Kanun mu Uygulama mı? Stj. Av. Merve AKPINAR T Çizim: Merve BAŞDOĞAN arih: 4 Ocak 2017. Yer: Ankara Etimesgut. Bir kadın bindiği özel halk otobüsünün şoförü tarafından aracın içinde tecavüze uğradı, ardından “Birine söylersen seni bulur yine tecavüz eder, sonra da boğazını keserim” denilerek tehdit edildi. Olay tanıdık. Yaklaşık iki yıl önce Mersin’in Tarsus ilçesinde minibüs şöförünün tecavüzüne direndiği için öldürülen Özgecan Aslan’ı akıllara getirmekte. Bu kez kurban daha şanslı (!). En azından öldürülmedi. kadıncinayetleri.org sitesinden alınan bilgilere göre 1 Ocak 2016 tarihinden 1 Ocak 2017 tarihine kadar 223 kadın öldürüldü. Katil, genelde koca, eski partner, sevgili veya akraba olurken zaman zaman da kurbanlarının tanımadığı kişilerdi. Kadınların yaklaşık %20’si eşinden boşanmak istediği için öldürülürken, tartışma, aldatma şüphesi, kadının ayrılmak istemesi, erkeğin terk edilmesi, namus gibi nedenler bahanelerin başını çekti. Kadına yönelik fiziksel şiddetin arttığı, Özgecan Aslan vakasında olduğu gibi ancak ve ancak toplumda infial yaratan tecavüz olaylarının üzerinde durulduğu, tecavüzden veya fiziksel şiddetten canını sağ kurtaran kadınlara şanslı gözüyle bakıldığı şu günlerde hukuk mağduriyeti gideriyor, yaraları sarıyor, en azından suçlulara hak ettiği cezayı veriyor mu? Medyatik olaylarda, özellikle tecavüz vakalarından sonra kamu vicdanının rahatlamaması; idam, linç, koğuş infazı, kamu çalışanı tarafından darp, kısas gibi ceza hukukunun sadece cezalandırıcı yönünün olabildiğince sivriltildiği bireysel ve toplumsal öç almaya yönelik talepleri doğurmakta. Tüm bunlar şiddetle beslenen toplumu şiddetle eğitmeye yönelik beklentiler oladursun kamuoyuna yansıdığı gibi acaba kanunlar gerçekten yetersiz mi? Yoksa sanılanın aksine kadına yönelik 2017/1 | Hukuk Gündemi 27 şiddet için dört başı mamur kanunlarımız var da kamu vicdanını rahatsız eden ceza infazlarının nedeni cinsiyetçi ve yasaya aykırı uygulamalar mı? 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddetin ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ile oldukça anlamlı ve faydalı değişikliklere imza atıldı. Şaşırtıcıdır ki Türkiye bu sözleşmeyi imzalayan ilk devlettir. Kadını şiddete karşı koruma, şiddeti önleme, kovuşturma ve şiddete karşı destek politikaları oluşturma şeklinde dört amacı olan sözleşmede şiddetin tanımı oldukça geniş yapılmıştır: “Kadına yönlik şiddet; bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir.” Akabinde yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa büyük oranda İstanbul Sözleşmesi ile uyumlu hazırlanmıştır. Daha spesifik bir şiddet tarzı olan cinsel şiddete bakıldığı vakit Türk Ceza Kanununda oldukça tatmin edici cezalar vardır. Cinsel taciz ve cinsel saldırı suçları Türk Ceza Kanununun sırasıyla 105. ve 102. maddelerinde düzenlenmiştir. Tecavüz olarak bilinen cinsel saldırı suçunda fail 5 yıldan 10 yıla kadar ceza almaktadır. Ancak eğer cinsel saldırı suçu, mağdurun vücüduna organ veya başka cisim sokmak suretiyle gerçekleştiyse, yani suçun nitelikli halinden bahsedilebiliyorsa bu ceza en az 16 yıl olarak belirlenir. Hal böyle iken toplumda kadın cinayetlerinin, taciz, tecavüz vakalarının bir türlü bitmek bilmemesi; kamunun, faillerin hak ettiği cezaları almadığını düşünmesi mevzuattaki düzenleme eksikliğinden değil, cinsiyetçi yanlış uygulamalardandır. Bunun en büyük örneği “haksız tahrik” ve “iyi hal indirimleridir”. Haksız tahrikten bahsedebilmek için öncelikle tahrik eden eylemin haksız, yani hukuka aykırı olması gerekir; ikinci aranacak şart ise, bu eylemin failde hiddet veya şiddetli elem yaratması 28 Hukuk Gündemi | 2017/1 gerekliliğidir. Bu şartlar altında, boşanma sürecindeki bir kadının başka bir erkekle arkadaşlık kurması, kadının başka bir erkeğin otomobilinde hafif yana yatmış vaziyette oturması, tayt giymiş olması hukuka aykırı olmadığından haksız fiil olarak değerlendirilemez.1 Haksız fiil olmadığından haksız tahrik kapsamında cezai indirimde bir etki yaratamaz. Sayılan durumların haksız tahrik kapsamında değerlendirilmiş oluşu fiilerin haksızlığından ziyade ataerkil toplumda oluşturulmuş normların faillerin haklılığa işaret etmesindendir. Ancak İstanbul Sözleşmesi’nde düzenlendiği üzere şiddet için, kültür, örf, adet, gelenek veya namus veya mağdurun kültürel, dini toplumsal ya da geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını ve adetlerini ihlal etmesi gerekçe kabul edilemez. Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Ne yazık ki uygulamada failin kişisel durumu göz önünde bulundurulmaksızın, ceza bireyselleştirilmeden; “duruşmada sessiz durdu”, “takım elbise giyip kravat taktı” gibi sebeplerden bile takdiri indirim nedenlerine karar verildiği görülmektedir. Kadının kamusal ve özel alanını hedef alan şiddetin gün geçtikçe arttığı şu günlerde faillerin hak ettiğinden daha az ceza alması genel kanının aksine kanunlardaki yetersizliklerden değil, yargının cinsiyetçi ve hatta yanlış uygulamalarının kümülatif bir sonucudur. İmzaya açtığımız ve ilk imzalayanı olduğumuz, kadına karşı şiddet noktasında oldukça anlamlı değişiklere değinen İstanbul Sözleşmesinin Anayasanın 90. maddesi kapsamında layıkıyla tatbik edildiği, haksız tahrik ve takdiri indirim sebeplerinin TCK’ye aykırı uygulanmadığı bir yargıda daha adaletli sonuçların görüleceği şüphesizdir. 1 Güncel Hukuk, Mart 2016, sf.23