’r Risale, Beyrut 1981,s.19. En- Nesefi Ömer, Metn-i Akâid-i Nesefi, Tercüme, Bekir Sırmabıyıkoğlu. Yasin Yayınevi, İstanbul–2004,s.16. Esen Muammer, Sistematik Kelam, Ankara Üniversitesi, Uzaktan Eğitin Yayınları, Ank. 2006,Ünite 2, s. 31. Es-Sabuni Muhammed Ali, Saffetü’t – Tefasir, Beyrut – Lübnan, 2010, c.I, s.383. Es-Sabuni Nureddin, Maturidiyye Akaidi, Grup Mat. AŞ. Ankara 2005 Eş’ari, el-İbane an Usuli’d-Diyane, Beyrut (Trsz), s.53–54–59; 137 Et- Taberi Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri. Tercüme Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yayınevi, İstanbul, 1996. s.113. Et- Temimi Muhammed b.halife b. Ali, Makâletü’l –ta’til ve’l-Ca’d b. Dirhem, Riyad 1997,s.16–17. Fığlalı E. Ruhi, “Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri” Selçuk Yayınları, Ank. 1996, s. 76. Gölcük Şerafettin, Toprak Süleyman, Kelam, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya 1988, s. 236; Huleyf Fetullah, “Ebu Mansur Matüridi Hayatı ve Eserleri”, Tercüme, Mustafa Öz, Diyanet İlmi Dergisi. C. 13 (1974), sayı 5, s. 316–319. Işık Kemal, Matüridi’nin Kelam Sisteminde İman Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Fütüvvet Yayınları, Ankara 1980. s. 131. İbn Kudame, Lüm’atü’l-i’tikad, (giriş) nşr. Bekir Topaloğlu, Damla Yayınevi, İstanbul 1981, s. 15. İbn Manzur, Lisanu’l Arab, “ecel” mad. Beyrut 1955. İbn-i Manzur ebu’l Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanü’l Arab, Resül Mad. I. Baskı, Mısır 1300/1882, c.XIII, s.301–303. İlmihal, Heyet, Divantaş Yay. Ankara, 2004. İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, Hazırlayan, Sabri Hizmetli, Ank. 1985, s.67. Kadı Abdulcebbar, el-Muğni fi ebvabi’t-Tevhid, tahkik, Mahmut Muhammed Kasım, Kahire 1962,s. 34. Kadı Abdulcebbar, Şerhu Usuli’l Hamse, Kahire 1988. s. 780–7803 Kılavuz A. Saim, Ana Hatlarıyla İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, Ensar neş. İstanbul, 2010.s.89. Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yayınları, Ank. 2007, s. 370. Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsiri, DİB Yayınları, Ank. 2006, c.1,s. 8. Mâtüridi Ebu Mansur İmam Muhammed, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, Bekir Topaloğlu, İSAM Yay. Ankara, 2005 MEB İslam Ansiklopedisi, cilt.12/1,İstanbul,1979,s.193. Nesefi Ebu’l Muin Tabsiratü’l edille fi usûli’d- din, DİB, Ankara,1993. Öğük Emine, Maturidi’nin Düşünce Sisteminde Şer-Hikmet ilişkisi, Doktora tezi, İstanbul 2007,s.49. 138 Özbek Durmuş, Teftazani ve Nübüvvet Görüşü, Sebat Ofset, Konya 2002, s. 97. Özdemir Metin, İslam Kelamında Kötülük Problemi , (Doktora tezi), Ankara 1998, s.207. Özdeş Talip, Maturidi’nin Fikhi Yönü ve Metodu Üzerine Bazı Değerlendirmeler, Cumhuriyet Ü. İlah. Fak. Dergisi, sayı 2, Sivas, 1998, s.344. Özdeş, Talip İmam Maturidi’nin Te’vilatu Ehli’s-Sünne Adlı Eserinin Tefsir Metodolojisi Açısından Tahlil ve Tanıtımı, Doktora tezi, Kayseri, 1997,s. 70. Özervarlı Sait, Kelâmda Yenilik Arayışları, İSAM Yay. İstanbul, 1998. Paçacı Mehmet ve Gözeler Esra, Kur’an ve Hadis İlimleri, Ankara Üniversitesi Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, neşr. Muhammed b. Fetullah Bedran, Kahire.1953, c.1,s. 86–87. Taftazânî, Şerhu’l Akâid, Haşiyetü’l Kestelli, Fazilet Neşriyat, İstanbul, s. 46,47. Topaloğlu Bekir, İslam Kelamcılarına ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı, DİB. Topaloğlu Bekir, İslam’da İnanç Esasları, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2008, s. 132. Turhan Kasım, Kelam ve Felsefe Açısından İnsan Fiilleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, II. Baskı, İstanbul 2003, s. 33. Uzaktan Eğitim Yayınları, Ünite 1. Ank. 2007, s.5. Yazıcıoğlu M. Sait, “Matüridi Kelam Ekolünün İki Büyük Siması: Ebu Mansur elMatüridi ve Ebu’l- Muin en Nesefi”, AÜİFD, C. 27,s. 286–289. Yeprem M. Saim, “Matüridi’nin Akide Risalesi ve Şerhi” İstanbul, 2000, s.66–67. Yörükan Y. Z. İslam Akaidine Dair Eski Metinler, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,1953,s.13. Yüksel Emrullah, Sistematik Kelam, İz Yayıncılık, İstanbul 2005, s. 240.