Yeni Medyada Yayıncılık Uygulamaları Sunu 1 Dökümanı

advertisement
Yeni Medyada Yayıncılık Uygulamaları Sunu 1 Dökümanı
Teknoloji
Teknoloji (technology) kelimesi Yunanca sanat, el yapımı, zanaat anlamındaki techne kelimesi
ile bir şeyi bilmek ve üzerine çalışmak anlamındaki logia kelimesinin bileşiminden
oluşmaktadır.Esas itibariyle teknoloji kavramının en yaygın kullanımı insan yapımı, doğal
olmayan her türlü nesneyi içine alacak kadar geniştir. Teknoloji kavramı, bir ürünün tüm üretim
aşamalarını beşeri boyutlarıyla birlikte içine alan anlamda; know-how ve yöntem anlamlarında;
sadece belli fiziki yapısı olan bir donanımın üretimi değil onun kullanımını da içeren anlamda
kullanılabilir. İç içe geçen farklı kullanımları olsa da özünde, teknoloji, insanın doğayı kendi
istek ve arzuları doğrultusunda dönüştürmesi sürecidir.
Teknolojiyi, süreç olarak kavramak son derece önemlidir. Çünkü teknoloji pek çok insanın
düşünme eğiliminde olduğu üzere, bilgisayarlar, yazılımlar, uçaklar, ilaçlar, mikrodalga fırınlar
vb gibi dokunulabilir insan yapımı nesnelerden daha fazla bir şeydir. Teknoloji, teknolojik
araçların tasarımı, üretimi, işletimi ve tamiri için gereken altyapının tümüdür. Araştırma
geliştirmenin yapıldığı üniversiteler ve şirketlerden, üretimin gerçekleştirildiği fabrikalara ve
bakım tesislerine dek her şeyi teknoloji denilen süreçle birlikte düşünmek gerekir. Teknolojik
araçların yaratımı ve işletimi için gereken tüm bilgi ve süreçler – mühendislik bilgisi, üretim
uzmanlığı ve pek çok teknik yetenek – teknolojinin birbiriyle aynı öneme sahip parçalarıdır.
Teknoloji günümüzde, doğa bilimleri, bilim ve mühendisliğin ürünüdür. Bilim, zaman içerisinde
biriken bir bilgi toplamı ve aynı zamanda doğaya dair bilgi üreten bir süreç bilimsel araştırma
sürecidir. Mühendislik de, bir bilgi toplamını bu kez insan yapımı ürünlerin tasarım ve yaratımına
dair bilgi ve sorunları çözme sürecini içerir. Mühendislik aynı zamanda “engeller altında tasarım”
olarak da adlandırılabilir ki, doğa yasaları yani bilim, mühendislerin hesaba katmak zorunda
oldukları pek çok sınırlayıcı etkenden biridir. Diğer sınırlandırıcı etkenler ise maliyet,
güvenilirlik, emniyet, çevresel etkiler, kullanım kolaylığı, insani ve maddi kaynaklara uygunluk,
üretilebilirlik, hükümet düzenlemeleri, yasalar ve hatta politikadır.
Teknolojinin günümüzde doğa bilimleri, bilim ve mühendisliğin ürünü olduğunu ifade ettik. Bu
ifadede zamansal olarak günümüzü vurgulamamızın nedeni, teknolojinin bir süreç olarak son
birkaç yüzyılda geçirdiği hızlı değişimdir. Gerçekten de kavrayabildiğimiz teknoloji düşüncesi
göreli olarak yenidir. Teknoloji tarihine bakıldığında teknoloji ile bilim arasındaki ilişkinin
endüstri devriminden sonra hızlı bir gelişme gösterdiğini görülebilir.
Teknoloji tarihi içerisinde sıkça karşımıza çıkan mucitler, genellikle kuramsal bilgiye
dayanmadan, becerilerini sezgileri ile bütünleştirerek, teknolojik yenilik diyebileceğimiz
üretimlerde bulunmuşlardır. Endüstri devrimi sonrasında ise teknoloji, bir zanaatkârın
bilebileceğinden çok daha geniş bir bilgi birikimine dayalı hale geldi ve buna bağlı olarak yeni
teknolojilerin geliştirilmesi, üretilmesi ve işletilmesi için büyük çaplı örgütlenmeler gerekti.
Endüstri devrimi, üretimin mekanizasyonu, giderek karmaşıklaşan fabrika düzeni, üretilen ürün
1 miktarındaki artış ve bu artışa bağlı olarak oluşturulan küresel piyasa ile nitelenebilir. Endüstri
devriminin bir sonucu olarak toplumsal yaşamın ekonomik, politik ve teknolojik olarak sonraki
200 yıl içerisinde hemen hemen dünyanın her yerinde büyük bir dönüşüm geçirdiği kabul
edilmektedir.
Teknoloji sıkça yenilik kavramı ile ilişkilendirilir. Ancak bu yeniliğin fark yaratan bir yenilik
olması esas alınmakta ve günümüzde inovasyon olarak kavramsallaştırılmaktadır. İnovasyon,
Latince bir kelimedir ve kaynaklara göre innovatus’tan türetilmiştir. “Toplumsal, kültürel ve idari
ortamda yeni yöntemlerin kullanılmaya başlanması” anlamına gelmektedir. En basit tanımıyla,
bir ürün ve hizmete katma değer kazandıran fikirlerin geliştirilmesi ve bu fikirlerin hayata
geçirilerek uygulanması şeklinde tanımlanan inovasyon, bir başka deyişle bir fikrin pazarlanabilir
bir ürün veya hizmete, yeni veya geliştirilmiş bir üretim süreci veya dağıtım yöntemine
dönüşümünü kapsamaktadır.
Teknoloji Yaklaşımlar
Teknolojik determinizm toplumsal değişimin doğasına ilişkin, son derece yaygın bir görüştür. Bu
görüş çerçevesinde toplumsal yaşamın tüm alanlarındaki ekonomik ve politik değişimler,
teknoloji ve teknolojik gelişmelerle açıklanmaktadır. Teknolojik determinist yaklaşıma göre,
teknolojinin bağımsız bir hareket tarzı vardır ve bu da ona bütün toplumsal etkinlikleri belirleme
gücünü verir. Bu belirleme gücünün etkisi ekonomiden, politikaya, devletten gündelik yaşama
dek tüm ilişki ve kurumları kapsamaktadır. Bu yaklaşımın içinde, iyimser ve kötümser olarak iki
farklı görüş tespit etmek mümkündür. İyimser olan teknolojinin toplumun önüne zorunlu bir
değişim hattı çizdiğini, bu değişim hattı izlendiğinde her zaman belirgin bir ilerlemenin
gerçekleşeceğini, bu ilerlemenin maddi, toplumsal, kültürel yaşamın iyileşmesine katkıda
bulunacağını iddia etmektedir. Teknolojinin herşeyi belirlediği ve “tek tipleştirdiği” yolundaki
görüş ise, geleceğe dair kötümser beklentiler, eleştirel ögeler içermekte ve teknoloji karşıtı bir
konuma yerleşmektedir. Ancak temelde, her iki görüş de, teknolojinin belirleyiciliğini öne
sürmektedir. Teknolojik determinizmde, yeni teknolojiler bir araştırma ve geliştirme sürecinin
içsel bir sonucu olarak keşfedilirler, tarafsızdırlar ve topluma dışarıdan müdahale ederler. Yeni
teknolojileri üreten bilim insanları ve teknisyenler de bulundukları toplumsal ortamdan bağımsız
ve belli grupların çıkarlarının üstünde kabul edilirler.
İkinci yaklaşım teknolojinin bir değişim sürecinin ürünü olarak erişilebilir olduğunu, ancak bu
sürecin toplum ya da ekonomi tarafından belirlendiğini iddia etmektedir. Bu yaklaşımı da
toplumsal ya da ekonomik determinizm olarak isimlendirmek mümkündür. Bu yaklaşımın
daha uç versiyonlarında toplumsal değişimin teknolojik gelişmeye değil, başka nedensel
faktörlere dayandığı, teknolojinin bu belirlenmiş toplumsal sürecin yan ürünü olduğu
vurgulanmaktadır.
Böylece teknoloji, belirlenen ya da niyet edilen toplumsal sürecin zaten içerdiği amaçlar için
kullanıldığında etkili bir konum elde etmektedir. Raymond Williams bu bakış açısını
“semptomatik teknoloji” yaklaşımı olarak adlandırır. Bu yaklaşımda yeni teknoloji toplumsal
2 gelişmenin belli bir aşamasında gerekli hale gelmektedir. Örneğin, Edison’un ampulü keşfetmesi
daha büyük ölçekli bir toplumsal gelişmenin sonucudur. Ancak Williams’a gore semptomatik
teknoloji yaklaşımı, kompleks ve doğrusal olmayan bir yaklaşım olsa da, tıpkı teknolojik
determinizm gibi yeni teknolojileri teknolojinin ortaya çıkışına kaynaklık eden araştırma
geliştirme süreçlerinin içsel sonuçları olarak kabul etmektedir.
Teknolojik determinizm ve semptomatik teknoloji yaklaşımları teknolojinin toplumdan
yalıtılmasına dayanmaktadır. İkisinde de ya yeni yaşam biçimleri oluşturan ya da onlara hizmet
eden bir güç kendiliğinden işlemektedir. Willams işte bu kendiliğinden işleyen ve belirleyen güç
yaklaşımına karşı dikkatli olmak gerektiğini öne sürer ve semptomatik teknoloji yaklaşımını da
içine alacak şekilde tüm determinist yaklaşımları eleştirir. Williams, tüm biçimleriyle teknolojik
determinizmin reddedilmesi gerektiğini ancak, belirlenmiş teknoloji fikrinin de onun yerini
almaması gerektiğini savunur. Çünkü belirlenmiş teknoloji fikri belirleyen teknoloji fikrinin
insani unsurun tek yollu bir şekilde öne çıkarıldığı bir uyarlamasıdır. Determinasyon gerçek bir
sosyal süreç olsa da tümüyle denetleyeci ve şekillendirici değildir. Williams’a göre “tersine,
determinasyon gerçeği, değişken sosyal uygulamaları derinden etkileyen, fakat asla zorunlulukla
tümüyle denetlemeyen sınırların kurulmasına ve baskı uygulamasına dayanır”. Aslında, güç ya da
kapital dağılımı, sosyal yada fiziksel miras grupları arasındaki genişlik ve büyüklük ilişkileri ve
bunların tarihsel bağlamları düşünülmeden insan ve teknoloji arasındaki karşılıklı belirlenim
ilişkisi tam anlaşılamaz.
Teknoloji ve toplum ilişkisini açıklamaya çalışan yaklaşımlar özellikle 1970’ler ve 1980’lerde
gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Bunlardan biri teknolojinin sosyal inşası (Social Construction of
Technology – SCOT) olarak adlandırılan yaklaşımdır. Aslında teknolojik determinist yaklaşıma
karşı geliştirilmeye çalışılan bu yaklaşım bir başka yaklaşımla, göreceliliğin empirik programı
(The Empirical Programme of Relativism – EPOR) yaklaşımı ile ilgilidir ve bu yaklaşımın güçlü
ve eksik yönlerini taşımaktadır. EPOR yaklaşımına göre bilimsel bulgularla ilgili üç aşama
vardır. Birincisi yorumsamacı esneklik (interpretive flexibility) aşamasıdır. Bu aşama doğal
dünyaya dahil olan bilimsel buluşları sosyal dünyaya taşır. İkinci aşamada ortaya çıkan bilimsel
bulgu ve buluşlar sosyal mekanizmalar aracılığıyla işlenir ve sınırsız gibi görünen yorumsamacı
esnekliği azaltır. Üçüncü aşamada ise sosyal mekanizmalar bilimsel bulgu ve buluşları belli bir
biçimde kapatarak (closure mechanisms) toplumsal ihtiyaçlara uyarlar. SCOT yaklaşımı da bu
teorik çerçeveyi teknolojik gelişmelere uyarlamaya çalışır. Bisiklet örneği üzerinden giden
çalışmacılar bisikletin 19. yüzyılın son çeyreğinde bugünkü yapısına yakın biçimde ortaya
çıktığında farklı sosyal gruplar için estetik, teknik vb. anlamda farklı-alternatif anlamları ve
yapısı olduğunu vurgular. Bu alternatif yorumlar zaman içinde çözümlenecek problemler olarak
ortaya çıktılar. Kullanıcı ve üreticilerin kendi aralarındaki ilişkilerle zaman içinde yorum
esnekliği azaldı ve bisikletin yapım ve kullanımına dair belli bir yaygın yapıya ulaşıldı, yani
yorumlar üzerinde kapanma oldu.
Teknolojik determinist (belirlenimci) yaklaşıma bir cevap niteliğinde olan yaklaşım sosyal
gruplar ve teknolojik ürün ilişkisini belli bir yorum esnekliği ve esnekliğin azalması sürecine
bağlaması açısından başarılıdır. Bu yaklaşıma göre teknoloji toplumsal olarak inşa edilmiştir yani
teknoloji her zaman toplumsal bilgi, uygulamalar ve ürünlerin bir biçimidir. Ancak, ortaya çıkan
teknolojik ürünün daha geniş sosyopolitik ortamla ilişkisi üzerine herhangi bir tartışma içermez.
3 Örneğin, süreci işletecek olan grupların, yani ortaya çıkan teknolojik ürün ile (social artifact)
ilgili sosyal grupların belirlenmesinde ve kendi aralarındaki ilişkilerde analize çalışmacılar
tarafından iktidar ve ekonomik güç dahil edilse de bu dahlin nasıl olacağı tartışılmaz.Yani bu
yaklaşım daha ziyade belli bir teknolojik ürünün nasıl ortaya çıktığı ve belli bir biçimi nasıl aldığı
üzerine bir analiz gerçekleştirir ancak sürecin sosyoekonomik ve politik sonuçları üzerinde
durmaz. Ayrıca, sürece katılan sosyal grupları inceler ama sürece katılamayan sosyal grupları
gözardı eder. Yani iktidar ve ekonomik güç kavramından bahseder ama bu sebeplerle belli bir
teknolojinin toplumsallaşmasında ya da belli bir fiziki biçim kazanmasında söz sahibi
olamayanlarla ilgili bir şey söylemez. Bu çerçevede eleştirel bir yaklaşım olmasına rağmen
SCOT yaklaşımı ahlaki ve politik bir pozisyon almakta çekimser davranır. Sonuçta bu yaklaşım
sosyal öğeleri işin içine katar ama teknolojinin içinde belirdiği ve etkilediği daha geniş yapı
üzerine söz söylemez.
Teknolojik yapıntıların nasıl şekilleneceğine dair bir yaklaşım da teknolojinin sosyal şekillenmesi
(Social Shaping of Technology – SST) yaklaşımıdır. SST yaklaşımı hem teknolojik hem de
sosyal belirlenimin ötesine geçmeye çalışır ve bu anlamda benzer çalışmaları da kapsamaya
çalışır. SCOT yaklaşımını da bazı açılardan kusurlu bulan SST’yi savunan araştırmacılar
özellikle ekonomik ve politik olanla sosyal olan arasındaki ilişkiden yola çıkarak bir teknoloji ve
toplum ilişkisi kurarlar. Seçimler (choices) -bilinçli seçimler olmak zorunda değil- bu yaklaşım
için merkezi önemdedir. SST’ye göre eğer teknoloji belirlenen bir fenomen değilse o zaman bir
yenilik ortaya çıktığında onun uygulanmasına ilişkin farklı yollar vardır. Bu farklı uygulama
yollarından hangisinin veya hangilerinin hayata geçeceği öncelikle teknolojinin müzakere
edilebilirliği (negotiability of technology) ile ilgilidir. Yani teknolojiyi şekillendirme gücüne
sahip farklı gruplar arasındaki müzakere çok önemlidir. Ayrıca, müzakere edilebilirliğin
sınırlarını belirleyen geriçevrilemezlik (irreversibility) de önemli bir unsurdur. Buna göre
teknolojik yeniliğin yapısı ve o teknolojik yenilikle ilgili daha önce yapılan seçimler müzakere
edilebilirlikde bir sınırlılık yaratır. Belli bir noktada da müzakere süreci sonucunda teknolojide
bir stabilite (sabitlik) ortaya çıkar. Buna esnekliğin kapanması (closure) da denebilir.
Bu açılardan SCOT yaklaşımı ile benzerlikler gösterse de SST’nin savunucuları seçimler kavramı
ve özellikle stabilitenin oluşması ve teknolojinin müzakere edilebilirliğinde daha geniş çerçevede
sosyal ve ekonomik yapıları işin içine sokmaları anlamında farklıdır. SST teknolojiyi belirleyen
süreçler arasında daha yakın ve karşılıklı ilişkiye ve etkileşime vurgu yapar. Hatta pek çok SST
araştırmacısının bilim ve teknolojiyi özgürleştirmek, toplumun üzerinde olmayan bir sosyal
aktivite olarak bilimi kurumsallaştırmak gibi bir amacı da vardır. Dahası daha eleştirel bir duruşla
SST yaklaşımı başından daha demokratik bir teknoloji politikası süreci inşa etme amacı taşır. Bu
açıdan bakılınca teknoloji, ancak varolan iktidar ilişkileri, ekonomik ve toplumsal ilişkiler, ulusal
ve uluslararası siyasi koşullar, gerilimler ve kültürel formlar içerisinde değerlendirilebilir.
Yine de SST yaklaşımı içinde birçok farklı araştırmacı ve araştırma geleniğini barındıran geniş
bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmakta ve tam da bundan kaynaklanan gerilimleri için de
barındırmaktadır. İlk olarak SST’ye dahil edilebilecek çalışmacılar kendi akademik
geçmişlerinden kaynaklanan farklı çalışma seviyeleri seçmektedirler. Macro seviyede çalışanlar
daha çok neo-marksistler ve feminist çalışmacılarken, micro seviyedekiler daha çok
etnometodoloji ve aktör-ağ yaklaşımından gelenlerdir. Doğaldır ki bu çalışma alanları arasında
4 epistemolojik (bilgi-kuramsal) ve metodolojik (yöntemsel) birçok temel farklılık vardır. Bu da
SST yaklaşımının kapsayıcılığını belirsiz hale getirmekte ve daha önemlisi SST yaklaşımının
soyut bir şekilde yukarıda tanımlanan ayırıcı özelliklerinin ampirik alana nasıl çekileceği yani
somut durumlara nasıl uygulanacağını belirsiz hale getirmektedir. Doğaldır ki teknoloji ve
toplum gibi temel öğelere nasıl yaklaşılacağı konusunda anlaşmazlık olursa somut durumlarda
farklı ve tutarsız sonuçlara ulaşılır. Bu durumda SST yaklaşımının temel çıkış noktası olan
belirlenimci olmama amacını belirsiz hale getirebilir.
İletişim Teknolojilerinin Gelişimi
Uzak mesafelere haber ve enformasyon iletme ihtiyacı tüm toplumlar açısından geçerli bir sorun
olmuş ve farklı tarihsel dönemlerde farklı yöntemler kullanılarak bu sorun çözülmeye
çalışılmıştır. MÖ 490 yılında yılında Maraton ismli bir kasabada gerçekleşen bir savaşın
sonucunu 40 km koşarak Atinaya ulaştıran ve ölen askerin trajik öyküsü, önemli haberlerin daha
çabuk ve daha tehlikesiz bir biçimde iletilebilmesinin farklı yollarının aranmasına neden
olmuştur.
Örnek olarak birbirini gören yerlerde yerleştirilen postacılar kol hareketleri ile bir ağ oluşturarak
uzak mesafelere enformasyonu iletirken birbirini görme konusunda problemli olan coğrafya yada
ormanlık alanların olduğu yerlerde ise davul, duman gibi teknolojiler ile uzak mesafe iletişimi
sağlanmaya çalışılmıştır. Örnek olarak Romalıların duman telgrafı ağı ile 4500 kilometre
uzaklığa kadar haber iletebildikleri, askeri amaçlarla kurulmuş birbirini görecek mesafede
yüzlerce kuleden oluşan bir ağları mevcuttu. Yine eski Yunan ve Roma imparatorluklarının,
meşale sinyallerini kullanarak oluşturulmuş örgütlü bir uzak iletişim ağına sahip oldukları
bilinmektedir. Sadece geceleri kullanılabilen bu iletişim ağında, tepelerin üstüne kurulmuş
bulunan alıcı ve verici istasyonlarda, her birinin kendi mazgalı olan meşaleler ile üretilen
sinyaller, alıcılar tarafından çözülerek vericiler tarafından bir sonraki istasyona iletilir. Bu uzak
mesafe iletişim ağlarının en büyük sorunu ise daha çok görsel sinyaller kullanarak
oluşturulmasından kaynaklı sinyal kaybı ve yanlış mesaj iletilebilmesiydi.
Anlık olarak enformasyonun iletilmesi konusunda Amerikalı olan Joseph Henry (1797-1878)
Sturgeon’un bulduğu elektromıknatısı önemli bir rol oynamıştır. Bir elektromıknatıs kullanılarak,
elektrik sinyalleri ile 1 mil uzunluğundaki telin ucundaki zilin çaldırılması, elektrikli telgrafın da
ortaya çıkışını müjdelemekteydi.
1835’de Samuel Morse, New York Üniversitesinde yaptığı çalışma ile elektrik sinyallerinin bir
kablo boyunca taşınabileceğini ispatlamış ve Morse alfabesini geliştirerek bu sinyalleri anlamlı
hale getirmiştir. Bir sonraki adım ise bu anlamlı sinyallerin kağıda dökülmesini sağlamıştır. Bu
sistemde kağıda dökülen nokta ve çizgileri bir operator harflere çeviriyordu.
Telgrafın keşfi sonrasında ise ABD’de telgraf hatları ve şirketleri kurulmaya başlandı ve anlık
olarak uzak mesafede enformasyon taşınmaya başlandı. Western Union da telgraf alanına giren
ilk şirketlerdendir ve 1861’de kıtayı boydan boya demiryolu boyunca kat eden telgraf hatları
kurulmasında öncülük etmiştir. 27 Temmuz 1867’de ilk Atlantik deniz altı kablosu döşenerek
5 Avrupa ve Amerika kıtaları birleşmiş oldu. 1913’de Western Union, çoklamayı geliştirdi.
Böylece tek bir hat üzerinden aynı anda 8 mesaj geçebilir hale geldi.
Tüm bu teknolojik gelişmeler ilk olarak kar amacı güden ticari firmalar tarafından şekillenirken
daha sonra Amerika dışındaki devletlerde – İngiltere, Fransa, İtalya gibi – devlet mülkiyetine
girmişlerdir.
Coğrafi ayrımları yok eden telgrafla birlikte ulus devlet; enformasyonun üretimi, yeniden üretimi,
toplanması, biriktirilmesi ve denetlenmesi üzerinde edindiği iktidarın sağladığı yönetsel bütünlük
ile kendinden öncekilerden farklılaşmıştır. Farklılaşma, enformasyonu denetleme ve biriktirme
yoluyla gözetimin, otoriteyi yoğunlaştırmasında açıkça görülmektedir. Gözetim yeteneklerinin
artışı yanında, ordu ve polis gücü gibi devlet tekelindeki şiddet araçlarının teknolojik gelişmeler
sayesinde artan etkinliği ulus devletin temel belirleyenleridir.
Ekonomik olarak teknolojik gelişmelerin piyasada rekabet eden güçler açısından genellikle tekel
gücünü tesis etme ve kâr oranlarını artırma gibi bir anlam taşıdığını vurgulamak gerekir. Bunun
gerçekleşebilmesi, piyasa ölçeğinin genişlemesi, denetim olanaklarının artışı, ekonomik
enformasyon kaynaklarının yoğunlaşması yollarıyla mümkündür. Telgraf ise, gerek piyasa
ölçeğinin genişlemesi, gerek denetim olanaklarının artışı, gerekse ekonomik enformasyon
kaynaklarının yoğunlaşması açısından güçlü etkilere sahip bir araçtır. ABD’de uzak yerlere
erişimin yüksek maliyetleri nedeniyle, yerel piyasalarda rekabet eden şirketlerin, 1860’ların
başlarında demiryolları ve telgrafın ortaya çıkışı ile birlikte, yılık gelirlerini bin katına
çıkardıkları ve uzak yerlerin piyasaya dahil olmasıyla, bu dönemde tarihin en büyük ticari
girişimlerinin mümkün olduğu bilinmektedir. Diğer yandan, piyasanın denetimi, doğrudan,
zamanında ve doğru enformasyona erişmekle ilgilidir. Telgraf, tam da bu noktada enformasyona
erişimin önündeki zamansal ve uzamsal engelleri kaldırmıştır. Bu anlamıyla telgrafın,
enformasyonun ekonomik statüsünde yaşanan değişimin temel etkeni olduğu söylenebilir.
Diğer teknolojik gelişmelere bakıldığında fotoğrafın icat edildiği dönem (1839) bisiklet, buharlı
gemi, demiryolları, otomobil ve nihayet uçağın sosyal kullanıma sokulduğu dönemdir. Yani
insanların yerel ve sınırlı mekân duygularının yeni ulaşım teknolojileriyle tümüyle ve radikal
biçimde değişikliğe uğradığı bir dönemdir. Fotoğraf tüm bir imajlar dünyamızı sabitlemeyip
kaydederek, gazete ve diğer tüm basılı ortamlarda yazı ile birlikte tüketilebilir hale getirdi.
Fotoğraf görüntüleri sabitlerken fonograf (1877) da insan sesini ve müziği sabitleyen bir cihaz
olarak icat edildi ve sosyal kullanıma sunuldu. Kullanım biçimi fotoğraf ve fonograf kadar açık
olmayan yeni teknolojiler de vardı. Bunlardan belki de başlıcası telefondur. 1876’da Alexander
Graham Bell tarafından patenti alındığında bizzat Bell, bu teknolojinin evlere müzik ve haber
başta olmak üzere kamusal önemi olan enformasyonun taşınmasında kullanılabileceğini
düşünmüştü, ancak bu tür bir “yayıncılık” için radyoyu beklemek gerekecekti.
Hareketli görüntülerin sunumu ise 1890’larda mümkün olmuş yalnızca birkaç yıl içinde sinema
her türlü eğlence mekânında en önemli eğlence aktivitelerinden biri haline gelmiştir. Böylece
sinema kentte yeni ortaya çıkan tüketim kalıbının da önemli bir parçası haline gelmiştir.
6 Radyo kablosuz iletişim teknolojisinin, daha somut ve pratik biçimde telsiz telgrafın doğal bir
sonucudur. Teknik ve bu tekniğe dair kullanım bilgisi, yani kısaca radyo teknolojisi 20. yüzyılın
hemen başında ortaya çıkmıştır. Ancak I. Dünya Savaşı gelişmeleri yavaşlatmış, ilk düzenli radyo
yayınlarının başlaması için 1920’leri beklemek gerekmiştir.
Televizyon hem kültürel bir araç hem de siyasi bir araç olarak doğrudan radyonun sınırlarını
çizdiği yayıncılık teamülleri içerisine dahil olur. 1930’larda başarılı denemeler yapılsa da II.
Dünya Savaşı nedeniyle televizyonun yaygınlaşması ancak 1950’lerde gerçekleşebilmiştir.
Yayıncılık doğrudan ülkelerin siyasal kültürleri ve ekonomik politikalarına bağlı olarak
düzenlenir. Örneğin Amerika’da 1980’lere kadar “ticari”, reklama dayalı finansmanla idare
edilen bir yayıncılık sistemi hukukileştirilmişken, Avrupa’da kamu finansmanına dayalı kamu
hizmeti yayıncılığı esastı. Yayıncılık farklı şekillerde düzenlenirken iletişim altyapısının
omurgası sayılan telekomünikasyon (noktadan noktaya iletişim) 1980’lere kadar hemen her yerde
doğrudan devlet kontrolünde kalmıştır.
Tüm bu teknolojik gelişmeler içerisinde internetin tarihi ayrı bir önem kazanmaktadır. İnternet
günümüzde hayatın dokusu haline gelmiş durumdadır. “Enformasyon çağının” bir anlamda
teknolojik temelini internet oluşturmaktadır. “Ağ toplumu” tezi ile son yıllarda büyük üne
kavuşmuş Manuel Castells’in deyimiyle internet “ağ toplumu’nun merkezindedir. İnternet
kullanımı özellikle 1990’ların ikinci yarısında hızla yaygınlaşmıştır. 1995 yılı bu anlamda bir
milat olarak kabul edilebilir. Bu yıl internet dünya çapında geniş bir kullanım sayısına ulaşmış ve
daha sonraki yıllarda sayı hızla artmıştır.
Öte yandan 1990’ların ortasından itibaren çok popüler bir kavram ve teknoloji olmadan önce
internet, 30 yıldan beridir geliştirilen bir “teknik sistemdi’. İnterneti ortaya çıkaran gelişmelerin
kökeni 1940’lara kadar gider. Winston (1940’larda ortaya çıkan bir dizi gelişmenin internet tarihi
açısından önemli olduğunu belirtir. İnterneti ortaya çıkaran bilgisayarlar arası iletişimi mümkün
kılan ilk çalışma George Stibitz tarafından IBM Model 1 ile 1940’ta yapılmıştır. Hatta bilgisayar
üzerinde web fikrinin ilk kez dile getirildiği bir makale Vanneur Bush tarafından 1945’te
yayımlanmıştı. Burada yazar insanlığa ait tüm bilginin (knowledge) ulaşılabileceği içinde
araştırma yapılabilecek bir makine sisteminden bahsetmekteydi. Bu sistem dosyalar arasından
insan beynine benzer şekilde çağrışımsal biçimde ilişki kurabilecek bir girift sistem olacaktı.
Winston 1940’larda gelirşitirilen Sibernetik ve Enformasyon Teorisinin de sonradan internetin
gelişimine büyük katkısı olacak bir adım attığını belirtir. Buna göre, bu teoriler enformasyon
kavramının içinden anlam boyutunu yalıtararak enformasyonun meta haline gelmesi sürecinde
çok önemli rol oynamışlardır.
Öte yandan, internet gelişimine ilişkin somut adımların atılması ancak 1960’lara dayanır ve bu
tarihlerde ARPANET adlı sistemin kuruluşundan 1990’lara kadar geçen süre günümüzde iletişim,
teknoloji ve toplum ilişkisinin anlaşılmasında çok önemli öngörüler sağlamaktadır. İnternet 1969
yılında Amerika Birleşik Devletleri İleri Araştırma Projeleri Ajansında (ARPA) kurulan
7 bilgisayar ağına dayanır (ARPANET). ARPA 1958 yılında, yani Sovyetler Birliği’nin ilk uydu
olan Sputnik’i 1957’de fırlatmalarından bir yıl sonra kurulmuş olan bir organizasyondur.
Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından kurulan organizasyonun amacı özellikle üniversitelerde
yürütülen araştırmaları askeri ihtiyaçların karşılanması için harekete geçirmekti. Kısa sürede bu
girişim sonuç vermeye başladı ve Savunma Bakanlığı için çalışan bir düşünce kuruluşu olan
Rand Corporation’da olası bir nükleer savaşta ayakta kalabilecek bir iletişim sistemi kurmak
üzere bir fikir geliştirildi. 1969’da çeşitli üniversite ve araştırma kuruluşları arasında ilk
bilgisayar ağı kuruldu ve bu ağ çok geçmeden genişlemeye başladı. 1972’de uluslararası bir
konferans’ta bu ağ tanıtıldı ve geçen zaman için birçok kuruluşun katkısı ile gerekli altyapı ve
bilgisayarlar arasındaki iletişim sağlayan protokoller geliştirildi.
1975’te ARPANET doğrudan Savunma İletişim Ajansına (DCA) bağlandı ve Askeri Bilgisayar
Ağı anlamına gelen MILNET kuruldu. Bu dönemde daha çok askeri amaçla araştırmalar
yürütülmüştür. 1984 yılı içinde ise Amerikan Ulusal Bilim Kurumu (NSF) kendi bilgisayar ağı
NSFNET’i kurdu ve 1988 yılında bu ağın adı ARPA-INTERNET olarak değiştirilerek ana ağa
bağlandı. 1990’da ise ARPANET teknik açıdan eski olduğu gerekçesiyle kullanımdan kaldırıldı.
Bundan sonra internet askeri bir çevrenin içinden çıkarak kontrolün Amerikan Ulusal Bilim
Kurumu’nda olduğu sivil bir çevreye dahil oldu. Ancak Ulusal Bilim Kurumu’nun internet
üzerindeki kontrolü uzun sürmedi. Dönem tüm ekonomik altyapıda ve özellikle iletişim
teknolojileri altyapısında hızlı bir deregülasyon ve özelleştirme dönemiydi. Savunma Bakanlığı
daha 1980’lerde internet’i zaten özelleştirmek için gerekli iletim protokollerinin (TCP/IP)
içerileceği şekilde üretim yapmaları için altyapı üreticilerini finanse etmekteydi. Böylece,
1990’lara gelmeden, birçok bilgisayar ağ yoluyla iletişim kurma kapasitesine sahip olmuştu. Bu
planlamaların bir sonucu olarak 1995’te NSFNET kapatıldı ve internetin ticari olarak işletilmeszi
yönünde bütün engeller kalktı. 1990’ların başından itibaren özel internet servis sağlayıcıları ticari
işletme için gerekli altyapıyı kurmaya zaten başlamışlardı.
İnternet altyapısının geniş çaplı kullanımını sağlayan önemli bir gelişme ise bilgisayar ağları
üzerinden iletişim hizmetlerinin geliştirilmesiydi ki bu daha çok üniversiteler tarafından
1970’lerden itibaren üstlenilen bir işti. İnternetin geleceği konusunda üniversitelerin esas söz
sahibi olmadığı ama yaptıkları geliştirme faaliyetleri ile bugünkü interneti ortaya çıkaran
uygulamaların atası sayılabilecek yenilikleri ortaya çıkarmışlardı. “Bildiri Panosu Sistemi” (BBSBulletin Board System) bunlardan birisidir ve 1970’lerde kullanıma sokulmuştur. UNIX işletim
sistemi 1974’te Bilgisayarlar arasında dosya alışverişini sağlayan MODEM sistemi 1977’de, ilgi
grupları arasında haber paylaşımını sağlayan Usenet News sistemi 1980’de başladı ve çok
geçmeten ağda yaygınlaştı.
Yine UNIX kullanıcıları arasında, bugün de çok etkin olan “açık kaynak hareketi” bu dönemde
başlamıştır. 1984’te MIT (Massachusetts Institute of Technology) Üniversitesi’nde görevli
Richard Stallman’ın UNIX işletim sisteminin insanların bilgisi ve erişimi dışında kapalı
tutulmasına karşı bir hareket başlatmıştır. Bu harekete göre kullanılan işletim sistemi ile ilgili tüm
8 kaynak kodlar ve bunlarla ilgili gelişmeler kullanıcılarla serbest bir şekilde paylaşılmalıdır.
Ancak internetin ticarileşmesi sürecinde bu hareket kısıtlı kalmıştır. Bugünkü “hacker” hareketi
ile dönemin kapalı yazılımlara karşı başkaldırısı birbiri ile çok yakından ilgilidir.
1990’lar internetin ticarileşmesi ile bu türlü “karşı” hareketlerin bastırılmaya devam ettiği bir
dönem olmuştur. Aynı zamanda 1990’lar internetin yaygın kullanım kazanmasında çok önemli
yeniliklerin ortaya çıktığı bir dönemdir de. “Dünya çapında ağ” olarak tercüme edilebilecek www
(world wide web) sistemi İsviçre’nin CERN araştırma merkezinde görevli Tim Berners-Lee
tarafından geliştirilmiş ve bu sistemin tarayıcı yazılımı web üzerinden 1991’de dağıtılmıştır.
Daha sonra birçok “hacker” bu tarayıcı sistemlerinin kendilerine ait versiyonlarını yapmışlardır.
Bunlardan özellikle multimedya uygulamaları internetle buluşturan Mosaic tarayıcı yazılımı
adeta yeni bir dönemin kapılarını açmıştır. Mark Andressen tarafından 1993’te kullanıma sunulan
tarayıcı ile görsel grafikler de etkin şekilde internetin bir parçası olmaya başlamıştır. Bu dönemde
Andressen gibi önde gelen üniversitelerde yetişmiş genç yazılımcılar Amerika’nın bilgisayar
yazılımları konusundaki yenilik merkezi konumundaki Silikon Vadisi’nde yatırım yapan sermaye
sahipleriyle daha yakın ilişkiler içerisine girmiştir. Örneğin Andressen ile iş adamı Jim Clark’ın
iş birliği ile ünlü tarayıcı Netscape Navigator 1994 başında ortaya çıkmıştır. Bu dönem bağımsız
ve hacker ruhlu genç yazılımcıların yaratılarının sermaye sahipleri tarafından ticari amaçlarla
finanse ve kontrol edildiği önemli bir dönemdir. Esasen bu yapısal eğilimin kökleri 1980’lere
kadar gider. Halihazırda önemli bir yeni teknoloji şirketi konumundaki Microsoft’un da Internet
Explorer ile internet işine girmesi ile 1995’te internet alanı yeni bir döneme girer.
1995’e gelindiğinde internet alanı neredeyse tamamen özelleştirilmiştir. Sonuçta internet,
Castells’in sözleriyle “bilgisayar bilimcilerin kafasında 60’larda başlamış, 70’ler ve sonrası
boyunca bilim adamları arasındaki genişleyen ve zenginleşen ağlar ile hayat bulmuş ancak
insanların büyük çoğunluğu için ancak 1995’te başlayabilmiştir. Yine de askeri ihtiyaçlar
çerçevesinde ortaya konulan başlangıç ilkeleri öyle ya da böyle internette hayat bulmuştu:
esneklik, belli bir komuta merkezi olmadan işlemesi ve bağlantı ağındaki her noktanın birbirine
olan özekliği.
Sonuç olarak Amerika’nın büyük bilimsel potansiyeli önce Savunma Bakanlığı tarafından
harekete geçirilip finanse edildi, sonra bilim adamları grubunun serbestçe çalışabileceği bir ortam
oluşturuldu, en sonunda da ortaya çıkan özgür ve yaratıcı bileşimin “özgür” kısmının bastırılması
pahasına özel sektörün kontrolüne bırakıldı. Bu gelişme 1980’lerden itibaren somut bir şekilde
ortaya çıkan özelleştirme, deregülasyon uygulamalarına uygundur. İnternetin gelişimine katkıda
bulunan dünyanın diğer bölgelerinden özellikle Avrupa’da gelişim bu yönde olmuştur.
Yukarıda da belirtildiği üzere 1995 birçok açıdan önemli bir tarihtir. Bu yıl ilk arama motoru olan
Yahoo belli başlıklarda enformasyona ulaşmaya izin veren bir web sayfası olarak kullanıma
girmiştir. Yahoo’dan birkaç yıl sonra günümüzün en büyük yeni medya şirketlerinden Google
kurulmuştur. Birçok internet şirketi gibi Google da bir üniversitede bir araştırma projesi olarak
9 başlamış ve internetten sayfa ve enformasyon araması konusunda başta “Sayfa Sıralaması (Page
Rank) gibi yeniliklerle günümüzde çok büyük bir piyasa değerine ulaşmıştır.
1990’larda kullanıcıların çoğunun kullanmak zorunda olduğu düşük hızlarda çalışan telefon
çevirme sistemleri (dial-up) 90’ların ikinci yarısından itibaren yerlerini kablo modem ve DSL
(digital subscriber line) modem gibi geniş bant uygulamalara bırakmış ve bu yenilikler internetin
yaygınlaşmasına büyük katkı sağlamıştır.
Bir başka önemli yenilik enformasyona ulaşılabilen ortamların çeşitlenmesi ve zenginleşmesidir.
1980’ler boyunca ve 90’lar başında internette enformasyona ulaşılabilecek tek alan Bildiri
Panosu Sistemi (BBS) idi. BBS’ler küçük internet topluluklarının enformasyon paylaştıkları
bildiri panolarından ibaretti. Web sayfaları ortaya çıktıktan sonra BBS’ler günümüzde hala
yaygın kullanımda olan internet “forumlarına” dönüştüler. Bugün hemen her konuda forumlara
internet üzerinden ulaşılabilmektedir. İnternet günümüzde, akademik/bilimsel içerikli web
sayfalarından, çevrimiçi flört sitelerine, bilgisayar oyunlarından, haber portallarına hür türlü
içeriğe ulaşılabilen görünürde sınırsız bir alan haline gelmiştir.
Tüm bu içerik çeşitliliği yanında bir başka yenilik internete bugünkü kimliğini kazandıran sosyal
ağlar, webbloglar ve wikilerdir. Web 2.0 terimi internet tarihinde özellikle kullanıcıların içeriğe
katkıda bulunmak açısından 90’lı yıllara göre çok daha etkin olabildiği bir ikinci döneme işaret
etmek üzere kullanılır. Bloglar, sosyal ağlar ve wikipedi gibi insanların yapımına doğrudan
katkıda bulunduğu uygulamaların karakterize ettiği bu dönem görünürde gerçekten kullanıcı
merkezlidir. Bu kavram ilk olarak enformasyon tasarım danışmanı olarak çalışan Darcy DiNucci
tarafından yayınlanan 1999 tarihli bir makalede kullanılmıştır. Bu çalışmada DiNucci o
zamanlarda bir tarayıcı penceresine yüklenen durağan bir web sayfasından ibaret olan web
içeriğinin gelecek internetin ancak “embryo’su olduğuna işaret etmiştir.
Web 1.0 kişisel web sayfaları ve basım-yayın kavramlarıyla eşleştirilirken, Web 2.0 bloglama ve
katılım kavramlarıyla eşleştirilmektedir11. Bu kavramlar Web 1.0’ın içerik yaratıcıyla
okur/kullanıcının etkileşiminin az olduğu bir ortamdan Web 2.0’da isteyen herkesin kolayca
içerik yaratabileceği ve birlikte içeriği oluşturabilecekleri bir ortama geçilmiştir.
Sonuç olarak toplumsal yapıdaki değişiklikler teknolojinin sosyal çerçevesini çizmektedir. Neoliberal politikalar etkin hale gelirken analog tabanlı geleneksel iletişim araçlarının sayısal tabanlı
iletişim araçları ile yer değiştirmesi ve iletişim alanının tüm dünyada daha ticari bir temelde
yeniden tanımlanması bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir. Neo-liberalizm, neredeyse
küresel bir dalga yaratarak hemen her ülkede, özellikle iletişim politikaları alanında kökten
değişikliklere yol açmıştır. Başlıca etkisi tüm iletişim alanının serbest piyasa mekanizmaları
tarafından belirlenen bir alan haline getirilmeye başlanmasıdır. Bunun doğal bir sonucu olarak
1970’lerde gelişmeye başlayan iletişim teknolojileri hem eski yapının değişmesi için bir bahane
10 ve aynı zamanda altyapı olarak kullanılmış hem de yeni iletişim teknolojilerinin sosyal kullanımı
tümüyle ticari uygulamaları ön planda olacak şekilde belirlenmeye çalışılmıştır.
Geleneksel İletişim Altyapısının Değişimi
Bilişim ve iletişim teknolojileri, zaman, mekân ve coğrafi uzaklık faktörlerinin yarattığı
sınırlılıkları ortadan kaldırmayı; ses, görüntü, hareketli görüntü ve veri biçimindeki tüm
enformasyon aktarımlarını tek ve esnek bir ağ içinde bütünleştirmeyi mümkün kılacak bir
biçimde gelişti.
Bu gelişmenin bir boyutunda sayısallaşma, uydu, fiber optik kablolar gibi gelişmelerin, iletim
kapasitelerini artırması ve maliyetleri azaltması gibi niceliksel dönüşümler, diğer boyutunda ise
telekomünikasyon ve bilişim teknolojilerinin yakınsaması sonucunda, "kitle iletişimiyle,
noktadan noktaya iletişim hizmetlerinin iç içe geçmesi" ile ortaya çıkan yeni iletişim
teknolojileri, yani nitel değişimler yer almaktadır.
Yeni iletişim teknolojileri, hem kullanıcılar arasındaki, hem de kullanıcılar ile enformasyon
arasındaki karşılıklı iletişimi, içlerinde bulunan mikro-işlemcilerle sağlayan veya geliştiren
iletişim araçlarıdır.
Yeni iletişim teknolojilerinin en belirleyici iki özelliği şunlardır:
• Sayısallaşma
•
Etkileşimlilik
Sayısallaşma temel olarak bütün bir iletişim içeriğinin, yani görüntü, ses ya da yazının
bilgisayarların anlayacağı ‘verilere’ dönüştürülmesi, yani ikili (0,1) sayı sistemi halinde
kodlanması işlemini anlatmaktadır. Analog iletişim ise bir iletinin fiziksel özelliklerinin, yani
içeriğinin doğrudan elektrik sinyalleri olarak alıcıya gönderilmesi ve orada aynen açılması
anlamındadır.Ancak sayısal iletişimde ileti soyut semboller (0,1) halinde kodlanarak
gönderilmekte ve alıcıda bu kodlar açılmaktadır. Böylece ileti hem bilgisayar altyapısı ile uyumlu
hale gelmekte hem de kanalda çok daha az yer kaplamaktadır. Bu da mühendislik anlamında daha
verimli bir iletişim ortamı ortaya çıkarmaktadır.
Sayısal iletişim altyapısı sayesinde iletişim içeriği çok küçük parçalar halinde bölünebilir,
sıkıştırılabilir ve üzerinde işlem yapılabilir hale gelmiştir. İçerik çok daha kısa sürelerde ve
doğrusal olmayan biçimlerde erişilebilir hale gelmiştir. İçeriğe doğrusal olmayan (non-linear)
biçimde erişim ile bir diğer ayırt edici özellik olan ‘etkileşimliliği’ kastediyoruz.
11 Etkileşim, kaynağın alıcı, alıcının kaynak olabildiği durumlardır Ancak bu tanım gereğince,
radyo, televizyon, ya da gazeteler de geri besleme kanalları (gazetelerin satış rakamları,
televizyonların izlenme oranları, izleyici ya da okuyucu mektupları, ya da telefon bağlantıları)
aracılığı ile etkileşim sürecini gerçekleştirmektedir. Hatta bu anlamıyla düşündüğümüzde,
izleyicinin kanallar arasında tercih yapabilme şansının olması da etkileşim olarak
değerlendirilebilir. O halde, iki tanım arasında, yani kaynağın alıcı, alıcının kaynak olabildiği
ideal durum ile geri besleme kanalları ya da seçmeyi de etkileşime dahil eden tanım arasında -ki
bu tanımlardan biri fazla dar, diğeri ise fazla geniş bir tanımdır- yer alan bir tanım yapmalıyız.
Sadece yeni iletişim teknolojilerinde bulunan özellikleri içermesi için geniş tanımda tarif edilen
etkileşim sürecinin kitle iletişim araçlarında gerçekleştirilme biçimine bakarak bu tanıma
ulaşabiliriz. Kitle iletişim araçları dediğimiz radyo-televizyon-gazete gibi araçlarda etkileşim
aslında o aracın belirlenmiş iletim kanalı dışında bir kanalın tahsisi ile mümkün olmaktadır. Yani
radyo yayını, radyo frekansları ile yapıldığı halde, geri besleme kanalı mektup ya da telefondur,
ya da gazetenin geri besleme kanalı, baskı sayısıdır.
O hâlde, ideal etkileşim tanımımızın temel özelliği: etkileşim sürecinin aynı kanal üzerinden
gerçekleşmesi olmalıdır. Etkileşim, alıcının kaynak, kaynağın da alıcı olması, bu sürecin aynı
zamanda alıcıyı iletişim sürecinde etkin kılması ve bu işlemlerin tek kanal üzerinde gerçekleşiyor
olmasıdır.
Bu, geleneksel iletişim yollarının, yani noktadan noktaya ve bir noktadan birçok noktaya iletişim
biçimlerinin hem birleşmesi hem de bu sayede aşılması anlamına gelmektedir. Şöyle ki,
geleneksel haberleşme posta ya da telefon servislerinde olduğu gibi iki nokta arasında doğrusal
bir iletişim biçimine denk düşerken, geleneksel kitle iletişimi ise radyo ya da televizyonda olduğu
gibi bir noktadan, yani bir radyo ya da televizyon istasyonundan, çok sayıda alıcıya aynı anda ve
alıcıların içeriğe müdahaleleri çok kısıtlı olacak şekilde yapılmaktadır. Ancak sayısal uydu veya
kablo televizyon hizmetlerinde ya da İnternette hem kayıtlı bulunan radyo ve televizyon içeriği
istenildiği zaman alınmakta, hem o an devam eden radyo ve televizyon yayınlarına erişilmekte
hem de istenirse aynı anda e-posta gönderilmekte, sosyal ağlarda iletişim sürecine girilmekte ya
da bir haber portalında haber okunmaktadır. Üstelik yeni nesil akıllı cep telefonları sayesinde bu
iletişim süreçlerine hemen her yerden istenildiği zaman ulaşılmaktadır. Yani hem var olan
iletişim biçimleri yeni bir biçim ve ortamda hem de zaman ve mekân sınırlılıkları büyük oranda
aşılarak erişilebilir hale gelmiştir.
12 Yöndeşme Kavramı Üzerine
Yöndeşme kavramı ilk olarak 1963 yılında Rosenberg’in yayınladığı makalesinde yakınsak
teknolojiler kavramını kullanmasıyla ortaya çıkmış ve farklı alanlardaki araştırmacıların bu
kavramı kendi alanları içinde kullanmaya başlamasıyla literature girmiştir. Bu kavramı ortaya
çıkaran en önemli unsur ise telekominikasyon alt yapısının dijitalleşmesi, optik teknolojilerin ve
micro işlemcilerin kullanılmasıyla çok büyük boyutlardaki verinin bir yerden başka bir yere çok
hızlı bir şekilde iletilerek işlenebilmesidir.
Kavram olarak yöndeşme; bilgisayar, görsel-işitsel medya, telekomünikasyon gibi sektörlerin
teknolojik ve ekonomik olarak birleşmesi, yeni ürünler ve hizmetler meydana getirmesi, farklı
iletişim platformlarının temel olarak benzer türde hizmetleri taşıyabilmesi olarak
tanımlanabilir.Yöndeşme ile üç ayrı alan olan yayıncılık (gazete, radyo, televizyon), telekom ve
veri işlem sektörleri iç içe geçmiştir. Bu iç içe geçmişliği teknolojik, endüstriyel ve içerik-hizmet
yöndeşmesi olarak üç ana başlık altında toplayabiliriz.
Teknolojik yöndeşme; mikro işlemcilerin veri işleme kapasitesini ve uydu ve fiber optik kablo
teknolojilerinin veri taşıma kapasitesini arttırması sayesinde sayısallaşan içeriklerin (metin,
görüntü, ses, video) telekomünikasyon ağları üzerinden taşınması sonucunda ortaya çıkmıştır.
Sayısal uydular ve kablolu ağlarla birleşen sayısal ve etkileşimli televizyon, sayısal teknolojiyle
radyo frekansını birleştiren sayısal karasal televizyon yayıncılığı, internet üzerinden yayın yapan
internet radyoları ve internet protokol televizyonu (IPTV) ve hücresel mobil iletşim sayesinde
internete kesintisiz ulaşım yeni medyanın sayısal kitle iletişim araçları olmuştur ve kullanıcılar
her an, her yerde tüm sayısal dünyaya ulaşbilmektedir.
Endüstriyel yöndeşme; bilgisayar ve bilgi işlem endüstrileri, telekomünikasyon şirketleri ve
medya sektörü arasındaki anlaşmalar, birleşmeler ve devralmalardır. Ocak 2000′de, dünyanın en
büyük internet hizmet sağlayıcısı AOL’nin (America OnLine) yaklaşık 182 milyar dolar
karşılığında geleneksel medya devi Time-Warner’ın bir kısmını satın alması, endüstriyel alandaki
yöndeşmenin önemli örneklerindendir. Bu örnekte yer alan endüstriyel yöndeşme, AOL’nin
telekomünikasyon altyapısı ile Time-Warner’in kablo şebekeleri, film stüdyoları, geniş müzik,
film ve televizyon programı arşivlerinin birleştirilmesidir.
İçerik – Hizmet yöndeşmesi ise teknolojik ve endüstriyel yöndeşme sonucunda artık
kullanıcıların daha iyi analiz edilebilmesi sonucunda oluşturulacak içeriğin kullanıcı eğilimleri
dikkate alınarak hatta kullanıcı isteği ile şekillenmeye başlaması sonucunda ortaya çıkan
enformasyon ve medya içeriği biçimleridir.
İletişim araçlarının sayısallaşma ve yöndeşme sonucunda ortaya çıkan ağlar ile birbirine
bağlanması zaman ve mekan kısıtlamalarını ortadan kaldırmış bu durum toplumsal yapının yatay
13 ve dikey bütün geçişlerinin yönünü değiştirerek, yeni toplumsal ve bireysel ilişki biçimlerinin,
yeni kimlik ve kültürel ortamların oluşumuna olanak sağlamıştır. Manuel Castells’in de ifade
ettiği gibi “bireyler artık küresel ve yerel olarak örülmüş, birbirleriyle bağ(ıntı)lı ağ toplumu
içinde yaşamlarını sürdürmektedir.”
14 Yeni İletişim Teknolojileri
Breitrose göre eski – yeni arasındaki ayrım:
1. Eski teknolojiler birkaç azınlığın çoğunlukla iletişim kurmasına izin vermekte,
çoğunluğun istek ve beğenileri azınlık tarafından belirlenmektedir. Yeni teknolojiler ise
çoğunluğun kendi istediği bilgiye ulaşmasına imkan vermektedir.
2. Eski iletişim teknolojileri üretici merkezlidir ve aynı iletişim içeriğini tüm izleyiciler
için sağlamaktadır. Yeni teknolojiler ise alıcı merkezlidir ve bilgisayarın hafızasındaki
enformasyona erişim biçimi çoklu bir yapıya kavuşturulmuştur.
Rogers ise yeni iletişim teknolojilerinin 3 özelliğini şöyle açıklamıştır:
1.
Karşılıklı etkileşim: İletişim sürecinde, karşılıklı etkileşimin varlığı gereklidir.
Karşılıklı etkileşim özelliği geleneksel basılı ve elektronik kitle iletişim araçlarındaki tek yönlü
işlevi değiştirmektedir. Bu özellik sayesinde iletişim süreci kişilerarası iletişimdekine benzer bir
şekilde tarafların anında iletileri birbirlerine aktarmalarına olanak sağlar, ancak bu süreç
kişilerarası iletişime benzemez, Yeni teknolojiler kişilerarası iletişimdekinden çok daha geniş
kitlelere hitap eder.
2.
Kitlesizleştirme: Yeni iletişim teknolojileri büyük bir kullanıcı grubu içinde, her
bireyle özel mesaj değişimi yapılabilmesini sağlayacak kadar kitlesizleştirici olabilir. Bu özellik
kitle iletişim sisteminin kontrolünün kaynaktan alıcıya doğru kayması anlamına gelir. Söz konusu
özellik bireyin yüz yüze olmayan iletişim içerisinde geniş hedef kitleler ile mesaj alışverişi
yapmasını sağlar.
3.
Eşzamansız (Asenkron) Olabilme: Yeni İletişim Teknolojileri birey için uygun
bir zamanda mesaj gönderme ve alma yeteneklerine sahiptirler. Mesajın alınması veya
yollanmasının zamanını kullanıcı kendisi ayarlar.
Örneğin radyodan bir duyuru yayımlandığında öneliyse eğer bu duyuru birkaç kez daha
tekrarlanabilir. Ancak o anda yayını dinleyemeyen insanlar eğer kaydedilmemişse o duyuru,
15 ulaşmak isteseler de ulaşamazlar. İnternetten ise bir mesaj verildiğinde, silinmediği sürece bu
içeriğe her zaman ulaşılabilir
Yeni
iletişim
yapabileceklerini
ifade
teknolojileriyle
eden
Atabek
radyo
ve
konuyla
televizyonların
ilgili
"İçeriğinizi
da
asenkron
sunucuya
yayın
(server)
yerleştiriyorsunuz ve onu isteyenler istedikleri zaman izliyorlar. Bu mantıkla, öyle bir radyo
tasarlayabilirsiniz ki, tamamen dinleyicinin kendi programını kendi yaptığı bir radyo olabilir bu"
örneğini vermektedir.
Özetlersek, yeni iletişim teknolojileri, kitle izleyicisini bireysel olarak da kapsayabilen,
kullanıcıların içeriğe ya da uygulamalara farklı zaman dilimlerinde ve etkileşim içinde
erişebildikleri sistemler olarak açıklanabilir. Fakat Geray günümüzde birçok uygulamanın,
geleneksel medya ile yeni medyanın bir arada kullanılmasıyla melez hale geldiğinin
unutulmaması gerektiğini ifade etmektedir.
İletişim teknolojilerinin gelişimi gazetecilik alanında da değişikliğe yol açmış,
gazetecilerin işlerini daha çok kolaylaştırmıştır. Özellikle bilgi toplama, üretim ve yayında yeni
iletişim teknolojilerinin bu etkisini görebiliriz.
Gittikçe ucuzlayan, çeşitlenen, veri işleme ve saklama kapasiteleri artan sayısal fotoğraf
makineleri; ses kayıt cihazları; yüksek kalitede görüntü kaydı yapabilen sayısal kameralar, metin
ve görüntü bilgiyi işlemeye imkân sağlayan yazılımlar; bu yazılımların merkeze aktarılmasını
mümkün kılan kablosuz modemle donatılmış dizüstü bilgisayarlar; görüntü kaydedebilen cep
telefonları gibi sayısal donanımlar gazetecilerin günlük rutin işlerini kolaylaştırmaktadır
Yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu yeniliklerle hem gazetecilik hem de haber üretim
tarzı araştırılması gereken bir süreç olarak değerlendirilmelidir.
Törenli’ye göre yeni iletişim ortamlarını eski ya da mevcut ortamlardan ayrı ele
almamak gerekir. Ona göre medyayı eski ve yeni olarak, yapay bir bölünmüşlük içinde
değerlendirmek, her ikisinin sistem içerisinde bir bütünü oluşturduklarını; birbirlerine eklenen,
birbirlerini destekleyen yapıları ve işleyişleriyle sistemin güç-iktidar yapısına süreklilik
kazandırdıklarını görememek anlamına gelecektir.
16 Rigel de iletişim teknolojilerinin gazeteciliğe yaptığı etkiyi şu açılardan ele almıştır:
• Uluslararası haber gönderiminin birim maliyeti, dünya haber sisteminin artmasıyla
birlikte, düşecektir ancak etkinlik ve hızı artacaktır.
• Teknoloji dünyanın her tarafından haber alımı ve gönderimini mümkün kılmaktadır.
İki yönlü iletişim sayesinde ve iletişim uydularıyla kişisel bilgisayarlar arasında bağlantı
sağlanmakta ve haber tüketicileri pasif izleyicilerden farklı olarak bilgiyi kullanmaya
başlayacaklardır.
• Teknik ilerlemeler sayesinde bilgi kaynaklarının potansiyel sayıları sınırsız
olmaktadır. İletişim ve bilgisayar teknolojisiyle bilim ortaklaşa bir çabanın içine girmektedir.
• Kişisel iletişim ortamındaki etkinlik, genel olarak kitle iletişim araçlarını kontrol
altına alma eğiliminde olan hükümetlere karşı bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Teknoloji
sayesinde evinden uzaklarda da bilgi akışı içinde olan birine karşı Orwell'ın Big Brother'ının
(Büyük Birader) yapacağı bir şey kalmamaktadır.
Yeni iletişim teknolojileri gazetecinin hayatını kolaylaştıran pek çok teknik avantaj
getirmiştir. Yeni iletişim teknolojilerinin haber üretim sürecine getirdiği en önemli imkânlardan
biri habere konu olabilecek bilgiye erişimin kolaylaşmasıdır. Örneğin internette yayınlanan
raporlar, istatistikler, çeşitli kurumların resmi web sayfaları, elektronik arşivler ve kütüphaneler,
tartışma ve haber grupları, kişisel web sayfaları çoğu zaman habere konu olan enformasyona
erişim ve bu enformasyonun doğrulanması süreçlerinde haberciler tarafından yaygın bir şekilde
kullanılmaktadır.
Bu teknolojilerin gazetecilik mesleğine sağladığı diğer kolaylıkları ise; haber ve
fotoğrafların iletimindeki hız ve ucuz maliyet, bilgi kaynağı olması, haber kaynağı olması, bir
tartışma platformu olması ve çalışma sürelerini kısaltması olarak sıralayabiliriz. İnternet
sayesinde gazeteciler haber ve fotoğraflarını dünyanın neresinde olursa olsun anında gazeteye
ulaştırabilmektedir. Bu hem çok hızlı, hem de çok ucuz bir yoldur. İnternetin kendisi gazeteci için
bir bilgi kaynağı olmaktadır. Tüm kamu kuruluşlarının ve uluslararası kuruluşların bir web sitesi
vardır.
Ve
gazeteciler
bu
kuruluşlarla
ilgili
bilgilere
anında
bu
web
sitelerinden
ulaşabilmektedirler.
17 İnternet bir bilgi kaynağı olmasının yanı sıra aynı zamanda bir haber kaynağıdır. Resmi
kuruluşların birçoğu artık açıklamalarını web siteleri üzerinden yapmaktadır. Pek çok özel şirket,
sivil toplum kuruluşu ya da resmi kuruluşlar elektronik posta listeleri oluşturmakta ve bu yolla
toplumu bilgilendirmektedir. İnternet teknolojisi ile birlikte gruplar oluşturma, forum sayfaları
yoluyla bir tartışma platformu oluşturma, çeşitli yerlerde gazetecilik mesleğini icra edenlerin fikir
alışverişinde bulunmasını sağlamaktadır.
Ortaya çıkan her yeni teknoloji habere daha çabuk ulaşma kolaylığı sağlarken bazı
sorunların da ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Deuze ve Yeshua yeni iletişim teknolojileri nedeniyle gazetecilerin karşı karşıya
kaldıkları 7 ayrı problem saptamıştır. Buna göre ticari baskılar, bağlantı (link) kullanımı,
doğruluk/güvenilirlik, kaynaklar, mahremiyet, düzenleme ve haber toplama yöntemleri yeni
iletişim teknolojileriyle gazetecilik alanında ortaya çıkan/çıkabilecek sorunlardır ve onlara göre
bunların kesin ve tek çözümlerini bulmak mümkün değildir.
Pavlik ise yaşadığımız bu dönemde sayısal teknolojiler kullanılarak gerçekleştirilen
gazetecilik uygulamalarının hem gazeteciler hem de toplum açısından birtakım problemler ortaya
çıkardığını ifade etmiştir. Bu problemleri, sayısal teknolojileri kullanarak haber toplamanın ve
haber üretiminin etik standartları, haber içeriğinin etik sınırları ve gittikçe etkileşimli ve küresel
hale gelen haber sistemi içinde gazetecileri bekleyen daha geniş etik meseleler başlıkları altında
inceleyen Pavlik bu problemlerin geleneksel gazetecilikte yaşanan problemlerden farklı olduğunu
ifade etmiştir.
Ona göre bu sorunlardan biri görüntü manipülasyonudur. Dan Gilmor da bu konuya
değinerek bir videonun ya da fotoğrafın üzerinde değişiklikler yapılmasının karede olmayan bir
kişinin eklenmesinden, önemli olduğu düşünülen bir bölümün daha belirgin hale getirilmesine
kadar çok çeşitli biçimlerde yapılabildiğini belirtmiştir.
Haber üretiminde ortaya çıkan sorunlar kapsamında değerlendirebileceğimiz diğer örnek
ise habere erişimde internetin yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmasıyla ilgilidir. Haber için
gerekli enformasyona erişimde yeni teknolojilerin kullanımının gazetecilere zamandan tasarruf ve
kolaylık sağladığı bir gerçektir. Diğer yandan Çaplı’nın da belirttiği gibi bu teknolojilerin haberin
18 yayınlanması için kullanılabilecek zamanın kısalması yönünde bir baskıya neden olması da
habere konu olan olayın doğruluğunun kontrol edilmesi, başka kaynaklardan araştırma yapılması
gibi yollara girilmesini zorlaştırmaktadır. Ancak bu durum bazen yalan haberlerin ortaya
çıkmasına ve haberlerde manipülasyonun ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir.
Diğer bir sorun olarak da sosyal ağların amaç dışı kullanımı olarak söyleyebiliriz. Bu
sitelerde belli bir amaç için kurulan sayfalar bazı durumlarda gazetecilerin haber için ulaştıkları
kanallar haline gelebilmektedir. Bu da insanların özel hayatlarının ihlal edilip edilmediği
tartışmasını gündeme getirmektedir. Örneğin ABD'deki Virginia Teknoloji Üniversitesi'nde
Nisan 2007'de meydana gelen ve 32 kişinin öldürüldüğü okul baskını sonrasında ölenleri anmak
ve acıları paylaşmak amacıyla Facebook'ta oluşturulan gruplara gazeteciler hızla üye olmuş ve ilk
elden haber materyaline ulaşmışlardır. Bu durum bir yandan bu tür platformlardaki içeriğin
kamuya açık olması ve haber değeri taşıdıkları durumda kullanılabilecekleri gibi bir argümanla
olağan olarak görülebilecekken, diğer taraftan belirli bir amaç için üretilen içeriğin amacı dışında
kullanılması nedeniyle bir sorun olarak da düşünülebilmektedir.
Yeni Medya
“Yeni Medya ”kavramı yeni iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimiyle beraber ortaya
çıkmıştır. Bu kavramı ilk açıklayanlardan biri olan Manovich, özellikle internet ve bilgisayar
teknolojisinin, yeni medya adı verilen bu ortamların yalnızca bir bölümünü oluşturmakla beraber
yeni medya kavramına önemli bir katkı sağladıklarını belirtmektedir. Ona göre iletişim ortamları
ve teknoloji alanlarında yaşanan gelişmeler yeni medya kavramını ortaya çıkarmıştır.
“Yeni medya” denilen bu kavrama yeni gözüyle bakmanın aslından yanlış olduğunu
söyleyen Fidler, bunun sebebi olarak ise medyanın ortaya çıkışından itibaren yaşadığı her gelişim
sürecinin “yeni medya” olarak adlandırılabilmesini göstermektedir. O yüzden “yeni medya”
olgusuna geleneksel medyanın yeni iletişim teknolojileri ile bakılması ve kendinden önceki hiçbir
gelişmeden bağımsız olmadığının belirtilmesi gerekmektedir. Her çıkan medya ortamı
yeniliklerle karşı karşıya geldiğinden gelişim kaydederek hayatta kalabilmiştir. Bu durum medya
ortamlarının değişimi ve uyum yolu olarak ifade edilebilir ve Fidler tarafından “medyamorfoz”
olarak açıklanmaktadır.
19 1960’lardan itibaren iletişim alanında yaşanan dönüşümlerin kimi yazarlar tarafından
üçüncü büyük devrim olarak ele alınması, kimi yazarların ise ikinci medya çağı olarak ifade ettiği
gelişmeler, iletişim teknolojilerini kullanım boyutu, sunulan içerik ve teknolojinin olanakları
açısından değerlendirmekte ve yeni sıfatını bir önceki teknolojiyle karşılaştırarak vermektedir.
Törenli ise kavramı daha yakın bir tarihten ele alarak, geleneksel iletişim araçlarından
ayrı duran sayısal televizyon, internet, GSM, WAP, GPRS, CD, DVD, VCD, etkileşimli CD ve
benzeri sayısal teknolojileri yeni medya olarak açıklamaktadır.
Geray, yeni medyayı etkileşim açısından ele almış ve bu kavramı “kitle izleyicisini
bireysel kullanıcı olarak da kapsayabilen, kullanıcıların içeriğe veya uygulamalara farklı zaman
dilimlerinde ve etkileşim içinde erişebildikleri sistemler” olarak açıklamıştır.
Bruce A. Williams’a göre, yeni medya teknolojileri sayesinde keskin sınırlar ortadan
kalkmıştır. Williams, yeni medya teknolojilerinin eş zamanlı bir şekilde haber, bilgi, dosya ve
içerik paylaşımına imkân sağladığını ifade etmiştir. Ona göre; yeni medya araçları sayesinde her
türlü görüş ve düşünce kitle iletişim araçlarına yansımaya başlamış ve böylelikle çokseslilik
meydana gelmiştir.
Jan Van Dijk’in yeni medya tanımına baktığımızda ise, Dijk’in yeni medyanın 3
özelliğine dikkat çektiğini görmekteyiz: Entegre olması, interaktif olması ve 20. ve 21. yüzyılın
dönüşümünde dijital kodların kullanımıdır. Yeni medya multimedya, interaktif medya ve dijital
medya olarak da ifade edilmektedir. Bu tanımlara bakıldığında eski ile yeni medyanın ayrımının
daha iyi anlaşılabildiğini görüyoruz. Örneğin geleneksel medya kapsamında ele aldığımız
televizyon ses, görüntü ve yazı aktarmaktadır. Sadece interaktif özellikler ile dijital kodları
içermemektedir.
Özetlemek gerekirse günümüzde var olan etkileşimli iletişim ortamlarının tümümü yeni
medya teknolojileri olarak nitelendirmek mümkündür. Yeni medya, var olan farklı ortamları bir
araya getirme becerisine sahiptir. Çoğuldan çoğula ya da tekilden çoğula senkronize bir biçimde
sohbet hizmeti, tekilden tekile ya da tekilden çoğula eş zamansız olarak elektronik posta
gönderimi, çoğuldan çoğula eş zamansız grup iletişimi ile sunucudan tekil ya da çoğul bir kitleye
20 eş zamansız web yayıncılığı yeni medya teknolojilerinin sunduğu hizmetlere örnek
gösterilebilmektedir.
Yeni Medyanın Özellikleri
Yeni iletişim teknolojilerinin daha önce açıkladığımız etkileşim, kitlesizleştirme ve
asenkron olabilme özelliklerini eski ile yeni medyayı birbirinden ayıran özellikler olarak
belirtebiliriz. Bunların dışında yeni medyanın diğer özelliklerini (sayısallık) dijitallik,
etkileşimsellik, hipermetinsellik, yayılım, sanallık, multimedya şeklinde sıralayabiliriz. Yeni
medyanın bu özellikleri, geleneksel medyaya göre kullanıcının iletişim sürecindeki rolünü ve
katılımını da çeşitli şekillerde etkilemektedir.
Sayısallık: Dijitallik yeni medyayı geleneksel medyadan ayıran en önemli özelliktir.
Sanallık, verilerin elektronik olarak bir ekran üzerinde gösterilmesidir. Elektronik sistemler
analog ve sayısal olmak üzere ikiye ayrılır. Analog sistemlerde elektrik sinyalleri sürekli olarak
değişir ve belli sınırlar içinde her değeri alabilirler. Dijital medya işlemlerinde tüm veriler
sayılara dönüştürülür. Sayısal olarak oluşan kodların depolanması ve işlenmesi kolaylaşır. Diğer
taraftan bu kodlara çevrimiçi olarak ulaşmak da mümkündür.
Dijital sistemlerse, her türlü bilginin (metin, ses, fotoğraf, görüntü vb.) analogdaki
fiziksel nesneler yerine soyut sembollere, yani sayısal kodlara dönüştürülmüş halidir. Binlerce
yıllık analog kopyalama ve çoğaltma sistemi yerini dijital (sayısal) teknolojiye bırakmaktadır.
Dijital teknolojide bu bilgiler, mikro işlemciler aracılığıyla, bugün bilgisayar dili olarak
tanımlanan 0 ve 1′lere dönüştürülmüştür. Bilgisayarlar sadece bilginin “açık” ve “kapalı”
olduğunu yani bilginin varlığını ve yokluğunu ifade eden durumları anlayabilirler. 0 ve 1 bu
durumların karşılığıdır ve “bit” (bu terim İngilizce “binary digit”in (ikili rakam) kısaltılmışıdır)
olarak adlandırılırlar. Bu bilgiler bilgisayarda “ikili kod” tanımıyla depolanır.
Temelde tüm dijital dosya sistemleri, yukarıda açıklanan 1 ve 0’lardan oluşmaktadır. 20.
yüzyılın sonlarına doğru, dijital kodlama laboratuvar ortamından çıkarak iletişim sektörünün
kullanımına sunulmuştur. İlk olarak yazılı metin, sonra ses ve daha sonra da görüntü dijital olarak
kodlanabilir hale gelmiştir.
21 Sayısal teknolojiyle birlikte bilgisayarların işlem kapasite ve yeteneklerinin artmıştır.
İşlemleri, tek bir bütün ve programlanabilir mantık dizisi içinde gerçeklestiren Mikro işlemciler
devreye girmiş ve elektronik araçların boyutu küçülmüş, maddi kapasiteler artmıştır. Böylelikle
komutlar kısa sürede ve hızlı bir biçimde yerine getirilmeye başlanmıştır.
Verilerin dijital kodlara dönüştürülmesiyle, söz konusu veriler çok küçük alanlarda
depolanabilir ve uzak mesafelerden ağ ile kolaylıkla erişilebilir hale gelmiştir. Bugün başta
İnternet olmak üzere ağ destekli pek çok yapının temelinde dijital kodların ve bu kodların
kopyalanabilirliğinin (aktarılabilirliğinin) yattığını söylemek yanlış olmayacaktır. “İnternet,
televizyon ve film gibi eski multimedyadan, dijital bir kodu paylaşmasıyla ayrılır. Dijital karakter
yalnızca bu medyayı karşılıklı çevrilebilir yapmakla kalmaz, onların kolayca kopyalanmasını ve
başka betimlerin içine yerleştirilmesini de sağlar” Başta bu özellik sayesinde İnternet’te ve sosyal
medyada tüm veriler kopyalanabilmekte ve kolaylıkla diğer kullanıcılarla paylaşılabilmektedir.
Etkileşim: Etkileşim kavramına tekrar değinecek olursak yeni medyanın en önemli
özelliklerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Geleneksel medyanın karşısında izleyici/ okuyucu
pozisyonda olan kullanıcılar, yeni medyanın olanakları ile sadece izleyici değil aynı zamanda
ortama müdahil olarak, üretilen ve dolaşıma sokulan içeriğe etki edebilmektedir. Etkileşim
özelliği ile kullanıcı farklı metinlere veya imgelere ulaşabilir ve bunları değiştirebilir. Tam da bu
nedenle yeni medyanın tüketicisi izleyici veya okuyucu olarak değil “kullanıcı” olarak
tanımlanır.
Etkileşim, kullanıcıların bilgi kaynaklarına ulaşmada daha seçici olabilmesini sağlaması
ve diğer kişilerle etkileşime olanak tanıması bakımından yeni medya sistemlerinin en önemli
özelliklerinden biridir.
İletişim Bilimci Carrie Heeter ise etkileşim kavramının tanımını, medyanın kaç tane ve
ne tür özelliklerinin etkileşimli iletişime izin verdiği temeline dayandırarak yapmıştır. Heeter
“etkileşimin, var olan seçeneklerin karmaşıklığı, kullanıcının enformasyona ulaşmak için
gösterdiği çaba, kullanıcıya cevap verme, enformasyon kullanımının izlenmesi, kullanıcıya
sağlanan enformasyon ekleme kolaylığı ve kullanıcılar arasında kişiler arası iletişim kurma
kolaylığını içeren çok boyutlu bir kavram” olduğunu belirtmiştir. Heeter’ın yapmış olduğu
22 etkileşim kavramının bu tanımı, bir medyayı diğer bir medyadan daha fazla neyin etkileşimli
yaptığını ölçen bir standart sağlamıştır.
Etkileşim özelliğiyle yeni medya, kullanıcılara seçici bir biçimde içerik oluşturma,
arama, paylaşma ve diğer bireyler ya da gruplarla etkileşime girme imkânını, geleneksel
medyanın sağlayamayacağı ölçüde verir . Örneğin, bir video izlenmek istendiği zaman, istenildiği
anda izlenmeye başlanması, istenildiği anda durdurulup sonra tekrar devam edilebilmesi, geri
bildirimlerin anında araç üzerinden gönderilmesi mümkün olabilmektedir.
Yeni medya ile yaygınlaşan etkileşim aniden ortaya çıkmamıştır. Belli bir süreçle ortaya
çıkan kavram, kademeli olarak gelişen bilgisayar teknolojilerinin bir parçasıdır. Yeni medya ile
gelen fark, interaktivitenin kazandığı boyuttur. Yeni medya öncesi dönemde teknik araçların
kullanıcıya sunduğu sınırlı müdahale ve seçme imkanları, interaktif uygulamalar olarak ifade
edilmekteydi. Örneğin bilgisayardaki bir dokümanda basit değişiklikler yapmak (ya da makineye
işlem yaptırmak), ilk bilgisayar oyunlarında klavye ya da fare gibi donanımlarla oyunda yer alıp
sınırlı katılımda bulunmak, kanal sayısı çoğalan televizyonlarda uzaktan kumanda ile kanal
seçimi yapmak gibi aktiviteler interaktif olarak nitelendirilmekteydi. Her gelişen yeni yazılım ve
donanımla birlikte bu kapsamda değerlendirilen interaktif uygulamalar da çesitlilik göstermeye
baslamıştır. Etkileşim kavramı artık bir cihazın düğmesine basarak seçim yapmak ya da
bilgisayarda bir işlemi gerçekleştirmekten daha fazlasını ifade etmektedir.
Hipermetinsellik: Hipermetin, geleneksel kitap metninden farklı olarak bilgisayar
ekranlarında akan, doğrusal olmayan ve birbirine bağlantılı elektronik metinlerdir. Yeni medyayı
gelenekselden ayıran en önemli özellik olan dijital kodlama aynı zamanda düz çizgisel
metinlerden hipermetinselliğe geçişi de mümkün kılmıştır. Böylece okuyucunun sırayı
belirleyebildiği bir okuma edimi söz konusu olabilmektedir.. Hipermetinsellik, Yunanca “hyper”
sözcüğünden türeyen, “ötesinde, üzerinde, dışında” anlamlarına gelen “hiper sözcüğü ile
birleşince, arayüzeydeki bir metnin başka bir metinlerle ilişkisine işaret eder. Binark’a göre,
“Hipermetinsellik, ağ üzerinden başka alternatif mecralara kolayca erişimin gerçekleşmesidir”.
Hipermetin, belirli bir birimden diğer birimlere giden sayısız yoldan oluşan bir yapı
olarak tanımlanabilir. Ağdaki her bir parçanın sayısız giriş ve çıkışları veya bağlantıları vardır.
Böyle bir teknolojinin kullanılmasıyla, herhangi bir veri noktası, diğer noktalara anında
23 ulaşılabilmesini olanaklı kılan sayısız bağlantıyı üzerinde barındırabilir. Yeni medyanın
hipermetinsellik özelliği ile kullanıcının ağ üzerinden başka alternatif mecralara kolayca erişimi
gerçekleşir. Örneğin bir haber portalında gezinen kullanıcı, yine böyle bir video paylaşımına, ya
da Facebook gibi toplumsal paylaşım ağlarından blog veya mikrobloglara geçerek mecralar
arasında dolaşabilmektedir.
Yayılım: Bu özellik yeni medyanın sayısallık özelliği ile yakından ilişkilidir.
Arayüzdeki bir metnin hızla dağılmasını, bu metne farklı zamanlarda ve uzamlarda yeniden ve
yeniden erişilebilmesini ifade eder. Yeni medya uygulamaları genelde ağ destekli
uygulamalardır. Bu ağ, çoğunlukla İnternet gibi büyük ve genel bir ağ olsa da özel ağlar
üzerinden işleyebilen uygulamalar da bulunabilir.
Sosyal paylaşım ağlarında paylaşılan içeriklere başka bir zaman yeniden ulaşmak ve o
içeriği tekrar dolaşıma sokmak mümkündür. Örneğin Facebook’ta dolaşıma sokulan bir fotoğraflı
metin çok kısa süre içerisinde sosyal ağ ile paylaşılır. Kullanıcının ortama yüklediği o içerik,
kendi sosyal ağında bulunan başka bir kullanıcı tarafından kendi sayfasında paylaşılarak yayılır.
Birbiri ile bağlantılı bu ağlar sayesinde içeriğin milyonlarca kullanıcıya yayılımı gerçekleşir.
Sanallık: Yeni medyanın sanallık özelliği, “arayüz ile kullanıcının kurduğu iletişimin
niteliğini açıklamaktadır. Sanallık, kullanıcıya orada olma hissini sağlar.” Ayrıca yeni medyanın
sanallık özelliği sayesinde bireyler, sanal ortamda bedensiz olarak bir araya gelip gruplar
oluşturmakta ve ortamda “sanal cemaatler” diye tanımlanan toplulukları ortaya çıkarmaktadır.
Sanal cemaat kavramını ise, Horward Rheingold’un The Virtual Communtiy: Connection in a
Computerised World (1994) adlı çalışmasında ilk kez kullanılmış olup, kavram, yeterli sayıda
insanın, insani duygularla, siber uzamda kişilerarası ilişkiler kurmak üzere, arayüzeydeki kamusal
tartışmalara
yeterince
uzun
bir
süre
katılmasıyla
ağda
oluşan
toplumsal
kümelenmeler/örgütlenmeler şeklinde tanımlamaktadır.
Multimedya: Multimedya, video, bilgisayar grafiği, yazılar, ses, müzik gibi birden fazla
iletişim aracının bilgisayar ekranında uyum içinde birleştirerek, kullanıcıların duyu organları
tarafından tek bir araç olarak algılanmasını sağlayabilecek hale gelmesidir.
24 Diğer bir deyişle, kullanıcıların bilgisayar ekranı karşısında aynı anda tüm görsel işitsel
iletişim araçlarını kullanmasını, örneğin bir haber sitesinden okumak istediği haberi okurken,
haberi sesli video olarak izlemesi bunun bir örneğidir.
Multimedya’nın ayırt ettirici iki temel özelliği vardır: Birincisi aynı belge üzerinde, sabit
ya da hareketli görüntüler, sesler, metinler, bilişim programlarının birarada bulunması, ikincisi ise
kullanıcının, bir bilgiden diğerine arzu ettiği şekilde gitmek imkanına sahip olmasıdır.
Multimedya kavramında dikkat edilmesi gereken husus, sadece ses gibi bir ortam ifade
edilmez. Sese görüntü ya da veri eklenmesi halinde mevcut ortam multimedya halini almaktadır.
Farklı ortamlar bir araya geldiğinde multimedya oluşmaktadır.
25 
Download